Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 49

Sin o p Ün ive rsite si Uzaktan E ğit im D e rsle ri

TD-101
TÜRK DİLİ-1

Öğretim Görevlisi, Mehmet Özgür Duru

Rektörlük / Türk Dili Bölüm Başkanlığı


Neler Öğreneceğiz?

3.ÜNİTE

▪ Dillerin doğuş teorileri nelerdir?


▪ Dünya dilleri nelerdir?
▪ En eski diller nelerdir?
▪ En çok konuşulan diller hangileridir?

1
YER YÜZÜNDEKİ DİLLER

Bugün dünyada yaşayan altı milyar insanın hiçbiri diğerine benzemediği, aynı
olmadığı gibi yeryüzünde konuşulan diller de birbirlerinden farklıdır. Fakat, konuya
bir başka açıdan bakarsak, altı milyar insanın hepsinin de aynı olduğunu görürüz.
Hepsinde de iki göz vardır, görmeyi sağlar. Hepsinin iki kulağı bulunur, duymalarını
sağlar. Dil ile tat alır hepsi de. Renkleri farklı da olsa işlevleri ve yapıları aynı olan
derileri vardır. Bu bakımdan, bütün insanlar aynıdır. Diller de böyledir. İlk bakışta
farklılıkları gözükse ve birbirlerine benzemeseler bile, temel olarak bütün diller
aynıdır. Doğada var olan nesneler (ağaç, güneş, su, hayvan vs.) her toplum için
vardır. O yüzden bunlara bir isim verilir ve her dilin dilbilgisi kitaplarında bir İSİM
bölümü bulunur. Hayatlarının içinde çeşitli eylemler vardır (koş-, otur-, düş-, sev-
vs.). Bu yüzden de gramerlerinde FİİL bölümü bulunur.

2
Fiiller gerçekleşirken belirli bir zaman içinde cereyan ettiklerinden (koş-tu, koş-
uyor, koş-acağım, gibi), bu zamanları ifade eden gramer şekilleri görülür dillerde.
Fillerde zaman çekimini Türkçede sona gelen eklerle yaparız (yaz- : yaz-ıyor),
Arapçada ise “büküm” denilen yöntemle çekimleriz (KTB : yeKTuBu). Ama, sonuçta
hepsinde de “zaman çekimi” denilen bir kategori bulunur ve fiiller ‘geçmiş zaman’
ile,’gelecek zaman’ ile vs. çekimlenir. Dilciler, diller arasındaki farklılıkları inceler ve
her dilin kendine özgü özelliklerini belirlerler. Bu farklılıklara dayanarak da,
yeryüzündeki dillerin sayısını bulmaya çalışırlar. Ancak, özellikle yazılı bir dil haline
gelmemiş konuşma dillerinin henüz yeterince incelenememiş olması ve lehçelerin
durumlarının aydınlatılamamasından dolayı, bu sayıyı belirlemek oldukça güçtür.

3
Genellikle dilbilimciler, dillerin sayısını belirtmenin çok zor olduğunu söylerler. 2.
Dünya Savaşından önce yapılan iki sayıma göre (lehçeler bir yana bırakılırsa),
dünyada yaşamış veya yaşayan dillerin sayısının 2796 olduğu belirtilmiştir.
Britannica Ansiklopedisi (1964 basımı, 13., 701) bu sayıyı 2500-5000, Americana
Ansiklopedisi (16., 724) 3000-4000 olarak göstermektedir. Bugün kimi yazarlar bu
sayıyı 5000 olarak kabul etmektedir.

4
Dünya dilleri

UNESCO’nun tahminlerine göre dünya üzerinde toplam 6 binin üzerinde dil


bulunmaktadır. Bu dillerden bazıları küçük coğrafyalar içerisinde konuşulurken
bazı diller de dünyada geniş coğrafyalarda konuşulmaktadır. Geniş coğrafyalarda
kullanılan diller çoğu bireyin ortak iletişim kurmasını sağlamaktadır.

Geniş coğrafyalarda kullanılan dillerin yanında dünyada var olan dillerin %40’da
yok olma tehlikesi altındadır. Dünyada her iki haftada bir dil yok olmaktadır. Bir
dilin yok olması demek sadece o dilin ortadan kalkması demek değil entelektüel
ve kültürel ortamının da ortadan kalkması demektir.

5
Dil, bireylerin anlaşmasını sağlayan doğal bir araç olarak tanımlanır. Kendisine
özgü kuralları bulunur. Bu kurallar içerisinde gelişen bir canlı varlık olarak
tanımlanır. Dünya üzerinde binlerce dil bulunmaktadır. Dünyada en çok konuşulan
diller bulunur. En çok konuşulan diller geniş coğrafyalar üzerinde konuşulmaktadır.

UNESCO’nun elde ettiği verilere göre dünyada en çok konuşulan dil Çince olarak
belirtilmiştir. Dünya’da 1,3 milyar insan Çince konuşmaktadır. En çok konuşulan dil
olmasını sağlayan temel unsur Çin Halk Cumhuriyeti’nin nüfusu olarak belirtilir.
Ardından İngilizce gelmektedir. İngilizce dünyada bir milyar kişi tarafından
kullanılmaktadır.

6
https://www.isa-sari.com/dunyanin-en-eski-dili-hangisidir

Dillerle ilgili sıradan bir sohbet esnasında yöneltilecek muhtemel sorulardan biri
de, hiç şüphesiz, dünyanın en eski dilinin hangisi olduğuyla ilgili olacaktır. Dillerin
eskiliği ve çeşitliliği gerçekten de merak uyandırıcı ve ilgili çekici bir konu. Ancak
başlıktaki gibi basit bir soruyu cevaplamak, sanıldığının aksine o kadar kolay değil.
Bu soruyu "doğru" bir şekilde cevaplamak için öncelikle sorunun doğru, diğer bir
ifadeyle daha ayrıntılı bir şekilde sorulması gerekli: "Günümüzde hâlâ konuşulan
en eski dil hangisidir?",

7
"En eski yazılı kaynaklar hangi dile aittir." veya "Belgelenen en eski dil hangisidir?"
gibi. Konuşma ve yazma, dilin birbirinden farklı iki görünümünü oluşturduğu için,
bu hususta yöneltilen sorularda da hangi görünümün odağa alındığına dikkat
edilmelidir.

Yazı söz konusu olduğunda, en eski dilin hangisi olduğuyla ilgili soruları
cevaplamak daha kolay. Zira yazı demek, somut materyal demektir. Dolayısıyla
yorum ve değerlendirmeler "elle tutulur, gözle görülür" bir malzeme üzerinden
yapılabilir. Ancak konuşma söz konusu olduğu anda, farazîlik boyutu devreye
giriyor, çünkü yeryüzünde konuşulan en eski dili belirlemek, en azından
günümüzün teknolojisiyle veya elimize ulaşan belgelerle, mümkün değil gibi
görünüyor.

8
En eski yazılı dillerin, diğer bir ifadeyle belgeleri günümüze ulaşan dillerin (her ne
kadar bugün 'ölü dil' statüsünde olsalar da) MÖ 3200'lere tarihlendirilen Sümerce
ve Eski Mısır dili olduğu bilinen bir gerçek.

Dolayısıyla yazılı biçim ve belgelenme açısından en eski dillerin Sümerce ve Eski


Mısır dili olduğunu savunmak mümkün. Benzer olarak, "Bugün hâlâ konuşulan en
eski diller hangileridir?" şeklinde sorulacak olursa, doğal olarak "Sümerce veya
Eski Mısır dili" cevabı devre dışı kalıyor ve devreye Çince, Grekçe, Tamilce gibi
diller giriyor. Peki günümüzde yazısı olmayan, yani herhangi bir yazı sistemi (daha
dar olarak alfabe) ile gösterilmeyen, pek bilinmeyen bir kabile dili dünyanın en
eski dili ise? Bunu bilmenin imkânı yok gibi görünüyor.

9
Bugün "en eski dil" olarak bilinen Sümercenin konuşulup yazıldığı dönemde
sadece Sümerce mi vardı? Elbette hayır! Muhakkak dünyanın çok farklı
bölgelerinde çeşitli diller konuşuluyor ve belki de yazılıyordu (tabii bu 'yazılma'lar
günümüze ulaşmış değil). Ancak biz bunlardan sadece Sümerceyi biliyoruz, çünkü
o dönemden günümüze ulaşan kayıtlar sadece Sümerceyle (ve kısmen de Eski
Mısırcayla) ilgili. Bugün, belki yeni bir keşifle, Sümerceden daha "eski" bir dil
ortaya çıkarılabilir.

Böylece Sümerce, en eski yazılı belgelere sahip dil olma niteliğini kaybedebilir.
Zira, farklı ama bir yönüyle benzer durum zamanında Türkçe için de yaşanmıştı.
Orhon Yazıtları bulunana dek Türkçe yazılmış en eski eser Kutadgu Bilig idi. Ancak
Orhon Yazıtlarının keşfiyle ve bu yazıların Türkçe olduğu anlaşıldıktan sonra,
"Türkçenin tarihi" bir anda yüzlerce yıl geriye gitmiş oldu. Ancak bu durum şu an
için geçerli. Her an Orhon Yazıtlarından daha eski, hacimli Türkçe metin ve
belgelere ulaşılabilir.

10
YER YÜZÜNDEKİ DİLLER

Bugün dünyada yaşayan altı milyar insanın hiçbiri diğerine benzemediği, aynı
olmadığı gibi yeryüzünde konuşulan diller de birbirlerinden farklıdır. Fakat, konuya
bir başka açıdan bakarsak, altı milyar insanın hepsinin de aynı olduğunu görürüz.
Hepsinde de iki göz vardır, görmeyi sağlar. Hepsinin iki kulağı bulunur, duymalarını
sağlar. Dil ile tat alır hepsi de.

Renkleri farklı da olsa işlevleri ve yapıları aynı olan derileri vardır. Bu bakımdan,
bütün insanlar aynıdır. Diller de böyledir. İlk bakışta farklılıkları gözükse ve
birbirlerine benzemeseler bile, temel olarak bütün diller aynıdır.

Doğada var olan nesneler (ağaç, güneş, su, hayvan vs.) her toplum için vardır. O
yüzden bunlara bir isim verilir ve her dilin dilbilgisi kitaplarında bir İSİM bölümü
bulunur. Hayatlarının içinde çeşitli eylemler vardır (koş-, otur-, düş-, sev- vs.). Bu
yüzden de gramerlerinde FİİL bölümü bulunur.

11
Fiiller gerçekleşirken belirli bir zaman içinde cereyan ettiklerinden (koş-tu, koş-
uyor, koş-acağım, gibi), bu zamanları ifade eden gramer şekilleri görülür dillerde.
Fillerde zaman çekimini Türkçede sona gelen eklerle yaparız (yaz- : yaz-ıyor),
Arapçada ise “büküm” denilen yöntemle çekimleriz (KTB : yeKTuBu). Ama, sonuçta
hepsinde de “zaman çekimi” denilen bir kategori bulunur ve fiiller ‘geçmiş zaman’
ile,’gelecek zaman’ ile vs. çekimlenir.

Dilciler, diller arasındaki farklılıkları inceler ve her dilin kendine özgü özelliklerini
belirlerler. Bu farklılıklara dayanarak da, yeryüzündeki dillerin sayısını bulmaya
çalışırlar. Ancak, özellikle yazılı bir dil haline gelmemiş konuşma dillerinin henüz
yeterince incelenememiş olması ve lehçelerin durumlarının
aydınlatılamamasından dolayı, bu sayıyı belirlemek oldukça güçtür.

12
Genellikle dilbilimciler, dillerin sayısını belirtmenin çok zor olduğunu söylerler. 2.
Dünya Savaşından önce yapılan iki sayıma göre (lehçeler bir yana bırakılırsa),
dünyada yaşamış veya yaşayan dillerin sayısının 2796 olduğu belirtilmiştir.

Britannica Ansiklopedisi (1964 basımı, 13., 701) bu sayıyı 2500-5000, Americana


Ansiklopedisi (16., 724) 3000-4000 olarak göstermektedir. Bugün kimi yazarlar bu
sayıyı 5000 olarak kabul etmektedir.

13
Diller Nasıl Doğmuş Olabilir?

Dilin ve konuşmanın nasıl doğmuş olabileceği hususu da dilbilimcilerin üzerinde


durdukları konulardan biridir. Bu konuda, birbirinden farklı kimi varsayımlar ortaya
atılmıştır. Bütün dünyadaki dillerin tek bir kaynaktan çıkmış olabileceğini öne
süren varsayım olsa da, bunu benimsemeyen dilbilimciler de vardır.

İnsanlığın en eski yazılı belgelerinin günümüzden 5200 yıl öncesine (İ.Ö.3200) ait
Sümerce metinler olduğu kabul edilir ve ilk insanın da bundan bir milyon yıl kadar
önce yaşamaya başladığı düşünülürse[1], aradaki muazzam zaman farkı görülür.Bir
milyon yıllık bir insanlık tarihinde yalnızca son 5200 yıl için yazılı bilgiye sahip olan
bilim adamlarının, insan dilinin doğuşu konusunu dilbilim yöntemleri ile
açıklayamayacakları anlaşılır.
Bu konunun çözümüne, insanbilim ve ruhbilim çalışmalarının da ışık tutabileceği
düşünülmelidir.

14
Bu konuda çözüme ulaşmak ne kadar zor olursa olsun, bazı dilbilimcilerin dilin
doğuşu ile ilgili varsayımları olmuştur. Bazı dilbilimcilere göre, dil, insanın doğadaki
sesleri taklidinden doğmuştur. Türkçedeki “tınla-“ fiili Latincede
“tintinnare/tintinnere”, Arapçada ise “tanîn” şeklindedir. Kedi için Türkçede
kullanılan “miyavla-“ fiilinin Fransızcada “miauler”, Almancada “miauen” olduğu
göz önünde bulundurulursa, konunun bütün dillerde görülen ortak bir eğilimin,
özelliğin belirtisi olduğu görülür. Ancak, ‘yansıma sözler’in, dillerin söz varlığının
ancak çok küçük bir bölümünü oluşturduğunu düşündüğümüzde, bu varsayımın
inandırıcılığı azalır.

15
Bunun yanında, dilin doğuşunu, insanların çeşitli olaylar karşısında gösterdikleri
beden ve ruh tepkisiyle çıkardıkları ‘ünlemler’e bağlayanlar da vardır (ofla-, inle-,
gibi). Kimi bilim adamları ise, dilin doğuşu için, ortaklaşa çalışmalar ve birlikte iş
görmeler sırasında çıkarılan ritmik seslerin temel oluşturduğu varsayımını ileri
sürmektedirler

16
Dilbilimle, dil konusuyla ilgili olalım olmayalım, hemen hepimiz zaman zaman
kendi kendimize “Acaba dil nasıl doğmuştur, dünyada en eski dil hangisidir?” diye
sormuşuzdur. Çok eskiden beri, pek çok kimsenin zihnini kurcalayan ve günümüze
gelinceye kadar birçok araştırıcının üzerinde çaba harcadığı dilin doğuşu
sorununun değişik yönleri, aydınlatılması gereken noktalan vardır:

1.Acaba konuşan ilk insan ne zaman yaşamıştır; insan dilinin tarihi nereye kadar
götürülebilir? 2.İlk konuşmalar ne biçimde gerçekleşmiş, anlaşma nasıl bir dille
sağlanmıştır? 3.Diller tek bir kaynaktan mı, yoksa başka başka kaynaklardan mı
türemiştir?

17
Birbirleriyle yakından ilgili bu sorunların, bugün de kesinlikle aydınlatılabildiğini
söyleyecek durumda değiliz. Ancak bugüne değin birtakım ilerlemeler olmuş, ilgi
çekici yargılara varılmış, varsayımlar ileri sürülmüştür. Biz, bütün bunların
aydınlatabildikleri noktaları, kabul edilebilecek yönlerini belirteceğiz

18
Şurasını özellikle belli etmek gereklidir ki, konumuzun kesinlikle açıklığa
kavuşmasını güçleştiren, hatta bunu zaman zaman olanak dışı bir duruma getiren
gerçeklerden biri, elimizdeki en eski yazılı belgelerin, çok yeni bir evreye ait
olması, insanlık tarihinin ancak çok yakın bir evresini aydınlatabilecek durumda
bulunmasıdır, örneğin en eski belgeler sayılan, Sümercenin yazılı metinleri,
bundan ancak 5500 yıl öncesine kadar uzanmakta, Türkçenin en eski ürünleri –bir
çok dilden daha eski olmalarına karşın– ancak M.S. VII.-VIII. yüzyıla kadar
gitmektedir. Halbuki yapılan en son araştırmalar, ilk insanların bundan 1 milyon yıl
kadar önce yaşadıklarını ortaya koymaktadır.

19
Burada belirtilmesi gereken bir konu dilin doğuşu sorununun insanbilim ve
ruhbilim alanındaki araştırmaların sonuçlarından yararlanmakta olduğu, daha çok
bu bilim dallarının yardımıyla aydınlatılabileceğidir. Dilbilim uzmanlarının,
karşılaşılan güçlükler yüzünden, uzun yıllardan beri ilgilenmemeye başladıkları, bir
yana bıraktıkları dilin doğuşu sorunu, son yıllarda insanbilim ve ruhbilimin
verilerinden faydalanılarak yeniden ele alınmaktadır. Bu arala, çocuk dili
üzerindeki araştırmalar da dilin doğuşunu aydınlatmaya yarayacak ipuçları
vermektedir. Bu konuyu aşağıda yer vereceğiz.

20
Ünlü Fransız dil bilgini J. YENDRYES, Le Langage adlı kitabında (s. 6 ve ötesi) dilin
doğuşu konusunda yapılan bazı gereksiz tartışmalara değindikten sonra dil
(langue) ve söz (parole) arasındaki farkı belirtmekte, sözün doğuşu konusunun
insanbilim alanını ilgilendirdiğini, dilbilim, dili ancak yakın evrelerde ele alabildiği
için insanbilimcilerle birlikte çalışılması gerektiğini ileri sürmekteydi.

21
Gerçekten, ilk konuşmaların nasıl gerçekleştiği, anlaşmanın nasıl bir dille
sağlandığı, dilin nasıl doğduğu, tek bir kaynaktan mı, yoksa başka kaynaklardan mı
çıktığı sorunları üzerinde günümüze değin yerli yersiz pek çok tartışma yapılmış,
birçok varsayımlar ileri sürülmüştür

22
Dünyada konuşulan ilk dilin hangisi olduğunu kestirmek için deneyler de
yapılmıştır. Ünlü tarihçi HERODOT’un kaydettiğine göre, İ.Ö. VII. yüzyılda Mısır
hükümdarı Psammetik, yeni doğmuş iki çocuğu, yanlarında hiçbir söz söyletmeden
büyüttürmüş, 2 yıl sonra çocukların ilk sözcüğü duyulmuştur: bekos. Araştırılınca,
bu sözcüğün Frigya dilinde ‘ekmek’ anlamına geldiği bulunmuştur”‘. Buna benzer
deneyler başkalarınca da yapılmıştır”1’. Kutsal kitaplarda da, nesnelerin
adlandırılışıyla ilgili, çeşitli pasajlar vardır.

23
Dilin doğuşunu aydınlatmaya çalışan çeşitli varsayım ve görüşlere burada kısaca
değinelim: ,

1.Yansımaları Temel Alan Görüş:

Hangi dili ele alırsak alalım, doğadaki sesleri yansıtmaya, taklit etmeye yönelen
öğelere rastlarız. Öncelikle yansımanın ne demek olduğunu hatırlatma yarar
olacaktır. Yansıma en kısa tanımayla canlıların doğadaki sesleri taklit etmesidir.
Burada önemli olan görüntü değil sadece ses taklidi olmasıdır. Öğrenci
arkadaşlarımız yer yer ikisini karıştırabilmektedir. İnsanlar; kükreme, havlama gibi
hayvan seslerini yansıttıkları gibi, ses çıkaran her türlü varlığın seslerini vermeye
de yönelirler.

24
Türkçemizdeki miyavlamak, havlamak, böğürmek, kükremek, gıdıklamak,
melemek… gibi hayvan seslerini gösteren eylemlere eğilirsek bunların temelde
belli seslerin taklidine dayandığı, sonradan dilin belli kalıplarına dökülerek
eylemleştiğini görürüz. oflamak, ,horlamak, inlemek gibi, insan seslerini gösteren
eylemlerde de durum aynıdır.

Sözvarlığı içindeki öteki öğelerden birçoğu da yine bir belli sesin


betimlenmesinden ortaya çıkmıştır: takır tukur, takırtı, çatırtı, şırıldamak,
şarıldamak, gümbürdemek, gümbürtü, çatır çutur (farklarına dikkat ediniz) öğeleri
bunların yalnızca birkaç örneğidir

25
2.Ünlemleri Temel Alan Görüş:

Kimi bilginler de dilin doğuşunu ünlemlere dayatmış, insanların çeşitli olaylar


karşısında ruh ve bedenle ilgili duygularının etkisiyle çıkardıkları ünlemlerin
sonradan sözcüklere dönüştüğünü, çeşitli kavramları karşıladığını ileri
sürmüşlerdir. Tıpkı yansıma sözcükler gibi, ünlemlerin de her dilin sözvarlığında
yerleşmeleri olağandır, örneğin dilimizdeki oflamak, inlemek gibi eylemleri bu
türden sayabiliriz.

Ancak bu öğelerin sayısının çok az olması, dilin doğuşunu bunlara bağlanmanın da


yerinde olmadığına tanıktır. Günümüzdeki bir insan nasıl eline bir iğne battığında
ofluyorsa ilk insanlar da oluyordu gibi. Ancak bu teori biraz daha zayıftır. Çünkü
ünlemeler yaşamımızda çok fazla yer tutmamaktadır.

26
3.İş Kuramı:

Yine XIX. yüzyılın sonlarında kimi bilginler, dilin doğuşunda ortak çalışma, birlikte iş
yapmanın etkili olduğu görüşünü benimsemişlerdir. Bunlardan örneğin L. NOIRE,
insanda düşünce ve konuşma yeteneğini uyandıran genel etkenin ortak çalışma
olduğunu ileri sürüyor, yapılan ilk işlerin katmak olduğunu, ilk insan seslerinin
bununla ilgili bulunduğunu varsayıyordu.
Bizce, insanların toplu halde iş görürken, yapılan işi kolaylaştırmak üzere birtakım
ritmik sesler çıkardıkları bir gerçektir (örn. ağır bir kütüğü ya da boruyu bir yere
çekerken, ağır bir aracı iterken çıkarılan hây-kop gibi sesler) gibi.

27
İnsanlar birbirlerini teşvik etmek için değişik sesler çıkarmışlar ve bunlar zamanla
konuşmaya dönüşmüştür. İlkel kavimlerde iş yapılırken ritmik seslerin çıkarıldığı,
basit şarkıların söylendiği de görülen bir olaydır. Ancak iş yapılırken çıkan sesler
gibi, bu seslerin de dilin kaynağını oluşturduğunu kabul etmek kolay değildir.
Herhangi bir iş yaparken çıkan sesin neye ait olduğu da (örneğin taş kırılırken çıkan
ses taşa mı, çekice mi ait olacak, hangisinin adı sayılacaktır?) düşünülmesi gereken
bir noktadır.

28
4.Vücut Dili Kuramı:

İnsanlar günümüzde olduğu gibi geçmişte de çeşitli sesler çıkartırken vücut


dillerini de kullanmışlardır. Zamanla çıkarmış oldukları anlamsız sesler ile vücut
hareketleri arasında bir uyum olduklarını görmüşler ve anlamışlardır. Zaman içinde
bu seslere anlamlar yükleyerek konuşmaya ulaşmışlardır.

29
5. Toplumsal Denetim Kuramı:

İlkel insanlar günümüzdeki insanlar gibi birbirleriyle savaşmışlar birbirlerini etki


altına almaya çalışmışlardır. Örneğin bir kabile diğer bir kabileyi ele geçirmiş
toplumsal denetim sağlamıştır. Bunu gerçekleştirirken de çeşitli sesler
çıkarmışlardır. Örneğin günümüzdeki bir çobanın bir canlıyı etki etki altına alırken
çıkardıkları sesler gibi. Zamanla bu sesler konuşmaya dönüşmüştür.

30
6.İlahi Görüş:

Bu görüşe göre dört dindeki ortak görüş ilk insana konuşmayı Tanrı’nın öğrettiği ve
tüm insanlığa bu şekilde yayıldığıdır.

Peki sevgili arkadaşlar bu görüşlerden hangisi daha mantıklıdır? Düşünün!


Bu kuram ve görüşlerden her birinin hiç değilse birer parça gerçek payı taşıdığı
kuşkusuzdur: Her ne kadar, dilde ses taklidi öğelerin sayısı fazla değilse de söz
varlığının bir bölümünün bu yolla meydana geldiği, herkesçe benimsenen bir
gerçektir.

Buna –küçük sayıda olmakla birlikte– ünlemlere dayanan öğeleri de katabiliriz.


Ancak, söz varlığının geri kalan bölümleri, nesneyle, gösterdikleri şeyle aralarında
ses yönünden hiç bir bağlantı bulunmayan, bir uzlaşma, uyuşma ürünü olan
öğelerden kurulur.

31
Tarih öncesinin insanları, insan toplulukları arasındaki ilişkilerin ve ulaşım
olanakların sınırlılığı da kanımızca bir dilin yerleşmesi ve yayılmasına olanak
verecek durumda değildir. Bu yüzden, dillerin bir kaynaktan çıkmış olması akla
yakın bir görüş olmayacaktır. Ama bütün bu sorunların aydınlanması, doğaldır ki,
insanlık tarihinin en eski evrelerinin aydınlatılabilmesine bağlıdır.

32
DİLLERİN SINIFLANDIRILMASI

Her millet, her kavim aralarındaki anlaşmayı sağlamak için bir iletişim sistemi,
yani bir dil meydana getirmiştir. Bundan dolayı dünyada yüzlerce dilin varlığından
söz edebiliriz.

Diller, dil bilginleri tarafından araştırıldığında bazılarının arasında şaşırtıcı


benzerlikler görülmüştür. Bu benzerliklerden hareketle dillerin gruplara ayrılarak
incelenmesinin daha doğru olacağı sonucuna varılmıştır.

Diller arasındaki ses sistemi, yapı, söz dizimi gibi özellikleri göz önüne alınarak “dil
aileleri” kavramı ortaya atılmış ve dil gruplarına “dil ailesi” adı verilmiştir. Diller de
genel olarak “Kökenlerine Göre Diller” ve “Yapılarına Göre Diller” olmak üzere iki
ana gruba ayrılmıştır.

33
34
Yapıları bakımından diller:

Dünya dilleri yapı bakımından üç grupta incelenir:

1.Tek Heceli (Ayrımlı) Diller:

Çince en önemli örneğidir. Bu dillerde her kelime tek heceden ibarettir.


Kelimelerin çekimli şekilleri yoktur, yani daima kök durumundadır. Cümle çekimsiz
kelimelerin bir araya gelmesiyle oluşturulur. Cümlenin anlamı genellikle
kelimelerin sıralanışından anlaşılır. Konuşmada ise birbirine çok benzeyen
kelimeleri ayırt etmek üzere çok zengin bir vurgu sistemi oluşturulmuştur. Çin ve
Tibet dilleri bu gruba girer.

35
Tek heceli dillerin özellikleri şunlardır:

➢ Sözcükler tek heceden oluşur.


➢ Yapım ve çekim eki yoktur.
➢ Sözcükler, cümlede kullanıldıkları yere ve başka sözcüklerle ilişkisine göre
anlam kazanır;bir sözcük cümledeki yerine göre pekçok anlam kazanabilir.
➢ Çok zengin bir vurgu ve tonlama sistemi vardır.
➢ Aynı sözcük yerine göre isim, sıfat, edat veya eylem gibi farklı görevlerde
kullanılabilir.
➢ Çince ile Vietnam dili, bazı Himalaya ve Afrika dilleri ile Avrupa'da Bask dili bu
gruba girer.

36
2. Çekimli (Bükümlü) Diller:

Almanca, İngilizce gibi diller… Bu dillerde, çekim sırasında ve yeni kelimeler


türetilirken kelime kökleri genellikle değişir ve tanınmayacak hale gelir. Ekler
kelimenin önüne, ortasına veya sonuna gelebilir.

Bazı dillerde ise kelime kökü ile yeni kelime veya kelime çekimi arasında daima
açık bir bağ, ilgiyi gösteren bir iz vardır. Kelime kökündeki asıl sesler yeni kelimede
veya kelime halinde hep aynı kalırlar. Sami dilleri, Hint-Avrupa dilleri bu gruba
girerler.

37
Çekimli Dillerin Özelliklerini şöyle özetlenebilir:

➢ Çekimli dillerde de kök ve ek kavramları vardır.


➢ Ön-ek, iç-ek, son-ek kavramları vardır; ekler sözcülerin önüne, ortasına veya
sonuna gelebilir,
➢ Bu dillerde kökler ünsüzlerden oluşur ve çekim sırasında görülen
değişikliklerle yeni sözcükler ortaya çıkar.
➢ Yeni sözcükler türetilirken veya çekim yapılırken sözcük kökünde değişiklikler
olur ve bazen kök tanınmayacak hale gelir.
➢ Hint - Avrupa dilleri (Almanca, Fransızca, Farsça, Hintçe) ile Arapça çekimli
diller grubuna girer.

38
3. Eklemeli Diller:

Bu dillerde isim ve fiil çekimleri ile yeni kelimelerin teşkilinde kök değişmez. Kökün
önüne veya sonuna birtakım ekler getirilerek kelime yapımı veya çekimi
gerçekleştirilir. Ural-Altay dilleri bu gruba girer. Türkçemiz sondan eklemeli bir
dildir: göz-le-m-ci gel-ecek-ler-miş

39
➢ Köklere yapım ekleri ve çekim ekleri eklenir.
➢ Köke getirilen yapım ekleri ile yeni sözcükler türetilir.
➢ Yeni sözcükler türetilirken kök değişmez.
➢ Köklerin önüne veya sonuna birtakım ekler getirilerek sözcük yapımı veya
çekimi gerçekleştirilir.
➢ Türkçe, Moğolca, Mançuca, Tunguzca, Macarca, Fince bu gruba girer.
➢ Türkçemiz bu grubun en belirgin örneğidir ve sondan eklemeli bir dildir: kitap-
lık, sev-gi, insan-lar...

40
TÜRKÇENİN DÜNYA DİLLERİ ARASINDAKİ YERİ

Acaba dünyada en çok konuşulan diller hangileridir ve Türkçe’nin bu diller


arasındaki yeri nedir? Dünyanın en çok konuşulanın dili sizce nedir?
Öğrencilerimizi genel olarak verdiği yanıt İngilizce olduğudur. Ama kanı yanlıştır.

Dünyanın en çok konuşulan dilleri sırasıyla şöyledir:

1. Çince (Bir milyar üç yüz milyon kişi)


2. Hintçe (Bir milyar iki yüz yirmi milyon kişi)
3. İngilizce (Dört yüz milyon kişi)
4. İspanyolca (İki yüz altmış altı milyon kişi)
5. Türkçe (İki yüz yirmi milyon kişi)

41
Burada en çok tartışılan konu İngilizcedir. Konuşulan dil sayısında resmiyet
önemlidir. En çok konuşulan dil Çincedir; çünkü 1milyar üç yüz milyon nüfusu
vardır. Hatta bu konuda tartışma da vardır. Hindistan’ın nüfusunun daha çok
olduğu söylenmektedir. Hindistandaki problem bir çok dilin kullanılmasıdır.
Dünyada en çok konuşulan 3. dil ise İngilizcedir. İngilizce çeşitli ülkelerde
kullanıldığı için 3.sıradadır.

42
Dördüncü sırada İspanyolca vardır ve asıl sıkıntı buradadır; çünkü İspanya’nın
nüfusu 40 milyon civarındadır. Ancak 266 milyon kişi kullanmaktadır. Bu da
sömürüyle ilgilidir. Türkçe ise beşinci sıradadır. Türkçe’nin de bir özelliği çok geniş
bir coğrafyada konuşuluyor olmasıdır.

Peki dünyada en çok BİLİNEN dil hangisidir? Elbette İngilizcedir. Dünyada yaklaşık
olarak iki milyarın üzerinde insanın İngilizce bildiği tahmin edilmektedir. Sadece
Çin’de İngilizce bilenlerin sayısı 200 milyondur. Burada öğrencilerin karıştırdığı
konu şudur: Bir dili bilmek ayrıdır; konuşmak ayrı.

43
Bölüm (Hafta) Özeti:

2. Dünya Savaşından önce yapılan iki sayıma göre (lehçeler bir yana bırakılırsa),
dünyada yaşamış veya yaşayan dillerin sayısının 2796 olduğu belirtilmiştir.
Britannica Ansiklopedisi (1964 basımı, 13., 701) bu sayıyı 2500-5000, Americana
Ansiklopedisi (16., 724) 3000-4000 olarak göstermektedir. Bugün kimi yazarlar bu
sayıyı 5000 olarak kabul etmektedir

1980’lerin ortalarında UNESCO’nun hazırladığı bir rapora göre, konuşanların sayısı


bakımından Türk Dili, dünyanın beşinci (5.) büyük dilidir. Bugün, Asya ve Avrupa
kıtalarının hemen her yerinde, bir kısmı bağımsız müstakil devletler halinde, bir
kısmı da başka bir devletin idaresinde yaşayan iki yüz elli milyona yakın kişi Türk
dilini kullanmaktadır. Türk dilini konuşanların yayıldığı toplam alan 10.955.840 m2
olup Avrupa kıtasından biraz daha geniştir.

44
Örnek Soru

Soru 1: Dillerin doğuş teorilerini özetleyiniz

Soru 2: Aşağıdakilerden hangisi dünyanın en çok bilinen dilidir?

Soru 3: Dünyanın yaşayan en eski dili hangisidir?

45
Bugünkü dersi özetleyelim.

Dersle ilgili genel Ünitenin iki temel


kavramların tanımları konusu

Diller genel olarak Dillerin doğuş teorileri,


sınıflandırıldı dillerin sınıflandırılması,
en çok konuşulan dünya
dilleri tanıtıldı.

46
Yararlanılan Kaynaklar

1.GÜLSEVİN, Gürer vd., Üniversiteler İçin Türk Dili, Savaş yayınları, Ankara, 2013.
2. Türk Dil Kurumu, İmla Kılavuzu, Ankara,2000.
3. Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, Ankara, 2000
4. Türk Dil Kurumu, Yabancı Kelimelere Karşılıklar, Ankara, 1998.
5. ERGİN, Muharrem, Üniversiteler İçin Türk Dili, Bayrak Yayınları, İstanbul, 2000
6. BALKAN, Vedat, Ders Notları, Afyon, 2016

47
Teşekkürler!

Konuyla ilgili ek materyalleri uzaktan eğitim sisteminde bulabilir ve ayrıca


sorularınızı forum üzerinden yöneltebilirsiniz.

48

You might also like