Professional Documents
Culture Documents
240 Aöf
240 Aöf
ÖZEL EĞİTİM
Eğitim ortamlarının planlanmasında her bir bireyin bireysel farklılıkları dikkate alınarak planlanması,
eğitimin başarıya ulaşması için oldukça önemlidir.
573 sayılı sayılı KHK’de özel eğitime ihtiyacı olan bireylerin eğitim ihtiyaçlarını karşılamak için özel olarak
yetiştirilmiş personel, geliştirilmiş eğitim programları ve yöntemleri ile onların özür ve özelliklerine uygun
ortamlarda sürdürülen eğitime "Özel Eğitim" denilmektedir.
Başka bir tanımda ise özel eğitim; özel gereksinimli bireylere sunulan, onların yeteneklerini üst düzeye
çıkarmaya çalışan, yetersizliğin engele dönüşmesini önleyen, yetersizliği olan bireyleri bağımsız bir şekilde
yaşama katılmasına katkı sağlayan günlük yaşam ve bağımsız yaşam becerilerinin sunulduğu eğitim olarak
tanımlanmaktadır.
TÜRKİYE’DE ÖZEL GEREKSİNİMLİ BİREYLERİN EĞİTİMİ İLE İLGİLİ HUKUKİ (YASAL) DÜZENLEMELER
Türkiye’de özel gereksinimli bireylerin eğitim haklarını elde edebilmeleri için çıkarılan yasalar
incelendiğinde; 573 Sayılı KHK, 5378 Sayılı Özel Eğitime Muhtaç Çocuklar Kanunu, Özel Eğitim Hizmetleri
Yönetmeliği ve Kaynaştırma Yoluyla Eğitim Uygulamaları Genelgesi göze çarpmaktadır.
GİRİŞ
Ölçme ve değerlendirme birbirini tamamlayan bir süreçtir. Günlük yaşamımızın içinde olduğu gibi meslekî
yaşamımızın da önemli bir öğesidir. Takip eden bölümde özel eğitimde ölçme ve değerlendirme, özel
eğitimde değerlendirmenin amaçları ve önemi, özel eğitimde değerlendirmenin temel ilkeleri, özel
eğitimde değerlendirme modelleri ve özel eğitimde değerlendirme yöntemleri başlıkları altında size özel
eğitimde ölçme ve değerlendirme süreci genel olarak incelenmiştir.
ÖZEL EĞİTİMDE ÖLÇME VE DEĞERLENDİRME
Ölçme ve değerlendirme sürecini incelemeden önce bu iki kavramın tanımını yapmanın yerinde olacağı
düşünülmüştür. Ölçme; nesnelerin ya da bireylerin bir özelliğe sahip olup olmadıklarını, bu özelliğe sahip
iseler ne kadar sahip olduklarını gözleyerek belirlenmesi ve bu gözlem sonuçlarının sembol ve sayılarla
ifade edilmesidir. Tanımdan da anlaşılacağı üzere ölçme bir betimleme işlemidir.
Ölçmenin temelinde yatan kavram, fark kavramıdır. Farkın olmadığı durumlarda ölçme yapmak
anlamsızdır. Bu nedenle ölçme işleminin etkin olabilmesi için ölçülen özellik açısından nesneler ya da kişiler
arasında bir farkın olması şarttır.
Değerlendirme ise ölçme sonucunun bir ya da birden fazla ölçüt ile karşılaştırılarak ölçülen özellik hakkında
karar verme sürecidir. Bu tanım temelinde değerlendirme sürecinin üç bileşenin olduğu söylenebilir. Bu
bileşenler; (a) ölçme sonucu, (b) ölçüt ya da ölçütler ve (c) karar.
Değerlendirme ölçmeden farklı olarak ölçülen özelliğinin yeterliliği hakkında yorum yapma sürecidir. Bu
nedenle ölçme süreci objektif bir süreç iken, değerlendirme süreci subjektif bir süreçtir.
Ölçme ve değerlendirme süreci hangi alanda olursa olsun belirli bir süreci takip eden aşamalı bir etkinliktir.
Bu aşamalar sırasıyla şöyledir: (a) Ölçülecek özelliğin tanımlanması, (b) uygun ölçme aracının belirlenmesi
ve uygulanması, (c) ölçme sonucunun elde edilmesi ve (d) değerlendirme.
ÖZEL EĞİTİMDE DEĞERLENDİRMENİN AMAÇLARI VE ÖNEMİ
Değerlendirme ve değerlendirme süreci bir amaç çerçevesinde biçimlenir. Değerlendirme amaçsız
yapılmaz. Özel eğitimde de değerlendirmenin temel amacı yetersizliği olan bireyler hakkında etkili karar
vermeyi kolaylaştıracak, bu bireylerin davranış ve performanslarına ilişkin bilgileri toplamaktır. Bu temel
amaç çerçevesinde özel eğitimde değerlendirme bir süreçtir. Bu süreç bazı aşamalara sahiptir. Bu aşamalar
şunlardır: (a) Tarama/gönderme, (b) tanılama, (c) özel eğitime uygunluğu belirleme, (d) programı
planlama, (e) öğrencideki değişiklikleri ve ilerlemeleri değerlendirme ve (f) programın değerlendirilmesi.
Özel eğitimde değerlendirmenin her aşamasının kendine göre alt amaçları söz konusudur. Ancak bu alt
amaçların hepsi temel amaca ulaşmanın adımlarıdır. Bu süreç içerisinde yapılan her değerlendirme
yetersizliği olan bireyin karşılaşacağı özel eğitim hizmetlerinin türünü ve niteliğini belirlemesi açısından
önemlidir.
Özel eğitimde değerlendirme, süreğen ve döngüseldir. Programı değerlendirme aşamasından sonra
öğrenci ya da çocuk tekrar eğitsel değerlendirmeye, gerekli görülürse tıbbi değerlendirmeye
yönlendirilerek bütün süreç tekrarlanır.
KAPSAYICI EĞİTİM
Kapsayıcı Eğitim ünitesinin amacı, özel gereksinimli öğrencilerin eğitimi ile ilgili tarihsel süreci, kapsayıcı
eğitimi tanımını, yararlarını, başarısını etkileyen faktörleri açıklamak ve kapsayıcı eğitim bağlamında
kullanılan stratejileri tanıtmaktır. Kapsayıcı eğitim, birey içi ve bireyler arası farklılıkları dikkate alarak, tüm
öğrencilerin gereksinimleri doğrultusunda ilgili destek ve eğitim hizmetlerinden yararlanması yoluyla bir
arada öğrenmelerini destekleyen yaklaşımdır.
Özel gereksinimli öğrencilerin normal gelişim gösteren akranlarıyla aynı ortamlarda eğitim almaları bazı
ülkelerde 1940’lı ve 1950’li yıllarda yapılan yasal girişimler ile lokal düzeyde görülmekle birlikte, gelişmiş
ülkelerde 1970’li yılardan bu yana yaygın bir şekilde uygulanagelen bir yaklaşım olarak karşımıza
çıkmaktadır.
Ülkemizde ise özel gereksinimli öğrencilerin normal gelişim gösteren akranlarıyla aynı ortamlarda eğitim
almalarına alt yapı oluşturan ilk yasal düzenleme 1983 yılında yapılmıştır. Bu ilk yasal düzenlemeyi takip
eden yıllarda diğer birçok ülkedeki gelişmelere paralel olarak ülkemizde de özel gereksinimli öğrencilerin
doğal ortamlarda eğitim almalarını destekleyecek birçok düzenleme yapılmış ve bu doğrultuda genel
eğitim okullarında ve sınıflarında öğrenim gören özel gereksinimli öğrencilerin sayısında önemli düzeyde
bir artış olmuştur.
Kurumlaşma
Özel gereksinimli bireylerin eğitimine yönelik sistematik çalışmalar 18. yüzyılda hız kazanmıştır. Özel
gereksinimli bireylerin kendileri için açılan ayrıştırılmış kurumlarda eğitim aldığı bu dönemde, zaman
zaman özellikle günlük yaşam ve topluma uyum becerilerini öğretmek amacıyla toplumsal ortamlara
geziler yapıldığı ancak bu ortamlarda diğer bireyler ile çok nadir iletişim ve etkileşim imkânı buldukları
görülmektedir.
Her ne kadar sınırlı düzeyde olsa da bu çabalar özel gereksinimli bireylerin toplum ile bütünleşmeleri ya da
kaynaşmaları amacıyla gerçekleştirilen ilk uygulamalardır.
Ayrıştırma
Özel gereksinimli öğrencilerin normal gelişim gösteren akranlarından ayrıştırılarak sadece kendileri gibi
özel gereksinimi olan diğer öğrencilerle birlikte ayrı özel eğitim sınıflarında ve okullarında eğitim almaları
ayrıştırılmış eğitim adıyla 1960’lı yıllara kadar yaygın olarak devam etmiştir.
1950’li yıllarda Amerika Birleşik Devletleri’nde yürütülen ırkçılığa karşı insan hakları hareketleri özel
gereksinimli öğrencilerin eğitimi içinde bir dönüm noktası olmuştur. Bu dönemde çıkan mahkeme
Ebeveynlere Yararları
Özel gereksinimli çocuğa sahip ebeveynler, çocuklarının ilgi, ihtiyaç ve yetenekleri konusunda daha ayrıntılı
bilgi edinirler; ebeveynlerin çocukları üzerindeki beklentileri, çocuklarının performanslarıyla uyumlu
olmaya başlar, çocuklarının akademik ve sosyal yönden gelişmesi, ebeveynlerin gelecek ve çocuklarıyla
ilgili kaygılarını ve güvensizlik duygusunu azaltır; çocuklarının eğitim süreçlerine katılımlarını hızlandırır ve
çocuklarıyla ilgili daha fazla sorumluluk almaya yöneltir; çocuklarında gerçekleşen pozitif değişim
öğretmene, okula bakış açısının olumlu yönde değişmesine ve daha fazla işbirliği içinde olmasına fırsat
verir, aile için hem kaygı verici hem de zorlayıcı bir süreç olan özel gereksinimli çocuğun eğitiminde
yaşanan pozitif değişmeler, aile içi çatışmaların azalmasına, aile içi huzurun artmasına katkı sağlar;
kapsayıcı eğitimle birlikte çocuklarında gerçekleşen değişim ailenin sosyal çevreyle yeniden bağ kurmasını
sağlar.
Normal gelişim gösteren ebeveynler için ise çocuklarının öğrenme ve sosyal özellikleri, ilgi ve
gereksinimlerine ilişkin bilgi edinmelerine, diğer aileler ile tanışma ve işbirliğine girme fırsatı bulmalarına,
çocuklarının gelişiminde okul ve öğretmenler ile daha fazla işbirliğine gitmelerine ve sorumluluk almalarına
katkı sağlar.
Kapsayıcı eğitim, öğrenciler, öğretmen ve ailelerine doğrudan katkı sağlarken dolaylı yönden de okul
yöneticilerine, eğitim sistemine ve ilgili politikaların geliştirilmesine katkı sağlamaktadır.
Farklılaştırılmış Öğretim
Farklılaştırılmış öğretim, bireysel farklılıklar dikkate alınarak öğretim etkinliklerinin öğrencilerin farklı
ilgilerine, ön bilgilerine, hazırbulunuşluk düzeylerine ve öğrenme tercihlerine göre hazırlanması ve
düzenlenmesi olarak tanımlanmaktadır. Farklılaştırılmış öğretimde öğrencilerin hazırbulunuşluk, ilgi ve
öğrenme biçimlerine göre programın içeriği ve programın uygulanmasında yer verilen araçlar farklılaştırılır
Teknoloji Kullanımı
Özel eğitim gereksinimi olan öğrencilerin görülme sıklığına göre yapılan sınıflandırmada, özel öğrenme
güçlüğü olan öğrenciler sık rastlanılan yetersizlikler kategorisinde yer almaktadır. Özel öğrenme güçlüğü
olan öğrenciler birçok gelişim alanında normal ve normalüstü performans sergilemelerine rağmen
akademik konularda güçlükler yaşamaktadır. Özel öğrenme güçlüğü yoğunlukla temel akademik beceriler
olarak kabul edilen okuma, yazma ve matematik becerilerinde yaşanan güçlükler olarak ortaya
çıkmaktadır. Özel öğrenme güçlüğü olan öğrencilerin yaşadıkları bu güçlükler okul başarılarını olumsuz
yönde etkilemektedir.
Uluslararası Tanım
Özel öğrenme güçlüğünün ilk defa ortaya çıktığı ülke olarak ABD’de Yetersizliği Olan Bireylerin Eğitimi
Yasası’ndaki tanımı şu şekildedir:
“Özel öğrenme güçlüğü, sözlü ya da yazılı dili anlama veya kullanmayla ilgili olarak bir ya da daha fazla
temel psikolojik süreçte ortaya çıkan, dinleme, düşünme, konuşma, okuma, yazma, heceleme ya da
matematiksel hesaplamaları yapmada yetersiz beceriler olarak kendini gösteren ve algısal yetersizlikler,
beyin zedelenmesi, minimal beyin disfonksiyonu, disleksi ve gelişimsel afazi (konuşamama) gibi durumları
da içeren bir güçlüktür.
Özel öğrenme güçlüğü esas olarak görsel, işitsel ya da devinimsel yetersizliklerden, zihinsel yetersizlikten,
duygusal bozukluklardan ya da çevresel, kültürel veya ekonomik yoksunluklardan kaynaklanan öğrenme
problemlerini kapsamamaktadır.”
Ulusal Tanım
Özel öğrenme güçlüğünün MEB Özel Eğitim Hizmetleri Yönetmeliği’ndeki tanımı aşağıdaki şekildedir:
“Özel öğrenme güçlüğü olan birey, dili yazılı ya da sözlü anlamak ve kullanabilmek için gerekli olan bilgi
alma süreçlerinin birinde veya birkaçında ortaya çıkan ve dinleme, konuşma, okuma, yazma, heceleme,
dikkat yoğunlaştırma ya da matematiksel işlemleri yapma güçlüğü nedeniyle özel eğitim ve destek eğitim
hizmetine ihtiyacı olan bireydir.”
Değerlendirme ve Tanılama
Özel öğrenme güçlüğü özel eğitim kategorileri arasında değerlendirilmesi ve tanılanması en güç alanlardan
biridir. Özel öğrenme güçlüğü olduğundan şüphelenilen öğrenciler değerlendirme ve tanılama aşamasına
geldiklerinde mutlaka kapsamlı bir değerlendirmeden geçmelidirler. Öğrenciler hem akademik beceriler
hem de motor beceriler, el-göz koordinasyonu, bellek ve dikkat becerileri gibi birçok farklı akademik
olmayan beceri açısından da değerlendirilmelidir. Değerlendirmeler gerçekleştirilirken formal
değerlendirme araçlarının (standart testler, bataryalar vb.) yanı sıra informal değerlendirme yöntemleri
(müfredat temelli değerlendirme, görüşme, portfolyo vb.) de kullanılmalıdır.
Konuşma
Konuşma dili sözlü dile, beden dili ise söz olmayana olana örnek verilebilir. Konuşma dilin seslerle ifade
edilme biçimidir. Aslına bakılırsa dilin sözlü şeklidir. Dili yalnızca konuşarak kullanmayız. Jestler, beden dili
ve yazılı semboller de birer dil kullanma şeklidir. Dili kullanmanın tek yolu olmasa da konuşma iletişim için
en hızlı ve en etkili yöntemdir.
Dil
Dil, dünya ile ilgili düşünceleri ve kavramları temsil etmek için kullanılmaktadır. Uzmanlara göre dilin temel
amacı iletişim ve kendini ifade etmektir. Dil birçok açıdan kod olarak değerlendirilebilir.
İletişim
İletişim; bilgi ve düşüncelerin alma, anlama ve ifade etme yoluyla değiş tokuşudur. Birçoğumuz için günlük
hayatımızın farkında bile olmadığımız en doğal parçalarından birisidir. Gün içerisinde birçok kez karşılıklı
iletişim kurarız. Bazı çocuklar dil ve konuşma becerilerinde sorunlar yaşarlar. Dil ve konuşma
becerilerindeki bozukluklar çocukların yaşamında oldukça önemli bir yeri vardır. Çünkü çocuklarda
gözlenen hafif de olsa bozukluklar ya da sorunlar, bazen akranlarından ve eğitsel çevresinden ayrı kalması
gibi yaşamının tüm alanlarında büyük etkileri olabilir.
Konuşma Bozuklukları
Konuşma bozuklukları temel olarak sesletim bozuklukları, akıcılık bozuklukları ve ses bozukluklarını kapsar.
Akıcılık bozuklukları, konuşmanın ritim ve zamanlaması ile ilgili güçlüklerdir. Kekemelik en sık rastlanan
akıcılık bozukluğudur. Bir diğer akıcılık bozukluğu ise hızlı bozuk konuşmadır. Ses bozuklukları larenksteki
(gırtlaktaki) sorunlardan kaynaklanan bireyin ses kalitesini ve kullanımını etkileyen problemlerdir.
Konuşma normalden farklı olarak hırıltılı olabilir ya da uygun tonda olmayabilir.
Dil Bozuklukları
Çocukların dili ne kadar iyi anladıkları ve kullandıkları yalnızca onların okuma ve yazmayı öğrenme
yeteneklerine değil, akranları, aile üyeleri, öğretmenleri ve toplumun da algılarını etkiler. Bir çocuk
özellikle okula başladığında çocuğun dil becerilerini algılaması etkilenir. Dilin beş birleşeni olan ses bilgisi,
biçim bilgisi, söz dizim bilgisi, anlam bilim ve pragmatiğin kuralları çocuğun dil yeterliliğinin olması için bu
beş bileşende uzmanlaşması gerekir. Dil bozuklukları dilin bu bileşenlerinden birinde ya da birkaçında
uzmanlaşmadaki zorluklar ya da gecikmeler olduğunda gözlenir. Biçim bilgisini içeren
Eğitsel Kararlar
Sınıflarında dil ve konuşma bozukluğu olan öğrencileri olan öğretmenler, farklı stratejilerden yararlanarak
çocukların dil ve becerilerini destekleyebilir. Dil ve konuşma bozuklukları olan çocuklar için eğitsel
planlamayı etkileyen birçok faktör vardır. Sınıf içinde planlama konusu, oturma düzenini, fiziksel çevreden
uzaklaşmayı azaltma ve etkileşimli teknikler öğretme/öğrenme süreçlerini destekleme eğitsel planlama
sırasında yapılabilecekler arasında yer alır. Ayrıca dil ve konuşma terapistleri, dil ve konuşma bozukluğu
olan çocukların dil ve konuşma becerilerinin gelişmesine yardımcı olarak uzmanlardır.
NASIL İŞİTİYORUZ?
Çevremizden gelen ses kaynaklarını algılayabilmek için öncelikle onları duymamız gerekmektedir.
Duymamızı sağlayan organ ise kulaktır. Kulak, her bir bölümü farklı bir göreve sahip olan 3 bölümden
oluşur. Bunlar; dışarıdan içeriye doğru dış kulak, orta kulak ve iç kulaktır.
Dış Kulak
Kulağın dışarıdan gözle görülebilen en büyük bölümünü oluşturur. Kulak kepçesi ve kulak yolundan oluşur.
Kulak kepçesi çevreden gelen sesleri toplar ve dış kulak yoluna iletir. Yapısı gereği sesi filtreler ve yükseltir.
Dış kulak yolu, kulak kepçesinden gelen ses dalgalarını yükselterek kulak zarının titreşmesini sağlar.
Orta Kulak
Kulak zarı ve kulak kemikçiklerinden oluşur. Kulak zarı, dış kulak ile orta kulağı birbirinden ayırır. Kulak zarı,
dış kulak yolundan gelen ses dalgalarını, basınç değişikliği yaratarak titreşime uğratır ve kulak
kemikçiklerinin hareket etmesini sağlar.
Kulak kemikçikleri, vücudumuzdaki en küçük kemik yapılarını oluşturur. Bunlardan en büyüğü çekiç
(malleus), ortanca olanı örs (incus) ve en küçüğü üzengi (stapes)’tir. Kulak kemikçikleri, akustik enerjinin
orta kulaktan iç kulağa geçmesini sağlamaktır.
İç Kulak
İç kulak, işitmenin tam anlamıyla gerçekleştiği bölümdür. Salyangoz (cochlea) ve denge organından
(vestibüler sistem) oluşur. Ses dalgalarını beynimizin anlayabileceği mesajlara dönüştürür.
Tanımı
Eğitimde ve psikolojide çoğu zaman bazı terimleri açıklamak ve tanımlamak için ortak bir dil oluşturmak
oldukça zordur. Bu durum duygu ve davranış bozukluğu olan bireyleri tanımlamak için de geçerlidir. Duygu
ve davranış bozukluğu olan çocuklarla ilgili tanımlarda özellikle uluslararası alan yazınında bazı etmenlere
bağlı olarak farklılıklar olabilmektedir. Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) (2012) “Özel Eğitim Hizmetleri
Yönetmeliği” duygu ve davranış bozukluğu olan bireyi,
“Yaşına uygun olmayan sosyal ve kültürel normlardan farklı duygusal tepki ve davranışlar göstermesi
nedeniyle özel eğitim ve destek eğitim hizmetine ihtiyacı olan birey” olarak tanımlamaktadır.
Sınıflandırma
Ulusal ve uluslararası alan yazını incelendiğinde duygu ve davranış bozukluğu olan bireyler, psikiyatrik
(tıbbi/kliniksel) sınıflandırma ve ampirik sınıflandırma olarak iki temel başlık altında incelemektedir. Duygu
ve davranış bozukluğu aslında şemsiye bir terim olup, farklı problem davranışlar bu terim altında
kategorize edilmektedir.
Özel gereksinimi olan bireyleri tanılama kriterlerinin yer aldığı DSM-5’te yer alan duygu, davranış ya da
sosyal gelişime bağlı sorunlar şu başlıklar altında incelenmiştir:
• Depresyon bozuklukları
• Kaygı bozuklukları
• Takıntı-zorlantı bozuklukları
• Beslenme-yeme bozuklukları
• Dışa atım bozuklukları
• Uyku-uyanıklık bozuklukları
• Cinsellikle ilgili bozukluklar
• Yıkıcı, dürtü denetim ve davranım bozuklukları
• Madde ile ilgili ya da bağımlılıkla ilgili bozukluklar
• Kişilik bozuklukları (Antisosyal davranışlar)
• Ruhsal bozukluklar
• Örseleme (psikolojik travmatik) bozukluklar
Ampirik sınıflandırmada ise davranışların istatistiksel analizlerine dayalı bir sınıflandırma yapılmaktadır.
Buna göre duygu ve davranış bozukluğu olan bireylerin davranışları; a) dışa yönelim davranış bozuklukları
ve b) içe yönelim davranış bozuklukları olarak iki başlık altında sınıflandırılmaktadır.
Dışa yönelim davranış bozuklukları, başkaları tarından kolayca gözlemlenebilen, bireyin kendisine
çevresindeki kişilere ve nesnelere zarar verebilen agresif (saldırgan) ve aşırı hareketliliği içeren davranışlar
olarak tanımlanmaktadır. İçe yönelim davranış bozuklukları ise bireyin çoğunlukla kendisine yönelik zarar
verici “depresif ve kaygı” içe kapanıklık davranışlarını kapsamaktadır.
Bazı özel eğitim kaynakları ise duygu ve davranış bozukluğu olan bireyleri dört başlık altında
sınıflandırmaktadır. Bunlar; davranış bozuklukları, duygusal bozukluklar, alışkanlık bozuklukları, ağır ruhsal
bozukluklardır.
Öğrenme Özellikleri
Bu çocuklar birçok sorun yaşadıkları için ya da uygun öğrenme ortamı bulamadıkları için akademik
anlamda akranlarına göre geride olabilmektedirler. Ayrıca akademik çalışmalar ve derslere katılım
konusunda isteksizdirler.
Psikoeğitsel Yaklaşım
Psikoanalitik Yaklaşım
Bilindiği gibi bu yaklaşımı S. Freud ortaya koymuştur. Buna göre, çocuğun problem davranışlarının
nedenleri id, ego ve süperego olarak adlandırılan zihin kavramlarının uyum içerisinde çalışmaması ve bir
dengesizlik yaşamasıdır.
İnsancıl Yaklaşım
Bu yaklaşım geleneksel yaklaşıma karşı bir yaklaşımdır.
Davranışçı Yaklaşım
Bu yaklaşım son yıllarda problem davranışlara müdahale anlamında adeta tek çare olarak görülmektedir.
Doğum öncesi, doğum sırası ve doğum sonrası dönemde herhangi bir nedene bağlı olarak iskelet (kemik),
kas ve sinir sistemindeki bozukluklar sonucu bedensel yeteneklerini çeşitli derecelerde kaybeden,
toplumsal yaşama uyum sağlama ve günlük yaşamdaki gereksinimlerini karşılamada güçlükleri olan, bu
nedenlerle korunma, bakım, rehabilitasyon, danışmanlık ve destek hizmetlerine ihtiyaç duyan kişiye
fiziksel engelli; bu duruma yol açan durumlara ise fiziksel engel denilmektedir.
Fiziksel engelleri nedeni ile sağlıklı kişilerden farklılaşan ve eğitim hizmetlerinden gereğince
yararlanamayan bu bireylerde bilişsel, psikososyal ve duyusal gereksinimlerin yanı sıra hareket ve
fonksiyonel yeteneklerin geliştirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Çeşitli nedenlerle kaba ve ince motor
gelişim becerileri olumsuz yönde etkilenmiş bu kişilerin kendilerinden beklenen fonksiyonel hareket ve
becerileri yerine getirmeleri değişik derecelerde kısıtlanmıştır. Fiziksel yetersizliği ve süreğen hastalığı olan
çocuklar ortopedik yetersizlikler ve diğer sağlık yetersizlikleri olmak üzere iki başlık altına toplanmaktadır.
Fiziksel yetersizliği ve süreğen hastalıkların nedenleri doğum öncesi nedenler, doğum sırasındaki nedenler
ve doğum sonrasındaki nedenler olmak üzere üç başlık altında incelenmektedir. Fiziksel engel ve süreğen
hastalıklar çok çeşitlilik gösterdiği için bu çocuklar çeşitli şekillerde sınıflandırılmaktadır. Sınıflandırma,
yetersizliğin derecesine ve meydana geldiği yere göre iki şekilde sınıflandırılmaktadır. Yetersizliklerin
meydana geldiği yere göre sınıflandırılmasında merkezî sinir sistemi ile ilgili yetersizlikler, kas iskelet
sistemi ile ilgili yetersizlikler ve sağlıkla ilgili yetersizlikler olmak üzere üç çeşit sınıflandırma yapılmaktadır.
Merkezî sinir sistemi ile ilgili fiziksel yetersizlikler şu başlıklar altında incelenmiştir.
Serebral Palsi
Gelişimini tamamlamamış beynin; doğum öncesi, doğum sırası veya doğum sonrası dönemde hasar
görmesi nedeniyle oluşur. Serebral Palsi, iyileşen bir durum değildir; ancak travmaya uğramış beyne erken
müdahale edilmesi ve hayat boyu iyileştirme uygulamasıyla önemli gelişmeler sağlanabilmektedir.
Spina Bifida
Bebeğin bel ya da sırt bölgesinde omuriliğin ve omurilik sıvısının dışarıya doğru kese şeklinde fıtıklaştığı ve
bacaklarda felce neden olan bir hastalıktır. Spinal açıklık genellikle ameliyat ile kapatabilir. Spina bifida
olan bazı çocuklar birden fazla ameliyat geçirebilir ve bu sırada sinirler zarar görmesi sonucunda kalıcı
engeller ortaya çıkabilmektedir.
Çocuk felci
Çocuk felci, sindirim yoluyla kana karışan polio virüsünün kasların hareket etmesini sağlayan sinir
hücrelerini yok etmesi sonucu oluşur. Bu virüs, pis sular ve dışkılardan bulaşarak ağız yoluyla vücuda girer
ve kan yoluyla omuriliğe geçer.
Multiple Sklerosiz
Halk arasında MS hastalığı olarak bilinen Multiple Skleroz, bağışıklık sistemindeki bozukluk sonucu beyin ve
omurilikte çok sayıda plakların oluşmasıyla ortaya çıkan bir hastalıktır. MS (Multipl Skleroz) hastalığı,
genellikle 20- 40 yaşları arasında ortaya çıkmaktadır. MS hastalığının nedenleri ve tedavisi tam olarak
bilinmemekte; fakat hastalara uygulanan fizyoterapi, ilaç ve diyet programı gibi yöntemlerle hastalığın
seyri yavaşlatılmaktadır.
Omurilik Zedelenmesi
Omurilik zedelenmesi omurilik ya da omurilik kanalının ucundaki sinirlerin herhangi bir kısmına zarar
Rett sendromu
Rett sendromu; beynin gelişimini etkileyen, göz ve vücut hareketleri ve konuşmaları için kasları
kullanamayacak kadar ilerleyen bir rahatsızlığa neden olan nadir olarak görülen genetik nörolojik ve
gelişimsel bozukluktur.
Kas – iskelet sistemi ile ilgili ortopedik yetersizlikler ise şu başlıklar altında incelenmiştir:
Kas Hastalıkları
Kas hastalıkları, ilerleyen güçsüzlük ve kas kütlesi kaybına neden olan bir grup hastalıktır. Bazı genler kas
liflerini hasara karşı koruyan proteinlerin yapımında rol oynar. Bu genlerden biri kusurlu olduğunda kas
distrofisi oluşur. Her bir kas distrofisi, hastalığın bu tipine özgü bir genetik mutasyondan kaynaklanır. Bu
mutasyonların çoğu kalıtsaldır. Ancak bazıları annenin yumurtasında veya gelişmekte olan embriyoda
kendiliğinden ortaya çıkar ve gelecek nesle aktarılabilir.
Epilepsi
Epilepsi; beyin aktivitesinin anormal hale geldiği, nöbetlere veya alışılmadık davranışlara, duyulara ve
bazen bilinç kaybına neden olan merkezî sinir sistemi (nörolojik) bir bozukluktur.
Astım
Astım, bireyin nefesini etkileyen bir durumdur.
Kistik Fibroz
Kistik fibroz, çocuğun nefes alıp vermesini ve sindirimini etkileyen kalıtsal bir hastalıktır.
Kanser
Kanser, çocuklarda nadir olarak görülmektedir. Çocuklarda en sık görülen kanser türleri lösemi, lenfoma ve
beyin tümörü kanseridir.
Görme Duyusu
Görme, duyu organlarımızdan göz aracılığı ile gerçekleşir. Görme süreci karışık bir yapıda ve pek çok
sistemin işe koşulması ile gerçekleşir. Göz, en dıştan en içe doğru şu bölümlerden oluşmaktadır: Sklera,
Konjuktiva, Kornea, Göz Sıvısı, İris, Mercek, Saydam Sıvı, Koroid, Retina, Maküla, Kör Nokta, Optik Sinir.
Her bir yapının görme sürecinde ayrı ayrı görevleri vardır.
Çeşitli nedenlerle görme yetersizliği oluşabilir. Bunları doğum öncesi, doğum sırası ve doğum sonrası
nedenler olarak gruplamak mümkündür. Doğum öncesi nedenler içinde annenin gebelikte kullandığı
ilaçlar, sigara, alkol ve madde kullanımı, geçirdiği ateşli hastalıklar sayılabilir. Doğum sırasında ise doğum
travmaları, geç ve güç doğum gibi durumlar görme yetersizliğine neden olabilir. Doğum sonrasında,
bebeğin kuvözde yoğun oksijene maruz kalması gibi nedenler sırlanabilir. Tüm bunların yanında
kalıtımında görme yetersizliğinin oluşmasında önemli bir neden olduğu unutulmamalıdır.
Görme yetersizlikleri içerisinde; miyop, hipermetrop ve astigmat sayılabilir. Bunların yanı sıra keratokonüs,
keratit, albinizm, aniridia, şaşılık, göz tembelliği, katarakt, göz tansiyonu, maküler dejenerasyon, optik sinir
atrofisi, prematür retinopatisi, retinitis pigmentosa sayılabilir.
Zihinsel İşlevler
Çoklu yetersizliği olan çocukların pek çoğu zihinsel işlevlerinde önemli derece sınırlılıklar yaşamaktadırlar.
Çoklu yetersizliği olan öğrencilerin zekâ puanlarının ortalama 35 puan ve altında olduğu ve en yüksek zeka
puanlarının ise çoğunlukla 65’ i geçmediği ifade edilmektedir. Çoklu
Motor Gelişim
Çoklu yetersizliği olan çocuklar genellikle önemli fiziksel ve motor güçlükler sergilemektedirler. Yaşadıkları
bu güçlükler genellikle normal olmayan kas yapılarından kaynaklanmaktadır. Bu öğrencilerden bazıları kas
yapılarının az gelişmesinden ya da gelişmemiş olmasından dolayı sabit pozisyonda ayakta durma veya
oturmada güçlükler yaşamakta iken bazıları da aşırı kas gerginliği yaşamaktadırlar. Duyusal Özellikler:
İşitme ve görme yetersizliği çoklu yetersizliği olan çocuklar sahip olduğu en yaygın duyusal
yetersizliklerdendir. Amerikan Engelli Çocuklar Yasasına göre “Sağır- körlük eş zamanlı olarak ortaya çıkan
işitme ve görme yetersizliği anlamına gelmekte ve bu kombinasyona sahip bireylerin sadece görme ve
sadece işitme yetersizliğine sahip olan bireylerin yararlandığı eğitim programlarından yararlanamayan
ciddi anlamda iletişim, gelişim ve eğitim ihtiyaçlarını ifade eder.
İletişim Becerileri
Neredeyse bütün çoklu yetersizliği olan bireyler iletişim yetersizliği yaşamaktadırlar.
ÖZEL YETENEK
Özel yeteneğe yönelik ilk tanımlar genellikle ortaya atılan zekâ kuramları üzerinden yapılmıştır. Tarih boyu
zekâ birçok kez farklı şekillerde tanımlanmıştır. Kimi kuramlar üstün zekâya sahip olmanın ancak keskin ya
da birbiri ile bağlantılı duyu organları ile mümkün olabileceğini savunurken, kimileri ise üstün zekâdan
bahsedebilmenin tek yolunun ortalama üstü performans ve yaratıcılığın bir araya gelmesi ile mümkün
olduğunu savunur. Kimi kuramlar zekânın yalnızca genel ve özel yetenek olmak üzere birbirine bağlı iki alt
faktörden oluştuğunu savunurken, kimi ise birbirinden bağımsız 8 (şimdilerde 9. tartışılıyor) alt alandan
meydana geldiğini iddia eder. Aşağıda günümüze kadar süregelmiş, üstün zekâ kuramlarından bazılarının
kısa açıklamalarını bulacaksınız.
Varoluşçu zekâ hemen hemen filozofların tamamında bulunan “büyük soruları sormak için gereken zekâ”
olarak tanımlanmıştır. Ancak varoluşçu zekâya dair henüz diğer zekâ türlerinde olduğu kadar aydınlatıcı
açıklamalar yapılmamıştır. Bu kurama göre her ne kadar her bir zekâ türü bir diğerinden bağımsız olsa da
herhangi bir alanda başarılı olmak için birden çok zekâ türünde üst düzey olmanız gerekebilir. Örneğin,
Marcel Proust gibi ünlü bir yazar olmak için sadece dilsel zekânızın yüksek olması yetmez. Duygularınızı iyi
analiz ve tarif edebilmeniz için aynı zamanda yüksek bir içsel zekâya sahip olmanız gerekir.
Beşgen Kuramı
Beşgen kuramına göre bir bireyin özel yetenekli olarak tanımlanabilmesi için bireyin yeteneğinin
olağanüstülük, üretkenlik, enderlik, kanıtlanabilirlik ve değerli olmak gibi 5 farklı kriteri sağlaması gerekir.
Üç Halka Kuramı
Bu kurama göre bireyin özel yetenekli olarak tanımlanabilmesi için hangi alanda zeki olduğundan daha çok
bireyin yaşıtlarına göre ortalama üstü yetenek, işe yüksek derecede adanmışlık ve yaratıcılık özelliklerinin
olması gerekir.
TANILAMA YAKLAŞIMLARI
Özel yetenekli öğrencileri tanılamak için kullanılan 3 farklı yaklaşımdan söz edilebilir: Norma dayalı
tanılama, ölçüte dayalı tanılama ve alternatif tanılama.
Alternatif Tanılama
Alternatif tanılama norma dayalı ya da ölçüte dayalı testlerin aldığı bazı eleştirilere cevap vermek ve daha
adil ve kapsayıcı bir tanılama yapabilmek için kullanılan tanılama yöntemidir. Bu tür tanılamada sözel
olmayan zekâ testleri, seviye üstü testler, gözlem ve dereceleme ölçekleri ve performansa dayalı testler
kullanılabilir.
EĞİTİM STRATEJİLERİ
Özel yetenekli öğrenciler için uygulanabilecek üç farklı stratejiden bahsedebiliriz. Bu stratejilerden ilki olan
zenginleştirme kısaca özel yetenekli öğrenciler için gereken sınıf üstü eğitimin bireye sınıf atlatmadan
sağlanması ve sınıf içinde diğer öğrencilere oranla daha üst düzey bir eğitim ortamının yaratılması olarak
tanımlanabilir. Zenginleştirme modelleri arasında içerik transferi olarak da bilinen öğrencilerin üst
sınıflarda işlenecek ders konularını henüz üst sınıfa geçmeden öğrenmeleri, müfredat daraltma olarak
bilinen sınıf içerisinde ders işlenirken özel yetenekli öğrencinin iyi bildiği konuların müfredattan çıkarılması
ve böylece daha üst düzey konular işlenebilmesi için zaman kazanılması, öğrenciye ilgi duyduğu konulara
yönelik ödev ve araştırma yapmak gibi bağımsız çalışma imkanı sağlanması, saha gezileri ve yaz kampları
sayılabilir.
İkinci strateji olan hızlandırma, bir eğitim programında harcanan sürenin kısaltılması ya da daha erken
yaşta program tamamlamama olarak tanımlanabilir. Hızlandırma modelleri arasında sınıf yükseltme, okula
erken başlama ve üstten ders alma sayılabilir.
Son olarak gruplama, hedeflenen kazanımlara daha kısa sürede ve daha etkili bir biçimde ulaşabilmek
adına yetenek ya da performans açısından benzerlik gösteren özel yetenekli çocukların bir araya getirilerek
eğitilmesi olarak tanımlanabilir.
Gruplama, homojen ve heterojen gruplama olarak iki başlık altında incelenebilir. Homojen gruplama ise
kendi içerisinde tam zamanlı ve yarı zamanlı gruplama olarak incelenebilir. Tam zamanlı gruplamalar
arasında özel okul modeli, tam özel sınıf modeli, XYZ (ABC) sınıfları modeli sayılabilir. Yarı zamanlı
gruplamalara örnek olarak ise derse dayalı gruplama ve destek eğitim odası ya da kaynak oda sayılabilir.
Heterojen gruplamaya örnek olarak ise karma sınıf ve küme gruplaması ya da sınıf içi benzer yetenek
gösterilebilir.
Toplumlar, ailelerin bir araya gelmesiyle oluşmaktadır. İnsanlar tarih öncesi çağlardan beri topluluklar
hâlinde yaşamaktadır. Evlilik; kan bağı ve yasal yollarla birbirine bağlı, karşılıklı hak ve yükümlülüklerle bir
arada yaşayan bireyler topluluğu olan aile toplumun en küçük birimidir. Aile kavramı tanımından da
anlaşılacağı gibi bazı özellikler taşımaktadır. Bunlar sırasıyla; ailenin evrensel olması (aile bütün sosyal
ilişkiler içinde en fazla evrensellik özelliği ile göze çarpmaktadır), ailenin duygusal bir temele dayanması
(Nesli devam ettirme arzusu, annelik, arkadaşlık, ebeveynlik duygularını içermektedir), ailenin
şekillendirme özelliğine sahip olması (Ailenin sahip olduğu çocuğun kişilik yapısı aile içinde gelişir. Aile
üyeleri birey büyütür ve bireyin sosyalleşmesini sağlar.) ve aile üyelerinin sorumluluklarının olmasıdır
(Ailenin, üyelerinden beklediği görev yaşam boyu devam etmektedir. Çocuk bakımı, çalışma ve iş hayatı, ev
işlerindeki ve hayat akışlarındaki sorumluluklarda aile üyeleri görev paylaşımı yapmaktadır.).
Ailenin sahip olduğu işlevlerin sağlıklı yürüyebilmesi için aile üyelerinin çocuklarına yönelik onları sevmek
ve değer vermek, olduğu gibi kabul etmek, onların eğitimine katılmak ve çocuğun yanında olmak gibi
sorumlulukları bulunmaktadır. Aile bahsedilen bu sorumluluklarını yerine getirirken ailenin içinde
bulunduğu aile tipi de bunu etkilemektedir. Aile tipleri, çekirdek ve geniş aile olarak 2’ye ayrılmaktadır.
Çekirdek aile, anne, baba ve evlenmemiş çocuklardan oluşmakta ve modern toplumların en ideal aile
tipiyken, geniş aile aynı ev ortamında anne, baba, büyükbaba, büyükanne gibi daha kalabalık bireylerin
yaşadığı aile tipidir ve geleneksel toplumların en ideal aile tipidir.
Aile, soyut bir kavram olup sosyal bir kurumdur. Özel gereksinimli çocukların ailelerini bazı kuramlar
etkilemektedir. Bu kuramlardan biri, aile sistemleri kuramıdır. Bu kuram, aile içi etkileşimleri olduğu kadar
ailelerin yapısal karmaşıklığını da anlamaya yardımcı olmaktadır. Kuramda aile özellikleri (ailede özel
gereksinimli birey olması, kardeş sayısı ve aile yapısı), aile işlevleri (ailenin kaynakları, kültür ve ailenin
direnci), aile etkileşimleri (aile işlevlerini güçlendirme, aile işlevlerini engelleme), aile yaşam döngüsü (geçiş
ve yaşam basamakları) olmak üzere temel davranışları bulunmaktadır. Diğer kuram ise sosyo-ekolojik
kuramdır. Bu kuram, büyüyen çocuk ile onu çevreleyen ve çocuğun aktif olarak yer aldığı ortam ve bağlam
arasındaki ilişkiyi incelemektedir. Bu kuramın mikrosistem, mezosistem, egzosistem ve makrosistem olmak
üzere 4 katmanı bulunmaktadır.
Aileye yeni katılan özel gereksinimli çocuğun yaşamında en önemli kişiler aile üyeleridir. Ancak aile üyeleri
çocuklarının özel gereksinimli olduğunu öğrendiklerinde farklı duygular ve 3 evre yaşamaktadırlar. Ailelerin
yaşadığı bu evrelerden birincisi şok, inkâr ve depresyon; ikincisi suçluluk, kızgınlık ve utanma; üçüncü evre
ise kabul ve uyumdur. Özel gereksinimli çocuğu olan anne-babaların geçirdikleri evreler tamamen aynı
olmamakla birlikte anne-babalar zaman zaman bu evreler arasında gidip gelebilmekte ya da bir aşamaya
takılıp kalabilmektedirler.
Ailede özel gereksinimli çocuğun olması kardeşleri de olumlu ve olumsuz olarak etkilemektedir. Olumsuz
etkileyen durumlardan birkaçı; çevresindeki bireylerin, okuldaki arkadaşlarının kardeşinin durumuyla ilgili
yanlış varsayımlarına karşı utanç duygusu geliştirme, anne-babadan daha az ilgi görme, özel gereksinimli
kardeşe olan ilgiyi kıskanmadır. Olumlu etkileyen durumlar ise kardeşin paylaşımcı olması, espri yeteneğini
geliştirmesi, meslekte yönlenmedir.
Özel gereksinimli çocuğun ailesi toplumda bazı güçlüklerle karşılaşmaktadır. Bunlar; çocuğun sağlık
durumu ve bakımı, çocuğun ihtiyaçlarının karşılanmasında gerekli olan maddiyatın yetersiz olması, aile
işlevlerinin bozulması, çocuğun eğitimi ve sosyal yaşamda karşılaşılan güçlükler olarak sıralanabilir. Aileler
bu güçlüklerle mücadele ederken aynı zamanda çocuklarına karşı sorumluluklarını da yerine
getirmektedirler. Ailelerin hem karşılaştıkları güçlüklerle mücadele etmesi hem de çocuklarına karşı
sorumluluklarını yerine getirmek için destek hizmetlere ihtiyaç duymaktadır. Bu destek hizmetleri
psikolojik danışma ve rehberlik hizmeti, sosyal destek ve eğitim hizmetleridir. Psikolojik danışma ve
rehberlikte verilen hizmetler aile eğitimleri, aile danışmanlığı, rehberlik ve yönlendirmeyi içine alan