Professional Documents
Culture Documents
AÖF - Felsefe (Felsefe Nedir)
AÖF - Felsefe (Felsefe Nedir)
FELSEFE
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
Felsefenin bilgelikle olan ilişkisini açıklayabilecek,
Felsefenin veya onun bilinen ve yaygın kabul gören şekli olarak Batı felsefesinin
doğuşunun ancak muthostan logosa geçiş yoluyla olabileceğini açıklayabilecek,
Felsefenin bilim, din ve sanat gibi disiplinlerle olan ortaklığını ve farklılıklarını
ayırt edebilecek,
Felsefenin ikinci düzey bir etkinlik olduğunu açıklayabilecek,
Felsefenin kurucu, analitik ve eleştirel boyutlarını ayırt edebilecek,
Felsefenin konularıyla alanlarını sıralayabilecek,
Felsefenin değerini ifade edebileceksiniz.
Anahtar Kavramlar
• Bilgelik Sevgisi • Analiz
• Merak • Şüphe
• Sorgulama • Logos
• Anlamlandırma • Felsefenin Değeri
İçindekiler
• GİRİŞ
• BİLGELİK SEVGİSİ OLARAK FELSEFE
• FELSEFE VE DİĞER DİSİPLİNLER
• İKİNCİ DÜZEY BİR ETKİNLİK OLARAK
FELSEFE
Felsefe Felsefe Nedir? • FELSEFENİN KURUCU, ANALİTİK VE
ELEŞTİRİCİ BOYUTLARI
• FELSEFENİN KONULARIYLA ALT
ALANLARI
• FELSEFENİN DEĞERİ
Felsefe Nedir?
GİRİŞ
Bir şeyin ne olduğunu söylemenin eski çağlardan beri kabul edilen en iyi yolu, o
şeyi tanımlamaktır. Çünkü iyi ve doğru bir tanım, tanımlanan şeyin ayırt edici
özelliğini gözler önüne sererek ne olduğunu ortaya koyar. Bununla birlikte, bunu
felsefe için yapmak ne kolay ne de doğru bir şeydir. Felsefeyi tanımlamanın ko
lay bir iş olmamasının nedeni, öncelikle onu tanımlayacak kişilerin ve bu arada
farklı tarihsel ve sosyal koşullardan etkilenen filozofların ilgilerinin, dünyaya bakış
tarzlarının farklılık gösterebilmesidir. Söz konusu farklılık doğal olarak filozofların
felsefe anlayışlarına ve felsefeyi tanımlama tarzlarına da yansımıştır. Örneğin pek
çok filozof felsefeyi belli özellikleri olan bir düşünme tarzı üzerinden dünyayı anla
ma ve yorumlama faaliyeti olarak tanımlarken Karl Marx (1818-1883) “filozofların
şimdiye kadar dünyayı sadece anlamaya çalıştıklarını oysa önemli olanın dünyayı
anlamaktan ziyade onu değiştirmek olduğunu” öne sürmüştür. Felsefenin tanımı
ve anlamı, sadece filozoflar arasında değil, kültürden kültüre de değişiklik göster
miştir. Örneğin felsefenin en eski merkezlerinden biri olan antik Yunan’da, felsefe,
milattan önce altıncı yüzyıldan başlayarak varlığa, neyin gerçekten var olduğuna
ilişkin teorik bir araştırma olarak başlamıştı. Oysa yaklaşık olarak aynı dönem
lerde, Doğu’da, düşünürlerin ilgileri daha farklı bir nitelik arz etti. Bu dönemde,
örneğin Çinlilerin felsefelerinin daha somut ve pratik olduğu söylenebilir. Nitekim
Çinli düşünürler felsefeden, sosyal çevre içinde ahenkli ilişkiler geliştirmenin yol
ları üzerine düşünmeyi anladılar. Söz gelimi ünlü Konfüçyüs’ün felsefesi, hemen
hemen sadece toplumsal ve politik meselelerle, doğru ve âdil yönetim gibi konular
la, aile ve cemaat değerleriyle ilgili olmuştu. Gerçekten de o, hep uyumlu ilişkiler,
önderlik ve devlet adamlığı üzerine konuşmuş, kişinin kendisini sorgulamasından,
dönüştürmesinden, başkalarına ilham vermesinden ve erdemli biri olmak için ser
gilemesi gereken çabalardan söz etmişti. Bu açıdan bakıldığında, Konfüçyüs’ün
kendisinin ve bu arada temsil ettiği Doğu felsefesinin, Batı’daki filozof ya da bilge
lerden, Yunan tarzı felsefe anlayışından farklı olarak doğayla veya şeylerin özüyle
hiç ilgilenmediği rahatlıkla öne sürülebilir. İnsani olmayan gerçekliğin veya bir bü
tün olarak realitenin nihai doğası konusuna hemen hiç eğilmeyen Konfüçyüs’ün
aklından, insanların gerçek olduğunu bildikleri veya düşündükleri şeyin salt bir
görünüş ya da yanılsama olabileceği düşüncesi hiç geçmemişti.
Felsefeyi belli bir tanım üzerinden anlamaya çalışmanın doğru olmamasının ne
deni ise hiç kuşku yok ki onu belli bir tanımla karakterize etmenin felsefenin im
4 Felsefe
olup biten hemen her şeyi hayretle karşılayan bir varlıktır. İnsanın bu özelliğini en
iyi ifade edenlerden biri de meşhur İngiliz filozofu Thomas Hobbes (1588-1678)
olmuştur. Nitekim Hobbes, “Gördüğü olayların sebeplerini araştırmak insanoğ
lunun doğasına özgüdür. Bazıları daha çok araştırır, bazıları daha az ama herkes
kendi iyi ya da kötü kaderinin sebeplerini araştıracak kadar meraklıdır.” diyordu.
Felsefeyle uğraşabilmek, felsefeci olabilmek için en çok ihtiyaç duyduğumuz
şey, işte bu merak ve hayret etme yeteneğidir. Bu yetenek aslında bütün çocuklarda,
özellikle de küçük çocuklarda vardır. Hepimiz çocukların “Yalan söylemek neden
yanlıştır?”, “İnsanlar ölünce nereye giderler?” benzeri sorularına muhatap oluruz.
Hele hele biraz daha gelişen ve büyüyen çocuklar “Eğer özgür bir ülkede yaşıyor Amerikalı ünlü düşünür Ralph
sam, yapmak istediğim her şeyi neden yapamıyorum?” türünden yanıtlanması ko Waldo Emerson (1803-1882)
“Tanrı her zihne, kişinin
lay olmayan soruları sormadan yapamazlar. Fakat çocukların ve gençlerin büyük bir gerçeklik ile rahat bir yaşam
kısmı sonraki yaşlarında hayret ve meraklarını yitirirler; alışkanlığa teslim olurlar. arasında kendi tercihini
Gerçekten de felsefi sorular bütün insanları çok yakından ilgilendirmekle birlikte, yapması için bir imkân sunar;
herkes felsefeci olamaz; herkes felsefi sorularla ilgilenmez. İnsanlar günlük hayata bunlardan hangisini seçeceği
insana kalmış bir şeydir. Ama
çok farklı nedenlerle öylesine sıkı bir şekilde bağlanırlar ki hayata ve dünyaya hayret o, ikisini birden asla seçemez.”
etme duygularını bastırırlar. Felsefeciler gibi çocuklar için de dünya ve onun üzerin demekteydi.
de olup biten her şey yenidir; bu yüzden her şey, onların merak ve şaşkınlığına konu
olur. Oysa yetişkinlerin pek çoğu dünyayı olağan bir şey olarak görür. Onlar, şaşır
tıcı görünümler sergileyen hayatı olduğu gibi benimserler; kalabalığın bir parçası
haline gelip alışkanlığın etkisiyle herkesin yaşadığı gibi ve sorgulamadan yaşarlar.
Gerçekten de çoğumuz ömrümüzün bir nok
tasında, felsefi soruları unuturuz. Bunun önem Resim 1.1
li nedenlerinden bir diğeri de şüphe etmekten Platon ile öğrencisi Aristotales
vazgeçmemiz, dogmatik yanıtlarla yetinmemiz
dir. Şüphe, sunulan açıklamayla yetinmeme, var
olan şeylerin olduklarından başka türlü olabile
ceklerini düşünme eğilimi olarak ortaya çıkar.
O, merak ve hayret duygusunun tamamlayıcısı
olan önemli bir faktördür. Şüphe, felsefi sorgu
lamayı harekete geçiren en temel güç ya da et
kenlerden biridir. Şüphe eden insan, gerçekliğin
göründüğü gibi olmayabileceğini, görünüşün
gerisinde farklı nedenler olabileceğini düşünen
ve dolayısıyla algısal görünüşlerin ötesine geçe
bilen insandır. Bununla birlikte şüphe ederek ve
sorgulayarak yaşamak her zaman ve herkes için
kolay olmaz. Bu yüzden insanların büyük bir
çoğunluğu kendilerine açık iki alternatiften bi
ri olarak şüphe yerine rahat bir yaşamı seçerler.
Şüphenin ve sorgulamanın riskinden, zaman za
man kaygıya yol açabilen yapısından kaçan in
sanlar, çoğu zaman alışkanlıklara bel bağlarlar.
Alışkanlıklarının etkisiyle davranan ya da şüphe
etmeden yaşayanlar, çoğu zaman bireysellikle
rini veya bireysel kimliklerini unutarak kolektif
kimliklerine bağlanırlar; herkesin yaptığı gibi
yaparak, yaşadığı gibi yaşayarak, dogmatik ka
lıpların cenderesine sıkışmış bir biçimde sıradan bir hayat sürdürürler.
6 Felsefe
Platon’un çizdiği filozof resmi ve ifade ettiği bilgelik anlayışı, antik Yunan’da
Pythagorasçılar tarafından milattan önce altıncı yüzyıldan itibaren geliştirilen
felsefeci imgesiyle tamamen uyumludur. Söz konusu felsefeci imgesi, Olimpiyat
Oyunları’nda biri şan şeref için koşmaya gelen atletin, diğeri oyunlar vesilesiyle
bir şeyler satarak para kazanmaya çalışan satıcı ya da tüccarın ve sonuncusu da
bütün bu curcuna içinde, insanların ne yapmaya çalıştıklarını, hangi motiflerle
eylediklerini anlamaya çalışan filozofun duruşu veya hayatı olmak üzere, üç farklı
hayat tarzı bulunduğunu dile getiren “üç hayat öğretisi”nden çıkan filozof resmi
dir. Bu metaforda, satıcı ya da tüccarlar, maddeye belli bir düşkünlük gösteren,
yalnızca parayla mutlu olunabileceğini düşünen insan tipini ifade eder. Atlet ise
egosu güçlü, şan ve şeref peşinde koşan, her daim kendini kanıtlama mücadele
si veren insanı gösterir. Oysa felsefeci, olup bitenleri anlamaya çalışan, insanları
peşlerinden koşturan şey ya da güçlerin gerçek değerini kavrama çabası içinde
olan, kısacası sadece insanları değil, bir bütün olarak hayatı anlamaya çalışan in
sanı ifade eder.
molekül benzeri teorik nesnelere ve aksiyomatik yapılara başvurur. Dünyayı söz İnsan, bir akıl varlığı olması
konusu nesne ve yapılar üzerinden açıklayıp sadece akıl yoluyla keşfedilebilir olan dolayısıyla, dünyayı ve
dünyada olup bitenleri
birtakım yasalar yoluyla anlamlı hale getirir. Din de, bilim gibi dünyanın kao anlayıp açıklamaya yönelir.
tik olmayıp bir düzen sergilediğini kabul eder. Fakat bilimin söz konusu düzeni Söz konusu anlama ve
doğaya içkin nedensel yasalar üzerinden açıkladığı yerde, din onu doğal düzene açıklama faaliyeti, onun tekil
olguları ve görünüşleri aşarak
aşkın bir varlığın amaçlı ve yaratıcı eylemi yoluyla anlamlandırır. Dinin dünyayı bütüne ve nihai gerçekliğe
Tanrı’nın yaratıcı eylemiyle anlamlı kılarken sanatın söz konusu anlamlandırma ulaşabilmesiyle mümkün
etkinliğini sanatçının yaratıcılığına bağladığı söylenebilir. Buna göre, sanatçı duy olur. O, bu çabasını bilim,
felsefe, sanat ve din üzerinden
gularını ve sınırsız ifade gücünü kullanarak maddi dünyaya onun kendisinde bu gerçekleştirir.
lunmayan bir anlam katar. Bu durum elbette felsefe için de geçerlidir. Felsefe de
dünyayı, görünüşlerin gerisindeki gerçekliğe ulaşmanın kendisine verdiği temsil
ve açıklama imkânlarını kullanarak anlamlı hale getirir.
Söz konusu ortaklık bir tarafa bırakılacak olursa bilim, sanat, felsefe ve dinin
anlama ve anlamlandırma biçimlerinde önemli farklılıklar olduğu söylenebilir.
Bunlardan bilim ile felsefe bütünüyle rasyonel bir temel üzerinde yükselirken din
ile sanat güçlerini ve temellerini akli bir kaynaktan almaz. Kaynağı rasyonel değil
de ilahi olan dinde, insan, varlığın Tanrı’nın yaratıcı eylemi yoluyla anlamlandı
rılmasını ifade eden dinî hakikatleri ilahi mesaj yoluyla öğrenir. Başka bir deyişle
dinin bakış açısından, insan, birtakım dinî ve ahlaki doğruları, kendi başına bu
lamaz. Bu yüzden, dinde temel tavır, mutlak teslimiyettir; dindar kişi, Tanrı’nın
arzusu önünde, alçakgönüllülükle boyun eğen kişidir. Bundan dolayıdır ki dinî
hakikatler sorgulanamaz, tartışılamaz. Aynı durum önemli ölçüde sanat için de
geçerlidir. Dünyaya anlamı, sanatçının biraz da Tanrı’nın yaratıcılığını çağrıştı
ran yaratıcı eylemi ve ifade gücü yoluyla sokan sanat da akıldan ziyade, yaratıcı
sezgiye, hayal gücüne dayanır. Bu, sadece sanatçı için değil, fakat sanat eserinin
alımlayıcısı için de böyledir. Sanatın alımlayıcısı da bir tabloya bakarken, bir şiir
okurken, sezgisine ve duygularına dayanır. Dahası sanatta dünyaya katılan anla
mın en önemli bileşenini meydana getiren güzellik, en azından modern estetiğin
azımsanmayacak bir bölümü için öznel ve göreli bir değer olduğu için, sanat ala
nında da rasyonel tartışma ve sorgulamaya pek yer yoktur.
Demek ki bilim ile felsefe, din ve sanattan rasyonel bir temele dayanma, an
lamlı kılma ve açıklama faaliyetine aklı katma noktasında farklılık gösterir. Bunu
en iyi bir biçimde Yunan’da milattan önce altıncı yüzyılda gerçekleşen mitolojiden
felsefeye ve dolayısıyla muthostan logosa geçiş olgusunda görebiliriz. Muthos ef Felsefenin Yunan’da,
sane anlamına gelmekte olup mitolojide ortaya konan açıklamanın, dünyada olup muthosun yerini logosun
almasıyla başladığı kabul
bitenleri Olympos dağında oturan ve pek çok özellikleriyle insana benzeyen tan edilir. Çünkü muthosta, tekil
rıların marifet ve eylemleriyle izah eden bir açıklama olduğu söylenebilir. Logos olayların doğaüstü nedenlerle
ise sosyoloji, psikoloji, biyoloji, jeoloji benzeri bilimsel disiplinlerin adlarından da açıklanması söz konusu olup,
bu açıklama sorgusuz sualsiz
anlaşılacağı üzere, başkaca şeyler yanında, “bilim”, “akıl” ve “rasyonel açıklama” kabul edilir. Oysa bilim ve
anlamına gelir ve bilim adamıyla felsefeciye özgü anlama ve açıklamanın temel felsefede tikel olayların
özelliğini gözler önüne serer. Gerçekten de bilim ile felsefe arasında bir ayrımın gerisine geçilerek, doğal
olmadığı bir çağda yaşayan Thales, Batılı anlamda ilk filozof ve bilim adamı olarak olaylar sorgulanarak akıl
yoluyla açıklanır.
kabul edilir. Felsefi görüşleri yanında astronomi ve matematiğe dair çalışmalarıy
la da tanıdığımız Thales’in ilk bilim adamı-filozof kabul edilmesinin en önemli
nedeni, onun “doğal olayların, doğaüstü güç ve nedenler yoluyla değil de doğal
nedenleriyle açıklanması gerektiği” kabulüdür. Buna göre, doğadaki olayları tan
rıların hiddetiyle izah etmekten oluşan açıklama, efsaneye dayalı bir açıklamadır;
o, belli bir olaya ilişkin genelleştirilemeyen, hiçbir şekilde test edilip sorgulana
10 Felsefe
mayan ve sadece kabul edilmesi istenen bir açıklamadır. Oysa olup bitenleri veya
doğadaki değişmeleri, Pythagorasçıların veya Empedokles’in yaptığı gibi, nitelik
leri niceliğe indirgeyerek veya nesneleri meydana getiren temel öğelerin oransal
değişimleri yoluyla açıklamak, tamamen doğal nedenlere dayanan, bütünüyle akli
ve test edilebilir bir açıklamadır. Dahası, akla dayalı bir anlamlı kılma çabasından
oluşan bilim ya da felsefede sunulan açıklama genel ya da evrensel bir açıklama
olmak durumundadır.
Yaklaşık dört yüzyıl öncesine kadar, akla dayalı yapısı dolayısıyla felsefenin
bir parçasını oluşturan bilim, Yeni Çağdan itibaren felsefeden kopmuş, başta do
ğa bilimleri olacak şekilde bütün bilimler felsefeden ayrılmışlardır. Bu, elbette,
akıl temeli üzerinde veya rasyonel bir faaliyet olma noktasında birleşen bilim ile
felsefenin birbirinden en az üç noktada farklılık gösterdiği anlamına gelir. Buna
göre, bilim ve felsefeden ikisi de varlığı konu alır. Fakat bilimler, varlığı bilmeye
ve açıklamaya çalışırken, onu parçalar ve belli bir yönden ele alırlar. Örneğin fizik
varlığı hareket, biyoloji canlılık açısından inceler. Oysa felsefe varlığı parçalamaz,
onu bir bütün olarak ele alır ve varlık olmak bakımından inceler.
Söz konusu bütüncülüğüne rağmen, bilimlerin hemen tamamen nesnel norm
larla iş gördükleri yerde, felsefe daha ziyade öznel bir çaba olarak ortaya çıkar. Baş
ka bir deyişle, hem felsefe ve hem de bilim akla dayalı disiplinler olmakla birlikte,
yöntem bakımından farklılık gösterirler. Bilimi, kullandığı deneysel yönteme ve
matematiksel açıklama tarzına ek olarak, kanıtlama veya ispat karakterize eder.
Yani, doğa bilimlerinde kişinin yaptığı keşfi, ulaştığı sonucu kanıtlaması gerekir.
Formel bilimlerde ise kanıtlamanın yerini ispat alır. Bu yüzden, bilimin ulaştığı
sonuçlar herkesi bağlayan genel geçer sonuçlar olarak ortaya çıkar. Felsefede de
filozof akıl yürütür veya birtakım argümanlar geliştirir. Ama bu akıl yürütme ve
ya argümantasyon, bir kanıtlama ya da ispattan ziyade, bir gerekçelendirme veya
haklılandırma işlemine karşılık gelir. Yani, filozofun geliştirdiği argümanlar, bi
limlerin bütünüyle nesnel bir temele dayanan kanıtlama ya da ispatlarından farklı
olarak özneye bağlı olan, onda temellenen öznel çabalar olarak gerçekleşir. İşte bu
yüzden, felsefede, matematiksel bir teorem veya bir fizik yasasıyla aynı düzeyde
“doğrular” yoktur; onda herkesi bağlayan genel geçer sonuçlar olamaz. Bunun
tersine, pek çok konuda birbirlerinden farklılık gösteren bir görüşler çeşitliliğiyle
karşılaşırız.
Öte yandan, bilim “ölçmek” ister; onda, bilgi, formüllerle ifade edildiği veya
nicelleştiği ölçüde, bilimseldir. Dahası, bilime Yeni Çağdan itibaren, “güç” düşün
cesi eşlik etmeye başlamıştır. Yani, insanoğlu bilime sahip olduğu ölçüde, doğal
ve sosyal çevreyi kontrolü altına alabileceğini düşünmüş ve bunda da yanılma
mıştır. Başka bir deyişle, on yedinci yüzyılın meşhur bilimsel devriminden sonra,
doğa bilimlerinde deney yoluyla test edilebilir bir bilgi birikimi gerçekleşmiş ve
bu birikim, teknolojinin doğuşuna yol açmıştır. Felsefede, böyle bir pratik çıkar
ya da yarar düşüncesi yoktur; onun temelinde, aslında yeni bilgi üretme arzusu
da bulunmaz. Onun temelinde, insanın anlama ve gerçeği görme arzusu bulunur;
yani felsefeyi, çıkar gözetmeyen bir bilgi anlayışı harekete geçirir. Çünkü insan
yalnızca çıkara ya da yarara yönelik bir varlık değildir. İnsan, evrenin yapı ve dü
zenini, yaşamanın değer ve amacını, iyilik, adalet ve güzelliğin anlamını bilmek,
dünyayı anlamlandırmak ister. Felsefe, işte bu isteği karşılama çabasıdır ve onun
yerini hiçbir şey alamaz.
1. Ünite - Felsefe Nedir? 11
doğuran bir nedeni olduğu” ilkesinin geçerli bir ilke olduğunu kabul eder. Ama o,
bu ilkeyi hiç sorgulamaz; araştırmalarını onun geçerliliğini kabul ederek yürütür.
Onu sorgulamak, neliğini ortaya koymak bilim tarafından felsefeye havale edil
miş bir iş olmuştur. Nitekim nedensellik konusunu ilk ve en ayrıntılı bir biçim
de ele alan kimselerin Aristoteles, David Hume (1711-1776) ve Immanuel Kant
(1724-1804) gibi filozoflar oldukları söylenebilir.
Doğayı birtakım yasalar üzerinden açıklayan bi
Resim 1.2 limin kendi normal faaliyetini birinci, bilimin ken
Immanuel Kant disini açıklayan bilim felsefesinin faaliyetini ikinci
düzeyden bir etkinlik olarak tanımlamaktayız. Bu
bağlamda doğaya ilişkin olarak bilimin yanıtladı
ğı sorulara birinci düzey sorular, buna mukabil bi
limin, sanatın veya dinin kendisiyle ilgili sorulara
ikinci düzey sorular adı verilir. Söz konusu ikinci dü
zey sorular, çoğu zaman ruhun, sayının, güzelliğin,
varlığın ne olduğuyla ilgili büyük sorularla tamam
lanır. Büyük soruların kapsamına demek ki bilimle
rin, sanat ve dinin yanıtlayamadıkları ve muhteme
len hiçbir zaman yanıtlayamayacakları sorular girer.
Nedensellikle, zamanla, ruhla, adalet ve özgürlükle
ilgili olan bu “büyük sorular”, insanın sormadan
yapamadığı, onun hayatını bir şekilde anlamlandı
racak sorulardır. Bu gerçeğe en açık şekilde işaret
edenlerden biri Alman filozofu Kant olmuştur. Kant
varlığın yapısı, Tanrı’nın var oluşu ve ruhun doğa
sıyla ilgili bu soruların ortak paydasını oluşturan te
mel bir nokta olduğunu öne sürüyordu: Bu sorular,
insanın ilgisiz kalamayacağı sorulardır. Gerçekten
de hayatını anlamlandırmak isteyen hiçbir insan, bu
sorulara kayıtsız kalamaz. Çünkü “varlığın nasıl bir
yapı sergilediği” sorusuna verilecek yanıtlar hayatı
mızın anlamını değiştirir; “varlığın yalnızca madde
mi olduğu, yoksa manevi bir boyutu da mı bulundu
ğu” sorusuna getirilecek yanıt, hayatımızın anlamını
belirler. Büyük sorular, aynı zamanda anlam ve de
ğerle ilgili olan sorulardır. Bu yüzden onlar, sadece
felsefe tarafından yanıtlanabilen sorulardır. Çok daha önemlisi büyük soruların
net ve değişmez yanıtları, herkese uygulanabilecek hazır reçeteleri yoktur. Daha
doğrusu, bu soruların tek tek kişilerin kendileri tarafından sorulup yine kendileri
tarafından, kendileri için yanıtlanmaları gerekir. İşte bu durum, felsefenin öznel
çabalara dayanan bir açıklama ve anlamlandırma türü olduğunu ortaya koyar.
“Kendi kanatlarıyla uçamayan hiçbir kuşun yükseğe çıkamayacağını” söyleyen
meşhur İngiliz şairi, ressam ve düşünürü William Blake’in de ima ettiği üzere, in
san, hayatını büyük sorulara başkalarının verdiği yanıtlarla ne yönlendirebilir ne
de anlamlandırabilir.
Felsefenin sorduğu soruların ikinci düzey sorularla “büyük sorular”, verdiği yanıt
2 ya da açıklamaların da ikinci düzey açıklamalar olduğunu söyledik. Siz de buradan
hareketle, ikinci düzey sorularla büyük sorulara örnekler bulun.
1. Ünite - Felsefe Nedir? 13
düşünceyi eleştirmiştir. Aynı şekilde Kant sözcüğün gerçek anlamı için de kurucu
bir felsefe olan transendental felsefesini inşa etmeden önce akılcılıkla deneyimci
liği, Marx da materyalist felsefesini öne sürmeden önce idealizmi sıkı bir eleştiri
süzgecine tabi tutmuştu.
olmadığını öne sürerek bu kavramların güç kavramıyla olan ilişkilerini araştırdı. Nietzsche yöntemini bir
Başka bir deyişle o, ahlaki inançların tarihsel köklerini, moral kavram ve fikirlerin soy kütüğü yöntemi olarak
tanımlamıştı. Ona göre, bu
kökenlerini ortaya çıkarma anlamında bir jeneolojik etkinlik içine girmiş ve iyiyle yöntem kişilerin ve kültürlerin
kötü kavramlarının soy kütüğünü çıkarmaya çalışmıştı. Yani o, antropolojik bir değer sistemlerini oluşturma
yaklaşım benimsemiş ve insanların güçlüler ve zayıflar olarak ikiye ayrıldıklarını biçimlerini belirleyen tarihsel
koşulları ve koşullanmaları
ve bu insanlar arasındaki ilişkilerin temelinde de ahlaki unsurlar yerine gerçek ortaya çıkarmaya yarayan bir
hayatta bulunan her şeyin olduğunu öne sürmüştü. Gerek hayatın bizatihi kendi yöntem olmak durumundaydı.
sindeki ve gerekse tek tek bireyler arasındaki ilişkiler, onun gözünde güç ilişkileri
olup ahlakın mahiyetini belirleyen şey bireyin güçlü ya da zayıf olmasıdır. Buna
göre, verili ahlak zayıf, güçsüz karakterli insanların teşekkül ettirdiği bir ahlaksa
eğer, bu ahlak köle ahlakıdır; buna mukabil o güçlü, kendilerine güvenen, sağlıklı
insanlar arasında teşekkül etmişse, söz konusu ahlak bu kez efendi ahlakı olmak
durumundadır. O, on dokuzuncu yüzyıl koşullarında yürürlükte olan ahlakın,
kaynağı itibariyle çok büyük ölçüde İbrani-Hristiyan geleneğinden çıkmış olan
bir köle ahlakı olduğu, zayıfların güçlülere karşı duydukları haset ve hınç duygula
rı tarafından belirlendiği kanaatindeydi. Bu yüzden de mevcut iyi-kötü ayrımının
güçsüzlerin veya zayıf karakterli insanların ahlaki değerlerinin baskın çıkmasının
bir sonucu olduğunu göstermeye çalıştı. Bununla birlikte o, bu noktada kalma
yıp bir eleştiri dilinden bir imkân dili yaratma yoluna gitti ve güçlü karakterlerin
kendi değerlerini yaratma ve bildik iyiyle kötünün ötesine geçmek suretiyle yeni
değerler yaratma potansiyelini ortaya çıkarma çabası sergiledi.
Ondan çokça etkilenen Foucault da, Nietzsche’nin eleştirel ve jeneolojik soruş
turmasını başka bir kavram üzerinde gerçekleştirmişti. Burada da hemen çoğumuz
bilgi kavramının tıpkı iyi kavramı gibi çıkardan bağımsız bir kavram olduğunu,
meraklı insanların dış gerçekliği anlama ve anlamdırma çabalarının bir ürünü ol
duğunu düşünürüz. Oysa Foucault böyle bir şeyin olamayacağı inancıyla “nesnel
hakikat”, “çıkar gözetmeyen bilgi”, “önyargısız kavrayış” benzeri kavramları eleştirel Foucault’nun geliştirdiği
bir tarzda sorgular. Hatta daha da ileri giderek bilgi iddialarını tarihsel bir perspek kavram “iktidar-bilgi”
kavramıdır. O da, tıpkı
tiften hareketle ele alan Foucault, iktidar ve güç ilişkileriyle siyasetten bağımsız bir Nietzche gibi, bilgi ya da
hakikat anlayışına karşı çıkar. Nitekim o, bilginin tarihsel süreç içinde oluşturulup hakikat isteğinin çok daha
tanımlandığını ileri sürerek nesnel, tarafsız ve evrensel olma iddiasıyla ortaya konan temelde bulunan bir güç
isteminin tezahürü olduğunu
bütün bilgi iddialarının gerçekte belli bir iktidar formunu tesis etme zemini üzerine düşünür. Dolayısıyla, onun
yükseldiğini savunur. Buna göre Foucault tarihselleştirdiği bilgi kavramını güç ya söz konusu kavramı, bilginin
da iktidar düşüncesiyle ilişkilendirir. Bilgi ile iktidar arasında sıkı bir ilişki bulundu her zaman belli bir iktidar ya
da güç ilişkileri şebekesinin
ğunu, iktidarın ilişkili bir bilgi alanının oluşturulmasıyla mümkün kılındığını ileri göreli ve sorgulanabilir ifadesi
süren Foucault, nesnel bir bilgi alanının varlığını reddederken “iktidar ilişkilerini olduğunu ortaya koyar.
varsayıp oluşturmayan bir bilginin olamayacağını” söyler.
farklı aletler içeren bir alet kutusunu birçok farklı işte kullanmamız gibi, felsefe
de aynı anda birçok işlevi yerine getirir. Onun en temel işlevleri anlama, anlamlı
kılma ve açıklama işlevleridir. Bununla birlikte, felsefenin yegâne işlevleri bu teo
rik işlevlerden ibaret olmayıp o kendisini çoğu zaman birtakım pratik işlevlerle
de gösterir. Felsefe, bütün bu işlevleri kendi alt dallarında hayata geçirip farklı
şekillerde tezahür eder.
1. Günümüzün bilgi çağında, hayatımızın her anında, sürekli bir şeyler öğ
reniyoruz. Bildik iletişim araçlarıyla, her yönden ağır bir malumat bom
bardımanı altında tutuluyoruz. İşte burada, “Bilgi nedir?” diye sormamız
gerekmez mi? Televizyondan, gazeteden veya bir internet sitesinden öğren
diğimiz malumatları bilgi sayabilir miyiz? Çeşitli şekillerde aktarılan, çoğu
zaman farklı ideolojilerin süzgecinden geçirilerek ve doğallıkla tahrif edile
rek verilen haberleri ne ölçüde bilgi addedeceğiz? Gerçekten de en sıradan
anlarımızda bile yeni kavrayışlar kazandığımız olur; böylesi durumlarda
neyi bilip neyi bilmediğimiz, neye doğru dediğimiz ve neleri bilip neleri bi
lemeyeceğimiz üzerinde düşünürüz. Farklı bilgi türleri arasındaki ayrılıkla
rı ve ortak noktaları öğrenmek, bilgimizin sınırlarını belirlemek isteriz. İşte
bu konularda, bize bilgi felsefesi ya da epistemoloji yardım eder.
2. Aynı şekilde, hepimiz bir dil kullanıyoruz. Düşüncelerimizi bu dil aracı
lığıyla dışa vurduğumuz gibi, yeni şeyleri yine bu dil aracılığıyla öğreni
yoruz. Birçoğumuz şu ya da bu amaçla, ana dilimiz dışında bir dil daha
öğreniyoruz. Kendisinin en büyük başarılarından biri olan dille bu kadar
yakından ilişkili olan insanın şu soruları sorması kaçınılmazdır: Dilin özü
nedir? İletişim ya da anlam aktarımı nasıl mümkündür? Anlam nedir? Kaç
tür anlam vardır? Çeşitli dillerin, örneğin din dilinin, şiir dilinin, bilim dili
nin, matematik dilinin, mimiklerin ya da bilgisayar dilinin belirleyici özel
likleri nelerdir? Dille bilgi, dille sezgisel kavrayış arasında nasıl bir ilişki
vardır? Dille gerçeklik, kavramla kavramsallaştırılan arasında nasıl bir ilişki
bulunur? Dil hangi amaçlarla ve nasıl kullanılır? Bu sorularımıza yanıt ve
recek olan felsefe dalı, dil felsefesidir.
3. Aynı şey hiç kuşku yok ki bilim için de geçerlidir. Hemen hepimiz, en azın
dan bir meslek sahibi olmak için, bir bilim tahsil ediyoruz. Hepimiz bilimin
toplum kalkınması üzerindeki etkisini açıkça görüyoruz. Bilim ve teknolo
jiye sahip olan toplumların bilimsel bilgi ve teknolojiyi yeterince üreteme
yen toplumlar üzerinde ne kadar büyük bir hegemonya kurduğuna her gün
tanık olmaktayız. Aynı bilimsel bilginin çağdaş dünyada, kültürel alanda
fiilen sergilediği yayılmacılığın başka bilgi formlarını nasıl tahrip ettiğini
hepimiz açıklıkla görüyoruz. Bunlar, bilim üzerinde düşünmek için yeterli
nedenler değil midir? Bilimin doğasına ve özellikle de yöntemlerine, kav
ramlarına, ön kabullerine ve bu arada, bilimin entelektüel disiplinlerin ge
nel şeması içindeki yerine ilişkin araştırmalardan meydana gelen, kısacası
bilimi konu alan felsefe disiplini bilim felsefesidir.
4. Neyin gerçekten var olduğu, varlık bakımından neyin geçici, neyin kalıcı ol
duğu konusunda meraka düştüğümüz olmuyor mu? “Varlık sadece madde
midir yoksa maddeye ek olarak ruh da var mıdır?” sorusu kadar temel bir
soru olabilir mi? Maddeyle zihin arasındaki bir ilişki olup olmadığı, evrende
bir nedenselliğin hüküm sürüp sürmediği; sürüyorsa eğer, bunun özgürlüğü
müzü nasıl etkilediği hepimizi ilgilendiren sorulardır. Varlıkla ilgili bu tür
den sorularda yardımımıza koşan felsefe dalı, metafizik ve zihin felsefesidir.
1. Ünite - Felsefe Nedir? 19
5. Bununla birlikte, felsefe deyince esas aklımıza gelen felsefe disiplini, etiktir.
Kendi kişisel hayatında ahlaki doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ayırma ça
bası içine girmemiş insan, gerçekten de yok gibidir. Hepimiz ahlaken yap
mamız gereken şey ile yapmamamız gereken şey arasında bir ayrım yap
mak isteriz. Aynı şekilde, iyi ve mutlu bir hayatın neden meydana geldiğini
merak eder, mutluluğa erişmek için çabalarız. Ahlaki hayatta erdem veya
yükümlülüğün mü, yoksa mutluluğun mu önce geldiğini belirlemek için
çabaladığımız olur. Bir şekilde “ötekileştirdiğimiz” insanlara karşı yüküm
lülüklerimizin neler olduğu üzerinde düşünmemizin insanlığımızın en
belirleyici unsuru olduğunu, hepimiz çok iyi bilmekteyiz. İşte ahlaki ha
yatımızla, yükümlülüklerimizle ilgili olarak gerçek mutluluğun ne olduğu
konusunda bize yardım edecek olan felsefe disiplini, etiktir.
6. Bir toplum içinde yaşadığımıza ve başka insanlarla ilişki içinde bulunduğu
muza göre, hayatımızın niteliğinin başkalarının davranışlarından etkilen
mesi kaçınılmazdır. Kendimizi ve kimliğimizi ancak farklı hayat tarzlarına
saygılı, hoşgörüsü gelişmiş, özgürlükçü bir toplumda ifade edebiliriz. Gele
ceğimiz, içinde yaşadığımız toplumun bize sağladığı eğitim ve iş imkânlarına
bağlı değil midir? Belli bir yönetim biçiminin oluşturduğu temel üzerinde,
bireyleri barış ve iş birliği içinde yaşayan bir toplum açısından birtakım kural
ve genel yasaların gerekli olduğunu hemen hepimiz fark ederiz. Bize bu ko
nuda yardım eden felsefe ise hukuk felsefesi ile siyaset felsefesidir. Söz konusu
felsefe disiplinlerinden hukuk felsefesi, hukukun doğasıyla adaletin özü üze
rinde yoğunlaşır. Buna karşın siyaset felsefesi farklı yönetim tarzlarını konu
edinip hangi yönetim biçiminin diğerlerinden daha iyi olduğunu araştırır.
Politik düzenin hangi ilkeler üzerinde inşa edilmesi gerektiğini ele alır.
7. Hepimizin amacı, daha nitelikli bir hayat değil midir? Varoluşumuza an
lam ve değer katan şeylerin başında, güzellik arayışı gelmez mi? Doğadaki
güzellik ile sanat alanındaki güzelliğin birbirinden nasıl ayrıldığını, estetik
tutumun kendine özgü farklılıklarının ne olduğunu, estetik değerin kurucu
özelliklerinin nasıl tanımlanabileceğini bilmek isteriz. Sanat eserini belirle
yen değerlerin öznel mi yoksa nesnel mi; göreli mi yoksa mutlak mı olduğu
konusu üzerinde sıkça durduğumuz bir tartışma konusu değil midir? Es
tetik nesnelerin değişmez birtakım formları mı, bütünlüklü bir hayatı mı,
duyguları mı, yoksa belli varoluş imkânlarını mı ifade ettiği konusu kadar
çokça tartışılmış bir konu var mıdır? İşte bütün bu soruları ele alıp tartışan
felsefe disiplini, özellikle güzellik konusu üzerinde yoğunlaşan ve bu arada
sanatın mahiyeti üzerinde duran estetiktir.
8. Düşüncemiz bu sınırlarda kalmaz; kendimizin ve içinde yaşadığımız top
lumun sınırlarını aşmamız, çoğu zaman bir zorunluluk olur. Hayatımızı
şimdi ve burada, maddi olanla anlamlandırıp temellendirmemiz söz konu
su olamayacağı için, işte böylesi anlarda, bir bütün olarak evren, bu dünya
daki yaşamımız, dünyadaki hayattan sonrası, Tanrı’nın varoluşu üzerinde
düşündüğümüz olur. Felsefenin bize bu konularda yol gösterecek dalı, din
felsefesidir.
Felsefenin birbirinden önemli bu on dalını, eğitim felsefesi, tarih felsefesi ve sos Felsefenin konuları, son
yal bilim felsefesi gibi son derece önemli bazı felsefe disiplinleriyle zenginleştirmek çözümlemede üç ana konuya
indirgenebilir. Bunlar da
kadar, aslında varlık, bilgi ve değer gibi üç ana alan ya da konu başlığı etrafında sırasıyla varlık, bilgi ve
yeniden organize etmek de mümkündür. Varlığı konu edinen disiplinler arasına değerdir.
metafizik ile zihin felsefesi girer. Bilgi konusunu ele alan tek disiplin epistemoloji
20 Felsefe
değildir. Çünkü bilim de, ister doğa bilimleri ister beşeri bilimler olarak alınsın,
son çözümlemede, belli özellikleri olan bir bilgi bütününü tanımlar; öte yandan,
dil felsefesi de bilgiyi ileten, düşünceleri somutlaştıran dilin kendisi ve dilsel araç
lar üzerinde yoğunlaşır. Bu yüzden, epistemolojinin kendisiyle bilim felsefelerini
ve dil felsefesini, konuları her ne kadar ayrı olsa da birlikte düşünmek mümkün
olabilir. Aynı şekilde etik, siyaset felsefesi, estetik, hukuk felsefesi ve din felsefesi
de buradaki amaçlarımız açısından birlikte ele alınabilir. Zira bu disiplinlerin ko
nuları ne kadar farklı olursa olsun, onlar değer ortak paydasında birleşirler. Ör
neğin etik, “olan”la uğraşmaz; onun işi, insan davranışını betimlemek veya açıkla
mak değildir. Bu, psikoloji biliminin işidir; etik, bunun yerine “olması gereken”le
uğraşır, insanın ahlaki yükümlülüklerini ele alır.
Aynı durum siyaset felsefesi için de geçerlidir; o, siyasal partileri ele almaz,
politik düzeni çözümlemez; örneğin birey devlet ilişkilerinin şu ya da bu ülkede
nasıl olduğunu araştırmaz. Bunu yapacak olan entelektüel disiplin, siyaset bilimi
dir. Oysa siyaset felsefesiyle hukuk felsefesi “normatif ” disiplinlerdir. Bu yüzden,
siyaset felsefesi “normlar”la, “olması gereken”le meşgul olur, ideal politik düzenin
nasıl olması gerektiğini ele alır, en iyi yönetimin temel öğelerini araştırır. Aynı
durum hukuk felsefesi için de geçerlidir; çünkü o, adalet düşüncesi üzerinde yo
ğunlaşır. Bunun, aynı şekilde değerle ilgili olan din felsefesi için de geçerli olduğu
açık olmalıdır. Bir Tanrı’nın varlığı ya da yokluğu, insanın ve dünyanın değer ya
pısını doğrudan etkiler. Bunu en açık gören kişinin, “Tanrı yoksa eğer, her şeye
izin vardır” diyen ünlü Rus romancısı ve düşünürü Dostoyevski olduğunu herkes
bilir. Gerçekten de Tanrı yoksa eğer, manevi hayat, imkânını veya önemli bir da
yanağını yitirir. Bu durumda, ona kaba güç ve çıkar ilişkileri egemen olacağı için,
dünyada adalete, doğruluğa ve iyiliğe yer açmak, en azından pek kolay olmaz.
FELSEFENİN DEĞERİ
Modern dünyada bir şeye değer biçmenin en önemli yolu, şöyle ya da böyle onun
somut yararını belirlemek ya da ölçmekten geçer. İşte bu noktada “felsefe” söz
cüğünü işiten pek çok insanın ilk tepkisinin, biraz da alaycı bir dille, onun hiçbir
işe yaramadığını dile getirmekten meydana geldiği söylenebilir. Bu, günümüzde
felsefeyle ilgili olarak çok sık rastlanan bir başka yanılgı veya ön yargıdır. Zira
felsefenin yararı, doğrudan olmayıp olsa olsa dolaylı olabilir. Felsefeden maddi
değerlerin ve zenginliklerin meydana getirilmesine doğrudan katkıda bulunma
sı, elbette beklenemez. Üstelik maddi zenginlik ve refahın insanın değer verdiği
yegâne şey olmadığını da unutmamak gerekir. Gerçekte, insanlar refahı ve maddi
değerleri, bizatihi kendileri için değil de mutluluğa götüren yolda, birer araç ol
dukları için isterler.
şişenin içine sıkışmış olan sinek şişeden dışarı çıkmak ister fakat bunu nasıl ba
şarabileceğini bilmez. Felsefenin esas görevi, sineğe şişeden nasıl çıkacağını gös
termektir. Onun bu benzetmesine göre, biz insan varlıkları bu dünyadaki hayatı
mız sırasında, zaman zaman kendimizi kapana kıstırılmış hisseder ve yolumuzu
bulmakta güçlük çekeriz. İşte felsefe, biz insan varlıklarının kapana kıstırılmışlık
duygusundan kurtulmamızı sağlar, yönümüzü bulmamıza yardım eder.
Felsefe, yine aynı doğrultuda kafa ve kavram karışıklığımızı gidermeye yarar.
Çünkü günümüzde pek çok insan birtakım zihinsel karışıklıklar yüzünden dertler
ve kaygılar içinde kıvranıp durur. Gerçekten de insanlar son zamanlarda giderek
artan bir sıklıkla imtiyazları haklarla, tarafsızlığı öznellikle, istemeyi ihtiyaç duy
makla, fiyatı değerle, zenginliği başarıyla karıştırmaktadır. İşte bu kafa karışıklığını
giderecek, kavramsal açıklığı sağlayacak olan şey, felsefedir. Çünkü felsefe, insana
birçok konuda doğru ve açık seçik düşünebilmeyi öğretir. Felsefi düşüncenin yön
temleri, insana hemen her konuda akıl yürütebilmesi için gerekli temelleri hazırlar.
Böyle bir düşünce türü, insanın bir probleme birçok yönden bakabilmesini, sorun
lara ön yargısız yaklaşabilmesini sağlar; o, insanın hiçbir şeyi mutlaklaştırmayıp her
şeyi eleştiri süzgecinden geçirebilmesini temin eder. Bütün bunlar bir araya getiril
diğinde, felsefenin insanın özgürleşmesine katkı yaptığı rahatlıkla söylenebilir.
Özet
Felsefenin bilgelikle olan ilişkisini açıklamak. Felsefenin bilim, din ve sanat gibi disiplinlerle
1
Felsefe, etimolojik kökeni ya da sözcük anlamıyla 3 olan ortaklığını ve farklılıklarını ayırt etmek.
“bilgelik sevgisi”, “bilgelik arayışı” anlamına ge İnsan, diğer bütün canlılardan aynı zamanda
lir. Felsefenin aradığı bilgelik çok şey bilme, ma ruhsal bir varlık olmasıyla farklılık gösterir. Bu
lumatfuruş olma anlamına gelmediği gibi, bilge özelliği dolayısıyla o, sadece görünüşleri algıla
kişi de doğallıkla “bilgili kişi” anlamına gelmez. makla yetinmeyip görünüşlerin ötesine geçerek
Bilge kişi, tefekkür içinde olan, olup bitenlerin dünyayı anlamaya ve anlamlandırmaya çalışır.
gerisindeki gerçek nedenleri bulmaya çalışan, İnsan bu anlama ve anlamlandırma etkinliğini
hayatı doğru kavrayan, hemen her şey üzerine bilim, din, felsefe ve sanat üzerinden gerçekleşti
kuşatıcı bir kavrayış geliştirmiş, düşünsel bir rir. Demek ki bu dört disiplin arasındaki ortak
açıklığa ve zihinsel olgunluğa sahip kimse olmak lık, hepsinin de dünyayı anlamlandırma çabası
durumundadır. O, dahası sahip olduğu entelek sergilemeleridir. Fakat onlar, insanın ruhsal var
tüel kavrayış ve zihinsel olgunluğu eylemlerine lığının farklı yönlerine dayanırlar. Örneğin din
ve hayatına yansıtmış kâmil bir insandır. insanın inanma istemine, sanat hayal gücüne,
bilim ve felsefe ise aklına dayanır. Bilim ile fel
Felsefenin veya onun bilinen ve yaygın kabul gö sefe arasındaki farklılık bilimsel doğruların nes
2 ren şekli olarak Batı felsefesinin doğuşunun ancak nel olup kanıtlama ve ispata dayandıkları yerde,
muthostan logosa geçiş yoluyla olabileceğini açık felsefi düşünce ve iddiaların büyük ölçüde öznel
lamak. bir çabanın eseri olmaları ve gerekçelendirmeye
Felsefe ya da Batı’da felsefe, efsane ya da mitolo dayanmalarından kaynaklanır.
jik açıklamadan logosa yani rasyonel açıklamaya
geçişle başlamıştır. Muthosun açıklaması veya Felsefenin ikinci düzey bir etkinlik olduğunu açık
mitolojik açıklama tekil olaylar üzerine bir açık 4 lamak.
lama olup doğaüstü nedenlere dayanır. Üstelik Felsefi düşünce ve soruşturma, ikinci düzey bir
bu açıklama test edilebilir veya sorgulanabilir araştırma veya bir meta etkinlikten meydana ge
olmayıp olduğu gibi benimsenir. Oysa logosa da lir. Bilimin kendisi doğayla ilgili sorular sorar; o,
yalı açıklama, genel ve akla dayalı bir açıklama birinci düzey bir faaliyettir. Oysa felsefe, bilimin
olup onda doğal olaylar doğal nedenlerle açık kendisinin de açıklanmaya muhtaç olduğu ka
lanır. Bilim ve felsefeye özgü bu tür bir rasyonel bulüyle bilimin kendisine dair sorular ile bilimin
açıklama, sorgulanıp sınanabilir bir açıklamadır. kendisinin yanıtlayamadığı zaman, nedensellik
O, sorgusuz sualsiz benimsenmek yerine, man benzeri olgularla ilgili sualler sorar. Onun soru
tıksal yapısı ele alınarak tartışılıp değiştirilebi ları bu anlamda ikinci düzey ve zaman zaman
lir ve geliştirilebilir. Demek ki dünyaya ve onda da büyük sorular olup getirdiği açıklamalar da
olup bitenlere dair logosa dayalı bir açıklama bi ikinci düzey açıklamalar olmak durumundadır.
lim ve felsefenin özsel özelliği olmak durumun
dadır.
1. Ünite - Felsefe Nedir? 25
Kendimizi Sınayalım
1. Aşağıdaki özelliklerden hangisi felsefeyle uğraşan, 6. Aşağıdaki iddialardan hangisi yanlıştır?
bilgeliği arayan kişinin özelliklerinden biri değildir? a. Nietzsche ve Foucault’nun sorgulamaları felse
a. Hayatı ve dünyayı anlamlandırma fenin eleştirel boyutu içinde değerlendirilir.
b. İlkeli ve sorumlu yaşama b. Felsefenin analitik boyutu erdem, adalet, cesa
c. Çok sayıda kitap sahibi olma ret benzeri kavramların açık bir şekilde anlaşıl
d. Zihinsel olgunluğa sahip olma masını sağlamakla ilgilidir.
e. Gerçekliği kavramaya çalışma c. Dünyanın yapısına temel bir açıklama getirmek
felsefenin bütünleştirici boyutunun en önemli
2. Aşağıdakilerden hangisi felsefeyi bilim ve dinden özelliğidir.
ayıran özelliktir? d. Sokrates’in felsefi sorgulamaları felsefenin bü
a. İddialarını kanıtlaması tünleştirici boyutu içinde değerlendirilir.
b. Görünüşleri bir yaratıcının faaliyetiyle açıkla e. Çokluğu birliğe indirgeyen kuşatıcı açıklamalar
ması getirmek felsefenin bütünleştirici boyutunun
c. Nesnel bir faaliyet olması temel özelliğidir.
d. İmgeleme dayanması
e. Öznel bir çabanın eseri olması 7. Aşağıdakilerden hangisi felsefi düşüncenin ilk ve en
temel konularından değildir?
3. Aşağıdakilerden hangisi Batılı anlamda ilk filozof a. Varlık
tur? b. Bilgi
a. Pythagoras c. Duyusal değer
b. Sokrates d. Manevi değer
c. Platon e. Zenginlik
d. Thales
e. Konfüçyüs 8. Aşağıdaki alanlardan hangisi düşünce tarihinde
gerçekleşen yeni gelişmelerin sonucunda ortaya çıkmış
4. Aşağıdaki soru ya da konulardan hangisi felsefenin bir felsefe alanıdır?
ele aldığı “büyük sorular”dan değildir? a. Teknoloji felsefesi
a. Adaletin ne olduğu b. Epistemoloji
b. Hayatın anlamı c. Etik
c. İnsan ömrünün kaç yıla sığdığı d. Estetik
d. Ruhun ne olduğu e. Metafizik
e. Mutluluğun ne olduğu
9. Aşağıdakilerden hangisi felsefenin katkılarından
5. Aşağıdakilerden hangisi felsefenin temel boyutla değildir?
rından birisi değildir? a. Açık seçik düşünmeyi örneklemek
a. Kurucu boyut b. İnsana eleştirel bir bakış açısı kazandırmak
b. Olgusal boyut c. Düşüncelerin temellendirilmesini temin etmek
c. Analitik boyut d. İlkeli yaşamanın değerini göstermek
d. Eleştirel boyut e. İnancı şekillendirmek
e. Bütünleştirici boyut
10. Aşağıdaki iddialardan hangisi yanlıştır?
a. Felsefe insanı özgürleştirir.
b. Felsefe alternatif görüşlerle zenginleşir.
c. Felsefe kavram karışıklığını gidermeye yarar.
d. Felsefe insana kendini tanıma imkânı sunar.
e. Felsefe insana maddi zenginlik temin eder.
1. Ünite - Felsefe Nedir? 27
Okuma Parçası
“Kentin tanrılarına inanmayıp yeni tanrılar icat etmek Seyahatlerimi ve onca koşuşturmamı kâhinin sözleri
ve gençleri baştan çıkarmak” suçlamasıyla mahkemeye nin doğruluğunu kanıtlamak amacıyla kutsal mekânla
verilen Sokrates, kendisini savunmaktadır. ra yapılmış bir yolculuk olarak düşünmenizi istiyorum
Tanrı’nın mesajı üzerinde bir süre düşünüp epeyce bo sizden. Siyasetçilerle devlet adamlarından sonra, bu
caladıktan sonra, en nihayetinde biraz gönülsüzce de kez yanlarında göreli cehaletimin en sonunda açığa çı
olsa, mesajın doğruluğunu şu şekilde sınamaya karar kacağı inancıyla ozanlara, tragedya yazarlarına, hiciv
verdim. Bilgeliğiyle büyük ün kazanmış birine gide cilere ve lirik şairlere gittim. Ozanların en mükemmel
cektim, kâhini çürütmeye, ilahi otoritenin hatasını yapıtları olduğunu düşündüğüm eserlerini seçiyor ve
göstermeye, başka herhangi bir yerde değil de, ancak onları yazmış oldukları şeylerin anlamıyla ilgili olarak
böyle birinin yanında muvaffak olabileceğimi hissedi bir yandan da bir şeyler öğrenmek umuduyla, sıkı sı
yordum: “Benim insanların en bilgesi olduğumu söylü kıya sorguluyordum. Aziz Atinalılar, doğruyu söyleme
yordun, al sana işte benden daha bilge biri!” noktasında tereddütlerim var ama bunun söylenmesi
Evet, bu kişiye gittim ve onu iyice inceledim. İsmi la gerekiyor. Ozanların çevresinde bulunan kimselerin
zım değil, fakat bu deneyimi yaşadığım sırada sor bu şiirleri yazarlarından daha iyi açıklayabildiklerini
guladığım politikacılardan biri. Onunla konuşurken söylemek, bir abartı olmaz. Bu yüzden, ozanlarla ilgili
bende, pek çok insanın gözünde ama özellikle de ken kararımı çok kısa bir süre içinde verdim: Onlara şiir
di kanaatine göre bilge biri gibi görünse bile, gerçekte lerini yazdıran şey, bilgelikleri değil, yüce mesajlarını
bilge olmadığı izlenimi oluştu. Sonra ona kendisinin onların ne anlama geldiğini hiç bilmeden aktaran bi
bilge olduğunu sanmakla birlikte, gerçekte olmadığı lici ve peygamberlerde rastladığımız türden bir içgüdü
nı göstermeye kalkıştığım zaman, hem onun hem de ve ilahî esindi. Şairlerin de aynen böyle oldukları, be
orada bulunan başka insanların hıncını ve düşmanlı nim için çok aşikârdı. Üstelik ozanlar da, koyu bir ce
ğını kazandım. Ama siyasetçinin yanından ayrılırken halet içinde oldukları başka pek çok konuda kusursuz
kendi kendime şöyle düşünmeden de edemedim: “Ben bir kavrayışa sahip olduklarını sanıyorlar. Dolayısıyla,
bu adamdan kesinlikle daha bilge biriyim. İkimizin de ozanların yanlarından ayrılırken de, politikacılardan
öyle övüneceğimiz bir bilgisi yok fakat o gerçekte bil ne kadar üstünsem, onlardan da o kadar üstün oldu
mediği şeyleri bildiğini sanıyor oysa ben cehaletimin ğumu gördüm.
fazlasıyla farkındayım. Her durumda, öyle görünüyor En sonunda usta zanaatkârlara gittim. Ben kendimin
ki ben, bilmediğini bildiğini sanmama noktasında, on pratikte teknik hiçbir bilgi ve ustalığa sahip olmadığımı
dan az buçuk da olsa daha bilgeyim.” çok iyi biliyordum; kendimin bilmediğinden ne kadar
Bundan sonra bilgelik açısından daha büyük bir şöh eminsem, bu zanaatkârların etkileyici bir bilgiye sahip
rete sahip olan başka bir adamla konuşmaya gittim ve olduklarından o kadar emindim. Bunda yanılmamışım:
bir kez daha aynı izlenime kapıldım. Burada da hem Benim bilmediğim pek çok şeyi biliyorlardı, benden bu
adamın hem de daha pek çok kişinin hınç ve düşman yönden daha bilge idiler. Yalnız Atinalılar, bu profesyo
lığını çektim üstüme. Bu andan itibaren neredeyse her nel uzmanlar da, ozanlarda görmüş olduğum aynı ku
kesi birbiri ardı sıra sorguladım. Tam bir umutsuzluk surdan muzdarip gibi görünüyorlardı. Onların, teknik
ve dehşet hali içinde, kendimi her geçen gün biraz daha ustalıklarına dayanarak ne kadar önemli olursa olsun,
sevimsiz biri durumuna soktuğumu gördüm ama ya başka her konuda bilgiçlik taslamalarını anlatmak is
pacak bir şey yoktu: Dinî ödevimi her şeyin üstünde tiyorum; bu hatanın, zanaatkârların pozitif bilgilerini
tutmak zorundaydım. Tanrı’nın mesajının manasını bastırdığını hissettim. Bu yüzden kendimi tanrı elçisinin
açığa çıkarmaya çalıştığıma göre, bilgisiyle nam salmış sözcüsü yaparak kendime “Onların bilgelikleri de bu
kim varsa gidip bulmam gerekiyordu. Aziz Atinalılar dalalıkları da kendilerine kalsın, olduğun gibi kalmak,
size hakikati söylemek boynumun borcu; izlenimim senin için daha iyi değil mi?” diye sordum. Sonra yine
şuydu: Soruşturmalarımı Tanrı’nın emrine uygun ola kendim aracılığıyla, tanrı elçisine “Olduğum gibi kal
rak sürdürdükçe gördüm ki bilgelikleriyle nam salmış mak benim için daha iyidir” cevabını verdim.
bu insanların neredeyse hiçbir hikmetleri yok. Onlar
dan aşağı sayılanlar ise, pratik zekâ bakımından onlar Kaynak: Platon, Sokrates’in Savunması (çev. A. Ceviz
dan çok daha iyi durumda. ci), Sentez Yayınları, Bursa, 2009.
28 Felsefe
Yararlanılan ve Başvurulabilecek
Kaynaklar
Sıra Sizde 3 Ajdukiewicz, K., Felsefeye Giriş (çev. A. Cevizci), İstan
İnsanın zihinsel yönden özgürleşmesi, cevaplayamadığı bul, Say Yayınları, 3. baskı, 2007.
sorular altında ezilmesi, kavram karışıklığından muz Cevizci, A., Felsefe, Bursa, Sentez Yayınları, 2. Baskı,
darip olması, batıl itikatlara bel bağlaması, duygularına 2009.
yenik düşmesi yerine neyin yanıtlanabilir olup neyin Cevizci, A., Felsefeye Giriş, Ankara, Nobel Yayınları, 2.
yanıtlanamayacağını bilmesi, zihinsel bir açıklık ve ay Baskı, 2011.
dınlık içinde olması anlamına gelir. Onun entelektüel Ewing, A. C., The Fundamental Questions of Philosophy,
olarak özgürleşmesi, düşünmesini, dolayısıyla zihinsel Routledge and Kegan Paul, London, 1951.
bir uyuşukluktan kurtulup düşünsel bir faaliyet içinde Flew, A., An Introduction to Western Philosophy, Lon
olmasını, olup bitenlere neden sonuç ilişkileri üzerinden don, 1976.
yanıt getirmesini ifade eder. Bu ise elbette, insanın zihin Jones, W. T., İlkçağ Felsefesi Tarihi (çev. H. Hünler), İs
sel sınırlarının genişlemesi anlamına gelir. tanbul, Paradigma Yayınları, 2008.
Körner, S., Fundamental Questions of Philosophy, The
Harvester Press, Sussex, 1979.
Magee, B., Büyük Filozoflar: Platon’dan Wittgenstein’a
Batı Felsefesi Tarihi (çev. A. Cevizci), İstanbul, Pa
radigma Yay., 2. baskı, 2007.
Montaigne, M., Denemeler (çev. S. Eyüboğlu), İstanbul,
İş Bankası Yayınları, 4. baskı, 2006.
Nagel, T., Her Şey Ne Anlama Gelir: Felsefeye Küçük Bir
Giriş (çev. H. Gündoğdu), İstanbul, Paradigma Ya
yınları, 2004.
Plato, The Collected Dialogues of Plato (ed. by E. Ha
milton - H. Cairns), Princeton University Press, 5th
ed., 1969.
Randall, J. H. - Buchler, J., Felsefeye Giriş (çev. A. Ars
lan), İzmir, Ege Üniversitesi Yayınları, 1982.
Stroll, A., - Popkin, R.H., Introduction to Philosophy,
New York, 1972.
Stumpf, S. E., Elements of Philosophy, New York, 1986.
Warburton, N., Felsefeye Giriş (çev. A. Cevizci), Para
digma Yayınları, İstanbul, 2000.