Professional Documents
Culture Documents
Yeni Fıkralar
Yeni Fıkralar
Yeni Fıkralar
dolaşır dururmuş. Bir gün kasabanın serseri delikanlılarından biri, yine böyle mırıldanarak
dolaşmakta olan Bektaşi'ye arkasından sessizce yaklaşmış, ensesine okkalı bir şaplak atmış.
Canı fena halde yanan Bektaşi'nin pür hiddet dönüp kendisine ters ters baktığını görünce;
-Tabii demiş Bektaşi, her şey Allah'tan da, ben hangi deyyusu aracı ettiğine bakıyorum.
Bektaşi - ya da Alevi - iki öküzüyle tarlasını sürermiş; kırmızı öküz az yem yiyip, çok
çalışırmış; sarı öküz lanet mi lanetmiş. Hem çok yermiş, hem tembelmiş. Bir gün öfkelenmiş
Bektaşi:
Baba Erenler ertesi sabah ahıra girince ne görsün! Kırmızı öküz sizlere ömür, sarı lanet
capacanlı... Dışardan bir çocuk çağırmış Bektaşi, öküzleri göstermiş:
-İmanım, demiş; bacak kadar çocuk renkleri biliyor da, sen ayıramıyor musun?
Bektaşi dalıp gitmişti. Güzel ve sakin bir havada tanrıyla başbaşaydı. Belli ki tanrı ile
halleşiyordu. Onun dalgınlığını izleyen, yakınındaki masada oturan merakla sordu:
Bağ bozumu vakti geldiğinde, Bektaşi üzümlerin suyunu küplere doldurdu. Durumdan
haberdar olan hükümdar, Bektaşinin küpleri başına geldiğinde, hiddetle sordu:
İTİBAR
-Ey Erenler; iyisin, hoşsun, ilim irfan sahibisin; bir de oruç tutup, namaz kılsan, bizim
nazarımızda da itibarın olur o zaman, dedi.
Bektaşi gülümseyerek:
-Sizin nazarınızda itibar kazanmak için, tanrı önündeki itibarımı zedeleyemem, dedi.
ALDATMAK
Meyhanelerden çıkmazdı hiç. İçkisini içer, geç vakitte naralar atarak evinin yolunu tutardı. Ne
çocuğuna, ne eşine, ne anasına, babasına ve ne de çevresine hayrı dokunmamıştı. 'Ayyaş
Hamdi' böyle bir yaşamın sonunda rahmetli oldu. Cenaze namazı kılındıktak sonra imam
sordu:
-İyi insandı... Kimseye kötülüğü olmadı... Toprağı bol olsun... ve benzer cevapları duyan
Bektaşi sabredemedi ve yanındakinin kulağına fısıldadı:
-Bizi neyse de, Allahı da aldatmaya yelteniyorlar.
Bektaşi Baba İstanbul'da gezinirken, padişahın sarayı olduğunu zannettiği görkemli bir
binanın yakınından geçmekte idi. Binanın önünde şatafatlı bir fayton durmakta idi. Binadan
sırmalı elbiseleri olan adam çıkınca, muhafızlar selama durdu. Adam faytona binerken,
Bektaşi meraklalandı ve muhafızlardan birinin yanına sokularak sordu.
Bektaşi, tepeden tırnağa önce faytondaki adama baktı. Sonrada kendi haline baktıktan sonra,
ellerine açarak:
-Tanrım, bir padişahın kuluna bak! Sonra, bir de senin kuluna bak! Diye söylendi.
Köylü yağmur duasına çıkıyormuş, Bektaşi'ye 'sen de gel' demişler. Baba Erenler kalabalığa
katılmış, yolda küçük tarlasının yanından geçerken elindeki sopayı tarlaya dikmiş, göğe
bakarak:
Duadan sonra bir yağmur bir yağmur; ortalığı seller basmış. Bektaşi'nin tarlasında ne varsa
sular almış götürmüş. Bu manzarayı gören Bektaşi, ellerini yukarı kaldırmış:
AKŞAMDAAAAAN AKŞAMA
-Söyle bre zındık, namaz vakti cami mihrabında secdeye vardığın olur mu?
SIRAT KÖPRÜSÜ
Bektaşi kafayı çekmiş. Ayakları birbirine dolana dolana, sağa sola yalpalayarak giden
Bektaşi'yi gören komşusu dayanamayıp laf atmış:
OLMAYAN ŞEY
-Ey ulu tanrım, bana bol bol şarap ver. Diye dua etmiş.
-Bak herkes iman istiyor tanrıdan sen de şarap istiyorsun. Utanmıyor musun? demiş.
KAYIK KÜÇÜK
Bektaşi kiraladığı kayık ile Eminönü’nden Üsküdar’a giderken, deniz dalgalanmaya, kayık
sallanmaya başlar. Dalgaların, büyük bir fırtınanın başlangıcı olduğunu sezen Bektaşi’nin
telaşlandığını gören kayıkçı:
-Ne korkuyorsun yolcu? Korkma. Allah büyüktür! Diye Bektaşi’yi sakinleştirmek ister.
Kayıkçının bu sözüne içerleyen Bektaşi şu yanıtı verir:
ALLAH'IN KELAMI
-Evet, Allah’ın kelamı cidden eşsizdir. Amma, yazısı biraz karışıktır!... der.
-Alnımın yazısından!
CAMİDE VAAZ
Bektaşi’nin yolu camiye düşmüştür. Cami imamı o günkü vaazında içkinin kötülüklerinden
bahsetmektedir. Cami imamı uzun bir vaazdan sonra cemaate birde örnek verir:
-Ey cemaat eşeğin önüne bir kova su, bir kova da rakı koyun hangisini içer? diye sorar.
İmam:
-Tabi ki suyu içer, peki neden suyu içer? Diye sorunca, Bektaşi cevaplar:
Bektaşi bulgurunu kaynatıp, kuruması için sermiş, bir yandan karıştırırken bir yandan da dua
edermiş:
Bulgurlar tam kurumaya yüz tutmuşken yağan yağmur, Bektaşi’nin bulgur sergisini su içinde
koymuş. Bu zor durumunun üzerinden bir hafta geçmeden, ineğini de ahırda ölü bulan
Bektaşi, üst üste gelen kötü olayları kabullenmekte zorlanmış.
Ramazan ayının geldiğini fırsat bilen Bektaşi oruç tutmaya niyet etmiş ve Ramazanın ilk
günü, iftara beş dakika kala sigarasını yakmış. Sigarasından içine çektiği dumanı büyük bir
keyifle gökyüzüne üfleyerek:
-Nasıl, illet oluyorsun şimdi bana değil mi? Diyerek kendi kendine söylenmeye devam etmiş:
BİTSİN BU DAVA
Gelecek konuklarını nasıl ağırlayacağını kara kara düşünen Bektaşi’nin gözü, Yahudi olan
komşusunun keçilerine takılmış. Keçilerden birini çaktırmadan alıp kesmiş. Durumu fark
eden Yahudi; "Kadıya gitsem… Kadı da Bektaşi’de Müslüman, ben Yahudi’yim. Davayı
kazanamam. Hadi kazandım, Bektaşi’nin nesi var ki, hakkımı alabileyim!... Biz artık Allah’ın
huzurunda hesaplaşırız...” düşüncesi ile şikayetçi olmamış.
Gel zaman git zaman her ikisi de rahmetli olmuş. Yahudi, ahrette Bektaşi’den davacı olmuş.
Mahkeme kurulmuş ve Bektaşi’ye sormuşlar:
Bektaşi “Bir mahkemede bir adam hem şahit, hem davacı olamaz.” Diye itiraz etmiş.
Bektaşi bu kez, “Mahkeme hakimi aynı zamanda şahitlik yapamaz.” Diye itiraz etmiş.
-Ne!... Keçi burada mı?... Verin keçiyi o zaman bu Yahudi'ye... Bitsin bu dava!
Oruç tutan Bektaşi pek fena susamış. Gürül gürül akan çeşmeyi görünce de dayanamayıp
ağzını dayayıp kana kana çeşmeden su içmiş. Bu sırada oradan geçen komşusu seslenmiş:
Bektaşi, ağzının iki yanından süzülen sular bağrına doğru inerken cevap vermiş :
-Oruç gitti ama fakire de can geldi!
Adama sormuşlar :
Aynı soru, orada bulunan Bektaşi’ye sorulunca, hiç istifini bozmadan yanıt vermiş :
PEŞİN NAMAZ
Hoca ile Bektaşi birlikte yola çıkmışlar, bir süre sonra hoca:
Yola koyulmuşlar, bir müddet sonra mola verdiklerinde bu kez namaz kılmak için Bektaşi
müsaade istemiş ve başlamış namaza.
Hoca şaşırmış:
Bektaşi gülmüş:
-Yukarıdaki senin veresiyeni kabul ediyor da, benim peşinimi niye kabul etmesin?
-Şeytana uyduk kadı efendi. Diye af dileyen hocayı, kadı affetmez ve idam cezası verir.
-Kadı efendi, ben de şahadet getirip Müslüman olsam, arkadaşımı da bağışlar mısın?
Kadı efendi düşünür, bir kişiyi Müslüman yapmanın sevabını hesap eder ve Bektaşi’nin
teklifini kabul eder, hocayı da affeder.
-Sen ne biçim adamsın be, bir Hıristiyan bir Müslüman oluyorsun! Sen de hiç iman yok mu?
-Gavur oldum kendimi, Müslüman oldum seni kurtardım. Peki sen ne işe yaradın?
-Böyle giderse kıyamet kopacak, dünyanın altı üstüne gelecek..... diyerek hiç durmadan
çevresindeki insanları karamsarlığa itiyormuş. Bu konuşmalardan birisini duyan Bektaşi
dayanamayıp cevap vermiş:
-Gelsin imanım demiş, şu dünyanın haline bak, belki altı üstünden iyidir.
-Baba Erenler, sizler için kerametli diyorlar. İsterse ağacı bile ayağının yanına getirir diyorlar.
Bize de gösterinde bizde görelim, der.
Baba Erenler, kendisi ile alay edilmek istendiğini fark ederek, sofuya bir ders vermek
gerektiği düşünür ve ağacı çağırmaya karar verir:
-Ağaç gel der, üçüncü çağırışında da ağaçta hareket yoktur. Bunun üzerine, Bektaşi ağacın
yanına gider ve derki:
ORUÇ :
Bektaşi"ye Koskoca ramazan geçti gidiyor, sen hala oruç tutmadın! Bu nasıl istir? diye
sormuşlar. Bektaşi " İmanım, demiş ramazan gider yine gelir. Bu can giderse bir daha zor
gelir .."
ZİNA ALETİ
içki yasağının oldugu dönemde bektaşiyi boş bir şarap şisesi ile birlikte yakalarlar.
Bektaşi
-Bırakın, beni neden götürmek istiyorsunuz?
-İçki içmişşin seni suç aleti (boş şişe)ile yakaladık.
- Ama bakın şişe boş, İçerken gördünüz mü ?.
Bekçiler:
Bektaşi
-Bende zina aleti var! Bu aletim var diye de zina da mı ettim yani ?
PEŞİN NAMAZ
Bektaşi ile bir hoca birlikte yola çıkmışlar, bir süre sonra hoca :
-Namaz saati! Demiş, başlamış kılmaya... Rekât üstüne rekât, selam üstüne selam...
Bektaşi’nin beklemekten canı sıkılmış, hoca namazı bitirince sormuş :
Bektaşi :
Hoca şaşırmış :
Bektaşi gülmüş :
-Yukarıdaki senin veresiyeni kabul ediyor da, benim peşinimi niye kabul etmesin?
İTİBAR :
Softanın biri Bektaşi’nin önüne geçerek : " _ Ey Erenler; iyisin, hoşsun, ilim irfan sahibisin;
bir de oruç tutup, namaz kılsan, bizim nazarımızda da itibarın olur o zaman, diye sitemde
bulununca . Bektaşi gülümseyerek : " _ Sizin nazarınızda itibar kazanmak için, Tanrı
önündeki itibarımı zedeleyemem," diye cevap verir.
NASIL BECERDİN
Karpuzcu şaşırmış:
Bektaşi:
-Ulan kesmeden, delmeden o karpuzun içine nasıl sıçtın, doğrusu şaşıp kaldım. Seni onun için
tebrik ediyorum.
BORÇ
Sözde, Bektasiyi topluluk içinde küçük düşüreceklerdi. Oldukça zengin birisi: "Bektaşi
Efendi, borcunuz var mı?" diye sordu.
"Evet, bakkala biraz borcum var." "Canim onu sormuyorum. Namaz borcun var mı?"
Bektaşi kızdı: "Namaz borcunu bana Tanrı sorabilir. Size düsen bakkal borcunu sormaktır!"
-Bir eşeğin önüne, bir kova su ile bir kova şarap koysanız, hangisin içer? Elbette ki suyu içer.
Peki, eşek niçin şarabi içmez?
CIVITMA
Bir sofu Bektaşi’yi yemeğe çağırmış, yemekten sonrada Namaz kılmaya davet etmiş. Bektaşi
hiçte istekli olmasa da yediği yemekten dolayı ev sahibini kırmak istememiş, bir an önce
bitirmek için hemen namazgâhın başına yürümüş. Bunu gören ev sahibi: - Erenler önce abdest
alacaksın demiş. Bektaşi dayanamamış,: - Sende iyice cıvıtın ha.... demiş..
KABAHAT KİMDE
Bir köyde yagmur duasina çikarlar.Bektasi de istemeye istemeye bunlara uyar, cemaatin
arkasi sira giderken, eline geçirdigi bir agaç dalini, kendi tarlasinin bir kösesine saplayarak,
basini yukari kaldirip, söylenir:
-Bizim tarla da iste burasi...
Rastlanti bu ya, yagmur duasi yapilir yapilmaz, bulutlar kendini gösterir.Kara bir bulutun
kendi tarlasi üzerine gittigini gören Bektasi sevinçle kosar.Bir de ne görsün, ceviz
büyüklügünde dolu, bütün ürünü berbat etmemis mi?O vakit basini yukari kaldirir; söyle
söyler;
ALLAHIN EVİ
Bir gün, bektaşi köyde demlenecek yer aramış, yağmur bastırmış. hemen camiye girmiş
başlamış rakısını camide içmeye,
biri gelmiş "adam senin yaptığı iş mi, allahın evinde içki içilir mi hiç" diye çok sinirlenmiş.
bektaşi de
" Bu evin sahibi karışmıyor, bana hiç kızmıyor da şimdi sana ne oluyor" demiş.
İSLAMIN ŞARTI
Sofu Bektaşi ye İslam'ın şartını sorar. -Biridir. der Bektaşi. Sofu: -Daha İslam'ın şartının 5
olduğunu bilmiyorsun, birde bilimden dem vuruyorsun. Deyince. Bektaşi: - İmanım, haç ve
zekatı siz kaldırdınız, oruçla namazı da biz kaldırdık, geriye kelimeyi şahadetten başka ne
kaldı ?.
Bir gün Bektaşi, madem ki Allah’ın evidir, o halde en güvenilir yer de orasıdır, diye eşeğini
cami avlusundaki bir ağaca bağlar. Bağlarken de “Allaha emanet” demeyi unutmaz. İşini
bitirir, eşeğini almak için camiye döner. Bir de bakar ki eşeği çalmışlar. O zaman şöyle der:
“Ey Allahım. Senin evinde sana emanet ettiğim... başı bağlı eşeği bile bekleyemedikten sonra
cümle alemi nasıl idare edeceksin!”
BEKTAŞİ
MEYHANE
-Bir yer vardır ki orada, zengin fakir ayrımı yoktur.Dertli giren neşeli olur.Oraya giren
herkesin gönlü ferahtır.Bilin bekalım, burası neresidir?
Oruç tutan Bektasinin biri pek fena susamış. Vakit geçirmek için kırda giderken bakmış gürül
gürül akan bir çeşme... Adeta kendinden geçmiş bir halde ağzını dayayıp lıkır lıkır içmeye
başlamış. Bu sırada oradan geçen biri görüp:
Bektaşi, ağzının iki yanından süzülen sular bağrına doğru inerken cevap vermiş:
-Peki ama, pek pasaklı ve çirkin biriydi. Onun koynuna nasıl giriyorsun?
-Sizin pamuk gibi karınızın koynuna herkes girer.Marifet bizim o pasaklı karının koynuna
girmekte, paşam!
Başıboş bir eşek nasılsa bir camiye girmiş, hoca eşeği döverek dışarıya çıkarmaya uğraşırken,
oradan geçen bir Bektaşi babası bu hali görerek hocaya sormuş :
-Canım hoca efendi, yakma hayvanın canını. Eşek aklı tutmasaydı camiye girer miydi? Bak
ben giriyor muyum?
KİM UĞURSUZ.
Avcı Sultan Mehmet bir gün adamlarıyla beraber aksama kadar bir keklik bile vuramaz.
Bunun sebebinin de, sabahleyin gördüğü bir dervişin uğursuzluğuna bağlar. Solaklara
seslenir. Saraydan çıkarken, su su tipte, sivri külahlı, sırtı kambur birinin önünden geçtiğini ve
hemen bu adamı bulmaları emrini verir. Tarife göre Bektaşi babalarından ayyaş Hamza
Babayı yaka paça huzura getirirler.
Sultan:
" Bre uğursuz, !.. Bugün sabahleyin karşıma çıktın. Bu yüzden aksama kadar bir ava
rastlayamadım. Bu ne uğursuzluktur. Vurun kellesini... "
Bektaşi bakar ki kelle elden gidiyor. Son bir dileği için söz alır:
" A devletlûm siz beni gördünüz bir keklik vuramadınız. Ama insaf ediniz, benim de bugün
ilk gördüğüm sizdiniz ve kellemi kaybediyorum. Söyleyin, uğursuzluk hangimizde!... "
YARI YARIYA
Bektaşi’nin birini ramazanda içki içtiği için yaka paça kadıya götürürler. Çakırkeyif Bektaşi'yi
görür görmez kadı:
"Behey kâfir! Bu yasta hala içiyorsun bu zıkkımı. Utanmıyor musun? Bilmiyor musun haram
olduğunu? .." der.
YOKLUK
Bektaşi’nin biri 'Allahım bana bir içki parası ver' diye yalvarıyormuş. Buna şahit olan bir
softa 'Ulan imanını arttırmasını doğru yola
iletmesini istesene' demiş. Bektaşi’de 'herkes kendinde olmayanı ister' demiş.
Bir gün Bektaşi yürürken yolunu bir kabadayı keser. Bektaşi nerden geçmek istese önüne
çıkınca Bektaşi Kabadayıdan yol ister. Kabadayı ; ''Ben ciğeri beş para etmeyenlere yol
vermem''. Deyince
Bektaşi bulgurunu kaynatıp kuruması için sermiş, bir yandan karıştırırken bir yandan da dua
edermiş:
Ramazan ayının geldiğini fırsat bilen Bektaşi oruç tutmaya niyet etmiş ve Ramazanın ilk
günü, iftara beş dakika kala sigarasını yakmış.Sigarasından içine çektiği dumanı büyük bir
keyifle gökyüzüne üfleyerek:
-Nasıl, illet oluyorsun şimdi bana değil mi? Diyerek kendi kendine söylenmeye devam etmiş:
2.Bektaşi ve Papaz
Gerçekte Müslümanlık çok kolaydır, besmeleyle işe başlamak yeter, kelime-i şahadet getirdin
mi vaziyet tamamdır…
Vaktiyle Ortaköy’de Bektaşi ile Papaz çok dost imişler, yedikleri içtikleri ayrı gitmezmiş…
Bektaşi:
– Ben bu pezevengi bilirim, demiş, şimdi bir besmele çeker, doğru Cennet’e gider…
Papaz:
Bektaşi:
-Ey ulu tanrım, bana bol bol şarap ver diye dua etmiş.
-Bak herkes iman istiyor tanrıdan sen de şarap istiyorsun. Utanmıyor musun?
Bektaşi’nin biri her gün kasabada ‘Her şey Allah’tan’, ‘Her şey Allah’tan’ diye mırıldanarak
dolaşır dururmuş. Bir gün kasabanın serseri delikanlılarından biri, yine böyle mırıldanarak
dolaşmakta olan Bektaşi’ye arkasından sessizce yaklaşmış, ensesine okkalı bir şaplak atmış.
Canı fena halde yanan Bektaşi’nin pür hiddet dönüp kendisine ters ters baktığını görünce;
-Tabii demiş Bektaşi, her şey Allah’tan da, ben hangi deyyusu aracı ettiğine bakıyorum.
6.İtibar
-Ey Erenler; iyisin, hoşsun, ilim irfan sahibisin; bir de oruç tutup, namaz kılsan, bizim
nazarımızda da itibarın olur o zaman, dedi.
Bektaşi gülümseyerek:
-Sizin nazarınızda itibar kazanmak için, tanrı önündeki itibarımı zedeleyemem, dedi.
Oruç tutan Bektaşi pek fena susamış. Gürül gürül akan çeşmeyi görünce de dayanamayıp
ağzını dayayıp kana kana çeşmeden su içmiş. Bu sırada oradan geçen komşusu seslenmiş:
Bektaşi, ağzının iki yanından süzülen sular bağrına doğru inerken cevap vermiş :
-Oruç gitti ama fakire de can geldi!
8.Kayık küçük
Bektaşi kiraladığı kayık ile Eminönü’nden Üsküdar’a giderken, deniz dalgalanmaya, kayık
sallanmaya başlar. Dalgaların, büyük bir fırtınanın başlangıcı olduğunu sezen Bektaşi’nin
telaşlandığını gören kayıkçı:
-Ne korkuyorsun yolcu? Korkma. Allah büyüktür! Diye Bektaşi’yi sakinleştirmek ister.
Bektaşi yolda giderken bir yemiş ağacı görür ve çıkıp yemiş yemeğe koyulur.
Yoldan geçen sofunun biri seccadesini Bektaşinin çıkmış olduğu yemiş ağacının dibine
sererek namaz kılmaya başlar.
Namazı biten sofu ellerini açarak ‘allahım namazımı kabul et’ der.Bizim Bektaşi de yukarıdan
‘etmiyorum’ der.
Bektaşinin sesini duyan sofu buna şaşırır ve bu sesin kimden geldiğini anlamak için her tarafa
bakar ama kimseyi göremez..
Sofu tekrar ellerini açarak ‘allahım dualarımı kabul et’ der. Bektaşi tekrar ‘etmiyorum’ der.
Sofu tekrar açarak ‘kabul et’ der. Bektaşi tekrar aynı cevabı verir..
Buna çok sinirlenen sofu ‘etmezsen etme zaten abdestsiz kılmıştım’ der.
-Baba Erenler, sizler için kerametli diyorlar. İsterse ağacı bile ayağının yanına getirir diyorlar.
Bize de gösterin de biz de görelim, der.
Baba Erenler, kendisi ile alay edilmek istendiğini fark ederek, sofuya bir ders vermek
gerektiği düşünür ve ağacı çağırmaya karar verir:
11.Eşekliğinden
Bektaşi’nin yolu camiye düşmüştür. Cami imamı o günkü vaazında içkinin kötülüklerinden
bahsetmektedir. Cami imamı uzun bir vaazdan sonra cemaate bir de örnek verir:
-Ey cemaat eşeğin önüne bir kova su, bir kova da rakı koyun hangisini içer?
İmam:
Bektaşi iki öküzüyle tarlasını sürermiş; kırmızı öküz az yem yiyip, çok çalışırmış; sarı öküz
lanet mi lanetmiş. Hem çok yermiş, hem tembelmiş. Bir gün öfkelenmiş Bektaşi:
Baba Erenler ertesi sabah ahıra girince ne görsün! Kırmızı öküz sizlere ömür, sarı lanet
capacanlı… Dışardan bir çocuk çağırmış Bektaşi, öküzleri göstermiş:
-İmanım, demiş; bacak kadar çocuk renkleri biliyor da, sen ayıramıyor musun?
Bektaşi Baba İstanbul’da gezinirken, padişahın sarayı olduğunu zannettiği görkemli bir
binanın yakınından geçmekte idi. Binanın önünde şatafatlı bir fayton durmakta idi. Binadan
sırmalı elbiseleri olan adam çıkınca, muhafızlar selama durdu. Adam faytona binerken,
Bektaşi meraklalandı ve muhafızlardan birinin yanına sokularak sordu.
Bektaşi, tepeden tırnağa önce faytondaki adama baktı. Sonrada kendi haline baktıktan sonra,
ellerine açarak:
-Tanrım, bir padişahın kuluna bak! Sonra, bir de senin kuluna bak! Diye söylendi.
Şarap yapmak yasaklanmış; sıkı bir kontrolle, şarap yapan yakalandığında kellesi
vuruluyordu.
Bağ bozumu vakti geldiğinde, Bektaşi üzümlerin suyunu küplere doldurdu. Durumdan
haberdar olan hükümdar, Bektaşinin küpleri başına geldiğinde, hiddetle sordu:
Köylü yağmur duasına çıkıyormuş, Bektaşi’ye ‘sen de gel’ demişler. Baba Erenler kalabalığa
katılmış, yolda küçük tarlasının yanından geçerken elindeki sopayı tarlaya dikmiş, göğe
bakarak:
Duadan sonra bir yağmur bir yağmur; ortalığı seller basmış. Bektaşi’nin tarlasında ne varsa
sular almış götürmüş. Bu manzarayı gören Bektaşi, ellerini yukarı kaldırmış:
16.Akşamdaaaaan akşama
-Söyle bre zındık, namaz vakti cami mihrabında secdeye vardığın olur mu?
Zaptiyebaşı bu kez:
17.Peşin Namaz
Bektaşi ile bir hoca birlikte yola çıkmışlar, bir süre sonra hoca :
Rekat üstüne rekat, selam üstüne selam… Bektaşinin beklemekten canı sıkılmış, hoca namazı
bitirince sormuş :
Bektaşi :
Hoca şaşırmış :
Bektaşi gülmüş :
-Yukarıdaki senin veresiyeni kabul ediyor da, benim peşinimi niye kabul etmesin?
Adama sormuşlar:
Aynı soruyu, orada bulunan Bektaşiye sorunca, hiç istifini bozmadan yanıt vermiş:
– Efendim her gece size sahur hazırlıyorum, yiyorsunuz ancak oruç tuttuğunuz yok, öyleyse
hazırlamayayım artık boşuna sahur sofranızı!
-A be hanım, oruç farz, sahur sünnettir. Zaten mahcubum farzı yerine getirememekten, bir de
sünneti terk edeyim de iyice mi mahcup olayım!
20.Seferiyim
Bektaşiyi Ramazan günü oruç yerken yakalayıp Kadı’nın huzuruna çıkarmışlar. Kadı:
Bektaşi:
Seferiyim!
Kadı Efendi, bunu tanırım, 40 yıldır burada oturur, seferi değil, yalan söylüyor! deyince
İlelebet burada kalacağıma dair elinizde senet mi var? Seferiyim dedim ya; ahiret
yolcusuyum!
Ramazan’da Bektaşi bir kenarda ekmek yiyordu. Birisi de geldi yanına oturdu.
Polis bunları gördü. İkisini de yakaladı. Doğru kadının huzuruna götürdü. Kadı dinledi. O bir
adamı mahkum etti. Sonra da Bektaşi’yi sorguya çekti.
– O halde serbestsin.
– Serbestsem Müslüman olmak isterim
– Şu adamı da affedin.
Kadı, itirazsız şartı kabul etti. Sonra da Bektaşi’ye iman telkin etti. Her ikisi de mahkemeyi
terk ettiler.Bektaşi yolda gülerek arkadaşına baktı.
– Bir daha tedbirsiz olmayasın. Bak Hıristiyan oldum kendimi kurtardım. Müslüman oldum
seni kurtardım.
22.Unuttum ağa
Bektaşinin biri dalgın bir halde sigarasını tüttüre tüttüre yolda gidiyormuş. Karşısına yeniçeri
– Unuttum ağa.
Yeniçeri:
– Neyi unuttun?
Bektaşi safiyetle:
– Sokakta olduğumu.
Yılın birinde çok kuraklık olur. Köylüler bu yıl açlıktan kırılırız diye yakınırlar. Oradan geçen
Bektaşi dervişini görünce, yağmur yağdırması için yardım isterler. Köylülerin üzüntüsünü
gören Bektaşi, bir tas su ister ve gelen su ile gömleğini ıslayıp bir tasın üstüne serer. Az sonra
kara bulutlar çöker şarıl şarıl yağmur yağmaya baslar.
Bektaşi:
– Bu isin Evliyalığımla bir ilgisi yok, bu günlerde yukarıda ki ile aram biraz açık, gömleğim
kurumasın diye yağdırıyor yağmuru.
Bektaşi’yi, üzerinde rakı şişesiyle yakalayınca “ramazan günü rakı içiyor”diyerek kadının
karşısına çıkartırlar. Bektaşi yemini billah etmektedir:
-Kadı efendi vallahi içmiyordum, sadece üzerimde taşıyordum, sorun bakalım içerken
görmüşler mi? diye direnirse de ne kadıyı nede yanındakileri ikna edemez.
-Kadı hazretleri, eğer içmeden taşımak suç ise, siz de zina aleti taşıyorsunuz, sizin masum
olduğunuz ne malum.
Baba erenler seyahatteyken bir imamın evine konuk olur. Akşam yemekler yenir, namaz vakti
gelince imam:
Bektaşi kabul eder. İmamla beraber namazı kılarlar. Lakin namazdan sonra İmam Bektaşi’nin
abdest almadığını, namazını abdestsiz kıldığını fark eder:
Bektaşi ne yapsın, misafir olduğundan bir şey diyememiş, istemeyerek kalkıp abdestini almış,
namazını tekrar kılmış. Namaz bitip ev sahibinin yanına oturunca ev sahibi gayet memnun:
-Baba erenler, bak gördün mü, sence hangisi daha makbule geçti.
Kusur görmeyiz
"Sizin hırkalarınızın yenleri neden bu kadar geniş olur?"
Mevlevi açıklamış:
Bektaşi açıklamış:
Onu Tanrı sorar
Sözde, Bektaşiyi topluluk içinde küçük düşüreceklerdi. Oldukça zengin birisi:
Bektaşi kızar:
- Namaz borcumu sormak Tanrının işi olabilir. Siz ancak bakkal borcunu sorabilirsiniz!
Fani dünyaya dönmezler
Mevlevi, Bektaşi ve Softa yemekten sonra ikram edilen bir tepsi baklava için rüyaya yatarlar.
En hayırlı düşü gören baklavayı alacak. Öneri kabul edilir ve yatar, uyurlar.
Hoca da:
Bektaşi:
- Erenler, ben de gece birinizin göklere uçtuğunu, diğerinizin de cennette gezdiğini görünce,
artık bunlar fani dünyaya dönmezler, diyerek kalkıp baklavayı temizledim!, der.
Bir gün fazla
Adama sormuşlar:
Ayni soruyu, orada bulunan Bektaşiye sorunca, hiç istifini bozmadan yanıt vermiş:
Pamuk gibi karınızın..
Paşanın biri, tanıdığı bir Bektaşi ile konuşurken sorar :
-Sizin pamuk gibi karınızın koynuna herkes girer. Marifet bizim o pasaklı karının koynuna
girmekte, paşam!
Peşin Namaz
Bektaşi ile bir hoca birlikte yola çıkmışlar, bir süre sonra hoca :
Rekat üstüne rekat, selam üstüne selam... Bektaşinin beklemekten canı sıkılmış, hoca namazı
bitirince sormuş :
Bektaşi :
Hoca şaşırmış :
Bektaşi gülmüş :
-Yukarıdaki senin veresiyeni kabul ediyor da, benim peşinimi niye kabul etmesin?
Oruç gitti ama...
Oruç tutan Bektaşinin biri pek fena susamis. Vakit geçirmek için kırda gezerken bakmış gürül
gürül akan bir çeşme... Adeta kendinden geçmiş bir halde ağzını dayayıp lıkır lıkır içmeye
başlamış. Bu sırada oradan geçen biri görüp:
Bektaşi, ağzının iki yanından süzülen sular bağrına doğru inerken yanıtlamış:
Sizden mi, bizden mi
Ömer ve Bektaşi yolun kenarında oturup muhabbet ederler, derken, önlerinden bir köpek
geçer.
Ömer sorar:
- Bu köpek bizden midir, yoksa sizden mi?
Bektaşi yanıtlar:
- Önüne bir tavşan at, yerse sizden, yemezse bizden.
Avcı Sultan Mehmet bir gün adamlarıyla beraber akşama kadar bir keklik bile vuramaz.
Bunun sebebini de, sabahleyin gördüğü bir dervişin uğursuzluğuna bağlar.
Saraydan çıkarken, şu şu tipte, sivri külahlı, sırtı kambur birinin önünden geçtiğini ve hemen
bu adamı bulmaları emrini verir. Tarife göre Bektaşi babalarından ayyaş Hamza Babayı yaka
paça huzura getirirler.
Sultan:
- Bre uğursuz, nabekar!.. Bugün sabahleyin karşıma çıktın, bu yüzden akşama kadar bir ava
rastlayamadım. Bu ne uğursuzluktur. Vurun kellesini...
Bektaşi bakar ki kelle elden gidiyor. Son bir dileğini açıklamak için söz alır:
- A devletlum siz beni gördünüz bir keklik vuramadınız. Ama insaf ediniz, benim de bugün
ilk gördüğüm sizdiniz ve kellemi kaybediyorum. Söyleyin, uğursuzluk hangimizde!...
Şişiyi attım
Hoca, camide içkinin kötülüğünden bahsediyormuş. Cemaat arasında bulunan Bektaşinin fena
halde canı sıkılmış. Gitmek üzere kalkayım derken, koynundaki şarap şişesi kayıp yere
düşmüş. Baba hiç istifini bozmadan şöyle konuşmus :
- Kör olasıcayı işte kaldırıp attım. Sizde varsa, tam zamanı, siz de atın!
Öküz
Bana da yuh
Bektaşinin biri musallayla mezar arasında bir dükkan çalıştırırmış. Musallada duası edilip
mezarlığa doğru yol almaya başlayan salın arkasından bakar ''sana da yuh'', dermiş.
Gel zaman git zaman, Baba erenlerin de günü gelir, hakkın rahmetine kavuşur. Bu kez de
bizim erenlerin musallada duası edilir ve salı mezarlığa doğru yol almaya başlar.
O sırada erenlerin salını gören komşu esnaflar, ''o, bizim sevdiklerimizin arkasından yuh
çekerdi'', gelin biz de bunun arkasından ''yuh'' çekelim, derler ve başlarlar hep bir ağızdan
''YUHH'' çekmeye.
Kendine çekilen yuhları içeriden duyan Baba erenler tabutu açıp kafayı uzatır ve yuh çeken
topluluğa bakar, ''eğer ben de onlar gibi gidiyorsam bana da yuh'', der.
Orucu tutmayacağım
Mahalle kahvesinde konuşuluyormuş:
Bu sözler Bektaşi'nin kafasına girmiş, Ay'ı görmemek için geceleri göğe değil yere
bakıyormuş, evde de perdeleri kapatmış...
Ama, bir gece yere bakarak yürürken, bir su birikintisinin içinde Ay'ın aksini görmesin mi!..
- Ulan, demiş, çok kurnazsın, yapacağını yaptın, ama, ne yaparsan yap, şu orucu
tutmayacağım...
Namazı yeseydin ya
- Oruç yemiş...
- Ulan, demiş, madem günah işleyecektin, oruç yerine şu beş vakit namazı yeseydin ya...
Herkes dönmüş Bektaşi'ye bakıyor, Baba Erenler yoksul, ne cariyesi var, ne kölesi...
Tanrıdan istek
Bektaşi, dua etmiş:
"Bak, herkes ne isitiyor Tanrı"dan, sen rakı parası istiyorsun. Utanmıyor musun?", demiş.
Bektaşi usulca: "Ne yapalım hoca efendi, herkes kendisinde olmayanı ister", demis.
Bektaşi: "Ne yapacak, atı senin gibi budalanın elinden alıp, benim gibi akıllıya veriyor. Hadi
sana kolay gelsin"!
Bektaşi: "Vallahi Sultanım, biz üzümü sıkıp fıçılara basariz. Allah ne isterse o olur. Üst
tarafına karışmak haddimize mi?"
Allahın kelamı
Bir mecliste Kuranı Kerim'den söz açılmıştı .Kuran'ın eşsizliğinden ve olağanüstü bir eser
olduğundan bahsedilirken, odanın bir köşesinde kendi halinde çubuğunu içmekte olan bir
Bektaşi söze karışarak :
-Evet, Allah'ın kelamı cidden eşsizdir. Ama, yazısı biraz karışıktır!,...der.
Dinleyenlerden biri hayret ve biraz da hiddetle sorar :
-Karışık mıdır, nereden biliyorsun?
Bektaşi acınacak bir tavırla cevap verir :
-Alnımın yazısından!
Buyurun cenaze namazına...
İçkinin şiddetle yasaklanmış olduğu bir zamanda, gizli meyhanelerden birinde demlenen
Bektaşi, salına salına giderken, birdenbire tanıdık bir çehre ile karşılaşmış. Hemen samimi bir
tavırla elini o çehre sahibinin omzuna koyarak, sormaya başlamış:
- İmanım! Seni iyice gözüm ısırıyor. Acaba nerede gördüm? Fener deki Çardaklı meyhanede
mi?
- Hayır.
- Öyleyse, Tavukpazarındaki Küplüde.
- Hayır.
- Eh, o halde mutlaka Uzunodalarda.
- Hayır.
- Allah, Allah... bari söyle de meraktan kurtulayım.
- Her halde sen beni selamlık ettiğim zaman görmüş olacaksın.
Bektaşi, karşısındaki adamın Padişah olduğunu anlamış. Artık söyleyecek söz bulamamış.
Hemen oraya sırt üstü yatarak:
- Ey ahali... ben kalıbı değiştiriyorum. Buyurun cenaze namazına. Diye bağırmış.
Yanlışlıkla ağzına girmiş...
Sofulardan bir zevzek, Bektaşi ile güya alay etmek için ona her rastlayışında rüyalar uydurur
söyler ve bu rüyaların konularını da , mutlaka Bektaşi babalarını küçültecek uydurma vakalara
ayırırmış.
Bir sabah Bektaşi işine giderken bu zevzek herif yine kendisini karşılamış:
- Aman dostum, bu gece öyle bir rüya gördüm ki bayılacaksın.
Diye söze başlamış ve rüyasında, bir Bektaşi babasının kendisinin ağzına tükürdüğünü
anlatmış.
Bektaşi, rüyayı büyük bir dikkatle dinlemiş.
- Hakikaten, rüya çok mühim... Her halde bizim baba senin suratına tükürecekmiş.
Fakat bu tükürük, yanlışlıkla ağzına girmiş
Doğru Söz!
Bektaşi içiyordu. Kendisine:
- Sarhoş olmaktan korkmuyor musun, dediler. O:
- Hayır, benim sarhoşluğumdan kimseye bir zararım dokunmaz ki. Siz asıl içmeden sarhoş
olanlardan çekinin.
- Kim onlar?
- Bunlar bir takım sonradan görmelerdir ki, ellerine dünya malı geçtiği için ne oldum delisi
olurlar.
Allah affeder. Fakat....
Bir gün Bektaşiye sormuşlar:
- Baba erenler, niçin oruç tutmazsınız?
- Vallahi tutmak isterim ama halim mecalim yok.
- İftara çağırsalar gider misin?
- Aaa... doğrusu ne yapar eder giderim.
- Canım, bu nasıl olur? Allah’ ın emrini dinlemiyorsun da kulların davetine icabet ediyorsun.
- Bunda şaşılacak ne var? Bilirsiniz ki Cenabı Hak merhametlilerin merhametlisidir. Bir eşref
saatine gelirse kulların günahını derhal affedebilir. Fakat insanlar böyle midir ya? Onlar, en
küçük bir sebepten güceniverirler. Bunun için davetlere derhal icabet etmek gerekir.
Ne kadar değişmişsin!
Bektaşi bir gün eski dostlarından birine rastlamış. Evvelce, pek kılık kıyafet düşkünü olan bu
dostunu şimdi pek mükellef bir kılıkta görünce garipsemişse de, bir şey sormaya lüzum
görmemiş. Yalnız, onunla konuşu konuşa evine gitmek için:
- Azizim! Burada ne bekliyorsunuz? Buyurun, beraber gidelim. Hiç olmazsa eski günlerden
konuşuruz, demiş.
Fakat adam bu teklifi kabul etmemiş:
- Beni affetseniz. Burada beklemeye mecburum.
Diyerek cevap vermiş.
Bektaşi nasılsa bir meraka kapılmış. Sormaya başlamış:
- Birini mi bekliyorsun, azizim?
- Evet. Eşeğimi getireceklerdi.
- Eşeği ne yapacaksın?
- Vallahi dostum, şimdi üç adım bile yaya gidemiyorum.
- Yaaa! Demek ki sen, eşek olmayınca üç adım bile gidemiyorsun, ha? Vah, vah, vah. Meğer
ne kadar değişmişsin
“Bir Ramazan günü alenen nakz-ı siyâm ederken yakaladıkları bir şahsı halk toplanıp döğerek
mahkemeye götürüyorlarmış. O sırada geçmekte olan bir Bektaşî dervişi kemâl-i hayretle sormuş:
- Bu adamı ne için döğüyorlar?
Kalabalıktan biri cevap vermiş:
- Orucu yemiş de onun için döğüyor ve mahkemeye götürüyorlar.
Baba, başını sallayarak yürümüş ve kendi kendine:
- Ne tuhaf hal! Halk bu adama ettiği hizmetten dolayı arz-ı teşekkür edeceklerine döğüyorlar.
Keşki biri çıkıp şu beş vakit namazı yese, demiş.”
“Zorla cami yapılan Bursa dolaylarında bir yörük köyünde teravih namazının çok uzun olduğundan şikâyet eden
yörükler, muhtara:
- Git, müftüye söyle de biraz azaltsın, derler.
Muhtar, müftüye durumu anlatır. Müftü, köylünün teravih namazını az kıldığını söyleyip üç rekât
da vacip kılmalarının gerektiğini söyler. Muhtarın düşünceli düşünceli geldiğini gören yörükler:
- Ali dayı, Ali dayı, indi mi, indi mi? diye bağırırlar. Muhtar da:
- Nah indi, üç dene de bindi, diye cevap verir
“Bektaşînin biri dalgın bir halde sigarasını tüttüre tüttüre yolda gidiyormuş. Karşısına yeniçeri
ağası çıkmış. Hiddetle sormuş:
- Bu ne hal? Mübârek Ramazan gününde oruç tutmuyor, sigara mı içiyorsun?
Bektaşî şaşkın şaşkın karşılık vermiş:
- Unuttum ağa.
Yeniçeri:
- Neyi unuttun?
Bektaşî sâfiyetle:
- Sokakta olduğumu… demiş.”
“Canlardan biri meyhanenin caddeye bakan penceresinin önüne oturmuş demleniyordu. Birisi
ona dedi ki:
-Baba erenler, gelen geçen seni görüyor, söyle arkada kapalı bir yere çekilerek için daha iyi
olmaz mı?
Bektaşi yanıt vermiş:
-Erenler o senin dediğin ramazanda olur.”
“Hocanın biri vaaz ederken “Cennet-i alada havz-ı kevser var. Bunun suyu sütten beyaz,
kardan soğuk, baldan tatlıdır.
Bundan müslümanlar içecek. Sakisi de Hz.Ali’dir.
Yalnız burada içki içenler içemeyecek, yalan söyleyenler içemeyecek, kumar oynayanlar,
beynamazlar içemeyecek” deyince vaazı dinlemekte olan Bektâşî:
-Öyle ise imanım Ali, kendin doldur kendin iç, buradan içecek olan yok demiş”
HAYVANIN AKRABASI
Bektaşinin biri, pazardan öteberi almak için eşeğine binip yola çıkar. Şehrin dar ve kalabalık bir yerinde
eşeğin inadı tutup, pek ağır yürümeye başlayınca, canı sıkılır. Eşeği dövmeye başlar. Bu hal, iri yarı
birisinin dikkatini çeker.
— Be hey zalim!.. Haksız olarak bu hayvanı dövmekten, zulmetmekten eline ne geçer? diye Bektaşiyi
azarlar. Bektaşi, adamın iriliğine şöyle bir bakıp hemen eşeğinden iner.
— Ağam, ben bu hayvanın şehirde akrabasından kimsesi olduğunu bilmiyordum, kusura bakma, der...
GÖLGE BORCU
Bektaşinin biri, sıcak bir yaz günü güneş altında oturmuştu. Halbuki yanı başında gölgelik bir yer vardı.
Dostlarından biri, niçin gölgeliğe sığınmadığını sordu:
— O gölge, cimri birinin evine aittir. Gölgesinden sebeblenecek olursam, korkarım ki, beni borçlu çıkarır...
cevabını verdi.
ALLAH'IN İŞİ
Bektaşi Dervişi şehre giderken yolda ata binmiş, palası belinde bir ağaya rastlar. Atlı Ağa, Dervişin önüne
gelince yolunu keser ve:
Sorudaki saçmalıktan, ağanın niteliksiz biri olduğunu anlayan Bektaşi Dervişi; ona iyi bir ders vermeyi
planlar.
Ağaya dönerek:
— Ya nasıl verilir?
Ağa tereddüt etmeden attan iner. Bektaşi Dervişi ata biner, güzelce bir kurulur.
— Cenab-ı Allah şu anda senin altındaki pahalı atı benim gibi fakir bir kuluna ihsan etti.
Bu sözü söyledikten sonra Bektaşi kamçıyı ata vurur, oradan hızla uzaklaşır.
AKILLARI ŞAŞIRTAN
İçkinin resmen yasak olduğu devirlerde, zaptiyenin birisi bektaşiyi cübbesinin altında sakladığı içki
şişesiyle birlikte yakalar ve sorguya çeker. Önce şişeyi göstererek sorar:
— Peki, bu nedir?
— Settâr-ül uyûb (ayıbları örten) der. Zaptiye bu kerre de parmağını gökyüzüne kaldırır, Allah'tan
utanmıyor musun? anlamında tekrar sorar:
— Ya bu?
MEMUR YA DA MAZUR
Şairin birisi, bulundüğü yörenin beyine övgü dolu bir kaside yazmış: Birkaç kuruş hediye almak için
sunmaya gitmiş.
Yolda bir Bektaşi dervişi ile karşılaşmış. İkisi birlikte arkadaş olarak beyin huzuruna çıkmışlar.
Şair, bey için yazdığı kasidesini takdim etmiş. Bektaşi dervişi, eli boş olmamak için, o da cebinden bir kağıt
çıkarmış, bir şeyler yazarak beye vemiş.
Bektaşinin yazdığı şey, beyin çok hoşuna gitmiş. Şairden daha fazla ona bağışta bulunmuş.
Şair bu işi merak etmiş. Beyin yanından ayrıldıktan sonra Bektaşi Dervişine sormuş:
— Baba erenler, siz nasıl bir övgü yazdınız ki, benden çok hediye aldınız?
— Benim aklım öyle pek övgüye, riyaya ermez. Kısaca yazdım ki:
"Eğer bana bir şey lütfedeceksen veren Hak'tır sen memursun. Eğer bir şey vermeyecek olursan, vermeyen
Hak'tır sen mazursun."
Bektaşi'nin biri, ramazan günü iyiden iyiye susamış. İlk gördüğü çeşmeye ağzını dayadığı sırada, birden bir
bağırtı işitmiş:
— Hey!.. İçersen orucun bozulur. Bektaşi duymamış gibi yapıp suyu kana kana içmiş. Daha sonra,
bağırtının geldiği yöne dönerek, kendisine bağıran adama:
YERSİZLİK
Bektaşinin biri, gözlerden uzak olmak için, ibadet saati dışında bir caminin iç avlusunda çilingir sofrasını
kurmuş, demleniyormuş.
SÜNNETİ DE BIRAKIRSAK...
Bektaşinin biri, oruç tutmazmış, ama her gece sahura kalkar, karnını tıka basa doyururmuş. Onun bu halini
bilen komşusu, bir gün sormuş:
— Biliyorsun, oruç farzdır. Sahur ise sünnettir. Farzı yerine getiremiyoruz. Bir de sünneti terkedersek,
hangi yüzle gideriz öbür dünyaya?
Bektaşi'ye sormuşlar:
Fazla sıkıntıya gelmeyen birisi, Bektaşi şeyhine başvurup, tekkeye girmiş. Dervişliğin ilk şartı olarak ilk
önce "eyvallah", demeyi öğrenmiş.
Başına külahını takıp "Eyvallah" deyip verilen her işi yaparmış. Ancak zaman geçtikçe tekkedeki işler
fazlalaşmış, tekkeye girdiğine bin pişman olmuş.
Yine bir gün şeyh, kendisine zor bir iş buyurmuş. İşten iyice bıkan derviş, başındaki külahı çıkararak
şeyhin önüne bırakmış:
SANA OT ALMAYA
Mahallede herkese takılıp iğneleyen bir Bektaşi babası, mahalle muhtarını eşekle gider halde görünce:
Muhtar efendi kendisini eşekle bir tutan bu münasebetsiz söze fena halde kızar. Ancak ilerde intikamını
alacağını düşünerek ses çıkarmaz.
Gerçekten bir müddet sonra beklediği olur. Bektaşiyi eşeğe binmiş, bir yere giderken yakalar.
YOKSULLUĞUN KEYFİ
Bektaşinin biri, yolculuğa çıkmış. Kafilede birkaç zenginle bir araya gelmiş. Tanışıp, ahbap olmuşlar.
Bir süre sonra kafileyi eşkiyalar basmış. Hepsini soyup soğana çevirmişler. Ancak, Bektaşi'nin çalınacak
bir şeyi olmadığından ona dokunmamışlar. O da çubuğunu yakıp bir kenara oturmuş. Olup bitenleri sey—
rediyormuş. Soyulanlardan biri, Bektaşinin bu kaygısız tavrına kızmış:
— Behey saygısız adam, bizim burada canımız yanıyor, sen orada keyifleniyorsun. Ayıp değil mi? demiş.
— Vallahi erenler, sizler varlık içinde züğürtlüğü keşfederken, bense bunca yıldır çektiğim yoksulluk
acısının ilk defa faydasını görüyorum. Keyiflenmemi bu yüzden çok görmeyin.
TERCİH MESELESİ
Bektaşi:
— Hayır, dedi. Doktor hayretle:
— Önce bir tadına baktım ve sonra öksürüğü verdiğiniz ilaca tercih ettim.
— Baba erenler, bir hafta içinde hem karım öldü, hem kaynanam, demiş.
Bektaşi karısından ve kaynanasından çektiklerini hatırlayarak üzüntülü bir sesle cevap vermiş:
Bir din adamı, mahalledeki ibadethanenin kapısına kocaman bir levha asmıştı:
Din görevliniz. Bir kaç gün sonra levhaya yeni bir cümle eklendi:
Doktorunuz.
Vatandaşınız.
İSABET OLUR
Gırtlağına kadar borç içinde yüzen bir Bektaşinin kapısına dayanan tahsildar, sert bir sesle: "Bu son
gelişim" dedi.
— İsabet olur, diye cevap verdi Bektaşi. Ben de bıkmıştım zaten suratınızı görmekten.
DÖRDÜNCÜ MEVKİ
Eskiden trenlerde 1., 2., 3. mevki vardı. Yoksul Bektaşi, trenle bir seyahattan dönüyordu. Yorgun olduğu
her halinden belli idi. Arkadaşlarından biri:
Arkadaşı şaşırmıştı:
— Neden üçüncü mevki ile geldin? diye sordu.
Karısının yemeklerini beğenmeyen Bektaşi, bir alacak verecek yüzünden hapishaneye düşmüştü. Günün
birinde karısı, kendisini görmeye geldi, bir de pasta yapmıştı... Bektaşi, önce teşekkür etti, sonra karısından
bir ricada bulundu:
— Bir daha bana pasta yapıp getirirken, içine bir de testere koymayı unutma! Karısı:
UTANCINDAN KIZARDI
Bektaşinin biri, eve şarap götürürken, yolda kıyafet değiştirip gezen devrin padişahı ile karşılaşır ve
padişah, baba erenlere sorar:
— Bu elindeki nedir?
—Su...
KAVGASIZ GÜN
— Ne yapalım baba erenler! Ölüm Allah'ın emri. Ölenle ölünmez ki... Hepimiz sıramızı bekliyoruz.
— Nasıl ağlamam imanım... 40 yıllık evlilik hayatımızda kavgasız bir animiz olmadı. İlk defadır ki, kavga
etmeksizin evden beraber çıkıyoruz.
VALİ VE EŞEK
Bir gün Kamil Paşa yapılan bir şikayet üzerine ünlü yergi şairi Eşrefi vilayet makamına davet etmişti.
Davete icabet eden Eşref, vilayete geldiği zaman kendisine valinin toplantıda olduğunu ve biraz beklemesi
icap ettiğini söylediler.
Valiyi bekleyen şair, bir ara konuşulanları dinlemeğe çalıştı. O esnada valinin münakaşa edilen bir mesele
hakkında: "O kadar incelemeyin, millet eşektir anlamaz" dediğini de duydu. Bu sözlerden fena halde alınan
ünlü şair, hemen cebinden çıkardığı bir kağıda şu kıtayı yazdı ve odacıya valiye verilmek üzere bıraktı.
Sonra da çekip gitti.
Ehli mansaptan birisi millete essek dese Reddolunmaz sözü amma eşşoğlu can sıkar Millete essek diyen
essek herif bilmez mi ki Sadrazamlar da valiler de milletten çıkar.
ŞER-BET
Meşrutiyetten evvel, İstanbul'da tutuculuğu ile şöhret bulmuş bir molla Gıyaseddin Efendi vardı ki, horoza
yem verdiği için birinci karısını boşamış, kazaen oruç yediği için ikinci karısını evden kovmuştu.
Bunlar gibi daha bir sürü yersiz takıntıları olan Molla Gıyaseddin Efendi, bir gün devrin ileri gelenlerinden
birinin konağına davet edildi. Ev sahibi, efendi hazretlerine kristal bir bardak içinde buz gibi bir şerbet
getirerek ikram etti:
—Aman efendi!
— İçmem... Görmez misiniz? Şerbetin evveli (ön hecesi) şer, âhiri (son hecesi) de bet dir. Her ikisi de kötü
anlamındadır. Ondan ötürü içmem! !.
VUR ÖYLEYSE!..
Bektaşi fena halde acıkmıştı. Aksilik bu ya, cebinde de parası yoktu. Bir lokantanın önünden geçerken
dayanamadı, içeri girdi. Tıka basa doyuncaya kadar yedi. Sonra lokanta sahibinin yanma yaklaşarak
konuşmaya başladı:
—Vur öyleyse!..
Bektaşi'nin birine:
Cevap vermiş:
— Bir...
— Efendim, hac, zekat zenginlerin borcu. Namaz, oruç sofuların işi. Fakirin hissesine de yalnız bir kelime-i
şahadet kalıyor.
İMHA OPERASYONU
IV. Murat, içkiyi yasak ettiği günlerden birinde, Bekri Mustafa ile iki arkadaşı tenha bir köşede gizli gizli
içiyorlarmış. Padişah, tebdili kıyafet ederek yasakların iyi uygulanıp uygulanmadığını görmek için İstanbul
sokaklarında gezmeye çıkmış ve Bekri ile arkadaşlarını ansızın yakalamış. Kendisini hemen tanıyan
Bekri'ye sormuş:
Bir Bektaşi dervişi, bir Mevlevi dervişi ile arkadaş olmuşlar. Mevlevinin giydiği cübbenin çok geniş yeni
(kolağzı) Bektaşinin dikkatini çekmiş, sormuş:
Mevlevi, yeni geniş kolu ile örtücü bir hareket yaparak cevap vermiş:
— Sultanım!.. Biz gördüğümüz kusurları bu geniş yenimizle örteriz. Ya siz, bu daracık kolla ne
yapıyorsunuz?
Az sonra ikinci bir cenaze daha geçmiş. Yine kim olduğunu sormuş.
— Kemankeş Ali efendi, demişler. Akşam üzeri üçüncü bir cenaze daha görünmüş ve onun da Gazelhan
Hasan Efendi olduğunu öğrenmiş.
KABİR EHLİNDENMİŞ
Bektaşinin biri, içki şişesini yanına almış, biraz da zeytin ve peynir temin ederek, eski bir mezarın içine
girmiş; gizlice içmeye başlamış...
Ama o sırada, mezarın yakınından geçmekte olan güvenlik güçleri, bektaşiyi mezarda içerken görmüşler.
— Bre utanmaz, arlanmaz adam! Mezarlıkta, ölülerin arasında hiç ürperip titremeden nasıl içki içiyorsun?
Sende hiç Allah'tan korkmak, ölülere saygı duymak yok mu? diye üstüne yürümüşler.
— Yoo efendiler, demiş. İşte bunda hata ediyorsunuz. Sizin buraya karışmaya hakkınız yoktur. Ben şu anda
kabir ehlindenim. Buraya ancak ahiretin görevlileri karışabilir...
ALLAH'A EMANET
Baba erenler ile, bir hoca birlikte yola çıkmışlar. Hoca at üzerinde gidiyormuş, erenler de eşekle. Geceyi
geçirmek için bir çayırlıkta konaklamışlar. Yatacakları sırada Hoca şöyle duaya başlamış:
— Ey mürşidim Ahmet Baba! Ben de eşeğimi, sana emanet ediyorum. Allah'a dua et de, kaybolmasın.
— Bre imansız, demiş... Ne başka kapıları çalıyorsun? Sen de, doğrudan Allah'a emanet etsene, eşeğini...
Sabah kalktıklarında, Bektaşi'nin eşeğinin çayırda otladığını görmüşler. Hocanın atının ise, kayıplara
karıştığı anlaşılmış.
Hoca şaşırmış:
— Ben, atımı Allah'a emanet etmiştim, o kaybolmuş; ama Ahmet Babaya teslim edilen Bektaşi'nin eşeği
burada. Bu nasıl iş? demiş. Bektaşi bunun sımm kendince şöyle açıklamış:
— Bunda şaşılacak bir şey yok efendi!.. Sen kendi günahlı ve kirli ağzınla hayvanını Allah'a emanet ettin.
Duan kabul olmadı. Halbuki ben, eşeğimi mürşidimin temiz diliyle Allah'a havale ettim. Duam kabul
olundu.
Kişinin kendi hakkında kabul olmayan duaları, başkası hakkında kabul olur. (Hadis-i Şerif)
Bektaşi'nin biri, deniz yolculuğuna çıkmış. Deniz birden kabarmış. Herkes ağlayıp feryat ediyormuş. Ancak
Bektaşi hiç oralı değilmiş. Çubuğunu yakmış, âdeta keyf çatıyor.
— Bir tarihte hamama gitmiştim. Gözüme içerde bir hamam böceği ilişti. İçimden "Yarabbi şu böceği neye
yarattın?" diye itirazlı bir düşünce geçti. Kısa bir süre sonra kafamda bir çıban çıktı. Ne ilaç kullandıksa
derman olmadı. Sonunda dediler ki "on tane hamamböceğini ez, çıbanın üstüne merhem gibi sür. Üç günde
iyileşirsin" Ben de öyle yaptım, iyileştim. O gün bugün bir daha Allah'ın işine karışmam.
Bektaşiye:
— Ne söylerlerse söylesinler, aldırmayız biz. Kulağımıza hoş gelen iyimser sözleri, heybemizin ön gözüne
koyarız. Kötümser sözleri de arka gözüne atarız. Boş laflara aldırmaz, geçeriz.
SÖZÜMDEN Mİ DÖNEYİM?
— Yahu, sen bundan yirmi yıl önce de kırkbeş demiştin. Nasıl olur bu?
BEKTAŞİ'NİN NAMAZI
— Yahu, şu adama bakın, hepimiz buna namazsız niyazsız deriz. Maşallah, ne güzel namaz kılıyor,
demişler.
rum. Hele bir de aptesli kılayım, asıl siz o zaman görün beni.
LOKMA BİZİMDİR
Arsız herifin biri, Bektaşi tekkesine dadanmış. Tam yemek vakti gidip:
— Sofra Ali'nin, imanım huu!.. diyerek bedavadan karnını doyurur, sonra savuşur gidermiş. Bu duruma bir
süre göz yuman baba erenler, nihayet dayanamamış, son sözünü söylemiş:
Bektaşiye sormuşlar:
— Gusül (boy) abdesti almak için göle girsem, yönümü ne tarafa çevirmem gerek?
Tatlının bitmekte olduğunu gören derviş de, yemeği sünnet etmeyi bırakıp tatlıdan yemeğe başlamış.
Davetlilerden biri:
— Erenler, sünneti terkettin, diye takılınca, Bektaşi hemen taşı gediğine koymuş:
ORUCU SAKATLAMAK
Bektaşi'nin biri, bir ramazan günü orucun verdiği açlıkla, fınndan aldığı pideyi koklaya koklaya
gidiyormuş. Görenlerden biri:
Bektaşi gülmüş:
— Korkulacak bir şey yok. Ben her sene orucumu böyle sakatlarım. Ama o yine de gün sektirmeden ertesi
sene sapasağlam gelir.
Bektaşi'ye sormuşlar:
ŞU KÖPRÜNÜN ÜSTÜNDEN
Ramazan günü adamın yolu bir Bektaşi köyüne düşmüş. Dere kenarında oturan bir ihtiyara rastlamış.
İhtiyar Bektaşi keyifle çubuğunu tüttürüyormuş. Adam, ihtiyara sormuş:
— Baba, bu köye ramazan gelmedi galiba? İhtiyar, dere üzerindeki derme çatma tahta köprüyü göstererek:
— Evlat, demiş, şu köprünün üstünden köyün davarları bile zor geçiyor, mübarek ramazan nasıl geçip de
gelsin?
Bektaşi'nin de içinde bulunduğu kervanı eşkiya basar. Bütün yolcuları iğneden ipliğe soyarlar. Reis,
Bektaşi'nin atına el koyup binmek üzere iken, Bektaşi öne atılır:
— Benim eşyamı geri ver.. Yoksa beddua ederim, Allah senin boynunu kırar, der.
— Ne zaman kırar?
— Bir sene, beş sene, veya on sene sonra... Ama muhakkak kırar.
Reis:
Ne var ki atını sürmesiyle de hayvan birden tökezleyip düşer. Aün alünda kalan eşkiyanm ise, boynu kırılır.
Babaya seslenir:
— Ayıp değil mi sana? Beni neye aldatün? Allah hemen boynunu kırar deseydin, eşyanı geri verirdim.
Senin gibi ak sakallı birine yalan yakışır mı?
— Ben yalan söylemedim... Allah şimdi boynunu kırdıysa, bu eskiden yapüğın kötülüklerin cezasıdır.
Benimkinin sırası daha sonra gelecektir...
KABAHAT ŞİŞELERİN
Bir köşede Bektaşi'nin sızdığını görünce, kaldırıp hemen hükümdarın karşısına dikmişler. Üstünü, arayınca
cebinde iki rakı şişesi bulmuşlar.
Hükümdar sormuş:
— Erenler, bu ne hal?
— Sultanım, demiş, yapan da bunlar, yaptıran da!.. Bana sorma, onlara sor.
Kur'an'ın elle yazıldığı dönemde, dindar geçinen cahil bir adam, yolda karşılaştığı Bektaşi'ye der ki:
— Erenler! Bir kimsenin tam müslüman olabilmesi için, kalbinde Hazreti Ali'ye karşı arpa danesi kadar kin
tutması gerekir, demiş.
— Sen ne diyorsun be adam! Ben Hazreti Ali'ye arpa danesi kadar değil, dağlar kadar kin tutuyorum.
— Elinde Zülfikar gibi bir kılıç, altında Düldül gibi bir at varken, sizin gibi cahil yobazları temizlemeyip
başımıza bela bıraktığı için...
ALİ'NİN CÖMERTLİĞİ
Bostan bekçiliği yapan Bektaşi dedesinin bir gün bir işi çıkmış. Karpuz tarlasını bir geceliğine Hz. Ali'ye
emanet bırakmak istemiş:
Ve gidip evine işini görmüş. Sabahleyin geldiğinde karpuz tarlasını talan edilmiş olarak bulmuş. Bektaşi
buna çok üzülmüş ama, elden ne gelir. Ali'ye de toz kondurmayı gönlü elvermemiş. Kendi kendine şöyle
seslenmiş:
— Ulan Mahmut, ne cahil adamsın be! Ali'nin cömert bir kişi olduğunu bilmiyor musun ki, karpuzları ona
emanet ediyorsun. İşte böyle bütün karpuzları şuna buna dağıtır...
ONU DA GÖRÜRSÜN
Halktan biri, Hazreti Peygamberi rüyasında mek hevesine kapılmış. Bektaşi babasından bunun mümkün
olup olmayacağını sormuş.
demiş Baba erenler. Biraz peynir ile tuzlu balık yeyip yatarsın. Rüyada muradını bulursun.
Adam Bektaşi'nin dediğini yapmış. Ancak rüyada Hz. Peygamberi görmemiş. Babaya durumu haber
verince, Baba sormuş:
— Gördüm, sabaha kadar akarsu başlarında döndüm durdum... Kana kana su içtim.
Baba gülümseyerek şu açıklamayı yapmış:
— İşte iyi ya... Tuzlu yemeklerden hararet basıp miden yanınca suyu gördün. Eğer Hz. Muhammed (a.s.m.)
için de, ciğerin yanıp tutuşursa elbet onu da görürsün...
— Hazret, ramazandayız!..
— Bana ne be adam?..
Adam kızmış:
— Sana ne be adam?..
NASIL BİLİRSİNİZ?
Bir gün bu kadıncağız oluvermiş, cenaze kaldırılırken imam efendi, cemaate âdet gereği sormuş:
Bektaşi dayanamamış:
Köylünün birinin eşeği bir hayvandan ürker. Yükünü bir tarafa, semerini bir tarafa atarak dağa doğru kaçar.
Sahibi saatlerce peşinden koşarken:
— Ey uzun kulaklı eşek... Seni bir yakalarsam, üzerine binip bir daha inmiyeceğim... İnersem, karım birden
üçe boş olsun, diye yemin eder.
Epeyce dolanıp sonunda eşeği yakalayınca, semerini hayvana vurur. Yükünü yükler, kendisi de üzerine
biner. Kasabaya varır. Ancak birden ettiği yemin aklına gelir.
— Yahu, ben yemin ettim. Eve gidince de eşekten inmek lazım. İnersem kan birden üçe boş düşer. Acaba
ne yapmalı? Bu işe ancak kadı efendi çare bulur, diye önce kadıya gider. Kadı'dan bir çözüm bulamayınca
daha sonra hocaya giderse de derdine bir türlü çare bulamaz.
— Bu hayvana yazık değil mi? Yükü yetmezmiş gibi bir de sen üstüne binmişsin. İnsene aşağı, diye
azarlayınca, zavallı köylü:
— İnemiyorum kardeş, der ve olanı biteni ona da anlatır.
Dostu:
— Buna kadı, hoca çare bulamaz, ama dere kenarında oturan Bektaşi Babası çare bulur, ona git... der.
— Sen eşeğin sırtından, yere inmemeğe yemin etmiştin, öyle mi? diye sorar.
— Öyle ise, eşekten ardıç ağacına çık. Sonra da, ardıçtan yere in... diye adamı boşanmaktan kurtarır...
Bektaşinin biri, ramazan günü elinde içki şişesi içe içe gidiyormuş. Kafayı iyice bulduktan sonra artık
etrafinı göremez olmuş. O sırada devriyeler karşısına dikilmiş.
MEŞGUL ETME!
— Allahım, şu evi alabilmem için, bana beş bin lira para ver!.
Beş bin lira için dua eden Bektaşi, hemen elini cebine atmış. Üç kuruş çıkarıp yanındakine vermiş:
— Haydi al şunu da çek git, demiş. Üç kuruşluk dilek için, Dileklere cevap vereni (Kâdiü'l-Hacâtı) boş yere
meşgul etme.
Bektaşi, kırda sofrayı kurmuş, et pişirmeye başlamış, birden büyük bir fırtına çıkmış. Şişeler devrilmiş, ateş
sönmüş. Bektaşi, ortalığı alt üst eden rüzgara çıkışmış:
— İmanım... Ben içiyorum.. Ama sen sarhoş oluyorsun... Bu nasıl iş? demiş.
— Koy şunu dilinin altına. Bu bakla ağzında olduğu sürece küfredemeyeceksin!.. Demiş.
Gerçekten de, baklanın faydası olmuş. Derviş tam ağzını açıp küfredeceği sırada bakla onu uyarıyor, derviş
de kendini tutuyormuş. Bir gün Bektaşi şeyhi ile derviş, yolculuğa çıkmış. Hava yağmurluymuş. Bir evin
önünden geçerken kafasını pencereden çıkaran bir kız çocuğu, "Şeyh efendi, biraz durur musun" diye
bağırmış. Durmuşlar, bir müddet beklemişler ve bu arada da iyice ıslanmışlar. Sonunda şeyh, Dervişe:
Derviş, eve doğru bir kaç adım attığı sırada kız çocuğu tekrar pencereye çıkmış:
— Tavuğun altına yumurta koyacaktık. Komşu nine, "Yumurtaları koymadan önce, bir başı kavukluya
iyice bakarsan piliçler tepeli çıkar" demişti. Yumurtaları tavuğun altına koymadan önce, annem sizi görsün
diye beklettim.
Bektaşi alkol bağımlılığının nasıl vazgeçilmez bir alışkanlık olduğunu ispatlarcasına tane tane konuşmuş:
— Kessem de ölürüm. İçmeyi kestikten sonra, benim için yaşamanın ölümden ne farkı var ki!...
AĞABEYLERİ GİBİ...
Şehre mal sevkeden tüccar iki kişi, yolda giderken eşeğine odun yüklemiş pazara satmaya götüren bir
Bektaşi'ye rastlamışlar. "Hele şu herifle biraz alay edelim" diye yaklaşmışlar. Selam verip karşısına
dikildiklerinde, Bektaşi de, eşeği de durmuş.
Tüccarlardan biri eşeği göstererek:
Adamların alay etmek niyetinde olduğunu sezinleyen Bektaşi, taşı gediğine koymuş:
— Odun taşımaktan yorgun düştü de, şehre gidip, ağabeyleri gibi tüccar olmayı düşünüyor.
Bektaşi'ye sormuşlar:
— Evet evliyayım.
— Öyleyse bize bir keramet göster, demişler. İşte şu karşıki ağacı yürüt görelim...
— Yürü ya mübarek ağaç, demiş. Üç seslenişe rağmen doğal olarak ağaç yürümemiş.
Bektaşi bakmış ki olacak gibi değil. Kendisi ağaca doğru yürümeye başlamış. Ne yaptığını sormuşlar. Şu
cevabı vermiş:
— Ey canlar... Evliyada gurur, kibir, kendini büyük görme olmaz. Madem ki ağaç bize gelmedi... Kalkıp
biz ona gideriz. Büyüklük yine bizde kalır...
Bektaşi'nin biri sıcak bir Ramazan gününde, sağma soluna bakmış, kimsenin olmadığını görünce, ağzım
çeşmenin musluğuna dayamış, kana kana su içmiş. O sırada Bektaşinin su içtiğini gören biri:
— Oruç gitti ama, babaya da can geldi... Oruç giderse bir daha gelir, ama baba giderse bir daha gelmez.
— Baba erenler, niçin dünya dümdüz değil de, dağlık tepelik, inişli çıkışlı, bayırlı çukurlu? diye sorulmuş.
Kulağında yarım yamalak dünyanın altı günde yaratıldığı bilgisi kalmış olan Bektaşi:
— Canlar, diye cevaplamış soruyu. Altı günde yaratılan şey, ancak bu kadar olur...
NASIL KOPARSA KOPSUN
Bektaşiyi bir gün sarhoşken yakalayıp falakaya yatırmışlar. Sopayı vurana, durmadan "ellerin nurdan
kopsun" diye dua edermiş. Sebebini sormuşlar:
— Dede erenler, adama küfretmen gerekirken, hayır dua ile anıyorsun.. Nedendir?
ALLAH'IN BİLECEĞİ İŞ
Padişahlardan biri, yolu üzerinde bulunan Bektaşi tekkesine uğramış. Tekkenin geniş bir bağlık ve
bahçeliği varmış. Çok fazla üzüm oldüğünü gören Padişah, şeyhe sormuş:
— Gelen giden misafirlere ve müridlere ikram ederiz, padişahım. Artan kısmını da sıkıp suyunu küplere ve
açılara doldururuz...
— Baba erenler, sıkılıp fıçılarda saklanan üzüm sulan şarap olmaz mı?
— Biz o tarafina karışmayız padişahım. Bu, Allah'ın bileceği bir iş. İster şıra yapar, isterse şarap...
— Ey cemaat, demiş. Öyle bir yer vardır ki, oraya zengin, fakir, kederli, üzüntülü her kim girecek olsa,
dertlerinden kurtulur. Bilin bakalım orası neresidir?
— Bilirim Hoca efendi, orayı iyi bilirim... Sözünü ettiğiniz yer, meyhanedir. Kişi orada içince, unutur
herşeyi. Ayılıncaya kadar ne üzüntüsü kalır, ne fakirliği...
YA NE DESİN?
Bir mecliste Hallac-ı Mansur'dan söz edilirmiş. Orada bulunanlardan biri, kızgınlıkla homurdanmış:
— Hiç "Enel Hak" yani Ben Hakk'ım denir mi? Ben Hakk'ım, dedi ve asıldı.
Bektaşi, meyhanenin cadde üzerindeki penceresinin önüne oturmuş içiyormuş. Birisi uyarmış:
— Baba efendi, gelen geçenler seni görüyor, şöyle içerde kimsenin görmeyeceği bir yere otursan daha iyi
olmaz mı? demiş.
UZUN HAVA
— Ne gibi?
— Mesela, ben senin omuzuna bineyim. Çok şarkı bilirim. Onları söyliyeyim. Şarkılarım bittiği zaman sen
benim omuzuma biner, şarkılarına başlarsın. Bu suretle hem eğlenir, hem gideriz.
Teklif Bektaşi'nin hoşuna gider. Şeytan'ı sırtına alır. Şeytan başansmdan memnun halde, şarkıya başlar.
Epey bir zaman söyler, nihayet susar.
— Şarkılarım bitti.
Bunun üzerine Bektaşi, Şeytan'ın sırtına biner. Bir uzun havadır tutturur. Koca çölü o uzun hava ile geçer.
Bekri Mustafa, bir Bostancı ve bir Cebeci, içki içmekten Yeniçeriağasının huzuruna çıkarılırlar.
Yeniçeriağası sorar:
— Sen kimsin?
— "Bostancıyım." Ağa:
Yeniçeriağası yutkunur...
— Ben de Haham olamayacağıma göre salıverin keratayı, der.
Cebeci: Osmanlı devletinde silah yapımı, bakımı ve tamiri, mühimmat işleri ile uğraşan asker sınıfi.
Bostancıbaşı: Osmanlı Devletinde saraya ait bahçe ve bağlara bakan ocağın (hizmet sınıfinın) başı.
NE İSTERMİŞ?
Genç kız, yarın on sekizinci yaş gününü kutlayacaktı. Dedesi Bektaşi'ye sordu:
— Dedeciğim, şayet siz, yarın on sekizinci yaşınıza basmış olsaydınız ne gibi hediyeler isterdiniz?
HIRSIZ
— Geçen gece ben dostlarla beraber demlenirken bizim eve bir hırsız girmesin mi? dedi.
— Ne olacak. Adama acıdım! Karım onu duyunca, benim eve döndüğümü sanmış da.
ADAK
Bektaşinin biri, yolda giderken bir çukura düşmüş. Çukurdan çıkmaya uğraşırken,
— Kurtulursam köyün camiine beş kilo yağ alayım, kandiline koyayım, diye adak adamış ve nihayet
çukurdan kurtulmuş. Ancak hemen şöyle seslenmiş:
— Hey Rabbim!.. Benim yağ dükkanım mı var? Ben yağı nereden bulayım?
Bu sırada ayağı yeniden takılıp, başka bir çukura düşmesin mi? Derhal sözünü değiştirmiş:
— Hey Allahımü Tam Camiye yağ almaya giderken, bak şu başıma gelenlere.
LÂYIK DEĞİL
— Az bir şey ihsan etmez misin? diye para ister. Baba erenler der ki:
Bektaşi, bir kulak-burun-boğaz doktoruna muayene oluyordu. Kendisi, hemen hemen sağır gibiydi.
— Sizin hiç içki içmemeniz gerekiyor, dedi doktor ve ilave etti: Çünkü eğer içmezseniz kulaklarınız daha
iyi duyar.
Bektaşi, bu öğüde uydu ve uzunca bir süre ağzına bir damla bile içki koymadı.
— Yine içki içmeye başladınız değil mi? diye sordu sinirli bir tavırla.
— Neymiş o?
— İçki içmeyince kulaklarım açıldı, ama çevremde duyduklarımın hiç biri alkolden daha iyi olmadığı için,
tekrar içmeye başladım.
Bektaşi'nin biri, bir arkadaşı ile eşitlik konusunda tartışıyordu. Arkadaşı sordu:
— Elbette.
— Onu da verirdim.
— Hemen...
— Tebrik ederim. Demek sen de sosyal eşitlik taraftarısın? Peki, ya iki gömleğin olsaydı?
— Neden olacak? Çünkü benim hayatta bir ayakkabım, bir arabam ve bir evim var, ama gömleklerim iki
tane de ondan...
Karısı, o sabah uyanınca kocası Bektaşi'nin boynuna sarıldı. "Bu gece ne rüya gördüm biliyor musun? Bana
güzel bir etek satın alıyordun..." dedi. Ve sevinçle ilave etti: "Bunun ne demek olduğunu öyle merak
ediyorum ki..."
Bektaşi, parmağıyla bıyığının ucunu burarak gülümsedi. "Akşama öğrenirsin hanım sultan." Akşam eve
döndüğünde, baba erenler karısına bir paket uzattı... "Bak, sana bir sürpriz getirdim!"
Kadıncağız merak içinde paketi açtı. İçinden ne çıktı dersiniz: Kalın bir kitap... Başlığı da "Rüya Yorumlan
Ansiklopedisi."
İYİ GEÇİM
— Yahu, dedi. Vallahi bizim kediyle köpek bile sizden daha iyi geçiniyorlar.
— Uzaktan olabilir, dedi Bektaşi. Ama sen kediyle köpeği yanyana bağla da, gör bak nasıl kıyamet
kopuyor.
Bektaşi, ölüm halindeydi. Üç oğlu, yatağının başında, cenaze masraflarını nasıl karşılayacakları
tartışmasına girişmişlerdi.
— Canım, kendimiz için iki araba kiralayalım, konu komşu, isteyenler, kendileri araba kiralayıp gelsinler...
Ölüm halindeki ihtiyar Bektaşi, oğullarının söylediklerini, olduğu gibi işîtmişti. Güçbela yatağında
doğruldu:
— Evlatlarım, hiç merak etmeyin... Hele pantolonumu getirin, mezarlığa kadar yürürüm ben, size üzüntü
sebebi olmak istemem...
ORUÇALTI
Ramazan günü, reçeliyle, tereyağıyle, peyniriyle, sütüyle, çayı ile mükemmel bir sabah kahvaltısı yapan bir
Bektaşi'ye sormuşlar:
— Allah rızası için bir sadaka... dedi. Bektaşi'nin hali perişandı. Adam, çok acıdı ve cebinden çıkardığı —o
gün için hatırı sayılır bir para olan— yirmi lirayı uzatıp verdikten sonra sordu:
İÇKİNİN YERİNE...
Bektaşi'nin sağlık durumu iyice bozulmuştu. Doktoru onu tepeden tırnağa muayene ettikten sonra,
kesinlikle içki içmemesini istedi. Bektaşi, bunun çok zor olacağını söyleyince, doktor, "Hiç de değil" dedi
ve çözüm yolunu gösterdi: "Meselâ, canınız bir kadeh bir şey içmek isteyince, onun yerine bir portakal
yiyin."
— Mümkün değil, doktor bey. Günde otuz portakalı ben nasıl yiyebilirim?
BEKTAŞİ'NİN ŞAKASI
— Ah Hatun! Ne olur, Cenab-ı Hak bir mucize gösterse de seni tekrardan bana geri verse! dedi.
Tam bu sırada, bir tarla faresinin zoruyla toprak hafif hafif kımıldamıya başlayınca Bektaşi telaşla:
— Sakın ha!... diye bağırdı. Ben şaka söyledim imanım. Hemen inandın mı?
Bektaşi'nin cebinde meteliği yoktu. Bir lokantanın önünde durdu. Gözü vitrindeki bir levhaya takıldı:
"Giriniz ve istediğinizi yiyiniz. Hesabınızı torununuz ödesin."
Bektaşi "Tam bana göre", diye mırıldanarak içeri daldı. Kebab, kuzu pirzolası... Canı yemek istediği ne
varsa söyledi.
Fakat garson yetişip, hesap pusulasını burnuna dayamasın mı? Hem de tuzlu bir hesaptı bu.
— Ama, diye derhal itiraz etti Bektaşi. Kapıda hesabınızı torununuz ödesin diye yazmıyor mu?
Garson sinsi bir gülümsemeyle, nazikçe cevap verdi: "Yazıyor tabii efendim... Ama bu size takdim ettiğim
hesap, sizin değil, büyük babanızın..."
CEBİNİZE KOYUN
Mirastan eline geçen para ile kumar oynayan toy bir genç, parasının sonu geldiği zaman; baba erenlerin
yanına sokularak kulağına:
"Afedersiniz baba erenler, çok para kaybettim. Cebimde tek bir yüzlük kaldı, ne olur bana bir akıl verin. Bu
parayı hangi numaraya koymamı tavsiye edersiniz?" diye sormuştu.
Bir üst düzey görevli, dağ yolundan giderken gayet dar ve bir tarafi uçurum bir yere geldiğinde kendisine
kılavuzluk eden Bektaşi der ki:
— Aman dikkatli yürüyünüz efendi, zira burada çok eşekler uçuruma yuvarlandı!
AHBAP HATIRI
Bektaşi'nin biri, bir gün dindar bir arkadaşına misafir olur. Namaz vakti gelince arkadaşı:
— Kalk, namaz kılalım! der. Bektaşi: "Eyvallah!" diyerek kalkıp dindar arkadaşı ile beraber namaz kılar.
Namaz bittikten sonra ev sahibi, Bektaşi'nin abdest almaksızın namaza durduğu şüphesine kapılarak:
— Galiba, sen namazı abdestsiz kıldın. Zira hiç abdest aldığını görmedim, der.
— Bizde ahbap hatırı yüksektir. Namaz kıl, dedin kıldık; eğer abdest al deseydin, onu da alırdık.
— Baba erenler. Merak ediyoruz, sizin Peygamberiniz Miraç için gökyüzüne nasıl çıktı acaba? diye
sormuş.
NE ZAMANDAN BERİ...
Ramazanda bir gün Bektaşi, bir ağacın altına oturmuş, yemek yiyormuş.
— Evet Müslümanım.
— Ne zamandan beri?
— Kalubeladan beri...
— Kalubela ne demek?
Paraya çok ihtiyacı olan bir Bektaşi, başkalarından para istemektense, Allah'a yalvarmaya niyedenmiş.
Doğru camiye gitmiş, cemaada birlikte namaz kıldıktan sonra başlamış duaya:
— Ey Allahım... demiş, bana şu parayı ihsan et de, önce işlerimi göreyim, sonra da sofrayı kurup ağız
tadıyla bir içeyim...
— Güzel ahlâk istiyorum... Bana doğru yolu göstermesini istiyorum, demiş adam.
Bektaşi gülmüş:
— Senin ahlâkın yokmuş ki, Allah'tan ahlâk istiyorsun. Doğru yolu bulamamışsın ki doğru yolu bulmayı
diliyorsun. Benim ise, hem ahlâkım sağlam, hem de doğru yolu çoktan buldum... Herkes kendinde
olmayanı ister, demiş.
Paşalardan biri, konağında ramazanda iftar davetleri verirmiş. Davetin birinde top atılmış, iftar edilmiş.
Paşa, iftardan sonra "Hadi efendiler namaz kılalım" diyerek, konuklan namaza davet etmiş.
Davetliler arasında bulunan bir Bektaşi, cebinden davetiyeyi çıkarıp bir daha okumuş:
— Efendimizin davetiyesinde yalnız iftar yazılı. Namaz kılınacak kaydı yoktur... Demiş.
Kendisini şair sanan biri, şiir diye yazdığı saçma sapan şeyleri okuduktan sonra, Bektaşi'ye "nasıl
buldunuz?" diye sorarmış.
Adam şaşırmış:
ANLAŞILAN SABAHLAYACAĞIZ
— Ey cemaat., bugün size anlatacağım konular, 24 kısımdan ibaret., demiş. Bektaşi, hemen kalkıp
toparlanmış, yanındaki arkadaşı merakla sormuş:
— Yahu Ramazan topu topu otuz gündür, on beş fazlasını nereden çıkardın? deyince, Bektaşi açıklamış:
— Gelecek seneninkinden!..
O sırada başının üzerine bir kiremitin düşmekte olduğunu kılpayı farketmiş. Kenara çekilip canını zor
kurtarmış.
— Hey Allahım... demiş. Kırk yıldır bana biraz dünyalık nasip et! diye yalvarıyorum, kabul etmiyorsun.
Ama kırk yılda bir şaşırıp canımı al! diye dua ediyorum, hemen Azrail'i gönderiveri—yorsun.
SARIK SARMAZMIŞ
SEFERİ!
Bektaşi dervişlerinden birini oruç yerken yakalamışlar. Apar topar Kadı'nın huzuruna çıkarmışlar. Kadı
efendi, oturduğu kürsüsünden hiddetle ayağa fırlamış:
— Seferiyim...
— Hayır, Kadı Efendi hazretleri, demiş. Yalan söylüyor. Tanırız onu. Seferi filan değildir. Otuz yıldan beri
burada oturur. Bektaşi, bu kez de o zata dönerek:
— Müsaade buyurun ağalar... Dünyada sittin sene oturmaya elimde senedim yok ya... Ahirete yolcuyum,
ahirete!..
Kadı: Osmanlı döneminde mahkeme başkanı. Hakim, yargıç
Seferi: Yolcu
Bir Bektaşi, bir Mevlevi ve bir bilgin kişi, bir ara arkadaş olmuşlar ve tanıdıkları bir zenginin konağına
konuk olmuşlar. Ev sahibi, onlara bir sofra açarak ikramda bulunmuş. Arkadan da bir tepsi baklava gelmiş.
Bektaşi:
— Arkadaşlar, demiş, bu baklava üç kişiye yetmez. Karnımız da tok. Bu gece istihareye yatalım. (İstihare,
girişilecek bir işin hayırlı olup olmadığını rüyada anlamak için dua edip uykuya yatmak, anlamındadır).
Hangimiz en hayırlı rüyayı görürse, baklavayı o yesin.
Teklif kabul edilmiş. Bektaşi, o gece sessizce kalkmış ve arkadaşları uyurken, tepsiyi yiyip bitirmis. Sabah
olunca da, Mevlevi ile bilgin kişiye sormuş:
Mevlevi,
— Erenler, ben de gece, birinizin göklere uçtuğunu, birinizin cennette köşklerde gezdiğini anlayınca, "Artık
bunlar şu fani dünyaya geri dönmezler" diyerek, baklavayı yeyip bitirdim.
Bir Bektaşi dervişi yolda yürüyordu. Karşısına yoksul görünüşlü bir dilenci çıktı.
— Allah yanında duası makbul biri olsaydın, önce kendine yaptığın dua kabul olurdu da, şu dilencilikten
kurtulurdun!..
CAMİYE TÜKÜRMEK
Bektaşi'nin biri, bir cami duvarına yaslanmış, içki içiyormuş. Bunu gören biri:
— Tuu, utanmaz herifi diye tiksintiyle uzaktan yüzüne tükürmüş. Bektaşi hiç istifini bozmamış:
— Elimdeki şişede az bir şey kaldı. Onu bitirdiğimde, sana camiye doğru tükürmenin ne demek olduğunu
gösteririm, diye adamı azarlamış.
ÜÇ GÜN BIRAK
— Kırk gün camiye devam et, beş vakit namaza bir başla, bak bir daha terk edebilir misin? demiş. Bektaşi
umursamaz bir ses ile:
— Efendi, demiş. Hele sen üç gün namazı bırak, bak bir daha kılabilir misin?
Bektaşi'nin dişi ağrıyordu, fakat bir türlü dişçiye gitmeye yanaşmıyordu. Arkadaşı merakla sordu:
— Yahu baba erenler, haline baksana... Dişin bu kadar ağrıyor da neden bir dişçiye gitmiyorsun?
— Gitmesine gideceğim de, çevrede henüz bir kadın dişçi bulamadım... Arıyorum...
— Birader, ömrüm boyumca karımın "çeneni kapa" diye bağırmasından bıktım... Bir kadın dişçiye gideyim
de, hiç değilse bir kadın bana "Çeneni aç" desin...
NASIL BECERDİN?
Bektaşinin akşam yemeğine misafiri vardı. Bu sebeple, eve gelirken karpuzcuya uğradı.
Bektaşi karpuzu aldı. Yemekten sonra misafirlerinin önünde gururla kesmeye başladı. İlk bıçak
darbesinden sonra etrafi bir koku kapladı. Karpuz ikiye ayrılınca, çürümüş içi, masaya yayılmış, etraf
berbat olmuş, Bektaşi utancından yerin dibine geçmişti. Sabahı zor etti. Soluğu karpuzcuda alarak:
— Al şu mecidiyeyi, seni tebrik ederim, dedi. Karpuzcu, "Hayrola baba erenler neyi tebrik ediyorsun?"
diye sordu.
— Kesmeden, delmeden şu karpuzun içine etmeyi nasıl becerdin? Seni tebrik etmeyeyim de kimi edeyim.
Ünlü karikatürist Cemal Nadir, hayatı boyunca hep geçim sıkıntısı çekmişti. Bir keresinde Akbaba dergisi
için Kurban Bayramı'na ait yaptığı kapak resminde, bir koyunu dört bacağı da bağlı olarak göstermişti.
Derginin sahibi Yusuf Ziya Ortaç, resme bakarken, yanında bulunan dostları; kurbanlık koyunun üç
ayağının bağlanıp, birinin serbest bırakıldığını söylediler.
— Zavallı Cemal Nadir, hayatında hiç kurban kestirmedi ki, bu dediğinizi bilsin..
Hamama giden Bektaşi, yıkanmış, paklanmış, çayını içip kendini tellaklara oğdurmuş, sıra hesap ödemeye
gelmiş. Ama bir de ne görsün? Para kesesinin yerinde yeller esiyor!
Alacaklı bu... kolay kolay bırakır mı insanın yakasını? Hamamcı, Bektaşi'nin giysilerini kucakladığı gibi:
— Ya hesabı ödersin, ya çırılçıplak buradan gidersin! diyerek açmış ağzını, yummuş gözünü.
Tam o sırada öyle şiddetli bir deprem olmuş ki... Ne hamam kalmış ne kümbet; ne hamamcı kalmış ne
tellak. Kaçan—kurtulan, düşen—savrulan birbirine karışmış. Can derdine düşen Bektaşi de, ilk gördüğü
camiye zor atmış kendini. Bakmış ki, imam efendi tek başına oturmuş, var gücüyle yalvarıp duruyor:
Olayın şokuyla kendine gelemeyen, yaşadığı büyük depremin, 2 akçe istediği için meydana geldiğini sanan
Bektaşi telaşla bağırmış:
— Aman hoca efendi, ne yapıyorsun? Ben 2 akçe istedim sadece, kurban olduğum, koca hamamı yıkıp
ortalığı harabeye çevirdi. Sen ise 1000 altın istiyorsun. Hemen çık dışarı da, canım kurtar bari!
DOĞUM GÜNÜYMÜŞ
— Hanımefendi, şu zavallıya verecek bir dilim pastanız veya kekiniz falan yok mu?
AMELİYATTAN SONRA
Bektaşi, apandisit ameliyatı oluyordu. Operatör, lokal anestezi yapmıştı. Bir aralık hemşireye seslendi:
— Biraz alkol getirin. Alkol sözünü işiten Bektaşi, masadan başını kaldırdı:
NESİNİ KAYBETMİŞ?
Bektaşiye:
Yanındakiler:
— Ne düşüneceğim, demiş, karımın aklı zaten yoktu, acaba neyini, nasıl kaybetti?
GÜNÜM BOŞKEN
— Yok, ben iş güç sahibi adamım, yarın bakarsınız işim çıkar bir yere filan giderim, iyisi mi günüm boşken
doyasıya ağlayayım.
Bir deniz yolculuğunda tehlikeli bir firtına çıkmış, gemiyi sallamaya başlamıştı. Herkes gibi yolcular
arasında bulunan Bektaşi de kaygılanmıştı. Bunu gören mütevekkil bir yolcu:
— Ben de zaten kereminden (cömertliğinden) endişe ediyorum ya... Tutar da bizi balıklara "yem" ederse
diye...
TELKİNLE TEDAVİ
Bektaşi, ilerlemiş yaşına rağmen, hiç de hoşa gitmeyecek bir hastalığa tutulmuştu: Geceleri yatağım
ıslatıyordu. Kaç doktora gittiyse, hiç biri bir çare bulamamıştı. En sonunda bir dostu, "yahu, bir de bir ruh
hekimine (psikiyatriste) görünsene" dedi. Telkinle tedaviyi tavsiye etti. Bektaşi bu öğüdü de dinledi ve
hemen ruh doktorunun muayenehanesine gitti.
Aradan bir hafta geçti. Öğüdü veren dostu, Bektaşi'ye tekrar rastladı. Fakat hayret! O eski kederli, asık
yüzlü, utangaç adam gitmiş; sanki yerine sevimli, güler yüzlü, neşeli, kendinden emin biri gelmişti.
Bektaşi:
— Sağol dostum, dedi. Bana ruh hekimine git demekle en büyük iyiliği yaptın. Sadece on seanslık bir
tedavi ve...
— Yooo, ıslatıyorum gene... Ama artık bu halimden utanmıyor, bilakis gururlanıyorum. Çünkü doktor bana
bunu telkin etti.
ASARKEN NEDEN KURTARMAMIŞ?
İncili çavuş, sahilde denizi seyrediyordu. Birden yanında yüzü sapsarı olmuş biri belirdi. Gelip kendisini
denize attı. İncili, hemen ardından dalıp adamı denizden çıkardı.
Adamın ilk sözü, "Neden kurtardınız beni? Ben intihar etmek istiyordum." Oldu ve hemen ardından yine
denize kendini attı.
İncili de, ardından. Ve yine adamı kıyıya çıkardı. Sonra üçüncü atlayış ve üçüncü kurtarış.
Bunun üzerine genç adam kıyıdan uzaklaştı. Cebinden bir ip çıkardı. İlerdeki bir ağacın dalına dolayıp,
kendini astı...
Biri sordu:
— Anlıyamadım... Demin üç kere denize atlayıp kurtardınız adamı. Şimdi ise, kımıldamadınız bile...
Neden?
— Neden olacak? Ben elbiselerini kurutmak için kendini ipe asıyor sandım da ondan?
Bektaşi'nin, Mahmutpaşa'dan geçerken birden ensesinde bir tokat patlamış. Dönmüş, kimseyi görememiş.
Karşıda duran birinin sinsi sinsi güldüğü dikkatini çekince, tokadı vuranın o olduğunu anlamış.
— Elbette Allah'tan. Ama "Allah, bu işe hangi Yezidi memur etti?" diye onu arıyorum...
KAMBUR
Bir kadın yolda önüne çıkan iki büklüm ve kısacık boylu Bektaşi'nin ardından yüksek sesle "kambur"
demişti.
Bektaşi kadına döndü. Kibarca selam verdi. "Yanılıyorsunuz hanımefendi..." dedi. "Ben kambur değilim.
Ne zaman sevimsiz bir varlık görsem, kediler gibi hemen sırtım kabarır da...
Bektaşi, yolda arkadaşı Ali'ye rastlamıştı. Aşın derecede şişmanlamasından dolayı, arkadaşının hayretini
belirtmesi üzerine Bektaşi suçun doktorda olduğunu söyledi. Arkadaşının bunu anlamakta zorlanması
üzerine de izah etti:
— Muayeneye gittiğimde bana, ancak her yemekten sonra bir tek kadeh rakı içmeme müsaade etti.
— Seni şişmanlatan bu müsaade demek?
— Öyle ya. Bu yüzden günde on kere yemek yemek zorunda kaldığımı gözünün önüne bir getirsene.
MUTLULUK
Cevap vermiş:
NEREDEN ANLAMIŞ?
Bektaşi, karısıyla oğlunu odasına çağırmıştı. Kızgındı ve suratı fena halde asıktı.
— Bizim oğlan cüzdanımdan biraz para almış, dedi. Anne, hemen onaltı yaşındaki delikanlı oğlunu
savunmaya geçti.
— Hayır, parayı alanın sen olmadığına eminim. Çünkü cüzdanıma sen el atınca, içinde hiçbir şey
bırakmıyorsun.
Bir tanesi, "Söylenenlerin hepsi saçma diyorum sana!" diye iddia etti. "Soya çekim kanunu diye bir şey
yoktur."
— Yanılıyorsun erenler.
— Ee, ne olacak?
ACEMİ RESSAM
Adamın biri yağlı boya resim üzerine özel dersler almış, pekçok tablolar yapmış, sonra da hevesi geçerek
resim yapmayı bırakniıştı. Fakat yaptığı resimlerden bazılarını beğenip oturma odasının duvarına asmıştı.
Bir gün kendisini ziyarete gelen Bektaşi dostu, bu resimleri görüp sordu: "Nereden buldun bu resimleri?"
Adam, Bektaşi'yi beğendi zannıyla kasılarak, resimleri kendisinin yaptığını söyledi. Bektaşi, bu cevap
üzerine rahatladı:
— Aman, çok memnun oldum, dostum. Para verip aldın sanmıştım da, o yüzden acımıştım, dedi.
ŞEREF PAYESİ
— Babacığım, şeref payesi ne demektir? Baba erenler, elindeki tabağı rafa yerleştirerek cevap verdi:
— Bak oğlum, mesela annen benim bu ailenin reisi olduğumu söylediği zaman, bu, bana şeref payesi
vermek olur.
PARAYI SEVMEK
Bektaşi'ye:
— Hayır sevmem, diye cevap verdi Bektaşi ve devam etti: "İspatı da elime geçer geçmez, hemen harcayıp
yok etmemdir!"
GENÇLİK
Bir mecliste, gençliğin ne olduğunu münakaşa ediyorlardı. Biri: "Bir insan, hata işlediğini hissettiği sürece
gençtir." diye kendisine göre bir fikir yürüttü.
Mecliste bulunan Bektaşi: "Ben aynı fikirde değilim." diye atıldı. Ve şu açıklamayı yaptı: "Bir insan
işlediği hataların farkına vardığı zaman, gençliği zaten iflas etmiştir!..."
ŞİİRİN DEĞERİ
Şair geçinen Bektaşi dervişlerinden biri bir gün yazmış olduğu bir şiiri, Bektaşi şeyhine getirir ve
okuduktan sonra fikrini söylemesini ister.
Baba erenler, şiiri okur ve hiçbir şey söylemeden geri verir. Ama derviş tatmin olmuş değildir; şeyhin
fikrini mutlaka söylemesinde ısrar eder:
Bektaşi Şeyhi:
— Evet buluyorum, der (ve şiirin yazılı bulunduğu Pelür kağıdı işaret ederek konuşur) ağırlığınca altın
eder.
DİLENCİNİN SABIRLISI...
Dilencilik yapan yoksul bir Bektaşi, bir kapıyı çalmıştı. Kapıyı açan kadına:
— Hanımefendi, bana verilecek bir parça giyim eşyanız var mı acaba? diye sordu.
Kadın ona biraz beklemesini söyledikten sonra, gitti. Bir iki dakika sonra geri geldiğinde elinde bir ceket
vardı. Bunu Bektaşi'ye uzatarak:
— Dikilmesi gereken birkaç sökük yeri var, ama bir saatlik tamirden sonra yepyeni olur, dedi.
İSPAT
Bektaşi ile hanımı, gece bir yere giderken, ahlak zabıtası tarafından durdurulmuşlardı. Memur, Bektaşi'ye
şüphe ile sordu:
Bektaşi, yanındaki çirkin kadına şöyle bir bakıp memurun kulağına fısıldadı:
— Aman söz konusu edilmişken, bu kadının karım olmadığını siz ispat edin de ben de kurtulayım.
Karısı, Bektaşi'nin içkiye olan düşkünlüğünden yaka silkiyordu. Nihayet bir gün sabn iyice tükenmiş olmalı
ki, kocasına bir daha ağzına içki koymayacağına dair yemin ettirdi. Kocasının tereddütsüz yemin ettiğini
gören saf kadın, "Bak buna çok sevindim beyim" dedi. "Bugün benim için gerçekten bayram oldu."
Bayram sözünü işiten Bektaşi, hemen atıldı. "Eh hanım Sultan" dedi. "Madem ki bayram, bir kadeh rakı ile
kutlaydım bunu hemen..."
GEÇİM SIKINTISI
Zengin iş adamı, sokakta rastladığı, eski dostu Bektaşi'ye, yoksul olduğu için 5 lira verir.
Bektaşi, "Bakıyorum bu sefer yalnız 5 lira veriyorsun. İki sene evvel 20 lira, geçen sene 10 lira vermiştin.
Bu sene 5 liraya düştü." der.
— Bak can dostum, diye zengin adam durumu anlatmaya başlar: "İki sene evvel evlendim, geçen sene de
çocuğum oldu ve harcamalarım arttı..."
CENNET YEMEĞİ
Ahçı dükkanında karşılıklı oturmuş; Of’lu kabak yemeği, Arnavut ise pırasa yiyordu. Arnavut tabii pırasayı
överek "cennet yemeği" deyince, Oflu dayanamadı, "asıl cennet yemeği kabaktır", dedi. Kabaktır, pırasadır
diye bu çerçeve üzere alışırlarken, çektiler karşılıklı tabancayı. Dükkanın bir köşesinde kendi halinde
yemeğini yiyen Bektaşi'yi de çağırıp ona sordular:
— Doğru söyle bakalım erenler. Önce cennetten kabak mı çıktı, yoksa pırasa mı?
Zavallı Bektaşi, baka ki durum kötü. Hangisini söylese, diğer taraf köpürecek. İşi şöylece tatlıya bağladı:
— Adem babamız cennetten çıkarken kabağı eline almış, pırasayı da kılıç gibi beline kuşanmış da öyle
çıkmış.
ÜÇÜZ DOĞUM
Nüfus memuru kayıt defterini açtı. Bektaşi yeni doğan çocuğunu kütüğe kaydettirdi. Heyecan içinde sordu:
— Para istemez.
— Pul parası?
— İstemez.
— Harç masrafi?
— İstemez.
— Yaz öyleyse memur efendi, dedi. İki çocuk daha yaz. Hanım Sultan üçüz doğurdu da...
DOMUZ GÖMDÜRECEĞİM!
Sadrazam Kara Murat Paşa, hiç sevmediği Mehmet Paşa'nın kendisi için bir türbe yaptırdığını haber almış.
Bunu Ona bildirene:
Kara Murat Paşa, iki yıl sadrazamlıkta kalabilmiş ancak. Nihayet Hacca giderken yolda hastalanmış,
misafir olarak uğradığı Mehmet Paşa'nın yanında ölmüş. Mehmet Paşa da, kendisi için hazırlattığı ve Murat
Paşa'nın, "Oraya domuz gömdüreceğim" dediği türbeyi, ona tahsis etmiş.
Ayyaşlardan biri, gözlük kullanmaya mecbur kalınca, hevesle bir gözlük satın almış. Ertesi günü gözlüğü
geri götürüp gözlükçüye,
— Bunun camlan iyi değilmiş. Gece olunca, bir olan şeyi iki gösteriyor!... demiş.
İRADE ETTİM!..
Vazifeden alınıp Kayseri'ye sürgün edilen Vezir Galip Paşa, padişah Sultan Aziz'e en iyisinden bir torba
pasürma hediye etmiş. Sultan Aziz hediyeyi pek beğenmiş. Galip Paşa'nın gönderdiğini öğrenince de:
— Pastırma ile fare tutulduğunu bilirdik amma, vezirlik kazanıldığını hiç duymamıştık... demiş.
Bir sohbette cin ve peri hikayeleri anlatılıyormuş. Orada bulunan ve çok akıllı geçinen biri:
— Ben onları gözümle görmeden inanmam, deyince Bektaşi taşı gediğine koyar:
— O halde sizde akıl olduğuna da inanmamak lazım. Çünkü o da göz ile görünmüyor.
İNCİLİ ÇAVUŞ
İstanbul, Gedikpaşa çevresinde bir Yeniçeri çavuşunun bıyıklarının ucuna birer inci takıp eğitim meydanına
çıktığı, dönemin Padişahı Sultan Mustafa'ya bildirilir. Padişah, deli olduğu söylenen bu çavuşu çağırtıp
sorar:
— Padişahımızın sayesinde küffarı (düşmanı) titreten bir Yeniçeri çavuşluğu yapanm Sultanım.
Sultan İbrahim'e delilik teşhisini reva gördüğünüz takdirde, bana da deli diyebilirsiniz.
— Şu köftehoru sarayda gözden uzak tutmayın. Şayet deliliği sabit olursa askerden atın, emrini verir.
Ama, yeniçeri çavuşunun değil deliliği, çok zeki, nükteli, bektaşi meşrep biri olduğu ortaya çıkınca, has
nedimliğe kadar yükselir. İncileri zamanla bıyıklarından çıkarırsa da "İncili çavuş" lakabı ile tarihe geçer.
Bir gün, suç işlemiş birkaç medreseli bilgine kızan padişah, bütün "ilmiye" sınıfinın camiye doldurulup
yakılmasını emretmiş.
Zamanın Sadrazamı, bu ferman yerine getirildiği takdirde, müftü, imam, kadı, şeyhülislam gibi nice değerli
insanın yok edilmesi gerekeceğini düşünmüş ve Padişahın kızgınlığına bir çözüm bulmasını İncili
Çavuş'tan dilemiş.
Hemen Padişahın oturduğu pencere karşısındaki bahçeye birkaç at getirten İncili Çavuş'a, padişah
pencereden başını çıkartıp ne olduğunu sormuş. İncili, padişaha şu cevabı vermiş:
— Efendim... Kafirlerin diyarında ne kadar papaz varsa buraya getireceğim. Padişah kızmış:
— Siz bütün başı sarıklı kimselerin yakılmasını emretmişsiniz. Bari, memleketimizi bundan sonra papazlar
idare etsin!..
Böylece, padişah bu fermanın sakıncalarını düşünerek, emri geri almış.
PARAYI NE YAPACAKSIN?
— Allah rızası için beş, on kuruş!... demiş. Neyzen, adamı başından savmak istemiş:
Neyzen:
— O halde başka yere gideceksin, diye dilencinin parasını sefahete harcıyacağım ima etmiş.
Dilenci:
MİNAREYİ KESERMİŞ
Delinin biri, tımarhaneden kaçıp nasılsa bir minareye çıkar. Öğle namazım okumak için hazırlanan
müezzini, şerefeden aşağıya atmak ister. Müezzinin feryadını etraftan duyanlar, onu bu tehlikeden nasıl
kurtaracaklarını düşünürken, o sırada Bekri Mustafa çıkagelir. Halk Bekri'ye yalvarır:
Bekri Mustafa durumu anlar ve hemen belinden bıçağını çekip deliye bağırır:
— Ulan kerata... Bıçak elimde, şimdi minareyi ortasından keserim ha. Bırak müezzini de, çabuk in
aşağıya...
AND İÇERİM
Neyzen Tevfık, aşırı içki bağımlılığı yüzünden uzun süre Bakırköy Akıl Hastanesinde tedavi görmüştü.
Mazhar Osman kendisine biraz çıkışmış:
— Canım doktor, ben fakir bir insanım. Bugün rakı bulur, rakı içerim. Yarın and bulur, and içerim...
Neyzen Tevfık, parasız kalınca, saatini rehinciye vermiş. Aldığı parayla da içmeye başlamış. Aradan bir
gün geçince, rehinciye tekrar uğramış.
— Hayrola Neyzen, demiş saatçi. Aldığın parayı verip, saati geri almaya mı geldin?
Neyzen çaresizlik içinde:
Hicivleriyle ve ney çatısıyla ünlü Neyzen Tevfik'i bir içki meclisinde herkes sessizlik içinde, zevkle
dinlerken, içkinin etkisiyle bu ilgi gitgide azalmış. Meclistekilerin bir çoğu sızmaya başlamışlar.
Kendisine ilginin azaldığını gören Neyzen, bu duruma kızmış. Bir sigara paketinin arkasına şu dizeleri
yazarak, meclisi terk etmiş:
"Meclis-i meyde sarhoşların saza meftun oluşu Nazarımda su içen eşeğe ıslık gibidir..."
EN BÜYÜK FAZİLET...
Bekri Mustafa gece demez, gündüz demez içermiş. Bir gün şöyle konuşmuş:
— Benim en büyük düşmanım sudur... Ne yazık ki, yıllarca karnımı onunla şişirmişim...
Yanındakiler:
— Hani su en büyük düşmanındı... demişler. Bekri, bu hasta halinde bile hazır cevaplılığını sürdürmüş:
AY TUTULDU DA...
Şair Nabi, bir gün Halep Valisi İbrahim Paşa'yı ziyarete gitmiş. Kahveyi çirkin yüzlü bir Arap köle
getirmiş. Nabi:
— Oruçluyum! demiş, almamış. Paşanın emriyle biraz sonra aynı kahveyi ay parçası gibi güzel yüzlü bir
köle getirmiş. Bu sefer Nabi, memnuniyet içinde, teşekkür ederek kahveyi alıp içmeye başlamış.
Paşa sormuş:
Fincanı almaya yine çirkin Arap köle gelince, Nabi, hemen fincanı bir eline, tabağı da bir eline alıp
birbirine vurmağa başlamış. Paşa:
İstanbul'un eski ihtisap ağalarından (Belediye Başkanı) Osman Bey, hayvanlara karşı pek merhametliymiş.
Üstlerine fazla yük yüklenen eşek ve atların sahiplerine pek acımasız davranır... hele satılmak için pazarlara
getirilen tavuk ve hindilerin aç bırakılmasını hiç affetmezmiş.
Bir gün pazarda satışa çıkarılan tavukların kursağını birer birer yoklamış. Aç olup olmadıklarını araştırmış.
Tavuğunu aç bıraktığı anlaşılan birini ise, falakaya yatırıp dövdürmüş.
— Sen bunların kursağını böyle aç bırakırsın ha... Seni gidi, vicdansız, demiş.
— Ağam, tavukların kursağını yokluyorsun hep... Bir de benim kursağımı yoklasana... Benim kursağımda
var mıydı ki, tavuklara vereyim... demiş.
Bektaşi şeyhlerinden biri, müridi Derviş Hasan'a üç çuval un vermiş. Uzakta bir köyde bulunan Ermeni
çorbacıya götürüp teslim etmesini söylemiş.
Derviş Hasan, eşeğiyle yola koyulmuş. Ancak yolda Şeytana uymuş, unun bir çuvalını satmış. Geri kalan
iki çuvalı da çorbacıya götürmüş. Ermeni çorbacı da boş insan değilmiş. Derviş Hasan onun temiz yüzüne
bakıp, içinden, "ah şu adam müslüman olsa" diye düşünceye dalmış.
— Düşündüğün şeyi yapacağım amma, demiş. Şeyhinin emanetine ihanet eden Derviş Hasan gibi bir
müslüman olurum diye korkuyorum...
HİCAZA GİDİLMEZ
Son derece zengin, ama o nispette de cimri biri, Bektaşi'ye, çok az bir para vermiş, göstermelik bir
yardımda bulunmuştu.
Parayı verirken de, Bektaşi'yi küçümser bir tavır içinde, ona şu aşağılayıcı sözleri söylemekten geri
durmamıştı:
Ama ne yapayım, o kadar zavallı bir halin var ki, yardım etmekten de kendimi alamıyorum.
Yaptığı az bir yardımı, büyük bir iyilik yapmış gibi insanın başına kakan cimri zengini tepeden tırnağa
süzdükten sonra:
ARASI BOZUKMUŞ...
Bektaşi babası kasabadan geçerken gürültü patırtı yapan büyük bir toplulukla karşılaşmış.
— Sorma, demişler, yandık. Bir buçuk aydır bir damla yağmur düşmüyor... Duaya çıkıyoruz. Bektaşi:
— Bu kadar bağırıp çağırmaya gerek yok, ben size yağmur yağdırırım, teklifini yapmış.
Baba erenler bir leğen su istemiş. Gelen suda gömleğini ıslatıp sıkmış, kurusun diye bir duvarın üstüne
bırakmış. Birkaç dakika sonra sağanak halinde yağmur boşanmış.
— Evliya gibi adamsın baba erenler, Yaratanla aran iyi anlaşılan, demişler.
Bektaşi gülmüş:
— Aksine, bu sıralar aramız bozuk... Ne istesem tersini yapıyor. Yağmuru, gömleğim kurumasın diye
yağdıracağını biliyordum.
İYİLİĞİN BÖYLESİ...
Abdülmecid döneminin Ticaret Bakanlarından Halil Rifat Paşa, Bektaşi şeyhlerinden Lütfi Baha'nın
evlenmesine aracılık etmişti. Baba'nm eşi güzel, yumuşak başlı bir kadındı. Buna karşılık kaynanası
geçimsizliğiyle ünlü bir "acuze"ydi. Düğünden on gün sonra da ölüp gitmişti.
Cenaze töreninde Lütfi Baba'nm hüngür hüngür ağladığım gören Halil Rifat Paşa:
— Daha ne olacak, paşam? Bana henüz "of" bile dedirtmeden, hiç hayatımdan bezdirmeden öldü gitti.
NE HAVASI ÇALIYORLAR
Abdülhamid döneminde, Hazinenin sürekli olarak bütçe açığı vermesi üzerine, valilerden her hafta belirli
miktar vergi toplayıp göndermeleri istenmişti. Valiler de, kaymakamlardan para istediler. Kırkağaç
kaymakamı olan ünlü hiciv Şairi Eşref, para gönderilmesine ilişkin yazılara cevap bile vermedi.
İzmir valisi Kamil Paşa, ilçeleri denetlemeye çıktığında, Kırkağac'a da uğradı. İstasyonda kendisini
karşılayan Şair Eşrefe hiç yüz vermedi. Kasabaya girerlerken de:
— Ne para yolladın, ne de bir satir cevap... diye siteme başladı. Saray bu işi bu kadar önemserken senin
yapüğın işin bağışlanacak yanı var mı? dedi.
— Ne yapalım paşa hazretleri... dedi. Kasabamız yoksul. Halkta para yok ki gönderelim.
Tam o sırada önünden geçtikleri yıkıntı halindeki bir kulübeden şarkılar ve çalgı sesleri işitildi. Paşa, Eşrefe
dönerek:
— Eşref Bey, kasabamızın para verecek durumu yok diyorsun ama, bak, şu yıkık kulübedekiler bile işin
keyfinde. Yoksul kimseler böyle çalıp oynayıp eğlenirler mi? diye sordu. Şair Eşref cevap verdi:
— Onlar varlıklarından, keyiflerinden çalıp söylemiyorlar Paşam. Artık bıçak kemiğe dayandığı için kafayı
oynatma havası çalıyorlar!
ŞEFAAT İÇİN...
— Yüz yirmi dört bin Peygamber gelip gitmiş. Bunların şefaatlarma mazhar olabilmek için, her biri adına
bana birer akçe ver, demişti...
— Madem bu kadarını sayabildin, al sana herbir peygamber için, diyerek dervişe bir miktar akçe verdi ve
sonra sözlerine şunu da ekledi:
KİMİN HADDİNE...
Sultan Dördüncü Murad, sokaklarda kavga gürültünün ortadan kalkması için bir ferman çıkarmıştı. Buna
uymayanları en ağır cezalarla cezalandırıyordu. Bir gün kıyafetini değiştirdi. Üsküdar'a geçti. Karşıdan
gelen iriyan bir Yeniçeri'ye kasten ve hızla çarptı. Adamın öfkelenip kendisiyle kavga etmesini bekliyordu.
Ama dev yapılı yeniçeri, büyük bir saygı ile yana çekildi:
Padişah şaşırmıştı:
— Aman hünkarım, çıkarmış olduğunuz fermana uymamak kimin haddine? Buna uymayan kimse, olsa
olsa Dördüncü Murad olabilir, diye düşündüm.
NE MUTLU SANA
Nargileye tutkun bir imam, bu işin o kadar tiryakisi olmuştu ki, camideki görevini bile unutmuştu.
Namazdan çıkar çıkmaz hemen kahveye koşuyor, nargilesini içmeye başlıyordu.
Bir gün yine imam, namazı öylesine alelacele kıldırıyordu ki, cemaat rekatlarda kendisine yetişemiyordu.
Namazdan sonra herkes bitkin bir durumdaydı.
— Hoca efendi! Namazı o kadar hızlı kıldırdın ki, secdede ancak iki defa "sübhane rabbiyel ala"
diyebildim.... dedi.
— Dünyada ne ekersen, ahirette onu biçersin... dediğinde cemaat arasından saf bir adam çıkıp sordu:
KARACAAHMED
Sadrazam Fuad Paşa'ya, yetmişlik bir bektaşinin, onbeş yaşında bir kızla evlenmek istediğini söylemişler.
Fuad Paşa gülmüş:
TERAVİH
Bir zamanlar, İstanbul'da çok sert tutumlu bir Kadı varmış. Çarşıda pazarda gözünü kestirdiği kimselere
ilmihal sorulan sorar; bilmeyenlere, yanında gezen adamlarıyla iyi bir dayak vurdururmuş.
— Sekiz rekattır.
Böylece, bilemedikleri beş vakit namazın rekatları sayısınca, gençler sopa yemişler. Dayak sona erince, iki
gençten biri, diğerine "hemen buradan kaçalım" demiş. Öteki ise:
— Biz nasıl olsa beş vakit namazın rekatları sayısınca sopa yedik. Kaçmamız için bir sebep var mı? diye
itiraz edecek olmuş.
Arkadaşı atılmış:
— Olmaz olur mu? Kadı efendi, teravih namazını unuttu. Bir de onu hatırlasaydı vah bizim halimize!
Dayaktan canımız çıkardı....
DAYANAMAZSAM...
Uzun ve sıcak günlerde tutulan bir yaz ramazanında, Bektaşi'nin birine sormuşlar:
— Ben, sahurda "Dayanırsam tutarım, dayanamazsam yutarım" diye niyet edip ağzımı çalkalıyorum.
Bir Bektaşi babası, arkadaşlarıyla demleniyormuş. Bir iki kadeh yuvarladıktan sonra, elini içkiden çekmiş:
Arkadaşları:
— Baba erenler, demişler, sen içki meclisinden, bu kadar çabuk ayrılmazdın... Baba gülmüş:
— Yine de ayrılmazdım amma, yeni taşındığımız evin merdivenleri taştan!.. Düşüp te sakatlık çıkmasın
diye ayrılıyorum.
YÜRÜMEK FENA!..
Bektaşi fukarasından biri, fazlaca içmişti. Yürümekte hayli güçlük çekiyor, iki tarafina yalpa yapıp
duruyordu.
ŞAŞKINLIK
Bektaşi'ye bir gün camide namaz kılarken rastlamışlar. Namazdan sonra:
— Allah kabul etsin baba erenler... Sizi camide görünce pek şaşırdık... demişler.
Bektaşi, kızarak:
— Siz de ne şaşkın insanlarsınız... demiş. Ney liflerken görür, şaşırırsınız. Eğlence yerinde görür,
şaşırırsınız. Camide görür, şaşırırsınız...
Vaktiyle Merdivenköy Bektaşi tekkesi şeyhlerinden Mehmet Ali Baha'yı, yüksek rütbedeki devlet
adamlarını ve bazı vezirleri tekkesine davet ediyor diye, Padişah İkinci Abdülhamid'e jurnal ederler.
Padişah, Baba'yı huzuruna çağırtır ve sorar:
— Bazı vezirler de geliyormuş!. Doğru mu? Mehmet Ali Baba güler ve şöyle der:
— Doğru değil efendimiz!.. Çünkü onların vezirlikleri bizim kapının önüne kadardır. Devlet vüzerası
olarak dergaha gelirler, fakat eşikten içeri girince, hepsi de Bektaşi fukarası olurlar...
KANAAT EHLİYİZ!..
— Biz kanaat ehliyiz... İki şeyi birden yapmaya kudretimiz yetmiyor. Sade içmekle meşgulüz!.. karşılığını
vermiş.
— Sözdür.
— Niçin?
— Hayaldir.
— Niçin?
CAMİNİN BÜYÜKLÜĞÜ
Bektaşi Cafer, arkadaşı İranlı Meşhedî'nin yüksekten atmasından bıkmıştı. Meşhedî göğsünü gererek:
— Arkadaş... demişti. Bizim memlekette öyle bir cami var ki, görsen şaşırırsın. O kadar büyük... o kadar
büyük ki, bir kapısından girip yürümeye başlasan, öteki kapısına ancak 24 saatte varabilirsin.
— Ona cami değil, mescid derler dostum, bizim memlekette öyle bir cami var ki, Ramazan bayramında bir
kapısından girilir. Öteki kapısından ancak Kurban bayramında çıkılır...
KIRTASİYE
Babıali'de 35 yıl katiplik yapan Bektaşi dergahı müntesiplerinden Hulusi Efendi, nihayet emekli olur.
Ancak, emeklilik yıllarında da boş kalmaz. Okuma yazma bilenlerin az olduğu o dönemlerde, her konuda
mahalle halkının yanına koştuğu kişi olur. Kalem kağıttan (kırtasiyeden) artık iyice bıkkınlık gelir
kendisine.
Bir gün eşine, ölümünden sonra açmak üzere dolaba bir zarf koyduğunu söyler. Bir süre sonra da ölür.
Definden sonra hoca, ölenin karısına "Hulusi Efendinin vasiyeti var mıydı?" diye sorar. Kadın dolaptaki
zarfı hatırlar, çıkarıp hocaya uzatır. Bir sürü insan zarftan çıkan vasiyetin ne olduğunu beklerken, hoca,
açtığı zarftan çıkan kağıtta yazılı şu satırları okur:
"Bu satırların, mezar taşıma yazılmasını vasiyet ediyorum" diyen Hulusi Efendi'nin dileği aynen yerine
getirilir.
(Nasiye: Alın)
HEPSİ SIRTINDA
Bektaşi'nin biri, sonradan çok zengin olmuş bir çocukluk arkadaşıyla yolda karşılaşır. Adam, üstüste
giyinmiş, kuşanmış, kürkler içindedir.
Eski zamanlarda zalim birini Vali tayin etmişler. O da göreve başlar başlamaz memleketi soyup soğana
çevirmiş.
— Memlekete geldim geleli herşeyi yoluna koydum. Hattaneskiden sık sık ortaya çıkan veba hastalığı bile,
ben göreve başladıktan sonra, buralarda görülmez oldu, diyerek kendi kendini övmeye başlamış.
KÖYDEKİ BOLLUK
Şehre uzak köylerden birinde oturan bir Alevi, Ramazan ayında şehre gitmiş. Bakmış fırınlar,
lokantalar kapalı. Kimsenin bir şey yiyip içtiği yok. Aç susuz köyüne dönmüş. Komşularının;
-Şehirde ne var, ne yok diye, sormaları üzerine de;
-Şehirde herkes acından ölüyor, köydeki bolluğun kıymetini bilin, demiş.
SULU NAMAZ
Çorum da bir Alevi köyünün ismi, “Kanlı Osman” imiş. Köylüler bu isimden rahatsız
oldukları için, köylerinin ismini değiştirmek için mahkemeye başvurmuşlar. Uzun süren
duruşmalardan sonra da hâkim köylüleri haklı bulmuş, köyün ismini, “Şanlı Osman” olarak
değiştirmiş. Köylüler bu durumdan da memnun olmamış;
-Osman olduktan sonra, ha kanlı olmuş, ha şanlı, ne fark eder, demişler…
CIBLAH OSMAN
Bir tarihte Ăşık Veysel, Sivas’ta hastanede yatmaktadır. Ăşık Veysel’e, Osman adlı bir
hastabakıcı hizmet etmektedir. Ăşık Veysel, hastabakıcı Osman’ı çok sever, O’na bir de lakap
takar; “Çıblah Osman.” “ Çıblah Osman gel, Çıblah Osman git.” Ăşık Veysel’e, Çıblah
Osman’ın” ne anlama geldiğini sorarlar.
Ăşıkta;
-Ali’siz Osman, der.
CAMİYE SOKMAMIŞ
Köyün birinde devrimci gençler, dedeyle sohbete tutuşmuş. Dedelerin yüz yıllardır, halkı
sömürmesinden, dinin etkisinde bırakmasından ve benzer suçlamalarda bulunmuşlar. Halk
için bir şey yapmadıklarından dem vurmuşlar.
Dede dayanamayıp sonunda patlamış;
-Etmeyin çocuklar, gelmeyin fazla üstüme, hiçbir şey yapmadıysak, halkı bin yıldır camiye
sokmadık, demiş.
ORUCU KAÇIRMIŞ
MEYHANE
Bektaşi bir kente gitmiş, meyhane aramış bulamamış. Birine sorsa ayıp olacak. Sonunda bir
çözüm bulmuş, yanından geçen birine mescidin yerini sormuş,
Adam;
-Aha şu tarafta diye göstermiş.
Bektaşi;
-O taraftaki meyhane değil miydi? diye, anlamazdan gelmiş.
Adamda;
-Hâşâ, meyhane şu tarafta, falanca sokakta demiş.
Mahallenin yaramaz çocukları bir gün, Bektaşi’yi taşa tutmuş. Bektaşi çocuklardan kaçıp zor
kurtulmuş. Ama bu sefer de yukarıdan, ceviz büyüklüğünde dolu yağmaya başlamış. Bektaşi
dayanamayıp, ellerini yukarı kaldırmış;
Bektaşiye;
-Dünya neden düz değil de böyle inişli, çıkışlı, dağlık, tepelik diye sormuşlar?
Bektaşi de;
-Neden olacak, altı günde yaratılan ancak bu kadar olur, diye yanıtlamış. (Kuran, İncil gibi
kutsal kitaplarda, dünyanın, tanrı tarafından altı günde yaratıldığı yazılı.)
Bektaşi’ye;
-Koskoca Ramazan ayı geldi gidiyor da bir gün bile oruç tutmadın erenler, demişler.
Bektaşi;
-İmanım, Ramazan gider gelir de, bu can giderse, bir daha gelmez, demiş.
Bektaşi’ye;
-En zor ve en kolay olan nedir, diye sormuşlar?
Bektaşi de;
-Ne olacak, en kolay nasihat etmek, en zor olan kendini bilmek, demiş.
SİZ DE ATIN
Hoca camide içkinin kötülüklerini anlatıyormuş. Orada bulunan Bektaşi’nin canı sıkılmış,
kalkıp gideyim derken, koynundaki şarap şişesini yere düşürmüş, bozuntuya vermeden;
Bektaşi sık sık içermiş, yalpalayarak gezermiş. Bu durumu gören komşularından biri;
-Sen bu halinle sırat köprüsünü geçemezsin, demiş.
Bektaşi hazır cevap;
HOCANIN MELEKLERİ
Bektaşi camiye gitmiş, hocanın yanında saf tutmuş. Hoca rukide sağa, sola selam verirken;
Bektaşi, selamını almış. Hoca kızmış;
-Be hey melun! Ben selamı sana mı verdim, Allahın meleklerine verdim, deyince;
Bektaşi de;
-Kızma hoca, senin gibi hocanın, benim gibi meleği olur, demiş.
SAĞLAM KAZIK
Bektaşi, hoca ile arkadaş olmuş. Bir kente gitmek üzere, hoca atlı, Bektaşi eşekle yola
koyulmuş. Akşam olunca, konaklama yerine varılmış. Hoca atını Allaha emanet edip,
salıvermiş. Bektaşi ise eşeğini sağlam kazığa bağlayıp, Ali Baba’ya emanet etmiş.
Sabah kalktıklarında bakmışlar bir derede atı kurtlar parçalamış, eşeğe bir şey olmamış. Hoca
üzgün;
-Ben atımı sana emanet etmiştim, bu ne iş, Allahım demiş. Bektaşi hocanın sitemini duymuş;
-İyi de hocam, Allahın bin bir işi var. Bu yoğunlukta sana sıra gelmemiş. Ali Baba’nın işi ise
sadece bu demiş.
DOMUZUN SOFTASI
Bir Ramazan günü, köyün camisine bir domuzun dadandığını, Bektaşiye haber vermişler.
Bektaşi şaşırmış; “hayret” demiş, “softanın domuzluğunu görmüştüm de, domuzun softalığını
ilk kez görüyorum”, demiş.
YUKARIDAKİ İLE ARAMIZ AÇIK
Bektaşinin yolu bir köye düşmüş. Bakmış ortalıkta hiç erkek yok. Orada bulunan kadınlara,
bunun nedenini sormuş. Kadınlar da;
-Yağmur duasına gittiler. On beş gündür gidiyorlar, hala yağmurun yağdığı yok, demişler.
Bektaşi çayın kenarına inmiş, gömleğini yıkayıp, ağacın dalına asmış. Tam bu sırada gök
gürleyip, yağmur yağmaya başlamış. Kadınlar bu duruma şaşırmış. Bektaşi durumu kadınlara
açıklamış;
-Bu aralar yukarıdaki ile aramız açık da ondan, demiş.
NAMAZ
Bektaşi bir gün arkadaşını ziyarete gitmiş. Namaz vakti gelmiş, arkadaşı, Bektaşiye;
-Haydi namaz kılalım, demiş.
Namazı kılmışlar.
Namazdan sonra arkadaşı, Bektaşiye dönüp;
-Sen abdest almadan namaz kıldın galiba, demiş.
Bektaşi de;
-Uzatma, namaz kılalım dedin kıldım. Abdest al deseydin alırdım, diye yanıt vermiş.
PEŞİN NAMAZ
Hoca ile Bektaşi yola çıkmışlar, bir süre sonra hoca; “namaz vakti” deyip, başlamış namaz
kılmaya. Bektaşi beklemekten sıkılmış;
-Namazın neden bu kadar uzun sürdü, diye hocaya sormuş.
Hoca da;
-Kaza namazlarım vardı. Onları da kıldım, demiş.
Yola koyulmuşlar. Mola yerinde, bu kez Bektaşi başlamış namaza.
Bu kez de hoca sıkılmış;
-Erenler, senin namazın da uzun sürdü, demiş.
Bektaşi;
-Önümüzdeki haftanın da namazlarını kıldım, diye karşılık vermiş.
Hoca şaşırmış;
-Bu nasıl olur erenler, deyince;
Bektaşi gülmüş;
-Yukarıdaki, senin veresiyeni kabul ediyor da, benim peşinimi mi kabul etmeyecek, demiş.
ALLAHIN KELAMI
Bir mecliste, Kurandan söz açılır.
Allahın Kelamı meth edilir.
“Olağanüstü güzeldir” denir.
Bektaşi oturduğu köşeden söze katılır;
“Ama yazısı biraz karışıktır”, buyurur
Orada bulunanlar köpürür;
“Nereden biliyorsun” diye, sorulur?
Bektaşi sakince;
Alnımın yazısından” diye yakınır.
ALLAH'IN KEMALİ
Bir mecliste Kuranı Kerim'den söz açılmıştı .Kuran'ın eşsizliğinden ve olağanüstü bir eser
olduğundan bahsedilirken, odanın bir köşesinde kendi halinde çubuğunu içmekte olan bir
Bektaşi söze karışarak :
-Evet, Allah'ın kelamı cidden eşsizdir. Ama, yazısı biraz karışıktır!,...der.
Dinleyenlerden biri hayret ve biraz da hiddetle sorar :
-Karışık mıdır, nereden biliyorsun?
Bektaşi acınacak bir tavırla cevap verir :
-Alnımın yazısından!
BAYRAMDAN BAYRAMA
Bektaşiye sormuşlar :
-Rakı içer misin?
-Akşamdaaaan akşaaaama...
-Namaz kılar mısın?
-Bayramdan bayrama, bayramdan bayrama...
BEKLİYORUM
Canlardan birine, Ramazanda sormuşlar :
-Erenler kaç tane oruç tuttun?
-Henüz nasip olmadı.Tuzak kurdum bekliyorum.
BEKTAŞİ BU YA...
Müthiş bir fırtına patlamıştı.Yolcuların hepsi perişan durumdaydı.Bunların arasında bir de
Bektaşi vardı.
Baktılar, Bektaşi, Allah'a yalvarıp yakarmaya başlamıştı :
-Adını bilmediğim bir evliyaya bir koç adıyorum.Yeter ki fırtına dinsin...
Bektaşi'nin yakarması kaptanın tuhafına gitmişti :
-Hayret! Hiç adını bildiğin bir evliya yok mu?
-Yok olur mu, elbette var! diye cevap verdi Bektaşi.Var da, hepsini birer kez aldattım...
BEKTAŞİ VE SOFU
Koyu sofu bir adamcağızla Bektaşi, bir başka kente gitmek üzere bir kervana katıldılar. Sofu,
ikindi üzeri namaz kılacağını söyledi. Bektaşi :
-Geç kalırsan kervanı kaçırırsın ; onun için sünneti bırak da yalnız farzı kılıver, diye öğüt
verdi.
Bektaşi'nin sözüne uydu adam. O gece bir yerde konakladılar. Ertesi sabah sofu, Bektaşi'ye
sitem etti.
-Dün bana sünneti kıldırmadın, gece rüyama Peygamber Efendimiz girdi.
Bektaşi adamın sözünü ağzına tıkadı :
-Daha ne istiyorsun! Farzı da bırak rüyana bu kez Tanrı girsin!
BİRBİRİNE KARIŞTIRDIN
Bektaşi'nin bir uyuz eşeği ile besili bir ineği varmış...İnekten süt sağıp satıyor, kazandığı
paranın yarısıyla uyuz eşeğe arpa alıyormuş.Eşek bir işe yaramıyormuş.Bir gün dayanamayıp
dua etmiş :
-Ey yüce Allahım, beni şu eşekten kurtar!
Ertesi sabah ahırın kapısını açmış ki ne görsün?İnek ölmüş eşek kalmış...
Bektaşi o hırsla sokağa fırlayıp milleti başına toplamış :
-Ey ahali şu yerde yatan nedir?
-İnektir!
-Ya şu ayakta duran uyuz?
-Eşektir!
Bektaşi açmış ellerini yukarıya :
-Ey ulu Allahım, sana kırk yılda bir ricada bulunduk, onda da eşekle, ineği birbirine
karıştırdın!
BİR GÜN FAZLA TUTMUŞ
Adama sormuşlar :
-Kaç gün oruç tuttun?
-Hastalığım nedeniyle, ancak bir gün tutabildim!
Aynı soruyu, orada bulunan Bektaşiye sorunca, hiç istifini bozmadan yanıt vermiş :
-Bu arkadaş benden bir gün fazla tutmuş!
BİTSİN BU DAVA
Bektaşi'nin birine konuk gelecekmiş. Bektasi konuğu nasıl ağırlar..Elde yok, ayakta yok..
Mahçup olmak da istemiyor...Komşusu Yahudi'nin bir sürü keçisi varmış...Onlardan birini
çaktırmadan alıp kesiyor...Ama çaktırmadığını sanan kendisi...Yahudi, ağacın arkasından
gözlermiş durumu...Diyor ki kendi kendine, "Kadıya gitsem.. Kadı Müslüman, o Müslüman,
ben Yahudi.. Davayı kazanamam. Hadi kazandim, Bektaşi'nin nesi var ki, ondan alıp bana
versin...Biz artık Allah'ın huzurunda hesaplaşırız...Yillar geçiyor.Yahudi, Allah'ın huzurunda
davacı oluyor, Bektaşi'den... Mahkeme kuruluyor..
Allah :
-Sen Yahudi kulumun keçisini kesmişsin, diyor Bektasi'ye...
-Kesmedim, diyor Bektaşi...
-Ben gözlerimle gördum diyor, Yahudi..
-Allahim, diyor Bektaşi... Bir mahkemede bir adam hem şahit, hem davacı olamaz.
-Haklısın ama, diyor, Allah Ben her şeyi görürüm. Ben de gördüm, kestiğini...
-Allahım, diyor Bektaşi...Aynı mahkemede, hem şahit, hem hakim olunmaz...
-Gene haklısın, diyor Allah... O zaman getirin keçiyi ona soralım...
-Ne!... diyor Bektaşi... Keçi burada mı?...Ver onu o zaman bu Yahudi'ye...Bitsin bu dava..
DAMIZLIK BEKTAŞİ
İkinci Mahmut, Yeniçeri ocağını kaldırdıktan sonra, Alevi-Bektaşi kesimi üzerinde terör
estirmiş, kimilerini öldürmüş, kimilerini ise sürdürmüştü.İstanbul'da hiçbir Bektaşi ortaya
çıkamaz olmuştu.Padişah bir gün Bahçekapı'dan geçerken korkmadan, göğsünü gere gere
dolaşan bir Bektaşi babası görküş.Adamın rahat tavırları padişahı etkilemiş.Çağırtılmasını
buyurmuş.Baba gelince şöyle demiş :
-Sizinkilerin tümü bir kıyıya kaçtı, gizlendi.Sen burada yalnız başına ne dolaşıyorsun?
Baba çekinmeden yanıtlamış :
-Sultanım, onlar gitti, beni damızlık bıraktılar!
DOMUZUN SOFTASI
Bir Ramazan günü köyün mescidine bir yaban domuzu dadandığını haber vermişler.
Bektaşi hayret içinde sakalını sıvazlayarak :
-Garip şey...Softanın domuzunu çok görmüştüm, ama domuzun softasını ilk defa işitiyorum,
demiş.
DÜNYAYA GÖMLEK YIKAMAYA MI GELDİK?
Şeker bayramında herkes yeni ve temiz elbiselerini giyip, birbirleriyle bayramlaştıkları gün,
bir fakir Bektaşi dedesi, üstü başı pis halde Beyazid Cami'nin önünden geçerken, bembeyaz
sarığı, tertemiz cübbe ve latası ile bir hoca karşısına çıkıp :
-Be adam, mübarek bayram günü bu pis gömlekle dolaşılır mı?Gömleğini yıka! deyince
Bektaşi aldırmayarak :
-Be hocam, yıkayayım ama kirlenir, demiş.
Hoca :
-Yine yıka, demiş.
Bektaşi :
-Yine de kirlenir, diye diretmiş.
Hoca inatla :
-Yine yıka, deyince Bektaşi'nin tepesi atmış ve şu cevabı vermiş :
-Behey imanım.Biz bu dünyaya gömlek yıkamaya mı geldik? demiş.
EŞEKLİĞİNDEN
Dostlarının baskılarıına dayanamayan Baba Erenler, camiye gitmiş, hocanın vaazını
dinliyordu.Hoca, içkinin kötülüğünü anlatmak için aklına ne geliyorsa söylüyordu.Bir ara
şöyle dedi :
-Bir eşeğin önüne, bir kova su ile bir kova şarap koysanız, hangisin içer?Elbette ki su
içer.Peki eşek niçin şarabı içmez?
Bektaşi dayanamayıp seslendi :
-Neden olacak, eşekliğinden...
HAK
Nasıl ayin yaptıklarını soran bir Bektaşi'ye Mevlevi :
-Hak, deyip döneriz!, demiş.
Bektaşi su cevabı vermiş :
-Yok azizim, biz Hak denilince dururuz!
HARAM
Bektaşinin birini ramazanda içki içtiği için yakapaca kadıya götürürler.Çakırkeyif Bektaşi'yi
görür görmez kadı :
-Behey kafir!Bu yaşta hala içiyorsun bu zıkkımı.Utanmıyor musun? Bilmiyor musun haram
olduğunu?, der.
-Sırtınızdaki ipek kaftan da haramdır, diye karşılık verir Bektaşi.
Kadı :
-Bunun içine pamuk katarlar.
Bektaşi :
-Dünyada doğru adam mı kaldı, şaraba da yarı yarıya su katıyorlar...
İŞİMİZ İŞ
Hocanın biri Ramazanda ;
-Ey ümmeti Muhammed!Şarap içmek kesinlikle haramdır.Sakın içmeyiniz!İçenlerin
boyunlarına yarın ahirette, içtikleri şarap şişeleri asılarak, mahşer halkına haftalarca teşhir
edileceklerdir, diye vaaz veriyormuş.
Dinleyenlerin arasında bulunan Bektaşi sormuş :
-Hoca efendi!Şişeler dolu mu asılacak, boş mu?
Hoca "Boş" dese, cezanın hafifleyeceğini düşünerek :
-Hayır! Hiç boş olur mu? Dolu olacak, demiş.
Bektaşi, gülerek şöyle bağırmış :
-Desene hocam!Cennette de ya hey!
İYİ DEĞİLİM!
Bektaşi'ye sormuşlar :
-Nasılsın?
-Şükür edecek kadar iyi değilim! demiş...
İYİ RÜYALAR
Mevlevi, Bektaşi ve Softa yemekten sonra ikram edilen bir tepsi baklava için rüyaya
yatarlar.En hayırlı düşü gören baklavayı alacak. Öneri kabul edilir. Yatar, uyurlar. Sabah
olunca Sofu :
-Ne düş gördünüz anlatın bakalım?, der.
Mevlevi sikkesini başına geçirerek :
-Hayırdır inşallah göklere çıktım, der.
Hoca da :
-Ben ise düşümde cennete gittim, der.
Bektaşi :
-Erenler, ben de gece birinizin göklere uçtuğunu, diğerinizin de cennette gezdiğini görünce,
artık bunlar fani dünyaya dönmezler diyerek kalkıp baklavayı temizledim!, der.
KABAHAT SENDE DEĞİL!
Bir köyde yağmur duasına çıkarlar.Bektaşi de istemeye istemeye bunlara uyar, cemaatin
arkası sıra giderken, eline geçirdiği bir ağaç dalını, kendi tarlasının bir köşesine saplayarak,
başını yukarı kaldırıp, söylenir :
-Bizim tarla da işte burası...
Rastlantı bu ya, yağmur duası yapılır yapılmaz, bulutlar kendini gösterir.
Kara bir bulutun kendi tarlası üzerine gittiğini gören Bektaşi sevinçle koşar.Bir de ne görsün,
ceviz büyüklüğünde dolu, bütün ürünü berbat etmemiş mi?O vakit başını yukarı kaldırır;
şöyle söyler ;
-Kabahat sende değil, sana tarlayı gösteren pezevenkte!...
KENDİNDE OLMAYANI
Bektaşi, camide namazdan sonra dua etmiş :
-Ey ulu Tanrım, bana bir rakı parası ver!
Yanında namazını bitiren softa da, ellerini kaldırmış :
-Rabbim, bana iman ver!
İki duayı da işiten hoca, Bektaşiye :
-Bak, herkes ne isitiyor Tanrı'dan, sen rakı parası. Utanmıyor musun?, demiş.
Bektaşi usulca :
-Ne yapalım hoca efendi, herkes kendisinde olmayanı ister, demiş.
NASIL BECERDİN
Bektaşi, evinde misafir olduğu için, karpuzcuya uğramış :
-İyi karpuzun var mı?
-Kurabiye gibi baba, güven bana!
-Peki öyleyse iyi bir tane ver bakalım.
Karpuzcu birini seçip vermiş.Baba erenler, almış ve eve gitmiş.
Bektaşi, yemekten sonra, konuklarının önünde karpuza gururla bıçağı vurmuş.Fakat o ne?İlk
bıçak darbesinden sonra etrafı koku salmış.Karpuz ikiye ayrılınca, foş diye çürüyen içi
masaya yayılmış.Tabii her taraf berbat, Bektaşi ise mahçup olmuş.
Baba, sabahı zor etmiş ve soluğu karpuzcuda almış :
-Erenler, seni tebrik ederim?
Karpuzcu şaşırmış :
-Hayrola baba, beni niye tebrik ediyorsun?
Bektaşi :
-Ulan kesmeden, delmeden o karpuzun içine nasıl sıçtın, doğrusu şaşıp kaldım.Seni onun için
tebrik ediyorum.
NE DÜŞÜNÜYORMUŞ?
Bir Bektaşi, merkebine odun yükleyip şehre gelirken karşıdan tüccar kılıklı iki adam peyda
olarak :
-Şu zındıkla alay edelim, diye Bektaşiye yanaşıp selam verince Bektaşi de durur, merkebi de.
Tüccarlar işaretle :
-Bu eşeğin ne düşünüyor?
-Odun tasımaktan yorgun düştü de, artık kasabada ticaret etmeyi düsünüyor!
PEŞİN NAMAZ
Bektaşi ile bir hoca birlikte yola çıkmışlar, bir süre sonra hoca :
-Namaz saati! demiş, başlamış kılmaya...
Rekat üstüne rekat, selam üstüne selam...
Bektaşinin beklemekten canı sıkılmış, hoca namazı bitirince sormuş :
-Yahu bu ne uzun namaz böyle?
-Kazaya kalmış namazlarım vardı, onları eda eyledim!
Bektaşi :
-Eh ben de bir namaz kılayım! demiş ve başlamış namaza...
Ama ne namaz, bitmiyor, sonunda hoca dayanamamış :
-Erenler, senin namaz da uzun sürdü!
-Önümüzdeki haftanın namazını kıldım!
Hoca şaşırmış :
-Yahu olur mu böyle şey?
Bektaşi gülmüş :
-Yukarıdaki senin veresiyeni kabul ediyor da, benim peşinimi niye kabul etmesin?
RAKI
-Rakı helal midir, haram mı? diye sorulunca, Bektaşi şöyle yanıt vermiş :
-Ağıza göre değişir!
SON NEFESİNİ
Bektaşiye sormuşlar :
-Babaerenler, hangi nefesi seversin?
-Sigaranın ilk nefesiyle, kaynanamın son nefesini, demiş....
ŞEYTANA UYMUŞ
Canlardan biri, mahkeme reisliği yapıyordu.Bir gün, genç bir kıza tecavüz suçlamasıyla, orta
yaşlı birini mahkemeye getirdiler.
Hakim Bektaşi sordu :
-Ne diye bu haltı işledin?
Adam yanıt verdi :
-Benim kabahatim yok.Şeytana uydum!Kafama girdi ve o işi yapmama sebep oldu.
Bektaşi yargıç, biraz düşündükten sonra şöyle dedi :
-Behey açıkgöz!Hazret-i Adem'e secde etmemek için, cennetten kovulmayı göze alan şeytanın
işi yok da, sana pezevenklik mi yapacak?
ŞİŞEYİ ATTIM
Hoca, camide içkinin kötülüğünden bahsediyormuş.Cemaat arasında bulunan Bektaşinin fena
halde canı sıkılmış.Gitmek üzere kalkayım derken, koynundaki şarap şişesi kayıp yere
düşmüş.Baba hiç istifini bozmadan şöyle konuşmuş :
-Kör olasıcayı işte kaldırıp attım.Sizde varsa, tam zamanı, siz de atın!
UĞURSUZLUK
Avcı Sultan Mehmet bir gün adamlarıyla beraber akşama kadar bir keklik bile vuramaz.
Bunun sebebini de, sabahleyin gördüğü bir dervişin uğursuzluğuna bağlar.Solaklara
seslenir.Saraydan cıkarken, şu şu tipte, sivri külahlı, sırtı kambur birinin önünden geçtiğini ve
hemen bu adamı bulmaları emrini verir. Tarife göre Bektaşi babalarından ayyaş Hamza
Babayı yaka paça huzura getirirler.
Sultan :
-Bre uğursuz, nabekar!... Bugün sabahleyin karşıma çıktın. Bu yüzden akşama kadar bir ava
rastlayamadım. Bu ne uğursuzluktur.Vurun kellesini...
Bektaşi bakar ki kelle elden gidiyor. Son bir dileğini açıklamak için söz alır :
-A devletlum siz beni gördünüz bir keklik vuramadınız. Ama insaf ediniz, benim de bugün ilk
gördüğüm sizdiniz ve kellemi kaybediyorum.Söyleyin, uğursuzluk hangimizde!...
ÜZÜM SUYU
Sultan Abdülmecid bir gün Boğaziçi'nde büyük bir bağın tam ortasındaki köşkünde oturan bir
Bektaşi babasını ziyarete gitmiş. Bektaşi, o gün komşu bağdaki bir arkadasını ziyarete
gitmiş.O dönünceye kadar padişah bağın hertarafını dolaşmış. Bektaşi dönünce karşılıklı
konusmaya baslamislar.
-Erenler bağın maşallah çok büyük.Üzümünü ne yapıyorsun?
-Müritlerle ve canlarla birlikte yeriz Sultanım.
-Buradaki üzüm yemekle biter mi?
-Yemediğimizi de sıkıp fıçılara basar, suyunu içeriz.
-Peki ama, sıkılmış üzüm şarap olmaz mı?
-Vallahi Sultanım, biz üzümü sıkıp fıçılara basarız. Allah ne isterse o olur. Üst tarafina
karışmak haddimize mi?
VIZIR VIZIR
Softalar, Bektaşi'ye, Tanrı'nin büyüklüğünü öğretmeye calışıp duruyorlar.Anlatıp, anlatıp,
sonunda da diyorlar ki :
-Tanri isterse iğne deliğinden deve bile geçirir!
Bektaşi :
-Elbette, diyor.
-Nasıl elbette?, diyor softalar. Bektaşi çözüyor düğümü :
-Tabii ya! Onun yapamayacağı şey mi var? Canı ister, iğne deliğini büyütür veya canı ister,
develeri küçültür, vızır vızır geçirir.