Professional Documents
Culture Documents
Sanat Ve Tasar - Mda Ara - T - Rma (#594121) - 765499 PDF
Sanat Ve Tasar - Mda Ara - T - Rma (#594121) - 765499 PDF
Sanat Ve Tasar - Mda Ara - T - Rma (#594121) - 765499 PDF
me, sanatçılar, zanaatkârlar ve tasarımcıların sürekli yaptıkları şeylerle, artyfakt Cilt: 13, Sayı:24
30.04.2019
Şimdiye kadar, tartışmanın çoğu -ve tarafların zihinsel bulanıklığı da- araştır- Makale Kabul
manın ne olduğu, neleri içerdiği ve ne ortaya koyduğuna dair bir dizi basmaka- 23.06.2019
lıp görüş etrafında cereyan etmiştir. Bu arada konu, (tüm ciddiyetiyle sorulan)
“bir resim sergisi araştırma sayılır mı, sayılmaz mı?” sorusu gibi son derece garip
yönlere doğru da gitmiştir. Bu çalışma, bahsi geçen kalıpların bazılarını kırmayı
ve tartışmayı açıkça çıkmaz olduğu görülen sokaklardan öteye götürmeyi hedef-
lemektedir.
3
Anlamı daraltmamak adına artefact ve artyfact kelimeleri yazarın kullandığı şekliyle verilmiştir. Artefa-
ct belirli bir amaca yönelik el yapımı nesne olarak; artyfact ise arty kavramına gönderme yapan kelime
oyunu doğrultusunda, sanat eseri ya da sanatsal yönde değerlendirilen nesne olarak düşünülebilir (Ç.N.).
göre, araştırma eylemi itina gerektirir. Ayrıca, bir suçlu, gece konaklamak için bir
yer ya da bildik bir müzik teması gibi önceden tanımlanmış olan bir şeyi aramayı
içerir. Bu eylem profesyonellik ve kaide içermez ya da laboratuvarlarla ilgili değil-
dir. Bu araştırmak ile ilgilidir.
OED’ye göre, büyük “A” ile Araştırma ise genellikle “ürün ve süreçlerin yenilikçiliği,
tanıtımı ve iyileştirilmesine yönelik çalışma” anlamına gelen “gelişme” kelimesiy-
le paralel kullanılır. Listelenen kullanımların neredeyse tümü, 1900’den itibaren
kimya, mimarlık, fizik, ağır sanayi ve sosyal bilimler alanlarından gelmektedir. Bü-
yük “A” harfiyle, yani mesleki bir pratik olarak Araştırma kullanımı ise üniversite
sektöründe ve kimya endüstrisinde araştırmanın profesyonelleşmesiyle geliştiril-
miştir. Örneğin 1900’de, beşerî bilimler kapsamındaki “Araştırma” şu anlamları
taşır:
•Antikacılık
•Yasa metinlerinin incelenmesi
•Özel öğretmenlik veya diğer türlü uğraşlarla finanse edilen içsel motivasyo-
na sahip bir faaliyet
Beşerî bilimlerde araştırma konsepti, yeni bakış açıları veya yeni bilgiler keşfedil-
mesi adına aslında çok yeni bir formülasyondur. Bu sebeple, kelimenin, geleneksel
olarak sanat için (ve büyük “A” anlamı ile tasarım için) kullanıldığını; araştırma ko-
Ç E V . ÖZGÜ GÜ NDE Ş L İ OĞL U
ve Aynadan İçeri isimli eserdeki Yumurta Adam karakteri kelimelerin nasıl anlam-
landırıldığına ve neler yapabileceğine dair esaslı görüşlere sahiptir.
…Bu şan ve şerefi de sana bağışlıyorum” dedi Yumurta Adam. “Şan ve şeref ile
ne demek istediğinizi anlamadım” dedi Alice. Yumurta Adam küçümseyerek
gülümsedi. “Tabi ki anlamazsın... ben sana söyleyinceye değin de anlamaya-
caksın. Demek istiyorum ki savın ne hoş mat edildi!”.
“Ama şan ve şeref bir savın hoş bir şekilde mat edilmesi anlamına gelmez ki”
diye itiraz etti Alice. “Ben bir kelimeyi kullandığımda” dedi Yumurta Adam ol-
R ES E A R C H I N A R T AN D D E SI G N
Hangisi efendi olmalı? Ya da başka bir deyişle, onay nereden geliyor? Bir akran
grubundan, bir kurumdan, bir fonlama kuruluşundan, kâr amacı gütmeyen bir yük-
sek okuldan veya tamamen toplumun bir bölümünden mi? Bu; unvanlar, tasdikler,
akademik durumlar ve kişilerin cüppelerinin rengi hakkında veya daha da ilginci
1 74
4
Carroll, L. (2010). Alice harikalar diyarında ve aynadan içeri (K. Erzincan Kına, Çev). İstanbul: İthaki Yayın-
ları] künyeli Türkçe çeviriden alınmıştır (Ç.N.).
sanat, zanaat ve tasarımda ne yaptığımızın özü hakkında, -küçük “p” harfi ile- po-
litik bir sorudur.
“Bence” dedi Picasso, “Araştırmak resim yapma bağlamında hiçbir şey ifa-
de etmiyor. Gerekli olan şey ise bulmaktır. Kimse, gözlerini yere sabitlemiş,
serveti ayağına getirecek cüzdanı arayarak hayatını harcayan bir adamı takip
etmek istemez…
CH RI S T OP H E R F RAY L I NG
şüphe duyduğu türde- sanat tarihçileri meselenin başka türlü olduğunu düşüne-
bilir: Evet, Picasso araştırma ruhuna sahiptir fakat bu onun nihai hedefi değildir.
Picasso’ya göre ressam için araştırma görsel niyete denktir. O bir araştırmacı değil,
makerdır6 ve çalışmalarını sözle ifade etmek dahi içine sinmez.
Picasso’nun eseri ve aktarımı muğlak olabilir, ki yapıldığı yıl olan 1923’te bile, ne
anlama gelebileceği konusunda farklı görüşler vardır. Zaten sanatçının görevi belir-
sizliğe mahal vermeyen bir iletişim kurmak değildir. Herbert Read’in sanat eğitimi
konusundaki ünlü ayrımı bağlamında değerlendirmek gerekirse; bu bir araştırma S A NA T V E TA S AR I M DA A R A ŞT I R M A
olsa bile, sanat üzerine Araştırma ya da sanat yoluyla Araştırma değil, bu sanat
için Araştırma olarak sınıflandırılabilir. Bu ayrımı ilerleyen bölümlerde yeniden
ele alıp, detaylandıracağım.
Ancak sanatın nasıl gerçekleştiği ve sanatçının kendi pratiği ile ilişkisi hakkındaki
bazı popüler varsayımları net bir şekilde gösteren daha dramatik bir an vardır. 1956
Hollywood yapımı Ölmeyen İnsanlar (Lust for Life) adlı filmde, kızıl sakalıyla Kirk
Douglas, Güney Fransa’daki bir buğday tarlasına musallat olan kargaları kovala-
maktadır.
Kirk Douglas’ın canlandırdığı Vincent van Gogh karakteri; tez canlı, anti-rasyonel,
1 75
5
Burada ressamın adı ile ona özgü tarzdaki eseri imlenmektedir (Ç.N.).
6
Kendisi bir şeyler ortaya koyan, üreten kimse anlamında kullanılan "maker" kavramı Türkçe literatürde de
orijinal haliyle kullanılmaktadır (Ç.N.).
içe dönük ve zihninde ya da hayalinde neyin olduğunu ifade etmenin imkânsız bir
arayış olduğuna ikna edilmiş; oldukça kaçık, beyaz bir erkektir. Sanatı hakkında ko-
nuşamaz çünkü bu onun için imkansızdır. Yapabildiği en iyi şey çok hızlı üretmek
ve kargaları nasıl resmedeceğinin ya da koyu mavi girdapla, kendi fırtınalı gökyüzü-
nü nasıl yaratacağının yolunu aramaktır. Nihai tablosu, ruhsal bozukluğunun veya
“sanatsal mizaç” denilen şeyin kanıtı niteliğindedir. Filme göre, van Gogh, Buğday
Tarlası ve Kargalar adlı bu çalışmasını 1890 yazında, kendini vurmaya çalışmadan
yalnızca birkaç dakika önce tamamlamıştır. Aslında, bu onun son eseri değildir.
Ama popüler tarih bu hikâyeye inanmayı tercih etmiştir. Sanatçı, tanımı gereği
bilişsel değil dışavurumcudur ve büyük projesi kişisel gelişiminin bir uzantısıdır.
Bu otobiyografik yaklaşım tam bir kavrayış ya da empati içermez. Charlton Heston
tarafından canlandırılan Michelangelo’dan (1965), Derek Jarman versiyonu, Nigel
Terry’li Caravaggio’ya (1986) ya da Ken Russell biyografilerindeki modern örneklere
kadar, sanatçılarla ilgili film klişeleri neredeyse her zaman aynıdır. İnanıyorum ki
bizim dünyamız dışında da durum benzerdir. Burada asıl soru, John A. Walker’ın
(1993, s.46) aktarımı bağlamında hangisinin efendi olacağıdır:
Sanatın bir dışavurumdan ziyade bir yapı ya da birçok sosyal faktörün sonucu
olabileceği fikri, Hollywood ruhuna yabancıdır.
Bu sebeple, Piet Mondrian gibi anlatımcı olmayan bir sanatçı hakkında popüler bir
film uyarlaması düşünülemez.
Ç E V . ÖZGÜ GÜ NDE Ş L İ OĞL U
Tasarımcıyı ele alırsak, nispeten daha yakın bir geçmiş söz konusu olur ve bu kalıp-
lar farklılaşır. Bu sefer elimizde -dışavurumcu sanatçı yerine- kolları sıvayıp, yararlı
ve dürüst bir deneyime girişmeye hazırlanan, pipolu bir teknik adam (tesadüfen
hep adamdır) vardır. The First of the Few (1942)’da Leslie Howard’dan, The Dam
Busters (1955)’daki Michael Redgrave’e kadar örnekler çoğaltılabilir. Tasarımcı-bi-
lim adamının bilgiç tavrının en iyi anlaşıldığı sahne The Dam Busters’da karşımıza
çıkar. Bir bakanlık görevlisi, Dr. Barnes Wallis’e (Michael Redgrave) sorar: “Gerçek-
CH RI ST OP H E R F RAY L I NG
ten yetkililerin Wellington bombardıman uçağını, test için size vereceğini düşünü-
yor musunuz? Sizin adınıza Wellington’u alabilmek için onlara nasıl bir sav sunma-
lıyım?”. Teknik adam, “Onlara tasarımını benim yaptığımı söylesen, sence faydası
dokunmaz mı?” der ve Barnes Wallis, Wellington kokpitindeyken sahne sonlanır.
Yeni nesil tasarımcı, kentsel çorak alanlar içindeki imgelerin, işaretlerin ve türlerin
bir arkeoloğu, bir hayalci haline geldi. Bir anlam yaratıcısından ziyade; sezgisel bir
arayıcı ve iki kere düşünme ihtiyacı duymayan bir karakter vardır artık. Bu durum
otobüs yolculuğunda kulak misafiri olduğum ve “bu konuyu fazla uzatmayalım ve
ikinci kez düşünmeyelim” diyen tasarımcıyla özdeşleşir.
1 76
Dışavurumcu sanatçı, teknik adam ve stil takıntılı tasarımcı imgesinin yanı sıra,
araştırmacı-bilim adamının veya kadınının popüler imajını ve nasıl çalıştığını da
irdelemek gerekir. Bu imaj, stil takıntılı tasarımcı tasviri, çılgın sanatçı ve trend
meraklısı tasarımcının neredeyse tam tersi bir noktada konumlanmaktadır.
Araştırmacı-bilim adamı (yine eril olma eğilimi gösterir) ortaya attığı savların ya
da hipotezlerin sıralı ve düzenli prosedürlere göre doğruluğunu ya da yanlışlığını
ispat eder. Kendini, araştırma konusunun ya da nesnesinin dışında konumlandırır
ki böylece öznelliğini ve kişiliğini bastırmış olur. Bir problemi ele alır ve cevapla
ilgili geçici varsayımlarda bulunur, yanıtlar arar. Elde ettiği cevapları; yinelenebilir,
yerine konabilir ve düzenli deneyler ışığında revize etmeye devam eder. Kısaca, eleş-
tirel bir rasyonalist olarak bilinir.
İlginç bir şekilde bu klişe, kurgu ya da fantastik olanlardan ziyade gerçek hayattaki
bilim insanı tasvirlerinde de karşımıza çıkmaktadır. Bilim dünyasının popüler kül-
türdeki imajı üzerine yapılan çalışmalar, kurmaca bilim adamının, gerçek hayat-
takinden nasıl farklı bir eğilim gösterdiğini anlatır. Örneğin; ünlü doktorlar Fran-
kenstein, Faust, Jekyll ve Strangelove; deli, alkolik, psikopat veya bazı tasvirlerde
takıntılı aksedilirken; gerçek hayattaki bilim insanları ise inanılmaz derecede aziz,
gerçek olamayacak kadar cömert, şaşırtıcı şekilde insancıl ve araştırmaları yoluna
CH RI S T OP H E R F RAY L I NG
kazanır. Son olarak, Georges Mèliés’in bu yüzyılın başında çektiği ilk animasyon
filminde, Institute of Incoherent Geopraphy7 olarak adlandırılan bir yerde faali-
yet gösteren çılgın, silindir şapkalı, eğlence havasındaki kâşif ve bilim adamlarını
görürüz. O zamandan beri, çılgın bilim adamlarının veya onların yaratıcılarının
dünya çapındaki tüm korku ya da fantastik filmlerin %31’inde kötü adam olduğu,
bilimsel ya da psikiyatrik araştırmaların tüm korku ve fantastik filmlerde tehditle-
rin %40’ını ürettiği düşünülmektedir. Bu verilerin aksine bilim insanlarının sade-
ce %11’inin korku filmlerinin kahramanları olduğu görülür.
Azizler, izahtan vareste “bilimsel” bir düşünce tarzına sahiptirler, “Buldum! (Eure-
ka!)” demeye meyillidirler ve başarıları, etraflarındaki bilim camiasını, yöntemleri-
nin bilgeliği konusunda anında ikna eder. Her şey öyle basit görünüyor ki. Pek tabii,
mantığının gerisindeki yöntemleri açığa vuran ve ortaya koyduğu sonuçları meş-
rulaştıran, bulunduğu girişimin kalbine belirginliği koyan, böylece her şeyi açık
hale getirmeye dayanan eleştirel rasyonalizm son 10-15 yıldır kuvvetli bir kuramsal
saldırı altındadır. Changing Order8 adlı eseriyle sosyolog Harry Collins ve felsefe-
ci Paul Feyeraband gibi araştırmacılar, bilimde de -her şeyde olduğu gibi- pekâlâ
varsayımlar olabileceğini, ancak bunların çoğunun bilinçsizce ve açıkça tartışıl-
madan değiştirilme veya uyarlanma, hatta kayda değer ölçüde öznelliği dâhil etme
1 77
7
Tutarsız Coğrafya Enstitüsü olarak Türkçeye çevrilebilir (Ç.N.).
8
Değişen Düzen olarak Türkçeye çevrilebilir (Ç.N.).
eğiliminde olduklarını vurgulamışlardır. Başka bir deyişle, araştırmanın Edward G.
Robinson versiyonu, laboratuardaki bilim ve bilim yapanlar ile pek örtüşmemekte-
dir. Harry Collins’e göre Changing Order; irrasyonellik, zanaat bilgisi ya da hakikat
Eğer, araştırmacı olarak bilim insanı stereotipinin -özdeş olmasa da sanat ve ta-
sarıma daha yakın görünmesini sağlamak için- bazı düzenlemelere ihtiyacı varsa;
sanatçının popüler imajının daha da fazla çalışılmaya ihtiyacı vardır. Elbette, Rö-
Ç E V . ÖZGÜ GÜ NDE Ş L İ OĞL U
nuları araştırma işini nasıl yürütebildiklerini gösterir. Bu yüzyılda ise, optik sanat
ve bilgisayar ile ilgilenen sanatçılar ya da göstergebilimci-sanatçılar gibi algı ka-
pılarını keşfedenleri, bu anlamda mirasçılar olarak değerlendirebiliriz. Sanat için
araştırma ve bazen sanat yoluyla araştırma ile ayrımı yeniden kullanan; Leonardo,
Stubbs, Constable gibi klasik örneklerin oldukça uzun zaman önceye tarihleniyor
olması bir problem olarak düşünülebilir. İçinde bulunduğumuz elektron mikros-
kopları ve ileri görüntü çağında, onların çizimlerinin bugünkü araştırmaları tetik-
leyen şey olma olasılığı düşük gibi gözükebilir. Bu noktada Tom Jones’un (1980)
R ES E A R C H I N A R T AN D D E SI G N
9
James D. Watson’un 1968 tarihli kitabı “İkili Sarmal: DNA Yapı Çözümünün Öyküsü” adıyla Türkçeye çev-
rilmiştir (Ç.N.).
Fotoğrafçılığın erişemediği şekillerde konuya göndermede bulunma ve açıklama
getirme çok daha olası hale gelmiştir. Bununla birlikte, örnekler şunu göstermek-
tedir;
Rönesans’tan bu yana gıyabında her bir ressama fahri doktora unvanı verilmesinin
sorgulanmıyor oluşu bir teselli olarak düşünülebilir. Hangi tanım referans alınırsa
alınsın, bu durum -prensipte veya pratikte- güzel sanatlar etkinliklerinin tamamı
için uygun olamaz. Neden olsun ki? Eğer Picasso felsefeden bir doktora derece-
si isteseydi, o zaman için herhangi bir tanesine kayıt yaptırabilirdi elbette. Fakat,
bunun yerine, batı dünyasından gelen fahri doktora derecelerini geri çevirdiği söy-
lenir. Sadece statü, ayrıcalık ve gelir elde etmek adına değil; araştırma yapmanın
kurumsal, pedagojik, akademik veya teknik bir sebebi olması gerekir.
Bunu açıklamak için, daha önce alıntılanan Picasso ifadesine aykırı olarak, John
CH RI S T OP H E R F RAY L I NG
Sanatçı klişesi gibi -genel olarak sanat öğrencisinin imajından yola çıkılarak,
1950’lerde icat edilen- genç tasarımcının yeni imajının da sadece tasarım araştır-
ması, tasarım yöntemleri, temel tasarım ve referans malzeme, prosedür ya da zihin-
sel tutumların kullanımı çerçevesinde değil, tarih bağlamında da yeniden ele alın-
ması gerekmektedir. Bir anlamda, tasarım olarak araştırma kavramı -sonuçta elde
edilen bilginin belirli bir uygulama için kullanıldığı uygulamalı araştırma (applied
research); yeni bilgiyi ya da anlayışı üretmek ve doğrulamak için eylemin hesap-
landığı eylem araştırması (action research) ya da (çok nadiren rastlansa da) temel S A NA T V E TA S AR I M DA A R A ŞT I R M A
10
“Alaylı” sözcüğü “self-taught” ifadesinin karşılığı olarak kullanılmıştır. Bu ifade hem formal bir eğitim
1 79
Tasarımcının stil savaşçısı olarak -sığ, trend takipçisi, yüzeylere ve işaretlere ta-
kıntılı- popüler görüntüsü ise tasarımda araştırma ve yöntem geleneğine, aslında
örtük bilginin tasarımcı tarafından bir yöntem olarak kullanılmasına ya da uygu-
lamalı göstergebilime olanak sağlamaz. Bu noktada Channel Four’daki The Art of
Persuasion12 adlı dizimin çekimlerinde, alanında öne çıkan bir uzmanla gösterge-
bilim konusundaki uğraşısı hakkında yaşadığım anekdotu örnek verebilirim. “Ah,
o” dedi. “Yaşamak için yaptığım bir şey!”.
Ç E V . ÖZGÜ GÜ NDE Ş L İ OĞL U
Yine, bilim insanının -eleştirel rasyonalist, temel araştırmalarla haşır neşir, “Bul-
dum” veya “çılgınca bir fikir ama işe yarayabilir” şeklinde bağıran- popüler imgesi
de aynı şekilde hedeften oldukça uzaktır. Bilim yapmak -bilim hakkındaki post-
rasyonelleşmenin aksine- bilim felsefesi ve bilim sosyolojisi üzerine yapılan son
araştırmalar bir şekilde rehberlik etmezse mümkün değildir. Bilim yapmak, daha
CH RI ST OP H E R F RAY L I NG
Söylediklerimin çoğunda gizli biçimde bir başka stereotip olan “uygulayıcıya (pra-
tisyen)” yönelik bir eleştiri vardır. Eylemin tefekkürü takip etmesi ya da tefekkürün
eylemi takip etmesi, özellikle “uygulama (pratik)” diye işaretlenmiş bir kutuya ko-
nulabilirmiş gibi. Araştırma yapmak bir pratiktir, yazmak bir pratiktir, bilim yap-
mak bir pratiktir, tasarım yapmak bir pratiktir ve sanat yapmak bir pratiktir. Beyin,
beyni bilgilendiren eli kontrol eder. Sanatı ve tasarımı diğer tüm uygulamalardan
ayırmak ve tek başlarına farklı bir dünyada olduklarını iddia etmek, sadece kavram-
R ES E A R C H I N A R T AN D D E SI G N
sal olarak garip değildir, aynı zamanda (Stuart Macdonald’ın deyimiyle) artecidal13
da olabilir. Evet, sanat ve tasarım 1837’den beri ana akımdan ayrı olarak öğretilmiş-
tir. Fakat bu kavramsal bir ifade değil, kurumsal bir kazadır.
Peki, tüm bunlar nereye gitmektedir? “Araştırmanın” dağınık olmaktan ziyade, çok
daha yakınsak bir faaliyet olduğu yönündeki önemli düşüncenin uzağında bir yere
gittiği aşikâr. Ayrıca “araştırma”, sanat, zanaat ve tasarım uygulamaları ve eğitimi
için -belki de en- önemli zenginlik olmuştur, olabilir ve olmaya devam edecektir.
1970 tarihli The History and Philosophy of Art Education adlı kitabın yazarı Stuart Macdonald’a ait arte-
13
cidal terimi sanat (İng. art) + öldürme eylemi (İng. cidal) kelimelerinden türetilmiştir. Anlamı daraltmamak
adına kelime orijinal şekliyle bırakılmıştır (Ç.N.).
Çok fazla ortak zemin, ayrıca çok fazla özel bölge de vardır. Aslında ne yaptığımıza
uygun olabilecek araştırma türleri hakkında bazı pratik önerilerde bulunmak için
daha önce değindiğim (Herbert Read’den türetilen) üç kategoriyi tamamlamak is-
tiyorum;
Bir diğer geniş kategori (küçük olsa da) olarak sanat ve tasarım yoluyla Araştırma;
CH RI S T OP H E R F RAY L I NG
RCA’daki Canon renkli fotokopi makinesi bir grup lisansüstü öğrenci tarafından
deneysel bir çalışma bağlamında kullanılmış; sonuçlar hem sergilenmiş hem de
yazılı olarak ifade edilmiştir.
RCA’da, seçkin parçaları sergilenen ve yayınlanmış bir esere sahip bireylere yüksek
doktora (higher doctorates) veya onursal doktora (honorary doctorates) veriyoruz.
Ancak, şu anda, sanatının “kendisi adına konuştuğu” söylenen işler için araştırma
dereceleri sunmuyoruz. Doğru ya da yanlış, burada amacın bilgi ve kavramadan
ziyade sanat olduğunu hissetme eğilimindeyiz: Picasso felsefesi. Ayrıca, tüm sanat
tarihinin lisansüstü bir araştırma derecesi için uygun olduğu bir konumda olmak
istemediğimizi hissediyoruz. Birtakım farklılıklar olmalı.
CH RI ST OP H E R F RAY L I NG
Roman yazarı E.M. Forster’ın teyzesi bir keresinde Forster’a şöyle söylemiş:
Bu ifade tam da ilk kategoriye (sanat ve tasarım üzerine Araştırma) çok benziyor.
Bunu değiştirip:
şeklinde yeniden yazarsak bana öyle geliyor ki elimizde büyüleyici bir ikilem ol-
muş olur: Otobiyografi ve kişisel gelişim hakkında olduğu kadar aktarılabilir bilgi
hakkında da. Buna sadece sanat, zanaat ve tasarım için araştırmanın daha fazla
irdelenmeye ihtiyacı olduğunu ekleyebilirim. “Araştırma”dan korkmamamız veya
ondan garip bir şekilde kaçınmamamız fikrine alıştıktan sonra, işte o zaman tar-
tışma gerçekten başlayabilir.
1 82
KAYNAKÇA
Agnew, K. (1993). The spitfire: legend or history? an argument for a new research
culture in design. Journal of design history, 6, 2, s.121-130.
Constable, J. (1836). Lecture notes: May 26 & June 16 1836. R. Goldwater ve M. Tre-
ves (Ed.). Artists on art (s.270-273) içinde. Londra: John Murray.
Jones, T. (1980). Research in the visual fine arts. Leonardo #13 (s.89-93) içinde. MIT
Press.
Picasso, P. (1985). An interview (reprinted from The Arts, New York, May 1923). R.
Goldwater ve M. Treves (Ed.). Artists on art (s. 416-417) içinde. Londra: John Murray.