Professional Documents
Culture Documents
Edebiyatın Dönemleri
Edebiyatın Dönemleri
Yöntem farklılıklarına rağmen edebiyatla tarih arasında sıkı bir ilişki vardır. İkisi de birbirinin ürün ve
verilerini kullanır. Her edebi metnin içinde oluştuğu tarihî bir dönem vardır ve edebi metinlere bu dönemin
özellikleri ve izleri yansır. Edebi metinlerin konusunu, yazıldığı dönemin olayları, sosyal ve siyasal yapısı,
dünya görüşü oluşturur. Bu eserleri anlamak ve doğru yorumlayabilmek için o dönemin tarihini bilmek
gerekir. Ayrıca kimi edebi eserler konusunu doğrudan tarihsel gerçeklerden alır, bu tür eserler de tarih
bilimine yardımcı olur, kaynak oluşturur.
Örneğin; Çanakkale Savaşı, Kurtuluş Savaşı gibi olaylar tarih için olduğu kadar edebiyat için de önemlidir.
Edebiyatımızda bu tarihi olaylarla ilgili pek çok eser yazılmıştır. Örneğin Halide Edip Adıvar'ın Ateşten
Gömlek, Yakup Kadri'nin Yaban romanı gibi...
Din-Edebiyat İlişkisi
Dinî hayat, edebî dönemleri belirleyen etkenlerden biridir. Edebiyatın dinî hayata, dinî hayatın da
edebiyata ve dile etkisi vardır. Edebiyatın tarih, psikoloj, felsefe vb gibi pek çok bilimle ilişkisi olduğu gibi
dinle de ilişkisi vardır. Çünkü başlangıcı insanlık tarihi kadar eskilere uzanan din, tarihin her döneminde
bireyleri ve toplumları etkileyen en önemli faktörlerden birisi olmuştur. Gerek içerik gerek söz varlığı olarak
din, edebî eserleri etkilemiştir. Aynı zamanda dinî eserler de edebiyattan büyük ölçüde yararlanmıştır.
Örneğin; Türklerin İslamiyeti kabulüyle kültürel değişim olmuş, yaşamlarında İslam dini önemli bir olgu
haline gelmiştir. Edebiyatın toplumla yakın ilişkisi olduğu için sosyal ve kültürel yapıda meydana gelen
değişiklikler edebi ürünlerin içerik, dil ve üslubunu da etkilemiştir. Hem içerik hem de biçimsel yönden
yenilikler görülmüştür. Örneğin; edebi eserlerde Arapça ve Farsça kelimeler, İslam dinine ait terimler ve
kavramlar kullanılmaya başlanmıştır. Arap ve İran edebiyatından alınan yeni nazım biçimleri kullanılmıştır.
Dörtlük nazım biriminin yanında beyit; hece ölçüsünün yanında aruz ölçüsü de şiirlerde görülmeye
başlanmıştır.
Edebiyat, duyguları hayalleri etkili bir biçimde anlatan bir sanat dalıdır. Edebiyat tarihi ise bu sanatı
inceleyen bir bilim dalıdır. Edebiyatı inceleyen kişiler de edebiyat tarihçileridir.
İslam’dan önceki Türk edebiyatı tarihin karanlık devirlerinden, İslamiyet’in kabul edildiği 8.-11. yüzyıla
kadar sürer. Destanlar bu dönemde oldukça yaygın olduğundan bu döneme “destan dönemi” de denir.
Türklerin henüz yazıyı kullanmadıkları dönemdeki edebiyattır. Bu dönemde, Türk toplumlarında ozan denen
saz şairleri bulunurdu. Bunlar dinî törenlerde ve bütün sosyal etkinliklerde şiir söyler, destan okurlardı.
Böylece dilden dile dolaşan bir şiir geleneği oluşmuş, tarih boyunca tüm kültür değişmelerine rağmen yok
olmayan bu gelenek günümüze kadar kulaktan kulağa yayılarak varlığını sürdürmüştür.
Sözlü edebiyatta şiir, en geniş yeri tutar, kopuz denilen bir çalgı eşliğinde söylenirdi. O dönemde şiir
yazılmaz, söylenirdi. Şairlerin toplumda önemli rolleri vardır. Bilinen ilk Türk şairlerden bazıları şunlardır:
Çuçu, Arpın Çor Tigin, Kül Tarkan, Pratyaya Şiri…
Sözlü edebiyatın genel özellikleri
Sözlü edebiyat döneminde kavmi özellikler görülür.
Sözlü ürünlerin ortaya çıkmasında dini törenler etkilidir.
Şiirler, sığır adı verilen av törenlerinde, yuğ adı verilen yas törenlerinde ve şölen adı verilen toplu
ziyafetlerde söylenmiştir.
Bu dönemde ozan, baksı, kam denen kişilerce, müzik eşliğinde kopuz adı verilen sazla şiir söylenirdi.
Bu dönemin asıl ürününü doğal destanlar dediğimiz tür oluşturur.
Ölçü, millî ölçümüz olan “hece’ ölçüsüdür ve bunların 7’li, 8’li ve 11’li olanları tercih edilmiştir.
Nazım birimi dörtlük “tür.
Sığır (av törenleri), şölen (dini ayinler), yuğ (ölen kişinin ardından yapılan törenler) adı verilen
toplantılarda oluşmuştur.
Dildeki kelime sayısı sınırlı kalmıştır. Yabancı dillerin etkisi yoktur, saf bir Türkçedir.
Dizelerde genel olarak yarım uyak ve redif kullanılmıştır.
Daha çok doğa, aşk, kahramanlık, yiğitlik ve ölüm konuları işlenmiştir.
Anonim olan ürünler sade bir Türkçeyle söylenmiştir.
Kaşgarlı Mahmut, Divanü Lügat-it Türk adlı eserinde ilk kez bu dönem ürünlerini derlemiş ve yazıya
geçirmiştir.
Yazıya ilk aktarılan eserlerin bulunduğu dönemdir. Türkçe yazılı belgeler 6. yüzyıldan kalan Yenisey ve 8.
yüzyıldan kalan Orhun Yazıtları’dır (Köktürk Kitabeleri). Orhun Yazıtları, Türklerin edebî değer taşıyan ilk
yazılı metinleridir. Yazıtlarda kullanılan dil. bütün dış etkilerden uzak, saf Türkçedir. Uygur yazıtları da bu
dönemin eserlerindendir. Bu dönemde Türkler kendi alfabelerini (Göktürk, Uygur) kullanmışlardır.
Türkler 10. yüzyıldan itibaren kitleler hâlinde İslamiyet’i kabul etmeye başlamış ve İslam kültürünün etkisiyle
yavaş yavaş yeni bir edebiyat ortaya çıkmıştır. Kendine özgü nitelikleri ve kurallarıyla 'Divan Edebiyatı" adını
verdiğimiz dönemin oluşumu 13. yüzyılda başlar. Daha sonra bu edebiyat anlayışı 19. yüzyıla kadar etkin bir
şekilde varlığını sürdürür. Diğer yandan, İslamiyet’ten önceki "Sözlü Edebiyat Dönemi", İslam kültürünün
etkisiyle içerisinde küçük değişimlere uğrayarak "Halk Edebiyatı" adıyla gelişimini sürdürmüştür. Yani, bir
anlamda "Halk Edebiyatı' dediğimiz edebiyat, İslamiyet’ten önceki edebiyatımızın İslam uygarlığı altındaki
yeni şeklidir. Türklerin Müslüman olduğunu kabul ettiğimiz 10. yüzyıl ile divan edebiyatının başlangıcı olarak
kabul edilen 13. yüzyıl arasında İslamiyet’in etkisi altında verilmiş olan, bir anlamda geçiş dönemi ürünleri
dediğimiz ilk eserler yer almaktadır.
İslami ilk eserler denince akla “Kutadgu Bilig”, “Divanü Lügati’t-Türk”, Atabetü’l-Hakayık”, “Divan-ı
Hikmet”, “Muhakemetü’l-Lugateyn” ve ‘Dede Korkut Hikâyeleri” gelir.
Kutadgu Bilig
Divanü Lügati’t Türk
Atabetü’l Hakayık
Divan-ı Hikmet
Muhakemetü’l-Lugateyn
Dede Korkut Hikâyeleri
Divan Edebiyatı
Klasik edebiyat, yüksek zümre edebiyatı olarak da bilinen Divan edebiyatı, Türklerin 13. ve 19. yüzyıllar
arasında Anadolu’da oluşturdukları İslam kültürünün ortak özelliklerini yansıtan, geniş ölçüde Arap ve Fars
edebiyatlarının etkisini taşıyan bir dönemdir. Şairler, eserlerini “Divan” adı verilen kitapta topladıkları için bu
ismi almıştır. Divan şairleri, Arap ve İran edebiyatından aldıkları nazım biçimlerini kendi duyuş ve
düşünüşlerine göre kullanmışlardır.
Divan edebiyatı, Türklerin İslam dinini kabul etmelerinden sonra oluşmuş bir edebiyattır. Bundan dolayı din,
Allah, peygamber, tasavvuf vb. konular bu edebiyatta önemli bir yer tutar. Divan şairleri, çoğunlukla medrese
kültürüyle yetişmiştir. Divan şairlerinin işlediği en önemli konuların başında aşk gelir. Şiirlerde çoğunlukla
‘Allah aşkı. peygamber aşkı” işlenmiştir. Divan şiirinde bir kişiye duyulan ve mecazi aşk olarak nitelenen aşk
da ele alınır. Ancak mecazi aşk da çoğunlukla Allah aşkına (ilahi aşk) dönüşür.
Divan edebiyatında şiire, düzyazıdan daha çok önem verilmiştir. Ancak bu, divan edebiyatında nesir olmadığı
anlamına gelmemelidir. Çünkü divan edebiyatında nesir alanında da eserler verilmiştir.
1. Nazım birimi genellikle beyittir ve cümle beyitte tamamlanır. Beyit, cümleye egemendir.
2. Nazım ölçüsü “aruz“dur.
3. Dili Arapca, Farsça, Türkçe karışımı olan Osmanlıca‘dır.
4. Şiirlerde tam ve zengin uyak kullanılmıştır.
5. Şiirlerin konuyu içeren başlıkları olmadığı için nazım biçimlerine göre adlandırılmışlardır.
6. Klişe bir edebiyattır. Duygu ve düşünceler değişmez sözlerle (Mazmun) anlatılır.
7. Anlatılan şey değil, anlatış biçimi ön plandadır.
8. Soyut bir edebiyattır. İnsan ve doğa gerçekte olduğundan farklı ele alınmıştır.
9. Aydın zümrenin edebiyatıdır. Medrese kültürü hakimdir. Genellikle saraya ve çevresine seslenir.
10. Sanatlara bolca yer verilmiş, sanat yapmak amaç durumuna gelmiştir.
11. Ulusal bir edebiyat olmayıp dinin etkisiyle şekillenmiştir. Arap ve İran edebiyatının etkisi çok fazladır.
12. Şiirde daha çok aşk, sevgili, içki, din ve kadercilik gibi konular işlenmiştir.
13. Nazım ön planda tutulmuş, nesre pek az yer verilmiştir.
14. Nesir alanında tezkireler (edebiyat tarihi görevini gören biyografik eser), münşeatlar (mektuplar), tarihler,
dini metinler ve nasihatnamelere de rastlanmaktadır. Bunlarda da sanat yapma amacı ön plandadır.
15. 13.yüzyılda gelişmeye başlamış 16. ve 17. yüzyıllarda en olgun dönemini yaşamış, 19.yüzyılın sonlarına
kadar sürmüştür.
Halk Edebiyatı
Halkın zevkini karşılamak için sözlü olarak ortaya konan, kendine özgü bir dili ve üslubu bulunan edebiyat
koludur. Anadolu’da gelişen orta tabaka edebiyatımızdır. Halk arasında yetişen saz şairlerinin, Tekke
şairlerinin ve halkın meydana getirdiği edebiyattır. Önceleri Anonim Halk edebiyatının son dönemlerde ise
Klasik edebiyatımızın (divan edebiyatı) etkisindedir.
Halk edebiyatının başlangıcı İslamiyet öncesine kadar uzanır. Halk edebiyatı hep ikinci planda kalmış ve
halkın ilgisiyle varlığını bugüne kadar devam ettirmiştir.
Şiirler, çoğu zaman saz eşliğinde söylenir. Doğaçlama olarak şiir söyleyen âşıklar, şiirleri için bir ön
hazırlık yapmazlar. Bu yüzden de şiirlerinde derin bir anlam, kusursuz bir biçim görülmez.
Nazım birimi olarak dörtlük kullanılır. Ancak çok az da olsa türkülerde ve ninnilerde üçlü, beşli
söyleyişler görülür.
Aruzla şiir yazanlar olmakla birlikte kullanılan asıl ölçü hece ölçüsüdür. En çok yedili, sekizli, on birli
kalıplar kullanılmıştır.
Şiirler, halk arasında kullanılan konuşma diliyle söylenir. Bu dilin öztürkçe olduğu söylenemese de
halka mal olmamış sözcükler kullanılmamıştır.
Şiirler hazırlıksız söylendiğinden genellikle yarım kafiye ve redif kullanılmıştır.
İslam’dan önceki Türk edebiyatı geleneğini sürdüren sözlü bir edebiyattır.
Şiirler, “saz şairi” ya da “âşık” denen şairlerce,”bağlama’ adı verilen bir sazla söylenir.
Nazım şekli olarak mani, koşma, varsağı, semai, destan vs. kullanılmıştır.
Halk edebiyatı ürünleri yazılı değildir. Müzik eşliğinde sözlü olarak oluşur.
Halk edebiyatında şiir, egemen türdür.
Şiirlerde başlık yoktur, biçimiyle adlandırılır.
Halk edebiyatı gözleme dayalıdır. Benzetmeler, somut kavramlardan yararlanılarak yapılır.
Söyledikleri her şey gerçek yaşamdan alınmadır, dolayısıyla şiirlerde somutluk hâkimdir.
Konu olarak aşk, ölüm, hasret, ayrılık, doğa sevgisi, yiğitlik, zamandan şikâyet işlenmiştir.
Halk şairlerinin hayat hikâyeleri ve şiirleri cönk adı verilen eserlerde toplanmıştır.
Tanzimat edebiyatının hazırlık dönemi, Tanzimat Fermanı’nın ilanıyla başlar Tercüman-ı Ahval
gazetesinin yayımlanmasına kadar sürer.
Tanzimat edebiyatı 1860’ta Tercüman-ı Ahval gazetesinin yayımlanmasıyla başlar, 1896’ya kadar
sürer.
Batı’dan alınan roman, hikâye, tiyatro, eleştiri, makale gibi türler ilk kez Tanzimat döneminde
kullanılmaya başlanmıştır.
I. Topluluk sanatçıları Fransız Devrimi’nin etkisiyle tüm dünyaya yayılan vatan, millet, adalet, eşitlik,
hürriyet gibi kavramları işlemişlerdir.
I. Topluluk sanatçıları “toplum için sanat”; II. topluluk sanatçıları “sanat için sanat” anlayışıyla hareket
etmişlerdir.
I. Dönem sanatçıları sanatın amacını toplumu eğitmek olarak gördükleri için yalın bir dili
savunmuşlar; ama bunda başarılı olamamışlardır; II. dönem sanatçılarında dilde sadeleşme amacı
yoktur.
Tanzimat edebiyatında klasisizmden etkilenmeler olmuşsa da romantizmin ağırlığı görülür; Tanzimat
II. dönemde realizmden de etkilenilmiştir.
Tanzimat edebiyatında gazete aracılığıyla edebi, sosyal ve politik alanlarda yeni düşünceler sunulmuş;
makale tiyatro gibi edebi türlerin ilk örnekleri gazetelerde verilmiştir.
Tanzimat edebiyatı sanatçıları çok yönlü sanatçılardır. Hem yazar hem şair hem devlet adamı hem de
gazetecidirler.
1. Tanzimat’ın I. kuşak şair ve yazarlarının, edebiyatı, toplumu eğitme ve bilinçlendirme aracı olarak
görmelerine karşılık, Edebiyat-ı Cedideciler, sanat yapmayı ve güzelliği yansıtmayı amaçlamışlardır.
2. Tanzimat’ın ilk dönemindeki eserlerde toplumsal konulara ağırlık verilmesine karşılık Edebiyat-ı Cedide
topluluğunda ağırlıklı olarak bireysel temalar işlenmiştir.
3. Edebiyat-ı Cedide yazar ve şairleri, hem dönemin toplumsal/siyasal koşulları, hem de mizaçları gereği, içe
kapanık, karamsar, gerçeklerden kaçıp hayale sığınmaya eğilimli şahsiyetlerdir. Bu nedenle olsa gerek,
eserlerinde hayal-gerçek çatışmasına ve karamsar duygulara sıkça rastlanır. Mâi ve Siyah, Kırık Hayatlar,
Rübâb-ı Şikeste, “Ömr-i Muhayyel”, “Elhân-ı Şitâ”, “Gayyâ-yı Vücûd” gibi eser adları ve şiir başlıklarında
dahi bu karamsarlığı ve hayal-gerçek çatışmasını görmek mümkündür.
4. Roman ve hikâyede, Tanzimat döneminde görülen, anlatıcının araya girip okurla sohbet etmesi, bilgiler
aktarması, gerçeği zorlayan tesadüfler ve kişilerin idealize edilmesi gibi kusurlar, Edebiyat-ı Cedide
romanında oldukça azalmış, olay örgüsü, karakterlerin canlandırılması ve çevre tasvirleri bakımından, daha
sağlam, daha gerçekçi ve Batı tarzına uygun eserler kaleme alınmıştır.
5. Şiirde daha çok parnasyenlerin, romanda ise, kısmen romantiklerin; ancak daha çok realistlerin etkisi
altında kalmışlardır. Şiirde Tevfik Fikret, Alfred de Musset, François Coppée ve Sully Prudhomme’dan,
romanda ise Halit Ziya ve Mehmet Rauf, Stendhal, Balzac, Goncourt Kardeşler ve Paul Bourget’den
etkilenmiştir.
6. Tanzimat döneminde, özellikle Şinasi, Namık Kemal ve Ziya Paşa’nın başlattığı, dilde sadeleşme hareketi,
Edebiyat-ı Cedide ile kesintiye uğramış, Servet-i Fünûn yazarları, eserlerinde Tanzimat kuşağına göre daha
soyut ve ağır bir dil kullanmışlardır. Bundan dolayı eserlerinde, az kullanılmış veya hiç kullanılmamış “tîraje,
ibtikâ, şegaf, takattur, lerzende, pûşîde” gibi kelimelere yer vermişlerdir.
7. Eserlerinde, “sâat-ı semenfâm (yasemin kokulu saatler), havf-i siyâh (siyah korku), ûd-ı mükevkeb (yıldızlı
ud), nây-ı zümürrüd (zümrüt ney), leyâl-i girîzân (kaçıcı geceler)” gibi alışılmamış yeni tamlama ve imgelere
yer vermişlerdir.
8. Eserlerinde “ki ve evet” gibi edatlarla, “oh, of, ey, âh” gibi aşırı duygusallık ifade eden ünlemleri sıkça
kullanmışlardır.
Ooh, gel… Rûh-ı tabiat gibi mahmûr u hâmû
Ohh, bak dalgaların cezbe-i sâfiyyetine;
Fakat sevincinle
13. Sone ve terza rima gibi batı edebiyatına özgü nazım biçimleri kullanılmıştır.
14. Divan edebiyatındaki müstezat nazım biçimini, farklı vezinler kullanarak şiire uygulamışlar; serbest tarzda
müstezatlar kaleme almışlardır.
Yazı diliyle konuşma dili arasındaki fark ortadan kalkmış, dildeki sadeleşme çalışmaları sürmüştür.
Edebiyatımız bu dönemde toplumcu bir karakter kazanmış, gerçekçi bir anlayış hedeflenmiştir.
Aruz ölçüsünün yerini hece ölçüsü almış, şiirlerde de günlük konuşma dili kullanılmıştır. Şiirin
biçimce daha da serbestleşmesi sağlanmıştır.
Şiir, roman, hikâye, tiyatro ve öğretici metin türlerinde önemli gelişmeler olmuştur.
Cumhuriyetin kuruluşuyla 1940 (İkinci Dünya Savaşı) yılları arasında eser veren şair ve yazarlar
genellikle daha önceki Milli Edebiyat akımının etkisinde tam anlamıyla ‘yerli’ ve ‘halka doğru’; veya
Batı’nın, özellikle Fransız edebiyatının etkisinde kişisel yollarında yürümüşlerdir.
Cumhuriyet edebiyatının temelinde İstiklal Savaşı ve Atatürk devrimleri vardır. Şiirler, romanlar,
hikâyeler bu iki konu ile doğrudan ya da dolaylı olarak bağlantılıdır. Milli duygu ve heyecan
geliştirmeye yönelik bu çabalar Milli edebiyatın bir devamı niteliğindedir.
Milli edebiyatla başlayan halka inme, Anadolu’yu tanıma çabası bu dönemin edebiyatında ana
ilkelerden olmuş, Türk halkının her kesimi edebiyata girmiştir. Artık edebiyat İstanbul’un sınırlarını
tamamen aşmıştır.
Yeni kurulan devlet ile yapılan bazı devrimleri halka tanıtmak ve benimsetmek görevi Cumhuriyet
dönemi sanatçılarına düşmüştü. Sanatçı, siyaset ile halk arasında bir köprü olmuş, devrimleri
yorumlamış, açıklamış ve savunmuştur.
Yeni dil ve eski dil tartışmaları Cumhuriyet ile noktalanmış, siyasi güç, olayı tekeline almış ve Türk
Dil Kurumu’nu kurarak dilde geri dönülmez bir yenileşmeye yoluna gidilmiştir. Ancak bazen çok
aşırıya gidilerek halkın anlayamadığı kelimeler dile konularak Türkçe yabancı bir dil haline gelmiştir.
Cumhuriyet’ten önce sadece sempati duyulan Türk Halk sanatları ve folkloru ön plana alınmış,
öncekilerin küçümsediği Karacaoğlan’ın, Yunus’un tarzı örnek alınmıştır. Artık harf benzerliği de
kurulan Batı edebiyatı daha yakından takip edilmiştir. Türk edebiyatı, batı edebiyatının yeniliklerini,
akımlarını uygulamaya başlamıştır.