Sanat Ve Tasar - Mda Ara - T - Rma (#594121) - 765499 PDF

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 11

Sanat ve Tasarımda Araştırma1

Sanatçılar, zanaatkârlar ve tasarımcılar söz konusu olduğunda “araştırma” keli-


Yazar
mesi, kimi zaman bu alanların her birine has uygulamalardan oldukça farklı bir
Christopher FRAYLING
faaliyete denk düşüyor gibi görünmektedir. Tıpkı, “araştırma her zaman eskiyi
incelemeyi kapsar” ifadesinde olduğu gibi konuşmada vurgu sözcüğün ilk hece-
Çeviri
sine yönelir2. Fakat sanat, zanaat ve tasarım, pek tabii yeni olanla ilgilidir. Keli-
Özgü GÜNDEŞLİOĞLU
me alışılageldiği üzere; izole bilim insanlarının ikamet ettiği, uzmanlık kütüpha-
Arş, Gör.,
nelerinin gizemli köşeleriyle; laboratuvarlarda beyaz önlükleri ve test tüpleriyle
Akdeniz Üniversitesi,
ancak küçük bir grubun anladığı şeyler yapan insanlarla; yüksekokullar yerine
Güzel Sanatlar Fakültesi,
üniversitelerle, temas kurmak yerine belirli bir mesafede durmakla; artefakt ye-
Seramik Bölümü,
rine artyfakt3 ile ve kelimeler yerine fiiliyatla ilişkilendirilmiştir.
ogundeslioglu@akdeniz.edu.tr

Ancak son zamanlarda -yükseköğrenimin devlet tarafından finanse edilmesine


ilişkin kararların faydacı sonucu olarak- muhalif bir eğilim ortaya çıkmış; keli- Akdeniz Sanat Dergisi

me, sanatçılar, zanaatkârlar ve tasarımcıların sürekli yaptıkları şeylerle, artyfakt Cilt: 13, Sayı:24

yerine artefakt ile ve kelimelerden ziyade eylemlerle bağlantılandırılmaya baş-


lanmıştır. Makale Gönderim

30.04.2019
Şimdiye kadar, tartışmanın çoğu -ve tarafların zihinsel bulanıklığı da- araştır- Makale Kabul
manın ne olduğu, neleri içerdiği ve ne ortaya koyduğuna dair bir dizi basmaka- 23.06.2019
lıp görüş etrafında cereyan etmiştir. Bu arada konu, (tüm ciddiyetiyle sorulan)
“bir resim sergisi araştırma sayılır mı, sayılmaz mı?” sorusu gibi son derece garip
yönlere doğru da gitmiştir. Bu çalışma, bahsi geçen kalıpların bazılarını kırmayı
ve tartışmayı açıkça çıkmaz olduğu görülen sokaklardan öteye götürmeyi hedef-
lemektedir.

Şu anda, yükseköğrenim kapsamında, çok sayıda araştırma tanımının ve bir o ka-


dar da bu tanımları destekleyen gerekçenin dolaşımda olduğu görülmektedir. Bu
sebeple kökene yani Oxford İngilizce Sözlüğe (OED) dönmenin doğru olacağını dü-
şündüm. OED, biri küçük “a” harfi, diğeri büyük “A” harfi ile olmak üzere iki temel
tanımın yanı sıra birçok yan anlam sıralamaktadır. “Belirli bir şeyi veya kişiyi keş-
fetmek ya da bulmak için özenli ve detaylı bir şekilde yapılan arama eylemi” anla-
mına gelen küçük “a” ile araştırma; ilk önce 1577’de kraliyet kayıtlarında, daha son-
ra en eski dedektif öykülerinden biri sayılabilecek 1794 tarihli William Godwin’in
Caleb Williams adlı eserinde (ipuçları ve kanıtlar ile ilgili olarak), akabinde de
1847’de Charlotte Bronte tarafından bir gecelik konaklama arayışını açıklamak için
kullanılmıştır. Yan anlamlar ise “soruşturma, olayların araştırılması, aynı zaman-
da böyle bir soruşturmayı yürüten kişilerin niteliği” tanımlarının yanı sıra, müzik
ve şiirde “bestecinin parçasının nihai halinde kullanacağı gerilim ve dokunuşları
araştırdığı veya gözlemlediği bir tür prelüt​” içeriğini taşır. Yani son dört yüzyılda
küçük harfle araştırma; sanat pratiği, kişisel arayışlar ya da bir dedektifin çözmesi
gereken ipuçları ve topladığı kanıtlar için kullanılmıştır. Sözlüğün işaret ettiğine
1
Research in Art and Design başlıklı makale, yazarın 06 Şubat 2019 tarihli izni ile çevrilmiştir. İlgili maka-
lenin orijinaline aşağıdaki linkten ulaşılabilir. http://researchonline.rca.ac.uk/384/
2
Yazar, araştırma  kavramının İngilizcesi olan  research  kelimesinin ilk hecesindeki  re-search vurgusuna
gönderme yapmıştır (Ç.N.).
1 73

3
Anlamı daraltmamak adına artefact ve artyfact kelimeleri yazarın kullandığı şekliyle verilmiştir. Artefa-
ct  belirli bir amaca yönelik el yapımı nesne olarak;  artyfact  ise arty kavramına gönderme yapan kelime
oyunu doğrultusunda, sanat eseri ya da sanatsal yönde değerlendirilen nesne olarak düşünülebilir (Ç.N.).
göre, araştırma eylemi itina gerektirir. Ayrıca, bir suçlu, gece konaklamak için bir
yer ya da bildik bir müzik teması gibi önceden tanımlanmış olan bir şeyi aramayı
içerir. Bu eylem profesyonellik ve kaide içermez ya da laboratuvarlarla ilgili değil-
dir. Bu araştırmak ile ilgilidir.

OED’ye göre, büyük “A” ile Araştırma ise genellikle “ürün ve süreçlerin yenilikçiliği,
tanıtımı ve iyileştirilmesine yönelik çalışma” anlamına gelen “gelişme” kelimesiy-
le paralel kullanılır. Listelenen kullanımların neredeyse tümü, 1900’den itibaren
kimya, mimarlık, fizik, ağır sanayi ve sosyal bilimler alanlarından gelmektedir. Bü-
yük “A” harfiyle, yani mesleki bir pratik olarak Araştırma kullanımı ise üniversite
sektöründe ve kimya endüstrisinde araştırmanın profesyonelleşmesiyle geliştiril-
miştir. Örneğin 1900’de, beşerî bilimler kapsamındaki “Araştırma” şu anlamları
taşır:

•Antikacılık
•Yasa metinlerinin incelenmesi
•Özel öğretmenlik veya diğer türlü uğraşlarla finanse edilen içsel motivasyo-
na sahip bir faaliyet

Beşerî bilimlerde araştırma konsepti, yeni bakış açıları veya yeni bilgiler keşfedil-
mesi adına aslında çok yeni bir formülasyondur. Bu sebeple, kelimenin, geleneksel
olarak sanat için (ve büyük “A” anlamı ile tasarım için) kullanıldığını; araştırma ko-
Ç E V . ÖZGÜ GÜ NDE Ş L İ OĞL U

nusunun ya da nesnesinin araştırmayı gerçekleştiren kişi veya kişilerden bağımsız


bir eylem olarak ele alındığını ve bu kişilerin meseleyi başkasına aktarması gerek-
liliğinin olduğunu saptamak; bunlara ek olarak, yüzyılın başından önce, -araştır-
ma- kelimesinin belirli bir bilimsel anlam taşımadığını, aslında bilginin sanatlar
- bilimler olarak ayrılığının çok daha önceye dayandığını göstermek dışında, sözlük
bizi çok ileri götürmez.

Elbette burada tanımlardan değil kullanımdan bahsetmekteyiz ve Yumurta Adam


(Humpty Dumpty) ilkesi de burada devreye girmektedir. Alice Harikalar Diyarında
CH RI ST OP H E R F RAY L I NG

ve Aynadan İçeri isimli eserdeki Yumurta Adam karakteri kelimelerin nasıl anlam-
landırıldığına ve neler yapabileceğine dair esaslı görüşlere sahiptir.

…Bu şan ve şerefi de sana bağışlıyorum” dedi Yumurta Adam. “Şan ve şeref ile
ne demek istediğinizi anlamadım” dedi Alice. Yumurta Adam küçümseyerek
gülümsedi. “Tabi ki anlamazsın... ben sana söyleyinceye değin de anlamaya-
caksın. Demek istiyorum ki savın ne hoş mat edildi!”.

“Ama şan ve şeref bir savın hoş bir şekilde mat edilmesi anlamına gelmez ki”
diye itiraz etti Alice. “Ben bir kelimeyi kullandığımda” dedi Yumurta Adam ol-
R ES E A R C H I N A R T AN D D E SI G N

dukça horlayan bir ifadeyle, “hangi anlamı kastetmesini istiyorsam, o anlamı


kasteder…ne bir fazlası ne bir eksiği.”

“Sorun” dedi Alice “sözcüklere başka anlamlar yükleyip yükleyemeyeceğiniz”.


“Sorun” dedi Yumurta Adam, “hangisinin efendi olacağıdır… İşte hepsi bu
(Carroll, 2010, s. 215)4.

Hangisi efendi olmalı? Ya da başka bir deyişle, onay nereden geliyor? Bir akran
grubundan, bir kurumdan, bir fonlama kuruluşundan, kâr amacı gütmeyen bir yük-
sek okuldan veya tamamen toplumun bir bölümünden mi? Bu; unvanlar, tasdikler,
akademik durumlar ve kişilerin cüppelerinin rengi hakkında veya daha da ilginci
1 74

4
Carroll, L. (2010). Alice harikalar diyarında ve aynadan içeri (K. Erzincan Kına, Çev). İstanbul: İthaki Yayın-
ları] künyeli Türkçe çeviriden alınmıştır (Ç.N.).
sanat, zanaat ve tasarımda ne yaptığımızın özü hakkında, -küçük “p” harfi ile- po-
litik bir sorudur.

Politika ve maddi çıkardan biraz daha fazlasının olduğunu varsayarsak, bu tartışma-


yı çevreleyen ve yaygın olarak paylaşılan varsayımların bazılarına değinmek; bunları
deşifre etmek ve daha pratik bir kullanım için nasıl adapte edilebileceklerini in-
celemek gerekir. Bunun için Picasso’nun Avignonlu Kızlar tablosu ele alınabilir.

“Bence” dedi Picasso, “Araştırmak resim yapma bağlamında hiçbir şey ifa-
de etmiyor. Gerekli olan şey ise bulmaktır. Kimse, gözlerini yere sabitlemiş,
serveti ayağına getirecek cüzdanı arayarak hayatını harcayan bir adamı takip
etmek istemez…

İşlemek ile suçlandığım günahların hiçbiri, çalışmamda eserimin odak nok-


tası olarak araştırma ruhuna sahip olmamdan daha hatalı değildi. Resim ya-
parken amacım ne aradığımdan ziyade ne bulduğumu göstermektir. Sanatta
niyetler yeterli değildir ve İspanyolcada söylediğimiz gibi, sevgi sebeplerle de-
ğil gerçeklerle kanıtlanmalıdır…

Araştırma fikri, çoğu zaman resmin yoldan çıkmasına ve sanatçının zihinsel


yorgunlukta kendini kaybetmesine neden olur. Belki de bu, modern sanatın

Ç E V . ÖZGÜ GÜ NDE Ş L İ OĞL U


ana hatası olmuştur. Araştırma ruhu, modern sanattaki olumlu ve kesin un-
surları tam olarak anlamayanları ve bu sebeple görünmez, resmedilemez olanı
resmetmeye teşebbüs edenleri zehirlemiştir” (Picasso, 1985, s.416-417).

1923 tarihli Picasso’nun yayınlanması için verdiği nadir röportajlardan birinde,


1906-1907 yılları arasında Avignonlu Kızlar’ı hazırlarken kullandığı; Barselona’nın
arka sokaklarında, genelevlerin bulunduğu bir semtten aklında kalan imgeler,
Louvre’da gördüğü İber heykeller, Cezanne’nın Mont-Sainte-Victoire adlı eseri ve
güncel bir Matisse5 gibi referans malzemelerinden bahseder. Ancak, bu tür refe-
rans malzemelerinin araştırma ile karıştırılmaması gerektiğini ve her durumda, uy-
gulamanın tek amacının bitmiş bir tablo üretmek olduğunu belirtir. Sadece -onun

CH RI S T OP H E R F RAY L I NG
şüphe duyduğu türde- sanat tarihçileri meselenin başka türlü olduğunu düşüne-
bilir: Evet, Picasso araştırma ruhuna sahiptir fakat bu onun nihai hedefi değildir.
Picasso’ya göre ressam için araştırma görsel niyete denktir. O bir araştırmacı değil,
makerdır6 ve çalışmalarını sözle ifade etmek dahi içine sinmez.

Picasso’nun eseri ve aktarımı muğlak olabilir, ki yapıldığı yıl olan 1923’te bile, ne
anlama gelebileceği konusunda farklı görüşler vardır. Zaten sanatçının görevi belir-
sizliğe mahal vermeyen bir iletişim kurmak değildir. Herbert Read’in sanat eğitimi
konusundaki ünlü ayrımı bağlamında değerlendirmek gerekirse; bu bir araştırma S A NA T V E TA S AR I M DA A R A ŞT I R M A

olsa bile, sanat üzerine Araştırma ya da sanat yoluyla Araştırma değil, bu sanat
için Araştırma olarak sınıflandırılabilir. Bu ayrımı ilerleyen bölümlerde yeniden
ele alıp, detaylandıracağım.

Ancak sanatın nasıl gerçekleştiği ve sanatçının kendi pratiği ile ilişkisi hakkındaki
bazı popüler varsayımları net bir şekilde gösteren daha dramatik bir an vardır. 1956
Hollywood yapımı Ölmeyen İnsanlar (Lust for Life) adlı filmde, kızıl sakalıyla Kirk
Douglas, Güney Fransa’daki bir buğday tarlasına musallat olan kargaları kovala-
maktadır.

Kirk Douglas’ın canlandırdığı Vincent van Gogh karakteri; tez canlı, anti-rasyonel,
1 75

5
Burada ressamın adı ile ona özgü tarzdaki eseri imlenmektedir (Ç.N.).
6
Kendisi bir şeyler ortaya koyan, üreten kimse anlamında kullanılan "maker" kavramı Türkçe literatürde de
orijinal haliyle kullanılmaktadır (Ç.N.).
içe dönük ve zihninde ya da hayalinde neyin olduğunu ifade etmenin imkânsız bir
arayış olduğuna ikna edilmiş; oldukça kaçık, beyaz bir erkektir. Sanatı hakkında ko-
nuşamaz çünkü bu onun için imkansızdır. Yapabildiği en iyi şey çok hızlı üretmek
ve kargaları nasıl resmedeceğinin ya da koyu mavi girdapla, kendi fırtınalı gökyüzü-
nü nasıl yaratacağının yolunu aramaktır. Nihai tablosu, ruhsal bozukluğunun veya
“sanatsal mizaç” denilen şeyin kanıtı niteliğindedir. Filme göre, van Gogh, Buğday
Tarlası ve Kargalar adlı bu çalışmasını 1890 yazında, kendini vurmaya çalışmadan
yalnızca birkaç dakika önce tamamlamıştır. Aslında, bu onun son eseri değildir.
Ama popüler tarih bu hikâyeye inanmayı tercih etmiştir. Sanatçı, tanımı gereği
bilişsel değil dışavurumcudur ve büyük projesi kişisel gelişiminin bir uzantısıdır.
Bu otobiyografik yaklaşım tam bir kavrayış ya da empati içermez. Charlton Heston
tarafından canlandırılan Michelangelo’dan (1965), Derek Jarman versiyonu, Nigel
Terry’li Caravaggio’ya (1986) ya da Ken Russell biyografilerindeki modern örneklere
kadar, sanatçılarla ilgili film klişeleri neredeyse her zaman aynıdır. İnanıyorum ki
bizim dünyamız dışında da durum benzerdir. Burada asıl soru, John A. Walker’ın
(1993, s.46) aktarımı bağlamında hangisinin efendi olacağıdır:

Sanatın bir dışavurumdan ziyade bir yapı ya da birçok sosyal faktörün sonucu
olabileceği fikri, Hollywood ruhuna yabancıdır.

Bu sebeple, Piet Mondrian gibi anlatımcı olmayan bir sanatçı hakkında popüler bir
film uyarlaması düşünülemez.
Ç E V . ÖZGÜ GÜ NDE Ş L İ OĞL U

Tasarımcıyı ele alırsak, nispeten daha yakın bir geçmiş söz konusu olur ve bu kalıp-
lar farklılaşır. Bu sefer elimizde -dışavurumcu sanatçı yerine- kolları sıvayıp, yararlı
ve dürüst bir deneyime girişmeye hazırlanan, pipolu bir teknik adam (tesadüfen
hep adamdır) vardır. The First of the Few (1942)’da Leslie Howard’dan, The Dam
Busters (1955)’daki Michael Redgrave’e kadar örnekler çoğaltılabilir. Tasarımcı-bi-
lim adamının bilgiç tavrının en iyi anlaşıldığı sahne The Dam Busters’da karşımıza
çıkar. Bir bakanlık görevlisi, Dr. Barnes Wallis’e (Michael Redgrave) sorar: “Gerçek-
CH RI ST OP H E R F RAY L I NG

ten yetkililerin Wellington bombardıman uçağını, test için size vereceğini düşünü-
yor musunuz? Sizin adınıza Wellington’u alabilmek için onlara nasıl bir sav sunma-
lıyım?”. Teknik adam, “Onlara tasarımını benim yaptığımı söylesen, sence faydası
dokunmaz mı?” der ve Barnes Wallis, Wellington kokpitindeyken sahne sonlanır.

Yapmak, bu insanlar için tasarlamaktır. Sistematik hipotezler, düşünce yapıları


veya düzenli prosedürler değil; gelişigüzel, “üzgünüm çatıyı havaya uçurdum ama
bunun nasıl olduğunu bilirsin” tadında, zanaat-işi söz konusudur.

Ancak yakın zamanda, tasarımcının popüler imgesinde bir değişiklik olmuş ve bu


R ES E A R C H I N A R T AN D D E SI G N

durum 1980’lerin sonundaki genç tasarımcıları çalışırken ya da bir işle oyalanır-


ken gösteren çeşitli televizyon reklamlarına yansımıştır. Tasarımcı artık bir teknik
adam değil (fakat hala eril), şehir içi ormanında kendi yolunu bulabilen ve hurda
ya da atık estetiğine inanan yalnız bir savaşçıdır.

Yeni nesil tasarımcı, kentsel çorak alanlar içindeki imgelerin, işaretlerin ve türlerin
bir arkeoloğu, bir hayalci haline geldi. Bir anlam yaratıcısından ziyade; sezgisel bir
arayıcı ve iki kere düşünme ihtiyacı duymayan bir karakter vardır artık. Bu durum
otobüs yolculuğunda kulak misafiri olduğum ve “bu konuyu fazla uzatmayalım ve
ikinci kez düşünmeyelim” diyen tasarımcıyla özdeşleşir.
1 76

Dışavurumcu sanatçı, teknik adam ve stil takıntılı tasarımcı imgesinin yanı sıra,
araştırmacı-bilim adamının veya kadınının popüler imajını ve nasıl çalıştığını da
irdelemek gerekir. Bu imaj, stil takıntılı tasarımcı tasviri, çılgın sanatçı ve trend
meraklısı tasarımcının neredeyse tam tersi bir noktada konumlanmaktadır.

Araştırmacı-bilim adamı (yine eril olma eğilimi gösterir) ortaya attığı savların ya
da hipotezlerin sıralı ve düzenli prosedürlere göre doğruluğunu ya da yanlışlığını
ispat eder. Kendini, araştırma konusunun ya da nesnesinin dışında konumlandırır
ki böylece öznelliğini ve kişiliğini bastırmış olur. Bir problemi ele alır ve cevapla
ilgili geçici varsayımlarda bulunur, yanıtlar arar. Elde ettiği cevapları; yinelenebilir,
yerine konabilir ve düzenli deneyler ışığında revize etmeye devam eder. Kısaca, eleş-
tirel bir rasyonalist olarak bilinir.

İlginç bir şekilde bu klişe, kurgu ya da fantastik olanlardan ziyade gerçek hayattaki
bilim insanı tasvirlerinde de karşımıza çıkmaktadır. Bilim dünyasının popüler kül-
türdeki imajı üzerine yapılan çalışmalar, kurmaca bilim adamının, gerçek hayat-
takinden nasıl farklı bir eğilim gösterdiğini anlatır. Örneğin; ünlü doktorlar Fran-
kenstein, Faust, Jekyll ve Strangelove; deli, alkolik, psikopat veya bazı tasvirlerde
takıntılı aksedilirken; gerçek hayattaki bilim insanları ise inanılmaz derecede aziz,
gerçek olamayacak kadar cömert, şaşırtıcı şekilde insancıl ve araştırmaları yoluna

Ç E V . ÖZGÜ GÜ NDE Ş L İ OĞL U


şehit olmayı göze almış kimseler olarak karşımıza çıkar. Edward G. Robinson’un
frengi tedavisini bulan, Nobel ödüllü Dr. Ehrlich’i canlandırdığı Dr. Ehrlich’s Ma-
gic Bullet (1941) filminde; Greer Garson’un Marie Curie olarak karşımıza çıktığı
Madame Curie’de (1943) ya da Mickey Rooney’nin gençliğini, Spencer Tracey’in de
yetişkinlik dönemini canlandırdığı Thomas Edison, bu bağlamdaki kült örnekler-
dir. Edward G. “insanların kalbinden kin ve hırsı temizlemek için” sokağa çıkar.
Tam bilimsel keşfi gerçekleştirdiği anda Madam Curie, kocası Walter Pigeon’a dö-
ner ve “Pierre, sakıncası var mı? Önce sen baksan” der (senaryoya göre Pierre anla-
yışla gülümser ve eşinin koluna dokunur). Fakat bütüne bakıldığında psikopatlar

CH RI S T OP H E R F RAY L I NG
kazanır. Son olarak, Georges Mèliés’in bu yüzyılın başında çektiği ilk animasyon
filminde, Institute of Incoherent Geopraphy7 olarak adlandırılan bir yerde faali-
yet gösteren çılgın, silindir şapkalı, eğlence havasındaki kâşif ve bilim adamlarını
görürüz. O zamandan beri, çılgın bilim adamlarının veya onların yaratıcılarının
dünya çapındaki tüm korku ya da fantastik filmlerin %31’inde kötü adam olduğu,
bilimsel ya da psikiyatrik araştırmaların tüm korku ve fantastik filmlerde tehditle-
rin %40’ını ürettiği düşünülmektedir. Bu verilerin aksine bilim insanlarının sade-
ce %11’inin korku filmlerinin kahramanları olduğu görülür.

Bir nevi azizlerden günahkarlara.


S A NA T V E TA S AR I M DA A R A ŞT I R M A

Azizler, izahtan vareste “bilimsel” bir düşünce tarzına sahiptirler, “Buldum! (Eure-
ka!)” demeye meyillidirler ve başarıları, etraflarındaki bilim camiasını, yöntemleri-
nin bilgeliği konusunda anında ikna eder. Her şey öyle basit görünüyor ki. Pek tabii,
mantığının gerisindeki yöntemleri açığa vuran ve ortaya koyduğu sonuçları meş-
rulaştıran, bulunduğu girişimin kalbine belirginliği koyan, böylece her şeyi açık
hale getirmeye dayanan eleştirel rasyonalizm son 10-15 yıldır kuvvetli bir kuramsal
saldırı altındadır. Changing Order8 adlı eseriyle sosyolog Harry Collins ve felsefe-
ci Paul Feyeraband gibi araştırmacılar, bilimde de -her şeyde olduğu gibi- pekâlâ
varsayımlar olabileceğini, ancak bunların çoğunun bilinçsizce ve açıkça tartışıl-
madan değiştirilme veya uyarlanma, hatta kayda değer ölçüde öznelliği dâhil etme
1 77

7
Tutarsız Coğrafya Enstitüsü olarak Türkçeye çevrilebilir (Ç.N.).
8
Değişen Düzen olarak Türkçeye çevrilebilir (Ç.N.).
eğiliminde olduklarını vurgulamışlardır. Başka bir deyişle, araştırmanın Edward G.
Robinson versiyonu, laboratuardaki bilim ve bilim yapanlar ile pek örtüşmemekte-
dir. Harry Collins’e göre Changing Order; irrasyonellik, zanaat bilgisi ya da hakikat

hakkında hipotez üretmektense onu müzakere etmeyi ve en önemlisi önermesel


bilgiden ziyade örtük (tacit) bilgiyi içerir (zaten önermesel bilgi varsa, orada yeterli
miktarda örtük bilgi de bulunur). Bilim tarihi ve bilim felsefesi bağlamında ise, Mi-
chael Faraday’ın yöntemlerini inceleyen David Gooding gibi tarihçiler özellikle 19.
yüzyıldaki deney odaklı bilim insanları ve yaratıcı sanatçılar arasındaki bağlantıyı
(bilhassa hayal gücü, sezgi ve zanaat uygulamalarının benzer kullanımı üzerinden)
vurgulamaktadır. Sanatçının, sanat ile araştırma arasında bağlantı olduğuna in-
sanları ikna etmekte zorlandığı yerde; bilim insanı da (araştırma uzmanlığı yakın
zamanda kabul görmüş olan) bilim insanından ziyade sanatçıya atfedilen, yaratıcı-
lık kavramıyla aynı problemi yaşar. Bu, kısmen keşif sürecinin yakın zamana kadar
neredeyse göz ardı edilmesinin ve bilim tarihçilerinin sanat faaliyetlerine artan
ilgisinin nedenidir. Bu noktada Double Helix’e9 bakılabilir ki, neredeyse bir sanat-
çının otobiyografisi olabileceği görülecektir.

Eğer, araştırmacı olarak bilim insanı stereotipinin -özdeş olmasa da sanat ve ta-
sarıma daha yakın görünmesini sağlamak için- bazı düzenlemelere ihtiyacı varsa;
sanatçının popüler imajının daha da fazla çalışılmaya ihtiyacı vardır. Elbette, Rö-
Ç E V . ÖZGÜ GÜ NDE Ş L İ OĞL U

nesans’tan bu yana, materyallerinin ne olduğunu “hammadde” kavramının ötesin-


de incelemiş ve dışavurumcu ifadeden ziyade bilişsel çalışmış sayısız sanatçı örneği
vardır. Örneğin, George Stubbs’ın, -bilim insanları tarafından da kullanılan ve di-
seksiyonlardan oluşan bir çizim portföyü içeren- hayvan anatomisi konusundaki
araştırmaları, Stubbs’ın hayvan resimlerini mümkün kılmıştır ve bunlar, fotoğraf-
larla sürekli paralellik göstermiştir. John Constable’ın bulut oluşumu üzerine yap-
tığı araştırmalar ve bulut çizimleri de yine ressamın manzara resimlerine imkân
sağlamıştır. Bu, Stubbs ve Constable’ın veteriner ya da hava durumu uzmanı oldu-
ğunu değil, bilinçli bir şekilde bilişsel bir deneyimde, kendi dışlarında var olan ko-
CH RI ST OP H E R F RAY L I NG

nuları araştırma işini nasıl yürütebildiklerini gösterir. Bu yüzyılda ise, optik sanat
ve bilgisayar ile ilgilenen sanatçılar ya da göstergebilimci-sanatçılar gibi algı ka-
pılarını keşfedenleri, bu anlamda mirasçılar olarak değerlendirebiliriz. Sanat için
araştırma ve bazen sanat yoluyla araştırma ile ayrımı yeniden kullanan; Leonardo,
Stubbs, Constable gibi klasik örneklerin oldukça uzun zaman önceye tarihleniyor
olması bir problem olarak düşünülebilir. İçinde bulunduğumuz elektron mikros-
kopları ve ileri görüntü çağında, onların çizimlerinin bugünkü araştırmaları tetik-
leyen şey olma olasılığı düşük gibi gözükebilir. Bu noktada Tom Jones’un (1980)
R ES E A R C H I N A R T AN D D E SI G N

görüşü devreye girer:

Leonardo Da Vinci’nin çizimleri anatomik araştırmalara öncülük ederken, bir


sanatçının şu anda bu alanda yaptığı herhangi bir eser, çıplak gözle görüle-
bileceklerin ötesinde ilerlemiş olan anatomi çalışmaları için ancak referans
materyali olabilir. Ek olarak, bugün tıp alanında uzmanlaşmak için gerekli
olan yeterlilikler o kadar geniştir ki, herhangi bir sanatçının bu yeterliliklere
erişme ihtimali oldukça düşüktür. Aslında, mevcut bilimsel anlayış göz önü-
ne alındığında, günümüzde konuyla ilgili derinlemesine araştırma yapmanın
(Stubbs, Constable ve Leonardo da Vinci’de tanımlandığı şekilde) mümkün
olduğunu düşünmek zordur.
1 78

9
James D. Watson’un 1968 tarihli kitabı “İkili Sarmal: DNA Yapı Çözümünün Öyküsü” adıyla Türkçeye çev-
rilmiştir (Ç.N.).
Fotoğrafçılığın erişemediği şekillerde konuya göndermede bulunma ve açıklama
getirme çok daha olası hale gelmiştir. Bununla birlikte, örnekler şunu göstermek-
tedir;

• sanatçılar bilişsel anlamda da en dışavurumcu tarz kadar sık ​​çalışmışlardır

• bazı sanatlar belirli tanımlara göre araştırma olarak sayılabilir

• fakat bazıları sayılmaz.

Rönesans’tan bu yana gıyabında her bir ressama fahri doktora unvanı verilmesinin
sorgulanmıyor oluşu bir teselli olarak düşünülebilir. Hangi tanım referans alınırsa
alınsın, bu durum -prensipte veya pratikte- güzel sanatlar etkinliklerinin tamamı
için uygun olamaz. Neden olsun ki? Eğer Picasso felsefeden bir doktora derece-
si isteseydi, o zaman için herhangi bir tanesine kayıt yaptırabilirdi elbette. Fakat,
bunun yerine, batı dünyasından gelen fahri doktora derecelerini geri çevirdiği söy-
lenir. Sadece statü, ayrıcalık ve gelir elde etmek adına değil; araştırma yapmanın
kurumsal, pedagojik, akademik veya teknik bir sebebi olması gerekir.

Bunu açıklamak için, daha önce alıntılanan Picasso ifadesine aykırı olarak, John

Ç E V . ÖZGÜ GÜ NDE Ş L İ OĞL U


Constable’ın (1836, s. 270-273) Royal Institution’da 1836 Mayıs’ında gerçekleştirdiği
bir ders kapsamında aktardığı ünlü deyişi ele alınabilir:

Kendi mesleğim adına buradayım ve sizlerin önüne çıktığım için bu söylemin


müdahaleci bir ruhu olmadığına inanıyorum; ama dünyanın resim konusun-
da bilgi edinmek için ressamlara bakmayı tercih etmesi konusunda endişeli-
yim. Bizimkinin şiirsel olduğu kadar bilimsel de olan ve adamakıllı öğretilen
bir meslek olduğunu… ve manzara resminin tarihindeki bağlantıların izini
sürerek hiçbir ressamın alaylı10 olmadığını göstermeyi umuyorum… Resim
bir bilimdir ve doğa yasalarını sorgulama yönünde sürdürülmelidir… Öyleyse,
neden manzara resimleri deneyler gibi doğa felsefesinin bir dalı olarak kabul
edilemiyor?

CH RI S T OP H E R F RAY L I NG
Sanatçı klişesi gibi -genel olarak sanat öğrencisinin imajından yola çıkılarak,
1950’lerde icat edilen- genç tasarımcının yeni imajının da sadece tasarım araştır-
ması, tasarım yöntemleri, temel tasarım ve referans malzeme, prosedür ya da zihin-
sel tutumların kullanımı çerçevesinde değil, tarih bağlamında da yeniden ele alın-
ması gerekmektedir. Bir anlamda, tasarım olarak araştırma kavramı -sonuçta elde
edilen bilginin belirli bir uygulama için kullanıldığı uygulamalı araştırma (applied
research); yeni bilgiyi ya da anlayışı üretmek ve doğrulamak için eylemin hesap-
landığı eylem araştırması (action research) ya da (çok nadiren rastlansa da) temel S A NA T V E TA S AR I M DA A R A ŞT I R M A

araştırma (fundamental research) formunda da olsa- o kadar iyi kurgulanmıştır


ki detaylandırmaya ihtiyaç duymaz. Ancak tasarıma ilişkin popüler varsayımlar -ve
hatta tasarımcı öz imajının bir kısmı- devam etmektedir. Britanya’da sanat ve tasa-
rım eğitiminin kökenleri incelendiğinde, nispeten yeni bir fenomen olarak “araş-
tırma” problemli bir alan ya da stüdyo tasarımı dışında var olan bir şey olarak kar-
şımıza çıkar. 1840’ların sonundan 1860’lara kadar olan sürede, Londra’daki devlet
tasarım okulunda eğitim gören ortalama bir tasarım öğrencisini ele alalım. Zaten
sanat ve tasarım ana akım akademik disiplinlerden ayrılmış, 1836’da denge sağlan-
maya çalışırken bunun yerine Mechanics’ Institute11 tarzı model benimsenmiştir.

10
“Alaylı” sözcüğü “self-taught” ifadesinin karşılığı olarak kullanılmıştır. Bu ifade hem formal bir eğitim
1 79

olmamasına hem de diğer kişilerden yardım alınmamasına gönderme yapar (Ç.N.).


11
Mekanik Enstitüleri olarak Türkçeye çevrilebilecek Mechanics’ Institute, özellikle teknik konularda çalı-
şan yetişkin erkeklere yönelik eğitim kurumlarıdır (Ç.N.).
Ancak müfredat örtük bilgiden ziyade büyük ölçüde biçimsel bilgiyi temel almış
ve tasarımı bir dil olarak benimsemiştir. Bu okullarda, eğer şanslıysanız, Owen Jo-
nes’un kitabından ya da Gottfried Semper’in yazılarından grameri öğrenirdiniz,
sonra da onu kullanmayı. Ancak dilbilgisi çalışmalarında, -botanik, fizik ve me-
kanik gibi diğer alanların da diline atıfta bulunarak- tasarım üzerine araştırma
sürecine erişim sağlanmıştır. Bu düşünmeye karşı yapma değildir. Bu, ikisinin bir
karışımı olan düşünce vurgulu pratiktir. Çünkü üniversiteden ayrıldıktan sonra
düşüncelerini uygulamak için yeterli zamanları olduğu düşünülmekteydi.

Önemli noktaları yinelemek gerekirse; sanatçının dışavurumcu delilik bağlamın-


daki popüler imgesi -aslında “araştırma” denilen- sanatta bilişsel geleneği, müm-
kün kılmamakta ayrıca sanatın sosyal, teknik ve kültürel bir dünyada gerçekleşme-
sine de izin vermemektedir.

Tasarımcının stil savaşçısı olarak -sığ, trend takipçisi, yüzeylere ve işaretlere ta-
kıntılı- popüler görüntüsü ise tasarımda araştırma ve yöntem geleneğine, aslında
örtük bilginin tasarımcı tarafından bir yöntem olarak kullanılmasına ya da uygu-
lamalı göstergebilime olanak sağlamaz. Bu noktada Channel Four’daki The Art of
Persuasion12 adlı dizimin çekimlerinde, alanında öne çıkan bir uzmanla gösterge-
bilim konusundaki uğraşısı hakkında yaşadığım anekdotu örnek verebilirim. “Ah,
o” dedi. “Yaşamak için yaptığım bir şey!”.
Ç E V . ÖZGÜ GÜ NDE Ş L İ OĞL U

Aynı şekilde, sanat ve tasarım öğrencisinin popüler imajı da araştırmanın (herhan-


gi bir tanım ele alınabilir) müfredatın merkezi bir parçası olduğunu görmezden
gelmektedir.

Yine, bilim insanının -eleştirel rasyonalist, temel araştırmalarla haşır neşir, “Bul-
dum” veya “çılgınca bir fikir ama işe yarayabilir” şeklinde bağıran- popüler imgesi
de aynı şekilde hedeften oldukça uzaktır. Bilim yapmak -bilim hakkındaki post-
rasyonelleşmenin aksine- bilim felsefesi ve bilim sosyolojisi üzerine yapılan son
araştırmalar bir şekilde rehberlik etmezse mümkün değildir. Bilim yapmak, daha
CH RI ST OP H E R F RAY L I NG

çok tasarım yapmak gibidir.

Söylediklerimin çoğunda gizli biçimde bir başka stereotip olan “uygulayıcıya (pra-
tisyen)” yönelik bir eleştiri vardır. Eylemin tefekkürü takip etmesi ya da tefekkürün
eylemi takip etmesi, özellikle “uygulama (pratik)” diye işaretlenmiş bir kutuya ko-
nulabilirmiş gibi. Araştırma yapmak bir pratiktir, yazmak bir pratiktir, bilim yap-
mak bir pratiktir, tasarım yapmak bir pratiktir ve sanat yapmak bir pratiktir. Beyin,
beyni bilgilendiren eli kontrol eder. Sanatı ve tasarımı diğer tüm uygulamalardan
ayırmak ve tek başlarına farklı bir dünyada olduklarını iddia etmek, sadece kavram-
R ES E A R C H I N A R T AN D D E SI G N

sal olarak garip değildir, aynı zamanda (Stuart Macdonald’ın deyimiyle) artecidal13
da olabilir. Evet, sanat ve tasarım 1837’den beri ana akımdan ayrı olarak öğretilmiş-
tir. Fakat bu kavramsal bir ifade değil, kurumsal bir kazadır.

Peki, tüm bunlar nereye gitmektedir? “Araştırmanın” dağınık olmaktan ziyade, çok
daha yakınsak bir faaliyet olduğu yönündeki önemli düşüncenin uzağında bir yere
gittiği aşikâr. Ayrıca “araştırma”, sanat, zanaat ve tasarım uygulamaları ve eğitimi
için -belki de en- önemli zenginlik olmuştur, olabilir ve olmaya devam edecektir.

"İkna Sanatı" olarak Türkçeye çevrilebilir (Ç.N.).


12
1 80

1970 tarihli The History and Philosophy of Art Education adlı kitabın yazarı Stuart Macdonald’a ait arte-
13

cidal terimi sanat (İng. art) + öldürme eylemi (İng. cidal) kelimelerinden türetilmiştir. Anlamı daraltmamak
adına kelime orijinal şekliyle bırakılmıştır (Ç.N.).
Çok fazla ortak zemin, ayrıca çok fazla özel bölge de vardır. Aslında ne yaptığımıza
uygun olabilecek araştırma türleri hakkında bazı pratik önerilerde bulunmak için
daha önce değindiğim (Herbert Read’den türetilen) üç kategoriyi tamamlamak is-
tiyorum;

• Sanat ve tasarım üzerine Araştırma (Research into art and design)

• Sanat ve tasarım yoluyla Araştırma (Research through art and design)

• Sanat ve tasarım için Araştırma (Research for art and design)

Allison sanat ve tasarım araştırma endeksine, 1980’lerin ve 1990’ların başında-


ki CNAA (Council for National Academic Awards) verilerine ve Royal College of
Art’daki (RCA) kişisel deneyimlerime göre, sanat ve tasarım üzerine Araştırma en
anlaşılır ve en yaygın olanıdır. Tarihsel Araştırma; Estetik ve Algısal Araştırma; Sa-
nat ve tasarım üzerine sosyal, ekonomik, politik, etik, kültürel, ikonografik, teknik,
maddi, yapısal vb. teorik bağlamda araştırmayı kapsar. Üniversitede yapılan dokto-
ra veya yüksek lisans tezlerini içerir. Anlaşılırdır; çünkü, kurallarını ve prosedürle-
rini elde etmek için sayısız model -ve arşive- erişmek mümkündür.

Bir diğer geniş kategori (küçük olsa da) olarak sanat ve tasarım yoluyla Araştırma;

Ç E V . ÖZGÜ GÜ NDE Ş L İ OĞL U


Allison endeksi, CNAA belgeleri ve RCA’daki stüdyo projelerinden edindiğim kişisel
deneyimlere göre, daha az anlaşılırdır ancak yine de tanımlanabilir ve belirgindir.

• Materyal araştırması: Imperial College of Science and Technology iş bir-


liğinde (bu araştırma alanında ortaklıklar çok faydalıdır) RCA ve Camberwell’deki
metal işleri ve mücevher bölümlerinde titanyum püskürtme veya renklendirilmesi
gibi başarıyla tamamlanmış metal projeleri.

• Geliştirme çalışmaları: Örneğin, daha önce kimsenin düşünmediği bir şeyi


yapmak için bir teknolojiyi özelleştirmek ve sonuçları paylaşmak. Güncel bir örnek:

CH RI S T OP H E R F RAY L I NG
RCA’daki Canon renkli fotokopi makinesi bir grup lisansüstü öğrenci tarafından
deneysel bir çalışma bağlamında kullanılmış; sonuçlar hem sergilenmiş hem de
yazılı olarak ifade edilmiştir.

• Eylem araştırması: Bir araştırma günlüğünün adım adım stüdyolardaki


pratik bir deneyi anlattığı ve sonuçta ortaya çıkan raporun onu bir bağlama oturt-
mayı amaçladığı araştırma türü. Araştırmayı referans materyallerinin toplanma-
sından ayıran şey olarak hem günlük hem de rapor, sonuçları iletmek için vardır.
Kenneth Agnew (1993) kısa süre önce ürünlerin tasarımı yoluyla yapılan araştırma
konusunda şu önemli hususu aktarmıştır:
S A NA T V E TA S AR I M DA A R A ŞT I R M A

Onları üreten tasarım sürecinin herhangi bir temel belgelendirmesinin bu-


lunmaması işleri aksattı. En iyi ihtimalle, tek kanıt nesnenin kendisidir ve
kanıtlar şaşırtıcı derecede kısa ömürlüdür. Orijinal ürünün iyi bir örneğinin
hala var olması gizemli bir durumdur.

Bu tür araştırmalar sanat, zanaat veya tasarım etkinlikleriyle neyin başarıldığını ve


aktarıldığını net olarak belirlediğimiz sürece Herbert Read’in “sanat yoluyla eğitim”
kavramına benzetilebilir. RCA’da bu tür araştırmalar bazen kayıttan önce öğrenci
tarafından önerilen bitirme projesi, yüksek lisans stüdyo çalışması ve araştırma
raporu ya da doktora derecesinde stüdyosu çalışmasının yanı sıra diğer derecelere
göre daha kapsamlı ve doyurucu bir araştırma raporu olarak bilinir.
1 81
Bunlar arasında en çetrefilli olanı ise, Picasso’ya göre gerçek bir araştırmadan ziya-
de referans materyalleri toplamak olan ya da sözlükte küçük bir “a” ile tanımlanan
araştırma türü olarak karşımıza çıkan sanat ve tasarım için Araştırma’dır. Nihai
ürünün el yapımı bir ürün olduğu araştırmada, düşünme tabiri caizse konuşma,
bu el yapımı üründe somutlaştırılır. Burada birincil amaç dilsel bağlamda bir ile-
tişim değil, görsel, simgesel veya imgesel bağlamda iletişim kurulabilecek bir bilgi
üretmektir. Güzel sanatlara dâhil bilişsel gelenekten bahsetmiştim ve buna gele-
cekte pek çok araştırmanın üzerine inşa edilebileceği bir gelenek gibi geliyor. Sanat
eserinin dışında dururken aynı anda içinde de duran bir gelenek. Dışavurumcu
bu geleneğin söz konusu olduğu durumlarda, insanlar neden buna büyük “A” ile
araştırma demek istiyorlar gibi ilginç bir soru üretilebilir. Motivasyon nedir? Doğru
ya, araştırma akademik olduğu kadar politik veya maddi bir mesele haline gelmiş-
tir. Burada, akademisyen olarak geçimini sağlayan insanlar tarafından “akademik”
kelimesinin “aşağılayıcı” bir kelime olarak kullanıldığını görmenin beni oldukça
eğlendirdiğini, küçük bir not olarak düşmek isterim.

Görülmektedir ki araştırma, kavramsal ve hatta bir pratik/uygulama meselesi oldu-


ğu kadar statü meselesi haline de geldi ve itiraf etmeliyim ki bu durum beni endişe-
lendiriyor. Dışavurumcu gelenek dahilinde araştırma için pekâlâ fırsatlar olabilir.
Ancak statü, sınıf ve snop karşıtlığı hakkında hararetli tartışmalar yerine yansız
araştırmalara ihtiyaçları var.
Ç E V . ÖZGÜ GÜ NDE Ş L İ OĞL U

RCA’da, seçkin parçaları sergilenen ve yayınlanmış bir esere sahip bireylere yüksek
doktora (higher doctorates) veya onursal doktora (honorary doctorates) veriyoruz.
Ancak, şu anda, sanatının “kendisi adına konuştuğu” söylenen işler için araştırma
dereceleri sunmuyoruz. Doğru ya da yanlış, burada amacın bilgi ve kavramadan
ziyade sanat olduğunu hissetme eğilimindeyiz: Picasso felsefesi. Ayrıca, tüm sanat
tarihinin lisansüstü bir araştırma derecesi için uygun olduğu bir konumda olmak
istemediğimizi hissediyoruz. Birtakım farklılıklar olmalı.
CH RI ST OP H E R F RAY L I NG

Roman yazarı E.M. Forster’ın teyzesi bir keresinde Forster’a şöyle söylemiş:

Ne dediğimi görene kadar düşündüğümü nasıl söyleyebilirim?

Bu ifade tam da ilk kategoriye (sanat ve tasarım üzerine Araştırma) çok benziyor.
Bunu değiştirip:

Ne imal ettiğimi ve ne yaptığımı görene kadar ne düşündüğümü nasıl söy-


leyebilirim?

şekline getirirsek, o zaman, ikinci kategoriyi de (sanat ve tasarım yoluyla Araştırma)


R ES E A R C H I N A R T AN D D E SI G N

ele almış oluruz. Ama eğer daha da değiştirip,

Ne imal ettiğimi ve ne yaptığımı görene kadar ne olduğumu düşündüğümü


nasıl söyleyebilirim?

şeklinde yeniden yazarsak bana öyle geliyor ki elimizde büyüleyici bir ikilem ol-
muş olur: Otobiyografi ve kişisel gelişim hakkında olduğu kadar aktarılabilir bilgi
hakkında da. Buna sadece sanat, zanaat ve tasarım için araştırmanın daha fazla
irdelenmeye ihtiyacı olduğunu ekleyebilirim. “Araştırma”dan korkmamamız veya
ondan garip bir şekilde kaçınmamamız fikrine alıştıktan sonra, işte o zaman tar-
tışma gerçekten başlayabilir.
1 82
KAYNAKÇA
Agnew, K. (1993). The spitfire: legend or history? an argument for a new research
culture in design. Journal of design history, 6, 2, s.121-130.

Constable, J. (1836). Lecture notes: May 26 & June 16 1836. R. Goldwater ve M. Tre-
ves (Ed.). Artists on art (s.270-273) içinde. Londra: John Murray.

Jones, T. (1980). Research in the visual fine arts. Leonardo #13 (s.89-93) içinde. MIT
Press.

Picasso, P. (1985). An interview (reprinted from The Arts, New York, May 1923). R.
Goldwater ve M. Treves (Ed.). Artists on art (s. 416-417) içinde. Londra: John Murray.

Walker, J. A. (1993). Art & artists on screen. Manchester University Press.

Ç E V . ÖZGÜ GÜ NDE Ş L İ OĞL U


CH RI S T OP H E R F RAY L I NG
S A NA T V E TA S AR I M DA A R A ŞT I R M A
1 83

You might also like