Ai̇le İçi̇ Sözlü Mesaj İçeri̇ği̇ Ve Hi̇tabet

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 3

AİLE İÇİ SÖZLÜ MESAJ İÇERİĞİ VE HİTABET

Ludwig Whitgenshtein “Felsefi Soruşturmalar “ adlı eserinde “Dilimin


sınırları dünyamın sınırlarıdır “ der. Öyle midir? Kullandığımız dil ile
düşüncelerimiz, dünyamız ve algılayışımız arasında bir bağ var mıdır?
Bu soruları düşünmeye davet ediyorum siz değerli ÇocukluDünya
okurlarımızı. Ve ardından kalemi alıyorum elime:

Dil-düşünce ilişkisi gelişimine önem veren duayen isimlerden


Vygotsky, sosyalleşmenin ve kullanılan dilin düşüncelerimizin üzerinde büyük bir
etkisi olduğunu söyler. Ve biz biliriz ki ilk sosyalleştiğimiz yer ailemizdir. Ailemizdeyse
bakımverenlerimiz çoğunlukla ebeveynimizdir. Onlar bizi ilk güven ve ilk sevgiyle
tanıştıran, ihtiyaçlarımızı karşılayan yanılmaz kahramanlardır çocuk gözümüzde. Bu
nedenle sözlerine ve davranışlarına adeta kulak kesilir, onlardan gördüklerimizi,
duyduklarımızı zihnimizdeki ilk kütüphane raflarımıza -bazen bilinçli bazense
bilinçsizce- dizeriz.

Peki sevgili anne babalar, çocuklarınıza nasıl bir dil kullanıyorsunuz? Hitap
biçimleriniz ve yaklaşımlarınız ona benliği ve kendilik algısı konusunda nasıl bir
mesaj vermekte?

Son zamanlarda sıkça gözlemlediğimiz yeni bir konu var: Ailedeki Mesaj ve Hitabet
Dili. Özellikle erkek çocuklarına yöneltilen paşam, prensim, kahramanım, dünyanın
yakışıklısı; özellikle kız çocuklarına sık yöneltilen prensesim, güzeller güzelim, nazlı
kızım ve en nihayetinde her ikisine de ortak kullanılan annecim, babacım, aşkım,
sevgilim gibi rol karmaşası yaratan kavramlar.

Çocuklara paşam, prensim diye çağırmanın sakıncaları nelerdir?

Paşam, prensim, kahramanım, dünyanın yakışıklısı, prensesim, güzeller güzelim,


nazlı kızım gibi oldukça ayrıcalıklı, üstünlük belirten hatta kişiye bir takım kavrama
özgü kalıp kişilik özelliklerini yükleyen sıfatları sıkça kullandığımızda çocuklar bu
sıfatları kendisine yönelik yadsınamaz gerçekler olarak algılarlar. Evet, belki
çocuğumuz bizim gözümüzde bir prenstir ve şüphesiz dünyanın en yakışıklısı ve en
güzelidir. Fakat hayatının her evresinde karşılaştığı her insan bu durumu böyle kabul
edecek midir? İşte bu kavramların sık kullanımı çocukta narsistik-kendini üstün gören
bir bakış açısı yaratabilir. Bu durum öncelikle ilk okul deneyimlerinde akranları ve
diğer kişilerle sosyalleşirken daha sonraki zaman dilimlerinde de bir partnerleri
olduğunda karşılarına bir problem olarak çıkabilmektedir.

Biraz daha açacak olursak ilk ev dışı sosyalleşmelerinde veya ilk okul deneyimlerinde
herkesin gözünde evde sıkça anıldığı gibi bir paşa veya bir prenses olmadıklarını
görürler. Fakat kendilerini yıllardır bu etiketlerle tanıdıkları için herkesin kendilerine
paşa veya prensesliğin getirdiği konfor davranışlarıyla davranmasını, hitap etmesini
bekleyebilirler. Çevresindeki herkes ona bu beklentisi doğrultusunda davranmayacağı
için de sonunda ilk gerçek dünyalarında birtakım hayal kırıklıkları yaşayabilirler.
Kendilerini bütünleştirdikleri bu kalıpları kaybettiklerindeyse aslında kim oldukları,
kendilerini etrafa nasıl tanıtacakları ve anne babalarının kendilerine yalan mı
söylediğiyle alakalı bir kaygı yaşayabilirler ve ardından çevrelerinde nasıl kabul
edilecekleriyle alakalı yeni bir endişe yaşayabilirler.

Bu durum yetişkinlikteki romantik ilişki beklentilerinde de açığa çıkabilmektedir. Yıllar


boyu devamlı “prensesim“ diye büyümüş ve kendini prenseslikle ilgili kalıp yargılarla
eşleyen bir kadın, yetişkinlikte prensesliğin bilinen kalıp yargılarını (kurtarılmayı
bekleme, bireysel problem çözme girişkenliğinde azalma...) ilişkisine taşıyabilir. Fakat
karşısındaki kişiler bazen kendisinin bu kalıp yargılarından hoşlanmayabilir. Öte
yandan devamlı “paşam“ diye büyümüş bir erkek, çift ilişkilerinde partnerinden
kendisine yönelik gerçek bir “paşalık“ hissettirmesini bekleyebilir. Veya
çocukluğundaki aslan, kahraman gibi kavramları partnerinden de duymak istediği için
bu iki kavramı duymasını sağlayacak abartılı davranışlar gerçekleştirebilir. Öyle ki bu
etiketleri duyana kadar bu davranışları abartılı bir biçimde sergileyebilir,
duyamadığında hayal kırıklığına uğrayabilir.

Çocukları neden annecim, babacım diye çağırmamalıyız?

Çocuklara “Gelir misin annecim, babacım, aşkım, sevgilim” gibi hitap biçimleriyse
çocuklarda bir rol karmaşasına sebep olabilmektedir. Bu durumun en açık kanıtı ise
bu kelimeleri çocuklara kullandığımızda onlardan zaman zaman duyduğumuz “Ama
ben senin annen, baban değilim ki“ “Ama babama da aşkım diyorsun aşkım ne
demek, aşkım kim?“ “Senin sevgilin ben miyim yoksa annem mi“ cümlelerini sık sık
duymamızdır. Evet, çocuklara bu tür kavramları kullanmak onlarda kim olduklarına,
evdeki rollerine yönelik ciddi karmaşalar yükleyebilmektedir. Unutmayın çocuklar
soyut düşünemez oldukça yüzeysel düşünürler. Onlara annecim babacım demek ise
çocuk bünyelerine bu rolleri hediye etmek olur. Bununla birlikte çocuk, kendisinden
büyük, koruyan, sevgi dolu ve güvenli bir ebeveyn görmek ister. Ancak böyle bir aile
ikliminde güvende olduğunu hisseder. Çocuklarımızla aynı rolde olduğumuzu
masumane de olsa onlara ifade ettiğimizde strese girebilirler. Sonuçta sizin anneniz,
sizin babanız kendisidir. Şimdi ne yapması gerekir?

Çocuklarla neden biz diye konuşmamalıyız?

“Babamız çok sinirli”, “Annemiz çok titiz”, “Kızımın babası” “Oğlumun annesi”, “Ablası
ödevimiz var bizim “ gibi ayrışamamış ve eksik kalmış ifadeler de hem çocuklarda
hem de çiftte karmaşaya neden olabilir. “Bu ödev sadece bana değil anneme ve
babama da ait, öyleyse onlar da sorumlu, tek başıma yapmam, yapamam“ , “Babam,
annemin de mi babası?“ karmaşalarını yaşamalarına neden olur. Öte yandan bu tip
genelleyici kalıplar çift-eş ilişkilerini de bilinçsizce etkileyecektir. İlişkide partneriniz
eşiniz mi yoksa sizin de anneniz veya babanız mı? Öyleyse hemen düzeltelim
dilimizi, rolleri ayıralım: Evet kızımın babası ama benim de eşim. Sinirli olan kişi
oğlunuzun annesi, sizinse eşiniz.

Çocuklara nasıl hitap edebilir?


Genellikle önerilen hitap biçimleri aile içi rolleri “ayrıştıracak′ ifadelerdir. Oğlunuza
veya kızınıza “Kızım, oğlum, çocuğum, evladım, kendi ismi... “ gibi gerçekte var olan
ve evdeki rolünü gösterecek hitaplar kullanılabilir. “Ama böyle çok soğuk oldu, bu
kavramlar benim çocuğuma olan büyük sevgimi ifade etmeme yetmiyor.” dediğinizi
duyar gibiyim. Bu durum içinde elbette güzel bir anahtarımız var: Bu sade ve gerçek
sözlere eşlik eden davranışlarınız. Çocuklar için davranışlar da sözler kadar
önemlidir. Sade bir “evladım “ hitabına eşlik edecek sevgi dolu bir öpücük, anlayışlı
kocaman bir gülümseme, sevgi dolu bir bakış, açık- dinleyen bir kulak ve kalp paketi
tüm gösterişli sıfatlardan çok daha etkili olacaktır. Çünkü bu birleşim onu olduğu gibi,
herhangi bir prens prenses olmadan yalnızca kendi çocuğunuz, kendisi olduğu için
sevdiğiniz ve seveceğiniz mesajını verir. Ve zamanla kendi sıfatlarını kendisi
oluşturmaya başlar. Ona gerçeği söyleyin. Hatta gerçeğe, eylemlerine düşüncelerine
uygun sıfatları uygun gördüğünüzde onu motive edecek şekilde “Güçlü kızım,
becerikli oğlum, çalışkan kızım, yardımsever oğlum... “ gibi hayata hazırlayacak hoş
sıfatları da uygun gördüğünüzde serpiştirmekte büyük bir sakınca görmüyorum.

Son olarak çocuğunuza -sevgi dolu ve ilgili bir davranışla birlikte- yalnızca ismiyle
hitap etmekten korkmayın. Kişi, kendisine ismiyle hitap edildiğinde kendisini özel ve
saygın hisseder. Önemli olan sözlerinize eşlik eden davranışlarınız, göz kontağınız,
sevgi dolu sesiniz, kocaman gülümsemeniz :) Unutmayın bazı kişiler ismimizi öyle
jest ve mimiklerle söyler ki o an ismimizi ve dolayısıyla kendimizi yeniden severiz.

Sözün anlamını, etkisini, gücünü ve yolunu daha derinden görebilmemiz dileğiyle...

Yunus Emre ile ve sevgiyle kalın.

Söz ola kese savaşı

Söz olakestire başı

Söz ola ağulu aşı

Bal ile yağ ede bir söz.

You might also like