Okumaktan Murat Anlamak

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 2

Okumaktan Murat Anlamak

Kur’an, lafzı bir kez, manası sonsuz kez inen ilahi bir hitaptır.
Adı üstünde Kur’an, kelimenin tüm olumla anlamlarıyla “sürekli okunan” demektir. Kur’an
okumak, “nakarat söylemek” manasına değildir. Kur’an vahyini ikra’ emriyle indirmeye
başlayan Allah –hâşâ- içinde anlam olmayan bir okumayı emretmiş olamaz. O zaman “Oku”
emri anlamsızlaşırdı. “Oku” emri, anlamsız bir emir değil, içinde anlam olan ve anlamı da
içeren bir emirdir. Yani “Oku, ama anlamasan da olur” şeklinde bir okuma, Kur’an’ın kıraet
dediği bir okuma değildir. Birine oku denildikten sonra ayrıca bir de “anla” denilmez. Zira
“Oku” emri, aynı zamanda “anla” emrini içerir.
Anlamadan okumak, akleden kalbi işin içine dâhil etmeden yapılan bir eylemdir. Bunun adı
kıraet olamaz. Kur’an ise muhatabından aklını işe dâhil etmesini ister. “Akletmezler mi?” diye
sorar. “Ne kadar da azınız aklediyor?” diye sitem eder. “Onlar Kur’an’ı hiç tedebbür etmezler
mi?” diye sorar. “Biz Kur’an’ı hatırlamak için kolaylaştırdık; o halde yok mu öğüt alan?”
(Kamer 54/17) diye sorar. Bu soruyu bir tek sûrede (Kamer) tam altı kez sorar. “İbret alın ey
aktif akıl sahipleri!” diye nida eder. “Biz âyetlerimi tefekkür eden bir topluluk için işte böyle
tafsilatlı kıldık” (Yunus 10/24) der. Kur’an baştan sona yaklaşık 800 yerde düşünme ve
düşünmenin türevlerine atıf yapar. Kur’an’da bu kadar çok atıf yapılan bir başka insan özelliği
daha yoktur.
Kur’an “Varlıkların en şerlisi kimdir?” sorusuna hiçbirimizin durup dururken vermeyeceği
muazzam bir cevap verir: “Allah katında hareket eden varlıkların en şerlisi, akletmediği için
hakikate kör ve sağır davranan kimselerdir.” (Enfal 8/22).
Bu yüzden büyük arif Haris b. Esed el-Muhasibi el-Akl ve’l-Fehmu’l-Kur’an isimli muhalled
eserinde şu muhteşem cümleyi kurar: “Akıl Kur’an’dır, Kur’an akıldır.” Aklın Kur’an,
Kur’an’ın akıl olması için o aklın Kur’an’la inşa olması gerekir. Kur’an’la inşa olan akıllar
Kur’an’a kesmiş akıl olmayı hak ederler. Hamil-i Kur’an olmak hâfız-ı Kur’an olmakla eş değer
değildir. Hamil-i Kur’an olmak, önce aklı Kur’an’a kesmek, sonra o akılla iki ayaklı Kur’an
olmaktır.
Kıraat, akleden kalbin işe dâhil olduğu bir okuma biçimidir. Akleden kalbin içinde yer almadığı
bir okuma biçimi kıraet değil, olsa olsa tilavet’tir. Kıraat anlamak için okuma, tilavet aktarmak
ve duyurmak için okumadır. Tilavet için Mushaf yeterlidir, fakat kıraat için Kur’an şarttır. Bu
nedenle ses ve görüntü aletleri sadece Kur’an’ı tilavet edebilirler, fakat kıraat edemezler.
Mamafih CD’ler Kur’an tilavetini kusursuz ve mütemadiyen yapabilirler, fakat hiçbir CD
Kur’an kıraet edemez.
Kur’an kıraat etmek, Kur’an’ı terennüm etmek değil, Kur’an’ı tedebbür etmektir. Kur’an
muhatabından kıraat etmesini istemekle yetinmeyip, daha ileri giderek tedebbür etmesini
istemektedir:
“Yoksa onlar Kur’an’ı hiç tedebbür etmezler mi?” (Nisa’ 4/82).
“Yoksa onlar Kur’an’ı hiç tedebbür etmezler mi, ya yoksa kilit vurulmuş kalplere mi sahipler?”
(Muhammed 47/24).
Tedebbür “arka, art, sırt, görünmeyen taraf” manalarındaki dubur’den müştaktır. Âyet,
Kur’an’ın satırlarından satır aralarına, oradan da satır arkalarına geçmemizi istemektedir.
Tedebbür anlamaktan da çok daha derin bir şeydir. Eğer Kur’an muhatabından tedebbür
istiyorsa, anlamayı haydi haydi ister. Zira tedebbür kıraattan çok daha derin bir şeydir. Buna
“derin okuma” da diyebiliriz. Kıraat Kur’an’ın ne dediğini anlamayı, tedebbür ise Kur’an’ın ne
demek istediğini anlamayı ifade eder.
Tezekkür, tedebbür, taakkul, tefakkuh, tefekkkür
Kur’an muhatabından tedebbür istemesi, aklını kendisine vermesini istemesidir. Zaten Kur’an
muhatabından sadece tedebbür istemez, hepsi de tefa’ul kalıbıyla gelen başka şeyler de ister.
En iyisi Kur’an’ın muhatabından istediği anlama faaliyetinin beş ayrı ifadesi üzerinde teker
teker durmak:
Tezekkür: Geçmişe yönelik derin düşüncedir. İstikameti mazidir. Hatırlama eksenlidir.
Unutulan veya aktif ve aktüel olarak kullanılamayan bir bilgi veya tecrübenin varlığına atıftır.
Vahyin bir adı da zikr’dir. İnsana fıtratını, unuttuğu hakikatleri, insanlığın değişmez değerlerini
hatırlattığı için tüm vahiyler bu sıfatla anılmıştır.
Tedebbür: Geleceğe yönelik derin düşüncedir. İstikameti istikbaldir. Tedbir alma eksenlidir.
Zaten tedbir de tedebbür ile aynı kökten gelir. Tedebbür eden tedbir alabilir. Tedebbür ile
feraset ve basiret arasında zorunlu bir ilişki vardır. Tedebbür edenin feraset ve basireti artar,
feraset ve basiretli olan tedebbür eder. Mü’min gaybı taşlamaz, gaybı bilmek için çırpınmaz.
Tedebbür ile yetinir. Tedebbür yaparak aldığı tedbirlerle, gaybı bilmemekten doğan cehalet
açığını kapatır.
Taakkul: Derinliğine bağ kurmaya yarayan düşüncedir. Sebeplerle sonuçlar, illetlerle
hikmetler, eserle müessir, faille fil, sanatla sanatkâr, Halik ile mahluk, Rasuller ile Risalet,
duygu ile düşünce, parça ile bütün, cevher ile araz, hülasa her şeyle her şey, her şeyle bir şey
arasında bağ kuran düşünceye taakkul denir. Akla, bağ kurduğu için akıl denmiştir. Bağ
kuramayan akıl akıl denmeyi hak etmeyen akıldır. Düşünce faaliyeti içerisinde taakkul, geçmişe
yönelik düşünce olan tezekkür ile geleceğe yönelik düşünce olan tedebbür arasında bağ kurma
yeteneğini kullanmaktır.
Tefakkuh: Olan biteni derinliğine anlayıp bu anlayışı şimdi ve buradaya taşımaya yarayan
düşüncedir. İstikameti şimdi ve buradayı temsil eden “hal”dir. İlm-i hal, tefakkuh ile elde edilir.
İnsanın halinin ilmini bilme ilmi olan fıkıh ilmine bunun için “fıkıh” adı verilmiştir.
Emrolunduğumuz şey fıkıh tahsil etmek değil, tefakkuh etmemizdir. Zaten tefakkuhsuz bir
fıkıh, hem sahibinin hem de başkalarının başına iş açar. Tarih bunun sayısız örneğine şahittir.
Tefekkür: Tezekkür, tedebbür, teakkul ve tefakkuh’tan oluşan bütün bu dörtlü süreci içine alan
düşünme faaliyetinin tümünü birden kapsayan şumullü düşünme faaliyetidir. Tefekkür ile tefkir
birbirinin zıddıdır. Kur’an’da tefekkür özendirilir, tefkir yerilir. Sadece iki yerde kullanılan
tefkir, sığ ve önyargılı düşünmeye, tefekkür ise derin ve önyargısız düşünmeye denilir. Esasen
bu beş kelimenin de aynı kalıpla (tefa’ul) gelmiş olması tesadüf değildir. Zira bu kalıp Arap
dilinde “tekellüf” kalıbıdır. Yani bu beş tür düşünme faaliyetinin olmazsa olmazı “külfete
katlanmak”tır. Aklı zahmete sokmadan tefekkür faaliyeti gerçekleşmez. Bedel ödemeden, akıl
teri dökmeden, külfete katlanmadan, hakkını vermeden tefekkür yapılamaz.

You might also like