Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 122

YEMİNLİ

KILIÇ

DUNK & EGG #2


GEORGE R. R. MARTIN

Donanımhaber Kitap Forumu


Çeviri: Cypon & Eexpert






Dunk ile Egg'in hikâ yeleri, Buz ve Ateşin
Şarkısı serisinin ilk kitabı olan Taht
Oyunları'nın 80 yıl ö ncesindeki olayları
anlatır.


1. BÖLÜM

Yolların kesiştiğ i yerdeki demir bir kafesin içinde, ö lü iki adam yaz
gü neşinin altında çü rü yordu.
Egg, onlara bakmak için durdu. "Kim olduklarını dü şü nü yorsunuz
sö r?"
Katırı Ustad, moladan gayet memnun bir şekilde sırtındaki iki devasa
şarap kü pü ne aldırış etmeden sınır boylarınca yetişen kurumuş boz
şeytanotlarını yemeye başladı.
"Hırsızlar" dedi Dunk. Atı Yıldırım'ın ü zerinde olduğ undan ö lü
adamlara daha yakındı.
"Tecavü zcü ler. Katiller." Yeşil gö mleğ inin koltukaltlarında koyu
daireler oluşmuştu. Gö kyü zü masmaviydi ve Gü neş yakıcı derecede
sıcaktı. Bu sabah kamp için mola verene kadar litrelerce terlemişti
Dunk.
Egg, kafasında emanet duran geniş hasır şapkasını çıkardı ve gü neşin
altında parıl parıl parlayan kel kafası ortaya çıktı. Şapkayı durgun, sıcak
havada tembelce uçuşan sinekleri kovmak için kullandı. Yü zlercesi de
ö lü adamların ü stü nde geziyordu. "Bir kafesin içinde ö lü me terk
edilmeleri için epey kö tü bir şey yapmış olmalılar."
Egg bazen bir ü stad kadar akıllı olabiliyordu, ama diğ er zamanlarda
sadece on yaşında bir çocuktu. "Her lord aynı değ ildir," dedi Dunk.
"Kimisi bir adamı ö lü me mahkum etmek için çok bü yü k bir sebep
aramaz."
Demir kafes bir adamı bile ancak içine alabilecek bü yü klü kteydi ama o
ufacık kafesin içine iki adam tıkıştırılmıştı. Yü z yü ze bakıyorlardı,
kolları ve bacakları birbirine dolanmış ve sırtları da gü neşin altında
alev gibi yanan siyah kafes demirlerine yaslanmıştı. Biri diğ erini
yemeye çalışmıştı, adamın boynundaki ve omzundaki ısırıklar ile
kopmuş yerler bunu açıkça ortaya koyuyordu. Ikisinin de ü stü nü
kargalar kaplamıştı. Dunk ve Egg tepeye yaklaştıklarında kuşlar siyah
bir bulut gibi yü kseldi. O kadar çoklardı ki Ustad ü rkü p deliye
dö nmü ştü .
"Her kimseler açlıktan ö lmü ş gö zü kü yorlar," dedi Dunk. Cesetler bir
deri bir kemik kalmıştı ve derileri yeşillenip çürümüştü. "Ekmek çalmış
veya bir lordun ormanında geyik avlamış da olabilirler." Kuraklığ ın,
ikinci yılına girmesiyle lordlar yasak bö lgede avlanmaya daha da az
tolerans gö stermeye başlamışlardı. Gerçi kuraklığ ın ilk yılında da bu
konuda pek yumuşak oldukları sö ylenemezdi.
"Bir haydut çetesinin ü yeleri de olabilirler." Dosk'ta bir şarkıcının -
Kara Robin'i Astıkları Gü n- şarkısını sö ylediğ ini duyduklarından beri
Egg her çalının arkasında heybetli haydutlar gö rü yordu.
Ihtiyarın yaverliğ ini yaparken birkaç haydut grubuyla karşılaşmıştı
Dunk ve daha fazlasıyla karşılaşmak için pek de acelesi yoktu. Gö rdü ğ ü
haydutların hiçbiri heybetli, cesur haydutlar değ ildi. Sö r Arlan'ın,
asılmasına yardım ettiğ i, yü zü k çalmakla kafayı bozmuş bir haydutu
hatırladı Dunk. Yü zü ğ ü almak için erkeklerin parmaklarını keserken
kadınlarda parmağ ı ısırarak koparmayı tercih ediyordu. Onun adına şiir
yazılmazdı, Dunk bunu biliyordu. Haydutlar ya da kaçak avcılar, hiç fark
etmez. Ölü adamlardan iyi dost olmaz. Yıldırım'ı kafesin etrafında
yavaşça sü rdü Dunk. Olü adamların boş gö z çukurları onu takip ediyor
gibiydi. Olü adamlardan birinin kafası aşağ ı dü şmü ş ve ağ zı kocaman
açılmıştı. Dili yok. Bir anda farkına varmıştı Dunk. Dili kargalar yemiş
olabilirdi. Duyduğ una gö re kargalar ilk ö nce cesetlerin gö zlerini
didiklermiş, belki de diller onlar için ikinci sırada geliyordu. Ya da
söylediği bir şey yüzünden bir lord dilini koparttırmıştır. Parmaklarını
gö lgeli karmakarışık saçlarının arasında gezdirdi Dunk. Olü lere yardım
edemezdi ve Standfast'e gö tü rmeleri gereken kü plerce şarap vardı.
"Hangi yö nden gelmiştik?" diye sordu Dunk bir o yola bir bu yola
bakarak. "Yö nü mü şaşırdım."
"Standfast bu yö nde, sö r." Diye işaret etti Egg.
"Oyleyse o yö nde gidiyoruz. Akşamü stü orada olabiliriz, tabi burada
oturup tü m gü n boyunca sinekleri saymazsak." Mahmuzlarıyla
Yıldırım'a dokundu ve beygiri soldaki sapağ a doğ ru sü rdü . Egg ise hasır
şapkasını tekrar başına geçirdi ve Ustad'ın dizginlerini sertçe çekti.
Katır, şeytanotlarının arasında otlanmayı bırakıp hiç itiraz etmeden
yola koyuldu. O da sıcaktan bunalmış durumda, diye dü şü ndü Dunk, ve o
şarap küpleri de epey ağır olmalı.
Yaz gü neşi yolları kaya gibi sertleştirmişti. Oluklar bir atın ayağ ını
kıracak kadar derindi. Bu yü zden Dunk Yıldırım'ı olukların arasındaki
yü ksek toprakta tutmaya dikkat ediyordu. Dunk, geçen gü n Dosk'tan
ayrıldıklarında gecenin karanlığ ında, serin havada yü rü rken bileğ ini
burkmuştu. Bir şö valye ağ rılar ve acılarla yaşamayı ö ğ renmeli derdi hep
ihtiyar. Evet evlat ve aynı zamanda kırık kemikler ve yaralarla da. Bunlar
kılıçların ve kalkanların olduğu kadar bir parçasıdır şövalyeliğin. Eğ er
Yıldırım'ın ayağ ı kırılsaydı, şey... aslında atı olmayan bir şö valye, şö valye
değ ildir.
Egg sırtında şarap kü pleri yü klü olan Ustad ile beraber, Dunk'ı beş
metre kadar geriden takip ediyordu. Çocuk ayakkabısız, bir ayağ ı olukta
bir ayağ ı ise dışarıda yü rü yordu, bu yü zden her adımda bir yü kselip bir
alçalıyordu kalçasında hançeri, sırt çantasında ayakkabıları ve beline
bağ lanmış eski pü skü gö mleğ iyle. Geniş hasır şapkasının altında, yü zü
is tutmuş ve kirli; gö zleri ise bü yü k ve kopkoyuydu. Egg on yaşındaydı
ve boyu bir buçuk metreye yakındı. Ne kadar hızlı bü yü se de Dunk'ın
boyuna yetişmek için çok yolu vardı. Çocuk, gerçekte olmadığ ı seyis
yamağ ı gibi gö rü nü rken gerçekte olduğ u kişiyle uzaktan yakından
alakası yoktu.
Olü adamlar kısa sü re sonra arkalarında gö zden kaybolmuşlardı ama
Dunk kendini onları dü şü nü rken buldu. Krallık birçok kanunsuz adamla
doluydu bugü nlerde. Kuraklık, biteceğ ine dair en ufak bir işaret
gö stermemişti ve binlerce kö ylü hala toprağ ına yağ mur dü şen bir yer
bulmak için yollara dü şmü ştü .
Lord Kankuzgun onlara kendi topraklarına ve lordlarına dö nmelerini
emretmişti ama çok azı bu emre itaat etmişti. Birçoğ u kuraklık için
Kankuzgun'u ve Kral Aerys'i suçluyordu. Tanrılar Akraba katillerini
lanetlerdi ve bunun için tanrıların krallığ ı cezalandırdıklarını
dü şü nü yorlardı. Eğ er akıllı olsalardı ki değ illerdi bunu sesli bir şekilde
sö ylemezlerdi. Lord Kankuzgun'un kaç gözü vardır? Diye sormuştu Egg
Eski Şehir'de duyduğ u bir bilmeceyi. Bin ve bir tane.
Altı yıl ö nce Kral'ın Şehri'nde Dunk onu kendi iki gö zü yle, Çelik
Sokağ ı'nın arkasında elli kadar Kuzgun Dişleri1 ile birlikte soluk renkli
bir at sü rerken gö rmü ştü . Bu Kral Aerys, Demir Taht'a çıkıp onu Kral'ın
Eli ilan etmeden ö nceydi. Yine de duman ve kızıl rengi kıyafeti ve
belindeki kılıcı -Kara Kızkardeş- ile etkileyici bir gö rü ntü sü vardı. Soluk
teni ve beyaz saçları onu yaşayan bir ceset gibi gö steriyordu. Yanağ ı ve
çenesi boyunca uzanan, kızıl bir kuzgunu andırdığ ı sö ylenen kırmızı bir
doğ um lekesi vardı. Ne var ki Dunk'ın gö rdü ğ ü sadece rengi değ işmiş
garip şekilli bir parça deriden ibaretti. Dunk ö ylesine dikkatli bakmıştı
ki Kankuzgun bunu hissetmişti. Yanından geçerken onu incelemek için
''kralın bü yü cü sü '' başını çevirmişti. Bir gö zü vardı ve o da kırmızıydı
diğ erinin yerinde ise sadece bir boşluk. Acıçelik'in ona Kızılçim
Meydanı'nda verdiğ i bir armağ an. Yine de Dunk onun iki gö zü ile
kendisine bakıp ruhunun derinliklerine kadar indiğ ini hissetmişti.
Hava sıcak olmasına rağ men bu anı onu titretmişti. "Sö r?" dedi Egg.
"Iyi misiniz?"
"Hayır, onlar kadar yanmış ve susuzum." Dedi Dunk yolun ö tesindeki
bostanlardaki bü zü şmü ş dizi dizi kavunları gö stererek. Sınır boylarınca
demirdikenleri ve ö beklenmiş şeytanotları hala hayata tutunuyordu
fakat ekinler için aynı şey sö z konusu değ ildi. Dunk, bü zü şmü ş
kavunların nasıl hissettiğ ini çok iyi anlıyordu. Sö r Arlan ona, bir gezici
şö valye asla susuz kalmaz derdi. "Tabi yağ muru yakalayacak bir miğ feri
olduğ u sü rece. Yağ mur suyu buralardaki en iyi içecektir evlat."
Ne var ki ihtiyar hiç bö yle kurak bir yaz gö rmemişti. Dunk miğ ferini
Standfast'te bırakmıştı. Giymek için çok sıcak ve ağ ırdı ve havada
yakalayacak pek yağ mur damlası yoktu. Tarlalar, topraklar sararmış,
kavrulmuş ve ölüyorken bir gezici şövalye ne yapabilir ki?
Nehre ulaştıklarında belki de suya girmeliydiler. Gü ldü ve suya atlayıp
nehirden ıslak, saçlarından ve yanaklarından sular sü zü lerek, gö mleğ i
sırılsıklam olmuş ve vü cuduna yapışmış bir şekilde sırıtarak çıkmanın
ne kadar gü zel olabileceğ ini dü şü ndü . Egg de biraz ıslanmak
isteyebilirdi lakin çocuk serin ve kuru gö rü nü yordu, terliden çok
tozluydu ve asla çok terlemezdi. Sıcağ ı çok severdi. Dorne'dayken ü stü
çıplak bir şekilde dolaşmış ve bir Dornelu kadar esmerleşmişti. Bu onun
ejder kanından olmalı, diye dü şü ndü Dunk. Nerede duyulmuş bir
ejderhanın terlediği? Dunk memnuniyetle kendi gö mleğ ini de
çıkarabilirdi ama bu uygun dü şmezdi. Eğ er isterse bir gezici şö valye
ü stü çıplak bir şekilde de at sü rebilirdi çü nkü sadece kendisinden başka
utanacağ ı kimsesi olmazdı. Ama bir şö valye, yeminli kılıç ise o zaman
işler değ işirdi. Bir lordun bal şarabını içip etini yedikten sonra her
yaptığın hareket onu yansıtır, Derdi Sö r Arlan. Daima senden beklenenin
fazlasını yap, asla azını değil. Asla hiçbir görevden ve zorluktan kaçma.
Ve en önemlisi asla hizmet ettiğin lordu utandırma. Standfast'te bal
şarabı ve et- tavuk ve bira anlamına geliyordu ama bu basit yemeğ i Sö r
Eustace da yemişti.
Dunk gö mleğ ini ü stü nde tuttu ve terlemeye devam etti.

2. BÖLÜM

Kahverengi Kalkanlı Sö r Bennis eski tahta kö prü nü n ü zerinde
bekliyordu.
"Geri dö ndü nü z ha," diye seslendi. "Siz gideli o kadar zaman geçti ki,
ihtiyarın verdiğ i gü mü şü alıp kaçtınız diye dü şü ndü m." Bennis tü ylü
katırının ü zerinde oturuyordu ve ağ zında da ağ zının içini sanki kan
kaplıymış gibi gö steren bir tomar ekşiotu2 vardı.
"Şarap bulmak için ta Dosk'a kadar yol aldık," dedi Dunk ona. "Deniz
canavarları Ufak Dosk'u yağ malamış. Kadınları ve bulabildikleri değ erli
eşyaları almışlar ve bulamadıklarını da kö yle birlikte ateşe vermişler."
"O Dagon Greyjoy asılmayı hak ediyor," dedi Bennis. "Oyle ama kim
asacak o da var. Yaşlı Pate'i buldunuz mu?"
"Bize ö ldü ğ ü nü sö ylediler. Demir adamlar onu, kızını almalarına karşı
koyduğ u için ö ldü rmü ş."
"Yedi cehennem aşkına," Bennis kafasını sallayıp yere tü kü rdü . "O kızı
daha ö nce gö rmü ştü m. Bana sorarsan uğ runa ö lü necek biri değ ildi
ama... O aptal Pate'in bana bir gü mü ş borcu vardı." Kahverengi şö valye,
tıpkı onların giderken bıraktıkları haldeydi. Daha kö tü sü , hala
bıraktıkları gibi kokuyordu. Her gü n aynı kıyafeti giyiyordu; kahverengi
pantolon, şekilsiz bir elden dü şme gö mlek, at derisinden bir bot. Zırhını
kuşandığ ında paslı zıhının ü zerine kahverengi bol bir pardesü giyerdi.
Kılıç kemeri kaynatılmış deriden yapılmıştı. Kırışık yü zü de,
bakıldığ ında aynı deriden yapılmış gibiydi.
Kafası yolda gelirken gördüğümüz kurumuş kavunlara benziyor. Bü tü n
bunların yanında adamın dişleri bile kahverengiydi. Tabi dişlerinin
ucunda kalan kırmızı ekşiotu lekelerini saymazsak. Bü tü n bu
kahverengilik arasında gö ze çarpan farklılık, adamın kü çü k, şaşı,
fesatlıkla parıl parıl parlayan soluk yeşili gö zleriydi. "Sadece iki fıçı var,"
dedi adam. " Sö r Işe Yaramaz, dö rt tane istemişti."
"Iki tane bile bulabildiğ imiz için şanslıyız," dedi Dunk. "Kuraklık
Arbor'a kadar vurmuş. Duyduğ umuza gö re ü zü mler şarap yapılırken
kuruyormuş. Ve demir adamların da korsanlık yaptığ ı hesaba
katılırsa..."
"Sö r?" diye araya girdi Egg. "Sular çekilmiş."
Dunk Bennis ile o kadar meşguldü ki nehre bakmamıştı bile.
Kö prü nü n eski tahta dö şemelerinin altında sadece kum ve taşlar
vardı. İşte bu tuhaf. Köyden ayrılırlarken nehrin suyu azalmıştı ama yine
de akıyordu.
Bennis gü ldü . Adamın iki çeşit gü lü şü vardı. Bazen bir tavuk gibi
gıdaklar bazen ise Egg'in katırından daha sesli bir şekilde anırırdı. Bu
gü lü ş onun tavuk gü lü şü ydü . "Siz yokken nehir kuruyup gitti galiba.
Kuraklıktan olsa gerek."
Dunk umutsuzca başını eğ di. Şey, sırılsıklam olamayacağım. Kendini
aşağ ı savurdu. Ekinlere ne olacak peki? Menzil'deki kuyuların yarısı
kurumuştu ve bü tü n akarsulardaki sular azalmıştı. Karasu ve ulu
Mander de dâ hil.
"Su işi pis iş," dedi Bennis. "Bir keresinde içeyim dedim beni kö pekler
gibi hasta etti. Şarabı tercih ederim."
"Yula lar için geçerli değ il o. Arpalar için de. Havuçlar, lahanalar,
soğ anlar için de. Uzü mlerin bile suya ihtiyacı var." Dedi Dunk kafasını
sallayarak. "Nasıl bu kadar çabuk kuruyabilir? Daha biz gideli altı gü n
oldu."
"Başından beri o nehirde pek su yoktu zaten Dunk. Işesem sidiğ im bile
o nehirden daha gü r akar."
"Dunk değ il," dedi Dunk. "Bana ö yle seslenmeyeceksin demiştim."
Neden uğ raştığ ına şaşıyordu aslında. Bennis ağ zı bozuk biriydi ve
insanlarla dalga geçmeyi seven bir yapısı vardı. "Benim adım Sö r Uzun
Duncan."
"Kime gö re? Yanındaki kel yavruya gö re mi?" Egg bakıp yine tavuk
gü lü şü nü koyverdi. "Pennytree ile gezdiğ in zamandan beri boy atmışsın
ancak bence hala yerli yerinde bir Dunk gibi gö rü nü yorsun."
Dunk ensesini kaşıyıp ayağ ının dibindeki taşlara baktı. "Şimdi ne
yapacağ ız?"
"Şarapları eve taşıyın ve Sö r Işe Yaramaz'a da nehir kurumuş deyin.
Standfast kuyusundan hala su çekilebiliyor. Susuz kalmayacağ ı kesin."
"Ona Işe Yaramaz deme." Dunk yaşlı şö valyeye dü şkü ndü . "Onun çatısı
altında uyuyorsun, biraz saygı gö ster."
"Sen ona ikimizin toplamda duyacağ ı kadar saygı duyuyorsun zaten
Dunk," dedi Bennis. "Onu istediğ im şekilde çağ ırırım."
Grileşmiş bitkiler, Dunk kö prü nü n ü zerinde yü rü rken çatırdıyordu.
Kaşlarını çatıp aşağ ıdaki kum ve taşlara baktı. Birkaç kü çü k su
birikintisinin taşların yanında ışıldadığ ını gö rdü . Hiçbiri de avucundan
geniş değ ildi. "Olü balıklar var orada ve şurada. Gö rdü n mü ?" Kokuları
ona kavşaktaki ö lü adamları hatırlattı.
"Evet gö rdü m sö r," dedi Egg.
Dunk derenin içine atlayıp yere çö meldi sonra da yakınındaki bir taşı
ters çevirdi. Üstü kuru ve sıcak, altı nemli ve çamurlu. "Su daha yeni
çekilmiş."
Elindeki taşı kıyıya doğ ru fırlattı ve taş kuru ve kahverengi toprakta
toz bulutu oluşturdu. "Toprak kıyılarda kuru ve çatlamış ancak orta alan
yumuşak ve çamurlu. Bu balıklar bugü n ö lmü ş."
"Pennytree'nin seni ‘Gerzek Dunk' diye çağ ırdığ ını hatırlıyorum," dedi
Sö r Bennis taşların ü zerine ağ zındaki ekşiotu ö beğ ini tü kü rü rken. Ot
gü neşin altında kızıl ve çamurumsu bir şekilde parıldadı. "Gerzekler
durup dü şü nmez, ikir yü rü tmez. Kafaları bu tü r işler için çok kalındır
çü nkü ."
Kale duvarı kadar kalın kafalı gerzek Dunk. Bu sö zler Sö r Arlan'ın
ağ zından sevecen şekilde çıkardı. Her zaman nazik bir adamdı.
Azarlıyor olsa bile. Ancak aynı sö zler Kahverengi Kalkanlı Sö r Bennis'in
ağ zından farklı tonda çıktı. "Sö r Arlan ö leli iki sene oluyor," dedi Dunk.
"ve şu an ben Sö r Uzun Duncan diye çağ rılıyorum." Yumruğ unu
kahverengi şö valyenin yü zü ne gö mü p, o kızıl çü rü mü ş dişlerini kıymık
gibi parçalamak için içinde feci bir istek uyandı. Kahverengi kalkanlı
Bennis kendini beğ enmiş adımın teki olabilirdi ancak Dunk'ın boyu
yeterince uzun ve kilosu da epey fazlaydı. Gerzek olabilirdi ancak aynı
zamanda kalıplıydı da. Kafası neredeyse Westeros'taki kapıların
yarısına çarpmış gibi geliyordu. Dorne'dan Boğ az'a kadar olan bü tü n
meyhanelerin kirişlerine çarptığ ını saymadan hem de. Egg'in kardeşi
Aemon Eski Şehir'de Dunk'ın boyunu ö lçmü ştü ve iki metreyi geçkin
olduğ unu3 sö ylemişti. Tabi bu altı ay ö nceydi. O kadar zamandır boyu
daha da uzamış olabilirdi. Ihtiyar sıklıkla bü yü menin, Dunk'ın en iyi
yaptığ ı iş olduğ unu sö ylerdi.
Yıldırım'ın yanında gidip, ata tekrar bindi. "Egg, şarapları al ve
Standfast Kalesi'ne gö tü r. Ben suya ne olmuş ona bakmaya gidiyorum."
"Nehirler sü rekli kuruyup durur," dedi Bennis.
"Sadece gidip baka—"
"Kaldırdığ ın taşın altına baktığ ın gibi mi? Gidip taşları kaldırmaya
çalışma Gerzek, altından ne çıkacağ ını asla bilemezsin. Standfast
Kalesi'nde gayet gü zel ot minderlerimiz var. Her zamankinden fazla
yumurtamız var ve yapacak bir işimiz de yok. Sö r Işe Yaramaz'ı dinleyip
eskiden ne kadar yü ce olduğ unu tartışıp dur. Sö zü me kulak ver ve bu
işin peşini bırak. Hepsi bu kadar."
Dunk inat etmezse olmazdı. "Sö r Eustace şaraplarını bekliyor," dedi
Egg'e. "Ona nereye gittiğ imi de sö ylersin."
"Sö ylerim Sö r," Egg Ustad'ın yularını çekip katırı yola soktu. Katırın
kulakları sinirle seyirdi ama bir kez daha yü rü meye başladı. O şarap
fıçılarından bir an önce kurtulmak istiyor. Dunk bunu istediğ i için katırı
suçlayamazdı.
Nehir akıyor iken kuzeydoğ uya doğ ru akıyordu. Bu yü zden Dunk
Yıldırım'ı gü neybatıya çevirdi. Dunk henü z birkaç metre gitmişti ki
Bennis onu yakaladı. " En iyisi asılmayacağ ından emin olmak için
seninle geleyim." Ağ zına bir tutam taze ekşiotu tıktı. "Şu kuru sö ğ ü tlerin
oradan geç, bü tü n sağ kıyı ö rü mcek diyarına ait."
"Bizim kıyıda kalacağ ım." Dunk, Donukhendek leydisi ile uğ raşmak
istemiyordu. Standfast'te onun hakkında hep kö tü şeyler sö ylenirdi.
Mezara gö nderdiğ i kocaları yü zü nden ona Kızıl Dul derlerdi. Yaşlı Sam
Stoops ise onun için cadı, zehirci ve daha bir sü rü kö tü sö z sö ylerdi. Iki
yıl ö nce Osgrey'in adamlarından birinin kendi koyunu çaldığ ını sö yleyip
onu yakalaması için şö valyelerini nehrin karşı tarafına gö ndermişti.
"Lordum Donukhendek'e adamını geri almak için gittiğ inde, ona kaleyi
çeviren hendeğ in dibine bakması sö ylenmiş," demişti Sam. "Kadın
zavallı Dake'i taş dolu bir torbaya dikip, toprağ a gö mmü ş. Işte bu
olaydan sonra Sö r Eustace, Sö r Bennis'i hizmetine aldı, ö rü mcekleri
topraklarından uzak tutsun diye."
Yıldırım kavurucu sıcağ ın altında sakin ve sabit bir hızda koştu.
Gö kyü zü masmaviydi ve bir tek bulut bile yoktu. Nehir yatağ ı, taşlı
tepeler ve ıssız sö ğ ü t ağ açları ile kahverengi tepeler ve kurumuş tahıl
tarlaları etrafında kıvrılıyordu. Kö prü nü n başlangıcından nehrin
yukarısına doğ ru yaklaşık bir saatlik bir yolculuktan sonra kendilerini
Wat Ormanı olarak bilinen kü çü k Osgrey ormanlarından birinin
sınırında buldular. Yeşillik uzaktan davetkar duruyordu ve Dunk'ın
aklına gö lgeli vadiler ile çağ ıldayan dereler getirmişti. Ama ağ açların
yanına geldiklerinde ormanın ince, zayıf ve kopuk dallı ağ açlardan
oluştuğ unu gö rdü ler. Bazı bü yü k meşe ağ açları yaprak dö kü yordu ve
çam ağ açlarının yarısı gö vdelerindeki kurumuş dikenleri ile birlikte, Sö r
Bennis kadar kahverengi haldeydi. Beterin de beteri diye dü şü ndü
Dunk. Tek bir kıvılcım ile burası meşaleye döner.
Bir sü re sonra, Chequy deresi boyunca uzanan birbirine geçmiş
çalılıkların içindeki ısırgan otlarının, beyaz çalı ve dikenli asma
dallarının hala kuru olduğ unu gö rdü . Kavgayı andıran bir mü cadeleden
sonra, ağ açların otlak alan oluşsun diye kesildiğ i, kuru nehrin
Donukhendek tarafında geçtiler. Sıcaktan kavrulup kurumuş otların ve
solmuş yaban çiçeklerinin arasında birkaç siyah burunlu koyun
otluyordu. "Koyun kadar aptal başka bir hayvan gö rmedim," dedi Sö r
Bennis. "Senle bir akrabalıkları var mı dersin ha Gerzek?" Dunk cevap
vermedi ama Bennis tavuk gü lü şü ile gü lmeye devam etti.
Iki buçuk kilometre kadar gü neye ilerlediklerinde ö nlerine bir baraj
çıktı.
Oyle çok bü yü k bir şey değ ildi ama epey dayanıklı gö rü nü yordu. Uzeri
kabuklu iki kalın ağ aç gö vdesi, nehrin bir kıyısından diğ erine ulaşacak
şekilde yerleştirilmişti. Aralarındaki boşluklar da taş ve toprak ile sıkı
sıkıya doldurulmuştu. Barajın arkasındaki akıntı yavaşça kıyıya vuruyor
ve Leydi Webber'ın tarlalarına giden bir su yoluna doğ ru akıyordu.
Dunk daha iyi bakabilmek için ü zengiye basıp atın ü zerinde ayağ a
kalktı. Gü neşin su ü zerinde yaptığ ı ışıltı, bir ö rü mcek ağ ı misali her
yö ne akan yirmi kadar kü çü k kanalı açığ a vurdu. Nehrimizin suyunu
çalıyorlar. Gö rdü kleri Dunk'ın ö ke ile dolmasına sebep oldu. Ozellikle
baraj yapmada kullanılan ağ açların kesinlikle Wat Orman'ından alınmış
olduğ u aklına geldiğ inde.
"Bak işte gelip de gö rdü ğ ü nü beğ endin mi gerzek," dedi Bennis.
"Nehrin kurumuş olabileceğ i dü şü ncesi sana yeterli gelmedi değ il mi?
Belki bu iş su ile başladı ancak kan ile bitecek. Bü yü k ihtimalle senin ve
benim kanım ile." Kahverengi şö valye kılıcını kınından çekti.
"Neyse, şimdilik yapılacak bir şey yok. Uç katımızdan fazla kazıcıları
olmalı. En iyisi onları biraz korkutalım." Atını mahmuzladı ve karşı
çimenliğ e doğ ru dö rtnala ilerledi.
Dunk'ın takip etmekten başka seçeneğ i yoktu. Sö r Arlan'ın dü z gü zel
çelikten yapılma uzunkılıcı belinde duruyordu. Eğer bu kanal
kazıcılarının birazcık akılları varsa kaçarlar. Yıldırım'ın toynakları
çamurlu toprağ a vurdu.
Bir adam karşıdan gelen şö valyeleri gö rü nce elindeki kü reğ i bıraktı
ama hepsi o kadar. Alanda yirmi kadar uzunlu kısalı, genç yaşlı
gü neşten esmerleşmiş kazıcı vardı. Bennis atını yavaşlatırken adamlar
dü zensizce bir araya gelip ellerindeki kazma ve kü rekleri sıkıca
kavradılar. "Burası Donukhandek toprağ ı," diye bağ ırdı içlerinden biri.
"Ve o da Osgreylerin nehri." Dedi Bennis elindeki kılıç ile işaret ederek.
"O koduğ umun barajını kim dikti oraya?"
"Ustad Cerrick yaptı," dedi genç bir kazıcı.
"Hayır," diye yaşlı bir tanesi ısrar etti. " Gri saçlı zü ppe şunu bunu
yapın diye emretti ama barajı kuran biziz."
"Oyleyse kolaylıkla tersini yapıp yıkabilirsiniz dimi lan."
Kazıcıların gö zlerinde meydan okuyan ve sıkkın bir bakış vardı.
Içlerinden biri alnındaki teri elinin tersi ile sildi. Hiçbiri konuşmadı.
"Sö ylediğ imi kulaklarınız işitmedi herhâ lde," dedi Bennis. "Duymanız
için bir iki kulağ ın kesilmesi mi gerek? Gö nü llü var mı?"
"Burası Webber toprağ ı." Yaşlı kazıcı kambur ve inceydi ancak bir o
kadar da inatçı duruyordu. "Burada olmaya hakkınız yok. Istediğ in
kulağ ı kes. Kes de leydim seni torbaya koyup hendekte boğ sun."
Bennis atını adama doğ ru yaklaştırdı. "Burada leydi ilan
gö remiyorum ben. Sadece geveze birkaç kö ylü var." Elindeki kılıcı
kazıcının çıplak esmer gö ğ sü ne dayayıp dü rttü . Bir tek damla kan
akıtacak sertlikte bir dü rtü ş.
Çok ileri gitti. "Kılıcını yerine sok," diye uyardı Dunk. "Bu kazıcının işi
değ il. Emri onlara şu ü stad vermiş."
"Ekinler için sö r," dedi koca kulaklı bir kazıcı. "Buğ daylar kuruyacaktı.
Ustad ö yle dedi. Armut ağ açları da ö yle…"
"Belki o ağ açlar kurur, ya da siz kurursunuz."
"Konuşarak bizi korkutamazsın," dedi yaşlı adam.
"Oyle mi?" Bennis'in uzunkılıcı rü zgarla uğ uldadı ve yaşlı adamın
yanağ ına, kulağ ından çenesine kadar bir kesik attı. "Dedim ki, ya o
ağ açlar kurur, ya da siz kurursunuz." Kazıcının kanı, yü zü nü n bir
yarısını kıpkırmızı yapmıştı.
Bunu yapmamalıydı. Ama Dunk ö kesini bastırmak zorunda kaldı.
Bennis bu işte onun tarafındaydı. "Koşun gidin buradan," diye bağ ırdı
kazıcılara. "Hadi leydinizin kalesine dö nü n."
"Koşun," diye bastırdı Sö r Bennis.
Kazıcılardan ü ç tanesi ellerindeki aletleri atıp çimenin ü stü ne koşarak
sö yleneni yaptılar. Ama içlerinden başka biri, gü neşten yanmış ve kaslı
bir kazıcı elindeki kazmayı kaldırdı ve "Sadece iki kişiler," dedi.
"Kılıca karşı kü rekle kapışmak aptal işidir, Jorgen," dedi yaşlı adam
yü zü nü tutarak. Kanı parmaklarının arasından sızıyordu. "Bu iş burada
bitmedi. Bittiğ ini sanma."
"Bir kelime daha sö yle de bu senin son kelimen olsun."
"Size zarar vermek istemedik," dedi Dunk, yaşlı adamın kanlı yü zü ne
karşı. "Tek istediğ imiz bize ait olan su. Leydine bö yle sö yle."
"Oh evet ona kesinlikle sö yleyeceğ iz sö r," diye sö z verdi kaslı adam
elindeki kazmayı hala kavramış halde. "Sö yleyeceğ iz."

3. BÖLÜM

Eve dö nerken, ağ açların onlara kü çü k de olsa gö lge sağ ladığ ı Wat
Ormanı'nın tam kalbinden yol aldılar. Bu durumda bile sıcaktan
pişmişlerdi. Normalde ormanın içinde geyikler olmalıydı ancak
gö rebildikleri tek canlı sineklerdi. Sinekler, Dunk at sü rerken yü zü nü n
ö nü nde vızıldıyorlardı. Yıldırım'ın ise gö zlerinin çevresine sü zü lü yor,
koca savaş atına bitmek bilmez bir rahatsızlık veriyorlardı. Hava hala
aynı boğ uculuktaydı. Dorne'da en azından gündüzler kuraktı ancak
geceleri o kadar soğuk olurdu ki paltomun altında soğuktan
titrerdim. Menzil'de ise geceler, gü ndü ze oranla neredeyse hiç serin
olmazdı. Ustelik kuzeye daha yakın olmasına rağ men.
Her tarafı ter içinde kalmışken Dunk, bir yaprak koparıp onu
parmaklarının arasında gezdirdi. Yaprak Dunk'ın elinde, sanki bin yıllık
parşö menmiş gibi ufalanıp gitti. "O adamın yü zü nü kesmene gerek
yoktu," dedi Bennis'e.
"Yanağ ından makas aldım sadece ona dilini tutmasını ö ğ retmek için.
Gerçi orada onun boğ azını kesmem gerekirdi, bö ylece diğ erleri tavşan
gibi seke seke kaçar, biz de onları atlarımız ile bir gü zel çiğ nerdik."
"Yirmi kişiyi ö ldü rü r mü ydü n?" dedi Dunk duyduğ una inanmayarak.
"Yirmi iki. Bu da senin el ve ayak parmaklarının toplamından iki fazla
oluyor gerzek. Hepsini ö ldü rmezsen, gider masal anlatmaya başlarlar."
Kocaman bir kuru çalılığ ın etrafından dö ndü ler. "Sö r Işe Yaramaz'a
kü çü k sidikli deresinin kuraklıktan dolayı kuruduğ unu sö ylemeliyiz."
"Sö r Eustace'e yalan mı sö yleyeceksin?"
"Evet, neden olmasın ki? Kim ona ö teki tü rlü sü nü sö yleyecek? Sinekler
mi?" Bennis ağ zı ekşiotundan kıpkırmızı olmuş bir şekilde sırttı. "Sö r
Işe Yaramaz, bö ğ ü rtlenliğ in oradaki çocuklarını gö rmeye gittiğ i vakit
haricinde asla kulesini terk etmez."
"Bir yeminli kılıç lorduna gerçekleri sö ylemek zorundadır."
"Ortada bir gerçekler vardır, bir de ‘gerçekler' vardır gerzek. Bazı
gerçekler bilinse de işe yaramaz." Yere tü kü rdü . "Kuraklıklar tanrıların
işidir. Insanlar ise tanrıları hakkında hiçbir halt yapamaz. Kızıl Dul'a
gelince… Işe Yaramaz'a suyunu o kancığ ın aldığ ını sö yleyelim. O da
onur, gurur yapıp geri almak istesin. Sonra da bekle ve gö r. Bir şeyler
yapmak zorunda olduğ unu dü şü nü r."
"Yapmak zorunda zaten. Halkımızın, ekinleri için o suya ihtiyacı var."
"Halk-ım-ız mı?" diye anırarak gü ldü Bennis. "Sö r Işe Yaramaz seni
ben çö ğ dü rmeye gittiğ imde mi varisi ilan etti? Sence sana bağ lı olan
halkın kaç kişiden oluşuyor? On mu? Ve bu sayıya da Şaşı Jayne'nin
baltayı hangi ucundan tutacağ ını bile bilemeyen yarım akıllı oğ lu da
dâ hil. Git kaledeki herkesi şö valye ilan et. Bu yine de Dul'un
elindekilerin yarısı bile etmez. Tabi onun okçularını, yaverlerini ve
diğ er adamlarını saymıyorum bile. Bü tü n hepsini saymak için iki elinin
ve iki ayağ ının parmaklarına ihtiyacın olacak. Ve senin kel çocuğ un el ve
ayak parmaklarına da."
"Saymak için parmaklara ihtiyacım yok." Dunk sıcaktan da,
sineklerden de ve kahverengi şö valyenin yoldaşlığ ından da
bıkmıştı. Kendisi bir zamanlar Sör Arlan ile at sürmüş olabilir ancak bu
yıllar yıllar önceydi. Bu adam büyüdükçe adileşmiş, korkaklaşmış ve
yalana alışmış. Dunk topuklarını atına vurdu ve adamın kokusunu
arkasında bırakmak için atını ileri sü rdü .
Standfast Kalesi nezaket ile dolu bir kaleydi. Taşlı tepenin zirvesinde
cesurca durup kilometrelerce uzaktan gö rü lebildiğ i dü şü nü lü rse,
satranç kalesini4 andıran bir gö rü ntü sü vardı.
Kalenin bir kısmı birkaç yü zyıl ö nce çö ktü ğ ü için yenilenmeye ihtiyaç
duymuştu ve bu yü zden kuzey ve batı duvarları iki çeşit taştan
oluşuyordu; Pencerelerin ü st tarafı soluk gri taşlardan, pencerenin alt
tarafı ise eski siyah taşlardan. Tamir sırasında çatı hizasına yeni kü çü k
kuleler eklenmişti ancak sadece yenilenen duvarların ü zerine. Diğ er iki
kö şede ise çö melmiş, taştan yapılma antik groteskler vardı. Rü zgar ve
hava koşulları heykelleri o kadar çok aşındırmıştı ki artık ne oldukları
bile belli değ ildi. Çam ağ acından yapılma tavan sabitti ancak epey zarar
gö rmü ş ve su sızdırmaya yatkın gö rü nü yordu.
Kaleye çıkış, eğ ri bü ğ rü bir patikadan sağ lanıyordu ve patika tek
kişinin yü rü yebileceğ i genişlikteydi. Yokuş yukarı çıkarlarken o ö nde,
Bennis ise Dunk'ın hemen arkasındaydı. Dunk, yokuşun sonunda
kafasında sarkık bir hasır şapka ile bir taşın ü zerinde dikilen Egg'i
gö rdü .
Çamurdan ve dallardan ö rü lme kü çü k bir ahırın ö nü nde buluştular.
Şekilsizce dağ ılmış mor yosun yığ ının yarı yarıya gizlediğ i ahır, kalenin
hemen dibindeydi. Ihtiyarın hadım edilmiş gri atı ahırın bö lmelerinden
birinde duruyordu. Onun hemen yanında da Ustad vardı. Gö rü nü şe gö re
Egg ile Sam Stoops şarapları içeri taşımışlardı. Tavuklar avluda avare
avare dolaşıyordu. Egg hızlıca yanlarına gelip "Nehire ne olduğ unu
bulabildin mi?" dedi.
"Kızıl Dul baraj dikmiş," dedi Dunk atından inip dizginleri Egg'e
verirken. "Çok fazla su içmesine izin verme."
"Peki sö r. Izin vermem."
"Çocuk," diye seslendi Bennis. "Gel benim atımı da al."
Egg adama saygısızca bir bakış attı. "Ben senin uşağ ın değ ilim."
Çocuktaki bu dil bir gün başına büyük dert açacak, diye dü şü ndü Dunk.
"Onun atını da al. Yoksa kulağ ına tokadı yersin."
Egg somurtsa da emredileni yaptı. Atın dizginini kavradığ ı anda, Sö r
Bennis boğ azını temizleyip yere tü kü rdü . Kırmızı renkte parlayan bir
topak balgam çocuğ un ayak parmaklarından ikisine denk geldi. Egg
adama buz gibi bir bakış attı. "Ayağ ıma tükürdünüz sö r."
Bennis attan yere indi. "Oyle. Bir dahaki sefere yü zü ne tü kü receğ im.
Senin o çıbanlı diline katlanacak değ ilim."
Dunk çocuğ un gö zlerindeki ö keyi gö rebiliyordu. "Atlarla ilgilen Egg,"
dedi işler daha da kö tü ye gitmeden. "Sö r Eustace ile konuşmamız
gerek."
Standfast Kalesi'nde giriş sadece, altı metre yü kseklikteki meşe ve
demirden dö vü lmü ş bir kapıdan yapılıyordu. Kapının eşiğ i dü zgü n
siyah taştan yapılmaydı ve taş o kadar yıpranmıştı ki eşiğ in ortasına
doğ ru yuvarlaklaşmıştı. Biraz yukarısında ise kö tü bir zamana denk
geldiğ inde asma kö prü gibi sallanan sarp, tahta basamaklara adım
attılar. Dunk tavukları bir kenara kovuşturdu ve basamakları ikişer
ikişer çıktı.
Standfast Kalesi, dışarıdan gö rü ndü ğ ü nden daha bü yü ktü . Geniş
mahzenleri ile kilerleri, kalenin ü zerine tü nediğ i tepenin bü yü k kısmını
işgal ediyordu. Kale, toprağ ın hemen ü zerinde yü kselen dö rt kata
sahipti. Ustten iki katın pencereleri ile balkonu var iken, alttaki iki
katta, duvarın içine doğ ru oyulmuş, saldırı anında okçuların savunma
amaçlı siper alacağ ı mazgallar vardı. Içerisi serin ancak karanlıktı. Bu
yü zden Dunk, gö zlerinin karanlığ a alışması için bekledi. Sam Stoops'un
karısı şö minenin ö nü nde diz çö kmü ş, kü lleri temizliyordu. "Sö r Eustace
yukarıda mı yoksa aşağ ıda mı?" diye sordu Dunk ona.
"Yukarıda sö r." Yaşlı kadın o kadar kamburdu ki başı omuzlarından
daha aşağ ıdaydı. "Çocukları ziyaretten yeni dö ndü , bö ğ ü rtlenlikten."
Çocuklar Eustace Osgrey'in evlatlarıydı; Edwyn, Harrold ve Addam.
Edwyn ile Harrold şö valyeydi. Addam ise genç bir yaver. Uçü de on beş
yıl ö nce, Karaalev Isyanı'nın sona erdiğ i Kızıl Çim Meydanı'nda
ö lmü şlerdi. "Kral adına, cesurca savaşarak ö ldü ler," demişti Sö r Eustace
Dunk'a. "ve ben de onları evlerine getirip bu bö ğ ü rtlenliğ e defnettim."
Eustace'in eşi de orada gö mü lü ydü . Ne zaman ihtiyar, yeni bir fıçı şarap
açsa, tepeden aşağ ı iner, bir kadeh şarabı evlatlarının mezarlarının
ü zerine dö kerdi. Ve kendi kadehini havaya kaldırıp, "Kral adına!" diye
bağ ırırdı, şarabından bir yudum almadan ö nce.
Sö r Eustace'in yatak odası kalenin dö rdü ncü katındaydı. Kendisine
ö zel deposu ise bir alttaydı. Dunk onu depoda bulacağ ını biliyordu,
sandıkların ve fıçıların arasında vakit ö ldü rdü ğ ü nü de. Deponun koyu
gri duvarlarında, yü zyıllar ö nce savaşlarda kullanılmış veya ele
geçirilmiş ancak şuan sadece Sö r Eustace'in hatırladığ ı paslanmış
silahlar ve sancaklar asılıydı. Sancakların tamamı kö tü bir şekilde rengi
atmış ve tozlanmış, bir zamanlar sahip olduğ u o parlak renkler griye ve
yeşile dö nmü ş, hemen hemen yarısı ise kü lenmişti.
Sö r Eustace, Dunk ona doğ ru adım atarken, elinde tuttuğ u bir çaput ile
yıpranmış bir kalkanın ü zerindeki kirleri temizliyordu. Bennis, kokulu
ayakları ile Dunk'ı takip etti. Yaşlı şö valyenin gö zleri Dunk'ı gö rdü ğ ü nde
biraz daha parlak gibi gö rü ndü . "Benim gü zel devim gelmiş," dedi kesin
bir sesle. "ve cesur Sö r Bennis. Gelin de şuna bir bakın. Şu sandığ ın
dibinde buldum bunu. Korkunç şekilde ihmal edilmiş bir hazine."
Gö sterdiğ i bir kalkandı veya bir kalkandan arta kalanlar. Oldukça
kü çü ktü . Neredeyse yarısı aldığ ı darbelerden dolayı kopup gitmişti,
diğ er yarısı ise gri ve parça parçaydı. Demir kasnak, tamamen pas
tutmuştu ve tahta gö vdesi tahta kurusu delikleri ile doluydu. Birkaç
boyalı pul, sadıkça kalkana tutunuyordu ancak eskiden ü zerinde olan
desen gö rü lemeyecek derecedeydi.
"Lordum," dedi Dunk. Osgrey hanesi yü zyıllardır lordluk unvanına
sahip değ ildi ancak ö yle seslenmek Sö r Eustace'e hanesinin eski
ihtişamlı gü nlerini hatırlatır, onu mutlu ederdi. "Bu nedir?"
"Kü çü k Aslan'ın kalkanı," dedi yaşlı adam kalkanın kasnağ ını ovup
pasları çıkarırken. "Sö r Wilbert Osgrey, ö ldü ğ ü savaşta bu kalkanı
kullanmıştı. Eminim hikayesini biliyorsundur."
"Hayır Lordum," dedi Bennis. "Işin ilginç yanı hikayesini
bilmiyoruz. Küçük Aslan dediniz değ il mi? Niye cü ce ilan mıydı?"
"Kesinlikle hayır," dedi yaşlı şö valye bıyığ ı titreyerek. "Sö r Wilbert
uzun, gü çlü ve harika bir şö valyeydi. Beş kardeşinin en kü çü ğ ü olan Sö r
Wilbert'a lakabı ona kü çü klü ğ ü nde verilmişti. Onun zamanında Yedi
Krallık'ta hala yedi kral vardı ve Yü ksekbahçe ile Kaya Kralları sık sık
savaşırdı. Yeşil krallar emrindeydik o zamanlar, Gardener hanesi
emrinde. Eski Yeşilel Garth5 kanındandı onlar ve kraliyet sancakları
beyaz zemin ü zerinde yeşil bir el şeklindeydi. Uçü ncü Gyles
sancaktarlarını toplayıp doğ uya, Fırtına Kralı ü zerine yü rü dü ğ ü nde
Wilbert'ın bü tü n kardeşleri de onunla birlikte gitti savaşa. O gü nlerde
ne zaman Menzil Kralı savaşa gitse damalı aslan sancağ ı, yeşil el sancağ ı
ile yan yana dalgalanırdı.
"Ancak Kral Gyles doğ uya gittiğ inde ö yle olmadı. Kaya Kralı,
Menzil'den bir parça koparabilmek için bu savaşı fırsat bildi ve Batı
diyarı askerlerinden oluşan bir ordu ile ü zerimize yü rü dü . Osgreyler o
zaman Kuzey sınırı komutanıydı, bu yü zden de onları karşılamak Kü çü k
Aslan'a uygun dü şü yordu. Lannister ordusunu komuta eden Kral,
Dö rdü ncü Lancel'di sanırım, beşinci de olabilir. Sö r Wilbert, Kral
Lancel'in yolunu kesip onu durmaya zorladı. "Sakın daha ileri gelmeye
kalkma," dedi ona. "Burada istenmiyorsun. Menzil topraklarına tek bir
adım dahi atmanı yasaklıyorum." Ancak Lannister, sancaktarlarına
ilerlemelerini emretti.
"Yarım gü n boyunca savaştı altın aslan ile damalı aslan. Lannisterların
elinde, sıradan kılıçların rakip olamayacağ ı Valyria çeliğ inden kılıçlar
vardı. Bu yü zden Kü çü k Aslan savaşmakta zorlandı ve kalkanı harap
oldu. En sonunda Sö r Wilbert, elinde tuttuğ u savaş içinde kırılmış olan
kendi kılıcı ve aldığ ı dü zinelerce ağ ır yara ile, kendisini hiç dü şü nmeden
dü şmanının ö nü ne atladı. Şarkıcılar Kral Lancel'in onu neredeyse ikiye
bö ldü ğ ü nü sö yler ancak Kü çü k Aslan ö lmek ü zere iken, kralın zırhında,
kolunun hemen alt tarafında bir açık bulup, hançerini tam oraya saplar.
Krallarının ö lü şü ile Batı diyarı askerleri geri dö ner ve Menzil, bö ylece
Lannister işgalinden kurtarılmış olur." Yaşlı adam elindeki kırık kalkanı,
adeta bir bebeğ i okşar gibi şevkatle okşadı.
"Oyle Lordum," dedi Bennis boğ uk bir sesle. "Bugü nlerde bö yle
adamlara ihtiyacımız var. Dunk ile ben nehrinize bakmaya gittik
lordum. Nehir bir kemik kadar kupkuru ve sebebi de kuraklık değ il."
Yaşlı adam kalkanı bir kenara bıraktı. "Anlat." Yü ksekçe bir yere oturdu
ve Dunk ile Bennis'in de aynısını yapmasını işaret etti. Kahverengi
şö valye hikayeyi anlatırken, çenesi yukarda, omuzları geride ve bir
mızrak gibi dik bir duruş ile Bennis'i dikkatle dinledi.
Sö r Eustace gençliğ inde, uzun boyu ve yakışıklılığ ı ile tam bir
"şö valyelik" timsali olmalıydı. Geçen zaman ve keder, adamın ü zerine
bü yü k etki bırakmıştı ancak hala ciddi, iri kemikli, geniş omuzlu, geniş
gö ğ ü slü ve yaşlı bir kartal misali gü çlü ve sert gö rü nü yordu. Kısa kesim
saçları sü t kadar beyazlamıştı ancak dudaklarını gizleyen ince bıyığ ı kü l
rengi bir grilikte kalmıştı. Kaşları da bıyıkları ile aynı renkteydi ve
gö zlerinin altı soluk gri gö lgeli, gö zleri ise hü zü n doluydu.
Bennis barajdan bahsettikçe, o gö zlerdeki hü zü n daha da artmış gibi
gö rü ndü . "O nehir bin seneden daha uzun bir sü redir Damalı Nehir
olarak bilinir," dedi yaşlı şö valye. "Çocukluğ umda orada balık tutardım,
ve benim evlatlarım da aynısı yaptı. Alysanne, şu anki gibi sıcak yaz
gü nlerinde kıyısına gidip suda oynamayı severdi." Alysanne, Sö r
Eustace'in bahar salgınında yitip giden kızıydı. "Ilk kez bir kızı Damalı
Nehir kıyısında ö pmü ştü m. Kız kuzenimdi, amcamın en genç kızıydı,
Yapraklı Gö l'deki Osgreylerden. Hepsi ö ldü elbette, kız bile." Sö r
Eustace'in bıyığ ı titredi. "Bu kabul edilecek bir durum değ il sö r. O kadın
benim nehrimi alamaz. Benim olan Damalı Nehri, benden çalamaz."
"Baraj epey sağ lam inşa edilmiş lordum," diye uyardı Sö r Bennis.
"Benim ve Sö r Dunk'ın bir saatte yıkamayacağ ı kadar sağ lam. Hatta o
kel çocuk yardım etse bile yıkamayız. Bizim iplere, kazmalara ve bir
dü zine adama ihtiyacımız var. Ve bu bir dü zine adam sadece barajı
yıkmak için gerekli olan sayı, savaşmak için olanlar dâ hil değ il."
Sö r Eustace Kü çü k Aslan'ın kalkanına baktı.
Dunk boğ azını temizleyip; "Lordum, bununla birlikte, kazıcılar ile
karşılaştık ve şey..."
"Dunk, lordumu ıvır zıvır şeylerle oyalama," dedi Bennis. "Içlerinden
bir aptala dersini verdim zaten, hepsi bu kadar."
Sö r Eustace Bennis'e keskin bir bakış attı. "Nasıl bir dersmiş bu?"
"Kılıçla verilen bir ders lordum. Yanağ ından ufak bir kan akıttım hepsi
o kadar."
Yaşlı şö valye uzunca bir sü re ona baktı. "Bu... bu kö tü dü şü nü lmü ş bir
hareket sö r. Kadının kalbi bir ö rü mceğ in kalbi ile eş değ er. Kadın ü ç
kocasını da ö ldü rdü . Ve bü tü n erkek kardeşleri de kundaklarında can
verdi. Beş taneydi kardeşi. Belki de altı, tam olarak hatırlayamıyorum.
Kardeşleri onunla kale arasındaki tek engeldi. Hiç şü phem yok ki, onu
hoşnut etmeyen bir kö ylü nü n sırtını derisi soyulana kadar
kırbaçlatabilecek biriyken, sen gidip onun... Hayır. Kadın bö yle bir
hakareti kabullenmeyecek. Hiç şü phen olmasın, kadın senin peşine
dü şecek tıpkı Lem'in peşine dü ştü ğ ü gibi."
"Dake, lordum," dedi Sö r Bennis. "Yü ce affınıza sığ ınıyorum, siz onu
benden daha iyi tanırsınız elbet ancak onun ismi Dake idi."
"Izniniz olursa lordum, Altınkoru'ya gidip Lord Rowan ile bu baraj
hakkında konuşabilirim," dedi Dunk. Rowan yaşlı şö valyenin
derebeyiydi ve Kızıl Dul, Sö r Eustace'in olduğ u kadar onun da toprağ ını
alıkoymuştu.
"Rowan mı? Hayır. Ondan yardım gelmez. Lord Rowan'ın kız kardeşi,
Lord Wyman'ın kuzeni Wendell ile evli. Yani onunla Kızıl Dul arasında
kan bağ ı var. Bunun yanında Lord Rowan beni sevmez. Sö r Duncan,
yarın gü neş doğ ar doğ maz bana bağ lı bü tü n kö ylere gidecek, orada
savaşmaya yaşı ve kalıbı yeten her adamı buraya getireceksin.
Yaşlanmış olabilirim ancak henü z ö lmedim. O kadın yakında yaşayan
tek damalı aslanın hala pençeleri olduğ unu ö ğ renecek!"
Tek değil, diye dü şü ndü Dunk hü zü nlü bir şekilde. Ben de o damalı
aslandan biriyim.

Formun Altı

4. BÖLÜM



Sö r Eustace'in topraklarında ü ç tane kü çü k kö y, bir avuç ev ile koyun ve
domuz ağ ılı vardı. Bö lgenin ö vü nç kaynağ ı, sazdan yapılma tek odadan
oluşan, duvarlarında Yediler'in karakalemle ö zensizce çizilmiş
resimlerinin asılı olduğ u bir kiliseydi. Mudge adında bir zamanlar Eski
Şehir'de yaşamış olan kambur sırtlı bir çoban, her hafta o kilisede dua
eder ibadet yapardı. Yılda iki defa ise gerçek bir rahip gelir, Anne adına
gü nahları affederdi. Kö ylü ler gü nahların affedilmesinden hoşlanırdı
ancak aynı zamanda rahiplerin ziyaretlerinden de nefret ederlerdi.
Çü nkü gü nahların affedilme vaktinin gelmesi, gelen rahibe yemek
vermek zorunda oldukları anlamına geliyordu.
Kö y halkı, Dunk ile Egg'i gö rdü klerinde sevindiklerine dair hiçbir
belirti gö stermedi. Dunk kasabalarda Sö r Eustace'in yeni şö valyesi
olarak biliniyordu ancak hiç kimse onu bir bardak su ikram edecek
kadar tanınmıyordu. Erkeklerin çoğ u tarladaydı ve bu yü zden de
onların gelişi ile evlerinden çıkanlar çoğ unlukla kadınlar ve çocuklardı.
Onların yanında tarlada çalışamayacak kadar hastalıklı gö rü nen birkaç
bü yü kbaba da vardı. Egg elinde Standfast'ten getirdiğ i beyaz zemin
ü zerinde şaha kalkmış, damalı yü zeyi yeşil ve altın renkleri ile
sü slenmiş aslan desenli Osgrey sancağ ını tutuyordu. "Standfast'ten
buraya Sö r Eustace'in emri ile geldik," dedi Dunk kö ylü lere. "On beş ila
elli yaş arası gü cü yerinde her erkeğ in, yarın sabah kalenin ö nü nde
toplanması emredilmiştir."
"Savaş mı çıktı?" dedi eteğ inin arkasında gizlenmiş iki çocuğ u ile
kucağ ında bebeğ ini emziren zayıf bir kadın. "Siyah ejder geri mi
dö ndü ?"
"Bu işin içinde ne kırmızı ne de siyah ejder var," dedi Dunk kadına. "Bu
iş damalı aslan ile ö rü mcek arasında. Kızıl Dul sizin nehrinizi çalıyor."
Kadın başını salladı ancak Egg kafasındaki hasır şapkayı kendisini
yellemek için çıkardığ ında çocuğ a şü pheli bir şekilde baktı. "O çocuğ un
hiç saçı yok. Hasta mı?"
"Saçım kazınmış benim," dedi Egg. Sapkayı başına tekrar koydu ve
Ustad'ın başını çevirip yavaşça ileri doğ ru ilerledi.
Çocuk bugün epey bir asabi. Yola çıktıklarından beri neredeyse hiç
ağ zını açmamıştı. Dunk Yıldırım'a mahmuzu ile yavaşça dokundu ve
kısa sü rede katıra yetişti. "Dü n senin yerine Sö r Bennis'in tarafını
tuttuğ um için mi kızgınsın?" diye sordu suratı asık yaverine yeni
kasabaya doğ ru yol alırlarken. "O adamı sen ne kadar seviyorsan ben de
o kadar seviyorum ancak adam bir şö valye. Onunla daha nazik
konuşmalısın."
"Ben senin yaverinim onun değ il," dedi çocuk. "Çok pis ve bozuk ağ ızlı
bir adam ü stelik bana çimdik atıyor."
Eğer senin gerçekte kim olduğun hakkında ufacık bir şüphesi bile olsa
sana elini sürmeden önce altına ederdi. "Eskiden beni de çimdiklerdi."
Egg'in sö yleyişi ona geçmişi hatırlatmıştı. Sö r Bennis ile Sö r Arlan,
Dornelu bir tü ccar tarafından, kendisini Lannisport'tan Prens Geçidi'ne
kadar eşlik etmeleri için kiraladığ ı bir şö valye grubu içinde yer
almışlardı. Dunk o zaman Egg'in yaşındaydı, tabi ondan daha
uzundu. Kolumun altını öyle bir çimdiklerdi ki kolum mosmor olurdu.
Parmakları kıskaç gibiydi ama onu hiç Sör Arlan'a şikayet
etmemiştim. Oteki şö valyelerden biri Taşlı Kilise yakınlarında ortadan
kaybolmuştu ve etrafa Bennis ile aralarında çıkan ağ ız dalaşından sonra
Bennis'in onu deştiğ i sö ylentisi yayılmıştı. "Eğ er sana bir daha çimdik
atarsa bana sö yle ki bir daha yapamasın. O zamana kadar atına bakmak
sana pek yü k olmaz."
"Doğ ru, biri atına bakmak zorunda," diye kabul etti Egg. "Bennis atını
hiç tımarlamıyor. Ahırda atının durduğ u yeri temizlemiyor. Atına
daha isim bile vermemiş."
"Bazı şö valyeler atlarına isim vermezler," dedi Dunk. "Bö ylece atları
savaşta ö ldü ğ ü nde duydukları ü zü ntü artmamış olur. Etrafta
binebileceğ in bir sü rü at bulursun ama, sadık bir dostunu kaybetmek
zordur." En azından ihtiyar öyle derdi gerçi kendi öğüdüne kendisinin de
uyduğu söylenemezdi. Sahip olduğu bütün atlara isim vermişti. Ve Dunk
da ö yle. "Kalenin oraya kaç kişi gidecek gö receğ iz... ama beşte olsa elli
de olsa, onlar için de çalışmalısın."
Egg, Dunk'a kızgın bir bakış attı. "Köylülere mi hizmet edeceğ im?"
"Hizmet değ il. Yardım edeceksin. Onları birer savaşçıya
dö nü ştü rmemiz gerek." Tabi Dul bize yeterli zaman verir ise. "Eğ er
tanrılar yü zü mü ze gü lerse içlerinden bazıları daha ö nceden askerlik
yapmış olur. Ancak çoğ u şu elma kadar ham olacak ve onlar hayatları
boyunca mızraktan çok çapa tutan insanlar. Hatta ö yle bir gü n gelir ki
hayatlarımız onların elinde olur. Eline ilk kılıç aldığ ında kaç
yaşındaydın?"
"Kü çü ktü m sö r. Elime tahtadan bir kılıç vermişlerdi."
"Sıradan çocuklar da tahta kılıçlar ile oynarlar, ancak onların elindeki
kılıçlar ya tahta parçaları ya da kırık mızrak saplarıdır. Egg bu adamlar
sana aptal gibi gö rü nebilir. Onlar bir zırhın parçalarının adlarını, bü yü k
hanelerin armalarını veya hangi kralın, derebeyinin ilk gece hakkını
yasaklayıp kaldırdığ ını bilmezler... Ancak onların hepsine saygı ile
davranmalısın. Soylu bir aileden doğ ma bir yaversin ancak hala bir
çocuksun. Oradakilerin çoğ u yetişkin birer adam olacak. Bir adam ne
kadar alt tabakadan olursa olsun yine de gurur sahibidir. Ve onların
kasabalarında da sen en az onlar kadar aptal gibi gö rü nebilirsin. Eğ er
bundan şü pheliysen hadi git çapa yap veya koyun kırk ve bana Wat
Ormanı'ndaki bü tü n otların ve yaban çiçeklerinin adlarını sö yle."
Çocuk biraz dü şü ndü . "Onlara bü yü k hanelerin armalarını
ö ğ retebilirim veya Kraliçe Alysanne'in nasıl Kral Jaehaerys'i ilk gece
hakkından vazgeçirttiğ ini anlatabilirim. Ve onlarda bana hani otlardan
iyi zehirler yapılacağ ını ve yeşil bö ğ ü rtlenlerin yenilip yenilmeyeceğ ini
ö ğ retebilirler."
"Oğ retebilirler," diye onayladı Dunk. "ancak onlara Kral Jaehaerys'i
ö ğ retmeden ö nce nasıl mızrak tutulacağ ını ö ğ ret. Ve Ustad'ın yemediğ i
hiçbir şeyi yeme."
Ertesi gü n bir dü zine savaşçı olabilecek kişi Standfast kalesi ö nü nde,
tavukların arasında bir araya geldi. Bir tanesi çok yaşlı, iki tanesi ise çok
gençti. Bir tane zayıf çocuğ un ise aslında zayıf bir kız olduğ u anlaşıldı.
Onları kö ylerine geri gö nderdiklerinde geriye sekiz kişi kaldı: ü ç tane
Wat isimli, iki tane Will isimli kişi ile bir tane Lem, bir tane Pate ve
beyinsiz Koca Rob. Ümitsiz bir topluluk diye dü şü nmeden edemedi
Dunk. Şarkılarda soylu leydilerin kalplerini çalan dalyan gibi, yakışıklı
kö ylü gençleri ortada yoktu. Her biri diğ erinden de pisti. Lem elli
yaşında ilandı ve Pate'in sulu gö zleri vardı. Sekiz kişi içinde sadece bu
ikisinin savaş tecrü besi vardı. Ikisi de Sö r Eustace ve iki oğ lu ile birlikte
Karaalev Isyanı'nda savaşmıştı. Diğ er altısı ise Dunk'ın korktuğ u kadar
acemilerdi. Ve hepsi de bitlenmişti. Wat isimli iki çocuğ un kardeş
olduğ unu ö ğ rendiğ inde Bennis, "Sanırım annen başka bir isim
bilmiyordu ha," diye gıdakladı. Silah olarak ise yanlarında bir tırpan, ü ç
tane çapa, eski bir bıçak ve ağ açtan yapılma birkaç kalın sopa
getirmişlerdi. Lem'in yanında getirdiğ i ucunu sivrileştirdiğ i çubuğ u
mızrak olarak iş gö rebilirdi ve Will'lerden biri taş fırlatmada iyi
olduğ unu itiraf etti. "Gü zel gü zel," dedi Bennis. "kendimize lanet olası
bir mancınık bulduk." Daha sonra ise çaylağ a Manc ismini taktılar.
"Içinizden herhangi biri uzun yay kullanmasını biliyor mu?" diye
sordu Dunk onlara.
Adamlar, etra larında tavuklar toprağ ı gagalarken ayaklarını yere
sü rttü ler. Sulu gö zlü Pate sonunda cevap verdi. "Affınıza sığ ınırım sö r,
ama lordum yay kullanmamıza izin vermez. Osgrey geyikleri damalı
aslanlara aittir, bizim gibilere değ il."
"Kılıç, miğ fer ve zırh alacak mıyız?" diye sordu Wat'ların en kü çü ğ ü
merak içinde.
"Tabi ya neden olmasın," dedi Bennis. "Dul'un şö valyelerinden birini
ö ldü rü p yerdeki leşini soyduktan hemen sonra hem kılıcın olur hem
miğ ferin hem de zırhın. Adamın atının kıçına elini sokmayı da unutma
ha yoksa sakladığ ı gü mü şü bulamazsın." Gidip genç Wat'ın kolunu
çocuk acı ile cırlayana kadar çimdikledi ve sonra bü tü n hepsini alıp
mızrak yapmak için Wat Ormanı'na gö tü rdü .
Geri dö ndü klerinde, ellerinde sert sekiz tane aşırı orantısız mızrak ve
sazdan ö rü lmü ş basit kalkanlar vardı. Sö r Bennis kendisine de bir
mızrak yapmıştı ve onlara ucunu nasıl saplayacağ ını ve oklardan nasıl
korunacaklarını gö sterdi. Ve tabi ö ldü rmek için mızrağ ın ucunun
nereye saplanmasını gerektiğ ini de. "Ben bulabildiğ im en gü zel yer
karın ile boğ azdır." Yumruğ unu gö ğ sü ne vurup, "Işte tam burada kalp
var. O da iş gö rü r. Ancak sorun şu ki arada kaburgalar var. Karın gü zel
ve yumuşaktır. Karnı deşmek yavaş yavaş ö ldü rü r ama ö ldü rü r.
Bağ ırsakları dışarda sallanırken hala yaşamaya devam eden bir kimseyi
hiç duymadım. Şimdi hani bir salak gelir de size sırtını dö nerse,
mızrağ ın ucunu kü rek kemiklerinin arasına veya tam bö breklerinin
oraya saplayın. Aha işte burada. Bir adamın bö breğ ine çubuğ u kodunuz
mu ö yle çok uzun sü re yaşayamazlar."
Grubun içinde ü ç tane Wat olması, Bennis'in onlara ne yapmaları
gerektiğ ini anlatırken işlerin karışmasına neden oluyordu. "Onlara
kö ylerine ait lakaplar takmalıyız sö r," diye ö nerdi Egg. "Tıpkı sizin eski
efendiniz Pennytreeli Sö r Arlan gibi." Bu işe yarayabilirdi ancak
kendileri gibi kö ylerinin de adı yoktu. "Oyleyse," dedi Egg, "biz de onları
ektikleri ekinler ile çağ ırırız sö r." Bir kö y fasulye tarlasının tam
ortasındaydı. Bir tanesinde çoğ unlukla arpa ekiliydi ve ü çü ncü sü nde ise
sıra sıra lahana, havuç, soğ an, şalgam ve kavun ekiliydi. Kimse şalgam
veya lahana olmak istemediğ i için elde kavun kaldı. Sonunda dö rt arpa,
iki kavun ve iki fasulye olarak karar kıldılar. Kardeş olan Watların ikisi
de arpayı seçtiğ inden ikisini ayırmak için daha farklı bir şey gerekliydi.
Kardeşlerden kü çü k olanı zamanında kö yü n kuyusuna dü ştü ğ ü nden
bahsedince Bennis ona "Islak Wat" adını verdi. Gruptakiler "lordlara
gö re lakaplar" aldıkları için heyecanlanmışlardı, tabi fasulye mi yoksa
arpa mı olduğ unu sü rekli karıştıran Koca Rob dışında.
Sekizi de lakaplarını ve mızraklarını aldıklarında, Sö r Eustace
konuşma yapmak için Standfast'ten dışarı çıktı. Yaşlı şö valye, ü zerine
geçirdiğ i geçen yıllar yü zü nden sararmış yü n cü ppe ve cü ppesinin
altına giydiğ i zırhı ile kale kapısının ö nü nde dikildi. Cü ppesinin ö nü nde
ve arkasında yeşil ve altın renkli damalı aslan moti i dikilmişti.
"Evlatlar," dedi, "Hepiniz Dake'i hatırlarsınız. Kızıl Dul onu bir çuvala
koyup hendeğ inde boğ du. Kadın onun hayatını aldı ve şimdi bizim
nehrimizi, ekinlerimizi besleyen Damalı Nehrimizi de alabileceğ ini
sanıyor... Ama alamayacak!" Kılıcını başının ü zerine kaldırdı. "Osgrey
adına!" dedi bağ ırarak. "Standfast adına!"
"Osgrey!" diye tekrarladı Dunk. Egg ve çaylaklar da ona katılıp
bağ ırdılar. "Osgrey! Osgrey! Standfast adına!"
Sö r Eustace yukarıdaki balkondan onları izlerken, Dunk ve Bennis
çaylaklara domuzlar ve tavukların arasında talim yaptırdı. Sam Stoops
elindeki birkaç çuvalı ıslak ot ile doldurup dü şman hede ler yaptı.
Çaylaklar Bennis onlara bö ğ ü rü rken mızrakları ile birlikte çalışmaya
başladılar. "Sapla, çevir ve yarıp geç. Sapla, çevir ve yarıp geç, ama o
kodumun sopasını geri çıkarmayı unutma! Karşına diğ er dü şman
geldiğ inde ona ihtiyacın olacak. Çok yavaşsın Manc, çok yavaşsın lan.
Eğ er bu işi daha hızlı yapamayacaksan yü rü git taş atmaya başla. Lem,
ağ ırlığ ını kollarına ver. Işte bö yle. Ileri geri, ileri geri. Elinizdekilerle
ebesini belleyin onların. Işte bö yle, ileri geri. Deşin, deşin, deşin!"
Çuvallar bin kadar mızrak darbesi ile parçalara ayrılıp içindeki otlar
dışarıya dö kü lmeye başladığ ında Dunk zırhını giydi ve çaylakların canlı
bir hedefe nasıl karşı koyacaklarını gö rmek için eline tahta bir kılıç
aldı.
Sonuç hiç de iyi değ ildi. Sadece Manc mızrağ ını Dunk'ın kalkanı
atlatacak kadar hızlı kullanmıştı ki bunu da bir kere başarmıştı zaten.
Dunk onların mızraklarını bir kenara fırlattı, yakına geldiklerinde ise
onları itti. Bir acemi ve gü çsü z saldırıdan diğ erine geçildi. Dunk'ın
elindeki kılıç tahta yerine çelikten olsaydı, Dunk hepsini onlarca kez
ö ldü rmü ş olurdu. "Mızrağ ının ucunu atlattığ ım an ölmüş olursunuz,"
diye uyardı onları ayaklarına ve kollarına ders çıkarsınlar diye elindeki
tahta kılıç ile vururken. Manc, Lem ve Islak Wat kısa zamanda nasıl
teslim olacaklarını ö ğ renmişlerdi en azından. Koca Rob ise elindeki
mızrağ ı atıp kaçmış, Bennis onun peşinden koşmuş, ağ layan çocuğ u
sü rü kleye sü rü kleye geri getirmişti. Çalışma vakti bittiğ inde çoğ unun
vü cudu morarmış, hırpalanmış ve mızrakları tutan nasırlı ellerinin
içleri su toplamıştı. Dunk'ın ü zerinde hiç yara izi yoktu ancak Egg
zırhını çıkarmasına yardım ederken kendi terinin içinde boğ ulacağ ını
dü şü nmü ştü .
Gü neş yavaş yavaş batarken, Dunk kü çü k asker birliğ ini mahzene
doğ ru gö tü rdü ve hepsine zorla banyo yaptırttı. En son geçen kış banyo
yapanlara bile. Sonrasında Sam Stoops'un karısı onlara içinde havuç,
soğ an ve arpa olan birer kase gü veç getirdi. Hepsi kollarını bile
kaldıramayacak kadar yorgundu ancak hiçbiri yakında bir Kral
Koruması'nın iki katı kadar ö lü mcü l olacağ ını sö ylemeyi ihmal etmedi.
Kendi cesaretlerini ve kahramanlıklarını gö stermek için
sabırsızlanıyorlardı. Sö r Bennis bir askerin hayatındaki en bü yü k key in
yağ ma ve kadın olduğ unu sö yleyerek onları gaza getirdi. Iki eski asker
de Bennis'e destek çıktı. Lem Karaalev Isyanı'ndan geriye bir bıçak ve
bir çift gü zel bot ile dö nmü ştü . Lem onlara botun ayağ ına kü çü k
geldiğ ini ve bu yü zden de botu evinin duvarına astığ ını anlattı. Ve Pate
de tanıdığ ı bazı kamp askerlerinin ejderin takipçileri olduğ u hakkında
durmaksızın konuştu.
Sam Stoops onlara sekiz tane ot şilte getirmişti ve karınları
doyduğ undan hepsi uyumaya çekildi. Bennis, Dunk'ın onun yü zü ndeki
bezginliğ i gö rebileceğ i kadar uzun sü re çaylaklara baktı. "Sö r Işe
Yaramaz, kamışında hala su varken birkaç tane kö ylü yosma
becermeliydi," dedi. "Eğ er zamanında tarlalara avuç avuç piç evlat
ekseydi, şimdi elimizde gerçek askerler olurdu."
"Diğ er kö ylerden çıkan askerler kadar kö tü ler, fazlası değ il." Dunk Sö r
Arlan'a yaverlik yaparken birkaç tanesi ile vakit geçirmişti.
"Oyle," dedi Sö r Bennis. " Iki hafta içinde ayakları ü zerinde durur hale
gelebilirler, tabi karşılarında başka kö ylü askerler var ise. Peki ya
şö valyelere karşı?" Kafasını salladı ve yere tü kü rdü . Formun Altı

5. BÖLÜM

Standfast kuyusu, duvarı taş ve toprak ile ö rü lmü ş, rutubetli bir yeraltı
mahzeninin içindeydi. Sam Stoops'un karısı orada kıyafetleri ıslar,
ovalar, tahta sopa ile dö ver sonra da elbiseleri kuruması için çatıya
çıkarırdı. Bü yü k, taştan yapılma çamaşır leğ eni, aynı zamanda banyo
için de kullanılırdı. Banyo yapmak için, kuyudan kova kova su çekilmesi,
çekilen suyun şö mine ö nü ndeki bü yü k demir kazana boşaltılıp ateşte
ısıtılması, sonra da kazanın içindeki suyun taş leğ ene dö kü lmesi
gerekti. Kazanı doldurmak için dö rt kova, leğ eni doldurmak için ise ü ç
kazan dolusu su gerekiyordu. Bu da doldurup boşaltma işleminin
sü rekli tekrarlanması demekti. Ustelik geçen zamandan ö tü rü , son
kazanın suyu ısınmaya başladığ ında leğ endeki su çoktan ılıklaşmış
olurdu. Sö r Bennis herkese bü tü n bu işin çok zahmetli olduğ unu sö yler
dururdu ki bu yü zden çü rü k peynir gibi kokar, baştan aşağ ı bit ve pire
ile dolu olurdu.
Dunk'ın içinde temizlenme ihtiyacı doğ duğ unda, yanında en azından
ona yardım edecek Egg vardı, tıpkı bu akşamki gibi. Çocuk somurtkan
bir eda ile ağ zını açmadan suyu çekti ve ısıtırken de neredeyse hiç
konuşmadı. "Egg?" dedi Dunk son kazan kaynamaya başlarken. "Bir
sorun mu var?" Egg soruya cevap vermeyince de, "Gel kazanı taşımaya
yardım et," dedi.
Birlikte kazanı kaldırıp ü stlerine dö kü lmesini umursamayarak taş
leğ enin yanına kadar kazanla boğ uşarak ilerlediler. "Sö r," dedi çocuk.
"Sizce Sö r Eustace ne yapmayı dü şü nü yor?"
"Barajı yerle bir etmeyi ve bizi bunu yaparken bizi durdurmak
isteyecek Dul'un askerleri olursa, savaşıp onları geri pü skü rtmeyi."
Kazandan taş leğ ene boşalan suyun sesi yü zü nden Dunk bağ ırarak
konuşmuştu. Dö kü len sudan beyaz bir buhar yü kseldi ve Dunk'ın
yü zü ne kırmızılık hü cum etti.
"Ellerindeki kalkanlar sazdan ö rme, sö r. Bir mızrak onları delip geçer,
veya bir tatar yayından atılan ok."
"O zaman biz de onlara birkaç parça zırh giydiririz, o zaman hazır
olurlar." En azından Dunk ö yle umuyordu.
"Mü cadelede ö lebilirler sö r. Islak Wat hala bir çocuk. Arpa Will, kö ye
bir sonraki rahip gelişinde evlenecek. Ve Koca Rob daha sağ ı ile solunu
ayırt edemiyor."
Dunk elindeki boş kazanı, sertçe sıkıştırılmış toprak zemine
gü mbü rdeterek vurdu. "Pennytreeli Roger, Islak Wat'tan çok daha
kü çü kken Kızıl Çim Meydanı'nda hayatını kaybetti. Senin babanın
ordusu içinde de henü z yeni evlenmiş asker vardı, ve henü z bir kızı bile
ö pmemiş kimseler. O meydanda belki yü zlerce, belki binlerce kişi sağ ı
ile solunu ayırt edemiyordu."
"Ama o farklıydı," diye ısrar etti Egg. "O bir savaştı."
"Bu da ö yle. Bu da aynısı. Sadece onun daha kü çü ğ ü ."
"Daha kü çü ğ ü ve daha aptalcası, sö r."
"Bunu sö ylemek ne sana ne de bana dü şer," dedi Dunk çocuğ a. "Sö r
Eustace onları çağ ırdığ ında savaşmaları onların gö revi. Ve gerekirse
ö lmeleri de."
" O zaman onlara lakap takmamalıydık sö r. Bu sadece onlar ö ldü kten
sonra duyduğ umuz ü zü ntü yü artırır çü nkü ." Egg yü zü nü buruşturdu.
"Eğ er botumu kul—"
"Hayır," dedi Dunk kendi botunu çıkarmak için tek ayak ü stü ne
dururken.
"Oyle, ama babam—"
"Olmaz." Dunk diğ er botunu da çıkardı.
"Ama biz—"
"Olmaz." Dunk ü zerindeki terden beyazlamış gö mleğ ini başının
ü zerinden çıkarıp Egg'e fırlattı. "Git Sam Stoops'un karısına bunu benim
için yıkmasını sö yle."
"Sö ylerim sö r, ancak—"
"Olmaz dedim. Beni daha iyi duymak için kulağ ına bir tokat yemeye mi
ihtiyacın var?" Pantolonunun bağ cıklarını çö zdü . Pantolonunun altında
sıcaklardan dolayı iç çamaşırı giymemişti. "Wat'lar ve diğ erleri için
endişelenmen gü zel ancak botu sadece acil durumlar için
kullanabiliriz." Lord Kankuzgun'un kaç gözü vardır? Bin ve bir
tane. "Baban seni benim yaverliğ imi yapmaya gö nderirken, sana ne
sö ylemişti?"
"Saçlarımı kazımamı veya boyamamı ve kimseye gerçek adımı
sö ylememi," dedi çocuk gö nü lsü zce.
Egg Dunk'a bir buçuk yıldır hizmet ediyordu ancak bazı zamanlar
Dunk'a bu sü re yirmi yıl gibi geliyordu. Birlikte Prens Geçidi'ne
tırmanmışlar, Dorne'un kızıl ve beyaz engin çö llerini aşmışlardı. Bir
kayık ile Yeşilkan nehrinden Ahşap Şehir'e geçmişler oradan da Beyaz
Leydi'nin gü vertesinde Eski Şehir'e yolculuk etmişlerdi. Ahırlarda,
hanlarda, hendeklerde uyumuşlar; rahiplerle, fahişelerle, soytarılarla
yemeklerini bö lü şmü şlerdi. Ve elbette binlerce kukla gö sterisi
izlemişlerdi. Egg Dunk'ın atı ile sü rekli ilgilenmiş, uzun kılıcını keskin
tutmuş, zırhının pas tutmamasını sağ lamıştı. Egg, herkesin yanında
olmasını isteyeceğ i bir yoldaştı ve bazı zamanlar gezici şö valye onu
neredeyse kendi kü çü k kardeşi gibi gö rü yordu.
Öyle değil ama. Bu çocuk bir ejderhanın yavrusuydu, tavuğ un değ il.
Egg bir gezici şö valyenin yaveri olabilirdi ancak Targaryen Hanesi'nden
Aegon, Bü yü k Bahar Salgını sonunda yitip gitmeden ö nceki yirmi beş yıl
boyunca Demir Taht'ta oturan merhum ‘Iyi' Kral Ikinci Daeron'un
dö rdü ncü oğ lu Yaz Kalesi Prensi Maekar'ın, dö rdü ncü ve en kü çü k
evladıydı.
"Halkın bü yü k kısmının bildiğ i kadarıyla Aegon Targaryen, Ashford
Çayırı'ndaki turnuvadan sonra abisi Daeron ile birlikte Yaz Kalesi'ne
dö ndü ," diye hatırlattı çocuğ a Dunk. "Baban senin bir gezici şö valye
yanında Yedi Krallık'ı dolaştığ ının bilinmesini istemedi. Bu yü zden bu
kadar bot muhabbeti yeter."
Çocuğ un verebileceğ i tek cevap dik bakışlarıydı. Egg'in gö zleri
bü yü ktü ve bir şekilde kazınmış başı o gö zlerin daha bü yü k
gö rü nmesine yol açıyordu. Loş ışıklı mahzenin içinde siyah gibi
duruyorlardı ancak daha ışıklı bir ortamda gö zlerinin asıl rengi
meydana çıkıyordu; koyu, tok bir mor renk. Valyria halkının göz
rengi, diye dü şü ndü Dunk. Westeros'ta bir avuç kişide vardı bu renk
gö zler veya işlenmiş altın ve gü mü şü n birlikte dokunup ışıldadığ ı
renkte saçlar. Sadece Ejder kanından olanlarda.
Yeşilkan'a doğ ru inerlerken yetim kızlar, şans getirsin diye Egg'in
kazınmış başını ovaladıkları bir oyun uydurmuşlardı. Bu da çocuğ un
yü zü nü n nar kadar kızarmasına neden olmuştu. "Kızlar çok aptal,"
demişti. "Bundan sonra bana dokunan ilk kızı dereye atacağ ım."
"O zaman ben sana dokunurum. Kulağ ına doğ ru ö yle gü zel bir tokat
atacağ ım ki bir ay boyunca kulağ ın çınlayacak," demişti Dunk çocuğ a
ancak bu cü mle çocuğ u daha da kışkırtmıştı. "Aptal kızlar yerine
çınlamayı tercih ederim," diye ısrar etmiş ancak hiçbir kızı dereye de
atmamıştı.
Dunk taş leğ enin içine girip çenesine kadar suya gö mdü kendini.
Suyun ü st tarafı onu haşlarken, alt tarafı serindi. Acıdan bağ ırmamak
için dişlerini sıktı. Eğ er bağ ırsaydı çocuk ona gü lerdi. Egg banyo
suyunun kaynamış olmasından hoşlanırdı.
"Biraz daha kaynamış su getireyim mi sö r?"
"Bö yle iyi." Dunk kolunu ovaladı ve kolundan akan kirin suda bıraktığ ı
uzun gri bulanıklığ ı izledi. "Bana bir sabun getir. Ah ve uzun saplı ovma
fırçasını da." Egg'in saçlarını dü şü nmek ona kendi saçlarının ne kadar
kirli olduğ unu hatırlatmıştı. Derin bir nefes alıp saçları iyice ıslansın
diye suya daldı. Tekrar yukarı çıktığ ında kafasını salladı. Egg elinde
sabun ve uzun saplı ovma fırçası ile taş leğ enin hemen yanında ayakta
bekliyordu. "Yanağ ında kıl kalmış," dedi Dunk sabunu çocuktan alırken.
"Iki tane. Bak orada tam kulağ ının altında. Bir dahaki sefere başını traş
ederken onları da kesmeyi unutma."
"Unutmam sö r." Çocuğ un Dunk'ın sö ylediklerinden memnun olmuş
gibi bir hali vardı.
Hiç şüphesiz ki birazcık sakalın onu erkek yapacağını
düşünüyor. Dudağ ının ü zerinde bir kaç tü y gö rdü ğ ü nde Dunk da aynı
şeyi dü şü nmü ştü . Bıçağım ile bıyığımı traş etmeye çalışmıştım ve az
daha burnumu kesip atacaktım, diye hatırladı. "Git ve biraz uyu," dedi
Egg'e. "Yarın sabaha kadar sana ihtiyacım olmayacak."
Uzerindeki bü tü n teri ve kiri ovalamak epey zaman almıştı.
Sonrasında sabunu bir kenara kaldırıp suyun içinde olabildiğ ince
gerildi ve gö zlerini kapadı. Su çoktan soğ umuştu. Gü nü n vahşi
sıcağ ından sonra su, rahatlatıcı bir etki yapmıştı. Dunk, el ve ayak
parmakları buruş buruş olup ve su grileşip buz gibi olana kadar suyun
içinde kaldı, sonrasında ise istemeye istemeye taş leğ enden dışarı adım
attı.
Ona ve Egg'e kalın hasırdan şilteler verilmiş olmasına rağ men Dunk,
çatıda uyumayı tercih etmişti. Yukarısının havası daha temizdi ve bazen
de esinti olurdu. Yağ murun yağ masından korkması gerektiğ ini
biliyordu ancak orada olduğ undan beri hiç yağ mur yağ mamıştı.
Dunk çatıya çıktığ ında Egg çoktan uyumuştu. Sırtü stü uzandı ve
ellerini başının altına koyup gö kyü zü ne baktı. Gö kyü zü binlerce yıldızla
doluydu. Bu ona turnuva başlamadan ö nce, Ashford Çayırı'ndaki geceyi
hatırlattı. O gece kayan bir yıldız gö rmü ştü . Kayan yıldızlar gö rene şans
getirirdi ki bu yü zden Tansalle'e kalkanına bir tane çizmesini
sö ylemişti. Ama Ashford ona hiç şans getirmemişti. Turnuva daha
bitmeden neredeyse bir elini ve ayağ ını kaybediyordu ve ü ç iyi insan
hayatını kaybetmişti. Bir yaver edindim en azından. Ashford'tan
ayrılırken Egg yanımda at sürüyordu. Olan onca şeyin içinde tek iyi şey
buydu.
Dunk o gece hiçbir yıldızın kaymamasını diledi. Formun Altı

6. BÖLÜM

Uzakta Kızıl Dağ lar gö rü nü yordu ve ayaklarının altı da beyaz kumlarla
kaplıydı. Dunk, elindeki kü reğ i kuru, kızgın toprağ a saplayıp, çıkan
toprağ ı omzunun ü stü nden geriye savuruyordu. Delik açıyordu. Bir
mezar, diye dü şü ndü , mezar olmasını umuyorum. Uç tane Dornelu asker
ayakta durmuş onu izliyor, kendi aralarında sessizce onunla dalga
geçiyorlardı. Biraz ilerilerinde tü ccarlar katırları, kızakları ve at
arabaları ile birlikte bekliyorlardı. Bir an ö nce gitme yanlısıydılar ancak
Dunk Kestane'yi gö mmeden gidemezdi. Sadık dostunu yılanların,
akreplerin ve çö l kö peklerinin elinde bırakmayacaktı.
Beygir, Prens Geçidi ile Vaith arasındaki uzun susuz geçen yolda, Egg
onun sırtında iken can vermişti. On ayakları vü cudunun altına katlanır
gibi olmuş ve sağ a doğ ru diz çö kü p o yö ne doğ ru yuvarlanıp ö lmü ştü .
Bedeni boylu boyunca yere serilmişti ve hayvanın rengi çoktan
koyulaşmıştı. Yakında da kokmaya başlayacaktı.
Dunk'ın kazarken dö ktü ğ ü gö z yaşları, Dornelu askerlere komik
geliyordu. "Su israf edilmeyecek kadar değ erlidir," dedi biri. "Boşa
harcamamalısınız, sö r." Diğ eri kıkır kıkır gü lerek, "Neden ağ lıyorsun ki?
Sadece bir attı ü stelik zayıf, se il bir at."
Kestane, dedi Dunk kazarken içinden. Onun adı Kastane'ydi ve yıllarca
beni sırtında taşıdı hem de hiç ısırmadan, sırtından atmadan. Yaşlı at,
Dorneluların sü rdü ğ ü zarif başlı, uzun boyunlu ve dalgalı yeleleri olan
gö sterişli savaş atlarının yanında acınacak halde kalıyordu ancak ö mrü
boyunca her zaman elinden gelenin en iyisini yapmıştı.
"Beli bü kü k bir aygır için mi ağ lıyorsun?" dedi Sö r Arlan o yaşlı sesi ile.
"Niye delikanlı, benim için hiç gö z yaşı dö kmemiştin, ü stelik o atın
sırtına seni koyan benken." Ayıplar gibi gö rü nmemek için kısa bir
kahkaha attı. "Işte bu bizim kale duvarı kadar kalın kafalı gerzek Dunk."
"Benim için de hiç yaş dö kmedi," dedi Baelor Kırıkmızrak mezarın
içinden. "ki ü stelik ben onun prensi, Westeros'un umuduydum. Tanrılar
benim bu kadar genç yaşta ö lmemi istememişlerdi."
"Babam henü z otuz dokuz yaşındaydı," dedi Prens Valarr. "Onun
kaderinde bü yü k bir kral olmak vardı, Ejder Aegon'dan sonraki en
bü yü k kral." Soğ uk mavi gö zleri ile Dunk'a baktı. "Tanrılar neden onu
yanlarına alıp seni bıraktılar?" Genç Prens'in saçları babası gibi
kahverengiydi ancak saçının arasından bir tutam gü mü şü msü sarı saç
geçiyordu.
Sen ölüsün, diye çığ lık atmak istedi Dunk. Hepiniz ölüsünüz, üçünüz de.
Neden benim peşimi bırakmıyorsunuz? Sö r Arlan soğ uk algınlığ ından
ö lmü ştü . Prens Baelor Dunk'ın Yediler Yargısı'nda, kendi kardeşinin
topuz darbesi sonucu ö lmü ştü . Oğ lu Valarr ise Bü yü k Bahar Salgını
sırasında. Bunun suçlusu ben değilim. Dorne'daydık biz, böyle olacağını
asla bilemezdik.
"Sen delirmişsin," dedi ihtiyar ona. "Bu deliliğ in yü zü nden kendi
ö lü mü ne sebep olduğ unda, senin için bir mezar kazmayacağ ız. Geniş
çö llerdeki bir kişi kendine su isti lemelidir."
"Gidin buradan Sö r Duncan," dedi Valarr. "Kaybolun."
Egg Dunk'ın yardımına koştu. Çocuğ un elinde kazma yoktu, sadece
elleri ile kazıyordu ancak kumlar, onlar daha kumu dışarı savuramadan
tekrar mezara doluyordu. Sanki denizin içinde çukur kazmaya çalışıyor
gibiydiler. Kazmaya devam etmeliyim, dedi Dunk kendi kendine
omuzları ve sırtı acı içinde yanarken. Onu derine, çöl köpeklerinin
bulamayacağı kadar derine gömmeliyim. Bunu yapmak..."
"... zorunda mıyım? Olmeli miyim?" dedi alık Koca Rob mezarın
dibinden. Orada ö ylece dü mdü z ve bedeni buz gibi yatıyor, lime lime
olmuş karnındaki açık, kırmızı yara ile o kadar da bü yü k
gö zü kmü yordu.
Dunk durup çocuğ a bakakaldı. "Sen ö lmedin. Aşağ ıda, mahzende
uyuyorsun." Yardım etmesi için Sö r Arlan'a dö ndü . "Sö yleyin ona Sö r,"
diye yalvardı. "mezardan çıkıp gitmesini sö yleyin."
Ancak Dunk'ın başında dikilen sadece Pennytreeli Sö r Arlan değ ildi.
Ihtiyarın yanında Kahverengi Kalkanlı Sö r Bennis de vardı. Kahverengi
şö valye gıdaklar gibi gü ldü . "Gerzek Dunk," dedi, "Karnı deşmek yavaş
yavaş ö ldü rü r ama ö ldü rü r. Bağ ırsakları dışarda sallanırken hala
yaşamaya devam eden bir kimseyi hiç duymadım." Dudaklarının
ü zerinde kızıl renkte kö pü kler çıkmaya başladı. Adam dö nü p tü kü rdü
ve beyaz kumlar tü kü rü ğ ü anında emdi. Manc, Bennis'in hemen
arkasında gö zü ne girmiş bir okla ayakta dikiliyor, gö zlerinden kanlı
yaşlar akıyordu. Yanlarında Islak Wat da vardı kafası yarıya kadar yarık
halde. Yaşlı Lem, kızıl gö zlü Pate ve diğ erleri. Dunk ilk başta hepsinin
Bennis gibi ekşiotu çiğ nediğ ini dü şü ndü ancak sonradan hepsinin
ağ zından damlayanın kan olduğ unu fark etti. Ölüler, dedi Dunk
içinden. Hepsi ölmüş. Kahverengi şö valye anırır gibi gü ldü . "Oyle, iyisi
mi sen kazmaya devam et. Kazacak çok mezarın var gerzek. Sekiz tane
onlar için, bir tane benim bir tane de Sö r Işe Yaramaz için. Son olarak da
o senin kel kafalı yavru için."
Kazma yavaşça Dunk'ın elinden kayıp yere dü ştü . "Egg," diye haykırdı.
"Koş, kaç! Çabuk kaçmalıyız." Ancak kumlar ayaklarının altından
kayıyordu. Çocuk mezarın kenarına tırmanıp dışarı çıkmaya
çalıştığ ında, ufalanan kısımlar akıp gitti ve çö ktü . Dunk Egg'in kumlar
tarafından yutulduğ u, çocuğ un ağ zını açıp bağ ırmaya çalışırken
gö mü lü p gittiğ ini gö rdü . Ona doğ ru ilerlemeye çalıştı ancak kumlar dö rt
bir yanında yü kseliyor, onu mezarın dibine doğ ru çekiyor, ağ zını,
burnunu, gö zlerini dolduruyordu.
Gü neş tepeye çıktığ ında, Sö r Bennis çaylaklara nasıl kalkan duvar
oluşturulacağ ını ö ğ retiyordu. Sekizini de omuz omuza, kalkanları
birbirine değ er ve ellerindeki mızrakların ucu, uzun sivri ve tahtadan
birer diş gibi ileriye uzanmış şekilde tek sıra halinde yan yana dizdi.
Sonra Dunk ile Egg, binek hayvanlarına atlayıp onlara doğ ru hü cum
etti.
Ustad, birdenbire durarak mızrakların yanına ü ç metreden fazla
yaklaşmayı reddetti. Ama Yıldırım bu işin eğ itimini almıştı. Koca savaş
atı toynakları ile yeri dö vü p dü mdü z ileriye doğ ru hızlanarak dö rt nala
gitti. Tavuklar cırtlak sesler çıkarıp kanat çırparak atın ö nü nden
kaçıştılar. Tavukların paniklemesi bulaşıcı olacak ki Koca Rob bir kez
daha elindeki mızrağ ı yere atıp oluşturdukları duvarın ortasında
kocaman bir delik bırakarak kaçmaya başladı. Standfast'in diğ er
savaşçıları açılan deliğ i kapatmaya çalışacaklarına kaçan Rob'un peşine
takıldılar. Yıldırım, Dunk atın dizgini çekip onu durdurmadan ö nce,
çaylakların yere atıp kaçtıkları kalkanların ü zerine basıp geçti.
Dallardan ö rü lerek yapılmış kalkanlar, atın demir nallı toynakları
altında çatırdayıp parçalara ayrıldı. Tavuklar ve kö ylü ler her yö ne doğ ru
kaçışırken Sö r Bennis, keskin kokulu bir dizi kü fü r yağ dırdı. Egg
kahkaha atmamak için cesurca savaştı ancak daha fazla dayanamadı.
"Bu kadar yeter." Dunk Yıldırım'ı durdurdu ve miğ ferini gevşetip
başından çıkardı. "Eğ er savaşırken de bö yle yaparlarsa bü tü n hepsinin
ö leceğ i kesin." Ve büyük ihtimalle senin ile benim de. Sabahleyin hava
zaten yeterince sıcaktı ve Dunk kendini sanki hiç banyo yapmamış gibi
terli ve yapış yapış hissediyordu. Başı zonkluyordu ve dü n geçe gö rdü ğ ü
rü yayı bir tü rlü unutamıyordu. O şekilde olmadı diye hatırlattı kendi
kendine. Kestane, Vaith'e giden uzun, susuz geçen yolda ö lmü ştü orası
doğ ruydu ancak Dunk ile Egg, Egg'in abisi onlara Ustad'ı verene kadar
Yıldırım'ın ü zerinde birlikte yol almışlardı. Gerisi ise...
Asla ağlamadım. Ağlamak istemiş olabilirim ancak göz yaşı
dökmedim. Atı rü yasındaki gibi gö mmek istemişti ancak Dornelu
askerler beklemeyi kabul etmemişlerdi. "Çö l kö pekleri de bir şeyler
yiyip yavrularını beslemek zorunda," demişti Dornelu şö valyelerden
biri ona, Dunk'a atın eyerini ve gemini sö kmesine yardım ederken.
"Cesedi ya kö pekleri ya da kumları besleyecek. Bir yıl içinde kemikleri
yıkanmış gibi bembeyaz olur. Burası Dorne arkadaşım." Bunları
hatırlarken Dunk Wat'ların cesetlerinin kimlere yem olacağ ını merak
etti ister istemez. Belki de Damalı Nehir'de yaşayan damalı balıklar
vardır.
Yıldırımı kaleye kadar sü rü p ü zerinden indi. "Egg, çaylakları toplayıp
buraya getirmesinde Sö r Bennis'e yardım et." Miğ ferini Egg'e doğ ru
uzattı ve basamakları atlayarak geçti.
Sö r Eustace'i deposunun karanlık bir kö şesinde buldu. "Pek iyi bir
çalışma değ ildi."
"Değ ildi lordum," dedi Dunk. "Bir işe yaramayacaklar." Bir yeminli kılıç
bağlı olduğu lorda hizmet ve itaat etmeliydi ancak, bu durum çılgınlıktı.
"Bu onların ilk çalışmalarıydı. Onların kardeşleri ve babaları da ilk
çalışmalarında en az onlar kadar kö tü ydü belki de onlardan da kö tü .
Evlatlarım onlarla birlikte çalışmışlardı biz krala yardıma gitmeden
ö nce. Iki hafta boyunca her gü n. Onları birer askere dö nü ştü rmü şlerdi."
"Ve peki savaş başladıktan sonra lordum?" diye sordu Dunk. "Orada
nasıldılar? Kaç tanesi eve sizinle birlikte dö nebildi?"
Yaşlı şö valye ona bakakaldı. "Lem," dedi en sonunda. "ve Pate ile Dake.
Dake bizim için yiyecek arayıp toplardı ve bu işte ö mrü mde gö rdü ğ ü m
herkesten daha başarılıydı. Aç karnına hiç yü rü memiştik sayesinde."
Bıyığ ı seyirdi. "Onları eğ itmek iki haftadan daha fazla vakit alabilir
elbette."
"Lordum," dedi Dunk, "kadın yarın veya ertesi gü n bü tü n adamları ile
birlikte kapıya dayanabilir." Onların hepsi iyi birer delikanlı diye düşündü
Dunk. Ancak Donukhendek şövalyelerine karşı dövüşürlerse ölü birer
delikanlı olacaklar. "Başka bir yol olmalı."
"Başka bir yol." Sö r Eustace yavaşça parmaklarını Kü çü k Aslan'ın
kalkanı ü zerinde gezdirdi. "Lord Rowan'dan adaletli bir karar çıkmaz,
bu kraldan da ö yle..." Dunk'ın kolunu yakaladı. "Bana ö yle geliyor ki,
yeşil krallar zamanındaki gibi, birinin keçisini veya kö ylü sü nü
ö ldü rdü ğ ü nde buna karşılık sahibine kan parası verip kurtulacağ ın
gü nler çok geride kaldı."
"Kan parası mı?" dedi Dunk şü phe içinde.
"Başka bir yol yok mu dedin. Kenarda birikmiş biraz param var.
Yanağ ından biraz kan aktı demişti Sö r Bennis. Adama bunun için bir
gü mü ş, kadına da emrindeki birine saldırıldığ ı için ü ç gü mü ş
ö deyebilirim. Yapabilirim... Yaparım... Eğ er o barajı yıkar ise." Yaşlı
adam kaşlarını çattı. "Oraya gidemem yalnız. Donukhendek olmaz."
Kocaman siyah bir sinek vızıldayarak kafasının etrafında dö ndü ve
adamın koluna kondu. "O kale bir zamanlar bizimdi. Bunu biliyor
muydunuz Sö r Duncan?"
"Evet Lordum." Sam Stoops ona sö ylemişti.
"Fetih'ten yü z yıl kadar ö nce biz Kuzey sınırı komutanıydık. Bize bağ lı
yirmi kadar kü çü k lordluk ile yü zlerce toprak sahibi şö valye vardı. O
zamanlar dö rt kalemiz ve tepelerde yaklaşan dü şmanları gö zetleyen
gö zcü kulelerimiz vardı. Donukhendek kalelerimizin en iyisiydi. Lord
Perwyn Osgrey yaptırmıştı. Gururlu Perwyn derlerdi ona."
"Ateş Tarlası savaşından sonra, Yü ksekbahçe krallardan kahyalara
geçti ve Osgeryler de azaldı ve kü çü ldü . Aegon'un oğ lu Kral Maegor'du
Donukhendek'i bizden alan. Lord Ormond Osgrey, Maegor'un Yıldızlar
ve Kılıçlar'ı6 -aynı zamanda onlara Se il Yoldaşlar ve Savaşçı'nın
Evlatları da denirdi- sindirme hareketinin aleyhinde konuşmuştu
çü nkü ." Sesi giderek boğ uklaştı. "Donukhendek kalesinin giriş kapısının
ü zerinde damalı bir aslan moti i var. Babam bana onu, beni ilk kez
yanına alıp yaşlı Reynard Webber yanına gittiğ imizde gö stermişti. Ben
de aynısını yapıp moti i oğ ullarıma gö sterdim. Addam... Addam
Donukhandek'te yaverlik yapmıştı ve onunla Lord Wyman'ın kızı
arasında... belirli... belirli bir hoşlantı oluşmuştu. Bu yü zden bir kış gü nü
en pahalı elbisemi kuşanıp çocukları evlendirme niyeti ile Lord
Wyman'ın yanına gittim. Tekli i nazikçe reddetti ancak ben kaleden
ayrılırken onun ve Sö r Lucas Inch ield'ın kahkahalarını duyduktan
sonra... Bir daha asla Donukhendek'e adımımı atmadım. Tabi o kadının
haddini aşıp benim emrimdeki kişiyi alıp gö tü rene dek. Bana zavallı
Lem'i arıyorsam hendeğ in dibine bakmamı—"
"Dake," dedi Dunk. "Bennis onun adının Dake olduğ unu sö ylemişti."
"Dake mi?" Sinek adamın kolunda dolaşıp duruyor, arada durup bü tü n
sineklerin yaptığ ı gibi bacaklarını birbirine sü rtü yordu. Sö r Eustace
sineğ i eliyle kovdu ve sonra da elini ü st dudağ ına gö tü rdü . "Dake. Evet
ben de ö yle demiştim. Gü venilir bir dost, onu iyi hatırlıyorum. Savaş
zamanında bizim için yiyecek arardı. Aç karnına hiç yü rü memiştik
sayesinde. Sö r Lucas bana zavallı Dake'e ne yaptıklarını sö ylediğ inde,
kale benim olmadığ ı sü rece oraya bir daha asla adım atmayacağ ıma
dair kutsal bir yemin ettim. Gö rdü ğ ü n ü zere oraya gidemem Sö r
Duncan. Ne kan parasını ö demek için ne de başka bir sebeple.
Gidemem."
Dunk anlamıştı. "Ben gidebilirim lordum. Benim ettiğ im bir yemin
yok."
"Sen iyi bir adamsın Sö r Duncan. Gerçek ve cesur bir şö valyesin." Sö r
Eustace Dunk'ın kolunu sıktı. "Keşke tanrılar Alysanne'imi bana
bağ ışlasalardı. Sen tam da kızımı evlendirmek isteyeceğ im karakterde
bir kişisin. Gerçek bir şö valyesin Sö r Duncan. Gerçek bir şö valye."
Dunk'ın yü zü kıpkırmızı oldu. "Sö ylediklerinizi, kan parası ile ilgili
olanları Leydi Webber'e ileteceğ im ancak..."
"Sö r Bennis'i, Dake ile aynı kaderi paylaşmasına izin vermeyeceksin.
Biliyorum. Insan sarrafı biri değ ilim ancak sen kılıç gibisin. Onları
tereddü tte dü şü receksin sö r. Hem de onlara gö rü nü r gö rü nmez. O
kadın Standfast'in bö yle bir şampiyona sahip olduğ unu gö rdü ğ ü nde,
barajı kendi isteğ i ile bile yıkabilir."
Dunk ne sö yleyeceğ ini bilemeden diz çö ktü . "Lordum. Yarın sabah yola
çıkacak ve elimden gelenin en iyisini yapacağ ım."
"Yarın sabah." Sinek dö ne dö ne geri geldi ve Sö r Eustace'in sol eline
kondu. Adam sağ elini kaldırıp sineğ i dü mdü z etti. "Evet... Yarın sabah
yola çıkacaksın."
"Bir banyo daha mı?" dedi Egg dehşet içinde. ‘Daha dü n yıkandın."
"Ve bugü nü de zırhımın içinde terden sırılsıklam olmuş halde
geçirdim. Çeneni kapa ve kazanı doldur."
"Sö r Eustace bizi emrine aldığ ında yıkanmıştın," Egg parmakları ile
saydı. "Ve geçen gece. Bir de şimdi. Bu üç kere eder, sö r."
"Asil bir leydi ile gö rü şeceğ im. Kadının asil kalesini Sö r Bennis gibi
kokutmamı mı istiyorsun?"
"O kadar kö tü kokabilmek için Ustad'ın pisliğ i ile dolu bir kü vette
yuvarlanmanız gerekir sö r." Egg kazanı doldurdu. "Sam Stoops diyor ki
Donukhendek'in kale kumandanı sizin kadar uzunmuş. Ismi Lucas
Inch ield'mış ancak uzun boyundan ö tü rü ona Uzuninç derlermiş. Sizce
sizin kadar uzun mudur sö r?"
"Hayır." Dunk'ın kendi kadar uzun biri ile tanışmayalı yıllar geçmişti.
Kazanı alıp ateşin ü zerine koydu.
"Onunla dö vü şecek misin?"
"Hayır." Dunk neredeyse tersinin olmasını ü mit ediyordu. Diyardaki en
iyi savaşçı olmayabilirdi ancak kalıbı ve gü cü birçok eksiğ ini
kapatıyordu. Zeka eksikliğini değil elbette. Hitabet ile arası iyi değ ildi,
kadınlar ile arası ise daha beterdi. Kızıl Dul'la yü z yü ze konuşacağ ı
dü şü nü ldü ğ ü nde, Dul'la konuşmaktansa dev Uzuninç Lucas ile
kapışmayı yeğ lerdi. "Gidip Kızıl Dul ile konuşacağ ım, hepsi bu kadar."
"Ona ne sö yleyeceksiniz sö r?"
"Barajı yıkmak zorunda olduğ unu." Barajı yıkmak zorundasınız leydim
aksi halde... "Barajı yıkmasını rica edeceğ im yani..." Lütfen bizim Damalı
Nehri'mizi geri verin. "Eğ er o da bunu ister ise." Birazcık su leydim, eğer
sizi de memnun eder ise. Sö r Eustace onun yalvarmasını istemezdi. O
zaman nasıl söyleyeceğim ki?
Su biraz sonra kaynayıp fokurdamaya başladı. "Şunu kü vete doğ ru
sü rü klememe yardım et," dedi Dunk çocuğ a. Birlikte kazanı şö minenin
ü zerinden kaldırıp mahzeni boydan boya geçtiler. "Soylu ailelerin
leydileri ile nasıl konuşacağ ımı bilmiyorum," diye itiraf etti Dunk çocuğ a
suyu kü vete dö kerlerken. "Leydi Vaith'e hesap verirken
sö ylediklerimden ö tü rü Dorne'da ikimizi de ö ldü rü lebilirdik."
"Leydi Vaith delinin tekiydi," diye hatırlattı Egg ona. "Ancak biraz daha
nazik olabilirdin. Leydiler nazik olanları sever. O kuklacı kızı Aerion'dan
kurtardığ ın gibi, Kızıl Dul'u da kurtarmak için burada olsaydın..."
"Aerion Lys'te, ve Dul'un da kurtarılmaya ihtiyacı yok." Tanselle
hakkında konuşmak istemiyordu. Sırık Tanselle'di onun adı ancak bana
göre hiç de sırık gibi değildi.
"Peki," dedi çocuk, "bazı şö valyeler leydilere gü zel şarkılar sö ylerler
veya utla gü zel melodiler çalarlar."
"Udum yok benim," dedi Dunk asık suratla. "Ve Ahşap Şehir'deyken bir
gece çok içip sarhoş olduğ umda bana çamurda yuvarlanan bir ö kü z gibi
sesim olduğ unu sö ylemiştin."
"Hatırlamıyorum sö r."
"Nasıl hatırlamazsın?"
"Bana unutmamı sö ylemiştiniz sö r," dedi Egg bü tü n masumiyeti ile.
"Eğ er bu olaydan bir daha bahsedersem kulağ ıma tokat yiyeceğ imi
sö ylemiştiniz."
"Şarkı sö yleme ilan olmayacak." Dunk'ın şarkı sö yleyecek sesi olsa
dahi bildiğ i tek şarkı "Ayı ve Bakire Panayırı" şarkısıydı ve bu şarkı ile
Leydi Webber'in ilgisini çekeceğ ini hiç sanmıyordu. Kazan bir kere daha
kaynamaya başladı. Kü vete kadar gü ç bela getirip suyu boşalttılar.
Egg kazanı ü çü ncü kez doldurmak için bir kez daha su çekti ve
kuyunun ü zerinden aşağ ı indi. "Donukhendek'te bir şey yiyip içmeseniz
iyi edersiniz sö r. Kızıl Dul bü tü n kocalarını zehirlemiş çü nkü ."
"Onunla evlenecek değ ilim ya. O soylu bir aileden bense Kenar
Mahalle'den Dunk'ım, unuttun mu?" Dunk kaşlarını çattı. "Kaç tane
kocası olmuş şimdiye kadar sen biliyor musun?"
"Dö rt," dedi Egg, "ama hiç çocuğ u olmamış. Ne zaman doğ um yapsa,
bir iblis gece vakti yanına gelir çocuğ u alıp gidermiş. Sam Stoops'un
karısı diyor ki kadın daha doğ mamış çocuklarını Yedi Cehennem'in
Lordu'na kendisine kara bü yü ö ğ retsin diye satıyormuş."
"Soylu leydilerin kara bü yü ile işi olmaz. Onlar dans eder, şarkı sö yler
ve nakış işlerler."
"Belki iblislerle dans edip, kara bü yü lerle iş yapıyordur," dedi Egg
zevkle. "Ayrıca soylu leydilerin ne yaptıklarını nereden biliyorsunuz
sö r? Leydi Vaith tanıdığ ınız tek soylu kadın."
Bu kü stahçaydı ama doğ ruydu. "Belki hiç soylu leydi tanımıyor
olabilirim ancak kulağ ına gü zel bir şamar isteyen bir çocuk tanıyorum."
Dunk ensesini ovaladı. Zırh içinde geçirdiğ i her gü n boynu kaskatı
olurdu. "Sen kraliçeler ve prensesler tanıyorsun. Onlar hiç iblislerle
dans edip kara bü yü ü zerinde çalışırlar mıydı?"
"Leydi Shiera yapar. Lord Kankuzgun'un sevgilisi. Gü zelliğ ini korumak
için kan banyosu yapar. Ve bir keresinde de kız kardeşim Rhae, diğ er
kardeşim Daella ile değ il de onunla evleneyim diye içeceğ ime aşk iksiri
koymuştu."
Egg ensestin sanki dü nyanın en doğ al şeyi gibi konuşmuştu. En
azından onun için öyle. Targaryenlar ejder kanını saf tutmak için
yü zyıllardır kız ve erkek kardeşleri ile evleniyorlardı. Son gerçek
ejderhanın Dunk daha doğ madan ö nce ö ldü ğ ü dü şü nü lü rse,
ejderkralları da yok olmuştu. Belki de tanrılar onların kız kardeşleri ile
evlenmelerine bir şey demiyordur. "Iksir işe yaradı mı?"
"Yarardı," dedi Egg. "tü kü rmeseydim elbette. Evlenmek istemiyorum
ben. Kral Korumalarının bir şö valyesi olmak ve sadece kralı korumak ve
ona hizmet etmek için yaşamak istiyorum."
"Bu çok soylu bir istek ancak biraz daha bü yü dü ğ ü nde kendini beyaz
pelerinden çok bir kızın yanında olmayı isterken bulacaksın." Dunk
Sırık Tanselle'i ve onun Ashford'ta ona gü lü msediğ i anı hatırladı. "Sö r
Eustace dedi ki ben tam da kızıyla evlendirmek istediğ i tipte
biriymişim. Kızının adı Alysanne'di."
"Kız ö ldü sö r."
"Kızın ö ldü ğ ü nü biliyorum," dedi Dunk kızgın kızgın. "Eğ er yaşasaydı
dedi. Eğ er hayatta olsaydı onunla evlenmemi istermiş. Ya da benim gibi
biriyle. Daha ö nce hiçbir lord beni kızına yakıştırmamıştı."
"Ölü kızına. Ve Osgreyler eskiden lordluk yapmış olabilirler ancak
şuan Sö r Eustace sadece toprak sahibi bir şö valye."
"Neyin ne olduğ unu ben de biliyorum. Kulağ ına tokat yemek mi
istiyorsun sen?"
"Şey," dedi Egg, "Bir eş istemekten çok tokat isterken bulacağ ım
kendimi. Ozellikle de ö lü bir eş ise. Kazan kaynıyor sö r."
Suyu kü vete doğ ru taşıdılar ve Dunk gö mleğ ini başının ü zerinden
çıkardı. "Donukhendek'e giderken Dorne işi gö mleğ imi giyeceğ im."
Gö mlek, ü zeri karaağ aç ile kayan yıldız boyalı ve ipekten dokunmaydı.
Sahip olduğ u en iyi giysi oydu.
"Eğ er onu yolda giderken giyerseniz her tarafı ter olur sö r," dedi Egg.
"Giderken bugü n giydiğ inizi giyin. Ben de ö tekini taşırım, siz de kaleye
vardığ ımızda ü stü nü zü değ iştirirsiniz."
"Kaleye varmadan önce. Asma kö prü ü stü nde ü zerimi değ işirsem
soytarı gibi gö rü nü rü m. Ayrıca senin benimle geleceğ ini kim sö yledi?"
"Bir şö valye, yanında yaveri ile birlikte daha etkileyici gö rü nü r."
Bu doğ ruydu. Çocuğ un bu konularda çok bilgisi vardı. Olmalı da. İki
sene boyunca Kral'ın Şehri'nde yaverlik yaptı. Oyle olsa bile Dunk onu
tehlikenin içine gö tü rmekten rahatsızdı. Donukhendek'te onu nasıl bir
karşılama bekliyor hiçbir ikri yoktu. Eğ er Kızıl Dul sö ylendiğ i kadar
tehlikeli biriyse, kendini Standfast yolunda gö rdü kleri iki adam gibi,
demir bir kafesin içinde bulabilirdi
"Sen burada kalıp kö ylü ler ile birlikte Sö r Bennis'e yardım edeceksin,"
dedi Egg'e. "Ve bana da ö yle suratsız suratsız bakma." Pantolonunu
çıkarıp kenara fırlattı ve içi sıcak su dolu kü vetin içine girdi. "Hadi... Git
şimdi uyu biraz. Ve bırak da banyomu yapayım. Yarın benimle
gelmiyorsun. Konu kapanmıştır."

7. BÖLÜM

Dunk, sabah gü neşinin yü zü ne vurması ile birlikte uyandı. Egg'in
çoktan uyanıp gittiğ ini gö rdü . Tanrılar adına sabahın bu saatinde hava
nasıl bu kadar sıcak olabilir? Yatağ a oturdu ve esneyip gerginleşti. Sonra
ayağ a kalkıp sendeleyerek, elinde tuttuğ u yağ dan yapılma bü yü k mumu
yakıp kuyunun yanına gitti ve yü zü ne soğ uk su çalıp giyindi.
Gü neş ışığ ına adım attığ ında, Yıldırım'ın eyerlenmiş ve gemlenmiş bir
şekilde ahırın ö nü nde onu beklediğ ini gö rdü . Egg de katırı Ustad ile
birlikte onu bekliyordu.
Çocuk botlarını giymiş, ilk defa doğ ru dü zgü n bir yaver gibi
gö rü nü yordu. Uzerinde yeşil ve altın renklerden oluşan damalı bir yelek
vardı. Altına ise beyaz renkli yü n bir pantolon geçirmişti. "Pantolonun
kıç tarafı yırtılmıştı ama Sam Stoops'un karsı benim için onu dikti," dedi
çocuk.
"Kıyafetler Addam'ındı," dedi Sö r Eustace hadım edilmiş gri atının
ü zerinde. Yaşlı adamın omuzlarında, ü zeri damalı aslan moti i ile sü slü
yıpranmış bir ipek pelerin dalgalanıyordu. "Yelek depoda kü lenip
değ erini yitirmiş bir şey ancak yine de iş gö rü r. Bir şö valye, yanında
yaveri ile birlikte daha etkileyici gö rü nü r. Bu yü zden de Egg'in seninle
birlikte Donukhendek'e gitmesine karar verdim."
On yaşındaki bir çocuk beni alt etti. Dunk Egg'e bakıp dudaklarını
oynatarak sessizce kulağa şamar dedi. Çocuk sırıttı.
"Sizin için de bir hediyem var Sö r Duncan. Yaklaşın." Sö r Eustace
gö sterişli bir şekilde elindeki pelerini salladı.
Pelerin yü nden dokunmuş altın ve yeşil renkte kareler ile
çerçevelenmiş dü z bir giysiydi. Yü nden dokunmuş bir pelerin bu sıcak
havada Dunk'ın isteyeceğ i son şeydi ancak Sö r Eustace pelerini Dunk'ın
omuzlarına geçirince, Dunk yaşlı adamın yü zü ndeki gururu ve sevinci
gö rdü ve hediyeyi geri çeviremeden kabul etmek zorunda kaldı.
"Teşekkü r ederim lordum."
"Uzerine yakıştı. Keşke başka şeyler de verebilseydim," Yaşlı adamın
bıyığ ı seğ irdi. "Sam Stoops'ı aşağ ıdaki mahzene evlatlarımın eşyalarının
olduğ u yere yolladım ancak Edwyn ile Harrold, bacakları kısa gö ğ ü sleri
de pek geniş olmayan kü çü k cü sseli adamlardı. Ne yazık ki onların
geride bıraktıkları hiçbir kıyafet senin bedenine uymazdı."
"Pelerin yeterli lordum. Gururla taşıyacağ ım."
"Buna şü phem yok zaten." Atını dehledi. "Yolun bir kısmında size eşlik
etmek isterim eğ er sizin bir itirazınız yoksa..."
"Yok lordum."
Egg, Ustad'ın ü zerinde sırtı dimdik bir şekilde, tepeden aşağ ı inene
kadar onlara ö ncü lü k etti. "Kafasına bol gelen o hasır şapkayı takmak
zorunda mı?" diye sordu Dunk'a Sö r Eustace. "Biraz gü lü nç gö rü nü yor,
sence de ö yle değ il mi?"
"Kafası gü neşten yanıp derisi soyulduğ u zamanki kadar değ il lordum."
Bu erken saatte, gü neş daha yeni ufukta beliriyorken bile hava çok
sıcaktı. Öğlen olduğunda eyerler kızamık çıkartacak kadar sıcak olur. Egg
ö lü çocuğ un kıyafeti içerisinde şık gö rü nü yordu ancak gü n sonuna
kadar haşlanmış yumurta gibi olacaktı. Dunk'ın en azından ü zerini
değ iştirebilme şansı vardı. Iyi olan gö mleğ ini heybesine koymuş, eski
yeşil olanı da sırtına geçirmişti.
"Batı yolundan gideceğ iz," diye duyurdu Sö r Eustace onlara. Son
yıllarda pek kullanılan bir yol değ il ancak Stanfast'ten Donukhendek'e
giden en kısa yol burası." Yol onları yaşlı şö valyenin karısının ve
çocuklarının gö mü lü olduğ u bö ğ ü rtlen çalılarının oradaki tepenin arka
tarafına gö tü rdü . "Çocuklarım buraya bö ğ ü rtlen toplamaya gelirdi. Daha
kü çü cü k çocuklarken yanıma yü zleri yapış yapış, kolları çiziklerle dolu
gelirler, ben de hemen nereden geldiklerini anlardım." Içten bir şekilde
gü lü msedi. "Egg bana Addam'ı hatırlatıyor. Yaşına gö re fazla cesur onun
gibi. Addam savaş onların ü zerine doğ ru akarken, yaralı ağ abeyi
Harrold'ı korumaya çalışmıştı. Kalkanının ü zerinde altı meşe palamudu
olan Nehirovalı bir asker elindeki balta ile onun bir kolunu kesip attı."
Hü zü nlü gri gö zleri Dunk'ın gö zleri ile buluştu. "Senin eski ustan,
Pennytreeli şö valye... O, Karaalev Isyanı'nda savaştı mı?"
"Savaştı lordum. Beni yanına almadan ö nce." Dunk o zamanlar ü ç ya
da dö rt yaşındaydı ve Kenar Mahalle sokaklarına yarı çıplak, bir
çocuktan çok bir hayvan gibi dolanıp duruyordu.
"Kırmızı ejder için mi yoksa siyahı için mi?"
Kırmızı mı siyah mı? Bu bugü n için bile tehlikeli bir soruydu. Fatih
Aegon'dan beri Targaryen hanesinin arması, siyah zemin ü zerinde
duran kırmızı bir ü ç başlı ejderha şeklindeydi. Tahtta Hak İddia
Eden Daemon ise kendi armasında, birçok başka piç evladın yaptığ ı gibi
renkleri tersine çevrilmiş Targaryen arması kullanmıştı. Sör Eustace
benim yeminle bağlı olduğum lord, diye kendine hatırlattı Dunk. Bunu
sormaya hakkı var. "Lord Hayford'un sancağ ı altında dö vü şmü ş
lordum."
"Sarı zemin ü zerine yeşil baklava desenli çizgili ve ortasında da dalgalı
yeşil bir kazık olan sancağ a sahip olan lord değ il mi?"
"Olabilir lordum. Egg daha iyi bilir." Çocuk, Westeros'taki şö valyelerin
yarısının armalarını ezbere sö yleyebilirdi.
"Lord Hayford krala sadık olarak bilinen lordların başında gelirdi
elbette. Kral Daeron onu savaştan hemen ö nce El'i ilan etmişti.
Butterwell sadakatinin sorgulanmasına yol açacak sıkıntılı bir iş
çıkarmıştı ancak Lord Hayford başından beri gü venilir birisiydi."
"Olü rken Sö r Arlan yanı başındaymış. Kalkanında ü ç sur deseni olan
bir lord tarafından ö ldü rü lmü ş."
"O gü n birçok iyi adam katledildi, iki taraftan da. Savaştan ö nce
meydandaki çimler kızıla bulanmamıştı. Efendin Sö r Arlan sana bunu
anlattı mı?"
"Sö r Arlan savaştan hiç bahsetmezdi. Orada yaverini kaybetmiş. Ismi
Pennytreeli Roger'mış, Sö r Arlan'ın kız kardeşinin oğ lu." Ismi sö ylemek
bile Dunk'a belli belirsiz bir suçluluk hissettirmişti. Onun yerini
çaldım. Sadece prensler ve baş lordlar, emrinde iki yavere sahip
olabilirdi. Eğ er Değ ersiz Aegon, kılıcını piç oğ lu Daemon yerine varisi
Daeron'a verseydi, belki de Karaalev Isyanı diye bir isyan
başlamayacaktı. Ve Pennytree'li Roger da hayatta olacaktı. Bir yerlerde
şövalye olurdu şimdi, benim olduğumdan daha gerçek bir şövalye. Ben ise
çoktan darağacını boylamış olurdum ya da Gece Nöbeti'ne gönderilir,
ölene kadar Sur'un üzerinde gezerdim.
"Bü yü k savaşlar her zaman korkunçtur," dedi yaşlı şö valye. "ama
katliamın ve kanın gö beğ inde aynı zamanda bir gü zellik de yatar,
insanın yü reğ ini parçalayan bir gü zellik. Gü neşin doğ up da Kızıl Çim
Meydanı'na vurduğ u manzarayı asla unutmayacağ ım... Binlerce kişi
daha yeni can vermişti ve hava inlemelerle, feryatlarla doluydu. Ama
yukarıdaki gö kyü zü , altın, kırmızı ve turuncu renklere dö nmü ş bize
bakıyordu ve o kadar gü zeldi ki evlatlarımın bu manzarayı bir daha asla
gö remeyeceklerini dü şü nü nce hü ngü r hü ngü r ağ lamıştım." Iç çekti.
"Galibiyet hayal etmekten bile daha yakındı o zamanlar. Eğ er
Kankuzgun olmasaydı..."
"Ben her zaman savaşı Baelor Kırıkmızrak'ın kazandığ ını
duymuştum," dedi Dunk. "O ve kardeşi Prens Maekar."
"Çekiç ile ö rs mü ?" Ihtiyarın bıyığ ı seğ irdi. "Şarkıcılar çok fazla şeyi
atlarlar şarkılarında. Daemon o gü n Savaşçı'nın kendisi olmuştu adeta.
Onü nde kimse duramamıştı. Lord Arryn'in gö nderdiğ i keşif kolunu
yerle bir etmiş ve Dokuzyıldız Şö valyesi ile Vahşi Wyl Waywood'u
ö ldü rmü ş, sonra da Kral Korumaları'ndan Sö r Gwayne Corbray ile karşı
karşıya gelmişti. Yaklaşık bir saat boyunca birbirlerinin etra larında
dö nü p kılıç çarpıştırarak atlarının ü zerlerinde dans ettiler yanı
başlarında insanlar ö lü rken. Derler ki ne zaman Karaalev ile Kimsesiz
Leydi7 birbiriyle çarpışsa, çıkardıkları ses beş kilometre ö teden
duyulabilirmiş. Yarı çığ lık yarı melodi gibi bir ses. Ama en sonunda
Leydi sendelemeye başladığ ında Karaalev, Sö r Gwayne'nin miğ ferini
delip geçti ve şö valyeyi kö r edip kanlar içinde yere serdi. Daemon
atından inip, yere dü şen dü şmanının toynaklar altında ezilmediğ ini
gö rdü ğ ü nde, Kızıldiş'e onu sırtlamasını ve yaralarına baktırmak için
ü stadlarının yanına gö tü rmesini emretti. Ancak bu ö lü mcü l bir hataydı.
Çü nkü Kuzgun Dişleri, Ağ layan Tepe'nin kontrolü nü ele geçirmiş ve
Kankuzgun, iki yü z yetmiş beş metre ö teden Daemon ve çocuklarının
altında bulunduğ u, kardeşinin dalgalanan sancağ ını gö rmü ştü . Ilk ö nce
Aegon'u, Daemon'un ikiz evlatlarından bü yü k olanını katletti çü nkü
biliyordu ki ü zerlerine beyaz oklar yağ mur gibi yağ sa bile Daemon, can
çekişen daha teni bile soğ umamış evladını ö ylece bırakıp gitmezdi.
Gitmedi de zaten Kankuzgun'un yayından çıktığ ı kadar bü yü yle de yol
alan yedi ok bedenini delip geçmişken. Genç Aemon, ö lmek ü zere olan
babasının parmaklarının arasından kaydığ ında aldı Karaalev'i eline ve
bu yü zden Kankuzgun onu da katletti, ikizlerin kü çü ğ ü nü . Bö ylece siyah
ejder ve çocukları yok olup gittiler."
"Sonrasında çok daha fazla şey oldu, biliyorum. Birazını kendi
gö zlerim ile gö rmü ştü m... isyancıların kaçışını. Acıçelik'in dağ ılan
orduyu toparlayıp emrettiğ i delice hü cumu... Daemon ile Gwayne
Corbray'in yaptığ ı dö vü şten sonraki en bü yü k dö vü ş olan Kankuzgun ile
giriştiğ i mü cadeleyi... Prens Baelor'un çekicinin isyancılar ü zerine
inerken ki sesi... Dornelu askerlerin gö ğ ü mızrakları ile doldururken
attıkları çığ lıkları... Ama gü nü n sonunda bunların hiçbirinin bir anlamı
yoktu. Çü nkü Daemon ö ldü ğ ü an savaş çoktan bitmişti."
"Galibiyet çok yakındı aslında Daemon'a. Eğ er Gwayne Corbray'in
ü zerinden geçip onu kaderine terk etseydi, Kankuzgun tepeyi almadan
ö nce Meakar'ın ordusunun sol tarafını dağ ıtabilirdi. Ve o gü n siyah
ejderin gü nü olurdu, El'in ö lü mü ile Kral'ın Şehri'ne giden yol ardına
kadar açılırdı. Prens Baelor fırtına lordları ve Dornelu askerler ile alana
gelene kadar Daemon çoktan Demir Taht'a kurulmuş olurdu."
"Şarkıcılar istedikleri kadar çekiç ve ö rs şarkısını sö ylesinler sö r,
ancak o gü n dengeleri değ iştiren kişi beyaz oku ve kara bü yü sü ile
akraba katiliydi. Bizi şimdi o yö netiyor hiç şü phen olmasın. Kral Aerys
onun kö lesi. Kankuzgun'un Majesteleri'ni bü yü sü altına alıp iradesi
ö nü nde diz çö ktü rdü ğ ü nü ö ğ renmek sü rpriz olmaz. Lanetlendiğ imize
hiç şaşırmamalı."
Sö r Eustace kafasını salladı ve sessizliğ e gö mü ldü . Dunk Egg'in
konuşmanın ne kadarına kulak misa iri olduğ unu merak etti ama ona
asla bunu soramazdı. Lord Kankuzgun'un kaç gözü vardır? diye dü şü ndü
Dunk.
Hava daha şimdiden ısınmaya başlamıştı. Sinekler bile kaçıp
gitmiş diye sö ylendi içinden Dunk. Sineklerin hisleri şövalyelerden daha
kuvvetli. Güneşten uzak duruyorlar en azından.
Kendisinin veya Egg'in Donukhendek'te misa irperverlik ve iyi niyet
ile karşılanıp karşılanmayacağ ını merak etti. Bir maşrapa serin koyu
bira ne gü zel de giderdi. Dunk bunun gerçekleşme ihtimalini sevinçli
sevinçli dü şü nü rken aklına birden Egg'in, Dul'un kocalarını
zehirlediğ ini sö yleyişi geldi. Susuzluğ u o anda kayboldu. Boğ azının kuru
olmasından daha kö tü şeyler de vardı.
"Zamanında Osgrey Hanesi, batıdaki Nunny kö yü nden, Taşlı Ortü
Kasabası'na kadar kilometrelerce alan içindeki her yerin hakimiydi,"
dedi Sö r Eustace. "Donukhendek bizimdi, At nalı Tepesi bizimdi, Cü retli
Tepe bizimdi, bü yü k ve kü çü k Dosk ile Konyakdibi, Yapraklı Gö l'ü n her
iki tarafı... Osgrey Hanesi Florentlere, Tarbecklere hatta Hightower ve
Blackwoodlara bile kız verirdi."
Wat Ormanı'nın sınırı gö rü ş alanına girince, Dunk elini gö zü nü n
ü stü ne siper yapıp gö zlerini kısarak ormanlığ a baktı. Ilk defa taktığ ı bol
şapka yü zü nden Egg'e imrendi. En azından biraz gölge görmüş olurduk.
"Wat Ormanı eskiden ta Donukhendek'e kadar uzanırdı," dedi Sö r
Eustace. "Wat'ın kim olduğ unu bilmiyorum. Ama Fetih'ten ö nce onun
bu ormanında iki metrelik bü yü k geyikler ile yaban ö kü zleri
bulunurmuş. Bir insanın hayatı boyunca avlayacağ ından daha fazla kızıl
karacalar varmış ormanda. Tabi sadece kral ile damalı aslan
avlayabilirdi onları diğ er kişilere yasaktı avlanmak. Benim babamın
zamanında bile nehrin iki tarafı da ağ açlar ile kaplıydı ama ö rü mcekler
kendi atlarına, koyunlarına ve ineklerine otlak yapmak için bü tü n
ağ açları kestiler."
Bir damla ter Dunk'un gö ğ sü nden aşağ ıya doğ ru sü zü lerek aktı.
Kendini içtenlikle, bağ lı olduğ u lordunun konuşmamasını dilerken
buldu. Hava konuşmak için çok sıcak. At sürmek için de. Lanet olası hava
çok çok sıcak...
Ormanın içinde, kocaman kahverengi bir ağ aç kedisinin kurtlarla
kaynayan leşine rastladılar. "Oykk," dedi Egg, Ustad'ın sırtında leşin
yandan geçerken. "Sö r Bennis'ten bile daha kö tü kokuyor."
Sö r Eustace atını dizginleyip durdu. "Bir ağ aç kedisi. Ormanda hala
ağ aç kedilerinin yaşadığ ını bilmiyordum. Acaba onu ne ö ldü rdü ?"
Kimse cevap vermeyince de, "Ben buradan geri dö nü yorum. Batı
yolundan gitmeye devam edin, yol sizi direkt Donukhendek'e çıkarır.
Para yanında mı?" dedi. Dunk onaylar şekilde başını salladı. "Gü zel. Eve
nehrimle birlikte dö nü n sö r." Sö r Eustace atını çevirdi ve yola koyuldu.
Yaşlı adam gö zden kaybolduğ unda Egg Dunk'a dö nü p, " Leydi Webber
ile nasıl konuşmanız gerektiğ ini dü şü nü yordum da sö r. Onu kibar
iltifatlarınız ile yanına çekip gö nlü nü kazanmalısınız." Çocuk ü zerindeki
damalı gö mleğ in içinde, Sö r Eustace'in gibi canlı ve bunalmamış
gö rü nü yordu.
Bu sıcakta terleyen bir tek ben miyim? "Kibar iltifatlar demek," diye
tekrarladı Dunk. "Ne çeşit kibar iltifatmış bunlar?"
"Bilirsiniz sö r. Kadına ne kadar gü zel ve iyi biri olduğ unu sö yleyin."
Ama Dunk'ın şü pheleri vardı. "Kadın dö rt kocasını gö mmü ş, en az
Leydi Vaith kadar yaşlı olmalı. Eğ er kadın yaşlı ve siğ il dolu ise ve ben
ona iyi ve gü zel olduğ unu sö ylersem, beni yalancı olarak bilir."
"Kadın hakkında ö vebileceğ in doğ ru bir şey bulman gerekli. Abim
Daeron hep ö yle yapar. Yaşlı ve çirkin fahişelerin bile hoş saçları, gü zel
şekilli kulakları olabilir der."
"Gü zel şekilli kulaklar mı?" Dunk'ın duyduğ u şü pheler daha da
artıyordu.
"Ya da zarif gö zler. Ona giydiğ i uzun elbisesinin gö zlerinin rengini
ortaya çıkardığ ını sö yle." Çocuk bir saniye durup dü şü ndü . " Tabi Lord
Kankuzgun gibi tek gö zü yoksa."
Leydim, elbiseniz gözlerinizin rengini ortaya çıkarıyor. Dunk
şö valyelerin ve lordların diğ er leydilere bu tü r iltifatlar ettiğ ini
duymuştu. Tabi bö yle pat diye sö ylemezlerdi bü yü k ihtimalle. Tatlı
leydim, elbiseniz çok güzel. Sizin hoş gözlerinizin rengini ortaya
çıkarıyor. Bazı leydiler yaşlı ve cılız, bazıları şişman ve sü slü , bazıları ise
su çiçeğ i lekeli ve çirkin olurlardı ancak hepsi tatlı sö zlerden
hoşlanırlardı. Elbiseniz ne kadar da güzel leydim. Hoş renkli gözlerinizin
güzelliğini ortaya çıkarıyor. "Gezici şö valyelerin hayatı daha basit," dedi
Dunk asık suratla. "Eğ er yanlış bir şey sö ylersem beni taş dolu bir
çuvala koyar sonra da hendeğ e atar."
"Sizin sığ acağ ınız kadar bü yü k bir çuvalı olacağ ını sanmıyorum sö r,"
dedi Egg. "Ancak bunun yerine botumu kullanabiliriz."
"Hayır," diye hırladı Dunk. "Kullanamayız."
Wat Ormanı'ndan dışarı çıktıklarında kendilerini barajın biraz daha
ü zerinde, nehrin kenarında buldular. Su, Dunk'ın hayallindeki gibi
kendini suya sokup çıkacağ ı kadar derindi. Bir adamın boğulabileceği
kadar derin. Biraz ilerde, nehrin kıyısında bir hendek eşilmiş, suyun
birazını batıya doğ ru dağ ıtıyordu. Hendek yol boyunca ilerliyor ve bir
yılan misali tarlada kıvrılan sayısız kü çü k kanalı besliyordu. Nehri
geçtiğimiz an, Dul'un otoritesi altındayız. Dunk neye doğ ru
ilerlediklerini merak etti. Kaledeki onca askere karşılık, yanında onun
arkasını kollayacak on yaşında bir çocukla tek başınaydı.
Egg serinlemek için eliyle kendini yelpazeledi. "Sö r? Niye durduk?"
"Durmadık." Dunk atını dehledi ve atı nehre sü rdü . Egg katırının
sırtında onu izledi. Su en derin yerinde, Yıldırım'ın karnına kadar
geliyordu. Nehirden çıktıklarında ü zerlerinden su damlayarak Dul'un
tarafına geçmişlerdi. Ileride hendek bir mızrak gibi dü mdü z ilerliyor,
gü neşin ışığ ında yeşil ve altın renkte parıldıyordu.
Birkaç saat sonra Donukhendek'in kuleleri gö rü nmeye başladığ ında,
Dunk heybesindeki Dorne'dan aldığ ı gö mleğ ini giymek ve uzun kılıcının
kabzasını gevşetmek için durdu. Eğ er kılıcı kullanması gerekirse, sıkı
bir kabzadan kılıcı rahatça çıkaramazdı. Egg de hançerinin kabzasını
şö yle bir salladı. Başına bol gelen şapkasının altındaki yü zü gayet
ciddiydi. Tuttukları sopanın ucunda Osgrey sancağ ı umursuzca
sallanırken, Dunk bü yü k aygırının ü zerinde, Egg ise katırı ile birlikte
yana yana ilerlediler.
Sö r Eustace'ın Dunk'a Donukhandek ile ilgili anlattığ ı onca şeyden
sonra kale Dunk'ta hayal kırıklığ ı yaratmıştı. Fırtına Burnu veya
Yü ksekbahçe ile veya Dunk'ın gö rdü ğ ü diğ er kü çü k lordların kaleleri ile
karşılaştırıldığ ında Donukhendek, sıradan bir kaleydi. Ama en azından
bir kaleydi, kaleleştirilmiş bir gö zetleme kulesi değ il. Mazgallı dış
duvarları on metre yü ksekliğ indeydi. Her kö şesinde Standfast'in yarısı
kadar bü yü klü kle kuleler vardı. Her çan kulesinin ve kü çü k gö zetleme
yerlerinin ü zerinde bü yü kçe, gü mü ş bir ağ ın ortasına çizilmiş ö rü mcek
amblemi ile sü slenmiş siyah sancaklar asılmıştı.
"Sö r?" dedi Egg. "Suya bakın nereye akıyor."
Hendek, Donukhendek'in doğ u duvarının altında sona eriyor, kalenin
de adını aldığ ı hendeğ in içine akıyordu. Hendeğ e akan suyun sesi
Dunk'ın dişlerini gıcırdatmasına neden oldu. Benim olan Damalı Nehri,
benden çalamaz. "Gel," dedi Dunk Egg'e.
Ana kapının taş kemerinin ü zerine kazınmış eski armanın hemen
yukarısında, arka arkaya asılmış ö rü mcek sancakları dalgalanıyordu.
Yü zyıllardır esen rü zgar ile değ işen hava koşulları armayı eskitmişti
ancak armanın şekli hala belirgindi; damalı karelerden yapılma şaha
kalkmış bir aslan. Kemerin altında duran demir kapı açıktı. Binek
hayvanlarının toynakları asma kö prü ü zerinde takırdarken, Dunk
hendeğ in ne kadar derin olduğ unu merak edip aşağ ı baktı. En azından
iki metre olmalı.
Kalenin kapısı ö nü nde iki mızraklı nö betçi yollarını kesti. Birinin uzun
siyah bir sakalı vardı diğ erinin ise sakalsızdı. Sakallı olan onlara niye
geldiklerini sö ylemelerini talep etti. "Lordum Osgrey'in hediyesini
Leydi Webber'a vermek ü zere buraya gö nderildim," dedi Dunk ona.
"Ben Sö r Uzun Duncan diye tanınırım."
"Eh, Bennis olmadığ ını anlamıştım zaten," dedi sakalsız nö betçi. Onun
gelişini kokusundan anlardık." Adamın bir dişi kırıktı ve kalbinin hemen
ü zerine de ö rü mcek amblemi dikilmişti.
Sakallı, şaşı gö zlerle Dunk'a kuşku dolu bir bakış attı. "Uzuninç izin
vermeden hiç kimse hanımefendimizi gö remez. Sen benimle gel. Seyis
yamağ ın atlarının yanında kalabilir."
"Ben bir yaverim, yamak değ il," dedi Egg. "Kö r mü sü n yoksa sadece
salak mısın?"
Sakalsız nö betçi bir kahkaha koyverdi. Sakallı olan ise mızrağ ının
ucunu çocuğ un boğ azına dayayarak "Ne dedin bakayım sen?" dedi.
Dunk Egg'in kulağ ına doğ ru bir şamar attı. "Hayır. Çeneni kapa ve
atlarla ilgilen." Dunk atından indi. "Sö r Lucas ile hemen gö rü şelim."
Sakallı mızrağ ını indirdi. "Kendisi şuan avluda."
Açık demir kapının sivri uçları altından ve savaş zamanı kapıdan
geçmek isteyen dü şman askere saldırmak için tasarlanmış tavandaki
yuvarlak deliğ in altından geçip dış avluya çıktılar. Kö pekler
kulü belerinde havlıyordu. Ve Dunk kurşun camdan yapılma pencereleri
olan yedi kö şeli tahta kilise içinden gelen ilahilerin sesini
duyabiliyordu. Demirci dü kkanının hemen ö nü nde bir nalbant, yanında
çırağ ı ile bir savaş atının ayağ ına nal çakıyordu. Onun yakınında bir
yaver, uzun ö rgü lü saçları olan çilli bir kızın, antrenman hede lerine
attığ ı okları, tek tek yerinden sö kü yordu. Yarım dü zine kadar bir
şö valye de sırasıyla mızrak çalışma tahtası ü zerinde çalışıyorlardı.
Sö r Uzuninç Lucas'ı çalışma tahtası yanında şö valyeleri izleyenler
arasında, giydiğ i beyaz cü bbenin banyoda giyilmiş kadar nemli
gö rü ndü ğ ü , Dunk'tan daha fena terleyen şişman bir rahip ile
konuşurken buldular. Inch ield adamın yanında mızrak gibi dik,
dü mdü z ve upuzundu. Ama Dunk kadar uzun değ il. Bir metre doksan
santim diye gö z kararı hesapladı Dunk. Her santim bir öncekinden daha
fazla gurur katıyordur adama. Uzerinde bü tü n vü cudunu saran ipekten
siyah bir elbise giymesine rağ men, Sö r Lucas sanki Sur'un ü zerinde
yü rü yormuş gibi serin gö rü nü yordu.
"Lordum," diye selamladı nö betçi adamı. " Bu adam hanımefendimizin
huzuruna çıkmak için tavuk kulesinden buraya gelmiş."
Ilk ö nce uzun bir rahatlama sesi ile rahip onlara yü zü nü dö ndü . Dunk
adamın sarhoş olup olmadığ ını merak etti. "Bu da kim bö yle? Bir gezici
şö valye mi? Menzil'de gö rdü ğ ü m en bü yü k gezicisin. " Rahip eli ile
kutsama işareti yaptı. "Savaşçı her daim yanında olsun. Ben Rahip
Sefton. Talihsiz bir isim ama sonuçta bana ait. Sizin adınız ne?"
"Sö r Uzun Duncan."
"Çok mü tevazi bir dostmuş bu," dedi rahip Sö r Lucas'a. "Eğ er onun
kadar uzun olsaydım kendime Sö r Engin Stefon derdim. Sö r Kule Stefon.
Sö r Kulakları Bulutlara Kadar Değ en Stefon." Adamın yuvarlak yü zü
kızardı. Cü bbesinin ü zerinde şarap lekeleri vardı.
Sö r Lucas Dunk'a şö yle bir baktı. Kırkında yada en fazla ellisinde olan
yaşlı bir adamdı. Kaslı olmaktan ziyade dinç gö rü nü yordu ve dikkat
çekici çirkinlikte bir yü ze sahipti. Kalın dudaklı, karmakarışık dişleri
sapsarı, burnu etli ve geniş, gö zleri ise pö rtlek duruyordu. Daha kö tü sü
adam hiddetliydi. Dunk bunu adamın, "Gezici şö valyelerin en iyisi kılıçlı
bir dilencidir, en kö tü sü ise haydut. Kaybol git buradan. Senin gibilerin
burada işi yok," demesinden ö nce fark etmişti.
Dunk yü zü nü kararttı. "Sö r Eustace Osgrey beni Standfast'ten buraya,
bu kalenin leydisine hediyesini vermem için gö nderdi."
"Osgrey mi?" Rahip Uzuninç'e bir bakış attı. "Damalı aslan armalı
Osgrey mi? Osgrey Hanesi'nin yok olduğ unu sanıyordum."
"Yok olmaya yakın ama bu bir şeyi değ iştirmez. Ihtiyar Osgreylerin
sonuncusu. Birkaç kilometre uzakta dö kü k bir gö zetleme kulesinde
yaşamasına izin veriyoruz." Sö r Lucas Dunk'a doğ ru kaşlarını çattı.
"Eğ er Sö r Eustace hanımefendimiz ile gö rü şmek istiyor ise, kendisi
gelmek zorunda." Adamın gö zleri kısıldı. "Sen, barajın orda Bennis'in
yanındaki elemansın. Sakın inkar edeyim deme. Seni kendi ellerimle
asacağ ıma yemin ettim çü nkü ."
"Yediler bize yardım etsin." Rahip cü bbesinin kolu ile alnındaki teri
sildi.
"Bir haydutsun ö yle mi? Hem de bu bü yü klü kte. Sö r, gü nahlarınızdan
tö vbe edin ve yü ce Anne sizi bağ ışlasın." Rahibin dini yakarışı
yellenmesiyle kesildi. "Ah, beni affedin sö r. Çok fazla fasulye ile ekmek
yiyince bö yle oluyor."
"Ben haydut değ ilim," dedi Dunk ikisine topladığ ı bü tü n asaleti ile.
Uzuninç inkar eden bir tavırla isti ini bozmadı. "Benim sabrımı
zorlama, sö r. Tabi bir sö r isen. Hadi koştura koştura tavuk kulene geri
git ve Sö r Eustace'a Piskokulu Sö r Bennis'i teslim etmesini sö yle. Eğ er
bizi Bennis'i Standfast'ten alma zahmetinden kurtarırsa, hanfendimiz
belki daha hoşgö rü lü olma eğ ilimi gö sterir."
"Hanfendiniz ile Sö r Bennis ve barajın orada yaşanan sorun ile birlikte
suyumuzu çalmanız hakkında da konuşacağ ım."
"Çalmak mı?" dedi Sö r Lucas. "Leydimize de ö yle sö yle de gü neş daha
batmadan kendini bir çuvalın içinde yü zerken bul. Onu gö rmek
istediğ ine kesinlikle emin misin?"
Dunk'ın kesinlikle emin olduğ u tek şey, yumruğ unu Lucas Inch ield'ın
çarpık sarı dişlerine çakmaktı. "Sana ne istediğ imi sö yledim."
"Tamam ö yleyse bırakalım da hanımımızla konuşsun," diye ısrar etti
rahip. "Ne zararı olabilir ki? Sö r Duncan bu aşırı sıcak havada uzun bir
yolculuk yapmış. Ne diyeceğ ini dinleyelim bir."
Sö r Lucas Dunk'a tekrar bir bakış attı. "Rahibimiz yü ce gö nü llü bir
adam. Gel. Kısa keseceğ in için teşekkü r edeceğ im sana." Adam avluyu
boydan boya geçti ve Dunk adama yetişmek için koşmak zorunda kaldı.
Kalenin kilisesinin kapısı açıldı ve ibadet edenler kilisenin
basamaklarından aşağ ı hü cum etti; Şö valyeler ve yaverler, bir dü zine
çocuk, birkaç yaşlı adam, beyaz cü bbeli ve kukuletalı ü ç tane rahibe... Ve
bir de kenarları yerdeki çamurların içine gezinecek kadar uzun Myr işi
dantel ile sü slenmiş lacivert bir uzun elbise giyen uysal, tombul bir
soylu kadın. Dunk aklında kırklı yaşlarda olabileceğ ini hesap etti.
Eğ irilmiş gü mü ş ağ altındaki koyu kestane rengine yakın kızıl saçları
tepeden bağ lanmıştı ancak kadının en kırmızı yanı yü zü ydü .
"Leydim," dedi Sö r Lucas kadının ve rahibelerinin ö nü nde
durduklarında. "Bu gezici şö valye Sö r Eustace Osgrey'den bir mesaj
getirdiğ ini iddia ediyor. Onu dinlemek ister misiniz?"
"Eğ er siz uygun gö rü yorsanız Sö r Lucas." Kadın Dunk'a ö yle dikkatli
baktı ki Dunk'ın aklına ister istemez Egg ile yaptığ ı bü yü cü lü k
konuşması geldi. Bu kadının güzelliğini korumak için kan banyosu
yaptığını hiç sanmıyorum. Dul, şişmandı ve tuhaf bir şekilde sivri olan
kafasını saçları bile gizleyemiyordu. Burnu çok bü yü k, ağ zı ise çok
kü çü ktü . Iki gö zü nü n de yerinde olması Dunk'ın içini rahatlatmıştı
ancak Dunk'ın içindeki bü tü n nezaket uçup gitmişti. "Sö r Eustace,
barajınızla alakalı son gü nlerde yaşanan sıkıntılar sebebi ile bana
sizinle konuşma emri verdi."
Kadın gö zlerini kırpıştırdı. "Baraj... Baraj mı dedin?"
Etra ları kalabalıklaşıyordu. Dunk kendisine bakan dü şmanca
bakışları hissedebiliyordu. "Nehir," dedi. "Damalı Nehir hanımefendi.
Uzerine baraj diktiğ iniz nehir..."
"Ah, baraj inşa etmediğ ime kesinlikle eminim," dedi Dul. "Ben bü tü n
gü n burada, ibadet ediyordum sö r."
Dunk Sö r Lucas'ın kıkırdadığ ını duydu. "Hanfendinin barajı kendi
başına inşa ettiğ ini kastetmedim. Sadece... nehrin su olmadan, bü tü n
ekinlerimiz kuruyacak... Kö ylü nü n tarlasında fasulye ve arpa ekili... ve
kavunlar..."
"Gerçekten mi? Kavunu cidden çok severim." Kü çü cü k ağ zı mutlulukla
kıvrıldı. "Ne çeşit kavunlarınız var?"
Dunk yavaşça etrafındaki yü zlere gö z gezdirdi ve kendi yü zü nü n
kızardığ ını hissetti. Burada bir şeyler yolunda değil. Uzuninç bana bir
oyun oynamaya çalışıyor. "Leydim, konuşmamıza... konuşmamıza yalnız
kalacağ ımız bir yerde devam edebilir miyiz?"
"Bir gü mü şü ne iddiaya girerim ki bu bü yü k sersem sevişelim demek
istedi!" diye alay etti biri ve Dunk'ın etrafında bir kahkaha koptu. Kadın
korkuyla geri çekildi ve iki elini kaldırıp yü zü ne kalkan yaptı.
Rahibelerden biri hızla kadının yanına gelip kollarını kadını korumak
için omuzlarına doladı.
"Bü tü n bu cü mbü şü n sebebi de nedir?" Ses gü lü şmeleri bir anda kesip
attı. "Kimse şakayı paylaşmayacak mı? Sö r şö valye, neden benim iyi
huylu kız kardeşimi rahatsız ediyorsunuz?"
Konuşan, Dunk'ın talim alanında gö rdü ğ ü kızdı. Kalçasında bir ok
sadağ ı vardı ve elinde kendi kadar uzun-ki kendisi pek de uzun değ ildi-
bir yay tutuyordu. Dunk iki metreden biraz uzunsa, kız da bir buçuk
metreden biraz uzundu. Dunk kızın belini iki eliyle kavrayabilirdi. Kızın
kırmızı saçları kalçasına kadar uzun ve ö rü lmü ştü . Gamzeli bir çenesi,
kalkık bir burnu ve yanaklarına dağ ılmış bir sü rü çili vardı.
"Bizi bağ ışlayın Leydi Rohanne." Konuşan kişi yeleğ inin ü zerinde
Caswell Hanesi'nin armasındaki Sentor işlenmişti. "Bu koca sersem
Leydi Helicent'i siz sandı."
Dunk bir o kadına baktı bir de diğ erine. "Kızıl Dul sen misin?" dedi pat
diye. "Ama sen çok—"
"Genç miyim?" Kız elindeki yayı Dunk'ın alanda onunla gö rdü ğ ü sırık
gibi çocuğ un ü zerine attı. "Yirmi beş yaşındayım gö rü ldü ğ ü ü zere.
Yoksa sö ylemek istediğ in şey kısa demek miydi?"
"—sevimli. Demek istediğ im şey sevimliydi." Kelimeler Dunk'ın
ağ zından bir anda çıkmıştı ama sö ylediğ inden de memnun oldu. Çü nkü
kızın burnunu, çilek kırmızısı saçlarını ve deri yeleğ inin altındaki kü çü k
de olsa dolgun gö ğ ü slerini beğ enmişti. "Dü şü nmü ştü m ki... yani... sizin
dö rt kez dul kaldığ ınızı sö ylemişlerdi, ve..."
"Ilk kocam ben daha on yaşındayken ö ldü . Kocam yirmi yaşındaydı ve
babamın yaveriydi. Onunla birlikte Kızıl Çim Meydanı'na at sü rdü .
Korkarım ki kocalarım pek fazla yaşamıyor. En sonuncusu baharda
ö ldü ."
Son iki yılda Bü yü k Bahar Salgını'nda yitip gidenler için hep bö yle
denirdi. Baharda öldü. O baharda on binlerce kişi ö lmü ştü ve o kişilere
bilge yaşlı kral ile gelecek vaat eden iki prens de dahildi. "Ben... ben...
kayıplarınız için başınız sağ olsun leydim." İltifat, gerzek iltifat
et. "Sö ylemek isterim ki... giydiğ iniz uzun elbiseniz..."
"Elbise mi?" Kız ü zerindeki deri yeleğ e, botlarına pantolonuna ve
gevşek keten gö mleğ ine gö z gezdirdi. "Uzerimde uzun elbise ilan yok."
"Saçınız demek istemiştim... Saçınız yumuşak ve..."
"Ve peki siz bunu nerden biliyorsunuz sö r? Eğ er saçıma bir kere bile
dokunmuş olsaydınız bunu bü yü k ihtimalle hatırlardım."
"Yumuşak değ il," dedi Dunk se il bir halde. "Kırmızı demek istemiştim.
Saçlarınız çok kırmızı."
"Çok mu kırmızı? Ah ama umarım sizin yü zü nü z kadar kırmızı değ ildir
sö r." Kız ile birlikte etraftaki seyirciler de gü ldü .
Sö r Uzuninç Lucas dışında herkes. "Leydim," diye sö ze girdi Sö r Lucas.
"Bu adam Standfast'in kiralık askerlerinden biri. Kendisi Kahverengi
Kalkanlı Sö r Bennis barajın oradaki kazıcılara saldırıp Wolmer'in
yü zü nü deşerken onun yanındaydı. Ihtiyar Osgrey onu sizinle
konuşmaya gö ndermiş."
"Evet gö nderdi leydim. Ben Sö r Uzun Duncan diye anılırım."
"Daha çok Sö r Kalın kafalı Duncan gibi bu," dedi ü zerinde Leygood
Hanesi'nin ü ç şimşekli armasını taşıyan sakallı şö valye. Daha çok
kahkaha koptu. Leydi Helicent bile kıkırdayacak kadar kendine
gelmişti.
"Donukhendek'teki nezaket benim lord babam ile birlikte mi ö ldü ?"
diye sordu kız. Hayır kız değil, olgun bir kadın. "Sö r Duncan bö yle bir
hatayı nasıl yapabildi merak ediyorum."
Dunk, Inch ield'a kö tü cü l bir bakış attı. "Hata benimdir."
"Oyle mi?" Kızıl Dul, Dunk'ı ayaklarından başına kadar sü zdü ve en çok
gö ğ sü ne bakarken oylandı. "Bir ağ aç ile kayan yıldız. Bu armayı daha
ö nce hiç gö rmedim. " Dunk'ın gö mleğ ine dokundu ve armadaki
karaağ acın dallarından birinin ü zerinde iki parmağ ını gezdirdi. "Ve
boyanmış, dikilmemiş. Dornelular ipeklerini boyar diye duymuştum
ancak sen bir Dornelu için çok uzunsun."
"Bü tü n Dornelular kısa değ ildir leydim." Dunk kadının parmaklarını
gö mleğ inin ü zerinden hissedebiliyordu. Elleri de çil kaplıydı. İddiaya
girerim ki bütün vücudu çil kaplıdır. Dunk'ın ağ zı garip bir şekilde
kupkuru kalmıştı. "Dorne'da bir sene geçirdim."
"Oradaki bü tü n meşeler bu kadar uzun mu?" dedi parmakları ağ acın
Dunk'ın kalbinin yakınındaki bir dalı ü zerinde gezinirken.
"O bir karaağ aç leydim."
"Aklımdan hiç çıkarmayacağ ım." Ciddiyet içinde elini armadan çekti.
"Dış avlu konuşmak için çok sıcak ve tozlu. Rahip, Sö r Duncan'a
Gö rü şme Odasına kadar eşlik et."
"Bu benim için zevktir, sevgili kızım."
"Misa irimiz susamıştır. Yanında bir şişe şarap da gö tü r."
"Sarap mı gö tü reyim?" Şişman adamın gö zleri parladı. "Eğ er sizi
memnun edecek ise."
"Uzerimi değ iştirir değ iştirmez size katılacağ ım." Kemerini ve sadağ ını
çıkarıp yardımcısına verdi. "Ustad Cerrick'i de gö rmek istiyorum. Sö r
Lucas gidin ve konuşmaya katılması gerektiğ ini sö yleyin."
"Ustadı bir an ö nce gidip getireceğ im Leydim," dedi Uzuninç Lucas.
Dul, kale kumandanına soğ uk bir bakış attı. "Gerek yok. Biliyorum ki
kale içinde yerine getirmeniz gereken bir çok gö reviniz var. Ustad
Cerrick'e odaya gitmesini sö ylemeniz ka i."
"Leydim," diye seslendi Dunk. "Yaverim kale girişinde bekletiliyor. O da
bize katılabilir mi?"
"Yaverin mi?" Gü lü msediğ inde yirmi beş yaşında değ il de on beş
yaşında bir kızmış gibi gö rü ndü . Haylazlık ve kahkaha dolu sevimli bir
kız gibi. "Eğ er sizi memnun edecek ise, kesinlikle katılabilir." Formun
Altı

8. BÖLÜM

"Sakın şaraptan içmeyin sö r," diye kulağ ına fısıldadı Egg onlar Gö rü şme
Odasında Dul'u ve onun rahibini beklerlerken. Odanın taş zemini tatlı
kokulu hasırotları ile kaplıydı ve duvarlarda da savaşlardan ve
turnuvalardan kareler içeren duvar halıları asılıydı.
"Kadının beni zehirlemeye ihtiyacı yok," diye homurdandı Dunk. "Beni
kafasının içinde haşlanmış bezelye lapası olan bir hanzo zannediyor."
"Bununla birlikte benim sevgili kızım haşlanmış bezelye lapasını çok
sever," dedi rahip Septon elinde şarap ile su sü rahisi ve ü ç bardakla
birlikte odaya girerken. "Evet, evet duydum. Şişman olmam sağ ır da
olduğ um anlamına gelmiyor." Iki bardağ a şarap, bir bardağ a ise su
doldurup, su dolu bardağ ı Egg'e verdi. Egg bardağ a uzunca bir sü re
şü pheli şü pheli baktı, sonra da rahibe fark ettirmeden kenara kaldırdı.
"Bu Arbor şarabı," dedi rahip. "Iyidir ve içine zehir koyarsan tadı daha
da gü zel olur." Egg'e gö z kırptı. "Nadiren kendim şarap yaparım ancak
ö yle olduğ unu duymuşluğ um var." Bardağ ı Dunk'a verdi.
Şarap tatlı ve boldu ancak Dunk ihtiyatlı davrandı. Tabi rahibin ağ zını
şapırdatıp bardağ ındaki şarabın yarısını koca bir yudumda midesine
indirene kadar. Egg ise kollarını çatıp su dolu bardağ ına dokunmamaya
devam etti.
"Gerçekten bezelye lapasından hoşlanır," dedi rahip, "hem de senden
hoşlandığ ı kadar. Kendi sevgili kızımı bilirim ben. Seni aşağ ıda ilk
gö rdü ğ ü mde, Kral'ın Şehri'nden buraya leydimize talip olan bir şö valye
olmanı umdum."
Dunk kaşlarını çattı. "Kral'ın Şehri'nden olduğ umu nereden anladın
rahip?"
"Şehircilerin belirli bir aksanı vardır." Rahip şaraptan koca bir yudum
daha aldı ve ağ zında çalkalayıp yuttuktan sonra keyi li keyi li sırıttı. "
Yü ce Baelor kilisesinde, uzun yıllar boyunca Baş Rahip'in hizmetinde
bulundum." Iç çekti. "Bahardan sonraki şehri gö rsen tanımazsın bile.
Yakılan ateşler yü zü nden birkaç mahalle yanıp kü l oldu, birkaçı da
boşaldı gitti. Fareler bile ortadan kayboldu. Bu çok garip çü nkü faresiz
bir şehir olabileceğ i hiç aklıma gelmezdi."
Bunları Dunk da duymuştu. "Bü yü k Bahar Salgını sırasında orada
mıydın?"
"Evet aynen ö yle. Korkunç zamanlardı sö r, korkunç. Sapasağ lam
olanlar bile sabah sağ lıklı bir şekilde uyanır ve daha gü n çö kmeden
ö lü p giderlerdi. O kadar fazla kişi, o kadar kısa zamanda ö ldü ki onları
gö mmeye bile fırsat bulamadık. O yü zden ö lü leri Ejder Çukuru'na
yığ dılar. Olü yığ ınları ü ç metre yü ksekliğ e ulaştığ ında ise Lord Rivers,
ateş ü stadlarına onları yakmalarını emretti. Yakılan ateşler
pencelereleri ışıl ışıl etti, tıpkı ejderhaların hala o çukurlarda yaşadığ ı
eski zamanlardaki gibi. Gece olduğ unda çılgınateşin o koyu yeşil
parlaması şehrin her yanından gö rü lebilirdin. O yeşil renk geceleri hala
rü yalarıma girer. Baharın Lannisport'u kö tü , Eski Şehir'i ise daha beter
vurduğ u sö ylenir ancak salgın Kral'ın Şehri'nin beşte ikisini gö tü rdü . Ne
yaşlı kurtulabildi ne de genç. Ne zengin tedavi olabildi ne de fakir. Ne
soylular kaçınabildi ne de alt tabakadakiler. Tanrıların yeryü zü ndeki
sesi, gelmiş geçmiş en ulvi ü çü ncü şahsiyet olan sevgili Baş Rahibimizi
bile kaybettik. Ve sessiz kız kardeşlerimizin çoğ unu da. Majesteleri Kral
Daeron, nazik Matarys ve Kral Eli cesur Valarr... hepsini... Ah, korkunç
zamanlardı, korkunç. Salgın bittiğ inde şehrin yarısı Yabancı'ya8 dua
ediyordu." Kendine bir bardak şarap daha koydu. "Peki ya siz
neredeydiniz sö r?"
"Dorne'da," diye cevap verdi Dunk.
"Merhameti için Anne'ye şü kü rler olsun o zaman," Bü yü k Bahar
Salgını Dorne'a hiç bulaşmamıştı çü nkü Dornelular tıpkı Vadi'nin
sahipleri Arryn'lar gibi sınırlarını ve limanlarını kapatmışlardı. "Bu
kadar ö lü mden bahsetmek insanı kü felik eder ancak neşe yaşadığ ımız
zor zamanlarda gü ç bela kapımızı çalıyor. Bü tü n dualarımıza rağ men
kuraklık devam ediyor. Kral Ormanı içi çalı dolu kocaman bir şö mine
gibi, gece gü ndü z alevler yü kseliyor içinden. Acıçelik ile Daemon
Karaalev'in sağ kalan çocukları Tyrosh'ta planlar kuruyor ve Dagon
Greyjoy'un deniz canavarları Gü n Batımı Denizi'nde kurtlar gibi sinsi
sinsi dolaşıp Arbor'a kadar bü tü n gü ney tarafını yağ malıyor. Gü zel
Adalar'daki bü tü n servetin yarısını alıp gö tü rmü şler. Yü z kadar kadını
da ö yle. Lord Farman savunmasını takviye ediyor ki bu bana gö re
hamile kalıp gö beğ i benim kadar şişmiş kızına bekaret kemeri takan bir
babadan farksız bir davranış. Bü yü k oğ lu baharda ö len Lord Bracken Uç
Dişli Mızrak'ta can çekişiyor. Bu da onun yerine Sö r Otho'nun geçeceğ i
anlamına geliyor. Blackwoodlar Bracken Vahşisi'ni asla komşuları
olarak kabullenmezler. Bu da savaş çıkacak demek."
Dunk, Brackenlar ile Blackwoodlar arasında sü regelen dü şmanlıktan
haberdardı. "Peki ya bağ lı oldukları baş lord onları barışmaya
zorlayamaz mı?"
"Alas mı?" dedi rahip Sefton. "Lord Tully etrafı kadınlarla çevrilmiş,
sekiz yaşındaki bir çocuk. Nehirova bu işe fazla mü dahale etmeyecek ve
Kral Aerys ise farkında bile olmayacak. Ustadın biri bu konuda bir kitap
yazıp ö nü ne koymaz ise bu olay onun yü ce dikkatini çekmez. Lord
Rivers hiçbir Bracken'ın kendisi ile gö rü şmesine izin verecek gibi değ il.
Hatırlatayım ki Kral Eli'miz yarı Blackwood'tur. Edeceğ i tek mü dahale
Vahşi'yi kö şeye sıkıştırmak için kuzenlerine yardım etmek olur. Anne,
Lord Rivers'ı doğ duğ u gü n işaretlemişti, Acıçelik ise onu Kızıl Çim'de."
Dunk rahibin Kankuzgun'u kastettiğ ini biliyordu. Brynden Rivers, El'in
gerçek adıydı. Annesi bir Blackwood, babası ise dö rdü ncü Aegon'du.
Şişman adam şarabından bir yudum daha alıp konuşmaya devam etti.
"Aerys'e gelirsek, Majesteleri lordlar ve kanunlardan çok, eski yazıtlar
ve tozlanmış kehanetler ile ilgileniyor. Bir varis sahibi olmak için bile
uğ raştığ ı yok. Kraliçe Aelinor, Anne'nin ona bir evlat bahşetmesi için
her gü n kilise gidip yalvarır halde dualar eder ancak onca duaya
rağ men hala bakire. Aerys kendisini odasına kapatmış ve yakında
yatağ ına kadın değ il de kitap alacakmış diyorlar." Bardağ ını tekrar
doldurdu. "Hiç şü phen olmasın, Lord Rivers bizi yö netiyor şuan.
Bü yü leri ve casusları ile. Ona karşı çıkacak kimse de yok. Prens Maekar
Yaz Kalesi'nde surat asıp asil kardeşine dair içinde tuttuğ u kini
bü yü tü yor. Prens Rhaegel ise uysal olduğ u kadar deli de. Ve çocukları
ise... şey hala çocuk. Lord Rivers'ın dostları ve gö zdeleri bü tü n kaleyi
doldurmuş durumda. Kü çü k Konsey'deki lordlar onun bir tarafını
yalıyor ve yeni Baş Ustad da en az onun kadar bü yü ye batmış durumda.
Kızıl Kale, Kuzgun Dişleri tarafından korunuyor. Lord Rivers'ın izni
olmadan bir kişi bile kralı gö remez."
Dunk oturduğ u yerde rahatsızca kıpırdandı. Lord Kankuzgun'un kaç
gözü vardır? Bin ve bir tane. Dunk Kral Eli'nin bin tane de kulağ ının
olmamasını umdu. Rahip Sefton'un sö ylediklerinin bazıları vatan
hainliğ i ile ilişkilendirilebilirdi. Egg'e şö yle bir bakış attı. Çocuk
konuşmamak için kendini zor tutuyordu.
Rahip ayağ a kalktı. "Sevgili kızım bir sü re daha gelmez sanırım. Bü tü n
leydiler gibi onun da denediğ i ilk on elbise, içinde bulunduğ u ruh haline
yakışmamış olacak. Biraz daha şarap ister miydiniz?" Soruya cevap bile
beklemeden rahip iki bardağ ı da ağ zına kadar doldurdu.
"Leydi Webber sandığ ım diğ er leydi," dedi Dunk konuyu değ iştirme
niyeti ile, "o da sizin kızınız mı?"
"Hepimiz Yedilerin çocuklarıyız sö r, ama bu bir kenara bırakırsak,
hayır. Leydi Helicent, baharda vefat eden Sö r Rolland Uffering'in yani
Leydi Rohanne'in dö rdü ncü kocasının kız kardeşiydi. Benim ağ abeyim
Leydi Rohanne'in ü çü ncü kocası Sö r Simon Staunton'dı ki kendisi
talihsiz bir şekilde boğ azına kaçan tavuk kemiğ i yü zü nden boğ ularak
ö ldü . Donukhendek hayaletler ile doludur, denir hep. Bir koca ö lü r
ancak onun akrabaları leydinin şarabını ve yemeklerini yemek için
kalede kalır. Tıpkı ipekler ve kadifeler ile sarmalanmış pembe tombul
çekirgelerin istilası gibi." Ağ zını sildi. "Ve şimdi yeniden evlenmek
zorunda. Hem de kısa sü re içinde."
"Zorunda mı?" dedi Dunk.
"Lord babasının vasiyetinde bu yazılı. Lord Wyman soyunu devam
ettirecek torunlar istemişti. Hastalanıp yatağ a dü ştü ğ ü nde, o ö ldü kten
sonra kızını koruyup kollayacak gü çlü birinin olmasını arzuladığ ından
leydimizi Uzuninç ile evlendirmek istedi. Ancak Rohanne onunla
evlenmeyi reddetti. Lord Wyman da intikamını vasiyetiyle aldı. Eğ er
babasının ö lü mü nü n ikinci yıl dö nü mü ne kadar hala evlenmemiş olur
ise, Donukhendek ve bü tü n topraklar kuzeni Wendell'e geçecek.
Avludayken belki gö zü ne çarpmıştır. Boğ azında guatr olan kısa boylu ve
gazlı adam. Gerçi bana bir şey sö ylemek dü şmez çü nkü benim içim de
gereğ inden fazla rü zgarlı. Bununla beraber Sö r Wendell açgö zlü ve
aptal. Ancak eşi Lord Rowan'ın kız kardeşi... ve kadın inkar edilemez bir
seviyede doğ urgan. Adamın yellendiğ i sıklıkta kadın yavruluyor.
Çocukları da adam kadar kö tü , kızları ise daha beter. Ancak hepsi de
kalan gü nleri sayıyor. Lord Rowan vasiyeti onaylıyor ki bu yü zden
sevgili leydimizin sadece bir sonraki dolunaya kadar vakti var."
"Niye bu kadar uzun sü redir bekledi ki?" diye sordu Dunk merak
içinde.
Rahip omuz silkti. "Gerçeğ i sö ylemek gerekirse, talip kıtlığ ı yaşıyor
diyebiliriz. Sevgili kızım ö yle yü zü ne bakılmayacak biri değ il. Ve farkına
varmışsındır ki sağ lam bir kale ile geniş topraklar onun çekiciliğ ine
çekicilik katıyor. Insan, genç delikanlıların ve topraksız şö valyelerin
tıpkı sinekler gibi leydimizin etrafında uçuşacağ ını dü şü nü r ama durum
bö yle değ il. Dö rt ö lü koca insanları tedirgin ediyor. Ayrıca etrafta onun
kısır olduğ unu sö yleyenler de var... Tabi onun yanında sö ylemeye
cesaret edemezler, kafesi boylamak istemiyorlarsa elbet. Şu ana kadar
bir erkek bir kız iki çocuğ a gebe kaldı ancak bebekler yaşlarını bile
dolduramadan ö ldü ler. Zehircilik ve bü yü cü lü k dedikodusundan
etkilenmeyen bir avuç kişi ise Uzuninç'le muhatap olmak istemediğ i
için kaleye yanaşmıyor. Lord Wyman ö lü m dö şeğ inde iken Uzuninç'e,
kızını değ ersiz taliplerden korumasını emretti ki o bunu bütün
taliplerden olarak algıladı. Leydinin elini tutmak isteyen herhangi bir
kişi ilk ö nce onun kılıcı ile yü zleşmek zorunda." Şarabını bitirdikten
sonra bardağ ı bir kenara kaldırdı. "Tabi bu hiç kimse olmadı demek
değ il. En inatçı olanları Cletyon Caswell ile Simon Leygood'tu ve
leydinin kişiliğ inden ziyade sahip olduğ u topraklarda gö zleri vardı.
Ancak ben olsam paramı Gerold Lannister ü zerine yatırırdım. Henü z
buraya şahsen gelmedi ama, derler ki altın sarısı saçları, keskin zekası
ve iki metreye yakın boyu..."
"... ve Leydi Webber de Gerold'un gö nderdiğ i mektuplar vesilesi ile ona
meftun olmuş." Leydi yanında kanca burunlu genç bir ü stad ile odanın
girişinde dikiliyordu.
"Paranı Lannister'a yatırırsan o bahsi kaybedersin gü zel ağ abeyim.
Gerold asla Lannisport'un ona sunduğ u zevklerden ve Casterly
Kayası'nın ihtişamından kendi isteğ i ile ayrılıp bu kü çü k lordluğ a adım
atmaz. Lord Tybolt'un kardeşi ve danışmanı olarak daha fazla nü fuz
sahibi ve bu yü zden asla kocam olmayı arzulamaz. Diğ erlerine gelirsek,
Sö r Simon borçlarını kapatmak için arazimin yarısını satışa çıkarır ve
Sö r Cleyton ise Uzuninç ne zaman ona bakmaya tenezzü l etse kedi gibi
tir tir titrer. Ayrıca adam benden daha bakımlı. Ve sen rahip, sen ise
Westeros'taki en boş boğ aza sahipsin."
"Koca bir gö beğ e sahip olmak için boş bir boğ az lazım değ il mi?" dedi
rahip Sefton yü zsü zce. "Aksi halde daha zayıf bir hale gelirsin."
"Kızıl Dul sen misin?" dedi Egg hayretler içinde. "Boyun neredeyse
benim kadar!"
"Bundan altı ay kadar ö nce başka bir çocuk da aynı yorumda
bulunmuştu. Ben de onu ayaklarından astırdım ki boyu daha çabuk
uzasın." Leydi Rohanne, onları yü ksekten gö ren yerine geçip, saç
ö rgü sü nü sol omzunun ü zerinden gö ğ sü ne çekti. Orgü sü o kadar
uzundu ki ucu, adeta uyuklayan bir kedi yavrusu gibi kucağ ında sarmal
hale geliyordu. "Sö r Duncan, siz avluda kendinizi iyi niyetli davranmaya
bu kadar zorlamışken, gelip sizinle dalga geçmemeliydim. Ancak o
kadar kızarmıştınız ki... Bu kadar boy attığ ınız kö yü nü zde size hiç
sataşan bir kız olmadı mı?"
"Kö yü m Kral'ın Şehri'ndeydi." Kenar Mahalleden bahsetmek
istemiyordu. "Orada kızlar vardı elbette ancak..." Bu tü r sataşmalar
Kenar Mahalle'de bazen bir parmağ ın kesilmesi ile sonuçlanırdı.
"Sanırım size sataşmaktan korkuyorlardı," dedi Leydi Rohanne
ö rgü sü nü okşayarak. "Uzun boyunuzdan korkmuş olmalarına şü phe
yok. Lü tfen Leydi Helicent hakkında kö tü dü şü nmeyin. Sevgili kardeşim
kendi halinde saf birisidir ancak içinde kö tü lü k yoktur. Rahibeleri
olmadan elbiselerini giyemez bile."
"Onun yapmadığ ını biliyorum. Hata benimdi."
"Çok kibarsınız ancak yalan sö ylü yorsunuz. Sö r Lucas'ın işi olduğ unu
biliyorum. O zalimce bir espri anlayışına sahiptir ve bunun ü stü ne bir
de siz Sö r Lucas'ı kızdırdınız hem de onu gö rü r gö rmez."
"Kızdırdım mı?" dedi Dunk aklı karışmış bir şekilde. "Ona hiç kö tü
davranmadım."
Leydi Rohanne gü lü msedi ve gü lü msemeyi gö ren Dunk kendini keşke
daha çirkin olsaydı diye dilerken buldu. "Onunla yan yana iken gö rdü m
sizi. Ondan bir karış kadar daha uzunsunuz. Ve Sö r Lucas'ın tepeden
bakamadığ ı biriyle tanışmayalı epey bir zaman geçmişti. Kaç
yaşındasınız sö r?"
"Nereyse yirmi yaşındayım, eğ er sizi de memnun eder ise." Dunk
henü z on dokuz veya on sekiz yaşında olsa da yirmi demesini seviyordu.
Nasıl olsa kimse yaşı konusunda tam emin değ ildi. Herkes gibi elbette
bir annesi ve babası vardı ancak Dunk onları hiç tanımamıştı. Hatta
isimlerini bile bilmiyordu. Ve Kenar Mahalle'deki hiç kimse doğ duğ u
andan itibaren onunla ilgilenmemişti.
"Gö rü ndü ğ ü nü z kadar kuvvetli misiniz?"
"Ne kadar kuvvetli gö rü nü yorum leydim?"
"Ah, en azından Sö r Lucas'ı rahatsız edecek kadar. Her ne kadar onu
ben seçmesem de kendisi kale komutanımdır. Donukhendek gibi o da
babamın bana bıraktığ ı bir miras. Bir savaşta bulunduktan sonra mı
şö valye ilan edildiniz Sö r Duncan? Kusuruma bakmazsanız
aksanınızdan soylu bir aileye mensup olmadığ ınız anlaşılıyor."
Daha çok çamurlu bir aileye mensubum. "Pennytreeli Sö r Arlan adlı bir
şö valye daha ben kü çü k bir çocukken beni yanına yaver olarak aldı.
Bana şö valyeliğ i ve savaş sanatlarını ö ğ retti."
"Ve aynı Sö r Arlan sizi şö valye mi ilan etti?"
Dunk gö zlerini botlarına dikti ve bağ cıklarından birinin çö zü lmü ş
olduğ unu gö rdü . "Başka biri yapacak gibi durmuyordu."
"Peki Sö r Arlan şimdi nerede?"
"Oldü ." Kafasını kaldırıp tekrar kadına baktı. Bağ cıklarını sonra da
bağ layabilirdi. "Onu bir dağ eteğ ine gö mdü m."
"Bir savaş esnasında cesurca mı hayatını kaybetti?"
"Hayır bir yağ murdan sonra. Soğ uk algınlığ ına yakalandı."
"Yaşlı insanlar narindir bilirim. Bunu ikinci kocamdan ö ğ rendim.
Onunla evlendiğ imde daha on ü ç yaşındaydım. Bir sonraki sene elli beş
yaşına girecekti ki kendisi yeni yaşını gö rebilecek kadar uzun yaşadı.
Olü mü nden altı ay sonra bir erkek evlat dü nyaya getirdim. Ancak
Yabancı, kocam gibi evladım için de geldi. Rahipler kocamın, evladının
yanında olmasını arzulamış olabileceğ ini sö ylediler. Sizce de ö yle mi
sö r?"
"Şey," dedi Dunk tereddü t içinde. "bu doğ ru olabilir leydim."
"Saçmalık," diye karşılık verdi kadın. "çocuk çok zayıf doğ muştu,
kü çü cü k bir şeydi. Emerken bile gü çlü k çekerdi. Yine de. Tanrılar
çocuğ un babasına elli beş sene verdiler. Insan tanrıların o babanın
evladına ü ç gü nden daha fazla bir sü re verebileceklerini dü şü nü r."
"Evet dü şü nebilir." Dunk tanrılar hakkında çok az şey bilirdi. Bazen
kiliseye gidip Savaşçı'nın kendisine gü ç bahşetmesi için dua ederdi
ancak bunlar dışında Yediler ile pek işi olmazdı.
"Sö r Arlan'ın ö lmü ş olmasına ü zü ldü m," dedi, " ve sizin Sö r Eustace'in
hizmetine girmenize ise daha çok ü zü ldü m. Bü tü n yaşlılar aynı değ ildir
Sö r Duncan. Pennytree'deki evinize gitseydiniz daha iyi ederdiniz."
"Kılıcım ü zerine yemin ettiğ im yerden başka bir evim yok." Dunk
Pennytree'ye hiç gitmemişti ve kö y Menzil sınırları içinde mi yoksa
dışında mı onu bile bilmiyordu.
"Burada yemin edin o zaman. Her şeyin değ iştiğ i bir dö nemdeyiz.
Şö valyelere ihtiyacım var. Sağ lam bir iştahınız varmış gibi gö rü nü yor
Sö r Duncan. Daha ne kadar tavukla beslenebilirsiniz? Donukhendek'te
ise midenizi sıcak kızarmış etlerle ve meyveli tatlılar ile
doyurabilirsiniz. Yaverinizin de beslenmeye ihtiyacı olduğ u belli. O
kadar cılızlaşmış ki kafasındaki bü tü n saçlar dö kü lmü ş. Burada kendi
yaşıtları ile kalabileceğ i bir oda ayarlayabiliriz. Bundan hoşlanacağ ına
eminim. Kalemdeki Savaş Ustadı'm da onu savaş sanatları konusunda
eğ itebilir."
"Onu ben eğ itiyorum," dedi Dunk hemen savunmaya geçerek.
"Peki ya ondan başka? Bennis de mi? Ihtiyar Osgrey'i de mi? Yoksa
tavukları da mı?"
Egg'e tavukları kovalatmasının ü zerinden gü nler geçmişti. Çocuğun
daha çevik olmasına yardım eder, diye dü şü nmü ştü ancak bunu sö ylese
kadının kahkaha atacağ ını biliyordu. Kadın, kalkık burnu ve çilleri ile
Dunk'ın aklını karıştırıyordu. Dunk Sö r Eustace'in onu neden buraya
gö nderdiğ ini kendine hatırlattı. "Kılıcım Lord Osgrey'e yeminlidir
leydim," dedi. "Ve ö yle de kalacak."
"Oyle olsun sö r. O zaman hoş olmayan konuları konuşmaya
başlayalım." Leydi Rohanne ö rgü sü nü n ucundan çekti. "Donukhendek'e
yada Donukhendek'te yaşayanlara zarar gelmesini kabullenmeyiz. Bu
yü zden sö yleyin bakalım neden sizi bir çuvalın içine koyup hendeğ e
atmayayım?"
"Çü nkü buraya konuşmak için geldim," diye hatırlattı ona. "ve ikram
ettiğ iniz şarabı içtim." Şarabın tatlı ve koyu tadı hala damağ ındaydı.
Eğ er şarap zehirliyse de şimdiye kadar tesir etmemişti. Ve belki şarap
onun bu kadar gö zü pek olmasını sağ lamıştı. "Ve beni içine
koyabileceğ iniz kadar bü yü k bir çuvalınız yok."
Şansına, Egg'in şakası kadını gü lü msetti. "Elimde tam da Bennis'i
sığ dırabileceğ im bü yü klü kte bir çuvalım var. Ustad Cerrick diyor ki
Wolmer'in yü zü neredeyse çene kemiğ ine kadar yarılmış."
"Sö r Bennis adamla konuşurken sinirlerine hakim olamadı leydim. Sö r
Eustace beni buraya kan parasını ö demek için gö nderdi."
"Kan parası mı?" diye kahkaha attı Dul. "Onun yaşlı olduğ unu
biliyordum ama o kadar yaşlı olduğ unu bilmiyordum. Bir kişinin
hayatının bir kese gü mü şe eşdeğ er olduğ u Kahramanlar Çağ ı'nda
yaşadığ ımızı ilan mı zannediyor bu adam?"
"Kazıcı ö ldü rü lmedi leydim," diye hatırlattı Dunk. "Benim gö rdü ğ ü m
kadarı ile kimse ö ldü rü lmedi. Adamın yü zü çizildi hepsi o kadar."
Kadın elini tembel tembel ö rgü sü nü n ü zerinde gezdirdi. "Sö r Eustace
Wolmer'in yanağ ı için ne kadar iyat biçti acaba?"
"Bir gü mü ş. Ve ü ç gü mü ş de size leydim."
"Sö r Eustace benim onuruma çok cimrice bir iyat biçmiş. Gerçi ü ç
gü mü ş yine de ü ç tavuktan daha iyidir, seni temin ederim. Ancak
Bennis'i hak ettiğ i cezayı alması için buraya gö nderirse daha iyi bir
teklif yapmış olur."
"Peki bu cezaya bahsettiğ iniz çuval da dahil mi?"
"Olabilir." Orgü sü nü bir elinde dolandırdı. "Osgrey'in gü mü şü
kendisinde kalabilir. Kanı ancak kan temizler."
"Şey," dedi Dunk, "elbette sizin dediğ iniz gibi olabilir leydim ancak
neden Bennis'in yaraladığ ı adamı çağ ırıp gü mü şü mü yoksa çuvala
tıkılmış Bennis'i mi arzu ettiğ ini sormuyoruz?"
‘Ah, eğ er ikisini de elde edemiyor ise kesinlikle gü mü şü isteyecektir
bundan hiç şü phem yok sö r. Bu onun sö z sö yleyeceğ i bir olay değ il. Bu
olay aslan ve ö rü mcek ile ilgili, sıradan bir kö ylü nü n yanağ ı ile ilgili
değ il. Benim istediğ im ve elde edeceğ im şey Bennis'tir. Hiç kimse benim
topraklarımda at koşturarak benim olanı yaralayıp sonra da bu işten
yakasını nasıl kurtardığ ını sağ da solda gü lerek anlatamaz."
"Hanfendi Standfast'e at sü rü p Sö r Eustace'e ait olana el sü rmü ştü
ancak," dedi Dunk dü şü nmeye fırsat bulamadan.
"Oyle mi yapmışım?" Orgü sü nü tekrar çekiştirmeye başladı. "Eğ er
koyun hırsızını kastediyorsan, adamın adı kö tü anılıyordu bir kere.
Bunu iki kez Osgrey'e bildirdim lakin hiçbir şey yapmadı. Ben ü çü ncü
kez sö ylemem. Kral'ın kanunu bana kişiyi hapsetme ve asma hakkını
veriyor."
Ona cevap veren bu sefer Egg'di. "Eğ er kendi toprakların içindeyse,"
diye diretti çocuk. "Kral'ın kanunu lordlara asma ve hapsetme hakkını
kişiler kendi toprakları içinde ise verir."
"Zeki çocuk. Eğ er bu kadarını biliyor isen, toprak sahibi şö valyelerinin
bağ lı oldukları lorddan izin almadan cezalandırma hakkının olmadığ ını
da biliyorsun demektir. Sö r Eustace Standfast'i Lord Rowan adına
yö netiyor. Bennis kan akıttığ ı an kralın sulh kanununu çiğ nemiş oldu.
Ve bu yü zden de yargılanmak zorunda." Dul, yü zü nü Dunk'a dö ndü .
"Eğ er Sö r Eustace Bennis'i bana teslim eder ise, onun sadece burnunu
keserim ve konu burada kapanır. Ancak eğ er Standfast'e gidip onu
almak zorunda kalırsam, sonuç aynı olmaz."
Dunk aniden midesinde rahatsız edici bir çalkantı hissetti. "Ona
sö yleyeceğ im, ancak Bennis'i asla teslim etmez," dedi tereddü t ile.
"Bü tü n bu sorunlara baraj sebep oldu. Eğ er sevgili leydi barajın
yıkılmasına razı gelir ise—"
"Imkansız," diye kestirip attı Leydi Rohanne'in yanındaki genç ü stad.
"Donukhendek, Standfast'in yirmi katı kadar daha fazla kö ylü ye ev
sahipliğ i yapıyor. Hanfendimizin topraklarında buğ day, arpa ve mısır
ekili ki hepsi de kuraklıktan dolayı solmuş halde. Yarım dü zine meyve
bahçesinde elma, kayısı ve ü ç çeşit armut ağ açları dikili. Yavrulama
zamanı gelen ineklere, beş yü zü geçkin siyah burunlu koyuna ve
Menzil'de yetişen en kaliteli atlara sahibiz. Şu an bir dü zine kısrak
yavrulamak ü zere."
"Sö r Eustace'in de koyunları var," dedi Dunk. "Tarlalarında kavunları,
fasulyeleri ve arpaları ayrıca..."
"Nehirdeki suyu kale etrafındaki hendeğe akıtıyorsunuz!" diye bağ ırdı
Egg.
Ben de tam konuyu hendeğe getiriyordum, diye dü şü ndü Dunk.
"Hendek, Donukhendek'in savunması için vazgeçilmezdir," diye
inatlaştı ü stad. "Leydi Rohanne'in bu ne olacağ ı belli olmayan tehlikeli
zamanda kendisini saldırıya açık halde bırakmasını mı ima
ediyorsunuz?"
"Sö r Duncan," dedi Leydi Rohanne. "Siyah ejder ayaklandığ ında ben
daha on yaşındaydım. Babama kendisini riske atmaması ya da en
azından kocamı burada bırakması için yalvarıp dil dö ktü m. Eğ er iki
erkek de giderse beni kim koruyacaktı? O ise beni surların ü zerine
çıkardı ve Donukhendek'in gü çlü noktalarını gö sterdi. ‘Oraları sağ lam
tut ki onlar da seni sağ lamca koruyabilsin,' dedi bana. Ilk işaret ettiğ i
nokta ise hendekti." Orgü sü nü n ucu ile yanağ ını okşadı. "Ilk kocam Kızıl
Çim Meydanı'nda yok olup gitti. Babam bana başka kocalar buldu ancak
Yabancı hepsini yanına aldı. Artık hiçbir erkeğ e gü venmiyorum. Ne
kadar güçlü görünürlerse görünsünler. Benim gü venim taşa, çeliğ e ve
suya. Hendeğ ime gü veniyorum sö r ve benim hendeğ im asla kuru
kalmayacak."
"Babanızın size sö ylediğ i şey gü zel ve iyi bir tavsiye," dedi Dunk.
"ancak bu size Osgreylerin nehrini alma hakkını vermiyor."
Dul, ö rgü sü nü bir kez daha çekiştirdi. "Sanırım Sö r Eustace size nehrin
kendisine ait olduğ unu sö ylemiş."
"Yaklaşık bin yıldır," dedi Dunk. "Ismine Damalı Nehir denilmiş. Burası
çok açık."
"Evet ö yle." Orgü sü nü bir değ il, iki değ il tam ü ç kez çekiştirdikten
sonra tekrar konuştu: "Manderlyler kıyılardan bin yıl ö nce sü rü lmesine
karşın, Mander Nehri, hala Mander ismiyle anılıyor. Son Gardener Ateş
Tarlası'nda ö lmesine rağ men Yü ksekbahçe hala Yü ksekbahçe. Casterly
Kayası Lannisterlar ile ö zdeşleşmiştir ancak ortada Casterly
hanesinden hiç kimse yok. Dü nya değ işir sö r. Bu Damalı Nehir, At Nalı
Tepesi'nden doğ ar ki en son baktığ ımda tepenin hepsi benim arazilerim
içindeydi. Ve nehir de ö yle. Ustad Cerrick, ona belgeyi gö sterin."
Ustad, ü zerinde durduğ u yü ksek yerden aşağ ı indi. Adam, Dunk'tan
yaşça pek bü yü k değ ildi ancak gri renkli cü bbesinin ve boynundaki
zincirin yarattığ ı kasvetli hava, ü stadı tam tersine yaşlanmış
gö steriyordu. Elinde eski bir parşö men vardı. "Alın kendiniz gö rü n sö r,"
dedi ü stad elindeki parşö meni açıp Dunk'a doğ ru uzatırken.
Kale duvarı kadar kalın kafalı gerzek Dunk. Dunk yü zü nü n tekrar
kızardığ ını hissetti. Ihtiyatlı bir şekilde parşö meni ü stadın elinden alıp
kağ ıttaki yazılara dik dik baktı. Yazının tek kelimesi bile Dunk'a bir
anlam ifade etmiyordu ancak parşö menin en altındaki sü slü imzanın
yanında yer alan balmumundan mü hrü tanımıştı; Targaryen Hanesi'nin
ü ç kafalı ejderhası. Kral'ın mührü. Bir çeşit kraliyet fermanına bakıyor
gibiydi. Kafasını sanki okuyabiliyormuş gibi parşö menin bir kö şesinden
diğ erine doğ ru çevirdi. Bir sü re sü re sonra da, "Şurada bir kelime var
ama çıkaramadım," diye mırıldandı. "Egg, buraya gel de bir bak, senin
gö zlerin benimkinden daha keskin."
Çocuk bir anda Dunk'ın yanında bitiverdi. "Hangi kelime sö r?" Dunk
kelimeyi gö sterdi. "Şu mu? Ov." Egg hızlıca okuyup gö zlerini
parşö menden kaldırdı ve Dunk'a doğ ru hayır anlamında kafasını
salladı.
Nehir onun. Kanıtı da var. Dunk kendini karnına yumruk yemiş gibi
hissetti adeta. Hem de Kral'ın kendi mührü var. "Bu... bu bir hata olmalı.
Ihtiyarın çocukları kralın yanında savaşırken hayatlarını kaybettiler.
Majesteleri neden nehri onun elinden alsın?"
"Eğ er Kral Daeron biraz daha kinci biri olsaydı, nehirle birlikte
kellesini de alırdı."
Dunk bir saniyeliğ ine donakaldı. "Ne demek istiyorsun sen?"
Leydimiz demek istiyor ki," dedi Ustad Cerrick, "Sö r Eustace Osgrey
bir isyancı ve vatan hainidir."
"Sö r Eustance, Targaryen hakimiyeti sırasında Osgreylerin kaybettiğ i
toprakları ve kaleleri, Daemon'un ona geri verebileceğ i umudu içinde
kırmızı ejder yerine siyahını destekledi," dedi Leydi Rohanne. "Ozellikle
de Donukhendek'i arzuluyordu. Ihanetinin bedelini çocuklarının hayatı
ile ö dedi. Onların naaşı ile eve gelip, kızını da rehin olarak kralın
askerlerine verince, karısı Standfast'in surlarının ü zerine çıkıp kendini
aşağ ı attı. Sö r Eustace size bunu anlattı mı?" Hü zü nlü bir şekilde
gü lü msedi. "Hayır, sanırım anlatmamış."
"Siyah ejder." Bir vatan hainine yemin edip emrine girmişsin gerzek. Bir
hainin yemeğini yemiş, bir isyancının çatısı altında uyumuşsun. "Ama
leydim," dedi Dunk tedirginlik içinde, "Siyah ejder... o olay on beş yıl
ö nceydi. Ve şu an kuraklık var. Sö r Eustace bir zamanlar isyan etmişse
bile şuan o nehrin suyuna ihtiyacı var."
Kızıl Dul ayağ a kalkıp elbisesinin eteğ ini dü zeltti. "O zaman
yapabileceğ i en iyi şey yağ mur duasına çıkmak."
Tam o anda Dunk, Osgrey'in ormanlıkta yanlarından ayrılırken
sö ylediklerini hatırladı. "Eğ er nehrin suyunu paylaşmayı Sö r Eustace'in
hatırına kabul etmiyorsanız, oğ lunun hatırına kabul edin."
"Oğ lu mu?"
"Addam. O burada babanızın yanında yaverlik yapmış."
Leydi Rohanne'in yü zü taş kesildi. "Yaklaş."
Dunk'ın aklına emredileni yapmaktan başka bir şey gelmedi. Leydi
Rohanne'in ü zerinde durduğ u yer, yerden otuz santim yü ksekte
olmasına rağ men, Dunk hala kadının yanında kule gibi kalıyordu. "Eğ il,"
dedi kadın ve Dunk eğ ildi.
Dul, Dunk'ın suratına olanca gü cü ile bir tokat indirdi ve kadın belli ki
gö rü ndü ğ ü nden daha kuvvetliydi. Yanağ ı kızarmış ve patlayan
dudağ ından dolayı ağ zına kan tadı gelmiş olsa da Dunk'ın canı pek
acımamıştı. Dunk içinden bir anlığ ına, kadını uzun kızıl saç ö rgü sü nden
yakalayıp kucağ ına yatırmak, sonra da şımarık çocuklara yapıldığ ı gibi
kıçına şaplak atmak geçti. Eğer öyle yaparsam acıdan çığlık atar ve yirmi
kadar şövalye de beni öldürmek için odaya dalar.
"Benim yanımda Addam'ın ismini zikretmeye mi cü ret ediyorsun?"
Kadının burun deliklerinden ateş fışkırıyordu adeta. "Donukhendek'ten
bir an ö nce ayrılın sö r. Bir an ö nce."
"Ben asla şey—"
"Defol. Yoksa seni içine koyacak bü yü klü kte bir çuval bulurum. Onu
kendim dikmem gerekse bile. Sö r Eustace'e, Kahverengi Kalkanlı Sö r
Bennis'i yarın sabaha kadar bana teslim etmesi gerektiğ ini sö yle.
Etmezse onu kendim almak için ateş ve kılıç ile Standfast'e gelirim.
Duydun mu beni? Ateş ve kılıç ile!"
Rahip Sefton Dunk'ın kolundan tutup hızlıca odadan dışarı çıkardı.
Egg de hemen arkalarından onları takip etti. "Bu çok akılsızcaydı sö r,"
diye fısıldadı rahip onu merdivenlere doğ ru çekerken.
"Sö yleyebileceğ in en saçma şey buydu. Onun yanında Addam
Osgrey'den bahsetmek..."
"Sö r Eustace bana çocukla arasının iyi olduğ unu sö ylemişti."
"Arası mı iyiymiş?" Rahip şiddetlice o ladı. "Ikisi de birbirine aşıktı.
Tabi bu bir iki ö pü cü ğ ü n ö tesine hiç geçmedi ancak... Kızıl Çim'den
sonra ardından gö zyaşı dö ktü ğ ü kişi Addam'dı, neredeyse hiç
tanımadığ ı kocası değ il. Ve haklı olarak onun ö lü mü nden Sö r Eustace'i
sorumlu tutuyor. Addam ö ldü ğ ü nde daha on iki yaşındaydı."
Dunk bunun nasıl bir his olduğ unu çok iyi biliyordu. Ne zaman biri
Ashford Çayırı'ndan bahsetse, aklına hemen Dunk'ın ayağ ı kesilmesin
diye orada ö len ü ç iyi insan gelir ve her seferinde bu dü şü nce Dunk'ın
içini dağ lardı. "Leydiye amacımın onu kırmak olmadığ ını sö yle. Ve
ö zü rlerimi ilet."
"Elimden geleni yaparım sö r," dedi rahip Sefton. "Ancak Sö r
Eustace'e bir an önce Bennis'i teslim etmesi gerektiğ ini sö yleyin. Aksi
halde bedelini ağ ır ö der. Hem de çok ağ ır."

9.BÖLÜM

Donukhendek Kalesi'nin duvarları ve kuleleri, ikilinin arkalarında
bıraktığ ı batıda gö zden kaybolur kaybolmaz Dunk Egg'e dö nü p, "O
kağ ıtta ne yazıyordu?" diye sordu.
"O kağ ıt bir Hak Devir Belgesi'ydi sö r. Kral tarafından Lord Wyman
Webber'e verilmiş. Bastırılan isyandaki sadık hizmetinden dolayı, At
Nalı Tepesi'nden başlayıp, Yapraklı Gö l kıyısına kadar uzanan Damalı
Nehir'in bü tü n hakları Lord Wyman'a ve onun soyundakilere
bahşedilmiş. Bunun yanında kağ ıtta yazıyor ki; Lord Wyman ve onun
soyundakiler, Wat Ormanı'ndan istedikleri zaman kızıl geyik, domuz ve
tavşan avlama hakkına sahiptir ve her yıl yirmi ağ aca kadar ağ aç
kesebilir." Çocuk boğ azını temizledi. "Verilen hak belirli bir zaman
sü resinde geçerli belli ki. Kağ ıtta, eğ er Sö r Eustace kendisinden olan bir
erkek varis bırakmadan ö lü r ise, Standfast topraklarının yö netim hakkı
krallık tarafından geri alınır ve Lord Webber'in toprak ü zerindeki
ayrıcalıkları da sona erer yazıyor."
Onlar binlerce yıl Kuzey sınırı komutanlığı yaptılar. "Ihtiyara
bıraktıkları tek şey içinde ö leceğ i bir kule yani."
"Ve başı," dedi Egg. "Majesteleri onun başını omuzlarının ü zerinde
bıraktı, sö r. Isyancı olmasına rağ men."
Dunk çocuğ a bir bakış attı. "Sen olsan kellesini alır mıydın?"
Egg biraz dü şü ndü . "Saraydayken bazen, kralın kü çü k konseyine
katılırdım. Genelde hep kavga olurdu. Baelor amcam, onurlu bir
dü şman ile uğ raşırken merhametin en iyi yol olduğ unu sö ylerdi. Eğ er
yenilmiş bir kişi bağ ışlanacağ ını bilir ise, kılıcını bırakıp diz çö kebilir.
Oteki tü rlü ö lü mü ne savaşır ve daha fazla sadık ve masum kişiyi
katleder. Ama Lord Kankuzgun'a gö re isyancıları bağ ışlarsan, sadece bir
sonraki isyanın tohumlarını ekmiş olursun." Sesi çok fazla şü phe
doluydu. "Sö r Eustace neden Kral Daeron'a karşı isyan etti ki? O iyi bir
kraldı, herkes ö yle anlatır. Dorne'u krallığ ımıza kattı ve Dornelu
olanlarla arkadaş olmamızı sağ ladı."
"Bunu Sö r Eustace'e sormalısın Egg." Dunk cevabı biliyordu ancak
çocuğ un bunu duymak isteyeceğ ini sanmıyordu. Kapısına aslan moti i
oyulmuş bir kale istiyordu ancak tek elde ettiği şey böğürtlenliğin oradaki
mezarlar oldu. Bir kişiye kılıcınla yemin ettiğ inde, ona hizmet ve itaat
etmeye sö z verirsin. Ihtiyacı olduğ unda onun adına savaşmaya. Işlerine
burnunu sokmak için yemin etmezsin, ya da bağ lılığ ının kime olduğ unu
sorgulamazsın.
Ancak Sö r Eustace onu kandırmıştı. Evlatlarının kral adına savaşıp
öldüğünü söyledi ve beni nehrin ona ait olduğuna inandırdı.
Gece onları Wat Ormanı içinde yakaladı.
Bu Dunk'ın hatasıydı. Geldiğ i yoldan, hiçbir yere uğ ramadan geri
dö nmeliydi ancak Dunk baraja tekrar bakmak için kuzeye dö ndü .
Aklından baraja gidip o şeyi çıplak elleri ile parçalara ayırmak geçmişti
ancak Yediler ve Sö r Uzuninç Lucas ona pek yardım etmemişlerdi.
Baraja vardıklarında oranın, gö ğ ü slerine ö rü mcek nişanı dikilmiş bir
çift okçu tarafından korunduğ unu gö rdü ler. Bir tanesi oturmuş
ayaklarını çaldıkları nehre sokmuştu. Dunk memnuniyetle onun
boğ azını sıkabilirdi ancak adam onların geldiğ ini duydu ve hızlıca
yayını eline aldı. Diğ eri ondan da hızlıydı, oku çoktan yayın kirişine
dayamış hazır bekliyordu. Dunk yapabildiğ i en iyi şey onlara tehdit
edici bakışlar yollamaktı.
Bundan sonra elde yapılabilecek olan tek şey gelirken bıraktıkları
izleri takip etmekti. Dunk bu toprakları Sö r Bennis kadar iyi bilmiyordu
ve Wat Ormanı kadar kü çü k olan bu ormanda kaybolmak onun için
kü çü k dü şü rü cü bir durum olurdu. Nehrin ü zerinden geçerlerken,
gü neş ufukta batmak ü zereydi ve ilk yıldızlar bö cek sü rü leri ile birlikte
oraya çıkmıştı. Uzun siyah ağ açların oradan geçerlerken Egg tekrar
konuştu. "Sö r? O şişko rakip babamın Yaz Kalesi'nde durup surat
astığ ını sö yledi."
"Sö z uçar gider..."
"Babam surat asmaz."
"Şey," dedi Dunk. "Asabilir. Sen asıyorsun mesela."
"Hayır asmıyorum, sö r." Kaşlarını çattı. "Asıyor muyum?"
"Bazen. Ama çok sık değ il. Obü r tü rlü olsa kulağ ına normalden daha
fazla tokat atmam gerekirdi."
"Girişte kulağ ıma vurdun zaten."
"O normal bir tokadın yarısıydı. Eğ er bir gü n sana gerçek bir tokat
atarsam bunu anlarsın."
"Kızıl Dul'un sana attığ ı gerçek tokat gibi mi?"
Dunk şişen dudağ ına dokundu. "Bu kadar da sevinmene gerek
yok." Kimse senin babanın kulağına tokat atmamıştır eminim. Belki de
Prens Maekar bu yüzden böyle biri oldu. " Kral, Lord Kankuzgun'u El'i
ilan ettiğ inde senin lord baban kü çü k konseyde gö rev almayı reddetti
ve Kral'ın Şehri'nden ayrılıp kendi kalesine gitti," diye hatırlattı Egg'e.
"Yaklaşık bir buçuk yıldır da orada. Bu surat asmak değ il de ne sence?"
"Ona kızgın olmak denir," dedi Egg. "Majesteleri babamı El olarak
atamalıydı. Babam onun kardeşi, ve Baelor amcam ö ldü ğ ü nden beri
diyardaki en iyi savaş komutanı. Lord Kankuzgun gerçek bir lord bile
değ il. Sadece nezaketen ona lord diyorlar. O bir bü yü cü . Ayrıca bir hiç
doğ umlu."
"Hiç doğ umlu değ il, piç doğ umlu olacak." Kankuzgun gerçek bir lord
olmayabilirdi ancak ana ve baba tarafından da soylu biriydi. Annesi,
Kral ‘Değ ersiz' Aegon'un birçok metresinden biriydi. Aegon'un piçleri
yaşlı kral ö ldü kten sonra Yedi Krallık'ı felakete sü rü klemişlerdi. Kral
ö lü m dö şeğ inde bü tü n piç evlatlarını meşrulaştırıp yasal evlatları
olduğ unu ilan etmişti. Hem de sadece anneleri birer leydi olan Baş
Piçler'den Kankuzgun'u, Acıçelik'i ve Daemon Karaalev'i değ il, diğ er
bü tü n birlikte olduğ u fahişelerden, meyhane hatunlarından, tü ccar
kızlarından, oyuncu bakirelerden ve gö zü ne ilişen gü zel gö rdü ğ ü bü tü n
kö ylü kadınlardan olan çocuklarını da meşrulaştırmıştı. Ateş ve
Kan Targaryenların mottosuydu ancak Dunk, Sö r Arlan'ın bir keresinde
Aegon'un mottosunun Yıka ve Yatağıma Getir olması gerektiğ ini
sö ylemişti.
"Kral Aegon, Kankuzgun'un ü zerindeki piçlik lekesini temizledi," diye
hatırlattı Egg'e. "Tıpkı diğ erlerine yaptığ ı gibi."
"Eski Yü ce Rahip babama bir keresinde dedi ki; kralın koyduğ u
kanunlar ayrıdır, tanrıların koyduğ u kanundan ayrı," dedi Egg inatçı bir
şekilde. " Asil evlatlar evli çiftlerin yataklarında Anne ile Baba'nın
kutsaması ile can bulurlar ancak piçler zayı lığ ın ve şehvetin ü rü nü dü r,
dedi Rahip. Kral Aegon piçlerinin artık piç olmayacaklarını hü kmetti
ancak bu piçlerinin doğ alarını da değ iştirdi demek değ il. Yü ce Rahip
bü tü n piçlerin ihanet etmek için doğ duğ unu sö yledi. Daemon
Karaalev'in, Acıçelik'in hatta Kankuzgun'un bile. Lord Rivers'ın diğ er
ikisinden daha kurnaz olduğ unu ve eninde sonunda onun da, sakladığ ı
hain yü zü nü ortaya çıkaracağ ını sö yledi. Yü ce Rahip, babama ona hiçbir
şekilde gü venmemesini salık verdi. Bü yü k veya kü çü k herhangi bir piçe
de."
İhanet için doğmuş, diye dü şü ndü Dunk. Zayı lığın ve şehvetin ürünü.
Hiçbir şekilde güvenme. Büyük yada küçük herhangi birine. "Egg," dedi
Dunk. "Benim hiç piç olabileceğ im aklına geldi mi?"
Siz mi sö r?" dedi Egg hazırlıksız yakalanmış gibi. "Kesinlikle
değ ilsiniz."
"Olabilirim belki. Annemi hiç tanımadım, yada ona ne olduğ unu
bilmedim. Belki çok cü sseli doğ duğ um için doğ um sırasında onu
ö ldü rmü şü mdü r. Bü yü k ihtimalle bir fahişe yada bir meyhane
hatunudur. Kenar Mahalle'de pek soylu leydiler dolanmaz. Ve eğ er oldu
da babam ile evlendiyse... şey bu babamı nasıl biri yapar?" Dunk, Sö r
Arlan'ın onu buluşundan ö nceki zamanını hatırlamayı sevmezdi.
"Kral'ın Şehri'nde, yakaladığ ım fareleri, kedileri ve gü vercinleri birkaç
bakır karşılığ ında sattığ ım bir çö mlekçi dü kkanı vardı. Oradaki aşçı
babamın bir hırsız veya yankesici olduğ unu iddia ederdi. ‘Asıldığ ını
gö rdü klerim gibi,' derdi bana, ‘ama belki de onu Sur'a gö ndermişlerdir
ha,' Sö r Arlan'a yaverlik ederden, ona bir gü n oraya gider miyiz diye
sorardım. Kışyarı'nın emrine veya başka bir kuzeyli lordun emrine.
Aklımda eğ er oraya gidersem, Sur'a ulaşırsam, belki de orada yaşlı bir
adam ile karşılaşırım diye bir dü şü nce vardı hep, bana benzeyen uzun
boylu bir adam ile. Hiç gitmedik gerçi. Sö r Arlan, kuzeyde hiç gezici
şö valye yoktur ve ormanları da kurtlarla doludur demişti." Başını
salladı. "Uzun veya kısa olsun, bü yü k ihtimalle piç birine yaverlik
ediyorsun."
Ilk defa Egg'in verecek bir cevabı yoktu. Karanlık gittikçe çö kü yordu.
Ateş bö cekleri ağ açların arasında yavaşça sü zü lü yor, yaydıkları kü çü k
ışıklar bir sü rü kayan yıldız gibi gö rü nü yordu. Gö kyü zü nde de yıldızlar
vardı elbette. Bir insanın saymaya cesaret edemeyeceğ i kadar çok. Kral
Jaehaerys9 kadar uzun yaşasa bile. Dunk'ın eski arkadaşlarını
gö rebilmesi için tek yapması gereken gö ğ e bakmaktı: Aygır ve Domuz,
Kral Tacı ve Kocakarı Feneri, Kadırga, Hayalet ve Aykız. Ancak gö ğ ü n
kuzey tarafında bulutlar vardı ve Buz Ejderhasının kuzeyi gö steren
mavi gö zü nü kapatmışlardı.
Stanfast Kalesi'ne geldiklerinde ay tepedeydi ve karanlığ ın içinde
yü ksekte duruyordu. Soluk sarı bir ışığ ın kulenin en tepesindeki
pencereden dışarı sızdığ ını gö rdü Dunk. Çoğ u gece Sö r Eustace
yemeğ ini yer yemez yatağ ına giderdi ancak bu akşam gitmemişti belli
ki. Dönmemizi bekliyor diye dü şü ndü Dunk.
Kahverengi Kalkanlı Sö r Bennis de onları bekliyordu. Onu kalenin
basamaklarında, ağ zında bir topak ekşiotu tıkmış ve ay ışığ ında kılıcını
bilerken buldular. Kılıcın ü zerinde yavaşça gezen taşın çıkardığ ı ses
etrafta yankılanıyordu. Sö r Bennis her ne kadar kıyafet ve karakter
olarak kendini ihmal etmiş olsa da, silahlarına iyi bakmıştı.
"Gerzek geri dö ndü ," dedi Bennis. "Ben de burada oturmuş kılıcımı
keskinleştirip seni Kızıl Dul'dan kurtarma hazırlığ ı yapıyordum."
"Askerler nerede?"
"Manc ile Islak Wat dul gelirse diye çatıda nö bette. Diğ erleri ise
yataklarında kıvrılmış inliyorlar. Gü nah işlemiş kadar acıyordur canları.
Baya sert çalıştım bugü n ü stlerinde. Biraz delirsin diye o bü yü k
beyinsizden azcık kan akıttım. Delirdiğ inde daha iyi dö vü şü yor."
Kahverengi-kızıl bir ağ ızla sırıttı. "Dudağ ın çok gü zel olmuş. Bir dahaki
sefere taşları çevirmeye gitmezsin. Kadın ne dedi?"
"Suyu elinde tutmakta kararlı ve su ile birlikte seni de istiyor, barajın
oradaki kö ylü nü n yanağ ını kestiğ in için."
"Oyle diyeceğ ini dü şü nmü ştü m." Yere tü kü rdü . "Birkaç kö ylü için
boşuna uğ raşıyor. O adamın bana teşekkü r etmesi lazım. Kadınlar yara
izli erkeklere bayılır."
"O zaman burnunun kesilmesine aldırmazsın herhalde."
"He he ö yle. Eğ er burnumun kesik olmasını isteseydim kendim
keserdim." Baş parmağ ını kaldırıp salladı. "Sö r Işe Yaramaz yukarıda
odasında, eskiden ne kadar harika olduğ u hakkında kara kara
dü şü nü yor."
Egg konuştu. "Siyah ejder için savaşmış."
Dunk çocuğ a tokadı yapıştıracaktı ancak kahverengi şö valye sadece
gü ldü . "Onu seçecek tabi. Adama baksana. Sana hiç hep kazanan tarafta
yer alan biri gibi gö rü nü yor mu?"
"Sen ne kadar gö rü nü yorsan o kadar. Başka tü rlü sen de burada
olmazdın." Dunk Egg'e dö ndü . "Yıldırım ve Ustad'ı ahıra bağ la, sonra da
yukarı çıkıp bize katıl."
Dunk yukarı çıkıp odaya girdiğ inde yaşlı şö valye, içinde ateş
yanmayan şö minesinin ö nü nde oturuyordu. Elinde, Fetih'ten ö nceki bir
Lord Osgrey için yapılmış ağ ır gü mü ş bir kadeh vardı. Babasının ona
miras bıraktığ ı bir kadeh. Uzeri yeşim taşı ve altın ile bezeli damalı
aslan moti i ile sü slenmişti. Motifteki yeşim taşlarından birkaçı eksikti.
Dunk'ın ayak seslerini duyunca, yaşlı şö valye başını kaldırdı ve sanki bir
rü yadan uyanmış gibi gö zlerini kırpıştırdı. "Sö r Duncan. Dö ndü n. Lucas
Inch ield seni gö rü nce korktu mu?"
"Benim gö rdü ğ ü m kadarıyla hayır lordum. Daha çok onu kızdırmış
olmalıyım." Dunk olanları olabildiğ ince iyi anlatmaya çalıştı. Kendisini
aptalın biri gibi gö sterecek olan Leydi Helicent'li kısımları bilerek
atladı. Yediğ i tokat kısmını da atlayacaktı ancak, patlayan dudağ ı
normalin iki katı şiştiğ i için ister istemez Sö r Eustace durumu fark etti.
Fark ettiğ i zaman kaşlarını çatıp, "Dudağ ın..." dedi.
Dunk yavaşça dudağ ına dokundu. "Hanımefendi bana tokat attı."
"Kadın sana saldırdı mı?" Ağ zını açıp kapadı. "Kadın benim
gö nderdiğ im ü zerinde damalı aslan olan elçime mi saldırdı? Sana bizzat
el kaldırmaya mı cesaret etti?
"Sadece bir tokat, sö r. Kaleden ayrılmadan ö nce kanaması kesilmişti
bile." Ellerini yumruk yaptı. "Kadın Sö r Bennis'i istiyor, sizin
gö nderdiğ iniz gü mü şü değ il. Ve barajı da yıkmayacak. Bana ü zerinde
bazı yazılar ile kralın mü hrü olan bir parşö men gö sterdi. Parşö mende
nehir onundur yazıyor. Ve..." Dunk tereddü t etti. "Ve kadın sö yledi ki...
siz..."
"Siyah ejderin yanında yer almışım." Sö r Eustace çö kmü ş gibi
gö rü nü yordu. "Sö yleyeceğ inden korkmuştum. Eğ er hizmetimden
ayrılmak istersen seni durdurmam." Yaşlı şö valye elindeki kadehe
gö zlerini dikti. Kadehte ne arıyordu Dunk bilemedi.
"Bana evlatlarınızın kral adına savaşarak ö ldü ğ ü nü sö ylemiştiniz."
"Ve ö yle ö ldü ler zaten. Gerçek kral adına. Daemon Karaalev adına.
‘Kılıcı Kuşanan Kral' adına savaşarak ö ldü ler." Yaşlı adamın bıyığ ı
titredi. "Kırmızı ejderin adamları kendilerine krala sadık
olanlar dediler. Ancak siyah ejderi seçen bizler de en az onlar kadar
sadıktık... Bir zamanlar... Şimdi dü şü nü yorum da... Prens Daemon
yanında yer alan kişilerin hepsi sabah çiyi gibi buharlaşıp gitti. Benim
dışımda. Belki de ben uydurdum onları ha. Tabi Lord Kankuzgun'un ve
onun Kuzgun Dişleri'nin korkusunun hepsinin içine yer etmiş olması
daha olası. Bü tü n hepsi ö lmü ş olamaz."
Dunk bu gerçeğ e itiraz edemezdi. Bu ana kadar hiç Tahtta Hak İddia
Eden'in yanında savaşmış biriyle tanışmamıştı. Tanışmış olmalıyım
aslında. Onlardan binlerce vardı. Diyarın yarısı kırmızı ejder için
ayaklanmıştı diğer yarısı ise siyah için. "Iki tarafta cesurca savaştı derdi
her zaman Sö r Arlan," dedi Dunk yaşlı şö valyenin bunu duymak
isteyeceğ ini dü şü nerek.
Sö r Eustace kadehini iki eli ile sıkıca tuttu. "Eğ er Daemon, Gwayne
Corbray'i atıyla çiğ neyip geçseydi... Eğ er Ateştopu, savaşın arifesinde
katledilmeseydi... Eğ er Hightower, Tarbeck, Oakhart ve Butterwell ikili
oynamayıp bize tü m gü çleri ile destek verselerdi... Eğ er Manfred
Lothson bize ihanet edeceğ ine sö zü ne sadık kalsaydı... Eğ er çıkan
fırtınalar Lord Bracken'ın Myrli okçular ile dolu gemilerini
geciktirmeseydi... Eğ er Hızlıparmak çaldığ ı ejderha yumurtaları ile
yakalamasaydı... Çok fazla eğer var sö r... Eğ er bunlardan bir tanesi bile
ö teki tü rlü olsaydı her şey çok daha farklı olurdu. O zaman biz krala
sadık olanlar diye adlandırılırdık. Ve kırmızı ejder taraftarları da işgalci
Piç Daeron'u10 çaldığ ı tahtta tutmak için savaşıp başaramayanlar olarak
anılırlardı."
"Belki ö yle olabilirdi lordum," dedi Dunk. "ama her şey nasıl olduysa
ö yle oldu. Hepsi yıllar ö nce oldu. Ve siz affedildiniz."
"Oyle, affedildik. Onlerinde diz çö kü p, gelecekteki sadakatimizi
garantiye almaları için onlara rehine verdikten sonra. Daeron hainleri
ve isyancıları affetti," dedi acı acı.
"Kellem ile kızımın hayatını takas ettim. Alysanne daha yedi
yaşındaydı onu alıp Kral'ın Şehri'ne gö tü rdü klerinde. Ve daha yirmi
yaşındaydı bir sessiz kız kardeş olarak ö ldü ğ ü nde. Onu gö rmek için bir
keresinde Kral'ın Şehrine gitmiştim. Ve o benimle konuşmadı bile.
Kendi ö z babası ile. Bir kralın affı zehirli bir hediyedir. Daeron
Targaryen beni ö ldü rmedi ama gururumu, hayallerimi ve onurumu
elimden aldı." Yaşlı şö valyenin eli titredi ve elindeki kadehten şarap
dö kü ldü kucağ ında kırmızı izler bıraktı. Ama o bunun farkına varmamış
gibiydi. " Acıçelik ile birlikte sü rgü ne gitmeliydim, veya nazik kralım ve
evlatlarımla yan yana ö lmeliydim. Bu tarihinde birçok gururlu lord ve
aziz savaşçı olan damalı aslan soyundan birine yakışır bir ö lü m olurdu.
Daeron'un affı beni kü çü lttü ."
Kalbindeki siyah ejder aşkı hiç ölmemiş, diye dü şü ndü Dunk.
"Lordum?"
Bu Egg'in sesiydi. Çocuk, Sö r Eustance'in tam da ö lü mü nden bahsettiğ i
zaman içeri girmişti. Yaşlı şö valye sanki onu ilk defa gö rmü ş gibi
gö zlerini kırpıştırdı.
"Evet delikanlı? Ne oldu?"
"Eğ er mü saade ederseniz... Kızıl Dul sizin hakkınızda Donukhendek
Kalesi'ni almak istediğ iniz için isyan ettiğ inizi sö ylü yor. Bu doğ ru değ il,
değ il mi?"
"Kale mi?" Kafası karışmış gibi gö rü nü yordu. "Donukhendek... Evet
Donukhendek bana Daemon tarafından vaadedilmişti ancak... hayır
kazanç için değ ildi.."
"Peki ya neden?" diye sordu Egg.
"Ne neden?" Sö r Eustace kaşlarını çattı.
"Eğ er kale için değ ilse neden isyan ettiniz?"
Sö r Eustace cevap vermeden ö nce Egg'e uzun sü re baktı. "Sen sadece
genç bir çocuksun. Anlamazsın."
"Şey," dedi Egg. "Anlayabilirim belki."
"Ihanet... sadece bir kelime. Iki prens sadece bir tanesinin oturacağ ı
bir sandalye etrafında dö vü şü yor ise, bü yü k lordlar ile bizim gibi
sıradan kimseler bir seçim yapmak zorunda kalır. Ve savaş sona
erdiğ inde, kazanan taraf sanki tek sadık ve gerçek tarafmış gibi
selamlanır, oysa yenilenler ise sonsuza kadar hain ve isyancı olarak
bilinirler. Işte bu benim kaderim."
Egg bir sü re bunun hakkında dü şü ndü . "Evet lordum. Sadece.. Kral
Daeron iyi bir adamdı. Neden onun yerine Daemon'u seçtiniz?"
"Daeron..." Sö r Eustace kelimeyi neredeyse ağ zında geveledi ve Dunk
onun çakırkeyf olduğ unu anladı.
"Daeron ilk adımlarını atarken cılız, yuvarlak omuzlu ve kü çü k gö bekli
korka korka adım atan bir çocuktu. Daemon ilk adımını attığ ı zaman ise
gururlu ve sırtı dik, karnı dü mdü z ve meşeden yapılma bir kalkan gibi
sertti. Ve o savaşabiliyordu. Balta ile, mızrak ile, topuz ile. Gö rü p
gö rebileceğ im bü tü n şö valyelerden daha iyiydi ama
eline kılıcını aldığ ında adeta Savaşçı'nın kendisi olurdu. Prens Daemon
eline Karaalev'i aldığ ında yeryü zü nde hiçbir kimse onunla boy
ö lçü şemezdi... Ne Şafak'lı Ulrick Dayne, ne de Kara Kızkardeş'li
Ejderşö valyesi."
"Bir insanı yanındaki arkadaşlarından tanırsın, Egg. Daeron'un etrafını
ü stadlar, rahipler, şarkıcılar sarmıştı. Etrafında her zaman kulağ ına
fısıldayacak bir kadın olurdu ve sarayı ağ zına kadar Dornelular ile
dolmuştu. Nasıl dolmazdı ki o Dornelu kadını yatağ ına alıp kendi ö z kız
kardeşini Dorne prensine satarken? Ustelik Daemon'un ona aşık
olduğ unu bile bile.. Daeron Genç Ejder ile aynı adı taşırken, o Dornelu
kadın ona bir erkek çocuk verdiğ inde, o gitti Demir Taht'a oturmuş en
beceriksiz kralın adını verdi.. Baelor.."
"Ote yandan Daemon... Daemon bir kralın olması gerektiğ i kadar
dindardı fazlası değ il. Ve diyardaki bü tü n yü ce şö valyeler onun
etrafında toplanmıştı. Isimlerinin unutulup gitmesi Lord Kankuzgun'a
gö re uygun dü şü yordu ve bu yü zden isimlerinin telaffuz edilmesini bize
yasaklamıştı. Ama ben hatırlıyorum: Robb Rayne, Gri Gareth, Sö r
Aubrey Ambrose, Lord Gormon Peake, Kara Byren Flowers, Kızıldiş,
Ateştopu... Acıçelik! Sorarım sana bundan daha asil bir topluluk, daha
asil bir kahramanlar birliğ i olabilir mi?"
"Neden mi delikanlı? Bana neden onu seçtin diye mi sordun? Çü nkü
Daemon ondan daha iyi bir adamdı. Yaşlı kral da bunu gö rmü ştü .
Daemon'a kılıcı o verdi. Karaalev'i. Fatih Aegon'un kılıcını, Fetih'ten beri
tahtta çıkan her Targaryen kralının kuşandığ ı kılıcı... Aegon kılıcı
Daemon'un eline onu şö valye ilan ettiğ i gü n verdi. Daemon daha on iki
yaşındayken."
"Babam Daemon'un bir tam bir silahşor, Daeron'un ise asla onun
kadar iyi olamayacağ ından ö tü rü bü tü n bunların yaşandığ ını sö yler,"
dedi Egg. "At sü remeyecek birine neden bir at veresiniz ki? Kral,
Daemon'a sadece kılıcı verdi, krallığ ı değ il der babam."
Yaşlı şö valye elini ö yle bir salladı ki, elinde tuttuğ u kadehteki şarap
yere dö kü ldü . "Baban aptalın biriymiş o zaman."
"Hayır değil," dedi çocuk.
Osgrey'in yü zü ö keyle çarpıldı. "Bir soru sordun ben de cevapladım.
Ama bu kü stahlığ ı kabullenemem. Sö r Duncan, bu çocuğ u daha sık
dö vmelisiniz. Içindeki nezaket sanılandan da az. Eğ er bunu kendim
yapmak istersem, ben—"
"Hayır," diye araya girdi Dunk. "Yapamazsın... Sö r." Artık kararını
vermişti. "Hava karardı. Yarın ilk ışıkla birlikte ayrılacağ ız."
Sö r Eustace ona dehşetle baktı. "Ayrılmak mı?"
"Standfast'ten. Ve sizin hizmetinizden." Bize yalan söyledin. Sen nasıl
adlandırırsan adlandır, bunda hiç onur yok. Dunk pelerinin iplerini
çö zdü , katladı ve ihtiyarın kucağ ına koydu.
Osgrey'in gö zleri kısıldı. "O kadın sana kendi hizmetine girmeni mi
teklif etti? Beni o orospunun yatağ ına girebilmek için mi terk
ediyorsun?"
"Onun orospu olup olmadığ ını bilmiyorum," dedi Dunk. "yada cadı
yada zehirci yada her ne ise. Onun ne olduğ unun bir ö nemi yok.
Buradan ayrılıp gezici şö valyeliğ e devam etmeye gideceğ iz, Kızıl Dul'un
yanına değ il."
"Hendeklere gideceksin yani.. Vahşi kurtlar gibi ormanlarda
dolanmak, yoldan geçen namuslu insanlara pusu kurmak için beni terk
edeceksin ö yle mi?" Elleri ö yle bir titredi ki elindeki kadeh dü ştü ve
yerde yuvarlanarak etrafa şarap sıçrattı. "Git o zaman. Git. Ikinizi de
istemiyorum. Seni asla yanıma almamalıydım. Git!"
"Siz nasıl isterseniz sö r." Dunk işaret etti ve Egg onun peşinden gitti.
Formun Altı

10. BÖLÜM



Kalede kalacağ ı son gecede Dunk, Eustace Osgrey'den olabildiğ ince
uzakta olmak istiyordu. Bu yü zden de geceyi Standfast'in bir avuçluk
ordusunun yanında, mahzende geçirdi. Huzursuz geçen bir geceydi.
Rem ile Sulu gö z Pate'in ikisi de feci horluyordu. Biri sesli diğ eri ise
aralıksızca. Kü f kokulu buharlar, mahzenin altındaki depoların
ağ ızlarından yukarı doğ ru yü kselip mahzeni doldurmuştu. Dunk
kendini yatağ ına attı ve dö ndü . Uykuya dalar gibi oldu ancak bir sü re
sonra karanlıkta gö zlerini tekrar açtı. Ormanda aldığ ı sivrisinek
ısırıkları çok fena kaşınıyor ve yattığ ı hasır yatak da pire kaynıyordu. Bu
yerden, ihtiyardan ve Bennis ile diğerlerinden kurtulmak güzel
olacak. Belki de Egg'i alıp babasını gö rmesini için Yaz Kalesi'ne gitme
vakti gelmişti. Sabah ikisi bu yerden uzaklaşırken bunu çocuğ a
sorabilirdi.
Daha gü neşin doğ masına çok vardı gerçi. Dunk'ın zihni siyah ile
kırmızı ejderhalarla, damalı aslanlarla, eski kalkanlarla, yıpranmış
botlarla doluydu. Ve tabi nehirlerle, barajlarla, hendeklerle ve ü zerinde
kralın mü hrü olup da okuyamadığ ı kağ ıt parçalarıyla da.
Ve o da ordaydı elbette... Donukhendek'ten Rohanne, nam-ı değ er Kızıl
Dul. Dunk onun çilli yü zü nü , ince kollarını ve uzun saç ö rgü sü nü
gö rebiliyordu. Bu Dunk'ın kendini suçlu hissetmesine yol açtı. Tanselle'i
hayal etmeliyim. Sırık Tanselle derlerdi ona ancak bana göre hiç de sırık
gibi değildi. Kalkanına armasını boyayan oydu. Dunk kızı Parlak
Prens'in elinden kurtarmıştı ancak kız Yediler Yargısı'ndan ö nce
kaybolup gitmişti. Beni ölürken görmeye dayanamazdı diye sıklıkla
hatırlatırdı kendine Dunk, ancak nereden bilebilirdi ki? Kale duvarı
kadar kalın kafalıydı sonuçta. Kızıl Dul'u dü şlü yor oluşu bile bunun
kanıtıydı. Tanselle bana gülümsedi ama hiç birbirimize sarılmadık,
yanaktan veya dudaktan olsun hiç öpüşmedik. Rohanne en azından ona
dokunmuştu ve şişmiş dudağ ı da dokunduğ unun kanıtıydı. Aptal olma.
Senden hoşlandığı ilan yok. O çok kısa, çok zeki ve çok fazla tehlikeli.
Son uyuklayışı ile birlikte Dunk rü yaya daldı. Wat Ormanı'nın
derinliklerindeki bir açıklıkta Rohanne'e doğ ru koşuyordu ancak
Rohanne yayını ona doğ rultmuş, Dunk'a doğ ru ok atıyordu. Ona doğ ru
uçuşan her ok Dunk'ın tam gö ğ sü ne isabet etmesine rağ men verdiğ i acı,
tuhaf bir şekilde hoştu. Arkasını dö nü p kaçması gerekti ancak bunun
yerine Dul'a doğ ru koşmaya devam etti, tıpkı rü yalarda olduğ u gibi
etrafın yavaşlayıp ağ ırlaştığ ı bir şekilde. Bir ok daha saplandı gö ğ sü ne..
Ver bir tane daha. Dul'un sadağ ındaki oklar bitmeyecek gibi duruyordu.
Grimsi yeşil gö zleri haylazlık doluydu. Giydiğiniz elbise gözlerinizin
rengini ortaya çıkarıyor diyecekti ancak kızın ü zerine ne elbise ne de
başka bir kıyafet vardı. Kü çü k gö ğ ü slerinin ü zeri belli belirsiz çillerle
doluydu ve gö ğ ü s uçları ise kü çü k bö ğ ü rtlenler kadar kırmızı ve sertti.
Ayağ ı takılıp kızın ayaklarının dibine çö ktü ğ ü nde Dunk, ü zerindeki
oklar yü zü nden kocaman bir kirpi gibi duruyordu ancak bir şekilde kıza
uzanıp uzun saç ö rgü sü nü yakalayacak gü cü içinde buldu. Dunk gü çlü
ve sert bir hamleyle kızı kendi ü zerine çekti ve ö ptü .
Bir bağ ırtı ile birlikte aniden yataktan fırladı.
Karanlık mahzende tek gö rdü ğ ü şey kargaşaydı. Kü fü rler ve şikayetler
havada yankılanıyordu ve insanlar el yordamı ile mızrakları ile
pantolonlarını ararken birbirlerine çarpıp tö kezleniyordu. Egg
mahzendeki mumu bulup yaktı ve mahzene az da olsa bir ışık girdi.
Merdivenlere ilk çıkan Dunk'tı. Çıktığ ında da neredeyse, tutarsızca
konuşup kö rü k gibi o layıp pu layarak merdivenlerden aşağ ı son sü rat
inen Sam Stoops ile çarpışacaktı. Dunk Sam dü şmesin diye adamın iki
omuzlarından tutup kendine çekti. "Sam, ne oldu? Sorun ne?"
"Gö kyü zü ," diye inledi yaşlı adam. "Gökyüzünde!" Adamdan anlaşılır
bir cevap alamayacaklarını anladıklarında ne olduğ unu gö rmek için hep
birlikte çatıya çıktılar. Sö r Eustace çatıya onlardan ö nce çıkmıştı ve
ü zerinde geceliğ i ile korkuluklara dayanmış uzaklara doğ ru bakıyordu.
Ve gü neş batıdan doğ muştu.
Dunk'ın bunun ne anlama geldiğ ini anlaması için biraz zaman geçmesi
gerekti. "Wat Ormanı alevler içinde," dedi sakince. Kalenin alt
tarafından Bennis'in, Değ ersiz Aegon'un bile yü zü nü kızartacak
ağ ırlıkta ettiğ i kü fü r seli, çatıdakilerin kulaklarına geliyordu. Sam
Stoops dua etmeye başladı.
Alevleri uzaktan zar zor gö rebiliyorlardı ancak kızıl parıltılar, batı
yakasının yarısını ve gö kyü zü nde kaybolmaya başlamış yıldızları
yutmuş gö rü nü yordu. Kral'ın Tacı takım yıldızının yarısı yü kselen
dumanların ardına gizlenmişti.
Ateş ve kılıç ile demişti kadın...
Yangın sabaha kadar devam etti. O gece Standfast'teki bir kişinin bile
gö zü ne uyku girmedi. Çok geçmeden ilerideki, kızıl renkte etek giymiş
kızlar gibi dans eden alevleri gö rü p oradan kaleye kadar gelen duman
kokusunu alabiliyorlardı. Herkesin aklında alevlerin onlara kadar ulaşıp
ulaşmayacağ ı dü şü ncesi vardı. Dunk korkulukların arkasında, gö zleri
alev alev gecenin karanlığ ındaki atlı gö zcü lere bakıyordu. "Bennis," dedi
Dunk, ekşiotu çiğ neyen kahverengi şö valye onların yanına çıktığ ında,
"Kadının istediğ i sensin. Bence buradan gitmen gerekiyor."
"Ne, kaçayım mı?" deyip anırır gibi gü ldü Bennis. "Hem de atım ile?
Belki o lanet olası tavuklardan birinin ü zerine binip uçup giderim ha?"
"O zaman teslim ol. Teslim olursan kadın sadece burnunu keser."
"Burnumun şeklinden gayet memnunum gerzek. Gelsin de beni almayı
denesin bir hele. O zaman neyin kesildiğ ini hep birlikte gö rü rü z."
Bennis mazgalların arasındaki siperlerden birine sırtını dayayıp bağ daş
kurarak oturdu, sonra da kılıcını keskinleştirmek için kesesinden bir
bileğ i taşı çıkardı. Sö r Eustace adamın başında dikildi ve ikili nasıl
karşılık vereceklerini tartışmaya başladılar. Dunk yaşlı şö valyenin, "o
zaman biz de onun ekinlerini ateşe veririz. Ateşe karşılık ateş ile,"
dediğ ini duydu. Belli ki Sö r Bennis de bunun yerine bir karar olduğ unu
dü şü nü yordu. Ancak ekinler ile birlikte kadının değ irmenini de
yakmayı ö nerdi. "Kalenin bir uçtan diğ er uçuna kadar olan mesafe otuz
metreden fazla. Uzuninç bizim oradan geleceğ imizi beklemez.
Değ irmeni yakalım, değ irmenciyi ö ldü relim. Bu hesabı kapatır."
Adamları Egg de dinliyordu. Çocuk ö ksü rü p kocaman korku dolu
gö zlerle Dunk'a baktı. "Sö r, onları durdurmanız gerek."
"Nasıl?" diye sordu Dunk çocuğ a. Onları Kızıl Dul durduracak. O ve
Uzuninç Lucas. "Sadece konuşuyorlar Egg. Ya bunu yapacaklar ya da
altlarına pisleyecekler. Bizim yapabileceğ imiz hiçbir şey yok."
Şafak, puslu gri gö kyü zü ve gö zleri yakan bir hava ile birlikte doğ du.
Dunk yola erken çıkmak istemişti ancak uykusuz geçen gece yü zü nden
ne kadar yol alabileceklerini tahmin edemiyordu. Dunk ile Egg
haşlanmış yumurtalar ile kahvaltı yaparken Bennis, diğ er askerleri
talim yaptırmak için mahzenden dışarı kovalıyordu. Onlar Osgrey'in
askeri ve bizler artık Osgrey'in askerlerinden değiliz, dedi kendi kendine
Dunk. Kahvaltıda dö rt yumurta yemişti, Egg ise iki tane. Osgrey onlara
en azından bu kadarını borçluydu. Yumurtaları bira ile birlikte
midelerine indirdiler.
Eşyalarını toplarlarken Egg, "Gü zel Adalar'a gidebiliriz sö r," dedi.
"Eğ er demir adamlar tarafından yağ malandılar ise Lord Farman emrine
girecek yeni şö valyeler arıyordur."
Bu iyi bir dü şü nceydi. "Daha ö nce Gü zel Adalar'a gitmiş miydin?"
"Hayır sö r," dedi Egg. "Ama oranın gü zel olduğ unu sö ylerler. Lord
Farman'ın kalesi de gü zelmiş. Oraya Gü zel Kale diyorlar."
Dunk gü ldü . "Gü zel Kale'ye gidiyoruz o zaman." Dunk omuzlarından
bü yü k bir yü kü n kalktığ ını hissetti. "Ben gidip atlara bakacağ ım," dedi
zırhını bohçasına koyup ağ zını kendirden bir ip ile bağ larken. "Çatıya
çık ve sırt yataklarımızı al, yaver." En son istediğ i şey damalı aslan ile bir
başka karşılaşma yaşamasıydı. "Sö r Eustace'i gö rü rsen de ona
bulaşma."
"Bulaşmam sö r."
Dışarıda, Bennis çaylakları ellerinde mızrakları ve kalkanları ile
birlikte tek sıraya dizmiş, onlara nasıl uyumlu bir şekilde
ilerleyeceklerini ö ğ retiyordu. Kahverengi şö valye, Dunk avluyu baştan
başa geçerken ona en ufak bir aldırış bile gö stermedi. Buradakilerin
hepsinin ölümüne sebep olacak. Kızıl Dul her an buraya gelebilir. Egg kale
kapısından koşturarak çıktı ve elinde sırt yatakları ile birlikte gü rü ltü lü
bir şekilde tahta basamaklardan aşağ ı indi. Hemen yukarıdaki balkonda
Sö r Eustace ellerini korkuluğ a dayamış, kaskatı bir surat ile duruyordu.
Dunk ile gö z gö ze geldiğ inde ihtiyarın bıyığ ı seyirdi ve hızlıca sırtını
dö ndü . Hava yü kselen dumanlardan dolayı puslanmıştı.
Bennis kalkanını sırtına asmıştı. Uzun ü çgen şekilli, ü zeri boyasız
tahta bir kalkan. Kenardaki demir çerçevesine varana kadar ü zerine
atılan sayısız vernik katmanları yü zü nden kalkan kararmıştı. Ve ü zerine
bir arma işlenmemişti. Ancak kalkanın ortasındaki çizgiler Dunk'a
bü yü k, neredeyse kapanmış bir gö zü andırdı. Bennis kadar kör bir
göz. "Dul'a nasıl karşı koymayı planlıyorsun?" diye sordu.
Ağ zı ekşiotundan dolayı kırmızılaşmış Bennis, askerlerine doğ ru baktı.
"Tepe bir avuç mızrak ile elde tutulmaz. Kulenin içine girmeli. Hep
birlikte kuleye gireceğ iz." Kalenin kapısını başı ile işaret etti. "Sadece
tek bir giriş var. Oradaki tahta basamakları çektik mi girişten bize
ulaşabilmeleri imkansız."
"Ancak kendileri seyyar merdivenlerini getirirler ise başka. Hatta ipler
ve kancalar bile getirip çatıdan girerek arı gibi başınıza ü şü şebilirler.
Tabi o zamana kadar tatar yaylarını kaldırıp siz kapıyı tutmaya
çalışırken, oklarla hepinizi delik deşik etmezler ise."
Kavunlar, Fasulyeler ve Arpalar dikkatle Bennis'in sö ylediklerini
dinliyorlardı. Onceden sö yledikleri bü tü n o cesur muhabbetler yok olup
gitmişti. Bü tü n hepsi ellerindeki ucu sivrilmiş mızraklarını sıkı sıkı
tutuyor ve Dunk ile Bennis'e ve birbirlerine bakıyorlardı.
"Bunların hiç biri bir işe yaramayacak," dedi Dunk dağ ılmış Osgrey
ordusuna bakıp kafasını sallayarak. "Eğ er onları bö yle açık alanda
savaştırırsan, Kızıl Dul'un şö valyeleri onları parçalara ayırır ve o
mızraklar da kulenin içinden bir yarar sağ lamaz."
"Çatıdan aşağ ıya bir şeyler atabilirler," dedi Bennis. "Manc çok iyi taş
atıyor."
"Bir iki tane atar sanırım," diye cevap verdi Dunk. "Ta ki Dul'un
okçularından biri onun gö ğ sü ne bir ok saplayana kadar."
"Sö r?" Egg gelip Dunk'ın yanı başında durdu. "Sö r eğ er gitmek istiyor
isek hemen gitmeliyiz Dul'un gelme ihtimaline karşı."
Çocuk haklıydı. Eğer biraz daha oyalanırsak burada kapana
kısılırız. Ancak Dunk hala kararsızdı. "Bırak gitsinler Bennis."
"Ne, cesur delikanlılarımızdan mahrum mu kalalım?" Bennis kö ylü lere
bakıp anırır gibi gü ldü . "Hazır yeri gelmişken sö yleyeyim," dedi uyarır
bir sesle. "Kaçmaya çalışanı deşerim."
"Dene de ben seni deşeyim." Dunk kılıcını çekti. Kö ylü lere bakıp
"Evinize gidin. Hepiniz," dedi. "Kö yü nü ze geri dö nü n ve yangın
ekinlerinize yada evlerinize sıçramış mı gidin bakın."
Kimse hareket etmedi. Kahverengi şö valye sö ylenerek ona baktı ancak
Dunk adama aldırmadı. "Gidin," dedi kö ylü lere bir kez daha. Sanki bu
kelimeyi tanrılardan biri ona sö yletiyormuş gibiydi. Savaşçı değil.
Aptalların tapındığı bir tanrı var mıdır ki? "GIDIN!" dedi bu kez
bağ ırarak. "Mızraklarınızı ve kalkanlarınızı alın ama gidin yoksa yarını
gö rebilecek kadar yaşayamayacaksınız. Eşlerinizi bir kez daha ö pmek
istiyor musunuz? Çocuklarınıza bir kez daha sarılmak istiyor
musunuz? Evinize gidin! Hepiniz sağ ır mı oldunuz?"
Olmamışlardı. Tavukların arasında çılgınca bir gü rü ltü koptu. Koca
Rob ileri doğ ru atılırken tavuklardan birinin ü zerine basmıştı ve Pate
kendi mızrağ ına takılıp az daha Fasulye Will'in bağ ırsaklarını deşecekti.
Ama sonunda koşarak gidiyorlardı. Kavunlar bir yö ne gitti, Fasulyeler
başka bir yö ne, Arpalar ise başka bir yö ne. Sö r Eustace tepeden onlara
doğ ru bağ ırıyordu ancak kimse onu dikkate almadı. En azından ona
karşı sağırlaşmışlar, diye dü şü ndü Dunk içinden.
Ihtiyar şö valye kapıdan çıkıp gü çlü kle basamaklardan aşağ ı inene
kadar avluda tavuklarla birlikte Dunk, Egg ve Bennis dışında kimse
kalmamıştı. "Geri gelin," diye bağ ırdı Sö r Eustace hızla kaçan ordusuna
doğ ru. "Gitmenize izin vermiyorum. İzin vermiyorum!"
"Bağ ırmanızın bir faydası yok lordum," dedi Bennis. "Çoktan
uzaklaştılar."
Sö r Eustace Dunk'a dö ndü . Adamın bıyıkları ö keden seğ iriyordu.
"Onları gö ndermeye hakkın yoktu. Hiç hakkın yoktu! Onlara
gitmemelerini sö yledim. Yasaklamıştım. Askerleri
dağ ıtmanı yasaklamıştım."
"Sizi duyamadık lordum." Dedi Egg etraftaki dumanlı havayı dağ ıtmak
için şapkasını sallayarak. "Tavuklar çok ses çıkarıyordu."
Yaşlı adam Standfast'in en alt basamağ ına çö ktü . "Kadın sana beni ona
teslim etmen için ne vaadetti?" diye sordu umutsuz bir sesle. "Bana
ihanet edip askerlerimi dağ ıtman ve beni bir başıma savunmasız halde
bırakman için ne kadar altın verdi sana?"
"Bir başınıza değ ilsiniz lordum." Dunk kılıcını kınına soktu. "Sizin
çatınız altında uyudum ve sabah sizin tavuklarınızın yumurtalarını
yedim. Size hala bir hizmet borcum var. Kuyruğ umu bacaklarımın
arasına sıkıştırıp kaçmayacağ ım. Kılıcım hala yanımda," dedi kılıcının
kabzasına dokunarak.
"Sadece bir kılıç." Yaşlı şö valye yavaşça ayağ a kalktı. "O kadının
askerlerine karşı tek bir kılıçla ne yapmayı umabilirsin ki?"
"Başlangıç olarak, onu topraklarınızdan kovup bir daha gelmesini
engelleyebilirim." Dunk kurduğ u cü mle kadar kendisinin de bundan
emin olabilmesini diledi.
Ihtiyarın bıyığ ı her nefes alışında titriyordu. "Evet," dedi en sonunda.
"Taş duvarların arkasına sığ ınmaktansa cesurca ilerlemek daha iyi.
Tavşan gibi korkarak ö lmektense aslan gibi yiğ itçe ö lmek daha iyi.
Bizler bin yıl boyunca Kuzey Sınır Komutanlığ ı yaptık. Zırhımı
kuşanmam gerek," dedi yaşlı şö valye merdivenleri ağ ır ağ ır çıkarken.
Egg kafasını kaldırıp Dunk'a baktı. "Kuyruğ unuz olduğ unu hiç
bilmiyordum sö r," dedi çocuk.
"Tokat yemek mi istiyorsun sen?"
"Hayır sö r. Siz zırhınızı istiyor musunuz?"
"Istiyorum," dedi Dunk. "ve zırhla birlikte bir şeyi daha."
Sö r Bennis'in onlarla gelip gelmeyeceğ i konusunda bir tartışma
yaşandı ancak en sonunda Sö r Eustace ona kaleyi savunmak için kulede
kalmasını emretti. Onun varlığ ı karşı tarafın sayısal ü stü nlü ğ ü
dü şü nü ldü ğ ü nde çok az etki ederdi ve Dul'un onu gö rmesi işleri daha
da beter hale getirirdi.
Kahverengi şö valyeyi ikna etmek pek de zor olmadı. Dunk onun
basamakları tutan demir kazıkları sö kmesine yardım etti. Bennis
yukarıya çıkıp eskimiş gri kendir ipi çö zdü ve bü tü n gü cü yle ipe asıldı.
Tahta merdiven gıcırtılar ve inlemeler eşliğ inde yukarı doğ u yol aldı ve
kalenin tek giriş kapısı ile en ü stteki taş basamak arasında ü ç metrelik
bir boşluk bıraktı. Sam Stoops ve karısı da içerdeydi. Tavuklar ise kendi
kendilerini korumak zorunda kalacaklardı. Iğ diş edilmiş gri atı
ü zerinde oturan Sö r Eustece yukarı bakıp konuştu; "Eğ er gece yarısına
kadar dö nmez isek..."
"... Yü ksekbahçe'ye at sü rü p Lord Tyrell'e o kadının ormanınızı yakıp
sizi katlettiğ ini sö yleyeceğ im."
Tepeden aşağ ı inerlerken Dunk, Egg ile Ustad'ı takip etti. Zırhı ha ifçe
tıkırdayan yaşlı şö valye onun hemen arkasından geliyordu. Arada bir
rü zgar yü kseldiğ inde Dunk ihtiyarın savrulan pelerininin sesini
duyabiliyordu.
Wat Ormanı'na vardıklarında kendilerini ü zerinde duman tü ten bir
arazide buldular. Onlar ormana varana kadar yangının bü yü k kısmı
kendi kendine sö nmü ş gö rü nü yordu ancak birkaç bö lge cü ruf ve kü l
denizi içindeki kızıl adalar misali hala yanmaya devam ediyordu.
Yanmış ağ açların gö vdeleri, gö ğ e saplamış kara mızraklar gibiydi. Başka
ağ açlar ise dalları kırılıp kö mü rleşmiş bir şekilde devrilmiş ve
birbirlerine ters yö nde yere yıkılmış haldeydi. Mat renkli alevler
devrilen ağ açların oyuk gö vdelerinin içerisinde tü tü yordu. Ormanın
tabanında dumanların havada sıcak gri bir sis gibi sü zü ldü ğ ü yerler ve
sıcak bö lgeler de vardı elbette. Sö r Eustace bir sü re ö ksü rü k nö beti
geçirdi ve Dunk bir an adamın geri dö nmeye ihtiyacı olabileceğ inden
korktu ancak korktuğ u gerçekleşmeden ihtiyar şö valyenin ö ksü rü kleri
kesildi.
Kızıl bir geyiğ in ve porsuk olduğ unu dü şü ndü kleri bir hayvanın
cesedinin yanından geçtiler. Ormanda sineklerden başka yaşayan bir
canlı kalmamıştı. Gö rü nü şe gö re sinekler her ortamda
yaşayabiliyorlardı.
"Ateş Tarlası da aynı bu şekilde gö rü nü yordu sanırım," dedi Sö r
Eustace. "Hanemizin kederi orada başladı, tam iki yü z yıl ö nce. Son yeşil
kral, etrafında Menzil'in en iyi çiçekleri ile birlikte o tarlada yok olup
gitti. Babam derdi ki, ejderha ateşi o kadar sıcakmış ki askerlerin
kılıçlarını ellerinde eritmiş. Sonrasında ise o kılıçlar bir araya toplanıp
Demir Taht'ı yapmak için Kral'ın Şehri'ne gö nderilmiş. Yü ksekbahçe de
krallardan kahyalara geçti ve Osgreyler kü çü lü p bö lü ndü ta ki Kuzey
Sınırı Komutanı olan hane, Rowanlara yeminli bir toprak sahibi şö valye
olana kadar."
Dunk'ın sö yleyecek bir şeyi yoktu o yü zden Sö r Eustace'in ö ksü rü p,
"Sö r Duncan, size anlattığ ım hikayeyi hatırlıyor musunuz?" diye sorana
kadar sessizce at sü rdü .
"Olabilir sö r," dedi Dunk. "Hangisini soruyorsunuz?"
"Kü çü k Aslan'ın hikayesini."
"Hatırlıyorum. Kendisi beş kardeşin en kü çü ğ ü ydü ."
"Gü zel." Sö r Eustace tekrar ö ksü rdü . "Kü çü k Aslan, Lancel Lannister'ı
ö ldü rdü ğ ü nde Lannister askerleri geri dö nmü ştü . Kral olmadan savaş
da olmaz. Ne demek istediğ imi anladın mı?"
"Evet," dedi Dunk isteksizce. Bir kadını öldürebilir miyim ki? Hayatında
ilk defa Dunk kale duvarı kadar kalın kafalı olmayı diledi. İş o noktaya
gelmemeli. İşin o noktaya gelmesine müsaade etmemeliyim.
Batı yolu ile Damalı Nehir'in kesiştiğ i yerde bir kaç yeşil ağ aç hala
yerinde duruyordu. Gö vdelerinin bir yü zü kararıp kö mü rleşmişti.
Hemen arkasındaki nehir belli belirsiz bir şekilde parladı. Mavi ve yeşil
renkte, diye dü şü ndü Dunk, ama bütün altın rengi parlaklık
kaybolmuş. Duman gü neşin ö nü nü kapatmıştı.
Sö r Eustace nehrin kenarına geldiklerinde atını durdurdu. "Kutsal bir
yemin ettim. Bu nehrin karşısına geçmeyeceğ im. Karşıdaki topraklar
onun olduğ u sü rece asla." Yaşlı şö valye ü zerindeki sararmış pelerinin
altına dü z bir zırh giymişti. Kılıcı da belindeydi.
"Peki ya hiç gelmez ise sö r?" diye sordu Egg.
Ateş ve kılıç ile, diye dü şü ndü Dunk. "Gelecek."
Kadın bir saat içinde geldi. Ilk başta atların sesini duydular, sonra da
takırdayan zırhların çıkardığ ı metalik sesin gittikçe yü kselişini.
Havadaki duman ne kadar uzakta olduklarını tahmin etmeyi
zorlaştırmıştı ta ki kadının sancak taşıyıcısının havadaki gri perdeyi
aralayıp sahneye girişine kadar. Taşıdığ ı sopanın ucunda kırmızı ve
beyaz renklere boyanmış demirden bir ö rü mcek sorgucu vardı ve
sorgucun hemen altında da Webberlerin sancağ ı umarsızca
dalgalanıyordu. Dunk onları karşı kıyıda gö rdü ğ ü nde atını nehrin
kıyısına doğ ru sü rdü . Bir kalp atımı sonunda ise başından topuğ una
kadar zırha bü rü nmü ş Sö r Lucas Inch ield, Dunk'ın karşısına dikildi.
Sö r Lucas'tan sonra, tıpkı bir ö rü mcek ağ ı gibi ü zeri gü mü ş ipek
iplikler ile incelikle sü slemiş kö mü r karası renkteki bir atın ü zerinde,
Leydi Rohanne'in kendisi ortaya çıktı. Dul'un ü zerindeki pelerin de aynı
şekilde yapılmıştı. Pelerinin kolları, hava kadar yumuşak bir edayla
rü zgarla birlikte dalgalanıyordu. Kadın ü zerinde yeşil emaye ile altın ve
gü mü ş renginin birbirini takip ettiğ i pullu bir zırh da giymişti. Zırh
ü zerine bir eldivenin ele oturduğ u gibi tam oturmuştu ve zırh onu yeşil
yaz yaprakları kuşanmış gibi gö steriyordu. Uzun kızıl saç ö rgü sü
sırtında uzanıyor ve o at sü rdü kçe bir sağ a bir sola hareket ediyordu.
Rahip Sefton, onun hemen yanında kıpkırmızı bir yü z ile bü yü k gri bir
ata binmiş geliyordu. Diğ er tarafında ise bir katır sırtında gelen genç
ü stad Cerrick vardı.
Arkalarından yarım dü zine şö valye ve bir sü rü yaver onları takip
ediyordu. Bir dizi atlı okçu kenara doğ ru geldi ve onlar Damalı Nehir'e
varıp Dunk'ın karşı kıyıda onları beklediğ ini gö rdü klerinde yolun iki
tarafında doğ ru yayıldılar. Rahip, ü stad ve Dul'un kendisi hariç
dö vü şmeye hazır otuz ü ç adam vardı. Dunk'ın gö zü ne zırh ve deri ile
kuşanmış, kızgın bir çehreye ve iğ renç bir guatrlı boyuna sahip olan
bodur, kel kafalı ve fıçı gibi gö rü nen bir adam takıldı.
Kızıl Dul altındaki kısrağ ı nehrin kıyısına doğ ru sü rdü . "Sö r Eustace,
Sö r Duncan," diye seslendi nehrin ö bü r yakasından. "Gece
ormanınızdan yü kselen alevleri gö rdü k."
"Gö rdü n mü ?" diye bağ ırdı Sö r Eustace. "Gö rü rsü n tabi.. sonuçta
yangını sen çıkardın."
"Bu alçakça bir suçlama."
"Alçakça yapılmış bir eyleme gö re."
"Dü n gece her yanım kadınlarla çevrili bir şekilde yatağ ımda
uyuyordum. Herkes gibi beni de surlardaki bağ ırışlar uyandırdı. Yaşlılar
olanları gö rebilmek için dik kulenin basamaklarına tırmandılar ve
annelerinin kucaklarında meme emen bebekler de kırmızı ışıkları
gö rü nce korku içinde ağ laştılar. Yangınınız hakkında bildiğ im tek şey bu
sö r."
"Yangını sen çıkardın kadın," diye ısrar etti Sö r Eustace. "Ormanım yok
oldu diyorum sana!"
Rahip Sefton boğ azını temizledi. "Sö r Eustace," diye gü rledi. "Kral
Ormanı'nda da yangınlar var, Yağ mur Ormanı'nda bile. Kuraklık bü tü n
ormanları birer çıraya dö ndü rdü ."
Leydi Rohanne kolunu kaldırıp işaret etti. "Tarlalarıma bak Osgrey. Ne
kadar kurumuş olduklarına bak. Bir yangın çıkarmak için ahmak olmam
lazım. Rü zgar bir yö n değ iştirseydi yangın nehirden atlayıp benim
ekinlerimin yarısını yok edebilirdi."
"Edebilir miydi?" diye bağ ırdı tekrar Sö r Eustace. "Yanan benim
ormanımdı ve onu yakan da sensin. Kardeşlerini ve kocalarını
ö ldü rmede kullandığ ın karanlık bü yü lerin gibi rü zgarı da yö nlendirecek
birkaç cadı bü yü sü yapmışsın belli ki!"
Leydi Rohanne'in yü zü sertleşti. Dunk bu yü z ifadesini
Donukhendek'teyken tam da kadın ona tokat atmadan ö nce gö rmü ştü .
"Çocuk saçmalıkları," dedi kadın yaşlı adama. "Sizinle daha fazla
konuşarak vakit harcamayacağ ım sö r. Kahverengi Kalkanlı Sö r Bennis'i
teslim edin. Yoksa onu gelip biz alırız."
"Işte bunu yapamazsın," dedi Sö r Eustace çınlayan bir sesle. Bıyığ ı
seyirdi. "Sakın daha ileriye gelmeye kalkma. Nehrin bu kıyısı benimdir
ve sen bu kıyıda istenmiyorsun. Benden hiçbir şekilde bir
konukseverlik gö rmeyeceksin. Ne ekmek ile tuz ne de serin bir gö lge ile
bir bardak serin su. Gelirsen bir işgalci olarak tanınacaksın. Osgrey
topraklarına tek bir adım dahi atmanı yasaklıyorum."
Leydi Rohanne saç ö rgü sü nü omzunun ü zerinden kendine çekti.
Ağ zından çıkan tek cü mle, "Sö r Lucas," oldu. Uzuninç eliyle reverans
yaptı, okçular atlarından indi, ellerindeki okların yaylarını kanca ve
mengene yardımı ile kaldırdılar ve sadaklarından ok çekip tatar yayının
ortasına yerleştirdiler. "Pekala sö r," seslendi hanfendi bü tü n okçular
oklarını yayın kirişine dayamış bir şekilde hazır beklerken. "Beni tam
olarak neyden yasaklıyordunuz?"
Dunk yeteri kadar dinlemişti. "Eğ er izinsiz bir şekilde nehri geçerseniz
kralın sulh kanununu çiğ nemiş olacaksınız."
Rahip Sefton atını bir adım ileri aldı. "Kral burada olanları bilmeyecek,
bilse de umursamayacak," dedi. "Hepimizin Anne'nin evlatlarıyız sö r.
Onun adına lü tfen kenara çekilin."
Dunk kaşlarını çattı. "Tanrılar hakkında pek bir şey bilmem rahip..
Ancak biz aynı zamanda Savaşçı'nın da evlatları değ il miyiz?" Ensesini
kaşıdı. "Eğ er nehri geçmeye çalışırsanız sizi durdurmak zorunda
kalırım."
Sö r Uzuninç Lucas kahkaha attı. "Burada kirpi olmak için dua eden bir
gezici şö valye var leydim," dedi Kızıl Dul'a. "Emri verin ve biz de bir
dü zine oku bedenine saplayalım. Bu mesafeden oklar o zırhı tü kü rü kten
yapılmış gibi deler geçer."
"Hayır. Henü z değ il sö r." Leydi Rohanne karşı kıyıdan Dunk'ın
ü zerinde gö z gezdirdi. "Siz sadece iki kişisiniz ve yanınızda bir de çocuk
var. Biz otuz ü ç kişiyiz. Karşıya geçişimizi nasıl ö nlemeyi planlıyorsun?"
"Şey," dedi Dunk. "Sö ylerim. Ancak sadece size."
"Nasıl arzu edersen." Topukları ile ata vurdu ve atı derenin içine doğ ru
sü rdü . Su atın karnına kadar geldiğ inde ise atını durdurup bekledi. "Işte
buradayım. Yaklaşın sö r. Sö z veririm ki sizi bir çuvalın içine
tıkmayacağ ım."
Dunk kadına cevap veremeden Sö r Eustace Dunk'ın kolunu yakaladı.
"Git ona," dedi yaşlı şö valye. "ve Kü çü k Aslan'ın yaptığ ını hatırla."
"Siz nasıl emrederseniz lordum." Dunk Yıldırım'ı nehrin içine sü rdü .
Kadının tam yanında durdu ve "Leydim," dedi.
"Sö r Duncan." Iki parmağ ını uzatıp Dunk'ın şişmiş dudağ ına dokundu.
"Bunu ben mi yaptım sö r?"
"Son zamanlarda kimse yü zü me tokat atmamıştı leydim."
"Bu benim hatamdı. Misa irperverlik ihlaliydi. Sevgili rahip beni
gü zelce azarladı." Gö zlerini nehrin karşı kıyısındaki Sö r Eustace'e dikti.
"Addam'ı artık zar zor hatırlıyorum. Omrü mü n yarısı kadar uzun bir
sü re ö nceydi. Yine de onu sevdiğ imi hatırlıyorum. Hem de kimseyi
sevmediğ im kadar çok."
"Babası onu kardeşleri ile birlikte bö ğ ü rtlen çalılıklarının oraya
defnetti," dedi Dunk. "Bö ğ ü rtlenleri çok severmiş."
"Hatırlıyorum. Benim için de bö ğ ü rtlen toplardı ve onları kaymak dolu
bir kabın içine koyup birlikte yerdik."
"Kral, onu affetti. Senin de onu affetme zamanın geldi de geçiyor bile."
"Bana Bennis'i ver ben de bunu bir dü şü neyim."
"Bennis bana ait değ il ki sana vereyim."
Kadın iç çekti. "Seni ö ldü rmemek beni mutlu eder."
"Olmeyecek olmam beni de mutlu eder."
"O zaman bana Bennis'i ver. Onun burnunu kesip sana geri veririz
bö ylece bü tü n olay da burada bitmiş olur."
"Bitmez ne yazık ki," dedi Dunk. "Ortada hala çö zü lecek bir baraj
sorunu var. Ve bir de yangın. Bize yangını çıkaran adamı verecek
misin?"
"Ormanda ateş bö cekleri çoktur," dedi Dul. "Belki kü çü k ateşleri ile
yangını onlar başlattılar."
"Bu kadar muziplik yeter leydim," diye uyardı Dunk. "Şimdi
şakalaşmanın sırası değ il. Barajı yık ve yaktığ ın orman karşılığ ında Sö r
Eustace'in nehri kullanmasına izin ver. Bu adil bir anlaşma değ il mi?"
"Olabilir tabi eğ er ormanı ben yakmış olsaydım. Ki ormanı yakan ben
değ ilim. Yangın başladığ ında ben Donukhendek'te yatağ ımın
içindeydim." Gö zlerini nehre dikti. "Nehri geçmemizi engelleyecek olan
şey nedir? Taşların arasına yıldızdikeni mi sakladın? Kü llerin altına
okçular mı yerleştirdin? Bizi durdurmak için dü şü ndü ğ ü n şey ne sö yle
bana."
"Sadece ben." Dunk zırh eldivenlerinden birini çıkardı. "Kenar Mahalle
iken ben, diğ er çocuklardan her zaman daha bü yü k ve daha gü çlü ydü m.
O yü zden genellikle onları haşat eder ve mallarını çalardım. Ihtiyar
bana bunu yapmamamı ö ğ retti. Bu yanlış dedi bana ve ayrıca kü çü k
çocukların bazen bü yü k ağ abeylerinin olacağ ını da sö yledi. "Işte, al
şuna bir bak." Dunk parmağ ındaki yü zü ğ ü çıkardı ve kadına doğ ru
tuttu. Dul yü zü ğ ü alabilmek için elindeki ö rgü sü nü bırakmak zorunda
kaldı.
"Altın mı?" dedi yü zü ğ ü n ağ ırlığ ını avcunda hissettiğ inde Dul. "Bu
nedir sö r?" Yü zü ğ ü elinde çevirdi. "Bir mü hü r. Altından ve ayrılık
taşından yapılma." Yeşil gö zleri mü hrü incelerken kısıldı. "Bunu
nereden buldunuz sö r?"
"Ağ zına kadar paçavralar ile doldurulup sarmalanmış bir botun
içinde."
Leydi Rohanne yü zü ğ ü avcunun içine tutup Egg ile yaşlı Sö r Eustace'e
baktı. "Bu yü zü ğ ü bana gö stererek bü yü k bir risk alıyorsunuz sö r. Ama
bu sizin ne işinize yarayacak? Eğ er adamlarıma nehri geçmelerini
emredersem..."
"Şey," dedi Dunk. " o zaman bu savaşacağ ımız anlamına gelir."
"Ve ö leceğ iniz."
"Bü yü k ihtimalle," dedi Dunk. "Ve sonra da Egg geldiğ i yere geri
dö necek ve burada olanları anlatacak."
"Tabi kendisi de ö lmez ise."
"On yaşındaki bir çocuğ u ö ldü receğ ini hiç sanmıyorum," dedi bunun
doğ ru olduğ unu umarak. "En azından bu on yaşındaki çocuğ u. Burada
otuz ü ç askerin var tıpkı senin sö ylediğ in gibi. Askerler konuşur.
Şuradaki gö bekli olan ö zellikle. Mezarları istediğ in kadar derin kaz yine
de burada olanlar etrafa yayılır. Ve sonra... ö rü mceğ in zehri bir aslanı
ö ldü rebilir elbette ancak bir ejderha ise, çok çok farklı bir yaratıktır."
"Yakında ejderhanın arkadaşı da olabilirim gerçi," dedi Rohanne
yü zü ğ ü parmağ ında denerken. Yü zü k kadının baş parmağ ı için bile çok
bü yü ktü . "Ejderhalı veya ejderhasız Kahverengi Kalkanlı Sö r Bennis
almak zorundayım."
"Olmaz."
"Iki metrelik inatçı bir keçinin tekisin."
"Iki metreden birkaç santim kısa olacak."
Dul, yü zü ğ ü Dunk'a geri verdi. "Donukhendek'e eli boş dö nemem. Dul
zehrini kaybetmiş, adaleti sağ layamayacak ve kendi tebaasını
koruyamayacak kadar zayıf derler. Siz bunu anlayamazsınız sö r."
"Anlayabilirim." Hem de senden daha iyi. "Zamanında Sö r Arlan'ın,
fırtına diyarındaki kü çü k bir lord ile savaşan başka bir kü çü k lordun
hizmetine girdiğ ini hatırlıyorum. Ihtiyara ne için savaşıyorlar diye
sorduğ umda o bana dö nü p, ‘Bir hiç için delikanlı. Bu sadece bir sidik
yarışı,' demişti."
Leydi Rohanne Dunk'a şok olmuş bir eda ile baktı ancak bu eda bir
saniye içinde yerini sırıtışa bıraktı. "Omrü m boyunca binlerce boş iltifat
kelimeleri duydum ancak sen karşımda sidik diyen ilk şö valyesin." Çilli
yü zü hü zü nlendi. "O sidik yarışları lordların birbirlerinin gü çlerini
sınama yoludur. Bir kadın eğ er hü kmetmek istiyor ise diğ erlerinin iki
katı kadar işemesi gerek. Ve eğ er o kadının boyu bir de kısa ise... Lord
Stackhouse benim At Nalı Tepe'me gö z dikmiş halde, Sö r Clifford
Conklyn'in Yapraklı Gö l'de eski bir hak iddiası var, o sıkıntılı Durwell'ler
ise sığ ır çalarak yaşıyor... Ve benim çatım altında yaşayan bir de Uzuninç
var. Her sabah o gü nü n, bana zorla nikah kıyacağ ı gü n mü olduğ unu
merak ederek uyanıyorum." Orgü sü nü , uçurumdan aşağ ı sallanıyormuş
da kurtulmak için elinde bir tek kızıl bir ip varmış gibi sıkıca
sarmalamıştı. "Bunu istiyor da biliyorum. Benim ö kemden korktuğ u
için buna kalkışamıyor tıpkı Conklyn, Stackhouse ve Durwell'lerin, Kızıl
Dul'un kaygılı olduğ u konularda dikkatli davranıp çekindikleri gibi.
Eğ er içlerinden biri bir anlığ ına bile olsa benim zayı layıp
yumuşadığ ımı dü şü nü rlerse..."
Dunk yü zü ğ ü parmağ ına takıp hançerini çekti.
Dul'un gö zleri parlak çeliğ i gö rü nce irileşti. "Ne yapıyorsun sen?" dedi.
" Aklını mı kaybettin? Uzerine nişan almış bir dü zine okçu var burada."
"Kana karşı kan istemiştin." Hançeri yanağ ına dayadı. "Sana yalan
sö ylemişler. Kazıcının yü zü nü çizen Bennis değ il, bendim." Çeliğ in
keskin tarafını yü zü ne bastırdı ve hançeri aşağ ı doğ ru çekti. Hançerdeki
kanı temizlemek için hançeri salladığ ında birkaç damla kan Dul'un
yü zü ne sıçradı. Birkaç çil daha, diye dü şü ndü Dunk. "Işte. Kızıl Dul
kendinden bekleneni yaptı. Yanağ a karşılık yanak."
"Sen delinin tekisin." Havadaki duman kadının gö zlerini yaşartmıştı.
"Eğ er biraz daha soylu bir aileye mensup olsaydın seninle evlenirdim."
"Evet leydim. Ve eğ er domuzların kanatları, pulları ve ateş soluyan
nefesleri olsaydı bir ejderha kadar gü çlü olurlardı." Dunk hançerini
kılıfına soktu. Yü zü zonklamaya başlamıştı. Kan yanağ ından aşağ ı
çenesine doğ ru aktı ve boğ az zırhına damlandı. Kanının kokusu
Yıldırım'ın homurdanıp toynaklarını suya çarpmasına yol açtı. "Ormanı
yakan adamı bana ver."
"Ormanı kimse yakmadı," dedi kadın. "ama eğ er benim
emrimdekilerden biri yaktıysa bunu beni memnun etmek için
yapmıştır. Bö yle dü şü nen birini sana nasıl verebilirim?" Omzunun
ü zerinden arkasındaki korumalarına baktı. "Sö r Eustace suçlamalarını
geri çekerse bu hepimiz için en iyisi olur."
"Once domuzların ateş soluması gerek leydim."
"Eğ er ö yleyse, masumiyetimi tanrıların ve insanların gö zlerinin
ö nü nde savunmak zorundayım. Sö r Eustace'e bir ö zü r talep ettiğ imi
sö yle.. Dilemezse de dö vü ş ile yargılama istediğ imi. Tercih ona kalmış."
Atını askerlerine doğ ru çevirdi ve onlara doğ ru at sü rdü .



11. BÖLÜM

Yargılama nehrin gö beğ inde yapılacaktı.


Rahip Sefton paytak paytak yü rü yerek, iki adamın mü cadelesini
izleyip adil bir yargılama yapması için Baba'ya, haklı olana kendi
gü cü nden gü ç katması için Savaşçı'ya ve yalan sö yleyenin gü nahlarının
affedilmesi için Anne'ye yakarışta bulunup dua etmeye başladı. Duasını
bitirdikten sonra Sö r Eustace Osgrey'e dö nü p son bir kez daha, "Sö r,"
dedi. "Size bir kez daha yalvarıyorum. Suçlamanızı geri çekin."
"Çekmeyeceğ im," dedi bıyıkları sinirden titreyen yaşlı adam.
Şişman rahip Leydi Rohanne'e dö ndü . "Sevgili kızım, eğ er bu işi sen
yaptıysan, suçunu itiraf et ve zarar gö ren ormana karşılık sevgili Sö r
Eustace'e tazminat ö de. Aksi halde kan dö kü lecek."
"Şampiyonum masumiyetimi, tanrıların ve insanların gö zleri ö nü nde
kanıtlayacaktır."
"Dö vü şle yargılamadan başka seçeneklerimiz de var," dedi rahip.
"Ikinize de yalvarıyorum, birlikte Altınkoru'ya gidip sorunumuzu Lord
Rowan'ın hü kmü yle çö zelim."
"Asla," dedi Sö r Eustace. Kızıl Dul da hayır anlamında kafasını salladı.
Sö r Lucas Inch ield karanlık ve ö ke dolu gö zlerle Leydi Rohanne'e
baktı. "Bu tiyatro sona erdiğ inde, babanın da arzu ettiğ i gibi
benimle evleneceksin."
"Lord babam seni benim tanıdığ ım kadar iyi tanımıyordu," diye cevap
verdi kadın.
Dunk, Egg'in yanında diz çö kü p ü zerinde Yaz Kalesi Prensi Maekar'ın
karşılıklı ikişer ü ç-başlı ejderha armasının olduğ u mü hrü çocuğ un
avucuna koydu. "Botun içine geri koy," dedi, "eğ er olur da ö lü rsem,
babanın arkadaşlarından buraya en yakın mesafede olanının yanına git
ve ona seni Yaz Kalesi'ne gö tü rmesi gerektiğ ini sö yle. Sakın kendi
başına Menzil topraklarını boydan boya geçmeye kalkma. Ya dediğ imi
yaparsın yada ö teki taraftan hayalet olarak geri gelir kulağ ına okkalı bir
şamar atarım."
"Peki sö r," dedi Egg. "ama bunun yerine ö lmemenizi yeğ lerim."
"Hava ö lmek için çok sıcak." Dunk miğ ferini başına geçirdi ve Egg de
onun boğ az zırhını sıkıca takmasına yardım etti. Sö r Eustace'in,
kanaması dursun diye pelerininden bir parça koparıp yanağ ına
bastırmış olmasına rağ men Dunk'ın yü zü hala kandan yapış yapış
olmuş haldeydi. Ayağ a kalkıp Yıldırım'ın yanına gitti. Atın eyerine
binerken havadaki dumanın bü yü k ö lçü de kaybolduğ unu fark etti ancak
gö kyü zü hala kapkaraydı. Bulutlar, dedi içinden. Kara bulutlar. Kara
bulutlar gö kyü zü nü kaplamayalı çok uzun zaman geçmişti. Belki de bu
bir işarettir. Ancak ona gönderilmiş bir işaret mi yoksa bana mı? Dunk'ın
bö yle tanrısal alametlerden pek de anladığ ı sö ylenemezdi.
Nehrin karşı kıyısında Sö r Lucas atına binmiş bekliyordu. Bindiğ i at
kestane renkli, hızlı ve gü çlü duran, muhteşem bir hayvandı ancak
Yıldırım kadar kalıplı değ ildi. Gerçi at bu eksikliğ ini ü zerindeki zırhla
kapatıyordu. Hayvanın ü zeri ve başı boydan boya zincir zırh ile kaplıydı.
Uzuninç'in kendisi gü mü ş rengi zincirli, siyah bir emaye zırh giymişti.
Miğ ferinin ortasında ayrılık taşından yapılma bir ö rü mcek sorgucu
yuva yapmış ancak kalkanına kendi arması olan, gri zemin ü zerinde içi
siyah-beyaz damalı uğ ursuz bir çapraz sü tun işlenmişti. Dunk adamın
kalkanını yaverine verişini izledi. Kalkanını kullanmaya niyeti yok. Bir
başka yaver ona uzun saplı bir balta getirdiğ inde ise bunun nedenini
anladı. Baltanın uzun sapı şeritli, başı tarafı ağ ır ve sapının ucu ise
mızrak başı gibi sivriydi. Uzaktan yeterince ö ldü rü cü gö zü kü yordu.
Ancak balta iki elle kullanılabilen bir silahtı. Anlaşılan Uzuninç'in
darbelerden korunmak için gü vendiğ i tek şey ü stü ne giydiğ i
zırhıydı. Böyle bir seçim yaptığı için onu pişman edeceğim.
Dunk, Tanselle'in ü zerine karaağ aç ile kayan yıldız resmi boyadığ ı
kalkanı sol eline aldı. Çocukça bir tekerleme yankılandı zihninde. Meşe
ve demir beni iyi koru, yoksa ölüp giderim cehenneme doğru. Uzun
kılıcını kınından çekip çıkardı. Kılıcın ağ ırlığ ını elinde hissetmek,
Dunk'ın istemsizce gü lü msemesine yol açtı.
Dunk, topuklarını atının sağ rılarına dokundurdu ve koca beygiri
nehrin içine sü rdü . Nehrin karşı kıyısındaki Sö r Lucas da aynısını yaptı.
Dunk sağ tarafa doğ ru yö neldi çü nkü bö ylece Sö r Lucas, onun kalkanlı
sol tarafında kalacaktı. Ancak şö valye Dunk'a bu fırsatı tanımadan atını
hızlıca ters tarafa çevirdi ve iki savaşçı bir anda kendilerini, gri renkli
çelik ve yeşil yapraklarla sü slü bir hengamenin içinde buldular. Sö r
Lucas uzun saplı baltasını savurdu. Dunk eyerin ü zerinde iki bü klü m
oldu ama darbeyi kalkanıyla karşıladı. Darbe o kadar gü çlü ydü ki
Dunk'ın kolunu aşağ ı bastırdı ve dişlerinin birbirine çarpmasına neden
oldu. Darbeye karşılık olarak Dunk, kılıcını adama savurdu. Kılıç, Sö r
Lucas'ın yukarı kaldırdığ ı koluna doğ ru havaya yatay bir çizik attı ve
çelik, çeliğ i o her zamanki korkunç çığ lığ ı ile selamladı.
Uzuninç, Dunk'ın korumasız tarafına geçmek için atıyla yarım bir
daire çizdi ancak Yıldırım, diğ er atı yakalamak için onlarla birlikte
dö ndü . Sö r Lucas tü m ağ ırlığ ını ve gü cü nü elindeki uzun saplı baltasına
vermek için ü zenginin ü zerinde ayakta duruyor ve birbiri ardına sert
darbeler indiriyordu. Her bir darbeyi karşılamak için Dunk, elindeki
kalkanı bir o yana bir bu yana gezdirdi. Meşeden yapılma kalkanının
ardına sinmiş bir şekilde kılıcını dü şmanının koluna, bö ğ rü ne ve
bacağ ına savurdu ancak adamın zırhı Dunk'ın her darbesini geri
çevirdi. Nehir ayakları altında şırıldarken, iki şö valye birbirleri
etrafında dö ndü kçe dö ndü ler. Uzuninç saldırdı, Dunk ise bir yandan
kalkanı ile kendini savunurken bir yandan da gö zleri ile saldırabileceğ i
bir açıklık aradı.
Ve en sonunda o açığ ı buldu. Sö r Lucas indireceğ i her bir darbe için
uzun saplı baltasını ne zaman havaya kaldırsa, kolunun hemen altında
bir boşluk beliriyordu. Orası kaynatılmış deri ve dolgu malzemeleri ile
kaplanmıştı ancak plaka zırh yerleştirilmemişti. Dunk kalkanını yukarı
tutup saldıracağ ı zamanı beklemeye başladı. Biraz sonra.. Biraz
sonra.. Balta bir kez daha gü mbü rtü yle indi ve zorlanarak tekrar havaya
kalktı. Şimdi! Dunk, topuklarını Yıldırım'a vurup atıyla birlikte ileri
atıldı ve kılıcının ucunu Uzuninç'in savunmasız koltuk altına
doğ rultarak hü cum etti.
Ancak boşluğ un belirmesi ile kaybolması bir oldu. Kılıcı Uzuninç'in
zırhını mü zikal bir gıcırtıyla çizdi. Dunk'ın heyecanla ileriye atılması az
daha onun Yıldırım'ın ü zerinden dü şmesine neden olacaktı. Balta tekrar
gü mbü rtü ile indi ve Dunk'ın kalkanının demir kasnağ ını eğ ip,
miğ ferinin ters tarafını çatırdattı ve balta, Yıldırım'ın boynunu sıyırıp
geçti.
Keskin bakırımsı koku havayı doldururken, at acı içinde kişneyerek
şaha kalktı. Atın demir nallı toynakları tam da Uzuninç ileri doğ ru
atılmışken ani bir saldırıya dö nü ştü ve toynaklardan biri Sö r Lucas'ın
miğ ferine, diğ eri ise omzuna indi. Ardından da ağ ır savaş atı adamın
atının ü zerine bindi.
Her şey bir kalp atımı sü re içinde gerçekleşti. Dü ğ ü m olmuş iki at,
nehrin içine dü şü p etrafa su ve çamur sıçratırken birbirlerini ısırıp
tekmeliyordu. Dunk kendini eyerin ü zerinden atmayı denedi ancak bir
ayağ ı ü zengide takılı kaldı. Kafa ü stü suya dü şen Dunk, nehrin suyu
miğ ferinin hava deliklerinden içeri hü cum etmeden ö nce çaresizce son
bir derin nefes çekti. Ayağ ı hala ü zengide olan Dunk bileğ inde ani bir
çekilme hissetti. Yıldırım'ın acı dolu çırpışı neredeyse Dunk'ın
bacağ ının yerinden çıkmasına neden olacaktı. Ayağ ı ü zengiden kurtulur
kurtulmaz Dunk dö ndü ve nehrin dibine doğ ru batmaya başladı. Bir
anlığ ına suyun içinde çaresizce çırpındı ancak gö rebildiğ i her şey
sadece yeşil, mavi ve kahverenginden ibaretti.
Uzerindeki zırhının ağ ırlığ ı onu, omzu nehrin yatağ ına vurana kadar
dibe çekti. Buradan kurtulmanın tek yolu yukarıya çıkmak. Dunk'ın çelik
kaplı elleri nehrin dibindeki taşların ve kumun ü zerinde beceriksizce
gezindi ve Dunk, bir şekilde bacaklarını altında toparlayıp ayağ a kalktı.
Sendeliyordu, ü zerinden çamur akıyordu, çukurlaşmış miğ ferinin hava
deliklerinden dışarı su boşalıyordu ancak ayaktaydı. Etrafındaki havayı
bir kez daha içine çekti.
Darbelerden dolayı harap olmuş kalkanı hala sol kolundaydı ancak
belindeki kın boş ve elindeki kılıç da kaybolmuştu.. Miğ ferinin içi su
dolu olduğ u kadar kanla da doluydu. Ileri doğ ru adım atmaya
çalıştığ ında bileğ inden bacağ ına doğ ru şiddetli bir ağ rı saplandı. Ileride,
iki atın da tekrar ayağ a kalkmaya çalıştıklarını gö rdü . Başını çevirip
kandan ü zeri kapanmayan diğ er gö zü ile dü şmanını aradı. Öldü, diye
dü şü ndü Dunk, ya boğuldu ya da Yıldırım'ın tekmesi kafasını parçaladı.
Işte tam o anda Sö r Lucas elinde Dunk'ın kılıcı ile nehrin içinden
dışarıya fırladı. Dunk'ın boğ azına doğ ru sert bir darbe indirdi ki eğ er
Dunk'ın boğ az zırhı biraz daha ince olsaydı, kafası hala omuzlarının
ü zerinde duruyor olmazdı. Elinde kalkanı dışında karşılık vereceğ i bir
silah olmadığ ından Dunk, kalkanı elinde savunmada bekledi ve Sö r
Lucas haykırışlar içinde elindeki kılıcı Dunk'a doğ ru savurdu. Inen
darbe Dunk'ın dirseğ inden yukarısının uyuşmasına yol açtı. Hareket
ettiğ inde kalçasına saplanan ağ rı, Dunk'ı acı içinde homurdandırdı. Geri
geri giderken ayağ ı, ü zerine bastığ ı taş yü zü nden kaydı ve Dunk kendini
gö ğ sü hizasındaki suyun içinde diz çö kmü ş halde buldu. Kalkanını
yukarıya kaldırıp kendini korumaya çalıştı ancak bu sefer Sö r Lucas'ın
darbesi o kadar ağ ırdı ki kılıcın kalın meşeden yapılma kalkanın
ortasına inmesi ile kalkanın ortadan ikiye ayrılması bir oldu. Parçalanan
kalkanın kıymıkları yü zü ne doğ ru yağ arken, Dunk'ın kulakları çınlıyor
ve ağ zı kanla doluyordu ancak bir şekilde Egg'in uzaklardan gelen
çığ lıkları kulağ ına ulaştı. "Yakalayın onu sö r, yakalayın, adam tam
karşınızda!"
Dunk ileri doğ ru atıldı. Darbenin etkisi ile Uzuninç, elindeki kılıcı suya
dü şü rdü . Dunk Sö r Lucas'ı belinden yakalayıp ayaklarını yerden kesti.
Nehir iki şö valyeyi tekrar yuttu ancak bu sefer Dunk hazırlıklıydı. Bir
kolunu Uzuninç'e doladı ve onu dibe doğ ru çekti. Inch ield'ın
çukurlaşmış ve bü kü lmü ş siperliğ inden dışarı baloncuklar akın
etmesine rağ men Uzuninç mü cadele etmeyi bırakmadı. Nehrin
dibinden bir taş aldı ve Dunk'ın ellerini ve kafasını taşla dö vmeye
başladı. Dunk'ın eli belindeki kılıç kemerinin ü zerinde
gezindi. Hançerimi de mi düşürdüm? Ancak hançer yerli yerine
duruyordu. Hançeri kabzasından kavrayıp kınından çekti. Dalgalanan
suyun içinde hançer yavaşça yol aldı ve Sö r Lucas'ın koltuk altındaki
zincir zırh ile deriyi delip geçti. Dunk hançeri saplandığ ı yerde
çevirirken, Sö r Lucas sallandı, kıvrandı ve bir sü re sonra hareketsizleşti.
Dunk ö lü şö valyeyi ü zerinden itti. Gö ğ sü nü n içi alev alevdi. Ince, beyaz
ve uzun bir balık geçti hızlıca gö zlerinin ö nü nden. O da neydi? dedi
kendi kendine. Neydi o? Neydi o?
Gö zlerini araladığ ında Dunk, nerede olduğ u hakkında bir ikri yoktu.
Hava mutluluk veren derecede serindi. Ağ zında hala kan tadı vardı ve
gö zlerini, ü zerine yoğ un merhem kokusu sinmiş bir havlu
kapatmıştı. Karan il gibi kokuyor, diye dü şü ndü .
Dunk elini yü zü ne attı ve havluyu bir kenara savurdu. Hemen
ü zerinde, duvara asılmış meşalenin gö lgesi tavanda dans ediyordu.
Tavanın kirişlerinde kuzgunlar geziniyor, kü çü k siyah gö zlerini Dunk'a
dikip gaklıyorlardı. En azından kör olmamışım. Bir ü stadın odasındaydı
anlaşılan. Çü nkü duvarlar, ü zerine toprak kaplara konmuş iksirlerin,
otların ve yeşil renkli cam şişelerin olduğ u ra larla kaplıydı. Yatağ ın
yanındaki uzun sehpanın ü zeri ise kirişteki kuzgunların pislikleri ile
kaplı parşö menlerle, kitaplarla ve garip şekille tunçtan aletlerle
doluydu. Dunk kuzgunların birbirleriyle fısıldaşmalarını duyabiliyordu.
Doğ rulmaya çalıştı ancak kısa sü re sonra bunun kö tü bir tercih
olduğ unu anladı. Doğ rulmaya çalıştığ ı anda başı dö nmü ş ve ü zerine az
da olsa yü klendiğ i sol bacağ ı acı içinde çığ lık atmıştı. Ayak bileğ inin
ketenden bez ile sarılmış olduğ unu gö rdü . Aynı şekilde gö ğ sü nü n ve
omuzlarının da.
"Hareket etme." Iki kara gö zü n ortasında kocaman kanca bir burun
bulunan genç ve sivri bir yü z Dunk'ın gö zlerini ö nü nde belirdi. Dunk bu
yü zü tanıyordu. Adam baştan aşağ ı griler içindeydi ve boynunda ü zeri
birçok metal levha ile dolu olan bir zincir sarkıyordu. Dunk adamı
bileğ inden yakaladı. "Ben... nerede..."
"Donukhendek'desin," dedi ü stad. "Standfast'e dö nemeyecek kadar
ağ ır yaralıydın bu yü zden de Leydi Rohanne bize seni buraya
taşımamızı emretti. Bunu iç." Dunk'ın içinde ne olduğ unu bilmediğ i bir
bardağ ı dudaklarına gö tü rdü . Iksirin sirke gibi acı bir tadı vardı ancak
en azından ağ zındaki kan tadını silip atmıştı.
Dunk zorla bardaktaki iksiri bitirdi. Sonrasında ö nce kılıç elinin sonra
da ö teki elinin parmaklarını açıp kapattı. En azından kollarım ve
parmaklarım hala yerli yerinde. "Ne.. ne oldu bana?"
"Ne olmamış ki?" diye homurdandı ü stad. "Ayak bileğ in ve kö prü cü k
kemiğ in kırılmış, dizin burkulmuş, her tarafın yara bere içinde. Sağ
kolun morarmış, gö ğ sü nü n ü st kısmı ise morarmaya durmuş.
Kafatasının da çatladığ ını dü şü nmü ştü m ama gö rü nü şe gö re
yanılmışım. Yü zü nü zde derin bir bıçak yarası var sö r ve korkarım ki iz
kalacak. Ah ayrıca sizi nehirden çıkardığ ımızda boğ ulmuştunuz."
"Boğ uldum mu?" dedi Dunk.
"Sizin kadar kalıplı bir adamın bile bu kadar fazla su yutabileceğ ini
gö zlerimle gö rmesem inanmazdım. Demirdoğ umlu olduğ um için
şanslısınız. Boğ ulmuş Tanrı rahipleri bir kişiyi nasıl boğ up geri
getirecekleri konusuna bilgi sahibidirler. Ve ben de onların inançları ve
gelenekleri hakkında incelemelerde bulunmuştum."
Boğulmuşum. Dunk tekrar doğ rulmayı denedi ancak kollarında hiç gü ç
yoktu. Neredeyse boğazıma kadar gelen bir nehirde boğuldum. Gü ldü
ancak gü lmek acı içinde inlemesine neden oldu. ‘Peki ya Sö r Lucas?"
"Oldü . Bundan şü phen var mıydı?"
Hayır. Dunk'ın aklında şü phe duyduğ u birçok şey vardı ancak bundan
asla. Hançeri Uzuninç'e sapladıktan sonra adamın kollarının nasıl
gü çten dü şü p hareketsizleştiğ ini gayet net hatırlıyordu. "Egg.. Egg..
istiyorum," dedi zorlukla.
"Ek..? Ekmek mi? Açlık iyiye işarettir," dedi ü stad, "ancak şuan
ihtiyacın olan şey gü zel bir uyku, yemek değ il."
Dunk başını salladı ancak salladığ ına pişman oldu. "Ekmek değ il.. Egg..
Yaverim.." dedi acı içinde.
"Ha o mu? Cesur bir delikanlı, gö rü ndü ğ ü nden de daha gü çlü . Seni
nehirden çıkaran oydu. Uzerindeki zırhı çıkarmamıza yardım etti ve biz
seni buraya getirirken senin taşındığ ın vagonun yanında at sü rdü . Biri
gelir de seni ö ldü rmeye çalışır diye senin kılıcını kucağ ına koydu ve
yatağ ın yanında gö zü nü bile kırpmadan nö bet tuttu. Hatta benden bile
şü phe edip eğ er sana bir şey yedirip içirmek istiyor isem yemeğ i ilk
ö nce benim tatmam konusunda ısrar etti. Garip ama sadık bir çocuk."
"Nerede şimdi?"
"Sö r Eustace çocuğ u dü ğ ü nü ne davet etti. Damat tarafında kimse yok
malum. Reddetmek çok nezaketsizce bir davranış olurdu."
"Dü ğ ü n mü ?" dedi Dunk duyduğ una anlam veremeyerek.
"Ah tabi ya senin haberin yok elbette. Sizin dö vü şü nü zden sonra
Donukhendek ile Standfast bir uzlaşıya vardı. Leydi Rohanne, Standfast
topraklarına geçip Addam'ın mezarını ziyaret edebilmek için Sö r
Eustace'e yalvardı ve o da buna izin verdi. Leydimiz bö ğ ü rtlenliğ in
orada diz çö kü p ağ lamaya başlayınca Sö r Eustace onu alıp teselli etmek
için kalesine gö tü rdü . Bü tü n geceyi Addam ile Leydimizin asil babası
hakkında konuşarak geçirdiler. Lord Wyman ile Sö r Eustace, Karaalev
Isyanı'ndan ö nce çok iyi dostlardı. Sö r Eustace ile Leydi Rohanne bu
sabah Rahip Sefton huzurunda evlendiler. Sö r Eustace artık
Donukhendek'in lordu ve onun damalı aslanı, her kulede ve surda
Webber'lerin ö rü mceğ inin yanında dalgalanıyor."
Dunk'ın başı dö nmeye başladı. İçtiğim iksir. Beni tekrar uyutmaya
çalışıyor. Gö zlerini kapatıp acısının dinmesine izin verdi. Tavandaki
kuzgunların uçuşup birbirlerine gaklamasının sesi kulaklarına
geliyordu. Kendi nefesinin sesi de ö yle. Ve başka bir ses daha. Yumuşak,
şiddetli, dü zenli ve bir şekilde insanı sakinleştiren bir ses. "O da ne?"
dedi Dunk uykulu bir sesle. "O ses..?"
"O mu?" Ustad sese dikkat kesildi. "O yağ an yağ murun sesi sö r."
Dunk, Rohanne'i kaleden ayrılacakları gü ne kadar hiç gö rmedi.
"Bu yaptığ ınız aptallık sö r," diye sö ylendi Rahip Septon, Dunk elindeki
koltuk değ neğ ine yaslanır halde kırık ayağ ını ileri sallayıp topallayarak
avluyu geçerken. "Ustad Cerrick daha yarı gü cü nü zü bile
toplamadığ ınızı sö yledi ve ü zerine bir de bu yağ mur.. Eğ er olur da
tekrar boğ ulmazsanız, soğ uk algınlığ ına yakalanacaksınız. En azından
yağ mur dinene kadar bekleyin."
"Yağ mur dinene kadar yıllar geçer." Dunk kendini her gü n ziyaret eden
şişman rahibe minnettardı. Rahip etrafa dua etmek için geldiğ ini
sö ylü yor olsa da aslında ziyaretlerin çoğ u dedikodular ve rivayetler ile
geçmişti. Dunk adamın laf yapan dü şü k çenesini ve neşeli sohbetini
ö zleyecekti ancak bu hiçbir şeyi değ iştirmezdi. "Buradan gitmem
gerek."
Yağ mur damlaları binlerce gü mü ş rengi kırbaç gibi sırtında
şaklıyordu. Uzerindeki cü bbe çoktan sırılsıklam olmuştu. Sö r Eustace'in
ona verdiğ i, beyaz yü nden dokunmuş ve kenarları altın ve yeşil renkte
kareler ile çerçevelenmiş olan cü bbe. Yaşlı şö valye cü bbeyi bir veda
hediyesi olarak bir kez daha zorla ona giydirmişti. "Cesaretiniz ve sadık
hizmetleriniz için sö r," demişti. Cü bbenin omuz tarafında iliştirilmiş
gü mü ş bacaklı, sırtı kırık lal taşları ile sü slü ildişinden yapılma
ö rü mcek broşu da Dunk'a verilen hediyelerden biriydi.
"Umarım Bennis'in peşinden gitmeyi aklına koyduğ un için bu delice
kararı vermemişsindir," dedi Rahip Sefton. "Eğ er bu yaralar ve
morluklar içinde onun karşısına çıkarsan başına geleceklerden
korkuyorum."
Bennis, diye dü şü ndü Dunk acı acı. Lanet olası Bennis. Dunk onun
adına nehrin ortasında ö lü mü ne dö vü şü rken Bennis, Sam Stoops ile
karısının ellerini ile ayaklarını bağ lamış ve kaleyi baştan aşağ ı
yağ malayıp kaçmıştı. Bulabildiğ i bü tü n değ erli eşyaları yanında
gö tü rmü ştü ; şamdanlardan, elbiselerden ve silahlardan tut da,
Osgrey'in eski gü mü ş kadehine ve ihtiyarın kü lü goblenin ardına
sakladığ ı kü çü k para kesesine varana kadar. Dunk bir gü n Kahverengi
Kalkanlı Sö r Bennis ile tekrar karşılaşmayı ü mit ediyordu ve o
karşılaştıklarında da...
"Bennis'in kellesi şimdilik omuzlarının ü zerinde kalabilir."
"Nereye gideceksin o zaman?" diye sordu rahip nefes nefese. Dunk'ın
topallıyor olmasına rağ men rahip, Dunk'a eşlik etmek için fazlasıyla
yavaştı.
"Gü zel Adalara. Harrenhal'a. Uç Dişli Mızrak'a. Her yer gezici şö valye
dolu değ il mi?" Dunk omuz silkti. "Ayrıca her zaman Sur'u gö rmek
istemişimdir."
"Sur mu?" Rahip sarsılarak durdu. "Sizi ikna etmeye çalışmaktan
vazgeçiyorum Sö r Duncan," diye bağ ırdı rahip çamurun içinde dikilip
yağ an yağ murun altında ellerini gö kyü zü ne açarak. "Dua edin sö r, Yaşlı
Kadın'a yolunuzu aydınlatması için dua edin!" Dunk yü rü meye devam
etti.
Rohanne'i, yaz yaprakları kadar yeşil bir elbise ile ahırın içindeki sarı
saman balyaların yanında kendisini beklerden buldu. "Sö r Duncan,"
dedi Rohanne, Dunk ahırın kapısını itip içeri girerken. Uzun kızıl saç
ö rgü sü omuzlarından dizlerine kadar uzanıyordu. "Seni tekrar ayakta
gö rmek gü zel."
Beni hiç hasta yatağımda yatarken görmedin ki, diye dü şü ndü .
"Leydim, Ahırda ne arıyorsunuz? Dışarısı at sü rmek için fazlasıyla
yağ murlu."
"Bunun aynısını ben de senin için sö yleyebilirim."
"Egg mi sö yledi?" Okkalı bir şamarı hak ettin Egg.
"Sö ylediğ ine memnun olman lazım. Yoksa peşinden adamlarımı
gö nderir, seni sü rü kleyerek buraya geri getirtirdim. Bir elveda bile
demeden sıvışmaya çalışman çok merhametsizce bir davranış."
Dunk, ü stad Cerrick'in odasında yatıyorken Rohanne bir kez bile onu
ziyaret etmeye gelmemişti. "Yeşil elbise ü zerinize çok yakışmış leydim,"
dedi Dunk. "Gö zlerinizin rengini ortaya çıkarmış." Ağ ırlığ ını
beceriksizce koltuk değ neğ ine verdi. "Buraya atımı almaya geldim."
"Gitmen gerekmiyor. Iyileştiğ in zaman burada yü zbaşı rü tbesi ile
askerlerimin başında geçersin. Ve Egg de diğ er yaverlerin yanında kalır.
Kimsenin onun gerçek kimliğ ini ö ğ renmesine izin vermem."
"Teşekkü r ederim leydim ancak olmaz." Yıldırım'ın içinde olduğ u
bö lü m epey bir ilerdeydi. Dunk toparlayarak ata doğ ru ilerledi.
"Lü tfen tekrar dü şü nü n sö r. Tehlikeli bir dö nemdeyiz, ejderhalar ve
onların arkadaşları için bile. En azından tamamen iyileşene kadar
burada kalın," dedi Rohanne Dunk'ı peşi sıra takip ederek. "Bu Lord
Eustace'i de memnun eder. Size epey bir dü şkü n."
"Doğ ru epey dü şkü ndü r," dedi Dunk. "Eğ er kızı ö lmü ş olmasaydı,
kızını benimle evlendirmek isterdi. Bö ylece sen de benim kayınvalidem
olurdun. Annemi hiç tanımadım, ki kayınvalidemi de en az onun kadar
tanıyorum."
Bir anlığ ına Dunk, Leydi Rohanne'in yü z ifadesine bakıp tekrar tokat
yiyeceğ ini sandı. Belki de kasıklarıma tekme atar.
"Bana kızgınsınız sö r," dedi tokat atmak yerine. "Bazı şeyleri tela i
etmeme izin vermen gerek."
"Pekala," dedi Dunk. "Yıldırım'ı eyerlememe yardım edebilirsin."
"Benim aklımda başka bir şey var." Çil kaplı eli Dunk'ın eline ulaştı,
ince ve gü çlü parmakları ile Dunk'ın elini tuttu. İddiaya girerim ki bütün
vücudu çil kaplıdır. "Atlar hakkında ne biliyorsun?"
"Onları sü rmeyi."
"Savaş için yetiştirilmiş yavaş, sinirli ve yaşlı bir atı sü rü yorsun. Bir
yerden bir yere gitmek için pek tercih edilmez."
"Eğ er bir yerden bir yere gitmek istiyorsam ya onu tercih edeceğ im ya
da bunu," dedi Dunk ayaklarını gö stererek.
"Epey bü yü k ayakların var," dedi Rohanne. "Ellerin de ö yle. Iddiaya
girerim ki bü tü n vü cudun olması gerekenden daha bü yü ktü r. Ozellikle
de birçok binek atı için. Sırtına bindiğ inde birçoğ u midilli gibi
gö rü nü yordur eminim ki. Ancak yine de daha çevik bir at senin işini
gö rü r. Dayanıklı Dorne atlarından biri ö rneğ in." Yıldırım'ın karşısındaki
atı işaret etti. "Tıpkı şu at gibi."
Hayvan, kan kırmızısı rengindeydi ve parıltılı bir gö ze ve ateş rengi
yelelere sahipti. Leydi Rohanne elbisesinin yeninden bir havuç çıkarıp
atın başını okşadı. "Havucu yiyeceksin parmaklarımı değ il," dedi ata,
yü zü nü Dunk'a dö nmeden ö nce. "Ona Alev ismini vermiştim ancak sen
hangi ismi arzu ediyorsan onu verebilirsin. Istersen ona Tela i ismini
koy."
Bir sü reliğ ine Dunk ne diyeceğ ini bilemedi. Koltuk değ neğ ine dayanıp
alıcı gö zü yle ata bir kez daha baktı. Ihtiyar'ın bu zamana kadar sahip
bü tü n atlardan bile daha muhteşem bir hayvandı. Atın ne kadar hızlı
olduğ unu anlamak için, uzun kusursuz bacaklarına bakmak bile
yeterliydi.
"Onu gü zelliğ i ve hızı için yetiştirdim."
Dunk yü zü nü Yıldırım'a dö ndü . "Onu alamam."
"Neden ki?"
"Benim için fazlasıyla iyi bir at bu. Şuna bir baksana."
Rohanne'in yü zü kızardı. Kızıl ö rgü sü nü kavrayıp parmakları arasında
gezdirdi. "Evlenmek zorunda olduğ umu biliyorsun. Babamın vasiyeti...
hadi ama bu kadar aptal olma."
"Başka ne yapabilirim ki? Kale duvarı kadar kalın kafalıyım ve ayrıca
piç doğ umlu biriyim."
"Atı al. Sana beni hatırlatacak bir şey almadan burayı terk etmene izin
vermem."
"Sizi asla unutmayacağ ım leydim. Hiç şü pheniz olmasın."
"Sana atı al dedim!"
Dunk Rohanne'in ö rgü sü nü yakalayıp kadını kendine çekti.
Aralarındaki boy farkı ve koltuk değ neğ i yü zü nden Dunk biraz zorlandı
ve dudakları Rohanne'in dudakları ile buluşmadan ö nce az kalsın
dü şecekti. Yine de bir elini kadının boynuna diğ er elini de beline sarıp
onu ö ptü . Uzun bir dakika sonunda Dunk, ö pü şme hakkında bü tü n
ö mrü boyunca izleyerek ö ğ rendiklerinden daha fazla şey ö ğ rendi.
Ancak birbirlerinden ayrıldıklarında, Dunk hançerini çekti. "Sizi
hatırlamak için tam olarak neye ihtiyacım var biliyorum leydim."
Egg kalenin giriş kapısının ö nü nde yeni kızıl renk atının ü zerine
binmiş, bir eliyle de Ustad'ın yularını tutmuş, onu bekliyordu. Dunk
onun yanına Yıldırım'ın ü zerinde geldiğ inde çocuk şaşkın bir ifade ile,
"Size yeni bir at vereceğ ini sö ylemişti sö r," dedi.
"Soylu leydiler bile bazen her istediğ ini elde edemez," diye cevap verdi
Dunk çocuğ a asma kö prü den geçerlerken. "Benim istediğ im şey at
değ ildi." Nehir o kadar taşkındı ki neredeyse asma kö prü ye değ ecekti.
"Onu hatırlatacak başka bir şey aldım. O kızıl saçlarından bir bukle."
Dunk cü ppesinin altından, saç ö rgü sü nü çıkarıp gü lü msedi.
Dö rt yolun kesiştiğ i yerdeki demir kafesin içindeki iskeletler hala
birbirleriyle kucaklaşır haldeydi. Yalnız ve terkedilmiş gö rü nü yorlardı.
Cesetleri sinekler ve kargalar bile terk etmişti. Ve cesetlerin kemikleri
ü zerinde birkaç başka deriden başka bir şey kalmamıştı.
Dunk kaşlarını çatıp durdu. Bileğ i acıyordu ancak yapılacak bir şey
yoktu. Acı, en az kılıç ve kalkan kadar şö valyeliğ in bir parçasıydı
sonuçta. "Gü ney ne taraf?" diye sordu Egg'e. Gö kyü zü kö mü r kadar kara
ve yer de çamur ve sudan ibaret iken insanın yö nü nü bulması epey
zordu.
"Gü ney bu tarafta sö r," dedi Egg parmağ ı ile işaret ederek. "Bu taraf da
Kuzey."
"Yaz Kalesi gü neyde. Baban yani."
"Sur da kuzeyde."
Dunk çocuğ a baktı. "Bu çok uzun bir yol demek."
"Altımda yeni bir at var sö r."
"Evet ö yle," dedi Dunk gü lü mseyerek. "Oyle ama neden Sur'u gö rmek
isteyesin ki?"
"Şey," dedi Egg. "Duyduğ uma gö re boyu çok uzunmuş." Formun Altı

DİZİN

1. Kuzgun Dişleri, komutanlığ ını Lord Brynden Rivers'ın yani
Kankuzgun'un yaptığ ı bir okçu birliğ idir. Isimlerini komutanlarının
lakabından alırlar.
2. Ekşiotu, acı ve keskin bir tadı olan bitki. Tü tü nü msü bir yapıdadır.
Yaprakları bir araya konulup tıpkı tü tü n çiğ ner gibi çiğ nenir. Otun acıyı
uyuşturucu bir ö zelliğ i vardır.
3. Orijinal metinde yedi ayaktan biraz kısa olarak geçiyor. Yedi ayak da
tam olarak 2.13cm yapıyor. (ç. n.)
4. Orijinal metinde Standfast Kalesi, "towerhouse" olarak betimleniyor.
Towerhouse terimi, ortaçağ da dağ lı veya arazi şartlarının uygun
olmadığ ı stratejik ö nemi olan yerleri, az sayıda kuvvet ile savunmak
veya saldırı gü cü katmak için uzun ve olabildiğ ince dar dizayn edilmiş
bir kale çeşidi anlamına kullanılıyor. Genel gö rü nü şü satrançtaki kaleye
benzediğ i için "Kule ev" yerine bu benzetmeyi kullandım. (ç. n.)
5. Yeşilel Garth, Gardener hanesinin kurucusu ve efsanevi ilk Menzil
Kralı'dır.
6. Se il Yoldaşlar, Yediler Inancı'na yeminli antik iki askeri ö rgü tten
biridir. Armalarına işledikleri kırmızı yedi uçlu yıldız moti i sebebi ile
genellikle "Yıldızlar" diye bilinirler. Fatih Aegon'un ö lü mü nden sonra
isyanlara teşebbü s ettiklerinden dolayı grup, Kral ‘Zalim' Maegor
tarafından vahşice sindirildi ve isyanları bastırıldı. Sonrasında ise kalan
ö rgü t mensupları Yaşlı Kral Jaehaerys tarafından affedildi ve ö rgü t
feshedildi.
Savaşçı'nın Evlatları ise Yediler Inancı'na yemin etmiş şö valyelerden
oluşan bir diğ er ö rgü ttü r ve halk arasında "Kılıçlar" olarak bilinirler.
Savaşçı'nın Evlatları sadece Baş Rahip'e itaat eder ve ona hesap verirler.
Onlara gö re Baş Rahip, Yediler'in yeryü zü ndeki sesidir. Yaşlı Kral
Jaehaerys tarafından kapatılan ö rgü t, Beş Kralın Savaşı sonrasında
tekrar kurulmuştur.
7. Kimsesiz Leydi, Corbray Hanesi'ne ait olan Valyria çeliğ inden
dö vü lme bir kılıçtır. Kılıcın kabzasının altında kalp şeklinde yontulmuş
bir yakut taşı vardır.
8. Yediler Inancı'ndaki bir Tanrı. Olü mü ve bilinmeyeni temsil eder.
9. Kral Jaehaerys, Fatih Aegon'un oğ lu, Demir Taht'a oturan ikinci
Targaryen kralı olan Birinci Aenys'in oğ ludur. Tahta çıkan dö rdü ncü
Targaryen kralıdır. 50 yıl saltanat sü rmü ş ve bu yü zden kendisine "Yaşlı
Kral" lakabı takılmıştır.
10. Halk arasında dolaşan dedikoduya gö re Dö rdü ncü Aegon, yasal
varisi Daeron'un aslında kendisinden değ il de kardeşi "Ejderşö valyesi"
Aemon Targaryen'dan olduğ una inanmış, bu yü zden de hanedan kılıcı
olan Karaalev'i yasal varisi Daeron'a değ il, Daemon'a vermiştir. Bu
dedikodu daha sonraları Daemon'un Demir Taht'a hak iddia etmesine
sebebiyet vermiştir.

You might also like