Professional Documents
Culture Documents
İslam Tarihi Ve Medeniyeti 2 Raşid Halifeler Dönemi
İslam Tarihi Ve Medeniyeti 2 Raşid Halifeler Dönemi
İslam Tarihi Ve Medeniyeti 2 Raşid Halifeler Dönemi
Siyer: 74
Eser Adı
İslâm Tarihi ve Medeniyeti -2- Râşid Halifeler Dönemi
Proje Yürütücüsü ve Genel Editörü
Prof. Dr. Mehmet Şeker
Proje Yürütücüsü Yardımcıları
Prof. Dr. Adnan Demircan
Prof. Dr. Rızâ Savaş
Doç. Dr. Tahsin Koçyiğit
Cilt Editörleri
Prof. Dr. Ahmet Önkal
Prof. Dr. Mehmet Ali Kapar
Yazarlar
Prof. Dr. Âdem Apak, Prof. Dr. Adnan Demircan, Prof. Dr. Ahmet Önkal,
Prof. Dr. Hüseyin Algül, Prof. Dr. İsmail Hakkı Atçeken, Prof. Dr. İsrafil Balcı,
Prof. Dr. M. Hanefi Palabıyık, Prof. Dr. M. Mustafa Fayda, Prof. Dr. M. Salih Arı,
Prof. Dr. Mehmet Ali Kapar, Prof. Dr. Mehmet Bahaüddin Varol, Prof. Dr. Nadir Özkuyumcu,
Prof. Dr. Ünal Kılıç, Doç. Dr. Ahmet Güzel, Doç. Dr. Tahsin Koçyiğit
Yayın Editörü
Muhammed Ali Alioğlu
Kapak
Furkan Murat Buruneren
İç Tasarım
Mevlüt Sami Ertem
Son Okuma
Ar. Gör. Ömer Aras, Ar. Gör. İbrahim Konak
Muhammed Ensar Sözgen
Baskı & Cilt
GÜL MAT MATBAACILIK YAYINCILIK SAN. TIC. LTD. ŞTI.
Maltepe mah. Fazlı Paşa cd. No:8/4 Topkapı-İstanbul
Tel: 0212 577 79 77 Sertifika No: 34712
1. Baskı: Ekim 2018
Takım Numarası: 978-605-2375-38-9 (Tk)
ISBN: 978-605-2375-40-2 (2.c)
Eserde yer alan metinlerin ilmî, akademik, dil, yazım ve üslup sorumlulukları bölüm yazarlarına aittir.
GI�RI�Ş
I. BELLİ� BAŞLI KAYNAKLAR VE ARAŞTIRMALAR
Prof. Dr. Adnan Demircan.....................................................................................15
A. .Yazılı Kaynaklar...............................................................................................15
1. Temel Eserler...............................................................................................16
2. Arapça Dışındaki Dillerde Yazılan Kitaplar.....................................22
B. .Araştırmalar ve Çağdaş Çalışmalar.........................................................22
1. İ�slâm Dünyasında Yapılan Çalışmalar...............................................23
2. Batı’da Yapılan Çalışmalar......................................................................26
C. Arkeolojik Kalıntılar.................................................................................27
I. B� L� M
RÂ� Şİ�D HALİ�FELER DÖ� NEMİ�NDE Sİ�YASÎ� DURUM
2. Humus.................................................................................................................................439
3. Fey........................................................................................................................................442
B. .Dî�van Teşkilatının Kurulması........................................................................................451
C. .Toprakların Islahı ve Sulama Kanallarının Açılması............................................455
IV. KÜ� LTÜ� REL FAALİ�YETLER / Prof. Dr. Mehmet Bahaüddin Varol................................481
A. .Kur’ân-ı Kerî�m’in Bir Kitap Haline Getirilmesi ve Çoğaltılması......................483
B. .Eğitim ve Ö� ğretim Faaliyetleri......................................................................................486
1. Eğitim ve Ö� ğretimi Yapılan İ�lim Dalları................................................................487
2. Eğitim ve Ö� ğretimin Sürdürüldüğü İ�lim Merkezleri.......................................493
3. Eğitim ve Ö� ğretim Kurumları....................................................................................499
4. Eğitim ve Ö� ğretim Metodları.....................................................................................506
C. .Diğer Faaliyetler..................................................................................................................507
C. .Kûfe’nin İ�skânı.....................................................................................................................557
D. .Fustât’ın İ�skânı ...................................................................................................................571
1. Bölgenin Genel Ö� zellikleri ve Ö� nemi.....................................................................571
2. Fustât’ın Kuruluşu ve İ�skân.......................................................................................575
E. .Demografik ve Bölgesel Gelişim...................................................................................593
1. Demografik Gelişim.......................................................................................................593
2. Bölgesel Gelişim:............................................................................................................596
F. . Genel Değerlendirme........................................................................................................597
HARİTA-RESİM-ŞEKİL
Harita 1: Râşid Halifer dönemi öncesi İslâm Coğrafyası’nın genel durumu. . ...................38
Harita 2: Ridde Seferleri Haritası..........................................................................................................92
Harita 3: Hz. Osman dönemi sonu İslâm Coğrafyası’nın en geniş sınırları...................... 116
Harita 4: Kâdisiye savaşının yapıldığı bölge.................................................................................. 143
Harita 5: Hâlid b. Velîd’in Irak sefer güzergahları...................................................................... 153
Harita 6: Yermûk savaşının yapıldığı bölge................................................................................... 185
Harita 7: Yukarı Mezopotamya olarak da adlandırılan Cezîre bölgesi.............................. 199
Harita 8: Piri Reis’in Kitâbü’l-Bahriye’sindeki İskenderiye haritası.................................... 237
Harita 9: Cemel hadisesinin ceyran ettiği bölge........................................................................... 314
lafız farklılığı olabilir endişesiyle fazla hadis rivayet etmediği gibi, mut-
tali olmadığı hadisleri nakleden sahâbî�leri çağırarak bu sözlerin Hz. Pey-
gamber’den duyulduğuna dair şahit göstermelerini istemiş ve hattâ bazı
kimselerin hadis nakletmelerini yasaklamıştır. İ�slâm’ın ikinci temel kay-
nağı olarak sünnetin muhafazasında da râşid halifelerin böylesi bir hassa-
siyet göstermesi, İ�slâm’ın aslî� şekli ile sonraki nesillere intikali açısından
önemli bir husustur.
Cildin Giriş kısmında Râşid Halifeler dönemiyle ilgili belli başlı kay-
naklar ve bu konuda yapılan araştırmalar hakkında genel bir bilgi verile-
rek Râşid Halifeler döneminin yeri ve önemi hakkında bir değerlendirme
yapılmıştır. I. Bölüm’de Râşid Halifeler dönemindeki siyasî� durum, Ridde
Olayları, İ�slâm fetihleri ve iç karışıklıklar ele alınmış, Hz. Hasan’ın çok kısa
süren halifeliğine de özetle yer verilmiştir. II. Bölüm’de ise Râşid Halifeler
döneminde idarî�, dinî�, askerî�, adlî� ve ekonomik durum ele alınmış, iktisadî�
ve sosyal yapılar incelenerek kültürel faaliyetler ile bayındırlık hizmetle-
ri ve iskân politikası hakkında bilgi verilmiştir. Kitabın sonuna Editörler
olarak tarafımızdan hazırlanan bir kronoloji eklenmiş, müelliflerimizin
gösterdiği kaynaklarda aynı eserin farklı neşirleri kullanılmış olabileceği
için Bibliyografya tevhit edilerek tek liste hâlinde verilmemiş, her bölü-
mün kaynakları cildin sonunda o bölüm başlığı altında gösterilmiştir.
Aralık-2017
13
GI�RI�Ş
A. Yazılı Kaynaklar
1. Temel Eserler
16 [1] Son yıllarda yaygınlaşan ve kolaylıkla elde edilmesi mümkün olan elektronik kitap-
lar, temel kaynaklardaki bilgilere ulaşmaya çalışırken bize zaman kazandırdığı için
ihmal edilmemelidir. Ö� te yandan temel kaynakların birçoğunun pdf formatındaki
dosyalarına ulaşmak da mümkündür.
[2] Fayda, Mustafa, “Tarih”, DİA, İ�stanbul 2011, XXXX, 33.
Giriş ■
[7] Bkz. Varol, M. Bahaüddin, “el-İmâme ve’s-siyâse İ�simli Eserin Müellifi İ�bn Kuteybe
midir?”, İslâmî Araştırmalar Dergisi, Cilt: 16, Sayı: 2, Ankara 2003, s. 308-321. 19
[8] Fayda, Mustafa, “Seyf b. Ö� mer”, DİA, İ�stanbul 2009, XXXVII, 28.
[9] Kitâbü’r-Ridde ve’l-fütûh ve Kitâbü’l-Cemel ve mesîru Âişe, Nşr.: Kasım es-Semerrâî�,
Leiden 1415/1995.
[10] Derleyen: Ahmed Râtib Armûş, Beyrût 1391/1972.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
[11] Yavuz, Yusuf Şevki, “el-Avâsım mine’l-kavâsım”, DİA, İ�stanbul 1991, IV, 113.
Giriş ■
[15] İslâmi Tebliğin Örnek Halifeler Dönemi, Beyan Yayınları, İ�stanbul 1989.
[16] Dört Halife ve Emeviler Döneminden İlginç Problemler, Isparta 2001; Dört Halife
Dönemi I-II, İ�stanbul 2002.
[17] Anahatlarıyla İslâm Tarihi: Hulefa-i Râşidin Dönemi, 2. baskı, Ensar Neşriyat,
�stanbul 2008.
[18] Hz. Ebû Bekir, Beyan Yayınları, İ�stanbul 1984.
[19] Hz. Ebû Bekir, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1996.
[20] Hz. Ebû Bekir Dönemi İslâm Tarihi, Buruc Yayınları, İ�stanbul 1998.
[21] Hz. Peygamber’den Sonra Yönetim Problemi (Hz. Ebû Bekir Devri), Uludağ
Ü� niversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Bursa 1993.
[22] Hz. Ebû Bekir ve Ridde Savaşları, Yüzüncü Yıl Ü� niversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Van 1995 (=Hz. Ebû Bekir ve Ridde Savaşları, Beyan Yayınları, İ�stanbul 1996).
[23] Hz. Ebû Bekir Döneminde Diplomatik Münasebetler ve Andlaşmalar, Ondokuz Mayıs
Ü� niversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Samsun 1996.
[24] İslâm Tarihi Kaynaklarına Göre Halifelik ve Hz. Ebû Bekir’in Halife Seçilmesi, Ankara
Ü� niversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 1999
[25] Hz. Ömer, Beyan Yayınları, İ�stanbul 1984.
[26] Hz. Ömer Zamanında Gayr-ı Müslimler, Ankara Ü� niversitesi İ�lahiyat Fakültesi İ�slâm
Tarihi Anabilim Dalı, Ankara 1979.
[27] Hazreti Ömer ve Fıkhı, Ondokuz Mayıs Ü� niversitesi İ�lahiyat Fakültesi, Samsun 1982
(Dokuz Eylül Ü� niversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İ�zmir 1987).
[28] Hz. Ömer Döneminde Diplomasi, Ondokuz Mayıs Ü� niversitesi Sosyal Bilimler 23
Enstitüsü, Samsun 2002.
[29] Sosyal ve Politik Sonuçları İtibariyle Hz. Ömer Devri Fetih Hareketleri, Ankara
Ü� niversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 1997 (=Sosyo Politik Açıdan Asr-ı
Saâdet Fetihleri (Hz. Ömer Dönemi), Ta-ha Yayıncılık, Ankara 1999).
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
C. Arkeolojik Kalıntılar
Geniş bir coğrafyaya hükmeden Râşid Halifeler döneminden kalan eser
sayısı çok fazla değildir. Bununla birlikte bu dönemde kurulmuş olan Kûfe,
Basra ve Fustât gibi şehirlerle râşid halifelerin fethettikleri bölgelerde yer
alan şehirlerde yapılan ve yapılacak kazı çalışmalarıyla bazı bilgilere ulaş-
mak mümkündür. Nitekim 1938 yılında Kûfe’de başlayan kazı çalışmaları-
nın ilk sonuçları 1940 yılında, sonraki yıllarda yapılan kazı çalışmalarının
sonuçları 1954 ve 1956 yıllarında yayımlandı. Bu kazı çalışmalarının rapor-
ları daha sonra bir araya getirilerek özet olarak neşredildi.[65]
27
[65] Bkz. Söylemez, M. Mahfuz, Emevîler Döneminde Kûfe (Yayımlanmamış Doktora
Tezi), Anakara Ü� niversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi, Ankara 2000, 11-12(Bu çalış-
ma bilahare Bedevî�likten Hadârî�liğe Kûfe ismiyle Ankara Okulu yayınları arasında
2001’de Ankara’da neşredilmiştir.).
Prof. Dr. Adnan DEMİRCAN
İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
[1] Fayda, Mustafa, “Hulefâ-yi Râşidî�n”, DİA, İ�stanbul 1998, XVIII, 325.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
Râşid Halifeler dönemi otuz yıl kabul edilir. Bu süreye Hz. Hasan’ın
altı aylık iktidar dönemini dâhil edenler[2] olduğu gibi sadece Hz. Ebû Be-
kir, Hz. Ö� mer, Hz. Osman ve Hz. Ali’nin iktidar döneminden ibaret oldu-
ğunu söyleyenler de vardır. Mes’ûdî� ilginç bir şekilde Ebû Bekir’in iki yıl
üç ay dört gün, Ö� mer’in on yıl altı ay dört gün, Osman’ın on bir yıl on bir
ay on üç gün, Ali’nin dört yıl altı ay yirmi dokuz gün, Hasan’ın sekiz ay on
gün iktidarda kaldıklarını ve bunun toplam otuz yıl ettiğini söylemekte-
dir.[3] Ahmed b. Hanbel’in naklettiği bir rivayete göre Hz. Ebû Bekir’in iki
yıl, Hz. Ö� mer’in on yıl, Hz. Osman’ın on iki yıl, Hz. Ali’nin altı yıl hilafet
makamında kaldığı ifade edilir.[4] Ancak daha sonraları icraatından mem-
nuniyet duyulan Emevî� Halifesi Ö� mer b. Abdülaziz gibi bazı halifeleri de
“Hulefâ-yi Râşidî�n” arasında sayanlar olmuştur.[5]
Râşid halifeler arasında Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ö� mer’in ayrı bir yeri
vardır. Bu iki halifeden bahsedilirken “Şeyhayn”[6] tabiri kullanılır.[7] Ehl-i
Sünnet uleması, genellikle Hz. Peygamber’den sonra o dönemde yaşayan
insanların en faziletlilerinin sırasıyla dört halife olduklarını ifade ederler.[8]
Râşid halifelerin ilk yirmi yılı başarılarla geçerken son on yılda ortaya
çıkan iç gerginlikler ve çatışmalar müslümanların karşı karşıya gelmele-
rine neden olmuş, hatta Hz. Ali döneminde iç savaşlar meydana gelmiştir.
Allah rızasını gözeterek İ�slâm ümmetine hizmet eden ilk dört hali-
fenin üçü uğradıkları suikastlar sonucu hayatlarını kaybetmişlerdir. Hz.
Ebû Bekir hastalanarak vefat etmiş; Hz. Ö� mer Mecusi Ebû Lü’lü’e isimli bir
mükâteb köle tarafından sabah namazını kıldırırken öldürülmüştür. Hz.
Osman, kendisine karşı ayaklanan âsiler tarafından evinde öldürülmüş;
Hz. Ali ise Hâricî� Abdurrahman b. Mülcem tarafından sabah namazını kıl-
dırmak üzere mescide giderken suikasta uğramış, birkaç gün sonra da al-
dığı yaradan vefat etmiştir.
Allah Resûlü vefat ettikten sonra onun peşinden hilafete gelen dört 31
halife de erken dönemde Müslüman olmuş, Hz. Peygamber’in mücade-
lesine onun yanında yer alarak tanık olmuş ve ona desteklerini esirge-
memiş kimselerdi. Hz. Peygamber’in vefatından sonra hilafete gelen Hz.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
38
Prof. Dr. Adnan DEMİRCAN
İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
A. Halifeliğin Mahiyeti
1. Hilafet Kavramı
[2] Halife kavramının İ�slâm kültüründeki yeri ve anlamı için bkz. Güler, Mehmet Nuri,
“Kur’ân-ı Kerî�m’e Göre Halife Kavramı”, Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Dergisi, Sayı: 1, Şanlıurfa 1995, s. 160-162.
[3] Belâzürî�, Ebü’l-Abbas Ahmed b. Yahyâ (279/892), Ensâbü’l-eşrâf (thk. Süheyl 41
Zekkâr, Riyâd Ziriklî�), Beyrût 1417/1996, I, 528; Fayda, Mustafa, “Hulefâ-yi Râşidî�n”,
DİA, İ�stanbul 1998, XVIII, 325-326.
[4] Muâviye’nin kendisini “Halifetüllah” olarak isimlendirdiğine dair bkz. Belâzürî�, V,
27.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
biri dururken akrabalık bakımından onlara uzak bir boy olan Teym bo-
yuna mensup Hz. Ebû Bekir’e biat edilmesinden duydukları rahatsızlıktı.
Hz. Peygamber, hilafet için açıkça bir isim telaffuz etmediği için Hz.
Ebû Bekir, büyük ölçüde Arap geleneğinin hâkim olduğu, biraz da Ku-
reyşliler’in siyasî� yeteneklerini gösterdikleri bir yöntemle seçildi. Onun
seçimiyle kabile reisinin seçimi arasındaki en önemli fark, kendisini se-
çenlerin önemli bir kısmı Medine’nin yerlisi oldukları halde kan bağıyla
onlara mensup olmamasıdır. Kuşkusuz Ebû Bekir’in halife olarak kabul
edilmesinde dinî� etkenin varlığı inkâr edilemez; ancak onun seçimindeki
en önemli etken, Medine’nin içinde bulunduğu hassas durumdur. Siyasî�
kriz, Hz. Ebû Bekir’in halife seçilmesiyle başarılı bir şekilde sonuçlandı-
rıldı. Allah Resûlü’nün arkadaşları arasında bu işe layık olan başkaları da
vardı. Ancak Hz. Ebû Bekir, hilafet namzetleri arasında bu işe en uygun ki-
şiydi. Normal koşullar altında İ�slâm’a hizmeti, donanımı ve birikimi sebe-
biyle ilk akla gelebilecek isimdi. Neticede şartlar Ebû Bekir’in Medineliler
tarafından seçilmesini mümkün kılmıştır.
Hz. Ö� mer’in seçimi, daha farklı şartlar altında -Hz. Ebû Bekir’in vefat
etmeden kısa bir süre önce hastalığı sırasında onu tavsiye etmesi suretiy-
le- mümkün olmuştur. Bilindiği gibi önemli kararlara imza atan Hz. Ebû
Bekir’in yönetimi kısa sürdü. Hz. Ebû Bekir, hastalığının son günlerinde,
yeni bir yönetim krizine meydan vermemek için, Hz. Ö� mer’i kendisinden
sonra Müslümanların başına istihlâf etti. Bu amaçla Hz. Osman’a bir vasi-
yetname yazdırarak mühürledi.
sahâbî� ise onun sert mizacının devlet politikası üzerinde olumsuz etkiler
doğuracağından duydukları kaygıyı ifade ettiler; ancak Hz. Ebû Bekir, on-
ları ikna etti. İ�nsanlara yaptığı konuşmada bir akrabasını seçmediğini ve
Hz. Ö� mer’in bu işe layık olduğunu söyleyerek ona itaat etmelerini istedi.
Orada bulunanlar onun tayinini kabul ettiklerini söylediler.[10] Böylece Hz.
Ö� mer, Hz. Ebû Bekir’den daha rahat bir ortamda halife oldu.
Hz. Ö� mer, selefi olan Hz. Ebû Bekir tarafından yazılan bir vasiyetle
Müslümanların başına getirilmiş olmasına rağmen bu seçim, -Emevî�ler
Dönemi’nden başlayarak Osmanlı Devleti’nin yıkılışına kadar birçok so-
run doğuran- veliahtlık sisteminin bir parçası olarak değerlendirilmemiş-
tir. Bunun öncelikli sebeplerinden biri Hz. Ö� mer’in Hz. Ebû Bekir’in yakın
akrabası olmamasıdır. Zira veliahtlık sisteminde yönetici, yerine yakın ak-
rabalarından birisini, çoğunlukla da oğlunu veliaht tayin etmektedir. Ö� te
yandan Hz. Ebû Bekir, vefatına sebep olan hastalığı sırasında yerine Hz.
Ö� mer’i vasiyet etmiştir. Oysa veliahtlık sisteminde yöneticiler, çoğunluk-
la ölüm ihtimallerinin konuşulmadığı zamanlarında, hatta bazen iktidara
geldiklerinde veliahtlarını tayin ederler.
Hz. Ebû Bekir, ayrıca Hz. Ö� mer’i istihlâf etmeden önce toplumun gö-
rüşünü yansıtan ashâbın ileri gelenleriyle istişare etmiş ve onların des-
teğini almıştır. Hz. Ebû Bekir’in vefatından sonra ise Hz. Ö� mer’in hilafeti
yine ümmetin biatiyle gerçekleşmiştir.
Hz. Osman, selefi olan iki halifeden farklı bir yöntemle halife seçilmiş-
tir. O, bir Mecusi mükateb köle tarafından yaralanan Hz. Ö� mer’in belirle-
diği altı kişilik şûranın üyelerinden Abdurrahman b. Avf tarafından halife
olarak ilan edilmiştir.
Hz. Osman’ın seçimiyle, halife olma beklentisi içinde olan Hz. Ali’nin
seçilememesi hem kendisinde hem de taraftarlarında bir burukluk mey-
dana getirdi; ancak ne Hz. Ali ne de yakın arkadaşları, Râşid Halifeler dö-
neminde hiçbir ayaklanmanın taraftarı ya da destekçisi olmadılar.
[16] Geniş bilgi için bkz. el-ʻIşş, Yusuf, ed-ed-Devletü’l-Ümeviyye, 4. baskı, Dâru’l-fikr, 47
Dimaşk 1996, s. 44-46; Hizmetli, Sabri, “Târihî� Rivâyetlere Göre Hz. Osman’ın
Ö� ldürülmesi”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 27, 1985, s. 155-
156.
[17] Aycan, İ�rfan, “Mervân I”, DİA, Ankara 2004, XXIX, 226.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
isteklerini kabule yanaşmadı. Zira ona göre böyle bir öneriyi kabul etme-
sinin başka sakıncaları vardı. Ne Hz. Osman hilafeti bırakmak ne de âsiler
taleplerinden vazgeçmek istiyorlardı.
Kuşatma devam ederken Hz. Osman’ın arkasında namaz kılıyorlardı.
Bu sırada Hz. Osman’ın kendisine yönelik eleştirilere birkaç kez yanıt ver-
me olanağı bulduğu anlaşılmaktadır; ancak âsiler bir süre sonra onu ce-
maate imamlık yapmaktan da alıkoydular. Halifeyi savunmak üzere Kûfe,
Basra, Şam ve Mısır’dan asker gönderildiği söylentisinin yayılması üzeri-
ne isyancılar evine girerek onu öldürdüler (35/656).
Hz. Ali’nin seçilmesi ise önceki üç halifeden farklı şartlar altında, Hz.
Osman’ın öldürülmesinden sonra, onu öldüren âsilerin baskısı ve hatta
onlardan önemli bir grubun telkinleriyle gerçekleşmişti.
Hz. Osman öldürüldükten sonra âsiler, Medinelilere yeni bir halife
seçmeleri için baskı yapmaya başladılar. Medineliler, Hz. Osman’ın öldü-
rülmesinin şokunu yaşıyorlardı. Kısa sürede işe el koymak ve durumu to-
parlamak gerekiyordu.
Â� silerin Hz. Osman’ı öldürdükten sonra onun yerine halife seçilecek
kişinin Medineliler tarafından belirlenmesini istemeleri o güne kadar se-
çilen halifelere Medinelilerin biat etmeleri sebebiyle onların seçim hakkı-
nın kabul görmesiyle ilişkilidir. Bu hak, diğer kabileler nezdinde meşrui-
yet elde etmek için de önemlidir.
Hz. Ali’nin kargaşanın hâkim olduğu bir ortamda halife seçilmesi, bir-
çok problemi kucağında bulmasına sebep oldu. Halife seçilmesinde âsile-
rin baskı ve telkininin etkisi olmuştu. Halife olduktan sonra onları çevre-
sinden uzaklaştıramadı. Ortaya çıkan siyasî� tablo onun rahat bir ortamda
yöneticilik yapmasına imkân vermedi.
Kargaşa ortamında halife seçilen birisine biat etmek yerine, beklemeyi
ve fitneye bulaşmaktan kaçınmayı tercih eden Müslümanlar da oldu. Biat
etmeyenler arasında ashâbın ileri gelenlerinden önemli isimler vardı.[18]
Halife olduktan kısa süre sonra Mekke’de Hz. Peygamber’in sevgili eşi
Hz. Â� işe’nin sembolik liderliği etrafında toplanan -Hz. Ö� mer’in seçtiği şûra
üyelerinden Zübeyr b. Avvâm ile Talha b. Ubeydullah’ın öne çıktığı- muha-
liflerle Basra yakınlarında savaşmak zorunda kaldı. Burada zafer kazan-
ması, siyasî� krizi kontrol edebileceği anlamına gelmiyordu.
48
[18] Biat etmeyenler arasında Hassân b. Sâbit, Kaʻb b. Mâlik, Mesleme b. Muhalled, Ebû
Saî�d el-Hudrî�, Muhammed b. Mesleme, Zeyd b. Sâbit, Saʻd b. Ebî� Vakkâs, Abdullah
b. Ö� mer, Suheyb b. Sinân, Ü� sâme b. Zeyd, Abdullah b. Selâm, Kudâme b. Mazʻûn ve
Muğî�re b. Şuʻbe gibi kimselerin adları geçer.
Halifelik Hakkında Kısa Bilgi ■
dönemindeki gibi katı ve dini dışlayan bir asabiyye değildir. Eğer öyle ol-
saydı Cahiliye döneminde liderlik iddiası olmayan ve diğer boylara göre
nispeten daha zayıf olan Teym kolundan olan Ebû Bekir seçilmezdi. Sakî�-
fe’de onun kısa sürede kabul görmesinde dinî� geçmişi de önemli bir belir-
leyici olmuştur.
***
Resûlullah’ın (sas) vefatıyla başlayan yönetici belirleme sorunu, as-
hâbın İ�slâmî� ilkelerle geleneği dikkate alan yaklaşımıyla çözülmüştür. An-
cak yerleşmiş bir sistem olmamasından dolayı her halife değişikliği sıra-
sında dönemin koşullarının şekillendirdiği yeni bir yöntemin uygulandığı
dikkat çekmektedir.
Râşid halifeler, “halife” unvanını dinî� bir makamın adı olarak değil,
yönetimin Allah Resûlü’nün dünyevî� liderliğinin devamı olduğunu ifade
etmek üzere isabetli bir tercihle seçmişlerdir. Hz. Ö� mer’e önceleri “Hali-
fetü Halifeti Resûlillah” şeklinde hitap edilirken, daha sonra “Mü’minlerin
Emiri” hitabı uygun görülmüştür.
İ�lk dört halife ile Hz. Ali’den sonra kısa bir süre halifelik görevini yü-
rüten Hz. Hasan’ın her birisinin seçiminde farklılık olmakla birlikte hiçbiri
veliahtlık sisteminin başlangıcı olabilecek bir uygulama başlatmamıştır.
Hz. Ebû Bekir, büyük bir çoğunluğunu ensârın oluşturduğu bir heyet
tarafından seçilmiştir. Hz. Ö� mer, Hz. Ebû Bekir’in onu ümmetin başına is-
tihlaf etmesi suretiyle iktidara gelmiş; Hz. Osman, Hz. Ö� mer’in belirlediği 51
şûra üyelerinden Abdurrahman b. Avf’ın ona biatinin ardından ümmetin
kabulüne mazhar olmuştur. Hz. Ali, Hz. Osman’ın öldürülmesinden son-
ra siyasî� istikrarsızlığın had safhaya ulaştığı bir ortamda, sorunu çözmek
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
52
Prof. Dr. Hüseyin ALGÜL
Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Hz. Ebû Bekir’in altı çocuğu vardı. Bunlardan üçü erkek, üçü kız idi.
Erkekler: Abdullah, Abdurrahman, Muhammed, kızları; Esmâ, Â� işe ve
Ü� mmü Külsûm idi. Bunlardan Abdullah, Hz. Ebû Bekir’in halifeliğinin ilk
aylarına rastlayan günlerde vefat etmişti. Bu zatın, ardında çocuğu kalma
dı. Abdurrahman ve Muhammed, babalarından sonraya kalarak çoluk-
çocuğa karışmışlardır.
Hz. Ebû Bekir, İ�slâm’ı ilk kabul eden birkaç sahâbeden biridir. Kendisi
bizzat Hz. Peygamber’e (sas) gidip görüşerek Müslüman oldu. Daha sonra
da onun aracılığıyla Hz. Osman, Hz. Talha b. Ubeydullah, Hz. Sa’d b. Ebî�
Vakkâs, Hz. Zübeyr b. Avvâm gibi Kureyş gençleri İ�slâmiyet’i kabul ettiler.
Hz. Ebû Bekir, güzel ahlâkı, doğruluğu ve cömertliği ile gerek câhiliye
devrinde, gerekse Müslümanlığından sonra herkesin takdirini ve saygısı-
nı kazanmıştır. Müslüman olmadan önce putlara tapmamış, putlar adına
kesilen kurban eti yememiş, kendisini, câhiliye devri insanlarının müptela
oldukları kötülüklerden korumuştur. Mekke toplumunda varlıklı hâline
rağmen, mütevazı oluşu, insanlara karşı hoşgörülü davranışı, yumuşak
huyluluğu ve merhameti ile örnek bir şahsiyet olarak tanınmıştır.
Hz. Ebû Bekir, örnek şahsiyetinin yanı sıra aynı zamanda ilim ve hik-
met sahibi bir kişiydi. Kur’ân-ı Kerî�m’i en güzel okuyan, en iyi anlayan ve
hayatında tatbik eden sahâbe önderlerindendi. Kur’ân okumayı çok sever,
54
[2] Ya’kûbî�, Târîh, I-II, Beyrût 1960, II, 138; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil fi’t-târîh, I-XII, Beyrût
1385/1965, II, 423; Hersekli Mehmed Kâmil, Metâliu’n-nücûm, Dersaadet, 1307, I,
13 vd.
[3] Mustafa Fayda, “Ebû Bekir”, DİA, X, 102.
Râşid Halifelerin Halifelik Öncesi Kısa Hayatı ve Şahsiyeti ■
[4] İ�bn İ�shak, Sîretü İbn İshâk, (thk. Muhammed Hamidullah), Konya, 1981, s. 218-
219; İ�bn Hişâm, es-Sîretü’n-nebeviyye, I-IV, (thk. Mustafa es-Sakka v.dgr.), Mısır
1355/1936, I, 250. 55
[5] Buhârî�, “Fezâilü ashâbi’n-nebî”, 1, 4; Müslim, “Fezâilü’s-sahâbe”, 1; Mustafa Fayda,
“Ebû Bekir”, Dİ�A, X, 102.
[6] İ�bn İ�shak, Sîre, s. 121; Süyûtî�, Târîhu’l-hulefâ, (thk. Muhammed Ebû’l-Fadl İ�brahim),
Kahire “ 1975, s. 41; Mustafa Fayda, “Ebû Bekir”, DİA, X, 102.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
[7] İ�bn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, I-VIII, Beyrût tsz. (Dâru Sâdır), V, 451; Mustafa Fayda,
“Ebû Bekir”, DİA, X, 101.
Râşid Halifelerin Halifelik Öncesi Kısa Hayatı ve Şahsiyeti ■
Hz. Peygamber (sas) hicretin 11. yılı Safer ayının son haftasında
(Mayıs 632) rahatsızlanmış ve ashâbına yaptığı konuşmanın bir yerinde
Allah Teâlâ’nın kulunu dünyada kalmakla kendine vuslat hususunda ser-
best bıraktığını, kulun da vuslatı tercih ettiğini söyleyince sohbette geçen
kul ile kastedilenin Resûl-i Ekrem (sas) olduğunu anlayan Hz. Ebû Bekir,
ayrılma vaktinin yaklaşması sebebiyle gözyaşlarını tutamamıştı.[12] Hz.
Peygamber o günlerde Hz. Ebû Bekir’in kapısı dışında mescidin avlusuna
açılan tüm kaplıların kapanmasını emretti.[13] İ�slâmî� hizmetlerde en du-
yarlı kişinin Ebû Bekir olduğunu, bir kişiyi hususi dost edinecek olsaydı
bu şahsın Ebû Bekir olacağını belirtti[14] ve hastalığı mihraba geçip namaz
kıldırmayı önleyecek derecede ağırlaşınca Hz. Ebû Bekir’in cemaate na-
maz kıldırmasını emretti.[15]
Hz. Ebû Bekir, iş başına geliş biçimi itibariyle hiç kimseye herhangi
bir borçluluğu söz konusu olmasa da o yine de önemli işlerde ashâbın ileri
gelenleriyle istişare ederdi. Yapılan istişare sonucu uygulamada acele et-
mez, onu da tartar, değerlendirirdi, daha dar meclislerde yakın icraat ar-
kadaşlarıyla olgunlaştırır, icraata aktarma olgunluğuna gelen gelişmeleri
ise azimle ve kararlılıkla yerine getirirdi. Bazen istişarelerde farklı görüş-
ler ortaya çıkardı. Hz. Ebû Bekir bunları engin tecrübe ve birikim süzge-
cinden geçirerek devletin ve milletin menfaatı, dinî� hayatın müspet isti-
kamette gelişmesi için tercih yapar ve genellikle tercihinde isabet ederdi.
[16] İ�bn Hişâm, es-Sîre, IV, 309; İ�bn Kuteybe, el-İmâme ve’s-siyâse, (thk. Muhammed
Zeynî�), I-II, Kahire 1967, I, 13.
58 [17] İ�bn Hişâm, es-Sîre, IV, 309; İ�bn Kuteybe, el-İmâme ve’s-siyâse, I, 13.
[18] Hâkim, el-Müstedrek, I-IV, Beyrût tsz., (Mektebetü’l-Matbuati’l-İ�slâmiyye), III, 66;
Vâkıdî�, Kitabü’r-Ridde, (thk. Yahyâ el-Cebûrî�), Beyrût 1990, s. 48; İ�bn Hişâm, es-Sî-
re, IV, 311; İ�bn Sa‘d, Tabakât, III, 182-183; Taberî�, Târîhu’l-ümem ve’l-mülûk, (thk.
Muhammed Ebû’l-Fadl İ�brahim), I-XI, Beyrût tsz. (Dâru’s-Süveydân), III, 210.
Râşid Halifelerin Halifelik Öncesi Kısa Hayatı ve Şahsiyeti ■
Bu noktaya gelen bir sonucu ise kararlılıkla uygulardı. Meselâ Ü� sâme or-
dusunun sevki meselesi bunlardan biridir. Bu konuda ileri gelen sahâbî�-
lerin de temsilci olarak yer aldığı bir görüşe göre Hz. Peygamber’in (sas)
vefatından sonra 4000 kişilik Ü� sâme ordusunun sefere koyulması Medi-
ne hakkında emelleri olan dış düşmanlara karşı şehri zayıf düşürebilirdi.
Ayrıca şayet bu sefer gerçekleşecekse kumandanlık köle soyundan gelen
bir kişide değil, hür bir sahâbî�de olmalıydı. Hâlbuki Hz. Ebû Bekir’e göre
bu orduyu sağlığında hazırlayan bizzat Hz. Peygamber’di, fakat hastalığı
sebebiyle sevk edememişti. Hz. Ü� sâme’yi bu orduya komutan yapan da
yine Hz. Peygamber’in kendisiydi. Dolayısıyla bu ordu, düşünülen hedefe
gidecek ve kumandan da Ü� sâme olacaktı. Hz. Ebû Bekir bu konuda kararlı
davrandı ve almış olduğu kararı başarılı bir şekilde uyguladı. [19]
Hz. Ebû Bekir, devlet idaresinde tatlı-sert denilen ideal bir devlet ada-
mı şahsiyetini ortaya koymayı başarmıştır. O, şahsî� işlerinde halî�m-selî�m,
devlet işlerinde ise ciddi, gayretli ve dikkatli idi. Onun halî�m-selî�m kişili-
ği, idareye dengeli bir otorite, disiplin ve adâlet olarak yansırdı. İ�şler, sıkı
bir biçimde takip edilirdi, komutanlar en başta olmak üzere her sahadaki
devlet görevlileri denetlenir; kusurlu davrananlar, gerektiğinde adalete
uygun olarak cezalandırılır, başarılı olanlar ise, mükâfatlandırılırdı.
Hz. Ebû Bekir güzel ahlâklı; adaletli, insaflı, iffetli ve son derece mut-
takî� bir zattı. Aynı zamanda tahammüllü, cesur ve sabırlı bir insandı. Hz.
Ö� mer, “Ebû Bekir’le müsabakaya giriştiğim her hayırda mutlaka o beni
geçmiştir” diyor. Hz. Ali de “O, her yarışta daima öndedir: nefsim yed-i
kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, yarış ettiğimiz her hayırda Ebû
Bekir, bizi mutlaka geçmiştir” diye ekliyor.[24]
Hz. Ö� mer, cesur ve atak bir zat olup, câhiliye devrinde de Kureyş’in
önde gelen liderleri arasında idi. Kureyş’in sefaret işlerine o bakardı ve
onun verdiği hüküm, bütün Kureyş tarafından itirazsız kabul edilirdi. Hz.
Ö� mer’in, İ�slâm’a girmemesi için Kureyş reisleri, âzami dikkati gösterdi-
lerse de Cenâb-ı Hakk’ın, Ö� mer’in kalbini İ�slâm’a açmasına kimse engel
olamadı. Bütün tarihçiler, Hz. Ö� mer’in İ�slâm’a girmesiyle Müslümanların
izzetinin, güç ve kuvvetinin arttığından söz ederler.[27] Yine topluca ve ale-
niyet içinde Kâbe’de ilk namazın, Hz. Ö� mer’in İ�slâm’a girmesinden sonra
Peygamber Efendimiz’i bu istikamette teşviki ile kılındığı bilinmektedir.
Bunu takip eden günlerde “Ey Peygamber! Allah, sana ve mü’minlerden se-
nin izinde bulunanlara yeter!” [28] âyetinin inzal edildiği söylenir. Abdullah
İslâm Tarihi, I-III, İ�stanbul 1986, II, 241-246; Apak, Â� dem, İslâm Tarihi, II, İ�stanbul
2011, II, 47-64.
[25] İ�bn Sa’d, Tabakât, III, 259
[26] Geniş bilgi için bkz. İ�bn Sa’d, Tabakât, III, 265 vd.; İ�bn Hacer el-Askalânî�, el-İsâbe
fî temyîzi’s-sahâbe, I-IV, Mısır 1328, II, 519 vd.; İ�bn Kuteybe ed-Dî�neverî�, Kitâbü’l-
Maârif, Beyrût 1970, s. 89 vd.; Süyûtî�, Târîhu’1-hulefâ, s. 108 vd.; M. Ferid Vecdi, 61
Dâretü’l-maârif, Beyrût 1971, VI, 707 vd.; Hersekli Mehmed Kâmil, Metâliu’n-
nücûm, I, 39-76.
[27] İ�bn İ�shâk, es-Sîre, I, 366-375; İ�bn Hişâm, es-Sîre, I, 366-375.
[28] Enfâl, 8/64.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
parlak fetih” olarak nitelendirilmiş ve iki sene içinde, barışta tecelli eden
Müslüman ahlâkı ve toplum anlayışı, çok sayıda insanın İ�slâm’a girmesi-
ne zemin hazırlamıştır. Bu cümleden olarak on beş yılda Müslümanlığa
girenlerin birkaç kat fazlası, iki sene içinde Hudeybiye barışından sonra
gerçekleşmiştir. Hz. Ö� mer, barışın yararlı sonuçlarını gördükçe vaktiyle
barış görüşmelerinde ortaya koyduğu tepkiden ötürü pişmanlığını ifade
etmiştir.[32]
Hz. Ö� mer hakkında “Allah, hakikati Ömer’in lisanı ve kalbi üzere ya-
rattı”[36] buyuran Hz. Peygamber, onun Allah’ın emirleri konusunda üm-
metinin kuvvetlileri arasında en başta geldiğini ifade etmektedir. Hz.
Peygamber rüyada kendisine ikram edilen bir bardak sütten geri kalanını
içmesi için Hz. Ö� mer’e vermesini onun ilminin derinliğine yorumlamış-
tır.[37] Böylece Resûlullah (sas), Hz. Ö� mer’in imanının kuvvetine,[38] dindeki
takvasına,[39] ilminin derinliğine, hüküm vermedeki yeteneğine, cennetle
müjdelendiğine,[40] Aşere-i Mübeşşer’eden biri olduğuna[41] ve cennetteki
makamına [42] işaret ettiği gibi ayrıca onun “Allah tarafından kendilerine
haber ilham olunan kimseler” in başında geldiğini müjdelemiştir.[43]
Hz. Ö� mer, ileri görüşlü bir şahsiyetti. Hz. Peygamber’in ve Hz. Ebû Be-
kir’in yürüttüğü istişarelerde ayrıca hilafet dönemindeki istişârî� toplan-
tılarda genellikle isabetli görüşler ileri sürerdi, belki bunlardan bazısı o
gün için siyasî� zemin itibariyle tatbike elverişli görülmeyebilirdi, ama tüm
görüşlerini inandığı doğrular olarak İ�slâm’ın hür düşünceye verdiği önem
doğrultusunda serdederdi. Bu anlamda Hz. Ö� mer, Hz. Ebû Bekir’le birlikte
Resûlullah’ın görüşüne önem verdiği şahısların başında geliyordu. Muvâ-
fakât-ı Ö� mer diye tarihe geçen olaylar onun bazı problemlerin halline
dair düşünce ve beklentilerinin daha sonra nâzil olan âyetlerle örtüşmesi
şeklinde yorumlanır. Şarabın haram kılınması (el-Bakara, 2/219), Resûl-i
Ekrem’in hanımlarının evine gelenlerle perde arkasından konuşmalarının
daha uygun olacağı (el-Ahzâb, 33/53) gibi gelişmeler buna örnektir.[44]
[45] Hz. Ö� mer’in şahsiyetini örneklerle tetkik eden bir kaynak için bkz. Algül, Hüseyin,
İslâm Tarihi, II, 345-357; Apak, Â� dem, İslâm Tarihi, II, 95-121.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
Hz. Ebû Bekir’in vefat ettiği gün Mescid-i Nebevî�’de kendisine biat
edilen Hz. Ö� mer 22 Cemâziyelâhir 13 - 26 Zilhicce 23 (23 Ağustos 634 - 3
Kasım 644) tarihleri arasında on sene üç ay kadar halifelik yapmıştır.
Hz Osman, Fil Olayı’ndan altı yıl sonra (576) Tâif’te doğdu. Hz. Pey-
gamber’den altı yaş küçüktür. Babası, Affân; annesi, Ervâ bint Kureyz’dir.
Bu hanım, Resûl-i Ekrem’in (sas) halası Ü� mmü Hakî�m Beyzâ bint Abdül-
muttalib’in kızıdır. Mensup olduğu Ü� meyye kabilesinin soyu, Abdümenâf
b. Kusay’da Resûlullah’ın nesebiyle birleşir. Babasının ünlü bir tüccar ol-
ması hasebiyle Hz. Osman gençliğinde Mekke’nin önemli tüccarları arası-
na girmiştir. İ�slâm davetinin ilk döneminde Hz. Ebû Bekir’in yol gösterme-
si ile Hz. Peygamber’in yanına giderek İ�slâm’a girmiş ve ilk on Müslüman
arasında yerini alarak sâbikûn-i İ�slâm’dan olmuştur. [51]
[52] İ�bn Hacer el-Askalânî�, el-İsâbe fî temyîzi’s-sahâbe, II, 462 vd. d.; İ�bn Sa’d, Tabakâtü’l-
kübrâ, III, 53 vd.; İ�bn Kuteybe, Maârif, s. 82 vd.; Aynı Müellif, el-İmâme ve’s-siyâse, I,
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
30 vd.; Hersekli Mehmed Kâmil, Metâliu’n-nücûm, I, 80; İ�smail Yiğit, “Osman”, DİA,
XXXIII, 442.
68 [53] Süyûtî�, Târîhu’l-hulefâ, s. 147 vd.
[54] Buhârî�, Fezâilü ashâbi’n-nebî, 7; Müslim, “Fezâilü’s-sahâbe”, 28, 29.
[55] Tirmizî�, “Menâkıb”, 25; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 193.
[56] Buhârî�, Fezâilü ashâbi’n-nebî, 7.
[57] İ�bn Hişâm, es-Sîre, III, 329-330; Yiğit, İ�smail, “Osman”, DİA, XXXIII, 438.
Râşid Halifelerin Halifelik Öncesi Kısa Hayatı ve Şahsiyeti ■
yola çıkarak endişe ettiği fitneler ortaya çıkmaya başladı; İ�slâm toplumu
yaman bir iç çözülmeyle yüz yüze geldi, ülke yönetimi derinden sarsıl-
dı ve insanlar peşpeşe ortaya çıkan akla gelmedik siyasî� olaylar önünde
savruldu. Hz. Osman’ın yumuşak huylu bir insan oluşu, Hz. Peygamber ve
Hz. Ebû Bekir’le kıyaslandığı zaman siyasî�-idarî� alanda yeterli tecrübeye
sahip olmayışı, bu problemlerin bizzat kaynağı değilse de önlenemeyecek
şiddete ulaşmasında rol oynamış olabilir.
“Hz. Osman hilafete geçtikten sonra altı yıl kadar, Hz. Ö� mer devri-
ne yakın bir şekilde ve onun yönetimine benzer tarzda ülkeyi idare etti,
genel olarak Müslümanların bütünü ve özellikle Kureyş bu dönemde
kendisinden çok memnundu. Fakat akrabasına muhabbeti ileri derece-
de olduğundan sonraları valilik ve benzeri büyük memuriyetlere onları
tayin etmeye başladı. Bunların çoğunluğu genç ve üstelik devlet hizme-
tinde tecrübesiz idi. Hz. Osman’ın çok yumuşak olması ise, bunların hata
ettikçe azledilmelerine ve başka şekillerde te’dib ve tecziyelerine engel
teşkil ediyordu. Bu arada riyâset ve mevki düşkünü harî�s bir adam olan
amcası oğlu Mervân b. Hakem, son zamanlarda merkezde idareye so-
rumluluk sınırlarının ötesinde nüfuz etmişti. İ� şte bundan sonra genel
olarak Müslümanlar ve Kureyşliler, durumu endişe ile takip etmeye ve
gelişmelerden üzüntü duymaya başladılar… Neticede malum ihtilâl ve
fitnenin büyümesine yol açan bir ortam oluştu. Her ne kadar ashâbın
ileri gelenleri, ihtilâle engel olmak istedilerse de başarı sağlayamadılar
ve takdî�r-i ilâhî� böyle tecelli etti.” [64]
ise ilk iman eden ve Hz. Peygamber’le ilk namaz kılandır. Hz. Ali, henüz on
yaşlarında bir çocuk iken, vahyin ilk geldiği günlerde Peygamber Efendi-
miz’i Hz. Hatice ile namaz kılarken görmüş ve ömründe ilk defa gördüğü
bu şeyi merak edip sormuştu. Hz. Peygamber, o anda namaz kıldıklarını,
bu ibâdetin İ�slâm’ın şeâir ve erkânından, Hakk’a yaklaşmaya vesile oldu-
ğunu bir çocuğun anlayacağı üslûpla anlatarak onu İ�slâm’a davet etmiş
ve “Ey Ali! Şayet İslâm’ı kabul etmeyeceksen şimdilik bu sırrımı gizle” diye
tembih etmişti. Fakat çok sürmemiş, Hz. Ali, kısa bir süre sonra Resûl-i
Ekrem (asm)’in huzuruna gelerek Müslüman olmuş ve sâbikûn-i İ�slâm
arasında yerini almıştır. [65]
Hz. Ali, orta boylu, esmer, iri siyah gözlü olup, sakalı sık ve gürdü,
yüzü güzeldi. Künyesi, “Ebû’l-Hasen ve Ebû Türâb”tır. Oğlu Hasan’dan
dolayı Ebû’l-Hasen künyesini almıştır. Hz. Ali “Ebû Türâb” hitabıyla çağ-
rılmaktan çok hoşlanırdı. Çünkü bu lakabı ona veren bizzat Hz Peygam-
ber idi. Bir gün Hz. Fâtıma ile Hz. Ali arasında bir tartışma olmuş, bunun
üzerine Hz. Ali evden çıkıp mescide geçmişti. Hz. Peygamber o sırada eve
geldiğinde onu göremeyince kızı Fâtıma’ya sordu, o da durumu anlattı. Hz.
Peygamber önce yerini öğrenmek için bir zat görevlendirdi, haber gelince
bizzat kendisi gitti. Hz. Ali o sırada yanı üzere uzanmış, ridası bir yanından
sıyrılmış ve vücuduna toprak bulaşmıştı. Hz. Peygamber, yumuşak bir eda
ile “Kalk ey Ebû Türâb! Kalk ey Ebû Türâb!” diyerek Hz. Ali’nin bedenine
bulaşmış olan toprağı silkelemeye başladı.[66]
[65] İ�bn Hişâm, es-Sîre, I, 263-264; Belâzürî�, Ensâbü’l-eşrâf, (tahkik: Süheyl Zekkâr-
Riyâd Ziriklî�), Beyrût, 1417/1996, I, 113.
[66] Buhârî�, Fezâilü ashâbi’n-nebî, 9; Müslim, “Fezâilü’l-ashâb”, 38.
Râşid Halifelerin Halifelik Öncesi Kısa Hayatı ve Şahsiyeti ■
Hz. Ali, tab’an cesur ve fedakâr bir kimseydi. Hz. Peygamber hicret
yolculuğuna koyulurken, ertesi sabah onun kanlı bir saldırıya hedef teşkil
etmesi ihtimal dâhilinde olan yatağına girmiş, bunu Resûlullah’ın talebiy-
le ve geceleyin kolayca çıkıp gidebilmesi için yapmıştı. Böylece evin etra-
fında saldırmak üzere bekleyen müşriklerde Resûlullah’ın henüz evden
ayrılmadığı kanaatını uyandırdı ve onları oyaladı. Ertesi sabah Resûlul-
lah’ın yatağında yatanın Hz. Ali olduğu anlaşılınca, azarlanıp dövüldü ve
bir süre hapsolundu. Hz. Ali, sonraki günlerde zorlu hicret yolculuğunu
gündüzleri gizlenerek, geceleri yol alarak tek başına katetmiş ve üç gün
ara ile Kubâ’da Resûl-i Ekrem’e (sas) kavuşmuştur. Yol meşakkatinden çok
yorgun düşmesi sebebiyle ayakları şişen bu ihlâslı genci, Resûlullah tedavi
etti ve Cenâb-ı Hak ona şifa ihsan etti.
Resûl-i Ekrem (sas) hicretin 2. yılından sonra (623) kızı Fâtıma’yı Hz. 73
Ali ile evlendirmiş ve “Allahım! Her ikisini de mesut et, evliliklerini onlar
[67] Tirmizî�, “Menâkıb”, 21; Ethem Ruhi Fığlalı, “Ali”, DİA, II, 371.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
hakkında hayırlı kıl” diye dua etmiştir. Böylece Hz. Ali, Peygamber Efendi-
miz’in kızı Fâtıma ile evlenerek onun damadı olmuştur. Hz. Fâtıma’nın sağ-
lığında ikinci bir hanımla evlenmeyen Hz. Ali, onun vefatından sonra birçok
evlilik yaptı ve çok sayıda çocuğu oldu. Hasan, Hüseyin, Muhassin/Muhsin,
Zeyneb, Ü� mmü Külsûm/Gülsüm, Hz. Fâtıma’dan dünyaya gelmişlerdir.
Keza Hz. Ali, Uhud ve Huneyn gibi savaşların zor safhalarında Hz.
Peygamber’i korumak adına kahramanlık destanları yazmıştır. Savaşlar-
dan önceki teke tek vuruşmalarda Hz. Ali, İ�slâm askerlerinin gözbebeği
iken, düşman askerlerinin gözdağı ve korkulu rüyası olmuştur. Onun kı-
lıç darbeleri, çok düşmanı savaş alanından saf dışı etmiştir. Tebûk Sefe-
ri’nde bulunmayışının sebebi, Hz. Peygamber tarafından Medine’de vekil
bırakılmasıdır.[70] Hz. Ali’nin Tebûk Seferi’nde Medine’yi yönetmek üzere
geri kalması, “Harun’un Mûsâ’ya yakınlığı ne ise senin de bana yakınlığın
öyledir; yalnız benden sonra peygamber gelmeyecektir.” hadisiyle î�zah edil-
miş, böylece bu önemli gazvede Hz. Ali’nin böyle bir gerekçe ile şehirde
kaldığı tebeyyün etmiştir.[71]
Hz. Ali, Hz. Peygamber’in vahiy kâtipleri arasında başta gelirdi. Ayrı-
ca Hudeybiye barış metninde olduğu gibi resmî� yazışmalarda da kâtiplik
görevi vardı. Evs, Hazrec, Tay kabilelerine ait putlar ile, Mekke Fethi’ni
müteâkip Kâbe’deki putların kırılmasına nezâret etme görevi ona verildi.
Hz. Ebû Bekir’in hac emî�rliğinde (9/631) Tevbe Sûresi’nin bundan böyle
müşriklerin şirki terk etmedikleri sürece Kâbe’de Müslümanlarla birlikte
Benzer bir rivayete göre Resûl-i Ekrem (sas) bir gün Hasan ile Hüse-
yin’in ellerinden tuttu ve şöyle dedi:
“Bir kimse beni severse ve şu ikisini (Hasan ile Hüseyin’i), bir de bunların
anasını ve babasını (Ali ve Fâtıma’yı) severse, kıyamet gününde dereceleri
benimle beraber olur.” [79]
[72] Vâkıdî, Kitâbü’l-meğâzî, (thk. Marsden Jones), I-III, Beyrût 1984, III, 1077; İ�bn
Hişâm, es-Sîre, IV, 188-192; İ�bn Sa’d, Tabakât, II, 168-169.
[73] Müslim, “Îman”, 131.
[74] Tirmizî�, “Menâkıb”, 21.
[75] Tirmizî�, “Menâkıb”, 21.
[76] Tirmizî�, Menâkıb, 21.
[77] İ�bn Mâce, Mukaddime, 117; Tirmizî�, Menâkıb, 21. 75
[78] Müslim, Fezâilü’s-sahâbe, 61. Â� yette geçen “rics” kelimesi, “şan ve şerefi kirletme
ihtimali bulunan günahlardan temizlenmek” tarzında tefsir edilmiştir. Bkz. Elmalılı
Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, I-IX, İ�stanbul tsz. VI, 3891 – 3892.
[79] Tirmizî�, Menâkıb, 21.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
Bekir’e Hz. Fâtıma’nın vefatından sonra biat etti. Bu süre yaklaşık altı ay
ediyordu. Bununla beraber bu süre içinde hiçbir zaman halifelik iddiasında
bulunmadı. Hz. Ali kendisinden önceki halifeler döneminde meydana ge-
len askerî� seferlerde pek görülmedi. Siyasî� mahiyette bir sorumluluk olarak
düşünülürse Hz. Ö� mer devrinde Filistin ve Suriye seferlerinde halife tara-
fından Medine’de görevli bırakılmıştır. Ancak Hz. Ebû Bekir ve Ö� mer devri
itibariyle bakıldığında fıkhî� meselelerde muhakkak onun görüşüne başvu-
rulurdu. Böylece o, kendisinden önceki halifeler döneminde özellikle ilim
alanında (fıkhî� meselelerde) gösterdiği gayretleriyle tanınmaktadır. Nite-
kim Hz. Ö� mer devrinde takvim komisyonunun çalışması sürecinde hicretin
takvim başlangıcına esas alınmasında belirleyici olmuştur.[80] Hz Ebû Bekir
ve Hz. Ö� mer’e saygısı vardır.[81] Hz. Osman’ın halifeliği devrinde daha ziya-
de amcası oğlu devlet kâtibi Mervân b. Hakem gibilerinin tesiriyle önceki
iki halifenin gözettiği denge siyaseti dikkate alınmaksızın, liyâkat ve ehli-
yet gözetilmeksizin yapılan bazı akraba atamalarını emr bi’l-ma’rûf nehy
ani’l-münker kriteriyle eleştirdi. Hz. Osman’ın icraatından buna benzer ka-
tılmadığı hususlarda da (meselâ Hz. Ebû Zerr’in Rebeze’ye sevkedilmesi ve
hac esnasında Mekke’de dört rekâtlı farzların tam kılınması gibi) tenkitleri-
ni belirtti. Ama bunu hiçbir zaman şahsıyla ilgili siyasî� bir hevesle yapmadı.
Zaten Mervân b. Hakem gibi Hz. Ali karşıtları onun eleştiri ve önerilerini
gündeme aldırmama konusunda Hz. Osman’ın çevresindeki karartma ça-
balarında oldukça başarılı oldular. Hz. Ali’nin Hz. Osman yönetimine tevcih
ettiği bu tenkitler kesinlikle halis niyetle yapılmaktaydı. Ama böyle de olsa
Hz. Osman hakkında pek de olumlu düşünmeyen kimseler, özellikle Mısır,
Kûfe ve Basra’dan gelen âsî�ler bunu malzeme olarak kullanmaktan çekin-
memişlerdir. Hatta bu yaklaşımlarının bir devamı olarak Medine önlerine
geldiklerinde Hz. Osman’ın yönetimini çeşitli cihetlerden tenkit eden Hz.
Ali, Hz. Talha, Hz. Zübeyr ve Hz. Â� işe ile özel görüşerek davaları hususunda
yardımcı olmalarını ve gerektiğinde halifeliğe hazır bulunmalarını söyle-
mek cür’etini gösterebilmişlerdir. Tabi bütün bu zatlar âsî�lerin tekliflerine
de, davaları konusunda kendilerini desteklemeleri isteğine de şiddetle karşı
çıkmışlar, üstelik yaptıkları işin asla tasvip edilebilir yanı olmadığını açık
bir dille belirtmişlerdir. İ�şler uzayıp da âsî�ler şehri terk etmeyerek Hz. Os-
man’ın evini kuşatınca ona bir zarar gelmesini önlemek için Hz. Ali, oğulları
Hasan ile Hüseyin’i görevlendirmiştir.
Hz. Ali Ashâb-ı Kirâm arasında Kur’ân, Hadis ve özellikle Fıkıh alanın-
daki derinliğiyle kendini kabul ettirmiş bir otorite olarak bilinmektedir.
Hz. Ali’nin rivayet ettiği hadislerin daha ziyade fıkhî� muhtevaya sahip ol-
duğu görülür. Fakat Hz. Peygamber’le diğer sahâbî�lere göre daha çok be-
raber olduğu için onun şemâiline, dua ve ibadetlerine dair hadisler daha
çoktur. Bu hadisleri en başta Hz. Peygamber’den ve onun haricinde Hz.
Ebû Bekir’den, Hz. Ö� mer’den, Mikdâd b. Esved’den ve eşi Hz. Fâtıma’dan
duymuştur. Toplam 586 hadis rivayet etmiş olup, kendisinden de oğulla-
rı Hasan, Hüseyin, Muhammed el-Hanefiyye ile Abdullah b. Mes’ûd, Ab-
dullah b. Abbas, Abdullah b. Ö� mer, Ebû Hüreyre, Berâ b. Â� zib, Ebû Saî�d
el-Hudrî�, gibi sahâbî�ler ve tâbiûndan Ebû’l-Esved ed-Düelî�, Ebû Vâil Şakî�k
b. Seleme, Şa’bî�, Abdurrahman b. Ebî� Leylâ gibi zevat rivayet etmişlerdir.
Hz. Peygamber’in sağlığında Hz. Ali’ye atfedilen ve daima kılıcının kınında
taşığı söylenilen bir sahifeye atıf vardır ki, 1986’da “Sahî�fetü ‘Ali b. Ebî�
Tâlib” adıyla Kahire’de neşredilmiştir.[84]
Hz. Ö� mer’in oğlu Abdullah’ın da Hz. Ali hakkında hüsnü şehâdeti var-
dır. İ�htimal ki, siyasî� bakımdan Hz. Ali’nin karşısında yer alan ve bu yüz-
den aleyhine sözler duymak isteyen birinin sorduğu soruya onun pek çok
hayırlı amellerini ve sâlih davranışlarını zikrederek “İ�şte Ali böyle (üstün
şahsiyetli) biridir…” diye cevap vermiştir. [87]
22 Zilhicce 35/21 Haziran 656 tarihinde halifelik makamına gelen
Hz. Ali, Abdurrahman b. Mülcem adlı hâricî� tarafından şehid edildiği 19
veya 21 Ramazan 40/26 veya 28 Ocak 661 tarihine kadar beş yıl yedi ay
kadar halifelik yapmıştır.
Hasan b. Ali b. Ebî� Talib, 3/625 yılında Medine’de doğdu. Babası ona
Harb adını koymak istediyse de Hz. Peygamber “Hasan” adını verdi, kulağı-
na ezan okudu, akî�ka kurbanı kesti, kızı Fâtıma’ya saçının ağırlığınca yok-
sullara para/gümüş dağıtmasını söyledi. Hz. Peygamber’in dünyadaki rey-
hanlarından/çiçeklerinden, çok sevdiklerinden, Ehl-i kisâ’dan (Hamse-i Â� l-i
abâ’dan), cennet gençlerinin beyefendilerinden vera ve takva sahibi değerli
bir şahsiyettir. Hz. Osman devrinde bazı askerî� seferlere katıldı, isyancılara
karşı Hz. Osman’ı koruması için babası tarafından kardeşiyle birlikte gö-
revlendirildi. Cemel ve Sıffî�n’de babasının yanında yer aldı. Hz. Ali’nin şe-
hit edilmesinin ardından (40/661-Ramazan/Ocak) Kûfeliler kendisine biat
ettiler. Muâviye bunu duyunca onun siyasî� gücünü kırmak ve taraftarlarını
azaltmak gayesiyle bir ordu hazırlayarak Abdullah b. Â� mir kumandasında
gönderdi. Buna karşılık Hz. Hasan da ordusuyla Medâin’e doğru hareket etti
ve Ubeydullah b. Abbas kumandasında bir öncü birlik sevketti. Hz. Hasan’a
tabi kumandanlardan Kays b. Sa‘d da bir kısım askerle öncü olarak cephe-
de idi. Bu esnada Muâviye, Musul taraflarına ulaşmıştı. Aynı günlerde sefer
hâlinde olan Hz. Hasan ise, Sâbat denilen yerde askerinin disiplinsizliğini ve
isteksizliğini fark etti. Bunun üzerine hiç kimseyi istemediği bir şeye zorla-
mayı düşünmediğini söylemeye çalıştı. Onun bu tür bir söylemi, Hâricî�ler’in
etkisinde olan bir grubun tepkisini çekti, aralarında sert tartışmalar çıktı ve
Hz. Hasan bu sıkıntılı durumdan bir kısım sâdık adamları tarafından kurta-
rıldı. Buna rağmen Medâin yolunda hücuma uğradı ve yaralandı.
[88] Buhârî�, Menâkıb, 25; Sulh, 9; Fiten, 21; Belâzürî�, Ensâbü’l-eşrâf, III, 267-301; İ�bnü’l-
Esî�r, Üsdü’l-ğâbe fî ma’rifeti’s-sahâbe, (thk. Muhammed İ�brahim-Muhammed Ahmed
Â� şûr), I-VII, ? 1970 (Kitâbü’ş-Şi’b), II, 10-16; İ�bn Hacer, el-İsâbe, I, 328-331; İ�bn Kesî�r,
el-Bidâye ve’n-nihâye, I-XIV, Beyrût-Riyâd tsz.(Mektebetü’l-Maârif-Mektebetün-
Nasr), VIII, 33-45; Zehebî�, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, I-III, Beyrût 1405/1985, III, 245-
279; Süyûtî�, Tarîhu’l-hulefâ, s. 187-194; Ethem Ruhi Fığlalı, “Hasan”, Dİ�A, XVI, 282-
285; Â� dem Apak, İslâm Tarihi, II, 375-394.
80 [89] İ�lgili hadis için bkz. Buhârî�, Menâkıb, 25; Sulh, 9; Fedâilu ashâbi’n-nebî, 24; Fiten, 21.
Tirmizî�, Menâkıb, 31; İ�bn Hacer, el-İsâbe Fî Temyîzi’s-Sahâbe, I, 330; İ�bn Kesî�r, el-Bidâ-
ye ve’n-Nihâye, VIII, 17-18; Süyûtî�, Tarîhu’l-Hulefâ, s. 188, 191-192; Bu hadis meâlen
şöyledir: “Şüphesiz benim bu oğlum bir seyyiddir (şeref sahibi bir efendidir). Umarım ki
Allah bu oğlum sebebiyle Müslümanlardan iki büyük fırkanın arasını ıslah eder”.
Prof. Dr. M. Salih ARI
Yüzüncü Yıl Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Hz. Ebû Bekir’in irtidat hareketlerine karışan bu iki kesim ile sava-
şacağını ilan etmesi üzerine sahâbî�lerden bir kısmı Hz. Ebû Bekir’e ge-
lerek şöyle itirazda bulundular: “Ey Resûlullah’ın halifesi! İ�nsanlara ya-
kınlık göster, onlara yumuşak davran. Hz. Peygamber: ‘İ�nsanlar ‘Allah’tan
başka ilâh yoktur’ deyinceye kadar onlarla savaşmakla emrolundum. Bu
sözü söyleyen kişi, Allah’ın hakkının dışında, canını ve malını benden ko-
rumuştur’ buyurduğu halde onlara karşı nasıl savaşırsın?” Hz. Ebû Bekir
ise onlara şöyle cevap verdi: “Allah’a yemin ederim ki, namaz ile zekâtın
arasında ayırım yapana karşı kesinlikle savaş açarım. Çünkü zekât malın
hakkıdır. Resûlullah’a verdikleri zekât hayvanının boynundaki ipi bile
bana vermekten çekinirlerse yine de onlarla savaşırım.” Bunun üzerine
sahâbî�ler: “Bu Allah’ın Ebû Bekir’in kalbini açmasından başka bir şey de-
ğildir”[5] diyerek onu desteklediler. Gerçekten de Hz. Ebû Bekir, Ridde ha-
reketine katılanların kayıtsız şartsız teslimi ya da son ferde kadar imhası
biçiminde yumuşama göstermeyen bir tutum sergilemiştir. Hz. Ebû Be-
kir’in bu kararlılığını şu âyet-i kerî�melerden aldığı zikredilmektedir: “Al-
lah sizden inanıp iyi işler yapanlara va’d etmiştir: Hiç şüphesiz onlardan ön-
cekileri nasıl hükümran kıldıysa onları da yeryüzünde hükümran kılacak.”[6]
Hz. Ebû Bekir bu âyet-i kerî�meye dayanarak Allah’ın mü’minleri hüküm-
ran kılacağına inanmış ve onlarla savaşma kararlılığını göstermiştir. Ona
kararlılık telkin eden diğer âyet-i kerî�menin meâli ise şöyledir: “Ey iman
edenler, sizden kim dininden dönerse (irtidat ederse), Allah yakında öyle bir
topluluk getirecek ki, (O) onları sever onlar da O’nu severler.”[7] İ�bn Kesî�r’in
(774/1372) aktardığına göre bazı müfessirler, bu âyet-i kerî�mede Allah’ın
sevdiği kullar olarak nitelediği topluluktan kast olunanın Hz. Ebû Bekir ve
arkadaşları olduğunu belirtmişlerdir.[8]
1. Dinî Anlayış
[9] Bkz. Cahen, 23; Bedrî�, 682; Fayda, Hâlid b. Velîd, 247. 83
[10] Şiblî� Numanî�, IV, 54.
[11] Hodgson, I, 138.
[12] Ö� mer Faruk Harman, “Kâhin”, DİA, XXIV, 170.
[13] İ�bn Haldûn, I, 47.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
O ise: “Allah’a yemin ederim ki bir an bile olsun iman etmedim.” diye ce-
vap verir.[14] Halbuki İ�slâm Tarihi kaynakları Uyeyne b. Hısn’ın Resûlullah
ile birlikte Mekke’nin Fethi’ne katıldığını ve Hicretin 9. yılında (m. 630)
Benî� Temî�m elçileri ile birlikte Hz. Peygamber’e geldiğini[15] kaydetmek-
tedir. Kaynaklar incelendiğinde bu olayda görüldüğü gibi Uyeyne b. Hısn
ve onun gibi isyanlara katılan kabile mensuplarının Müslümanlıklarının
sathî� olduğu, sağlam bir inanca dayanmadığı anlaşılacaktır.
ki: ‘‘Biz zekâtımızı ancak duası bizim için huzur ve sükûn vesilesi olan
Resûlullah’a veririz.’’[34] Halbuki Yusuf el-Karadâvî�’nin de belirttiği gibi bu
âyet-i kerî�mede hitap asıl itibariyle her ne kadar Hz. Peygamber’e ise de
aynı zamanda Hz. Peygamber’den sonra ümmetin yönetim işlerini deruh-
te eden herkesi kapsamaktadır. Yani hitap sadece Resûlullah’a özgü de-
ğildir. Ayette geçen temizleme ve tezkiye ise zekât aracılığıyla meydana
gelmektedir. Zira zekât temizleme vasıtasıdır. Zekâtı alan devlet başkanı
ise zekâtını aldığı kişiye dua etmekle emrolunmuştur.[35]
Bu yüzden de dinî� konularda engin bir anlayışa sahip olan Hz. Ebû
Bekir gerek peygamberlik taslayanların etrafında toplananlarla gerekse
de zekâtı vermek istemeyenlerle savaştı. Zira ona göre namaz ile zekâtın
arasında ayırım yapılamazdı.[37] Zekât hem bir ibadet hem de o dönemde
İ�slâm Devleti’ne verilmesi gereken bir vergi idi. Bu vergiyi toplamak dev-
let başkanının görevleri arasında idi. Hz. Peygamber ve onun ilk halifesi
Hz. Ebû Bekir’in uygulamasına göre malî� vergi toplumsal bütünlüğün, hâ-
kimiyeti kabulün bir göstergesi idi. İ�slâm hâkimiyetinde yaşayan insanlar
Müslüman olmadıklarını ileri sürmeleri durumunda bile harâc ve cizye
ödemek durumundaydılar.
Kabileler arası rekabetten dolayı bazen bir kabile Hz. Ebû Bekir’e
zekât yolladığı için diğeri ona zekât göndermek istemiyordu. Nitekim Benî�
Temî�m kabilesinin kolları arasında böyle bir durum yaşandı. Ribâb, Avf ve
Ebnâlar’ın başkanı Zibrikân b. Bedr, Hz. Ebû Bekir’e zekât gönderdiği için
Mekâisler’in başkanı Kays b. Â� sım, Zibrikân’a muhalefet olsun diye zekâtı
Hz. Ebû Bekir’e göndermeyerek kendi kabilesi arasında dağıttı.[42] Bu ör-
nekte olduğu gibi kabileler arasındaki rekabet o dereceye varıyordu ki,
bazen bir kabile diğer kabilenin yapmış olduğu iyi davranışların tam tersi
olan bir tavır sergileyebiliyordu.
yanına giderek onun durumunu sordu. O da, Rahmân adında birinin ka-
ranlıkta kendisine geldiğini söyledi. Talha: “Senin yalancılığına; Muham-
med’in ise doğruluğuna tanıklık ederim. Ne var ki Rebî�a’nın yalancısı,
Mudar’ın doğru sözlüsünden bana daha sevimli geliyor” diyerek Müsey-
lime’nin yanında yer aldı.[44] Bu konuda başka bir örnek ise şu rivayette
yer almaktadır: Gatafân kabilesi Uyeyne b. Hısn’a uyarak irtidat etmişti.
Uyeyne b. Hısn: -Esed ve Gatafân kabilelerini kastederek- “İ� ki antlaşmalı
kabileden bir peygamber, bize Kureyş’ten olan bir peygamberden daha
sevimlidir. Ü� stelik Muhammed ölmüş; Tuleyha ise yaşamaktadır” diye-
rek Tuleyha’ya tabi oldu, Gatafân kabilesi de onu izledi.[45] Esved el-Ansî�,
Müseylime, Secâh ve Tuleyha’yı destekleyenlerin büyük bir kısmı böyle
kişilerdi.
Câhiliye döneminde iyi bir konuma sahip zengin ve güçlü bazı ka-
bileler, zekâtı namaz gibi ilahî� bir emir ve yerine getirilmesi farz olan
bir ibadet olarak telakki etmediklerinden, sonsuza kadar Kureyş emî�r-
lerinin hazinelerine vergi ödeme anlamına yordukları zekât, onlara ağır
gelmiş[46] ve kabileye bağımlılık ile kabile rekabeti, onları bağımsız hare-
kete zorlamıştı. Bu yüzden Hz. Ebû Bekir’in yönetimine boyun eğmeyip
isyan etmişlerdi.
90 [48] İ�rtidad eden kabileler hakkında geniş bilgi için bkz. Vâkıdî�, 49; İ�bn Hişâm, IV, 306;
Taberî�, IV, 4-8; İ�bnü’l-Esî�r, II, 342; Kilâî�, II, 89-95; Arı, 87-146.
[49] Taberî�, IV, 63; İ�bn Kesî�r, VI, 317.
[50] Taberî�, IV,64; İ�bnü’l Esî�r, II, 344; İ�bn Kesî�r, VI, 317.
[51] İ�bnü’l-Esî�r, II, 345.
Ridde Olayları ■
Hz. Ebû Bekir, Ebrak’da birkaç gün kaldı. Yenilgiye uğrayan Abs ve
Zübyân kabileleri Buzâha denilen yerde bulunan Tuleyha’nın yanına kaç-
tılar. Hz. Ebû Bekir ve onunla birlikte olanlar düşmanı Zü’l-Kassa denilen
yere kadar takip ettiler. Bu savaş ilk fetih olarak değerlendirildi. Bu fetih
sayesinde Medine’ye zekât gelmeye başladı. İ�lk olarak da Benî� Temî�m ve
Tay kabileleri zekâtlarını gönderdiler.[55]
91
[52] Taberî�, IV,64; İ�bnü’l-Esî�r, II, 344.
[53] İ�bnü’l-Esî�r, II, 345.
[54] Taberî�, IV, 66-67.
[55] Bkz. Belâzürî�, 132; İ�bnü’l-Esî�r, II, 345.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
Harita 2:
Ridde Seferleri Haritası
92
Ridde Olayları ■
Hz. Ebû Bekir ayrıca irtidat edenlere karşı nasıl hareket edileceğine
dair bir bildiri hazırladı. Bu bildiride özellikle komutanlarına gerekli direk-
tifleri verdi. Onlara kimseden imandan başka bir şey kabul etmemelerini,
İ�slâm’a boyun eğenlere yardımcı olmalarını, İ�slâm’a davet etmeden kim-
seyi öldürmemelerini, İ�slâm’a karşı gelenlere ise Allah’ın emrine dönün-
ceye kadar onlarla savaşmalarını; tüm savaşçılarını öldürmelerini, kadın 93
ve çocuklarını esir almalarını, herhangi bir toplulukla karşılaştıklarında
[56] Taberî�, IV, 68; İ�bnü’l-Esî�r, II, 346; İ�bn Kesî�r, VI, 319-320; Ebû Halil, 40-41.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
onları İ�slâm’a davet etmelerini, ezân okumak Müslüman olmanın bir nişa-
nesi olduğundan ezân okuyan topluluklara karışmamalarını bildirdi.[57]
E. Tuleyha b. Huveylid
[63] Bu konuda bkz. Vâkıdî�, 63-66; Taberî�, IV, 72-73; İ�bn Kesî�r, VI, 321-322. 95
[64] Belâzürî�, 133.
[65] Kilâî�, II, 101-102.
[66] Ebû Halil, 55.
[67] İ�bnü’l-Esî�r, II, 347.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
Tuleyha’nın yanına varıp: “Cebrail geldi mi?” diye sordu, bu defa Tuley-
ha: “Evet geldi” dedi. Uyeyne: “Peki ne dedi?” diye sordu. Tuleyha: “Bana
senin de onun değirmeni gibi bir değirmenin ve unutamayacağın bir gü-
nün olacak, dedi” diye cevap verince Uyeyne: “Evet, unutamayacağın bir
olay yaşayacağını Allah biliyor. Ey Fezâreliler! Çekip gidiniz. Zira bu adam
bir yalancıdır” dedi. Bunun üzerine Fezâre kabilesinden olanlar çekildi-
ler,[68] diğerleri de bozguna uğramaya başladılar, Tuleyha kendisi ve karısı
için bir binek hazırlamış idi. Etrafı sarılınca atına binip hanımı Nevvâr’ı
da yanına alarak kaçtı. Askerlerine seslenerek: “Kim benim gibi hanımını
alıp kurtulabilecekse yapsın” dedi. Sonra Şam’a giderek Kelb kabilesinin
konuğu oldu.[69] Esed ve Gatafân kabilelerinin İ�slâm’a girmiş oldukları ha-
berini alınca, o da Müslüman oldu. Hz. Ebû Bekir’in vefatına kadar Kelb
kabilesinin yanında kaldı.[70]
[80] Taberî�, IV, 94. Secâh, Muâviye b. Ebî� Süfyan dönemine kadar Benî� Tağlib kabilesinin
arasında kaldı. Bu arada Benî� Tağlib ve Secâh İ�slâm dinini benimsediler. Daha sonra
98 Secâh, Basra’ya gitti ve orada öldü. Semüre b. Cündüb Basra valisi iken onun cenaze
namazını kıldırdı. Belâzürî�, 138.
[81] Bu konu hakkında geniş bilgi ve farklı yorumlar için bkz. Vâkıdî�, 103-109; Belâzürî�,
137-138; Taberî�, IV, 95-99; İ�bn Kesî�r, VI, 326-328; İ�bn İ�mâd, I, 15-16; Ebû Halil, 69-
71; Fayda, Hâlid b. Velîd, 264-272.
Ridde Olayları ■
G. Müseylimetü’l-Kezzâb
Hz. Peygamber bir gün minbere çıkarak şöyle hitap etti: “Ey insanlar!
Ben kadir gecesinde bir rüya görmüş sonra unutmuştum. Rüyamda kolla-
rımda iki altın bilezik gördüm ve bunlardan hoşlanmadım, onlara üfürdüm
onlar da uçup kayboldular. Ben bu iki bileziği Yemen’de ve Yemâme’de çıkan
bu iki yalancı (Müseylime ve Esved) ile yorumladım”.[87]
Hâlid, Butâh’dan geri dönüp Hz. Ebû Bekir’e özür beyan edince, Hz.
Ebû Bekir özrünü kabul etmişti. Daha sonra onun emrine muhâcir ve
Benî� Hanî�fe birbirlerini teşvik ederek çetin bir şekilde çarpışmayı sür-
dürdüler. O gün savaş bazen Müslümanların bazen de onların lehine ge-
lişti. Sâlim, Ebû Huzeyfe, Zeyd b. Hattâb ve onlar gibi ileri gelen sahâbî�ler
[99] Bkz. Vâkıdî�, 118-121; İ�bn Sa’d, V, 549; Kilâî�, II, 119-121; Diyârbekrî�, II, 211.
102 [100] İ�bn A’sem, I, 32.
[101] Taberî�, IV, 106-107.
[102] İ�bnü’l-Esî�r, II, 363.
[103] Zehebî�, Târîhu’l-İslâm, III, 39.
[104] İ�bn Kesî�r, VI, 329.
Ridde Olayları ■
Böylelikle Hâlid onunla anlaşma kararı aldı. Bu defa Müccâ’a, onların yanı-
na gidip onlarla barışın şartlarını danışayım diye izin istedi. Kaledekilerin
yanına gitti. Kalelerde kadınlar, çocuklar, yaşlılar ve zayıf kimseler dışında
kimse yoktu. Müccâ’a bunlara zırhlar giydirdi, kadınların da saçlarını çöz-
dü ve kalelerin burçlarına çıkmaları için emir verdi. Hâlid kalelerin as-
kerlerle dolup taştığını gördü. Savaş Müslümanları oldukça ezip bitirmiş
ve uzun sürmüştü. Hazırda zafer elde edilmişken antlaşma yapmaya razı
oldu.[113] Hâlid, Müccâ’a ile altınlar, gümüşler, silahlar ve esirlerin yarısı
üzerine antlaşma yaptı. Esirlerin dörtte biri diyenler de vardır. Kaleler açı-
lıp kadın, çocuk ve güçsüzlerden başka kimsenin olmadığı görüldüğünde
Hâlid, Müccâ’a’ya: “Yazıklar olsun sana, sen beni aldattın!” deyince Müc-
câ’a: “Ne de olsa onlar benim kavmimdir. Bundan başkasını yapamaz-
dım”[114] diye cevap verdi.
Esved’in asıl adı Ayhele (veya Abhele) b. Ka’b b. Avf el-Ansî�’dir. Ans ise
Mezhic kabilesinin bir boyudur.[121] Esved’in eğitilmiş bir eşeği vardı. Ona:
“Rabbine secde et” dediğinde, hemen çökerdi. Bundan dolayı ona “eşekli
adam” anlamında “zü’l-hımâr”[122] denilmiştir. Bazı kimseler ise Esved’in
yüzünü daima peçe ile örtüp başına sarık sardığından dolayı kendisine
“peçeli adam” anlamında “zü’l-hımar” lakabı verildiğini[123] söylemekte-
dirler. Müseylime kendisine “Rahmânü’l-Yemâme” diye isim verdiği gibi,
Esved de kendisine “Rahmânü’l-Yemen”[124] adını verdi. Esved, göz bağ-
layıcı ve dinleyenlerini büyüleyen biri idi.[125] Bu yüzden insanları çabuk
etkiliyordu.
Hz. Peygamber vefat ettiğinde Yemen’de ikinci kez bir irtidat olayı
yaşandı. Kays b. Hübeyre el-Murâdî�’nin bu irtidat hareketinin başını çek-
tiği söylenebilir. Halbuki daha önce de belirttiğimiz gibi Esved el-Ansî�’nin
de bağlanarak Hz. Ebû Bekir’in yanına götürüldüler.[137] Hz. Ebû Bekir, Dâ-
zeveyh’i öldürdüğünden dolayı Kays’ı öldürmek istedi. Fakat Dâzeveyh’i
gizli öldürdüğünden suçu ispat edilemedi. Bu arada tövbe ederek Hz. Ebû
Bekir’e yalvarıp savaşın tuzaklarını bildiği için kendisini öldürmemesi-
ni istedi. Hz. Ebû Bekir de onu affedip savaşmak üzere Irak’a gönderdi.[138]
Amr b. Ma’dî�kerib de tövbe ettiğinden dolayı affedilip[139] serbest bırakıldı.
I. Bahreynlilerin İrtidadı
sundular. Bunun üzerine her ikisi de İ�slâm’ı kabul edip oradaki Araplar’ı
da İ�slâm’a çağırdılar. Araplar’ın çoğu İ�slâm’ı kabul ederek [162] ona yöneldi.
Hz. Peygamber’in (sas) vefatından sonra Ezd kabilesine mensup Zü’t-
Tâc ünvanlı Lakî�t b. Mâlik irtidat ederek ortaya çıktı. Cahiliye döneminde
Cülendâ ile yarış içerisinde bulunan Lakî�t, ona özeniyordu. Peygamberlik
iddiasında bulunanlara benzer iddialarla ortaya çıkıp Umân’ı ele geçirdi.
Cülendâ’nın iki oğlu Abd ile Ceyfer dağ ve denize sığınmak zorunda kalıp[163]
zor anlar yaşadılar.
Ceyfer, Hz. Ebû Bekir’e haber göndererek Zü’t-Tâc’a karşı yardım ta-
lebinde bulundu. Hz. Ebû Bekir de Himyerî�ler’den Huzeyfe b. Mihsan ile
Ezd kabilesinden Arfece el-Bârıkî�’yi onlara yardım etmek için görevlen-
dirdi. Huzeyfe’yi Umân’a; Arfece’yi ise Mehre üzerine gönderdi. Bu iki zat
Umân’a yaklaştıklarında Ceyfer’le yazışmaya başladılar. Yazışmanın neti-
cesinde her ikisi de Umân üzerine yürümeye karar verdiler. Ö� te yandan
Hz. Ebû Bekir, daha önce Yemâme’ye Müseylime üzerine gönderdiği İ�kri-
me b. Ebî� Cehil’e de haber göndererek beraberindekilerle birlikte, Umân
ve Mehre’de irtidat edenlere karşı Huzeyfe ve Arfece’ye yardımcı olması-
nı, oralarda işi bittikten sonra Yemen üzerine yürümesini emretti. Huzey-
fe ve Arfece Umân’a varmadan İ�krime onlara yetişti.[164] Böylece büyük bir
kuvvet oluşturdular.
Lakî�t ve yandaşları Debâ denilen yere çekilip karargâh kurdular.[165]
Ceyfer ve Abd da bir liman şehri olan Sühar’da karargâh kurarak Huzeyfe,
Arfece ve İ�krime’ye haber gönderdiler. Müslüman komutanlar Sühar’da
bir araya geldiler. Taktik gereği Lakî�t’in komutanlarına mektuplar yazarak
onları Lakî�t’ten soğutmaya çalıştılar. Onlar da Lakî�t’i terk ettiler.[166] Böyle-
ce Lakî�t’in gücü ve nüfuzu azalmaya başladı.
İ�slâm ordusu Lakî�t komutasındaki ordu ile Debâ’da karşı karşıya ge-
lerek çok şiddetli çarpışmalarda bulundular. Bir ara Lakî�t üstünlük sağla-
yıp Müslümanlarda çözülme, müşriklerde de zafer görülür gibi oldu. Tam
o sırada Benî� Nâciye ve Abdülkays kabilesinden çok sayıda Müslüman yar-
dıma yetişti. Böylece Müslümanlar güçlendi. Müşrikleri yenilgiye uğratıp
onlardan çok sayıda insan öldürdüler. Kadın ve çocuklarını esir aldılar.
Malların beşte birini Arfece ile birlikte Hz. Ebû Bekir’e gönderdiler. Hu-
zeyfe ise Umân’da kalarak[167] asayişi temin etmeye çalıştı.
Umân halkından bazı kesimler de irtidat edip Şıhr denilen yerde top-
landılar. Bunun üzerine İ�krime b. Ebî� Cehil onların üzerine yürüdü. Onları
yenilgiye uğratarak bir kısmını öldürdü ve kendilerinden ganimetler alıp
Müslümanlara dağıttı.[168]
İ�krime b. Ebî� Cehil, Umân’da işlerini bitirdikten sonra Benî� Nâciye,
Abdülkays, Râsib ve Benî� Sa‘d kabilelerinden oluşan yardımcı kuvvetler-
le Mehre’ye baskın düzenledi. Mehrelilerden iki ayrı grupla karşılaştı. Bu
gruplardan biri Sihrit başkanlığında, diğeri ise Benî� Muhârib kabilesinden
Musabbah başkanlığında toplanmışlardı. Sihrit ile aralarında anlaşmaz-
lık bulunan Musabbah’ın taraftarları çoğunluktaydı. İ�krime, Sihrit’e haber
göndererek onu İ�slâm’a davet eti. Sihrit de onun davetine olumlu cevap
vererek Müslüman oldu.[169]Musabbah’ı İ�slâm’a davet ettiyse de o, asker-
lerinin çokluğuna aldanarak İ�krime’nin çağrısına olumlu cevap vermedi.
İ�krime, Sihrit ile birleşerek onun üzerine yürüdü. Çok çetin bir çarpışma-
dan sonra onları yenilgiye uğratarak başkanları Musabbah’ı öldürdü. Sih-
rit aracılığıyla ganimetin l/5’ini Hz. Ebû Bekir’e gönderdiler.[170]
Ziyâd durumu Hz. Ebû Bekir’e bildirdi. Hz. Ebû Bekir, Eş’as’a hitaben
bir mektup yazarak ona Allah’tan korkup onun dinine dönmesini tavsi-
ye etti. Mektubun devamında: “Şayet valim Ziyâd b. Lebî�d sizi dininizden
döndürmeye ve zekât vermemenize neden olmuşsa onu azleder, yerine
sevdiğiniz bir vali tayin ederim” deyip mektubu mühürleyerek bir elçi
aracılığıyla Eş’as b. Kays’a gönderdi. Eş’as mektubu açıp okuduktan sonra
elçiye: “Arkadaşın Ebû Bekir, kendisine muhalefet ettiğimizden dolayı bizi
kâfir olarak görüyor. Fakat kavmimden birçok kişiyi öldüren arkadaşını
(Ziyâd b. Lebî�d’i) kâfir görmüyor dedi. Elçinin de; “Evet, İ�slâm cemaatine
muhalefet ettiğinden dolayı Allah Teâlâ’nın buyruğu gereği[181] kâfir olarak
değerlendirilmeyi hak etmiş durumdasın” demesi üzerine Eş’as’ın yakın
akrabalarından Benî� Mürre’den bir genç ortaya çıkıp elçiyi öldürdü. Bu
olay büyük tepkilere neden oldu. Çünkü “elçiye zevâl yoktur” ilkesi on-
ların eskiden beri benimsedikleri bir prensip idi. Eş’as kavmine: “Acele
etmeyiniz. O hepimizin küfrüne tanıklık etti. Ayrıca ben onun öldürülmesi
için emir vermedim” diyerek[182] onları yatıştırmaya çalıştı.
Bu olaydan sonra Ziyâd b. Lebî�d ile Eş’as b. Kays başkanlığındaki bir-
likler arasında çetin çatışmalar oldu. Eş’as Müslümanları Terim şehrinde
kuşatma altında tutarak onlara zor anlar yaşattı. Ziyâd durumu tekrar Hz.
Ebû Bekir’e yazdı. O da ashâbın ileri gelenleri ile görüşüp bu konudaki dü-
şüncelerini aldı. Ashâb’dan Ebû Eyyûb el-Ensârî�’nin: “Şayet bu yıl onların
zekâtından vazgeçersen onların hakka dönmelerini umuyorum” demesi
üzerine Hz. Ebû Bekir: “Onlar ya hakka dönerler ya da Resûlullah’a ver-
dikleri zekât hayvanının boynundaki ipi bile benden esirgerlerse onlarla
ebedi olarak savaşırım”[183] şeklinde cevap vererek kararlılığını bir kez daha
gösterdi.
Hz. Ö� mer’in onların yardımına İ�krime b. Ebî� Cehil’in gönderilmesi bi-
çiminde görüş belirtmesi üzerine, Hz. Ebû Bekir bu görüşü benimsediğini
açıklayarak İ�krime b. Ebî� Cehil’e Ziyâd’a yardım etmek üzere Kinde’ye git-
mesini emretti. İ�krime’nin almış olduğu direktif doğrultusunda Kinde’ye
doğru yol aldığını haber alan Eş’as b. Kays Hadramût’ta bulunan “Nüceyr”
kalesine sığındı. İ�krime, Ziyâd ve Muhâcir b. Ü� meyye ile birlikte Eş’as b.
Kays ve taraftarlarını üç koldan çembere aldı. Müslümanlara karşı koya-
mayacağını anlayan ve yenilgiye uğrayacağını kesin bir şekilde anlayan
Eş’as eman talebinde bulunarak affedilmelerini istediği kişilerin isimleri-
ni tespit edip Ziyâd’a gönderdikten sonra kaleyi Müslümanlara teslim etti.
Eş’as’ın gönderdiği listede, isimleri yazılı olanlara eman verildikten sonra
114
[181] Bkz. Nisa 4/115.
[182] Vâkıdî�, 191-193.
[183] Vâkıdî�, 195-196.
Ridde Olayları ■
Harita 3:
Hz. Osman dönemi sonu İslâm Coğrafyası’nın en geniş sınırları.
[https://bit.ly/2O6IIyL]
IV. RÂ� Şİ�D HALİ�FELER DÖ� NEMİ� FETİ�HLERİ�
bulunan Şam bölgesidir. Burada irili ufaklı birçok Arap kabilesi yaşıyor-
du. Bölge Bizans’ın denetiminde olduğundan burada yaşayan kabileler
de yarı bağımsız bir şekilde siyasal varlıklarını sürdürmekteydi. Resû-
lullah Arabistan’ın kuzeyine doğru tebliğ faaliyetlerini genişletmek is-
tediği zaman, Hayber ve çevresindeki Yahudiler önemli bir engel konu-
mundaydı. Ö� zellikle Uhud ve Hendek savaşlarında müşriklere açıktan
destek vermeleri dikkate alınırsa, onların ciddi bir tehdit unsuru olduğu
ortadadır. Bu nedenle Hudeybiye Anlaşması’ndan sonra Medine’ye dö-
nünce vakit kaybetmeden hazırlıklara başlamış ve yaklaşık bir ay sonra
Hayber üzerine sefere çıkmıştır. Başarılı geçen seferin ardından Hayber
dâhil çevresinde bulunan Fedek ve Vâdilkurâ gibi Yahudi yerleşim birim-
leri kontrol altına alındı. Böylece hem Medine’ye yönelik tehdit ortadan
kaldırılmış oldu hem de kuzeye yönelik tebliğ faaliyetlerinin önündeki
engel bertaraf edildi.
[1] İ�srafil Balcı, İlk İslâm Fetihleri; Savaş-Barış İlişkisi, Pınar Yayınları, İ�stanbul 2011,
78-98.
[2] Hac 22/39.
Râşid Halifeler Dönemi Fetihleri ■
Kur’ân savaşma iznini belli şartlara bağlarken, nihaî� hedefin kan dök-
mek veya dünyevî� menfaat elde etmek değil, barışı gerçekleştirmek ve
İ�slâm’ın sesini duyurmak olduğuna dikkat çeker. Keza asıl gayenin Allah
rızası olduğunu vurgular. Konuyla ilgili âyetlerin bir kısmında, hangi şart-
lar çerçevesinde savaş yapılacağı hususu şöyle dile getirilmiştir:
Size saldıranlara karşı siz de Allah yolunda savaşın. Fakat haddi aşıp hak-
sız saldırıda bulunmayın. Çünkü Allah haddi aşanları sevmez.[21]
İnancınıza yönelik baskı ve zulüm ortadan kalkıp din sadece Allah’ın
oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet saldırıdan vazgeçerlerse siz de
vazgeçin. Zira düşmanlık sadece saldırganlar içindir.[22]
O kâfirler barışa yanaşırlarsa sen de barıştan yana ol ve her zaman Al-
lah’a güven. Şüphesiz O her şeyi işitir ve bilir.[23]
(Ey Peygamber!) Onlar barış teklifiyle seni aldatmak isterlerse, bil ki, Al-
lah sana yeter. Nitekim O seni kendi yardımı ve mü’minlerle desteklemek-
tedir.[24]
Ey inananlar! Hepiniz birlikte İslâm’a (veya barışa) girin, şeytanın adım-
larını izlemeyin, çünkü o, apaçık bir düşmandır.[25]
Kötülüğün cezası yine onun gibi bir kötülüktür. Kim affedip barışırsa onun
mükâfatı Allah’a aittir… Kim zulme uğradıktan sonra kendisini savunursa
onlar kınanmazlar. Ancak insanlara zulmeden ve yeryüzünde haksız yere
saldıranlar için acı bir azap vardır. Kim sabreder ve affederse şüphesiz
bu, çok önemlidir.[26]
Kur’ân, bir taraftan meşru savaş sebeplerine işaret ederken, bir ta-
raftan da asıl gayenin barışa yönelik olması gerektiğini özellikle vurgular.
Nitekim affetme yolunu seçip barışı ön planda tutanları Allah’ın sevdiğine
işaret eder.[27] Aynı zamanda savaşlarda aşırıya gidilmemesi gerektiğini ve
bu konuda Allah’ın emrine karşı itaatsizlik yapılmamasını özellikle vur-
gular.[28] Bütün bunların yanı sıra şayet mü’minler Allah rızasını gözetip
üzerlerine düşen sorumluluğu yerine getirirlerse, arzuladıkları başarı-
yı Allah’ın onlara nasip edeceğini hatırlatır. Buna mukabil asıl gayeden
uzaklaşırlarsa mü’minlerin kendi halleriyle baş başa kalacaklarına dikkat
çeker. Nitekim Resûlullah zamanında Kur’ân’ın belirlemiş olduğu ilkeler
çerçevesinde savaşan mü’minler başarıya ulaşırlarken, Bedir ve Hendek
Savaşı’nda olduğu gibi büyük başarılar kazanmışlardır. Buna mukabil
Uhud veya Huneyn Savaşları’nda ise, asıl gayeden uzaklaştıkları için acı
tecrübeler yaşamışlar veya uyarılmışlardır.
Dikkat edilirse, Kur’ân daha çok cihadın silahsız formuna vurgu yapar
veya bunu ön plânda tutar. Yaklaşık beş ayrı bağlamda kullanılan bu kav-
ramdan sadece birisi silahlı mücadeleyi ifade ederken, dördü silahsız cihad
anlamındadır. Ö� rneğin cihad, Allah yolunda mücadele etme,[29] kararlı ol-
ma,[30] zorlama,[31] Kur’ân’ı anlatma,[32] düşman saldırısına karşı mukavemet
gösterme[33] gibi anlamlarda kullanılmıştır. Cihâdın silahlı formunu ifade
eden âyetlerin Medine döneminde nâzil olduğunu unutmamak gerekir.[34]
Yiyecek ihtiyacı dışında deve, koyun gibi hiçbir hayvanı kesmeyin. Gittiği-
niz yerlerde dünyadan el etek çekmiş manastırlarda sadece ibadetle meş-
gul olan birtakım insanlara rastlayacaksınız. Sakın onlara dokunmayın.
Onları kendilerini adadıkları şeyle baş başa bırakın. Gideceğiniz yerlerde-
ki insanlar sizlere yiyecek sundukları zaman Allah’ın adını anarak yeme-
ye başlayın. Yine siz gideceğiniz yerlerde kafalarının ortasını tıraş etmiş
kenarlarını bırakıp saçlarını sarık gibi sarmış insanlara rastlayacaksınız.
Onları cezalandırınız. Haydi şimdi Allah’ın adıyla ilerleyiniz.[36]
Hz. Ebû Bekir, Şam bölgesine ordu sevk etme kararı aldığı zaman, Mes-
cid’de toplanan halka konuşma yaparken, cihadın önemine değinmiş ve alı-
nan kararın aslında Hz. Peygamber’in planı olduğunu ve bunu sağlığında
kendisine söylediğini dile getirmiştir. Resûlullah’ın vefat etmesi üzerine, bu
sorumluluğun kendileri tarafından yerine getirilmesi gerektiğini anlatma-
ya çalışmıştır. Onun konuşmasından sonra halk ‘Allah’a, Elçisine ve sizden
olan otorite sahiplerine itaat edin’[41] âyeti gereği, halifenin emri doğrultu-
sunda cepheye gitmek için toplanmıştır. Ayrıca Hz. Ebû Bekir Mekke, Tâif ve
Yemen’e kadar değişik bölgelere de benzer içerikte mektuplar göndermiş
ve halkın cepheye gitmesini istemiştir. Gönderdiği mektuplarda veya hal-
ka yaptığı konuşmalarda ‘Kolay veya zor da olsa Allah yolunda mallarınızla
ve canlarınızla cihada çıkın’[42] gibi, cihada vurgu yapan âyetleri hatırlata-
rak, halkın katılımını sağlamaya çalışmış ve bu görevin dinî� bir yükümlülük
olduğunu vurgulamıştır. Ayrıca Şam bölgesinin zenginliklerine işaret edip
elde edecekleri ganimetlerin bolluğuna dikkat çekmiştir.
Dile getirilen gaye ve hedeflerle başlatılan fetihler, Hz. Ebû Bekir ve Hz.
Ö� mer’den sonra aynı gaye doğrultusunda Hz. Osman döneminde de devam
etmiştir. Onun zamanında özellikle Horasan ve Kuzey Afrika (İ�frî�kıyye) böl-
gelerinde önemli başarılar elde edilmiştir. Bununla birlikte onun hilafet dö-
neminin ikinci yarısından sonra ortaya çıkan yönetim sorunları fetihlerin
büyük oranda kesintiye uğramasına neden oldu. Ayrıca Hz. Ö� mer dönemin-
de oldukça hızlı ilerleyen fetihler bir bakıma doğal sınırlarına ulaştığından,
Hz. Osman döneminde fethedilen yerler daha sınırlı kalmıştır.
Hz. Ö� mer dönemiyle birlikte oldukça hızlı bir şekilde ilerleyen fetih-
ler, ilerleyen süreçte idarî�, siyasî�, sosyal, kabilevî� ve iktisadî� alanlarda bazı
sorunların ortaya çıkmasını beraberinde getirdi. Bu sorunlar özellikle Hz.
124
[39] Taberî�, IV, 114.
[40] Taberî�, IV, 107, 112.
[41] Nisâ 4/59.
[42] Tevbe 9/41.
Râşid Halifeler Dönemi Fetihleri ■
bu prensipler hak, adalet, ahlâkî�lik, ahde vefa, insanî� değerlere saygı, sivil
halkın korunması, sadece eli silah tutan ve bizzat Müslümanlara savaş ilan
edenlerle savaşmak gibi evrensel kaidelerdir. Dile getirilen hususlarla ilgili
birçok örnek veya fiilî� uygulamaları Râşid Halifeler dönemindeki fetihlerde
görebilmek mümkündür. Ö� rneğin Yermûk Savaşı öncesi Câbiye yakınları-
na konuşlanan Bizanslı komutanlar, İ�slâm ordusunu Yermûk vadisine çekip
burada sıkıştırmayı hedeflerken, Ebû Ubeyde ve kurmaylarının karşı ham-
lesiyle Bizanslı komutanların bu plânı kendi aleyhlerine dönmüş ve yaşanan
bozgunun ardından Bizanslı askerler vadide sıkışıp kalınca panikleyip kaç-
maya çalışmıştır. Vadinin iki yakası tutulduğundan silah bırakıp kaçmaya
çalışan Bizanslı birlikler İ�slâm ordusunu karşılarında bulunca, Ebû Ubeyde
askerleri geri çekip silahsız şekilde kaçanlara müsaade etmiştir.[52]
[58] Belâzürî�, Fütûh, 185; Ya’kûbî�, II, 140-41; Hamidullah, el-Vesâiku’s-siyâsiyye, Beyrût,
1985, 485, no: 356; krş. İ�bn Asâkir, Tehzîbü târîhu Dimeşkı’l-kebîr, Haz. Abdulkadir
Bedrân, Beyrût 1987/1407, I, 160.
[59] Belâzürî�, Fütûh, 266, 268, 285.
[60] Ebû Yûsuf, 27, 38, 41; Abdürrezzâk, el-Musannef, nşr. H. el-A’zamî�, Beyrût 1970,
X, 333; Ebû Ubeyd, Kitâbü’l-emvâl, Kahire 1975/1395, 74; Belâzürî�, Fütûh, 385;
Ya’kûbî�, II, 152; İ�bnü’l-Cevzî�, Menâkıbü Emîri’l-Mü’minîn Ömer b. Hattâb, thk. Zeyneb 129
İ�brahî�m el-Kârût, Dâru’l-Kütübi’l-İ�lmiyye, Beyrût 1987/1407, 114: Hamidullah,
Vesâik, 423.
[61] Ebû Yûsuf, 27, 38, 41, 92-93; Abdürrezzâk, X, 333; Ebû Ubeyd, 50-51, 74; Belâzürî�,
Fütûh, 385; Ya’kûbî�, II, 152; İ�bnü’l-Cevzî�, Menâkıb, 114; Hamidullah, Vesâik, 423.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
İ� slâm savaş hukukuna göre, savaş yoluyla ele geçirilen düşman top-
rakları ve malları ganimet sayılırken, erkekler esir, kadınlar ise câriye
muamelesine tabi tutulabilirdi. Ancak özellikle Hz. Ö� mer döneminde 131
[65] Belâzürî�, Fütûh, 196-97.
[66] İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, II, 549; İ�bn Kesî�r, el-Bidâye ve’n-nihâye, Beyrût 1966, VII, 87-
88.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
İ�slâm fetihlerinin amacı ülkeleri veya beldeleri zorla ele geçirip hal-
kını cebren İ�slâmlaştırmak veya istilâ zihniyetiyle hareket edip ele geçi-
rilen ülkelerin maddî� olanaklarını sömürmek değildir. Böyle bir anlayış
her şeyden önce İ�slâm inancına aykırıdır. Fetihlerin temel hareket nok-
tası İ�slâm’ın sesini duyurmak, bu süreçte karşılaşılan engelleri ve zulmü
ortadan kaldırmak ve insanlara İ�slâm’ın mesajını duyurmaktır. Diğer bir
ifadeyle tebliğ görevini yerine getirmek ve gönülleri İ�slâm’a açmaktır.
Müslümanlar bu uğurda mücadele ederken muhataplarını güzel sözle ve
öğütle ikna etmeye çalışmışlardır. Halifeler komutanları cepheye gönde-
rirken bu ilkelerden ayrılmamalarını hatırlatmışlardır. Ö� rneğin Hz. Ö� mer,
komutanları ve idarecilerine şu uyarılarda bulunurdu: ‘... Haksız bir işle
karşıma gelmeye kalkışmayın. Hiçbir kimseyi sahip olduğu haklarından 133
mahrum etmeyin.’[69]
134
Prof. Dr. Âdem APAK
Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
[2] Taberî�, Târîh, II, 193-213; Ayrıca bkz. Corci Zeydan, el-Arab kable’l-İslâm, s. 221-
241; Cevad Ali, el-Mufassal fî târîhi’l-Arab kable’l-İslâm, II, 649-652, III, 155-315,
IV, 233-235; Philip Hitti, Siyasî ve Kültürel İslâm Tarihi, I, 123-128; Çağatay, Neş’et,
İslâm Öncesi Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı, s. 54-65; Şemseddin Günaltay, İslâm Öncesi
Araplar ve Dinleri, s. 46-47. Kuzey Araplarının Bizans ve İ�ran ile ilişkileri hakkında
136 geniş bilgi için bkz. Cevad Ali, el-Mufassal, II, 626-660.
[3] Vâkıdî�, Ridde, 215-217; Belâzürî�, Fütûhu’l-büldân, s.337; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, II,
262.
[4] Belâzürî�, Fütûh, s. 337; Dî�neverî�, el-Ahbâru’t-tıvâl, s. 107; Taberî�, Târîh, III, 344-345;
İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, II, 262.
Râşid Halifeler Dönemi Fetihleri ■
Hz. Ebû Bekir, hicretin 12. yılının Muharrem ayında (Mart 633) is-
yancılarla savaşını tamamlayan Hâlid b. Velî�d’i Irak topraklarına gönder-
mek suretiyle bu bölgede plânlı bir fetih harekâtı başlattı. Halife aynı anda
daha önce bölgeye girmiş olan Müsennâ’ya da bir mektup göndererek
kendisini Hâlid b. Velî�d’in yardımcılığına tayin ettiğini bildirdi.[5] Ayrıca
Müsennâ b. Hârise gibi, İ�ran ordularıyla savaşan Mez‘ûr b. Adî� el-İ�clî� gibi
başka Arap askerlerine gönderdiği mektuplarla onları Ü� bülle’de Müslü-
man orduya katılmaya çağırdı.[6] Irak genel komutanlığına getirilen Hâlid
b. Velî�d, harekete geçmeden önce fethiyle görevli olduğu bölge idarecile-
rine “Müslüman olunuz, kurtuluşa eriniz. Müslüman olmadığınız takdirde
kendiniz ve halkınız için zimmî olmayı kabullenip cizye ödeyeceksiniz, yoksa
kendinizden başkasını kınayıp sorumlu tutmayınız. Zira ben ölümü hayat-
tan daha çok seven bir toplulukla üzerinize geliyorum” şeklinde mektuplar
yazarak onları itaate çağırdı.[7]
[5] Vâkıdî�, Ridde, s. 218-221; İ�bn Sa‘d, Tabakât, VII, 396; Belâzürî�, Fütûh, s.337;
Dî�neverî�, el-Ahbâru’t-tıvâl, s. 107; Taberî�, Târîh, III, 344-345, 347.
[6] Belâzürî�, Fütûhu’l-büldân, s.337; Taberî�, Târîh, IV, 163.
[7] Ebû Yûsuf, Kitâbü’l-harâc, s. 156; Vâkıdî�, Ridde, s. 225; Taberî�, Târîh, III, 346, 347-
348.
[8] Vâkıdî�, Ridde, s. 222; Halî�fe b. Hayyât, Târîh, s. 77; Belâzürî�, Fütûh, s.338; Taberî�,
Târîh, III, 350; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, II, 262-263.
[9] Belâzürî�, Fütûh, s. 338.
[10] Taberî�, Târîh, III, 351-352.
[11] Taberî�, Târîh, III, 353-354; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, II, 263-264.
[12] Halî�fe b. Hayyât, Târîh, s. 77-78.
[13] Halî�fe b. Hayyât, Târîh, s. 78; Taberî�, Târîh, III,355-358; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, II, 264- 137
265.
[14] Taberî�, Târîh, III, 358-359; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, II, 265.
[15] Ebû Yûsuf, Kitâbü’l-Harâc,s. 231; Belâzürî�, Fütûh, s. 338-339; Taberî�, Târîh, IV, 169-
171, 173, 175-177.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
[20] Halî�fe b. Hayyât, Târîh, s. 78; Belâzürî�, Fütûh, s.344-345; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, II, 269. 139
[21] Vâkıdî�, Ridde, s. 230-231; İ�bn Sa‘d, Tabakât, VII, 397; Halî�fe b. Hayyât, Târîh, s. 78;
Belâzürî�, Fütûh, s. 345-347; Dî�neverî�, el-Ahbâru’t-tıvâl,s. 108; Taberî�, Târîh, III, 376-
377; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, II, 269-270.
[22] Belâzürî�, Fütûh, s.348-349; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil,II, 396-415.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
2. Köprü Savaşı
Hz. Ebû Bekir’in vefatının ardından Hz. Ö� mer, sahâbenin ileri gelen-
leriyle Irak’taki durumu müzakere etti. Müslümanlardan bazıları gücün-
den çekindikleri Sâsânî�ler ile savaşa girme konusunda tereddütlerini
bildirdiler. Bunun üzerine toplantıda hazır bulunan Müsennâ b. Hârise,
düşmanı gözlerinde büyütmemelerine, kendilerinin defalarca Sâsânî� or-
dularını yenilgiye uğrattıklarını söyleyerek ashâbı askerî� sefer konusun-
da cesaretlendirdi. Müsennâ’nın konuşması üzerine Medineliler orduya
katılmaya karar verdiler. Hz. Ö� mer, Irak cephesi için ilk adımı atan Ebû
Ubeyd b. Mes‘ûd’u gönderilecek orduya komutan tayin etti. Müsennâ da
Ebû Ubeyd’in emri altında savaşmak üzere ordunun sağ kanat komutan-
lığına getirildi. Müslümanlardan bazıları Hz. Peygamber’in (sas) ashâbın-
dan olmadığı gerekçesiyle Ebû Ubeyd’in komutanlığına karşı çıktılar. An-
cak Hz. Ö� mer şu sözleriyle onların itirazına cevap vermiştir: “Sizin iddia
ettiğiniz öncelik, cesaretiniz ve gayretteki azminizden gelir. Fakat şu anda
siz bu önceliğinizi kaybettiniz. Savaştan hoşlanmayan şahısların komutan
olması mümkün değildir”. [24]
Yeni Irak birlikleri komutanı Ebû Ubeyd, emrindeki ordu ile Irak top-
raklarına girerek önce Hî�re’ye ulaştı. Bu sırada İ�ran’da yönetime kraliçe
Â� zer Midhat geçmiş, o da müslümanlara karşı Rüstem komutasında bir
140
ordu hazırlanmasını emretmişti. Rüstem cepheye hareket etmeden önce
3. Büveyb Savaşı
Köprü Savaşı’nı kazanmış olmalarına rağmen İ�ranlılar, Müslümanla-
rın üzerine daha büyük bir saldırı düzenleyemiyorlardı. Zira Sâsânî� yö-
netimini, başkentteki taht kavgaları meşgul ediyordu. Bu durum, Köprü
Savaşı’nı kaybetmiş olan Müslüman askerlerine düşmana karşı yeniden
toparlanma imkânı verdi. Nitekim bu müsait şartlardan istifade eden Hz.
Ö� mer, İ�ran üzerine harekât için yeni bir seferberlik harekâtı başlattı. Bu
amaçla toplanan birlikler, Cerî�r b. Abdullah el-Becelî� komutasında Irak
cephesine sevk edildi. Müsennâ b. Hârise’nin ordusu Büveyb denilen mev-
kide Medine’den gelen takviye askerlerle birleşti. Aynı anda Sâsânî�ler, Mih-
rân komutasındaki bir orduyu cepheye sürdüler. Müslümanlar ile İ�ranlılar
Fırat nehrinin iki yakasında tekrar karşı karşıya geldiler. İ�ranlı komutan,
Müsennâ’ya haber göndererek, savaşmak için karşı tarafa gelmelerini is-
tedi. Köprü Savaşı’nda yaşanan acı tecrübe sebebiyle Müslüman komutan
bu teklifi kabul etmedi. Aslında Hz. Ö� mer de orduların hiçbir zaman neh-
rin karşısına geçmelerine müsaade etmemişti. Bunun üzerine önceki sa-
vaşı kazanmış olan, dolayısıyla kendilerine aşırı güvenen Sâsânî� askerleri,
Fırat’ı aşarak Müslümanların tarafına geçtiler. Hazırlıklar tamamladıktan
sonra saldırı başladı. Müslümanların sayısı bu defa da Sâsânî�lerden azdı.
Ancak onlar, doğrudan düşman ordusunun merkezine saldırarak onları
ortadan bölmeyi başardılar. Müsennâ’nın kardeşi Hâris’in de şehit olduğu
ilk çarpışmalar sonucunda Sâsânî� ordusunda bozgun başladı. Müslüman
askerler, bunun üzerine düşmanın geriye dönüş için hazır tuttuğu köprü-
leri ele geçirdiler. Panik halinde dağılan İ�ranlı askerlerin büyük bir kısmı
Müslüman çemberinden sağ çıkmayı başaramadı. Büveyb savaşı, câhiliye
dönemi de dâhil olmak üzere o zamana kadar Araplar ile İ�ranlılar arasında
gerçekleşen savaşların en şiddetlisi olarak kabul edilmiştir. Başkomutan
Müsennâ, büyük bir hezimete uğrattığı İ�ran ordusunu takip ederek onla-
rın kayıplarını daha da artırdı.[28] Hicretin 14. yılında (m. 635) meydana
142 [27] Halî�fe b. Hayyât, Târîh, s. 83-84; Belâzürî�, Fütûh s. 351-353; Dî�neverî�, el-Ahbâ-
ru’t-tıvâl, s. 108-109; Taberî�, Târîh, III, 454-459; Mes‘ûdî�, Mürûcü’z-zeheb, II, 3315-
317; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, II, 301-303.
[28] Belâzürî�, Fütûh, s. 353-356; Dî�neverî�, el-Ahbâru’t-tıvâl, s. 109-110;Taberî�, Târîh, III,
460-472; Mes‘ûdî�, Mürûcü’z-zeheb, II, 318-319; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, II, 303-305.
Râşid Halifeler Dönemi Fetihleri ■
4. Kâdisiye Savaşı
İ�slâm orduları, Köprü savaşında Sâsânî� kuvvetleri karşısında uğra-
dıkları ağır yenilgiden bir yıl sonra Büveyb Sa-
vaşı’nda kazandıkları zaferle, Dicle ve Fırat hav-
zasında ciddi bir üstünlük elde ettiler. Sâsânî�ler,
Büveyb savaşında Mihrân komutasındaki or-
dularının hezimeti sonrasında kendilerinin
Araplar karşısında âciz duruma düştüklerini
fark etmeye başladılar. Hanedan mensupları,
yenilgilerine sebep olarak gördükleri iç çekiş-
melere son vermek amacıyla Sâsânî� sarayında
nüfuz mücadelesine girişmiş olan Rüstem ile
Fî�rûzan isimli komutanları birlikte hareket et-
meye çağırdılar. Her iki asker bu teklife olumlu
cevap vermek suretiyle Kisrâ Yezdücerd’e des-
tek vereceklerini açıkladılar. Yönetimde birlik
sağlandıktan sonra yeni ve çok güçlü bir ordu Harita 4:
Kâdisiye savaşının
hazırlığı başlatıldı. İ�ran’daki bölge idarecileri merzubânlar da bu ittifaka yapıldığı bölge.
katılacaklarını ilân ettiler. Böylece İ�ran’da Müslümanlara karşı birlik te- [https://goo.gl/
min edilmiş oldu.[30] BAB6Vo]
[31] Belâzürî�, Fütûh, s. 356; Taberî�, Târîh, III, 478-486; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, II, 308-310.
[32] Belâzürî�, Fütûh, s. 357; Taberî�, Târîh, III, 490-496; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, II, 309-315.
[33] Taberî�, Târîh, III, 486.
Râşid Halifeler Dönemi Fetihleri ■
[34] Taberî�, Târîh, III, 498-500; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, II, 315-316. Hz. Ö� mer döneminde
Sâsânî� İ�mparatorluğu ile gerçekleştirilen diplomatik ilişkiler hakkında bkz. İ�srafil
Balcı, Hz. Ömer Döneminde Diplomasi, s. 249-330.
[35] Taberî�, Târîh, III, 500-510; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, II, 318-319. 145
[36] Taberî�, Târîh, III, 519-521.
[37] Taberî�, Târîh, III, 521.
[38] Taberî�, Târîh, III, 496-497, 521-525, 573-574.
[39] Belâzürî�, Fütûh, s. 358; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, II, 320-322.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
Savaşın ikinci günü Müslümanlar için umut verici bir gelişme yaşandı.
Çünkü Halifenin emriyle Şam bölge komutanı Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh’ın
Irak cephesine sevk ettiği Hâşim b. Utbe komutasındaki ordunun öncü
birlikleri Ka‘kâ’ b. Amr idaresinde savaş meydanına ulaştılar. Bu şekilde
ikinci gün, takviye birliklerin moral ve fizik desteğiyle Araplar düşmanları
karşısında daha üstün bir görüntü sergilemeye başladılar. Müslümanların
kayıplarıyla karşılaştırıldığında pek çok İ�ran askerinin öldüğü, ancak ke-
sin sonucun alınamadığı bu gün çarpışmalarının ardından ordular, ertesi
günü savaşmak üzere tekrar mevzilerine çekildiler. İ�lk iki gün neticesin-
de İ�ranlıların ellerinde bulunan fillerin etkisiz getirilmiş olması, savaşta
ibrenin Arapların lehine dönüşmesini sağladı. Savaşın ikinci günü “Ağvâs
Günü” olarak anılmıştır.[41]
5. Medâin Fethi
[43] Halî�fe b. Hayyât, Târîh, s. 89-90; Belâzürî�, Fütûh s. 360-362; Dî�neverî�, el-Ahbâ-
ru’t-tıvâl, s. 114-117; Taberî�, Târîh, III, 550-569, 576-579; Mes‘ûdî�, Mürûcü’z-zeheb, 147
II, 3325-328; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, II, 331-338. Bu konuda geniş bilgi için bkz.
Ahmed Adil Kemal, Kâdisiye, Beyrût 1989; Muhammed Ahmed Başmil es-Suû-
dî�, el-Kâdisiyye ve meâriku’l-Irak, Kahire tsz. (Dâru’t-Türâs); Hayrettin Yücesoy,
“Kâdisiye Savaşı”, DİA, XXIV, 136.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
6. Celûlâ Savaşı
[46] Belâzürî�, Fütûh, s.366-368; Taberî�, Târîh, IV, 16-21; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, II, 352-361.
[47] Celûlâ, Dicle’nin doğusunda Sevâd ile İ�ran arasında ve Horasan yolu üzerinde ku-
rulmuş bir şehirdir. Yâkût el-Hamevî�, Mu‘cemü’l-büldân, II, 156.
[48] Taberî�, Târîh, IV, 24
[49] Hulvân, Irak-ı Arap ile Irak-ı Acem arasında kurulmuş tarihi bir şehirdir. Yâkût 149
el-Hamevî�, Mu‘cemü’l-büldân, II, 290-294.
[50] Halî�fe b. Hayyât, Târîh, s. 94-95; Belâzürî�, Fütûh, s. 368-369, 423-424; Dî�neverî�, el-Ah-
bâru’t-tıvâl, s. 121-122; Taberî�, Târîh, IV, 24-28; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, II, 361-363.
[51] Yâkût el-Hamevî�, Mu‘cemü’l-büldân, III, 116-132.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
7. Ehvâz’ın Fethi
Ehvâz, Basra’nın batı sınırına yakın olup pek çok İ�ran şehrini içine
alan bir bölgedir.[55] Burası Sâsânî�ler zamanında İ�ran ileri gelenlerinden
Hürmüzân tarafından idare ediliyordu. Müslümanları sürekli olarak ra-
hatsız eden bu bölgedeki askerlerin tesirsiz hale getirilmesi için Irak or-
duları başkomutanı Sa’d b. Ebî� Vakkâs’ın talimatıyla bölgeye hareket eden
askerler düşmana karşı ânî� bir saldırı düzenledi. Müslüman birlikler kar-
şısında çaresiz kalan Hürmüzân barış teklif etmek zorunda kaldı. Taraflar
arasında gerçekleştirilen barış anlaşmasına göre, Ehvâz ile yakınında bu-
lunan Mihricankazak şehirleri Müslümanların hâkimiyetini kabul etti. Fa-
kat anlaşmadan kısa bir süre sonra Hürmüzân bölge halkının da desteğini
alarak isyan başlattı. Bölgedeki durum Hz. Ö� mer’e bildirilince isyancılar
üzerine ikinci defa sefer düzenlenmesine karar verildi. Gerçekleştirilen
operasyon sonucunda İ�ranlılar tekrar Müslümanların hâkimiyetine bo-
yun eğmek zorunda kaldılar. (h.17/m.638).[56]
[52] Halî�fe b. Hayyât, Târîh, s. 97; Belâzürî�, Fütûh, s. 423-424; Dî�neverî�, el-Ahbâru’t-tıvâl,
s. 123; Taberî�, Târîh, IV, 34; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, II, 363.
150 [53] Yâkût el-Hamevî�, Mu‘cemü’l-büldân, V, 41.
[54] Taberî�, Târîh, IV, 37; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, II, 366-367.
[55] Yâkût el-Hamevî�, Mu‘cemü’l-büldân, I, 284-287.
[56] Dî�neverî�, el-Ahbâru’t-tıvâl, s. 123; Taberî�, Târîh, IV, 72-74; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, II,
379-381.
Râşid Halifeler Dönemi Fetihleri ■
9. Nihâvend Savaşı
Nihâvend, İ�ran’ın batısında Hemedân şehrinin 60 km. kadar güneyin-
de Gâmâsâb nehrinin bir kolu üzerinde kurulmuş mühim bir merkez şeh-
ridir. İ�ran’ın batısındaki Kirmanşah’ı ülkenin merkezî� kesimindeki İ�sfahân
ile bağlayan yol üzerinde bulunması da buranın stratejik ehemmiyetini
daha da artırır. Tarihi antik çağlara kadar uzanan Nihâvend, Sâsânî�ler dö-
neminde önemli bir merkez halini devam ettirmiştir. Bu şehir Hz. Ö� mer
döneminde Müslümanlarla İ�ran ordusu arasında bu bölgede cereyan eden
ve Müslümanların mutlak zaferiyle sonuçlanan savaşla büyük şöhret ka-
zanmıştır.[63] .
Harita 5:
Hâlid b.
Velîd’in
Irak sefer
güzergahları.
[https://goo.gl/
Fx9nUs]
[66] Ebû Yûsuf, Kitâbü’l-harâc, s. 34-36; Halî�fe b. Hayyât, Târîh, s. 105-106, 113; Belâzürî�, 153
Fütûh, 426-429, 433; Dî�neverî�, el-Ahbâru’t-tıvâl, s. 126-130; Taberî�, Târîh, IV,116-
120, 126-133, 146-148; Mes‘ûdî�, Mürûcü’z-zeheb, II, 3331-333; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâ-
mil, III, 4-8. Nihâvend savaşı hakkında geniş bilgi için bkz. Şevki Ebû Halil, Nihâvend,
Dimaşk 1993.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
zamanda, Dî�never, İ�sfahân başta olmak üzere pek çok merkezin fethine
zemin oluşturmuştur.[67]
Hz. Ö� mer hicretin 21. yılında (m.642) meydana gelen Nihâvend zafe-
rinin ardından İ�ran içlerine doğru askerî� faaliyetlerin başlatılması emrini
[67] Belâzürî�, Fütûh, s. 428; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, III, 7. Ayrıca bkz. İ�brahim Sarıçam,
“Nihâvend”, DİA, XXXIII, 98-99.
[68] İ�sfahân, merkez İ�ran’da bir şehir ve eyalet merkezi. Yâkût el-Hamevî�, Mu‘cemü’l-
büldân, I, 206-210.
[69] Belâzürî�, Fütûh, s. 436-440; Taberî�, Târîh, IV, 139-141; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, III, 8-9.
[70] Kazvin, Rey’e yakın bir Horasan şehridir. Yâkût el-Hamevî�, Mu‘cemü’l-büldân, IV,
342-344.
[71] Zencân, Azerbaycan’da büyük bir şehirdir. Yâkût el-Hamevî�, Mu‘cemü’l-büldân, III,
152-153.
[72] Belâzürî�, Fütûh, s. 448-450; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, III, 11.
[73] Cürcân, Taberistan ile Horasan arasında büyük bir şehirdir. Hazar denizinin güney
doğusunda yer alır. Ortaçağ coğrafyacıları tarafından bazen Taberistan bazen de
Horasan sınırları içinde gösterilmiştir. İ�bn Hurdâzbih, Kitâbü’l-mesâlik ve’l-memâ-
lik, s. 35, 40, 124, 154, 244, 250, 261, 265; İ�stahrî�, Kitâbü’l-mesâlik ve’l-memâlik,
s. 207, 212-213, 217; İ�bn Havkal, Kitâbü Sûratü’l-Arz, s. 296, 272-276; Makdisî�,
Ahsenü’t-tekâsîm, s. 26, 33, 36, 60-61, 116, 258-259, 337, 353-354, 365, 367, 370-
154 372; Yâkût el-Hamevî�, Mu‘cemü’l-büldân,II, 119.
[74] Taberistan, İ�ran’ın Mazenderân eyaletine verilen isimdir. Kuzeyinde Hazar Denizi,
güneyde Elburz dağları silsilesi, doğuda Cürcân, Batıda Gilân ile sınırlanmıştır.
Yâkût el-Hamevî�, Mu‘cemü’l-büldân,IV, 13-16.
[75] Belâzürî�, Fütûh, s. 443-448; Taberî�, Târîh, IV, 149-153; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, III, 11-13.
Râşid Halifeler Dönemi Fetihleri ■
[76] Horasan, Irak’dan başlayıp Hint sınırına kadar olan toprakları içine alan geniş bir
bölgedir. Cüveyn, Beyhak, Tohâristan, Gazne, Sicistan, Kirmân, Nî�sâbur, Herât, Merv,
Belh, gibi şehirler Horasan dâhilinde kabul edilmektedir. İ�bn Hurdâzbih, el-Mesâlik,
s. 5, 17-18, 34, 39, 55, 119, 155, 224, 250, 259; Makdisî�, Ahsenü’t-tekâsîm,s. 34, 258,
260; Yâkût el-Hamevî�, Mu‘cemü’l-büldân,II, 350; Cl. Huart, Cl., “Horasan”, İA, V, 1,
561; Osman Çetin, “Horasan”, DİA, XIII, 234.
[77] Yâkût el-Hamevî�, Mu‘cemü’l-büldân, I, 146.
[78] Sâbûr, Fâris bölgesinde bir şehirdir. Yâkût el-Hamevî�, Mu‘cemü’l-büldân, III, 167-
168.
[79] İ�stahr, Fars topraklarında bulunan en eski şehirlerden birisidir. Yâkût el-Hamevî�,
Mu‘cemü’l-büldân, I, 211; M. Streck, “İ�stahr”, İA, V, 2, 1128-1129.
[80] Fesâ, Fâris bölgesi şehirlerindendir. Yâkût el-Hamevî�, Mu‘cemü’l-büldân, IV, 260-261.
[81] Dârâbcird, İ�ran’ın Fars eyaletlerinde bulunan bölgedir. İ�bn Hurdâzbih, el-Mesâlik,s.
4, 6, 47, 52-53, 242.
[82] Kirmân (Kerman), Fâris, Mükrân ve Sicistan arasında geniş bir bölgedir: Doğusunda
Mükrân, batısında Fars toprakları, kuzeyinde Horasan, güneyinde ise Fars denizi
vardır.bkz. Mu’cemü’l-buldân, IV, 454-456; H.J. Kramers, “Kirmân, İA, VI, 815
[83] Sicistan, Sistân olarak da bilinir. İ� ran ile Afganistan arasında yer alan hudut bölge-
sidir. İ� bn Hurdâzbih, el-Mesâlik,s. 17-18, 35, 40, 49-50, 52, 193-194, 197, 242-243,
250; Makdisî�, Ahsenü’t-tekâsîm,s. 34, 260, 284, 295, 297, 299, 305, 322, 328-329,
333-337, 340; Yâkût el-Hamevî�, Mu‘cemü’l-büldân,III, 190; V.F. Buhner, “Sicistan”,
İA, X, 715.
[84] Belâzürî�, Fütûh, s. 433; Taberî�, Târîh, IV, 94, 138, 146-150.
[85] Merv, Horasan’ın en meşhur ve en önemli şehirlerinden birisidir. İ�stahrî�, el-Mesâ-
lik,s. 254, 258-263; İ�bn Hurdâzbih, el-Mesâlik,s. 17, 18; Makdisî�, Ahsenü’t-tekâsîm,s.
310-312; Yâkût el-Hamevî�, Mu‘cemü’l-büldân,V, 112; A. Yakubovsky, “Merv”, İA, VII, 155
s. 773-777.
[86] Belâzürî�, Fütûh, s. 440-442; Taberî�, Târîh, IV, 166-167; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, III, 16.
[87] Merv er-Rûz, Merv’e yakın bir şehirdir. İ�bn Hurdâzbih, el-Mesâlik,s. 32, 36, 39;
İ�stahrî�, el-Mesâlik,s. 254, 261; Yâkût el-Hamevî�, Mu‘cemü’l-büldân,V, 112.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
ele geçirmek için Merv er-Rûz şehrine yönelmişti. Burayı da terk etmek
zorunda kalan Yezdücerd, bu defa Belh[88] şehrine çekildi. Müslüman ordu
bu esnada Herât’ı[89], kontrol altına aldı. Tehlikenin kendisine doğru yak-
laşmakta olduğunu fark eden Yezdücerd, canını kurtarmak için Ceyhun
nehrini aşarak Türk topraklarına sığındı. Bu şekilde Belh de Arapların eli-
ne geçmiş oldu. Ahnef b. Kays Ceyhun’u geçmek suretiyle sâbık Kisrâ’yı
takip etmek istiyordu. Ancak nehri aşmanın Müslüman ordu için tehlike
oluşturabileceği endişesiyle Hz. Ö� mer bu faaliyete izin vermedi. Bundan
istifade eden Yezdücerd, Ceyhun nehrinin doğu kısımlarında topladığı kü-
çük birliklerle Müslümanlara karşı taciz saldırıları düzenlemeye devam
etti. Fakat az sayıdaki bu birlikler kısmî� başarılar elde etseler de, sonun-
da geri çekilmek zorunda kalıyorlardı. Buna rağmen sâbık İ�ran kralı, Hz.
Ö� mer’in vefatına kadar geçen dönemde Horasan topraklarını hedef alan
emellerinden vazgeçmemiş, en azından İ�ran halkının direniş gücünü diri
tutmaya çalışmıştır. Bu sebepledir ki onun Müslümanlar aleyhine faliyet-
leri, Hz. Osman’ın halifeliği döneminde dahi belli derecede etkinliğini sür-
dürmüştür.[90]
[88] Belh, Horasan’da meşhur bir şehir olup Afganistan sınırının kuzeyinde yer alır.
İ�bnü’l-Fakî�h, Muhtasaru Kitâbü’l-buldân,s. 209, 211, 313, 316, 322-325; İ�bn
Hurdâzbih, el-Mesâlik,s. 18-25, 32-34; İ�stahrî�, el-Mesâlik,s. 254, 256, 270, 275-278;
Yâkût el-Hamevî�, Mu‘cemü’l-büldân,I, 479.
[89] Herât, Afganistan’ın kuzey batısında yer alan bir Horasan şehridir. Burası günü-
müzde de aynı adla anılmaktadır. İ�bnü’l-Fakî�h, Kitâbü’l-buldân, Leyden 1967, s.
208; İ�bn Hurdâzbih, el-Mesâlik,s. 18, 36, 40, 52; İ�stahrî�, el-Mesâlik,s. 254, 263, 287;
Yâkût el-Hamevî�, Mu‘cemü’l-büldân,V, 396-397; Z. Velidi Togan, “Herât”, İA, V, 1, 429;
Recep Uslu, “Herât”, DİA, XVII, 215.
[90] Belâzürî�, Fütûhu’l-büldân, s. 436-455; Taberî�, Târîh, IV, 167-174; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâ-
mil, III, 16-19.
[91] Tevvac, Fâris bölgesinde bir şehirdir. Yâkût el-Hamevî�, Mu‘cemü’l-büldân, II, 56.
[92] Taberî�, Târîh, IV, 174-175; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, III, 19-20.
[93] Gûr, Herât ile Gazne arasında yer alan bir şehirdir. Aynı zamanda burada bulunan
dağa da adını vermiştir. İ�bn Hurdâzbih, el-Mesâlik, s. 32, 211; İ�stahrî�, el-Mesâlik, s.
156 238, 242, 245, 260, 272, 281, 285; İ�bn Havkal, Kitâbü Sûratü’l-Arz, s. 9, 297, 300-
304, 308-309, 317, 323, 330, 334; Makdisî�, Ahsenü’t-tekâsîm,s. 23, 305-307, 329-
330, 349-350; Yâkût el-Hamevî�, Mu‘cemü’l-büldân, IV, 218;M. Longworth Dames,
“Gûr”, İA, IV, 825.
[94] Taberî�, Târîh, IV, 175-177; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, III, 21-22.
Râşid Halifeler Dönemi Fetihleri ■
Hz. Peygamber’in (sas) vefatından sonra halife seçilen Hz. Ebû Bekir,
ridde hareketlerini bastırdıktan sonra Suriye ve Irak üzerine ordular gön-
dermişti. Hz. Ö� mer zamanında daha da genişletilen fetih harekâtıyla do-
ğuda İ�ran kontrol altına alınırken, batıda Bizans’ın Doğu Akdeniz ve Mısır
hâkimiyetine son verildi. Hz. Osman’ın halifeliğinde fetih hareketleri nihaî�
hedeflerine ulaştırılarak Hulefâ-yi Râşidî�n döneminin en geniş sınırlarına
ulaşılmıştır.
[101] Dağıstan’da Hazar denizinin kuzeybatı sahilinde tarihi bir liman şehridir. Derbend
olarak da bilinir. Yâkût el-Hamevî�, Mu‘cemü’l-büldân, I, 303-306.
[102] Taberî�, Târîh, IV, 155-157; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, III, 14.
[103] Mûkân, Azerbaycan bölgesinde bir şehirdir. Yâkût el-Hamevî�, Mu‘cemü’l-büldân, V, 225.
158 [104] Taberî�, Târîh, IV, 157-158; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, III, 14.
[105] Belencer, Bâbü’l-Ebvâb’dan sonra gelen Hazar şehridir. Yâkût el-Hamevî�, Mu‘cemü’l-
büldân, I, 489-490.
[106] Taberî�, Târîh, IV, 158-160; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, III, 14-15.
[107] Mes‘ûdî�, Mürûcü’z-zeheb, II, 328-329.
Râşid Halifeler Dönemi Fetihleri ■
[108] Taberî�, Târîh,IV, 264; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, III, 49; İ�bn Kesî�r, el-Bidâye, VII, 153-154.
[109] Belâzürî�, Fütûh, s. 549 .
[110] Ya‘kûbî�, Târîh, II, 166; Dî�neverî�, el-Ahbâru’t-tıvâl, s. 131;Taberî�, Târîh,IV, 265-267;
İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, III, 50-51.
[111] Taberî�, Târîh, IV, 300-301; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, III, 61.
[112] A. Grohmann, “Sirhân”, İA, X, 707.
[113] Belâzürî�, Fütûh, s. 551.
[114] Horasan’ın iki kapısı vardır; Birincisi, Tâbesü’l-Unnâb, diğeri ise Tâbesü’t-Temr’dir.
İ�kisine tesniye isim olarak Tâbesân (Tâbeseyn) ismi verilmiştir. İ�bn Hurdâzbih,
el-Mesâlik,s. 35, 52, 243; İ�stahrî�, el-Mesâlik,s. 229, 231, 273-274, 284; İ�bn Havkal,
Kitâbü Sûratü’l-Arz,s. 30, 104, 289, 296, 324, 325, 335.
[115] Kûhistân adı farklı bir çok yakın bölgeye isim olarak verilmiştir. Bunlar Horasan
Kûhî�stanı, Kirmân Kûhî�stanı ve Kâbil Kûhî�stanı’dır. Burada adı geçen Kûhistân,
Horasan bölgesinde bulunandır. İ�bn Hurdâzbih, el-Mesâlik, s. 20, 25, 35, 49, 196,
243; İ�stahrî�, el-Mesâlik,s. 243; İ�bn Havkal, Kitâbü Sûratü’l-Arz,s. 301; Makdisî�,
Ahsenü’t-tekâsîm,s. 48.
[116] Belâzürî�, Fütûh, s. 567-568. 159
[117] Rüstak, Fâris topraklarında Kirmân yakınlarında bir şehirdir. İ�bn Hurdâzbih,
el-Mesâlik,s. 49; İ�stahrî�, el-Mesâlik,s. 266, 277; İ�bn Havkal, Kitâbü Sûratü’l-Arz,s.
349, 377, 401; Makdisî�, Ahsenü’t-tekâsîm,s. 49, 290; Yâkût el-Hamevî�, Mu‘cemü’l-
büldân,III, 43.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
[118] Nî�sâbur, Horasan’ın dört büyük şehrinin (ki bunlar Nî�sâbur, Merv, Herât ve Belh’dir)
en önemlisi ve Orta Çağ İ�ran’ında da önemli şehirlerden birisidir. İ�bn Hurdâzbih,
el-Mesâlik, s. 23, 29, 35, 39, 41, 50-51, 171, 189, 199, 201-202; İ�stahrî�, el-Mesâlik,s.
202, 207, 253-258, 282-283; İ�bn Havkal, Kitâbü Sûratü’l-Arz,s. 109-110, 223, 249,
265-266, 289, 291, 296, 309-314, 316, 330, 331-333; Makdisî�, Ahsenü’t-tekâsîm,s.
7, 27, 30, 34, 36, 529, 270-271, 294-295, 299, 301, 313-314, 322, 324, 326-327,
329, 332-337, 340, 351-352, 368, 371, 377, 391, 479; Yâkût el-Hamevî�, Mu‘cemü’l-
büldân,V, 331-333.
[119] Bâharz, Nî�sâbur ile Herât arasında yer alan bir şehirdir. İ�bn Hurdâzbih, el-Mesâlik,
s. 24; Yâkût el-Hamevî�, Mu‘cemü’l-büldân,I, 316.
[120] Cüveyn, kıble yönünde Beyhak, kuzey yönünde de Cârceran şehirleri arasında ka-
lan bir bölgedir. İ�bn Hurdâzbih, el-Mesâlik, s. 24; İ�bn Rüste, Kitâbü A’lâki’n-nefîse,
Leyden 1967, s. 174; Yâkût el-Hamevî�, Mu‘cemü’l-büldân,II, 192.
[121] Beyhak, Horasan’da İ�ran’ın kuzeydoğusunda bulunan Nî�sâbur’a bağlı bir şehirdir.
İ�bn Hurdâzbih, el-Mesâlik,s. 24; Makdisî�, Ahsenü’t-tekâsîm,s. 300, 318, 326; Yâkût
el-Hamevî�, Mu‘cemü’l-büldân,I, 537.
[122] Bust, Sicistan, Gazne ve Herât arasında bir şehirdir. İ�bn Hurdâzbih, el-Mesâlik,s.
243; İ�stahrî�, el-Mesâlik,s. 240, 242-250, 252; İ�bn Havkal, Kitâbü Sûratü’l-Arz s. 297,
301, 304-305, 307-308, 343; Makdisî�, Ahsenü’t-tekâsîm,s. 50, 259, 297, 304, 322,
334, 337, 349-350; Yâkût el-Hamevî�, Mu‘cemü’l-büldân, I, 414.
[123] Havaf (Haf), Horasan’da bir belde olup, Nî�sâbur’un nahiyesidir. P.Schwarz, “Hâf”, İA,
V, 1, 61.
[124] Esferâyî�n, Nî�sâbur tarafında bir kale ve yer adıdır. İ�stahrî�, el-Mesâlik,s. 257, 282,
284; Makdisî�, Ahsenü’t-tekâsîm,s. 300, 318, 232, 372; Yâkût el-Hamevî�, Mu‘cemü’l-
büldân,I, 177.
[125] Ergiyân, Nî�sâbur yakınlarında bir yerleşim birimidir. Yâkût el-Hamevî�, Mu‘cemü’l-
büldân,I, 153.
[126] Nesâ, Horasan’da bir şehirdir. İ�bn Hurdâzbih, el-Mesâlik,s. 35, 39, 243; İ�stahrî�,
el-Mesâlik,s. 254, 273, 283; Makdisî�, Ahsenü’t-tekâsîm,s. 24, 27, 40, 51, 61, 285, 295,
301, 312-313, 319-321, 323-324, 326, 331-332, 334-336, 352, 364; Yâkût el-Ha-
mevî�, Mu‘cemü’l-büldân,V, 287.
[127] Â� biyurd (Â� biverd, Ebiverd), Serahs ile Nesâ arasında bir şehirdir. İ�bn Hurdâzbih,
el-Mesâlik,s. 35; İ�stahrî�, el-Mesâlik,s. 254, 261; Yâkût el-Hamevî�, Mu‘cemü’l-büldân,I,
86.
160 [128] Serahs, Nî�sâbur ile Merv arasında yer alan kadim bir Horasan şehridir. İ�bnü’l-Fakî�h,
Kitâbü’l-buldân, s. 319-321; İ�bn Hurdâzbih, el-Mesâlik,s. 24, 36, 39; İ�stahrî�, el-Mesâ-
lik,s. 254, 259, 281-285; Yâkût el-Hamevî�, Mu‘cemü’l-büldân,III, 208.
[129] Belâzürî�, Fütûh, s. 568-569; Taberî�, Târîh, IV, 301; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, III, 61-62;
İ�bn Kesî�r, el-Bidâye, VII, 160-161.
Râşid Halifeler Dönemi Fetihleri ■
[130] Tûs, Horasan ile Nî�sâbur arasında bir şehirdir. İ�bn Hurdâzbih, el-Mesâlik,s. 24,
35, 99, 201, 243; İ�stahrî�, el-Mesâlik,s. 94, 254, 257-258; 283; İ�bn Havkal, Kitâbü
Sûratü’l-Arz, s. 9, 109, 309, 313, 331, 343; Makdisî�, Ahsenü’t-tekâsîm,s. 50, 60,
131, 271, 295, 300-301, 313, 319, 323, 324-326, 328, 333-335; Yâkût el-Hamevî�,
Mu‘cemü’l-büldân,IV, 48.
[131] Halî�fe b. Hayyât, Târîh, s. 120.
[132] İ�bn Sa‘d, Tabakât, V, 46; Halî�fe b. Hayyât, Târîh, s. 121; Belâzürî�, Fütûh, s. 570; İ�bnü’l-
Cevzî�, el-Muntazam, V, 15.
[133] Tohâristan, Horasan tarafında bir çok beldeyi içine alan geniş bir bölgedir.
Tohâristan-ı Ulyâ ve Tohâristan-ı Süflâ diye ikiye ayrılır. İ�bnü’l-Fakî�h, Kitâbü’l-
buldân,s. 321-323, 325; İ�bn Hurdâzbih, el-Mesâlik,s. 18, 25, 32, 34-37; İ�stahrî�,
el-Mesâlik,s. 254, 275; Yâkût el-Hamevî�, Mu‘cemü’l-büldân, IV, 23.
[134] Belâzürî�, Fütûh, s. 571.
[135] Talkân, Tohâristan’ın en büyük şehri olup, Belh ile Merv er-Rûz arasından bulun-
maktadır. İ�bn Hurdâzbih, el-Mesâlik,s. 32-34, 210, 243; İ�stahrî�, el-Mesâlik,s. 270,
275, 278-279, 282, 286; İ�bn Havkal, Kitâbü Sûratü’l-Arz, s. 326, 334-335; Makdisî�,
Ahsenü’t-tekâsîm,s. 296, 302-303; Yâkût el-Hamevî�, Mu‘cemü’l-büldân,IV, 23.
[136] Firyâb, Belh yakınlarında bir şehirdir. Yâkût el-Hamevî�, Mu‘cemü’l-büldân,IV, 259.
[137] Halî�fe b. Hayyât, Târîh, s. 121; İ�bn Sa‘d, Tabakât, V, 46-47; Belâzürî�, Fütûh, s. 572-573;
Ya‘kûbî�, Târîh, II, 167; Taberî�, Târîh, IV, 309-312; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, III, 62-63.
[138] Belâzürî�, Fütûh, s. 573; Taberî�, Târîh,IV, 313-314. 161
[139] İ�bn Hurdâzbih, el-Mesâlik,s. 50.
[140] Şervâz, Sicistan’da bir yerleşim birimidir. Yâkût el-Hamevî�, Mu‘cemü’l-büldân,III,
337.
[141] Serenc, Sicistan’da bir kasaba adıdır. Yâkût el-Hamevî�, Mu‘cemü’l-büldân,III, 138.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
[142] İ�bn Sa‘d, Tabakât, V, 45; Belâzürî�, Fütûh, s. 553-555; Yâkût el-Hamevî�, Mu‘cemü’l-
büldân,III, 337.
[143] Kâbil, Afganistan’ın bugünkü başkenti olup aynı adla anılan ırmağın geçtiği
Şirdarvaza ve Asamayi dağları eteklerinde ve çok münbit bir vadi içinde kurul-
muş bir vilayet merkezidir. İ�bn Hurdâzbih, el-Mesâlik,s. 17, 37-39, 243; Makdisî�,
Ahsenü’t-tekâsîm,s. 54, 154, 162, 186; Yâkût el-Hamevî�, Mu‘cemü’l-büldân,IV, 426-
427.
[144] Gazne, Hint ve Horasan arasında Kâbil’in 145 km. güneybatısında yer alan ve ken-
di adıyla anılan eyaletin merkezi olan şehirdir. İ�stahrî�, el-Mesâlik, 239, 250-257,
280, 283; İ�bn Havkal, Kitâbü Sûratü’l-Arz, s.287, 305-309, 328, 330, 332; Makdisî�,
Ahsenü’t-tekâsîm,s. 340; Yâkût el-Hamevî�, Mu‘cemü’l-büldân,IV, 201.
[145] Belâzürî�, Fütûh, s. 555; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, III, 64-65. Bölgenin fethi hakkında daha
geniş bilgi için bkz. Recep Uslu, Sind’de İslâm Fetihleri, s.36-39.
[146] Taberî�, Târîh, IV, 314; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, III, 64; İ�bn Kesî�r, el-Bidâye, VII, 160). Bu
konuda geniş bilgi için ayrıca bkz. Uslu, Recep, Hicrî I-II. Yüzyıllarda Horasan Tarihi,
(Basılmamış Doktora Tezi), Marmara Ü� SBE, İ�stanbul 1997; İ�pek, Ali, Hz. Osman
Dönemi İran Fetihleri, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Marmara Ü� SBE, İ�stanbul
1993; Cl. Huart, “Horasan”, İA, V, 1, 561; Mustafa Fayda, “Abdullah b. Â� mir”, DİA, I,
84; Osman Çetin, “Horasan”, DİA, XVIII, 235.
[147] Belâzürî�, Fütûh, s. 456; Taberî�, Târîh, IV, 224; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, III, 41; İ�bn Kesî�r,
el-Bidâye, VII, 149.
[148] Taberî�, Târîh, IV, 251.
[149] Taberî�, Târîh, IV; 251; İ�bn Kesî�r, el-Bidâye, VII, 151.
[150] Bu şehirlerin bulunduğu bölge, Aras ırmağının güney tarafında bir bozkır olup, gü-
nümüzde bu toprakların bir kısmı Rusya, bir kısmı da İ�ran sınırları içinde kalmak-
162 tadır. V. Minorsky, “Mûkân”, İA, VIII, 447.
[151] Beber, bkz. İ�bn Hurdâzbih, el-Mesâlik,s. 57, 119, 245, 262.
[152] Taylasan, bkz. İ�bn Hurdâzbih, el-Mesâlik,s. 58, 119, 245, 261.
[153] Belâzürî�, Fütûh, s. 457-459; Taberî�, Târîh, IV, 246-247; İ�bn Kesî�r, el-Bidâye, VII, 149-
150.
Râşid Halifeler Dönemi Fetihleri ■
Hz. Osman hicretin 30. yılında (m.650) Velî�d’i Kûfe valiliğinden azlet-
tikten sonra yerine Saî�d b. el-Â� s’ı tayin etti. Yeni vali vazifeyi üstlenmesi-
nin hemen ardından Taberistan’a yöneldi. Bölgede ilk önce Tâmis[156] fet-
hedildi. Daha sonra Cürcân üzerine gönderilen ordu yıllık 200.000 dirhem
karşılığında bölge halkıyla barış antlaşması yaptı. Saî�d b. el-Â� s’ın Kûfe va-
liliği sırasında son olarak Nâmiye[157]şehri ele geçirildi.[158]
[1] Vâkıdî�, Kitâbü’l-meğâzî, thk. Marsden Jones, Beyrût 1984/1404, II, 752-
53;İ�bn Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, Dâru Sâdır, Beyrût,ty, II, 128-131
[2] İ�bn Abdilberr, el-İstî’âb fî ma’rifeti’l-ashâb, nşr. Ali Muhammed Becâvî�, 165
Kahire, t.y. I, 298.
[3] İ�bn Hişâm, Sîretü’n-nebî (sas), nşr. Muhammed Muhyiddî�n Abdülhamî�d,
Mısır 1963/1383, IV, 1011; İ�bn Sa’d, I, 281.
[4] İ�bn Hişâm, IV, 1016.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
[5] Vâkıdî�, Meğâzî, II, 755; İ�bn Asâkir, Tehzîbü Târîhu Dimaşk el-Kebîr, Haz. Abdülkadir
Bedrân, Beyrût 1987/1407, I, 94; Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, çev.
Salih Tuğ, İ�rfan Yay. İ�stanbul 1993, I, 329-30.
[6] Vâkıdî�, Meğâzî, II, 756.
[7] İ�bn Hişâm, III, 829.
166 [8] Ebû Dâvûd, es-Sünen, Çağrı Yay. İ�stanbul 1992, Cihâd, 137.
[9] İ�bn Asâkir, I, 94, 97-98.
[10] İ�bn Hişâm, III, 832; ayrıca bkz. İ�bn Hazm, Cevâmiu’s-sîre (Siyerin Özü), çev. M. Salih
Arı, Çıra Yay. İ�stanbul 2004, 210.
[11] İ�bn Hişâm, IV, 1040.
Râşid Halifeler Dönemi Fetihleri ■
a. Üsâme Ordusu
[15] Vâkıdî�, Meğâzî, III, 120; İ�bn Sa’d, II, 248-50; Taberî�, Târîhu’l-ümem ve’l-mülûk,
Beyrût t.y. III, 212, 221; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, II, 317-18, 334; Ya’kûbî�, Târîh, Beyrût
1960, II, 113; Süyûtî�, Târîhu’l-hulefâ, nşr. M.M. Abdulhamî�d, Mısır 1952, 74; F. K.
Hitti, Siyasî ve Kültürel İslâm Tarihi, çev. S.Tuğ, İ�stanbul 1980, I, 223-24.
[16] Vâkıdî�, Kitâbü’r-ridde ve nebze min fütûhı’l-Irak, nşr. M. Hamidullah, Paris 1989, 31;
Taberî�, III, 212; Kelâ’î�, el-Hilâfetü’r-râşide ve’l-bütûletü’l-Hâlide fî hurûbi’r-ridde, nşr.
168 Ahmed � anm, Kahire 1979, 38.
[17] Halî�fe b. Hayyât, Târîhu Halîfe b. Hayyât; Halîfe b. Hayyât Tarihi, çev. Abdülhalik
Bakır, Ankara 2001, 126; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, II, 335.
[18] Taberî�, III, 212; Süyûtî�, 74.
[19] Halî�fe b. Hayyât, 126.
Râşid Halifeler Dönemi Fetihleri ■
Alınan karardan sonra Hz. Ebû Bekir, mescidde toplanan halka hitap
ederek, cihadın önemine ve bunun dinî� bir görev olduğuna işaret etmiş
[35] Şam bölgesine ordu gönderilmesi ve Bizans ordusuyla ilk temasların yaşanmasıyla
ilgili gelişmeler hakkında geniş bilgi için bkz. İ�srafil Balcı, İlk İslâm Fetihleri, Savaş-
Barış İlişkisi, Pınar yay. İ�stanbul 2011, 78-149.
[36] Vâkıdî�, Fütûh, I, 1-2.
172 [37] Belâzürî�, Fütûh, 156; Ezdî�, 8, 9, 16.
[38] Tevbe 9/41.
[39] Vâkıdî�, Fütûh, 2.
[40] Ezdî�, 1-7.
[41] Taberî�, IV, 114.
Râşid Halifeler Dönemi Fetihleri ■
Rivâyetlere göre yeteri kadar ordu toplanınca, Hz. Ebû Bekir 633 yı-
lında üç ayrı birlik tertip edip Şam bölgesine göndermiştir. Bazı rivayet-
lerde ise bunlardan ayrı olarak daha önceden Hâlid b. Sa’î�d komutasında
bir ordu hazırlayıp öncü birlik olarak gönderdiği, fakat bu komutanın ace-
leci davranması nedeniyle bozguna uğrayarak Medine’ye döndüğüne dair
haberler bulunmaktadır.[42] İ�ddiaya göre Hâlid b. Sa’î�d, Filistin bölgesine
yanaştığı sırada burada Behrâ’, Kelb, Tenûh, Salî�h, Lahm ve Cüzâm gibi ka-
bilelerden müteşekkil Bizans destekli bir orduyla karşılamış ve onların
gücünü görünce geri çekilmiştir.[43] Ayrıca onun Halifeden yardım istedi-
ği, ancak toplanan kuvvetlerin az olması üzerine Hz. Ebû Bekir’in Arabis-
tan’ın güneyindeki kabilelere mektuplar gönderip onları Şam bölgesine
gitmeye davet ettiği haberleri aktarılmıştır.[44] Bütün bunlarla birlikte
Hâlid b. Sa’î�d’in ardından bölgeye daha geniş çaplı ordular sevk edildiği
anlaşılmaktadır.[45]
Rivâyetlere göre Hz. Ebû Bekir, Amr b. el-Â� s’ı günümüzdeki Filistin böl-
gesine göndermiştir. Araplar o tarihte burayı iliyâ[46] olarak isimlendiriyor-
lardı. İ�kinci komutan Yezî�d b. Ebî� Süfyân’ı Dimaşk bölgesine[47] ve Şurahbî�l
b. Hasene’yi de Fihl (Ü� rdün) tarafına göndermiştir.[48] İ�lk birlikler Medine’ye
en yakın bölge konumundaki Cerbâ, Ezruh ve Maknâ gibi gayrimüslim kabi-
lelerin yaşadığı iliyâ (Filistin) bölgesine sevk edilmiştir.[49] Dikkat edileceği
üzere Tebûk seferi dönüşünde Hz. Peygamber buradaki kabilelerle anlaşma
yapmıştı. Keza buradaki Yahudi kabilelerin Bizans yönetiminden memnun
Şam bölgesindeki ilk çatışmaların 633 yılı sonlarıyla 634 yılı başların-
da Filistin bölgesindeki el-Arabe’de meydana geldiği söylenir.[51] Bu bölgede
görevlendirilen Amr b. el-Â� s’ın birlikleri Belkâ’da toplanmıştı. Burası bir ba-
kıma İ�slâm ordularının askerî� üssü ve ön karakolu niteliğindeydi.[52] Belâ-
zürî�[53] ve Ezdî� gibi erken dönem kaynakları Belkâ’ bölgesindeki Meâb’ın
Şam bölgesinde fethedilen ilk yer olduğunu söyler.[54] Taberî� ise, ilk alınan
yerin Büsrâ olduğu kanaatindedir. Büsrâ daha kuzeyde kaldığına göre Me-
dine’ye daha yakın bölge olduğundan Filistin’deki Belkâ’ın ilk alınan yer
olma ihtimali daha yüksektir. Elde edilen ilk başarılardan sonra Bizans ve
Gassânî�lerin hazırlık yaptıklarına dair istihbarat alınınca bölgedeki komu-
tanlar Halifeden yardım istediler. Bu talep üzerine Hz. Ebû Bekir topladığı
kuvvetleri Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh’ın emrine verip cepheye göndermiştir.[55]
Ebû Ubeyde görev bölgesine giderken Meâb halkıyla karşılaşmış ve onlarla
emân anlaşması yapmıştır.[56] Belkâ’ın bir köyü olan Meâb (Rabba), Şam ile
Arabistan arasında geçiş noktasıydı ve bu nedenle stratejik öneme sahipti.
Ayrıca burada Bizans’a ait bir de askerî� karargâh bulunuyordu.[57]
savaşın tarihini hicrî� 14. yıl olarak vermektedir. Ona göre bu savaşta Hâ-
lid b. Sa’î�d b. el-Â� s şehit olmuş ve Müslümanlar Dimaşk ve Beytü’l-Mak-
dis’e girmişlerdir.[60] Oysa Hâlid b. Sa’î�d’in Şam bölgesine gönderilen ilk
komutan olduğu ve başarısız bir girişim sonucu Halife tarafından görev-
den alındığı hususu dikkate alınırsa, bu savaşın daha önceden yapılmış
olması gerekir.[61] Belâzürî�’nin verdiği tarih 635 yılına rastlamaktadır
ki, bu tarihte Hz. Ebû Bekir vefat etmişti. Halî�fe b. Hayyât, Mercü Suffer
savaşında Hâlid b. Sa’î�d’in komutan olduğunu söylemektedir.[62] Ayrıca
Taberî� de Ü� sâme b. Zeyd’in gönderilmesinden sonra bu savaşın Şam
bölgesinde Arabe mevkiinde cereyan eden ikinci mücadele olduğunu
belirtir. Onun verdiği bilgilere göre Hâlid b. Sa’î�d Mercü Suffer’e indiği
zaman Bizans ordusunun saldırısına uğrayınca, Medine yakınlarındaki
Zü’l-Merv’e çekilmiştir.[63]
Hâlid b. Velî�d, Halifenin emrini aldıktan sonra çetin bir çöl yolculu-
ğunun ardından Dimaşk-Hıms yolu üzerindeki Seniyyetü’l-Ukâb’a geldi
ve bir süre dinlendikten sonra Ebû Ubeyde’ye haber verip Halifenin emri
gereği birleşme çağrısında bulundu. Hâlid, Filistin bölgesine doğru iler-
lerken Mercü Râhit’da Gassânî�ler üzerine bir baskın yaptı.[66] Ayrıca Büsrâ
(Kanâtü Büsrâ) şehrine girdi (Mayıs 13/634) ve kısa bir direnişten sonra
yıllık cizye ödeme koşuluyla şehri teslim aldı.[67] Bu girişimlerinden son-
ra, Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh, Şurahbî�l b. Hasene ve Yezî�d b. Ebî� Süfyân ile
birleşip komutayı devraldı ve Bizans’ın savaş hazırlığı yaptığı bölge olan
Filistin’e doğru ilerledi.[68]
c. Fihl Savaşı
[75] Halî�fe b. Hayyât, 149, 155-56; Fesevî�, el-Ma’rifetü ve’t-târîh, nşr. Halil Mansur, (1.
baskı), Beyrût 1419/1999, III, 309; Taberî�, IV, 55, 59.
[76] Belâzürî�, Fütûh, 166. 177
[77] Taberî�, IV, 55.
[78] Halî�fe b. Hayyât, 155-56.
[79] Belâzürî�, Fütûh, 166.
[80] Belâzürî�, Fütûh, 167.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
d. Dimaşk’ın Fethi
[96] Hâlid b. Velî�d’in yerine Ebû Ubeyde’nin atanması ve görevden alınması sebepleriyle
ilgili geniş bilgi için bkz. İ�srafil Balcı, “Hz. Ö� mer’in Komutan Atama Stratejisi; Sa’d b
Ebî� Vakkâs ve Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh Ö� rneği”, Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi, (sayı: 20-21, yıl: 2005), ss. 171-210.
[97] Belâzürî�, Fütûh, 182; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, II, 536.
182 [98] İ�bn Kesî�r, VII, 115.
[99] İ�bn Kesî�r, VII, 80.
[100] İ�bn Hacer, İsâbe fî Temyîzi’s-Sahâbe, nşr. Ali Muhammed Becâvî�, Kahire 1970, II,
255.
[101] Mustafa Fayda, Hâlid bin Velîd, Çağ Yayınları, İ�stanbul 1992, 441.
Râşid Halifeler Dönemi Fetihleri ■
kınına koydun. Onun diktiği sancağı sen indirdin. Ayrıca akrabalık bağını
da kopardın ve amcanın oğlunu kıskandın.” Hz. Ö� mer de yakını olduğu için
komutanlıktan azledilmesinden rahatsız olduğunu söylemiştir.[102] Ayrıca
rivayetlerde yer aldığına göre Hz. Ö� mer’in, “…Ben, Hâlid’i hakkında bir
şüphem olduğundan dolayı görevden almadım. Ancak halk onu gözünde
öyle büyütmüşü ki, Allah’ı unutarak ona güvenmesinden korktuğum için
görevden aldım.” şeklinde bir açıklamada bulunması[103] dikkat çekicidir.
Harita 6:
Yermûk
savaşının
yapıldığı
bölge.
[https://goo.gl/
weLxFd]
Bu küçük çaplı savaş bazen ırmağın adı ile bazen de nehrin adı zikredildi-
ğinden, başta Seyf b. Ö� mer (180/796) olmak üzere bazı râvilerin, asıl bü-
yük Yermûk ile bunu karıştırdıkları düşünülerek Ecnâdeyn ile Yermûk’un
tarihlerinin karıştırılış sebebi bulunmaya çalışılmıştır.[109] Bu hususa işa-
ret ettikten sonra hemen belirtelim ki, asıl Yermûk Savaşı Ebû Ubeyde b.
el-Cerrâh komutasında gerçekleşmiştir ve bu savaşın tarihinin 20 Ağustos
636 olduğu kesindir. Her ne kadar Hâlid b. Velî�d de bu savaşta bulunmuş-
sa da, o sırada komutan değildir.[110]
Taberî�, Yermûk Savaşı sırasında Sakalar b. Mihrak adlı bir Rum ko-
mutandan bahseder ve onun Bizanslı askerlerin başkomutanı olduğunu
söyler. Bu komutanın General Vâhan (el-Sakalar/sacellarus) olma ihtima-
li yüksektir. Ayrıca rütbece ona yakın olan Theodore ve Nusturos[114] gibi
değişik komutanlar bulunuyordu.[115] Bunların yanı sıra Kınnesrî�n, Ha-
leb (Aleppo), Cezî�re ve Hıms’dan çok sayıda asker toplanmıştı. Ermeni
188 [122] İ�bn Haldûn, Mukaddime, çev. Süleyman Uludağ, Dergâh Yayınları, (Birinci Baskı),
�stanbul 1982, I, 469.
[123] Muhasara silahları için bkz. Fuat Sezgin, İslâm’da Bilim ve Teknik, çev. Abdurrahman
Aliy, İ�stanbul 2008, V, 106-138; Fâruk Ö� mer, en-Nüzumü’l-İslâmiyye, el-‘Ayn, 1983,
208-211.
Râşid Halifeler Dönemi Fetihleri ■
öncelikli olarak Şam bölgesindeki şehirleri geri almak için harekete geçti.
Hatta bizzat Halifenin talimatı üzerine Dimaşk üzerine yürüyerek burayı
yeniden ele geçirmiştir. Dimaşk’ın alınmasından sonra Hıms üzerine yü-
rümeye karar veren Ebû Ubeyde, Sımt b. el-Esved’i önden göndermiştir.
Hıms’ı ele geçiren Sımt, halka malları, canları, şehirlerinin surları, kilise-
leri ve değirmenlerinin emniyet altında olacağına dair emân vermiştir.
Ardından gelen Ebû Ubeyde bu emânı imzalayarak yürürlüğe koymuştur.[124]
Hıms şehri daha önce alındığı halde, Yermûk savaşı öncesi buradaki bir-
likler geri çekilmişti. Yermûk savaşının kazanılmasından sonra burası
ikinci kez fethedilmiştir. Belâzürî�’nin verdiği bilgiye göre şehir halkı Müs-
lümanların idaresinden memnun olduğu için, savaş öncesi iptal edilen an-
laşmanın devam etmesini istemiştir.[125]
[124] Belâzürî�, Fütûh, 186-87; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, II, 492; Hamidullah, Vesâik, 467-68.
[125] Belâzürî�, Fütûh, 195-96.
[126] Ezdî�, 144; Ya’kûbî�, II, 140-141. 189
[127] Belâzürî�, Fütûh, 185; Ya’kûbî�, II, 140-41; Hamidullah, Vesâik, 485, no: 356; İ�bn
Asâkir, I, 160.
[128] Belâzürî�, Fütûh, 196; Zeynî� Dahlân, el-Fütûhâtü’l-İslâmiyye ba’de mudiy-
yi’l-fütûhâti’n-nebeviyye, Basım y. y. 1304, 30-31.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
Hıms’a doğru çekilmiştir. Ebû Ubeyde onları takip edip şehri ikinci kez
ele geçirmiştir. İ�kinci fetihten sonra buraya Ubâde b. es-Sâmit’i vali tayin
etmiştir. Belâzürî�’deki bir rivayette Hıms valisi olarak Sımt b. el-Esved ile
Ubâde b. es-Sâmit’in adları geçmektedir.[129] Muhtemelen birinci fetihten
sonra Ebû Ubeyde, Sımt’ı, ikinci fetihten sonra da Ubâde b. es-Sâmit’i bu-
raya vali tayin etmiştir.
Hıms halkıyla yapılan anlaşmaya göre, vergilerini ödedikleri sürece
zimmî�lik statüsü gereği halkın can, mal ve kutsal mekanları teminat altına
alınmıştır. Kimi rivayetlere göre yurtlarına uğrayan Müslüman yolcuları
bir gün bir gece misafir etme yükümlülüğü de şart koşulmuştur.[130] Yapı-
lan anlaşmalardan sonra bu bölgeden hazineye yıllık 170.000 dinar vergi
alındığı söylenir.[131] Hıms’ın alınmasından sonra Ebû Ubeyde gelişmeler
hakkında Halifeye bilgi vermiş, Hz. Ö� mer de başarılı mücadelesinden do-
layı komutanını tebrik ederek memnuniyetini belirtmiştir.[132]
Hıms’dan sonra Lazkiye üzerine yürüyen Ebû Ubeyde şehri kuşattı,
ancak oldukça korunaklı olan kalelerine sığınan halkı çıkarmak mümkün
olmadı. Bunun üzerine Ebû Ubeyde şehirden uzakta bir yere karargâh
kurup geceleyin bir süvarinin içinde saklanabileceği derinlikte çukur-
lar kazdırdı. Hazırlıkları tamamladıktan sonra kuşatmayı kaldırıyormuş
görüntüsü verip orduyu yola çıkardı. İ�slâm ordusunun çekildiğini sanan
halk kale kapılarını açınca, ani hücumla saklandıkları yerlerden çıkan atlı
birlikler şehre girdiler ve bu şekilde Lazkiyye’yi ele geçirdiler. Yurtlarını
terk eden bir kısım halk topraklarına dönmek için emân isteyince, onlara
müsaade edildi. Rivayete göre fetih sembolü olarak Ebû Ubeyde burada
bir cami inşa ettirmiştir.[133]
Ezdî�’nin verdiği bilgilere göre peş peşe gelen yenilgilerden sonra,
Herakleios, Müslümanlar hakkında bilgi edinmeye çalıştı. İ�slâm ordusu-
nun hızlı ilerleyişi karşısında paniğe kapılan idareciler yardım talebinde
bulunmuştu, ancak bölgedeki Bizans hâkimiyeti zayıflayınca Bizanslı ida-
reciler halk üzerindeki otoritelerini gittikçe kaybettiler ve eskisi kadar
güçlü ordu çıkaramadılar. Rivâyetlere göre Hıms fethedildiği zaman An-
takya’da bulunan Herakleios, gelişmeleri öğrendikten sonra payitahtına
dönmüştür.[134] Antakya’dan ayılırken “elveda Şam” sözleriyle bu bölgeye
veda ettiğinden söz edilir.[135]
h. Kudüs’ün Fethi
i. Kaysâriyye’nin Fethi
Mudarlı kabileler yaşadığı için buraya Diyâr-ı Mudar; Musul, Nusaybin, Sin-
câr, Dârâ ve Cizre gibi yerleşim birimlerinde Rebî�a kabilesi mensupları ya-
şadığı için Diyâr-ı Rebî�’a; Diyarbakır, Mardin, Meyyâfârikî�n, Hasankeyf gibi
şehirleri kapsayan bölgeye yakın yerlerde Bekr kabilesi yaşadığı için burası
Diyâr-ı Bekr olarak anılmıştır.[2] Rivâyetlere bakılırsa hicrî� üçüncü asırdan
itibaren Diyâr-ı Bekr nitelemesinin kullanıldığı anlaşılmaktadır.[3]
Harita 7:
Yukarı
Mezopotamya
olarak da
adlandırılan
Cezîre bölgesi
[https://goo.
gl/7j489F]
toplam miktarının 10.000 civarında olduğu söylenir. Ancak bize göre bu tür
rakamsal ifadeler mutlak sayıyı değil, ortalama bir rakamsal değeri ifade et-
mek için kullanılmış olmalıdır. Her ne kadar iltica eden Araplar’ın çoğu Hz.
Ö� mer’in girişimleri ile geri dönmüşlerse de, böylesine kalabalık nüfusun
yerleştikleri bölgeye dair bazı haberlerden bahsedilmesi gerekirdi.
kontrol altına alıp Urfa’ya doğru ilerlemiştir.[14] Kısmî� bir direnişten sonra
Rakka şehrini fethetmiş ve halka emân vermiştir.[15]
Iyâd, Urfa’ya geldiği zaman burada Ercûk adlı bir Ermeni komutan
önderliğindeki yaklaşık 3.000 kişilik bir ordunun direnişiyle karşılaşmış-
tır. Ruhâ’da ise yine Ermeni kökenli Kî�lûk adlı bir idareciden söz edilmek-
tedir.[16] Ebû Yûsuf, Ruhâ’yı Cezî�re’nin başkenti olarak tanımlamakta ve
Iyâd’ın direkt olarak buraya yöneldiğini söylemektedir.[17] İ�bn A’sem an-
laşma yapan kişinin Mî�tûlus olduğunu söyler.[18] Ancak yapılan anlaşma-
dan Rakka papazı Bintus ve diğer yerel liderlerin rahatsız olduğu söylenir.[19]
Iyâd b. Ğ� anm 19/641 yılında vefat edince, Hz. Ö� mer, Sa’î�d b. Amr’ı
Cezî�re ve Hıms valiliğine getirdi. Fakat yeni valinin kısa sürede vefat et-
mesi üzerine ensârdan Umeyr b. Sa‘d’ı tayin etti. Yeni valinin ilk icraatla-
rından birisi, Re’sü’l-ayn’a sefer düzenlemek oldu. Kontrol altına alınan
şehirdeki halka cizye hukukuna göre emân verilip anlaşma yapılmıştır.
Cezî�re cephesi Şam üzerinden açılmakla birlikte, daha sonra Irak böl-
gesinden gönderilen ordularla da desteklenmiştir.[30] Sa‘d b. Ebî� Vakkâs ta-
rafından gönderilen Abdullah b. Mut’ım, Tikrî�t, Hî�t ve Musul gibi şehirleri
ele geçirerek iki koldan fetih dalgası başlatmıştır. Ancak fethin gerçekleş-
mesinden sonra, burası Hıms-Kınnesrî�n’e bağlanıp buradan yönetilmiş-
tir.[31] Hz. Ö� mer vefat ettiği zaman burada Umeyr b. Sa‘d el-Ensârî� valilik
yapıyordu.[32] Aynı vali Hz. Osman döneminde de görevini sürdürmüş, an-
cak onun vefatından sonra bölge Muâviye’ye bağlanmıştır.
[25] Theophanes, 39; Vâkıdî�, Fütûh, I, 70, 71; Belâzürî�, Fütûh, 206.
[26] Theophanes, 39, 40; Belâzürî�, Fütûh, 246, 247.
[27] Theophanes, 39-40.
[28] Theophanes, 39.
[29] Theophanes, 40.
202 [30] İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, II, 533.
[31] Ya’kûbî�, II, 150; Mes’ûdî�, et-Tenbîh ve’l-İşrâf, I, 165; İ�bnü’l-Kalânsî�, Hamza b. Esed
b. ‘Alî� et-Temî�mî� (öl.555/1160), Târî�hu Dimeşk, thk. Süheyl Zekkâr, Dimeşk
1403/1983, I, 104.
[32] Belâzürî�, Fütûh, 252-53.
Râşid Halifeler Dönemi Fetihleri ■
İ�ki koldan kıskaca alınan bölgede önemli başarılar elde edilmiş, an-
cak Iraklı askerlerle Şamlı askerler arasında ganimet paylaşımı yüzünden
sorunlar yaşanınca, Hz. Osman Selmân’ı Horasan’a gönderip sorunu çöz-
müştür.[37] Bir başka rivayette ise Hz. Osman, Habî�b’i İ�rmî�niyye bölgesine
genel vali olarak atamak istemiş, ancak daha sonra onu Şam’da dağınık
halde bulunan Rum askerlere karşı savaşmak için geri çağırmıştır. Ardın-
dan buraya Huzeyfe b. Yemân’ı vali atamıştır.[38]
205
[50] Kenan Ayar, “Sahâbe Dönemi İ�ktidar Mücadelesinde Arap Dâhilerinden Kays b.
Sa’d”, OMÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, (Sayı: 20-21, 2005), 150.
[51] Belâzürî�, Fütûh, 293.
Prof. Dr. Nadir ÖZKUYUMCU
Celal Bayar Üniversitesi, Tarih Bölümü
İ�frî�kıyye coğrafyası ile ilgili olan rivayetler ise üç grupta mütâlaa edi-
lebilir. Birinci grup rivayetlerde İ�frî�kıyye’nin Mağrib’de bir şehir olduğu
ve bu şehrin kalıntıları üzerine İ�slâm fetihlerinden sonra Ukbe b. Nâfi’
tarafından 670 yılında Kayrevân şehrinin kurulduğu nakledilir[6]. İ�kinci
grup rivayetlerde, “İ�frî�kıyye” kelimesi “Mağrib” kelimesi ile eş anlamlı ola-
rak yer almaktadır[7]. Ü� çüncü grup rivayetlerde ise İ�frî�kıyye’nin sınırları,
Bizans’a bağlı İ�frî�kıyye eyaleti coğrafyasına yakın bir durumda ifadesini
bulmuş ve Berkâ ile Tanca arasında kalan yerler anlamında kullanılmıştır.
2. Mısır’ın Fethi
[6] İ�bn Hurdâzbih, Mesâlik, 87; Ya’kûbî�, Kitâbü’l-Büldân (Ed.: M. J. De Goeje), Leiden
1967, 357; İ�bn Fakî�h el-Hemezânî�, Muhtasaru Kitâbi’l-Büldân, 78-79; Bekrî�,
Mu’cemü Me’sta’cem (thk. Mustafa es-Sekkâ), Beyrût 1938 (3. baskı), I, 176; Yâkût
el-Hamevî�, Mu’cem, I, 324.
[7] Istahrî�, Mesâlik, 36-37. Istahrî� İ�frî�kıyye’nin sınırlarını verirken, doğuda, Mısır’ın
batısından başladığını, batıda Atlas Okyanusu’nda bittiğini, kuzeyde Mısır deni-
zinden Atlas Okyanusu’na uzandığını, güneyde ise Zevî�le’den başlayıp yine Atlas
208 Okyanusu’nda son bulduğunu nakletmektedir.
[8] Â� l-i İ�mrân, 3/64.
[9] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 45-46; İ�bn Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ (thk. İ�hsan Abbas),
Beyrût 1968, I, 260-261; Taberî�, Târîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk (thk. Muhammed
Ebû’l-Fadl İ�brahim), Beyrût (1387/1967), II, 644, 645 (Ed. M.J. de Goeje, Leiden
Râşid Halifeler Dönemi Fetihleri ■
Hz. Ebû Bekir’in halifeliği zamanında Mısır ile ilişkiler konusunda il-
ginç bir rivayet bulunmaktadır. İ�bn Abdilhakem ve Ya’kûbî�’nin naklettiği
rivayete göre Hz. Ebû Bekir, Hâtıb b. Ebî� Beltea’yı Mukavkıs’a göndermiş,
onlar Mısır’ın doğusundaki köylerden birinde[12] buluşarak bir anlaşma
imzalamışlardır. Bu anlaşmadan sonra köy halkı Hâtıb b. Ebî� Beltea’ya
hediyeler vermişlerdir. Rivâyeti nakleden Abdülmelik b. Mesleme, bu köy
halkının, Amr b. el-Â� s, Mısır fethine başlayıp da buraya gelinceye kadar,
mezkûr anlaşmaya sâdık kaldıklarını, ancak Amr fetih için Mısır’a girdi-
ğinde onunla savaşarak bu anlaşmalarını bozduklarını ifade etmektedir.
[13] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 53; Ya’kûbî�, Târîh, Beyrût tsz.., II, 137. İ�bn Abdilhakem’den
aynen yapılan nakil için ayrıca bkz. Süyutî�, Husnü’l-Muhâdara fî Târîhi Mısr ve’l-Kâ-
hira, Mısır 1967, I, 105.
[14] Belâzürî�, Fütûh, 144 (Türkçesi: 198).
[15] Kudüs: Bu şehrin ismi ilk fetih sırasında Îliyâ olarak geçmektedir. Beytü’l-Makdis de
denilir. Bkz: Bekrî�, Mu’cem, I, 217. Yâkût el-Hamevî�, Mu’cem, I, 423-425; IV, 38-39.
[16] Bizanslı komutan Areteon’un ismi, İ�slâm kaynaklarında Artabon olarak geçmekte-
tir. Bkz. ilgili yerler.
[17] Abdülaziz Sâlim, Târîhu’d-Devleti’l-Arabiyye, 483-484; Adevî�, ed-Devletü’l-İslâmiyye,
54-55.
[18] Kaysâriyye: Şam bölgesinde bir sahil şehridir. Bkz. Bekrî�, Mu’cem, III. 1106.
[19] Belâzürî�, Fütûh, 146 (Türkçesi: 200).
[20] Belâzürî�, Fütûh, 146 (Türkçesi: 200). Kaysâriyye’nin yedi yıl boyunca kuşatıldığı
hakkında bkz. Belâzürî�, Fütûh, 148 (Türkçesi: 203).
[21] Halife Hz. Ö� mer, Kudüs’ün 639’daki fethinden hemen sonra Câbiye’ye gitmiştir. Bkz.
210 Belâzürî�, Fütûh, 144-145 (Türkçesi: 197-198). O, bir yıl sonra 640’da bir defa daha
Câbiye’ye gitmiş ve burada “Câbiye hutbesi” diye meşhur olan hutbesini irâd et-
mişti. Bkz. İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 53; İ�bn Manzûr, Muhtasar Târîhi Dimaşk (Thk.
Rûhiyye en-Nahhâs ve dğr.), Dimaşk 1404/1984, I, 224.
[22] Taberî�, Târîh, IV, 102 (Leiden, I, 2579); Makrî�zî�, Hıtat, I, 183-184.
Râşid Halifeler Dönemi Fetihleri ■
Amr b. el-Â� s’ın bütün ısrarına rağmen Halife Hz. Ö� mer, Mısır’ın fet-
hi için ona izin vermemiş ve Kaysâriyye muhasarasına geri göndermiştir.
Ancak bu arada Hz. Ö� mer, ordunun diğer komutanlarıyla Mısır’ın fethi ko-
nusunda bir görüşme yapmış ve buranın fethinin gerekli olduğuna karar
vermiştir.[27] Bu konuda, Şerî�k b. Abde ile Amr’a bir mektup göndererek,
yanına 4000[28] kişi alarak Mısır’ın fethi için yola çıkmasını[29], fakat Suri-
ye’deki ordudan fazla uzaklaşmamasını, kendisinin istihârede bulunaca-
ğını, fetih konusundaki kesin emrini ikinci bir mektupla bildireceğini be-
lirtmiştir. Halife Hz. Ö� mer’in Amr’a yazdığı ilk mektup şudur: “...Sen fethe
çık, ben bu konuda Allah’a istihârede bulunacağım ve inşaallah mektubu-
mu da hemen arkandan göndereceğim. Şayet Mısır’a girmeden önce, geri
dönmeni emreden mektubum sana ulaşırsa dön, Mısır’a girdikten sonra
mektubumu alırsan yoluna devam et”[30].
[23] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 53-55, Kindî�, Vülât, 7; Makrî�zî�, Hıtat, I, 158-159; Süyutî�,
Husn, I, 94-96; İ�bn Iyâs, Bedâiu’z-Zuhûr, I, 92-93.
[24] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 53; Süyutî�, Husn, I, 106; İ�bn Manzûr, Muhtasar Târîhu
Dimaşk, I, 224.
[25] Câbiye: Suriye’de bir şehirdir. Bkz. Bekrî�, Mu’cem, II, 355: Yâkût el-Hamevî�, Mu’cem,
II, 3, 4; Ayrıca bkz. dipnot 8.
[26] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 55-56; Makrî�zî�, Hıtat, 288; İ�bn Tağriberdî�, Nücûm, I, 5-6.
Ayrıca bkz. Ya’kûbî�, Târîh, II. 147-148, İ�bn İ�yâs, Bedâiu’z-Zuhûr, I, 94.
[27] Butler, Mısır,172-174.
[28] Bkz. dipnot 13. İ�bn Abdilhakem, Amr’ın 4.000 kişi ile Mısır fethine çıktığını rivayet
ettikten sonra, “...ordunun 3.500 kişi olduğu da söylenmiştir” demektedir. Ayrıca 211
bkz. Belâzürî�, Fütûh, 214 (Terc. 303-304); İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 57-58.
[29] Belâzürî�, Fütûh, 214 (Terc.303-304.); İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 57-58.
[30] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 56-57; Kindî�, Vülât, 7; Makrî�zî�, Hıtat, I, 288; İ�bn Tağriberdî�,
Nücûm, I, 6; Hamî�dullah, Vesâik, 272.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
Halife Hz. Ö� mer’in bu ikinci mektubu Amr b. el-Â� s’a, Filistin’in Refâh[37]
bölgesinde ulaşmıştır. Ancak Amr, Hz. Ö� mer’in kendisini geri çağıran emri
ile karşılaşabileceği ihtimalini düşünerek mektubu Ukbe b. Â� mir el-Cü-
henî�’den almamış ve Arî�ş[38] denilen yere gelince de önce buranın Mısır
topraklarından olup olmadığını ordusuna sorup, onlara Arî�ş’in Mısır top-
raklarından olduğunu tasdik ettirmiş, sonra da mektubu açarak okumuş-
tur. Daha sonra Amr ordusuna şöyle demiştir: “...Emî�rü’l-Mü’minî�n benimle
[31] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 56,57; Kindî�, Vülât, 7; Makrî�zî�, Hıtat, I, 288, 289; İ�bn
Tağriberdî�, Nücûm, I, 6; İ�bn İ�yâs, Bedâiu’z-Zuhûr, I, 94.
[32] Belâzürî�, Fütûh, 214 (Terc. 303-304).
[33] Halife Ö� mer’in bu sırada Medine’de olduğuna dair Bkz. Taberî�, Târîh, IV. 107
(Leiden, I. 2584).
[34] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 57; Makrî�zî�, Hıtat, I, 289.
[35] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 94; Makrî�zî�, Hıtat, I, 296. Ukbe’nin künyesi Ebû Hammâd’dır.
[36] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 57; Makrî�zî�, Hıtat, I, 289.
[37] Refâh: Filistin’in Mısır cihetindeki son şehridir. Bu yer ile Mısır’ın ilk yerleşim alanı
Arî�ş arası, kum yoldan gidildiğinde 24 mildir. Bkz. Kudâme b. Ca’fer, Harâc, 118;
Bekrî�, Mu’cem, II, 663.
[38] Ya’kûbî�, Mısır topraklarını Refâh ile Arî�ş arasındaki ağaçlık bölgeden başlatır ve
Mısır’ın ilk beldesinin Arî�ş olduğunu ifade eder. Burada Beni Cüzâm kabilesinin
ve başka insanların meskun olduğunu, buranın deniz sahilinde bir köy olduğunu
söyler. Bkz. Büldân, 330; Arî�ş’i Mısır’ın doğusundaki sınır bölgesi olarak gösteren
Istahrî�, bu köyün adının A’râf Sûresi (7): 137. ayete dayandığını ifade etmektedir.
Bkz. Mesâlik, 48, 55; Makdisî�, Ahsenü’t-Tekâsim’de Arî�ş’i Mısır’ın sınır bölgesi olarak
212 göstermektedir. Bkz. Ahsenü’t-Tekâsim, 193; Makrî�zî� de, Arî�ş’i Filistin ile Mısır ara-
sında eski bir şehir olarak tanımlar ve tufandan sonra kurulduğunu nakleder. Bkz.
Hıtat, I, 290. Arî�ş’in Bizanslılar dönemindeki ismi Rhinocorura veya Rhinokolara’dır.
Daha önceki ismi ise Lâris’tir. Bkz. Hüseyin Mu’nis, “Târî�hu Mısır mine’l-Fethi’l-Ara-
bî� ila en Dehalehe’l-Fâtimiyyûn”, Târîhu’l-Hadarat’il-Mısriyye, yer yok, tsz., II, 331.
Râşid Halifeler Dönemi Fetihleri ■
anlaştı ve bana, şayet mektubu Mısır’a girdikten sonra bana ulaşırsa yoluma
devam etmemi emretmişti. Şimdi Allah’ın bereketiyle yürüyünüz”[39].
4. Fermâ’nın Fethi
Amr b. el-Â� s 640 yılının Kurban bayramını, yani hicrî� takvimin son
ayı olan Zilhicce’nin 10’uncu gününü, (2 Aralık) Arî�ş’te geçirdikten[40] son-
ra, Fermâ’ya[41] hareket etmiştir. Kızıldeniz’e bir fersah[42] uzaklıktaki Fer-
mâ’da Rumlar’la Kıptî�ler birlikte yaşıyorlardı. Burası, kuzey tarafından
girildiğinde Mısır’ın ilk şehri idi.[43] Butler bu şehrin Kıbtî� dilindeki eski
isminin Permûn veya Pürmûn olduğunu söylemektedir.[44] Şehrin Bizans-
lılar zamanındaki ismi ise Pelusium’dur.[45]
Amr b. el-Â� s, 640 yılı Aralık ayının sonlarında, Fermâ’ya ulaşmış olma-
lıdır. Burada, Amr’ın Fermâ’yı fethini anlatmazdan önce İ�bn Abdilhakem’in
eserine aldığı bir rivayete dikkati çekmek istiyoruz. Bu rivayete göre, Amr b.
el-Â� s, Arî�ş’e varmadan önce, Cebel-i Halâl[46] denilen bölgeye geldiğinde, bu-
rada yaşayan Râşide[47] ve Lahm[48] gibi bazı Arap kabilelerinden ordusuna
[39] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 56-57; Ya’kûbî�, Târîh, II, 147-148; Makrî�zî�, Hıtat, I, 288; İ�bn
Tağriberdî�, Nücûm, I, 6; İ�bn Iyâs, Bedâiu’z-Zuhûr, I, 94.
[40] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 58; Nüveyrî�, Nihâye, XIX, 287-288; İ�bn Tağriberdî�, Nücûm, I, 7.
[41] Fermâ: Ya’kûbî� Fermâ’nın deniz sahilinde bir şehir olduğunu ve Mısır’a buradan
girildiğini rivayet etmektedir. Bkz. Büldân, 337; Ayrıca bkz. Istahrî�, Mesâlik, 53;
Müellifi meçhul olan “Kitâbü’l-İstibsâr” isimli eserde ise, Fermâ’yı “Feremâ” isim-
li bir Melik’in kurduğu belirtilir. Bkz. Kitâbü’l-İstibsâr fi Acâibi’l-Emsâr (nşr: Sa’d
Zağlûl Abdülhamid) Daru’l-Beydâ 1985, 89.
[42] Makdisî�, Ahsenü’t-Tekâsim, 195; Ya’kûbî� ile Makrî�zî� Fermâ ile Kızıldeniz’in arasını üç
mil olarak vermektedirler. Bkz. Ya’kûbî�, Büldân, 330; Makrî�zî�, Hıtat, I, 211. Butler,
Fermâ ile Kızıldeniz arasındaki mesafeyi bir buçuk mil olarak kabul etmektedir.
Bkz. Mısır, 185.
[43] Ya’kûbî�, Büldân, 330. Ya’kûbî�, burada teferruatlı olarak şu bilgileri de vermektedir.
“Arî�ş deniz sahilinde bir köydür. Arî�ş’ten, Bekkâre köyüne buradan da birçok kum
tepelerinin bulunduğu Verrâde köyüne gelinir. Verrâde’den de Fermâ’ya gelinir
ki, Fermâ Mısır’ın ilk şehridir.” Cemî�lî�, Fermâ’yı, Mısır’ın doğu kapısı olarak kabul
etmektedir. Bkz. Râşid Abdullah Cemî�lî�, Târîhu’d-Devleti’l-Arabiyyeti’l-İslâmiyye,
Riyâd 1983 (2. baskı), 187.
[44] Butler, Mısır, 185.
[45] Butler, Mısır, 185; Fhilipp K.Hitti, Siyasi ve Kültürel İslâm Tarihi (Çev. Salih Tuğ),
�stanbul 1980, I, 224.
[46] Suriye’den Mısır’a giden yolda, yerleşim alanı bir dağdır. Bkz. Ö� . Rızâ Kehhâle,
Mu’cemü Kabâili’l-Arab, Beyrût 1402/1982 (3. baskı), II, 413.
[47] Râşide kabilesi: Râşide b. Mâlik’e izafe edilir. Kahtânî�lerden Benî� Lahm’ın bir kolu-
dur. Bunlar, Bekkâre, Verrâde ve Arî�ş’e yerleştiler. Yine onların yerleştikleri yerler
arasında, Şam, Mısır yolu üzerinde Cebel-i Halâl da bulunmaktadır. Bkz. Kehhâle,
Kabâil, II, 413. 213
[48] Lahm Kabilesi: Saî�d-i Mısır’ın doğusunda yaşayan ve Mısır’ın fethinde bulunan bir
Arap kabilesidir. Bunlar, Cüzâm kabilesinin kardeşleri ve Kinde kabilesinin am-
calarıdır. Bkz. Süveydî�, Ebû’l-Fevz Muhammed Emin; Sebâiku’z-Zeheb fi Ma’rifeti
Kabâili’l-Arab, Beyrût 1406/1986, 162.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
Amr b. el-Â� s, Fermâ’ya gelince, buradaki kaleyi sıkı bir muhasara altı-
na almış, bir ay kadar süren kuşatma neticesinde Fermâ fethedilmiş[56] ve
burası Müslümanların, Rumlar’a karşı Mısır toprakları içinde savaştıkları
ve fethettikleri ilk yer olmuştur.[57] Muhasaranın bir ay kadar sürdüğü dik-
kate alındığında, fethin Ocak 641 sonlarında gerçekleştirildiğini düşüne-
biliriz.[58]
[49] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 58; Ayrıca bkz. Nüveyrî�, Nihâye, XIX, 287-288; İ�bn
Tağriberdî�, Nücûm, I, 7.
[50] Hüseyin Mu’nis, “Târî�hu Mısır”, Târîhu’l-Hadarati’l-Mısriyye, II, 330-332; Butler, bu
Arap kabilelerinin sadece savaşı ve ganimet almayı sevdiklerinden dolayı İ�slâm or-
dusuna iltihak ettiklerini savunmaktadır. Bkz. Mısır, 189.
[51] Belâzürî�, Fütûh, 214 (Terc. 304).
[52] Makrî�zî�, Hıtat, I, 183-184. Ayrıca bkz. Nüveyrî�, Nihâye. XIX, 287.
[53] Butler, Mısır,162.
[54] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 58; Nüveyrî�, Nihâye, XIX, 287-288; İ�bn Tağriberdî�, Nücûm, I,
7.
[55] İ�bn İ�yâs, Bedâiu’z-Zuhûr, I, 94.
[56] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 58; Makrî�zî�, Hıtat, I, 289; İ�bn Tağriberdî�, Nücûm, I, 7; Ya’kûbî�
214 ise, Müslümanlar ile Rumlar’ın Fermâ’daki savaşlarının üç ay sürdüğünü rivayet et-
mektedir. Bkz. Târîh, II, 148.
[57] İ�bn İ�yâs, Bedâiu’z-Zuhûr, I, 94.
[58] Yâkût el-Hamevî�, Fermâ maddesinde buranın fetih tarihini 640 olarak ve ay belirt-
meksizin vermektedir. Bkz. Mu’cem, III, 884.
Râşid Halifeler Dönemi Fetihleri ■
Fermâ’nın fethi ile ilgili olarak temas etmek istediğimiz bir husus da,
Kıptî�lerin Müslümanlara yardımları meselesidir. İ�bn Abdilhakem’de yer
alan ve diğer İ�slâm tarihi kaynaklarında aynen tekrarlanan bu konudaki
rivayet şöyledir: “İ�bn Ufeyr dışındaki Mısırlı meşâyih demiştir ki: İ�sken-
deriye’de kendisine Ebû Bünyâmin[62] denilen Kıptî�lerin bir Uskuf’u vardı.
Amr b. el-Â� s’ın Mısır’a geldiği haberi kendisine ulaşınca, o Kıptî�lere bir
mektup yazarak, bundan sonra Rumlar’ın artık bir devlet gücü kalmadığı-
nı, onların hâkimiyetlerinin sona erdiğini bildirdi ve Kıptî�lere Amr’a katıl-
malarını emretti”[63].
[64] Feyyûm: Yukarı Mısır’da Nil nehrinin batı kıyısında, Fustât’a dört günlük eski bir şe-
hirdir. Bkz. İ�bn Hurdâzbih, Mesâlik, 81; Ya’kûbî�, Büldân, 331; İ�bn Fakî�h el-Hemezânî�,
Muhtasaru Kitâbi’l-Büldân, 73; İ�bn Havkal, Sûratü’l-Arz, I, 159-160.
[65] Etrî�b: Yâkût el-Hamevî�, bu şehrin Doğu Mısır’da ve Aynü Şems’in bir kasabası ol-
duğunu nakletmektedir. Bkz. Mu’cem, I, 112; Ayrıca bkz. İ�drisî�, Sıfatü’l-Mağrib, 152,
156.
[66] Menf: Kazvî�nî�, bu şehrin, Fustât yakınlarında ve Mûsâ peygamber devrinde yaşayan
Firavun’un şehri olduğunu nakletmektedir. Bkz. Âsâru’l-Bilâd, 274.
216 [67] Kıptî�lerin, Müslümanlara yardımının bu şehirlerin fetihleri sırasında olduğuna dair
bkz. Jean, Chronique, 13.
[68] Butler, Mısır, 187.
[69] Hüseyin Mu’nis, “Târî�hu Mısır”, Târîhu’l-Hadarati’l-Mısriyye, II, 332.
[70] Bkz. Butler, Mısır, 188-189.
Râşid Halifeler Dönemi Fetihleri ■
5. Bülbeys’in Fethi
Amr b. el-Â� s, Fermâ’yı fethettikten sonra burada küçük bir birlik bıra-
kıp Kaysâriyye’den kaçan Kostantin ve karısı Ermânuse’nin bulunduğu
[71]
Daha önce, gerek Amr’ın Mısır’ı fethetmek için Halife Hz. Ö� mer’den
izin istemesi konusunda ve gerekse Fermâ’nın fethi bahsinde temas et-
tiğimiz gibi, Kaysâriyye valisi ve Bizans imparatoru Herakleios’un oğlu
Kostantin ve karısı Bülbeys’e kaçmışlardı.[78] Bu konuda Makrizî�’nin, Vâkı-
dî�’den aldığı rivayete göre Rumlar, Müslümanlara karşı ilk ciddi mukave-
meti göstermek için Bülbeys’e kuvvetli bir birlik göndermişlerdi. Burada
Amr b. el-Â� s, stratejik bir öneme sahip olan Ü� mmü Düneyn’e, Bül-
beys’ten itibaren, bu iki yerleşim alanı arasına yerleştirilen bazı küçük
Rum birlikleriyle savaşarak gelmiştir.[90]
Ü� mmü Düneyn’i sıkı bir kuşatma altına almasına rağmen Amr b. el-Â� s,
fethe muvaffak olamamıştır. Bunun sebebi, gerek ordusunun sayıca az ve
yorgun olması, gerekse Rumlar’ın Nil nehri üzerinden buraya takviye yap-
maları olabilir. Neticede Amr, Halife Ö� mer b. el-Hattâb’a bir mektup yaza-
rak, ondan acele yardımcı birlik göndermesini istemiştir. Halife Hz. Ö� mer
de Amr’a 4.000 kişilik takviye bir ordu göndermiş ve böylece Mısır’daki
İ�slâm ordusunun sayısı 8.000-9.000’e ulaşmıştır. Yardımı alan Amr şehrin
kuşatmasını daha da şiddetlendirmiş ve nihayet kaleyi fethetmiştir.[93]
222 [98] Nikiou papazı Jean’ın bu tesbiti ilginçtir. Bu tarihte Halife Ö� mer b. el-Hattâb Medine’de
olmalıdır. Zira o, bu sırada Amr’ın Mısır’dan gönderdiği hububât dağıtımı işiyle meş-
guldü. Bu konu için bkz. İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 163; İ�bn Sa’d, Tabakât, III, 310.
[99] Jean, Chronique, 12, 13.
[100] Bkz. Butler, Mısır, 191.
Râşid Halifeler Dönemi Fetihleri ■
[101] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 59-60; Makrî�zî�, Hıtat, I. 293-294; İ�bn Tağriberdî�, Nücûm, I, 8.
[102] Jean, Chronique, 12.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
ise, Babilon kalesinin fethi sırasında Mısır’a gelmiş ve çok geçmeden kale
onun eliyle fethedilmiştir. Ü� mmü Düneyn’in fethi sırasında ise Zübeyr, he-
nüz Medine’de bulunmaktaydı[108]. Bu sebepten, Nikiou papazı Jean’ın is-
mini “Walwarya” olarak verdiği bu komutan, bize göre, “Hârice b. Huzâfe”
olmalıdır.
b. Babilon’un Fethi
[108] Zübeyr b. Avvâm, bu sırada, hicrî� 18 yılı haccından sonra, yani Zilhicce’nin 10’un-
dan sonra vukû bulan ve dokuz ay sürüp hicrî� 19 yılı 9. ve 10. ayları olan Ramazan-
Şevval aylarında gerek Suriye’den gönderilen ve gerekse Amr’ın Mısır’dan gönder-
diği hububât ile son bulan “kıtlık yılı”nda, hububât dağıtımı işinde, Abdurrahman
b. Avf ve Sa’d b. Ebi Vakkâs ile birlikte, Halife Hz. Ö� mer tarafından görevlendiril-
mişti. Bkz. İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 163; İ�bn Sa’d, Tabakât, III, 310; Nüveyrî�, Nihâye,
XIX, 326. Wellhausen de, Zübeyr b. Avvâm’ın Babilon’un fethi sırasında geldiğini
kabul etmektedir. Bkz. Julius Wellhausen, İslâm’ın En Eski Târîhine Giriş (Çev: Fikret
Işıltan), İ�stanbul 1960, 80.
[109] Hüseyin Mu’nis, “Târî�hu Mısır”, Târîhu’l-Hadârati’l-Mısrıyye, II, 334; Butler, Mısır,
226 192-194.
[110] Butler, Mısır, 193.
[111] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 59; Makrî�zî�, Hıtat, I, 289; İ�bn Tağriberdî�, Nücûm, I, 7. Yâkût
el-Hamevî�, Fermâ maddesinde buranın fetih tarihini 640 olarak ve ay belirtmeksi-
zin vermektedir. Bkz. Mu’cem, III, 884.
Râşid Halifeler Dönemi Fetihleri ■
Takviye alan İ�slâm ordusu yedi aylık bir muhasaradan sonra kalenin
bir kısmını fethetmiştir[115]. Müslümanların kaleye girmelerinden sonra
[112] Bkz. Nadir Ö� zkuyumcu, Mısır ve Kuzey Afrika’nın Müslümanlar Tarafından Fethi,
Kültür Bakanlığı, E-Kitap.
[113] İ�bn Abdilhakem; Osman (b. Salih) – İ�bn Vehb ve el-Leys b. Sa’d yoluyla naklettiği bir
rivayette; Halife Ö� mer b. el-Hattâb’ın, orduyu bu şekilde binli düzene sokma usûlü-
nü İ�ranlılardan aldığını ve bunun Kisrâ’nın usûlü olduğunu nakletmektedir. Rivayet
şöyledir: “Bana ulaştığına göre, Kisrâ bir yere ordu göndereceği zaman o orduda
bir adam olurmuş ve o adam, o ordunun bininci kişisiymiş. Bu kişi, harpte de, bu
bin kişinin, binincisi ve ordunun da bir parçasıymış. Kisrâ, onlardan birine ihtiyaç
duyduğunda, o kişiyi yanına alır ve böylece orduya bin kişi ilâve etmiş olurdu. İ�şte
Halife Ö� mer de Mısır’a gönderdiği yardım birliğinde böyle bir usûl uygulamıştır.”
Bkz. Fütûh, 60-61; Esasen İ�ranlılar da bu usûlü Türkler’den almışlardır.
[114] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 60-61; Ya’kûbî�, Târîh, II, 148; Nüveyrî�, Nihâye, XIX, 289;
Nüveyrî�; “Mesleme”nin ismini “Seleme” olarak vermektedir. Makrî�zî�, Hıtat, I, 289;
İ�bn Tağriberdî�, Nücûm, I, 8. Halife Ö� mer b. el-Hattâb’ın, Zübeyr b. Avvâm komutasın-
da gönderdiği yardım birliğinin 10.000 veya 12.000 kişiden oluştuğu ve toplam sa-
yının 15.500 kadar çıkarıldığı da kaynaklarda yer almaktadır. Bkz. İ�bn Abdilhakem,
Fütûh, 61; Belâzürî�, Fütûhu’l-Büldân (thk. Muhammed Rıdvân), Mısır 1350/1932
(Selahaddin el-Müneccid neşrinden Türkçe’ye çev. Mustafa Fayda, Ankara 1987),
214, 215, 216 (terc. 304, 305, 306); Kindî�, Kitâbü’l-Vülât ve Kitâbü’l-Kudât (thk.
Rhuvan Guest) Beyrût 1908, 8-9; Makrî�zî�, Hıtat, I, 289, 290; İ�bn Tağriberdî�, Nücûm, 227
I, 8. Hz. Ö� mer’in 4000 kişilik bir yardım gönderdiği ve böylece Mısır’a gönderilen
İ�slâm ordusunun 12.000 kişi olduğu daha mâkuldür.
[115] Kalenin tamamının değil, bir kısmının fethedildiğine dair bkz. Becker, “Mısır”,
İ.A.(MEB), VIII, 220.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
[116] Süyutî�, Kuzâ’î�’nin “Hıtat”ından yaptığı bir nakilde, Mukavkıs’ın kalenin batı kapısın-
dan, Ravza adasına kaçtığını rivayet etmektedir. Bkz. Husn, I, 128. Kıblî� kapı tabiri
“ön kapı” anlamında kullanılmış olmalıdır.
228 [117] Ravza adası: Burası, Babilon kalesinin batısında ve Nil nehrinin ortasında bir ada-
dır.
[118] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 64; Kindî�, Vülât, 9; Nüveyrî�, Nihâye, XIX, 290; Makrî�zî�, Hıtat,
I, 290, II, 178; İ�bn Tağriberdi, Nücûm, I, 10; Süyutî�, Husn, I, 109.
[119] Butler, Mısır, 221-222.
Râşid Halifeler Dönemi Fetihleri ■
sizler de sahip olursunuz veya İ�slâm’ı kabul etmeyip zelil ve hakî�r olarak
her birinize cizye koyarız ve yahut da sabırla ve hükmedenlerin en güzel
hükmedicisi Allah aramızda hükmünü verinceye kadar sizinle savaşırız”.
c. Babilon Anlaşması
[126] İ�rdebb: Daha çok Mısır’da kullanılmış olan bir ağırlık ölçüsü olup, 24 sâ’a eşittir.
[127] Kıst: Daha çok sulu maddeler için kullanılan bir hacim ölçüsü birimi olup yaklaşık
1/2 litre hacmindedir.
[128] Hüseyin Mu’nis, birinci ve yedinci maddelere istinâden, Mukavkıs’ın Kıbtî� ve sade-
ce Kıptî�lerin valisi olduğunu Rumlar’ın ona bağlı olmadığını savunmaktadır. Bkz.
Hüseyin Mu’nis, “Târî�hu Mısır”, Târîhu’l- Hadârati’l-Mısriyye, basım yeri yok, tsz., II,
339.
[129] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 73; Belâzürî�, Fütûh, 216 ve 219 (Terc. 306-308, 312);
Kudâme b. Ca’fer, Kitâbü’l-Harâc ve Sınâ’atu’l-Kitâbe (thk. Muhammed Hüseyn 231
ez-Zebî�dî�), Bağdat 1981, 337; Nüveyrî�, Nihaye, XIX, 298-299; Makrî�zî�, Hıtat, I, 293;
İ�bn Tağriberdi, Nücûm I, 17-18; Süyutî�, Husn, I, 116, 128, 129; İ�bn İ�lyâs, Bedâiu’z-
Zuhûr, I, 98, Fayda, Hz. Ömer, 161-162. Ayrıca geniş bilgi için bkz. Nadir Ö� zkuyumcu,
Mısır ve Kuzey Afrika’nın Müslümanlar Tarafından Fethi, Kültür Bakanlığı, E- Kitap.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
[130] Nadir Ö� zkuyumcu, Mısır ve Kuzey Afrika’nın Müslümanlar Tarafından Fethi, Kültür
Bakanlığı, E- Kitap.
[131] Belâzürî�, Fütûh, 216 (Terc. 307-308).
[132] Belâzürî�, Fütûh, 216 (Terc. 307-308).
232 [133] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 71; Süyutî�, Husn, I, 116-117.
[134] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 70-72; Nüveyrî�, Nihâye, XIX, 293-301; Makrî�zî�, Hıtat, I, 293;
Süyutî�, Husn, I, 116-118. Belâzürî�, Mukavkıs ile Amr ile arasında geçen bu konuş-
manın İ�skenderiye muhasarası sırasında geçtiğini rivayet etmektedir. Bkz. Fütûh,
217-218 (Terc. 308-309).
Râşid Halifeler Dönemi Fetihleri ■
7. İskenderiye’nin Fethi
Amr b. el-Â� s, Aşağı Mısır’ın Rum askerî� merkezi olan Babilon’u fethet-
tikten sonra halife Ö� mer b. el-Hattâb’tan izin almış ve Babilon’a Hârice b.
Huzâfe komutasında bir birlik bırakarak 21/641’de İ�skenderiye’nin fet-
hine çıkmıştır[137]. Kıptî�ler yol boyunca Müslümanların yiyecek, içecek ve
diğer ihtiyaçlarını karşılamışlardır[138]. Babilon ile İ�skenderiye arasındaki
pek çok yerleşim alanı da bu arada fethedilmiştir. Amr’ın iki ay içinde İ�s-
kenderiye’ye ulaşmış olabileceği mâkul bir süre olarak kabul edilmelidir.
Buna göre İ�slâm ordusu Rebî�ülâhir 21/Mart 642’de İ�skenderiye’ye varmış
ve şehri kuşatmış olmalıdır. Müslümanların şehri üç ay muhasara ettikten
sonra fethettiği nakledildiğine göre, fetih tarihinin Receb 21/Haziran 642
olması kuvvetle muhtemeldir.
[135] İ�skenderiye: Akdeniz sahilinde, Nil nehrinin kollarıyla pek çok haliçlere sahip olan
eski bir şehirdir. Bkz. Ya’kûbî�, Büldân, 338; Fustât ile arası, Nil nehrinin sağ ve sol
taraflarındaki kollarını takiben gidildiğinde yaklaşık 30 fersah kadardır. Bkz. İ�bn
Rüste, Kitâbü’l-A‘lâki’n-Nefîse (ed. M.J. de Geoje), Leiden 1967, 117-118; Makdisî�;
“Ahsenü’t-Tekâsim” isimli eserinde Mısır’ı yedi bölgeye ayırmakta ve İ�skenderiye’yi
de bu yedi bölgeden biri olarak belirtmektedir. Bkz. Mesâlik, 84. Nikou Papazı Jean
da; İ�skenderiye’nin eski Mısırlılar zamanındaki isminin “Recotis” olduğunu be-
lirtmektedir. Bkz. Jaen de Nikiou, Chronique (Monumenta Cartographica Africa et
Aegyptı, Ed. Fuat Sezgin),(Mısır Fethi kısmını derleyip neşreden Youssouf Kamal),
Frankfurt 1987, III, 21-27 (çev. Veysel Uysal, 1-15, basılmamış tercüme), 5.
[136] Ostrogorsky, Bizans Devleti Târîhi, 102-108.
[137] Belâzürî�, Fütûh, 221-222 (Terc. 315-316). İ�bn Abdilhakem “Mısır Fethi” bölümün-
de İ�skenderiye’nin Aralık 640-Ocak 641’de fethedildiğini rivayet etmektedir. Bkz.
Fütûh, 80. Ancak bu tarih Babilon kalesinin ve Mısır şehrinin fetih tarihidir.
[138] İ� bn Abdilhakem, Fütûh, 73-74; Nüveyrî�, Nihâye, XIX, 302; Makrî�zî�, Hıtat, I, 164;
233
Süyutî�, Husn, I, 118. Ayrıca bkz. İ� bnü’l-Esî�r, el-Kâmil fi’t-Târîh, Beyrût 1965,
(Terc. İslâm Tarihi, el-Kâmil fi’t-Tarih Tercümesi, I-XII, İ� stanbul 1986), II, 567
(Terc. II, 517-518).
[139] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 80.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
b. İskenderiye Anlaşması
[140] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 80; Sa’î�d b. Patrik, Kitâbü’t-Târîh, Beyrût 1909, 26; Nüveyrî�,
Nihâye, XIX, 307-309; Süyutî�, Husn, I, 121; İ�bn Haldûn, Kitâbü’l-’İber ve Dîvânü’l-
Mübtede-i ve’l-Haber fî Eyyâmi’l-Arab ve’l-Acem ve’l-Berber ve Men Âsâruhum min
Zevi’s-Sultani’l-Ekber, Beyrût 1391/1971, II/2, 126-127; Butler, Mısır, 260-268.
[141] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 80.
[142] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 81; Belâzürî�, Fütûh, 222 (Terc. 317).
[143] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 83-84; Yâkût el-Hamevî�, Mu’cem, I, 733-734, IV, 61, 558.
234 Daha geniş bilgi için bkz. Nadir Ö� zkuyumcu, Mısır ve Kuzey Afrika’nın Müslümanlar
Tarafından Fethi, Kültür Bakanlığı, E-Kitap.
[144] Belâzürî�, Fütûh, 221-222 (Terc. 315-317); Kudâme b. Ca’fer, Harâc, 340.
[145] Belâzürî� zayıf bir rivayet olarak Amr ile Mukavkıs’ın yıllık 13.000 dinar cizye üzeri-
ne anlaştıklarını da nakletmektedir. Bkz. Fütûh, 222 (Terc. 317).
Râşid Halifeler Dönemi Fetihleri ■
Halife Hz. Ö� mer vefatından az bir zaman önce, Mısır’ın Sa’î�d bölgesi-
nin âmilliğini Amr b. el-Â� s’tan ayırarak, Feyyûm’a kadar olan yerlerin va-
liliğine Abdullah b. Sa‘d b. Ebî� Serh’i tayin etmiştir. Ö� mer b. el-Hattâb’tan
sonra halife olan Osman b. Affân ise, ikili bir idare şekli getirerek, bütün
Mısır’ın malî� işlerinin idaresine Abdullah b. Sa‘d b. Ebî� Serh’i, siyasî� ve
askerî� liderliğe de Amr b. el-Â� s’ı tayin etmiştir. Ancak Amr bu ikili idarî�
sistemi kabullenemeyip, Halife Hz. Osman’dan, Abdullah’ı azledip bütün
yetkileriyle Mısır’ın kendi uhdesine verilmesini isteyince, Halife tarafın-
dan 25/645-646’da azledilmiş, bu defa Abdullah b. Sa‘d bütün yetkileriyle
Mısır valiliğine getirilmiştir[151].
[148] Butler bu anlaşma şartlarını Nikiou Papazı Jean’ın Kroniğinden aldığını ifade et-
mekle beraber, sayfa numarası vermemektedir. Biz de bunu tespit edemedik. Bkz.
Butler, Mısır, 277-278. Ayrıca bkz. Fayda, Hz. Ömer, 164; H. İ�brahim Hasan, Siyâsî,
Dinî, Kültürel ve İctimâî İslâm Tarihi, (çev. İ�smail Yiğit-Sadrettin Gümüş), İ�stanbul
1985-1986, I, 307; Abdülaziz Sâlim, Târîhu’l-İskenderiye ve Hadâratühâ fi’l-Asri’l-İs-
236 lâmî, İ�skenderiye 1982, 53.
[149] Bu konudaki tartışmalar için bkz. Nadir Ö� zkuyumcu, Mısır ve Kuzey Afrika’nın
Müslümanlar Tarafından Fethi, Kültür Bakanlığı, E-Kitap.
[150] Süyutî�, Husn, I, 130-131.
[151] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 173-174.
Râşid Halifeler Dönemi Fetihleri ■
[152] Belâzürî�, Fütûh, 222-223 (Terc. 317); İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 153-154; İ�bn
Abdilhakem’den yapılan aynı nakiller için bkz. Makrî�zî�, Hıtat, I, 76; Süyutî�, Husn, I, 237
159. İ�bn Abdilhakem, Sa’î�d b. Sâbık’tan yaptığı bir rivayette İ�hnâ Meliki Talma’nın
Amr b. el-Â� s’ın huzuruna getirildiğini, onun Amr’a Erğuvânî� bir bornoz giydirdiği-
ni… Amr’ın da ona “bunlarınki gibi getirin” diyerek, onların bu şekilde cizye ödeme-
lerinden memnun kaldığını belirtmiştir. Bkz. İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 177.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
[153] Halî�fe b. Hayyât, Târîhu Halîfeti’bni Hayyât (thk. Süheyl Zekkâr), Dimaşk 1968, I,
162; İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 175-177; Belâzürî�, Fütûh, 223-224 (Terc. 317-318);
Ya’kûbî�, Târîh, II, 164; Taberî�, Târîh, IV, 104-105, 250 (Leiden, I, 2580-2581, 2809);
Kudâme b. Ca’fer, Harâc, 341; Nüveyrî�, Nihâye, XIX, 407; İ�bn Kesî�r, Bidâye, VII, 156-
157; İ�bn Tağriberdî�, Nücûm, I, 20, 65-66, 78; Süyutî�, Husn, I, 159-161; Butler, Mısır,
405-419; Ostrogorsky, Bizans Devleti Târîhi, 107-108; Adevî�, ed-ed-Devletü’l-İslâ-
miyye ve İmparatoriyyetü’r-Rûm, Kahire 1958 (2. baskı), 61-62.
[154] Belâzürî�, Fütûh, 225 (Terc. 320-321); Kindî�, Vülât, 11; İ�bn Tağriberdî�, Nücûm, I, 65.
Ayrıca bkz. Nadir Ö� zkuyumcu, Mısır ve Kuzey Afrika’nın Müslümanlar Tarafından
Fethi, Kültür Bakanlığı, E-Kitap.
[155] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 176; Belâzürî�, Fütûh, 223 (Terc. 318).
[156] Ostrogorsky, Bizans Devleti Târîhi, 107-108.
[157] Nûbe: Sa’î�d-i Mısır’da ve Nil nehrinin hem doğu hem de batı kesimine yayılmış bir
beldedir. Halkına Nûbî�ler denilir. Doğuda kalan topraklarının merkezi Dunkule,
batıda kalan topraklarının merkezi de Alvâ’dır. Beldenin başşehri ise Seriyye’dir.
Nûbe’ye Alvâ da denilir. Halkına, zenci olduğundan dolayı “Esâvid” denilmektedir.
Bunlar Hıristiyandırlar. Sahip oldukları kiliselere göre; Ya’kûbî�, Melekî�, Nasturî�,
Nikolâî�, Rakûsî�, Merkıyûnî�, Sâbî� ve Menânî� Hıristiyanları adıyla da anılırlar. Sünnet
olurlar, hayızlı kadınla cinsî� münâsebette bulunmazlar. Cünüp olduklarında, gusül
şeklinde olmasa da temizlenirler. Bkz. İ�bn Fakî�h el-Hemezânî�, Muhtasaru Kitâbi’l-
Büldân, 76-77; Ya’kûbî�, Büldân, 335-336; İ�bn Hurdâzbih, Mesâlik, 83; Arnold,
238 İntişâr-ı İslâm, 124.
[158] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 169-170; Belâzürî�, Fütûh, 238-239 (Terc. 340).
[159] Mes’ûdî�, Mürûc, II, 21.
[160] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 169-170.
[161] Belâzürî�, Fütûh, 238-239 (Terc. 340).
Râşid Halifeler Dönemi Fetihleri ■
İ�bn Abdilhakem ise Bece hakkında daha değişik bir haber nakletmek-
tedir. O rivayetinde Abdullah b. Sa‘d’ın Bece’ye hiç sefer düzenlemediğini
[167] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 188-199; Belâzürî�, Fütûh, 238-239 (Terc. 339-341); Ya’kûbî�,
Târîh, II, 166; Taberî�, Târîh, IV, 111 (Leiden, I, 2593); Kudâme b. Ca’fer, Harâc, 352;
İ�bnü’l-Esî�r, Kâmil, II, 567 (Terc. II, 518); Süyutî�, Husn, I, 144; Ayrıca bkz. Kindî�, Vülât,
12-13; Hamidullah, İslâm’da Devlet İdaresi, 199, 232, 446-447.
[168] Ebû Ubeyd, Emvâl, 146-147 (Terc. 180-181); Kudâme b. Ca’fer, Harâc, 352. Ayrıca
bkz. Belâzürî�, Fütûh, 239 (Terc. 340-341).
[169] Kalkaşendî�, Subh, III, 338.
[170] Halî�fe b. Hayyât, Târîh, I, 178; Zehebî�, İber, I, 34; Kitâbü Düvelü’l-İslâm (thk: Fehim
Muhammed Şeltût-Muhammed Mustafa İ�brahim), Mısır 1974, I, 24.
[171] Belâzürî�, Fütûh, 225 (Terc. 321).
[172] Bece: Nûbe ile Habeşistan arasındadır. Bece Meliki’nin oturduğu şehrin ismi
Hadâribe’dir. Bu şehre Hecer de denilir. Müslümanlar buraya ticaret için gelirler-
di. Habeşistan ile arasını Bece dağı ayırmaktadır. Burada bazı Berberî� kabilelerinin
kolları da bulunmaktadır. Halkı Hıristiyandır. Bkz. Ya’kûbî�, Büldân, 336; İ�bn Fakî�h
240 el-Hemezânî�, Muhtasaru Kitâbi’l-Büldân, 78; Istahrî�, Mesâlik, 11; Mes’ûdî�, Tenbîh,
90, 226. Mısır’a dâhil olmamasına rağmen biz, Bece seferini Abdullah b. Sa’d’ın ger-
çekleştirdiği bir askerî� sefer olması itibariyle burada zikrettik.
[173] İ�bn Hazm, Ebû Muhammed Ali b. Ahmed b. Sa’î�d, Cevâmiu’s-Sire (thk: İ�hsan Abbas-
Nasî�ruddin el-Esed), Mısır trz., 345.
Râşid Halifeler Dönemi Fetihleri ■
ifade ettikten sonra, Beceliler ile ilk defa anlaşma yapan kişinin Ubeydul-
lah b. el-Habhâb olduğunu haber vermektedir.Onun naklettiğine göre İ�b-
nü’l-Habhâb’ın Beceliler ile yaptığı anlaşma şöyledir : “Onlar, yerleşme-
mek üzere, ticaret gayesiyle Rî�f ’e[174] gelmeleri karşılığında her yıl 300
evlenmemiş köle (=bikr) verecekler, hiçbir Müslümanı ve zimmî�’yi öldür-
meyecekler, şayet öldürürlerse anlaşma bozulacaktır, Müslümanların kö-
lelerine emân vermeyeceklerdir, şayet böyle bir şey olursa kaçak köleleri
iâde edeceklerdir, şayet bir Beceli Müslümanların ülkesinden bir koyun
alacak olursa dört dinar, bir inek satın alırsa on dinar vergi verecektir. Ay-
rıca bu anlaşmanın devamı için onlar Müslümanlara bir rehin verecekler
ve o rehin Rî�f ’de tutulacaktır”[175].
[174] Rif: Mısır’ın yedi bölgesinden biridir. Bkz. Makdî�sî�, Ahsenu’t-Tekâsim, 193-194.
[175] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 189.
[176] Berkâ: Mısır ile İ�frikiyye arasında, diğer adı Antabulus olan bir sahil şehri-
dir. “Antabulus” kelimesi bu şehrin Bizanslılar devrindeki “Pentapolis” isminin
Arapçalaşmış şeklidir. “Pentapolis” beş şehir anlamına gelmektedir. Buraya, eski-
den bu şehrin yerinde beş şehir bulunduğu için bu isim verilmiştir. Talemuviyye
denilen bir limanı vardı ve deniz ticareti yapılıyordu. İ�skenderiye ile arası yaya
olarak bir aylık mesafededir. Fustât’a 220 fersah uzaklıktadır. Kayrevan şehrine
ise 215 fersahtır. Bkz. Belâzürî�, Fütûh, 226 (Terc. 321); İ�bn Havkâl, Suretu’l-Arz, I,
66-67; Bekrî�, Mu’cem, I, 199-200, Yâkût el-Hamevî�, Mu’cem, I, 381, 569, 573-575;
Ayrıca bkz. Sa’d Zağlûl, Târîhu’l-Mağribi’l-Arabî mine’l-Feth ilâ Bidâyeti Usûri’l-Vustâ
(Libya, Tunus, Cezayir, Mağrib), İ�skenderiye 1979, I, 131.
[177] Trablusgarb: Berkâ’dan Mağrib’e giden yol üzerinde bir sahil şehridir. Bizanslılar
devrindeki ismi Tripolis’tir. Trablusgarb, Berkâ topraklarının bittiği yerden baş-
layıp İ�frikiyye topraklarının başladığı yer arasındaki bölgedir. Bkz. İ�bn Havkâl,
Suretu’l-Arz, I, 68; Yâkût el-Hamevî�, Mu’cem, I, 309.
[178] Belâzürî�, Fütûh, 225-227 (Terc. 321-323); Kindî�, Vülât, 9-10; İ�hsan Abbas, Târîhu
Libya Münzü Fethi’l-Arabî Hattâ Matla‘ı’l-Karni’t-Tâsi‘ı’l-Hicrî, Bingazi 1967, 20.
[179] H. Mu’nis, Fethu’l-Arab li’l-Mağrib, 50; Zâvî�, Tâhir Ahmed, Târîhu’l-Fethi’l-Arabî fî 241
Libya, Libya ? (3. baskı), 61; İ�hsan Abbas, Libya, 12-15.
[180] H. Mu’nis, Mağrib, 50-53; İ�ttori Rossi, Libya Münzü Fethi’l-Arabî Hattâ sene 1911
(arapçaya çeviren: Halife Muhammed et-Tüleysî�), Beyrût 1394/1974, 50-53; İ�hsan
Abbas, Libya, 9-11, Zâvî�, Libya, 61.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
a. Berkâ’nın Fethi
642 yılı sonlarında (hicrî� 22 yılı başları) Fustât’tan hareket eden Amr
b. el-Â� s, Berkâ’ya ulaşarak şehri kuşatma altına almış olmalıdır. Ancak ço-
ğunluğunu Berberî� Lüvâte kabilesinin[181] oluşturduğu şehir halkı Müslü-
manlara karşı direniş göstermeyerek teslim olmuştur[182]. Böylece Berkâ
sulhen (barışla) fethedilmiştir. Amr, Berkâlılar ile müşterek cizye anlaş-
ması[183] yapmış ve buna göre onlar her yıl 13.000 dinar cizye ödemeyi
kabul etmişlerdir.
Berkâ’nın fetih tarihi ile ilgili olarak kaynaklarımızda herhangi bir
rivayet bulunmamaktadır. Ancak yukarıda da belirtildiği gibi Amr’ın,
Berkâ’nın fethi için Fustât’tan ayrıldığı Kasım 642 tarihi dikkate alınırsa,
bu şehrin Zilhicce 21/Aralık 642’de fethedildiği kabul edilebilir.
b. Trablusgarb’ın Fethi
Amr b. el-Â� s, Berkâ’yı fethettikten sonra, buraya yakın bir sahil şehri
olan Trablusgarb’ın fethine çıkmıştır. Trablusgarb, Rumların Berkâ’yı geri
alabilmek için denizden çıkartma yapabilecekleri bir liman şehri oldu-
ğundan, Amr burayı fethetmekle bu tehlikeyi bertaraf edebilecekti.
[181] Lüvâte kabilesi: İ�bn Abdilhakem; Berkâ civarında yaşayan Berberî�lerin asıl vatanla-
rının Filistin bölgesi olduğunu, Dâvûd peygamber zamanında yurtlarından çıkıp bu
bölgeye geldiklerini, bu Berberî�lerden Lüvâte kabilesinin Berkâ’ya yerleştiklerini
ve buradan Sûs bölgesine kadar yayıldıklarını, Hevvâre kabilesinin Lebde şehrine,
Nefûse kabilesinin de Sabre şehrini yurt tuttuklarını rivayet etmektedir. Bkz. Fütûh,
170-171.
[182] Amr b. el-Â� s; “Mısır’ın tamamını akidsiz ve ahidsiz anveten fethettim. Antabulus
halkı bundan istisnadır. Çünkü onların riayet edilecek anlaşmaları vardır” diyerek
Berkâ’nın sulhen alındığını belirtmiştir. İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 170-171; Belâzürî�,
Fütûh, 218-219 (Terc. 311); Bekrî�, Mu’cem, I, 200. Bu konudaki farklı bir rivayet için
bkz. İ�bn A’sem el-Kûfî�, Kitâbü’l-Fütûh, Beyrût, 1406/1986, I, 267.
[183] Fayda, Hz. Ömer, 163; İ�bnü’l-İ�zarî� ise, Amr’ın Berkâ’da, bâliğ olan her erkek için
birer dinar cizye koyduğunu nakletmektedir. Ancak cizye mükelleflerinin sayısını
vermemektedir. Bkz. Kitâbü’l-Beyâni’l-Muğrib fî Ahbâri’l-Endelüs ve’l-Mağrib (thk.
G.S. Colin-I.Lewi Provençal), Leiden 1948, I, 8; İ�bnü’l-İ�zarî�’nin bu rivayetini esas
alan Sa’d Zâğlûl, 13.000 dinara göre, 13.000 mükellefin bulunduğunu, bunların da
242 her birinin ortalama dörder kişilik aileye mensup olduklarını varsayarak, Berkâ’nın
nüfusunun 40-50 bin kişi olarak kabul etmektedir. Bkz. Târîhu’l-Mağrib, I, 132.
[184] Zevî�le: Sûdan hududunda bir şehirdir. İ�frikiyye’ye dâhildir. Bkz. Yâkût el-Hamevî�,
Mu’cem, II, 960; Kazvî�nî�, Âsâru’l-Bilâd, 94.
[185] Muhammed Altuncu, Ukbe b. Nâfi’ Fâtihu Libya ve’l-Mağrib, Bingazi 1975, 147.
Râşid Halifeler Dönemi Fetihleri ■
[186] Ecdâbiyye: Berkâ ile Trablusgarb arasında bir beldedir. Zevî�le ile arası bir aylıktır.
Limanı vardır. Halkı Nebatiler’den oluşur. Bir grup Lüvâte Berberî�si de bulunmak-
tadır. Bkz. İ�bn Havkal, Sûratü’l-Arz, I, 67; Yâkût el-Hamevî�, Mu’cem, I, 131-132.
[187] Yâkût el-Hamevî�, Mu’cem, I, 131-132; İ�hsan Abbas, Libya, 21.
[188] Sürt: Berkâ ile Trablusgarb arasında ve Akdeniz’e sahili olan bu şehirdir. Bkz. İ�bn
Havkal, Sûratü’l-Arz, I, 68; Yâkût el-Hamevî�, Mu’cem, III, 68. Altuncu, Sürt halkının
çoğunlukla Mendâse ve Fintâs Berberî�leri olduğunu, burada Rum ve Kıptî�lerin de
yaşıyor olabileceğini belirtmektedir. Bkz. Ukbe b. Nâfi’, 148-149. Ayrıca bkz. Zâvî�,
Libya, 50.
[189] Lebde: Berkâ ile İ�frî�kıyye arasında eski bir şehirdir. Trablusgarb ile Cebel-i Nefûse
arasında olduğu da söylenmiştir. Bkz. Yâkût el-Hamevî�, Mu’cem, IV, 345-346.
Muhammed Altuncu, buranın Bizanslılar dönemindeki isminin “Leptis” olduğunu
belirterek, şehrin Fenikeliler tarafından M.Ö� . 10. asırda ticaret maksadıyla kuruldu-
ğunu ve İ�slâm fetihleri sırasında güçsüz ve fakir bir köy durumunda bulunduğunu,
bu sebepten hiç mukavemet etmeden mslümanlara teslim olduğunu ifade etmek-
tedir. Bkz. Ukbe b. Nâfi’, 14-150; Zâvî� ise; burada yaşayan halkın Rum ve Berberî�
karışımı bir halk olduğunu, İ�slâm fetihleri sırasında burada çok az sayıda insan bu- 243
lunduğunu belirtmektedir. Bkz. Libya, 57.
[190] Sa’d Zağlûl, Târîhu’l-Mağrib, I, 137; Altuncu, Ukbe b. Nâfi’, 149-150.
[191] Muhammed Altuncu Amr’ın Trablusgarb’ı iki ay muhasara ettiğini iddia etmektedir.
Bkz. Ukbe b. Nâfi’, 150.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
üzerine Amr bir plân hazırlamış ve bir grup askerini buradan şehre gir-
meleri için göndermiştir. Onlar uygun bir zamanda şehre girmişler ve kale
içindeki kilise tarafına giderek burada hep bir ağızdan tekbir getirmişlerdir.
Kale halkı, Müslümanların şehre girdiğini zannedip, panik halinde liman-
daki gemilere doğru kaçmaya başlamışlardır. Bu arada içeriye girenler kale
kapısını açmışlar ve İ�slâm ordusu şehre girmiştir. Kısa süren bir çatışmadan
sonra Trablusgarb’ın fethi gerçekleştirilmiştir[192].
[192] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 171-172; Yâkût el-Hamevî�, Mu’cem, III, 32, 522; İ�bnü’l-Esî�r,
Kâmil, III, 25-26 (Terc. III, 31). Bu arada Belâzürî� bir rivayetinde Trablusgarb’ın sul-
hen fethedildiğini de haber vermektedir. Bkz. Fütûh, 227 (Terc. 324). Şehrin sulhen
fethedildiği konusunda ayrıca bkz. Halî�fe b. Hayyât, Târîh, I, 149.
[193] Belâzürî�, Fütûh, 227 (Terc. 323-324).
[194] Trablusgarb’ın 643 yılında fethedildiğine dair bkz. Halî�fe b. Hayyât, Târîh, I, 149;
İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 171-172; Belâzürî�, Fütûh, 227 (Terc. 323-324); Kudâme
b. Ca’fer, Harâc, 342; İ�bnü’l-Esî�r, Kâmil, III, 25-26 (Terc. III, 31); Zehebî�, el-İ-
244 ber fî Haberi men Gaber (thk: Selâhuddin el-Müneccid), Kuveyt 1960, I, 26; İ�bn
Tağriberdî�, Nücûm, I, 76; Celâlüddin Abdurrahman b. Ebî� Bekr; Târîhu’l-Hulefâ (thk:
Muhammed Muhyiddin Abdülhamid), Mısır 1371/1952, 132.
[195] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 172-173; Belâzürî�, Fütûh, 227 (Terc. 323-324); İ�bnü’l-İ�zârî�,
Muğrib, I, 8. Ayrıca bkz. Bekrî�, Mu’cem, I, 176-177.
Râşid Halifeler Dönemi Fetihleri ■
[196] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 183; Belâzürî�, Fütûh, 227-228 (Terc. 324-325); İ�bnü’l-İ�zârî�,
Muğrib, I, 9; Sa’d Zağlûl, Târîhu’l-Mağrib, I, 147.
[197] Abdullah b. Sa’d mektubunu bu tarihte yazmış olmalıdır. Çünkü, Halife Hz. Osman
İ�frî�kıyye’nin fethine karar verdikten sonra Medine’de bir ordu oluşturmuş ve bu
ordu Ekim 647’de Medine’den Mısır’a doğru yola çıkmıştır. Bkz. İ�bn Abdilhakem,
Fütûh, 187; Belâzürî�, Fütûh, 227 (Terc. 324); İ�bnü’l-İ�zârî�, Muğrib, I, 8-9.
[198] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 183; Belâzürî�, Fütûh, 227-228 (Terc. 324-325); İ�bn A’sem,
Fütûh, I, 357-361; İ�bnü’l-İ�zârî�, Muğrib, I, 9.
[199] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 187; Belâzürî�, Fütûh, 227 (Terc. 324); İ�bnü’l-İ�zârî�, Muğrib, I, 8-9.
[200] İ�bn A’sem, Fütûh, I, 357-361.
[201] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 184; Sa’d Zağlûl, Târîhu’l-Mağrib, I, 149.
[202] Mâlikî�, Riyâdu’n-Nüfûs fî Tabakâti Ulemâi’l-Kayrevân ve İfrîkıyye ve Zühhâdihim 245
ve Nüssâkihim ve Seyru min Ahbârihim ve Fedâilihim ve Evsâfihim (thk. Beşî�r el-
Bekkûş), Beyrût 1403/1983, I, 16; Sa’d Zağlûl, Târîhu’l-Mağrib, I, 149.
[203] Sa’d Zağlûl, Târîhu’l-Mağrib, I, 149.
[204] Sa’d Zağlûl, Târîhu’l-Mağrib, I, 149-150.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
[205] Halî�fe b. Hayyât, Târîh, I, 164; Belâzürî�, Fütûh, 227-228 (Terc. 324-325); Mâlikî�,
Riyâdu’n-Nüfûs, I, 15-16; Nüveyrî�, Nihâye, XXIV, 8; Zâvî�, Libya, 82-83.
[206] İ�bnü’l-Esî�r, Kâmil, III, 89-90 (Terc. 95-97).
[207] Kamûniyye: Kayravan kurulmadan önce, buradaki eski bir şehrin ismidir. İ�bn
Hurdâzbih, Mesâlik, 91-92; İ�bn Fakî�h el-Hemezânî�, Muhtasaru Kitâbü’l-Büldân, 83;
Mâlikî�, Riyâdu’n-Nüfûs, I, 20; Yâkût el-Hamevî�, Mu’cem, IV, 177-178; İ�bn Abdilhakem
bu şehrin ismini “Kûniyye” olarak vermektedir. Bkz. Fütûh, 193-194.
[208] Halî�fe b. Hayyât, Târîh, I, 164; Mâlikî�, Riyâdu’n-Nüfûs, I, 18-19; Ayrıca bkz. Zehebî�,
Düvelü’l-İslâm, I, 20.
[209] İ�frî�kıyye’nin başkenti daha önce bir sahil şehri olan Kartaca idi. Bizanslılar’ın
İ�frî�kıyye valisi Gregorios bağımsızlığını ilan edince, Bizans donanmasının saldı-
rılarına açık olan başkenti, daha güvenli gördüğü Subeytula’ya taşımıştır. Böylece
o, Bizanslıların saldırılarından emin olmak istemiştir. Bkz. Sa’d Zağlûl, Târîhu’l-
Mağrib, I, 151-152; Bizans tarihçilerinden Ostrogorsky de İ�frî�kıyye’de bağımsızlığı-
nı ilan eden Gregorios’un başkentinin Sufetula olduğunu söylemektedir. Bkz. Bizans
Devleti Târîhi, 110; İ�bn Abdilhakem ise, İ�frî�kıyye’nin başkentini Kartaca olarak ver-
mektedir. Bkz. Fütûh, 183.
[210] İ�bnü’l-İ�zârî�, Muğrib, I, 9-10.
[211] Belâzürî�, Subeytula şehrinden hiç bahsetmeksizin Abdullah b. Sa’d’ın Akûbe’ye
246 ulaştığını, başkaca hiçbir bilgi vermeksizin nakletmektedir. Bkz. Fütûh, 228 (Terc.
325). Hüseyin Mu’nis ise Akube’nin Subeytula’da bir kale ismi olduğunu belirtmek-
tedir. Bkz. Mağrib, 94; Sa’d Zağlûl da, Akube’nin Subeytula şehrinin önünde ve bir
günlük mesafede bir yer olduğunu ifade etmektedir. Bkz. Târîhu’l-Mağrib, I, 152.
[212] İ�bn A’sem, Fütûh, 357-361.
Râşid Halifeler Dönemi Fetihleri ■
[213] Ya’kûbî�, Târîh, II, 165; Mâlikî�, Riyâdu’n-Nüfûs, I, 17; İ�bnü’l-Esî�r, Kâmil, III, 89-90
(Terc. III.95-97).
[214] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 183; Belâzürî�, Fütûh, 228 (Terc. 325); İ�bnü’l-İ�zârî�, Muğrib, I,
9-10. 247
[215] İ�bnü’l-Esî�r, Kamil, III, 89-90 (Terc. III, 95-97). Ayrıca bkz. Zübeyrî�, Kitâbü Nesebi
Kureyş (thk. İ�. Levi Provençal), Kahire 1953, 237-238.
[216] Mâlikî, Riyâdu’n-Nüfûs, I, 21-24; İ�bnü’l-İ�zârî�, Muğrib, I, 9-12; İ�bnü’l-Esî�r, Kâmil, III,
89-90 (Terc. 95-97). Bu konudaki farklı rivayetler için bkz. Mâlikî�, Riyâdu’n-Nüfûs, I,
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
f. Zâtü’s-Savârî Savaşı
250
[233] Bakınız: Nadir Ö� zkuyumcu, Mısır ve Kuzey Afrika’nın Müslümanlar Tarafından Fethi,
Kültür Bakanlığı, E-Kitap.
[234] Sa’d Zağlûl, Târîhu’l-Mağrib, I, 163.
Prof. Dr. Nadir ÖZKUYUMCU
Celal Bayar Üniversitesi, Tarih Bölümü
[1] Hasan İ�brahim Hasan, Siyasi, Dini, Kültürel, Sosyal İslâm Tarihi (Terc. 251
İ�smail Yiğit ve diğerleri), İ�stanbul 1985, I, 83-85.
[2] Bakara, 2/164.
[3] �brahim, 14/66.
[4] Lokmân, 31/31.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
[5] A’râf, 7/64; Mü’minûn, 23/2. Bu konuda ayrıca bkz. Yûnus, 10/73; Hûd, 11/37-38;
Tâhâ, 20/77-78; Furkan, 25/37; Duhân, 44/24. Hz. Mûsâ Hızır (a.s.) ile ilgili olarak
Kehf Sûresi 71. ayetten başlayarak anlatılan kıssa da bu konuda örnek olarak ve-
rilebilir: “…sonunda bir gemiye bindiklerinde o gemiyi deliverdi. Mûsâ, ‘İçindekileri
boğmak için mi gemiyi deldin? Doğrusu şaşılacak iş yaptın!’ dedi.” Aynı konuda bkz.
Yûnus, 10/22; İ�srâ, 17/66; Hac, 22/65; Rum, 30/46.
[6] Mâide, 5/96.
252 [7] Nahl, 16/14.
[8] Mü’minûn, 23/2.
[9] Fâtır, 35/12; Rahmân, 55/19.
[10] Neml, 27/61.
[11] Mü’minûn, 23/22; Ankebût, 29/65-66; Yûnus, 10/22.
Râşid Halifeler Dönemi Fetihleri ■
Hz. Peygamber (as) dönemine ait bir rivayet de Mûte Savaşı ile ilgili-
dir. İ�bn Manzûr’un bildirdiğine göre, Hz. Muhammed (as) Mûte Savaşı’na
karadan gönderdiği orduya denizden destek birlikleri göndermiştir[16].
[12] İ�bn Mâce, Sünen (Terc. Haydar Hatipoğlu), Kitâbü’l-Cihâd, İ�stanbul 1983, Cilt: VII, s.
492-493, Hadis No: 2777, ayrıca: 2778. Benzer hadisler için bkz. Ebû Dâvûd, Sünen
(Terc. İ�brahim Kocaşlı), Kitâbü’l-Cihâd, İ�stanbul 1983, Bâb: 9, Cilt: III, s. 411, Hadis
No: 2493.
[13] Buhârî�, Sahî�h, Kitâbü’l-Cihâd ve’s-Siyer, İ�stanbul 1979, Cilt: III, Bâb: 8, s.203; Bâb: 63,
s. 221; Cilt: IV, Bâb: 78, s.25; Müslim, Sahîh (Terc. Mehmet Sofuoğlu), Kitâbü’l-İmâre,
İ�stanbul 1983, Cilt: VIII, s. 115-18, Hadis No: 160-162; Ebû Dâvûd, Sünen, Kitâbü’l-
Cihâd, Cilt: III, Bâb: 10-11, s. 488-492, Hadis No: 2776; İ�mam Mâlik, Muvatta’ (Terc.
Ahmet M. Büyükçınar ve diğerleri), İ�stanbul 1982, Kitâbü’l-Cihâd, Cilt: II, Bâb: 18, s.
587-588. Diğer bir örnek için bkz. Müslim, Sahîh, Kitâbü’l-Fiten, Cilt: 8, s. 454-455, 253
Hadis No: 78.
[14] İ�bn Hişâm, es-Siretü’n-Nebeviyye, Beyrût tsz., I, 286-287.
[15] Buhârî�, Zebâih, 12.
[16] İ�bn Manzûr, Muhtasar Târîhi Medineti Dimaşk l’ibni Asâkir, Dimaşk 1984, I, 150-158.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
Bir başka rivayette de, hicrî� 9. yılda (m. 631) bir grup Habeşli kor-
san gemici Müslümanların hâkimiyetindeki limanlara saldırmışlardır. Hz.
Peygamber de Alkame b. Mücezziz komutasında 300 kişilik bir denizci
birliğini onların üzerine göndermiş, bu birlik korsanları kovalamış ve gö-
revini başarı ile tamamlayarak geri dönmüştür[17].
Hz. Peygamber’in vefatından sonra halife olan Hz. Ebû Bekir dönemi
daha çok ridde savaşları ile anılır. Ancak onun zamanı ile ilgili olarak Irak-İ�-
ran coğrafyasındaki fetihler sırasında Müslüman askerlerin nehirlerden
geçmek için kayıkları kullandığı Taberî� tarafından nakledilmektedir[18].
“Ey Mü’minlerin Emiri, ben denizi gayet büyük, buna mukabil ona rakip
olanları da o nispette küçük birer mahlûk olarak gördüm. Denizde buluna-
nın etrafında su ve semadan başka bir şey bulunmaz. Deniz sakin olursa
hüzün verir, azarsa akılları giderir. Denizde kurtuluş ümidine, kurtulama-
ma ümitsizliği hâkimdir. Denizciler dal üzerindeki kurtlar gibidirler. Dal
[17] İ�bn Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, Beyrût 1380, II, 117; Hasan İ�brahim Hasan, I, 221;
[18] Taberî�, Târîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk, Beyrût tsz., III, 352.
254 [19] Belâzürî�, Fütûhu’l-Büldân (thk. Muhammed Rıdvân), Mısır 1350/1932 (Selahaddin
el-Müneccid neşrinden Türkçeye çeviren: Mustafa Fayda, Ankara 1987), 183.
[20] Belâzürî�, Fütûh, 218.
[21] Şiblî� Numanî�, Bütün Yönleriyle Hz. Ömer ve Devlet İdaresi (Terc. T. Yaşar Alp),
�stanbul 1980, II, 147.
Râşid Halifeler Dönemi Fetihleri ■
yan yatarsa boğulmak kaçınılmazdır, doğru (gidecek) olursa büyük bir ni-
mettir[22]” demiştir. Bunun üzerine Hz. Ö� mer, Muâviye’ye Kıbrıs seferi için
olumsuz cevap vermiştir.
Bu arada Hz. Ö� mer’in gerek Mısır valisi Amr b. el-Â� s’a ve gerekse
Irak’ta bulunan Sa‘d b. Ebî� Vakkâs’a gönderdiği mektuplarda, onları hi-
lafet merkezi ile Müslüman ordusunun arasına su engelinin girmemesi
konusunda uyardığı ve seferde bulunan ordunun karadan ulaşılabilecek
şekilde bir karargâhta bulunmalarını emrettiği de kaynaklarda nakledilen
bilgiler arasındadır[23].
[22] İ�bnü’l-Esî�r, el-Kamil fi’t-Târîh, Beyrût 1965, III, 73, 95; Makrizî�, el-Mevâiz ve’l-İ’tibâr
fi Zikri’l-Hıtatı ve’l-Âsar, Bulak 1270, II, 189.
[23] Ya’kûbî�, Târîh, Beyrût 1960, II, 180. 255
[24] İ�bnü’l-Esî�r, Kâmil, II, 538-539. Ayrıca bkz. Markizî�, Hıtat, II, 190.
[25] İ�bnü’l-Esî�r, Kâmil, II, 569. Ayrıca bkz. Hasan İ�brahim Hasan, I, 221.
[26] Belâzürî�, Fütûh, 629.
[27] İ�bn Haldûn, Mukaddime (Terc. Süleyman Uludağ), İ�stanbul 1982, I, 649.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
4. Zâtü’s-Savârî� Savaşı
[31] Belazurî�, Fütûh, 219-220; İ�bnü’l-Esî�r, Kâmil, III, 97; Makrî�zî�, Hıtat, II, 190. 257
[32] Algül, Hüseyin, Hala Sultan Ümmü Harâm binti Milhan, İ�stanbul 1985,
[33] Belazurî�, Fütûh, 219; Taberi, Târîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk, Beyrût tsz., IV, 317, 329.
[34] Belazurî�, Fütûh, 219.
[35] Taberi, Târîh, V, 322; İ�bnü’l-Esî�r, Kâmil, III, 97; Makrî�zî�, Hıtat, II, 190.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
[36] Halî�fe b. Hayyât, Târîh (thk. Süheyl Zekkâr), Dimaşk 1968, I, 166; Belâzürî�, Fütûh,
157-159 (Terc. 218-220); İ�bn A’sem, Kitâbü’l-Fütûh, Beyrût 1406/1986, I, 352-
354; Taberî�, Târîh, IV, 258, 262-263 (Leiden, I, 2819-2820, 2826-2827); İ�bnü’l-
Esî�r, Kâmil, III, 95, 97 (Terc. III, 101, 103); Ö� mer Abdüsselam Tedmürî�, Târîhu
Trablusşam, Beyrût 1984, 77- 79; Ostrogorsky, Georg, Bizans Devleti Târîhi (çev.
Fikret Işıltan), Ankara 1986, 108; Lewis, Archibald, el-Kuvâ el-Bahriyye ve’t-Ticariy-
ye fi Havdi’lBahri’l-Mutavassıt (500-110), (Arapçaya çev. Ahmed Muhammed İ�sa),
Kahire 1960, 90.
[37] Ostrogorsky, Bizans Devleti Târîhi, 108-109; Adevî�, İ�brahim Ahmed, ed-ed-Devle-
tü’l-İslâmiyye ve İmparatoriyyetü’r-Rum, Kahire 1958 (2. baskı), 63-65.
[38] Bizans donanmasının 500 veya 600 gemiden müteşekkil olduğu da rivayet edilmiş-
tir. Bkz. Kindî�, Kitâbü’l-Vülât ve Kitâbü’l-Kudât (thk. Rhuvan Guest) Beyrût 1908,
13; İ�bnü’l-Esî�r, Kâmil, III, 117-119 (Terc. III, 122-124); Nüveyrî�, Nihâyetü’l-Ereb
fi Fünunu’l-Edeb (thk. Muhammed Ebû’l-Fadl İ�brahim), Kahire 1395/1975, XIX,
419-420; İ�bn Kesî�r, el-Bidâye ve’n-Nihaye (thk. Ahmed Ebû Mülhm vdğ., Beyrût
1409/1989 (V. baskı), VII, 163-164.
[39] Abdullah b. Sa’d’ın karada bıraktığı bu ordunun Trablusgarb’ta beklediğine dair
bkz. Tedmürî�, Târîh, 100-108.
[40] “Zâtü’s-Savârî�” savaşının 31/651, 33/653 ve 35/655 yıllarında yapıldığına dair
rivayetler de bulunmaktadır. Bkz. Taberî�, Târîh IV, 288-289, 441 (Leiden; I, 2865-
2872, 3086-3087); İ�bnü’l-Esî�r, Kâmil, III, 117-119, 199 (Terc. III, 122-124, 203-
204); İ�bnü’l-İ�zârî�, Kitâbü’l-Beyani’l-Muğrib fi Ahbari Endelüs ve’l-Mağrib (thk. G.S.
Colin- I. Lewi Provençal), Leiden 1948, I, 14; Nüveyrî�, Nihâye, XIX, 419-420; İ�bn-
258 Kesir, Bidâye, VII, 163-164.
[41] Akdeniz’in İ�skenderiye tarafındadır. Bizanslılar bu bölgeye Phonix derlerdi. Bkz.
Adevî�, ed-Devletü’l-İslâmiyye, 63-65. “Bahriyyetü’l-İ�slâmiyye” isimli makalenin mü-
ellifi Ali Muhammed Fehmi de, bu savaşın Poenicus mevkiinde olduğunu ve bu ye-
rin İ�skenderiye’nin batısına düştüğünü söylemektedir. Bkz. Ali Muhammed Fehmi,
Râşid Halifeler Dönemi Fetihleri ■
[2] Belâzürî�, Ya’kûbî�, el-İmâme ve’s-Siyâse müellifi ve Taberî�’nin Hz. Osman döneminde
meydana gelen fitne olaylarıyla ilgili yaklaşımları hakkında bkz. Adnan Muhammed
Milhim, el-Müerrrihûne’l-Arab ve’l-Fitnetü’l-Kübrâ, Beyrût,1998, s.83-175.
[3] Yiğit, İ�smail, “Osman”, DİA, İ�stanbul, 2007, XXXIII, 438.
262 [4] Hz. Osman dönemi olaylarıyla ilgili Seyf b. Ö� mer rivayetleri hakkında bkz. Muhammed
b. Abdullah el-Ğ� abbân, Fitnetü Makteli Osman b. Affân, Riyâd, 1999, II, 571-645.
[5] Bkz: el-Işş, Yusuf, ed-ed-Devletü’l-Ümeviyye, Dimaşk, 1994, s.34-35, 65.
[6] Bkz: Hizmetli, Sabri, “Târihî� Rivâyetlere Göre Hz. Osman’ın Ö� ldürülmesi”, A.Ü.İ.F.D,
XXVII, Ankara, 1985, s.149-150
Râşid Halifeler Döneminde İç Karışıklar ■
264 [10] Sallâbî�, Ali Muhammed Muhammed, Mü’minlerin Emiri Hz. Osman, çev: Mehmet
Akbaş, İ�stanbul, 2009, s.341-342.
[11] Hz. Osman döneminde Ü� meyyeoğulları’nın durumu hakkında bkz. Apak, Â� dem,
“Hz. Osman’ın Hilafeti Döneminde Ü� meyyeoğulları’nın Devlet İ�daresindeki Yeri”,
Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1998, cilt: VII, sayı: 7, s. 487-522.
Râşid Halifeler Döneminde İç Karışıklar ■
[12] Ya’kûbî�, Târîhu’l-Ya’kûbî, Beyrût, 1992, II, 164; İ�bn Abdilberr, el-İstiâb fi Ma’rifeti’l-
Ashâb, Kahire, tsz., III, 951. 265
[13] Hz. Osman döneminde Mervân b. Hakem’in durumu hakkında bkz. Atçeken, İ�smail
Hakkı, “Hz. Osman Dönemi İ�ç Olaylarında Mervân b. Hakem’in Rolü”, S.Ü.İ.F.D, sayı:9,
Konya, 1999, s.315-348.
[14] İ�bn Kesî�r, el-Bidâye ve’n-Nihâye, Beyrût, 1990, VII, 169.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
5. Hz. Ö� mer devrinde kurulan yeni şehirler bir bakıma Hz. Osman
döneminde ortaya çıkan muhalefetlerin merkezleri haline dönüş-
müştür. Ö� zellikle Hz. Osman’ın hilafetinin son yıllarında Kûfe, Basra,
Şam vb. şehirler birbirleriyle çekişmeye rakabet etmeye başlamıştı.
Şehirlerin merkez başkent olan Medine’ye isyanı bu şekilde başladı.
İddia ettikleri şeylerin aslı yokmuş, bunlar sadece mal ve dünyalık için
ayaklanmışlar…” Ancak Medineliler isyancılara karşı Hz. Osman’ın
talebi olmadığı için direnememişler ve onlar da beytülmâli talan et-
mişlerdir.[25] Görüldüğü gibi maddî� refah ve bolluğun artması İ�slâm
toplumunun sadece bir bölgesinde değil her tarafında bir değişime
neden olmuştur. Bu pastadan pay alamadığını düşünenlerin bu yön-
deki mücadeleleri, buna karşılık diğerlerinin ellerindeki imkânları
koruma mücadeleleri topyekün bir karmaşanın ortaya çıkmasına
neden olmuştur.[26]
4. Bu dönemde devlet yeni fethedilen bölgelerden gelir elde edemediği
gibi oralarda asker olarak bulunmakta olan insanlara atâlar vermek
ve o ülkeleri yaşanabilir hale getirmek için, büyük harcamalar yap-
mak durumunda da kaldı. Bir süre sonra buna ihtida hareketlerinin
artması ile cizye gelirlerindeki ciddi düşüş de eklendi.
5. Bu dönemde harâc gelirlerinde de düşüş yaşanmıştır. Zira gelir-
lerdeki düşüş alım gücünü etkilemiş, böylece talebin azalmasına
ve buna bağlı olarak da arzın kısılmasına, bir başka ifade ile başta
tarım kesimi olmak üzere üretim ile uğraşan kitlenin üretimlerini
düşürmelerine sebep olmuştur. Bu durum üründen harâc vergisi al-
makta olan devletin gelirlerinde düşüşe sebep teşkil etmiştir.
6. Hz. Osman döneminde devlet gelirlerindeki düşüş, bütçe açığına yol
açmış ve gelirlerin giderleri karşılamasında zorluklar çıkmaya baş-
lamıştır. Böylece devlet, ekonomik açıdan kriz ile karşı karşıya kal-
mış ve ödeme güçlükleri yaşamaya başlamıştır. Bu ekonomik sıkıntı
bir çok kentte çalkantılara sebep olmakla beraber en ciddi şekilde
Basra, Fustât gibi garnizon kentlerde, özellikle de büyük bir askerî�
nüfusu barındırmakta olan Kûfe’de etkili olmuştur.[27]
e. Diğer Sebepler
1. Geniş bir coğrafyaya sahip İ�slâm Devleti’nin gücü açıktan ihtilaller
ve büyük isyanlar çıkmasına engel olmasına rağmen bu durum bir
takım gizli teşekküllerin, gizli suikastların tertip edilmesine engel
olamamıştır. Bu sahada özellikle bütün saltanat, servet ve menfaat-
lerinden uzak kalan Mecûsî�ler ve Müslümanlarla silahlı mücadele-
lerde bulunup mağlup olduktan sonra öç almak isteyen Yahudilerdi.[28]
269
[25] İ�bn Kesî�r, el-Bidâye, VII, 189.
[26] Varol, M. Bahaüddin, a.g.m., İSTEM, Yıl:3, Sayı:6, s.206.
[27] Söylemez, M. Mahfuz, a.g.m., GÜİFD, c. 2, sy. 3, s. 65-66.
[28] Doğrul, Ö� mer Rıza, Asr-ı Saâdet, V, 280-281.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
[29] Fığlalı, Ethem Ruhi, “Haricî�liğin Doğuşuna Tesir Eden Bazı Sebepler”, A.Ü.İ.F.D.,
Ankara, 1975, XX, 231.
[30] Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, II, 219-220.
[31] İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, III, 154; Hasan İ�brahim Hasan, Târîhu’l-İslâm, 13. baskı, Beyrût-
Kahire, 1991, I, 293-294. Abdullah b. Sebe’in fitne olaylarındaki rolü hakkında bkz.
270 Hâmid Muhammed el-Halife, el-İnsâf fîmâ Veka’a fi’l-Asri’r-Râşidî mine’l-Hılâf,
Dimaşk, 2004, s.167-177.
[32] Tellioğlu, Ö� mer, “Osman b. Affân”, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, İ�stanbul, 2000, VI, 293.
[33] Bkz: Korkmaz, Sıddık, Târîhin Tahrifi İbn Sebe’ Meselesi, Ankara, 2005, s.23-52 vd.
[34] Algül, Hüseyin, İslâm Tarihi, İ�stanbul, 1991, II, 446
Râşid Halifeler Döneminde İç Karışıklar ■
Mısır fatihi Amr b. el-Â� s, Mısır’da Hz. Ö� mer devrinden beri valilik gö-
revini yürütüyordu. Hz. Ö� mer, Mısır valisi Amr b. el-Â� s’ın topladığı harâc
miktarından memnun olmayınca durumu araştırmak için Muhammed b.
Mesleme’yi Mısır’a göndermişti. Ayrıca Hz. Ö� mer, vefatından önce Saî�d
bölgesini ayırdı ve Amr b. el-Â� s’ı bu bölgeden azlederek onun yerine Ab-
dullah b. Sa‘d b. Ebî� Serh’i tayin etti. Hz. Osman halife olduktan sonra dört
yıldır valilik yapan Amr b. el-Â� s’ı Mısır’dan tamamen azlederek yerine Ab-
dullah b. Sa‘d b. Ebî� Serh’i tayin etti. Bu azlin sebebi, Hz. Osman ile Amr
arasındaki dargınlıktır. Amr b. el-Â� s’ın azledilmesinin bir diğer sebebi de
şudur: 25/645 yılında İ�skenderiye halkı anlaşmayı bozmuşlardı. Amr b.
el-Â� s, onlarla savaştı ve burasını fethetti. Kadın ve çocukları esir ederek
onları Medine’ye gönderdi. Hz. Osman kadın ve çocukları, ilk anlaşma üze-
rine geri ülkelerine gönderdi. Böyle bir iş yaptığı için Amr b. el-Â� s’a kızdı
ve onu azledip yerine Abdullah b. Sa‘d b. Ebî� Serh’i tayin etti. Ya’kûbî�’ye
göre bu olay, Amr b. el-Â� s ile Hz. Osman arasında bir kızgınlık (düşman-
lık) meydana getirdi.[39] Aslında Amr b. el-Â� s gibi önemli bir komutan ve
272 Mısır fatihinin valilikten azledilip yerine Abdullah b. Sa‘d b. Ebî� Serh gibi
Hz. Osman 29/649-650 yılında Basra valisi Ebû Mûsâ el-Eş’arî�’yi az-
ledip onun yerine dayısının oğlu Abdullah b. Â� mir b. Kureyz’i tayin etti.
Hz. Osman’ın hilafetinin 3. yılında İ�zec halkı ve Kürtlerden bir grup isyan
ettiler. Ebû Mûsâ, insanları cihada davet etti, onlara yürüyerek cihada çık-
manın faziletlerinden bahsetti. Bu söz üzerine bazı Müslümanlar sefere
yürüyerek çıkmak için hayvanlarını bıraktılar. Bazıları ise; “Bu konuda
acele etmeyelim ve valinin ne yapacağını görelim. Eğer onun sözü yaptık-
larına uyuyorsa biz de ona uyarız” diyorlardı. Ebû Mûsâ, kasrından çıkar-
ken 40 tane katır çıkararak eşyalarını onlara yükledi. Bunun üzerine bazı
kişiler ona hitaben: “Bizi bu katırlara bindir, sen de bizi teşvik ettiğin gibi
yürü!” dediler. Ebû Mûsâ, bu duruma kızınca o gruptakiler Ebû Mûsâ’nın
hayvanlarını salıverdiler. Bir grup Hz. Osman’a onu şikâyet ederek vali-
likten azledilmesini istedi. Basra’da emniyet ve huzur kaybolup fitne ve
fesat, Basra halkı arasında yayılmaya başlayınca Hz. Osman, Ebû Mûsâ’yı
azletmek zorunda kaldı[40] Hz. Osman, Ebû Mûsâ’nın yerine Abdullah b.
Â� mir’i tayin etti.[41]
[43] Tevbe, 34
274 [44] İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, III, 113-114.
[45] Mes’ûdî�, Mürûcü’z-Zeheb ve Ma’âdinü’l-Cevher, thk: M.Muhyiddin Abdülhamî�d,
Mısır, 1987, II, 348-351.
[46] Ebûbekr İ�bnü’l-Arabî�, el-Avâsım, s.85-88.
[47] Halî�fe b. Hayyât, Târîhu Halîfe b. Hayyât, thk: Süheyl Zekkâr, Beyrût, 1993, s.123.
Râşid Halifeler Döneminde İç Karışıklar ■
memuru idi. Bir süre sonra Sa‘d b. Ebî� Vakkâs ile Abdullah b. Mes’ûd,
Sa‘d’ın borcu hususunda münakaşa ettiler. Bunun üzerine Hz. Osman,
Sa‘d’ı azledip İ�bn Mes’ûd’u yerinde bıraktı. Hz. Osman, İ�slâm aleminde
tek bir Kur’ân nüshası meydana getirmek ve Kur’ân’ı neşretmek isteyince
ashâb-ı kirâmın elindeki Resûlullah’ın vefatından önce Cenab-ı Hakk’ın
Kitabına uygun olarak bildirdiği âyetleri tam olarak içine alan mushafları
toplamaya başladı. İ�bn Mes’ûd, mushafı yazma işinin kendisine verilme-
sini ve kendisinin yazmış olduğu Kur’ân nüshasının kendinde kalmasını
arzu ediyordu. Fakat Hz. Osman’ın takip ettiği yol İ�bn Mes’ûd’un arzula-
dığı bu iki hususun da tersine olmuştu. Çünkü Hz. Osman, mushafın ter-
tibi ve yazılması işinde Zeyd b. Sâbit’i seçmişti. Hz. Ebû Bekir’in hilafeti
döneminde de bu iş için halife, Zeyd b. Sâbit’i seçmişti. Hz. Osman -diğer
sahâbî�lerin bildiği gibi- İ�bn Mes’ûd’un önemli yerini, ilmini ve imandaki
sadakatini biliyordu. Aynı şekilde Hz. Osman, diğer bütün mushafların te-
mizlenerek tek bir mushafın geçerli olması konusunda da haklıydı. O, di-
ğer mushafların içinde İ�bn Mes’ûd’un mushafı da vardı. Beşerin gücü yet-
tiği nisbette onları tam ve mükemmel bir mushaf etrafında birleştirmek
Hz. Osman’ın sahâbenin icmaıyla yapmış olduğu en büyük işlerdendir. Bu
konuda sahâbenin cumhûru Hz. Osman’ın yanındadır. Her hâlükârda Hz.
Osman, İ�bn Mes’ûd’u dövmemiş ve onun tahsisatını kesmemiştir.”[48]
276 [49] Belâzürî�, Ensâbu’l-Eşrâf, nşr: S.D.F. Goitein, Bağdad, 1936, V, 48-49.
[50] M. Sâdık Arcûn, el-Halifetü’l-Müfterâ Aleyh, s. 139-140
[51] Ya’kûbî�, Târîh, II, 170-171.
[52] M. Sâdık Arcûn, a.g.e., s.141-142
[53] Ebûbekr İ�bnü’l-Arabî�, el-Avâsım, s.77-78.
Râşid Halifeler Döneminde İç Karışıklar ■
olsaydı, ya da Ammâr iddia edildiği gibi fıtık olmuş olsaydı Hz. Osman,
Ammâr’ı Mısır’a müfettiş olarak göndermezdi.
Hz. Ö� mer’in şehid edildiği olayı Ebû Lü’lüe’nin tek başına plânlama-
dığı, bu kanlı hadiseye başka kimselerin de iştirak ettiği ortaya atılmıştı.
Ubeydullah b. Ö� mer, Hürmüzân ve Cüfeyne’nin Hz. Ö� mer’in öldürülme-
si olayına katıldığıyla ilgili bir söz işitince olayı tahkî�k etmeden kılıcını
alarak Hürmüzân’ı öldürmüştü. Daha sonra Hî�re halkından bir Hıristiyan
olan ve Sa‘d b. Ebî� Vakkâs’ın okuma yazma öğretmesi için Medine’ye yol-
ladığı Cüfeyne’yi arayıp bulmuştu. Ubeydullah b. Ö� mer, tam Cüfeyne’yi öl-
dürecekken Halifenin vekili olan Suheyb er-Rûmî�, bu durumu işitmiş ve
Ubeydullah’ı yakalayarak silahını almış ve onu hapsetmişti.
Hz. Osman, halife seçildikten sonra ilk işi bu hadiseyi karara bağla-
mak oldu. Hz. Osman, kendisine biat edildikten sonra mescidde oturdu.
Ubeydullah b. Ö� mer’i huzuruna çağırdı. Orada mevcut olan insanlara bu
konu hakkındaki görüşlerini sordu. Hz. Ali, Ubeydullah’ın kısas olarak öl-
dürülmesi gerektiği görüşünü belirtti. Bir kısım muhâcir ise: “Dün Ömer
şehid edildi. Bu gün de biz onun oğlunu mu öldürelim?” dediler. Amr b. el-
Â� s şöyle dedi: “Ey mü’minlerin emîri! Bu hadise sen halife olmadan önce
vukû buldu. Allah seni affeder. Daha yeni halife oldun. Halife sensin, kara-
rı sen ver!” Hz. Osman, bu konudaki hükmünü şöyle açıkladı: “Suçlunun
diyet ödemesi gerektiğine hükmediyorum. Kısası diyete çeviriyorum. Diyet
ne kadar ise kendi malımdan veririm.” Böylece bu mesele çözülmüş oldu.
Sonradan bu olay Hz. Osman aleyhine itham olarak öne sürülmüşse de Hz.
Osman, kısası sahâbenin çoğunluğunun isteğiyle uygulamamıştır. Zaten
bu hadise, Hz. Osman’ın halife seçilmesinden önce vukû bulmuştur.[54]
Hz. Osman, Abdullah b. Sa‘d’a bir mektup yazarak aldığı para ve ga-
nimetleri geri göndermesini istedi ve bu mesele böylece düzelmiş oldu.
G. Levi Della Vida’ya göre Hz. Osman’ın yaptığı bu uygulama, Hz. Ö� mer’in
geniş bir şekilde tatbik etmiş olduğu iktâ sistemini geliştirmiş oluyordu.[72]
Fedek, Hicaz bölgesinde Medine ile Hayber arasındaki bir köy ismi-
dir.[74]
Fedek’te Yahudiler oturmaktaydılar ve burada birçok hurmalık
mevcuttu.[75] Fedek arazisi savaş yapılmadan fethedildiği için ganimet
olarak Müslümanlara dağıtılmadı. Çünkü Müslümanlar at ve develerine
binerek Fedek üzerine gitmemişlerdir. Resûlullah (sas) Fedek arazisinin
gelirini misafirlere, yolculara, kamu hizmetlerine[76], ayrıca ailesine sar-
federdi.[77] Resûlullah’ın vefatından sonra Fedek arazisi bazı ihtilaflara yol
açmıştır. Hz. Fâtıma, Halife Hz. Ebû Bekir’e gelerek Fedek arazisini iste-
mişti. Hz. Ebû Bekir: “Biz Peygamberler miras bırakmayız. Bizim bıraktık-
larımız ancak sadakadır” hadisini[78] hatırlatmış ve bu araziyi ona verme-
mişti.[79] Hz. Ö� mer, diğer Yahudilerle birlikte Fedek Yahudilerini de sürgün
cezasına çarptırınca arazinin yarısının değeri olan 50.000 dirhemi ödedi.
Böylece Fedek gelirinin yarısı beytülmâle geçti. Diğer yarısının geliri Hz.
Peygamber dönemindeki gibi devam etti.[80] Hz. Ö� mer, Fedek’i daha önce
vefat eden Hz. Fâtıma’nın mirasçılarına vermek istediyse de, Hz. Ali ile Hz.
Abbas arasında anlaşmazlık çıktığı için arazi yine beytülmâlde kaldı.[81]
[74] Yâkût el-Hamevî�, Mu’cemü’l-Büldân, Beyrût, tsz., IV, 238; Muhammed Rızâ,
Muhammed Resûlullah, Mısır, 1971, s. 284; J. Schleifer, “Fedek”, İslâm Ansiklopedisi
(M.E.B), �stanbul, 1964, IV, 537.
[75] Atçeken, İ�smail Hakkı, Hz. Peygamber’in Yahudilerle Münâsebetleri, İ�stanbul, 1996,
s. 145.
[76] İ�bn Hişâm, es-Sîratü’n-Nebeviyye, thk: Mustafa es-Sekkâ vd., Beyrût, tsz., III, 368;
Belâzürî�, Fütûhu’l-Büldân, çev: Mustafa Fayda, Ankara, 1987, s. 41.
[77] İ�bn Şebbe, Târîhu’l-Medineti’l-Münevvere, Beyrût, 1996, I, 120-121; Algül, Hüseyin,
“Fedek”, DİA, İ�stanbul, 1995, XII, 294.
[78] Buhârî�, Meğâzî, 14; Müslim, Cihâd, 49; Ebû Dâvûd, İmâre, 19.
[79] İ�bn Şebbe, a.g.e., I, 122-126.
[80] Algül, Hüseyin, a.g.m., DİA, XII, 294; Fayda, Mustafa, Hz. Ömer Zamanında Gayr-i 281
Müslimler, 2. baskı, İ�stanbul, 1989, s. 187.
[81] Algül, Hüseyin, a.g.m., Dİ�A, XII, 294.
[82] Bkz: İ�bn Kuteybe, el-Ma’ârif, s. 112.
[83] Meselâ bkz. Taberî�, Târîh, VI, 147; Makrî�zî�, en-Nizâ‘ ve’t-Tehâsum, s. 47.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
Hz. Peygamber (sas), Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ö� mer zamanlarında Cuma
günü imam minbere çıktıktan sonra ezan okunurdu. İ�lk ezan Hz. Osman
zamanında ilave edildi. Medine-i Münevvere büyüdüğü ve kalabalıklaştı-
ğı için halkın Cuma namazına hazırlanmasını sağlamak noktasından Hz.
Osman, evinden çıkmadan kendi müezzinine bir ezan okuturdu. Sonra
mescide gidip minbere çıktıktan sonra eskiden olduğu gibi tekrar bir ezan
okuturdu. “Ö� nceki ezan bid’attir” diyenler olduysa da, ashâbın büyükleri
iyi bir iş olduğu için ses çıkarmamışlardı.[85]
[84] A. Cevdet Paşa, Kısâs-ı Enbiyâ ve Tevârîh-i Hulefâ, İ�stanbul, 1972, I, 294.
[85] A. Cevdet Paşa, a.g.e., I, 296-297.
Râşid Halifeler Döneminde İç Karışıklar ■
ve beğendiği, hatta Hz. Ali ile birlikte harbeden ve ilk Müslümanlardan olan
Ammâr, Sehl b. Huneyf ve diğerlerinin bundan memnun oldukları anlaşılır.”[86]
“İmam” ismi verilmiştir.[88] Hz. Osman, asıl nüshanın dışında kalan diğer
mushafları yok ettirdi. Gönderilen mushaftan başkasına itimat edilme-
mesini emretti. Kûfe halkının dışındaki bütün Müslümanlar Hz. Osman’ın
yaptığı işin kıymetini bilip, takdir ettiler. Hz. Osman’ın çoğalttırdığı mus-
haf, Kûfe’ye gelince Resûlullah’ın (sas) ashâbı buna sevinmişlerdi. Ancak
Abdullah b. Mes’ûd ve onun taraftarları bu durumu hoş karşılamamışlar
ve bu işe sevinen insanları kınamışlardı. Hz. Ali, Kûfe’ye geldiğinde İ�bn
Mes’ûd taraftarı birisi kalktı ve Hz. Osman ile bu işe kalkışan Müslüman-
ları mushafı çoğalttıkları için ayıpladı. Hz. Ali, o adama bağırarak şöyle
dedi: “Sus! Büyük bir cemaatin isteği ile bu iş yapıldı. Osman’ın yerinde ben
olsaydım, onun yolunu takip ederdim.”[89]
ettin.” Allah’a yemin olsun ki, ben kendim için mer’a tahsis etmedim. Bu
mer’alar benden önce tahsis edildi. Allah’a yemin olsun ki, ben hiçbir kimse
için özel koruluk tahsis etmedim. Ancak Medinelilerin çoğunluğunun arzusu
üzerine bu koruluğu halk kendisi yaptı. Sonra, buraya hiç kimsenin hayvanı-
nın girmemesi için engel olunmamıştır. Bu koruluğu zekâta ait hayvanlara
tahsis etmişlerdi. Bu suretle zekât hayvanları ile diğer hayvanların birbirine
karışması ve anlaşmazlık çıkması önlenmiştir. Benim şahsıma ait hayvan,
binek olarak kullandığım iki devedir. Bundan başka otlayan hiçbir hayva-
nım yoktur. Ben halife olduğumda, Araplar içinde en çok koyun ve deveye
sahip olan bir kimseydim. Ancak bugün haccetmek için kullandığım iki de-
vemden başka ne bir koyunum, ne de bir devem vardır. Öyle değil mi?” Ora-
da bulunanlar: “Evet, Allah şahidimiz olsun ki, öyle” dediler.[92]
2. Beytülmâldeki Mücevherleri Kendi Kızlarına Vermesi
b. Âsilerin Faaliyetleri
Irak’ın ikinci büyük şehri olan Basra’da vali tayini konusunda Kûfe
ve Mısır kadar rahatsızlık yaşanmadı. Hz.Osman, Basralılar’ın isteği doğ-
rultusunda Abdullah b. Â� mir’i vali olarak tayin etti. Buna rağmen çeşitli
siyasî�, iktisadî� ve kültürel sebeplere bağlı olarak yaşanan bazı sıkıntılar
Hz. Osman’ı hilafetten uzaklaştırmak isteyen Kûfe ve Mısırlılarla birlikte
Basra’dan da bir grubun Medine’ye hareket etmesine sebep oldu.[104]
[103] Mes’ûdî�, Mürûcü’z-Zeheb, II, 346-347; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, III, 30-36 vd.
[104] Apak, Â� dem, Hz. Osman Dönemi Devlet Siyaseti, İ�stanbul, 2003, s.145-146.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
Fitnenin Kûfe’den sonra diğer önemli merkezi olan Mısır’da da Hz. Os-
man ve onun valisi Abdullah b. Sa‘d b. Ebî� Serh’e karşı şiddetli bir muhale-
fet başlatılmıştı. Ebû Huzeyfe’nin vefatından sonra Hz. Osman’ın himaye-
sinde büyümüş olan Muhammed b. Ebî� Huzeyfe, istediği valilik kendisine
verilmeyince Halifeye kırgın olarak Mısır’a gitmiş ve oraya yerleşmişti. Hz.
Ali’nin himayesinde büyüyen Muhammed b. Ebî� Bekr de Mısır’da bulunup
yönetimden rahatsız olanlardandı. Mısır’da Hz. Osman yönetimine karşı
ilk dedikoduların 31/651-652 yılında başladığı nakledilmektedir.[106] Ö� te
yandan Mısır valiliğinden azledildiği için Hz. Osman’a kızarak Mısır’ı terk
eden ve Filistin’e yerleşen Amr b. el-Â� s’ın Mısır’daki muhalif harekete des-
tek olduğu belirtilmektedir.
İ�bn Sebe’in ayrıca hilafetin Resûlullah’ın vasî�si olduğunu iddia ettiği Hz.
Ali’nin hakkı olduğunu ve Hz. Osman’ın yerine onun geçirilmesi gerektiği-
ni ileri sürdüğü rivayet edilmiştir. [109]
[116] Hz. Osman’a yapılan ithamlar ve bunlara Hz. Osman’ın vermiş olduğu çeşitli cevap-
lar hakkında geniş bilgi için bkz. Taberî�, Târîh, V, 354-357; Ebûbekr İ�bnü’l-Arabî�, 293
el-Avâsım, s. 76-128; İ�bn Ebi’l-Hadî�d, Şerhu Nehci’l-Belâğa, III, 11-69; Muhibbüddin
Taberî�, er-Rıyâdu’n-Nadıra, III, 82-103; Muhammed Sâdık Arcûn, el-Halifetü’l-Muf-
terâ Aleyh Osmân b. Affân, s. 103-151 vd.
[117] Mes’ûdî�, Mürûcü’z-Zeheb, II, 347.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
Hz. Osman’ın ertesi yıl (35/655-656) valileri ile yeniden bir toplantı
yaptığı nakledilmektedir. Ancak bu toplantıda da önceki yıldaki hususlar
bir bakıma tekrarlanmış ve bir sonuca varılamamıştır. Şam valisi Muâvi-
ye, bu toplantının ardından Halifeyi Şam’a götürmeyi teklif etmiş, fakat
Hz. Osman bu teklifi geri çevirmiştir.[119]
Yeni Mısır valisi Muhammed b. Ebî� Bekr ile beraber Mısır’a doğru
giden heyet Medine’ye üç günlük mesafede bulunan bir bölgede oldukça
hızlı koşan bir devenin üstünde siyah bir köleye rastladılar. Orada bulu-
nanlardan birisi hizmetçinin Hz. Osman’a ait olduğunu tanıdı. Mısırlılar
294 kölenin üzerine aradılar ve su matarasının içinde bir mektup olduğunu
[118] Mes’ûdî�, Mürûcü’z-Zeheb, II, 352-354; Yiğit, İ�smail, “Osmân”, DİA, XXXIII, s. 441.
[119] İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, III, 157.
[120] Belâzürî�, Ensâb, V, 59-69.
Râşid Halifeler Döneminde İç Karışıklar ■
Hz. Ali’nin yanından ayrılan grup, Hz. Osman’dan hesap sormak ama-
cıyla onun evine gitmişlerdi. Bu kişiler Hz. Osman’a: “Sen bizim hakkımız-
da şöyle şöyle yazmışsın. Bu sebeple Allah (cc) senin kanını helâl kıldı” de-
diler. Hz. Osman yemin ederek sözkonusu mektuptan haberi olmadığını
bildirdi ve: “Siz de bilirsiniz ki, birisinin diliyle başkası tarafından mektup
yazılabilir ve başkası tarafından mühür kazınabilir” diye cevap verdi.”[123]
Diğer bir rivayete göre ise, Hz. Ali mektubu, hizmetçiyi ve deveyi alarak
ashâbdan bir grupla birlikte Hz. Osman’ın yanına gitti. Hz. Osman yemin
ederek mektubu kendisinin yazmadığını söyledi. Hz. Ali: “Nasıl oluyor da
senin hiçbir bilgin olmadan, hizmetçin senin devenle yola çıkıyor ve senin
mührün olan bir mektubu taşıyor ?” diye sorunca Hz. Osman tekrar yemin
ederek önceki sözlerini tekrarladı.[124]
[121] el-İmâme, (Müellifi meçhul, İ�bn Kuteybe’ye nisbet edilmektedir) Beyrût, 1997, I,
35-36; Süyûtî�, Târîhu’l-Hulefâ, thk: M. Muhyiddin Abdülhamî�d, Mısır, tsz., s. 158.
[122] Taberî�, Târîh, V, 365; Muhibbüddin Taberî�, er-Rıyâdu’n-Nadıra, III, 59. 295
[123] Muhibbüddin Taberî�, a.g.e., III, 60.
[124] İ�bn Hıbbân, es-Sîratü’n-Nebeviyye ve Ahbâru’l-Hulefâ, Beyrût, 1987, s. 514-515;
Süyûtî�, Târîhu’l-Hulefâ, s. 158-159; Karamânî�, Ahbâru’d-Düvel ve Âsâru’l-Üvel fi’t-
Târîh, thk: Fehmî� Sa’d-Ahmed Hatî�t, Beyrût, 1992, I, 297.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
hilafetten ayrıl.” dediler. Hz. Osman bunu kabul etmedi.[125] Hz. Osman’ın
huzurunda bulunanlar mektubun yazısını dikkatlice inceleyince bunun
Mervân’ın yazısı olduğunu tanıdılar. Buna göre valilerin görevden alınma-
sını içine sindiremeyen Mervân b. Hakem bir oyun hazırlayarak Halifenin
ağzından bir mektup yazarak altını Hz. Osman’ın mührüyle mühürlemiş-
ti. Mervân, Hz. Osman’ın kölesiyle bu mektubu Mısır’a göndermişti. Bu
durumdan Halifenin hiç haberi yoktu. İ�syancı grup, Halifeden Mervân’ı
kendilerine teslim etmesini istediler. O esnada Mervân, Halifenin evinde
bulunuyordu. Hz. Osman, Mervân’ı öldürmelerinden çekindiği için onla-
ra teslim etmedi. Buna kızan halk Hz. Osman’ın yanından ayrıldı.[126] Hz.
Osman’ın Mervân’ı isyancılara teslim etmemesi ve hilafetten çekilmemesi
üzerine Mısırlılar ve diğer bölgelerden gelen muhalifler onun evini ku-
şattılar. Daha sonra Hz. Osman’ın şehit edilmesine yol açan üzücü olaylar
meydana geldi.
[142] İ�bn Sa’d, Tabakât, III, 61; Mes’ûdî�, Mürûcü’z-Zeheb, II, 353; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, III,
160-161.
[143] İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, III, 161-163.
[144] İ�bn Sa’d, Tabakât, III, 67-68
298 [145] Ebûbekr İ�bnü’l-Arabî�, el-Avâsım, s.139; İ�bn Asâkir, Târîhu Medineti Dimaşk, Beyrût,
1995-2000, XXXIX, 395.
[146] İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, III, 177-178.
[147] İ�bn Sa’d, Tabakât, III, 72-75; el-İmâme, I, 40-42; Mes’ûdî�, Mürûcü’z-Zeheb, II, 354-
355.
Râşid Halifeler Döneminde İç Karışıklar ■
[1] Taberî�, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerî�r (310/922), Târîhu’l-ümem ve’l-mülûk, Beyrût
1407/1987, V, 448.
Râşid Halifeler Döneminde İç Karışıklar ■
Hz. Ali halife olduğunda İ�slâm toplumunda siyasî� gerginlik had safha-
ya ulaşmıştı. Oldukça siyasallaşan toplumun, Hz. Ali’yi destekleyenler, Hz.
Osman’ın katillerinin cezalandırılmasını talep ederek muhalefet edenler
ve tarafsız kalanlar olmak üzere kabaca üç farklı eğilime sahip olduğu söy-
lenebilir. Ancak aynı eğilim içinde değerlendirdiğimiz grupların yeknesak
olduklarını söylemek zordur. Siyasî� saflar zaman içinde belirginleşmiş ol-
malıdır.
Hz. Ali’yi destekleyenler arasında önemli bir yere sahip olan kabile-
si Hâşimoğulları üzerinde de durmak gerekir. Onlar, öteden beri hilafe-
tin kendi hakları olduğunu düşünüyorlardı. Bu görüşlerini esasında Arap
geleneğine dayandırıyorlardı.[2] Hz. Ali halife olduğunda onun arkasında
durdular. Ancak onların asabiyesi Ü� meyyeoğulları kadar güçlü değildi.
Bundan dolayı ileriki yıllarda karşılaşılan bazı problemler, aralarındaki
birliğin dağılmasına sebep olmuştur. Abdullah b. Abbas’ın beğenmediği
303
bir tutumu sebebiyle Hz. Ali’nin Basra valisiyken beytülmâldeki malları
[2] Geniş bilgi için bkz. Demircan, Adnan, “Arap Siyasî� Geleneğinin, Ehl-i Beyt
Tamlamasının Kavramlaşma Sürecine Etkisi”, Marife, Yıl: 4, Sayı: 3, 2004.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
alarak Mekke’ye gittiği,[3] Hz. Ali’nin kardeşi Akî�l b. Ebî� Tâlib’in talep ettiği
parayı vermediği için Hz. Ali’den ayrılarak Muâviye’ye katıldığı zikredilir.[4]
Hz. Ali halife olduğunda Ü� meyyeoğulları’nın ona karşı muhalif bir tu-
tum takınmaları şaşırtıcı değildir. Zira Hz. Osman’ın öldürülmesi, onların
devlet içindeki gücünün kırılmasına sebep olabilecek bir gelişmeydi. Hz.
Ali’nin halife olması ise etkinliklerini büyük ölçüde ortadan kaldıracaktı.
Bu gerekçe dikkate alınmasa bile akrabalık kaygısı, onların Hz. Osman’ın
öldürülmesine karışanların destekledikleri bir halifeye karşı mesafeli ol-
malarını gerektirirdi. Ü� meyyeoğulları’na göre her şeyden önce Osman bir
mazlum olarak öldürülmüştü. Onun katillerinin cezalandırılması gerekir-
di. Bununla birlikte bütün Ü� meyyeoğulları’nın birlik içinde hareket ettik-
lerini söylemek mümkün değildir. Onların bir grubu Mekke’de toplanan
muhaliflere katılarak siyasî� taleplerini onlarla birlikte dillendirmeyi ter-
cih ettiler. Ö� nemli bir kanadı ise Hz. Ö� mer ve Hz. Osman döneminin Şam
valisi Muâviye tarafından temsil edildi.
Hz. Ali’ye muhalif olanlar arasında başını Hz. Â� işe, Talha ve Zübeyr’in
çektiği ve Mekke’de şekillenen grubun ağırlığı önemlidir. Hz. Â� işe, as-
lında Hz. Osman döneminde onu şiddetle tenkit edenlerden biriydi. An-
cak Hz. Osman’ın öldürülmesinden sonra Hz. Ali’nin seçilme yöntemi ve
304 [3] İ�bnü’l-Esî�r, İ�zzeddin Ebü’l-Hasan Ali b. Ebî�’l-Kerem Muhammed (630/1232), el-Kâ-
mil fi’t-târîh, Beyrût 1402/1982, III, 387.
[4] Aycan, İ�rfan - Söylemez, M. Mahfuz, İdeolojik Târîh Okumaları, Ankara 1998, s. 153;
Demircan, Adnan, Ali-Muâviye Kavgası, Beyan Yayınları, İ�stanbul 2002, s. 117.
[5] Taberî�, V, 466.
Râşid Halifeler Döneminde İç Karışıklar ■
• Tarafsızlar
Tarafsız olarak zikredilenler Hz. Ali’ye biat etmedikleri halde ona is-
yan bayrağı da açmadılar. Hz. Ali de onlara baskı yapmadan siyasî� tutum-
larının netleşmesini bekledi. Tarafsız kalmayı tercih edenlerden biri Saʻd
b. Ebî� Vakkâs’tır. Hz. Ö� mer tarafından belirlenen şûra üyelerinden biri
olmasına rağmen bu dönemde siyasî� kargaşaya bulaşmaktan kaçınmıştır.
Ayrıca tarafsız kalmayı tercih edenler arasında Abdullah b. Ö� mer, Suheyb
b. Sinân er-Rûmî�, Zeyd b. Sâbit, Ü� sâme b. Zeyd, Muğî�re b. Şuʻbe, Ebû Mûsâ
el-Eşʻarî�, Muhammed b. Mesleme ve Hassân b. Sâbit gibi isimler dikkat
çekmektedir.[6] Bu kişilerin tarafsız kalmayı tercih etmeleri, fitne olarak
niteledikleri siyasî� kargaşaya bulaşmaktan kaçınmak kadar Hz. Ali’nin du-
rumu ile ilgili çekincelerinden de kaynaklanmış olmalıdır.
[6] Taberî�, V, 451-452, 453; ed-Dî�neverî�, Ebû Hanî�fe Ahmed b. Dâvûd (282/895), el-Ah- 305
bâru’t-tıvâl, Thk.: Abdülmunʻim ‘Â� mir, Kahire 1960, 142-143.
[7] Taberî�, V, 464.
[8] Belâzürî�, Ebü’l-Abbas Ahmed b. Yahyâ (279/892), Ensâbü’l-eşrâf, Thk.: Süheyl
Zekkâr, Riyâd Ziriklî�, Beyrût 1417/1996, III, 10.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
Vali olarak seçilen isimler dikkate alındığında Hz. Ali’nin vali atama-
ları, Hz. Osman dönemindeki atamalara muhalif bir görünüm vermekte-
dir. Dikkat çeken bir husus ise Hz. Ali’nin akrabalarından epey atamalar
yapmış olduğudur. Hz. Osman’ın eleştirilen, valileri akrabalarından seç-
me uygulaması, Hz. Ali’nin icraatlarında da görülmektedir. Hz. Ali, amcası
Abbas’ın çocuklarından Ubeydullah’ı Yemen’e, Kusem’i Mekke’ye, Cemel
savaşından sonra Abdullah’ı Basra’ya atamıştı. Ancak Hz. Ali’nin bu gö-
revlendirmeleri, sonuçları değerlendirilebilecek kadar uzun süreli olma-
mıştır.
Hz. Ali, -Sakî�fe’de halife seçileceği sırada muhâcirlerden Hz. Ebû Be-
kir, Hz. Ö� mer ve Ebû Ubeyde’nin toplantıya katılarak duruma müdâhil
olmalarından sonra son anda halifeliği kaybeden- ensârdan Saʻd b. Ubâ-
de’nin oğlu Kays’ı Mısır’a tayin etti. Ancak bir süre sonra Mısır’ı başarılı
bir şekilde idare eden Kays’ı görevden alarak onun yerine daha ilginç bir
ismi, Mısır’a vali olarak görevlendirdi. Bu kişi, Hz. Osman’a karşı ortaya
çıkan isyan hareketi içinde yer alan, Hz. Ali’nin üvey oğlu, halife Ebû Be-
kir’in Esmâ bt. Umeys’ten olma çocuğu Muhammed b. Ebî� Bekir’dir. Agre-
sif ve hırslı bir yapısı olduğu anlaşılan Muhammed, Mısır’ı sert ve tavizsiz
bir şeklilde yönetmeye çalıştı. Hz. Ali, bir süre sonra onun yerine Hz. Os-
man’a karşı ayaklanarak Medine’de onu muhasara eden grubun içinde yer
alan, Kûfe’den gelen âsilerin liderlerinden ve halife olduktan sonra da Hz.
Ali’nin önemli adamlarından biri olan Eşter en-Nehaî�’yi tayin etti. Ancak
Eşter Mısır’a ulaşamadan Muâviye’nin bir adamının ikram ettiği zehirli
bal şerbetinden içerek vefat etti.
306
Hz. Ali, Şam’a ensârdan, -Medine döneminin ilk yıllarındaki kardeş-
leştirmede Hz. Ali ile kardeşleştirilen- Sehl b. Huneyf’i atadı. Hz. Ali’nin
aslında amcaoğlu Abdullah b. Abbas’ı Şam’a göndermek istediği, ancak
Râşid Halifeler Döneminde İç Karışıklar ■
Kûfe’ye atanan Umâre b. Şihâb ise yolda Tuleyha b. Huveylid ile kar-
şılaştı. Tuleyha, Kûfeliler’in Ebû Mûsâ el-Eşʻarî� dışında kimseyi kabul et-
mediklerini söyleyerek geri dönmesini istedi. Bunun üzerine Umâre Me-
dine’ye dönerek olanları Hz. Ali’ye anlattı.[10]
d. Atiyye Uygulaması
Hz. Ali, halife olduktan sonra Hz. Osman döneminin bazı icraatlarına
da el attı. Bunlardan biri Hz. Osman dönemindeki atiyye uygulamasıdır.
Aslında Hz. Osman dönemindeki uygulama, Hz. Ö� mer’in hilafet yılların-
dan beri devam ediyordu. Hz. Ö� mer, atiyyelerin dağıtımında İ�slâm’a hiz-
metin dikkate alındığı bir sistem kurmuştu. Bu sisteme göre İ�slâm’a erken
giren ve önemli olaylarda İ�slâm lehine etkin rol oynayan Müslümanlar
daha fazla atiyye alıyorlardı. Bu uygulama bazı sahâbî�lerin fazla zengin-
leşmelerine neden oldu. Ortaya çıkan sorunları dikkate alan Hz. Ö� mer bu
sistemi değiştireceğini söylemiş; ancak buna fırsat bulamadan uğradığı
suikast sonucunda hayatını kaybetmişti.[11] Hz. Ali, halife olduktan sonra
atiyyeleri eşit dağıtma uygulamasını başlattı.
Hz. Ali’ye biati takip eden aylarda siyasî� gerginlik daha da arttı. Bu
sıralarda meydana gelen önemli gelişmelerinden biri Hz. Ali’nin, Hz. Â� işe,
Talha ve Zübeyr’in başını çektiği Mekke muhalifleriyle mücadelesi ve on-
larla aralarında meydana gelen Cemel Savaşı’dır. Cemel Savaşı, Müslü-
manlardan bir grubun ümmetin liderini öldürmelerinin üzerinden çok
geçmeden iki Müslüman grubun birbirlerine karşı kılıçlarını çektikleri bir
hadise olarak, siyasî� ve itikadî� birçok tartışmayı doğurmuştur.
Cemel’den kısa süre sonra Hz. Ali’nin Mısır valisi olarak görevlendirilecek-
tir. Bununla birlikte Hz. Â� işe’nin tavrını kabile ilişkilerinden ve dönemin
siyasî� yapısından tamamen soyutlayarak anlamak da mümkün değildir.
Mekke muhalifleri içinde önemli bir konuma sahip olan diğer iki lider
Talha ve Zübeyr’dir. Hz. Ali, Medine’de halife seçildikten sonra büyük ço-
ğunluğun biatini alırken Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvâm da biat
etmişlerdi. Biatten birkaç ay sonra umre yapmak amacıyla Mekke’ye git-
mek istediklerini söyleyerek Hz. Ali’den izin istediler. Hz. Ali’nin onları en-
gelleme imkânı olduğunu söylemek zordur. En azından böyle bir tutumun
ona başka ciddi problemler getireceği muhtemeldir.
Talha ve Zübeyr Mekke’ye gittikten sonra zorla biat ettirildiklerini
söyleyerek Hz. Ali’ye yaptıkları biatin geçersiz olduğunu ilan ettiler. Biatin
zorla yaptırılıp yaptırılmadığı meselesi tarafların birbirlerini itham etme-
leriyle devam etti. Hz. Ali, zorla biat iddiasının yalan olduğunu söylüyordu.
Aslında biat etmek istemeyen diğer bazı kimselere baskı yapılmadığına
göre onların iddiası ile diğerlerinin durumu arasında bir çelişki görün-
mektedir. Ancak onların Hz. Ali’ye rakip olabilecek potansiyele sahip in-
sanlar olmaları sebebiyle biat etmemelerine sessiz kalınmasını beklemek
de doğru değildir. Hz. Ali’nin genel tavrını dikkate aldığımızda, özellikle
zorla biat iddiasını şiddetle reddettiği hesaba katılırsa onun tarafından
doğrudan bir baskıya maruz kalmadıklarını söylemek mümkündür. Bu-
nunla birlikte onların iddiasını da yabana atmamak gerekir. Muhtemelen
-âsiler arasında taraftarları da olan- Talha ve Zübeyr’in biat etmemesinin,
Hz. Ali’nin halifeliğinin tartışılmasına sebep olabileceği düşüncesiyle biat
etmeleri yönünde bazı âsilerin baskısına maruz kalmış olabilirler. Biat
ettiği halde daha sonra -mâkul ve meşru bir sebep olmadan- bunu red-
detmek, kişinin verdiği sözde durmaması bakımından ahlâkî� bir zaaf ve
güvenilirliği zedeleyen bir durumdur.
Kişi biat ettikten sonra biat ettiği şahsın biate uygun davranmadığını
iddia etme hakkına sahip değil midir? Aslında Hz. Osman’ın öldürülmesiy-
le başlayan süreçte tartışmaların bir boyutu bununla ilgilidir.
Mekke muhalefetiyle Muâviye arasında Hz. Osman’ın katillerinin ce-
zalandırılması hedefi çerçevesinde amaç birliği var gibi görünse de iki
hareket birbirinden bağımsız gelişmiştir. Muâviye’nin bu sıralarda Mek-
ke’deki muhaliflerle birleşmemesinin sebebi olarak Suriye bölgesi için söz
konusu olan Rum tehdidi gösterilse de bu gerekçe ikna edici değildir. Zira
310
bu sırada bir Rum saldırısı tehlikesi yoktur.[12]
[12] Aycan, İ�rfan, Saltana Giden Yolda Muâviye b. Ebî Süfyan, Fecr Yayınevi, Ankara 1990,
s. 131.
Râşid Halifeler Döneminde İç Karışıklar ■
Mekke’de bir araya gelen Hz. Â� işe, Talha ve Zübeyr, kısa sürede birçok
muhalifi etraflarına topladılar. Ö� zellikle Hicaz bölgesinde bulunan Ü� mey-
yeoğulları onlara destek verdiler. Muhalifler, Hz. Osman’ın Yemen valisi
Yaʻlâ b. Ü� meyye’nin Yemen’den getirdiği beytülmâle ait malları da kulla-
narak adamlarını teçhiz ettiler.[13]
Hz. Â� işe Mekke’den çıkarken yaklaşık 3.000 kadar bir kuvvete sahip-
ken yolda halifenin kim olacağı hususunda meydana gelen tartışmalar,
Ü� meyyeoğulları ve taraftarlarının ayrılmasına sebep oldu. Böylece Hz.
Â� işe 1.000 kadar kişiyle Basra’ya gitti.[16]
Başka bir rivayette Hz. Ali savaş meydanında Hz. Peygamber’in bir
gün Zübeyr’i uyardığını hatırlatınca Zübeyr hemen orayı terk etti. Yolda
kendisiyle karşılaşan İ�bn Cürmûz tarafından öldürüldü.[18] Talha b. Ubey-
dullah da savaş alanından ayrılmak isterken Mervân b. Hakem tarafından
atılan bir okun kendisine isabet etmesi üzerine hayatını kaybetti.[19]
Hz. Ali, Basra’ya doğru giderken destek almak üzere Hz. Hasan ile
Ammâr b. Yâsir’i Kûfe’ye gönderdi. Kûfe’de Hz. Ali’nin valisi olarak görev
yapan Ebû Mûsâ el-Eşʻarî�, Müslümanların karşı karşıya gelmelerine mu-
halif olduğunu açıkça ifade ederek insanları bu gelişmelerde taraf olma-
maları hususunda uyarıyordu. Hz. Ali, kendisini desteklemeyen Ebû Mûsâ
el-Eşʻarî�’yi görevden aldı. Kûfe’den toplanan askerler Hz. Ali’ye katılmak
üzere Basra’ya doğru harekete geçti.[22]
Hz. Ali, Cemel Savaşı’ndan sonra Basra’ya hâkim oldu ve burada in-
sanlardan biat aldı. Kûfe ve Basra’da bulunan Hz. Osman taraftarlarından
bazıları Muâviye’nin hâkimiyeti altındaki Cezî�re bölgesine kaçtılar.[26]
Hz. Â� işe ele geçirildikten sonra Hz. Ali, ona ve taraftarlarına iyi dav-
randı. Daha sonra kardeşi Muhammed b. Ebî� Bekir komutasında erkek ve
kadınlardan oluşan bir heyet eşliğinde önce Mekke’ye giderek hac ibade-
tini ifa etti. Ardından da Medine’ye gitti.[28]
[27] İ�bn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim ed-Dî�neverî� (276/889), el-İmâme
ve’s-siyâse, Thk.: Tâhâ Muhammed ez-Zeynî�, Beyrût, tsz., I, 72.
[28] Fığlalı, “Cemel Vakʻası”, DİA, VII, 321.
[29] Yavuz, Yusuf Şevki, “Cemel Vakʻası [Kelâm]”, DİA, İ�stanbul 1993, VII, 321. 315
[30] Yavuz,“Cemel Vakʻası [Kelâm]”, DİA, VII, 321-322.
[31] Kafâfî�, Muhammed, “Ebû Saî�d Muhammed b. Saî�d al-Azdî� al-Kalhatî�’ye Göre
Hâriciliğin Doğuşu”, Çev.: Ethem Ruhi Fığlalı, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Dergisi, XVIII, Ankara 1972, s. 181.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
Hz. Ali’ye karşı savaşan Hz. Â� işe, Talha ve Zübeyr, büyük günah işlemişler-
dir. Sözlerine sâdık kalmayarak Ali’ye karşı isyan eden Talha ve Zübeyr,
imansızdırlar.[32]
Şiî�ler’e göre Talha ve Zübeyr Medine’de biat ettikleri halde siyasî�
beklentileri karşılanmadığı için Mekke’ye giderek isyan bayrağını açtı-
lar. Hz. Â� işe ise Hz. Ali’ye karşı şahsî� kin beslediği için onun hilafetini
istemiyordu. Ü� çü de İ� mam Ali’ye karşı çıktıkları için büyük bir vebal
yüklenmişlerdir.
İ�mam Eşʻarî�’ye göre Hz. Ali ile muhalifler arasında meydana gelen
olaylarda Hz. Ali haklı, muhalifleri ise hatalı idi.[33] Bağdâdî� de, “Arkadaş-
larımız Ali’nin, Cemel ve Sıffî�n’de muhaliflerle savaşmakta isabet ettiği
üzerinde icma etmişlerdir.” demekte[34] ve onun Cemel, Sıffî�n ve Nehrevân
316
[32] Kafâfî�, s. 182.
[33] Bkz. İ�rfan Abdülhamid, “Eşʻarî�, Ebü’l-Hasan”, DİA, İ�stanbul 1995, XI, 446.
[34] el-Bağdâdî�, Ebû Mansûr Abdülkâhir et-Temî�mî� (429/1037), Kitâbü Usûli’d-dîn, 3.
baskı, Beyrût 1401/1981 [İ�stanbul 1346/1928 baskıından ofset], s. 289.
Râşid Halifeler Döneminde İç Karışıklar ■
Nesefî�’ye göre Cemel Savaşı’nda Ali isabet etmiş; ona karşı savaşanlar
ise hata etmişlerdir. Zira onun imameti sabit olmuştur.[38] O, Eşʻarî�lerin bu
husustaki görüşlerini tenkit eder: Ehl-i hadis [Eşʻarî�] kelamcılarından biri,
“Onlardan sadır olan her şey ictihada mebniydi; bu sebeple hepsi isabet et-
mişlerdir.” der. Onun mezhebine göre dinin fürûları hususundaki her müc-
tehid isabet eder. Bize göre Ali isabet etmiş; diğerleri ise hata etmişlerdir.
Bununla birlikte onlar, hataları nedeniyle fısk derecesinde değildirler. Talha
ve Zübeyr’in yaptıkları hatadır; bununla birlikte yaptıkları ictihad olup on-
lar ictihad ehlidirler. Talha, Zübeyr ve Â� işe, yaptıklarından dolayı pişman ol-
muşlardır. Talha’nın ruhunu teslim etmek üzere iken, Ali’nin askerlerinden
bir gence, -Allah bilir ki âdil bir imamın biati altında ölmek istediği için-,
“Elini uzat! Mü’minlerin emirine biat için sana biat edeyim.” demiştir.[39]
Hz. Ali, Talha ve Zübeyr’in sahih bir imana sahip olduklarının deli-
li, Rıdvân Biati’ne katılanlardan olmalarıdır. Zira Allah, onlardan razı
Hz. Ali, halife olduğunda Hz. Ö� mer döneminden beri Şam’da valilik ya-
pan Muâviye, dönemin en güçlü siyasî� aktörlerinden biri haline gelmişti.
Mensup olduğu Ü� meyyeoğulları ailesi, Kureyş’in Abdümenâf kolundan olup
Cahiliye döneminde amcazadeleri Hâşimoğulları’yla Abdümenâf’ın liderliği
için rekabet halindelerdi. Mekke’deki görevlerden savaşlarda ve ticarî� se-
ferlerde komutanlık (kıyâde) görevi onların elindeydi. Ü� meyyeoğulları’nın
liderlik iddiasının İ�slâm döneminde içten içe devam ettiğini, aileden olan
Hz. Osman’ın hilafeti döneminde ise eyalet valiliklerine atanan aile mensup-
larının ailenin gücünü artırdığını söylemek gerekir. Bu güçlü valilerden biri
olan Muâviye, ailesinden gelen liderlik mirasını, Hz. Osman döneminde elde
ettiği güç ve yeteneğiyle birleştirerek Suriye’de muktedir bir vali haline gel-
mişti. Medineliler’in tamamına yakınının biatini alan Hz. Ali’ye karşı çıkarak
birkaç yıl içinde tabloyu lehine çevirmesi, siyasî� yeteneğini göstermektedir.
Hz. Ali’nin Şam’a gönderdiği yeni vali Sehl b. Huneyf yoldan geri çev-
rilince Hz. Ali, Muâviye’yi itaate çağıran bir mektup gönderdi. Muâviye,
biat etmesi için Hz. Osman’ın katillerinin cezalandırılmasını istedi. Kar-
şılıklı mektuplar ve ithamlar devam etti; ancak bir sonuç almak mümkün
olmadı.
Hz. Ali, şûra ehli olan Medineliler tarafından seçilen bir halife oldu-
ğunu, bu sebeple kendisine biat edilmesi gerektiğini ifade ediyordu. Ken-
disinden önceki üç halifenin de Medineliler’in biatiyle seçildiğinden hare-
ketle halife seçiminin Medineliler’in hakkı olduğu hususunda bir gelenek
oluştuğu kanaatindeydi. Muâviye ise Mekkeliler’e ve Medineliler’e yazdığı
mektuplarda halifeyi Müslümanlar arasında şûra ile belirleyeceklerini ifa-
de etmektedir.[47] Bu vaat, Hz. Ali’nin âsilerin baskısıyla seçilmiş olmasın-
dan rahatsızlık duyanları kazanmaya yönelik olmalıdır.
Muâviye’ye yapılan bir eleştiri de, onun Hz. Osman’ın kanını talep
etme hakkına sahip olmadığıyla ilgiliydi. Hz. Ali’ye göre Hz. Osman’ın
çocukları hayattayken kanını talep etme hakkı Muâviye’ye değil, Hz. Os-
man’ın çocuklarına aittir. Muâviye ise Hz. Osman’ın akrabası ve ailenin ile-
ri gelenlerinden biri olarak kendisinde Osman’ın kanını talep etme hakkı
görüyordu. Hz. Ali’nin eleştirisine birçok kimsenin katıldığı muhakkaktır;
ancak çok sayıda kimsenin Muâviye’yi davasında haklı gördüğü de bir ger-
çektir. Bu sebeple etrafında binlerce kişiyi toplayabilmiştir. Muâviye, ken-
disini hak sahibi görürken görüşünü, “Allah’ın haram kıldığı canı haksız
yere öldürmeyin. Kim haksız yere öldürülürse, onun velisine (hakkını alması
için) yetki verdik. (Fakat o da) öldürmede aşırı gitmesin. Çünkü kendisine
yardım edilmiş (yetki verilmiş)tir.”[48] âyetine dayandırmaktadır.[49]
Hz. Ali, öncü birliklerinin komutanı olan Eşter en-Nehaî�’yi son taarru-
zu yapmak üzere görevlendirdi. Durumun vahameti ortaya çıkınca Muâvi-
ye adamlarıyla istişare ederek çarpışmaları nasıl lehlerine çevirebilecek-
lerini konuştular.
Ehl-i Sünnet âlimleri, Hz. Ali’ye isyan edenlere âsi denilip denileme-
yeceği hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bazıları Muâviye’ye âsi demenin caiz
savunanlar olmuşsa da[64] onun savaşta mağlup olma riskini bertaraf et-
meyi düşünen profesyonel bir komutan olarak hareket ettiğini söyleme-
nin de yanlış olmadığı kanaatindeyiz. Ö� te yandan Muâviye’nin başından
itibaren Hz. Osman’ın kanını talep etme hakkını Kur’ân’a dayandırdığı ha-
tırlanırsa, Kur’ân’ın hakemliğine davetin aslında temel görüşlerinin farklı
bir şekilde ifadesi olduğu görülür. Bir başka ifadeyle söylemek gerekirse
aslında Kur’ân’ın hakemliğine başvurma önerisi Muâviye’nin daha önce
defalarca dile getirdiği Hz. Osman’ın katillerinin cezalandırılması talebi-
ne aykırı bir öneri değildi. Zira Muâviye, Hz. Osman’ın velilerine katillerin
cezalandırılmasını talep etme hakkını Kur’ân’ın verdiğini iddia ediyordu.
Kendisinin Hz. Osman’ın velisi olduğu hususundaki iddiası ise geleneğe
dayanıyordu.
Muâviye’nin talimatı üzerine Suriye ordusundaki askerler Mushaf
sayfalarını mızrakların ucuna takarak “Allah’ın Kitabı aramızda hakem
olsun!” diye bağırmaya başladılar.[65] Suriyelilerin teklifi Şam ordusunda
hemen yankı buldu. Birçok insan, Hz. Osman’ın öldürüldüğü günden beri
toplumun içine sürüklendiği şiddet ve çatışma sarmalını sorgulamaya
başlamıştı. Bölünmüş olan aynı kabileden insanlar birbirleriyle savaşıyor-
lardı. İ�ki tarafta ezan okunuyor, namaz kılınıyordu. Orada bulunmalarının
sebebinin iç muhasebesini yapıyorlar, bunu kendi aralarında konuşuyor-
lardı. Böyle bir ortamda Muâviye tarafının sembolik olarak Kur’ân’ı hava-
ya kaldırmak suretiyle Allah’ın Kitabına daveti, karşılıksız kalmadı. Teklif,
özellikle Hz. Ali’nin ordusunda önemli bir ağırlıkları olan Yemenli Araplar
arasında heyecan uyandırdı.
Hz. Ali, önerinin yenilgiyi engellemek ve zaman kazanmak için ter-
tip edilmiş bir hile olduğunu söyledi. O, Muâviye ve yanındaki adamlarını
çocukluklarından beri tanıdığını söyleyerek Kur’ân’a bağlı insanlar olma-
dıklarını anlatmaya çalıştı; ancak ordusunda savaşın durdurulmasını iste-
yenleri ikna etmeyi başaramadı.[66]
Savaşın durdurulmasını isteyenlerin taleplerinden vazgeçmeyecekle-
rini görünce, geri çekilmesi için Eşter en-Nehaî�’ye haber gönderdi. Eşter,
zaferin yakın olduğunu söyleyerek kendisine biraz zaman vermesini iste-
diyse de Hz. Ali’nin kesin talimatı üzerine savaşı durdurdu.
Kinde kabilesinin lideri Eşʻas b. Kays, Hz. Ali’den Muâviye tarafının
ne istediklerini öğrenmek üzere görüşmeye gitmesine izin vermesini
[64] Bkz. Ö� nkal, Ahmet, “Tahkim Olayı Ü� zerine Bir Değerlendirme”, İSTEM, Yıl: 1, Sayı: 2,
324 2003, s. 36-37.
[65] Bkz. İ�bn Saʻd, Muhammed (230/844), Tabakâtü’l-kübrâ, I-VIII, Beyrût 1405/1985,
IV, 255; Minkarî�, s. 474-475; İ�bn Kuteybe, İmâme, I, 101-102; Taberî�, V, 660; Makdisî�,
V, 219-220.
[66] Taberî�, V, 660-661; Dî�neverî�, s. 189; Makdisî�, V, 220.
Râşid Halifeler Döneminde İç Karışıklar ■
istedi. Hz. Ali’nin izin vermesi üzerine Eşʻas, Muâviye ile görüştü. Muâviye,
iki tarafın birer hakem görevlendirmelerini, hakemlerin sorunu Allah’ın
Kitabı’na göre çözmelerini istediklerini söyledi.[67] Bazı rivayetlere göre
Eşʻas, Muâviye ile işbirliği yapan bir haindi.[68] Onun ihanetle suçlanması,
Hz. Ali’nin sorumluluğunun azaltılarak asıl suçlu olarak gösterilmesinden
kaynaklanmış olmalıdır. Aslında Eşʻas, başta kabilesi Kinde olmak üzere
barış taraftarlarının görüşünü yansıtmış, kabile liderlerinden biri olarak
da sorumluluk üstlenmekten çekinmemiştir. Ö� te yandan onun vefatına
kadar Hz. Ali’nin sâdık bir adamı olarak yanında kaldığını biliyoruz.
b. Hakemlerin Belirlenmesi
Muâviye, kendisini temsil edecek hakem olarak Amr b. el-Â� s’ı belirle-
mişti. Şamlılar, Muâviye’yi bu kararında desteklediler. Hz. Ali de davasını
savunacak biri olarak Abdullah b. el-Abbas’ı önerdi;[69] ancak Eşʻas ve ar-
kadaşları onu kabul etmediler. Bunun üzerine Eşter en-Nehaî�’yi önerdi.
Savaşı kızıştıranların başında gelen Eşter’in olayların sorumlularından
olduğunu söyleyerek onun hakemliğini de kabul etmediler.[70]
Onlar, hakem olarak Ebû Mûsâ el-Eşʻarî�’yi düşünüyorlardı. Ebû Mûsâ,
Hz. Osman’ın öldürülmesinden kısa süre önce Kûfeliler’in valiyi kovup
onu valiliğe getirmeleri suretiyle vali olmuş; Hz. Osman da bu fiilî� durumu
onaylamak zorunda kalmıştı. Hz. Ali hilafete geldiğinde onu da azletmek
istemiş; ancak vali olarak görevlendirdiği Umâre b. Şihâb, Tuleyha b. Hu-
veylid tarafından yoldan geri çevrilmişti.
Onun görevden alınması ancak Hz. Ali’nin Basra’ya gidişinden sonra
mümkün oldu. Ebû Mûsâ, Kûfe valiliğinden azledildikten sonra Şam bölge-
sindeki Urz köyüne giderek inzivaya çekildi. Hz. Ö� mer döneminde çeşitli
görevlerde bulunmuştu. Hz. Ali, insanlara tarafsız olmalarını tavsiye eden
birisinin davasını savunamayacağını düşünüyordu. Bu husustaki kaygıları
yersiz değildi. Ancak Ebû Mûsâ’nın hakem seçilmesi için ısrar eden Eşʻas
ve onun gibi düşünenler, esasen tarafsız olduğu için onu tercih etmişlerdi.
Hakemde aradıkları Güneyli olması kriteri de Ebû Mûsâ’ya uyuyordu.
Rivâyetleri dikkatle incelediğimizde Hz. Ali ordusundaki askerlerin
hakem seçerken iki temel kriteri dikkate aldıklarını söylemek mümkün-
dür. Birincisi hakemin tarafsız olması, ikincisi Yemen kökenli olmasıdır.
Neden bu kriterleri gözettikleri hususu açıktır.
c. Tahkimnâmenin Hazırlanması
1. Bu, Ali b. Ebî� Tâlib ile Muâviye b. Ebî� Süfyân arasında yapılmış bir
antlaşmadır.
2. Ali, Irak halkı ve müttefikleri adına aşağıdaki hususlara riayet ede-
ceklerini taahhüt eder.
3. Muâviye, Şam halkı ve müttefikleri adına aşağıdaki esaslara uyacak-
larını taahhüt eder.
4. Hakemler Ebû Mûsâ Abdullah b. Kays el-Eşʻarî� ve Amr b. el-Â� s olup
Fatiha’sından hâtimesine kadar Allah’ın Kitabı ile hüküm verecekler,
Kur’ân’ın dirilttiğini diriltecek, öldürdüğünü öldüreceklerdir.
5. Kur’ân’da duruma uygun bir hüküm bulamazlarsa âdil ve birleştirici
olan Sünnet’e müracaat edeceklerdir.
6. Hakemler, bu ümmeti ihtilâf ve tefrikaya düşürmeden, savaşa tekrar
döndürmeden âdilâne karar vereceklerine söz verirler.
7. Onlar, bu esasların dışına asla çıkmayacaklar, kendi hevalarına ve
çıkarlarına göre hareket etmeyeceklerdir.
8. Hakemler bu esaslar çerçevesinde faaliyet göstereceklerine dair en
büyük yemini ederler.
9. Ali ve Muâviye, hakemlerin Allah’ın kitabı ve Resûlü’nün sünnetine
göre verecekleri karara rıza göstereceklerine en büyük yemini ve-
326 rirler. Her iki gruptan tüm Müslümanlar da verilecek kararı itirazsız
kabul edeceklerdir.
10. Ali, Muâviye ve her iki ordu mensupları, hakemlerin malları, canla-
rı ile hısım ve akrabalarının, nasıl karar verilirse verilsin emniyet
içinde olacağını yeminlerle garanti ederler. Bu hususta ümmet de
gereken yardımı yapmakla mükelleftir.
11. Hakemler şayet hükümlerinde Kur’ân’ın ve Sünnet’in hâricine çıkar-
larsa hükümlerine itibar yoktur ve Müslümanlar onların bu şekilde-
ki hükümlerinden uzaktırlar.
12. Karar, bu senenin Ramazan ayına bırakılmıştır; hakemler meşru bir
sebep olmadan bu süreyi daha fazla uzatmayacaklardır.
13. Ancak hakemlerin karşılıklı rızası ile bu süre öne alınabilir veya uza-
tılabilir.
14. Hakemler, Kûfe ile Şam’ın tam ortasında uygun bir yerde bir araya
geleceklerdir. Bu yer, Dûmetü’l-Cendel’dir.
15. Şayet Ramazan’da Dûmetü’l-Cendel’de bir araya gelinemezse ertesi
yıl Ezruh’ta buluşulacaktır.
16. Hakemler arzu ederlerse bir başka yerde de içtima edebilirler.
17. Hakemlerden biri bu arada ölürse onun yerine tarafı bir başkasını
seçecektir. Bu seçilecek kişinin adalet ve takva sahibi bir zât olma-
sında kusur edilmeyecektir.
18. Hakemlerden her biri buluşma yerine yanlarında taraflardan 400’er
kişi ile gelecektir. Bunun hâricinde ancak hakemlerin arzu ettiği ve
uygun gördüğü kimseler orada bulunabilirler.
19. Müzâkereleri de ancak hakemlerin müsaade ettiği kimseler takip
edebilirler.
20. Hakemler kararlarını verinceye kadar Ali, Muâviye ve taraftarları si-
lahlarını bırakacaklar, asla savaşmayacaklardır.
21. Bu sebeple Iraklılar Irak’a, Şamlılar da Şam’a dönecektir.
22. Bu antlaşma şartlarına riayet etmeyene karşı Allah’tan yardım di-
lenir.
23. İ�şbu Tahkimnâme 13 Safer 37 (31 Temmuz 657) Çarşamba günü ya-
zılarak aşağıda adları bulunan şahitlerin de şehadetiyle imza altına
alınmıştır.[72]
327
[72] Ö� nkal, s. 43-44. Tahkimname metni için bkz. İ�bn Kuteybe, İmâme, I, 115; Minkarî�,
s. 504-506, 510-511; Taberî�, V, 665-666; Dî�neverî�, s. 194-196; İ�bn Aʻsem, II, 201;
Yaʻkûbî�, II,190; İ�b Kesî�r, VII,307.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
[73] Wellhausen, Julius (1917), Arap Devleti ve Sukutu, Çev.: Fikret Işıltan, Ankara 1963,
s. 37; K. V. Zetterstéen, “Eşʻarî�, Ebû Mûsâ”, İA, İ�stanbul 1948, IV, 393.
[74] Vaglieri, Laura Veccia, “Ali-Muâviye Mücadelesi ve Hâricî� Ayrılmasının İ�bâdî�
Kaynakların Işığında İ�ncelenmesi”, Çev.: Ethem Ruhi Fığlalı, Ankara Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dergisi, XIX, Ankara 1973, s.148.
328 [75] Vida, G. Levi Della, “Hâricî�ler”, İA, İ�stanbul 1950, V/1, 232.
[76] Taberî�, V, 669.
[77] Ö� nkal, s. 45.
[78] Görüşmenin yeri ve zamanı hakkındaki farklılıklar ve bunların yorumu için bkz.
Ö� nkal, s. 46-47.
Râşid Halifeler Döneminde İç Karışıklar ■
330 [85] Dî�neverî�, s. 200-201; İ�bn Kuteybe, İmâme, I, 118; İ�bn Saʻd, IV, 256-257; Minkarî�, s.
546; İ�bn Aʻsem, II, 211; Taberî�, V, 683-685; Yaʻkûbî�, II, 190; Makdisî�, V, 227-229.
[86] Taberî�, V, 684.
[87] İ�bnü’l-Arabî�, Ebû Bekir (543/1148), el-‘Avâsım mine’l-kavâsım, Thk.: Muhibbuddî�n
el-Hatî�b, y.y. 1390/1970, s. 128.
Râşid Halifeler Döneminde İç Karışıklar ■
Ebû Mûsâ el-Eşʻarî�, toplantı sona erdikten sonra Hz. Ali’nin yanına
gitmek yerine Mekke’ye gitti. Hakemlerin aldıkları kararı Hz. Ali’ye Abdul-
lah b. Abbas ve Şureyh b. Hâni’ bildirdi.[88]
Hz. Ali, hakemlerin aldıkları kararı, Allah’ın kitâbı ve Resûlü’nün sün-
netine uyulmadığı gerekçesiyle kabul etmedi. Ona göre karar Tahkimnâ-
me’ye uygun olarak alınmadığı için yok hükmündeydi. Amr, görüşmeler-
den sonra Şam’a gitmiş ve orada Muâviye’ye biat edilmişti.[89]
[92] Bkz. Demircan, Adnan, “Ali b. Ebî� Tâlib’in Siyasî� Hayatı Bağlamında Hâricî�, Şiî� ve
Sünnî� Tarih Okumaları Arasında Bir Karşılaştırma”, Hz. Ali Dönemi ve Ehl-i Beyt,
Beyan Yayınları, İ�stanbul 2008, s. 192-196.
[93] Bağdâdî�, Fark, s. 277.
[94] Bağdâdî�, Usûl, s. 292.
332 [95] Nesefî�, II, 891.
[96] el-Hanefî�, Ebû Muhammed Osman b. Abdullah b. Hasan el-Irakî�, el-Fıraku’l-müfterika
beyne ehli’z-zeyğ ve’z-zândaka, Thk.: Yaşar Kutluay, Ankara 1961, s. 11; Tâlibî�, Ammâr,
Ârâ’ü’l-Havâric el-kelâmiyye, I-II, Cezayir 1398/1978, I, 32; el-Mağribî�, Abdülfettâh,
el-Fıraku’l-kelâmiyye el-İslâmiyye, medhal... dirâse, Kahire 1407/1986, s. 176.
Râşid Halifeler Döneminde İç Karışıklar ■
[97] Buhârî�, Ebû Abdullah Muhammed b. İ�smail (256/870), Sahîh, İ�stanbul 1992,
Menâkıb, 25.
[98] el-Eşʻarî�, Ebü’l-Hasan Ali b. İ�smail (324/936), Kitâbü Makâlâti’l-İslâmiyyîn ve ihtilâ-
fi’l-musallîn, Thk.: Hellmut Ritter, 3. baskı, Weisbaden 1400/1980, s. 128.
[99] Eşʻarî�, Makâlât, s. 128; Abdürrezzâk Hüseyin, Şiʻru’l-Havâric, Amman 1407/1986,
s. 13; Mağribî�, s. 176; Celî�, Ahmed Muhammed Ahmed, Dirâse ani’l-fırak fî târî-
hi’l-Müslimîn: el-Havâric ve’ş-Şîa, 2. baskı, Riyâd 1408/1988, s. 51.
[100] Eşʻarî�, Makâlât, s. 128; Hanefî�, s. 10.
[101] Herhalde çok ibadet etmelerinden dolayı alınlarının kararması sebebiyle bu isimle
anılmışlardır.
[102] Muhtemelen Bakara, 2/9’a nispetle kendilerine bu isim verilmiştir.
[103] Tâlibî�, I, 32.
[104] “Hâricîler cehennem köpekleridir.” (İ�bn Mâce, Ebû Abdullah Muhammed b. Yezî�d el-
Kazvî�nî� (275/888), es-Sünen, İ�stanbul 1401/1981, Mukaddime, 12).
[105] el-Câhız, Ebû Osman ‘ Amr b. Bahr (255/869), el-Hayavân, Thk.: Abdüsselâm
Muhammed Hârun, I-VII, Beyrût 1388/1969, I, 271; Taberî�, VII, 11; İ�bn Ebî�’l-Hadî�d
(655/1257), Şerhu Nehci’l-Belâğa, Thk.: Heyet, I-V, Beyrût 1983, II, 30.
[106] Maʻrûf, Nâyif Mahmûd, el-Havâric fi’l-asri’l-Ümevî neş’etûhûm, târîhuhüm, ‘akâidü-
hûm, edebuhum, 2. baskı, Beyrût 1401/1981, s. 194.
[107] es-Sakkâ, Ahmed Hicazî�, el-Havâricu’l-Harûriyyûn, Kahire 1980, s. 21.
[108] Tâlibî�, I, 32.
[109] Taberî�, V, 677; İ�bn Kuteybe, İmâme, I, 115; Dî�neverî�, s. 196-197. 333
[110] en-Nuʻaymî�, Selî�m, “Zuhûru’l-Havâric”, Mecelletü’l-Mecmaʻi’l-Irâkî, Bağdat 1967,
XV,10-38, s. 18.
[111] Wellhausen, Julius, İslâmiyetin İlk Devrinde Dinî-Siyasî Muhalefet Partileri, Çev.:
Fikret Işıltan, Ankara 1989, s. 16.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
a. Haricîliğin Doğuşu
Hâricî�lerin tahkime karşı olan tavırlarını ilk kez slogan halinde dile
getiren kişi Urve b. Udeyye’dir.[115] Eşʻas b. Kays, kabileleri gezerek tahkim
belgesini duyurduğu sırada, Benû Temî�m’e gittiğinde Urve, “Allah’ın işin-
de insanları hakem tayin ediyorsunuz. Hüküm ancak Allah’ındır.” diyerek
kılıcıyla Eşʻas’ın bineğine vurdu. Bu olay Yemenliler’le Temî�mliler’i karşı
karşıya getirdi; ancak birçok kişi araya girerek olayları yatıştırdı.[116]
[112] Watt, W. Montgomery, İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri, Çev.: Ethem Ruhi Fığlalı,
Ankara 1981, s. 11.
334 [113] Watt, s. 17.
[114] İ�bn Kesî�r, VII, 194.
[115] Taberî�, V, 667; eş-Şemmâhî�, Ebü’l-Abbas Ahmed b. Ebî� Osman Saî�d b. Abdülvâhid
(928/1522), Kitâbü’s-Siyer, Cezayir, tsz., s. 67-68; İ�bn Ebî�’l-Hadî�d, I, 462,464.
[116] Taberî�, V, 667.
Râşid Halifeler Döneminde İç Karışıklar ■
Hz. Ali, tahkimi kabul edip Kûfe’ye yönelince ordusundan 12000 kişi
ayrılarak Harûrâ’ denilen yere gittiler.[119] Hâricî�ler burada başlarına as-
kerî� komutan olarak Şebes b. Rib’î�’yi, namaz kıldırmak için de Abdullah b.
el-Kevvâ’yı seçtiler.[120]
Hz. Ali tekrar kendi ordusuna katılmalarını sağlamak için onlara önce
Abdullah b. Abbas’ı gönderdi, sonra da kendisi onlarla konuştu.[121] Hz. Ali,
Harûrâ’a yaptığı konuşmadan sonra Hâricî�ler’i ikna ederek kendisiyle bir-
likte Kûfe’ye gitmelerini sağladı.[122] Hâricî�ler, Kûfe’ye gittikten sonra Hz.
Ali’nin tahkimden vazgeçtiği söylentisini yaydılar. Hz. Ali, bunu duyunca
mescidte bir konuşma yaparak tahkimden dönmesinin söz konusu olama-
yacağını, zira ortada yapılmış bir anlaşma bulunduğunu söyledi.[123]
Hz. Ali, Ebû Mûsâ el-Eşʻarî�’yi daha önce kararlaştırıldığı gibi tahkim
toplantısına gönderince, Hâricî�ler de artık kesin olarak ondan ayrılmaya
karar verdiler. Abdullah b. Vehb er-Râsıbî�’nin evinde bir toplantı düzenle-
yerek ona imam olarak biat ettiler (19 Şevvâl 37/ 30 Mart 658).[124] Başka
bir toplantılarında ise Kûfe’den ayrılarak Nehrevân’da toplanmayı karar-
laştırdılar.[125]
Hâricî�ler, Nehrevân’da toplandıkları sırada hakemler kararlarını
açıkladılar. Hz. Ali, hakemlerin Allah’ın kitabına aykırı karar verdiklerini
söyleyerek kararlarını tanımadığını açıkladı. Ayrıca Şamlılar’la savaş için
hazırlık yapılması emrini verdi. Bu arada Hâricî�ler’e de bir mektup gönde-
rerek hakemlerin kararını tanımadıklarını, Şamlılar’a karşı düzenleyeceği
sefere onların da katılmalarını talep etti. Hâricî�ler onun davetine verdik-
leri cevapta, “Sen Allah rızası için değil, kendin için kızıyorsun. Eğer küfre
düştüğüne şehadet edip tövbe edersen, aramızdaki duruma bakarız. Aksi
halde senden ayrılmış bulunuyoruz.” dediler.[126]
a. Nehrevân Savaşı
Muâviye Sıffî�n’den sonra Şam’da halife seçilince Hz. Ali’nin hâkim ol-
duğu bölgeleri ele geçirmek üzere faaliyetlere girişti.
Hz. Ali’nin, Kays gibi samimi bir taraftarını Mısır valiliğinden azlet-
mesi, Muâviye’yle giriştiği mücadelede önemli bir yanlış kararı olarak de-
ğerlendirilir.[149] Kays, azledildikten sonra yerine bu sırada 26 yaşlarında
olan[150] Hz. Ali’nin üvey oğlu Muhammed b. Ebî� Bekir tayin edildi.[151]
Tahkim görüşmeleri yapıldığı sırada Mısır’da Muhammed b. Ebî� Be-
kir valilik yapıyordu. Muhammed, vali olduktan sonra Hz. Osman taraftar-
larının biat etmesini sağlamak için onları sıkıştırmaktan geri durmadı.[152]
Muhammed’in tavrı, Hz. Osman taraftarlarının Muâviye’ye yanaşmalarına
sebep oldu.
Tahkim görüşmelerinden sonra Muâviye, askerlerini Mısır üzerine
gönderdi. Hz. Osman taraftarlarına yapılan baskılar, onların da valiye kar-
şı çıkmalarına ve hatta ayaklanmalarına neden olmuştu. Nitekim Muâviye
b. Hudeyc el-Kindî� es-Sekûnî�, Hz. Osman’ın kanını talep iddiasıyla ayak-
lanmıştı. Muâviye b. Hudeyc’i buna Muâviye teşvik etmişti.[153]
Mısır’daki karışıklıkları Muhammed’in bastıramayacağını anlayan
Hz. Ali, onun yerine daha önce Cezî�re valiliğine getirdiği Eşter’i gönder-
meye karar verdi. Eşter, Mısır’a gitmek için önce Kûfe’ye uğrayarak ha-
zırlıklarını tamamladıktan sonra yola çıktı; ancak Muâviye’yle anlaşan bir
âmil tarafından yolda zehirletildi.[154] Eşter’in ölümü üzerine Muhammed
b. Ebî� Bekir, fiilen görevi bırakmadan valiliğe devam etti.[155]
Muâviye, Amr b. el-Â� s komutasında 6.000 kişilik bir orduyu Mısır
üzerine gönderdi. Mısır’daki Hz. Osman taraftarları da bu orduya katıl-
dılar. Muhammed b. Ebî� Bekir, Hz. Ali’den yardım istedi; ancak beklediği
yardımı alamadı. Hz. Ali, önce yardım göndermek yerine nasihat etmek-
le yetinmek zorunda kaldı; zira Kûfe’den yeterli sayıda askeri zamanın-
da toplayıp göndermekte başarısız oldu. Daha sonra gönderilen askerler,
yola çıktıktan birkaç gün sonra Muhammed’in öldürüldüğü haberini alın-
ca geri döndüler.[156]
Muhammed b. Ebî� Bekir, Mısır’dan topladığı yaklaşık 4.000 kişilik bir
orduyla Amr b. el-Â� s’a karşı koymaya çalıştı. Aralarında meydana gelen
[149] Bkz. Bakır, Abdulhalik, Hz. Ali b. Ebî Talib, Elazığ [1998], s. 145.
[150] İ�bn Kesî�r, VII, 346.
[151] Taberî�, V, 592.
[152] Bkz. Belâzürî�, III, 167; Taberî�, VI, 6. 339
[153] Belâzürî�, III, 167.
[154] Belâzürî�, III, 167-168; Ya‘kûbî�, II, 194; Taberî�, VI, 7.
[155] Taberî�, VI, 8-9.
[156] Bkz. Belâzürî�, III, 170; İ�bnü’l-Esî�r, III, 358-359.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
[157] Bkz. Halî�fe b. Hayyât (240/854), Târîh, Thk.: Süheyl Zekkâr, Beyrût 1414/1993, s.
144; Belâzürî�, III, 170-172; Ya‘kûbî�, II, 194; Taberî�, VI, 12-17; Makdisî�, V, 226; İ�bn
Kesî�r, VII, 346-350.
[158] Bkz. Halî�fe b. Hayyât, s. 148; Belâzürî�, III, 185-196; Taberî�, VI, 23-26.
[159] Belâzürî�, III, 191-193; Taberî�, VI, 25-26.
[160] Belâzürî�, III, 205; Ya‘kûbî�, II, 195; Taberî�, VI, 48, 49; İ�bnü’l-Esî�r, III, 375; İ�bn Kesî�r,
VII, 354.
[161] Bkz. Belâzürî�, III, 197; Ya‘kûbî�, II, 195; Taberî�, VI, 50-51; İ�bnü’l-Esî�r, III, 377.
[162] Belâzürî�, III, 198; Ya‘kûbî�, II, 195-196.
[163] Belâzürî�, III, 198; Ya‘kûbî�, II, 196; Taberî�, VI, 51; İ�bnü’l-Esî�r, III, 377; ayrıca bkz. İ�bn
340 Aʻsem, II [III-IV], 216.
[164] Bkz. Belâzürî�, III, 201; İ�bn Aʻsem, II [III-IV], 222-223; Taberî�, VI, 49; İ�bnü’l-Esî�r, III,
376.
[165] Belâzürî�, III, 201; Taberî�, VI, 49; İ�bn Aʻsem, II [III-IV], 223.
[166] Bkz. Belâzürî�, III, 201.
Râşid Halifeler Döneminde İç Karışıklar ■
[167] Belâzürî�, III, 209; Taberî�, VI, 50; İ�bnü’l-Esî�r, III, 376-377; İ�bn Kesî�r, VII, 354-355.
[168] Halî�fe b. Hayyât, s. 149-150; Belâzürî�, III, 219-221; Taberî�, VI, 51; İ�bn Aʻsem, II [III-
IV], 216-219; İ�bnü’l-Esî�r, III, 377.
[169] Belâzürî�, III, 211- 215; Ya‘kûbî�, II, 198-199; Taberî�, VI, 54-55; İ�bnü’l-Esî�r, III, 383-
384; İ�bn Kesî�r, VII, 356-357; ayrıca bkz. İ�bn Aʻsem, II [III-IV], 228-234; İ�bn Kuteybe,
Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim ed-Dî�neverî� (276/889), el-Maʻârif, Thk.: Servet
Ukkâşe, Kahire 1992, s. 122. 341
[170] Halî�fe b. Hayyât, s. 150, 151; Taberî�, VI, 55; İ�bn Aʻsem, II [III-IV], 236-237; Ya‘kûbî�,
II, 199; İ�bnü’l-Esî�r, III, 384-385.
[171] Ya‘kûbî�, II, 201.
[172] Bkz. İ�bn Aʻsem, II [III-IV], 240-242; Taberî�, VI, 27-47; İ�bnü’l-Esî�r, III, 364-370.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
Hz. Ali’ye karşı koyarken Muâviye açısından önemli bir sorun Bi-
zans’la ilişkilerdir. İ�ç mücadelede rahat hareket edebilmek için Bizans
cephesini emniyet altına alması gerekiyordu. Bu amaçla Bizans Kayser’ine
hediyeler göndererek onunla bir anlaşma yaptı (39/659).[176] Barış karşı-
lığında vergi ödeyerek Bizanslılar’la anlaşmak ona, Hz. Ali ile mücadele-
sinde rahat hareket etme imkânı sağladı.
[173] İ�bn Kesî�r, VII, 355. Hz. Ali, 39/659’da Ziyâd b. Ebî�h’i 4.000 kişilik bir orduyla Fâris
ve Kirmân’a vali olarak gönderdi (İ�bn Kesî�r, VII, 355).
[174] Taberî�, VI, 55; İ�bnü’l-Esî�r, III, 385; İ�bn Kesî�r, VII, 357; Wellhausen, s. 48.
[175] Taberî�, VI, 56; İ�bnü’l-Esî�r, III, 385; İ�bn Kesî�r, VII, 357.
[176] Bkz. İ�bn Aʻsem, I [I-II], 530; Ya‘kûbî�, II, 217; krş. Wellhausen, s. 47; Uçar, Şahin,
Anadolu’da İslâm-Bizans Mücadelesi, İ�stanbul 1990, s. 76.
[177] Kaegi, Walter E., Bizans ve İlk İslâm Fetihleri, Çev.: Mehmet Ö� zay, İ�stanbul 2000, s.
342 281.
[178] Kaegi, s. 281.
[179] Bkz. İ�bnü’l-Esî�r, III, 387; İ�bn Kesî�r, VII, 357.
[180] Belâzürî�, II, 396-400; Taberî�, VI, 56-58; İ�bn Abdirabbih, V, 97-98; İ�bnü’l-Esî�r, III,
386.
Râşid Halifeler Döneminde İç Karışıklar ■
Hac ibadetini yerine getirmek için Mekke’ye giden bazı Hâricî�ler, bu-
rada bir toplantı düzenleyerek ümmetin içine düştüğü siyasî� bunalımın
sona erdirilmesi için Hz. Ali, Muâviye ve Amr b. el-Â� s’ın öldürülmesine
karar verdiler. İ�bn Mülcem, Hz. Ali’yi; el-Bürek, Muâviye’yi; Amr b. Bekir
et-Temî�mî� de Amr b. el-Â� s’ı öldürme görevini üstlendi. Ü� ç suikastın da
aynı gün, 17 Ramazan 40 (24 Ocak 661) tarihinde düzenlenmesi karar-
laştırıldı.[182]
İ�bn Mülcem, Kûfe’ye gittikten kısa bir süre sonra Teym er-Ribâb ka-
bilesinden Katâm bt. Alkame adlı bir kadınla mihr olarak Hz. Ali’yi öldür-
mek üzere evlendi.[183] Katâm, Hâricî�ler’den bir kadın olup babasıyla kar-
deşi Nehrevân Savaşında öldürülmüştü.[184] Bu sebeple, Hz. Ali’ye karşı kin
besliyordu.
Amr b. Bekir de aynı gece Mısır valisi Amr b. el-Â� s’ı öldürmek için
pusu kurdu; fakat vali hasta olduğu için onun yerine namazı kıldırmak
için camiye giden kadısı Hârice b. Huzâfe’yi yanlışlıkla öldürdü. Kendisi de
kısas edilerek cezalandırıldı.[190]
***
Hz. Peygamber’e çocuk yaşlarda iman eden Hz. Ali, râşid halifelerin
sonuncusu olarak karışık bir ortamda iktidara geldi. Hz. Ebû Bekir halife
seçildiği sıralarda siyasî� iddiası ve beklentisi olduğu halde Hz. Osman’ın
öldürülmesinden sonra halife olmak istemedi. Ancak görevi kabul etmesi
yönündeki ısrarlar üzerine halife oldu.
Hz. Ali’nin ilk icraatı valileri görevden azletmek oldu. Atadığı yeni
valiler daha önce iktidardan uzak kalan muhaliflerdi. Bu arada Hz. Ab-
bas’ın çocuklarına görev vererek Hâşimoğulları’nı da ihmal etmedi. Şam’a
344
[188] İ�bn Saʻd, III, 34.
[189] Dî�neverî�, s. 215; İ�bn Kuteybe, İmâme, I, 139; Müberred, III, 201; Makdisî�, V, 231.
[190] Taberî�, VI, 65; İ�bn Saʻd, IV, 188; VII, 496; Dî�neverî�, s. 216; İ�bn Kuteybe, İmâme, I,
139; Makdisî�, IV, 231.
Râşid Halifeler Döneminde İç Karışıklar ■
atanan Sehl b. Huneyf ile Kûfe’ye atanan Umâre b. Şihâb görev yerlerine
gidemediler. Basra’ya atanan Osman b. Huneyf ile Mısır’a atanan Kays b.
Sa‘d, atandıkları eyaletlerde çok sayıda Osman taraftarı olduğunu gördü-
ler.
Muâviye, hakem olarak Amr b. el-Â� s’ı seçti. Hz. Ali ise adamlarına 345
kendisini temsilen Abdullah b. Abbas’ın hakem olmasını önerdi. Ö� zellik-
le Yemenli Araplar, ümmetin kaderinin tayin edileceği bir meselede iki
Kuzeylinin karar vermesine izin vermeyeceklerini söylediler. Hz. Ali’nin
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
Ebû Mûsâ’nın hakem seçilmesi, tahkimin Hz. Ali için olumsuz başla-
ması anlamına geliyordu. Zira Amr, gelişmelerin içinde Muâviye taraftarı
olarak yer alırken Ebû Mûsâ tarafsız kalmayı tercih etmişti. Bir anlamda
kendisini Hz. Ali’yi savunmak zorunda hissetmeyecekti. Oysa Amr, Muâvi-
ye’yi savunurken aynı zamanda kendi siyasî� duruşunu da savunmuş ola-
caktı.
Tahkimin kabul edilmesi, Hz. Ali’nin başına -hayatına mal olacak sü-
reci başlatan- başka bir bela açmıştı. Tahkimi kabul etmenin konumlarını
tartışmaya açmak anlamına geldiğini savunan bir grup, tahkime ilk tepki-
lerini belge açıklandığında gösterdiler. Ö� nce Hz. Ali’den ayrılan bu grup
Abdullah b. Abbas’ın ve Hz. Ali’nin onlarla yaptıkları görüşmelerden sonra
Kûfe’ye gitmeye razı oldular. Hâricî�ler dediğimiz bu grubun beklentisi Hz.
Ali’nin tahkimden vazgeçerek hakemi göndermemesiydi.
Hz. Ali, Hâricî� sorunuyla uğraşırken Muâviye boş durmuyordu. Bir ta-
raftan kendisi açısından önemli olan Mısır’ı ele geçirdi. Diğer taraftan Hz.
Ali’nin hâkimiyeti altındaki diğer bölgelere taciz saldırıları yaptırdı.
347
Prof. Dr. Mehmet Bahaüddin VAROL
Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Hz. Ali’ye yaralı olarak geçirdiği iki günde halifelik konusunda bazı
tekliflerde bulunulmuştur. “Seni kaybedersek Hasan’a biat edelim mi?” so-
rusuna O: “Bunu size ne emrederim ne de nehyederim.”[1] diye cevap ver-
miştir. Yine bu günlerde kendisinden insanlara bir halife tayin etmesini
isteyenlere: “Sizi Resûlullah’ın bıraktığı gibi bırakıyorum.”[2] diyerek ken-
disinden sonraki duruma müdahele etmek istememiştir. Hz. Ali’ye gelen
bu teklifler yukarıda işaret etmeye çalıştığımız toplumsal beklentiyi ifade
etmektedir. İ�nsanlar Hz. Ali’nin mücadele ve idealini devam ettirecek en
uygun kişinin Hz. Hasan olduğunu düşünüyorlardı.
Hz. Ali’nin vefatından iki gün sonra 21 Ramazan 40/ 28 Ocak 661’ de
Hz. Hasan’a biat edilmiştir.[3] O, kendisine bazı şartlarla biat etmek iste-
yenlere; “Barış yaptığımla barış, savaş yaptığımla savaş” sözü vermedikçe
Hz. Hasan’ın genel biat öncesinde halka yaptığı konuşma, onun iler-
leyen süredeki uygulamalarının hangi yönde olacağı hakkında da ipuçları
vermektedir. O bu konuşmasında şunları söylemiştir: “Ey insanlar, beni
biliyorsunuz, eğer bilmeyen varsa ben, uyarıcı, müjdeleyici ve Allah’a davet
edici Muhammed Resûlullah’ın torunu Hasan’ım. Ben Ehl-i beyttenim. Öyle
Ehl-i beyt ki, Allah onlardan her türlü kusuru gidermiş ve onları tertemiz
kılmıştır. Yine Kur’an’da, “Kim bir iyilik yaparsa biz onu kat kat artırırız...”
âyetiyle ifade olunup, kendilerine sevgi beslenilmesi Allah tarafından farz
kılınan Ehl-i beyttenim. Bu âyetteki iyilik Ehl-i beyt’e yapılan iyiliktir.” Hz.
Hasan’ın Ehl-i beyt olduklarını açık açık ifade ettiği bu hutbesinden sonra,
Ubeydullah b. Abbas kalkarak Hz. Hasan’ın elini tutmuş ve tüm halkı ona
biate çağırmıştır. Halk da: “Bizim en sevdiğimiz, hilafete en layık olan da
sizlersiniz...” diyerek ona biat etmişlerdir.[5]
Hz. Hasan halifeliğindeki ilk icraatı olarak babasının katili İ�bn Mül-
cem’e kısas tatbik etmiştir.[6] Vilâyetlerdeki valilerde bir değişiklik yapma-
mış[7] ve onlara gönderdiği mektupla idarecilerin ve halkın kendisine bi-
atını talep etmiştir. Hz. Hasan’ın bu talebine Şam ve Mısır dışında olumlu
cevaplar gelmiş ve islâm toplumunun halifesi olarak kabul edilmiştir. Di-
ğer taraftan Hz. Hasan toplumsal beklentiye farklı bir cevap olarak asker-
lerin maaşını da yüz dirhem artırmıştır.[8] Zira önceki dönemlerde ortaya
çıkan olaylar nedeniyle ekonomik kayıplar taraftar kitlenin çok etkilendi-
ği hususlardan bir tanesi olmuştu.
Bu esnada Kûfe’de Hz. Ali’nin şehid edilip Hz. Hasan’a biat edildiğini
haber alan Muâviye halkı toplayarak onlara bir konuşma yapmış, deva-
mında ise Hz. Hasan’ın ordusundaki bazı kimselerin beraberlerindekilerle
[4] İ�bn Sa’d, VI, 370; İ�bn Kesî�r, Ebü’l-Fidâ İ�smail (v.774/1372), el-Bidâye ve’n-Nihâ-
ye, Beytü’l-Efkâri’d-Devliyye Baskısı (I-II), Lübnan 2004, I, 1199; el‑Beyâsî�,
Ebü’l‑Haccâc Yusuf, el‑İ’lâm bi’l‑Hurûbi’l‑Vakıa fî Sadri’l‑İslâm, Amman 1987, I, 220.
[5] el-Isfahânî�, Ebü’l-Ferac Ali b. Hüseyin, Mekâtilü’t-Tâlibiyyîn, Thk: Seyyid Ahmed
Sakr, Beyrût, 1987, s. 62; 351
[6] Taberî�, Târîh, V,148,149; Ya’kûbî�, Ahmed b. Ebî� Ya’kûb, Târîhu’l-Ya’kûbî, Beyrût,
1995, II, 214.
[7] Taberî�, Târîh, V, 160.
[8] Isfahânî�, Mekâtilü’t-Tâlibiyyîn, 61,62.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
Hz. Hasan kendisine biat edilmesinden sonra bir süre Kûfe’de kalmış-
tır. Daha sonra onun Muâviye ile ortaya çıkan bu durum karşısında gerek-
li hazırlıklar için girişimde bulunduğu görülmektedir. En yakınlarından
olan Hucr b. Adî�y’e, insanların hazırlanması ve ordunun harekete geçme-
si için hazırlıklara girişmesini söylemişti. Kendisi de halka bir konuşma
yaparak onları ordusuna katılmaya davet etmişti. Ancak insanlar bu da-
vete katılma konusunda çok da istekli görünmemişlerdi. Durumu gören
Adî� b. Hâtim et-Tâî�; “Sübhanallah, İmamınıza itaat etmiyor musunuz?”
diyerek onlara tepki göstermiştir.[11] Hz. Hasan’ın daha işin başında iken
ordu toplama ve insanların desteğini sağlama konusunda karşı karşıya
kaldığı bu durum gerçekten düşündürücüdür. Yukarıda da ifade ettiğimiz
gibi kendisinin barış yaptığıyla barış, savaş yaptığıyla savaş yapmak üzere
biat edenler acaba nerededir? Bütün istek ve gayretlere rağmen burada
toplanan ordunun sayısı ile ilgili olarak ortaya çıkan rakamın yetersiz ve
Kûfe’nin potansiyeli yanında oldukça düşük olduğu ifade edilmektedir.[12]
Yaşandığı döneme ait etkinin yanısıra İ�slâm Tarihi’nde ilk ve son defa
görülen bir olay olması nedeniyle Hz. Hasan’ın hilafeti Muâviye’ye devret-
mesi ile bu bağlamda yapılan anlaşma kaynaklarda geniş yer almaktadır.
Ancak bu bilgiler içerisinde olayın gerçek ve doğru yönünü bulmak ne-
redeyse mümkün değildir. Çünkü mezhebî� ve fikrî� saplantılar nedeniyle
olayları olduğu gibi değil istenildiği gibi görme yaklaşımı bir çok rivayetin
ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu da olaylar ve kişiler hakkında ger-
çek bilgileri tespit edip doğru tespitlere ulaşmayı zorlaştırmaktadır.
Hz.Ebû Bekir ile onlar arasındaki gibi olduğuna işaret ederek kendisine
Irak beytülmâlinin tamamını veya istediği bir bölgenin haracını ihtiyaç-
ları için verebileceğini belirtmişti.[21] Muâviye’nin bu mektubu gerçekten
onun tecrübe ve siyasî� dehasını ortaya koyan bir örnek görünümündedir.
Zira o, Hz. Ali’yi çok iyi tanıdığı gibi Hz. Hasan’ı da çok iyi tanımaktadır.
Onun etrafındaki kişilerin ve ordusunun durumunu çok iyi bilmektedir.
Yaşadığı zorluk ve sıkıntıları takip etmektedir. Bu nedenle ona kapalı bir
teklifte bulunmaktadır. İ� şte bu mektup barış görüşmelerini başlatan ilk
kıvılcım olmuştur. Hz. Hasan bu mektup içeriğini muhafaza ederek ordu
hazırlıklarına devam etmiştir. Çünkü o Muâviye’nin bu konuda ne kadar
samimi olduğunu bilmemektedir. Yine ordusu içerisinde sürekli Muâvi-
ye ile mücadele etmek arzusunda olan kişileri hemen barış konusun-
da ikna etmek mümkün olmayacaktır. Bu nedenle o mektubu muhafaza
ederek işlerine devam etmiştir.
Kaynaklar Hz. Hasan’ın hilafeti Muâviye’ye teslim tarihi ile ilgili ola-
rak farklı bilgiler vermekle birlikte 41. yıl (661) olduğu konusu ağırlık-
lı olarak tercih edilmektedir. Nitekim bu nedenle bu yıla Â� mü’l-Cemâ’a
(birlik yılı) denmiştir.[29] Buna bağlı olarak onun hilafet süresi 6 ay 12 gün
olmuştur.[30]
Görüldüğü gibi şartlar her iki taraf için de ağır yükümlülükler getir-
meyen bir çerçeveye sahiptir.[32] Muâviye’nin idareyi ele geçirme nokta-
sında evet demeyeceği hiçbir şeyin olmadığı bir durumda Hz. Hasan’ın ge-
rek kendisi ve taraftarları gerekse diğer insanlar ve hilafetle ilgili istekleri
bu çerçevededir. Bu isteklerin ne kadar gerçekleşip ne kadar gerçekleş-
mediği ise belirsizdir. İ�lerleyen süreçte bu taahütlerin çoğunun gerçekleş-
mediği bilinmektedir. O esnada Muâviye’nin altı milyon dirhem bulunan
Kûfe beytülmâlini ona teslim ettiği belirtilir.[33] Hz. Hasan’ın onu alarak,
yakınlarıyla birlikte Medine’ye dönmek için hazırlandığı, Muâviye’nin de
Hz.Ali’ye hakaret etme işine son verdiği bildirilmektedir. Ancak daha son-
ra Muâviye’nin tahrikleriyle Fesâ ve Darabcerd’in haracının kendilerine
ait olduğu gerekçesiyle itiraz ettikleri ve Hz. Hasan’ın bu amaçla oradaki
görevlisini çıkardıkları, Muâviye’nin bundan sonra on yıl yaşayan Hz. Ha-
san’a her yıl bir milyon dirhem verdiği haber verilmektedir.[34]
[31] Konu ile ilgili olarak bkz.: İ�bn Sa’d, VI, 381-384; Belâzürî�, Ensâb, III, 286, 287; İ�bnü’l-
Esî�r, İ�bnü’l-Esî�r, Üsdü’l-Ğâbe, II, 14; Zehebî�, Târîhu’l-İslâm, (41-60), 38;
[32] Geniş bilgi için bkz.: Kapar, M.Ali, “Halifeliğin Emeviler’e Geçişi ve Verâsete
Dönüşmesi”, İ�stanbul 1998, s.26..vd. 357
[33] İ�bn Sa’d, VI, 381; İ�bn Kesî�r, el-Bidâye, I, 1199.
[34] İ�bn Sa’d, VI, 382; İ�bn Hacer, el-İsâbe, I, 329.
[35] İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, 465.
[36] İ�bn Sa’d, VI, 385
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
[37] Fazlullah, Sulhul-İmamü’l-Hasen, 107. Tepkilerle ilgili diğer bilgiler için bkz.: İ�bn
Sa’d, VI, 384; İ�bn Kesî�r, el-Bidâye, I, 1200; İ�bn Abdilberr, el-İstiâb, I,371; Zehebî�,
Târîhu’l-İslâm, (41-60), 5.
358 [38] İ�bn Sa’d, VI, 385.
[39] Ya’kûbî�, II, 214; Taberî�, Târîh, V, 160-164.
[40] Geniş bilgi için bkz.: Adil Edib, Devru Eimmeti Ehli’l-Beyt fi’l-Hayati’s-Siyâsiyye,
Beyrût 1988, 188..vd.; Apak, Â� dem, Anahatlarıyla İslâm Tarihi(2) Hulefâ-yi Râşidîn
Dönemi, s. 386..vd.; Gülgûn Uyar, İslâm Târîhinde Ali-Fâtıma Evladı Ehl-i beyt, 51..vd.
Hz. Hasan’ın Halifeliği ve Döneminde Meydana Gelen Olaylar ■
sunarak anlaşma yolunu açık tutması çok önemlidir. Kaynaklar onun için:
“Paranın iş gördüğü yerde konuşmaya, dilin iş gördüğü yerde kırbaca, kır-
bacın iş gördüğü yerde kılıca gerek duymazdı” demektedirler.[43] Hz. Hasan,
ondan öyle bir mektup almamış olsaydı belki de tavrı ve hareketleri çok
daha farklı olacaktı. Yine Muâviye’nin zaman zaman gönderdiği elçiler
ve sergilediği tutum ve tavır da Hz. Hasan’ı anlaşma konusunda cesaret-
lendirmiştir. Sonuçta siyasî� anlamda kaybeden belki Hz. Hasan olmuştur
ama, onun sergilediği tavır farklı bir görüntü olarak İ�slâm Tarihi’ndeki ye-
rini almıştır.
e. Diğer sebepler
Hz. Hasan ile Muâviye’nin Kûfe’ye geliş tarihleri genel kabule göre 25
Rebiulevvel 41/29 Temmuz 661’dir.[49] Hz.Ali’nin 17 Ramazan 40’da sui-
kaste uğradığı dikkate alınacak olursa Hz. Hasan’ın altı ayı aşkın bir süre
halife olarak tanındığını belirtmek mümkündür.[50]
İ�şte Hz. Hasan Kûfe’de yapılan biat ve hilafeti teslim ilanından sonra
tüm yakınları ve sevenleri ile birlikte Medine’ye gitmiş, siyasî� faaliyetler-
den uzak bir hayat yaşamıştır.[51] Onun burada on yıl kadar daha yaşadığı
bildirilmektedir.[52] Onun bu süre içerisinde neler yaptığı, nasıl bir yaşam
Hz. Hasan yaklaşık on yıl süren Medine günlerinin ardından bir gün
hastalanmış ve bu hastalığının sonucunda da vefat etmiştir. Hz. Hasan’ın
vefatıyla ilgili üzerinde en çok tartışmanın olduğu konu onun zehirlene-
rek öldürüldüğü iddiasıdır. Hz. Hasan’ın torunu Abdullah b. Hasan’dan
nakledilen bilgide doktorların onun hastalığını teşhiste ihtilaf ettikleri ve
bağırsaklarının zehirden parçalandığı ifade edilmektedir. Bunun üzerine
kardeşi Hüseyin: “Ey Ebû Muhammed seni kim zehirledi?” diye sorunca o:
“Niçin soruyorsun kardeşim, şu fani dünya birkaç geceden ibarettir. Bırak,
ben ve beni zehirleyen Allah katında biraraya geleceğiz.” diyerek onu söy-
lemeyi reddettiği belirtilmektedir.[55] Ayrıca onun bir defadan fazla zehir-
lendiği anlaşılmaktadır. Ancak o çevresindeki kişilerin bütün ısrarlarına
rağmen bunu kimin yaptığını kesinlikle söylememiştir.[56] İ�bnü’l-Esî�r ise
onun zehirlenmesiyle ilgili bilgi verirken şöyle demektedir: “Onun ölüm
sebebi hanımı Ca’de bint. Eş’as tarafından zehirlenmesi idi. Kırk gün bo-
yunca kustu ve öylece vefat etti. Hastalığı arttığında kardeşi Hüseyin’e: “Ey
kardeşim üç defa zehirlendim. Ancak bu defaki başka idi. Bunun gibi hiç ol-
mamıştı. Neredeyse ciğerim kopacak…” deyince Hüseyin onu kimin zehir-
lediğini sormuş, o: “Onu niçin soruyorsun? Öldürmek için mi? Allah onlara
yeter” diyerek herhangi bir bilgi vermemiştir.[57]
[60] İ�bn Sa’d, VI, 393, 399; Ayrıca bkz. Ya’kûbî�, II, 225; Halî�fe b. Hayyât Târîhu Halîfe b. 363
Hayyât, s.123; İ�bnü’l-Esî�r, Üsdü’l-Ğâbe, II, 15 ve II, 11; İ�bn Abdilberr, el-İstiâb, I, 373.
[61] İ�bn Abdilberr, el-İstiâb, I, 376,377; el‑Beyâsî�, el‑İ’lâm, I, 224; Fâtıma Mustafa Â� mir,
Târîhu Üsrati’t-Tâlibiyye fi’l-Medine, s.52,53.
[62] İ�bn Sa’d, VI, 388, 392.
II. B� L� M
RÂ� Şİ�D HALİ�FELER DÖ� NEMİ�NDE
�DAR�, D�N�, ASKER�, ADL� VE EKONOM�K DURUM
I. �DAR� YAPI
368 [2] Râşid halifeler, icraatlarında referans olarak Kur’ân ve Sünneti esas alacaklarını ve
bu iki kaynağa muhalif davranmaları halinde kendilerine biatın gerekli olmadığını
çeşitli vesilelerle yaptıkları konuşmalarında özellikle de iktidar makamına geçme-
leri vesilesiyle irad ettikleri hutbelerinde dile getirmişlerdir. Bkz., İ�bn Abdirabbih,
el-Ikdü’l-ferîd, thk., Muhammed Saî�d Uryan, Kahire 1359/1940, IV, 59.
Râşid Halifeler Döneminde İdarî Yapı ■
Hz. Ebû Bekir’in hilafetinin zaman itibariyle kısa oluşu, Arap Yarı-
madası’nın bazı bölgelerinde meydana gelen ve devleti uzun süre meşgul
eden ridde harpleri; Irak ve Suriye cephesinde tüm hızıyla devam eden
fetihler sebebiyle, devlet yönetimiyle ilgili fazlaca bir düzenlemeye fırsat
bulunamadığı gibi, devlet sınırlarının henüz tam çizgileriyle sabitleşme-
mesinden dolayı yeni bir idarî� yapılanmaya da gereksinim duyulmadı.
Bu esnada İ�slâm toplumunun henüz değişik kültür ve milletlerle yoğun
olarak bir arada bulunmaması, hâlâ Peygamber dönemindeki safiyetini
muhafaza etmesi sebebiyle de ciddi sıkıntılar söz konusu olmamış, bun-
dan dolayı köklü değişikliklere ve yeniliklere ihtiyaç duyulmamıştır. Genel
yapı itibariyle Hz. Peygamber dönemindeki idarî� sistem devam ettirildi.[8]
[8] Abbas Mahmud el-Akkâd, Abkariyyâtu Muhammed, Beyrût trz., s.121; Süleyman
370 Muhammed et-Temmâvî�, Hz. Ömer ve Modern Sistemler, çev. Muhammed Vesim
Taylan, İ�stanbul 1993, s.62; Gâlib b. Abdulkâfî� el-Kureşî�, Evveliyâtu’l-Fârûk fi’l-idare
ve’l-kadâ, Beyrût 1410/1990, I, 103, 157; Mustafa Fayda, “Ebû Bekir”, DİA, İ�stanbul
1994, X, 103-104; İ�srafil Balcı, “Hz. Ebû Bekir Döneminde İ�ç Siyaset ve İ�dare”,
OMÜİFD, Samsun 1999, sayı: 11, s.194.
Râşid Halifeler Döneminde İdarî Yapı ■
Hz. Ö� mer, diğer pek çok kurumsal yapılanmada olduğu gibi, ülkenin
idarî� taksimata tâbi tutulması ve vilâyetlerin yönetimiyle ilgili olarak; hem
bölgesindeki uygulamalardan, hem de kendisinden önce İ�slâm Devleti’ni
başarılı bir şekilde yöneten Hz. Peygamber ve Hz. Ebû Bekir’in düzenle-
melerinden istifade etmiştir. Valilerin seçimi, yetki ve sorumluluklarının
Hulefâ-yi Râşidî�n arasında on iki yıllık iktidarı ile en fazla devlet baş-
kanlığı yapan Hz. Osman, döneminin ilk altı yıllık devresinde (24-29/644-
649) Hz. Ö� mer’den devraldığı güçlü ve istikrarlı devlet yapısını devam
ettirmede başarılı oldu. Hz. Osman, mevcut idarî� yapıda vali değişikliği
dışında fazla bir düzenlemeye gitmedi. Çünkü devlet başarılı ve istikrarlı
çizgisini sürdürebiliyordu; değişikliği gerektirecek aksamalar henüz söz
konusu değildi.
Hz. Ali, devlet yönetimiyle ilgili seleflerine fikri bakımdan ciddi kat-
kılar sağlamakla birlikte kendi iktidarında bu yönde pek fazla icraatta
bulunamamıştır. Bunda onun dikkatini dâhili harplere ve kendisine biat
etmeyen kişi ve gruplara yöneltmiş olmasının yanı sıra yönetimle ilgili
köklü uygulamalar için gerekli halk desteğini arkasında görememiş olma-
sının da önemli bir yeri vardır. Bununla birlikte o da selefleri gibi dev-
372
let ve toplumun daha düzenli yönetilebilmesi için bir takım faaliyetlerde
[13] Halî�fe b. Hayyât, s.182, 202; İ�zzüddin Ali b. Muhammed İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil fi’t-tâ-
rih, yay. Carolus Johannes Tornberg, Beyrût 1399/1979, III, 350.
[14] Andre Miquel, İ�slâm ve Medeniyeti, çev. Ahmet Fidan-Hasan Menteş, İ�stanbul 1991,
I, 88.
[15] Bkz. İ�bn Sa’d, V, 32; Yahyâ b. Câbir Belâzürî�, Fütûhu’l-buldân, çev. Mustafa Fayda, 373
Ankara 1987, s.469-473; Taberî�, I, 2805, 2850-2851.
[16] Taberî�, I, 2840; Ebû Bekir İ�bnü’l-A’rabî�, el-Avâsım mine’l-kavâsım fi tahkiki mevkı-
fı’s-sahâbeti ba’de vefati’n-Nebî, thk., Muhibbüddin el-Hatib, Kahire 1399/1970,
s.106 (Muhibbüddî�n el-Hatî�b tarafından eklenen 1 nolu dipnot)
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
Benzer şekilde Hz. Osman ve Hz. Ali de valilerini görev yerlerine gön-
dermeden önce, gerekli gördükleri hususlarda uyarmışlardır[25].
[24] İ�bn Kuteybe, Uyûnu’l-ahbâr, thk., Müfid Muhammed Kamî�ha, Beyrût trz., I, 116;
Ebû’l-Fidâ İ�bn Kesî�r, el-Bidâye ve’n-nihâye, thk., Ahmed Ebû Müslim- Ali Necib Adva,
Beyrût tsz., IV, 138; Temmâvî�, s.256.
[25] Bu ikisinin valilerine ikaz ve tavsiyeleriyle ilgili olarak bkz., Ya’kûbî�, Târîhu’l-Ya’kubî,
thk., Abdu’l-Emir Mühenna, Beyrût 1413/1993, II, 106-107; Ahmed b. Ali el-Kalka-
şendî�, Meâsiru’l-inâfe fî meâlimi’l-hilâfe, thk., A. Ahmed Ferrâc, Beyrût trz., III, 6-11,
180; İ�bn Kesî�r, IV, 49, 138; Tartûşî�, s.263. 375
[26] Bu hususta geniş bir değerlendirme için bkz., Hüseyin Algül, İslâm Tarihi, İ�stanbul
1986, I, 400-404.
[27] Kalkaşendî�, III, 6-11; a.mlf., Subhu’l-a’şâ fî sınâati’l-inşa, Beyrût 1987, Ali et-Tavil,
Beyrût 1987, X, 12-17.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
Hz. Ö� mer döneminde ise durum değişti. Ö� zellikle taşrada görev ya-
pan memurların sayıları arttı, görev alanları genişledi, bu sebeple de on-
ların yoğun bir şekilde denetlenmesine ihtiyaç duyuldu. Halife Ö� mer ve
ondan sonra iş başına gelen halifeler, hac için Mekke’ye gidecekleri zaman
valilerinin de Mekke’ye gelmelerini istediler ve hac mevsimi esnasında
valilerini denetime tâbi tuttular.
[28] Buhârî�, Ahkâm, 41, Hiyel 15; Müslim, İ�mâre, 27-28. Ayrıca geniş bilgi için bkz., Kılıç,
s.160-162
376 [29] Taberî�, I, 2945-2946; İ�bnü’l-Esî�r, III, 155-156.
[30] Bu toplantı esnasında haklarında şikâyetler bulunan valilerden ziyade valilerinden
memnun olmayan kimselerin seslerinin kesilmesi için bir takım fikirler geliştiril-
meye çalışıldığı anlaşılmaktadır. Bu konuda bkz., Taberî�, I, 2932-2933; İ�bnü’l-Esî�r,
III, 149-150; İ�bn Kesî�r, IV, 174.
Râşid Halifeler Döneminde İdarî Yapı ■
Hz. Ö� mer’in suçu sabit olmasa bile şüpheli durumdaki valilerini gö-
revden aldığı belirtilmektedir. Ona göre, devletin selameti bakımından
valilerin şüpheli bir konumda bulunmamaları gerekliydi.[33]
[31] Geniş bilgi için bkz. Halî�fe b. Hayyât, s.200; Ya’kûbî�, II, 176-177; İ�bnü’l-Esî�r, III, 287-
288.
[32] Hz. Ali’nin Basra valiliğini yapan Abdullah b. Abbas’la ilgili denetimi bu konuda bir
örnek olarak dikkat çekicidir. Bkz., Ya’kûbî�, II, 110-111; İ�bn Kuteybe, Uyûn, I, 121;
İ�bnü’l-Esî�r, III, 386-387. Aynı halifenin bir harâc memuruyla ilgili şikâyetleri dikka-
te alarak yaptırdığı denetim için bkz., İ�bnü›l-Esî�r, III, 287-288.
[33] Akkâd, Abkariyyâtu Faruk, s.90-91; Mecdelâvî�, s.220.
[34] el-İmâme, I, 35-37; Belâzürî�, Ensâbü’l-eşrâf, VI, 142-143; İ�bnü’l-Esî�r, III, 107. 377
Nitekim Hz. Ali de bizzat Hz. Osman’a valilerini yargılama ve cezaları infaz husu-
sunda işi ağırdan aldığını söylemiştir. Krş. Bkz., İ�bn Kesî�r, IV, 176.
[35] Kılıç, s.191.
[36] Belâzürî�, Ensâbü’l-Eşrâf, VI, 142-143; İ�bnü’l-Esî�r, III, 107.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
Daha önce de ifade edildiği üzere birinci halife, bazı sebeplerle idarî�
alanda köklü değişiklikler yapmamış, daha ziyade Hz. Peygamber’den
kendisine intikal eden idarî� yapıyı muhafaza ederek yönetimde bulun-
muştur. Ebû Bekir, idarî� yapı gibi, Hz. Peygamber tarafından çeşitli kade-
melere tayin edilen memurları da görevlerinde tutmuş, vefat, istifa veya
terfi maksatlı başka görevlere tayin dışında hiç kimsenin görevinde deği-
şikliğe gitmemiştir. İ�lk halife, idarede bulunduğu süre zarfında devlet ve
halkın menfaatleri ve güvenliğini gerektiren her meselede reyine güven-
diği seçkin sahâbî�ler zümresiyle istişarelerde bulunarak karar vermeye
çalışmıştır. Halife Ebû Bekir, Kur’ân’ın cem edilmesi, ridde harplerine çı-
kılıp çıkılmaması, Ü� sâme ordusunun gönderilmesi ve komutan meselesi
gibi hususlarda başta Hz. Ö� mer, Hz. Osman ve Hz. Ali olmak üzere sahâbî�-
lerle görüş teatisinde bulunarak bir karara varmıştır.
Hz. Ebû Bekir’in karşı karşıya kaldığı olaylarda verdiği kararı uygula-
ma hususunda azim ve kararlılıkla hareket ettiği anlaşılmaktadır. İ�darede
ehliyet ve liyâkate önem veren Hz. Ebû Bekir, bu yönleriyle temayüz eden
memurlarının başarılı olması için gerekli desteği sağlamış, onların sürek-
lilik arz etmeyen ve kasıtlı olmayan hatalarından bazılarına karşı müey-
yide uygulama hususunda aceleci olmamış, yeni fırsatlar vererek olanca
güçleriyle toplum için çalışan bu kimselerin hizmetlerinin devamını sağ-
lamak istemiştir.
378
İ�kinci halife de selefi gibi idarede seçkin sahâbî�lerden istişare konu-
sunda sürekli destek almış, hatta istişare heyetinde yer alan sahâbî�lerin,
Râşid Halifeler Döneminde İdarî Yapı ■
Selefleri gibi idarede istişareye önem veren Hz. Osman, ilk altı yıllık
halifeliği döneminde özellikle Hz. Ö� mer tarafından oluşturulan düzeni ko-
rumaya çalışarak başarılı olmuşsa da daha sonraki altı yıllık süreçte çeşitli
sebeplerle idarede başarısız olmuştur. Bunda onun selefleri gibi istişare
heyetini sabikûndan değil de özellikle kendisi tarafından tayin edilen ve
büyük çoğunluğu akrabalarından oluşan memurlarıyla yapması da etkili
olmuştur. Bir başka ifadeyle o da idare ile ilgili işlerini istişare ile yerine
getirmeye çalışmış, ancak reylerine müracaat ettiği kimselerin seçiminde
isabetli davranamamış, bu da alınan kararların isabetsizliğinde etkili ol-
muştur.
Hz. Osman, memur politikası sebebiyle toplumu oluşturan pek çok
kimse tarafından çok sert ifadelerle eleştirilmiştir. Ö� zellikle idarede akra-
balarına öncelik vermesi ve onları gerektiği şekilde kontrol altında tuta-
maması, onlarla ilgili huzursuzlukları giderememesi veya en azından bu
[37] Hz. Ö� mer idarede bulunduğu dönemde özellikle kibâru’s-sahâbe olarak bilinen
Hz. Abdurrahman b. Avf, Talha b. Ubeydullah, Zübeyr b. Avvâm, Ali b. Ebî� Talib gibi 379
sahâbî�leri kendilerinden istişare konusunda istifade etmek üzere Medine’de tutma-
ya çalışmıştır. Onun bu tutumunda onların taşraya dağılmalarıyla halk nezdindeki
saygınlıklarının zayıflayabileceğine dair endişesinin de etkili olduğu anlaşılmakta-
dır. Bu hususta bkz., İ�bn Sa’d, III, 261, 263.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
[38] el- İmâme ve’s-Siyâse, I, 48; Ya’kûbî�, II, 77; Taberî�, I, 3082-3086; İ�bnü’l-Esî�r, III, 197;
İ�bn Kesî�r, IV, 239; İ�bn Tabâtabâî�, s.89.
Râşid Halifeler Döneminde İdarî Yapı ■
edilmiş olan valileri görevden alıp yerlerine çoğu ensâr ve kendi akraba-
larından olan valileri tayin etmek üzere harekete geçerek mevcut valilerin
azil, yenilerinin ise atama kararını yürürlüğe koymaya çalıştı. Anlaşıldığı
kadarıyla o vali değişikliği ile ilgili kararını uygulama sahasına koyarken
görevleri başında bulunan valilerin kendisine biat edip etmeme husu-
sundaki tavırlarının ne yönde olacağını bile beklemedi. Hz. Ali’nin vali
değişikliği ile ilgili bu ısrarcı tutumu vilayetlerde işlerin daha da karış-
masına yol açmış; bazı şehirlerin ahalisinin, valilerinin arkasında durması
ile biat, vali ile halife arasındaki sorun olmaktan çıkarak şehir ahalisi ile
devlet yönetimi arasındaki sorun haline dönüşmüştür. Söz konusu sorun,
Hz. Ali’nin idarede köklü icraatlarda bulunmasına imkân vermemiş, bir
bütünlük içerisinde halk desteğini arkasına alamayan halifenin kurumsal
değişikliklerde bulunması söz konusu olamamıştır.
Bu noktada bir hususu hemen ifade etmekte yarar vardır ki, o da,
râşid halifelerin hepsi idarede Allah’ın rızasını kazanacak işler yapmaya
çalışmışlar, halka hizmeti Hakk’a hizmet olarak görmüşler, bu sebeple de
halkın menfaatlerini ve dinin korunmasını ve tebliğ edilerek pek çok kim-
se tarafından benimsenmesini sağlamak için azami derecede gayret gös-
termişlerdir. Halkın maddî�-manevî� alandaki ihtiyaçları da önemsenerek
gerekli icraatlar yapılmaya çalışılmıştır.[39]
Kur’ân ve sünnete bağlılıkta son derece kararlı olan Hz. Ebû Bekir,
Peygamber’in vefatından önce ve kendi halifeliği esnasında ortaya çıkan
dini, siyasî� hatta ekonomik karakterli irtidat olayları karşısında hızlı ve
kararlı bir şekilde hareket etmiş, peygamberlik iddiasında bulunanlar ve
onlara tabi olanlarla İ� slâm’ın zekât gibi önemli emrini çeşitli bahaneler-
le yerine getirmek istemediklerini söyleyerek harekete geçenlere karşı
asla müsamaha göstermemiş, bu tür hareketlerin İ� slâm’ın bütünlüğü-
nü ve Müslümanların birlikteliğini zedelememesi için gerekli tedbirleri
381
[39] Nitekim İ�bn Haldûn hilafetle ilgili nazari bilgilere yer verdiği Mukaddime adlı ese-
rinde halifenin görevinin hem dünyevi hem de uhrevi alanlarda halkın hizmetinde
bulunmak olarak ifade etmektedir. Krş. Bkz., Abdurrahman İ�bn Haldûn, Mukaddime,
haz: Halil Şehâde-Süheyl Zekkâr, Beyrût 1431/2001, s.238.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
[40] Askerî�, s.98; Ö� mer Ferrûh, Târîhu sadri’l-İslâm ve’d-devleti’l-Ümeviyye, Beyrût 1986, s.95.
382 [41] Askerî�, s.121-122.
[42] Daha önce aynı suçu işleyenlere kırk değnek vurulmaktaydı. Askerî�, s.111. ayrıca
bkz., Ali Bardakoğlu, “Had”, DİA, , İ�stanbul 1996, XIV, 548.
[43] Askerî�, s.112; Muhammed Takî� et-Tüsterî�, el-Evâil, Tahran 1372, s.303.
[44] Askerî�, s.108-110.
Râşid Halifeler Döneminde İdarî Yapı ■
Ö� zellikle Hz. Ebû Bekir’in hilafete geçişiyle hız kazanan İ�slâm fetihleri
başta Suriye ve Irak olmak üzere çok geniş bir coğrafyada devam etmiş-
tir. Hz. Osman dönemine gelindiğinde gerek doğuda, gerekse batıda Hz.
Ö� mer’in başlatmış olduğu fetih hareketi devam ettirilmiş, daha önce fet-
hedilmiş bulunan İ�ran, Azerbaycan, Suriye ve Mısır gibi bölgelerin güven-
liklerinin sağlanmasının ardından daha da ileri gidilerek doğuda Hint top-
raklarına, batıda ise Kuzey Afrika’nın zaptıyla beraber Akdeniz’in en uç
noktalarına ulaşılmış, yani Bizans’ın Afrika hâkimiyetine son verilmiştir.
Bu dönemde Müslümanlar denizde de hâkimiyeti ele geçirmişler, Akde-
niz’in neredeyse tamamını kontrol altına almışlardır.[48] Râşid halifelerden
özellikle ilk üçü tarafından gerçekleştirilen fetihler sayesinde İ�slâm dini
belli bir bölgenin dini olmaktan çıkıp cihanşümul bir mahiyet kazanmış,
dört bir tarafa yayılma imkânı elde etmiştir. Fetihlerin bu denli süratli ve
kalıcı olması konusunda Hulefâ-yi Râşidî�n’in önemli icraatlarda bulun-
dukları görülmektedir.
384 [49] Orduya iştirak gönüllülük esasıyla olsa bile mazereti olmayan müzminlerin mutla-
ka sefere çıkmaları gerekirdi; meşru bir mazeret belirtmeden seferden geri kalan-
lar ne Peygamberimiz ne de toplum tarafından hoş karşılanmazlardı. Bu hususta
Tebuk Gazvesi’ne mazeretsiz şekilde katılmayan üç sahâbî� ile ilgili anlatılanlar dik-
kat çekici niteliktedir.
Râşid Halifeler Döneminde İdarî Yapı ■
ölümünden önceki yıl, “Ö� mrüm vefa ederse askerin divandan aldığı ücret-
leri eşitleyeceğim.”[50] demişse de vefatı sebebiyle buna muvaffak olama-
mıştır. Askerlerin maaşlarının eşitlenmesi Hz. Ali’nin halifeliği dönemin-
de gerçekleştirilmiştir. Ordu mensuplarına düzenli olarak maaş (atiyye)
verilmesi ile onların askerlik dışında başka işlerle, özellikle de ziraat ve
ticaretle uğraşmalarına yasaklama getirilmiş, onlardan sadece cihadla
meşgul olmaları istenmiştir.[51]
İ�lk halife Hz. Ebû Bekir döneminde Suriye ve Irak cephelerinde baş-
latılan fetih hareketleri Hz. Ö� mer’in zamanında Irak ve İ�ran’ın büyük bir
kısmı ile Suriye, Ü� rdün, Filistin, Cezî�re ve Mısır’ın fethiyle devam etmiştir.
Hz. Osman’ın iktidarının yükseliş dönemi olarak nitelendirilen ilk altı yı-
lında daha da hız kazanan fetih hareketleri neticesinde İ�slâm orduları pek
çok bölgenin fethini gerçekleştirmişlerdir. Ö� zellikle Suriye ve Mısır’ın fet-
hinden sonra bir Akdeniz ülkesi haline gelen İ�slâm Devleti’nin denizciliğe
de önem verdiği görülmektedir. Hz. Ö� mer’den istediği donanma kurma
iznini ondan değil de halefi Hz. Osman’dan alabilen Suriye valisi Muâvi-
ye’nin gayretleriyle oluşturulan donanma sayesinde Suriye ve Mısır’a yö-
nelik deniz yoluyla yapılabilecek saldırılara karşı konulabildiği gibi, gün
geçtikçe güçlenen donanma ile Kıbrıs adası fethedilmiştir. Aynı şekilde Bi-
zans donanmasına karşı kazanılan Zâtü’s-Savârî� Savaşı’yla Bizans’ın Doğu
Akdeniz’deki hâkimiyetine son verilmiştir. Bu noktada şunu ifade etmek
gerekir ki Şam valisi Muâviye’ye donanma kurması için izin veren Hz. Os-
man, ondan, donanmayı gönüllülük esasına göre katılan askerlerden oluş-
turmasını istemiştir.[53] Donanmanın oluşturulmasında İ�slâm toplumuna
dâhil olan denizci milletlerin bilgi ve birikiminden yararlanılmış, özellikle
gemilerin yapılması ve deniz savaşı konusunda maharetli olan kimselerin
orduda istihdam edilmesiyle kısa süre içerisinde denizlerde savaşılabile-
cek ciddi bir güç haline gelinilmiştir.
[54] Mâverdî�, s. 30. Ayrıca bkz. S.Athar Husain, The Glorious Caliphate, İ�ndia tsz., s.187;
Abdüllatî�f Aknûş, “Emir”, Mua’llimetü’l-Mağrib, III, 798.
[55] Mâverdî�, s.30.
[56] Mâverdî�, s.33. Ayrıca bkz. Akyüz, Hilâfetin Saltanata …, s.227; Fayda, “Hulefâ-yi
Râşidî�n”, DİA, XVIII, 332.
386 [57] Dî�neverî�, s.120.
[58] Fethe iştirak eden ve akabinde valilik makamına getirilen kişiler için bkz. İ�bn Sa’d, V,
32; Belâzürî�, Fütûhu’l-büldân, s.469-473; Ebû Hanife ed-Dî�neverî�, el-Ahbâru’t-Tıvâl,
thk. Abdülmünim Â� mir- Cemaleddin eş-Şeyyal, Bağdat 1379/1959, 120; Taberî�, I,
2805, 2850-2851.
Râşid Halifeler Döneminde İdarî Yapı ■
[59] Halife b.Hayyât, s.200; Ya’kûbî�, II, 170. Buna dair bir örnek için bkz., Abdulhalik
Bakır, Hz. Ali Dönemi, Ankara 1991, s.110-111.
[60] Belâzürî�, Fütûh, s.183; Dî�neverî�, s.120; Fayda, “Hulefâ-yi Râşidî�n”, DİA, XVIII, 332; S.
Athar Husain, s.187; Kılıç, Valilik, s.90-91.
[61] H. �brahim-A.�brahim, Nuzum, s.203. 387
[62] Subhi Salih, s.294-295; H. İ�brahim-A.İ�brahim, Nuzum, s.203; Terzi, “Ordu”, DİA,
XXXIII, 360.
[63] H. �brahim, s.203.
[64] Subhi Salih, s.293-294.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
etmiştir. İ�ran ve Mısır’ın Hz. Ö� mer döneminde büyük ölçüde fethi tamam-
lanmış, buraların yerli halkları olan Fars ve Kıptî�ler’in İ�slâm’a girmeleri
sonucunda bunların orduda yer almaları sağlanmıştır. Orduya alınan
mevâlî�lerin sayısı Hulefâ-yi Râşidî�n dönemi boyunca Arap olanlara naza-
ran sınırlı kalmıştır.
çok yönlü görev ve yetkilerle gönderilen valiler, âmiller veya sadece belirli
davaları karara bağlamak üzere görevlendirilen sahâbî�ler tarafından muha-
keme edilerek neticelendiriliyordu.[71] Tespitlerimize göre bu durum, devlet
yapısının büyük oranda Hz. Peygamber dönemindeki haliyle devam ettiği
ilk halife Hz. Ebû Bekir’in halifeliği boyunca da sürdü. Ebû Bekir, yargılama
konusunda merkezde, zaman zaman Hz. Ö� mer’den istifade etti; Medine dı-
şında ise yargılama yine buralarda görev yapan valilerce gerçekleştirildi.[72]
Hatta şehirde ihtiyaç duyulan muhakeme işlerine bakmak, mahkemelere
kadılar tayin etmek de valilerin görevleri arasında değerlendirildi.[73] Vilâ-
yetlere kadı tayini umumiyetle halife tarafından, bazen de şehrin valilerin-
ce gerçekleştirildi. Ö� yle anlaşılıyor ki halife, lüzumlu gördüğü durumlarda
kadı tayini yetkisini valilerine devredebiliyordu.[74]
Mısır’a ise Osman b. Kays b. Ebi’l-Â� s’ı kadı olarak tayin etti. Bunun üzerine
valiler, yargıyla ilgili işleri kadılara bıraktılar; ancak kadıların çözümün-
de zorlandıkları davalarda, nüfuz ve makam sahibi kimselerin yargılan-
masında, ceza davalarının görülmesinde valiler de rol aldılar.[77] Ö� zellik-
le sınır ve cinayet davalarına merkezde halifeler, şehirlerde ise valiler
bakmaya devam ettiler, kadılar ise sadece medeni davalarla ta’zir cezası
gerektiren davalara bakmakla yetkili kılındılar. Dolayısıyla bu dönemde
kadıların faaliyeti bir yönüyle fetvaya benzediği için onlara müftü adı da
verilmekteydi.[78] Bu uygulama Hz. Ö� mer döneminden sonraki Râşid Hali-
feler döneminde de sürdürüldü.
Günümüzde bilinen anlamıyla zanlı ve suçluların tutuklanarak konul-
duğu hapishane, Hz. Peygamber ve Hz. Ebû Bekir devrinde mevcut değildi.
Bildiğimiz şekildeki hapishane ancak Hz. Ö� mer devrinde ortaya çıktı. Zira
Resûlullah zamanında tutuklama, sanığın başkalarından tecrit edilerek
yalnız bırakılmasından ibaretti. Bu da sanığın, bir eve veya camiye konul-
ması ve davalı veya vekilin ondan hakkını alıncaya kadar bırakılmaması
şeklinde gerçekleşiyordu.[79] Kaçmaması için hasmı veya onun yerine biri-
sinin sanığın yanında kalması söz konusu olabiliyordu.[80]
Valiler, devlet başkanlarının kendilerine verdiği yetkiyle kadı tayin
edebiliyorlardı. Ancak kadı tayini umumiyetle halife tarafından gerçekleş-
tiriliyordu.[81]
Şehirlere adli işlerle görevli kadılar tayin eden Hz. Ö� mer kadıların
yargılamada bulunmaları esnasında nasıl hareket edeceklerine, nelere
dikkat etmeleri gerektiğine dair bir takım esaslar da belirledi. Ö� zellikle
kadıları tayin ederken onlara verdiği kararnamelerde (ahd, menşûr,
risâle) ayrıntılı bir şekilde yargılama esasları hususunda çok önemli
tespit ve tavsiyelerde bulunan Hz. Ö� mer, sonraki dönemlerde İ�slâm hukuk
doktrinin oluşmasında da kendisinden sıkça bahsedilen bir halife oldu.
Hz. Ö� mer’in özellikle Basra kadılığına tayin ettiği Ebû Mûsâ el-Eş’ârî�’ye
verdiği kararname[82], İ�slâm adli muhakeme usulü ve mahkemelerin uy-
maya mecbur oldukları temel prensiplerin esası olarak kabul edildi.
[77] Valilerin bir üst mahkeme anlamına gelen mezâlim mahkemelerine iştiraki, hat-
ta bu mahkemelerde başkan sıfatıyla bulunmaları hakkında ayrıntılı bilgi için bkz.
Mâverdî�, s.77-95; Temmâvî�, 312-318; Kettânî�; I, 26-2; H. -A. İ�brahim Hasan, Nuzum,
s.310-313; Kureşî�, I, 100; 9.
[78] Muhammed b. Halef b. Hayyân el-Vekî�i, Ahbâru’l-kudât, Beyrût 1422/2001, I, 288;
Fahrettin Atar, “Kadı”, DİA, XXIV, 66.
[79] Kettânî�, II, 55-56; H. İ�brahim, İslâm Tarihi, II, 196. 391
[80] Subhi Salih, İslâm Kurumları, çev. İ�brahim Sarmış, Ankara 1999, s.195.
[81] Valinin kadı tayini hususunda bkz. Halî�fe b. Hayyât, s.200; Ayrıca bkz., Hamidullah,
İslâm Peygamberi, II, 937; Ortaylı, s.69.
[82] Geniş bilgi için bkz., H. İ�brahim, İslâm Tarihi, II, 197-198.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
[83] Hulefâ-yi Râşidî�n döneminde de görev yapan meşhur kadılardan Kâdî� Şüreyh’in bir
alacak- verecek davasında Halife Hz. Ö� mer aleyhine karar vermesi, Hz. Ali’nin bizzat
açtığı bir davada oğlu Hz. Hasan’ı şahit göstermesini kabul etmemesi, bu dönemde
kadıların nüfuzlarının göstermesi bakımından dikkat çekici nitelikteki örnekler-
dendir. Bkz., Şükrü Ö� zen, “Kâdî� Şüreyh”, DİA, XXIV, 120.
[84] Kadı olacak kimselerde aranılan özellikler için bkz., Mâverdî�, el-Ahkâmü’s-sultâniy-
ye, s.65-66; Atar, “Kadı”, DİA, XXIV, 67.
[85] Devlet yönetiminde pek çok değişiklik olmasına rağmen Kâdî� Şüreyh’in yargılama-
da bulunurken tarafsızlığını koruması, adaleti temin hususunda gösterdiği hassasi-
yet ve siyasî� olaylara karışmaması sebebiyle yaklaşık olarak 60 yıl kadılık görevin-
de tutulması bu noktada zikre değerdir. Ö� zen, “Kâdî� Şüreyh”, DİA, XXIV, 119-121.
[86] H. İ�brahim, İslâm Tarihi, II, 205; a.mlf-A.İ�brahim, Nuzum, s.309. Hz. Ö� mer’in Kâdî�
392 Şüreyh’e 100, Hz. Ali’nin ise 500 dirhem maaş bağladığı belirtilmiştir, bkz., Vekî�i,
Ahbâru’l-kudât, II, 227.
[87] Hulefâ-yi Râşidî�n döneminde kadılara verilen maaşlarla ilgili geniş bilgi için bkz.,
Atar, s.118-120.
[88] Kettânî�, II, 35; Subhi Salih, s.196.
Râşid Halifeler Döneminde İdarî Yapı ■
Ekonomik alanda da râşid halifeler önemli işler yaptılar. Hz. Ö� mer ta-
rafından kurulan beytülmâl[97] ile devletin gelir-gideri kayıt altına alındı,
artan gelirlerin düzenli bir şekilde tahsil edilerek ilgili yerlere sarf edi-
lebilmesi için yine aynı halife tarafından divan teşkilatı kuruldu. Böylece
devletleşme yolunda en önemli kurumlardan birisi olan hazine ile ilgili
esaslar tespit edilerek söz konusu esaslar çerçevesinde hareket edildi.
Şartlara göre ekonomik kararlarda değişikliklere gidilerek, gerektiğinde
yeni vergiler konulduğu gibi mevcut bazı vergilerde de artışlar söz konu-
su olabildi. Vergilendirmede adaleti temin etmek için özellikle Hz. Ö� mer
döneminde arazilerin ölçümü titiz bir şekilde yeniden yapıldı[98], elde edi-
lecek ürünün cins ve miktarına göre vergi tarhı gerçekleştirildi. Dev-
let memurlarının ekonomik konularda her hangi bir şaibeli durumda
395
Prof. Dr. M. Hanefi PALABIYIK
Atatürk Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi
1. Giriş
[1] Bkz: Mevlânâ Şiblî�, Asr-ı Saâdet (İslâm târîhi) I-V, (çev: Ö� . R. Doğrul), İ�stanbul
1977, IV,157, 362, 369-370, 510; Corcî� Zeydân, İ�slâm medeniyeti târihi I-V, (çev:
Z. Meğamiz, nşr: M. Çevik), İ�stanbul 1971, s. I,126, 349; Louis Gardet, Le Cité mu-
sulmane, vie sociale et politique, Paris 1954, s. 713; Hasan İ�brahim Hasan, Siyasî-
dîni-kültürel-sosyal İslâm târihi I-VI, (çev: İ�. Yiğit vdd.), İ�stanbul 1985/1987, II,160,
IV,210; Hasan İ�. Hasan-‘Alî� İ�. Hasan, en-Nuzumu’l- İslâmiyye, Kahire 1962, s. 217;
Fahrettin Atar, İ�slâm adliye teşkilâtı, ortaya çıkışı ve işleyişi, Ankara, ty., s. 58 vd.;
398 Clément Huart, Histoire des Arabes I-II, Paris 1912, s. II,363; Joseph Schacht, İ�slâm
hukûkuna giriş, (çev: A. Şener-M. Dağ), Ankara 1986, s. 60.
[2] Şevkî� Ebû Halî�l, İslâm ve dünya medeniyetleri tarihi, (çev: A. Aydın-A. Timurtaş),
�stanbul 2005, s. 269-272.
[3] Bkz: Gardet, s. 713; Huart, II,363.
Râşid Halifeler Döneminde İdarî Yapı ■
M. Hamidullah, Hz. Ebû Bekir’in, Hz. Ö� mer’in halife olarak istihlâfı hu-
susunda tayin ettiğini yazdığı mektubu zarfa koyarak kapattığını ve onu
sahib-i şurtaya verdiğini zikretmektedir.[10] Hz. Ebû Bekir’in, kılıç veya
kırbaçla hadlerin ikamesi görevini de Hz. Ali’ye verdiği rivayet edilmiştir.[11]
Gerek Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ö� mer, gerekse daha sonraki dönemlerde
eyaletlere gönderilen valilerin veya kadıların, emniyet işlerini de üstlen-
diklerini görüyoruz. Bazen de emniyet görevlisi müstakil olabilirdi. Me-
selâ Ebû Hüreyre 15/636 yılında Bahreyn bölgesinin kaza ve emniyet (ah-
dâs) işlerini üstlenmişti.[14]
Bilindiği gibi Hz. Ö� mer, şüpheli ve zanlı kişilere karşı sert davranan
ilk kimsedir. O, Ruveyşid es-Sekafî�’nin meyhane halini getirdiği için evini
yakmış, şarapçı olan Rebi’a b. Ü� meyye b. Halef’i de Hayber’e sürmüştür.
O görevi sırasında Medine çarşı ve sokaklarını gece veya gündüz elinde
kırbacıyla denetlemeyi adet haline getirmişti.
[15] Bkz: Şibli, IV,369-370; Hüseyin Algül, İslâm Tarihi I-IV, İ�stanbul 1986, II,317-319;
Süleyman Muhammed et-Temmavî�, Hz. Ömer el-Faruk ve modern sistemler, (çev: M.
V. Taylan), �stanbul 1993, s.283 vd..
[16] Bkz: es-Suyûtî�, Celâluddî�n ‘Abdurrahman b. Ebî� Bekr, Târîhu’l- hulefâ, İ�stanbul
1371/1952, s. 136-137; H. İ�. Hasan, en-Nuzum, s. 217; İslâm tarihi, V,420; Nâsır el-
Ensârî�, Târîhu enzimeti’ş- şurta fî Mısr, Kahire 1410/1990, s. 38; Fârûk Abdüsselâm,
eş-Şurta ve mehâmuhâ fî’d- devleti’l- İslâmiyye, Kahire 1990, s. 12; Gâlib Abdulkâfî�
el-Kuraşî�, Evveliyyâtu’l- Fârûki’s- siyâsiyye, (Dâru’l- Vefâ), Mısır 1410/1990, s. 79;
Mahmud Ali er-Rekâyibî�, İdâretu’ş- şurta fî Mısr, Mısır 1383/1966, s. 7.
[17] Bkz: Taberî�, V,198; İ�bnu’l- Esî�r, Ebû’l- Hasan Ali b. Ebi’l- Kerem Muhammed, el-Kâ-
mil fî’t- târîh I-XIII, (nşr: C. J. Tornberg), Beyrût 1385/1965, III,59; Makrî�zî�, II,223; 401
es-Suyûtî�, s. 137; İ�bn Kesî�r, VII,133; Kettânî�, I,294.
[18] Bkz: Rahmûnî�, s. 56.
[19] Bkz: Ya’kûbî�, Ahmed b. Ebî� Ya’kûb b. Ca’fer b. Vehb b. Vâhidi’l- Kâtib el-Abbasî�,
Târîhu’l- Ya’kûbî I-II, (nşr: Dâru Sâdır), Beyrût, 1960/1379, II,159.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
Hz. Ö� mer, “Çarşının yakınına bir grup kafile geldi. Şehrin hırsızlarının on-
lara bir zarar vermesinden endişe ediyorum. Haydi, çık gel de, onları koru-
yalım.” dedi. Birlikte çıktılar ve tümsek bir toprağa oturup sohbet ettiler.
Bu esnada yanan bir lamba gördüler. Halife Ö� mer, “Ben uykudan sonra
lamba yakılmasını yasaklamıştım.” dedi. Işığa doğru gittiler ve içki içen
bir gruba rastladılar. Onlar iyice fark edilince halife, “onları tanıdım, haydi
dönelim?” dedi. Sabah olunca, onlara birini gönderdi. Gelen şahsa, “Ey fa-
lan, sen ve arkadaşların dün gece içki içiyor muydunuz?” diye sordu. O da,
“Sana kim bildirdi, ey mü’minlerin emiri?” dedi. Hz. Ö� mer de, “Buna şahit
oldum.” deyince, adam, “Allah seni tecessüsten men etmedi mi?” dedi. Bu-
nun üzerine Hz. Ö� mer, onu affetti.”[20]
Başka bir rivayete göre, daha önceden irtidat etmiş olan Ebû Şece-
re’nin, bir gün Halife Ö� mer’in dağıttığı sadakadan almak için müracaat
etmesi üzerine, Hz. Ö� mer onu tersleyip sadaka vermemiş ve dövmüştür.
Bunun üzerine söylediği şiirinde Ebû Şecere, halifeden ve onun şurtasın-
dan (polisinden) korktuğunu ifade etmiştir.[21]
Halife Ö� mer devrinde her vilayetin vali ve kumandanı ayrı idi. Fa-
kat bazen valilikle kumandanlık aynı şahısta toplanıyordu. Sahib-i ahdâs
(polis müdürü) da her zaman ayrıca tayin edilmez, harâc memuru veya
başka biri bu vazifeyi de deruhte ederdi. 21/642 yılında Kûfe valisi ‘Am-
mâr b. Yâsir ahdâsa (polisiye işlere) da bakıyordu. Bahreyn’de Kudâme
b. Maz’ûn, hem harâc memuru hem de sahib-i ahdâs (polis müdürü) idi.[22]
Bir rivayete göre, 15/636 yılında Bahreyn’in “ahdâs” ve “imâmet”ini Ebû
Hüreyre yürütmektedir.[23]
Eğer bağımsız bir emniyet müdürü tayin edilmişse, bu, orada vali
veya kadıya bağlı olarak çalışırdı. Meselâ, Kûfe kadısı Şureyh’in yanı başın-
da eli kırbaçlı bekleyen bir görevliden bahsedilir. “Şurtî�” veya “cilvâz” ola-
rak bahsedilen bu görevli şahsın ismi, İ�brahim en-Nehaî�’dir. Bu şahsın ifa
ettiği görevler onun polis görevlisi olduğunu ortaya koymaktadır.[24] Buna
[20] Bkz: Taberî�, V,198; Ebû Ya’lâ el-Ferra, Muhammed b. el-Hüseyn, el-Ahkâmü’s- sultâ-
niyye, (thk: M. Hâmid el-Fekî�), Beyrût 1983/1403, s. 296; ‘Abdurrezzâk b. Hemmâm
es-San’ânî�, el-Musannef I-XI, (thk: Habî�burrahmân el-’A’zâmî�), Beyrût 1392/1972,
X,231-232.
402 [21] Taberî�, IV,86.
[22] Bkz: Belâzûrî�, s. 119; Taberî�, V,131; Şibli, IV,340; Temmavî�, s. 313.
[23] Bkz: Belâzûrî�, s. 118.
[24] Bkz: Veki’, Muhammed b. Halef b. Hayyân, Ahbâru’l-kudât I-III, (‘Alemü’l- Kütüb),
Beyrût ty., II,215, 277, 283, 320.
Râşid Halifeler Döneminde İdarî Yapı ■
göre, cilvâz veya şurtî�, Kadı Şureyh’in yanında ayakta bekler, mahkemede
muhakeme edilecekleri teker teker çağırır, sırası geleni mahkemeye alır,
mahkemede sükûneti bozan veya uygunsuz davrananları azarlar ve kadı-
nın emriyle kırbaçla infaz yapardı.[25] Ayrıca cilvâz, kadının yardımcısı hat-
ta halefidir. Çünkü kadı Şureyh, “cilvâz”ını, hapishaneye giderek, muayyen
bir durum üzere, oradaki bir mahpustan yemin almakla görevlendirmiş
ve ona yemin verdireceği zaman ne yapacağını tembihlemiştir.[26]
[32] Bkz: Ya’kûbî�, II,173; İ�bn Habî�b, Ebû Ca’fer Muhammed, Kitâbü’l- muhabber, (thk:
E. Lichtenstater), Beyrût ty., s. 373; Halî�fe b. Hayyât, s. 223; İ�bn Hacer el-Askalânî�,
Ebû’l- Fazl Şehabeddin Ahmed, el-İsâbe fî temyîzi’s- sahâbe I-IV, (Matbaatu’l-
Musennâ), Bağdad 1328, III,466; en-Nuveyrî�, Ahmed Şihâbüddî�n, Nihâyetu’l- ereb
fî funûnu’l- edeb I-XXXI, (thk: M. E. İ�brahim), Kahire 1395/1975, XIX,509; İ�bn Abdi
Rabbih, Ahmed b. Muhammed el-Endelüsî�, el-Ikdul’l- ferîd I-IX, (thk: M. M. Kamî�ha,
Dâru’l- Kutubi’l- ‘İ�lmiyye, 3. baskı), Beyrût 1407/1987, V,37; Suyûtî�, s. 165; Nâsır
Ensârî�, s. 39.
[33] Bkz: ed-Diyârbekrî�, Hüseyn b. el-Hasan, Târîhu’l- hamîs fî ahvâli enfesi nefîs I-II,
(nşr: Müessesetu Şa’bân), Beyrût ty., II,255.
[34] Bkz: İ�bn Sa’d, III,236.
[35] Bkz: İ�bn Habî�b, s. 373; Rahmûnî�, s. 59.
[36] Bkz: Veki’, I,283.
[37] Bkz: İ�bn Hacer, III,584. Emeviler dönemi Şam şurta teşkilatı için bkz. Necde
Hammâş, eş-Şâm fî sadri’l- İslâm, Dimaşk 1987, s. 240-247.
404 [38] Bkz: Kindî�, s. 11.
[39] Bkz: Ersen, s. 30.
[40] Bkz: İ�bn Sa’d, IV,32; Zehebî�, Şemdeddin Muhammed b Ahmed b. Osman, Siyeru
a’lâmu’n- nubelâ I-XXVIII, (Müessesetu’r- Risâle, 3. baskı), Beyrût 1405/1985 II,74;
Ersen, s. 30.
Râşid Halifeler Döneminde İdarî Yapı ■
Namaz kılmak için girdiği mescitte, Ebû Zerr ve bir grup sahâbeyi
ağlaşırken gören Hz. Osman, şurtaya onların dağıtılmasını emretmiştir.[41]
Yine Hz. Osman bir gün hutbedeyken, muhalifleri kalkarak ona karşı ses-
lerini yükselttiler. Halife, onlardan susmalarını istemesine rağmen susma-
dılar. Bunun üzerine Hz. Osman, şurtaya onları oturtmasını emretti, fakat
sonuç alamayınca dışarı attırdı.[42] Hz. Osman’ı tenkitte aşırı giden Ammâr
b. Yâsir de bazı iddialara göre Hz. Osman’ın emriyle şurta tarafından ba-
yıltıncaya kadar dövülmüştür.[43]
Başka bir örnekte ise, Kûfe valisi Sa’î�d b. el-‛Â� s, bir toplulukta Kû-
feliler’le birlikte Sevâd hakkında konuşurken, Mâlik el-Eşter’in itiraz ve
sözlerine kızan şurta reisi Abdurrahman el-Esedî� ve adamlarının, Eşter’i
bayıltıncaya kadar dövdükleri haber verilmektedir. [44]
[41] Bkz: İ�bn Ebî�’l- Hadî�d, Şerhu nehci’l- belâga I-X, (thk: M. E. İ�brahim, Dâru’l- İ�hyâ, 2.
baskı), by., 1386/1967, IX,4-5; Erzen, s. 30; Yılmaz, s. 58.
[42] Bkz: İ�bn Ebî�’l- Hadî�d, s. IX,17-18; Ersen, s. 31.
[43] Bkz: Yılmaz, s. 59n.
[44] Bkz: Taberî�, V,328.
[45] Bkz: Ya’kûbî�, II,213; İ�bn Habî�b, s. 373; Halî�fe b. Hayyât, s. 248; el-Minkarî�, Nasr b.
Müzâhim, Vak’atü Sıffîn, (thk: A. M. Harun, 3. baskı), 1401/1981, s. 4; Vekî�’, III,11
(ayrıca bkz. Müslim, Kitâbü’l- Cenâiz, 31 (969 no’lu hadis); Ahmed b. Hanbel, Müsned
I-VI, (nşr: el-Mektebü’l- İ�slâmî� Dâru’l- Fikr), Beyrût 1978/1398, I,150; Rahmûnî�,
s. 60-61, 251; H.İ�. Hasan, Nuzum, s. 217; İslâm Tarihi, V,420. Faruk Abdüsselâm,
“ashâbu’ş- şurta”, ruesâu’ş- şurta” adlandırmalarının bu dönemde başladığını iddia
etmektedir. s. 13.
[46] Bkz: Nuveyri, s. XX,206.
[47] Bkz: İ�bn Hazm, Ebû Muhammed Ali b. Ahmed el-Endelüsî�, Cemheretu ensâbil’l- 405
‘Arab, (thk: A. M. Harun, Dâru’l- Maârif, 4. baskı), Kahire 1977, s. 237-238; İ�bn
Hacer, s. II,112; Rahmûnî�, s. 251.
[48] Bkz: İ�bn Hacer, IV,180; Rahmûnî�, s. 248.
[49] Bkz: Kindî�, s. 20.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
[61] Bkz: İ�bn Manzûr, Ebû’l- Fadl Cemaluddin Muhammed, Lisânu’l- ‘Arab I-XV, (nşr: Dâru’l-
Fikr), Beyrût ty., VII,330; Ahterî�, Mustafa Muslihiddin b. Şemseddin, Ahter-i kebîr I-II,
�stanbul 1309, I,542; Reinhart Dozy, Suplement aux Dictionnaires I-II, Paris 1927,
I,746; İ�brahim Mustafa vd., el-Mu’cemü’l- vasît I-II, İ�stanbul 1406/1986, I,479; K. V.,
Zetterstéen, “Şurta” maddesi, İ�A, (MEB Yay.), İ�stanbul 1979; XI,585; R. Levy, “Şurta”
maddesi, Dâiretü’l- meârifi’l- İslâmiyye, Tahrân ty. XIII,193; M. Hanefi Palabıyık, İslâm
devletlerinde emniyet teşkilatı, (Atatürk Ü� niv. Sosyal Bil. Enst., Yayımlanmamış Yüksek
Lisans Tezi), Erzurum 1991, s. 47-48; Palabıyık, “İ�slâm’ın İ�lk Yıllarında Emniyet ve
Asayiş İ�şleri”, İSTEM, yıl: III, 2005, sayı: 6, ss. 147-175, s. 168; Faruk Abdüsselâm, s.
12; Ersen, s. 15-17; Nâsıf, s. 98-103 Yılmaz, s. 19-27; A. Serdar Ö� zlü, Asr-ı Saâdet’te iç
güvenlik meselesi, (Ankara Ü� niv. Sosyal Bil. Enst., Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), 407
Ankara 1995, s. 140-144; Ö� zlü, Dört Halife döneminde iç güvenlik, (Ankara Ü� niv. Sosyal
Bil. Enst., Yayımlanmamış Doktora Tezi), Ankara 2003, s. 131-141; Ahmet Güzel,
Hulefâ-yi Râşidîn döneminde idari yapı, (Selçuk Ü� niv. Sosyal Bil. Enst., Yayımlanmamış
Yüksek Lisans Tezi), Konya 1996, s. 108-111.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
Istılahta da, luğavî� manasına uygun olarak, “bekçi, muhafız, korucu, bir
melikin koruyucuları, yardımcıları” anlamındadır. “Polis ve güvenlik gö-
revlisi” manalarına da gelmektedir.[62]
c. Ahdâs:
Ahdâs ile ilgili rivayetler bir araya getirilince, onun başlı başına bir
teşkilat olduğu ve bulunduğu yerin mülkî� amirine bağlı olarak görev yap-
tığı anlaşılmaktadır. İ�lk olarak halife Ö� mer zamanında kurulduğu anla-
şılan bu teşkilat, davaların ilk tahkikatını yapardı. O zaman müstakil bir
daire olarak kurulan bu teşkilatın memurları, “ahdâs”, müdürü ise “sâhi-
bu’l-ahdâs” adını almıştır.[65] H. İ�brahim Hasan, ahdâs teşkilatının, şurta ile
asker arasındaki ortak işlerle meşgul olduğunu ifade eder.[66]
[62] Bkz: Huzâ’î�, 454; İ�bn Manzûr, VI,48; İ�brahim Mustafa vd., s. I,166; Levis Me’luf,
el-Müncid fî’l- lüğa ve’l- a’lâm, Beyrût, ty., s. 126; Dozy, I,270; Palabıyık, İslâm devlet-
lerinde, s. 30-31; Palabıyık, “İ�slâm’ın İ�lk Yıllarında …”, s. 156; Ö� zlü, Asr-ı Saâdet’te, s.
138-139; Ö� zlü, Dört Halife s. 127-131.
[63] Bkz: Makrî�zî�, II,223; İ�bn Manzûr, VI,139; Kettânî�, II,292; İ�brahim Mustafa vd., II,600;
Me’luf, s. 404; Dozy, s. II,126-7; İ�. Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti Teşkilatına
Medhal, Ankara, 1988, s. 404n; Palabıyık, İslâm devletlerinde, s. 48; Palabıyık,
“İ�slâm’ın İ�lk Yıllarında …”, s. 156; Ö� zlü, Asr-ı Saâdet’te, s. 138-1139; Ö� zlü, Dört Halife,
s. , 128-131; Güzel, s. 110; Abdülkadir Ö� zcan, “Asesbaşı” maddesi, DİA, III,464.
[64] Bkz: İ�bn Manzûr, II,132; İ�brahim Mustafa, I,160; Me’lûf, s. 121; Ahterî�, I,287 Levy,
XIII,193; Zâfir el-Kâsımî�, Nizâmü’l- hükm fî’ş-şerî’a ve’t-târîhi’l- İslâmî I-II, Beyrût
1987/1408, s. II,257; Palabıyık, İslâm devletlerinde, 49; Palabıyık, “İ�slâm’ın İ�lk
Yıllarında …”, s. 169; Ö� zlü, Dört Halife döneminde iç güvenlik, s. 145-146; Güzel, 110;
408 Coşkun Alptekin, “Ahdâs” maddesi, DİA, I,508.
[65] Bkz: Belâzûrî�, s. 118; Şibli, IV,369-370.
[66] Bkz: H.İ�. Hasan, en-Nuzum, s. 217 (Yazar ahdas teşkilatının Emevî� Halifesi Hişâm b.
‘Abdilmelik zamanında kurulmuş olduğuna kanidir.); Sübhî� es- Sâlih, İslâm mezhep-
leri ve müesseseleri, (çev: İ�. Sarmış), İ�stanbul 1983, s. 253.
Râşid Halifeler Döneminde İdarî Yapı ■
d. Maûne:
e. Cilvâz:
[67] Bkz: Veki’, II,59n; Makrî�zî�, II,187; Dozy, s. 192; Adam Metz, el-Hadâratu’l- İslâmiyye
fî’l- karni’r- râbi’i’l- hicrî I-II, (çev, M. A. Ebû Reyde), Beyrût ty., II,279-80; Levy,
XIII,1932; Nâsıf, s. 104; Palabıyık, İslâm devletlerinde, s. 50; Palabıyık, “İ�slâm’ın İ�lk
Yıllarında …”, s. 169; Ö� zlü, Dört Halife Döneminde, s. 143-145.
[68] Bkz: İ� bn Manzûr, V,322; Dozy, s. I,207; İ� brahim Mustafa,. I,129; Levis Me’luf, s.
121; Ahterî�, I,98; Veki’, II,277n; Kâsımî�, II,277, s. 417; Palabıyık, İslâm devletle-
rinde, s. 50-51; Palabıyık, “İ� slâm’ın İ� lk Yıllarında …”, s. 169-170; Ö� zlü, Dört halife 409
döneminde, s. 142-143.
[69] Bkz: ‘Abdulkerim Zeydân, Nizâmu’l- kadâ fî’ş- şerî’ati’l- İslâmiyye, Ammân
1989/1409, s. 60; s. Atar, 142
[70] Bkz: Vekî�’ II,215, 277, 283, 320, 394; Kâsımî�, II,409, 416, 417; Rahmûnî�, s. 198-200.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
[71] Bkz: el-Mâverdî�, Ebû’l- Hasan ‘Alî� b. Muhammed, el-Ahkâmü’s- sultâniyye ve’l- vilâyâtu’d-
dîniyye, (nşr: Dâru’l- Kütübi’l- ‘İ�lmiyye), Beyrût 1985/1405, s. 261; Şiblî�, IV,339.
[72] Bkz: Ebû Yusuf, Kitabü’l- Harac (çev: Ali Ö� zek, 2. baskı), İ�stanbul 1973, s. 286; Şiblî�
IV,371-372.
[73] Bkz: Kettânî�, I,295, 298; Atar, s. 218.
[74] Bkz: Halit Çil, Hz. Ö� mer dönemi ordu ve ordugâhlar, (Ankara Ü� niv. Sosyal Bil. Enst.,
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara 1999, s. 182.
410 [75] Ö� rnek olarak bkz. Yusuf Ziya Kavakçı, Hisbe teşkilâtı-Bir hukuk ve tarih müessesesi
olarak kuruluş ve gelişmesi, Ankara 1975, s. 22, 139; Atar, s. 93 vd.; Rekâyibî�, s. 7.
[76] Bu hususta genişçe bilgi için bkz. Palabıyık, İslâm devletlerinde, s. 52-55; Palabıyık,
“İ�slâm’ın İ�lk Yıllarında …”, s. 171-172; Ö� zlü, Asr-ı Saâdet’te, s. 143; Ö� zlü, Dört Halife,
s. 136; Güzel, s. 109; Şâvkî� Ebû Halî�l, s. 270; Yılmaz, s. 173-179.
Râşid Halifeler Döneminde İdarî Yapı ■
sabırlı ve dayanıklı olmak, 12. Mükrim, müşfik olmak ve devlet malını gö-
zetmek.[77]
Kırbaçtan başka hususî� bir alamet veya kıyafet gibi başka herhangi bir
şeye rastlayamadığımızı belirtmek istiyoruz. Ancak yukarıda geçen mız-
rakla halifenin önünde yürünmesi hakkındaki rivayet, daha sonraları tatbi-
kata konmuş olmalıdır. Bu devirde kullanılan harp aletlerinden kılıç, bıçak,
ok-yay ve mızrak emniyet görevlilerinin daimi silahlarından olmalıdır.
[77] Bkz: Nisâ, 4/141; Ebû Dâvûd, 17. Kitâbü’l- Hudûd, (4398 no’lu hadis), IV,139; Veki’,
II,235; İ�bn Kuteybe, Ebû Muhammed ‘Abdullah ed-Dî�neverî�, Kitâbü ‘Uyûn’il- ahbâr
I-II, Mısr 1342/1925, I,16; Taberî�, VIII,643; el-Kalkaşendî�, Ahmed b. Ali b. Abdillah,
Subhu’l- a’şâ fî sınâ’ati’l- inşâ I-XIV, (thk: M. H. Şemsuddin), Beyrût 1407/1987, X,230;
İ�bn Haldûn, ‘Abdurrahman b. Muhammed, Mukaddime I-III, (çev: Zâkir Kadî�rî� Ugan),
İ�stanbul 1986, s. 641, 643; Mâverdî�, s. 261; Corcî� Zeydân, s. I,349; Metz, II,281; Kâsımî�,
II,639; H.�. Hasan, III,91, IV,209; en-Nuzum, s. 271; Atar, s. 98-101.
[78] Şevkî� Ebû Halî�l, s. 268.
[79] Bkz: Ya’kûbî�. II,158; Veki’, II,215, 277, 283, 320; Taberî�, s. V,203; İ�bnu’l- Esî�r, s. III,59;
İ�bn Kesî�r, VII,133; Suyûtî�, s. 137; Kettânî�, I,295.
[80] Bkz: Ebû Dâvûd, IV,273; Dârî�mî�, II,307; Makrî�zî�, s. II,223; Kettânî�, s. I,294.
[81] Bkz: Bkz: Şibli, IV,160; Corci Zeydân, I,349; H.İ�. Hasan, IV,210; Nuzum, s. 217.
[82] Bkz: Veki’, II,307, 320.
[83] Bkz: Ebû Dâvûd, IV,273; Dârimî�, II,307; Ahmed b. Hanbel, III,153, 158; Veki’, II,59- 411
60; Şibli, IV,369-71; Corci Zeydân, s. I,349; Gardet, s. 713; H.İ�. Hasan, II,160, IV,210;
Nuzum, s. 217.
[84] Bkz: Ya’kûbî� II,158; Taberî�, V,198; İ�bnu’l- Esî�r,. III,59; Makrî�zî�, s. II,223; Suyûtî�, 137;
Kettânî�, s. I,293.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
***
İ�lk dönem islâm toplumunun tüm üyelerinin aynı zamanda asker ol-
dukları ve yukarıda verilen örneklerin çoğunun savaş esnası ve sonrasına
ait oldukları düşünülerek, bütün bu rivayet ve değerlendirmelerin em-
niyet teşkilatı için örnek teşkil edemeyeceği iddia edilmemelidir. Çünkü
toplumun yapısı ve özelliği bu şekildedir, yani herkes hem sivil hem de
askerdir, sivil toplum, aynı zamanda orduyu da oluşturmaktadır. Asker ile
sivil kişi ve askerî� mekân ile sivil mekân ayrımı yapılmamakta; üstelik o
zamanlar, zaten böyle bir telakki de bulunmamaktadır.
İ�kinci halife Ö� mer devrinde ise, devlet teşkilatına yeni bir düzen ge-
tirilmiş ve bu düzen eskisini de kapsayarak gelişip mükemmel bir şekil
almaya başlamıştır. Bundan adlî� teşkilat kadar olmasa bile, emniyet teş-
kilatının da nasiplendiği anlaşılmaktadır. “Ahdas: Olaylar dairesi” teşkila-
tı bu dönemde kurulmuş, ayrıca “Şurta: Polis”, “Cilvâz: Polis Yardımcısı”,
“Meûne: Yardımcı Eleman”, bu teşkilatın unsurları olarak doğrudan görev-
ler ifa etmişlerdir.
413
Prof. Dr. M. Hanefi PALABIYIK
Atatürk Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi
1. Giriş
a. Kavramsal Çerçeve
[88] Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Mehmet Şimşir, İlk dönem İslâm Târîhinde
HaberleşmeYöntemleri,Hüner, Konya, 2011.
Râşid Halifeler Döneminde İdarî Yapı ■
amaçlı yapılmasıdır. İ�stihbaratın bir diğer yönü ise ‘istihbarata karşı koy-
ma’ denen karşı istihbarat faaliyetidir.
Eskilerin de çağdaş devletler gibi istihbarat yapılarını oluştururken,
“iç istihbarat” ve “dış istihbarat” şeklinde oluşturdukları anlaşılmaktadır.
İ�ç istihbarat eski devirlerde şahısları, hükümdarları, toprakları, devleti ve
rejimleri, rakiplere karşı koruma görevi ifa ederken, günümüzde devletin
iç güvenliğini korumayı esas hedef olarak benimsemiştir. Dış istihbarat
ise, hasım ya da hasım olması muhtemel devletlerin elindeki imkân ve ka-
biliyetleri tespit etmektir.[89]
İ�slâm dünyasına gelinceye kadar, dünyada kurulduğu görülen ha-
berleşme/posta kurumları çeşitli isimler altında görev yapmışlardır. Bu
haberleşme/postanın hepsinin genel karakteri, devlete ait haberleşme/
posta olması ve devlet haberleşmesi yanında, haber alma faaliyetini de
birlikte yürütmüş olmasıdır.[90]
Daha sonraları haberleşme teşkilatına ad olan “berî�d” kelimesi, deği-
şik şekillerde tarif edilse de, Latince’de “posta hayvanı” manasında olan
“veredus”tan geldiği ve bütün ortaçağ İ�slâm devletlerinde “posta hayvanı,
süvari postacı, devlet postası, posta menzili ve nihayet iki posta menzili
arasındaki mesafe” anlamlarında kullanıla gelmiştir.[91]
İ�slâm Tarihi’nde Hz. Muhammed (sas) tarafından bi’setin beşinci se-
nesinde Habeşistan’a yapılan hicret sırasında Hz. Peygamber’in Habeşis-
tan Necâşisi Ashame’ye ve hicretin altıncı senesi sonu ile yedinci senesi
başlarında çevre ülkeler ve hükümdarlarına, hususi elçiler vasıtasıyla da-
vet mektupları gönderdiğini biliyoruz. Nihayet daha sonra hızla gerçek-
leştirilen fetihlerle İ�slâm Devleti’nin sınırları genişlemiştir. İ�lk zamanlar-
da Hz. Peygamber ile ve daha sonraları Medine’deki halifelerle cephedeki
ordu komutanlarının ve vilayetlerdeki yöneticilerin haberleşmesi, elde
bulunan imkânlarla sağlanmaya çalışılmıştır.[92] Kettânî�, postanın İ�slâm
[89] Bkz. Murat Durmuş, Özel hayatın korunması hakkı ve bu çerçevede istihbarat faa-
liyetleri, (Kırıkkale Ü� niv. Sosyal Bil. Enst., Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi),
Kırıkkale, 2006, s. 22-26, 30-32; Kemal Aslan, Yeni teknolojiler çerçevesinde haber-
cilikte istihbaratın işlevi, (Marmara Ü� niv. Sosyal Bil. Enst., Yayımlanmamış Yüksek
Lisans Tezi), İ�stanbul, 2008, s. 3-4; Remzi Güney, Osmanlı’nın son döneminden
cumhuriyet dönemine istihbarat teşkilatlarının tarihi süreçleri ve polis istihbarat ta-
rihi, (Afyon Kocatepe Ü� niv. Sosyal Bil. Enst., Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi),
Afyonkarahisar, 2010, s. 2-5.
[90] İ�smet Kayaoğlu, İslâm kurumları tarihi, Ankara, 1985, s. 62.
[91] M. Fuad Köprülü, “Berîd” mad., İA, II,541-544, II,541; Ahmet Güzel, Hulefâ-yi Râşidîn
döneminde idari yapı, (Selçuk Ü� niv. Sosyal Bil. Enst., Yayımlanmamış Yüksek Lisans 417
Tezi), Konya, 1996, s. 111.
[92] Nesimi Yazıcı, “Klâsî�k İ�slâm Döneminde Haberleşme Kurumu İ�le İ�lgili Bazı
Mülâhazalar”, Ankara Üniv. İlahiyat Fak. dergisi, sayı: 29, ss. 377-386, s. 378, İ�brahim
Harekât, “Berid” mad., Dİ�A, V,498-501, V,500.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
[97] Seyyide İ�smail Kâşif, İslâm tarihinin kaynakları ve araştırma metotları, (çev.
Mehmet Şeker vdd.), İ�zmir 1997, s. 49, 84; Ahmet Erol, Klasik İslâm döneminde
ulaşım, (Selçuk Ü� niv. Sosyal Bil. Enst., Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Konya,
2006, s. 2.
[98] İ�bnü’l-Esî�r, İzzüddîn b. Ebi’l-Hasan Ali b. Muhammed, el-Kâmil fi’t-târih, (thk. C. J.
Tornberg, Dâru Sâdır), Beyrût 1385/1965, s. II,522 (Türkçe çev.: İslâm tarihi-el-kâ-
mil fî’t-târih tercümesi I-X, Red. Mertol Tulum, İ�stanbul, 2008, s. II,456).
[99] Erol, s. 21.
[100] Zeydân, s. I,299.
[101] Buhari, Sahîh-i Buhârî I-VI, (Red. A. Ağırakça), İ�stanbul 2009, Vudû’ 66, s. I,130;
Kettânî�, s. 1,267. 419
[102] Şiblî� Numanî�, Bütün Yönleriyle Hz. Ömer ve Devlet İdaresi I-II, (çev. T. Yaşar Alp),
İ�stanbul, 1986, s. II,164; Gâlip b. Abdilkâfî� el-Kureşî�, Evveliyyâtü’l-Farûk fi’l-İdâre
ve’l-Kadâ I-II, (Müesseseü’l-Kütübi’s-Sekafiyye), Beyrût 1410/1990, s. I,218; Mustafa
Fayda, “Râşid Halifeler” mad., DİA, s. XVIII,324-338; Harekât, V,499; Erol, s. 22.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
[103] İ�bnü’l-Esî�r, s. II,375-376, 378, 385, 403, 406 (çev. s. II,324-326, 326, 333, 349, 357) ve
ayrıca İ�bnü’l-Esî�r, s. II,370, 372-373, 387-388, 395-396 (çev. s. II,319, 322, 335, 342).
[104] İ�bnü’l-Esî�r, s. II,392, (çev. s. II,339), s. II,395, (çev. s. II,342), s. II,371, (çev. s. II,321),
s. II,374, (çev. s. II,323), s. II,346, (çev. s. II,297).
[105] İ�bnü’l-Esî�r, s. II,360, (çev. s. II,310).
420 [106] İ�bnü’l-Esî�r, s. II,365, (çev. s. II,315).
[107] İ�bnü’l-Esî�r, s. II,404, (çev. s. II,349-350).
[108] İ�srafil Balcı, “Hz. Ö� mer’in Komutan Atama Stratejisi: Sa’d b. Ebî� Vakkâs ve Ebû
Ubeyde b. el-Cerrâh Ö� rneği”, Ondokuz Mayıs Üniv. İlâhiyat Fak. dergisi, sayı: 20-21,
2005, ss. 169-209, s. 192.
Râşid Halifeler Döneminde İdarî Yapı ■
Yine Hz. Ebû Bekir döneminde Şam fâtihi Ebû Ubeyde b. Cerrâh, böl-
gede tutunabilmek için gayrimüslim Nabatî�ler’den casus olarak faydalan-
mıştır.
Sevâd orduları kumandanı Hâlid b. Velî�d de Â� lî�s ve Hî�re halkı ile, İ�ran-
lılar’a karşı casusluk yapmaları şartıyla antlaşma yapmıştır.[110]
Hz. Peygamber’in yaptığı gibi, Hz. Ebû Bekir’in de, düşmanların ordu
hazırladığını haber alır almaz hareket ederek, Zü’l-Kassa’ya gidip düşma-
na ani baskın yapması, bölge devletlerinde casuslar bulundurduğunu gös-
termektedir.[111]
Hıms şehri sulh yoluyla 14/635 yılında ele geçirilince yapılan antlaş-
maya göre, Humus halkı, yılda 170 bin dinar cizye ödemeyi kabul etmişler-
di. Bu antlaşmadan bir yıl sonra, Yermûk Savaşı öncesi Müslümanlar, He-
raklieios’un kendilerine hücum etmek üzere asker topladığını öğrendiler.
[120] Ebû Yûsuf, s. 226-227; Belâzürî�, Fütûhul buldân (Ülkelerin Fetihleri), (çev. Mustafa
Fayda), Ankara, 1987, s. 195-196; Zeydan, I,118; Fayda, Hz. Ömer zamanında gayr-ı
müslimler, s. 142. Ayrıca bkz. Hüseyin Algül, İslâm Tarihi I-IV, İ�stanbul 1986, II,309;
Eyüp Baş, İslâm’ın ilk döneminde Müslüman Yahudi ilişkileri, İ�stanbul, 2004, s. 89;
Eker, s. 92-93, 118.
[121] Belâzürî�, s. 226; Şiblî�, II,164; Kallek, VII,163.
424 [122] Belâzürî�, s. 224-225; Ebû Ubeyd, Kitâbü’l-Emvâl, (çev. Cemaleddin Saylık,),
İ�stanbul, 1981, s. 204; Muhammed Hamidullah, Mecmû’atü’l-vesâiku’s-siyâsiyye
li’l-’ahdi’n-Nebevî ve’l-Hilâfeti’r-Râşide, Beyrût, 1389/1969 [el-Vesâiku’s-Siyâsiy-
ye-Hz. Peygamber döneminin siyasî-idarî belgeleri, (çev. Vecdi Akyüz, Kitabevi Yay.),
İ�stanbul, 1997], s. 383; Siblî�, s. 164-165; Eker, s. 121; Kallek, s. VII,164.
Râşid Halifeler Döneminde İdarî Yapı ■
hainlik etiği için görevden almadım. Ancak herkes onu alabildiğine gö-
zünde büyütmüş ve her şeyi ondan zannetmek gibi bir duruma gelmişti.
Her şeyin onunla olup bittiğini varsaymalarından korkmaya başlamıştım.
Ben onların her şeyi yapanın Allah olduğunu bilmelerini ve fitneye maruz
kalmamalarını arzuladım.”[129]
Hz. Ö� mer, 17/638 senesinde Basra ve Kûfe’de çıkan büyük bir yangın-
dan sonra Kûfe’den gelen heyete evlerin yapımıyla ilgili verdiği talimatı,
o zaman Basra valisi olan Ebû Mûsâ el-Eş’arî�’ye ve Basra halkına da gön-
dermiştir.[131]
Azaz’ın o günkü reisi olan Dıras’ın, oğulları ile araları açılmıştı. Bunun
üzerine Dıras’ın oğlu Müslümanlarla gizlice anlaşıp babasını öldürmeye
karar vermiş fakat babasını ondan önce diğer kardeşi öldürmüştü. Lâvan
da anlaştığı Müslümanları gizlice çağırıp kaleyi içten fethetmeye çalışı-
yordu. Durumu gören Mâlik el-Eşter’in casusu Târık, derhal olayı Mâlik
el-Eşter’e haber verdi. Onlar da hemen kaleye geldiler ve açılan kapıdan
girip kaleyi ele geçirdiler.[135]
[134] Vâkıdî�, s. I,175-177; Yusuf Yılmaz, Mâlik el-Eşter (hayatı ve şahsiyeti), (Selçuk Ü� niv.
Sosyal Bil. Enst., Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Konya, 2005, s. 16.
[135] Vâkıdî�, s. I,175-177; Yusuf Yılmaz, s. 17.
[136] Yusuf Yılmaz, s. 20.
[137] Melek Yılmaz, Mugîre b. Şu’be (hayatı-şahsiyeti-devlet adamlığı), (Uludağ Ü� niv. 427
Sosyal Bilimler Enst., Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Bursa, 2005, s. 36.
[138] İbnü’l-Esîr, s. III,5 (çev. s. II,502); Yasin Kurnaz, Muhammed b. Mesleme hayatı ve
şahsiyeti, (Selçuk Ü� niv. Sosyal Bil. Enst., Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Konya,
2008, s. 47.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
428
[139] İ�bnü’l-Esî�r, s. III,96, (çev. s. II,585); Kettânî�, s. I,268; Güzel, s. 112.
[140] Kettânî�, s. I,268.
[141] Kazıcı, s. 92.
Râşid Halifeler Döneminde İdarî Yapı ■
[149] Metin Yılmaz, “Emevi ve Abbasi Dönemi İ�ç İ�stihbaratı”, İSTEM, Yıl: 6, Sayı: 12, 2008,
ss. 175-193, s. 179.
[150] Kallek, s. VII,164.
[151] Mustafa Sami Tok, Hz. Peygamber dönemi sonrası siyasî olaylarında Talha
b. Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvâm, (Cumhuriyet Ü� niv. Sosyal Bilimler Enst.,
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Sivas, 2009, s. 78.
[152] Tok, s. 88.
[153] Yusuf Yılmaz, s. 76.
430 [154] Rızâ Savaş, râşid halifeler devrinde kadın, İ�stanbul, 1996, s. 197. Bkz. İ�bn Hibbân,
Ebû Hatim Muhammed, es-Siretü’n-Nebeviyye ve ahbâru’l-Hulefâ, (Müessesetü’l-
Kütübi’s-Sekâfiyye), Beyrût, 1987, s. 533; Sevde İ�la, Hz. Âişe ve Peygamber sonra-
sı siyasî hayattaki rolü, (Çukurova Ü� niv. Sosyal Bil. Enst., Yayımlanmamış Yüksek
Lisans Tezi), Adana, 2007, s. 25-26.
Râşid Halifeler Döneminde İdarî Yapı ■
1. Zekât
434 [2] Buradaki “sadaka” kelimesi zekât anlamında olup başka on bir âyette de geçmekte-
dir. Türkçemiz’de sadaka, Kur’ân’da çokça zikredilen infak anlamındadır. Kur’ân ıs-
tılahında her ikisi de zekât için kullanılmıştır. Burada Hz. Peygamber’in “Biz sadaka
yemeyiz” hadisini (Buhârî�, “Zekât”, 60) hatırlatmak ve Resûlullah ve Ehl-i Beyti’nin
zekât malına el sürmediklerine işaret etmek uygun olacaktır.
Râşid Halifeler Döneminde İktisadî Durum ■
[5] Bu dönemde zekâta mâni olan kabileler arasında bazı Temî�mliler, Hadramût’taki
Kindeliler gibi başkaları da örnek verilebilir. Bunlar arasında zekât vermek iste-
mediklerini Halife’ye bildirmek üzere Medine’ye heyet gönderen Esed ve Gatafân
kabilelerini de zikretmek gerekir. Ayrıca mütenebbî�lere tâbi olanların da zekât ver-
medikleri göz önüne alınmalıdır.
[6] Ebû Ubeyd, s. 391.
[7] Taberî�, I, 1920-1921.
[8] Bu rivayetlere göre aslında zekât gelirleriyle ilgili olmadığı anlaşılan Hz. Ö� mer’in bu
müdahalesi, zekât gelirlerinin sarf yerlerinde zikredilen (Tevbe 9/60) bir zümreyi
ilgilendirdiği için olsa gerek, müellefe-i kulûb payı meselesi, mezhep kurucusu fa-
kihler başta olmak üzere günümüze kadar üzerinde durulan ve tartışılan bir konu
olmuştur. Konuyla ilgili diğer rivayet ve görüşler için bkz. Ebû Ubeyd, s. 796-797;
436 Taberî�, Tefsîr, X, 112-113; Zebî�dî�, Tecrîd-i sarih Tercümesi (ter. Kâmil Miras), V, 327-
329; Kettânî�, et-Terâtib (ter. A. Ö� zel), I, 380-381; Bıltâcî�, Menhec, s. 175-191; el-Kar-
dâvî�, Zekât (ter. İ�brahim Sarmış), II, 79-93; Cengiz Kallek, “Müellefe-i kulûb”, DİA,
XXXI, 475-476.Hz. Ö� mer hilafeti esnasında gittiği Suriye’de dilenen bir Yahudi’ye
Müslümanlar’ın verdiği zekâttan yardım edilmesini valisine emrederken, Tevbe
Râşid Halifeler Döneminde İktisadî Durum ■
Kaynaklarda bal, zeytin, sebze ve meyvelerden zekât alınıp alınmaması ile Hz.
Peygamber ve Hz. Ö� mer dönemleriyle ilgili de tartışmalar ve farklı görüşler bulun-
maktadır; bunlar için bkz. Ebû Ubeyd, s. 667-679.
[12] Ebû Ubeyd, 597. Müslümanlar’ın ramazan ayında zekâtlarını ödeme alışkanlıkları
bugüne kadar devam etmiş olduğu da bilinmektedir.
[13] Müctehidler bu konuyu tartışmışlar ve farklı görüşlere ulaşmışlardır; bkz.
Hayreddin Karaman, “Zekât”, İA, XIII, 504. 1952 yılında Şam’da yapılan İ�slâm âlim-
438 leri toplantısında, Hz. Osman’ın bu mallar ile ilgili verdiği vekaletin geçerliliğini
kaybettiği kararını verilmiştir; Cengiz Kallek ise, Hz. Osman’ın bu hutbesinin bu
sonucu doğurmasının mümkün olmadığını ileri sürmekte ve bu görüşün yeniden
araştırılmasını teklif etmektedir; C. Kallek, “Zekâtın Müesseseleşme Süreci”, s. 210-
211.
Râşid Halifeler Döneminde İktisadî Durum ■
topladığı zekâtın tamamını, “Benden bir şey alacak kimse bulamadım.” ce-
vabıyla Medine’ye göndermiştir.[14] Bölgelerden toplanan zekâtların em-
niyet içerisinde Medine’ye getirilmesi, Dâru’r-Rakî�k denilen ambarlarda
muhafaza edilmesi, zekât hayvanlarına da, humus ve fey gelirlerinden
toplananlardan ayrılması için, zekât damgası vurulması, bunlar için Hz.
Peygamber zamanındaki Nakî�’ mer’asına Rebeze ve Şeref’te (veya Seref)
yeni yerlerin tahsis edilmesi gibi önemli hizmetlerin yerine getirilmesine
çalışılmıştır. Benzer hizmetlerin fethedilen yeni bölge ve şehirlerde de va-
liler veya zekât âmilleri tarafından sağlandığını görüyoruz.
2. Humus
[14] Ebû Ubeyd, s. 784-785. Bu haberden hemen sonra, zekât âmili hakkını da almaksızın
evine eli boş dönmesine çıkışan karısına verecek cevap bulamayan Muâz: “Yanımda
murakıp vardı.” diye cevap verir. Bunun üzerine karısı, kendisinin Hz. Peygamber
ve Hz. Ebû Bekir yanında emin kimse olduğunu söyledikten sonra: “Demek ki
Ö� mer sana güvenemiyor’’ diyerek üzüntüsünü belirtir ve bu hususu arkadaşlarına
da anlatır; haber yayılır ve Hz. Ö� mer’e de ulaşır. Muâz Medine’ye gelince Hz. Ö� mer 439
kendisinin yanında murakıp gönderip göndermediğini sorunca Muâz’ın: “Karıma
söyleyecek başka bir şey bulamadım.” cevabı üzerine Halife gülümser ve karısına
verilmek üzere bazı hediyeler verdikten sonra: “Git, kendisinin gönlünü al.” karşılı-
ğını verir; Ebû Ubeyd, s. 785.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
anlayışa göre ise Hz. Peygamber, Allah adına bir hisse ayırmamıştır; esa-
sen ganimet âyetinde Allah’ın ism-i celâli humus kelimesinden önce yer
almış ve her şeyin Allah’a ait olduğu gerçeği vurgulanmış ve zât-ı ilâhî�si-
nin yüceltilmesi hedef alınmıştır. Buna göre de humus, âyette geçen diğer
beş zümreye dağıtılmıştır. Başka bir rivayete göre ise Allah ve Resûlü’nün
hisselerinin müşterek olduğu kaydedilmiş ve Hz. Peygamber bu hisseyi,
asker teçhiz etmek, atiyye vermek, istediği yere istediği gibi sarf etmek
üzere kullanmış; geri kalanını da diğer dört zümreye dağıtmıştır. Başka
bir haberde ise Hz. Peygamber’in humusu dörde böldüğü, birini Allah,
Peygamber ve zilkurbâ hissesi olarak ayırdığı geri kalan dörtte üçü de
yetimlere, miskinlere ve yolculara dağıttığı zikredilmiştir. Daha yaygın
olan rivayetlerde ise Hz. Peygamber’in humusun beşte birini kendisi için
ayırdığı zikredilmiştir.[15] Ganimet âyetinde yer alan zilkurbâ sınıfını teşkil
eden Hz. Peygamber’in yakın akrabaları, Benî� Hâşim ve Benî� Muttalib ka-
bilesi mensupları olarak kabul edilmiş ve kendilerine Hz. Peygamber ta-
rafından humustan hisse ayrılmıştır. Nesep bakımından Hz. Peygamber’e
yakın olmakla birlikte Abdüşems ve Nevfeloğulları’na, Cübeyr b. Mut’im’in
başvurmasına rağmen, humustan hisse verilmemiştir. Resûlullah, dedesi
Abdülmuttalib’in dedesi Abdümenâf b. Kusayy’ın dört oğlundan Hâşim ve
Muttalib soyundan gelenlere humustan hisse vermesine mukabil, nesep
bakımdan aynı seviyedeki Abdümenâf’ın diğer çocukları Nevfel ve Abdü-
şemsoğulları’na hisse vermeyişini “…Onlar Câhiliye devrinde de İslâm’da da
beni terk etmediler” diye açıklamıştır.[16] Â� yette zikredilen yetimler, miskin-
ler ve yolcularla ilgili ise farklı haberlere kaynaklarda yer verilmemiş ve
daha sonraki dönemde de humusun dağıtıldığı sınıflar bunlar olmuştur.[17]
Bilindiği üzere her yıl düzenli olarak toplanan zekât ve fey gelirle-
rinden farklı olarak humus, yalnızca savaşlardan sonra beytülmâle intikal
eden devlet gelirlerinden olup ganimet olmayınca söz konusu olmayan
bir gelir kalemidir. Hulefâ-yi Râşidî�n döneminde, Hz. Ebû Bekir’in başlat-
tığı Sâsânî�lere karşı Irak, Bizans’a karşı da Suriye cephelerine gönderi-
len orduların bağlı olduğu iki başkumandanlıkça birçok savaş yapılmış,
gerçekleştirilen fetihler sonucunda askerlerin ganimet hisselerinde ol-
duğu gibi beytülmâlin humus gelirlerinde de büyük artışlar olmuştur.[18]
[15] Hz. Peygamber humustan ayrı olarak, bizzat iştirak ettiği gazvelerde elde edilen
ganimetlerin beşte dördünden, diğer askerler gibi hisse almış; ayrıca zaman zaman
ganimetler henüz taksim edilmeden önce seçip aldıkları da olmuştur ki buna safiyy
hissesi denilmiştir; bkz. Ebû Yûsuf, I, 186-189; Ebû Ubeyd, s. 18-19.
[16] Buhârî�, “Farzu’l-humus”, 17.
440 [17] Hz. Peygamber dönemi humus hissesinin taksimine dair haberler için bkz. Ebû
Yûsuf, I, 144-149, 165-176; Ebû Ubeyd, s. 21-23, 452 -455, 459-465.
[18] Bu devirde yalnızca humus gelirlerinde değil, aşağıda ele alınacak cizye ve Hz.
Ö� mer’in ganimet statüsü dışında bıraktığı topraklardan alınan harâc vergilerinde
de büyük artışlar olmuştur.
Râşid Halifeler Döneminde İktisadî Durum ■
441
[19] Ebû Yûsuf, I, 173-174.
[20] Ebû Yûsuf, I, 147, 166, 169-170.
[21] Zilkurbâ hissesi için bkz. Ebû Yûsuf, I, 147-148, 165-178; Ebû Ubeyd, s. 456-467;
İ�bn Şebbe, Târîhu’l-Medineti’l-münevvere, II, 645-650.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
3. Fey
a. Cizye
443
[25] Hz. Peygamber devri cizye miktarları için bkz. İ�bn Hişâm, II, 525-526; İ�bn Sa’d, I,
277-278, 289-290.
[26] Yahyâ b. Â� dem, Kitâbü’l-Harâc, s. 53; Hire cizye miktarları için bkz. M. Fayda, Hz.
Ömer Zamanında Gayr-ı Müslimler, s. 142-145.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
vergisi, önceleri “bir dinar ve bir cerî�b buğday, bir miktar sirke ve zeytin-
yağı” olarak alınmış; Hz. Ö� mer Câbiye toplantısında bunu altın para olarak
dört dinar, gümüş olarak 40 dirhem şeklinde değiştirmiştir. Cezî�re bölge-
sinde de benzer bir uygulama ile “bir dinar, iki müd buğday, her biri iki
kıst olmak üzere zeytinyağı ve susam yağı” toplanmıştır. Mısır fâtihi Amr
b. el-Â� s, cizye mükelleflerinden iki dinar, toprağı olanlardan da buna ek
olarak “üç irdeb buğday, her birisi iki kıst olmak üzere zeytinyağı, bal ve
sirke” almıştır. Sonradan Mısırlılar, iki dinarı aynî� vergiler yerine geçmek
üzere toplam dört dinar cizye ödemek istediler; onların bu teklifi kabul
edildi. Müşterek cizye alınan yerler arasında Humus 170.000 dinar, Râm-
hürmüz’den 800.000 dirhem, Rey ve Kûmis’ten 500.000 dirhem, Azerbay-
can’dan 800.000 dirhem, Berkâ halkından 13.000 dinar, Kıbrıs’tan 7.000
dinar cizye toplanmış olduğu zikredilebilir. Hz. Ö� mer zamanında, cizye
adıyla vergi ödemekten tiksindiklerini ileri süren Benî� Tağlib’in cizye mik-
tarı ise, Müslümanlar’ın verdiği sadaka miktarının iki katı şeklinde belir-
lenmiştir. Cerâcime, Dulûk Ra’ban halkları ile Sâmirî�ler ise vergi yerine
Müslümanlar için sınır boylarında düşmana karşı gözcülük yapmışlardır.
Bu devirde, İ�slâm Devleti hududu içerisinde yaşamak isteyen herkese
izin verilmiş ve hangi dine mensup olduğuna bakılmaksızın kendisinden
bu vergi alınmıştır. Sonradan Müslüman olmak isteyen zimmî�lerden ise
bu vergi kaldırılmıştır. Hz. Ebû Bekir zamanında Hâlid b. Velî�d, Hî�reli-
ler’le yaptığı antlaşmada onları himaye edemezse topladığı cizyeyi geri
vereceğini taahhüt etmiş; Hz. Ö� mer zamanında Ebû Ubeyde b. Cerrâh ise,
ahalisiyle zimmet antlaşması yaparak cizye aldığı Humus’u Bizans’a karşı
savunamayacağını anlayıp terk etmek zorunda kalınca topladığı cizyeyi
geri vermiştir. Aynı anlayışın Suriye’nin diğer şehirleri için de söz konu-
su olduğu bilinmektedir. Hz. Ö� mer zamanında kadın ve çocuklar yanında,
cüzamlı hastalar, fakir ve işsiz kimseler ile kilise ve havralarda kendilerini
ibadete hasretmiş din adamlarından da bu vergi alınmamıştır.[27]
b. Haraç
444 [27] Cizye için bkz. Ebû Yûsuf, Kitâbü’l-Harâc, indeks; Ebû Ubeyd, s. 27 vd.; Belâzürî�,
Fütûh, indeks; M. Fayda, Hz. Ömer Zamanında Gayr-ı Müslimler, s. 123-197. Yıllık
toplanan cizye kesin bir şekilde bilinmemektedir; harâc ile birlikte bazı rakamlar
tespit edilmişse de bunlar hem vergilerin tamamını içine almamakta hem de kesin-
lik arz etmemektedir; bkz. er-Reyyis, el-Harâc, s. 151-152.
Râşid Halifeler Döneminde İktisadî Durum ■
[28] Ebû Yûsuf, I, 192-194. Metnin devamında savaş öncesi insanların dine daveti ve bu-
nun sonuçları ele alınmıştır. Bu metin ve Sevâd ile ilgili benzer diğer rivayetler için 445
ayrıca bkz. Ebû Yûsuf, I, 276-277; Ebû Ubeyd, s. 81-83; Belâzürî�, s. 325-326, 329;
Taberî�, I, 2467-2469.
[29] Ebû Yûsuf, I, 208-213, 265-267; bu ikinci rivayette üç gün değil, “günler geçtikten
sonra” diyerek tartışmanın daha uzun sürmüş olduğu ifade edilmiştir.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
[30] Haşr Sûresi’nin 6. âyetinde: “Allah’ın onların mallarından Resûlüne verdiği gani-
metler için siz ne at ve deve koşturmuş değilsiniz…” ifadeleriyle, savaşsız ele geçen
Benî� Nadî�r Yahudi kabilesinin Medine’den çıkarılması üzerine inen bu âyet ile sulh
yoluyla elde edilen ganimetlerin Hz. Peygamber’e ait olduğu vurgulanmaktadır. 7.
âyette ise, savaş yoluyla ele geçirilen ganimetleri ifade etmek üzere: “Allah’ın fet-
hedilen ülkeler halkından Resûlüne verdiği ganimetler, Allah, Resûl, zilkurbâ, ye-
timler, miskinler ve yolcular içindir. Böylece o mallar, içinizden yalnız zenginler
arasında dolaşan bir devlet olmaz…” Burada zikredilen altı zümre ile Enfâl 8/41
ganimet âyetindeki zümreler aynıdır. Şu farkla ki, Haşr âyetinde ganimetin tamamı
446 söz konusu iken, Enfâl âyetinde bu altı zümre ganimetin humusu için zikredilmiş-
tir. 8. âyette Muhâcirler; 9. âyette ensâr, 10. âyette ise daha sonra gelecek bütün
Müslümanlar kastedilmiş ve Hz. Ö� mer, fey olarak kabul edilen toprağın, daha açık
bir ifade ile topraktan alınan harâc vergisinin bütün Müslümanlar’ın hakkı olduğu
düşüncesinden hareketle divan teşkilâtını kurmuştur.
Râşid Halifeler Döneminde İktisadî Durum ■
İ�kinci Halife Hz. Ö� mer’in bu kararıyla ilgili haberlere çok geniş yer ve-
ren Ebû Yûsuf şu tesbitlerde bulunmaktadır: “Hz. Ö� mer’in fetheden kim-
selere fethedilen toprakları taksim etmemek hususundaki bu görüşü ve
Kur’ân’dan Allah’ın kendisine tanıttığı âyetlerle istidlal etmesi, onun bu
tutumunda, Allah’ın kendisine ihsan ettiği bir başarıdır. Bu davranışından
doğan hayır, müslümanlara aittir. Yine onun bu topraklardan vergi alması
ve toplanan vergileri Müslümanlar arasında taksim etmesi, cemiyete ait
umumî� faydalardır. Zira bu toprakların gelirleri (yani haracı), eğer atiyye-
ler ve masraflarda kullanılmak üzere halka vakfedilmiş olmasaydı, kaleler
korunamaz, ordular cihad için yola çıkamazdı. Masrafları ve diğer ihti-
yaçları karşılanan ordular bulunmasaydı, ehl-i küfrün İ�slâm beldelerine
avdet etmelerine mâni olunamazdı. Hayrın ve faydanın nerede olduğunu
en iyi Allah bilir.”[32] Hz. Ö� mer’in bu kararı ile Hz. Peygamber’in Hayber tat-
bikatı bakımından da konuyu değerlendiren Ebû Yûsuf, eserinin bir başka
yerinde, savaşla ele geçen toprakların ganimet gibi de dağıtılabileceğini
şu ifadeleriyle açıklığa kavuşturmaktadır: “Hz. Ö� mer Sevâd toprağını tak-
sim etmedi, sahiplerinin ellerinde bırakarak vergiye bağladı. Şam ve Mısır
gibi şu memleketlerin pek çoğu harple fethedildi. Bunlar arasında sulh
ile alınan ancak bazı kalelerdir. Halbuki köyler ve birçok kasaba kuvvetle
alındı. Hz. Ö� mer bu memleketleri şimdiki ve gelecekteki Müslümanlar’ın
hepsi için bir irad (gelir) kaynağı olmak üzere taksim etmedi, vergiye bağ-
ladı. Devrin halifesi olan Hz. Ö� mer’in tatbikatı bu istikamette gerçekleşti.
Diğer halifeler de bu konularda muhayyerdirler. Müslümanlar’ın lehine
olmak şartıyla ve adalet esaslarına bağlı kalarak, münasip şekilde hareket
ederler.”[33]
değerde olan iki karardır. Hz. Peygamber’in fiili, yani Hayber’i taksim et-
mesi, Ö� mer’inkini cerh etmez; çünkü Hz. Peygamber ve Hz. Ö� mer, ikisi de,
ayrı ayrı iki ayrı âyete göre amel etmişlerdir. Hz. Peygamber ganimet, Hz.
Ö� mer ise fey âyetlerini esas almıştır.[34]
[34] Ebû Ubeyd, s. 84-86. Savâfî� denilen sahipsiz topraklar devlet tarafından işletile-
rek haracı alınmıştır. Sulh yoluyla ele geçenlerin de sahibinden vergisi alınmıştır.
İ�nsan hayatında, iktisadî� yönü kadar hukukî�, siyasî� ve dinî� yönleriyle de her zaman
çok mühim bir yer işgal etmiş bulunan toprak meselesi ve Hz. Ö� mer’in bu kara-
rı hakkında bkz. Fıkıh musannefatı; harâc ve emvâl kitapları; M. Fayda, Hz. Ömer
448 Zamanında Gayr-i Müslimler, s. 15-50.
[35] Aynı zamanda hacim ölçüsü olara da kullanılan cerî�b, alan ölçüsü olarak 1366.0416
m² dir. Hacim (ağırlık) ölçüsü olarak bir cerî�b 132 litre miktarında olup aşağıda fey
gelirlerinin dağıtımında Hz. Ö� mer atiyye verdiği herkese ayrıca iki cerî�b ağırlığında
aylık yiyecek dağıtmıştır; bkz. M. Fayda “Cerî�b “, DİA, VII, 402.
Râşid Halifeler Döneminde İktisadî Durum ■
[36] Sevâd bölgesi haracıyla ilgili bkz. Ebû Yûsuf, I, 268, 284-286; Ebû Ubeyd, s. 81, 96,
111; Belâzürî�, s. 329, 331, ayrıca bkz. indeks; M. Fayda, Hz. Ömer Zamanında Gayr-i
Müslimler, 52-71. 449
[37] Bu bölgelerin haracı için bkz. Ebû Yûsuf, I, 208; Belâzürî�, s. 150, 154-156, 162, 164,
187, 205, 210, 252-256; İ�bn Abdilhakem, Fütûhu Mısr, s. 82-84, 87-90; Taberî�, I,
2392; M. Fayda, age., s. 71-74.
[38] Yahyâ b. Â� dem, s. 21-22; İ�bn Abdilhakem, s. 87-88.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
[43] Ebû Yûsuf, I, 307-310, 333-335; Ebû Ubeyd, s. 355-356, 373-374; İ�bn Sa’d, III, 193,
213.
[44] Ebû Yûsuf, I, 317, 330-331; II, 197-203; İ�bn Sa’d, III, 299. Fey gelirlerinin eşit dağı-
tılmamasıyla ilgili M. Hüseyin Heykel’in, insanların derecelere ayrılması gibi olum-
suz ifadeler kullanarak Hz. Ö� mer’i tenkit etmesi ve üstünlüğün yalnızca takva ile
452 olacağına işaret etmesi Kur’ânî� anlayışa uygun olmasa gerekir. Yüce Allah şöyle bu-
yuruyor: “…İ�çinizden Mekke’nin fethinden önce sarfeden ve savaşan kimseler, daha
sonra sarfedip savaşan kimselerle bir değildirler; berikiler daha üstün derecede-
dirler…” (Hadî�d, 57/10). Buna göre meselâ, Hz. Ali ile Muâviye’nin aynı seviyede
düşünülmemesi gerektiği gayet açıktır; Hz. Ö� mer de bu ölçüyü göz önüne almıştır.
Râşid Halifeler Döneminde İktisadî Durum ■
[45] Ebû Yûsuf, I, 313-314; İ�bn Sa’d, III, 297; Belâzürî�, s. 551; Ya’kûbî�, II, 143; Taberî�, I, 453
2413.
[46] Ebû Yûsuf, I, 312-312, 320, 325-328; Ebû Ubeyd, s. 320-321; İ�bn Sa’d, III, 297, 300-
301, 304; Belâzürî�, s. 548, 551, 555- 557.
[47] Ebû Yûsuf, I, 315, 320-321.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
meydana gelen savaşlar, düşman tecavüzüne maruz kalma gibi istisnaî� za-
ruret hallerinde feyden hisse verilebileceğini belirterek halifenin sözünün
karşılığının bulunduğunu göstermiştir. Bedevî�lerin fey hissesi meselesini
geniş bir şekilde ele alan Ebû Ubeyd, Resûlullah’ın, Muhâcirlere iltihak
etmeyen, onların düşmanlarıyla yaptıkları cihada yardım etmeyen ve iş-
lerinde onlarla beraber olmayanların fey ve ganimette hakkı olmadığını
buyuran hadisini zikreder; sonra da Hz. Ö� mer’in ‘feyden her Müslüman’ın
hakkı vardır.’ anlayışını uzlaştırmaya çalışır. Sonunda, feyden pay alabil-
mek için İ�slâmiyet’i savunmanın ve yerleşik yani medenî� bir hayat yaşa-
manın şart olduğunu bilhassa vurgular.[48]
Hz. Ö� mer, aylık yiyecek dağıtılması için de otuz fakir kişiyi davet ede-
rek onların iki öğün karınlarını doyurmak suretiyle bir insanın aylık yi-
yecek ihtiyacının iki cerî�b olduğunu belirlemiştir. Erzâku’l-müslimî�n adı
verilen bu şekildeki fey dağıtımında, atiyyeden farklı olarak, köleler dâhil
olmak üzere herkese aylık iki cerî�b miktarı gıda yardımı yapılmasını ka-
rarlaştırmış; bunun için de Medine’de bir zahire ambarı yaptırmıştır.[50]
ise, Sa‘d b. Muâz’ın mensup olduğu Evs kabilesinin Benî� Eşhel kolundan
başlanmıştır. Kabilelerin bu şekildeki sıralanışı, Hz. Ö� mer’in anlayışına
göre gerçekleşmiş ve tamamen dinî� hassasiyetten kaynaklanan bu mü-
him tasnifi daha sonraki kitap telif çalışmalarında iz bırakmıştır. Meselâ
İ�bn Sa‘d, ashâba dair tabakât kitabında, Bedir ehlinden Benî� Hâşim men-
suplarını önce ele alarak planında bu taksimi esas aldığını göstermiş;
Arap ensâb âlimleri de, gerek Kureyş, gerek Arap ensâbına dair kaleme
aldıkları kitaplarında bu anlayışı kitaplarının planlarına aksettirmişler
ve Kureyş’in Benî� Hâşim kolunu ele alarak eserlerine başlamışlardır. Bu
sıralamanın atiyye miktarlarına tesiri olmayan şeklî� bir tasniften ibaret
olduğunu ve Müslüman Araplar arasında o günden bu güne yaşayan canlı
ensâb bilgisinin izlerini taşıdığını söylemeliyiz.
1. Toplumsal Yapı
halktır. Halkın topluma hâkim olan kurallarla ilgili bilgisi arttıkça, toplu-
mu değiştirme yeteneği ve sorumluluğu da o oranda artar.”[1]
“Râşid Halifeler döneminde Toplumsal Yapı ve Toplumsal Gelişme”yi
incelerken, çıkış noktamız bir anlamda bu dönemde yaşayan “halkı” (insan
unsurunu) fizikî�, sosyal, psikolojik, felsefî� zaviyelerden değerlendirmek ve
onların rol aldıkları olayların panoramasını gözler önüne sermek olacaktır.
“Benim sünnetime ve hidayet üzere olan râşid halifelerin sünnetine sa-
rılın,”[2] buyuran Peygamberimiz, öncelikle râşid halifelerin doğru yolda
olduklarını tezkiye etmekte, onların davranışlarının, uygulamalarının biz-
ler için nümune-i imtisal olduğunu vurgulamaktadır. Bu bağlamda onların
yönettikleri toplumun yapısı ve zamanla bu yapıdaki değişimler önem arz
etmektedir.
İ�slâm Tarihi dönemlendirmesi içerisinde Râşid Halifeler dönemi-
ni, kendinden önceki Hz. Peygamber döneminden ve kendinden sonraki
Emevî�ler döneminden ayıran bir takım özellikler vardır. Zaten özel bir
isimle anılmasının altında yatan asıl neden de budur.[3] Bu özelliklerle il-
gili tutarlı tespit yapabilmemiz için Râşid Halifeler döneminin toplumsal
yapısı ve değişimlerini, Hz. Peygamber döneminin toplumsal yapı ve deği-
şimleriyle mukayese yaparak değerlendirmemiz gerekecektir.
İ�slâmiyet’le birlikte sadece inanç birliğine dayalı bir toplum oluşma-
mış, aynı zamanda önemli kültür ve medeniyet hamleleri ve değişiklik-
leri gözlenmiştir. Neticede, ortaya çıkışından itibaren belli bir tutarlılık
ve düzen gösteren, etkileri ve varlığı şu veya bu şekilde hâlâ devam eden
bir İ�slâm medeniyeti oluşmuş; başlangıçtaki mevcut siyasî�, sosyal, sosyo-
ekonomik ve kültürel yapılar önemli değişime uğradığı gibi, zamanla yeni
şartlar muvacehesinde yeni oluşumlar ve değişimlere de şahit olunmuş-
tur. Bütün bu gelişmeler, değişimler ve dönüşümlerde İ�slâm dini, diğer
birçok faktörün arasında önemli bir faktör olarak ve hatta bir ölçüde yeri-
ne göre değişimin hâkim faktörü yahut motor gücü olacak biçimde süreç-
teki yerini almayı başarmış bulunmaktadır.[4]
[1] Düzgün, Şaban Ali, “Değişim Kavramı ve Toplumsal Değişimin Şartları”, AÜİFD,
Ankara 1998, XXXVIII, 312–13.
[2] Ebû Dâvûd, Sünnet, 5; Tirmizî�, İlim, 16. Hadiste geçen “râşid halifeler” tabirinden,
ilk dört halifenin kastedildiğini kabul edenlerin yanında, diğer Müslüman imam-
ların da bu gruba girdiğini ileri sürenler olmuştur. Sünnî� İ�slâm dünyasında “dört
halife” veya “dört sahâbî� dost” denilerek dört rakamıyla sınırlı tutulmuştur. Geniş
bilgi için bak: Fayda, Mustafa, “Hulefâ-yi Râşidî�n Dönemi”, İslâm Tarihi, (edt.: Eyüp
Baş), Ankara 2012, s. 231-232.
458 [3] Varol, M. Bahaüddin, “râşid halifeler Dönemi Toplumsal Değişme Ü� zerine Bazı
Değerlendirmeler”, İSTEM, yıl: 3, sayı: 6, Konya 2005, s.199.
[4] Günay, Ü� nver, “Değişimin Sosyolojik Bağlamında Toplumsal Değişme ve İ�slâmiyet
İ�lişkileri”, Çağımızda Sosyal Değişme ve İslâm 2002 yılı Kutlu Doğum Sempozyumu
Tebliğ ve Müzakereleri, Ankara 2007, s. 44–45.
Râşid Halifeler Döneminde Sosyal Durum ■
2. Toplumsal Değişim
Hz. Peygamber’den sonra halife olarak seçilen Hz. Ebû Bekir’in Ku-
reyş’in nüfuzlu kabilelerinden birine mensup olmaması, Hz. Peygamber
zamanında üzeri küllenen kabilevî� eğilimlerin canlanmasını engelledi. Yö-
netimde “hak ve adaleti” kriter olarak kabul eden ve bu anlayışını pratiğe
geçiren Hz. Ebû Bekir zamanında kabile rekabetine dayalı herhangi bir
ciddî� problemle karşılaşılmadı. Onun itikadî� ve amelî� konularda tavizsiz
bir politika izlemesi, Ridde hareketlerini pasifize ederken; Müslümanlar
arasında da birlik ve beraberliği pekiştirdi.
[5] Hizmetli, Sabri, “Genel olarak râşid halifeler Dönemi Olayları –Sonuçları ve Etkileri”,
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Ankara 1999, XXXIX, 36.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
bin dirheme bir bahçe, 100 bin dirheme 1 at alınıp satılıyordu. Medine’de
birçok yeni bina yapılmış, şehir Sel’ dağına kadar genişlemişti. Hz. Pey-
gamber’in cemaatle dolup taşan mütevazı mescidi (29/646) genişletilmiş,
tezyin edilmişti.[9]
Hz. Ö� mer, toplumsal yapıyı koruma adına bir dizi önlem almıştır.
O, öncelikle sahâbî� ileri gelenlerinin Medine dışına çıkmasına müsaa-
de etmemiş, böylece bölge insanlarının onları istismar etmemelerini ve
sahâbî�lerin yeni karşılaştıkları toplum yapısından menfi anlamda etkilen-
memelerini sağlamıştır. Nitekim Hz. Ö� mer; Ebû Zerr el-Ğ� ıfârî�, Abdullah b.
Mes’ûd, Ebû’d-Derdâ gibi sahâbî�lerin Medine dışına gitmelerine muvafa-
kat etmemiştir.[11]
[9] Konuyla ilgili rivayetler için bak.: Belâzürî�, Ahmed b. Yahyâ, Ensâbü’l-Eşrâf, (thk.:
Süheyl Zekkâr – Riyâd Ziriklî�), Beyrût 1996, V, 53; Mes’ûdî�, Ebü’l-Hasen Alî� b.
Hüseyn, Mürûcü’z-Zeheb ve Meâdinü’l-Cevher, (nşr.: Muhammed M. Abdülhamî�d),
Beyrût 1987, II, 341; İ�bnü’l-Esî�r, İ�zzüddî�n Ebi’l-Hasan Alî�, el-Kâmil fi’t-Târîh,
(thk.: Ali Şî�rî�), Beyrût 1989, II, 252; İ�bn Kesî�r, Ebü’l-Fida İ�smâil b. Ö� mer, el-Bidâye
ve’n-Nihâye, Beyrût 1966, VIII, 154; Ahmed Cevdet Paşa, Kısâs-ı Enbiyâ ve Tevârîhi
Hulefâ, (sad. Ali Arslan), İ�stanbul, 1980, I, 421. 461
[10] Varol, “Râşid Halifeler Dönemi Toplumsal Değişme Ü� zerine Bazı Değerlendirmeler”,
İSTEM, sayı: 6, s. 207.
[11] İ�bn Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, Beyrût 1985, II, 336.
[12] Dûrî�, İlk Dönem İslâm Tarihi, s. 90.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
dengesi arzusu, her kabilenin kollarını tek bir sancak altında toplanmaya
yöneltmiştir.[13]
Daha önce oluşan İ�slâmî� çizgi, Hz. Osman döneminde kabilevî� an-
layışa yaklaşınca İ�slâm toplumunda önü alınmaz bir takım problemler
ortaya çıkarmıştır.[15] Bu dönemden itibaren çok ciddî� bir şekilde Güney
ve Kuzey Arap kabilelerinin (Yemenî�- Kaysî�) çekiştikleri gözlenmektedir.
Keza Kureyş kabilesinin iktidarı ele almasıyla toplumda hoşnutsuzluk baş
göstermiş, Kureyş iktidarına razı olmayan bir grubun vücuda gelmesine
kaynaklık etmiştir.[16]
[13] Câbirî�, Muhammed Â� bid, İslâm’da Siyasal Akıl, (çev.: Vecdi Akyüz), İ�stanbul 1997, s.
312-313.
[14] Hizmetli, “Genel Olarak Râşid Halifeler Dönemi Olayları –Sonuçları ve Etkileri-”,
AÜİFD, XXXIX, 37.
[15] Zorlu, Cem, İslâm’da İlk İktidar Mücadelesi, Konya 2002, s. 251.
[16] Akarsu, Murat, Hz. Osman ve Hilâfeti, Ankara 2001, (Yayımlanmamış Doktora Tezi),
462 s. 270. Bu konuda geniş bilgi için bak.Câbirî�, İ�slâm’da Siyasal Akıl, s. 303–308.
[17] Dûrî�, İlk Dönem İslâm Tarihi, s. 104.
[18] Câbirî�, İ�slâm’da Siyasal Akıl, s. 319-320.
[19] Dûrî�, İlk Dönem İslâm Tarihi, s. 94, 96. Ayrıca bak: Câbirî�, İ�slâm’da Siyasal Akıl, s. 319.
[20] Dûrî�, İlk Dönem İslâm Tarihi, s. 102.
Râşid Halifeler Döneminde Sosyal Durum ■
bir şey değildi. Fakat suçlamanın halifeye yöneltildiği bir sırada genel yapı
değişmiş ve İ�slâmî� hareketin başlangıcındaki o yaygın etkin grup artık kal-
mamıştı.[21] Onun eleştirisi, insanların servet sahibi olmasına değil, bu ser-
vetin onların kişiliğinde yaptığı tahribata ve toplumun geneline sirayet eden
değişimeydi.[22] Bu değişimin çok farklı ekonomik sınıflar oluşturması, bu
sınıfların da İ�slâm cemiyetine fitne getireceği endişesi[23] Ebû Zerr’i muhale-
fet etmeye sevk etmişti. O, tepki gösterirken elini hareket ettirmiyordu; dili
yegâne silâhıydı. Onun tutumu “öğüt veren, danışmanlık ve yol göstericilik
yapan” bir tutumdu.[24] Dolayısıyla Ebû Zerr’in, Hz. Osman’ın halifelikten az-
ledilmesine yönelik siyasî� bir amacı yoktu. Onun Hz. Osman’a tepkisi, siyasî�
mahiyette değil, sosyal içerikliydi. Hz. Osman, Ebû Zerr’in tepkisinin ma-
hiyetini bildiği için ona siyasî� suçlulara uyguladığı gibi bir ceza vermemiş;[25]
birilerinin onu istismar etmelerini önlemek maksadına yönelik olarak Re-
beze’ye göndermiş, ona sürgün muamelesi de yapmamıştır.[26]
Hz. Ali döneminde fakirlere, hiçbir din ayrımı yapmadan devlet hazi-
nesinden maaşlar verilmiş, şehirlerin çoğunda misafirhaneler inşa edil-
miş, yol kenarına terk edilen kimsesiz çocukların münasip bir şekilde
himaye edilmesi için tedbirler alınmış ve yetimlerin korunması, kıtlığa
maruz kalınınca zor durumda kalmamak amacına yönelik olarak bazı ön-
lemler alınmıştır.[33] İ�slâmî� ölçüler doğrultusunda, sosyal adaletin tüm ku-
rallarını harfiyen uygulamaya koyan Hz. Ali, imkânları ister Müslüman ol-
sun ister gayrimüslim olsun tüm tebaanın hizmetine sunmuştur.[34] Ancak
onun İ�slâmî� ölçüler ışığında gerçekleştirdiği bu müspet uygulamalar, Ye-
menî� – Kaysî� rekabetinin güçlendiği bir ortamda gerçekleşmiş, dolayısıyla
toplumun tamamının beklentisiyle uyuşmamıştır. Abdülaziz ed-Dûrî�, Hz.
Ali’nin izlediği bu siyaseti şöyle yorumlamaktadır: “O, kabilevî� bir ortam-
da ve kabile yönelişlerinin ortasında İ�slâmî� bir politika izlemek istedi; bu
yüzden soğuk demire balyoz sallayan bir kişi gibiydi.”[35]
[30] Varol, “Râşid Halifeler Dönemi Toplumsal Değişme Ü� zerine Bazı Değerlendirmeler”,
İSTEM, sayı: 6, a.y.
[31] Günay, “Değişimin Sosyolojik Bağlamında Toplumsal Değişme ve İ�slâmiyet
İ�lişkileri”, Çağımızda Sosyal Değişme ve İslâm 2002 yılı Kutlu Doğum Sempozyumu
Tebliğ ve Müzakereleri, s. 46.
[32] Dûrî�, İlk Dönem İslâm Tarihi, s. 109.
[33] Şiblî� Numânî�, Bütün Yönleriyle Hz. Ömer ve Devlet İdaresi, (çev.: T. Yaşar Alp),
464 İ�stanbul 1975, II, 272–73.
[34] Bakır, Abdülhâlık, Hz. Ali Dönemi, Ankara 1991, s. 259.
[35] Dûrî�, İlk Dönem İslâm Tarihi, s. 109.
[36] Varol, “Râşid Halifeler Dönemi Toplumsal Değişme Ü� zerine Bazı Değerlendirmeler”,
İSTEM, sayı: 6, s. 212.
Râşid Halifeler Döneminde Sosyal Durum ■
Râşid halifeler, “Emîr, halka karşı sûizanna düşerse halkı ifsat eder”[42]
hadisine uygun olarak halka karşı son derece şefkatli ve merhametli dav-
ranmıştır. Hz. Ö� mer, idarecilere karşı ne kadar sert ise, halka karşı o dere-
ce şefkatli ve merhametli idi. Onların menfaatlerine titizlikle riayet eder,
büyük bir sorumluluk duygusu taşırdı.[43] Şarap içenlerle Müslümanların
mallarına göz dikenler hakkında şiddetli davrandığı halde, halka karşı bir
babanın öz evlâdına muamelesi gibi rahimâne ve şefikâne muameleler-
de bulunur, fukara ve muhtaçları ağırlardı.[44] Hz. Ali’nin Cemel Savaşı’nda
[45] Huart, Cl., “Ali”, İ�A, İ�stanbul 1950, I, 307; Doğrul, Ö� mer Rıza, Asr-ı Saâdet, (sad.: O.
Zeki Mollamehmetoğlu), İ�stanbul 1978, V, 115.
[46] Mahmûd Şakir, Dört Halife, s. 142.
[47] Ya’kûbî�, Târîh, II, 139; el-Maverdî�, Ebü’l-Hasan Ali, el-Ahkâmü’s-Sultâniyye, (çev.: Ali
Şafak), İ�stanbul, s. 229; Tâhâ Hüseyin, İ�slâmiyyât, Beyrût 1984, s. 139.
[48] Heykel, M. Hüseyin, Osman b. Affân, Kahire 1968, s. 123.
[49] İ�bn Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, VIII, 3.
[50] Vâkıdî�, İ�bn Ö� mer b. Muhammed, Kitabü’r-Ridde, (thk.: Muhammed Hamidullah),
Paris 1989, s. 30; Ya’kûbî�, Târî�h, II, 127.
[51] Mevdûdî�, Ebü’l- A’lâ, Hilâfet ve Saltanat, (çev.: Ali Genceli), İ�stanbul bty., s. 35. 467
[52] Tirmizî�, Ahkâm, 4.
[53] Ya’kûbî�, Târîh, II, 209.
[54] Abdülkerî�m el-Hatib, el-Hilâfe ve’l-İmâme, s. 257.
[55] Müslim, İ�mâre, 19.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
Hz. Ö� mer, bir gün insanlara cihadı emretmek üzere minbere çıktığı
zaman, “halka dağıtılan kumaşlarla halifenin aldığı kumaşın eşit olmadı-
ğı” gerekçesiyle kendisini dinlemeyeceğini söyleyen bir kişinin tepkisiyle
karşılaşınca, oğlu Abdullah’tan o şahsa cevap vermesini istedi. Abdullah,
kendisi kumaş istihkakını babasına verdiğini söyledi. Bunun üzerine itiraz
eden şahıs: “Ey Ö� mer, şimdi konuş, artık seni dinlerim ve itaat ederim,”
dedi.[64]
Hz. Osman da, bütün merkezlere bir tamim göndererek herhangi bir
hakaret ve eziyete uğrayan her ferdin Hac mevsiminde Mekke’ye gelip
şikâyetlerini arz etmelerini bildirdi.[65] Aynı uygulama selefi Hz. Ö� mer ta-
rafından tatbik edilmişti.[66] Hz. Ö� mer, Hac mevsiminde halka valilerden
şikâyetleri olup olmadığını sordu ve onlardan haklarını alacağını söyledi.
Amr b. el-Â� s: “Halktan bir kişi için valine ceza mı vereceksin?” dediğinde,
Hz. Ö� mer: “Ben Resûlullah’ın kendisine bunu tatbik ettiğini gördüm” ce-
vabını verdi.[67] Halktan birisinin Amr’ın kendisine 100 kırbaç vurduğuna
dair şikâyeti üzerine Hz. Ö� mer, o şahsa, Amr’a 100 kırbaç vurmasını em-
retti. Amr, 100 kırbaç karşılığı 100 dinar vermek şartıyla adamla anlaşa-
rak bu cezadan kurtuldu.[68]
Bu rivayetler râşid halifelerin halka bakış açısını net bir şekilde ortaya
koymaktadır. Yapılan uygulamalar neticesinde; yönetimle halk arasında
diyalog kopukluğu olmamış, halkın sorunları yerinde ve zamanında gide-
rilmiş, valilerin ve diğer memurların murakabesi sağlanmış, en önemlisi
de Resûlullah’ın halifelerinin yönettiği devlete güven duygusu pekiştiril-
miştir. Hz. Ö� mer’in ve Hz. Osman’ın bu uygulamayı Hac mevsiminde yap-
maları, halkın hac ibadetini î�fa ederken rahat etmesini de sağlamıştır.
doyduğunu görünce, bir ailedeki her fert başına, aylık iki cerî�b yiyecek
tahsî�s etmiştir.[78] Ayrıca mazeretleri sebebiyle savaşa katılamayan insan-
lara da ganimetlerden hisse ayrılmıştır.[79]
[78] *Cerî�b: Hz. Ö� mer döneminden itibaren İ�slâm dünyasında kullanılan bir hacim ölçü-
sü birimidir. Daha önce yaklaşık 1366 metre karelik bir alan ölçüsü olarak kullanı-
lan cerî�b, Hz. Ö� mer zamanından itibaren 132 litrelik bir hacim ölçüsü olarak kulla-
nılmaya başlanmıştır. Bak.: Fayda, Mustafa, “Cerî�b”, DİA, İ�stanbul 1993, VII, 402.
İ�bn Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, III, 305; Ebû Yûsuf, Kitâbü’l-Harâc, s. 87; el-Maverdî�,
el-Ahkâmü’s-Sultaniyye, s. 229.
[79] Ebû Yûsuf, Kitâbü’l-Harâc, s. 56.
[80] Müslim, İmâre, 5.
[81] Mahmûd Şakir, Dört Halife, s. 292.
[82] İ�bn Haldûn, Abdurrahman b. Muhammed, Mukaddime, (çev.: Z. Kadiri Ugan), 471
�stanbul 1991, I, 477.
[83] Ya’kûbî�, Târîh, II, 136.
[84] İ�bnü’t-Tiktaka, el-Fahrî, s. 85.
[85] Ebû Yûsuf, Kitâbü’l-Harâc, s. 188.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
[86] er-Rızâ Seyyî�d Şerif, Nehcü’l-Belâğa, (şerh: Muhammed Abduh), Kahire bty., II, 2–3.
[87] Şûrâ, 42:38.
[88] Tirmizî�, Fiten,78.
[89] İ�mam Muhammed b. Hasen, İslâm Devlet Hukuku, şerh. İ�mam Serahsî�, (çev.: S.
Şimşek – İ�. Sarmış), Ankara 1980, s. 83.
[90] el-Muhıb Taberî�, Ebû Ca’fer Ahmed, er-Riyâdu’n-Nadıra fî Menâkıbi’l-Aşera, Beyrût
1984, I, 161.
[91] Vâkıdî�, Kitabü’r-Ridde, s. 127.
[92] Vâkıdî�, Kitabü’r-Ridde, s. 31; İ�bn Kesî�r, el-Bidâye ve’n-Nihâye, VI, 313; el-Muhıbb
Taberî�, I, 147.
[93] Vâkıdî�, Kitabü’r-Ridde, s. 33.
[94] Ya’kûbî�, Târîh, II, 132–33.
[95] İ�bn Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, III, 274; el-İmâme ve’s-Siyâse, I, 28.
472 [96] İ�bn Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, IV, 113; el-Hindî�, Alâuddî�n Ali, Kenzü’l-Ummâl fî
Süneni’l-Akvâl ve’l-Ef’âl, Beyrût 1970, V, 648.
[97] Tâhâ Hüseyin, İslâmiyyât, s. 138; Akkâd, Abkariyetü Ömer, s. 103; Doğrul, Asr-ı
Saâdet, V, 226.
[98] Şiblî� Numânî�, Hz. Ömer ve Devlet İdaresi, II, 46.
Râşid Halifeler Döneminde Sosyal Durum ■
[130] Hitti, Philip K., Siyasî ve Kültürel İslâm Tarihi, (çev.: Salih Tuğ), İ�stanbul 1989, I, 259.
[131] Arnold, Terc. W., İslâm’ın Yayılış Tarihi, (çev.: Hasan Gündüzler), Ankara 1982, s. 70.
[132] Şiblî� Numânî�, Hz. Ömer ve Devlet İdaresi, II, 211.
[133] Fayda, Hz. Ömer Zamanında Gayrimüslimler, s. 171.
[134] Mevdûdî�, İslâm’da Hükümet, s. 470–73.
[135] Karadâvî�, Müslümanlar Gayrimüslimlere Nasıl Davrandı, s. 25.
[136] Neseî�, Kasâme, 12.
476 [137] Şiblî� Numânî�, Hz. Ömer ve Devlet İdaresi, II, 212.
[138] Şiblî� Mevlânâ, Asr-ı Saâdet, (çev.: Ö� . Rızâ Doğrul), İ�stanbul 1977, IV, 417.
[139] Sıddıkî�, S. A., İslâm Devleti’nde Mâlî Yapı, (çev.: Rasim Ö� zdenören), İ�stanbul 1973, s.
113.
[140] Karadâvî�, Müslümanlar Gayrimüslimlere Nasıl Davrandı, s. 21.
Râşid Halifeler Döneminde Sosyal Durum ■
Halife veya vali için, bir Müslümanın veya bir zimmî�nin hakkını alıp
başkasına tahsî�s etmek hak ve salâhiyeti yoktur.[142] İ�slâm hukukunda
gayrimüslimlerin şahıs hürriyeti vardır.[143] Bu hususta Resûlullah: “Bizim
lehimize olan onların da lehinedir, aleyhimize olan onların da aleyhine-
dir”[144] buyurarak, zimmî�lerin hak ve hukukunu belirlemiştir.
Hz. Ö� mer, Resûlullah gibi, devletle ilgili bir takım konularda gayri-
müslimlerle istişare etmiş,[153] hatta zulüm görmemeleri için yönetim ve
vergi sistemiyle ilgili konularda taşrada oturan gayrimüslimlerin temsil-
cileriyle istişareler yapmıştır.[154]
kendisine ait bir zırhı çalan kişiyle birlikte, Kûfe kadısı Şureyh’in önünde
ifade vermesi, hâkimin hükmünü beklemesi, bu hususta en güzel örnektir.[162]
Hz. Ö� mer, Cuma hutbesi î�rad ederken bile Hıristiyan şikâyetçileri ka-
bul edip, şikâyetlerini dinlemiştir.[163] Gayrimüslimler bir mâniaya maruz
kalmadan Hz. Ö� mer’i görmeye gelirler, şahsen şikâyetlerini bildirirler, is-
tidalar tanzim ederlerdi. Tarih, onların işlerinin pek çabuk görüldüğüne
dair birçok vak’ayı kaydetmektedir.[164]
bilgileri ihtivâ eden basit ölçüler dâhilinde bile olsa yazılı metinleri ya da
kitapları olduğu konusunda herhangi bir bilgi nakledilmiş değildir.
İ�slâm siyasî� ve idarî� mekanizmayı da içerisine alan yeni bir din olarak
işte böyle bir topluma gelmiştir. Ö� zellikleri ve seviyesi belli olan bu toplu-
mun her alandaki değişim ve dönüşümü için yegane vasıta, gelen yeni bil-
ginin öğretimi ve eğitimi ile mümkün olacaktır. Bu nedenle, İ�slâm’ın temel
kaynağı olan Kur’ân ilim, öğrenme ve eğitim konularına ayrı bir önem at-
fetmiştir. Mekke döneminde ilk nâzil olan âyetler inanç ve ahlâk eğitimi-
ne ağırlık vermiştir. Bu dönem eğitim öğretim faaliyetlerinin karakteristik
özelliği, nâzil olan Kur’ân âyetlerinin yazılması, ezberlenmesi ve uygulama
alanına taşınması idi. O dönem Müslümanlarının Hz. Peygamber’in yolunda
gösterdikleri gayret, güçlüklere tahammül ve sabır ile beraber kendi arala-
rında oluşturdukları uyumlu çalışma Hz. Peygamber’in bu süreçte yürüttü-
ğü eğitimin başarıyla gerçekleştirildiğini ortaya koyan bir görüntüdür.
Miladi 610 yılında inzal olmaya başlayan vahiy Hz. Peygamber’in ha-
yatı boyunca devam etmiştir. Bütün bu süreçte nâzil olan âyetler vahiy
katipleri olarak isimlendirilen ve okuma yazma bilen sahâbî�ler tarafın-
dan deri, kemik, taş ve hurma ağacından uygun malzemeler üzerine ya-
zılıyordu.[2] Bu yazılı malzemelerin Hz. Peygamber’in yanında olduğu gibi
vahiy katiplerinin yanında da muhafaza edildiği bilinmektedir. Hz. Pey-
gamber’in hayatında bu yazılı malzemelerin biraraya toplanarak bir kitap
haline getirildiğine dair bir bilgi bulunmamaktadır. Bu süreçte Kur’ân’ın
bir kitap haline getirilmemesinin en temel sebebi vahyin inişinin devam
ediyor olmasıdır. Hz. Peygamber’in Cebrâil ile her yıl Ramazan aylarında
o güne kadar nâzil olan âyetleri birbirlerine karşılıklı olarak okudukları
(Arza) belirtilmektedir.[3] Ö� zellikle Resûlullah’ın vefat ettiği yılın Ramaza-
nında bu uygulama iki defa tekrar etmiş (Arza-i ahî�ra) ve bu günkü mus-
hafın tertip ve düzeni ortaya çıkmıştır.[4] Ashâb Kur’ân’ı bu tertip ile öğre-
nip öğretme gayreti içerisinde olmuştur.
savaşları esnasında bir çok hafız sahâbî�nin şehit olması daha henüz bir
kitap haline getirilmemiş olan Kur’ân açısından bir tehlike oluşturuyor-
du. İ�şte bu tehlikenin farkında olan Hz.Ö� mer, Hz.Ebû Bekir’e başvurarak
konunun önemi ve alınması gereken tedbirler konusunda onu uyarmış-
tır. Kendisine yapılan Kur’ân-ı Kerî�m’in bir kitap haline getirilmesi fikrî�ni
başlangıçta“Hz. Peygamber’in yapmadığı bir şeyi ben nasıl yaparım?” diye-
rek reddeden Hz.Ebû Bekir, daha sonar Hz.Ö� mer tarafından ikna edilmiş-
tir.[5] Sonunda bu görev Hz.Ebû Bekir tarafından Zeyd b. Sâbit’e verilmiştir.
Başta Hz.Ebû Bekir, Hz.Ö� mer, Hz.Osman ve Hz.Ali olmak üzere diğer bazı
sahâbî�ler de ona bu konuda yardımcı olmuşlardır.[6]
tedir.
a. Kur’ân Eğitimi
Kur’ân-ı Kerî�m’in insanlığa hitap ettiği ilk sûre’nin ilk âyetinin ilk ke-
limesi “Oku” emridir.[19] Evrensel bir dinin temel kaynağı olan kitabının
böyle bir emirle başlaması, üzerinde durulması gereken önemli bir ko-
nudur. Ü� stelik okuma yazma bilmeyen bir topluma gönderilen, ümmî� bir
Peygamber’e[20] böyle bir emrin gelmiş olması meseleyi daha da dikkat çe-
kici kılmaktadır. İ�lim, var olmak için gerçekleştirmeye mecbur olduğumuz
gelişme için şartsa, ilim için de okumak şarttır. Yine Kur’ân’da okumak
kadar yazmak konusuna da önem verilmiştir. Çünkü yazı, medenî� gelişme-
nin gerçek sebebi olan kültürel gelişmenin yegâne pratik vâsıtasıdır. Yazı
sayesinde geçmişin ilmî� birikimi bu güne ulaşmıştır.
c. Tefsir Eğitimi
Tefsir Kur’ân’ın nâzil olmasıyla birlikte ve Hz. Peygamber’le başla-
mıştır. Kur’ân, Arapça olarak nâzil olmasına rağmen onunla muhatap
olan insanlar kendi seviyelerine göre anlayabilmişler, anlayamadıkları
kısımları ise bizzat Hz. Peygamber’e sormuşlardır. Bir peygamber ve bir
muallim olarak gönderilen Hz. Peygamber de mânâsı kapalı, anlaşılması
güç âyetleri açıklamış ve ashâbına anlatmıştır. Hadis kaynaklarında “Tefsî�-
ru’l-Kur’ân” veya “Fedâilü’l-Kur’ân” bahisleri altında Hz. Peygamber’in bir
çok tefsir örnekleri rivayet edilmiştir.[26]
Hz. Peygamber’den sonra tefsir sahasında en mühim rolü sahâbî�ler
almıştır. Hz. Peygamber’in eğitimi altında yetişen sahâbenin tefsir konu-
sunda sahip oldukları iki özellik, sarsılmaz imanları ve âyetlerin nüzûl
sebeplerini bilmeleri idi. Hz. Peygamber’in sağlığında tefsir hareketinden
489
[24] İ�bn Hişâm, Ebû Muhammed Abdülmelik, es-Sîretü’n-nebeviyye, Mısır, 1936, II, 295,
III, 3 vd.
[25] Ziya Kazıcı, Ana Hatları ile İslâm Eğitim Tarihi, İ�st. 1983,s.22-23.
[26] İ�smail Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, Ankara 1988, I, 47 vd.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
[27] Subhi es-Sâlih, Kur’ân İlimleri, çev: M.Saî�d Şimşek, Konya,1983, s. 231.
[28] Süyûtî�, el-Itkân fî ulûmi’l-Kur’ân, Kahire, 1967, II, 187.
490 [29] Mehmet Sofuoğlu, Tefsire Giriş, İ�st, 1981, s.273.
[30] Zehebî�, et-Tefsîr ve’l-müfessirûn, Kahire 1961, I, 63.
[31] Zehebî�, et-Tefsîr ve’l-müfessirûn, I, 144.
[32] İ�bn Hacer el-Â� skalâni, Şihabüddî�n Ebü’l-Fadl (v.852/1448), el-İsâbe fî temyî-
zi’s-sahâbe, Beyrût, 1328, II, 360-362 ; İ�bn Abdi’l-Berr, el-İstîâb, II/308-316.
Râşid Halifeler Döneminde Kültürel Faaliyetler ■
d. Hadis Eğitimi
e. Fıkıh Eğitimi
Halk arasında basit bir takım bilgilerin aktarımı şeklinde ortaya çı-
kan tıp ve astronomi ilmi de ancak Emevî�ler devrinden itibaren sistemli
bir şekilde ele alınmıştır. Aynı şekilde, kimya ve felsefe gibi aklî� ilimlerin
yanında kelam gibi bazı dî�nî� ilimler de Emevî�ler devrinden itibaren çeşitli
dillerdeki eserlerin Arapça’ya tercümesiyle başlamıştır.[50]
Sûs ve Tüster aynı yıl içerisinde ele geçirilerek doğuya,[51] 20/641’de Mısır
fethedilerek de kuzey Afrika’ya yapılacak seferlerin ilk adımı atılmış oldu.
22/643’de Azerbaycan,[52] 23/644’de Kirmân, Sicistan ve Askalân[53] Müs-
lümanların eline geçti. Doğuda Çin’e doğru ilerlemeler devam ederken,
27/647-648 yılında kuzey Afrika, Abdullah b. Sa‘d b. Ebî� Serh eliyle fethe-
dildi. Stratejik önemi daha o zamanlar anlaşılan Kıbrıs Müslümanların bir
ikmal merkezi haline geldi.[54]
a. Medine
[51] Şiblî, Mevlânâ, Asr-ı Saâdet (İslâm Tarihi), çev: Ö� .Rızâ Doğrul, sad: O.Zeki
Mollamehmetoğlu, İ�stanbul 1974, IV/304.
[52] Taberî�, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerî�r, Tarîhu’l-ümem ve’l-mülûk, Beyrût, tsz., IV,
153.
494 [53] Taberî�, Târîh, IV, 180.
[54] Taberî�, Târîh, IV, 253.
[55] Talat Koçyiğit, Hadisçilerle Kelamcılar Arasındaki Münakaşalar, Ank. 1988. s. 96.
[56] İ�bnü’l-Esî�r, Üsdü’l-Ğâbe, IV, 52,77,16 ; III, 376,256.
[57] İ�bn Hacer, Tehzîbü’t-tehzîb, III, 399.
Râşid Halifeler Döneminde Kültürel Faaliyetler ■
tanınan Nâfi’ ve daha bir çok tabiûn nesli âlimlerin isimlerini burada ha-
tırlamak gerekmektedir.
b. Mekke:
c. Basra:
haline gelmesi dikkati çeken bir husustur.[62] Daha sonra buraya yerleşen
âlim sahâbî�lerin Basra’nın bir ilim merkezi haline gelmesine büyük kat-
kıları olmuştur. Basra’da kalan sahâbî�lerin ilim yönünden en meşhurları
Ebû Mûsâ el-Eş’arî� ve Enes b. Mâlik’dir.[63] Hz.Ali’nin hilafetinde Abdullah
b. Abbas’ın Basra’ya vali olarak tayin edilmesinin de buranın ilmî� yönüne
büyük tesiri olmuştur. Burada kalan diğer sahâbî�lerin isimleri ise şöyledir
: Utbe b. Ğ� azvân, İ�mrân b. Husayn, Ebû Berze el-Eslemî�, Abdullah b. Mu-
ğaffel, Ma’kıl b. Yesâr, Abdurrahman b. Semüre, Hişâm b. Â� mir, Ebû Zeyd
el-Ensârî�, Sâbit b. Zeyd, Amr b. Ahdâb, Muâviye b. Hayde, Kays b. Â� sım,
Ebî�’l-Â� s’ın oğulları Osman ve Hakem, Süleym b. Câbir ve diğerleri.[64] Bas-
ra ilim merkezinde yetişen bir çok tabiûn âliminden bazıları ise şunlardır
: Hasan el-Basrî�, Muhammed b. Sî�rî�n, Eyyûb es-Sehtiyânî�, Yûnus b. Ubeyd,
Câbir b. Zeyd, Hişâm b. Hassân, Katade b. Duâme, Â� sım el-Ahvel, Rufey b.
Mihrân, Mutarrıf b. Abdullah.[65]
d. Kûfe
e. Şam
Şam’ın fethi Halife Hz. Ebû Bekir döneminde başlayıp, Hz. Ö� mer dö-
neminde tamamlanmıştı. Hicrî� 14. yılın Recep ayında (Ağustos-Eylül 635)
gerçekleşen fetihten sonra, Şam fethine katılan komutanlardan olan, Yezî�d
b. Ebî� Süfyân Halife Hz. Ö� mer’e Şam halkının kendilerine Kur’ân’ı öğre-
tecek ve fıkıhta bilgi verecek kimselere ihtiyaçları olduğunu yazmış, Hz.
Ö� mer de oraya Muâz b. Cebel, Ubâde b. es-Sâmit ve Ebü’d-Derdâ’yı gön-
dermiştir.[71] Muâz b. Cebel, ashâbın ileri gelen âlimlerinden birisi idi. O
bölgede Ubâde b. es-Sâmit ve Ebü’d-Derdâ’nın da yardımlarıyla eğitim ve
öğretim faaliyetleri sürdürülmüştü. Ubâde’nin Humus’ta, Ebü’d-Derdâ’nın
Dimaşk’te ve Muâz b. Cebel’in de Filistin’deki çalışmaları, tabiûndan bir
çok ilim adamının yetişmesine vesile olmuştur. Ebû Ubeyde b. Cerrâh, Sa‘d
b. Ubâde, Şurahbî�l b. Hasene, Hâlid b. Velî�d, Fadl b. Abbas, Ebû Mâlik el-
Eş’arî�, Sevbân, Muâviye b. Ebî� Süfyân, Vâsıle b. el-Eskâ’, Abdullah b. Büsr,
Kâ’b b. Mürre, Mikdâd b. Ma’dî�, Şeddâd b. Evs ve daha bir çok sahâbî� bura-
daki eğitim ve öğretime iştirak etmişlerdir. Ö� zellikle Ebü’d-Derdâ’nın bu
câmideki Kur’ân halkası meşhur olmuştur.[72]
f. Mısır
Ondan başka Mısır’a gelip oraya yerleşmiş olan daha bir çok sahâbî�
vardır. Ukbe b. Â� mir el-Cühenî�, Hârice b. Huzâfe, Abdullah b. Sa‘d b. Ebî�
Serh, Mahmiye b. Cez’, Abdullah b. Hâris b. Cez’, Ebû Basra el-Ğ� ıfârî�, Ebû
Sa‘d el-Hayr, Muâz b. Enes, Muâviye b. Hudeyc, Ziyâd b. Hâris, Mesleme
b. Muhalled bunlardan bazılarıdır. Buraya gelen sahâbî�lerden pek çoğu
burada kalmamış bile olsalar, kalanların çalışmalarıyla eğitim ve öğretim
faaliyetleri devam etmiştir. Burada sürdürülen çalışmalar neticesinde pek
çok tabiûn uleması yetişmiştir. Mısır müftü ve muhaddisi Ebû Hayr Mer-
sed b. Abdullah, Yezî�d b. Ebî� Hubeyb, Ö� mer b. Hâris, Abdullah b. Süleyman,
Abdurrahman b. Şürayh, Hayve b. Şürayh ve Ubeydullah b. Ebî� Ca’fer bun-
lardan bazılarıdır.[76]
a. Evler
vazifesini yerine getirirdi.[79] Habbâb b. Eret’in bir evde Saî�d b. Zeyd b. Amr
ve Fâtıma binti Hattâb’a Kur’ân-ı Kerî�m öğretmesi Hz.Ö� mer’in Müslüman
olma olayı ile ilgili olduğu için meşhur olmuştur.[80] Yine Hz. Peygamber
Mekke’den Medine’ye hicret ederken uğramış olduğu Kubâ’da Külsûm b.
Hidm’in evinde kalmış, halkla olan irtibatını ve onların eğitimini ise “Bey-
tü’l-’Uzzâb” yani “bekarlar evi” diye isimlendirilen Sa‘d b. Heyseme’nin
evinde sürdürmüştür. Aynı şekilde Mekke döneminde müşriklerin baskı-
ları neticesinde Kâbe’de namaz kılamayan Müslümanlar ibâdetlerini ra-
hatça yapabilmek için bazı evlerde özel mescidler oluşturmuşlardı.[81] Ev-
lerin bir eğitim merkezi olarak kullanılması Medine döneminde de devam
etmiştir. Muallim sahâbî�lerden biri olan Mus’ab b. Umeyr öğretmenlik gö-
revi için gönderildiği Medine’ye vardığı zaman, Es’ad b. Zürâre’nin evine
yerleşmiş ve faaliyetlerini orada yürütmüştür.[82]
İ�slâm’ın ilk dönemlerinde büyük önemi hâiz olan evler, daha sonra-
ki dönemlerde fonksiyonunu büyük ölçüde kaybetmiştir. Çünkü evler, bir
takım zarûretler neticesinde bu şekilde eğitim yeri olarak kullanılmıştır.
Hicretten itibaren ortaya çıkan “Mescid”, aynı zamanda bir eğitim yeri
olarak kabul edildiğinden bu konuda görev yapan evlerin fonksiyonunu
üstlenmiştir. Diğer bir ifade ile evler, bir eğitim kurumu olarak icra ettiği
fonksiyonunu bu görevi kendisinden çok daha iyi yerine getirecek olan
mescidlere bırakmıştır.
b. Mescid
c. Suffe
Suffe’de yetişen âlim sahâbî�ler, İ�slâm toplumunda çok önemli bir yere
sahip olmuşlar, İ�slâm’ın eğitim ve öğretimi konusunda çok önemli vazife-
ler î�fâ etmişlerdir. Hz. Peygamber burada eğitim gören sahâbenin zaman
zaman sorularla seviyesini tesbit eder ve taşra kabilelerinden gelen istek-
ler doğrultusunda İ�slâmî� eğitimi yapmak üzere bunlar arasından liyâkatli
olanları gönderirdi. Bu durum daha sonraki süreçte de devam etmiştir.
Hulefâ-yi Râşidî�n döneminde İ�slâm topraklarının çok genişlemiş olması
ve buna paralel olarak çoğalan İ�slâm toplumuyla birlikte yeni Müslüman
olan insanların eğitim ve öğretimi konusu göz önüne alınacak olursa, Suf-
fe’nin önemi daha net görülecektir.
d. Küttâb
[114] Geniş bilgi için bkz. Abdullah Ö� zbek, Bir Eğitimci Olarak Hz.Muhammed, s.123 vd.
[115] M. Hamidullah, İslâm Peygamberi, II, 78.
[116] Kettânî�, II/217, 218.
Râşid Halifeler Döneminde Kültürel Faaliyetler ■
C. Diğer Faaliyetler
Müslümanların Mısır’ın fethi ile bu iddiayı ilk defa dile getiren Abdül-
latî�f b. Yusuf el-Bağdâdî�, İ�bnü’l-Kıftî� ve Ebü’l-Ferec el-Maltî�’nin yaşadığı
dönem arasında altı asırlık bir zaman dilimi vardır. Bu altı asırlık süre içe-
risinde yazılan hiç bir eserde bu iddiayla ilgili en küçük bir î�mâ dahi yoktur.
Bu müellifler iddialarını hiçbir kaynağa dayandırmadıkları gibi, bu bilgiyi
birbirlerinden naklettikleri anlaşılmaktadır. Bu yazarların verdikleri di-
ğer bilgilerde de bazı yanlışlıklar tespit edilmiştir. Diğer taraftan Mısır’ın
ve İ�skenderiye’nin fethini en ince ayrıntılarına kadar işleyen Müslüman
ve gayrimüslim tarihçilerin hiçbirinin kütüphaneden bahsetmemeleri de
buranın son olarak İ�mparator Marcian’ın emriyle (455) tarihe karıştığı-
nı doğrulamaktadır. Yine İ�bnü’l-Kıftî�’nin iddiasında yer alan Hz.Ö� mer’in
Amr b. el-Â� s’a orayı yakmayı emrettiği iddia edilen mektubun büyük bir
bölümü elde mevcuttur. İ�ddia edildiği gibi kütüphanenin yakılmasına dair
herhangi bir bilgi burada yer almamaktadır.[125]
510
[125] Bkz.: Mehmet Çelik, “Süryani Kaynaklarına Göre İ�mparator Marcian’ın İ�skenderiye
Kütüphanesini Yaktırması (1 Ağustos 455)”, Fırat Ü� .Sosyal Bilimler Dergisi, c.10,
sayı:1, Elazığ 2000, s.51-67.
Doç. Dr. Tahsin KOÇYİĞİT
Dokuz Eylül Üniversitesi, İlâhiyat Fakültesi
Hz. Ebû Bekir, iki yıldan biraz fazla süren -görece kısa- hali-
feliği esnasında irtidat ve ridde hareketlerinin etkisiz kılınması,
Kur’ân’ın mushaf haline getirilmesi ile Suriye ve Irak coğrafyası-
na yönelik fetih ordularının sevki gibi çok önemli olaylara imza
attı. Bu nedenledir ki, idare, hukuk, iktisat ve bayındırlık gibi hu-
suslarda İ�slâm Devleti ve toplumunun gelişimi ve kurumsallaş-
masına yönelik adımlar pek göze çarpmaz.[1] Ö� zellikle, Hz. Ö� mer
devrinde yeni ortaya çıkan şartlarla çeşitlenen, gelişen, değişen
toplumsal, coğrafî� ve demografik şartlara bağlı olarak özellikle
bayındırlık hizmetlerinin hız kazandığı görülmektedir.
[1] Târihçi Belâzürî�, Hz. Ebû Bekir döneminde Ü� rdün bölgesinde fethedilen
Akkâ ve Sûr şehirlerinde imâr ve iskân faaliyetlerinin gerçekleştiğini bil- 511
dirmekle birlikte bu hususta ayrıntı vermemektedir. Belâzürî�, Ahmed b.
Yahyâ b. Câbir (ö. 279/892-3), Fütûhü’l-Büldân, thk: Rıdvân Muhammed
Rıdvân), Beyrût 1403. (Çev.: Mustafa Fayda, Fütûhu’l-Büldân: Ülkelerin
Fetihleri), Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1987), 168-169, 204.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
1. Harameyn Hizmetleri
Hz. Ö� mer ve Hz. Osman devrinde gerek Mescid-i Harâm gerekse Mes-
cid-i Nebevî�’de bakım, düzenleme, genişletme tarzı bayındırlık faaliyetleri
gerçekleştirildi. Hz. Ö� mer, Mekke ve Kâbe’yi tehdit eden “Ümmü Nahşel”
adı verilen selin, şehrin yukarı tarafından gelip Mescid-i Harâm’ı basması
üzerine ilki; Bebbe’nin evi ile Ebân b. Osman b. Affân’ın evi arasına “Yukarı
Bent”i, ikincisi; Hammârîn’deki “Aşağı Bent” (Âl-i Esîd Bendi) olmak üzere
iki set inşâ ettirdi.[2]
Hz. Ö� mer dönemine kadar Mescid-i Harâm’ın etrafı duvarlarla çevrili
değildi. Kâbe’ye ulaşmak için çevresindeki evlerin arasından geçip kapı-
lardan girmek gerekiyordu. Müslümanların nüfusunun artmasından dola-
yı metâf alanı ve namaz kılınacak mekân dar gelmeye başladı. h.17/m.638
yılında Hz. Ö� mer, Harem-i Şerî�f ’in civarındaki bu evleri istimlâk ederek
yıktırdı. Evlerini kaybetmek istemeyen bazı ev sahipleri istimlâk bedelini
kabul etmediler. Hz. Ö� mer istimlâk için beytülmâlden tahsis ettiği bedeli,
Kâbe’nin hazinesinde bir müddet muhafaza edildikten sonra sahiplerine
ödedi. Mescid-i Harâm’ın etrafını göğüs hizası yüksekliğinde bir duvarla
çevirerek metâf sınırını tespit ettirdi.[3] Ardından Safâ ile Merve arasında
yer alan sa’y alanını da genişletti.[4]
Taberî�’nin nakline göre; Hz. Ö� mer h.18/m.640 yılında Harem-i şerî�f-
te namaz kılan ve tavaf edenlerin ibadetlerini daha rahat î�fâ edebilmesi
için evvelce Kâbe’ye bitişik olduğu bilinen Makâm-ı İbrahim’i, biraz öteye
taşıtarak günümüzdeki yerine naklettirdi.[5] Hz. Peygamber döneminde
Yemen kumaşından mâmül Kâbe örtüsü yerine, Hz. Ö� mer ve Hz. Osman
döneminde Mısır keteni kullanılmaya başlandı.[6]
[7] Belâzürî�, Fütûh, 59; el-Ezrakî�, Ahbâru Mekke, 357; Fayda, Hulefâ-yi Râşidî�n, 349;
Yüksel, Ahmet Turan, “Fütûhu’l-Büldân’a Göre Fetihlerden Sonraki Faaliyetler”,
Selçuk Ü� niversitesi İ�lâhiyat Fakültesi Dergisi, Konya 1999, sayı: IX, s. 45-80, 46.
[8] İ�bn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim (ö. 276/889), el-Me‘ârif, Dâru’l-
Kütübi’l-İ�lmiyye, Beyrût 1987, 321.
[9] Bkz.: es-Semhûdî�, Nuruddin Ali b. Abdillah, (ö. 911/1506), Vefâü’l-Vefâ bi Ahbâri
Dâri’l-Mustafâ, thk: Muhammed Muhyiddin Abdülhamî�d, I-IV, Beyrût 1984, I, 458-
463.
[10] es-Semhûdî�, Vefâ, I, 340-341. Bkz.: İ�bn Habî�b, Ebû Ca‘fer Muhammed b. Habî�b b.
Ü� meyye b. ‘Amr el-Hâşimî� el-Bağdâdî�, (ö. 245/859), Kitâbü’l-Muhabber, thk: I.
Lichtenstadter, Beyrût t.y., 80; İ�bn Sa‘d, Muhammed b. Sa‘d el-Basrî� ez-Zührî� (ö.
230/845), Kitâbü’t-Tabakâti’l-Kebîr, Dârü Sâdır, I-VIII, Beyrût, 1960-1968, VIII,
53, 57; Savaş, Rızâ, Hz. Muhammed Devrinde Kadın, Ravza Yayınları, Birinci Baskı, 513
�stanbul 1992, 190-192.
[11] es-Semhûdî�, Vefâ, I, 338, 354.
[12] İ�bn Rusteh, Ahmed b. Ö� mer (ö. 310/92), Kitâbü A‘lâki’n-Nefîse, thk: Werstenfel, nşr:
De Goeje, Leiden, 1891, 66-69; es-Semhûdî�, Vefâ, I, 340, 345.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
Kıble tarafına üç örtü daha eklenerek, örtülü alanın her bir sırasındaki
sütun sayısı dokuza yükselmiş oldu. Tercih edilen görüşe göre, Suffe as-
hâbına ait bölümün, Hz. Peygamber’in vefatından sonra yıkıldığı tahmin
edilmekle birlikte, bu süreç içerisinde daraltılıp-genişletildiği ya da yeni-
lendiğine dair mâlumât tespit edemedik.[13]
2. Cami ve Mescidler
bölgesi olan Ehl-i Râye hıttasında inşa edilen ‘Amr Camii oldukça basit
bir mimarî� ile bina edilmişti. Makrî�zî� bu camide seksen kadar sahâbenin
namaz kıldığını belirtmekte ve meşhurlarından bazılarının isimlerini
zikretmektedir.[41] ‘Amr Camii’nde iç avlu yoktu ve ~29X17m. (50X30 ci-
bit) ölçülerindeydi.[42] Cami müstakil bir yapı olup, ağaçlık boş bir arsaya
inşa edilmişti. Doğu tarafında yaklaşık 4 m., diğer cephelerinde ise bun-
dan biraz daha fazla genişlik mevcuttu. Kıble tarafı hariç, her üç tarafın-
da ikişer olmak üzere altı kapısı vardı. Muhtemelen ikiye ayrılmış olan
sahnı hurma ağacından direklerle destekleniyordu.[43]
el-Mevâiz ve’l-İ‘tibâr bi Zikri’l-Hitati ve’l-Âsar, I-II, Beyrût t.y., II, 246; Yâkût, Mu‘cem,
IV, 265; İ�bn Tağriberdî�, Kemâleddî�n Ebû ’l-Mehâsin Yûsuf (ö. 873/1468), en-Nücû-
mü’z-Zâhira fi Mülûki Mısr ve’l-Kâhira, thk: Komisyon, I-XVI, Kahire, 1970-72, I, 66.
[41] Makrî�zî�, Hıtat, II, 246-247.
[42] Makrî�zî�, Hıtat, II, 246.
[43] Creswell, K.A. Cameron, Early Islamic Architecture, London 1958, 11.
[44] İ�bn Abdilhakem, Ebû’l-Kâsım Abdurrahman b. Abdillah (ö. 257/870), Fütûhu Mısr
ve Ahbârühâ, thk: Charles C. Torrey, Leiden 1922, 132.
[45] Makrî�zî�, Hıtat, II, 246.
[46] Kubiak, Wladyslaw, al-Fustât; its Foundation and Early Urban Settlement,
Wydawnictwa Uniwersytetu Warszawskiego, Warszawa(Varşova) 1982, 109, 215 517
[47] el-Kindî�, Ebû Ö� mer Muhammed b. Yûsuf (ö. 350/961), el-Vülât ve Kitâbü’l-Kudât,
nşr: Rhuvon Guest, Kahire 1912, 13; İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 158; Makrî�zî�, Hıtat, II,
354; Kubiak, Fustât, 109, 215.
[48] Belâzürî�, Fütûh, 139; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, II, 452
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
[49] Hamidullah, Muhammed, İslâm Müesseselerine Giriş, çev. İ�hsan Süreyya Sırma,
İ�stanbul 1980; s.81; Yılmaz, Can, “İ�lk İ�slâm Şehirlerinin İ�ki Ö� nemli Unsuru: Cuma
Mescidi Daru’l-İ�mara İ�kilisi Ü� zerine Bir Değerlendirme”, Ondokuz Mayıs Üniversitesi
İlâhiyat Fakültesi Dergisi, Samsun 1996, sayı: VIII, s. 123-134; 124.
[50] Can, “İlk İslâm Şehirlerinin İki Önemli Unsuru…”, s.124-125.
518 [51] Belâzürî�, Fütûh, 341; Taberî�, Târîh, IV, 43-44 .
[52] Belâzürî�, Fütûh, 342; Yâkût, Mu’cem, II, 197; Barış, Bayındırlık, 80.
[53] Taberî�, Târîh, IV, 44-48; Barış, Bayındırlık, 80-81.
[54] Ya’kûbî�, Ahmed b. Ebî� Ya‘kûb b. b. Ca‘fer b. el-Ya‘kûb, (ö. 292/905), Kitâbü’l-Büldân,
nşr: J. De Goeje, Leiden 1967, 30.
Râşid Halifeler Döneminde Bayındırlık Hizmetleri ■
4. Evler
Sa‘d b. Ebî� Vakkâs’ın emri ile Kûfe’de, okçular tarafından dört yöne ok
atılarak tespit edilen yüksekçe bir alana Mescidü’l-Câmi ve Dâru’l-İ�mâre[75]
inşa edildikten sonra, bu alan içerisine herhangi başka bir bina yapılma-
ması için etrafına hendek kazıldı.[76] Ardından cadde ve sokakların genişli-
ği halife Ö� mer’in talimâtıyla tespit edildi. Mukâtilenin evleri merkezin tes-
piti için farklı yönlere atılan dört okun düştüğü mekânı çevreleyen sınırın
dışına inşa edilebilecekti. Böylece mescidin dört bir tarafını çevreleyen
alanda yapılaşmaya izin verilmedi.[77]
[73] Yâkût, Mu‘cem, IV, 491; Salih Ahmed el-Ali, “Hıtatü’l-Basra”, Mecelletü Sümer VIII,
Bağdat, 1952, 281-303, 287-288; Massignon, Hıtatü’l-Kûfe, 48-50.
[74] İ�bn Sa‘d, Tabakât, VI, 371; Cemâl Cûde, el-Arab ve’l-Arz, 180.
[75] Belâzürî�, Fütûh, 275; Taberî�, Târîh, IV, 44
[76] Taberî�, Târîh, IV, 45; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, II, 373-374; Cu‘ayt, Hişâm, el-Kûfe;
Neş’etü’l-Medineti’l-Arabiyyeti’l-İslâmiyye, 2. baskı, Dârü’t-Tıbâ‘a ve’n-Neşr, Beyrût
1992, 166-167.
[77] Taberî�, Târîh, IV, 44-45. 521
[78] Taberî�, Târîh, IV, 43. bkz.: Belâzürî�, Fütûh, 342, Ensâb, XIII, 298, Yâkût, Mu‘cem, I,
432; Nu‘man b. Muhammed, Ma‘den, 132.
[79] İ�bn Sa‘d, Tabakât, VI, 371; Cemâl Cûde, el-Arab ve’l-Arz, 180.
[80] Belâzürî�, Fütûh, 282; Taberî�, Târîh, IV, 49.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
[81] İ�bnü’l- Fakî�h, el-Büldân, 230; el-Makdisî�, Mütahhar b. Tâhir (ö. ~355/966), el-Bed’
ve’t-Târîh, thk: Clement Huart, I-VI, Paris 1903, IV, 89.
[82] Ebû Salih’e göre “Araplar Fustât’a çadır kurmamışlar, çadır kullanımıyla ilgili de
bir bilgiye ulaşılamamıştır”, Abu Ṣaliḥ al-Armani, The Churches and Monasteries of
Egypt and Some Neighbouring Countries, (İ�ngilizce’ye terc.: b. Terc. A. Evetts, Oxford:
The Clarendon Press, 1895, 74; Kubiak, Fustât, 204.
[83] Bkz.: İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 91.
[84] İ�lgili rivayetlere göre Şam’dan beraberindeki kölelerle birlikte Mısır’a gelen
Kaysebe, burada Babilon kalesi ‘Amr b. el-Â� s tarafından muhasara edildiği sırada bu
bölgeye çadırını kurmuş, fetihten sonra ise ‘Amr b. el-Â� s ile birlikte İ�skenderiye’ye
geçmişti. Bkz.: İ�bn Dukmak, el-İntisâr, IV, 62; Makrî�zî�, Hıtat, II, 246; Yâkût, Mu‘cem,
522 IV, 265; İ�bn Tağriberdî�, en-Nücûm, I, 66.
[85] Kubiak, Fustât, 204.
[86] Bkz. Kubiak, Fustât, 110-111; Ebû Râbiye, ‘Amr b. el-Âs, 232.
[87] Ebû Râbiye, ‘Amr b. el-Âs, 231.
[88] Bkz:Taberî�, Târîh, IV, 43-44; Belâzürî�, Fütûh, 342; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, II, 373.
Râşid Halifeler Döneminde Bayındırlık Hizmetleri ■
Söz konusu rivayete göre; Hârice b. el-Huzâfe evinin üzerine bir oda
yapmaya kalkışınca, komşuları kendi evlerine yukarıdan bakan ve onların
özel hayatlarını tehdit eden bu odanın yıkılması için halifeye şikâyette bu-
lunmuşlardı. Bunun üzerine Halife Ö� mer de ‘Amr b. el-Â� s’a bir mektup ya-
zarak, çevreyi kontrol etmesini, eğer şikâyet yerinde ise odanın komşuya
bakan yönünün kapatılmasını emretmişti.[89] Halife Ö� mer bu tavrıyla belki
de, sadece bir insanın sebebi ne olursa olsun komşularının özel hayatla-
rına müdahalesini engellemiş olmakla kalmıyordu. Nitekim, Fustât’ın to-
pografik yapısı, evlerin birbirini görmemesini imkânsız hale getiriyor da
olabilir.[90] Fakat, halifenin cami minberinin çok yüksek yapılmaması mev-
zuunda olduğu gibi,[91] muhtemelen başka bir endişesi de bir mü’minin
imkânları, zenginliği, makamı gibi dünya metâı ile tepeden bakarak din
kardeşini küçük görmesine engel olmayı düşünmüş olmasıdır.[92]
[89] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 105, 107; İ�bn Dokmak, el-İntisâr, IV, 6.
[90] Meselâ, ‘Amr b. el-Â� s’dan sonra vâlilik görevine gelenlerden Abdullah b. Sa‘d
b. Ebî� Serh’in evi doğrudan doğruya Babilon’un duvarlarına inşa edilmişti. İ�bn
Abdilhakem, Fütûh, 110.
[91] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 110.
[92] Kubiak, Fustât, 206.
[93] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 114. 523
[94] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 99.
[95] Kubiak, Fustât, 156; Ayrıca geniş bilgi için bkz. İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 91-121.
[96] Geniş bilgi için bkz. İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 91-128
[97] Kubiak, Fustât, 208.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
5. Caddeler ve Yollar
[98] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 102, Taberî�, Târîh, IV, 49-50; Reitemeyer, E., Die
Städtegründungen, 33.
[99] Kubiak, Fustât, 208.
[100] Hz. Ö� mer’in, sokakların geniş tutulması ve asgâri 7 zira’(3,5 m.)dan dar olma-
ması uygulaması ile, Rasûl-i Ekrem’in koyduğu asgârî� limite uygun davranmakta
gösterdiği hassasiyet câlib-i dikkattir: Bkz. Buhârî�, Mezâlim ve’l-Ğasb, 29; Müslim,
Müsâkât, 31; İ�bn Mâce, Ahkâm, 16.
[101] Taberî�, Târîh, IV, 44; Mâverdî�, Ebû’l-Hasan Ali b. Muhammed (ö. 450/1058), el-Ah-
kâmü’s-Sultâniyye, çev.: Ali Şafak, İslâm’da Devlet ve Hilâfet Hukuku, Bedir Yay.,
524 İ�stanbul 1994, 160; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, II, 373.
[102] Buhârî�, Mezâlim ve’l-Ğasb, 29; Müslim, Müsâkât, 31; İ�bn Mâce, Ahkâm,16.
[103] Belâzürî�, Fütûh, 275-276; Yâkût, Mu‘cem, IV, 492; Massignon, Hıtatü’l-Kûfe, 53.
[104] Taberî�, Târîh, IV, 45. Bkz.: İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, II, 373; İ�bn Kesî�r, el-Bidâye, VII, 71;
Massignon, Hıtatü’l-Kûfe, 63-64.
Râşid Halifeler Döneminde Bayındırlık Hizmetleri ■
6. Mer’âlar
[120] İ�bn Dukmak, el-İntisâr, IV, 34; İ�bn Abdilhakem, Fütûhu Mısr, 98. ayrıca bunların lis-
tesi için bkz.: 77.
[121] İ�bn Abdilhakem, Fütûhu Mısr, 96; Kubiak, Fustât, 107.
[122] Kubiak, Fustât, 107.
[123] Kubiak, Fustât, 189.
[124] Kubiak, Fustât, 192.
[125] İ�bn Abdilhakem’in Derb, Zukak, Sakîfe ya da Süveyka tabirleriyle naklettiği cadde
ve sokak isimleri ile bunların sahipleri hakkında bazı örnekler için bkz.: Derb; İ�bn
Abdilhakem, Fütûhu Mısr, 120; Zukak; İ�bn Abdilhakem, Fütûhu Mısr, 118, 126, 119;
526 Sakî�fe; 129; Akabe, 119, 129; Süveyka; İ�bn Abdilhakem, Fütûhu Mısr, 120.
[126] İ�bn Abdilhakem, Fütûhu Mısr, 254; el-Kindî�, el-Vülât, 113
[127] el-Kindî�, el-Vülât, 113.
[128] İ�bn Abdilhakem, Fütûhu Mısr, 109, 111, 115, 119.
[129] Kubiak, Fustât, 188-189.
Râşid Halifeler Döneminde Bayındırlık Hizmetleri ■
[130] Geniş bilgi için: Bkz: Belâzürî�, Fütûh, 23; Buhârî�, Cihâd, 146; Ebû Yûsuf, el-Harâc,
163; Salih Ahmed el-Ali, “el-Himâ fî Evveli’l-Karni’l-Hicrî”, Mecelletü’l-Arab, sayı:
VII, Riyâd, 1969, 579-582; Demirci, Mustafa, İslâm’ın İlk Üç Asrında Toprak Sistemi,
Kitabevi, �stanbul 2003; 177.
[131] İ�bn Sa’d; Tabakât, I, 338; Muhammed Hamidullah, Mecmû‘atü’l-Vesâiki’s-Siyâsiyye
li’l-‘Ahdi’n-Nebevî ve’l-Hilâfeti’r-Râşide, Kahire 1941, çev.: Vecdi Akyüz, Hz.
Peygamber Döneminin Siyasî-Idarî Belgeleri, Kitabevi, İ�stanbul 2002, 317; Salih
Ahmed el-Ali, “el-Himâ”, 579.
[132] İ�bn Sa’d, Tabakât, I, 267; Semhûdî�, Vefâ, III, 1085-1086; Hamidullah, el-Vesâik, 191;
Salih Ahmed el-Ali, “el-Himâ”, 580.
[133] Ebû Dâvûd, Zekât, 13; Nesâî�, Zekât, 29; Hamidullah, el-Vesâik, 359; Salih Ahmed
el-Ali, “el-Himâ”, 579.
[134] İ�bn Sa’d; Tabakât, V, 11; Semhûdî�, Vefâ, III, 1082-1085; Salih Ahmed el-Ali, “el-
Himâ”, 580.
[135] Taberî�, Târîh, III, 248.
[136] İ�bn Sa’d; Tabakât, III, 305-306; Semhûdî�, Vefâ, III, 1089.
[137] İ�bn Sa’d; Tabakât, Ebû Ubeyd, Kasım b. Sellâm (ö. 224/839), Kitâbü’l-Emvâl, thk:
Muhammed Ammara, Dârü’ş-Şurûk, I. Baskı, Beyrût-Kahire 1989, 324.
[138] Şiblî�, Bütün Yönleriyle Hz. Ömer ve Devlet İdaresi, (çev.: Talip Yaşar Alp), İ�stanbul 527
1975, 144-145.
[139] Taberî�, Târîh, III, 579; Halî�fe b. Hayyât, Ebû Ö� mer el-Leysî� el-‘Usfurî� (ö. 240/854),
et-Târîh, thk: Ekrem Ziya ‘Umerî�, Dâru’l-Kalem, 2. baskı, Dimaşk-Beyrût 1397/1978,
I, 115; Taberî�, Târîh, IV, 42; Cemâl Cûde, el-Arab ve’l-Arz, 155-156.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
[140] es-Semhûdî�, Vefâ, III, 1084, 1087, 1091-1092; Rebeze’nin Hz. Peygamber veya Hz.
Ebû Bekir tarafından himâ yapıldığına dair, es-Semhûdî� rivayetleri diğer kaynaklar
tarafından teyid edilmemektedir. Bkz.: Salih Ahmed el-Ali, “el-Himâ”, 583.
[141] İ�bn Sa’d; Tabakât, V, 11; es-Semhûdî�, Vefâ, III, 1088.
[142] es-Semhûdî�, Vefâ, III, 1093-1094. Bazı kaynaklar, farklı rivayetler nakletse de çağ-
daş tarihçi Salih Ahmet Ali, Şeref ile Dariyye’nin aynı mevkî� olduğu kanaatini ta-
şımaktadır. Salih Ahmed el-Ali, “el-Himâ fî Evveli’l-Karni’l-Hicrî”, Mecelletü’l-Arab,
sayı: VII, Riyâd, 1969, 579-582, 585-587. Bkz.: Demirci, Toprak Sistemi, 179 (681.
Dipnot).
[143] Taberî�, Târîh, IV, 52; Barış, Bayındırlık, 86.
[144] es-Semhûdî�, Vefâ, III, 1093.
[145] Taberî�, Târîh, IV, 354.
528 [146] Taberî�, Târîh, IV, 448, 565. Geniş bilgi için bkz. Hizmetli, Sabri “Târî�hî� Rivâyetlere
Göre Hz. Osman’ın Ö� ldürülmesi”, Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi
(AÜİFD), XXVII (1985), s. 149-177; Demirci, Mustafa, “Hz. Osman Devri Fitne
Olaylarının Sosyoekonomik Boyutları”, İslâmiyât, Yıl 7/1, Ankara 2004, s. 155-
170, 169.
Râşid Halifeler Döneminde Bayındırlık Hizmetleri ■
7. Hapishaneler
8. Kanallar
[154] Belâzürî�, Fütûh, 342; Ensâb, XIII, 298; Yâkût, Mu‘cem, I, 432; Salih Ahmed el-Ali,
et-Tanzîmâtu’l-İctimâiyye ve’l-İktisâdiyye fî’l-Basra fî Karni’l-Evveli’l-Hicrî, Dârü’t-
Talî�‘a, 2. baskı, Beyrût 1969, 15; a.g.m, Hıtatü’l-Basra ve Mıntıkatühâ, 75.
[155] İ�bn Kayyim el-Cevziyye, Muhammed, (ö. 751/1350), et-Turuku’l-Hükmiyye, 103;
Yılmaz, Zindanlar ve Hapishaneler, 48-49.
[156] Belâzürî�, Fütûh, 449-450.
[157] Arap dilinde vadi anlamına gelen el-Cî�ze, Nil’in batı kıyısında Fustât şehrinin karşı
kıyısında bulunan büyük ve güzel bir köydür. Makrî�zî�, Hıtat, I, 205
[158] Makrî�zî�, Hıtat, I, 207; Yâkût, Mu‘cem, III, 193.
[159] Yılmaz, “Hapishaneler”, 553; Zindanlar ve Hapishaneler, 50.
[160] İ�bn Manzûr, Lisânü’l-Arab, VI, 74; Geniş bilgi için bkz.: el-Kettânî�, et-Terâtîb, I, 299;
Bakır, Abdülhalık, Hz. Ali ve Dönemi, Ankara 2004, 398; Yılmaz, “Hapishaneler”,
551-553.
530 [161] İ�bn Manzûr, Lisânü’l-Arab, VI, 74; Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, 398; Yılmaz,
“Hapishaneler”, 551.
[162] Yılmaz, “Hapishaneler”, 553.
[163] Bkz: Ebû Yûsuf, el-Harâc, 239-240; el-Kettânî�, et-Terâtîb, I, 300; Bakır, Hz. Ali ve
Dönemi, 399.
Râşid Halifeler Döneminde Bayındırlık Hizmetleri ■
Hz. Ö� mer, Ebû Mûsâ el-Eş’arî�’ye bir başka kanal kazdırması emrini
gönderince bu iş için müttakî�liğiyle marûf bir sahâbî� olan Ma’kıl b. Yesâr
el-Müzenî�’yi görevlendirdi. Bunun üzerine Ma’kıl’ın, daha sonra kendi
adıyla anılacak olan sözkonusu kanalı kazdırttığı anlaşılmaktadır.[166] Bu
arada Belâzürî�, Muâviye b. Ebî� Süfyan devrinde Ziyâd b. Ebî�h tarafından
sahâbî� olması hasebiyle teberrüken Ma’kıl’a kendi adıyla anılacak bir ka-
nal açtırıldığını nakletmektedir.[167]
[164] Belâzürî�, Fütûh, 341, Ensâb, XIII, 298; 229; Cemâl Cûde, el-Arab ve’l-Arz, 156.
[165] Belâzürî�, Fütûh, 351-352. 531
[166] Belâzürî�, Fütûh, 352-353.
[167] Belâzürî�, Fütûh, 352.
[168] İ�bn Kuteybe, el-Me’ârif, 321.
[169] Belâzürî�, Fütûh, 273-274.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
Amr b. el-Â� s, Hz. Ö� mer’den aldığı izinle derhal Nil Nehri’ni, Kızılde-
niz’in Kulzüm limanına bağlayan ve adına “Halîcu Emîri’l-Mü’minîn” de-
nilen kanalı bir yıl içinde tamamlayarak açtı (h.23/m.644). Bundan sonra
Medine’ye gıda ve mal sevkiyatına ek olarak, Mısır-Harameyn-Hindistan
ve Yemen uluslararası ticaretinin gelişmesini sağladı.[172] Daha sonra Amr
b. el-Â� s’ın, Kızıldeniz’i Akdenize bağlayacak (günümüzdeki Süveyş kanalı
gibi) bir kanalı açabileceğini halife Ö� mer’e arzetmesine rağmen, Halife,
hacca gelen gemilerin Rumlar tarafından yağmalanabileceği endişesiyle
reddetmesi üzerine Amr bu projeden vazgeçmek zorunda kaldı.[173] h.36/
m.656’da Hz. Osman, Mekke’ye uzak düşen Şu’aybe limanını Mekke’nin
batısındaki Cidde’ye taşıdı. Bunun ardından Cidde, uluslararası ticarette
önemli bir ithalat merkezi haline geldi.[174]
9. Hamamlar
İ� slâm’ın ilk dönemlerinden itibaren dinî� sâiklerle inşa edilen
hamamlar, gerek mukî�m gerekse yabancıların bedensel temizlik
ihtiyaçlarını karşılayan sosyal kurumlar olmuştur. Kaynaklarımızda Hz.
Peygamber devrinde umumî� hamamların varlığına dair bazı ipuçları
bulunmakla birlikte,[175] esasen O’nun vefatından sonra ortaya çıkan
10. Pazarlar
Bkz: el-Kettânî�, et-Terâtîb, II, 177-178; Akyüz, Vecdi, “Hz. Peygamber Dönemi
Şehir ve Yerel Yönetim Hizmetleri”, İslâm Geleneğinden Günümüze Şehir ve Yerel
Yönetimler, haz. Vecdi Akyüz - Seyfettin Ü� nlü, İ� lke Yayınları, İ� stanbul 1996, I, 48-
68, 52; Söylemez, M. Mahfuz, Bedevîlikten Hadarîliğe Kûfe, Ankara Okulu Yayınları,
Ankara 2001, 78.
[176] Belâzürî�, Fütûh, 342; Ensâb, XIII, 298; Yâkût, Mu‘cem, I, 432.
[177] Belâzürî�, Fütûh, 280; 348; Taberî�, Târîh, VI, 61.
[178] İ�bn Abdilhakem, Fütûhu Mısr, 110. 533
[179] Kubiak, Fustât, 209.
[180] Cu‘ayt, el-Kûfe, 168.
[181] Taberî�, Târîh, IV, 45-46; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, II, 484 .
[182] Taberî�, Târîh, IV, 45.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
Kûfe pazarı da mescid ve vâli konağı ile birlikte Sahn’da yer alı-
yordu.[185] Ö� nceleri pazar basit ölçülerde kurulmuş, mimarî�sine pek de
özen gösterilmemiş ve pazar alanına başka bina inşâ edilmesine müsâa-
de edilmemişti. Ancak Emevî� vâlisi Ziyâd b. Ebî�h Kûfe vâlisi iken (h.50-
53/m.670-673) pazarlardaki kemerlerin üzerine gölgelikler yaptırdı.[186]
Kûfe’de ikinci pazara Hz. Osman döneminde Kûfe vâliliği yapan Velî�d
b. Ukbe döneminde (h.30-25/m.650-645) rastlanmaktadır. Söz konusu
Pazar, el-Kassârî�n[187] adıyla biliniyor olup, Kûfe mescidi civarında Velî�d
b. Ukbe’nin konutu olan Dâru’l-İ� mâre’ye yakın bir yerdeydi.[188] Bu dö-
nemdeki bir diğer pazar ise, Künâse adı verilen bölgede bulunuyor-
du.[189] Bu pazarın adı da Velî�d b. Ukbe’nin Kûfe vâliliği yaptığı dönemde
(h. 25-30/m.645-650) karşımıza çıkmaktadır. Şehrin yeni kurulduğu
dönemlerde bu alanı Benî� Esed kabilesi, çöplük olarak kullandığı için
“Künâsetü Benî Esed” adıyla bilinmekteydi ve konum olarak Benî� Abs ve
Temî�m kabilelerinin mahallelerine kadar uzanmaktaydı.[190] Coğrafyacı
Makdisî�’den, Künâse’deki bu pazarda, köle ve hayvan alış verişi yapıldı-
ğını öğreniyoruz.[191]
[183] Belâzürî�, Ensâb, VI, 398; İ�stahrî�, Ebû İ�shâk İ�brahim b. Muhammed (ö. 320/932),
el-Mesâlik ve’l-Memâlik, ed. De Goeje, Brill, Leiden 1927, 57; Yâkût, Mu‘cem, V, 97;
Taberî�, Târîh, IV, 466; V, 261-262.
[184] Taberî�, Târîh, IV, 464, VII, 187; İ�bn Ebî�’l-Hadî�d, Abdulhamî�d b. Hibetullah (ö.
656/1258), Şerhu Nehci’l-Belâğa, thk: Ebû’l-Fadl İ�brâhim, Dârü İ�hyâi’l-Kütübi’l-
‘Arabiyye, I-XVIII, Kâhire 1559-1963, II, 500; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, III, 106; Cu‘ayt,
el-Kûfe, 291.
[185] Taberî�, Târîh, IV, 45.
[186] Taberî�, Târîh, V, 222; el-‘Askerî�, Ebû Hilâl el-Hasan b. Abdillah (ö. 365/976), el-Evâil,
Dâru’l-Kütübi’l-İ�lmiyye, Beyrût 1987, 204.
[187] Taberî�, Târîh, IV, 532.
[188] Taberî�, Târîh, VI, 108.
[189] el-Künâse, çöplük anlamına gelir. Kûfe yakınında yer alan bu mahal ise Hî�re-Mekke
yolu üzerindedir. Yâkût, Mu‘cem, IV, 481; Massignon, Hıtatü’l-Kûfe, 110.
534 [190] Taberî�, Târîh, IV, 227.
[191] el-Makdisî�, Şemsuddî�n Ebû Abdullah Ahmed b. Ebî� Bekir (ö. 380/990), Ahsenü’t-
Tekâsîm fî Ma‘rifeti’l-Ekâlîm, nşr: De Goeje, Leiden 1967, 117.
[192] Makrî�zî�, Hıtat, I, 286; Kubiak, Fustât, 107.
[193] İ�bn Abdilhakem, Fütûhu Mısr, 91-92; Kubiak, Fustât, 126.
Râşid Halifeler Döneminde Bayındırlık Hizmetleri ■
Amr b. el-Â� s’ın azatlı kölesi ve şehrin ilk sakinlerinden olan Verdân
er-Rûmî�’den adını alan Sûku Verdân, Fustât’taki Beliyy ve Selim kabile-
lerinin ikâmet ettiği yerdeydi.[198] Köle olanları dışında, Kuzey Afrika’ya
yapılan fetih hareketleriyle meydana gelen genişlemeden dolayı şehre
gelip yerleşmiş hür Berberî�ler de mevcuttu. Şehrin merkezî� bölümünde
Ğ� ıfarlılar’a ait mevkide yer alan “Sûku Berber” [199] adlı pazar, bu unsurun
ilk dönemlerden itibaren şehir dokusu içerisinde adlarını muhafaza ettik-
lerini göstermektedir.
11. Misafirhaneler
12. Mezarlıklar
[235] İ� bn Abdilhakem, Fütûhu Mısr, 128; İ� bn Dukmak, el-İntisâr, IV, 126; Makrî�zî�, Hıtat,
I, 206.
[236] Kubiak, Fustât, 206.
[237] İ�bn Abdilhakem, Fütûhu Mısr, 128; el-Ya‘kûbî�, Büldân, 331; Kubiak, Fustât, 205
[238] Belâzürî�, Fütûh, 214 ; Barış, Bayındırlık, 84
[239] Belâzürî�, Fütûh, 210-211.
[240] Şiblî�, Asr-ı Saâdet, IV, 388; Barış, Bayındırlık, 85. 539
[241] İ�bn Abdilhakem, Fütûhu Mısr, 127, 130-131, 190-191; Makrî�zî�, Hıtat, I, 167, Süyûtî�,
Hüsnü’l-Muhâdara, I, 163.
[242] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 191-192; Belâzürî�, Fütûh, 224; Makrî�zî�, Hıtat, 168;
Ö� zkuyumcu, Mısır, 55.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
[1] Taberî�, Ebû Ca‘fer Muhammed b. Cerî�r (ö. 310/922), Târîhu’l-Ümem ve’l-
Mülûk (Târîhu’t-Taberî), thk: Muhammed Ebû’l-Fadl, I-XI, Beyrût t.y.,IV,
50-51; Donner, F. M., The Arab Tribes in the Muslim Conquest of Iraq, 541
Princeton Ü� niversitesi, (Basılmamış Doktora Tezi), Amerika 1975, 140.
[2] Taberî�, Târîh, III, 373.
[3] Hâlis el-Eş‘ab, el-Medinetü’l-‘Arabiyye, Ma‘hedü’l-Bühûs ve’d-Dirâsâti’l-‘A-
rabiyye, Bağdat Ü� niversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, Bağdat 1982, 5.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
[4] Müslümanlar tarafından olarak kurulan ve “emsâr” adı ile maruf -Basra, Kûfe ve
Fustât gibi- ordugâh şehirler için kullanılan “Dûrü’l-Hicre ve Menzilü’l-Cihâd” ibare-
542 sine elimizdeki kaynaklar içerisinde ilk defa Taberî�’nin Târî�h’inde rastladığımızı ve
bu isimlendirmenin kendisine ait olduğunu düşündüğümüzü de ifade etmeliyiz.
[5] Belâzürî�, Ahmed b. Yahyâ b. Câbir (ö. 279/892-3), Fütûhu’l-Büldân, thk: Rıdvân
Muhammed Rıdvân, Beyrût 1403, çev.: Mustafa Fayda, Fütûhu’l-Büldân: Ülkelerin
Fetihleri, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1987, 247; Taberî�, Târîh, III, 579.
Râşid Halifeler Devrinde Yeni Şehirlerin Kuruluşu ve İskân Faaliyetleri ■
[6] Halife Ebû Bekir, Hz. Ö� mer’e söz konusu bölgeye bir ordu göndermek istediğini
“Allah’ın bize fethi göstermesi için, sevdiğim kutsal Irak topraklarından bir karış bile
olsa…” şeklinde ifade ederken, “Bâbil bölgesinden” ibaresini kullanmaması dik-
kat çekicidir. Makdisî�, Şemsüddî�n Ebû Abdullah Ahmed b. Ebî� Bekir (ö. 380/990),
Ahsenü’t-Tekâsîm fî Ma‘rifeti’l-Ekâlîm, nşr: De Goeje, Leiden 1967, 116.
[7] Tarım ürünleri ve ağaçların çok bulunmadığı Arap yarımadasından bu bölgeye çık-
tıklarında fâtihler, ağaçlarla ve yeşilliklerle dolup taşan bir arazi ile karşılaştılar.
Çok sayıda köyü, ağaçları ve yeşilliği karşılarında görünce, “bundan daha fazla si-
yahlık (sevâden ekser)görmedik” dediler. Araplar yeşille siyahı bazen aynı anlamda
kullandıkları için, burada karşılaştıkları yeşille, siyahı bir araya getirerek, bu arazi-
ye “Sevâd” adını verdiler. Bkz: Belâzürî�, Fütûh, 297; el-Mâverdî�, Ebû’l-Hasan Ali b.
Muhammed (ö. 450/1058), el-Ahkâmü’s-Sultâniyye, çev.: Ali Şafak, İslâm’da Devlet
ve Hilâfet Hukuku, Bedir Yay., İ�stanbul 1994; 154; Yâkût el-Hamevî�, Ebû Abdullah
Şihâbüddî�n Yâkût b. Abdillah er-Rûmî� el-Bağdâdî� el-Hamevî�, (ö. 626/1229),
Mu‘cemü’l-Büldân, Dâru’l-Fikr, I-V, Beyrût t.y., III, 272; İ�bn Manzûr, Muhammed b.
Mükrim (ö. 711/1311), Lisânü’l-‘Arab, I-XV, Dâru Sâdır, I. Baskı, Beyrût 1955-1956, 543
III, 225-226.
[8] Kûfe, toplanmış yuvarlak kumluk ya da kum ve toprak ile verimli olan arazi demek-
tedir. Bkz.: İ�bn Manzûr, Lisân, XIII, 133.
[9] Belâzürî�, Fütûh, 247; Taberî�, Târîh, III, 579.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
[10] Basra şehri adını, muhtemelen kurulduğu alanın kumluk, kara taşlık, kireç taşlı
coğrafi özelliğini ifade eden Arapça kökten almıştır. İ�bn Manzûr, Lisânü’l-‘Arab, VII,
5; Belâzürî�, Fütûh, 336; İ�bnü’l-Fakî�h, Ebû Abdullah Ahmed b. Muhammed b. İ�shâk
el-Hemedânî� (ö. 290/902), Muhtasaru Kitâbü’l-Büldân, nşr. De Goeje, Leiden 1967,
187; Yâkût, Mu‘cem, I, 430.
[11] Belâzürî�, Fütûh, 349; el-Ya‘kûbî�, Ahmed b. Ebî� Ya‘kûb b. b. Ca‘fer b. el-Ya‘kûb,
(292/905), Târîhu’l-Ya‘kûbî, thk: Abdülemî�r Minhâ, Müessesetü’l-İ�lmî� li’l-Matbû‘ât,
I-II, Beyrût, 1993; I, 641. Elbette, komutanların bu emri aldıklarında henüz iki şehir
de mevcut değildi. Bu yüzden rivayetten, kurulacak şehirlerin yerlerinin tespit edil-
diği coğrafyayı anlıyoruz.
[12] İ�bnü’l-Cevzî�, Ebû’l-Ferec Abdurrahman b. Ali (597/1200), el-Muntazam fî Târîhi’l-
Mülûk ve’l-Ümem, Haydarâbâd-Dekkan 1357-1360, I-XII, thk: Mustafa Abdülkadir
Atâ, Beyrût 1992, IV, 181.
[13] Taberî�, Târîh, III, 592-593.
[14] Taberî�, Târîh, III, 591, 594, Belâzürî�, Fütûh, 336; Nu’mân b. Muhammed, (~ h. X
yy.), Ma‘denü’l-Cevâhir bi Târîhi’l-Basra ve’l-Cezâir, thk: Muhammed Hamî�dullah,
Mecme‘u’l-Bühûsi’l-İ�slâmiyye, İ�slâmâbâd 1973, 21.
[15] Yâkût, Mu‘cem, I, 430. Hz. Ö� mer’in bu rivayette, Fırat değil de onun kuzey doğusun-
dan akan Dicle’yi zikretmesini ilginç bulduğumuzu zikretmeliyiz. Zira bu ifadeden
şehrin, iki nehir arasında kurulabileceği ya da Hz. Ö� mer’in bu iki nehrin isimlerini
544 karıştırdığı anlamı çıkmayacağına göre her ki nehrin Basra’nın kuzeyinde bulunan
Dicletü’l-‘Avrâ(Şattü’l-‘Arab)’da birleşerek İ�ran körfezine dökülmesinden dolayı
(Bkz: Yâkût, Mu‘cem, I, 77, 118, 343, 430, 439, 451, II, 167, 441, 442) kanaatimizce
yeni tesis edilecek olan şehirlerin hem Dicle hem de Fırat’ın ötesinde kurulmaması
gerektiğini ifade etmiş olmalıdır.
Râşid Halifeler Devrinde Yeni Şehirlerin Kuruluşu ve İskân Faaliyetleri ■
Dicle varken, benim bu bölgede bir şehir kurmanıza ihtiyacım yok” kesin
emri ile kurulacak şehrin dış tehlikelere karşı güvenli, ihtiyaç anında Me-
dine’den gönderilecek destek ordularının sevkiyâtına elverişli olması do-
layısıyla; hilafet merkezi ile yeni şehrin arasına coğrafî bir engelin girme-
mesi gerektiğini kesin bir dille bildirdi.[16]
[16] Hz. Ö� mer’in Basra ve Kûfe şehirlerinin yerlerinin kurulması aşamasında çeşitli ri-
vayetlerde müşahade ettiğimiz, “=لا تجعل بيني وبينهم بحراonlarla aramıza bir deniz koy-
ma” (Belâzürî�, Fütûh, 275) ya da kaynaklardaki benzer ifadelerindeki (Krş: İ�bn Sa‘d,
Tabakât, VII, 6; Taberî�, Târîh, III, 579; Yâkût, Mu‘cem, I, 432) “deniz” sözcüğünden
kastının, Fırat ve Dicle nehirleri olduğu aşikârdır.
[17] Belâzürî�, Fütûh, 275; Taberî�, Târîh, IV, 41; Cemâl Cûde, el-Arab ve’l-Arz fî’l-‘Irâk fî
Sadri’l-İslâm, Ü� rdün Ü� niversitesi Yayınları, eş-Şirketü’l-‘Arabiyye, Amman 1979,
154-155.
[18] Belâzürî�, Fütûh, 336; Halî�fe b. Hayyât, Ebû Ö� mer el-Leysî� el-‘Usfûrî� (ö. 240/854), et-
Târîh, thk: Ekrem Ziya ‘Umerî�, Dâru’l-Kalem, 2. baskı, Dimaşk-Beyrût 1397/1978, I,
115.
[19] Belâzürî�, Fütûh, 349; Yâkût, Mu‘cem, I, 639. 545
[20] Belâzürî�, Fütûh, 341, a.g.m., Ensâbü’l-Eşrâf, thk: Süheyl Zekkâr-Riyâd Ziriklî�, I-XIII,
Dâru’l-Fikr, Beyrût 1996, XIII, 298; 229; Yâkût, Mu‘cem, I, 430.
[21] Basra ve Batâih çevresi için bkz. Mustafa Demirci, Siyah Öfke –Ortaçağ İslâm
Dünyasında Zenci Kölelerin İsyanı (869–883), Çizgi Yayınları, Konya 2005, 33-38.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
[46] Belâzürî�, Fütûh, 256; el-Ya‘kûbî�, Târîh, II, 145; Cemâl Cûde, el-Arab ve’l-Arz, 157-
158.
[47] Halî�fe b. Hayyât, Târîh, 129; Belâzürî�, Fütûh, 341; Taberî�, Târîh, III, 590, 591.
548 [48] Ebû’l-Fidâ, ‘İ�mâdüddin Mütevekkilü’l-Müeyyed İ�smâil b. Ali (ö. 732/1331-1332),
Muhtasar fî Ahbâri’l-Beşer (Târîhu Ebî’l-Fidâ), thk: Mahmud Deyyûb, I-II, Dâru’l-
Kütübi’l-İ�lmiyye, Beyrût 1997, I, 223.
[49] İ�bn Sa‘d, Tabakât, III, 53; Belâzürî�, Fütûh, 345.
[50] Taberî�, Târîh, IV, 42.
Râşid Halifeler Devrinde Yeni Şehirlerin Kuruluşu ve İskân Faaliyetleri ■
Elbette, Utbe’nin bölgeye varır varmaz hemen bir şehir inşa etmesi
pek mâkul değildir. Zira, rivayetlere göre zaten onun doğrudan Basra’ya
inmediği, öncesinde birçok yerde konakladıkları bilinmektedir. Bu bilgiler
ışığında Müslümanların Ü� bülle’deki İ�ranlı hâkimiyetine son vermesinin
ardından bölgede Sâsânî� tehlikesinin kısmen ortadan kalktığı tarih olan
h.14/m.635-636 senesinde şehrin kurulmuş olma ihtimali daha kuv-
vetli görünüyor.[52] Kanaatimizce halife Ö� mer, Basra’da kalıcı yerleşim
konusundaki nihâî� kararını ise Kadisiyye Savaşı’ndan sonra yani h.15-
16/m.635-638 yılları arasında vermiş olmalıdır.[53]
1. Basra’nın İskânı
a. Ehlü’l-’Âliye humusu
İ�slâm fetihleri öncesi Irak çöllerinde yurt edinmiş olan Temî�m,[71] Ad-
nanî� Mudarî� kökenlidir. Temî�m’in önemli boyları ise şunlardır: Zeyd Menât,
Dârim, Mâzin, Sarîm, Süleyt, Hurmâz, Anber, Huceym, Benî Sa‘d, Mücâşi,
Riyâh, Hanzala. Temî�m kabilesinin bazı boyları da şehre sonradan göç
etmişti. Temî�m hıttasına yerleşenler arasında Arap olmayan Esâvire ve
Seyâbice gibi İ�ran kökenli toplulukları zikredebiliriz. Hz. Ö� mer devrinde
(h.20/ m.640’de) Benî�’l-‘Ami’nin, Temî�m ile ittifak kurduktan sonra Bas-
ra’ya göçtüklerini de hesaba katmalıyız.[72] Hz. Osman devrinde Abdullah
b. ‘Â�mir’in valiliği sırasında onların Bahreyn ve Arap yarımadasının doğu
bölgelerinin idarî� olarak Basra valiliğine katılmasından dolayı nüfusları-
nın arttığı anlaşılmaktadır.[73] Hz. Ali’nin hilafetinde (h.35-40/m.655-661)
özellikle Cemel Savaşı’ndan sonra (h.36/m. 656) Temî�m’e bağlı göçlerin
devam ederek[74] sayıları yaklaşık 10.000’e ulaşmıştı.[75] Bu nedenledir ki,
Muâviye b. Ebî� Süfyân, Temî�m’in Hz. Ali’ye karşı kendi yanında yer almasını
[68] İ�bnül-Kelbî�, Cemhere, 287, 292; Massignon, Hıtatu’l-Basra ve Bağdâd, 16; Salih
Ahmed el-Ali, Hıtatu’l-Basra ve Mıntıkatühâ, 81-87, 93.
[69] Massignon, Hıtatu’l-Basra, 22; Muhammed Zebî�dî�, “Müctema‘ul-Irâkî�”, Bahs fî Kitâbi
Hadârati’l-Irâk, V, 27-53, V, 31.
[70] el-Mirbed, Basra’nın çöl tarafında batısında yer alan geniş alandır. Salih Ahmed
el-Ali, “Hıtatu Basra”, Mecelletü Sümer VIII, Bağdat, 1952, 281-303, 291. Ayrıca
bkz.: İ�stahrî�, Ebû İ�shâk İ�brahim b. Muhammed (ö. 320/932), el-Ekâlîm, thk: J.
Möller, Mektebetü’l-Müsennâ, Bağdat t.y., 57; İ�bn Havkal, Kitâbü Sûrati’l-Arz, thk: R.
Blacher, H.A.R Gibb, P. Kahle, C. A. Nallino, A. J. Wensinck, J. H. Kramers, Leiden 1938,
236; Yâkût, Mu‘cem, V, 98;
[71] Belâzürî�, Fütûh, 336, Kudâme b. Ca‘fer, el-Harâc, 365; Yâkût, Mu‘cem, I, 432.
552 [72] el-İ�sfahânî�, Ebû’l-Ferec Ali b. Hüseyn (356/976), el-Eğânî, I-XXIII, t.y., y.y., III, 73.
[73] Taberî�, Târîh, IV, 266; Salih Ahmed el-Ali, et-Tanzîmât, 42; Cemâl Cûde, el-Arab ve’l-
Arz, 162.
[74] Taberî�, Târîh, IV, 466.
[75] Taberî�, Târîh, IV, 497.
Râşid Halifeler Devrinde Yeni Şehirlerin Kuruluşu ve İskân Faaliyetleri ■
d. Abdülkays humusu
e. Ezd humusu
Başlangıçta güney Irak’ın fetih hareketlerine katılan az sayıdaki sa-
vaşçının oluşturduğu mahalledir. Utbe b. Ğ� azvân ile birlikte el-Hureybe’de
Derkerteyn çevresine yerleşmişler, daha sonra Basra’ya intikal etmişlerdi.
Bunların mahalleleri, mescidin güneybatı cihetine, Medine tarafına düş-
mekteydi.[79] Ezd göçleri Hz. Osman’ın valisi Abdullah b. ‘Â�mir (h.29-35)
devrinde Kirmân ve İ�ran’ın fethinden sonra gelmiştir. Vatanları Basra’ya
idarî� yönden bağlanınca nüfuslarında artış kaydedilmişti.[80] Ezdli grupla-
rın Cemel vakasında (h.36/m.656) hazır bulundukları, Benî� Adiyy gibi bazı
boylarının Hz. Â� işe’nin safında yer aldığı,[81] sayısının 2.700 asker olduğu
bildirilmektedir.[82] Basra’ya yerleşen Ezdli kabilelerden meşhur olanlar
şunlardır: Benî ‘Atîk; Hz. Ö� mer’in hilafeti zamanında Debâ’dan gelen Ebû
Safrâ Zâlim b. Serrîk b. Subh el-‘Itkî ile birlikte Basra’ya indiler.[83] Bundan
sonra Safrâ oğullarının Basra’da saygınlıkları arttı. Ebû Ubeyde’nin Ezd
kabilelerinin Basra’da Ezdli varlığına ilk kez Muâviye b. Ebî� Süfyan’ın
hilafetinin son zamanlarında rastlandığına dair nakli mâkul görünme-
mektedir.[84] Muhtemelen bu söz konusu dönemde Ezdlilerin şehre ger-
[103] Bkz. Fayda, “Hz. Ömer’in Dîvân Teşkîlâtı”, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi,
�stanbul 1986; II, 138-139.
[104] İ�bn Sa‘d, Tabakât, III, 296.
[105] Taberî�, Târîh, III, 615; Dûrî�, en-Nüzumü’l-İslâmiyye, Vüzâratü’l-Me‘ârifi’l-‘Irâkıyye,
Matba‘atü Necî�b, I. Baskı, Bağdat 1950, 187-188.
[106] Belâzürî�, Fütûh, 115.
[107] Ebû Ubeyd, el-Kasım b. Sellâm (ö. 224/839), Kitâbü’l-Emvâl, thk: Muhammed
Ammâra, Dâru’ş-Şurûk, I. Baskı, Beyrût-Kahire 1989, 312; bkz.: İ�bn Abd Rabbih,
el-‘Ikd, III, 116.
[108] Belâzürî�, Fütûh, 337, 345; Taberî�, Târîh, III, 591, 594.
[109] ed-Dî�neverî�, el-Ahbâr, 118.
[110] Esâvire’nin sayısı 2.500, Seyâbice’nin sayısı 4.000 savaşçı idi. Belâzürî�, Fütûh, 279,
367.
556 [111] es-Sûdânî�, Cebhetü’l-Basra, 122.
[112] Belâzürî�, Fütûh, 342.
[113] Taberî�, Târîh, V, 78-79; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, III, 217; en-Nüveyrî�, Ahmed b.
Abdilvahhâb (ö. 733/1333), Nihâyetü’l-Ereb fî Fünûni’l-Edeb, thk: Komisyon, I-XVIII,
Kahire 1954; thk: M. M. Emî�n-S. Baz Arî�nî�, XIX-XXXI, Kahire 1975, XX, 171.
Râşid Halifeler Devrinde Yeni Şehirlerin Kuruluşu ve İskân Faaliyetleri ■
cak biz, Basra fetihlerini göz önüne aldığımızda, 60.000 asker sayısının
doğruluğu konusunda tereddüt taşımaktayız. Çünkü bu fetih faaliyetleri
Osman ve Ali dönemlerinde nispeten durmuş, sonradan gelenlerin sayısı
da 40.000’e ulaşmamıştır.[114] Yani bir başka deyişle daha önceki zaman-
lardaki sayı bundan daha fazla değildi.
Artan göçler ve nüfus artışına etki eden diğer faktörler (ölüm, doğum,
köleler, mevâli vs.) göz önüne alındığında Emevî�ler Dönemi’nde de şehrin
nüfusunun daha da arttığı anlaşılmaktadır. Ziyâd b. Ebî�h’in Basra valiliği
sırasında (h.45-53/m.665-673) Basra’da 80.000 mukâtilenin, 120.000 ki-
şilik aile efradıyla birlikte divâna kayıtlı oldukları ve böylece toplam nü-
fuslarının 200.000’e ulaştığı söylenmektedir. Bu rakamın içerisine divâna
kayıtlı olmayan mevâlî�, ehl-i zimme, köle vb. gruplar da dâhil edildiğinde
toplam nüfusun 300.000’in üzerinde olacağı tahmin edilebilir.[115]
C. Kûfe’nin İskânı
[114] Daha sonra onlara Ziyâd’ın ilavesi ile Basra’daki savaşçıların sayısının 80.000’e
ulaştığı belirtilmektedir. Belâzürî�, Ensâb, V, 229; İ�bn Abd Rabbih, el-‘Ikd, IV, 7.
[115] Belâzürî�, Fütûh, 344-345; Cu‘ayt, Kûfe, 281-282.
[116] Taberî�, Târîh, IV, 44.
[117] Belâzürî�, Fütûh, 275; Taberî�, Târîh, IV, 44.
[118] Belâzürî�, Fütûh, 275; Taberî�, Târîh, IV, 44
[119] Taberî�, Târîh, IV, 45; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, II, 373-374.
[120] Bu ilk ok atışıyla aynı zamanda mescidin kıble yönünün de tayin edildiği anlaşıl- 557
maktadır. el-Katâvine, el-Medinetü’l-‘Arabiyye, 139.
[121] Belâzürî�, Fütûh, 275, Taberî�, Târîh, IV, 44-45.
[122] Taberî�, Târîh, IV, 45; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, II, 373-374; Hişâm Cu‘ayt, el-Kûfe, 166-
167.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
558
Râşid Halifeler Devrinde Yeni Şehirlerin Kuruluşu ve İskân Faaliyetleri ■
Yedili sistemle (esbâ‘) birbirine nesep bağıyla bağlı olan kabile toplu-
luklarının aynı mahallelerde toplanması, askerî� ve mâlî� zorunluluk gereği
uygulanmıştır. Dolayısıyla bu sistemle, yedi “menhec”, yani yeni ana yola
ayrılan şehirde, asker toplanması, ordunun teşekkülü ve cihada çıkışı; re-
isleri vasıtasıyla divâna kaydolmaları ve atiyyenin dağılma işi kolaylaştı.[137]
Kûfe’de Sa‘d b. Ebî� Vakkâs tarafından uygulamaya konulan yedili yerleşim
sistemi şöyle idi: [138]
etmeleri ve yeni şehirlere göçleri teşvik edildi.[142] Buna göre, Hz. Ö� mer
tarafından h.20/m.640 yılında dî�van müessesesinin teşkilinden sonra
Kûfe’ye yönelik göçlerin ivme kazandığı ve Sıffî�n Savaşı’na (h.37/m.657)
kadar da devam ettiği söylenebilir.
ve zikredilen yedi ayrı mahalleye ilave olarak, sekizinci bir hıttadan yani
“el-Hamrâ”dan söz edilebilir.[152]
Ö� te yandan Kûfe’ye Yahûdî� ve Hıristiyan unsurunun da iskân edil-
diğini söyleyebiliriz. Nitekim, Hz. Ö� mer tarafından Necrân bölgesin� -
den h.20/m.640 yılında tehcir edilen Hıristiyanlar bunların başında
gelmektedir.[153] Belâzürî�’ye göre Necrânlılar içinde Yahudiler de vardı.
Onların bir kısmı Şam bölgesine giderken, bir kısmı da Kûfe yakınlarındaki
bir bölgeye çıkarılmıştı.[154] Bunların Kûfe civarındaki yerleşim yerlerine,
“Irak Necrân”ı veya “Necrâniye” şeklinde eski yurtlarının ismini verdikle-
ri dikkat çekmektedir.[155] Bazı rivayetlere göre, onların önce Hamrâ Dey-
lem (İ�ranlıların) hıttasına indikleri,[156] fakat Hz. Ö� mer’in vefatından sonra
Nehr-i Ebân adı verilen bölgeye yerleştikleri anlaşılmaktadır.[157]
Necrân’dan gelenlerin dışında Kûfe’ye farklı bölgelerden göç ederek
yerleşen Yahudi unsuruna da rastlanmaktadır. Necrân bölgesinden Hı-
ristiyanlarla birlikte çıkarak Kûfe’ye yerleşen Yahudilerin dışında, muh-
temelen şehirde Hire, Enbâr ve Hicâz bölgesinden gelen Yahudiler de
yer alıyordu. Zirâ, Resûlullah devrinde Medine’den çıkarılan Yahudilerin
önemli bir kısmı Hire ve Enbâr’a yerleşmişlerdi.[158]
Kûfe’ye Arap kabilelerinin göçlerinin, Hz. Osman devrinde de devam
ettiğini söylemiştik. Hz. Osman devrinde, h.30/m.650 senesinde Kûfe’ye
gelen ilk kabilenin Benî� Hüzeyl topluluğu olduğu belirtilmektedir.[159] An-
cak kaynaklar, Benî� Hüzeyl’in Kûfe’nin hangi bölgesine yerleştiği konu-
sunda suskun kalmaktadır. Aynı şekilde Murâd kabilesine bağlı[160] Benî�
Hudâ’nın ve Hemdân’a bağlı Benî� Erheb kabilesinin de Kûfe’ye göç ettiği
bildirilmektedir.[161]
[152] Wellhausen, Julious, İslâmiyetin İlk Devrinde Dinî-Siyasî Muhalefet Partileri, (çev.:
Fikret Işıltan), TTK Yayınları, Ankara 1989, 93 (3. dipnot).
[153] Geniş bilgi için bkz. Fayda, Mustafa, “Hz. Ö� mer’in Hayber ve Çevresi İ�le Necrân’dan
Gayr-i Müslimleri Çıkarması”, DEÜİFD, İ�zmir 1983, 57-66.
[154] Belâzürî�, Fütûh, 77.
[155] Belâzürî�, Fütûh, 77; Yâkût, Mu‘cem, III, 266, V, 269-270.
[156] Muhtemelen, Necrânlılar, burada İ�ran asıllı diğer topluklarla bir arada belki de aynı
mahallede yaşamış olabilirler.
[157] Nehr-i Ebân: Bu bölge Kûfe’nın dış bölgesinde Bahreyn bölgesi şehirlerinden
Hecer’in topraklarında yer alıyordu. Sâsânî� Kisrâlarından birinin, burayı Ebân isim-
li bir kadına iktâ olarak verdiği, kadının kocasının bu verimli toprakları sulamak
için buraya bir nehir açtırdığı ve nehre karısının adını verdiği, İ�slâm fetihlerinin
bölgeye ulaştığında bu kadının evlatlarının bu toprakları işlemeye devam ettiği bil-
dirilmektedir. Yâkût, Mu‘cem, V, 269-270.
[158] Donner, The Arab Tribes, 52-53; Söylemez, Kûfe, 169. 563
[159] Taberî�, Târîh, IV, 273. Bkz.: es-Sem‘ânî�, el-Ensâb, IV, 502; Ö� mer Rıza Kehhâle,
Mu‘cemü Kabâili’l-‘Arab, I-III, Matba‘tü’l-Hâşimiyye, Dimaşk 1949, III, 1213- 1214.
[160] Taberî�, Târîh, IV, 335.
[161] Taberî�, Târîh, IV, 345.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
[162] Taberî�, Târîh, IV, 279; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, III, 5; en-Nüveyrî�, Nihâyetü’l-Ereb, XIX,
437-438.
[163] Belâzürî�, Fütûh, 276; Yâkût,, Mu‘cem, IV, 492.
[164] Donner, The Arab Tribes, 147.
[165] Taberî�, Târîh, V, 9; Kehhâle, Mu‘cemü Kabâili’l-‘Arab, I, 265.
[166] Mahdûc, Kûfe’de bulunan bir aşirettir. h. 36’daki Cemel vakasında bu aşiretten in-
sanlar öldürülmüştür. Taberî�, Târîh, IV, 522.
[167] Dabbâb; Benî� ‘Â�mir b. Sa‘sa‘a kabilesinin bir koludur. O, Muâviye b. Kilâb b. Rebî�‘a
b. ‘Â�mir’dir. Oğlunun adı ile isimlendirilmiştir. es-Sem‘ânî�, el-Ensâb, III, 229-230;
Taberî�, Târîh, V, 28; Kehhâle, Mu‘cem, II, 660.
[168] Taberî�, Târîh, V, 30. el-Hâris b. Aidyy b. el-Hâris b. Mürre b. Ü� ded b. Zeyd Yeşcüb
el-Kahtânî�’den bir boydur. Kehhâle, Mu‘cem, I, 230.
[169] Taberî�, Târîh, V, 62. el-Fâişiyyî�n; Hemdân b. Mâlik b. Zeyd b. Kehlân el-Kahtânî�’den
bir boydur. es-Sem‘ânî�, el-Ensâb, III, 432.
[170] Taberî�, Târîh, V, 62. en-Nâ‘itiyyî�n; Hemdân b. Mâlik b. Zeyd b. Kehlân el-Kahtânî�’den
bir boydur.Kehhâle, Ö� mer Rıza, Mu‘cemu Kabâili’l-‘Arab, Matba‘tü’l-Hâşimiyye,
Dimaşk 1949, III, 1168.
[171] Taberî�, Târîh, V, 62. İ�bn Düreyd, ‘Ubeyd; Temî�m el-Adnânî�. el-İştikâk, 151. Adnanî�
kolundan, Rebî�‘a b. Kilâb b. Â� mir b. Sa‘sa‘a Kays Aylânî�. Nüveyrî�, Nihâyetü’l-Ereb, II,
339; Ö� mer Kehhâle, Mu‘cem, III, 742;
[172] Taberî�, Târîh, V,62.
[173] Kinde b. ‘Ufeyr’in asıl adı; ‘Ufeyr b. Adiyy b. el-Hâris b. Mürre b. Ü� ded b. Zeyd b.
Yeşcüb b. ‘Ureyb b. Zeyd b. Kehlân el-Kahtânî�’dir. Kaynaklarda, Kinde olarak isim-
564 lendirilmesinin sebebi olarak, babasının nimete nankörlük etmesi gösterilmekte-
dir. Bkz: es-Sem‘ânî�, el-Ensâb, IV, 172; Ö� mer Kehhâle, Mu‘cem, III, 998.
[174] el-Minkarî�, Sıffîn, 345; İ�bn Ebî�’l-Hadî�d, Abdülhamî�d b. Hibetullah (ö.h.656/1258),
Şerhu Nehcü’l-Belâğa, thk: Ebû’l-Fadl İ�brâhim, Dâru İ�hyâi’l-Kütübi’l-‘Arabiyye,
I-XVIII, Kâhire 1559-1963, I, 501.
Râşid Halifeler Devrinde Yeni Şehirlerin Kuruluşu ve İskân Faaliyetleri ■
aile fertleri olmak üzere, divândan atiyye alan toplam Arap nüfusunun
140.000’e ulaştığı anlaşılmaktadır.[182] Buna şehre getirilmiş olan gayri-
müslim unsurlar da dâhil edilecek olursa, şehrin nüfusunun yukarıdaki
sayıyı da aşacağında kuşku yoktur.
Yeni şehirlerin kurulmasından sonra meydana gelen büyük göçlerin
Kûfe ve Basra garnizonlarında zamanla köklü bir takım değişikliklere yol
açtığı söylenebilir. Başlangıçta yerleşimciler için tanzim edilen hıttaların
çoğu, yoğun göçlerin etkisiyle bütünlüğünü koruyamadı. Buna göre, muh-
temelen şehrin köşelerinde yeni yerleşimler kuruldu. Sonradan göçenler
(revâdif), hangi kabilenin sakinleri ve göç eden mensupları az miktarda
ve önceki vatanlarında hangi topluluklarla komşu iseler, bu şekilde ken-
dilerine nesep ve bölge olarak yakın olan toplulukların yanına indirildiler.
Şehrin merkezindeki meydan çevresine yerleştirilmiş olan kabilesel grup-
lar, daha sonra, kendi kabilelerine ait göçmenlerin (revâdif) akınlarıyla
sayıları artmış ve hıttalarda büyüme meydana gelmiş, dolayısıyla orijinal
hıttaların yetersizliği söz konusu olmuştu. Hangi kabilenin revâdifinin sa-
yıları çoğaldıysa mahallesini terk etti. Revâdifin sayıları şehirde kabileden
ilk yerleşimcilerinin sayılarına üstün geldiği zaman muhtemelen onlar
şehrin banliyösüne taşınır ve orada yeni bir mahalle edinmeye başlarlar-
dı.[183] Sahnın durumu Hz. Ö� mer’in zamanında olduğu gibi kaldı. Burada
mescid, Dâru’l-İ�mâre ve pazardan başka her hangi bir bina inşa edilme-
mişti.[184]
[190] Taberî�, Târîh, IV, 279; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, III, 5; en-Nüveyrî�, Nihâyetü’l-Ereb, XI X,
437-438.
568 [191] Taberî�, Târîh, V, 9; Kehhâle, Mu‘cem, I, 265.
[192] Belâzürî�, Ensâb, III, 32-33; Taberî�, Târîh, IV, 500; Bkz.: el-Minkarî�, Sıffîn, 132. Ancak
o yedinci bölümü zikretmiyor. ed-Dî�neverî�, el-Ahbâr, 197; Massignon, Hıtatu’l-Kûfe,
49-50.
[193] Cemâl Cûde, el-Arab ve’l-Arz, 173.
Râşid Halifeler Devrinde Yeni Şehirlerin Kuruluşu ve İskân Faaliyetleri ■
D. Fustât’ın İskânı
İ�slâm Tarihi’nin ilk dönem iskân faaliyetlerine örnek teşkil edecek bir
diğer İ�slâm şehri ise başka bir memlekette hatta, farklı bir kıtada, yine
Hz. Ö� mer’in hilafeti zamanında kurulan Fustât şehridir. Fustât şehrinin
kurulduğu Mısır, özellikle de Nil nehrine sahip olması bakımından, tarihin
ilk çağlarından beri ehemmiyetli bir coğrafyadır. “Mısır, Nil’in bir hediyesi-
dir”[207] sözünün aslında, Mısır’ın zirâî�, ekonomik ve hatta siyasî� değerini
en güzel şekilde özetlediği kanaatindeyiz. Bölge aynı zamanda birçok
devlete ve medeniyete beşiklik etmişti. Elbette, ilk Müslümanlar da bu
mirasın farkında idiler. Nitekim Hz. Ö� mer’in hilafeti zamanında Amr b.
el-Â� s komutasındaki birliklerin Mısır’ı fethetmesi, burada ele alacağımız
üçüncü büyük karargâh şehrin kurulmasına zemin hazırlayacak ve şehir
bu anlamda gerçek bir hicret yurdu ve Kuzey Afrika fethilerine katılan
orduların üssü olacaktı. VIII. yüzyılda, el-Asker, IX. yüzyılda el-Katâi‘ ve
X. yüzyılda Kâhire adını alacak olan Fustât bölgesi, idarî�-siyasî� bir merkez
olma dışında aynı zamanda İ�slâm Tarihi ve Medeniyetinin önemli merkez-
leri olacak bu şehirlerin çekirdeğini oluşturacaktı.[208] Ö� zet olarak zikretti-
ğimiz bu temel özellikleri itibariyle Fustât şehrini, Basra ve Kûfe’den ayrı
olarak ele almayı uygun gördük.
a. Coğrafî Konumu
Fustât şehri, Mısır bölgesinin içinden geçen Nil nehrinin doğu ya-
kasında, kuzey sınırını oluşturan deltaya yakın bir bölgede kurulmuştu.
Fustât şehrinin sınırları; doğu yakasında yer alan Mukattam tepesinin
[205] Bkz: Brockelmann, Carl, İslâm Ulusları ve Devletleri Tarihi, çev. Neşet Çağatay, Türk
Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2002, 58; Salih Ahmed el-Ali, et-Tanzîmât, 120; 571
Katâvine, el-Medinetü’l-‘Arabiyye, 162; Ervâ Sâidât, İstikrâr, 142.
[206] Massignon, Hıtatu’l-Kûfe, 62.
[207] Lombard, Maurice, İlk Zafer Yıllarında İslâm, çev. Nezih Uzel, İ�stanbul 1983, 28.
[208] Hourani, Albert, Arap Halkları Tarihi, çev. Yavuz Alogan, İ�stanbul 2001, 159.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
b. Sâkinleri
c. Mısır’ın Fethi
Şam bölgesi İ� slâm Devleti’nin hâkimiyeti altına girdiğinde, Hz.
Ö� mer Dimaşk ili sınırlarındaki Câbiye’ye[219] gelmiş (h.18/m.639), bu
esnada Filistin ordusu komutanı olan Amr b. el-Â� s, kendisinden Mısır
üzerine yürümek için izin istemiş, ancak halife buna sıcak bakmamış-
tı.[220] Müslümanlar, Î� liyâ’yı (Kudüs)[221] h.17/639 yılında fethedince,[222]
Amr b. el-Â� s az sayıda bir ordu (3.500-4.000)[223] ile Filistin’deki Kay-
seriyye’den çıkarak (h.18/m.639)[224] önce el-‘Arî�ş’e, daha sonra da Fer-
mâ’ya[225] ulaştı (h. Zilhicce18/m.Aralık 639).[226] Buraya gelmeden önce
yolda, orduyu, Râşide, Lahm ve Kuza‘a kabilelerine mensup 1.000 kadar
asker orduya iltihak etti.[227] Amr, h.Muharrem 19/m.Ocak 640 tarihinde
Fermâ’yı fethetti.[228] Aynı yılın Mart ayının sonlarında Bülbeys’i[229] ele
Babilon’un fethinden sonra burada bir yıl kalan Amr b. el-Â� s, Hârice
b. Huzâfe adlı komutana bağlı bir birlik bırakarak, [237] ordusuyla birlik-
te yaklaşık olarak h.Muharrem-Safer 21/m. Aralık 641- Ocak 642’de İ�s-
kenderiye üzerine yürüdü.[238] Ü� ç ay kadar süren muhasara neticesinde h.
Receb 21/m. Haziran 642’de fetih gerçekleşmişti.[239]
[230] Babilon’a yakın, Fermâ’ya 93 mil (~150 km.) uzaklıkta bir şehirdir. el-Bekrî�, Mu‘cem,
I, 272-273; Kudâme b. Ca‘fer, Ebû’l-Ferec (ö. 310/922), el-Harâc ve Sınâ’âti’l’Kitâbe,
thk: Muhammed Hüseyn Zebî�dî�, Bağdat 1981, 119.
[231] Ü� mm Düneyn, Babilon kalesinin kuzeyinde, kadim adı Tendounia olan şehirdir.
Burası, Nil nehrinin kenarında bir liman şehriydi. Nitekim, Rumlar’ın askeri birlik-
leri, Babilon, Nakyus ve İ�skenderiye şehirleri arsında bulunmakta idi. (bkz. Yâkût,
Mu‘cem, I, 359)
[232] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 59-60; Süyûtî�, Celâlüddî�n Abdurrahman b. Ebî� Bekr, (ö.
911/1505), Hüsnü’l-Muhâdara, thk: Ebû’l-Fazl İ�brâhim, I-II, Kahire 1967, 1968, I,
107; Ö� zkuyumcu, Mısır, 28-32.
[233] Aynü’ş-Şems, Bülbeys’e üç fersah, Babilon’a 4 mil (~ 6,5 km) uzaklıkta, Hz. Mûsâ
zamanında Firavun’un oturduğu şehirdir. Burası Aşağı Mısır ile Yukarı Mısır bölge-
lerinin birleştiği, stratejik açıdan önemli bir yerdi. (bkz.: İ�bnü’l-Fakî�h, Büldân, 59-
60; Yâkût, Mu‘cem, III, 762; İ�stahrî�, Mesâlik, 54; Ö� zkuyumcu, Mısır, 34).
[234] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 60-61; Belâzürî�, Fütûh, 214-215; el-Ya‘kûbî�, Târîh, II, 148;
Makrî�zî�, Hıtat, I, 289-290; İ�bn Tağriberdî�, en-Nücûm, I, 8.
[235] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 63-64; en-Nüveyrî�, Nihâyetü’l-Ereb, XIX, 289-290; Süyûtî�,
Hüsn, I, 108; Ö� zkuyumcu, Mısır, 35-36.
[236] Makrî�zî�, Hıtat, I, 290-292; Ö� zkuyumcu, Mısır, 38-40.
574 [237] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 74; Butler, Fethu’l-Arab li Mısr, Arapçası: Muhammed Ferî�d
Ebû Hadî�d, y.y. 1989, 245.
[238] İ�skenderiye fethinin kronolojisi ile ilgili değerlendirmeler için bkz. Ö� zkuyumcu,
Mısır, 51-53.
[239] Belâzürî�, Fütûh, 222-223; Ö� zkuyumcu, Mısır, 53.
Râşid Halifeler Devrinde Yeni Şehirlerin Kuruluşu ve İskân Faaliyetleri ■
a. Yer Seçimi
Halife Ö� mer’in de, daha önce bölgeye gelip giden Kureyş’e mensup
birçok sahâbî� gibi, Mısır’ın jeopolitik konumuna yeteri kadar âşina oldu-
ğu muhakkaktır.[244] Dolayısıyla o, İ�slâm Devleti’nin başşehri Medine ile
fethedilen Mısır bölgesindeki ana askerî� garnizonu birbirinden ayıracak
büyük bir su engelini, yani Nil’i, göz önünde tutmaktaydı.[245]
Şekil 4:
Kuruluş yıllarında Fustât yerleşimi.
[Kubiak, Wladyslaw, al-Fustât, s. 176]’den uyarlama.]
576 Kuruluşunun İlk Yıllarında Fustât Yerleşimi (Kubiak’tan)
Râşid Halifeler Devrinde Yeni Şehirlerin Kuruluşu ve İskân Faaliyetleri ■
b. Kuruluşu
Mevcut kaynaklara göre, Mısır’da ana garnizonun konuşlanacağı ve
ordugâh şehrin kurulacağı yer olarak Bizanslıların terk ettiği başkent İ�s-
kenderiye’den vazgeçilmesi ve onun yerine Fustât’ın tesis edilmesi, ha-
kikaten mühim bir gelişmedir.[247] Yine de, Babilon’un muhasarası esna-
sında Kıptî�ler ve Mukavkıs ile sulh görüşmeleri yapılırken şehrin henüz
kurulmadığı ve onun bazı unsurlarının başlangıçta planlanmadığı anlamı
çıkarılmamalıdır.[248] Nitekim rivayete göre, Ebû Abdurrahman Kaysebe b.
Külsûm, kendine ait olan mülkünü Fustât’a bir merkezî� camii yapılmak
üzere tasadduk etmiş ve neticede onun arsası üzerine Amr b. el-Â� s Camii
inşa edilmişti.[249] Bu rivayet tarihsel olarak doğru kabul edilecek olursa,
Kaysebe b. Külsûm’un sahip olduğu arazisini kuşatma esnasında merkezî�
bir caminin inşası için tasadduk etmiş olması, şehrin kurulduğu ilk yer ve
bunun zamanı konusunda bir fikir vermektedir.[250]
başkomutan Amr b. el-Â� s’ın çadırının üstüne bir güvercinin yuva yapması
ve bu ilginç olayın Amr tarafından tespit edilecek iskân mahalli için bir
işaret olarak değerlendirildiğini ima eden rivayeti[251] ‘efsane’ olarak de-
ğerlendiren Macar tarihçi Kubiak, söz konusu rivayeti, şehrin kurulma-
sının ve adının Fustât (çadır) olarak isimlendirilmesinin sembolik tasdîki
olarak kabul etmektedir,[252] ki bu görüşe biz de iştirak etmekteyiz. Ancak,
her ne kadar ilgili rivayet efsane olarak nitelendirilse de Kaysebe b. Kül-
sûm örneğinden,[253] iskân konusunda halifenin resmî� izni alınmadan ev-
velce de, bölgede mülk edinmeye ve/veya ibtidaî� yerleşmelere müsaade
edildiği sonucu çıkarılabilir.
c. İskân
Ehl-i Râye diye isimlendirildi.[263] Elbette, divânda yer alacakları yerin tes-
pitinde de bu düzenleme esas kabul edilmişti.[264]
Şehrin merkezî� bölgesi olan Ehl-i Râye hıttasında inşa edilen Amr b.
el-Â� s Camii oldukça basit bir mimari ile inşa edilmişti. Makrî�zî�, bu camide
seksen kadar sahâbenin namaz kıldığını belirtmekte ve bunların meşhur-
larından bazılarının isimlerini zikretmektedir.[268] Amr Camii, ~29X17m.
(50X30 cibit) ölçülerinde olup camiinin ayrıca bir iç avlusu yoktu.[269] Ca-
mii müstakil bir yapı olup, ağaçlık boş bir arsaya inşa edilmişti. Doğu
tarafında yaklaşık 4 m., diğer cephelerinde ise bundan biraz daha fazla
genişlik mevcuttu. Kıble tarafı hariç, her üç tarafında ikişer olmak üzere
altı kapısı vardı. Muhtemelen ikiye ayrılmış bir sahnı hurma ağacından
direklerle destekleniyordu.[270]
480 m2’den fazla bir yer kaplamış olamaz. Bu kadarcık bir alanda, asker
sayısının takriben 12.000 kadar olduğu düşünülürse, caminin bu kadar faz-
la cemaati içine almış olması düşünülemez. Özellikle Müslümanların dini
merasimlerinde diğer dinlere göre daha fazla alana ihtiyaç duyulduğu dü-
şünüldüğünde; bir kişi camide yaklaşık olarak 75 dm2 yer kapladığı farzedi-
lilirse, buna göre Amr b. el-Âs’ın camiinin en fazla 700 kişiye yeteceği söyle-
nebilir ve ancak o mahallenin ihtiyacını karşılayabilir.[273]
[279] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 131; İ�bn Dukmak, el-İntisâr, IV, 61; Makrî�zî�, Hıtat, II, 246.
[280] İ�bn Dukmak, el-İntisâr, IV, 61.
[281] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 132.
[282] Makrî�zî�, Hıtat, II, 246.
[283] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 98; İ�bn Dukmak, el-İntisâr, IV, 3.
[284] İ�bn Dukmak, el-İntisâr, IV, 3; Makrî�zî�, Hıtat, I, 297.
[285] Evleri Ebû Zerr’in evinin yanındaydı. İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 98, 115; İ�bn Dukmak,
el-İntisâr, IV, 3.
[286] İ�bn Dukmak, el-İntisâr, IV, 3.
[287] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 98.
[288] İ�bn Dukmak, el-İntisâr, IV, 3.
[289] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 98.
[290] İ�bn Dukmak, el-İntisâr, IV, 3. Sakî�f ’in evleri, ‘Amr Mescidi’nin kuzeyine yakındı. İ�bn
Abdilhakem, Fütûh, 108-109.
582 [291] İ�bn Dukmak, el-İntisâr, IV, 3.
[292] İ�bn Dukmak, el-İntisâr, IV, 3.
[293] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 115.
[294] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 116; Makrî�zî�, Hıtat, I, 297; el-Kalkaşendî�, Subh, III, 27.
[295] bkz. Salih Ahmed el-Ali, Ehlü Fustât, Beyrût 2000, 39.
Râşid Halifeler Devrinde Yeni Şehirlerin Kuruluşu ve İskân Faaliyetleri ■
Ehl-i Râye hıttasında göze çarpan bir başka önemli husus da Müs-
lüman yerleşimciler arasında Arap kökenli olmayan bazı kişilerin de
mevcudiyetidir. Amr b. el-Â� s’ın Rum asıllı mevlâsı Verdân,[296] Sa‘d b. Ebî�
Serh’in ismi zikredilmeyen mevlâsı,[297] ayrıca Hz. Peygamber’iin Kıptî�
mevlâsı Cebr b. Abdullah,[298] Abdülaziz b. Mervân’ın câriyesi Kıptî� kö-
kenli Mâriye,[299] Mesleme b. Muhalled’in İ� ranlı mevlâsı es-Sımt[300] ve
müezzinliği ile bilinen İ� ranlı Cücü[301] gibi birkaç isim örnek olarak zik-
redilebilir.
• el-Hamrâ’ Hıttası
Yüz ölçümü bakımından çok geniş bir hıtta olduğu anlaşılan el-Ham-
râ, Fustât bölgesinin kuzeybatısında yer alıyordu ve üç kısımdan oluşu-
yordu:
el-Hamrâü’d-Dünyâ’ Hıttası
el-Hamrâü’l-Vüstâ Hıttası
el-Hamrâü’l-Kusvâ Hıttası
kalabalık olup, geniş bir yeri işgal ediyordu. Bu alan içerisinde, adını yer-
leşen kabileden alan Cebelü Yeşkûr tepesi bulunmaktaydı. Aşağıdaki ova-
da ise; tepenin kuzey eteklerinde el-Hendek, batısından Birketü Kârûn
gölüne komşu, güneyde ise, şehir merkezi çevresindeki pazarlara kadar
uzanan bölge yer almaktaydı. Benî� Yeşkûr hıttası, aslında, aynı adlı tepe ve
çevresiyle topografik olarak kolayca tanımlanabilmektedir.[337]
Fustât’ta fetih sonrası ilk devirlerde gayr-ı Arap kökenli; Bizans, Ya-
hudi ve İ�ranlı[338] insanların varlığına rastlanması dikkat çekici bir husus-
tur. Nitekim, Kubiak, bu karmakarışık nüfustan bir toplum ve Hamrâ gibi
ortak bir hıtta yaratmanın, şüphesiz mükemmel bir değişimi gerekli kıldı-
ğını, bunun da sırf, kabileye dayalı eski etnik yapılarla değil, aynı zamanda
da, onların sakinlerinin bir arada yaşama konusunda bilinçlenmeleriyle
ortaya çıkacağının altını özellikle çizmektedir.[339]
Bu olayda esir alınan kişiler daha sonra, Amr ile birlikte Mısır ordusu-
na katılmışlar ve ilk önce Ehl-i Râye’den kabul edilmişlerdi. Ancak, Amr b.
el-Â� s, İ�skenderiye’nin fethinden geri dönerken arkada kalmışlardı. Gecik-
tikleri için eski yerleri, Ehl-i Râye’de yer bulamadılar. Şikâyetlerini Amr’a
ilettiler. Hıttaların tespiti konusunda yetkili olan kişilerden biri olan
Muâviye b. Hudeyc onlara, “Sizin için bu kabileleri görebileceğiniz bir yer
düşünüyorum” dedi. Onlar da buraya yerleşerek, hıttalarının adını “ez-Zâ-
hir” diye adlandırdılar. [342] Böylece şehirde barınma sorunları aşılmış
oldu. Her halükârda, ez-Zâhir kelimesinin o zamandan beri köleler için
kullanılan bir kavram olma özelliğini yitirmediğini zikretmekte fayda var.[343]
• el-Lefî�f Hıttası
[357] Ebû Salih’e göre “Araplar Fustât’a çadır kurmamışlar, çadır kullanımıyla ilgili de bir
bilgiye ulaşılamamıştır” demektedir. Ebû Sâlih, Churches, 21b.
[358] Kubiak, Fustât, 204.
[359] Bkz.: İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 91.
[360] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 91; Makrî�zî�, Hıtat, II, 246.
[361] İ�lgili rivayetlere göre Şam’dan beraberindeki kölelerle birlikte Mısır’a gelen
Kaysebe, burada Babilon kalesi ‘Amr b. el-Â� s tarafından muhasara edildiği sırada bu
bölgeye çadırını kurmuş, fetihten sonra ise ‘Amr b. el-Â� s ile birlikte İ�skenderiye’ye
geçmişti. Bkz.: İ�bn Dukmak, el-İntisâr, IV, 62; Makrî�zî�, Hıtat, II, 246; Yâkût, Mu‘cem,
590 IV, 265; İ�bn Tağriberdî�, en-Nücûm, I, 66.
[362] Kubiak, Fustât, 204.
[363] Kubiak, Fustât, 106.
[364] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 162.
[365] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 169-173; Belâzürî�, Fütûh, 225-227.
Râşid Halifeler Devrinde Yeni Şehirlerin Kuruluşu ve İskân Faaliyetleri ■
Şehirde kalıcı konutlarla ilgili rivayetler son derece az olsa da, yine
de bize ulaşan rivayetlerden Hz. Ö� mer devrinde (Kasım 644 öncesi)
inşa edilmiş olan evlerle ilgili oldukları söylenebilir. Elimizdeki, sınırlı
bilgilerden kalıcı konutların tek katlı olduğu anlaşılmaktadır. Zira Mısır’ın
kırsal kesiminde de aynı durum söz konusuydu.[367] Binaların, başlangıçta
sade ve gösterişsiz olması, şehrin askerî� tabiatından kaynaklanmış ola-
bilir. Zira nüfusunun çoğunluğu bedevî� kökenli kabilelerden meydana
geldiği için, muhtemelen bunlar yerleşik hayat tecrübesini ilk kez Fustât
şehrinde yaşayacaklardı. Evlerin basit yapılar olmasının bir başka sebebi
de, İ�slâm’ın aşırı lüks ve israfa karşı olma prensibinden taviz vermek iste-
meyen Hz. Ö� mer’in, kurulan şehirlerde binaların inşasına bazı sınırlandır-
malar getirmesinden kaynaklanmış olmalıdır. Nitekim aynı Halife, Basra
ve Kûfe’de inşa edilen evlerin bilindiği gibi üç kattan yüksek olmamasını
emretmişti. [368] Fustât’ta çok katlı evlerin yapımına ne zaman başlandı-
ğı ve bununla ilgili gündeme gelen tartışmaları içeren Hârice b. el-Huzâ-
fe’nin odası (Ğ� urfe) hakkında, ne yazık ki, kaynaklarda çok fazla malumat
bulunmamaktadır. Yezî�d b. Ebî� Habî�b tarafından rivayet edilen ilgili riva-
yetlerde, halife Ö� mer’in ikâmet ettiği Medine şehrinden, sorumluluğunu
taşıdığı Müslüman toplumların problemleriyle yakî�nen ilgilendiği, onların
sade ve dengeli hayat tarzını benimsemelerini tavsiye ettiği, ahlâkî� dav-
ranışların kazanılması ve insanlar arasında adalet konusunda gayret sarf
ettiği gözlerden kaçmamaktadır.
[366] Bkz. Kubiak, Fustât, 110-111; Ebû Râbiye, Abdülhâlık Seyyid, ‘Amr b. el-Âs -Beyne
Yedeyi’t-Târîh-, ez-Zehrâ lil İ�‘lâmi’l-‘Arabî�, I.Baskı, Kahire 1408/1988, 232. 591
[367] Ebû Râbiye, ‘Amr b. el-Âs, 231.
[368] Bkz: Taberî�, Târîh, IV, 43-44; Belâzürî�, Fütûh, 342; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, II, 373.
[369] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 105, 107; İ�bn Dukmak, el-İntisâr, IV, 6.
[370] İ�bn Abdilhakem, Fütûh, 110.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
Ne yazıktır ki, fethin ilk yirmi yılında Fustât evlerinin genel mimarî�
özellikleri ve bu süreçte kaydedilen gelişmelerle ilgili daha fazla bilgiye
rastlayamadık. Buna rağmen, kaynaklarda bahsedilen evlerin[374] çoğunun
şehrin kuruluşunun ilk 5-15 yılları arasında yapılmış olması muhtemeldir.
Nitekim, Kubiak, kaynaklarda zikredilen takriben 140 evin ve kırk cami-
nin büyük kısmının ya Muâviye ya da ondan önceki döneme ait olduğunu
iddia etmektedir.[375]
sayıda köle şehre getiriliyor ya da askerî� seferler sonucu savaş ganimeti ola-
rak ele geçiriliyordu. Şehrin kurulmasından sonra halife Ö� mer tarafından
Fustât halkına bir pazar kurmaları emredilmişti. Sûku’r-Rakî�k adı verilen
bu pazarda köle alım-satımı yapılıyordu.[397]
Bundan başka Fustât’ta izi görülen bir başka grup da, el-Cî�ze’de kendi-
lerine özel bir hıtta tahsis edilen Habeş unsurudur.[403] Muhtemelen bunlar,
ya Bizans ordusunun içinde yer almış ya Mısır’ın Farslılar tarafından işga-
linde Yemen’den getirilip burada kalmış yahut da fetihten daha sonra Arap-
lar’a katılarak şehre gelmiş olabilirler.[404]
Fustât’ta önemli rol oynayan bir diğer etno-dinî� grup ise Yahudi-
lerdi.[405] Antik çağlardan beri Babilon’da Yahudi topluluğunun mevcu-
2. Bölgesel Gelişim:
F. Genel Değerlendirme
Yeni kurulan Basra ve Kûfe şehirlerinde mescid ve Daru’l-İ�mâre bina-
larının şehrin ortasında ve birbirine bitişik olarak aynı mekânda yer alma-
sı,[415] Resûlullah’ın Medine’deki uygulamasını hatırlatmaktadır. Resûlullah
devrinde Medine şehrinin planlanması diğer Dûru’l-Hicre/Emsâr’ın planı
için bir örnek kabul edilir. Bilindiği gibi, Hz. Peygamber, Medine’nin ortası-
na Mescid-i Nebevî�’yi inşa etmiş,[416] daha sonra da yanına evlerini yapmış,
nihayet, buraya Muhâcir olarak gelen insanların yerleştikleri mahallelerin
tespiti yapılmıştı.[417] Yine malum olduğu üzere, Medine’nin coğrafyası ve
topografik karakteri şehrin gelişmesi ve büyümesine imkân sağlayacak
özellikte idi. Bu uygulamanın, daha sonra kurulan şehirlerin yerlerinin se-
çilmesinde ve inşasında dikkate alınan bariz bir özellik olduğunu burada
zikretmeliyiz. Basra ve Kûfe’nin planlanması da, aynı şekilde Medine şehir
planı esas alınarak yapılmıştı.[418] Zira, yeni kurulan her İ�slâm şehri dairevî�
bir plân içerisinde gelişiyordu.[419] Ortada bir merkezî� cami yer alıyor, aynen
Medine’de olduğu gibi yeni hicret edenler ise planlandığı üzere çevredeki
mahallelere yerleşiyorlardı. Şehir merkezinin çevresine kabileler iskân edi-
lirken, Hz. Peygamber’in Medine’deki uygulamasından yola çıkarak Basra
ve Kûfe gibi yeni kurulan şehirlerde aynı parsele (hıtta) yerleşen topluluk-
ların birbiriyle irtibatlı olmasına riayet edilmişti.[420]
Fustât örneği de, genel hatları itibariyle Basra ve Kûfe’ye büyük oran-
da benzerlik göstermektedir. Şehir alanının seçiminde coğrafî�, ziraî�, askerî�
ve siyasî� âmiller göz önüne alınırken; aynı zamanda iskân için şehir yer-
leşiminin planı da merkezî� cami etrafında şekillenmiştir. Dört ana hıtta
esasında kurulan Fustât, zamanla gelişen şartlara göre, verimli topraklar
esas alınarak büyümüştür. Fustât’ı Basra ve Kûfe’den ayıran temel özellik
ise tarihin farklı dönemlerinde farklı millet ve medeniyetlere ev sahipliği
yapmış olması ile Araplar’dan farklı etnik unsurlara sahip olmasıdır. Dola-
yısıyla, bölgeye hicret eden Müslüman Araplar ile yerli Kıptî� unsur ve diğer
etnik yapıların teşekkülünden oluşan yeni şehir, zorunlu olarak bu komp-
leks yapıyı, Basra ve Kûfe örneklerinden farklı olarak hıttalar içinde bir ara-
da barındırmıştır. Bunun temelinde, siyasî� otoriteyi korumak gibi önemli
bir misyon ve tekelleşmenin önünü almak gibi iktisadî� amaçların yattığını
söyleyebiliriz.
598
KRONOLOJI�
15/636
Yermûk Savaşı (12 Recep/20 Ağustos)
Ba’lbek ve Kınnesrîn şehirlerinin fethi
Hâlid b. Velîd’in başkomutanlıktan azledilmesi
Ebû Hüreyre’ye Bahreyn’de ahdâs görevinin verilmesi
Kâdisiye Savaşı
Bahreyn’den deniz yoluyla Sind’e yapılan ilk sefer
Dimaşk’ın ikinci fethi (Zilkâde/Aralık)
15/637
Osman b. Ebî’l-Âs’ın Bahreyn ve Umân’a vali atanması
16/637
Medâin’in fethi (Safer/Mart)
Haleb’in fethi
Hicrî-Kamerî takvimin kabul edilmesi (Rebîülevvel/Nisan)
Celûlâ’ Savaşı (1 Zilkâde/24 Kasım)
17/638
Basra şehrinin kurulması (Muharrem/Ocak-Şubat)
Kûfe şehrinin kurulması ve Sa’d b. Ebî Vakkâs’ın Kûfe’ye vali atanması (Muharrem / Ocak-Şubat)
Kudüs’ün fethi
Tüster’in fethi
Hürmüzân’ın Medine’ye gönderilmesi
Sûs ve Ehvâz’ın fethi
Alâ b. Hadramî’nin deniz yoluyla Fars bölgesine çıkarma girişimi
Antakya’nın fethi
Mekke-Medine arasındaki su kaynaklarının düzenlenmesi
Hz. Ömer’in Mescid-i Nebevî’yi genişletmesi ve tanzimi
18/639
Amvâs Vebası
Hz. Ömer’in Câbiye’ye gelişi
Cezîre fetihlerinin başlaması
Rakka’nın fethi
Kıtlık Yılı (Âmü’r-ramâde)
19/640
Kaysâriye’nin fethi
Amr b. el-Âs tarafından Mısır fetihlerinin başlatılması
Feremâ’nın fethi (Muharrem/Ocak)
602 Bülbeys’in fethi (Rebîülevvel/Mart)
Ümmü Düneyn’in fethi (Cemâziyelâhir/Haziran)
Hûzistan’ın fethi
Urfa ve Cezîre bölgesi fetihleri
Kronoloji ■
20/641
Bâbilon’un fethi (Safer/Ocak)
Hz. Ömer tarafından Dîvan Teşkilâtı’nın kurulması
Râmhürmüz’ün fethi
Musul ve Erdebil’in fethi
Re’sü’l-ayn’ın fethi
Alkame b. Mücezziz’in deniz yoluyla Habeşistan’a gönderilmesi ve çıkan fırtınada askerleriyle beraber
boğulup şehit olması
21/642
Sa’d b. Ebî Vakkâs’ın Kûfe valiliğinden alınması
Nihâvend Savaşı
Ammâr b. Yâsir’in Kûfe valiliği ve ahdâs görevine getirilmesi
İskenderiye’nin birinci fethi (Şevval/Eylül)
Berkâ’nın fethi (Zilhicce/Kasım)
Hâlid b. Velîd’in Humus’ta vefatı
22/642-643
Kazvin, Zencân, Kûmis, Cürcân, Taberistan fetihleri
Horasan bölgesi fetihleri
22/643
Azerbaycan’ın fethi
Fustât şehrinin kurulması
Trablusgarb’ın fethi (Ramazan/Temmuz)
23/643-644
Istahr ve Gûr’un fethi
Fesâ ve Dârâbcird’in fethi
23/644
Rey, İsfahân, Gürcistan ve Dağıstan’ın fethi
Kirmân, Sicistan ve Askalân’ın fethi
Hz. Ömer’in şehit olarak vefatı (26 Zilhicce/3 Kasım)
Hz. Osman Dönemi
24/644
Hz. Osman’ın halife seçilmesi (1 Muharrem/7 Kasım)
Muğîre b. Şu’be’nin Kûfe valiliğinden azledilmesi
Kûfe valiliğine Sa’d b. Ebî Vakkâs’ın tayini
24/645
Hemedân’ın ikinci fethi
İskenderiye’nin Bizans tarafından işgali 603
25/645
Avrân bölgesi ve Tiflis’in fethi
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
25/646
İskenderiye’nin ikinci fethi (Rebîülevvel/Ocak)
Sa’d b. Ebî Vakkâs’ın Kûfe valiliğinden azledilmesi
Kur’ân-ı Kerîm’in çoğaltılması çalışmasının başlatılması (25-30/646-651)
26/647
Velîd b. Ukbe’nin Kûfe valiliğine atanması
Azerbaycan’daki isyanın bastırılması
Abdullah b. Sa’d b. Ebî Serh’in İfrîkıye fethi için izin talebi (Zilhicce/Ağustos-Eylül)
27/647
İfrîkıye seferine çıkılması
Medine’den İfrîkıye’ye takviye kuvvetlerin gönderilmesi (Muharrem/Ekim)
Medine’den İfrîkıye’ye gönderilen takviye kuvvetlerin Subeytula’ya varışı (Rebîülevvel/Aralık)
Amr b. el-Âs’ın Mısır valiliğinden azledilmesi
Mısır valiliğine Abdullah b. Sa’d b. Ebî Serh’in tayini
27/648
İfrîkıye fetihleri
Kıbrıs seferi için Muâviye’ye izin verilmesi
28/649
Birinci Kıbrıs Seferi
29/649
Hz. Osman tarafından Mescid-i Nebevî’nin genişletilmesi ve tezyîni
29/650
Ebû Mûsâ el-Eş’arî’nin Basra valiliğinden azledilmesi
Basra valiliğine Abdullah b. Âmir’in atanması
Hz. Osman’ın Hac Emîrliği (Zilhicce/Ağustos)
30/650
Ebû Zerr’in, Muâviye tarafından Şam’dan Medine’ye; Hz. Osman tarafından da Rebeze’ye gönderilmesi
Hz. Osman’ın, Hz. Peygamber’e ait yüzük/mührü Erîs kuyusuna düşürmesi
Velîd b. Ukbe’nin valiliği sırasında Kûfe’de karışıklıkların baş göstermesi
Velîdb. Ukbe’nin Kûfe valiliğinden azledilmesi
Kûfe valiliğine Saîd b. el-Âs’ın tayini
31/651
Mısır’da ilk karışıklıkların zuhuru
Hz. Osman döneminde “fitne”nin yaygınlık kazanmaya başlaması
31/652
Nûbe Seferi ve Nûbelilerle anlaşma yapılması
604 32/652
Sicilya ve Kavsara’nın fethi
Ebû Zerr’in Rebeze’de vefat etmesi
Kronoloji ■
32/653
Kıbırıs’ın antlaşmayı bozması
Belh, Bûşenc, Nîşâbûr, Tûs ve Herât’ın fethinin başlaması
33/653
Kâbil’in fethi
Abdullah b. Sa’d b. Ebî Serh’in ikinci İfrîkıye seferi
Eşter en-Nehaî ve arkadaşlarının Şam’a sürgün edilmesi
33/654 İkinci Kıbrıs Seferi
34/655
Zâtü’s-Savârî Deniz Savaşı
Hz. Osman’ın Hac Emîrliği ve Mekke’de valilerle karışıklıklar konusunda toplantı yapılması (Zilhicce/Haziran)
Saîd b. el-Âs’ın Kûfe valiliğinden azledilmesi
Ebû Mûsâ el-Eş’arî’nin, şehir halkının isteğiyle Kûfe’ye vali atanması
Karışıklıklar konusunda valilerle ikinci toplantı
35/656Medine’nin âsiler tarafından işgal edilmesi (Şevval/Nisan)
Hz. Osman’ın şehit edilmesi (18 Zilhicce/17 Haziran Cuma)
Hz. Ali Dönemi
35/656
Hz. Ali’nin halife oluşu (22 veya 23 Zilhicce/21 veya 22 Haziran Salı veya Çarşamba)
36/656
Hz. Ali’nin, Hz. Osman dönemi valilerini azledip yeni valiler ataması
Ermenistan’da Ermenîlerin isyan çıkarması
Cemel Vak’ası (14-15 Cemâziyelâhir/8-9 Aralık)
Hz. Ali’nin hilafet merkezini Kûfe’ye nakli (Recep/Aralık)
36/657
Sıffîn’de Hz. Ali ve Muâviye ordularının karşılaşması (Zilhicce/Haziran)
37/657
Sıffîn’de taraflar arasında sulh görüşmeleri için saldırmazlık uygulanması
(Muharrem/Haziran-Temmuz)
Sıffîn’de çatışmaların yeniden başlaması (1 Safer/19 Temmuz Çarşamba)
Tahkim-nâme’nin imzalanması (13 Safer/31 Temmuz Pazartesi)
37/658
Tahkim için Dûmetü’l-Cendel’in Ezruh mevkiinde hakemlerin içtimaı ve
Tahkim kararı (Ramazan/Şubat)
Hâricîlerin, imam olarak Abdullah b. Vehb er-Râsıbî’ye biat etmesi (19 Şevval/30 Mart)
38/658
Abdullah b. Hadramî’nin Mısır’da öldürülmesi 605
Muhammed b. Ebî Bekir’in Mısır’da öldürülmesi
Muâviye tarafından Amr b. el-Âs’ın Mısır’a yeniden vali atanması
Hâricîlere karşı Nehrevân Savaşı (9 Safer/17 Temmuz)
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
38/658-659
Hırrît b Râşid’in Hz. Ali’ye karşı ayaklanması
Fâris ahalisinin vergi vermeyi reddederek Hz. Ali’nin valisini kovması
Sind bölgesine sefer düzenlenmesi
39/659
Muâviye’nin, Hz. Ali’ye karşı Bizans Kayser’ine vergi ödeyerek anlaşma yapması
Muâviye’nin hâkimiyet alanını genişletmek üzere Hît, Enbâr ve Medâin’e ordu göndermesi
39/660
Muâviye’nin hac emirinin değiştirilmesi için Mekke’ye ordu göndermesi (Hac Mevsimi)
40/660
Mekke, Medine ve Tâif’te Muâviye adına biat alınması
Hz. Ali’nin Hicaz ve Yemen’de itaatı tekrar sağlaması
40/661
Hz. Ali, Muâviye ve Amr b. el-Âs’a suikast düzenlenmesi (17 Ramazan/24 Ocak)
Hz. Ali’nin şehit düşmesi (19 veya 21 Ramazan/26 veya 28 Ocak)
Hz. Ali’den Sonraki İlk Olaylar
40/661
Hz. Hasan’a Irak bölgesinde halife olarak biat edilmesi (19 veya 21 Ramazan/26 veya 28 Ocak)
41/661
Hz. Hasan’ın, halifeliği Muâviye’ye devretmesi (25 Rebîülevvel/29 Temmuz veya Cemâziyelevvel/Eylül)
Âmü’l-Cemâa
606
KAYNAKLAR
GİRİŞ
610
Kaynaklar ■
I. B� L� M
RÂ� Şİ�D HALİ�FELER DÖ� NEMİ�NDE
S�YAS� DURUM
Ahmed b. Hanbel, Ebû Abdullah Ahmed b. Muhammed eş-Şeybânî�, Müsned, I-IV, Bey-
rut tsz.
Akkâd, Abbas Mahmûd , Hz. Ebû Bekir’in Şahsiyeti ve Dehası, (çev. Ali Ö� zek), İ�stanbul
1974.
Algül, Hüseyin, İslâm Tarihi, I-III, İ�stanbul 1986.
Apak, Â� dem, Hz. Osman Dönemi Devlet Siyaseti, İ�stanbul 2003. 611
Apak, Â� dem, İslâm Tarihi, II, İ�stanbul 2011.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
Balcı, İ�srafil, İdarî ve Siyasî Yönden Hz. Ebû Bekir Dönemi, Din ve Bilim Kitapları, Sam-
sun 2006.
Balcı, İ�srafil, İlk İslâm Fetihleri, Savaş-Barış İlişkisi, Pınar yay. İ�stanbul 2011.
Belâzürî, Ebû’l-Hasen Ahmed b. Yahyâ b. Câbir, (öl. 279/892), Fütûhu’l-Büldân, çev.
Mustafa Fayda, Ankara 1987.
Cevad Ali (öl.1408/1987), el-Mufassal fî Târîhi’l-Arab Kable’l-İslâm, 1422/2001.
Diyârbekrî, Hüseyn b. Muhammed b. Hüseyn, (öl. 990/1582), Târîhu’l-hamîs fî ahvâli
enfesi nefîs, Dâru Sâdır, y.y. t.y.
Donner, Fred McGraw, The Early Islamic Conquests, Princeton University Press, New
Jersey 1981.
Dûrî, Abdülazî�z, “Bayt al-Maqdis in Islam,” The Bulletin of Christian Instutes of Islamic
Studies, (c. 5, sy. 3-4, Heydarabad-India).
Ebû Dâvûd, Süleymân b. Eş’âs (öl. 275/888-89), es-Sünen, Çağrı Yay. İ�stanbul 1992.
Ebû Ubeyd el-Bekrî, Ebû Ubeyd Abdullâh b. Abdilazî�z b. Muhammed el-Endelüsî�
(öl. 487/1094), Mu’cemü Me’sta’ceme min Esmâi’l-Bilâd ve’l-Mevâḍi’, Beyrût
1403.
Ebû Ubeyd el-Bekrî, Ebû Ubeyd Abdullâh b. Abdilazî�z b. Muhammed el-Endelüsî� (öl.
487/1094), el-Mesâlik ve’l-Memâlik, 1992.
Ebû Ubeyd, Kâsım b. Sellâm, (öl. 223/803), Kitâbü’l-emvâl, Kahire 1975/1395.
Ebû Yûsuf, Ya’kûb b. İ�brahî�m, (öl.182/789), Kitâbü’l-Harâc, Kahire 1936.
Ebû’l-Fidâ’, İ�mâdudî�n İ�smâî�l, el-Muhtasar fî ahbâri’l-Beşer, târîhu Ebî’l-Fidâ’, Dârul-
ma’rife, Beyrut t.y.
Ernst Honigman, Bizans Devletinin Doğu Sınırı, çev. Fikret Işıltan, İ�stanbul 1970.
Ezdî, Muhammed b. Abdillah, (öl. 231/845), Fütûhu’ş-Şâm, thk. A. Abdullah Â� mir, Ka-
hire 1970.
Fâruk Ömer, en-Nüzûmü’l-İslâmiyye, el-‘Ayn, 1983.
Fayda, Mustafa, Hâlid bin Velîd, Çağ Yayınları, İ�stanbul 1992.
Fesevî, el-Ma’rifetü ve’t-târîh, nşr. Halil Mansur, (1. Baskı), Beyrut 1419/1999.
Halîfe b. Hayyât, (öl. 240/854), Târîhu Halîfe b. Hayyât; Halîfe b. Hayyât Tarihi, çev.
Abdülhalik Bakır, Ankara 2001.
Hamidullah, Muhammed, el-Vesâiku’s-siyâsiyye, Beyrut 1985.
Hamidullah, Muhammed, İslâm Peygamberi, çev. Salih Tuğ, İ�rfan Yay. İ�stanbul 1993.
Hâzimî, Ebû Bekir Muhammed b. Mûsâ b. ‘Oŝmân el-Hemedânî� Zeynüddî�n (öl.
584/1188), el-Emâkin, Ma’ttefeka Lafzuhû Ve’ftereka Müsemmâhu, thk. Hamd
b. Muhammed el-Câsir, 1415.
Hemedânî, Ebû Muhammed İ�bnu’l-Hâik el-Hasan b. Ahmed b. Ya’kûb (öl.334/946),
Sıfetu Cezîreti’l-’Arab, (1884).
618 Hitti, F. K. Siyasî Kültürel İslâm Tarihi, çev. S.Tuğ, İ�stanbul 1980.
Irfan Shahid, Byzantium and the Arabs in the Sixth Century, Dumbarton Oaks Research
Library and Collection, (Vol. I, Part. I, Washington 1995).
Kaynaklar ■
Işıltan, Fikret, Urfa Bölgesi Tarihi, İ�stanbul Ü� niversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları,
�stanbul 1960.
İbn A’sem, Ebû Muhammed Ahmed el-Kûfî�, (öl.314/926), Kitâbü’l-Fütûh, Beyrut 1986.
İbn Abdi Rabbih, Ebû Ö� mer Abdillah b. Muhammed, (öl.327/939), Kitâbü’l-Ikdi’l-
Ferîd, nşr. Ahmed Emî�n-Ahmed Zeynî�- İ�brahim el-Ebyârî�, Kahire 1956/1370.
İbn Asâkir, Ebû’l-Kâsım Ali b. Hasen b. Hibbetullah (öl. 571/1175), Tehzîbü Târîhu
Dimaşk el-Kebîr, Haz. Abdulkadir Bedrân, Beyrut 1987/1407.
İbn Cübeyr, Ebû’l-Hüseyn Muhammed b. Ahmed b. Cubeyr el-Kinanânî� el-Endelüsî�
(öl.614/1217), Rıhletu İbn Cubeyr, Beyrût t.y.
İbn Hacer, Şihâbüddî�n Ahmed b. Ali b. Hâcer el-Askalânî� (öl. 852/1448), İsâbe fî Tem-
yîzi’s-Sahâbe, nşr. Ali Muhammed Becâvî�, Kahire 1970.
İbn Haldûn, Abdurrahman b. Muhammed el-Mağribî�, (öl. 808/1405-6), Mukaddime,
çev. Süleyman Uludağ, Dergâh Yayınları, (Birinci Baskı), İ�stanbul 1982.
İbn Havkâl, Ebû’l-Kâsım Muhammed b. Havkal el-Bağdâdî� el-Mevsılî� (öl.367/978),
Sûjretu’l-ʾArz, Beyrût t.y.
İbn Hazm, Ebû Muhammed Ali b. Ahmed, (öl. 456/1064), Cevâmiu’s-sîre (Siyerin Özü),
çev. M. Salih Arı, Çıra Yay. İ�stanbul 2004.
İbn Hibbân, Muhammed b. Hibbân b. Ahmed b. Ebî� Hâtim (354/965), es-Sîretü’n-ne-
beviyye ve Ahbâru’l-hulefâ, thk. Seyyid Azî�z Bek ve diğl. Beyrut 1987/1407.
İbn Hişâm, Ebû Muhammed Abdülmelik b. Hişâm b. Eyyûb el-Hımyerî�, (öl. 213/828),
Sîretü’n-nebî (sas), nşr. Muhammed Muhyiddî�n Abdülhamî�d, Mısır 1963/1383.
İbn Kesîr, Ebû’l-Fida’ İ�mâmiddî�n İ�smâ’î�l, (öl.774/1372), el-Bidâye ve’n-Nihâye, Beyrut
1966.
İbn Miskeveyh, Ebû ‘Alî� Ahmed b. Muhammed b. Ya’kûb Miskeveyh (öl.421/1030), Te-
câribu’l-Umem ve’t-Te’âkıbu’l-Himem, thk. Ebû’l-Kâsım İ�mâmî�, Tahrân 2000.
İbn Sa‘d, Ebû Abdillah Muhammed b. Sa‘d b. Men’î� ez-Zührî�, (öl. 230/845), et-Ta-
bakâtü’l-kübrâ, Dâru Sâdır, Beyrut, t.y.
İbnü’l-Cevzî, Ebû’l-Ferec Cemâlüddî�n Abdurrahman b. Alî� b. Muhammed
(öl.597/1201), el-Muntazam fî Târîhi’l-Mülûk ve’l-ʾÜmem, thk. Muhammed
‘Abdülkâdir ‘Atâ, Mustafâ ‘Abdülkâdir ‘Atâ, Beyrût 1412/1992.
İbnu’l-Kalânsî, Hamza b. Esed b. Alî� et-Temî�mî� (öl.555/1160), Târîhu Dimeşk, thk.
Süheyl Zekkâr, Dimesk 1403/1983.
İbnü’l-Esîr, İ�zzuddin Ebû’l-Hasen Ali b. Muhammed, (öl.630/1312), el-Kâmil fî’t-tarîh,
nşr. J. Tonrberg, Beyrut 1965-66.
Kaegi, Walter Emil, Bizans ve İlk İslâm Fetihleri, çev. Mehmet Ö� zay, Kaknüs Yayınları,
1. Baskı, İ�stanbul 2000.
Kelâ’î, Ebû Rebî� Suleymân b. Mûsâ, (öl.634/1237), el-Hilâfetu’r-râşide ve’l-butûle-
tu’l-Hâlide fî hurûbi’r-ridde, nşr. Ahmed Ğ� anm, Kahire 1979.
Makdisî, Ebû ‘Abdillâh Şemsu’d-Dî�n Muhammed b. Ahmed b. Ebûbekr el-Beşşârî� 619
(380/990), Ahsenu’t-Tekâsîm fî Ma’rifeti’l-ʾEkâlîmm, Beyrût 1411/1991.
Makdisî, Muhammed b. ‘Abdülmelik b. İ�brâhî�m (öl.521/1127), Tekmiletü Târîhi’t-Ta-
berî, thk. Albert Yûsuf Ken’ân, Beyrût 1958.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
Mes’ûdî, Ebû’l-Hasan ‘Alî� b. el-Hüseyn b. ‘Alî� (öl.346/958), et-Tenbîh ve’l-İşrâf, thk. ‘Ab-
dullah İ�brâhî�m es-Sâvî�, Kahire t.y.
Muhammed Rızâ, el-Fârûk Ömer b. Hattâb Sâniyyi’l-Hulefâi’r-Râşidîn (r.a.), 4. Baskı,
Dâru’l-Kutubi’l-İ�lmiyye, Beyrut 1987.
Sebéos, L’évéque, Historie d’Héraclius, Traduite de L’Armenien et Annotee Frederic
Macler, �mrimerie Nationale, Paris 1904.
Sezgin, Fuat, İslâm’da Bilim ve Teknik, çev. Abdurrahman Aliy, İ�stanbul 2008.
Süyûtî, Celâluddî�n Abdurrahman, (öl. 911/1505-6), Târîhu’l-hulefâ, nşr. M.M. Abdul-
hamî�d, Mısır 1952.
Şeşen, Ramazan, “Cezî�re”, DİA, İ�stanbul 1993.
Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerî�r, (öl. 310/992), Târîhu’l-ümem ve’l-mülûk, Bey-
rut t.y.
Theophanes, The Chronicle of Theophanes, Translated by Harry Turtledove, Univer-
sity of Pennsylvania Press, Philadelphia 1982.
Vâkıdî, Ebû Abdirrahmân b. Ö� mer, (öl.207/882), Kitâbü’r-ridde ve nebze min futûhi’l-I-
rak, nşr. M. Hamidullah, Paris 1989.
Vâkıdî, Ebû Abdirrahmân b. Ö� mer, (öl.207/882), Kitâbü’l-meğâzî, thk. Marsden Jones,
Beyrut 1984/1404.
Ya’kûbî, Ahmed b. İ�shâk b. Ca’fer b. Vehb, (öl. 284/807), Târîh, Beyrut 1960.
Yâkût el-Hamevî, Ebû ‘Abdullâh Şihâbüddî�n Yâkût b. ‘Abdullâh er-Rûmî� (öl.626/1229),
Mu’cemü’l-Büldân, Beyrût 1995.
Zehebî, Şemsuddin Muhammed b. Ahmed b. Osman, (öl. 748/1347), Târîhu’l-İslâm
ve vefeyâtü’l-meşâhîri ve’l-a’lâm, thk. Ö� mer Abdüsselâm Tedmürî�, (1. Baskı),
Beyrut 1407/1987, (Ahdü’l-Hulefâirrâşidî�n).
Zeynî Dahlân, el-Fütûhâtü’l-İslâmiyye ba’de mudiyyi’l-fütûhâti’n-nebeviyye, Basım y. y.
1304.
el-Pezdevî, Ebû Yüsr Muhammed (493/1099), Ehl-i Sünnet Akaidi, Çev.: Şerafeddin
Gölcük, 2. baskı, İ�stanbul 1988
es-Sakkâ, Ahmed Hicazî�, el-Havâricu’l-Harûriyyûn, Kahire 1980.
Seyf b. Ömer (200/815), el-Fitne ve Vak’atü’l-Cemel, Derleyen: Ahmed Râtib ‘Armûş, 6.
baskı, Beyrut 1406/1986.
eş-Şehristânî, Ebü’l-Feth b. Abdülkerî�m b. Ebî� Bekir Ahmed (548/1153), el-Milel
ve’n-nihal, Thk.: Muhammed Seyyid Kî�lânî�, 2. baskı, Beyrut 1395/1975.
eş-Şemmâhî, Ebü’l-Abbas Ahmed b. Ebî� Osman Saî�d b. Abdülvâhid (928/1522),
Kitâbü’s-Siyer, Cezayir, tsz.
Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerî�r (310/922), Târîhu’l-ümem ve’l-mülûk, Beyrut
1407/1987.
Tâlibî, Ammâr, Ârâ’ü’l-Havâric el-kelâmiyye, Cezayir 1398/1978.
Uçar, Şahin, Anadolu’da İslâm-Bizans Mücadelesi, İ�stanbul 1990.
Vaglieri, Laura Veccia, “Ali-Muâviye Mücadelesi ve Hâricî� Ayrılmasının İ�bâdî� Kaynak-
ların Işığında İ�ncelenmesi”, Çev.: Ethem Ruhi Fığlalı, Ankara Üniversitesi İlahi-
yat Fakültesi Dergisi, XIX, Ankara 1973.
Vida, G. Levi Della, “Hâricî�ler”, İA, V/1, İ�stanbul 1950.
Watt, W. Montgomery, İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri, Çev.: Ethem Ruhi Fığlalı, Ankara
1981.
Wellhausen, Julius (1917), Arap Devleti ve Sukutu, Çev.: Fikret Işıltan, Ankara 1963.
Wellhausen, İslâmiyet’in İlk Devrinde Dinî-Siyasî Muhalefet Partileri, Çev.: Fikret Işıl-
tan, Ankara 1989.
el-Yaʻkûbî, Ahmed b. Ebî� Yaʻkûb b. Ca’fer b. Vehb (284/897), Târîhu’l-Yaʻkûbî, Beyrut
1412/1992.
Yâkût, Şihâbüddî�n Ebû Abdullah Yâkût b. Abdullah el-Hamevî� (626/1229), Mu’ce-
mü’l-büldân, Beyrut 1986, II, 355).
Yavuz, Yusuf Şevki, “Cemel Vakʻası [Kelâm]”, DİA, VII, İ�stanbul 1993.
Yiğit, İ�smail, “Sıffî�n Savaşı”, DİA, XXXVII, İ�stanbul 2009.
Zetterstéen, K. V., “Eşʻarî�, Ebû Mûsâ”, İA, IV, İ�stanbul 1948.
633
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
İbn Manzûr, Ebû’l- Fadl Cemalüddin Muhammed, Lisânu’l- ‘Arab, I-XV, (nşr: Dâru’l-
Fikr), Beyrut ty..
İbnu’l- Esîr, Ebû’l- Hasan Ali b. Ebi’l- Kerem Muhammed, el-Kâmil fî’t- târîh I-XIII, (nşr:
C. J. Tornberg), Beyrut 1385/1965.
İbrahim Mustafa vd., el-Mu’cemü’l- vasît I-II, İ�stanbul 1406/1986.
el-Kalkaşendî, Ahmed b. Ali b. Abdillah, Subhu’l- a’şâ fî sınâ’ati’l- inşâ, I-XIV, (thk: M. H.
Şemsuddin), Beyrut 1407/1987.
Kavakçı, Yusuf Ziya, Hisbe teşkilâtı-Bir hukuk ve tarih müessesesi olarak kuruluş ve ge-
lişmesi, Ankara 1975.
el-Kettânî, Abdülhayy, et-Terâtîbu’l- idâriyye-Nizâmu’l- hukûmeti’n- Nebeviyye I-II,
(nşr: Dâru’l- Kitâbi’l- ‘Arabî�), Beyrut ty. (Türkçe çevirisi: et-Terâtîbu’l- idâri-
ye-Hz. Peygamber’in yönetiminde sosyal hayat ve kurumlar I-III, çev: A. Ö� zel,
�z Yay. �stanbul 1991).
el-Kindî, Ebû Ö� mer Muhammed b. Yûsuf el- Mısrî�, Kitâbü’l- vulât ve’l- kudât, (thk: Rhu-
van Guest), Beyrût 1908.
Levis Me’luf, el-Müncid fî’l- lüğa ve’l- a’lâm, Beyrut, ty..
Levy, R., “Şurta” maddesi, Dâiretü’l- meârifi’l- İslâmiyye, Tahrân ty..
el-Makrizî, Takiyyuddî�n Ebû’l- Abbas Ahmed b. ‘Alî�, el-Hıtat-Kitâbü’l- Mevâ’iz ve’l- i’ti-
bâr I-II, (nşr: Mektebetu’l- Musennâ), Bağdâd ty..
el-Mâverdî, Ebû’l- Hasan ‘Alî� b. Muhammed, el-Ahkâmü’s- sultâniyye ve’l- vilâyâtu’d-
dîniyye, (nşr: Dâru’l- Kütübi’l- ‘İ�lmiyye), Beyrût 1985/1405.
Metz, Adam, el-Hadâratu’l- İslâmiyye fî’l- Karni’r- Râbi’i’l- Hicrî I-II, (çev, M. A. Ebû Rey�-
de), Beyrût ty..
el-Minkarî, Nasr b. Müzâhim, Vak’atü Sıffîn, (thk: A. M. Harun, 3. baskı), 1401/1981.
Nâsıf, Ahmed ‘Abdusselam, eş-Şurta fî Mısri’l- İslâmiyye, Kahire 1407/1987.
Nâsır el-Ensârî, Târîhu enzimeti’ş- şurta fî Mısr, Kahire 1410/1990.
Necde Hammâş, eş-Şâm fî sadri’l- İslâm, Dimaşk 1987.
en-Nuveyrî, Ahmed Şihâbüddî�n, Nihâyetu’l- ereb fî funûnu’l- edeb I-XXXI, (thk: M. E.
�brahim), Kahire 1395/1975.
Özcan, Abdülkadir, “Asesbaşı” maddesi, DİA, III,464.
Özkuyumcu, Nadir, Fethinden Emevilerin sonuna kadar Mısır ve Kuzey Afrika, (Mar-
mara Ü� niv. Sosyal Bil. Enst., Yayımlanmamış Doktora Tezi), İ�stanbul 1993.
Özlü, A. Serdar, Asr-ı Saâdet’te İç Güvenlik Meselesi, (Ankara Ü� niv. Sosyal Bil. Enst., Ya-
yımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara 1995.
Özlü, Dört Halife Döneminde İç Güvenlik, (Ankara Ü� niv. Sosyal Bil. Enst., Yayımlanma-
mış Doktora Tezi), Ankara 2003.
Palabıyık, M. Hanefi, İslâm Devletlerinde Emniyet Teşkilatı, (Atatürk Ü� niv. Sosyal Bil.
Enst., Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Erzurum 1991.
639
Palabıyık, M. Hanefi, “İ�slâm’ın İ�lk Yıllarında Emniyet ve Asayiş İ�şleri”, İSTEM, yıl: 3,
2005, sayı: 6, ss. 147-175.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
Rahmûnî, Muhammed Şerî�f, Nizâmu’ş- şurta fi’l- İslâm ilâ evâhiri’l- karni’r- râbi’i’l- hic-
rî, (ed-Dâru’l- Arabiyye li’l- Kutub), by. 1973.
er-Rekâyibî, Mahmud Ali, İdâretu’ş- şurta fî Mısr, Mısır 1383/1966.
Schacht, Joseph, İ�slâm hukûkuna giriş, (çev: A. Şener-M. Dağ), Ankara 1986.
Subhî es-Sâlih, İslâm Mezhepleri ve Müesseseleri, (çev: İ�. Sarmış), İ�stanbul 1983.
es-Suyûtî, Celâluddî�n ‘Abdurrahman b. Ebî� Bekr, Târîhu’l- hulefâ, İ�stanbul 1371/1952.
Şâvkî Ebû Halîl, İslâm ve dünya medeniyetleri tarihi, (çev: A. Aydın-A. Timurtaş), İ�s-�
tanbul 2005
Şiblî, Mevlânâ, Asr-ı Saâdet (İslâm Tarihi) I-V, (çev: Ö� . R. Doğrul), İ�stanbul 1977
Taberî, Ebû Cafer Muhammed b. Cerî�r, Târîhu’l- umem ve’l- mulûk I-XIII, Beyrut
1407/1987
et-Temmavî, Süleyman Muhammed, Hz. Ömer el-Faruk ve Modern Sistemler, (çev: M.
V. Taylan), �stanbul 1993
Uzunçarşılı, İ�. Hakkı, Osmanlı Devleti Teşkilatına Medhal, Ankara, 1988
Veki’, Muhammed b. Halef b. Hayyân, Ahbâru’l-kudât I-III, (‘Alemü’l- Kütüb), Beyrût ty.
Ya’kûbî, Ahmed b. Ebî� Ya’kûb b. Ca’fer b. Vehb b. Vâhidi’l- Kâtib el-Abbasî�, Târîhu’l-
Ya’kûbî I-II, (nşr: Dâru Sâdır), Beyrût, 1960/1379
Yılmaz, Metin, Emeviler ve Abbasiler Döneminde Polis (şurta) Teşkilatı, Samsun 2005
Zâfir el-Kâsımî, Nizâmü’l- hükm fî’ş-şerî’a ve’t-târîhi’l- İslâmî I-II, Beyrût 1987/1408
Zehebî, Şemsüddin Muhammed b Ahmed b. Osman, Siyeru a’lâmu’n- nubelâ I-XXVIII,
(Müessesetu’r- Risâle, 3. baskı), Beyrut 1405/1985
Zetterstéen, K.V., “Şurta” maddesi, İA, XI,585, (MEB Yay.), İ�stanbul 1979
Zübeyrî, Ebû Abdillah el-Mus’ab, Kitâbü Nesebi Kureyş, (thk: E. L. Provençal, Dâru’l-
Meârif, 2. baskı), Kahire 1976
Çil, Halit, Hz. Ömer Dönemi Ordu ve Ordugâhlar, (Ankara Ü� niv. Sosyal Bil. Enst., Yayım-
lanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara, 1999.
Deniz, Ramazan, Hz. Ali’nin Mısır Valisi Kays b. Sa‘d’ın Hayatı ve Siyasî Kişiliği, (Dokuz
Eylül Ü� niv. Sosyal Bil. Enst., Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İ�zmir, 2007.
Doğuştan Günümüze büyük İslâm tarihi I-XIV, (Ed. H. Dursun Yıldız, Çağ Yay.), İ�stan-
bul,1986.
Ebû Ubeyd, Kitâb-ul emvâl, (çev. Cemaleddin Saylık, Düşünce Yay.), İ�stanbul, 1981.
Eker, Cihan, Hz. Ömer devrinde ehl-i kitapla ilişkiler ve tehcir, (Ankara Ü� niv. Sosyal Bil.
Enst. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara, 2006.
Erol, Ahmet, Klasik İslâm döneminde ulaşım, (Selçuk Ü� niv. Sosyal Bil. Enst., Yayımlan-
mamış Yüksek Lisans Tezi), Konya, 2006.
Fayda, Mustafa, “Hâlid b. Velîd,” mad., DİA, İ�stanbul, 1997, XV,289-292,
Fayda, Mustafa, “râşid halifeler” mad., DİA, İ�stanbul, 1997, XVIII,324-338,
Fayda, Mustafa, Allah’ın kılıcı Hâlid bin Velîd, (2. baskı, Çağ Yay.), İ�stanbul, 1992.
Fayda, Mustafa, Hz. Ömer zamanında gayr-ı müslimler, (2. baskı, Marmara Ü� niv. İ�lah.
Fak. Yay.), �stanbul, 1989.
Güzel, Ahmet, Hulefa-i Râşidîn döneminde idari yapı, (Selçuk Ü� niv. Sosyal Bil. Enst.,
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Konya, 1996.
Halîfe b. Hayyât, Târîhu Halîfe b. Hayyât (Halîfe b. Hayyât Tarihi), çev. Abdulhalik Ba-
kır, Ankara, 2001.
Hamidullah, Muhammed, İslâm Anayasa Hukuku, (Ed. Vecdi Akyüz, Beyan Yay.), İ�s-
tanbul, 1995.
Hamidullah, Muhammed, Mecmû’atü’l-vesâiku’s-siyâsiyye li’l-’ahdi’n-Nebevî ve’l-Hilâ-
feti’r-Râşide, Beyrût, 1389/1969 [el-Vesâiku’s-Siyâsiyye-Hz. Peygamber döne-
minin siyasî-idarî belgeleri, (çev. Vecdi Akyüz, Kitabevi Yay.), İ�stanbul, 1997]
Harekât, İ�brahim, “Berid” mad., DİA, İ�stanbul, 1992, V,498-501.
Hartmann, R., “Şam” mad., İA, İ�stanbul, 1970, XI,296-310.
Hasan İbrahim Hasan, Siyasî-dinî-kültürel-sosyal İslâm tarihi I-VI, (çev. İ�smail Yiğit
vdd., Kayıhan Yay.), İ�stanbul, 1985-1987.
Hasan İbrahim Hasan-Ali İbrahim Hasan, en-Nüzumü’l-İslâmiyye, (3. baskı, Mekte-
betü’n-Nehdatil’l-Mısriyye), Kahire, 1962.
İbn Abdi Rabbih, Ebû Ömer Ahmed b. Muhammed el-Endelüsî, Kitâbü’l-ikdî’l-ferîd
I-VII, Kahire, 1384/1965.
İbn Ebî’l-Hadîd, Şerhu nehci’l-belâga I-X, (thk: M. E. İ�brahim, Dâru’l- İ�hyâ, 2. baskı),
by., 1386/1967.
İbn Haldûn, ‘Abdurrahman, Târîhu İbn Haldûn, (2. baskı, Dâru’l-Fikr), Beyrut,
1408/1988
İbn Hibbân, Ebû Hâtim Muhammed, es-Siretü’n-nebeviyye ve Ahbâru’l-hulefâ, (Mües-
sesetü’l-Kütübi’s-Sekâfiyye), Beyrut, 1987. 641
İbn Kayyim, Zâdu’l-meâd-rahmet peygamberi ve devleti I-VI, (çev. Muzaffer Can, Can-
taş Yay.), İ�stanbul, 1990.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
İbn Kesîr, İ�mâdüddin İ�smâil b. Ö� mer, Ebü’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, Beyrut 1966
(Türkçe çeviri: Mehmet Keskin, Çağrı Yay., İ�stanbul, 1994)
İbn Tagriberdî, Cemâlüddin Ebû’l-Mehâsin Yusuf, en-Nücûmu’z-zâhira fî müluki Mısr
ve’l-Kahire I-XVI, Daru’l-Kütüb, Kahire, 1963.
İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam fî târîhi’l-ümem ve’l-mulûk I-XVIII, (Thk. M. A. Atâ, Dâ-
ru’l-Kütübi’l-İ�lmiyye), Beyrut, 1412/1992.
İbnü’l-Esîr, İ�zzüddî�n b. Ebi’l-Hasan Ali b. Muhammed, el-Kâmil fi’t-târih, (thk. C. J. Tor-
nberg, Dâru Sâdır), Beyrut 1385/1965 (Türkçe çev.: İslâm tarihi-el-Kâmil fî’t-
Tarih tercümesi I-X, [Red. Mertol Tulum, Hikmet Yay.], İ�stanbul, 2008)
İla, Sevde, Hz. Âişe ve Peygamber sonrası siyasî hayattaki rolü, (Çukurova Ü� niv. Sosyal
Bil. Enst., Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Adana, 2007.
Kallek, Cengiz, “Casus” mad., DİA, İ�stanbul, 1993, VII,163-166.
Kâşif, Seyyide İ�smail, İslâm tarihinin kaynakları ve araştırma metotları, (çev. Mehmet
Şeker vdd.), İ�zmir, 1997.
Kayaoğlu, İ�smet, İ�slâm Kurumları Tarihi, (3. baskı, Ank. Ü� n. İ�lahiyat Fak. Yay.), Ankara,
1985.
Kettânî, Muhammed ‘Abdülhayy, et-Terâtîbü’l-idâriyye-Hz. Peygamber’in yönetiminde
sosyal hayat ve kurumlar I-III, (çev: Ahmet Ö� zel, İ�z Yay.), İ�stanbul, 1990-1993.
Kindî, Ebû Ö� mer Muhammed b. Yusuf, Kitâbü vülâti mısr, Müessesetü’l-Kütübi’s-Sekâ-
fiyye, Beyrut, 1407/1987.
Köprülü, M. Fuad, “Berîd” mad., İA, İ�stanbul,1961, II,541-544.
Köprülü, M. Fuad, “Türk-İslâm Devletlerinde Resmî Posta ve İstihbârât Teşkilâtı: Berîd”,
W. Barthold, İslâm medeniyeti tarihi, (çev. M. F. Köprülü, Akçağ Yay.), Ankara,
2004.
Kureşî, Ğ� alib b. Abdilkâfi, Evveliyyâtü’l-Farûk fi’l-idare ve’l-kadâ I-II, (Müessesetü’l-Kü-
tübi’s-Sekafiyye), Beyrut, 1410/1990,
Kurnaz, Yasin, Muhammed b. Mesleme Hayatı ve Şahsiyeti, (Selçuk Ü� niv. Sosyal Bil.
Enst., Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Konya, 2008.
Makrizî, Takiyyüddî�n Ebû’l-Abbas Ahmed b. ‘Alî�, Kitâbü’l-mevâ’iz ve’l-i’tibâr bi zik-
ri’l-hıtat ve’l-âsâr I-II, (Mektebetü’s-Sekâfiyyeti’d-Diniyye), Kahire tz.
Mantran, Robert, İ�slâm’ın yayılış tarihi (VII-XI. Yüzyıllar), (çev. İ�smet Kayaoğlu, Anka-
ra � niv. �lah. Fak. Yay.), Ankara, 1981.
Nuveyrî, Ahmed Şihâbüddî�n, Nihâyetü’l-ereb fî fünûni’l-edeb I-XXXI, (thk: M. E. İ�bra-
him), Kahire 1395/1975.
Özlü, A. Serdar, Asr-ı Saâdet’te iç güvenlik meselesi, (Ankara Ü� niv. Sosyal Bil. Enst., Ya-
yımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara, 1995.
Özlü, A. Serdar, Dört Halife döneminde iç güvenlik, (Ankara Ü� niv. Sosyal Bil. Enst. Ya-
yımlanmamış Doktora Tezi), Ankara, 2003.
642 Savaş, Rızâ, râşid halifeler devrinde kadın, (Ravza Yay.), İ�stanbul, 1996.
Sönmez, Abidin, Rasulullah’ın İslâm’a davet mektupları, İ�nkılap Yay., İ�stanbul, 1984.
Subhi Salih, İslâm kurumları (çev. İ�brahim Sarmış, 2. baskı, Fecr Yay.), Ankara, 1999.
Kaynaklar ■
Şanverdi, Abdurrahman, İlk üç halife döneminde siyasî, sosyal ve dini etkisi yönüyle Hz.
Ali, (Selçuk Ü� niv. Sosyal Bil. Enst., Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Konya,
2007.
Şiblî Numanî, Bütün Yönleriyle Hz. Ömer ve devlet idaresi I-II, (çev. T. Yaşar Alp, Hikmet
Yay.), �stanbul, 1986.
Şimşir, Mehmet, İlk dönem İslâm tarihinde haberleşme (Râşid Halifeler dönemi sonuna
kadar), (Selçuk Ü� niv. Sosyal Bil. Enst., Yayımlanmamış Doktora Tezi), Konya,
2011.
Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerî�r, Târîhu’l-ümem ve’l-mülûk I-XII, (Dâru’l-Fikr),
Beyrut, 1407/1987.
Tok, Mustafa Sami, Hz. Peygamber Dönemi Sonrası Siyasi Olaylarında Talha b. Ubeydul-
lah ve Zübeyr b. Avvâm, (Cumhuriyet Ü� niv. Sosyal Bilimler Enst., Yayımlanma-
mış Yüksek Lisans Tezi), Sivas, 2009.
Turtuşi, Muhammed b. Velî�d, Sirâcü’l-mülûk-siyaset ahlâkı ve ilkelerine dair- (Çev. Sait
Aykut, İ�nsan Yay., 2. baskı), İ�stanbul, 2011.
Vâkıdî, Ebû Abdullah b. Ö� mer, Fütûhu’ş-Şâm I-II, (Matbaatu’l-Hicazî�), Kahire, 1895.
Yazıcı, Nesimi, “Klâsî�k İ�slâm Döneminde Haberleşme Kurumu İ�le İ�lgili Bazı Mülâhaza-
lar”, Ankara Üniv. İlahiyat Fak. dergisi, sayı: 29, ss. 377-386.
Yılmaz, Melek, Muğîre b. Şu’be (Hayatı-şahsiyeti-devlet adamlığı), (Uludağ Ü� niv. Sosyal
Bilimler Enst., Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Bursa, 2005.
Yılmaz, Metin, “Emevi ve Abbasi Dönemi İ�ç İ�stihbaratı”, İstem, Yıl: 6, Sayı: 12, 2008,
ss. 175-193.
Yılmaz, Yusuf, Mâlik el-Eşter (hayatı ve şahsiyeti), (Selçuk Ü� niv. Sosyal Bil. Enst., Yayım-
lanmamış Yüksek Lisans Tezi), Konya, 2005.
Zeydân, Corcî�, İ�slâm uygarlıkları tarihi I-II, (çev. Nejdet Gök, İ�letişim Yay.), İ�stanbul,
2004-2012.
Fayda, Mustafa, “Hz. Ö� mer ve Fey”, Ankara Ün. İslâm İlimleri Ens., Der., V (1982), s.
193-202.
Fayda, Mustafa, Hz. Ömer Zamanında Gayr-ı Müslimler, İ�stanbul 2006.
Fayda, Mustafa, Te’sîsu Ömeri’bni’l-Hattâb li’d-Dîvân (Arapça ter. Mes’ad Süveylim eş-
Şâmân), Riyâd 1418/19.
İbn Abdi’l-Hakem, Abdurrahman b. Abdullah (257/870), Fütûhu Mısr ve Ahbâruhâ
(nşr. C. C. Torrey), Leiden 1922.
İbn Hişâm, Ebû Muhammed Abdülmelik (218/833), es-Sîretü’n-Nebeviyye (nşr. M.
es-Sakkâ ve arkadaşları), I-II, Kahire 1955.
İbn Şebbe, Ebû Zeyd Ö� mer (262/876), Târîhu’l-Medineti’l-Münevvere (nşr.F. M. Şeltût),
I-IV, Cidde 1979.
İbn Sa’d, Ebû Abdullah (230/844), et-et-Tabakâtü’l-Kübrâ, I-VIII, Beyrut 1957-1960.
İbn Zenceveyh, Humeyd (251/865), Kitâbü’l-Emvâl (nşr. Ş. Z. Feyyâz), Riyâd
1406/1986.
el-Kalkaşendî, Ebü’l-Abbas (821/1414), Subhu’l-A’şâ, I-XIV, Kahire 1913-1918.
Kallek, Cengiz, “Müellefe-i Kulûb”, DİA, XXXI, s. 475-476.
Kallek, Cengiz, “Zekâtın Müesseseleşme Süreci”, Kur’ân ve Sünnet’te Zekât İlmî Toplan-
tısı, İ�SAV, İ�stanbul 2008, s. 195-212.
Karaman, Hayreddin, “Zekât”, İA,XIII, s. 495-504.
Kardâvî, Yûsuf, Zekât (ter. İ�. Sarmış), I-II, İ�stanbul 1984.
Kelâ’î, Süleyman b. Mûsâ (634/1237), el-Hılâfetü’r-Râşide ve’l-Butûletü’l-Hâlide
fî-Hurûbi’r-Ridde, Kahire 1979.
Kudâme b. Ca’fer, Ebü’l-Ferec (310/922), Kitâbü’l-Harâc (M. H. ez-Zebî�dî�), Bağdat
1981.
en-Nüveyrî, Ahmed b. Abdülvehhâb (732/1332), Nihâyetü’l-Ereb fî- Fünûni’l-Edeb,
I-IX, Kahire 1342-1374.
er-Rahbî, Abdülazî�z b. Muhammed (1194/1780), Fıkhü’l-Mülûk ve Miftâhü’r-Ritâc
el-Mursad alâ-Hızâneti Kitâbi’l-Harâc (Ahmed Ubeyd el-Kebî�sî�), I-II, Bağdat
1973-1975.
er-Reyyis, Muhammed Ziyâüddî�n, el-Harâc fî’d-Devleti’l-İslâmiyye, Kahire 1957.
es-Sûlî, Muhammed b. Yahyâ (335/946), Edebü’l-Küttâb (nşr. M.b. el-Eserî�), Kahire
1341.
Şiblî, Mevlânâ en-Nu’mânî�, Hz. Ömer (ter. Ö� mer Rıza), İ�stanbul 1927.
Taberî, Muhammed b. Cerî�r (310/922), Târîhu’r-Rusül ve’l-Mülûk (nşr. M.J. De Goeje)
I-III, Leiden 1879-1881.
Taberî, Muhammed b. Cerî�r (310/922), Câmi’u’l-Beyân fî-Tefsîri’l-Kur’ân, I-XXX, Mısır
1321.
Yahyâ b. Âdem, el-Kuraşî� (203/818), Kitâbü’l-Harâc (nşr. A.M. Şâkir), Kahire 1347.
644
Ya’kûbî, Ahmed b. Ebî� Ya’kûb (292/904), Târîhu’l-Ya’kûbî, I-III, Necef 1964.
Yâkût el-Hamevî, Ebû Abdullah (626/1229), Mu’cemü’l-Büldan, I-V, Beyrut 1957-1968.
Kaynaklar ■
et-Tabersî, Ebû Ali Fadl b. Hasan (v. 547/1153), İ’lâmü’l-Verâ bi A’lâmi’l-Hüdâ, (nşr.: Ali
Ekber el-Ğ� affarî�), Beyrut 1979.
Tâhâ Hüseyin, İslâmiyyât, Beyrut 1984.
et-Tirmîzî, Ebû İ�sa Muhammed (v. 279/892), es-Sünen, İ�stanbul 1981, c. I–V.
el-Vâkıdî, İ�bn Ö� mer b. Muhammed (v. 207/822), Kitabü’r-Ridde, (thk.: Muhammed Ha-
midullah), Paris 1989.
Varol, M. Bahaüddin, “râşid halifeler Dönemi Toplumsal Değişme Ü� zerine Bazı Değer-
lendirmeler”, İSTEM, yıl: 3, sayı: 6, Konya 2005, s. 195 – 213.
Ya’kûbî, Ahmed b. Ebî� Ya’kûb (v. 284/897), Târîhu’l-Ya’kûbî, Beyrut 1960, c. II.
Yurdaydın, H. Gazi, “İ�slâm Devleti’nde Müslüman Olmayanların Durumu”, AÜİFD, XX-
VII, s. 97–110.
Zeydan, Abdülkerî�m, İslâm Hukûku’nda Fert ve Devlet, Stuttgart 1977.
Zorlu, Cem, İslâm’da İlk İktidar Mücadelesi, Konya 2002.
V. Bayındırlık Hizmetleri
Akyüz, Vecdi, “Hz. Peygamber Dönemi Şehir ve Yerel Yönetim Hizmetleri”, İslâm
Geleneğinden Günümüze Şehir ve Yerel Yönetimler, I-II, haz. Vecdi Akyüz - Sey-
fettin Ü� nlü, İ�lke Yayınları, İ�stanbul 1996, I, 48-68.
el-Askerî, Ebû Hilâl el-Hasan b. Abdullah (ö. 365/976), el-Evâil, Dâru’l-Kütübi’l-İ�lmiy-
ye, Beyrut 1987.
Bakır, Abdülhalık, Hz. Ali ve Dönemi, Ankara 2004.
Barış, Mustafa Necati, Hz.Ömer Döneminde Bayındırlık Faaliyetleri, (Basılmamış Yük-
sek Lisans Tezi) Ankara Ü� niversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2006.
Belâzürî, Ahmed b. Yahyâ b. Câbir (ö. 279/892-3), Fütûhü’l-Büldân, thk: Rıdvân
Muhammed Rıdvân, Beyrut 1403. (Çev.: Mustafa Fayda, Fütûhu’l-Büldân:
Ülkelerin Fetihleri), Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1987).
Belâzürî, Ensâbü’l-Eşrâf, (ö. 279/892-3), thk: Süheyl Zekkâr-Riyâd Zirikli, I-XIII, Dâ-
ru’l-Fikr, Beyrut 1996.
el-Beyhakî, Ebû Bekr Ahmed b. el-Hüseyn b. Ali (458/1066), es-Sünenü’l-Kebîr, I-X,
Beyrut, 1344-1356.
Brockelmann, Carl, İslâm Ulusları ve Devletleri Tarihi, çev. Neşet Çağatay, Türk Tarih
Kurumu Yayınları, Ankara 2002.
el-Buhârî, Ebû Abdullah Muhammed b. İ�smâil (ö. 256/870), el-Câmiü’s-Sahîh, Çağrı
Yayınları, 2. baskı, I-VIII, İ�stanbul 1992.
Can, Yılmaz, “İlk İslâm Şehirlerinin İki Önemli Unsuru: Cuma Mescidi Dâru’l-İmara İkilisi
Üzerine Bir Değerlendirme”, Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Der-
gisi, Samsun 1996, sy.VIII, s. 123-134.
Creswell, K.A. Cameron, Early Islamic Architecture, London 1958.
Cu‘ayt, Hişâm, el-Kûfe; Neş’etü’l-Medineti’l-Arabiyyeti’l-İslâmiyye, 2. baskı, Daru’t-Tıbâ‘a
ve’n-Neşr, Beyrut 1992.
Cûde, Cemal, el-Arab ve’l-Arz fî’l-‘Irâk fî Sadri’l-İslâm, Ü� rdün Ü� niversitesi Yayınları,
Şirketü’l-‘Arabiyye, Amman 1979.
Demi̇rci, Mustafa, “Hz. Osman Devri Fitne Olaylarının Sosyoekonomik Boyutları”, İslâ-
miyât, Yıl 1/7, Ankara 2004, s. 170-155
Demirci, Mustafa, İslâm’ın İlk Üç Asrında Toprak Sistemi, Kitabevi, İ�stanbul 2003.
Demirci, Mustafa, Siyah Öfke –Ortaçağ İslâm Dünyasında Zenci Kölelerin İsyanı (869–
883), Çizgi Yayınları, Konya 2005.
Donner, Fred McGrew, The Arab Tribes in the Muslim Conquest of Iraq, Basılmamış
650 Doktora Tezi, Princeton � niversitesi, Amerika 1975.
Ebû ‘Ubeyd, Kasım b. Sellâm (ö. 224/839), Kitâbü’l-Emvâl, thk: Muhammed Ammara,
Dârü’ş-Şürûk, I. Baskı, Beyrut-Kahire 1989.
Kaynaklar ■
Ebû Dâvûd, Süleymân b. Eş‘âs es-Sicistânî� (ö. 275/888), es-Sünen, Çağrı Yayınları, 2.
baskı, I-V, İ�stanbul 1992.
Ebû Yûsuf, Ya‘kûb b. İ�brahim (ö. 182/798), Kitâbü’l-Harâc, çev.: Ali Ö� zek, Kitâbü’l-
Harâc, İ�stanbul 1981.
Ebû’l-Fidâ, ‘İ�mâdüddin Mütevekkil’l-Müeyyed İ�smâil b. Ali (ö. 732/1331-1332),
el-Muhtasar fî Ahbâri’l-Beşer (Târîhu Ebî’l-Fidâ), thk: Mahmud Deyyûb, I-II,
Dâru’l-Kütübi’l-İ�lmiyye, Beyrut 1997.
Ebû’r-Râbiye, Abdülhâlık Seyyid, ‘Amr b. el-Âs -Beyne Yedeyi’t-Târîh-, ez-Zehrâ li’l-İ�’lâ-
mi’l-‘Arabî�, I.Baskı, Kahire 1408/1988.
Erdem, Mustafa, “Kıbtî Kilisesi”, Ankara Ünivesitesi İlâihyat Fakültesi Dergisi (AÜİFD),
Ankara 1997, XXXVI, 143-178.
Ervâ Selim Sâidât, İstikrârü’l-Kabâil’il-Arabiyye fî’l-‘Irak fî Sadri’l-İslâm, (Basılmamış
Yüksek Lisans Tezi), dan.: Fâlih Salih Hüseyn, Ü� rdün Ü� niversitesi, Amman
2001.
el-Ezrakî, Ebü’l-Velî�d Muhammed b. Abdullah (ö. 250/865), Ahbâru Mekke, çev.: Y.
Vehbi Yavuz, Kâbe ve Mekke Tarihi, Feyiz Yayınları, İ�stanbul 1974.
Fayda, Mustafa, Hulefâ-yi Râşidîn Devri, Kubbealtı Yayınları, İ�stanbul 2014.
Halife b. el-Hayyât, Ebû Ö� mer el-Leysî� el-‘Usfurî� (ö. 240/854), et-Târîh, thk: Ekrem
Ziya ‘Umerî�, Dâru’l-Kalem, 2. baskı, Dimaşk-Beyrut 1397/1978.
Halife b. el-Hayyât, Ebû Ö� mer el-Leysî� el-‘Usfurî� (ö. 240/854), Tabakât, thk: Ekrem
Ziyâ ‘Umerî�, Dârü’t-Tî�be, 2. baskı, Riyâd 1982.
Hamidullah, Muhammed, İslâm Müesseselerine Giriş, çev.: İ�hsan Süreyya Sırma, Be-
yan, �stanbul 1980.
Hamidullah, Muhammed, İslâm Peygamberi, I-II, çev.: M.Saî�d Mutlu (I.Cilt), Ahmed
Saî�d Matbaası, İ�stanbul 1966; M.Saî�d Mutlu-Salih Tuğ (II.Cilt), İ�rfan Yayınevi,
1969.
Hamidullah, Muhammed, Mecmû‘atü’l-Vesâiki’s-Siyâsiyye li’l-‘Ahdi’n-Nebevî ve’l-Hilâ-
feti’r-Râşide, Kahire 1941, çev.: Vecdi Akyüz, Hz. Peygamber Döneminin
Siyasî-Idarî Belgeleri, Kitabevi, İ�stanbul 2002.
Hammâş, Necde, “el-İdâre ve Tanzîmu’d-Darâib fî’ş-Şâm fî Sadri’l-İslâm”, el-Mü’teme-
ru’d-Düvelî’r-Râbi‘ li Târîhi Bilâdi’ş-Şâm, 413.
Hammâş, Necde, Şâm fî Sadri’l-İslâm, Dimaşk 1987.
el-Himyerî, Muhammed b. Abdûlmûn‘im (ö.727/1327), er-Ravdü’l-Mi‘târ fî Habe-
ri’l-Aktâr, nşr: İ�hsan Abbas, Beyrut 1967.
Hinds, George Martin, “Kûfan Political Alignments and their Backraund in the Mid-se-
venth Centery A.D”, International Journal of Middle East Studies, 2 (1971), 346-
367.
Hitti, Philip, Sosyal ve Kültürel İslâm Tarihi, ter. Salih Tuğ, Boğaziçi Yayınları, I-IV, İ�s-
tanbul 1980.
651
Hizmetli, Sabri “Târihî� Rivayetlere Göre Hz. Osman’ın Ö� ldürülmesi”, Ankara Üniversi-
tesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi (AÜİFD), XXVII (1985), s. 149-177
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
Hourani, Albert, A History of Arap Peoples, çev.: Yavuz Alogan, Arap Halkları Tarihi,
İ�ltişim Yayınları, 3. baskı, İ�stanbul 2001.
İbn Abdilhakem, Ebû’l-Kâsım Abdurrahman b. Abdillah (ö. 257/870), Fütûhu Mısr ve
Ahbâruhâ, thk: Charles C. Torrey, Leiden 1922.
İbn Dukmak, Sarî�müddî�n İ�brahim b. Muhammed b. Aydemir, (ö.809/1407), el-İntisâr
li Vâsitati Akdi’l-Emsâr, IV-V, ed. Fuat Sezgin, Institut für Gescchichte der Ara-
bisch-Islamischen Wissenshaften, (Islamic Geography: 51), Frankfurt 1992.
(Eser, Carl Vollers tarafından tahkik edilmiş ve Kahire’de 1893 yılında basıl-
mış olan nüshanın tıpkı baskııdır).
İbn Ebi’l-Hadîd, Abdülhamî�d b. Hibetullah (ö. 656/1258), Şerhu Nehci’l-Belâğa, thk:
Ebû’l-Fadl İ�brâhim, Dârü İ�hyâi’l-Kütübü’l-‘Arabiyye, I-XVIII, Kâhire 1559-
1963.
İbn Ebi’l-Hadîd, Ebû Ca‘fer Muhammed b. Habî�b b. Ü� meyye b. ‘Amr el-Hâşimî� el-Bağ-
dâdî�, (ö. 245/859), Kitâbü’l-Muhabber, thk: I. Lichtenstadter, Beyrut t.y.
İbn Hacer el-‘Askalânî, Ebû’l-Fadl Ahmed b. Ali, (ö. 852/1448), el-İsâbe fi Tem-
yîzi’s-Sahâbe, I-VIII, thk: Ali Muhammed el-Becâvî�, Dâru’l-Cî�l, Beyrut
1412/1992.
İbn Hacer el-‘Askalânî, Ebû’l-Fadl Ahmed b. Ali, (ö. 852/1448), Fethü’l-Bârî bi Şer-
hi Sahîhi’l-Buhârî, thk.: Muhammed Fuâd Abdülbâkî�-Muhibbüddî�n el-Hatî�b,
I-XIII, Dâru’l-Ma‘rife, Beyrut t.y.
İbn Havkal, Ebû’l-Kâsım (ö. 356/976), Kitâbü Sûrati’l-Arz, thk: R. Blacher, H.A.R Gibb,
P. Kahle, C. A. Nallino, A. J. Wensinck, J. H. Kramers, Leiden 1938.
İbn Hubeyş, Abdurrahman b. Muhammed b. Abdillah b. Yûsuf (ö. 584/1188), Ğa-
zavâtu İbn Hubeyş, thk: Süheyl Zekkâr, I-II, Dâru’l-Fikr, I. Baskı, Beyrut 1992.
İbn Kayyim el-Cevziyye, Muhammed (ö. 751/1350), et-Turuku’l-Hükmiyye fi’s-Siyâse-
ti’ş-Şer’iyye, Mısır, 1317.
İbn Kesîr, Ebû’l-Fidâ İ�smâil b. Ö� mer (ö. 774/1327), el-Bidâye ve’n-Nihâye, I-XIV, Mek-
tebetü’l-Me‘ârif, Beyrut t.y.
İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim (ö. 276/889), ‘Uyûnu’l-Ahbâr, thk:
Muhammed el-İ�skenderânî�, I-IV, Dâru’l-Kütübi’l-‘Arabî�, Beyrut 1994.
İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim (ö. 276/889), el-Me‘ârif, Dâru’l-Kü-
tübi’l-İ�lmiyye, Beyrut 1987.
İbn Mâce, Ebû Abdullah Muhammed b. Yezî�d el-Kazvî�nî� (ö. 273/886), es-Sünen, Çağrı
Yayınları, 2. baskı, I-II, İ�stanbul 1992.
İbn Manzûr, Muhammed b. Mükrim (ö. 711/1311), Lisânü’l-‘Arab, I-XV, Dârü Sâdır, I.
Baskı, Beyrut 1955-1956.
İbn Rusteh, Ahmed b. Ö� mer (ö. 310/92) Kitâbü A‘lâki’n-Nefîse, thk: Werstenfel, nşr:
De Goeje, Leiden, 1891.
İbn Sa‘d, Muhammed b. Sa‘d el-Basrî� ez-Zührî� (ö. 230/845), Kitâbü’t-Tabakâti’l-Kebîr,
652 I-VIII, Dârü Sâdır, Beyrut, 1960-1968.
İbn Seyyidinnâs, Ebû’l-Feth Fethuddî�n Muhammed b. Muhammed b. Muhammed el-
Ya‘merî�, (ö. 773/1334), ‘Uyûnü’l-Eser fî Fünûni’l-Meğâzî ve’ş-Şemâili ve’s-Siyer,
Dâru’l-Ma‘rife, y.y., t.y.
Kaynaklar ■
İbn Şebbe, Ebû Zeyd Ö� mer b. Şebbe en-Nemî�rî� el-Basrî� (ö. 183/849), Târîhü’l-Medi-
neti’l- Münevvere (Ahbâru’l-Medineti’l-Münevvere), thk: Fehim Muhammed
Şeltût, I-IV, Dârü’t-Turâs, I. Baskı, Beyrut 1410/1990.
İbn Tağriberdî, Kemâlüddî�n Ebû ’l-Mehâsin Yûsuf (ö. 873/1468), en-Nücûmü’z-Zâhi-
ra fi Mülûki Mısr ve’l-Kâhira, thk: Komisyon, I-XVI, Kahire, 1970-72.
İbnü’l-Cevzî, Ebû’l-Ferec Abdurrahman b. Ali (ö. 597/1200), el-Müntazam fî Târî-
hi’l-Mülûk ve’l-Ümem, V-X, Haydarâbâd-Dekkan 1357-1360, I-XII, thk: Musta-
fa Abdulkadir Atâ, Beyrut 1992.
İbnü’l-Esîr, Ebû’l-Hasan Ali b. Muhammed (ö. 630/1232), el-Kâmil fi’t-Tarih, thk:
Ebû’l-Fidâ Abdullah el-Kâdî�, Dâru’l-Kütübi’l-İ�lmiyye, 2. baskı I-X, Beyrut
1995.
İbnü’l-Fakîh, Ebû Abdullah Ahmed b. Muhammed b. İ�shâk el-Hemedânî� (ö. 290/902),
Muhtasaru Kitâbi’l-Büldân, nşr. De Goeje, Leiden 1967.
İhsân Abbas, Târihü Bilâdi’ş-Şâm, Ü� rdün Ü� niversitesi Yayınları, Amman 1990.
el-İstahrî, Ebû İ�shâk İ�brahim b. Muhammed (ö. 320/932), el-Mesâlik ve’l-Memâlik, ed.
De Goeje, Brill, Leiden 1927.
el-Kalkaşandî, Ebû Abbas Ahmed b. Ali (ö. 821/1418), Subhü’l-A‘şâ fî Sınâati’l-İnşâ,
nşr: Muhmmed Hüseyn, Beyrut 1987.
el-Kettânî, Abdülhayy b. Şemsü’l-Â� fâk Ebû’l-Mekârim Abdulkebî�r, et-Terâtibu’l-İdâ-
riyye ve’l-‘Amâlât ve’s-Sınâât ve’l-Mutâcir ve’l-Hâletu’l-İlmiyye elletî Kânet ‘alâ
‘Ahdi Te’sîsi’l-Medineti’l-Münevvere, çev.: Ahmet Ö� zel, Hz. Peygamber’in Yöne-
timinde Sosyal Hayat ve Kurumlar, I-III, �stanbul 1990-92.
el-Kindî, Ebû Ö� mer Muhammed b. Yûsuf (ö. 350/961), el-Vülât ve Kitâbü’l-Kudât, nşr:
Rhuvon Guest, Kahire 1912.
Kubiak, Wladyslaw, al-Fustât; its Foundation and Early Urban Settlement, Wydawni-
ctwa Uniwersytetu Warszawskiego, Warszawa(Varşova) 1982.
el-Kuraşî, Gâlib b. Abdü’l-Kâfî�, Evveliyâtü’l-Fâruk fi’l-İdâreti ve’l-Kadâi, I-II, Beyrut,
1990.
Lem‘î, Mustafa Sâlih, el-Medinetü’l-Münevvere Tatavvuruhâ’l-‘Umrânî ve Türâsü-
hâ’l-Mi‘mârî, Bağdât 1982.
Lombard, Maurice, İlk Zafer Yıllarında İslâm, ter: Nezih Uzel, Pınar Yayınları, İ�stanbul,
1983.
el-Makdîsî, Mutahhar b. Tâhir (ö. ~355/966), el-Bed’ ve’t-Târîh, thk: Clement Huart,
I-VI, Paris 1903.
el-Makdîsî, Şemsüddî�n Ebû Abdullah Ahmed b. Ebî� Bekir (ö. 380/990), Ahse-
nü’t-Tekâsîm fî Ma‘rifeti’l-Ekâlîm, nşr: De Goeje, Leiden 1967.
Makrîzî, Ebû’l-Hasan Ahmed b. Ali (ö. 845/1441), el-Mevâiz ve’l-İ‘tibâr bi Zikri’l-Hitati
ve’l-Âsâr, I-II, Beyrut t.y.
Massignon, Louis, Hıtatü’l-Basra ve’l-Bağdâd, Arapçası: İ�brahim es-Semerrâî�, el-Mü-
essesetü’l-‘Arabiyye li’d-Dirâsât ve’n-Neşr, Beyrut 1981. 653
Massignon, Louis, Hıtatü’l-Kûfe ve Şerhu Harîtatihâ, Arapçası: İ�brâhim es-Sâmirî�,
Takî�yy Muhammed el-Mus‘abî�, Cem‘iyyetü Müntedî�’n-Neşr, Necef ty.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
et-Tirmîzî, Ebû İ�sa Muhammed b. İ�sâ (ö. 279/892), es-Sünen, I-V, Çağrı Yayınları, 2.
baskı, İ�stanbul 1992.
Umerî, Ekrem Ziyâ, Asru’l-Hilâfeti’r-Râşide, Mektebetü’l-Ü� beykân, Riyâd 2009.
Utku, Nihal Şahin, Kızıldeniz’de Denizcilik Ticaret ve Yerleşim, Basılmamış Doktora Tezi,
dan.: Prof. Dr. Mustafa Fayda, Marmara Ü� niversitesi, Sosyal Bilimler Enstitü-
sü, İ�lahiyat Anabilim Dalı, İ�slâm Tarihi ve Sanatları Bilim Dalı, İ�stanbul 2005.
el-Ya‘kûbî, Ahmed b. Ebî� Ya‘kûb b. b. Ca‘fer b. el-Ya‘kûb, (ö. 292/905), Târîhu’l-Ya‘kûbî,
thk: Abdülemî�r Minhâ, Müessesetü’l-İ�lmî� li’l-Matbû‘ât, I-II, Beyrut, 1993.
el-Ya‘kûbî, Ahmed b. Ebî� Ya‘kûb b. b. Ca‘fer b. el-Ya‘kûb, (ö. 292/905), Kitâbü’l-Büldân,
nşr: J. De Goeje, Leiden 1967.
Yâkût el-Hamevî, Ebû Abdullah Şihâbüddî�n Yâkût b. Abdullah er-Rûmî� el-Bağdâdî�
el-Hamevî�, (ö. 626/1229), Mu‘cemü’l-Büldân, Dâru’l-Fikr, I-V, Beyrut t.y.
Yılmaz, Metin, “İ�slâm Tarihinin İ�lk Ü� ç Asrında Hapishanelere ve Mahkûmların Durum-
larına İ�nsan Hakları Bağlamında Genel Bir Bakış”, Ondokuz Mayıs Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dergisi (OMÜİDF), 2001, sayı: 12-13, s. 539-581;
Yılmaz, Metin, Erken Dönem İslâm Tarihinde Zindanlar ve Hapishaneler, Etüt Yayınları,
Samsun 2009.
Yüksel, Ahmet Turan, “Fütûhu’l-Büldân’a Göre Fetihlerden Sonraki Faaliyetler”, Selçuk
Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, Konya 1999, sayı: IX, s. 45-80.
ez-Zehebî, Şemsüddin Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed b. Osman (ö. 748/1347),
Târîhu’l-İslâm ve Vefeyâtü’l-Meşâhîr ve’l-A‘lâm, thk: Ö� mer Abdüsselâm Ted-
mürî�, Dâru’l-Kitâbi’l-Arabî�, 2. baskı, Beyrut 1991.
Zübeyr b. Bekkâr, el-Ahbâru’l-Muvaffâkiyât, thk: Sâmi Mekkî� el-‘Â�nî�, Matba‘atü’l-‘Â� nî�,
Bağdât 1972.
Apak, Â� dem, “Mısır’ın Müslümanlar Tarafından Fethi ve Fetih Sonrası Ü� lkede Sosyal
ve Dinî� Alanda Meydana Gelen Değişmeler Ü� zerine Değerlendirmeler”, Ulu-
dağ Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, Bursa 2001, X/2, 145-149.
Ashtor, Eliyahu, A Social Economic History of Near East in the Middle Ages, Collins,
London 1976.
Atiya, Aziz Surial, “Coptic Church”, the Encyclopaedia of Religion, ed. Mircea Elieda,
New York 1987, IV, 82-85.
el-Bekrî, Abdullah b. Abdilazî�z, (487/1094), Mu‘cemü Mesta‘cem min Esmâi’l-Bilâdi
ve’l-Mevâki‘, thk: Mustafa es- Sekkâ, I-IV, Beyrut 1983.
Belâzürî, Ahmed b. Yahyâ b. Câbir (ö. 279/892-3), Fütûhu’l-Büldân, thk: Rıdvân
Muhammed Rıdvân), Beyrut 1403. (çev.: Mustafa Fayda, Fütûhu’l-Büldân:
Ülkelerin Fetihleri), Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1987).
Belâzürî, Ensâbü’l-Eşrâf, thk: Süheyl Zekkâr-Riyâd Ziriklî�, I-XIII, Dâru’l-Fikr, Beyrut 655
1996.
Brockelmann, Carl, İslâm Ulusları ve Devletleri Tarihi, çev. Neşet Çağatay, Türk Tarih
Kurumu Yayınları, Ankara 2002.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
Butler, A.J., Fethü’l-Arab li Mısr, Arapçası: Muhammed Ferî�d Ebû Hadî�d, y.y. 1989.
Butler, A.J., The Ancient Coptic Churches of Egypt, I-II, Oxford 1884.
Casanova, Paul, “Essai de Reconstruction Topographique de la Ville d’Foustat ou Misr”,
Memorieas Publies Par les Membres de I’Institut Français d’archeologie
Orientale (MIFAO), 35, I-II, Kahire 1913-1919.
Creswell, K.A. Cameron, Early Islamic Architecture, London 1958.
Cu‘ayt, Hişâm, el-Kûfe; Neş’etü’l-Medineti’l-Arabiyyeti’l-İslâmiyye, 2. baskı, Dârü’t-Tıbâ‘a
ve’n-Neşr, Beyrut 1992.
Cûde, Cemal, el-Arab ve’l-Arz fî’l-‘Irâk fî Sadri’l-İslâm, Ü� rdün Ü� niversitesi Yayınları, eş-
Şirketü’l-‘Arabiyye, Amman 1979.
Demirci, Mustafa, Siyah Öfke –Ortaçağ İslâm Dünyasında Zenci Kölelerin İsyanı (869–
883), Çizgi Yayınları, Konya 2005.
Dia, “Kıptîler”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), Ankara 2002, XXV, 424-
426.
ed-Dîneverî, Ebû Hanî�fe Ahmed b. Dâvûd b. Venend (ö. 282/890), el-Ahbâru’t-Tıvâl,
thk: Ö� mer Fâruk et-Tabba‘, Şirketü Dâru’l-Erkam b. Ebi’l-Erkâm, Beyrut 1995.
Donner, Fred McGrew, The Arab Tribes in the Muslim Conquest of Iraq, Princeton � ni-
versitesi, (Basılmamış Doktora Tezi), Amerika 1975.
ed-Dûrî, Abdülaziz, en-Nuzumü’l-İslâmiyye, Vüzâratü’l-Me‘ârifi’l-‘Irâkıyye, Matba‘atu
Necî�b, I. Baskı, Bağdat 1950.
Ebû ‘Ubeyd, Kasım b. Sellâm (ö. 224/839), Kitâbü’l-Emvâl, thk: Muhammed Ammara,
Dârü’ş-Şürûk, I. Baskı, Beyrut-Kahire 1989.
Ebû ‘Ubeyde, Ma‘mer b. Müsennâ et-Teymî� (ö. 209/825), Kitâbü Nekâizi Cerîr ve’l-Fe-
rezdak, thk: İ�brahim Huvvar-Velî�d Mahmûd Hâlis, I-III, I. Baskı, yy., ty.
Ebû Sâlih, al-Armani, The Churches and Monasteries of Egypt and Some Neighbouring
Countries, (İ�ngilizce’ye terc: b. T. A. Evetts, Oxford: The Clarendon Press, 1895.
Ebû Yûsuf, Ya‘kûb b. İ�brahim (ö. 182/798), Kitâbü’l-Harâc, çev.: Ali Ö� zek, Kitâbü’l-
Harâc, İ�stanbul 1981.
Ebû’l-Fidâ, ‘İ�mâdüddin Mütevekkilü’l-Müeyyed İ�smâil b. Ali (ö. 732/1331-1332),
Muhtasar fî Ahbâri’l-Beşer (Târîhu Ebî’l-Fidâ), thk: Mahmud Deyyûb, I-II, Dâ-
ru’l-Kütübi’l-İ�lmiyye, Beyrut 1997.
Ebû’r-Râbiye, Abdülhâlık Seyyid, Amr b. el-Âs -Beyne Yedeyi’t-Târîh-, ez-Zehrâ lil İ�‘lâ-
mi’l-‘Arabî�, I. Baskı, Kahire 1408/1988.
Eraslan, Sadık, Sosyal ve Politik Sonuçları İtibariyle Hz.Ömer Devri Fetih Hareketleri,
Ankara Ü� niversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Basılmamış Doktora Tezi),
Ankara 1997.
Erdem, Mustafa, “Kıbtî� Kilisesi”, AÜİFD, Ankara 1997, XXXVI, 143-178.
Ervâ Selim Sâidât, İ�stikrâru’l-Kabâil’il-Arabiyye fî’l-‘Irak fî Sadri’l-İslâm, (Basılmamış
656 Yüksek Lisans Tezi), dan.: Falih Salih Hüseyn, Ü� rdün Ü� niversitesi, Amman
2001.
Eş‘ab, Hâlis, el-Medinetü’l-‘Arabiyye, Ma‘hedü’l-Bühûs ve’d-Dirâsâti’l-‘Arabiyye, Bağ-
dat Ü� niversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, Bağdat 1403/1982.
Kaynaklar ■
el-Ezdî, Muhammed b. Abdillâh (ö. h. II. asrın ortaları), Târîhu Fütûhu’ş-Şâm, thk: Ab-
dü’l-mün‘im ‘Â�mir, Müessesetü Sicilli’l-Arab, y.y. 1970.
Fayda, Mustafa, “Câbiye” DİA, Ankara 1992, VI, 538.
Fayda, Mustafa, “Hz. Ö� mer Devrinde Dî�van Teşkilâtı”, Doğuştan Günümüze İ�slâm Tari-
hi, I-XIII �stanbul 1986, II, 107-176.
Fayda, Mustafa, “Hz. Ö� mer’in Hayber ve Çevresi İ�le Necrân’dan Gayr-i Müslimleri Çı-
karması”, DEÜİFD, İ�zmir 1983, 57-66.
Guest, A. R., “The Foundation of Fustât and the Khittahs of That Town”, Journal of the
Royal Asiatic Society, London 1907, 49-83.
Halife b. el-Hayyât, Ebû Ö� mer el-Leysî� el-‘Usfûrî� (ö. 240/854), et-Târîh, thk: Ekrem
Ziya ‘Umerî�, Dâru’l-Kalem, 2. baskı, Dimaşk-Beyrut 1397/1978.
el-Himyerî, Muhammed b. Abdulmün‘im (ö. 727/1327 ?), er-Ravdu’l-Mi‘târ fî Habe-
ri’l-Aktâr, nşr: İ�hsan Abbas, Beyrut 1967.
Hinds, George Martin, “Kûfan Political Alignments and their Backraund in the Mid-se-
venth Centery A.D”, International Journal of Middle East Studies, 2 (1971), 346-
367.
Hitti, Philip, Sosyal ve Kültürel İslâm Tarihi, ter. Salih Tuğ, Boğaziçi Yayınları, I-IV, İ�s-
tanbul 1980.
Hourani, Albert, A History of Arap Peoples, çev.: Yavuz Alogan, Arap Halkları Tarihi,
İ�ltişim Yayınları, 3. baskı, İ�stanbul 2001.
İbn Abdilhakem, Ebû’l-Kâsım Abdurrahman b. Abdillah (ö. 257/870), Fütûhu Mısr ve
Ahbâruhâ, thk: Charles C. Torrey, Leiden 1922.
İbn Abdirabbih, Ahmed b. Muhammed el-Endelüsî� (ö. 327/939), el-‘Ikdü’l-Ferîd, thk:
A. et-Terhî�nî�, I-VIII, Beyrut 1987.
İbn Dukmak, Sarî�müddî�n İ�brahim b. Muhammed b. Aydemir, (ö.809/1407), el-İntisâr
li Vâsitati Akdi’l-Emsâr, IV-V, ed. Fuat Sezgin, Institut für Gescchichte der Ara-
bisch-Islamischen Wissenshaften, (Islamic Geography: 51), Frankfurt 1992.
(Eser, Carl Vollers tarafından tahkik edilerek Kahire’de 1893 yılında basılmış
olan nüshanın tıpkı baskııdır).
İbn Düreyd, Ebû Bekir Muhammed b. Hasan el-Ezdî� el-Basrî� (ö. 321/933), el-İştikâk,
thk: Abdüsselâm Hârun, Mektebetü Hancî�, Kahire 1958;
İbn Ebi’l-Hadîd, Abdülhamî�d b. Hibetullah (ö.656/1258), Şerhu Nehcü’l-Belâğa, thk:
Ebû’l-Fadl İ�brâhim, Dâru İ�hyâi’l-Kütübü’l-‘Arabiyye, I-XVIII, Kâhire 1559-
1963.
İbnü’l-Esîr, Ebû’l-Hasan Ali b. Muhammed (ö.630/1232), el-Kâmil fi’t-Tarih, (thk:
Ebû’l-Fidâ Abdullah el-Kâdî�), Dâru’l-Kütübi’l-İ�lmiyye, 2. baskı I-X, Beyrut
1995.
İbn Havkal, Ebû’l-Kâsım (ö. 356/976), Kitâbü Sûrati’l-Arz, thk: R. Blacher, H.A.R Gibb,
P. Kahle, C. A. Nallino, A. J. Wensinck, J. H. Kramers, Leiden 1938.
İbn Kesîr, Ebû’l-Fidâ İ�smâil b. Ö� mer (ö. 774/1327), el-Bidâye ve’n-Nihâye, I-XIV, Mek- 657
tebetü’l-Me‘ârif, Beyrut t.y.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim (ö. 276/889), el-Me‘ârif, Dâru’l-Kü-
tübi’l-İ�lmiyye, Beyrut 1987.
İbn Manzûr, Muhammed b. Mükrim (ö. 711/1311), Lisânü’l-‘Arab, I-XV, Dâru Sâdır, I.
Baskı, Beyrut 1955-1956.
İbn Tağriberdî, Kemâlüddî�n Ebû ’l-Mehâsin Yûsuf (ö. 873/1468), en-Nücûmü’z-Zâhi-
ra fi Mülûki Mısr ve’l-Kâhira, thk: Komisyon, I-XVI, Kahire, 1970-72.
İbnü’l-Cevzî, Ebû’l-Ferec Abdurrahman b. Ali (597/1200), el-Muntazam fî Târî-
hi’l-Mülûk ve’l-Ümem, V-X, Haydarâbâd-Dekkan 1357-1360, I-XII, thk: Musta-
fa Abdulkadir Atâ, Beyrut 1992.
İbnü’l-Fakîh, Ebû Abdullah Ahmed b. Muhammed b. İ�shâk el-Hemedânî� (ö. 290/902),
Muhtasaru Kitâbü’l-Büldân, nşr. De Goeje, Leiden 1967.
İbnü’l-Kelbî, Ebû Münzir Hişâm b. Muhammed b. es-Sâib, (ö. 204/820), Cemhere-
tü’n-Neseb, thk: Nâci Hasan, Â� lemü’l-Kütüb, Beyrut 1993.
el-İsfahânî, Ebû’l-Ferec Ali b. Hüseyn (356/976), el-Eğânî, I-XXIII, t.y., y.y.,
el-İstahrî, Ebû İ�shâk İ�brahim b. Muhammed (ö. 320/932), Mesâlikü’l-Memâlik, ed.
De Goeje, Brill, Leiden 1927.-el-Ekâlîm, thk: J. Möller, Mektebetü’l-Müsennâ,
Bağdat t.y.
el-Kalkaşandî, Ebû’l Abbas Ahmed b. Ali (ö. 821/1418), Subhu’l-A‘şâ fî Sınâati’l-İn-
şâ, nşr: Muhmmed Hüseyn, Beyrut 1987.- Kalâidü’l-Cümân fi’t-Târîhi’l-Ara-
bi’z-Zamân, thk: İ�brahim Ebyarî�, Dâru’l-Kütübi’l-İ�lmiyye, 2. baskı, Kahire
1982.
el-Katâvine, Muhammed Abdulaziz, el-Medinetü’l-Arabiyye fî’l-‘Irâk fî Karni’l-Evve-
li’l-Hicrî, (Basılmamış Doktora Tezi), dan: Muhammed Abduh Hatâmile, Ü� r-
dün Ü� nversitesi, 2003-2004.
Kehhâle, Ö� mer Rıza, Mu‘cemü Kabâili’l-‘Arab, I-III, el-Matba‘tü’l-Hâşimiyye, Dimaşk
1949.
el-Kindî, Ebû Ö� mer Muhammed b. Yûsuf (ö. 350/961), el-Vülât ve Kitâbü’l-Kudât, nşr:
Rhuvon Guest, Kahire 1912.
Kubiak, Wladyslaw, al-Fustât; its Foundation and Early Urban Settlement, Varşova Ü� ni-
versitesi Yayınları, Varşova 1982.
Kudâme b. Ca‘fer, Ebû’l-Ferec (ö. 310/922), el-Harâc ve Sınâ’âti’l’Kitâbe, thk: Muham-
med Hüseyn Zebî�dî�, Bağdat 1981.
Le Strange, The Lands of Eastern Caliphate, Cambridge Ü� niversitesi Yayınları, New
York 1905.
Lombard, Maurice, İlk Zafer Yıllarında İslâm, ter: Nezih Uzel, Pınar Yayınları, İ�stanbul,
1983.
el-Makdîsî, Şemsüddî�n Ebû Abdullah Ahmed b. Ebî� Bekir (ö. 380/990), Ahse-
nü’t-Tekâsîm fî Ma‘rifeti’l-Ekâlîm, nşr: De Goeje, Leiden 1967.
Makrîzî, Ebû’l-Hasan Ahmed b. Ali (ö. 845/1441), el-Mevâiz ve’l-İ‘tibâr bi Zikri’l-Hıtati
658 ve’l-Âsâr, I-II, Beyrut t.y.
Massignon, Louis, Hıtatu’l-Basra ve’l-Bağdâd, Arapçası: İ�brahim es-Semerrâî�, el-Mü-
essesetü’l-‘Arabiyye li’d-Dirâsât ve’n-Neşr, Beyrut 1981.
Kaynaklar ■
660
DI�ZI�N
A
Abbad b. Beşir 104 Abdullah b. Ö� mer 77, 246, 290,
Hz. Abbas 75, 281, 344, 452 298, 305, 329, 490, 494, 504,
Abbâs b. Mirdâs 493 513
Abbas Mahmud Akkad 25 Abdullah b. Revaha 166
Abdullah b. Abbas 77, 246, 249, Abdullah b. Sa‘d 236, 237, 238, 239,
303, 306, 330, 331, 340, 342, 240, 244, 245, 246, 247, 248,
343, 345, 346, 399, 441 249, 250, 256, 258, 259, 264,
Abdullah b. Abbâs 335, 487, 490, 272, 279, 280, 288, 290, 291,
495, 496 293, 294, 404, 494, 498, 517,
Abdullah b. Abdullah b. Itbân 154, 581
157 Abdullah b. Sa‘d b. Ebî� Serh 236,
Abdullah b. Abdullah b. � bey b. 239, 240, 244, 246, 250, 256,
Selûl 104 258, 264, 272, 279, 280, 288,
Abdullah b. � mir 79, 80, 159, 160, 290, 291, 293, 294
161, 162, 264, 273, 287, 291, Abdullah b. Safvân 495
294, 311, 355, 404, 513, 531, Abdullah b. Saʻd b. Ebî� Serh 47
568, 604 Abdullah b. Saî�d b. Â� s 503
Abdullah b. Bedr 499 Abdullah b. Saî�d el-Mahzûmî� 495
Abdullah b. Bişr 499
Abdullah b. Sebe 263, 270, 273,
Abdullah b. Büsr 497
288, 297, 316
Abdullah b. Ca’fer 246, 363
Abdullah b. Sehl el-Amirî� 104
Abdullah b. el-Hadramî� 340
Abdullah b. Süleyman 498
Abdullah b. el-Kevvâ 335
Abdullah b. Umeyr 157
Abdullah b. el-Muğaffil 520
Abdullah b. Ü� mmü Mektûm 500
Abdullah b. Erkam 273
Abdullah b. Vehb 335, 337, 605
Abdullah b. ez-Zübeyr 246, 247,
248, 249 Abdullah b. Yahya b. Ebû Kesî�r 499
Abdullah b. Habbâb b. el-Eret 336, Abdullah b. Zeyd b. el-Hattâb 246
346 Abdullah b. Zübeyr 54, 205, 278,
Abdullah b. Hâlid b. Ü� seyd 513 298, 485, 490
Abdullah b. Hâris b. Cez 498 Abdurrahman 31, 45, 46, 49, 51,
Abdullah b. Hâtim 205 54, 77, 79, 80, 103, 143, 158,
Abdullah b. Hazef 109, 110 171, 246, 268, 282, 290, 313,
Abdullah b. Hâzim es-Sülemî� 161 337, 352, 355
Abdullah b. Hermele el-Belevî� 406 Abdurrahman b. Avf 45, 46, 51, 70,
Abdullah b. Huzâfe 195 143, 171, 282, 445
Abdullah b. Kays 256, 257, 326 Abdurrahman b. Hâlid 290, 352
Abdullah b. Küleyb 593 Abdurrahman b. Mülcem 31, 49,
Abdullah b. Ma’bed et-Temî�mî� 404 79, 337
Abdullah b. Mes’ûd 61, 77, 78, 90, Abdurrahman b. Rebî�a 158
246, 263, 272, 274, 275, 276, Abdülaziz b. Mervân 583 663
283, 284, 399, 400, 412, 461, Abdülaziz ed-Dûrî� 374, 464
487, 490, 494, 496, 536 Abdülhalik Bakır 24
Abdullah b. Muğaffel 496 Abdülkâhir el-Bağdâdî� 21, 22
Abdullah b. Mut’im 202 Abdülkays 516, 553, 555, 561, 568
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
Abdüllatif b. Yusuf el-Bağdâdî� 509, 510 428, 429, 430, 431, 437, 441, 445,
Abdülmelik b. Mesleme 209, 210 447, 454, 460, 464, 466, 467, 470,
Abdülvehhab en-Neccâr 296 471, 472, 473, 476, 478, 479, 480,
Abdümenâf 43, 66, 73, 319, 440 516, 519, 521, 530, 552, 554, 555,
Abdümenâf b. Kusayy 440 562, 564, 565, 568, 569, 605, 606
Abdüşemsoğulları 440 Ali Rıza Ayar 24
Abiverd 160 Alkame b. Mücezziz 254, 255, 422
Abiyurd 160 � mile 135, 167, 187
A. Cevdet Paşa 282 Â� mir b. Füheyre 54
Hz. Â� dem 446 Â� mir b. Sa‘sa 537
Adî� b. Hâtim 94, 95, 352 Ammâr b. Yâsir 263, 275, 276, 290, 313,
Adiy b. Amî�ra el-Kindî� 499
323, 402, 405, 497
Afganistan 154
Amr b. Ahdâb 496
Afrika 124, 133, 163, 207, 208, 241, 250,
Amr b. Bekir 343, 344
257, 280, 383, 451, 494, 535, 571
Amr b. Cürmûz 318
Ağvâs Günü 146
Ahbâru Kudât 409 Amr b. el-Â� s 59, 85, 86, 93, 100, 109, 110,
Ahbâru Mesâcidi Ehli’r-Râye 582 123, 133, 166, 173, 174, 175, 176,
Ahdâs 408 178, 192, 194, 209, 210, 211, 212,
Ahlat 201 213, 214, 215, 217, 219, 220, 221,
Ahmâs 551, 554 222, 223, 225, 226, 227, 228, 229,
Ahmed b. Hanbel 20, 30 230, 231, 232, 233, 234, 236, 237,
Ahmet Ağırakça 23, 24 238, 239, 241, 242, 243, 244, 246,
Ahmet Akbulut 296 254, 255, 264, 272, 277, 288, 289,
Ahnef b. Kays 155, 156, 157, 159, 161, 291, 323, 325, 326, 331, 332, 339,
456, 470, 531 343, 344, 345, 346, 347, 352, 403,
Hz. Â� işe 25, 31, 48, 54, 57, 63, 69, 76, 406, 420, 421, 444, 456, 469, 493,
304, 308, 309, 310, 311, 312, 313, 498, 502, 503, 509, 510, 516, 517,
314, 315, 316, 318, 319, 344, 345, 518, 522, 523, 529, 532, 533, 534,
504, 528 535, 538, 539, 571, 572, 573, 574,
Â� işe bnt. Ebî� Bekir 513 575, 577, 578, 579, 580, 581, 582,
Akî�l b. Ebî� Tâlib 430, 536, 567 583, 584, 585, 587, 588, 589, 590,
Akkâ b. Ebî� Akkâ 139 591, 592, 593, 594, 597, 602, 604,
Akra’ b. Hâbis 436 605, 606, 637, 651, 656
Alâ b. el-Hadramî� 255, 420 Amr b. Esed eş-Şerî�k 554
Alâ b. Hadramî� 93, 108, 109, 110, 255, Amr b. Hazm 105, 503
503, 602 Amr b. Hubeyb 499
Aleppo 186
Amr b. Kahzam 579
Hz. Ali 15, 24, 30, 31, 34, 36, 43, 44, 46,
Amr b. Ma’dî�kerib 106, 107, 108, 144,
48, 49, 50, 51, 56, 60, 62, 71, 72, 73,
152, 422
74, 75, 76, 77, 78, 79, 90, 125, 143,
Amr b. Meymûn 499
171, 193, 205, 266, 275, 277, 281,
282, 283, 284, 288, 289, 292, 293, Amr b. Saî�d b. Â� s 503
294, 295, 297, 298, 301, 302, 303, Amr b. Seniy 152
304, 305, 306, 307, 308, 309, 310, Amr b. Ubeyd 318
311, 312, 313, 314, 315, 316, 317, A. Muhammed Abdüllatif 280
318, 319, 320, 321, 322, 323, 324, Â� mü’l-Cemâa 361, 606
325, 328, 329, 330, 331, 332, 333, Anadolu 195
664 334, 335, 336, 337, 338, 339, 340, Anbese b. Enbâr 504
341, 342, 343, 344, 345, 346, 347, Â� nî� dağları 158
350, 351, 355, 357, 360, 372, 373, Antakya 177, 190, 195, 200, 202, 424,
374, 375, 377, 378, 380, 381, 385, 426, 539
386, 399, 400, 401, 405, 406, 407, Arabe 174
Dizin ■
Arabistan 18, 32, 33, 117, 118, 123, 134, Asr-ı Saadet 23, 25, 367, 398, 407, 408,
135, 165, 167, 168, 172, 173, 174, 410, 467, 469, 472, 473, 476, 478,
451, 465, 562, 586, 588, 591 532, 539, 614, 639, 640, 642, 645,
Â� râmî� 147 647
Â� râmî�ler 135, 147 astronomi 493, 503, 507
Arapça 22, 23, 26, 81, 147, 454, 479, 489, Â� sur 198
493, 572, 590 � surlular 135
Araplar 136, 142, 143, 144, 146, 150, Aşere-i Mübeşşere 54, 57, 61, 72
155, 156 Atâ b. Ebî� Rebâh 490, 495
Atâ b. Yezî�d 497
Arap Yarımadası 136
atiyye 268, 278, 307, 384, 385, 440, 448,
Areteon 210, 218, 219
452, 453, 454, 455, 556, 561, 566,
Arfaca b. Herseme 93 568
Arfece el-Barıkî� 111 Attâb b. Esî�d 90, 420, 495
arî�f 387, 560 Avvâm b. Havşeb 499
Â� sâr-ı İ�lmiyye 25 Aynü’t-Temr 139, 198
Ases 407 Azerbaycan 149, 157, 158, 162, 163, 204,
Ashâbü’s-Suffe 503 205, 283, 383, 405, 444, 473, 485,
Ashame 417 494, 604
Â� sım b. Amr 155, 157 Â� zer Midhat 140
Â� sım el-Ahvel 496 Azrâ b. Sâbit 499
B
Bâb 158, 253 267, 268, 269, 270, 273, 283, 287,
Bâbil 147, 197, 198, 543 288, 290, 293, 294, 296, 297, 299,
Babilon 214, 215, 216, 218, 219, 220, 303, 304, 306, 307, 308, 311, 312,
221, 222, 223, 224, 225, 226, 227, 313, 314, 315, 318, 325, 334, 336,
228, 229, 230, 232, 233, 234, 235, 340, 342, 345, 346, 349, 352, 372,
236, 238, 456, 517, 522, 526, 534, 380, 388, 390, 391, 404, 406, 410,
573, 574, 575, 577, 578, 579, 581, 419, 426, 428, 430, 450, 451, 454,
582, 590, 595, 596 456, 461, 462, 470, 472, 485, 488,
Babr 162 492, 495, 496, 498, 502, 508, 513,
Bâbu’l-Ebvâb 158 515, 516, 518, 519, 520, 521, 522,
Bâbu’r-Reyhân 517, 582 524, 525, 528, 529, 531, 533, 538,
Bâbu’s-Safâ 526 541, 542, 543, 544, 545, 547, 548,
Bağdat 138, 147, 149, 197, 231, 333, 549, 550, 551, 552, 553, 554, 555,
353, 386, 515, 521, 541, 551, 552, 556, 557, 559, 566, 568, 569, 570,
556, 574, 623, 630, 632, 635, 643, 571, 573, 575, 577, 578, 588, 590,
644, 654, 656, 658, 659, 660 591, 592, 593, 594, 596, 597, 598,
Bağrâs 195 604
Bâharz 160 Beber 162
Bâhile 551 Becî�le 125, 525, 551, 568
Bahreyn 89, 90, 93, 106, 108, 109, 255, Bedevî� 84, 85, 460, 505
283, 341, 400, 402, 420, 436, 443, Bedir 34, 56, 63, 68, 117, 121, 286, 439,
454, 485, 498, 544, 552, 553, 562, 452, 453, 454, 455, 488, 500
602 Behmen Casûse 141
Bâkıllânî� 21, 317, 318 Behrâ 173, 185, 198
Ba’lbek 128, 131, 186, 187, 188, 189, Behram b. Ferruhzâd 157
257, 449, 602 Bekr b. Vâil 90, 106, 108, 109, 135, 136, 665
Bânıkyâ 138 422, 547, 552, 553, 555, 561, 568
Bârusmâ 138 Belencer 158
Basra 27, 31, 33, 47, 48, 76, 137, 139, Belh 154, 155, 156, 160, 161, 605
150, 152, 158, 159, 161, 198, 264, Belî� 187
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
249, 256, 269, 423, 433, 438, 442, Cübeyr b. Mut’im 103, 440, 454
443, 444, 445, 446, 448, 449, 477, Cündişâpûr 151
480, 574 Cürcan 154, 161, 163
Corcis 187 Cüveyn 160
Corci Zeydan 509 Cüzâm 135, 165, 167, 173, 174, 185, 187,
Cuma Camii 515 212, 213, 588, 594
Cübeyr b. Hayyeti’s-Sekafî� 488, 503 Çin 155, 451, 494
D
Dabbe 318, 551, 568 Dırâr b. Hattâb 493
Dâbi’a b. Hâris 530 Dicle 137, 138, 143, 147, 197, 456, 515,
Dahhâk b. Firûz ed-Deylemî� 499 544, 545, 548, 551
Dahhâk b. Kays 340 Dimaşk 18, 25, 30, 47, 127, 131, 153,
Dârâ 198, 201 166, 173, 175, 176, 177, 178, 179,
Darabcird 155, 157 180, 183, 184, 186, 187, 188, 189,
Dâru’l-Erkam 499 192, 194, 210, 211, 238, 253, 258,
Dâru’l-Kurrâ 500 261, 262, 270, 283, 297, 298, 317,
Dâru’n-Nedve 481 374, 404, 424, 425, 454, 487, 493,
Dâru’r-Rakî�k 439 497, 527, 538, 545, 563, 564, 573,
Dâru’ş-Şurta 410, 413 601, 602, 610, 611, 613, 615, 617,
Dârü’d-Dakî�k 536 619, 621, 624, 625, 627, 628, 630,
Dârü’d-Dıyfân 536 636, 639, 651, 657, 658
Dârü’l-Berî�d 451 Divanü’l-Ceyş 455
Dârü’l-Edyâf 536 Divanü’l-Cünd 455
Dârü’l-İ�mâre 515, 517, 518, 519, 521, Diyarbakır 198, 201
525, 526, 529, 533, 534, 537, 557, Diyâr-ı Bekr 198
566 Diyâr-ı Mudar 198
Dârü’r-Rakî�k 536 Diyâr-ı Rebî�’a 198
Dârü’r-Reml 519 Doğu Akdeniz 158, 163, 211, 385, 451
Dârü’z-Ziyâfe 536 Dulûk Ra’ban 444
Dâsin 174 Dûmetü’l-Cendel 198, 327, 605
Dırar b. el-Ezver 94 Dûru’l-Hicre 542, 556, 597
Dırâr b. el-Hattâb 126, 150
E
Ebân b. Osman 493, 512 385, 387, 388, 390, 391, 394, 398,
Ebrehe b. es-Sabâh 215 399, 400, 404, 407, 419, 420, 421,
Ebû Abdullah 67 434, 435, 436, 438, 439, 440, 441,
Hz. Ebû Bekir 11, 12, 13, 18, 19, 23, 24, 443, 444, 451, 459, 460, 467, 468,
25, 30, 31, 32, 33, 34, 35, 36, 41, 42, 471, 472, 474, 475, 478, 481, 497,
43, 44, 45, 49, 50, 51, 53, 54, 55, 56, 511, 517, 527, 528, 529, 538, 601,
57, 58, 59, 60, 61, 62, 64, 65, 66, 67, 611, 613, 618, 634
68, 69, 70, 71, 74, 76, 77, 81, 82, 85, Ebû Berze el-Eslemî� 159, 496
86, 87, 88, 89, 90, 91, 93, 94, 96, 97, Ebû Dâvud 20
98, 100, 104, 107, 108, 109, 111, Ebû’d-Derdâ 461
112, 113, 114, 115, 118, 122, 123, Ebû Dücâne 104
124, 125, 132, 136, 137, 139, 140, Ebû Eyyûb el-Ensarî� 114, 336
158, 165, 167, 168, 169, 170, 171, Ebû Fükeyhe 54
172, 173, 174, 175, 176, 177, 181, Ebû Hafs 61
183, 184, 192, 198, 209, 254, 261, Ebû Hanî�fe ed-Dî�neverî� 16 667
264, 273, 275, 280, 281, 282, 283, Ebû Haşim Yahya b. Dinâr 499
284, 292, 301, 306, 344, 370, 371, Ebû Hayr Mersed b. Abdullah 498
374, 378, 380, 381, 382, 383, 384, Ebû Huzeyfe 45, 101, 102, 104, 288, 494
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
Ebû Hüreyre 77, 298, 363, 400, 402, 490, Ehl-i Sünnet 30, 31, 315, 316, 318, 322,
491, 494 332, 610, 631
Ebû İ�drî�s el-Havlânî� 497 Ehl-i Zâhir 587, 589
Ebû Kasım el-Belhî� 489 Ehlü’l-’Â�liye 551
Ebû Kesî�r Zeyd b. Abdurrahman 499 Ehlü’l-Eyyâm 554, 559, 562
Ebû’l-Esved ed-Düelî� 77 Ehlü’l-Hak 333
Ebû’l- Heyyâc el-Esedî� 405 Ehlü’l-Kâdisiyye 562
Ebû Mahzûra 495 Ehlü’r-Râye 579, 583, 584, 585, 593
Ebû Mihnef 21, 262, 275, 278, 279 Ehlü’s-Suffe 503
Ebû Mûsâ el-Eş‘arî� 151, 154, 158, 515, Ehvaz 151
520, 549, 550, 551, 554 Ekrem Ziya Umerî� 25
Ebû Rabî�a el-Mahzûmî� 495 el-Câmiu’l-Atî�k 502
Ebû Sa‘d el-Hayr 498 el-Lefî�f 588
Ebû Saî�d el-Hudrî� 77, 492, 494 Emevî�ler 16, 45, 51, 67, 205, 388, 418,
Ebû Süleyman ed-Dârânî� 497 458, 493, 521, 524, 525, 533, 555,
Ebû Tâlib 67, 71, 73 557, 562, 582, 592
Ebû Ubeyd 20, 140, 141, 240, 433, 438, Emğî�şiyâ 137
442, 447, 448, 449, 450, 453, 454 emî�nu’l-kadı 409
Ebû Ubeyd b. Mes‘ûd 140 emirü’l-ceyş 387
Ebû Ubeyde 42, 43, 45, 127, 128, 131, emirü’l-cünd 387
146, 168, 171, 174, 175, 177, 178, emr bil ma’rûf nehy ani’l-münker 76
179, 180, 181, 182, 183, 184, 185, Emsâr 370, 542, 597
186, 187, 188, 189, 190, 191, 192, Enbâr 138, 139
194, 200, 253, 306, 421, 422, 424, Endülüs 18
425, 426, 444, 446, 477, 497, 502, Enes b. Mâlik 66, 485, 490, 496, 501, 505,
503, 553 506, 520
Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh 42, 43, 45, 146, Ensâb 17, 18, 278, 279, 294, 352, 353,
168, 171, 174, 175, 178, 179, 181, 355, 357, 362, 521, 525, 530, 531,
182, 183, 184, 185, 194, 502 533, 534, 537, 555, 557, 563, 564,
Ebû Vâil Şakik b. Seleme 77 565, 568, 569, 570, 654, 659
Ebû Yûsuf 201, 424, 441, 442, 445, 447 Ensâbu’l-eşrâf 17
Ebû Zahirî� 499 Erdeşir 155
Ebû Zerr 76, 209, 246, 263, 270, 273, Ergiyan 160
274, 287, 288, 405, 429, 461, 462, Ermânuse 210, 214, 217, 218
463, 582, 604, 646 Ermâs Günü 146
Ebû Zeyd el-Ensârî� 110, 496 Ermeni 185, 186, 187, 199, 201, 203, 204
Ebû Zeyd Şelebî� 296 Ermeniler 158
Ebû Züeyb 246 Ermenistan 162, 163, 185, 342, 485, 605
Ebü’d-Derdâ 390, 487, 492, 497, 503 Erzen 201
Ebü’l-Alâ 497 Es’ad b. Zürâre 500
Ebü’l-Esved ed-Düelî� 342 Esed b. Hâşim b. Abd-i Menâf 73
Ebü’l-Eş’as 499 Esferâyin 160
Ebü’l-Ferec el-Maltî� 509, 510 Hz. Esmâ 54
Ebü’l-Mu’î�n en-Nesefî� 21 Esmâ bint Ebû Bekir 453
Ecnâdeyn 176, 177, 178, 180, 183, 184, Esmâ bint Umeys 453
185, 187, 188, 421, 601 Esved b. Külsüm el-Adevî� 160
edebiyat 16, 22, 475, 493 Esved b. Seri‘ 515, 520
Eğânî� 22 Esved b. Seri‘ et-Temî�mî� 515, 520
Ehl-i ‘Â�liye 555, 561 Esved el-Ansî� 89, 93, 105, 106, 107, 112
668 Ehl-i beyt 350, 351, 358, 363, 633 Eş’arî� 21, 22, 264, 273, 283, 285, 293,
Ehl-i Kitab 167, 208, 443, 474 404, 426, 450, 488, 490, 492, 496,
Ehl-i Râye 517, 523, 526, 579, 580, 581, 497, 502, 503, 508, 518, 531, 550,
582, 583, 585, 587, 588, 593 551, 604, 605
Dizin ■
Eş’as b. Kays 90, 112, 113, 114, 115, 144, Ethem Ruhi Fığlalı 24
182, 345, 497, 537 Evs 40, 42, 74, 245, 267, 455, 497, 582
Eşʻarî� 305, 307, 313, 315, 316, 317, 322, Evzâî� 497
325, 326, 331, 335, 346 Eyyâmü’l-Arab 55
Eşʻas b. Kays 324, 332, 334, 337 Ezd 187
eş-Şehristânî� 22 Ezriat 186
Eşter en-Nehaî� 297, 322, 473, 605 Ezruh 173
F
Fâris 157 Ficar 61
Fars 126, 145, 153, 162, 389, 473, 531, Filistin 76, 165, 166, 173, 174, 175, 176,
544, 602 192, 193, 194, 195, 212, 222, 288,
Farslar 136 352, 385, 420, 421, 422, 424, 449,
Farslılar 159 451, 454, 493, 497, 538, 573
Hz. Fâtıma 72, 74, 76, 77, 78, 281, 491 Fî�ruzan 143, 152
Fâtıma bint Esed 71 Fî�rûz ed-Deylemî� 105, 106
Fâtıma binti Hattâb 61, 500 Firyab 161
Fazl 75 el-Fitnetü’l-Kübrâ 263, 299
Fedâilü’l-Kur’ân 489 Fustât 27, 216, 217, 233, 236, 238, 241,
Fedek 118, 281 242, 248, 269, 288, 380, 388, 403,
felsefe 493 451, 461, 516, 517, 518, 519, 522,
Ferve b. ‘Amr 165, 536 523, 524, 525, 526, 529, 530, 532,
Ferve b. Müseyk 105, 107 533, 534, 535, 538, 539, 541, 542,
Fesa 155, 157 571, 572, 573, 575, 576, 577, 578,
fey 275, 356, 360, 433, 439, 440, 441, 579, 580, 581, 582, 583, 584, 585,
442, 445, 446, 447, 448, 449, 451, 586, 587, 588, 589, 590, 591, 592,
452, 454, 556 593, 594, 595, 596, 597, 603, 653,
Fıkıh 16, 21, 77, 438, 490, 492, 495, 499 657, 658, 659, 660
Fırat 135, 137, 138, 139, 141, 142, 143, Fücae b. Abduyalil 90
197, 202, 321, 544, 547, 548, 559
G-Ğ
Gassân 187, 195 G. Levi Della Vida 280
Gassânî� 69, 165, 166, 195, 199 Goldziher 505
Gassânî�ler 135, 175, 187 Gregorios 247
Gatafân 89, 94, 96, 245, 436, 551, 561 Gur 156, 159
gayrimüslim 11, 36, 129, 132, 173, 186, Güney Arabistan 135
395, 412, 421, 437, 464, 466, 476, Güney Irak 136
478, 479, 510, 566 Güney Kafkasya 163
Gazne 162 Gürcistan 204, 603
Gazvetü’l-Esâvid 250 el-Ğ� âfikî� 299
Gazze 174, 192, 422 Ğ� amru’l-‘Arabât 176
General Vahan 185, 186 � aniyy 551, 561
H
Habbâb b. Eret 496, 500, 538 Hadramut 89, 93, 105, 112, 113, 114
Habeşistan 67, 68, 240, 253, 255, 417, Hakem b. Amr 157
453, 603 Hakem b. Eb�l-� s 495
Habî�b b. Mesleme 158, 202, 203, 342 Hakem b. Umeyr 155
Hadis 16, 20, 21, 25, 70, 77, 299, 317, Hakem b. Zeyd 90
669
336, 474, 489, 490, 491, 492, 495, Hakî�m b. Cebele 297
498, 499, 504, 506 Half b. Havşeb 499
Hadramevt 454, 561, 568 Halî�cu Emî�ri’l-mü’minî�n 456
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
İ�krime b. Ebî� Cehil 93, 97, 100, 107, 111, 168, 171, 319, 381, 402, 465, 483,
112, 114 491, 511
İ�mâs Günü 146 İ�sfahân 151, 152, 154, 155, 157, 473, 603
İ�mrân b. Husayn 492, 496 el-İ�sfahânî� 22, 552, 658
�ran 32, 123, 126, 135, 136, 137, 138, �skenderiye 18, 207, 211, 215, 220, 232,
139, 140, 141, 142, 143, 144, 146, 233, 234, 235, 236, 237, 238, 241,
147, 148, 149, 150, 151, 152, 153, 254, 256, 258, 259, 272, 338, 403,
154, 155, 156, 157, 158, 163, 254, 475, 508, 509, 510, 522, 538, 539,
255, 383, 385, 389, 422, 427, 451, 572, 574, 575, 577, 578, 587, 588,
473, 480, 495, 542, 545, 552, 553, 589, 590, 603, 604, 620, 623, 625,
562 648, 649, 660
İ�ranlılar 142, 143, 146, 147, 149, 150, İ�slâm 3
151, 152 İ�smail b. Sâlim 499
İ�rmî�niyye 185, 202, 203, 204, 205 İ�srail 165
�rtidat 19, 32, 59, 64, 81, 82, 83, 86, 87, �stahr 155, 156, 159
89, 90, 93, 94, 96, 97, 105, 106, 108, İ�stahrî� 20
109, 110, 111, 112, 115, 122, 123, İ�yâd 139, 449, 546
İ�yâs b. Kabisa 138
J
John Kataias 128, 191, 202 Julius Wellhausen 26
K
Kâ’b b. Mürre 497 Kays b. Sa’lebe 110
Kâ’b b. Züheyr 493 Kaysebe b. Külsûm 516, 522, 577, 578,
Kâbe 62, 68, 74, 75, 439, 500, 508, 512 590, 593
Kâbil 162 Kazvin 154
Kabî�sa b. Züeyb 497 kelâm 16
Ka’bü’l-Ahbâr 274 Kelb 96, 167, 173, 185, 198
Kâdisiye 127, 143, 144, 145, 146, 147, Kerbelâ 137, 363
149, 150, 152, 172, 193, 421, 423, Kesker 141
472, 602, 616, 617 Kettânî� 417, 418
Kahtân 187 Kıbrıs 195, 253, 254, 255, 256, 257, 258,
Ka’kâ’ b. Amr 149 385, 429, 444, 451, 494, 604, 605
Kâriu’s-Sahâbî� 495 Kıbtî�ler 209, 213, 216, 230, 231, 232,
Karkisiya 150 233, 235, 258
Kasım b. Muhammed b. Ebû Bekr 490 Kınnesrî�n 128, 186, 187, 188, 191, 192,
Kasru �bn Bukayle 137 199, 200, 202, 449, 538, 602
Kasru’l-Adesiyyî�n 137 Kıpçaklar 158
Kasru’ş-Şem 526, 572 Kıraat 490
Katade b. Duâme 496 Kızıldeniz 89, 213, 456, 532
Kayn 187 Kilâbu’n-Nâr 333
Kayrevân 208, 246 kimya 493
Kaysâriyye 176, 186, 188, 192, 194, 195, Kinde 93, 112, 113, 114, 136, 187, 324,
210, 211, 212, 214, 217, 418, 421, 325, 516, 520, 537, 561, 564, 568,
539 569, 570
Kays b. Abdüyeğûs 105 Kirmân 155, 157, 159, 162, 342, 473,
Kays b. Â� sım 88, 96, 97, 110, 496 494, 553, 603, 617
Kays b. Ebi’l-Â� s 218, 391 Kisrâ 148
672 Kays b. Hübeyre 106, 107, 502 Kitâbü’l-Emvâl 20, 433, 447
Kays b. Mekşûh 93, 112 Kitâbü’l-Meğâzî� 17
Kays b. Sa‘d 79, 205, 304, 345, 352, 353, Kostantin 210, 214, 217, 218
355, 358, 359, 405, 431, 499, 519 Köprü savaşı 141, 142
Dizin ■
Kubâ 62, 500, 501 544, 546, 547, 548, 549, 550, 555,
Kudâa 93, 165, 170, 171, 187 557, 559, 560, 561, 562, 563, 564,
Kudâme b. Ca’fer 20, 240, 442 565, 566, 567, 568, 569, 570, 571,
Kudâme b. Maz’ûn 402 573, 575, 577, 578, 590, 591, 592,
Kudüs 127, 132, 133, 176, 186, 192, 193, 593, 596, 597, 598, 602, 603, 604,
194, 195, 210, 211, 218, 476, 573, 605
602 Kûhistân 159
Kûfe 27, 31, 33, 47, 48, 49, 52, 76, 80, Kûmis 154
135, 137, 141, 144, 151, 152, 155, Kura b. Şerî�k 582
158, 162, 163, 192, 198, 203, 264, Kureyd b. Ebû Ramse 499
267, 268, 269, 270, 271, 272, 274, Kureyş 18, 50, 51, 52, 53, 54, 58, 61, 63,
283, 284, 287, 288, 289, 290, 293, 68, 71, 84, 87, 88, 89, 90, 253, 263,
294, 296, 297, 299, 306, 307, 308, 265, 268, 283, 286, 287, 319, 368,
313, 314, 320, 325, 327, 331, 335, 374, 452, 454, 455, 459, 462, 486,
336, 337, 339, 341, 343, 345, 346, 551, 568, 575, 582
349, 351, 352, 353, 355, 356, 357, Kurra b. Hübeyre 85, 96
359, 360, 361, 372, 373, 377, 380, Kurra b. Seleme el-Kuşeyrî� 90
388, 390, 402, 405, 406, 419, 426, Kusem 75, 306, 341, 499
429, 451, 454, 456, 461, 462, 472, Kutkutane 340
479, 485, 489, 490, 496, 497, 502, Kuveyfetu b. Ö� mer 547
516, 518, 519, 520, 521, 522, 524, Külsûm b. Hidm 500
525, 528, 529, 530, 531, 533, 534, Künâsetü Benî� Esed 540
536, 537, 538, 540, 541, 542, 543,
L
Lahm 135, 167, 173, 185, 187, 213, 573, Lâzkiyye 517, 539
585, 586, 588, 594 Leone Caetani 26
Lahm b. Adî� b. Hâris b. Mürre 135 Leyletü’l-herî�r 146, 322
Lahmî� Devleti 137 Leys b. Bekr 582
Lahmî�ler 135 Likya 258
Lakit b. Malik 111 liyakat 76, 367, 379, 384
M
Mağrib 18, 208, 245, 250 Maraş 195
Mahmiye b. Cez 498 Mardin 198
Mahreme b. Nevfel 246, 454, 500, 536 Ma’reketü’l-Hadak 239
Makâm-ı İ�brahim 62, 512 Mâsebezân 150
Makberatü Benî� Hassân 538 Mâtürî�dî� 21, 30, 315, 317
Makberatü Benî� Mâzin 538 Meâb 174
Makberatü Benî� Şeybân 538 Mebsût 21
Makdisî� 17, 20 Mecûsî�ler 147, 269
Ma’kıl b. Kays er-Riyâhî� 405 Medâin 79, 126, 147, 148, 149, 150, 194,
Ma’kıl b. Yesâr 159, 456, 496, 531 336, 340, 353, 355, 359, 360, 426,
Maknâ 173 454, 498, 515, 544, 546, 547, 549,
Makrizî� 214, 217, 218 551, 559, 602, 606, 616
Malatya 129, 201 Medine 122, 140, 141, 144, 149, 151, 175
Mâlik b. Enes 20 Medineliler 140
Mâlik b. Habî�b el-Yerbû’î� 405 Mehmed Kâmil 71
Mâlik b. Hâris en-Neha’î� 287 Mehmet Çakırtaş 24
Mâlik b. Nüveyre 90, 93, 96, 97, 98 Mehmet Salih Arı 23 673
Mâlik el-Eşter 405, 426, 427, 430 Mehre 89, 93, 100, 107, 111, 112, 245
Ma’n b. Adî� 104 Mekhûl b. Ebû Müslim 497
Ma’n b. Zâide 529, 530 Mekke 172
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
314, 316, 318, 319, 320, 321, 324, 193, 194, 195, 198, 200, 202, 205,
325, 328, 329, 330, 333, 334, 338, 211, 212, 217, 221, 225, 226, 227,
339, 344, 345, 346, 372, 373, 374, 230, 234, 236, 238, 243, 244, 245,
375, 376, 377, 378, 379, 380, 382, 254, 255, 256, 261, 264, 265, 266,
383, 385, 404, 405, 407, 429, 431, 268, 271, 272, 273, 274, 277, 280,
438, 445, 456, 460, 462, 463, 464, 281, 282, 283, 284, 290, 292, 304,
467, 469, 470, 473, 478, 479, 503, 305, 306, 307, 319, 325, 371, 372,
512, 513, 514, 524, 528, 530, 531, 373, 374, 375, 376, 377, 378, 379,
532, 534, 536, 539, 552, 553, 562, 380, 382, 383, 384, 385, 386, 388,
563, 564, 565, 567, 569, 592, 593, 389, 390, 391, 392, 394, 399, 400,
604, 605 401, 402, 404, 407, 419, 420, 421,
Osman b. Affân 25, 46, 236, 239, 248, 422, 423, 424, 425, 426, 427, 428,
262, 270, 280, 467, 473, 512, 513, 433, 435, 436, 437, 438, 441, 442,
626, 628, 634, 646 443, 444, 445, 446, 447, 448, 449,
Osman b. Ebi’l-‘Â� s 90, 520 450, 451, 452, 453, 454, 455, 456,
Osman b. Eb�l-� s 155, 156, 602 459, 460, 461, 462, 466, 467, 468,
Osman b. Ebî�’l-Â� sî� es-Sekafî� 255 469, 470, 471, 472, 474, 475, 476,
Osman b. Ebû Ravvâd 499 477, 478, 479, 480, 497, 511, 512,
Osman b. Huneyf 307, 313, 345, 430, 448 513, 514, 515, 518, 522, 524, 527,
Osman b. Talha 495 528, 529, 530, 531, 532, 533, 536,
Osman Zeki Mollamehmetoğlu 26 538, 539, 541, 542, 543, 544, 545,
Hz. Ö� mer 18, 23, 26, 30, 31, 33, 34, 35, 550, 552, 553, 556, 561, 562, 563,
36, 41, 42, 43, 44, 45, 46, 48, 49, 51, 566, 571, 573, 575, 578, 591, 592,
53, 59, 60, 61, 62, 63, 64, 65, 66, 69, 593
70, 71, 74, 76, 77, 79, 98, 104, 114, Ö� mer b Ebû Seleme 453
115, 123, 124, 125, 126, 127, 129, Ö� mer b. el-Hattâb 210, 221, 222, 227,
130, 131, 132, 133, 137, 140, 142, 232, 233, 236, 244, 246, 265, 425
143, 144, 146, 148, 149, 150, 151, Ö� mer b. Hafs b. el-Muğî�re 182
152, 153, 154, 155, 156, 157, 158, Ö� mer b. Hâris 498
159, 161, 162, 163, 165, 168, 169, Ö� mer b. Mâlik 150
171, 176, 177, 178, 179, 180, 181, Ö� mer Rıza Doğrul 24, 26, 285
182, 183, 184, 186, 190, 191, 192,
P
Pelusium 213 Procopius 203
Permûn 213 Pürmûn 213
Pers 147
R
Rabi‘ b. Ziyad el-Harisî� 161 Rebi’a b. Ü� meyye b. Halef 401
Râfi’ b. Mâlik 503 Recâ b. Hayve 497
Rahbetü Benî� Hâşim 515, 518 Reccal b. Unfuva 101, 102
Rakka 186, 197 Remle 67, 176, 519
Ramazan 79, 80, 244, 326, 327, 328, 343, Resûl-i Müctebâ 60, 73
350, 361, 483, 504, 603, 605, 606 Re’sü’l-ayn 197, 201, 202, 603
Râmhürmüz 150, 151, 444, 493, 603 Revâdif 554, 562
Ramle bnt. el-Hâris 535 Rey 149, 152, 154, 155, 157, 444
Râşid Halifeler 15, 16, 17, 18, 19, 20, 21, Rıza Savaş 24
22, 23, 24, 25, 26, 27, 29, 30, 31, 32, Ribab 88, 97, 110
676 33, 34, 35, 36, 41, 46, 49, 51, 52, Rib‘î� b. Â� mir 145
250, 281, 418, 419, 430, 457, 458 Ridde 11, 12, 19, 23, 58, 59, 82, 88, 92,
Rebeze 76, 90, 273, 274, 288, 429, 439, 93, 99, 109, 136, 137, 138, 139, 170,
463, 527, 528, 604
Dizin ■
370, 459, 467, 472, 601, 613, 614, 233, 235, 237, 241, 310, 460, 583,
644, 648 584, 594
Ridde savaşları 136 Rûmetü’l-Hadak 239
rihle 491, 492 Ruşt 161
Rodos 257, 258 Rüstak-Zâm 159
Rufey b. Mihrân 496 Rüstem 140, 141, 143, 145, 146
Rum 126, 147, 186, 203, 214, 215, 216,
217, 220, 222, 223, 228, 229, 230,
S-Ş
Sâbikûn-i İ�slâm 72 Salih 23, 81, 185
Sâbit b. Akram 95 Sâlim b. Abdullah el-Muhâribî� 497
Sâbit b. Kays 95, 101, 102, 104 Salûbâ b. Nastûnâ 138
Sâbit b. Zeyd 496 Sâmirî�ler 444
Sabur 155 Samsat 201
Sa‘d b. Ebî� Serh 236, 239, 240, 244, 246, Sâriye b. Züneym 155, 156
250, 256, 258, 264, 272, 279, 280, Sâsânî� 32, 104, 108, 126, 135, 136, 138,
288, 290, 291, 293, 294, 517, 581, 139, 140, 141, 142, 143, 144, 145,
583 147, 148, 149, 152, 153, 207, 544,
Sa’d b. Ebî� Vakkâs 54, 143, 144, 147, 148, 546, 548, 549, 562, 563, 584
149, 150, 151, 162, 200, 388, 418, Sâsânî�ler 138, 141, 142, 143, 144, 150,
420, 421, 445, 496, 502, 602, 603, 153
604 Sebeiyye 270
Sa‘d b. Karaz 404 Sebre b. Amr 96
Sa‘d b. Temî�m 109 Secâh 89, 90, 97, 98
Sa‘d b. Ubâde 42, 57, 497, 499, 503 Secâvend 161
Sa‘d el-‘Aşî�ra 587 Sehl b. Huneyf 283, 306, 307, 320, 342,
Sadık Eraslan 23 345, 496
Safer 57, 80, 321, 327, 337, 546, 550, Sehm 551, 593
574, 601, 602, 603, 605 Selî�t b. Kays 141
Safvân b. Safvân 96, 97 Selmân b. Rebî�a 162, 203
Safvân b. Umeyye 495 Selmân el-Fârisî� 496, 547
sahâbe 17, 54, 263, 349, 501 Seniyyetü’l-Ukâb 175
sahib-i şurta 398, 406, 413 Serahs 160
sâhibu’l-ahdâs 401, 408 Serahsî� 21
sâhibu’l-‘ases 399 Serenc 161
sâhibu’l-me’ûne 409 Sevâd 150, 175
Sahrâ-i Şebes 538 Sevdân b. Humran 299
Sahrau Esî�r 537 Sevde bnt. Zem‘a 513
Saʻd b. Ubâde 42, 43, 306, 336 Sevr 55, 499
Sâib b. Â� mir b. Hişâm 246 Seyf b. Ö� mer 19, 185, 262, 528, 549, 569
Sâib b. Hişâm 405 Sıffî�n 15, 19, 49, 77, 79, 314, 316, 319,
Saî�d b. Cübeyr 490, 497, 499 320, 321, 322, 323, 331, 333, 338,
Saî�d b. el-Â� s 163, 203, 264, 283, 287, 341, 345, 361, 386, 405, 431, 537,
289, 291, 293, 294, 312, 363, 485, 554, 555, 562, 564, 565, 568, 569,
488, 604, 605 605, 629, 630, 631, 639, 659
Saî�d b. el-Müseyyib 494 Sımt b. el-Esved 189, 190
Saî�d b. Kays 352 Sicilya 257, 259, 604
Saî�d b. Nimrân 560 Sicistan 130, 155, 157, 161, 162
Saî�d b. Zeyd 61, 171, 496, 500 Simâk b. Haraşe el-Ensârî� 157 677
Saî�d b. Zeyd b. Amr 500 Simsat 197
Saî�d İ�bnü’l-Müseyyeb 490 Sincâr 198
Sakî�f 255, 551, 582 Sind 157
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
Teymâ 340, 341, 443 Tuleyha 83, 89, 90, 91, 93, 94, 95, 96,
Teym er-Ribâb 343 152, 307, 325, 399, 601
Teymoğulları 53 Tuleyha b. Huveylid 83, 89, 90, 93, 94,
Theodore Resthuni 203, 204 307, 325, 399
Theophanes 22
Tullâb b. Havşeb 499
tıp 493
Tureyfe b. Haciz 93
Tiflis 158, 204, 205, 603
Tikrit 423, 546 Tûs 161
Tohâristan 155, 161 Türk 155, 156
Trablus 254, 590 Türkmenistan 154
Trablusgarb 241, 242, 243, 244, 258 Tüster 151
U-Ü
Ubâde b. es-Sâmit 190, 225, 227, 229, Uyeyne b. Hısn 83, 84, 89, 94, 95, 96, 436
253, 256, 492, 497, 517, 574 Ü� bey b. Ka’b 101, 601
Ubâde b. Sâmit 263, 488 Ü� bülle 137
Ubeydullah b. Abbas 79, 341, 352, 353, � lleys 137
359 � meyye Cami 502
Ubeydullah b. Ebî� Ca’fer 498 Ü� meyyeoğulları 43, 44, 47, 67, 264, 265,
Ubeydullah b. Ma‘mer 159 267, 268, 289, 303, 304, 311, 312,
Ubeydullah b. Ö� mer 246, 277 319, 349, 363
Ubeydullah b. Utbe 490, 494 Ü� mmü Düneyn 219, 220, 221, 222, 223,
Ubeydullah b. Ziyâd 525 224, 225, 226, 227, 574
Uhud 53, 56, 74, 117, 118, 121, 286, 453 Ü� mmü Fadl 430
Ukayl b. Rabia 107
Ü� mmü Hakî�m Beyzâ bint Abdülmuttalib
Ukbe b. � mir 212, 498
66
Ukbe b. Ferkad 157
Ü� mmü Harâm 253, 256, 257
Ukbe b. Hâris 495
Ü� mmü Külsûm 54, 67, 74, 428
Ukbe b. Nâfi’ 208, 238, 242, 243, 246,
Ü� mmü’l-Benî�n 67
620
Ukkâşe b. Mihsan 95 Ü� mmü Seleme 75, 275, 453
Umeyr b. Sa‘d 202, 424 Ü� mmü Temî�m 98, 102
Umretü’l-kaza 62 Ü� mmü Ubeys 54
Urduca 23, 25, 26 Ü� rdün 165, 166, 173, 174, 176, 177, 352,
Urfa 195, 197, 200, 201 385, 424, 454, 493, 538
Urve b. Udeyye 334 Ü� sâme 59, 60, 64, 75, 122, 123, 132, 167,
Urve b. Zübeyr 493, 494 168, 169, 170, 171, 172, 173, 175,
Utarid b. Hacib 97 290, 292, 305, 378, 453, 472, 601
Utbe b. Ferkad 157 Ü� sâme b. Zeyd 48, 75, 91, 102, 122, 168,
Utbe b. Ğ� azvân 158, 496, 515, 518, 519, 175, 290, 305, 453
533, 544, 548, 551, 553, 556 � seyd b. Hudayr 503
V
Vâbisa b. Ma’bed el-Esedî� 499 Veki’ b. Malik 96
Vâdilkurâ 118 Velece 137
Vâhan 185, 186 Velî�d b. Ukbe 162, 264, 272, 287, 377,
vahiy 70, 74, 78, 88, 106, 460, 483, 486, 499, 534, 540, 565, 604
487 Veli Ertan 24 679
Vahşi b. Harb 102 veliyyü’l-ahdâs 409
Vâsıl b. Atâ 318 veliyyü’l-me’ûne 409
Vâsıle b. el-Eskâ’ 75, 497 Vural Çakır 23
Veber b. Yuhannes 106 Vüssak 479
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 2 ■ Râşid Halifeler Dönemi
W
Walwarya 222, 225, 226 W. Montgomery Watt 26
Wellhausen 26, 333
Y
Yahudi 118, 147, 173, 186, 195, 230, 235, 532, 535, 537, 561, 568, 569, 584,
443, 563, 586, 587, 595, 596 595, 606
Yahyâ b. Â� dem 20, 443, 449, 644 Yermûk 127, 131, 133, 176, 177, 179,
Yahyâ b. Ebî� Kesî�r 499 180, 183, 184, 185, 186, 187, 188,
Yâkût el-Hamevî� 20, 149, 150, 151, 152, 189, 192, 193, 199, 200, 421, 423,
154, 155, 156, 158, 159, 160, 161, 425, 480, 602
162, 197, 207, 208, 210, 211, 214, Yesrib 511, 578
216, 217, 219, 220, 226, 234, 241, Yeşkur b. Lahm 585
242, 243, 244, 246, 281, 456, 538, Yezdücerd 143, 144, 145, 148, 149, 150,
543, 617, 620, 624, 628, 644, 655, 151, 152, 155, 156
660 Yezî�d b. Alkame 259
Ya’lâ b. Ü� meyye 105, 437 Yezî�d b. Amr 499
Yaşar Kaplan 24 Yezî�d b. Ebî� Habî�b 523, 591, 595
Yemâme 65, 93, 97, 99, 101, 102, 105, Yezî�d b. Ebî� Hubeyb 498
109, 111, 169, 171, 420, 483, 498, Yezî�d b. Ebî� Süfyân 123, 173, 175, 178,
499 194, 420, 497, 538, 601
Yemen 89, 93, 99, 104, 105, 106, 107, Yezî�d el-Curaşî� 159
111, 112, 124, 135, 251, 282, 283, Yûnus b. Mettâ 94
306, 311, 325, 341, 437, 438, 443, Yûnus b. Ubeyd 496
454, 456, 485, 498, 499, 512, 520, Yusuf el-Karadâvî� 87
Z
Zâtü Atlâh 165, 170, 171 Zilhicce 66, 71, 79, 213, 242, 245, 299,
Zâtürrikâ’ 68 302, 321, 578, 601, 603, 604, 605
Zâtü’s-Savârî� 250, 257, 258, 259, 385, Zilkurbâ 439
605 Ziyâd b. Ebî�h 486, 515, 522, 531, 534,
zekât 32, 59, 81, 82, 85, 86, 87, 88, 89, 554, 555, 557, 565, 570, 588
90, 91, 95, 96, 97, 98, 112, 113, 114, Ziyâd b. Ebî� Süfyân 594
433, 434, 435, 436, 437, 438, 439, Ziyâd b. Hâris 498
440, 449, 450, 471, 472, 477, 527 Ziyâd b. Lebî�d 112, 114, 115
Zekeriyyâ b. Cehm 403, 406 Ziyâeddin er-Reyyis 451
Zekeriyya b. Merkıyâ 240 Zûemer 68
Zencân 154 Zûkâr 136
Zerûd 144 Hz. Zübeyr 54, 76, 308, 373
Zeyd b. el-Hâris el-Hicrî� 535 Zübeyr b. Avvâm 46, 48, 54, 90, 143, 225,
Zeyd b. Halebe 404 226, 227, 310, 313, 345, 379, 430,
Zeyd b. Hârise 166, 167, 170 589, 643
Zeyd b. Hattab 95, 101, 102, 104 Zübeyr b. Bekkâr 18, 554, 655, 660
Zeyd b. Sâbit 273, 275, 283, 298, 305, Zübyân 89, 91
484, 485, 490, 494 Zü’l-hilâl 53
Zeyd b. ‘Ubâde 536 Zü’l-Kassa 90, 91, 93, 94, 421, 436, 601
Zeyneb 74, 289, 572 Zü’l-Merv 175
Zibrikân b. Bedr 88, 96, 97, 139, 436
680