Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 93

DÜNYA EDEBiYATINDAN TERCÜMELER

ALMAN Kl.ASIKLEnt: 19

KÖYÜN ÇOCUGU
11
EBNER-ESCHENBACH

KÖYÜN çocuGu
11
{ Das Gemeindekind)

Burhan ARPAD tarafından dilimiz� çevrilmiş�ir.

İSTANBUL 1945 - MİLLi EG1T1M BASIMEVİ


KÖYÜN ÇOCUGU
il
XIII

Aynı yılın hasat mevsiminde, hiç görülmedik bir


şey oldu. Cemaat, çoktandır tasavvur ettiği bir şeyi ta·
hakkuk ettirdi ; o ana kadar, beygir dolabiyle işletilen
harman makinesini işletmek Üzere, bir lokomobil satın
alıiıdı.
Şimendifer İstasyonundan alınan ve çiçeklerle süs·
lü olduğu halde altı beygir tarafından çekilen makine,
köy sokaklarından geçti. Yanı sıra da, göğüsleri kabara
kabara, köylüler yürümekteydi. Verilmesi icabeden on
taksitten ancak ilkinin ödenmiş ol ması ve geriye kalan
dokuzu için de ne yapılacağı kestirilememiş bulunması
kiıııffede, böyle kıymetli bir mala sahibolmanın sevinci·
ni bozmuyordu.
Pavel'in kulübesinin pek de uzağında olmıyan bir
yükseklikte, bütün köye hakim bir yerde, yeni seçilmiş
olan belediye başkanının çiftliği vardı. i şte lokomobilin
faaliyeti burada başladı. Makine, pof pof edip soluyor ve
onunla birlikte işliyen harman makinesi, kendisine uzatı­
lan demetler' i yutuyor, ayıklanmış başaklarla ezilmiş
sapları, o zamana kadar görülmemiş bir hızla geri veri­
yordu; başlangıçta, bu hoş manzarayı görmek için koşan
.
!arın sayısı çoktu. Ama birçoklarının bu alakası, yerin İ
günlük hayühuya bıraktı ve sadece bir oğlancığınki-yani
Pavel'inki-eksilmedi. O da, makineyi herhalde hiçbir za·
men işletmiyecekti. Pavel, Efendilerine ait ormanda odun
kesicilikte iş bulmuştu; her gün oraya giderken, bu ofla­
yıp poflıyan devi görmenin zevkıne varmak için, bir par·
çacık dolambaçlı yoldan gidiyor ve «haydi savuş baka·
lım:. diye bağrılıncaya kadar, sessiz sedasız bir hayretle
kendinden geçiyordu. Belediye başkanı da «eğer sadece
4 KÖYÜN ÇOCUGU

bakarak birinin makinesi ni elinden almak kabil olsaydı,


bu oğlan bu işi y apardı>> diyordu.
Bunun Üzerine Pavel uzaklaşıyordu ama bu hayret
verici şeyi, pek yakındaki sundurmanın altında bir sı­
raya oturup da gündelikçilerin çalışmasını kontrol eden
köylülerden daha iyi, kafasına yerleştirmiş oluyordu.
Mahsulleri az Önce harman l anmı ş olan köylüler,
memnun memnun bakıyo rlar ve eğer bu çalışkan makine
imdatlarına yetişip de işi birkaç gün i çinde bitirmeseydi
haftalarca canımız .çıkacaktı diye seviniyorlardı.
Az zaman sonra, geri kalan vakti de, köylü İçin
fevkalade cazip olan avla geçirseler nasıl olur su"line bir
cevap aradılar. Efen dileriyle olan anlaşmal arı seneye biti­
yordu; yenilenmeden evvel herhalde gene düşünülüp
taşınılacaktı. Bu İş cemaatin to p J an t ıla rı n da sık sık gö­
rüşülüyor ve pek az kişinin muhalif reyiyle karşılaşıyordu.
Fakat bunlar arasında kesin olarak pek sözü geçer biri
vardı; o da Pet e r'di. Düşmanlarının iddiasına göre, bunun
sebebi, fazla hasisliği idi, kurşun ve barut için para ver·
mekten çekiniyordu. Peter de bunu t asd ik etti ve para­
sına «daha akıl l ıca işler> için ihtiyaç olduğunu söyledi.
Alaycılar, Peter'i her görüşlerinde şöyle alaya alı­
yorlard ı: «Beygirlerinin bir parça daha kuvvetlenmesi
için, nesi var nesi yoksa yulafa yatırıyor.>
Onu deli etmek için bunu söylemek yeterd;,
Peter, babasını n zamanında çok iyi i şlemiş olan bey­
gir yetiştirme işi ile pek övünüyordu ; geçenlerde, yük
beygirleri arasındaki bir müs11.bakaya, iki al atla gir­
miş ve her zamanki gösterişli sözleriyle : «hayvanları
görür görmez komisyon kendinden geçecek, bütün Öteki
beygirlerin yüzüne bile bakmıyacak> d e mişti.
Halbuki iş böyle olmadı ve Peter, hiçbir mükafat
kazanmadan, bütün komisyon üyelerinin eşek olduğunu
söyleyip küfürler ederek, döndü.
Köyde, Peter'le alay ediyorlardı; komisyonun, bu
beygirleri yük için zayıf bulduğunu herkes biliyordu.
KÖYÜN ÇOCUGU 5

Peter, onların adamakıllı kuvvetli olduklarını yaymak


için kafa yoruyor ve bunu parlak bir şekilde İspat et­
mesine yarıyacak fırsatı ele geçireceğini umuyordu.
Uzun zamandan beri beklediği bu an, nihayet gel­
mişe benziyordu. Makinenin, belediye başkanı ile civarın­
dakilerin mahsulünü harman ettikten sonra, köyün aşağı
ucunda bulunan Peter'in çiftliğinde işletilmesi lazımdı;
Peter, gidip makineyi getirmek anını zor bekliyordu .
Hazırdı. Kararlaştırılan günde, - harman makinesi henüz
işlemekteydi - yüzünü bir baİon gibi şişirmiş olan Peter;
arkasında, eyer vurulmuş beygirleri dizginlerinden tutup
getiren uşak olduğu halde, belediye başkanının çiftliğinde
göründü : cBeygirleri ne yapmağa getirdin?» diye sordu.
cNe diye bir çift güclü kuvvetli öküz getirmedin? Bu ma·
kineyi bu beygirlerle dağd-.n aşağı indiremezsin.»
Bu sırada orada bulunan Barosch ile Anton, birkaç
genç ve bütün gündelikçiler de aynı fikirdeydiler. Ko­
rucu tarafından bir vazife ile belediye başkanına gönde­
rilmiş olan Pavel bile, köy ileri gelenlerinin önünde ağzını
açıp : « Makine de büyük bir kazaya uğrıyabilir» diye·
bildi.
Peter ağzının sol köşesindeki kısa çubuğunu sağ
köşeye geçirdi, şapkasını ensesine bastırarak uşağa,
mütehakkim bir tavırla: <Beygirleri koş!» emrini verdi·
ve dizginleri çekti.
Belediye başkanı: «Az dur» diye bağırdı. «Makineyi
böyle olduğu gibi götüremezsin, evvela içindeki ateşi
boşalttırmaıı lazım>; böyle eöyliyerek, makinenin ocak kıs­
mının kapısını açtı, elinde demir maşa bulunan Barosch
da yaklaştı; fakat Peter: «Bırak l» diye kükredi «bu
halde kalsın. Benim beygirlerim bunu, olduğu gibi çe­
kerler» ve ocak kısmının kapısını tekrar kapadı, hay­
vanların koşulması işinde uşağa yardım etti ve dizginlerle
kamçıya sarıldı.
«Dehe!>
Kamçı şiddetle şakladı ; beygirler asıldılar, yana
doğru fırladılar, şaha kalktılar, kamçının ikinci ve
6 KÖYÜN ÇOCUGU

üçüncü şaklaması;ıdan sonradır ki, koşumlar gıcırda­


dı... makine, olduğu yerden kımıldatılabilmişti. Peter
bağırıyordu, uşağı bağırıyordu ve köylüler, gündelikçiler
hayret içinde b akışıyorlardı; zira beygirler lokomobili
çekmiş, çiftliğin kapısına kadar götürmüşlerdi. Bundan
sonra artık kendiliğinden giderdi ; çünkü, hafif bir meyil
ile başlıyan yol, köy şosesinde genişçe nihayd bulu­
yordu, buradan sonra İse yokuş adamakıllı meyil yapı­
yordu. Pavel koştu, tekerlekleri frenlemek istedi ama,
kibrinden ve gösteriş arzusundan adeta sarhoşa dönmüş
olan Peter, oğlanı kenara iterek: «Böyle şeylere ihtiya­
cım yok, ben frensiz de gi derim» diye bağırdı.
Yolun gittikçe daha fazla meyillendiğini bilen An­
ton: «Bu kadarı da çılgınlık!• dedi. Fakat, Peter güldü:
Ne zararı vardı, beygirleri o nisbette hızlı gidecektiler,
hem o makineyi çiftliğine kadar hep aynı tempoda götür­
mekle böbürleniyordu.
Onun bu kadar cüretle konuşması, alay ve merak
uyandırdı. Bu ustalığı görmek, herkes için pek de hoş
olacaktı. Yalnız Anton, fena halde kızdı ve canı sıkkın
bir tavırla ellerini kavuşturup:
«Hele durun, göreceksiniz.» dedi.
Peter, «Beygirlerimin yamanlığını şimdi göreceksi­
niz» cevabını verdi ve dizginleri tutarak hayvanların
yanında hızlı hızlı yürümeğe başladı. Ama şimdi «dehe»
diye değil, «haydi!» diye bağırıyordu.
Beygirler, arkalarında kıyameti koparan ve iten bu
muazzam yüke, iyi dayanıyor, sağrılarını içeriye almış,
başlarını havaya kaldırıp boyunları � ı germiş, gö­
ğüslükleri çene kemiğine kadar İnmiş bir halde, adeta
yerde sürünüyorladı. Peter, bütün kuvveti ile, dizginlere
asılıyordu.
Beygirlerin öte başında bulunan uşak: «Beygirleri
sakın hızlandırmayın, Allah aşkına yapmayın!> diye ses­
lendi, ve hiçbir cevap almadı; Peter'in tırıs gitmek hak­
kında söylediği lafları düşünmek bile içine Ürperti veri­
yordu. Birkaç adım sonra, yolu ortasından kesen ilk su
KÖYÜN ÇOCUGU 7

yoluna varılacaktı; uşak, bu ağır heyul ayı bir an olsun


durdurtup beygirlere bir soluk aldırılacafını umuyoıdu .
Bir sarsıntı oldu ve Ön tekerleklerin çukura girme•
siyle çıkması bir oldu; hemen arkasından da, Peter'in
pek dikkatli kapamamış olduğu ocak kısmının kapısı
açılıp içindekiler, beygi rlerin sağrılarına ve ard ayakla­
rına boşandı... pek tabii olarak da, hayvanlar deliye
döndüler.
Şimdi Peter, «fren yapın, durdurun!» diye bağırı·
yordu ama artık İş işten geçmişti. Dağdan aşağı, iniş
dört nala oluyordu; makine tangır tungur yuvarlanıyor,
yanı sıra da, Pcter, koşmak ile kaymak arası bir
halde paldır küldür gidiyordu. Bağrışan, çağrışan bir
sürü insan, peşlerinden geliyor , bir kısmı da, mıhlan·
ınış gibi, olduğu yerde duruyordu. Az sonra vuku
bulacak şeyi hepsi şimdiden gözleri önünde canlandırı·
yordu.
Yokuş aşağı giden yol, daha derin ikinci bir çukur·
dan sonra, dönüp, ırazinonun tahta perdesi ile karşısında
bulunan Peter'in çiftlik duvarı önünden geçiyordu. Bu­
ran ı n büyük kapı kemeri altından geçirmek artık
tamamiyle imkansızdı. Beygirler sola doğru n a sıl da
atılıyorlar, makine aynı tarafa doğru nasıl da yanlıyor,
nerdeyse yuvarlanacak... Çukura yuvarlanacağı muhak·
kak, zavallı Peter için de hiçbir kurtuluş ümidi yok,
tahta perde ile makine arasında ezilecek. . Bunu hep bili·
.

yorlar, gözlerini korkunç facianın geçecefi noktadan bir


türlü ayıramıyorlar. Bir kısmı da deli gibi bağrışıyor,
kimi atıp tutuyor, bazılarının da feryadı boğa.zlarına
tıkanıyor. Her birinin heyecanı ve korkusu kendini
başka türlü gösteriyor... Hatta tek tük manasız kah·
kahalar bile duyuluyor. Fakat bu felaketi önlemek
için bir şey ler yapılması kimsenin aklına gelmiyor... Ve
ahali böyle karmakarışık bir şekilde oraya buraya koşuş·
makla, yahut da ol duğu yerde durup başlarını döğmekle
meşgul olduğu bir sırada, Pavel'in, sapanla atılmış bir
taş gibi, birdenbire tahta perdeye sıçradığı ve köşe pa·
8 KOYüN çocuGu

yandasını yakalayıp sarsmağa başladığı görüldü... Bunu


nasıl akıl etmiş olduğu bir muamma, daha doğrusu bir
mucize idi: Zira Peter, tahta perde ile makine arasında
ezilecek, tahta perde olmasa ezilmek tehlikesi de
kalmıyacak. . O halde tahta perdeyi ortadan kaldırmalı
.

idi... Ve her şey, göz açıp kapayıncaya kadar kısa bir


müddet içinde oldu. Delikanlının kuvvetli pazıları,
kazığı esnetti ve tahta perdenin bir parçasını
söktü, tam bu sırada da lokomobilin şiddetli
devrilmesi vuku buldu. Etraf, buhar, toz duman
içinde kaldı... Erkekler, kadınlar ve gözüpek çocuk.
lar o tarafa doğru koşuştular. Petcr'i göremiyen, bir
şeyler de duyamıyan birkaç koca karı, acaba kolları
mı, yoksa ayakları mı kesildi, diye münakaşa ediyorlardı.
Yeni belediye başkanı, makineyi kasdederek : <ona bir
şey olmasın da» diye içini çekti ve böylece, oradakilerin
büyük bir kısmının endişesine tercüman oldu.
Müşterek mal hakkında duyulan ciddi bir endişe,
ve çılgınca hareketi ile bunu tehlikeye sokmuş olana
karşı beslenen hiddet, açığa vuruldu.
Peter, lokomobil'in altından her tarafı ezilmiş bir
halde, kanlar içinde çıkarıldı ve ayakta bırakıldı; tek­
rar yuvarlanır diye kimsenin düşündüğü yoktu; Peter kı­
sık kısık : « beygirler... onlara bakın . . » diye soluyunca,
.

şiddetinden hiç kaybetmemiş olan öfke büsbütün arttı,


az kalsın dayak yiyordu.
Pavel ise : «Ben olmasaydım, şimdi Peter öl müştü»
diye düşündü, nefsine kıymet veren bir hisse kapıldı,
en büyük düşmanına bir nevi şefkat duydu. Pe­
ter' e yaklaştı, ağzından kanlar aktığını görünce, koltuk
altlarından yakaladı ve dik tutmadığı başını, çayırın bir
tümseğine koymak için, biraz öteye götürmek istedi ...
Fakat birdenbire hem de pek hoyratça, yere bırakıver ­
di ; tiz bir çığlık duymuştu: Vinska'nın sesi! diye Ürper­
di.. . Hay aksi şeytan hay, Vinska da nereden çıkmıştı?
Evet, Vinska idi; Peter'in yokluğundan faydalana­
rak babasını görmeğe gitmiş ve dönüşte, kulübeden çı-
KÖYÜN ÇOCUGU 9

kar çıkmaz, ııosedeki gürültüleri duymuş, muhtelif isti­


kametlerden gelen insanların, evine doğru koştuklarını
görmüştü.
Müthiıı bir korkuya kapılmış olan Vinska, köyü bir
baştan bir başa koşup katetmiş, gazinonun bahçesinden
geçmiş ve ilk karşılaştığı manzara, otların arasında kan·
lar için<le yatan kocası ile, kocasının Üzerine eğilmiş
ve hiçbir tarafına bir şey olmamış bulunan Pavel ol­
muştu.
Vinska'nın içinde çılgınca bir şüphe uyandı ve ak­
lını baııından aldı : «Rezil seni, demek bunu da yaptın!»
diye haykırdı, yumruklarını sıktı, sessiz sadasız duran
ve yüzüne doğru korku ile bakan Pavel'e indirdi.
Anton, hayvanların koşumlarını çözmekte göster·
diği gayreti bir parça gevşetip onlardan tarafa döndü
ve sükunetle : «Bağırıp çağıracağına, teşekkür et I> dedi.
«Pavel olmasaydı, kocanı kuru incir gibi yamyassı bula­
caktın, şimdi.>
Bu sözler neşe uyandırdı ama Vinska'nın kulak
astığı yoktu; hem, olup bitenlerin de farkında değildi.
Kendini yere, Peter"in yanına fıdatmış ve hıçkırmağa
başlamıştı.
Pavel ağır ağır doğruldu ve yaralıyı öpüp seven
Vinska"ya dimdik baktı; bu miskin herif�: Canımın içi, bir
tanem, her şeyim, varım yoğum sensin, dediğini ve aen sa·
kın ölme, diye yalvarıp yakardığını, içi Ürpererek duydu.
Pavel'in bakışları Vinska'ya ateş Füskürüyordu.
Sımsıkı kapalı duran dudaklarının etrafında beyaz bir
köpük göründü, alın kısmı ile gür kaşları arasında, kor·
kunç ve o nispette azap verici düşüncelere delalet eden
bir fırtına işareti belirdi. Ve Pavel, şiddetli bir sarsıntı·
dan sonra, oradan, hem çeken hem de işkence veren bu
vaka yerinden ayrılıp, lokomobil 'i doğrultmajta çalıştık­
ları tarafa yürüdü.
Makine güçbela düzeltilip de Anton: «çok şükür
makineye bir zarar gelmedi, hemen işliyebilir> diyince
10 KÖYÜN ÇOCUGU

başını iki yana salladı ve sürgüyü iten çubuğu İşaret


ederek şöyle dedi:
«Biraz güç. Çubuğun büküldüğünü görmüyor musu­
nuz?»
Demirci de başını salladı ve külrengi bir tutam bı­
yıkla Örtülmüş ağzını yaya yaya, eğrilen bir şey var­
sa göreceğini, ve bir sakatlık varsa yapacağını, söyledi.
Bunun Üzerine Pavel, korucu tarafından belediye
başkanına gönderilmesini gerektiren ve henüz yapmamış
olduğu vazifeyi yerine getirdi ve ormana dBnüp, avına
saldıran bir aslan gibi, işine sarıldı. Kazmayı her kaldı­
rış ve indirişinde, bütün kuvvetini topluyor ve bir vu­
ruşta boşalıyor gibiydi. Meslekten yetişme olan odun
kesiciler, bu acemi oğlanın çalışma tarzına alaylı bir
hasetle bakmak için işlerine ara veriyorlardı. Pavel'in
bulunduğu "takım,, ın şefi olan kaba saba Hanusch; «İs­
tenen parçalan, böyle yapıyorsun diye sana bizden da­
ha fazlasını vermezler,, diye ikaz ediyordu.
Ama Pavel'in etrafta uyandırılığı intıba, sadece
hoşnutsuzluk değildi.. Hafta sonu olup da, arkadaşları
ile birlikte para almağa gittiği zaman, korucudan bir iki
tatlı söz de işitti ve korucu, bu çalışkan oğlanı gözden
uzak bulundurmayıp ilk fırsatta ötekilerden üstün tutma­
sını, adamına tembih etti.

Bu hadiseden az sonra, 1 eylülde, Soleschau kilisesi


Veli Aegidius bayramını kutluyordu.
Her şey, her zemanki gibi idi. Pazar barakaları
her zamanki yerlerinde idi ; bütün köy halkı da, koca­
man karaağaçlarla rahibin bahçesi arasına düşen ça­
yırlıkta toplanmıştı. Başka zaman hava nasıl olursa olsun
büyük bir alçak gönüllülükle yaya olarak ve sallana sal­
lana kiliseye giden Barones, bugün, köşkten kiliseye
kadarki beş yiiz adımlık mesafeyi büyük bir gösterişle
arabaya kurularak geçmişti. Baklakırı beygirlerin ağır
gümüş koşum takımları vardı. Jacob ile Matthias
boydan boya sırtı çizgili, sarı yakalı mavi frakları ve
sarı yelekleri i le, gayet iri tırtılları hatırlatan bir
KÖYÜN ÇOCUGU 11

halle arabacı yerinde oturmaktaydılar. Uzun arabası


içindeki bu küçük, bu ihtiyar, bu gözleri pek ıyı seç­
miyen kadın, sağa sola rasgele selam dağıtıyor, hiç
sıkılmadan gözünün içine bakan bazı münasebetsizleri
iltifatlı bir baş işareti ile selamlıyor, bazılarının pek
hürmetkarane selamlarını da cevapsız bırakıyordu. Araba
kilisenin önüne gelince, Barones indi ve kendini müthiş
bir itiş kakışın ortasında buldu ise de, her zamanki gibi
kahramanca dayandı. Evet, her şey her zamanki gibi idi.
Barones, her şikayeti, her isteği dinliyor, o kadar
korktuğu el öptürmekten bile çekinmiyor, hiçbir ricacıyı
boş döndürmüyor ve hiç olmazsa bir hazır cevaplık yapı­
yor, hürmetlerini göstermekten başka bir istekleri olmıyan­
larla da şakalaşıy or, her zaman pek de uygun düşmiyen
bir ilgi ile sualler soruyordu; meseli bir bekara çocuğu­
nu, yeni evlenmiş bir- delikanlıya da sevgilisini soruyor­
du. Ama bütün bunlardan bir zarar gelmiyor, pek
belli olan umumi neşeyi artırıyordu. Barones, ahali tara­
fından her fırsatta aldatılıp soyulduğunu pek iyi biliyor­
du, fakat onların bu kötü taraflarını da affediyordu. Zira
onların kendisini sevdiğini biliyordu ; onun zayıf tarafı
da bu idi.
İlk çan sesi duyuldu, günlük dumanları ile kaplan­
mış, üç muavini tarafından çevrelenmiş bulunan Rahip,
kilisenin kapısında göründü; bugünkü ayin, Jı.kob'un
arabacı ağzı ile söylediği Üzere «dörtlü idi.»
Kalabalığı sökemiyen Barones: «Yol verin» diye
bağırdı «kiliseye gideceğim, sizler için dua edeceğim ... »
Ahali; «Sayın bayanın emirleri baş üstüne, bunu
yapmak zaten vazifemiz sayın Barones» diyerek yer açtı,
ve ihtiyar kadın mukaddes suyu dağıtan rahibin yanına
gidip vecd içinde istavroz çıkardıktan sonra dua hücre­
sine girlp kayboldu.
Her şey her vakitki gibi idi. Fevkalade bir şey
varsa, o da, havanın harikulade güzel olması idi; o kadar
güzeldi ki, bu hususta pek ziyade huysuzluk gösterenler
.
bile aksini iddia edecek bi r bahane bulamazlardı Rutu-
..•
12 KÖYÜN ÇOCUGU

betli geçen bir yazdan sonra gelmiş olan bu yemyeşil


ve güneşli sonbahar sayesinde, tarlalardaki mahsul ra·
hat rahat ve hiçbir güçlük olmadan kaldırılabiliyordu.
Bütün mahsul sahiplerinin keyfi pek yerinde idi ve bu
keyif, pazar yerinde satın alma gayreti şeklinde kendini
açıkça göteriyordu.
Kadınlı erkekli bir kalabalık, barakaların önünde
durup malları gözden geçiriyor, pazarlık ediyordu; ama
işin kesinleşmesi ayinden sonraya bırakılıyordu.
İ kinci çan sesi duyuldu. Yarı yarıya dolmuş bulu­
nan Tanrı evine pek fazla dindar olmıyanların da gitme·
leri sırası geldi. Kiliseye doğru akan İnsan seli gittikçe
kalınlaşıyor; erkeklerin geçtiği tarafta bulunan rahibin
bahçe parmaklığına Pavel tıpkı yedi yıl Önceki gibi yas­
lanmış ; o zamanlar bakımsız ve Üstü başı parça parça
olan Pavel, bugün kuvvetine mağrur bir bodur delikan­
lıdır ; Üstündeki elbiseleri başkalarınınkinden ayırdeden,
daha iyi oturması ve daha temiz tutulmuş olmasıdır.
Erkeklerin arkasından kadınlar geliyprlar. Pavel,
bunu bütüri sinirleri ile, kanının bütün damlacıkları ile
hissetmektedir ve bunda yanılmamıştır: Kadınlar görü­
nüyorlar.
Pavel, parmaklığa yaslandı ·ve ayak ayak üstüne
atıp lakayt bir tavır takındı . Şu başta yürüyenlerden,
şu genç kızlardan, Pavel'e ne idi? Onlarla hiçbir alıp
vereceği yoktu; aksine olarak bu zavallı kızların her
birine karşı duyduğu metelik vermemezlik, onların hep·
sının bi rden Pavel ıçın duyabileceğinden çok daha
fazla idi. Genç kızları kadınlar takibetti. . Genç olanlar
en önde yürüme kte idiler ... ve bunların arasında bir ta­
nesi vardı ki... Pavel onun ismini bir daha ağzına alma­
mış olmak için kör ve dilsiz olmak İstiyor, Ömrünün
sonuna kadar böyle kalmağı dileyordu onun için yapmış
..•

olduklarını hiçbir zaman ölçüp tartmamış, hiç bir za­


man düşünüp taşınmamıştı; bunlar, nasıl olsa bir kere
yapılmıştı ; kendini aşan bir zor altında ve isteksiz,
kafası işlemeden, olmuş şeylerdi; Pavel, bunlar için
KÖYÜN ÇOCUGU 13

bir karşılık düşünmemiş Vinska'nın da borcu olduğunu


aklından geçirmemişti.
Ama geçenlerde, gazino bahçesinde, Vinska ağlayıp
sızlıyarak atıp tutmağa başlayınca, nihayet bu kararsız·
lığı gitmiş, ışık ile gölge kati olarak birbirinden ayrıl·
mış ve Pavel, onun uğrunda yapmış olduklarının de­
recesini ve büyüklüğüııü düşünmüştü.
Karşılık olarak Vinska ne vermişti? Pavel, ilk defa
olarak bütün bunları hesapladı ve derhal kararını verdi ...
Artık Vinska ile arasında her şey bitmiştir ... Ama onun
yaklaştığını yine de hissedebiliyor... Her şey bittiği halde
bu nasıl oluyor?... Başını arkaya bıraktı ve yukarıya,
karaağaç kümelerinin ta tepesine doğru baktı. Orada
bir şey vardı, alakasını çeken bir şey görmüştü. Yeşil
dalların, bu yaprak sonsuzluğunun orta yerinde koca­
man bir dal, gökyüzüne· değen koskocaman ve kalın bir
dal, kurumuştu. Bu manzara karşısında, sevdiği bir mah­
lukun taptaze vücudunda müthiş bir h.stalık izi görmüş
gibi, kalbi burkuldu.
Bu muhteşem ağacın tepesi kurumuştu.
Pavel çok iyi tanıdığı bir sesin: «Pavel Pavel, beni
dinle» dediğini duydu ve titredi, kendi kendisinden kork·
tu. O müthiş hisse, kendini yenidE'n mi kaptırıyordu? O
zalim pençeler yine mi yakasına yapışacak, göğsünü sı­
kıştırıp nefesini daral tacaktı?
Vinska, devam ediyordu: «Pavel, dinle beni Pavel...
Sana karşı haksızlık ettim, beni affet, Pavel» genç ka­
dın burnu kırılmış bir halde karşısında durmuş gülüm­
süyor ve beraber gelmiş olanların önünde, ondaıı af di­
liyordu; fakat hiçbirinin de bu küçük sahneye, civarda
hiç tanınmıyan, fakat şn anın taşıdığı büyük manaya
rağman Pavel'in gözüne çarpacak derecede sevimli olan
güzel ve kumral bir kız çocuğunun gözleri kadar, meraklı
bir alaka ile baktığı yoktu.
Pavel: «Ben seni tanıyacağım» diye düşündü, haki­
katen de tauıdı, hatırladı; bu kumral çocuk, Pavel mah­
kemeye götürüldüğü sırada onunla en acı şekilde alay
14 KÖYÜN ÇOCUGU

eden ve şimdi kapısının eşiği altında duran taşı fırlat­


mış olan çocuğun ta kendisi idi. Yıllardan beri mey­
danda yoktu, şehirde olduğu söyleniyordu; işte şimdi
tekrar dönmüştü, hem de büyümüş ve mihrapta duran
Madonna tasviri kadar güzelleşmişti. Pavel, bir bu kıza,
bir de Vinskaya bakıyor, her ikisine bakarken de aynı
derecede sakin kalabiliyordu. Ah!. ne mucize, ne saadet,
ne zaferdi bu, onun kurtarılmış esirlere veya ağır hir
hastalıklan iyi olmuş insanlara hasedetınesi için artık
hiçbir sebep yoktu : Sevgi denilen bu dertten kurtulup
şifa bulmuş, bu menhus kölelikten kurtulmuştu. Sıhhat­
teydi ve hürdü.
Vinska: « Beni affet» diye tekrarladı ve Pavel, mem­
nun bir kayıtsızlıkla şu cevabı verdi:
« Öyle olsun, böyle şeylere ehemmiyet verdiğim za­
manlar geçti, artık!»
Vinska, kızardı, dudaklarını ısırdı ve yoluna devam
etti. Genç kadın şaşkına dönmüştü, hiçbir 7aman el­
den gitmiyeceğini sandığı bir kuvveti kaybetmiş olan
bir insan gibi, utanç duyuyordu. Güzel ve kumral kız
da, peşi sıra yürüyordu. Pavel, iki elini de kalçalarına
koydu ve mağrur mağrur sallanarak, şöyle söylendi:
•Karı değil misiniz, kötülükten başka bir şeye
yaramazsınız!».

xıv

Peter, günden güne iyile Şiyordu; her istediğini ye­


mesine tekrar izin vardı; sadece, bağırıp çağırmak ve
tütün içmek yasaktı. Hastalığı esnasında hep korkmuş­
tu; Önceleri ölmekten, sonraları da hekime vereceği pa­
raları düşünerek. Hekim artık ayağını kestiği halde, hesap
puslasını göndermeyince, Peter haber yollayıp istetti
ama, ver mek için değil... Sadece, hekim gelince kötü bir
şekilde karşılamak için.
Hesap pusulasını masanın üstüne koymuş, ken­
disi de karşısına geçmiş, pür hid:let kalem kalem göz-
KÖYÜN ÇOCUGU 15

den geçirmeğe başlamıştıı. Karısı, endi�eli endişeli etra·


fıncla dolaşıyor ve bu kadar fazla hiddetlenmemesi için
çekine çekine yalvarıyordu ama, Peter büsbütün k(;pürü­
yordu. -Beyhude gayret! - çünkü o ihtiyar aç gözlünün
utanmadan hu kadar fazla bir paraya karşılık yaptığı
tedavinin yerinde olup olmadığını anlamalı: İstiyordu.
Kapı çalınıp da şu münasebetsiz zamanda gazinocu
içeriye girdiği sırada, Peter"in bir parçacık aklı da ba­
şından gitmiş; artık her türlü şuuru elden bırakarak çi­
leden çıkmış bulunuyordu Böyle bir durumda karısının
yapacağı en iyi hareket, yabancıların içeri girmeme•İne
dikkat etmek olmalıydı.
Gazinocu, nazik bir tavırla şapkasını çıkardı ve
Vinska hemen anladı ki, gelen bir şey istiyor, hem de
pek haklı olmıyan bir şey.
Peter, ziyaretçi tarafından sıhhati hakkında sorulan
suale cevap vermedi, fakat gazinocu yanına oturunca,
hekimin hesap pusulasını itip «görüyorsun yal> diye solu­
du ; yan gözle de, heyecanlı heyecanlı ve ümitli ümitli
baktı.
Gazinocu, puslanın tetkikine daldı. Bunları ezber­
lemesine yetecek kadar bir zaman geçtikten sonı a , söz­
lerini kuvvetlendirmek ister gibi, avucu ile kağıda bir
vµrdu ve «Doktorun hesabı> dedi. «Evet, hekim dolandı­
rıcısının hesabı, alçak herif beni soymak istiyor.>
Gazinocu: « İ mkan mı var buna?> cevabını verdi.
«Senin gibi bir hesabiyi soymak olur mu? Böyle şey
olmaz. Hesaplar doğru. Her iki hesap da doğru; dok­
torun hesabı da.. > Gülümsiyerek, ceketinin İç cebinden
yavaş yavaş çıkardığı katlanmış bir kağıdı Peter"e doğru
uzattı: «benim hesap da.>
Peter, yangın görmüş gibi geriledi ve avazı çıktıtı
kadar bağırdı. «Senin hesap da mı?»- Bunun ne gibi me­
lônca bir hesap olacağını bilmek istedi; gazinocuya on
para bile borcu yoktu, çünkü parasını peşin v erme­
den tek damla dahi ağzına koymazdı.
16 KÖYÜN ÇOCUCU

Nihayet ağzını açmak imkanını bulmuş olan gazinocu


da aynı fikrideydi ; fakat bahse mevzu olan hesap, ağıza
konulan damlalara ait değildi; bir çite, daha doğrusu bah­
çesinin çitine aitti.. Lokomobil kazası sırasında tahribe­
dilmiş olan çitin hesabı idi.
Artık Peter'in sabrı tamamiyle tükenmişti.
Gazinocunun çiti onun umurunda mı idi? hem bu
adam bahçe çitinin hesabını ona getirmek küstahlığında
nasıl bul unabiliyordu ?
Parmaklığın yıkılmış olması bütün bu facianın asıl
sebebi idi. Zaten tam hayvanları tekrar ele alacağı
sırada bu iş olmuştu, - hı.tta ele almıştı bile. Bir defa
daha ası l sa yaı , put gibi kalacaklar ve çiftlik kapısın­
dan içeriye kuzu gibi gireceklerdi. Burunları dibine pal­
dır küldür bir parmakl ık yuvarlanınca, hayvanlar elbet­
te ürkerlerdi. inek değillerdi ya! Böyle ol muştu, bunun
böyle olduğuna yüı:de yüz yemin ediyordu, inanmıyacak
ola n ları tekmeliye tekmeliye yola getireceğine de yeminler
ediyordu. Peter o kadar heyecanlanmıştı ki, Vinska'nın
bütün ihtarlarına rağmen, gazinocu ile birlikte evden
çıktı ve hadisenin geçtiği noktada tafsilat vermek için,
bahçenin köşesine kadar gitti.
Karısı, arkasından tasalı tasalı bakıyordu. Yedi
hafta müddetle odadan dışarıya adım atmamıştı da şimdi
ilk defa, hem de İncecik bir ev elbisesi ile ve böyle
berbat bir sonbahar gününde, hidetten köp"ürmüş ve
heyecandan soluğu kesilecekmiş gibi bir halde çıkıyordu.
Vinska, bahçenin köşesine varılıncaya kadar, koca­
sıııın haykırdığını duydu.
Peter, tamir parası kendisinden istenilen çite bir
göz atınca deli gibi zıpladı. Bu kadarı da fazlaydı 1 Do­
landırıcılıktı 1 Dolandırıcılığın e n bayağısı idi !... Çit sa­
dece tamir edilmemiş, fakat yeni baştan yaptırı lm ı ştı.
Çürük kısımlarının yarıdan fazlası yenilenmişti. Nasıl
olurdu ? Eski bir çit yıkılmış ve onun yerini de
bir yenısı almıştı . . Hem de Peter'in hesabına! . . •

Peter, hiddetten köpürüyor ve gazinocu tarafından


şahsına karşı çevrilmek istenilen bu dalavereyi göster-
KÖYÜN ÇOCUGU 17

mek içi n, oradan geçen herkese sesleniyordu. Gittikçe


artan bir kalabalık önünde, belki altıncı defadır ki aynı
hikayeyi anlatıyor, iddiasını kuvvetlendirecek yeni yeni
ilavelerle hep aynı şeyi tekrarlıyordu. Çiti alaşağı eden
bu mel'un oğlandı, her şeyin mesulü oydu!.. Beygirlerin ürk­
mesinden, lokomobil'in kapaklanmasından, ve hayatı teh·
Iikeye girdiği bir sırada bile cemaate ait bir malı kur­
tarmağı unutmıyan, bu yüzden de, kenara sıçrayıp ken­
di başının çaresine bakacağıııa son dakikada hayvanlara
bir istikamet verip makinenin tuzla buz olmamasına ça­
lışan kahraman Peter"in başına gelen bu kazadan, hep o
mesuldü.
Peter'in sesi, ııonunda, bir balıkçıl kuşununki ka­
dar kısıldı ve bitap düşerek olduğu yere yİkıldı. O ge·
ce, huzursuzluktan uyumad ı, sabahleyin de , belediye baş­
kanına, Üyelere ve birkaç dostuna adam göndererek
onları ciddi bir danışmada bulunmak üzere, gazinoya da­
vet etti. Hepsi de geldiler ve Peter, hakkını aradığını ve
cemaat bu hakkı tanımzyacak olursa, işi bucak mahke­
mesine, ilce mahkemesine, hatta İmparatora kadar götü­
receğini anlattı.
Belediye başkanı, Peter konuştuğu sırada durmadan
içini çekiyor, korka korka gülümsüyor ve yardım İster
gibi, üyelere bakıyordu. Civarın en yumuşak başlı ada­
mı idi, makamı için henüz pek gençti, ve - meslektaş­
larının birçoklarına nazaran biraz tahsilli olduğu için -
onların kabalıkları karşısında ne yapacağını bilmezdi,
Belediye başkanı ; Peter'in aradığı neymiş ? diye sordu;
O İse, sorulana cevap verecek yerde, deminden beri
artı k harikulade, imkan harici ve m uhteşem bir şey ad­
dettiği hikayesini anlatmağa başladı.
Belediye başkanı omuzlarını silkti ve üyelerden e n
yaşl ısı uyumaya başld ı. Anton da, o pek manalı ve
esefli jestlerini tekrarladı. Şakayı pek seven birkaç
kişi , Peter"in bu tafrafuruşluğunu büsbütün şişirdiler ve
herkesi kahkahalarla güldürdüler. Peter, acaba ben de
18 KÖYÜN ÇOCUGU

gülsem mi? yoksa kızsam mı? gibilerden, bir müddet


tereddüt geçirdi, fakat nihayet sonuncuda karar kılarak:
«Çiti alaşağı eden ben .miyim?> diye bağırdı.
«Hayır, hayırb cevabı ile karşılandı .
cı:O halde paraları verecek olan da ben değilim.>
«Hayır, hayır!»
Parıl parıl yanaklarında iri iri ter taneleri peyda
olan gazinocu: « İyi ama yapan kim?> diye döğündü.
Anton, «çıkardığın hesabın rezaletine bakılacak olur­
sa kimse» dedi ; belediye başkanı, hay Allah razı olsun,
der gibi onun yüzüne baktı. Ama tam bu sırada beşinci
kadehini boşaltmış olan, veresiye olmak şartiyle de bir
altıncıyı içmeği pek canı çeken Barosch, yusyuvarlak
küçük kafasını yana eğdi ve boynunu bükerek şunları
söyledi:
«Niçin hiç kimse değilmiş? Çiti alaşağı eden Pavel
değil mi? öyleyse neden kabahat o oğlanda olmasın?•
«Ü oğlan mı? Demek öyle, demek öyle ha!..» di­
ye fıkır fıkır gülüşüldü ve alay edildi; fakat teklifin ala­
ka uyandırdığı da, çok geçmeden anlaşıldı.
Peter, bu fikri hemen benimsedi, kendi malı oldu ­
ğunu ileri sürdü. Onun aradığı hak da bu idi, oğlan
yüzünden uğradığı tehlikenin karşılığı da bu olmalı idi.
O ki, makinenin kurtarılması için ne büyük fedakarlık­
lara katlanmıştı.
Tam b;; sırada uyanmış olan en yaşlı üye, suratını
asarak lafa karıştı: Bu kurtarma hikayesi de alçakça bir
palavra idi. Bu kurtarma sayesinde değil midir ki, loko­
mobil bir daha kalkınamıyacağı «müthiş bir darbe» ye­
mişli. Anton, durmadan tamir ediyor ve bir türlü cı:eski
haline> getiremiyordu. Göğüs illetine müptela biri gibi
pofluyor ve kazadan Önce etrafı çınlatan düdüğü, şimdi
hasta bir kedinin miyavlamalarını andırıyordu. Antona
göre ise, mesele bunda değildi; eninde sonunda, miyav­
lamak ile <"ırlak cırlak ötmek arasında bir fark yoktu; asıl
mesele, makinenin eskiye nisbetle daha az iş çıkarma­
sında idi; bunu böyle kabul etmek lazımdı, maalesef.
KÖYÜN ÇOCUGU 19

Anton'uo bu izahatı, umumi hoşnutsuzluk uyandır­


d ı, sadece Peter bununla alakalandı ve yumruklariyle
masaya vurarak:
«Oğlanı buraya getirmeli, zararı ona ödetmeli> di­
ye bağırdı.
Birçok sesler: «Elbet de ye, buraya getirmeli onu>
diye tasdik ettiler ve gittikçe sabırsızlanan ve umumi
efkarın kuvvetine karşı durmakta gittikçe güçlük çeken
belediye başkanı , adeti olduğundan daha yüksek bir sesle,
şunları söyledi.
«Gelemez, hem yapmağa mecbur olduğu bir şey
varsa, o da sizin şu anda tahayyül ettiğiniz şey değil, her­
halde», Yükselen itirazlara karşı, olamaz demek ister gibi
bir el hareketi yaptı : «Pavel gelıniyecek, gelemez de ..
Çünkü o da, Arnost da, bugün askere çağrıldılar, bugün
şubeye müracaat etmehri lazım.>
Şimdi iş değişmişti, razı olmaktan başka çare yoktu,
Gerçi Pavel, ertesi sabah geri döndü, ama, köyde
ancak yirmi dört saat kalabildi ve sadece iki kişi ile,
yani belediye başkanı ile ve Antbn'la görüştü. Birincisini
Arnost'la birlikte ziyaret etti. Oğlanların ikisi de redife
ayrılmak bahtiyarlığına ermişlerdi ama hemen iltihak et­
meleri lazımdı. Pavel'in rasladığı ikinci inHn ise, de­
mirci olmuştu: oğlan, makineyi tamirde uğradığı zorluğu
anlattı ve Peter'in çiftliQ-ine kadar gelmesini istedi; ma ­
kine, bala orada duruyordu. Pavel, makineye ilk
bakışta, evvelce bir kere daha söylemiş olduğu şeyi tek­
rarladı: «çubuğun eğilmiş ol duğunu görmüyor musunuz?»
Anton bunu teslim etti ama, onca mesele bu kadar
ehemmiyetsiz bir şeyden ilerigelmiyordu.
Pavel : «Herşey bundan ilerigeliyor» cevabını verdi
«Sürmenin muntazam işlememesi de bundan ilerigeliyor;
böyle olunca buhar nasıl iyi işlesin ? Ya fazla geliyor,
yahut da az.>
Pavel, bunun böyle olduğuna demirciyi de İnan­
dırabildi; bunun üzerine, ·ikisi beraber çalışıp bozukluğu
kısa bir müddette düzelttiler.
20 KÖYÜN ÇOCUGU

Peter, görünürlerde yoktu ama, samanlıkta kötü


kötü öksürdüğü duyuluyordu. Anton: « Çok bağır­
maktan sıhhatini bozdu» dedi, «yine doktor getirtiyor.»
Bu sözlerin söylenmesi de, dinl.enmesi de büyük bir
kayıtsızlık içinde olmuştu. Pavel evine gitti, her şeyi
tanzim ettikten sonra kapıyı çekti, yeni işinin başına,
adeta isteye isteye gitti. Pavel, kura meclisinde, asker­
lik hakkında Öğrendiği az buçuk şeyden pek hoşlanmıştı.
Makinenin yine eski haline getirilmiş olmasından
dolayı demirciye iltifat yağıyordu; ama o bundan hiç de
memnun görünmüyor ve biri bu işin lafını açacak olsa,
sözü hemen değiştiriyordu. Makinedeki bozukluğun
asıl sebebini bulmak hususunda Pavel'in yardımına lüzum
olduğunu söylemeye bir türlü ağzı varmıyordu.
Pavel'in köyden uzak bulunduğu sırada, cemaatin
toplantılarından birinde, çiti n tamiri işinin hesabını kim
ödiyeceği görüşüldü. Gazinocu, işin peşini bırakamıyordu
ve sonunda bir neticeye bağlanmasını sağladı. Çoğunlu­
ğun kararı şu oldu : «Hesabı, Pavel ödiyecek, zaten bu
hususta evvelce de anlaş'mışlardı.»
Belediye başkanı: •Pavel, ya bu parayı veremezse>
diye lafa karıştı.
«Yok canım, neden veremiyecekmiş? Parası var,
hem olmasa da evi var ya. Elbette birkaç florin eder.
Gazinocu tarafından rehin ettirilir.» Ve karar, belediye
başkanında uyandırdığı kızgınlığa rağmen, değişmedi.
Gazinocu, talim müddeti bitip de Pavel köye dö­
nünce, hemen yanına koştu ve İşi hakkında verilmiş
olan kararı anlattıktan sonra, artık bu kararı değiştir­
menin imkansızlığına ve paraları muhakkak ödemesi la­
zım geldiğine, Pavel'i inandırmağa çalışarak sözlerini bi­
tirdi.
Oğlanın gözleri büyüdükçe büyüdü; yüzü gayet
sakin olmasına rağmen için için köpürüyordu. Ama ufak
tefek ve şişman gazinocu, fena halde korktu, yine de
Pavel: «Paraları benim vermem lazım geldiği hakkındaki
kararı da kim verdi?) diye sordu.
KÖYÜN ÇOCUGU

«Kim olacak, cemaat, yani başkan, köy!liler.,.»


Oğlan : «Demek başkan ile köylüler ha!» diyerek,
gazinocuya doğru bir adım attı, fakat beriki, birkaç
adım geriledi.
Gazinocu; •Paraları ver» dedi <eğer hemen vere­
cek olursan, kiisiiratı bağışlarım Bir florin ve diğer
..•

küsuratı bırakırım. »
« Otur d a florinle küsuratı hesaptan hemen diiş.>
Gazinocu, itiraz edecek ve bu İsteği öyle pek gö­
nül hoşluğu ile yerine getirmiyecekti ama, yine de yaptı
ve sonra, çekine çekine: « Şimdi verecek misin?» diye
sordu.
«Köylülerle görüşmeden önce vermiyeceğiın. Pazar
günü gazinoya gelir ve köylülerle konuşurum. Daha ne
bekliyorsun?»
Sual öyle bir şiddetle sorulmuştu ki, gazinocu, söz
yerine hemen işle cevap vermeği tasarladı, bunu ya­
parken de, kapıya kadar gitmek için lazım olandan fazla
zaman kaybetmedi 've çıkmasiyle kapıyı dikkat ve sü­
ratle arkasından çekmesi bir oldu.
Akşam Üzeri, müşterilere şöyle anlatıyordu: «Herif
askerde iken öyle bir olmuş ki, sanki onbaşı sanırsınız.
Yüreksiz biri vallahi ondan korkar. Pazara buraya gele­
cek, köylülerle konuşmak istiyormuş.»
Aralarında Anton'la Barosch'un da bulunduğu, müş­
teriler, Pavel'den korıcııiamak için yürekli olmak lazım gel­
diği iddiasına itiraz ettiler; Barosch'un fikrince, köylü­
lerle görüşmeği aklına koymuş olabilir ama, tatbik
etmesi biraz güççe ... Çünkü...» Konuşurken , kendi çökük
göğsüne büyük bir azametle vuruyordu: «çünkü bizlerle
konuşmasına izin vermeyiz.»
Gazinocu: «Hem» dedi <son zamanlarda pek fazla
ileri gidiyor»
O ana kadar susmuş olan Anton: « Yani ne gibi?•
diye sordu, gazinocu da hemen cevabı yapıştırdı:
cOna yine haddini bildirmenin sırası>
22 KÖYÜN ÇOCUGU

Anton, ilkine olduğu gibi, bu ikinci sualine de cevap


alamadı, kimse verilecek bir cevap bilmiyordu. fakat
buna rağmen hepsi de gazinocunun fikrindeydiler: «Oğ­
lan pek fazla ileri gidiyor. Onun yine bir haddini bildir­
meli.» Küçük bir dedikodu karikatürü, ağzına bir çocuk
borusunu oturttu ve köyün her tarafını gezip, ev
ev, kulübe kulübe dolaştı ve şu haberi yaydı: <Bu
pazar günü, Pavel, gazinoya gelecek ve velinimetleriyle
hesaplaşacak, onlar da ağzının payını verecekler. Bu İş
karar altına alındı, oğlanın haddi bildirilecek.• Bu esrarlı
işin nasıl. olacağını ise, küçük Dedikodu açığa vurmnyor,
bununla da, cereyan edecek hadiseye ayrıca bir cazibe
veriyordu.
Pazar günü, gazino tıklım tıklım dolu idi; belediye
başkanı görünürlerde yoktu. Üyel hden yalnız en yaşlısı
gelmişti, bu ihtiyar Peschek, eğer uyku hastalı­
ğına tutulmuş olmasaydı iyi ve gayretli bir adamdı.
Peter bir sürü <tdostlar>> la gelmişti. Pek berbattı ; elbi­
seleri Üstünden dökülüyor, sesi kısık kısık çıkıyor ve
nefes alışı, işliyen bir bıçkının çıkardığı gürültüyü
hatırlatıyordu.
Sobanın yanındaki loşça bir köşede duran bir yer
sandalyesine Virgil çökmüştü; ihtiyarın kıpkırmızı yüzü
ve kıvılcımlar saçan gözleri, loşlukta parlamaktaydı.
Gazinonun büyük salonuna tek pencereli bir oda
bakıyordu; ileri gelenlere ayrılan masa bu odada idi.
İşte doktorla korucu, bir müddet evvel buraya yerleş­
mişler ve odanın tek çıkılacak yeri, yani salona açılan
kapıyı, açık bırakmışlardı; zira orada geçecek hadiselere
karşı pek merak duymuyor değillerdi. Hususi odaya
girerken adeti olduğu gibi adımlarını zarafetle Öne ata­
rak yürüyen gazinocu, yanlarına gelip de, alçak sesle <İşte
geldi> dediği zaman, doktorla korucu biribirlerine göz
kırptılar.
Pavel, salona girdi ve Arnost0un da beraber geldi­
ğini gören ahali, hayrete kapıldı. Yoksa, kısacık bir a.-
KÖYÜN ÇOCUGU 23

kerlik, bu iki oğlanı nihayet dost mu yapmıştı! Her ikisi


de bir parçacık askerleşmişti. Pavel, şapkasını çıkarıp
selim falan vermeğe lüzum görmeden, dimdik yürüdü,
köylülerin masasına yaklaştı. Elinde tuttuğu b�yaz bir
kağıdı açtı ve Peschek'e yaklaşıp gözüne sokar gibi
uzattı: «Gazinocunun dediğine bakılırsa, belediye başka­
nı ile köylüler, bu hesaln benim ödememi istiyorlarmış !
Doğru mu ?»
Hiçbir cevap duyulmuyurdu. Peschek, başını kaldırıp
da bakmadı bile ve Pavel'in sesi heyecandan o kadar az
çıkıyordu ki, üye, salonun karışıklığı içinde, duymamaz­
lıktan gelebilirdi. Adamcağız, boş bira bardağını masa ­
ya, adeta rüyadaymış gibi vurmak suretiyle, gazinocuya
doldurmasını hatırlattı. Pavel, bu iş olup bitinceye kadar
bekledi ve sonra, deminki sözünü kelime kelime tekrar­
ladı. Peschek, ikinci defa anlamazlıktan gelince, Pavel,
elini omuzlarına koydu ve tehditçi bir sesle : «Cevap ver­
senize!» dedi.
Masanın öbür ucundan doğru «köpek seni!'> diye bir
ses yükseldi. Sesin sahibi, Peterdi; yanındakilerden de, tas­
vip edici mırıltılar yükseldi. Pavel ise, ihtiyar üyenin omu•
zuna, sandığından ve istediğinden daha şiddetle bastırdı.
Pavel : cParaları ben mi vereceğim?> diye ba­
ğ�rdı. •size de, köylülere de» ve Peter'in bulunduğu tarafı
işaret etti «orada oturana da soruyorum.»
Bıı suali, salondakilerin bir sövüp sayma tufanı ile
karşılandı: «Evet, elbette, evet elbette » Peschek,
.•.

döndü ve kamburu çıkmış gibi durdu; uykusu kaçmıştı ,

epeydir ki bu kadar uyanık . olmamıştı; hele kafası bu


derece işlememişti.
Peschek, Pavel'e döndü: <Yakamı bırak» diye ho.
murdandı, içinden de şöyle düşündü : •Adamcağıza hak­
sızlık ediyoruz• ve: <elimden hiçbir yardım gelmez» diye
devam etti, «hatta istesem bile. Paraları ödemek la­
zım.» Pavelin yüzünün rengi değioti. Peschek'in omu­
zundaki kolunu geri çekti ve dişlerini gıcırdatarak:
cPekili> dedi cpekili öyleyse.>
Z4 KÖYÜN ÇOCUGU

Gösterişli bir tavırla, iç cebinden bir zarf çı­


kardı, dikkatle açtığı bu zarftan aldığı on florinlik bir
banknotu hesap pusulasiyle birlikte, gazinocuya vererek :
hesab et, üstünü ver> dedi.
Hayretten ileri gelen b i r sessizlik oldu: Bunu hiç­
biri beklemiyordu. Salondakilerin kafasında, hayal suku­
tu ile hınzırca bir memnunluk, biribiriyle karıştı. Sadece,
gazinocu pek memnundu. Paraları cebine indirdikten
sonra, Pavel'in önüne haheşle bir florin bıraktı.
Pavel, parayı aldı, kollarını kavuşturdu ve salonda­
kileri dünyaya metelik vermiyen, meydan okuyan bir ba­
kışla, hakiki bir serdar bakışiyle süzerek : "Demek böy­
le!,, dedi; sesinin o eski çekingenliği gitmişti. Gür ve
kudretli bir ahengi vardı; şu sözleri, büyük bir zevk du­
yarak, etrafta çın çın öttürdü : "Şimdi hepinize, Köy
cemaatine ve köylülere diyorum ki, hepiniz de bir yığın
paça vrasınız. »
Köyün bu en hakir insanı tarafından zenginlere ve
baştakilere savrulmuş olan bu işitilmedik küfürün cevabı,
tek bir feryat halinde yükseldi. Pavel'e en yakın mesafe­
de bulunanlar Üzerine atıldılar ve eğer Armost'la Anton
imdada yetişmeseydi, al aşağı edecektiler. Pavel, Peter
taralından sarf edilen "Nankör h!'rgele !., sözlerini, müt­
hiş gürültüye rağmen işitince, adeta şahlandı ve etrafını
alıp . tehdideden ahaliyi, iki yandan saran dalgaları itme�
İstiyen bir yüzücü gibi, vücudundan uzak tutarak: "Nan­
kör,ha!,, diye gürledi ve bütün vücudunu yakıp zangır
zangır titreten bir gazap uzun zamandan beri katlanılan
bir acının şikayeti gibi yükseldi; <Nankör ha? Ben size ne
borçluyum ki ? Geçimim için vermiş olduğunuz sadakayı
çalışarak bin misli ödedim. Okulda ise, Öğretmen
para almadı. Sizden ne bir pantolon, ne bir gömlek,
ne de kundura almış değilim. Evimi kurduğum toprağı
İse, asıl değerinin iki misline sattınız. Belediye başkanı
ölünce, bundan bP.nİ suçlu çıkardınız, çoçuklarınız az kal­
sın beni taşa tutup öldüreceklerdi ve serbest bırakılınca
da, ismim "Zehirleyici,. kaldı. Şimdi de, Peter'in canını
KÖYÜN ÇOCUGU 25

kurtarırken gazinocunun çitini devirmişim diye benden


para istiyorsunuz... serseriler sizi.» Bu kelimeyi, iki
defadır ki, bir tokat gibi, herkesi hedef tutan ve hiç
kimsenin hissesini unutmıyan müthiş bir tokat gibi, fırlattı;
bu kelime, oğlanın gözlerinden taşan hiddetin ta kendisi
idi. Bu hiddete hakkı olduğunu müphem bir surette bil.
miş olmanın bir ifadesiydi... Ve Pavel, bu kelimenin se­
bep olduğu kargaşalığa rağmen, sözüne devam edebildi.
>'Bana karşı ne diye böyle davrandınız? Çocukluğumda
hırsızlık ettim diye mi? Ama sizlerin içinde de tam mana·
siyle dürüst kaç kişi var ? . . . Yoksa, babam darağacın­
da can verdi, diye mi? Ama benim elimden ne gelir bu­
na karşı? Serseriler sizi!> Oğlan, kendini öfkesine
kaptırmış bulunuyordu. Şimdi o ana kadar nelere katlan·
mış bulunduğunu ve nelerin cezasız kalmış <>lduğunu ha·
tırladıkça, bütün başka duyguları uyuşuyor ve intikam
arzusiyle yanıyordu. Artık itham için kelime bulamaz
olmuştu, bütün aklına gelı:nler, tehditli sözlerdi : «Eğer
beni darağacına götürecek olan bir işi bugün de ben
işlersem bundan siz mesulsunuz !,,
Söylediği o pek az anlaşılan şeyler değil, asıl o
meydan okuyan hali, o döğiişken tavrıdır ki, deminden·
beri küfür yiyenleri kışkırttı ve Pavel'in Üzerine bir
yumruk yağmuru yağdı; fakak bu yumruklar, sanki bir
kayaya raslar gibiydi, pek tesirli olamadı. Ama Pavel'in
bir tek yumruğunu yiyen dahi, o gün ve hatta birkaç
gün için, döğüş edemiyecek bir hale geldi.
Hususi odanın kapısında görünmüş olan ırıyarı
korucu : " Dur artık ,, diye bağırdı. " Söyliyeceğini
söyledin, şimdi dur !,, Bir sürü kısık ses, uğultulu
bir yankı gibi tekrarladı : •Dur 1 » Peter , ma·
saya çıkmış ve bir bira testisini kaptığı gibi Pavel'in
başına savurmuştu ; fakat hedefini bulamıyan testi, Ar·
nost'un eline küttedek çarptı ve oğlanı sendeletti; ama
Arnost, hemen kendini topladı ve hilekar mütecavizin
üstüne atıldığı gibi onu masadan aşağı yuvarladı.
İşte böylece, döğüş alevlenmiş oldu .
26 KÖYÜN ÇOCUGU

İki taraf olmuştular, Pavel'io tarafı az, Peter'in ta­


rafı İse kalabalıktı, gazinocu ile Pescbek, yandaki odaya,
doktorun yanına savuşmuşlardı. Asayişi tesis için salona
gelmiş olan korucu gayretlerinin boş olduğunu gördü ve
kargaşalık arasından bir yol açıp gazinodan çıktı. Dı­
şarda, çoğu kadın ve çocuklardan ibaret olmak üzere,
epeyce bir kalabalık birikmiş bulunuyordu. Büyük bir
döğiişün yanında olmanın sarhoşluğu içinde kendilerin­
den geçmiş oğlanlar, bağrışıyorlar, pencerelere tırmanı­
yorlar ve en iyi yeri kapmak için biribirleriyle itişiyor­
lardı. Oğlanların gazino salonunun pencerelerine yaklaş­
maya muvaffak olamıyan çelimsizleri İse, hususi odanın
camına koştular; fakat birdenbire çığlık çığlığa bağrışa­
rak karma karışık kaçıştılar.
Havada bir çift bacak peyda olmuş ve düşmemek
ıçın oğlanların başına basmak İstemişti. Korucu, hemen
o tarafa seğirtti ve bacakların sahibine, yani doktora,

bu tehlikeli vaziyetten kurtulmakta yardım etti.


İhtiyar adamcağız: «Oradan başka şekilde uzaklaş­
manın imkanı yok> dedi <halbuki, uzaklaşmam da lazım­
dı Holub, müthiş saldırıyor Tıpkı bir ayı gibi ... gör­
..• ••.

miyen İnanmaz buna. Allahaısmarladık.»


Doktorun geldiği yoldan, Peschek de çıktı, onun
arkasından da, müthiş bir şangırtı ile, gazinocu göründü.
Odayı, şu anda İçeride çılgınca döğüşen sürüye bırakıp
çıkmadan önce, masadan aceleyle alıp kocaman elbisesi­
nin şurasına burasına sokuşturduğu çatal, bıçaklar bu
gürültüye sebebolmuştu. Gazinocu, testi ve bardakları
da kaçırmamış olduğuna yanıp yakıldı ve pencerenin
önündeki sokak çocuklarını oradan uzaklaştırarak, yü­
zünü cama yapıştırdı, İçeride olup bitenleri seçmeğe
çalıştı. Fakat müthiş boğuşma, artık çökmeğe başlı­
yan akşam karanlığına rağmen, tozu dumana katarak,
devam ediyordu. Çılgınca birbirine girmiş bulunan ve
bir oraya bir buraya kımıldıyan bir İnsan yumağından
başka bir şeyin görüldüğü; İniltilerden, küfürlerden, pal-
KÖYÜN ÇOCUGU 27

dır kültür ayak seslerinden ve parçalanan tahta eşyanın


çatırdısından gayrı bir şey duyulduğu yoktu.
Gazinocu: «Ah sıralarım gidiyor, ah masalarım gi­
diyor!» diye inledi ve acaba jandarma çağırsak mı?
diye sormak Üzere Peschek'e döndü, fakat pek müte­
yakkız bir İnsan olan Peschek, doktorla birlikte uzak­
laşmıştı.
Gazinocu : « Bay korucu, intizamı yerine getiriniz!»
diye bağırdı : «mesuliyeti Üzerime alamam... demirci,
Arnost, Holub... bir sürü ahaliye karşı üç kişi ... üçü de
haklanacak... ı> Ve ümitsiz bir halde şunları ilave etti «ah
sıralarım gidiyor ... Ah masalarım gidiyor . »
..

Korucu: «Sandığınız kadar kötü olmıyacak» cevabı­


nı verdi; açık duran kapıdan, ani olarak, Peter'in güru­
hundan iki köylü oğlan, dışarı atıldı. Oğlanlar henüz
toparlanamamışlardı ki birkaç iyi dost arkalarından fır­
ladı; ilk çıkanlar kadar gayrı ihtiyari olarak, kısa tak­
laklar atarak bir üçüncü, bir dördüncü fırlıyor, kiminin
Önce ayakları, kiminin de başı görünüyordu.
Korucu, yeni gelenleri karşıladı ve bunlardan, mü­
cadele sahnesine dönmek istiyen birkaçını karılarının
ikna kudretine de dayanarak niyetlerinden vazgeçirmeği
başarabildi.
Avlunun methalinde birdenbire görünen, peşinde de,
orta yaşlılardan mürekkep bir grup bulunan Barosch,
korucu ıçın hiç umulmadık bir müttefik oldu. Ba­
rosch, merdivenin en üst basamağında durdu ve yüksek
sesle: <Aklı baıında olan yola gelir» diye bağırdı. Biraz
düşündü ve e llerini havada sallıyarak tekrarladı: •aklı
başında olan yola gelir» ve merdivenlerdan aşağı atladı,
Korucu: <Mükemmel» dedi «aklı başında olanı say­
gı ile selamlarım.» Kapının içinde sıkışıp kalanların hepsi
dışarıya fırlayınca , o da merdivenlerden atladı ve kapıya
varınca, kendini tutamıyarak: 4:Hay Allah müstahakını
versin» diye bağırdı.
Topluluk , birdenbire seyrekleşivermişti. Bir zamanlar
gazinonun eşyasını teşkil etmiş bulunan kırıkların oıta-
28 KÖYÜN ÇOCUGU

sında duran Peter ve ona sadık kalmış birkaç kişi, Pa·


vel'e karşı mücadeleye hala devam ediyordulardı. Ceke­
tini çıkarıp kollarını sıvamış olan Pavel demircinin
önünde duruyor, ayaklarının dibinde de, himayesine sı­
ğınmış olan Virgil, büzülmüş bulunuyordu. Kendisinden
geçmiş olan ve hiddetten köpüren Peter, adamları bir­
çok defalar gerısın geriye atıldıkları halde, yeni­
den hücuma kışkırtmağa çalışıyordu. Fakat adamlar,
bir türlü cesaret edip de harekete geçemiyorlardı.
Hele korucu: «Yeter artık!» diyı: top gibi gürleyince, he­
men söz dinlediler. Korucunun sözünü Pavel de dinledi
ama yüzü toprak gibi oldu ve Peter"e çevirmiş olduğu
bakışlarında müthiş bir kin kıvılcımlandı.
Fakat bu sükun devresi kısa sürdü. Bir üçüncü şah­
sın ara buluculuğu, aralarında görülecek hesabı bulunan
bu iki kişinin işini düzeltmeğe yetmedi.
Peter: «Seni köpek seni» diye bağırdı, elini ani
olarak cebine sokup aldığı bir sustalı çakıyı açtı ve düş­
manın Üzerine atıldı. Darbeyi önlemek istiyen Arnost,
ileri fırladı, fakat bunda kısmen muvaffak oldu; Pavel 'in
göğsüne nişanlanmış olan darbe, kabq� ga kemiklerine ras­
ladı ve oğlanın gömleğinde büyük bi� kan lekesi hasıl ol­
du. Pave l : «Çekil ! » diye bağırdı, «çekil ! herifi bana
bırak!» Ve bir İnsanla bir hayvanın arasında geçiyormn­
şa benziyen bir boğuşma başladı. Peter, köpükler saçı­
yor, ısırıyor ve tırmalıyordu; Pavel ise, eadece kendini
koruyup düşmanını kendinden uzak tutuyor ve kati dar­
beyi vurmak için, zaman kazanmağa bakıyordu.
Ve nihayet, istediği oldu... Solu ile yüzünü korurken
sağ eli ile çevik bir hareket yaptı ve parmaklarını, deri
kemere geçirip, Peter'i havaya kaldırdı. Ve havada tutup
sarsarak: « Hayvan seni» diye soludu, 4:yere bir çarpsam
hesabın tamamdır!»
Arnost: «Haydisene!» diye seslendi.
Korucu İse: <Sakın ha!> diya bağırdı. PaveL düşma.
nının kurşun gibi ağırlaştığını hissetti ve Peter"in gevşi­
yen parmakları arasındaki bıçak yere düştü, yukarı doğ-
KÖYÜN ÇOCUGU 29

ru dikilmiş olan bacakları halsiz bir halde sallandı.


Tamamiyle bitkin bir hale gelmiş olan Peter, son darbeyi
bekliyordu.
İşte tam bu sıradadır ki, Pavel'in bütün vücudu ür­
perdi ve hiddeti sönüverdi. Peter'i yavaşça aşağı bıraka­
rak: «Sanırım ki sana bu kadarı da yeter» dedi ve yardak­
çı ların a doğru fırlattı; onlar da, sarsak ve yarıyarıya ken­
dini kaybetmiş olan Peter'i alıp, sessiz sadasız, dışarı
gö türdüler.
Korucu, çıkanların arkasından kapıyı kapadı, ve
Pavel bağırdı :
«Hepsin i kapı dışarı ettik, bizse b uradayız I• Ne
yarasının verdiği acıyı, ne de vücudunu kaplıyan şişleri
dµyduğu yoktu; kazanmış olmadan gelen çılgınca bir
keyiften, kendisiyle birlikte döğüşmüş olanlara karşı duy­
duğu borcu açığa vurmak isteğinden başka bir şey
h issetmiyo rdu : "hepsini kapı dışarı ettik; bizse, burada­
yız ... Biz üçler.!>
Virgil: «Biz dörtler» diye vı zıldadı, "Pavelcik, da­
madıma karşı son dak ikay a kadar seninle beraber dö­
ğ'Üşmedim mi?»
Pavel'in neşesi devam ediyordu: « Bunu ben de söy­
ledim onlara.»
Arnost: «Hem söyledin, hem de gösterdin» diye
haykırdı : «eğer heriflerin caoı yakında yine bir şeyler
işitip görmek isterse, bana güvenebilirsin, arkadaş. »
Korucu, Pavel 'i tepeden tırnağa kadar süzerek gü­
lümsedi: « Kafir oğlan!» Anton da, aynı şekilde gülümse­
di. Kibirliliğiyle hakseverliği arasındaki anlaşmazlık gide­
rilmiş bulunuyordu.
Demirci: «Hem makineyi de tamir etti» dedi.

xv

Pavel, eve döndüğü zaman gece yarısı idi. Hava so­


ğuk ve y ıldızlı idi. Kiliseye y aklaştığı sırada, gece bek-
30 KÖYÜN ÇOCUGU

çisi Much'a rasladı; bekçi, bir parçacık çekingen bir


y akın l ıkl a selamladı ve : «Bizim köpekler» dedi, c:az önce,
,

yabancı bir köpeği ısırdılar; meliin hayvan, canavar gibi


boğuştu.»
Pavel < İ şte yine bire karşı bir sürü;• <liye düşündü
ve büyük bir kuyunun bulunduğu yere vardığı sırada
ayağına bir şey takılıp da bir inilti duyunca, sevindi.
Yerde kanlar içinde yatan köpeği kaldırdı, kuyudan aldığı
bir kova suyu üzerine boşalttı. Pavel, karanlıkta pek iyi
seçe m ediği halde, bu dikkatsiz a rs ı z köpeğin pek kötü
bir halde bul u nd uğunu larketti. Hayvan yurtseverliği,
yabancıya karşı kör yerli kini, ondan pek hunharca öc
almıştı.
Köpek, hiçbir hayat eseri göstermiyordu. Pave l,
hayvanı yere bıraktı ve yo luna devam etti. Ama çok
geçmemişti ki, peşi sıra hayvanın sürüne sürün e güçlükle
geldiğini farketti ve mani olacak bir harekette bulunmadı,
beraber gelmesini h oş gördü ve eve varınca hayvanın
fevkalade çirkin olmasına ve taze yaralardan fena halde
tiksinmesine rağmen onunla meşgul oldu, ona baktı.
Pavel, e r t esi gün, bütün kış boyunca yaptığı gibi,
fabrikaya gitti. Ama o gün iş çok ağır geliyordu, başı ka­
zan gibi idi ve bütün vücudu sızlıyordu. Akşamleyin eve
dönerken, başkanın yanına çağrılacağını sanıyordu ama,
böyle bir şeyle ne o akşam, ne de sonra karşılaşmadı.
Pavel, o hadiseyi takibeden günlerde, düşmanların­
dan birine rasgeldikçe, bir hücuma uğrıyacağını hesap ­
lıyor ve kendini korumağa hazırlanıyordu. Ama her de­
fasında da tetbirleri boşuna çıkıyordu; kimsede ona
,

çatacak heves kalmamış gibi idi. Ondan korkuyorlar


mıydı? Onlar hu kadar kalabalık ve kendisi yapayal­
nızken . . Bu kadar korkak mı idiler ? Yoksa, onu
bir zaman rahat bıraktıktan sonra Öc alacak bir fırsat
mı kolluyorlardı? Bu kadar kötü ve hilekar mı idiler ki?
Ama Pavel., her ihtimale karşı dikkatli bulunmağı elden
bırakmıyor ve kendisinden müthiş alacakları olan bir sürü
kimse arasında dolaştığını, k 'tiyen unutmuyordu. Bu
KÖYÜN ÇOCUGU 31

arada şahsına karşı bir düşmanlık tezahürü olmadan


kış sona ermiş bulunuyordu. Kulübesinde hiç kimsenin
hücumuna uğramadan oturabiliyordu; bir zamanlar pek
çok hiddet uyandıran bu kulübe, şimdi kimsenin alaka­
sını çekmiyordu. Hatta bazıları, bu küçük meskenin ve
arazi parçasının üzerinde yavaş yavaş esmeğe başlıyan
refah rüzgarın a içlerinden hayret ediyordıılardı.
Pavel, evinin dört bir tarafına, çaprazlama tuttur­
duğu söğüt çubukları ile bir çit çevirmiş, çitin arka­
sına da zerzevat dikmişti. Bir türlü yorulmak bilmiyen
o inatçı, o demir gibi çalışması sayesindedir ki, işleri
yolunda gidiyordu. Kötü niyetlilerin hücumlarına dayana­
bilmiş bulunan küçük çam, bu tek ağaç, artık bir insan
boyu yükselmişti ve tepe kısmı, pencereden doğru, İçeri­
ye bakıyordu. Küçücük ağaç şimdi kalınlaşmış, geniş
kollarını, kainata meydan okurcasına germişti ve henüz
pek genç olmasına rağmen, beyaz bir yosun tabakası ile
kaplı idi. Şu çarpık damlı kulübe, yanı başınd�ki çam
ağacı ve önündeki çiti ile bu manzara, resme yeni baş­
l ıyan bir çocuğun yaptığı bir resmi andırıyordu. !<apı
eşiğinin üzerine -eşiğin al tınd a hemcinslerine karşı Pa­
,

vel'in kinini ve hor görme hislerini unutturmıyacak olan


taş gömülü idi - Pavel'in yeni can yoldaşı olan köpek
uzanmıştı; oğlan, bu herkese homurdanıp saldıran köpe­
ğine, kendi de farkında olmadığı bir nükte ile, «L'Amour>
-Pavelin imlasına göre «Lamur»-adını vermişti. Lamur'un
boyu bosu bir tavukçu köpeğininki kadardı , iskeleti de bir
kasap köpeğininki gibiydi. Yassı burnu doğuştan ikiye
ayrılmıştı ve bu hal onu pek korkunç gösteriyordu; La­
mur, en küçük bir bahane ile bile dişlerini gösteriyor v e
kısacık siyah tüyleri diken diken oluyordu. Canlı olan
her şeye karşı müthiş ve devamlı bir kin besliyor gibi
bir hali vardı. Hiçbir gönül işine karıştığı yoktu. Lamur,
erkek veya dişi, bütün köpeklere karşı aynı nefreti du­
yuyordu. Her iki cinse karşı da aynı derecede kor­
kunç davranmasını biliyordu. Gösterişten uzak, derin ve
içten bir bağlılık duyduğu tek mahlük, efendisi idi. Pa-
32 KÖYÜN ÇOCUGU

vel'in geleceği yoldan başını bir an bile ç e v i rmeden,


evin önünde saatlerce otururdu. Efendisini görünce, içini
dolduran hisleri, sırtının sevinçle bir parçacık ürp e rmesi
ve k ı sac ık kuyruğunun birkaç defa sallanması ile biraz
açığa vururdu. Lamur u n yaltaklanıp sokulmaları ne ka­
'

dar azsa, efend is ini n bu husustaki mu ka bel e le r i de o nis­


b e tte azdı; fakat yiy e ceği Pavel e ve döner dönmez hem
,

de daha kendisi ağzına bir l okma koymadan, verilirdi.


Pavel'in bi rk aç aydan beri içini doldurmakb olan
temiz bir gönül rahatlığı, anasından gelen bir mektupla
tedirgin edildi. Pavel, anasının son mektubuna hala cevap
vermemiş bulunuyordu, şimdi hemen hemen bir yıllık bir
aradan sonra gel en bu mektupta da, ne bir şik ayet ne ,

de bir sitem vardı; sadece ricalarını - ki ilk mektubun­


dakiler yerine getir ilmişti - çocukları hakkında habe r
i stiyen ricalarını tekrarlıyordu, bunu da, daha Öncekiler
gibi, aynı k e l i melerl e bitiriyordu: « Ben iyiyim.l> Bu satır­
lardan sonra imza geliyor, en son olarak da, kadınca­
ğız son dakikaya kadar kendini tutmuş da nihayet daya­
namayıp kağıdın ta kenarı na utana sıkıla kondurmuş
,

gibi, şu haber göze çarpıyord u : «Bu tarihten itibaren 14


a y sonra ceza müddetim sona ı eriyor.»
Bu tarih, 6 mart akşamı idi. Pavel, parmakları
ile hesapladı. Demek ki anası, gelecek yıl m ayıs ta ' ,

oğlu ile bir dam altında bulunabilecekti. O ana ki, kan l ı


kaatil b i r eşkıyanın suç ortağı i d i v e bu suçunu mahkeme
huzurunda müdafaa etmek için tek kelime, tek i tir az
bulmamış, hiçbir şeyi inkar etmemişti... ve evet ka­
tiye n, diye düşünü rk en ani bir hatırlayışla: 4:benim gibi!>
,

diy�_ aklın dan geçirdi... Kendisi de, mah k emede bir


şeyleri inkar etmemiş ve af dilememişti. Acaba elinden
m i gelmemişti ? Hayır ! sadece İstemediği için. Belki de,
- anlatılması kabil olmıyan bir teselli duydu ve içi
ferahl ad ı - belki anası da bunu yapabilirdi ama, ıs­
te m e rnişti.
Pavel, anasına aynı gün cevap yazdı; fakat gönd_er­
meği, - Milada hakkı n da hiçbir şey bilm e d iği ni anasına
KôYON çocuGu 33

itirafa utanıyordu ; bir yolunu bulup da kızkardeşi hak­


kında: «M i lada nın sıhhati yerindedir, sel.aı.1 söylüyor»
'

gibi bir söz, çok kısa ve kupkuru da olsa gene bir ha­
berdi- işte böyle bir haberi aldıktan sonraya bJTaktı.
Sabahın alacı1, karanlığı Pavel'i şehir yolunda bul d u;
,

manas tır kapısına vardığı zaman vakit o kadar erkendi ki,


çıngJTağı çalmağa uzun müddet cesaret edemedi.
Pavel, yeryüzünde en sevdiği bir insanı damı al­
tınd a saklıyan büyük binanın duvarına yasland ı O İnsan
.

ki, Pavel'in en yakı nı en kıymetlisi, insanların en te­


,

mizi ve hürmete layıkı olan kızkardeşi idi. Ağabeyin­


den kendi isteıti ile y üz çevirmişti.
Manastırın çanları ayi n vaktinin gel diği ni bildirmek
ıçın çalmağa başladılar, orgun muhteşem ahengi du­
yuldu ve hafif hafif kımıldıyan, u z ak l ardaki ihtizazları
buraya kadar getire n hava tabakası kadar yumuşak bir
ilahi sesi, berrak bir ilahi, yükseldi ... Pavel, yeryüzündeki
cennetten ge liy or, diye düşündü, bahtiyarların, sulh ve
sükun içinde yaşıyanların ülkesinden geliyor ... Günahkar
bir dünya evladının arzularının varamıyacağı kadar
yüksek ve erişilmez, tazim ve niyazdan gayrı hiçbir şey
ilham etmiyecek kadar yüksek ve erişilmez bir ses.
Pavel'in etrafında, yavaş yavaş, ihtiyarlardan v e
çocuklardan mürekkep bir kalabalık meyd ana gelmişti;
bunlar, her gün manastırdan yemek alan ve içeri girme
saatini bekliyen İnsanlardı. Bu müsaade nihayet verilince,
Pavel de onların arkasına takıldı Kapıcı kadın, Üzerinde
.

sabah kahvaltısı bulunan bir masayı, fakirlere İşaret etti


ve kapıda hiç kımıldanmadan duran Pavel'e şu suali
sordu:
«Ne istiyorsunuz?»
Ve Pavel, gırtlağ ı ndan yakalan ıp sıkılıyormuş gibi
olmasına rağmen, şunları söyliyebildi : «Benim adım Pa­
vel Holub'dur.»
Kapıcı kadını_n ciddi yüzü kızarı p morardı ve: «Ah,
sahi> dedi; Pavel'in ilk ziyaretine ait kötü hadiseyi ha­
tırlamıştı.
Beriki: «Ben » di ye tekrar lafa başladı «küçük Mi­
lada'nın erkek kardeşiyim.»
KÖYÜN ÇOCllGU

Kadın : « Öyle ya I> diye acele acele ilave etti :


«kızkardeşinizi görmek istiyorsunuz, değil mi?>
Hayır, hayır, bu kadar fazlasını ummağa casaret
etmiş değildi; fakat şimdi bu suali dnyuncadır ki, içinde
bu istek alevlenmiş ve bütün kanını başına hücum etti­
rerek, adeta sersemletmişti. «Görmek ister miyim ha?>
diye kekeledi «elbette hem de nasıl I •
•.•

Kapıcı kadın, az evvelki acelesini farketti v e te­


reddütle şunları söyledi; «Ama bu saatte müsaade edil­
mez, hem bugün hiç müsaade yoktur zaten, ve » Sö:;;ü nü
.•.

yarıda bırakarak: «Hah, Mere Afra geliyor» dedi cbir


parça bekleyiniz.>
Böylece, kapıcı kadın, avluya İnen merdiveni, yanında
iki hademe hemşire ile İnmekte olan ihtiyar bir rahi­
beye doğru ilerledi. Pavel, kadını hemen tanıdı; bu ka­
dın, vaktiyle bütün kurtı.:.luşunu bağlı sandığı meselede
çok ehemmiyetli bir kelime sarf etmiş olan kilerci hem­
şire idi. Kapıcı kadın, hemşire Afra'ya usul usul bir
şeyler anlattı ve Pavel, kendinden söz edildiğine hiç şüp­
he etmedi; zira, hiçbir şey söylemeden dinliyen hemşire
Afra'nın bakışları, birçok defalar, büyük bir dikkatle,
kendi Üzerinde dolaşmıştı.
Nihayet, hemşire Afra, işaret edip Pavel' i ya.
nına çağırdı, mahzun mahzun gülümsiyerek, �ahiden Pa­
vel Hulob olup olmadığını sordu, oğlandan tasdik cevabı
alınca da, « i nsanın inanamıyacağı geliyor> dedi co ka­
dar değişmişsiniz ki; peki hayırlı neler getiriyorsunuz,
bakalım ?»
Pavel'in kızkardeşini tekrar görmek hususundaki
ümidi, doğduğu kadar çabuk söndü ve oğlan böyle bir
şeyi aklına getirmiş olduğunu bile itirafa cesaret edeme­
di. Muztarip yüz çizgilerinde tatlı bir iltifatın izleri bu­
lunan bu güleryüzlü, bu muhterem kadın, bir oda dolu­
su kaba, yarı sarhoş heriflere ağızlarının payını vermiş
olan Pavel 'in içini korku ile doldurmuştu. Heyecandan
bunalmış bir sesle cevap verdi:
KÖYÜN ÇOCUGU 35

« Kızkardeşime, anamın selamını getiriyorum ve » .••

sesi, hemen hemen işitilmiyecek kadar hafifledi «kız­


kardeşimin nasıl olduğunu sormak istiyorum.»
Hemşire Afra : «Sualinize biz de cevap verebiliriz,
öyle değil mi, heınşire Cornelia?> diyerek, kapıcı kadına
döndü, ckızkardeşiniz, bize sevinç vermek, bizi memnun
etmek için onu yaratmış olan Tanrıoın liitfiyle, gerek
ruhça, gerekse vücutça, i yidir. Selam hakkındaki arzunuza
gelince: bunu yerine getirmek için, müsaade almamız la­
zım, öyle değil mi, hemşire Cornelia?• ve üzerinde, rahi­
benin şefkatli bakışları dolaşan Pavel. hala göğsü sıkışı­
yormuş gibi, konuşmasına devam etti:
«Kızdardeşimin de selam ettiğini anama yazmağı
çok isterim.>
Hemşire Afra,: <Ya> diye devam etti «o halde bu
anu da yerine getirilebilir, öyle değil mi, hemşire Cor­
nelia? Sadece bir parça sabırlı olmanız lazım> şakalaşa­
rak ilave etti : «Sabırlı olacak kadar vaktiniz var mı?>,
haşı ile selamlayıp Pavel'in önünden geçti ve yoluna
devam etti ; Pavel de beceriksiz beceriksiz, yerlere 'ka­
dar eği idi.
Pavel, henüz küçük bir oğlan iken müthiş bir inti­
zar içinde kıvranmış olduğu aynı odaya ltapıcı kadın ta­
rafından gi>türüldü.
Kasvetli odada hiçbir değişlik olmamıştı; koltuklar
eski yerlerindeydi, duvarlarda aynı rutubet lekesi var­
dı. Sadece, parmaklıklı pencereden bu defa gönül açıcı
bir man-z.ara görünüyordu; -z.İra o -z.aman yapraksı-z. olan
ağaçlar, şimdi beyaz ve pembe çiçeklerden meydana gel­
miş bir bahar elbisesi içinde kırıtıyorlardı. Çimenliğin ta
nihayetinde, binanın, bahçe duvarına kadar uza nan yan
tarafı önünde, manastırın küçük talebeleri oynuyorlardı.
Çocuklar, oyunlarını sık sık bırakıyorlar ve nezaretçilik
vazifesini yapan genç rahibe namzedine doğru, birbir·
!eriyle yarışa çıkıyorlardı. Genç rahibe, her taraftan sürü
haliııde saldıran çocukların sevip okşamalarından korun­
mak için ne kadar uğraşıyordu ! Bunu yaparken de ne
kadar müşfik, ne kadar ciddi idi; bu vahşileri yola
36 KÖYÜN ÇOCUGU

getirmesini, çekingenleri cesaretlendirmesini, tekdir ve


iltifat dağıtmasını, yerine göre nezaketle hitabetme­
sini ve yerine göre, sert davranmasını nasıl da biliyordu!
Pavel"in bakışları bu fidan gibi zarif vücuttan bir türlü
ayrılamıyordu. İ yice seçemiyordu ama, genç kızın Milada'yı
andırdığını sanmaktaydı. Onun Milada'sı da, şimdi aşağı
yokarı böyle olmalı idi.. Fakat kızkardeşinin bu kadar
büyümüş olmasına imkan yoktu; buna katiyen ihtimal
vermiyordu ve Milada'nın rahibe el bisesi giymiş olmasına
da ihtimal veremiyordu.
Bir çan sesi duyuldu; genç rahibe namzedi kızların
en küçüğünü kucağına aldı, öteki çocuklar da, kimi önü
sıra, kimi yanı sıra koşuştular ve bir saniye içinde bütün
çocuklar binaya girip ortadan kayboldular.
Pavel, camın önünden çekildi. Hemşire Afra'nın
sözleri, uzun bir bekleyi şten bahsettiği için, aradan bir­
kaç dakika geçmeden kapı gıcırdayınca, pek şaşırmıştı.
Kapının eşiğinde, aradan geçmiş olan yılların tesirine
rağmen hiç değişmemiş bulunan ve her zamanki asıl sü­
kununu muhafaza eden başhemşire göründü. Boylu v e
endamlı b i r genç kızın elinden tutmuştu; bu genç kız,
sakin sakin hareket tarzını az önce görmüş olduğu ve
kızkardeşine benzetmiş bulunduğu genç kızın- ta kendi­
si idi; Milada'nın sırtında, genç rahibe namzetlerinin el­
bisesi vardı.
Pavel, kızkardeşine sonsuz bir hazla, sonsuz ve
acı veren bir hayretle, gözlerini bir türlü ayırmadan,
bakıyordu; genç kızın dudakları arasında da, Pavel'i gö­
rünce, bir sevinç çığlığı fırlamış, güzel yüzündeki sol­
gunluk daha şeffaf, daha solgun bir renk almıştı.
Milada: «Pavel, sevgili Pavelciliğim ;» diye bağırdı
fakat, başhemşirenin elinden kurtulup koşmadı, oldu­
ğu yerden kımıldanmadı ve kardeşine, bahtiyarlık taşan
ırözlerini iri İri açarak, sessiz sessiz baktı.
Pavel de sessiz sadasız duruyordu. Bütün vücudu­
nu sarmış olan ve onu, hasretiyle yanıp tutuştuğu sev­
gili vücuda yaklaşmaktan büyülenmiş gibi alıkoyan bu
KÖYÜN ÇOCUGU 37

hürmetle karışık ürkek his, Üzerine atılıp bağrına bas­


mak arzusundan daha kuvvetli idi.
Göğsü daralıyormuş gibi susuyordu; kafasının ıçın­
de bir sürü düşünce birbirini kovalıyardu: bu genç azi­
ze, kendi kızkardeşi mi idi? Hem bundan sonra onuu
.••

için bu tabiri kullanabilir miydi? Bu genç azize, bin­


.•.

lerce kere kucaklamış, öpmüş, sevip okşamış olduğu, hat­


ta bazı bazı da döğdüğü, genç kız mı idi? Bu genç a zi­
ze «Açım, Pavl ice k , açım» fe ry a diyl e onu sık sık hırsız­
lığa sevk etmiş olan genç kız mı idi? Ve bu genç azize
ana babalariyle oradan oraya dolaştıkları sırada yaralı
a yakları nı sarmış olduğu aynı genç kız mı idi ? . . Bu .

genç azize, o genç kız ını idi?


Başhemşirenin gözleri, iki kardeşin düştüğü hayret­
ten bir türlü ayrılmı y ordu. Nihayet, Milada'ya doğru dö­
nüp gülümsiyerek : «Ey bakalım» dedi, «bir zamanlar
çocuk taşkınlığiyle seni artık bir daha görmiyeceğim,
seni gör � eme bir daha katiyen izin vermezler. diyen
kimmiş ... işte bak. kardeşin karşında duruyor, haydi
birbirinizi selamlayın, ellerinizi verin biribirinize.>
Emrin, Pavel'le Milada tarafından yerine getirile­
bilmesi için, birçok kereler- tekrarı icabetti ve nihayet,
Pa vel, kızkardeşinin e llerini elleri arasına alınca k ızı n
ateş gibi yanan avuçlarından ve hızlı hızlı atan nabız·
!arından ürktü . Kendi k a ba sağ elinde tuttuğu bu
ensiz el, işsiz gücsüz birinin yumuşacık eli değil, işe
yatık bir insanın eli idi. Demek ki, bu nazlı nazik haç
yol cusu , Tanr ı yolu nd a bile, yeryüzünün günlük meşak­
katlerinden uzak tutulmuş de ğil d i.
Öğretme nin vaktiyle kendisine söylemiş olduğu:
«Her iki ucundan tutuşturu lm u ş bir mum ne kadar
dayanır ki !> sözü, kafasında canlandı. Kiılbi burkuldu;
bakışlarını, Milada'nın ellerinden kaldırıp yüzüne çevire.
rek: «Bir rahibe, bir rahibe oldun dem ek l» dedi.
Başhemşire şu cevabı verdi: «Henüz değil; ama
ilahi kurtarıcımızla: Anam kim? Kardeşlerim kim? diye
konuşanlardan olması çok sürmiyecek.
38 KÖYüN ÇOCUGU

<Ana» sözünü duyan Pavel , rüyadan uyanmış gibi


oldu ve: «Anamın selamı. var sana» dedi «sıhhati yerin·
deymiş. Senin nasıl olduğunu bilmeği pek istiyor. Ken­
disine ne yazayım?>
Milada: 4Üna yaz ki,» dedi ve lafını keserek, izin
ister gibi, başhemşirenin yüzüne baktı ; onun, olur der
gibi başını salladığını görünce devam etti: «yaz ki,
bütün hayatım, onun için, ve daha birisi için, zavallı
ve bahtsız babamız için gece ve gündüz dua etmekle
geçiyor » Sesi alçalmıştı, fakat, «ve senin için de Pa.
.•.

vel'ciğim, senin için de sevgili Pavel'ciğim.» derken ne­


şeli bir ahenkle yükseldi .
Pavel anlaşılmaz bir şeyler mırıldandı, gözleri da.
yanılmıyacak kadar yanıyordu; birdenbire, Milada'nın
elini bıraktı ve bir adım geriledi.
Milada, devam etti: «Ulu Tanrım, söylediklerimi
işitti ve senin halini düz �ltti Öyle değil mi? Söylese­
.••

ne, Pavel'ciğim, evet desene; neden çekiniyorsun? bu,


ilahi liitfun eseri. Haydi Pavel, yalvarırım iyi ve dürüst
olduğunu söyle . . . Pavel, sevgili Pavel, iyi ve dürüst
oldun mu ?»
Kızkardeşinin yalvarıp yakarmalarından bunalmış
olan Pavel başını, önüne eğdi ve <Bunu ben de bilmi-
yorum> dedi.
Milada : «Sen de bilmiyor musun? » diye sordu ve
Pavel'in sustuğunu görünce, artan bir endişe ile, baş·
hemşireye hitabetti : «Bunu kendi de bilmiyormuş, muh­
terem valdem, nasıl olurmuş bu ?»
Başhemşire ; genç rahibe namzedinin yüzünde he·
liren korku ve huzursuzluk izlerini, solgun yanakları­
nın gittikçe kızardığını görerek teselli etmek istedi: <ola­

bilir , kardeşin sana güzel bir cevap, eserlerinin !arkında


olmıyan alçak gönüllü İnsanların cevabını verdi. Fakat
biz, kardeşinin kurtulu� yolunda ne kadar terakki kay·
dettiğini biliyoruz. Bunun içindir ki, ıiıöyliyeceğini kendi
ağzı ile söylemesine ve Öğreneceğini de bizzat Öğrenme­
sine ızın verildi. Arzu yerine gelmiş bulunuyor, haydi
sevgili çocuklar, şimdi biribirİnizle vedalaşın.>
KÖYÜN ÇOCUGU 39

Pavel, derin derin içini çekti: «Bu keder çabuk


mu ? • Mileda'nın ağzından da acı bir şaşkınlıkla,
aynı anda aynı kelimeler döküldü. Ama bu çok sürmedi
ve kalbin gayrı ihtiyari kopardığı çığlığı, bir başka ar­
zuya kendini bırakmanın ifadesi takibetti ve Mllada:
«Hoşça kal, Pevel» dedi.
Onun bu dindarca boyun eğişi mükafatsız kalmadı
ve başhemşire şefkatle gülümsedi : « Yine görüşürüz de,
diyebilirsi cı.>
Milada, sevinçle : «Elbise giyeceğim gün» dedi
«elbise giyeceğim gün gelirsin, buna izin verirler...
Öyle değil mi, aziz valdem, izin verirler, gelmesine izin
var, değil mi?> Ve kısa bir an dü şündükten sonra, tes­
limiyetkir bir tavırla ilave etti: «ona bir şey daha sora­
bilir miyim?>
«Sor!>
Başhemşirenin ardından g itmeye hazırlanmış olan
kardeşine döndü: «Sevgili Pav el, san a fenalık yapanların
hepsini affettin m i ?>
Pavel, cevabının nasıl da heyecanla ve titreye tit­
reye beklendiğini gördü. Kalbini dinledi ve: "şimdilik
birkaçını.> dedi.
«Ama hepsini de affetmelisin, onların hepsi de tan­
rının eseri, seni imtihan için gönderiliyorlar, onları sev,
haydi vadet bunu bana!»
Kızkerdeşi, öyl e bir şiddetle yalvarıp yakarıyor­
du ki, Pavel, eski günlerin Mileda'sını hatırladı. «Vadet
bunu bana, Pavel'im, Eğer bunu yepmıyacek olursan,
ben ıstırap çekeceğim» diye inledi; «senin bu helin de
gösteriyor ki, henüz yeter derecede dua etmiş. çile çek­
miş değilim.»
Pavel, yenilmiş bir tavırla: «söz veriyorum;,, dedi
ve kollarını, kızkardeşine doğru uzattı.
Milada'nın: «teşekkür ederim», dediği duyuldu «te­
şekkür ederim Pavel, benim aziz Pavel'im», Sonra her
şey değişti, ışık kayboldu. Başhemşire, Milada'yı da be­
raberinde sürüklemişti, şimdi Pavel yalnızdı.
40 KÖYÜN ÇOCUGU

Az sonra kapı açıldı ve eli tokmakta olan kapıcı


kadın, durup bekliyordu. Pavel, kadının bu sessiz ihta­
rına uydu, a vluya, sonra da dışarıya çıktı.

xv ı

Pavel, bir zamanlar, üzerinde büyük bir tesir bırak­


mış olan, şu anda ise ihtişamına falan bakacak halde
bulunmadığı meydanlığı yavaş yavaş geçiyordu. Kızkarde­
şini, hiç ummadığı bir halde görmüş olmanın verdiği
bahtiyarlık duygusu bir müddet daha sürdü fakat çok
geçmeden, işkence veren bir endişe higsİ kalbine sokul­
du ve içini, ıstırap ve pişimanlık ile doldurdu.
Korkakça bir çekingenliğe kapılıp yaptığı gibi, ora­
dan uzaklaştırılmasına m Üsaade etmemeli idi ; orada
kalmalı ve başhemşireye şöyle demeliydi :
« Kızkardeşim için tasalanıyorum; onun İş, dua ve
cefa ile nasıl eridiğini görmüyor musunuz?» İşte vazifesi
daha doğrusu hakkı, böyle hareket etmekti. Bu fikrin
aklına gelmesi ile karar halini alması bir oldu.
Pavel, manastıra döndü ve çıngırağı çekti.
Kapı açılmadı, fakat kapının içine yerleştirilmiş
olan küçük parmaklıktan bir göz baktı; kapıcı kadın,
çıngırağı çalanın ne isteğini sordu, Pavel, çekine çekine
cevap verdi ve başhemşire ile görüşülem iyeceğini Öğrendi.
Kafesin arkuındaki sürgü kapanmıştı.
Ne yapmalı idi? Kapıya yumruk atıp, vurup gürül­
tü ederek zorla mı girmeğe kalkışmalı, böylece de,
sofu kadıncağızın gazabını Üzerine mi çekmeli idi? •..

Böyle yapacak olursa, bu kötü hareke tinin cefasına, hem


de zordan ziyade istekle katlanacak olan kimdi? Milada
değil mi ? Bunun böyle olacağını çok iyi bildiği içindir
ki, yine yola koyuldu.
Ş ehrin sonunda, köprünün hemen yanı başında bir
misafirhane vardı; misafirhanenin önünde de, İncecik ba­
cakları ile yere tutturulmuş masa ve sıraları geniş dalları
ile gölgeliyen bir ıhlamur ağacı bulunuyordu. Pavel,
sondaki sıraların birine oturdu, karnı acıkmıştı ve hara-
KÖYÜN çocuGu

reti vardı, bira ve ekmek istedi. Ama İstediği şeyler ge­


lince de, yiyip içmeği aklına bile getirmedi
Misafirhanenin avlusu pek hareketli idi. Bir omni­
büs gelmiş birkaç yolcu bırakmıştı; yolculardan ikisi.
bahşiş istedi diye, arabacı ile heyecanlı bir müııalı:aşaya
girişmişti. Eşyasını kaybetmiş olan ihtiyar bir kadın, ka­
pının kemeri altına konulmuş olan pardesü ve paltolarla
paketlerden meydana gelen yığını, dı�er yolcuları kızdı­
racak şekilde, al tüst ediy ordu.
Pavel, başlpngıçta, bütün bunlara şöyle bir baktı;
fakat köşe taşının yanıbaşında duran küçük bir valizle,
bir kürk ve bastonu görür görmez, heyecanlandı. Bun­
lar, üç eski aşina idiler. Hele baston, bir zaman.lar sır ­
tının üstünde nasıl keyifli keyifli zıplamıştı !
Düşiinüp taşınmaya lüzum görmeden: «Bay Öğret­
men , bay Öğretmen! Siz buradasınız ha?> diye bağırdı,
yerinden stçradı ve içeriye koşmak istedi .. O zaman,
.
kollarını iki yana açarak ona doğ"ru gelen Habrecht'le
karşılaştı.
«�e iyi bir tesadüf! ... >
Oğlan «Nereden nereye?> diye sordu. «Nereye ola­
cak : seni görmeye geliyordum , yoluma çıktın. Hayırlı
tesadüf, iyi alamet!»
«Demek beni görmeye geliyordunuz, ·ne iyi, ne iyi,
bay Öğretmen!
«Güzel mi ? neden olmıyacakmış ki !.. Ama bana
bay Öğretmen, deme . Ben öğretmen falan değilim ar­
tık ... her şey geçti. Ben şimdi bir mürit oldum ve... > du·
daklarını büzdü ve havayi, çok kıymetli bir şeyden bah­
sediyormuşçasına, büyük bir keyifle içine çekti; « ... ve
y eni bir hayat başlıyor.>
Pavel, hayret içinde kalmıştı. «Bu yeni hayatınız
hali başlamadı m ı?» diye sordu .
Habrecht, başını sallıyarak: «Hiçbir şey olmadı»
cevabını verdi, «Tamamiyle ters gitti. Eğer nasıl olduğu­
nu merak edersen, gel İçeriye gidelim. Ihlamurun altın­
da ne de güzel ağaç .. böyle bir ağaç görmeye, belki
.••
KÖYÜN ÇOCUGU
42

de hasret kalacağım yakında, üşüyorum da gel ; benim


•..

sevgili Pavel'im, sana anlatacak çok şeyleri m var Biri­


.•.

birimizden - belki de bir daha görüşmemek üzere - ay­


rılmadan Önce senin hakkkında da çok şeyler Öğrenmek
istiyorum.»
Habrecht, kendisi ile Pavel için öğle yemeği ısmar·
ladı ve birinci katın en iyi odasını açtırttı; pufla gibi ka­
barmış pemb e yastıklı iki dar karyola ve muşamba bezi
kaplı bir masa ve dört koltukla döşenmiş olan büyük odayı
görünce, pek memnun kaldı. Misafirhane sahibi tarafın­
dan önüne bırakılan bul .. nık çorbayı da, daha da bulanık
şarabı da, kaynata kaynata büti! n suyu alınmış dana
etini de, yarı pişmiş patatesleri de. pek beğendi. Hab ·
recht'in kendisi bir Hint fakirinden fazla yemiyordu ama,
misafirini durmadan zorluyordu : « İ yi ye bakalım, haydi
, içsene ! tat bakalım, yemek lezzetli! faydalı sözlerimle,
tecrübelerimin hulasaları ile, bu yemeğe ben de bir nevi
baharat katacağım.>
Habrecht, anlatmağa başladı v e gittikçe canlandı.
Bir yerde duramıyor, hazan ayakta, hazan oturarak, ha­
zan d a odanın içinde bir aşağı bir yukarı dolaşarak,
.
fakat hep şiddetli hareketlerle, anlatıyordu.
Evet, yeni tayin olunduğu yerde, yepyeni bir ha­
yatla karşılaşacağını sanmakta yanılmıştı. Ö lmüş sandığı
bir geçmişin hayaleti peşini bırakmamış, ve bulutsuz bir
sulhun hüküm sürmesi lazımgelen bu yepyeni günlerini
karmakarışık etmişti. Habrecht, iyi davranmak istemişti,
o gün için pek çok çabalamış ve bu uğurda büyük bir
teslimiyet göstermişti. Fakat bütün bunlar, bütün bu ça­
lışıp çabalamalar, vazifesinde gösterdiği büyük gayret
ve her türlü şüpheden uzak bir yaşayış emniyetsizlik
uyandırmaktan başka işe yaramamıştı. Ahali: «Muhakkak
ki vicdanı rahat değil, bu adamın:& diyordu.
Habrecht: «Nasıl, anlıyor musun?» diye sordu. «Bu
söz ilk kulağıma çalındığı zaman hikayemin başında bah­
settiğim hayalet, karşıma geçmiş sırıtıyordu. iyilik et­
mek istiycn biri olmasaydım, iyilik etmek istemesey-
KÖYON ÇOCUGU 43

dim, başkalarının sözüne aldırış etmeden yoluma dos­


doğru gitseydim ... Hem dahası var! oradakiler, burada­
kilerden çok daha fazla Çek; benim İsmimin Alman olu­
şu, onların canını sıkıyordu. Bende Alman duygusu ara­
mağa kalkıştılar; evet bende, yeryüzünü bir azap tez­
gahı ve insanları da, -aralarında ufak farklar bulunan­
ağır birer İmtihan mahkumu sayan bende ! Demek ki ben
bir fark gözetecek v e şöyle diyeceğim derenin bu kıyı­
sında dünyaya gelenlerin sıhhatte oluşu beni, öteki kıyıda
doğmuş olanların iyi oluşundan daha çok alakadar eder,
Ben bir millet, evet bir tek millet tanırım; idare
eden, yol gösteren ve aydınlatan bir millet: Bir değer
sahibi olan bütün İnsanlar; onlardan olmakla iftihar du­
yarım > Başını tuttu ve güldü: «Bu sizin yaptığınız d.,­
.•.

liliktir, derim; bu asrın işi değildir, derim. Ben böyle


düşünüyorum... Benim Habrecht adım hoşunuza mı git­
miyor? O halde Mamprav deyin, bence müsavi... İ şte böy­
le, bunda da kendilerine uymak istemekliğim, işi büsbü­
tün bozdu. O günden sonra ben - onları tuzağa düşür­
mek istiyen - bu işi kim için yaptığımı Allahtan gayrı
bilen yoktu, bir casustum; artık adım başında bir yı­
lana raslıyordum. Nihayet iş o hale ıı-eldi ki, paramla,
fırıncıdan ekmek ve pazarcı karıdan elma alamaz ol­
dum Ah, siz insanlar yok musunuz! Sizleri sevmek la­
.••

zım - ve böyle de yapmak istiyoruz- ama kimi zaman


da insana bu dehşet veriyor. Hatta bu, çok sık oluyor.>
Habrechti, başından geçen en son hadiselerin hatı­
rası sarsmıştı; bir müddet sessiz kaldı. Ama asla kaybol­
mıyan canlılığı geri geldi ve yeniden öyle bir lifa giri­
şip ken·dinden geçti ki, dinleyicisinin anlayış kabiliyetini
bile unuttu.
Pavel, eski hamisinin bu pek anlıyamadığı iza­
hatı karşısında, alakayı kaybetmemek için güçlük çe­
kiyordu.
Habrecht"in geçirmiş olduğu bu son İmtihan, acı fakat
kısa olmuştu. Kendisiyle devamlı münasebeti muhafaza et­
miş olduğu bir dostu, eski bir mektep arkadaşı, bir sabah
KÖYÜN ÇOCUGU

meydana çıkmış ve onu, bütün sıkıntılarından kurtar­


mıştı. Bu iki adamın m ukadderatı arasında, hakikaten
bir benzerlik vardı.
İkisinin de aynı düşüncelere sahip bulunması,
yı llarca süren bu ayrılığa rağmen ruhlarının yakın
kalmalarını mümkün kılmıştı. Biribirlerini tekrar bu­
lur bulmaz ilk işleri, hayat savaşına yanyane devama
karar vermek oldu. Seçmiş oldukları savaş meydanına
götürecek parayı, Habrecht'in dostu, daha dağrusu, dos­
tunun dostları, tedarik edecekti. Bıı dostlar, Amerika"da
varlıklı ve itibarlı bir hayat sürüyorlardı ve gayesi ruh
yüksekliğinin yayımı olan ve gittikçe alaka ve itibar ka­
zanan bir ahlak cemiyetinin en ateşli üyelerindendiler.
Habrecht, « Bunlar, kendilerine, bir ahlak dininin
müminleri, diyorlar> dedi, «hence ise onlar, bir zaman­
lar yeryüzünde yanmış ve alevleri ile beşer cemi­
yetine o zamane kadar bilinmiyen asil bir sevın­
cin parıltılarını verecek o mukaddes ateşi tutuş­
turan ve sönmemesine dikkat eden kimselerdir... Ben
onl ardan, o zamana kadar bir eşi daha yazılmamış bu­
lunan bir kitap sayesinde haberdar oldum ... Ah, sevgili
Pavel! şu senin, sen çılgının, bir zamanlar büyücü ki­
tabı dediğin kitabın bende b ıraktığı tesiri aşan hariku­
lade bir kitaptı, bu Kitabın dediklerini yerine getire­
..•

ceğim; kaybetmiş olduğum ve her zaman yokluğunu his­


settiğim şeyi, öte tarafla bir münasebet kurmak imka­
nını aramak için, oraya gidiyorum. Biz zavallı yeryüzü
çocukları şu iki şeyden birine muhtacız: - Azıcık da
olsa - rahat, yahut da ıstıraplarımıza bir temel yoksa ,
mahzun oluruz ve böylesi de dürüst bir İnsana layık
değildir.»
Pavel, sözün burasında, Habrecht'in sözünü ilk defa
kesti: «Mahzunluk, değersiz bir şey midir?»
•Hiçbir zaman! Mahzunluk, sükun ve ölümdür; ne­
şelilik İse uyanıklık, hareket ve hayattır.> Masanın önün­
de durdu, cevap ister gibi Pavel'e baktı ve devem etti :
«Sen canlılıktan hala mahrumsun, neşeli olamadın ... Peki
köyle aran nasıl?>
KôYüN çocuGu 45

Pavel: •Daha iyice> cevabını verdi.


«Hoşuma gitti! Ne vakitten beri?»
«Onlara söyliyeli ve göstereli beri.>
«Ne, söyliyeli ve göstereli beri mi? Bu iş nasıl oldu?
dayak mı attın ?>
«Hem de ne dayak!»
Habrecht : «Vay, vay. vay» dedi. Yüzü düşünceli
bir hal aldı ve kollarıııı kavuşturdu. « İşte böyle, aziz
Pavel'im, kötek fena bir şey değildir, ama sadece baş­
langıçta, evet ancak başlangıç için! Bilhassa ona bir yar­
dımcı vasıtadan fazla kıymet vermemek şartiyle ... Şüphe­
siz ki, gevezelerin aklı esaslı çarelere ermez, bu yüzden
de, böyle çuelerin vücudunu inkar ederler> söylenilenin
manası hakkında en küçük bir tahmin bile yapamıyarak
hayretle bakan Pavel'in suratına doğru: •Sen de bu ge­
vezeler gibi olma, sakın!» diye bağırdı.
Habrecht, bundan sonra, onun konuşmasını istedi :
«Ben bütün söyliyeceklerimi söyleyip bitirdim. Şimdi
de seninkileri dinliyelim ... »
Habrecht, bir zamanlar himayesinde bulunan Pavel'i,
yaptığı ve yapmadığı şeyler hakkında inceden inceye sor­
guya çekti ve ikide birde hayretle bağırarak ve mütalaa­
lar yürütüp iyi nasihatlerde bulunarak, oğlanın sözünü ra­
hatsız kestiği nisbette cevaplar aldı. Ama Pııvel'in bun­
lardan olduğu yoktu, şırıltılarla akan bir derenin gürültü­
sünden fazla rahatsız etmiyorlardı. Hem de ona, her cüm­
leden sonra, düşündüklerini bir araya toplamak ve bunları
uygun bir şekilde ifade edecek cevabı bulmak için vakit
kazandırıyorlardı. Nihayet, Pavel, sımsıkı kapalı ve ağız
ağıza dolu olan kalbini, harikulade dostunun kalbine
boşaltmıştı.
Her ikisi de pek vekarli bir haldeydiler. İ htiyar,
ellerini delikanlının başına koymuş, ılık ve takdirkar söz­
ler söylüyordu
Habrecht, bu sözlerini: <Sana bakmak işini Üzerine
almış olan köy cemaatine ve mantığa nazaran, senin
kötü bir herif olman lazımdı:ı> diye bitirdi. «Halbuki sen
46 KÖYÜN ÇOCUGU

bunun tam aksi, yani mükemmel bir insan oldun. Bu şe­


kilde devam ederek onları büsbütün yalancı çıkar, bir
köylü payesine yüksel, onlara belediye başkanı ol.»
Pavel'in gözleri her zamankinden fazla açıldı ve
Öğretmenin yüzüne, gururla inanmamazlık arası bir gü­
lümseme ile, baktı.
Habrecht, acele acele tasdik etti:
<Elbette, elbette. Bu makama erişince de onların
sana yapmış oldukları kötülüklere, iyilikle karşılık ver.)
Akşam çöktü ve hareket saati yaklaştı ; Habrecht,
kendini müthiş bir huzursuzluğa kaptırmıştı. Hesabı is­
teyip öded!, yola çıkmak için henüz pek erken olduğunu
söyliyen misafirhane sahibinin sözlerine kulak asmıyarak
binadan çıktı, küçük valizle kürk ve bastonunu taşıyan
Pavel peşinde olduğu halde, acele acele istasyon yolunu
tuttu.
istasyona varıp da, V iyana'ya gidecek akşam tre­
nine yetişip yetişememiş olduğunu sorunca, kahkahalarla
karşılandı ve bunun üzerine içi rahat etti.
Şiddetli bir fırtına çıkmıştı, istasyon bi�ası önün­
deki akasya ağaçlarını sarsıyordu; zavallılara acımak la­
zımdı. Hızlı hızlı geçen kasvetli bulutlardan, soğuk bir
yağmur serpeliyordu. Habrecht buna aldırış etmiyordu ;
bu yolculuk şerefine giymiş o lduğu muhteşem frakını,
havanın her türlü kötülüğüne, hiç çekinmeden maruz bı­
rakıyordu. Uzun tüylü ve kül rengi silindirini, üstten doğ­
ru getirip de helezoni kenarlara tuttu.rmuş olduğu bir
mendilin himayesine bırakmağa razı olmuştu. Bu şekilde,
yanında Pavel olduğu halde, elini kolunu sallıyarak, Pe­
ron 'da bir aşağı bir yukarı dolaşıyordu.
Gişe açılıp da Habrecht biletini aldıktan sonra ar­
tık sabırsızlığına son yoktu. İkide bir saatini çıkarıyordu,
istasyon saatine emniyeti yoktu. Daha on dakika vardı...
Ama trenin bugün beş dakika erken gelmesi de kabil­
di. Ve mademki beş dakikaya kadar ayrılacaklardı, ne
diye şimdiden ayrılmasınlar, daha iyi değil mi idi ?
Habrecht, Pavel'den, eve dönmes!ni, kendi yüzünden
daha fazla burada kalmamasını, durmadan rica edi-
KÖYÜN ÇOCUGU 47

yordu. Daha Önce de, hemen hemen cebir kulhmarak,


saatini hedive olarak kabul etmeğe zorlamıştı.
«Artık buna ihtiyacım yok, dostumun saati var.
Hem düşünsene: eğer her zaman için iki kişiye bir saat
.
raslıyacak olsaydı ne uygun bir istatistik nisbeti olurdu,
bul Hoşça kal, Pavel, haydi git artık.»
Habrecht, delikanlıyı bir eli ile itiyor, öteki ile de
tutup alıkoyuyordu.
«Aziz Pavel"im, son sözlerimi söylüyorum, iyi dinle,
beyninin kı vrımlarına, ruhunun derinliklerine yerleştir
bunları. Dikkat et ki, istisnai derecede öğretici bir devir·
de yaşıyoruz. Hiç durmadan şöyle vazediliyor; herhan­
gi yüksek bir gayen olmasa bile sırf kendini korumak
için, kendi menfaatlerini düşünme. Bu söz başka hiçbir
devirde bu kadar açık olarak insanlara tekrarlanmamış­
tır... Fakat anlıyorum ki , senin için anlaşılması güç bir
şey bu O halde başka türlü anlatayım! İ nsan, eski za­
•.•

manlarda, kendi dolu tabağının önünde rahat rahat otu­


rup, komşusunun tabağının boş olduğunu hiç umursama­
dan, yemeğini şapır şupur yiyebilirdi. Halbuki bugün,
ruhu nasırlaşmış olanlardan gayrı bir insanın böyle bir
harekette bulunmasına imkan yok. Komşunun önündeki
boş tabak, bütün diğerlerinin iştihasını tıkıyacaktır. - iyi
yüreklilerin haksızlık yüzünden, yüreksizlerin de korku­
dan İşte bunun içindir ki, k�ndi tabağın dolu olduğu
..•

zaman, civarında da mümkün mertebe daha az boş tabak


olmasına gayret et, anlıyor musun ? »
« Öyl e zannediyorum»
«Hiç kimseye karşı, hatta düşmanın bile olsa, düş­
manlık besl e memek lazım geldiğini de kavrıyor musun?»
Pavel : 4:Aynı şeyi kızlı:ardeşim de söylemişti» ceva·
hını verdi.
Habrecht, bu tesadüf karşısında duyduğu sevinci
ifade ederek sözüne devam etti : « Bundan başka, okumağı
sakın u.n utma. Mektep kitaplarından - şuna buna hediye
etmeden Önce - senin için altı tane ayırmıştım; posta
ile alırsın; hiç kimselerin tanımadığı adamlar tarafından
48 KÖYÜN ÇOCUGU

yazılmış basit kitapçıklar Ama eğer sen, bunların içinde­


..•

kilerin hepsini Öğrenecek ve her nasihatlerini yapacak


olursan, çok şey Öğrenmiş olacaksın. Onları oku, oku,
daima oku ve eğer altıncı kitabı bitirecek olursan, tekrar
birinciden başla ...
«Hayatta en güç olan şeyden yani bütün ihtirasla­
rın en korkuncu, en kudretlisi, en müthişi ve en tatlısı
olandan - bunun İsmini söylemek istemem, sen bunu
tecrübe ettin - daima sS:kınacaksın. Bu senin için daha
başlangıcında, zehirlenmiş bulunuyordu; bazan bu tecrübe
bütün Ömre yeter. O senin başına öyle işler açtı, sana
öyle bir ders verdi ki, iyi dostun sifatiyle ben de - böyle
olduğumu sanıyorum - daha iyisini temenni edemezdim,,»
İstasyondaki kalabalık, gittikçe artmış, ilk kampana
çalmış ve uzaklardan doğru bir düdük sesi duyulmuştu.
Fakat Habrecht, bütün bunların farkında değildi; Pa­
vel'i ceketinden yakalamış, acele acele ve ateşli ateşli
anlatıyordu:
«Her İnsanın ev bark sahibi olması muhakkak lazım
değil; herkesin çocuk sahibi olması kadar büyük bir çıl­
gınlık yoktur. Yeryüzünde herkese yetecek kadar çocuk
var bir baba iyi olduğu nisbette çocuklarından az şükran
.•.

görür. Kendinin iyi bir baba olduğunu sanacak kadar asil


duygulu ve nefsini düşünmiyen kim vardır?... Şöhretine,
evet aziz Pavel'im, şöhretine dikkat et; bembeyaz olması
icabeden o levhayı evvelden de biliyorsun... -Halbuki
seninki çizgi ve karalama içinde ... Onu parlat, sil ve te­
mizle, bütün gayretinle ileriye atıl... ve unutma ki eğer
bugün dünkünden bir parça daha iyi olamamışsan, mu­
hakkak daha fena olmuşsundur.>
İ kinci kampana çalınca, Pavel : « Bay Öğretmen•
diye Habrecht' i ikaz etmek istedi. Fakat beriki, şapka­
nın kenarından ayrılmış olan ve rüzgarla sallanarak yü­
zünün etrafında uçuşan mendilin altından doğru şefkatli
şefkatli baktı ve devam etti : <Bana itiraz etme! Bunlar,
bizler için pek yüksek olan bir sürü düsturlar, hakikatlar.
dır. Bunları, zaten, yüksekte bulunan kimselere bırakın
KöYüN çocucu 49

Bizler, değersiz insanlarız ve bizler için bir parçacık


ahlak yeter de artar bile... Sana diyorum ki, sizlere
en layık olan, en iyi olandır. Siz değersizler, en ehem·
miyetli insanlarsınız... Sizlerin iştiraki olmadan hiçbir
büyük şeyin icrasına artık imkan yoktur. İstikbalin hay­
rı da, şerri de sizden gelecek . >
..

Pavel: Bay Öğret!!len, bay Öğretmen, vakit geldi


dedi; Habrecht, ilave etti :
«Evet, vaktimiz... ya sizin bu vakitte ne yapaca­
ğınız . >
.

Habrecht"in tam kulağının dibinde bir ses «Binelim»


diye bağırdı ve o, etra fına bakınıp da tireni yanıbaşında
görünce müthiş korkarak: «Viyana'ya üçüncü mevki han­
gisi?» diye bağırdı, kondüktörün gösterdiQ-i vagona doğru
atıldı ve pek hoş olmamakla beraber harikulade bir çe·
viklikle vagona tırmandı.
Pavel de, arkasından koştu ve eşyalarını Habreht'in
bir sürü özür dilemesinden sonra nihayet bir yer bul­
muş olduğu vagona uzattı. Yeni bir düdük sesi daha du­
yuldu, tiren hareket etti ve Pavel, sıkı koşarak kısa bir
mesafeyi tirenle heraber gidebildi.
Pavel: «Tanrıya emanet olun, bay Öğretmen!» diye
haykırdı ve gittikçe uzaklaşan lokomotifin gürültüsü ile
duman ve buhar bulutları arasından doğan şu cevap
geldi:
«Sen de, aziz Pavel'im, sen' de, amin, amini»
Akşam geç vakit, Pavel eve gelmiş ve köpeğini ye·
dirdikten sonra çapayı alarak, kapının eşiği altına gömülü
bulunan taşı, kazmağa başlamıştı. Lamur, yanıbaşında
oturuyor ve efendisinin yaptığı işe kızgın kızgın kırptığı
gözlerinin arasından öyle yan ,yan bakıyor, burnunu sık
sık yalayıp öyle istihkarla seyrediyordu ki, Pavel, hayva•
nıo halindeki bu tuhaflığı fark etti ve:
«Ne o, nen var?;ı, diye sordu.
Sualinin cevabı, İstihzalı bir diş gıcırtısı oldu.
Ama bu arada, Pavel, taşı yerden çıkarıp almış,
tetkik ediyordu; eli ile tarttıktan sonra, sandığından daha
küçük ve daha hafif olduğunu gördü.
50 KÖYÜN ÇOCUGU

Pavel : « İşte bak . » dedi ve hayvanın ağzına doğru


..

uzattı : «Al bakalım.>


Lamur, taşı ağzı ile yakaladı ve efendisinin peşi­
sıra yürüdü.
Pavel, ilk defa birbirlerine raslamış oldukları kuyu
başına varınca, köpeğin ağzındaki taşı alıp kuyunun İçine
fırlattı; sudan doğru cup diye bir ses duyuldu.
Lamur, bu İşe razı olmadığını, homurdanarak açığa
vurdu.

xvıı

Barones, büyük köşkün birinci katında bulunan da­


iresini, alt kata indireli, epey olmuştu. İyice ihtiyarlamakla
olduğunu hissetmekteydi. Merdiven çıkmak ağır geliyordu
ve bu zahmete, ancak ecdadının büyük salonundan gayrı
bir yerde yapılmasına imkan olmıyan merasimlerde katlanı­
yordu; mesela ocağın ilk günü, karıları ve hastalıklı ço­
cukları ile gelmiş olan memurların tebriklerini kabul
ettiği zaman, veyahut aile geleneğine uyarak, - aynı
gün Viyana sarayında parlak bir ihtişam İçinde yapılan -
kutsal Perşembe Bayramı mütevazı bir şekilde icra edi- ·

leceği vakit.
İhtiyar kadının hayatı, aynı şekilde ve gittikçe
artan bir sükun içinde geçmekteydi. Hemen bütün
meşgalesi ölümünü düşünmek ve bunu eziyet veren ba­
zı ıstırap ve dertlere rağmen, büyük bir huzurla
beklemekti. Barones, son iradelerinden birinde Solesc­
hau'daki çiftliğine varis olarak manastırı göstermiş
bulunuyordu. O manastır ki, içinde yetiştirilmiş olan Mi ­
lada. Tanrının da, yeryüzündeki veki llerinin de memnun­
luğunu kazanmıştı ; bir gün gelecekti, vaktiyle zavallı
bir talebe olarak girmiş bulunduğu bu binanı n . idaresini
eline alacaktı. İhtiyar kadının vasiyetnamesinde, cemi­
yetin baktığı muhtaçlardan hiçbiri unutulmadıAı gibi,
kendi hizmetine bakanların hepsi de vardı. Kendisini
en son düşündü ama, bunu bütün teferruatı ile ve cenaze
merasimine kadar İnceden inceye tesbit etti.
KÖYÜN ÇOCUGU 51

Çökmeğe yüz tutmuş bulunan ve muhafazası için


esasen hiçbir şey yapmamış olduğu lahit, onu da ala­
cak ve sonra, bir duvar çekilip methali toprak ve
çimen ile örtülecekli.
İçinde yatanlar - Barones'in fikrince - bugünkü
dünya ile alakalarını kesmekten memnun kalacaklardı.
Fakat yine de, lahtin bulunduğu . tepede yükselen küçük
kiliseye iyi bakılmasını ve ihtiyar Barones'e bir dua oku­
mak isteğini duyanların bu dindar arzularını yerine
getirmeleri için de, daima açık tutulmasını vasiyet etti.
Barones, <ı:Bazı iyiliklerimi görmüş olanlardan acaba
hangisi çıkıp da ruh istirahatim için dua edecek?• diye,
şimdi sık sık döşünüyordu; konuştuğu her İnsanı, acaba
unutacaklardan m ı , yoksa hatırlıyacaklardan mı, diye
tetkik etmeği adet edinmişti.
Bu hususta yaptığı tahminlerin müsbet yahut menfi
surette tahakkuku, insanlar üzerinde yürüttüğü değer
hükümlerinde, kati mahiyette olmamakla beraber, çok
müessirdi.
Bir sabah - Pavel'in manastırı son defa ziyarete
gitmiş olduğu günün ertesi sabahı Barones, kendinden
başka ferah ferah altı kişinin sığabileceği bir kanapenin
ortasında ve bu kanape kadar uzun ve kaha saba bir
masanın arkasında oturmuş, meşgul oluyordu ki, oda
kapısı açılıp Mathias göründü ve şu haberi verdi:
<Holub yine bahçe kapısının önünde göründü.»
Barones: <ı:Yine mi ?» dedi. <Benim bildiğime göre
artık hiç gelmiyor.»
Mathfas: <ı:Evet» dedi <Fakat işte geldi»
«Peki! ne İstiyormuş?t
«Görüşmek istiyor.»
<ı:Kiminle?»
«Asaletmaap ile.»
Barones : «Gelsin bakalım» emrini verdi, az son­
ra da; Pavel'in ağır çizmelerinin gıcırtısı duyuldu.
Pavel, Barones'in yanına gitmek ve usul İcabı, eli­
nı Öpmek istedi ama masa yolu kapıyordu ve masayı ke-
52 KÖYÜN ÇOCUGU

nara itmek de münasebet almıyacaktı. Pavel, bu yüzden


ne yapacağı ile ne yapmıyacağı arasında kararsızlık için­
de kaldı, şaşkınlıktan şapkasını düşürdü ve alıp kaldır­
maya cesaret edemedi.
Barones, Pevel'e yaklaşmasını İşaret ederek ayağa
kalktı, masanın üzerinden doğru uzandı, önünd_e duranın
hakikaten Holub olup olmadığını görüp anlamağa, zayıf
gözlerinin müsaadesi nispetinde, çalıştı. Sonra, tekrar
yerine oturdu ve buraya gelmesinin sebebini sordu.
Pavel ise, bu müddet zarfında, bir baronese, bir
barones'in önünde duran ve bütün fakir çocuklarının
giydiği ceket ve etekliklerin yeni ve güzel renkli bir ör­
neği olan Örgü işlerine bakıyordu. Gördüğü manzara kar­
şısında ürkekliği gitmiş ve zayıf ihtiyarcağızın bu ça­
lışkan lığı karşısında belki rikkate gelmiş olan Pavel, ni­
hayet kendini topladı ve isteğini anlattı. Sayın Baro­
nes't� n, kızkardeşinin manastırda gördüğü hizmetin ha­
fifletilmesi ile lütfen meşgul olmasını rica ediyordu, yok­
sa kızcağız dayanamayıp ölecekti.
İhtiyar kadın, «Ölecek mi? Milada ölecek mi? ... > diye
güldü ve gazaba gelerek, böyle bir şey aklına getirmek
cesaretinde bulunan bu küstah aptala, böyle bir kelime­
yi söyliyebilen bu kaba ve zalim serseriye, oradan çekil­
mesini emretti.
Şaşkın a dönmüş olan Pavel, emri yerine getirmeğe
kalkınca da, seslenip geri çağırdı ve manastıra nasıl gir­
diğini ve Milada ile nasıl olup da görüşebildiğini anlat·
masını söyliyerek, «Ama sen bir çingenesin ; bir çingene
gibi yalan söylemeden anlat!> sözlerini şiddetli bir lisan­
la ilave etti.
Pavel'in raporu son derece kısa olmasına rağmen,
her şeyden şüphe edenleri bile inandıracak kadar haki­
kat kokusu taşıyordu.
Barones'in başı işlediği iş Ü:ı:erine gittikçe daha
fazla eğilmekteydi; Pavel"e karşı hücumlarından, hele so­
nuncusı.;ndan dolay ı pişmanlık duyuyordu. O�lana ne diye
çingene demişti? Çocukken yaşamak mecburiyetinde kal­
dığı göçebe hayatı, Üstelik de ana ve babasını ha-
KÖYÜN ÇOCUGU 53

tırlatarak, onu ne diye bahtsızlığından dolayı suçlu tu.t­


muştu? Hay Allah müstahakkını versin, oğlan J.mkarde­
şi için sebepsiz yere tasalanıyor diye, bu kadar kızacak
ne vardı?. Son ıı:amanlarda Pavel hakkında bütiin duy·
duk)a : ı, onu tekdire değil, fakat mükafata layık görme·
sini icabet.t iriyordu. Bar�nes'in emniyet ettiği insanlar·
dan biri olan Anton : «Holub haylazdı ama .şimdi ·adam
olacak.» dememiş mi idi ? Korucu da Pavel'i fevkalade
övmüş değil mi idi ? Hatta oğlandan pek hoşlanmıyan ra·
hip bile, Barones"in Pavel hakkındaki sualine:
«Aleyhinde söylen ecek hiçbir şey yok!» cevabını
vermemiş mi idi? .. Halbuki şimdi o, Pavel'e bağırıp ça­
ğırıyordu . . . Evet, bizaat kendisi, bir ayağı çukurda bulu­
nan ve yakında insanlara iyilik yapmaktan artık büsbü­
tün mahrum kalacak olan o, esasen bahtsız olan birisini,
incitiyordu!
Barones; birdenbire : <Holub, dedi, kızkardeşi·
nin •ıhhati yerindedir, ama buna rağmen, seni, biraz da
kendimi meraktan kurtarmak için, yarın manastıra gide·
ceğim. Zira senin bu boş yere kuruntularının tesirinde
pek de kalmamış değilim ve bundan hemen kurtulmak
İsterim.•
Pavel'in yüzü sevinçle parlıyarak :
« Sayın Barones» diye söze başladı, «Milada'nın ne

halde olduğuna inanmak içi_n bizzat görmek ve daha iyi


bakılması için emir vermekle ve Milada'ya, şimdi yaptığı
gibi, gücünün yettiğinden fazla kendini yormasını yasak
etmekle · çünkü o, günahı pek büyük olan İnsanların kur­
tuluşu için duaya karar vermiş · bulunuyor · sayın Baro­
nes ne iyi, ne büyük bir hayır işlemiş hulunacaklıı.r
ve Ulu Tanrım tarafından da bin misli fazlasiyle müki.­
fatlandırılmış olacaklardır.»
Barones gülümsedi ve şöyle düşündü :
«Eğer Ulu Tanrım, i şinin ehli olmıyan hazinedarlar
tarafından kendisine çekilen bütün poliçeleri ödemeye
kalksaydı, işten baş kaldıramazdı.»
54 KÖYÜN ÇOCUGU

Pavel, hiç, düşünmeden «Doğru, dojtrul> cevabını


verdi, y erde d�ran şapkHınl alıp kaldırdı ve etrafına
bakınca, burasının tavus kuşunun tüyünü çaldıktan son­
ra köşke ilk gelişinde alınmış oldutu aynı oda oldu­
ğunu, gördü. Tavandaki İnce kordona doğru farkında
olmadan baktı ve hala yerli yerinde olduğunu, altın yal­
dızlı çanağın da şu saate kadar düşmemiş bu İunduğunu
gördü. O tarihte cereyan etmiş olanlar bütün teferruatı
ile yeniden gözünün önüne gelmişti. Barones"e karşı o za­
man duymuş olduğu büyük sevgisizliği bilhassa v uzuhla
hatırlıyordu; şu anda duyduğu hürmet ile o hali arasında
ne kadar tezat vardı, ..
Değişmiş olan ne idi?... Barones değişmemişti, o
hep aynı idi, hatta Pavel"e kalırsa, o zamandan beri de
daha fazla yaşlanmış değildi, o zaman ne kadar çok
yaşlı idiyse şimdi de aynı derecede yaşlı idi. Dejtişmiş,
ruhu zenginleşmiş olan Pavel'di; o, akıl erdiremediği
ıçın hiçbir şeyi hürmete layık görmiyen vurdumduy·
maz İnsan değildi artık. Bunun böyle oldujtunu açıkça
anlıyor ve açığa vurmak istiyordu, öte yandan da artık
işi bitmiş, ricasını yapmış, bu da en iyi şekilde karşılan•
mış olduğundan ayrılmak da istiyordu. Ve, çıli: emri veri­
linceye kadar beklemek mecburiyetinde bulunduğunun
hiç farkında olmadan şuaları söyledi:
.ı:Sayın bayanı daha fazla tedirgin etmek istemem,
Allah sizden bin kere razı olsun, derim, öldüğünüz za­
man sizin için dua edeceğim.ır>
Barones: .ı:Ya? ya?> diye doğruldu. <Bunu sahiden
yapacak mısın? Bunu can ve gönülden yapacak mısın?>
«Hem de ne can ve gönülden » ...

Barones, cana yakın bir sesle <Pavel Holub> diye


söze başladı, <benim için dua etmek istemene sevindim.
Şimdi söyle bana bakayım: benim tarlanın, senin kulü­
benin yanına düşen kısmına hiç dikkatle baktın mı?
Ne kadar vardır dersin ? »
Pavel, hiç duraklamadan : «Ün b e ş metz [ 1 ] tutar>
dedi; «pek üç hektar yoktur.�
(1) Eski bir satıh ölçüsü.
KÖYÜN ÇOCUGU 55

«Pek iyi tarla defildir, defi! mi?>


<Evet, o yukarı kısımdaki tarlaların hepsi kötüdür.
Eter ben kahya olsaydım, hiçbir 7.aman buğday ekmez­
dim.>
<Ya?> .
<Yulaf ve diğer hububat eker, bir de, bol bol ki­
raz ağacı dikerdim.>
Barones, ciddi bir tavırla acele acele, « O halde
kiraz ağacı dik, dedi, tarla senin.>
<Benim mi? Benim o lan ne? »
« Tarlayı sana bağışlıyorum.>

«Aman Yarabbi, bana . tarlayı bana .. >


. . .

Pavel'e ayaklarının altındaki döşeme, duvarlar,


kanepe, ve kanapede oturan Barones , odadaki her şey
sallanır gibi geldi. Kollarını uzattı ve havada tutunacak
bir yer aradı.
«Bu kocaman, bu güzel, bu iyi tarla benim ha? >.•.

<Ama bu tarlanın kötü olduğunu az Önce söyliyen


sen defil mi idin?>
«Sizin için öyle, ama benim için... benim için iyi
ve mükemmel..> ve· <Allah aşkına söyleyin» diye de­
vam etti, <bunu bana sahiden mi bağışlıyorsunuz, yoksa
şakadan mı?>
Barones, gülümsedi : <Şu anda yüzünün ne şekil
aldığını iyice göremedifime pek üzülüyorum.) Ve ihtiyar
kadın «Körlük fena şey azizim Holub� diye ilave etti.
< İ nsanları bazı zevklerden mahrum ediyor. Haydi şimdi
git de kahyayı bana gönder. Bağışlama işinin resmen
yapılması için emirler vereceQ'im . »
«Resmen mi?... Sayın bayan, resmen mi buyurdu­
lar > Pavel, artık kendisini tanımıyordu, kapıldığı se­
.•.

vinçle bütün çekingenliği bırakmıştı; masaya doğru atı­


lıp kenara itti ve Barones0in ellerine sarılıp öptü. Ba­
rones gücü yettiği kadar ellerini çekip kurtarınca da,
elbisesinin eteğini, kollarını, omuzuna attıfı örtüyü öptü
ve inledi, sevinçle haykırdı ve hiç lif söyliyemez oldu.
Barones, bu tozu dumana katan fırtınadan, bütün
cesaretine rafmen, bir parçacık ürktü. Pavel'i adamakıllı
56 KÖYÜN ÇOCUGU

haşladı ve her şeyin, hatta arzı şükran etmenin bile, bir


haddi olduğunu , kahyayı eğer hemen çağırmıyacak olur­
sa, batışlama işine de veda etmesi lazım gelditini söyledi.
Bu sözler, Pavel'in aklını başına getirdi ve bir sa­
ıliye içinde odayı terk edip avluya çıktı. Büyük kapının
önünde, o kötü hatıranın kahramanı olan· sarışın Slava
duruyordu. Kız, şehirden döneli beri sarayda çalışmak­
taydı ve şu anda rüzgar ıribi gelen Pavel'den ürküp
kaçmıyan kumrulara y e m vermekle meşguldü. Pavel
bunlardan birine basıp çiğnememek ıçın gözünü iyi aç­
mak zorunda kaldı. Slava: «Günaydın.» diye seslendi ve
bu kızın can düşmanı olduğunu unutan Pavel:
«Tarlam var» cevabını verdi, «Barones bana bir
tarla bağışladı.»
Kız, saç diplerine kadar kızararak: «Ne güzel» de­
di, «çok sevindim buna.,,
Kiminle konuştuğunu ancak şimdi hatırlıyan Pavel,
ıelam falan vermeden uzaklaştı.
Kafasının içinde bambaşka ve çok mühim şeyler
bulunmasına rağmen, arada sırada, Slava'yı düşünmek­
ten kendini alamadı, kızarmak, ona ne güzel yaraşmıştı;
resim gibi güzel bir kızdı. Bu kadar zarif bir vücudun
içine bu kadar kapkara bir ruh koymuş olan Aziz Tanrı,
haksızlık etmişti. Bu kız, her saf insanı baştan çıkarırdı.
Bereket ki, Pavel bu kadar saf değildi ve görünüşe ba­
karak aldanmasına imkan yoktu. Pavel, bu Slava'nın
ne mal olduğunu biliyordu; bu dudaklar ister konu­
şup hareket etsinler, isterse de sakin sakin kapalı dur­
sunlar. Pavel , bunlara, kendisi ile alay etmek için açılıp
da şu korkunç: «Babana mı, yoksa anana mı gidiyorsun?»
sualini sordukları anı hatırlamadan bakamazdı ... Milada da,
Habrecht de: <Herkesi affet!» demişlerdi, ve hakikaten, o
da, böyle yapmak istiyordu; ama affetmesini ihtar edtn,
neyi affetmesi lazım geldiğini de hemen hatırlatmıyacak mı?
Hatıralar, barışması ıçın en çok sevdiği İnsanların
yalvarıp yakardığı ötekilerle Pavel arasında aşılmaz bir
uçurum teşkil ediyordu.
KÖYÜN ÇOCUGU

Barones, sözünü tuttu; bağışlama ışı resmen yapıl­


dı ve Pavel bir arazi sahibi oldu. Gökyüzünden İnen
bu büyük bahtiyarlık hile, Pavel'e karşı İnsanların besle­
diği hoşnutsuzluğu silemedi.
Onu kimseler çekemiyordu, Arnost bile, büyük ha­
beri Pavel' den duyunca, ağzını büzüp: « Bu işi nasıl be­
cerdin?> diye sormuştu. Hatta korucu ve Anton, ilk anda,
memnun olmaktan ziyade hayret ettiler. Kahya'ya gelince,
o da, iyi yürekliliği yüzünden kendine etti ğin i Baronesin
yüzüne karşı dobra dobra söyledi. Yapılan hediye pek
fazla ehemmiyetli idi ve alana kar�ı, köy sakinlerinin ha·
sedini, verene karşı da gazabını uyandıracaktı.
Barones, en ilerigelen adamının hoşnutsuzluğunu
böylece açığa vurm asını dinlemekle iktifa etti; ama bay
rahip de aynı nakaratı tutturup da sayın Barones'in çok
asil, fakat bu hiç beklenmedik kararlarından dem vurunca,
ihtiyar kadın şu cevabı verdi: Holub Pavel'e yapmış ol­
duğu bu hediye çoktan beri aklına koymuş bulunduğu
müstesna bir kararın mahsulü idi, ve hiç de alicenaplık
eseri değildi; aksine olarak, mukadderatın o zamana kadar
ihmal et miş bulunduğu dürüst bir oğlana tam manasiyle
layık bir teberru idi; hem bu oğlan, belki de bir manas­
tırın başhemşiresi olacak bir insanın erkek kardeşi idi.
Bunun üzerine rahip, sustu.
Barones, manastırda birçok günler kaldıktan sonra
pek memnun bir halde döndü ve hemen Pavel'i çağırttı­
rarak, kızkardeşinin çok selamları olduğunu söyledi:
Milada hakkındaki endişelerini yatıştırdı ve ondan büyük
bir sevgi ve büyük bir gururla bahsetti. İhtiyar kadın
c Çocuk :ııı tan bahsederken adeta neşeden uçuyordu. Ken­
disi gibi ihtiyar ve yo rgun birhaç yolcusunun son günle­
rini aydınlatması ve ona, cennetin kapılarını açması için
bu çocuğu bizzat Tanrı göndermişti.
Barones, Pavel'e: cBöyle bir kızkardeşe layık ol l>
i h tarında bulundu. Pavel de aklına gelenlerin içinde en
yükseği olan bu gayeyi elde etmek İçin en iyi kara rları
58 KÖYÜN COCUGU

verdi ama, acaba bir gün gelip de buna varabilecelı: miyim


diye içinde gizlenen şüpheden kendini kurtaramadı. Fa­
kat, yine de mücadeleden geri kalmadı ve Barones ile
kızkardeşinin, kendi hakkında bundan sonra sadece iyi
şeyler duymasını temenni etti. İsminin fenaya çıkması
hakkında büyük bir korkuya kapılmağa başlamıştı.
İçinde, öğülmek iştiyakı ve takdir edilmek zevkı
uyanmıştı. Eskiden insanlara karşı gösterdiği dikbaşlı­
lık ve onların kendi hakkındaki hükümlerine karşı ta­
kındığı lakaytlık nasıl kuvvetini artırmışsa, bu halin de,
kuvvetini kestiğini hissediyordu.
Pavel, mütemadiyen: «Arkamdan kim bir şey söy­
liyebilir?» diyordu. Başka zamanlar, en kaba haset teza­
hürlerine dayanıklı bulunan Pavel, şimdi yan bir bakıştan,
kaba bir kelimeden alınıyordu .
Mülkünün etrafta uyandırdığı haset, Önceleri sevin­
cini artırmıştı ama, şimdi neşesini kaçırıyordu. Tarla,
Pavel için, rahatını bozan ve uykularını kaçıran bir
işkence olmuştu. Kısa bir ayrılıktan sonra tekrar tar­
lasına kavuşunca, şu veya bu şekilde zarara uğratılmış
olduğunu görüyordu; bir zamanlar kiremitlerini korumak
için sarf ettiği enerjiyi, şimdi tarlasını korumak için ken­
dinde bulamıyordu. Pavel, tekrar döğüşe başladı diye bir
haberin Baronesin kulağına gitmeaini istemiyordu. Ve
Barones, yapmış olduğu hediyenin ne kadar haset uyan­
dırdığını, katiyen Öğrenmemeli idi.
Bir defasında, tarlasındaki cılız buğdayın, daha, yeşil
iken kesilmiş olduğunu gördü. Ertesi gece, oraklarını
sırtlamış birkaç karı ve çocuğun geldiğini gördü. Pavel,
oraklarını ve örtülerini almakla iktifa etti, bunları da
ertesi sabah belediye başkanına götürdü. Belediye baş­
kanı Pavelin bu kanuna uygun ve mutedil hareketinden
memnun kaldı. Zararı hırsızlara ödeteceğini vadetti. Fa­
kat aradan üç hafta geçtiği halde, oraklar ve örtüler
hala, belediye başkanının yanında duruyordu; çünki rehin­
den kurtaracak parayı getiren olmamıştı. Bunun üzerine
KôYüN ÇOCUGU

P.. vel, - ona gelip de af dilemeleri şartiyle bunların


sahiplerine geri verilmesini kendi istedi.


Pavel"in istediği şey seve seve yapıldı: bu, yeni ve
güzel bir oyun idi; bu kadar ucuzdan eğlenmek, sonra
da, bu Pavel gib i bir oğlana teşekkür etmek. Oyu­
na iştirak edenlerin hepsi de öyle memnun kaldılar ki,
bu işi tekrara karar verdiler.
Hırsızlıkların arkası kesilmedi. Pavel, bu hareket­
lere karşı hayret edilecek kadar aciz kalıyordu, fakat
büyük bir azimle çalışmaya devam etti.
Pavel, birçok parçalara ayrılabiliyor, on İşe birden
aynı zamanda bakabiliyor ve her işte de muvaffak olu­
yordu. Tarlasının bir kısım toprağını derinlemesine kaz­
mış ve kiraz ağaçlarını dikecek şekilde hazırlamıştı; de­
mirciye, her fırsatta yardım ediyordu; korucu da, orman
bakımı işinde, Pavel"e olduğu kadar kimseye güvenmi­
yordu ve « Ç ocukluktan beri bu işe kendini vers�ydi, ko­
ruculuk onun tam işi olacaktı.» diyordu. Anten: «Eğer
biraz bilgisi olsaydı, ne mükemmel bir demirci olurdu •..

diyordu. Ama onun gibi yetiştirilmiş bir çocuğa kimse


bir şey öğretmez; temeli zayıf, yeniden başlamak için de
artık geç; Ömrünün sonuna kadar bu kötü tarla ile
didinecek, yine de pek fazla bir şeye muvaffak olamıya­
cak »
...

Bu kehanet onu mahzunlaştırıyordu, fakat tarlasına


karşı beslediği İnancı sarsamıyordu. Pavel, kendini tama­
miyle evlatlığına veren Virgil, Pavel için böyle derdi ·

ve kapının eşiğinde, Lamur'la yanyana, bütün gün oturan


ihtiyar Virgil"e, arazisine göz kulak olmak işini verdi.
i htiyar, bu işi seve seve kabullendi ama, becerecek ha­
li de kalmamıştı artık. Pavel"in mülküne karşı, ihtiyarın
gözü önünde, işlenilen her türlü tecavüzün haddi hesabı
yoktu. Virgil bu yüzden işittiği tekdirleri, şeytanca ve
çapkınca bir gülümseyişle karşılıyor ve şöyle diyordu :
«Bırak be Pavlicik, bu İşe yaramaz şeyi ne yapa­
caksın? Yakında, hepsini de onların önüne fırlatabilirsin,
çok geçmeden daha başkalarını elde edeceksin.>
60 KÖYÜN ÇOCUGU

Pavel, fena halde kızıyor ve Virgil'e öyle laflar


söylüyordu ki, yüzünde hasıl olan tesiri gizlemek için
hemen arkasını dönüyordu.
İhtiyar gittikçe neşeleniyordu.
Bir yandan yaz sona ererken, ihtiyarcığın içindeki
bir parçacık hayat alevi yeniden parlamaya başlamışa ben­
ziyordu. Onu mesut adecek olan bir mucize görünmek
Üzereydi. Virgil, bu bitkin salhurde, genç ve kuvvetli
Peter'den fazla yaşıyacaktı. Evet, ihtiyarın bütün sevinci
bu idi, Peter'den çok yaşıyacaktı; bunu ona söylemiş olan
hekim işi gizli tutmuyordu? Bunun böyle olduğunu herkes
biliyordu, sadece Vinska buna İnanmak istemiyordu ve
hastanın kendi de : «Öksürük bir kesilse bir şeyim kal­
mıyacak.> diyordu.
Peter, ölümle cesurcasına çarpışıyor v e ölüme yak­
laştıkça daha gayretle kendini müdafaa ediyordu.
Kayınbabası İse, dinlemeye razı olan herkese: «Hiç­
bir şeyin faydası yok,» diyordu, cilk donlarda Peter'in
işi tamam, bay doktordan Öğrendim.» Ve Virgil, ilk don­
ları beklemeye bile tahammül edemiyordu.
Ekim ayında, bir sabah erken erken, köy sokakla­
rında bir çıngırak sesi duyuldu. Pavel'in kulübesinin
penceresi vuruldu ve Lamur, havladı. Pavel, uykudan
uyandı; kulübesinin kapısı açılmıştı. Kapının ağzında,
Virgil duruyordu; yüzü kıpkırmızı idi , bir tespih doladı­
ğı elini sopasına dayıyarak, şunları söyledi:
«Ne dersin, Pavlicik ! Vinska dul kaldı.»

XVIII

O yılın kışı, daha ilk gününden müthiş bir soğuk


ve fevkalade bir temizlikle, başladı. Simsiyah bulutlarla
kaplı gökyüzünden, bütün bir gün ve bütün bir gece,
döne döne yağmış olan kar, etrafı bembeyaz yapmıştı;
yolların Üzerinde parlak kızak izleri peyda olmuştu, ev­
den eve ve tarla kenarları boyunca, daracık patikal!lrın
KÖYÜN ÇOCUGU 61

pırıldadığı görünüyordu. Pavel'in kulübesi önünden, şimdi


muntazaman Baronesin ormanına gitmekte olan oduncu­
lar tarafından faydalanılan bir keçi yolu uzanıyordu. Sa­
bahları işlerine giderlerken, Pavel'i çoktan işine başlamış
huluyorlar ve akşama doğru döndükleri zaman da, yorul­
mak n-'dir bilmiyen delikanlıyı, çalışmanın zevkıne kendini
tamamiylc vermiş bir halde buluyorlardı. Küçük bahçe
önünde ekseri dururlar ve Pavel'le birkaç kelime konu­
şurlardı. Bu kaba saba İnsanların en kabası olan Hanusch,
bir defa, Pavel'in uğraşıp durduğu şeyin ne olduğunu
anlamıyormuş gibi yaptı.
Pavel : c:Bir çatı olacak» diye İzah etti. tt.Ya? Bir
ev daha mı yapıyorsun?» Hayır, ev yapmıyordu, gelecek
bahar için bir ahır yapmak niyetindeydi .
«Peki, içine ne koyacaksın?»
Pavel 'in cevabı : «Elbet görürsün.:!> oldu ve onun
bu sır saklayışı karşısında, Hanus<'h kahkahalarla güldü.
Dört köşe kafasını yana eğip piposu ile ötekileri işaret
ederek, şöyle dedi :
«Onlar görsünler, ben şimdiden biliyorum. İstersen
bir birasına bahse girelim?»
Ötekilerinin fıkır fıkır gülmesi, arkadaşlarının iddia­
sındaki gizli manayı çakmış olduklarını gösteriyordu. Ama
Pavel, bu yabancı zevzekliklerden dolayı tasalanmadı ve
oduncular nihayet uzaklaşırlarken, arkalarından doğru :
« Cehenneme kadar yolnuz var ! � demekle iktifa etti.
Pavel'in, evinin önünden geçen patikayı bozmata
kalkışması, oduncular için değildi; bunu, çok daha ciddi
bir sebepten dolayı yapıyordu. Çünkü bu yoldan, haftada
bir veya iki kere , Barones tarafından korucuya gönderi­
len hizmetçi kız Slava geçiyordu. İhtiyar korucu hasta­
lanmıştı ve şimdi yavaş yavaş iyileşiyordu; nekahet dev­
resinin iyi bir şekilde ilerlemesini istiyen Barones de
mahzeninin en güzel şaraplarından, yahut da nefis ka­
raca filetolan ile besleyici kuzu butları gibi her nevi iyi
şeyleri gönderiyordu ve bu nefis şeyleri ekseri götüren
6Z KöYDN çocuau

de, Slava oluyordu. Pavel, genç kızın, bahçeye yaklaşınca


yavaşladığını ve mülküne meraklı meraklı baktığını gö­
rerek kızıyordu. Onun mülküne ne diye bakıyordu ve ne
istiyordu? İyi maksatla olmadığı muhakkaktı. Kız hak­
kındaki bu peşin hükmünü beslemek istedi ve kendini
buna inandırmak için birçok sebepler buldu ki, bu.arada,
bir vakitler kiremitlerini çiğneyip bozan çocukların başı
olduğu da vardı. Gerçe, kızı hiçbir zaman suç Üstünde
yakalıyamamıştı; ama bu, onun kabahatsiz olduğunu hiç ­
bir zaman göstermudi; olsa olsa, tam yakayı ele vere­
ceği zaman kaçıp kurtulmasını ve başını belaya soktuğu
çocukları da yüzüstü bırakmasını bildiğini ispat ederdi.
Slava'nın, çapa! arkadaşlarına yaptığı muamelenin aynına,
o da, beraber haylazlık ettiği oğlanlar tarafından yüz­
lerce ve yüzlerce kere maruz bırakılmıştı. Pavel, yüzüstü
bırakılmanın ne demek olduğunu bilirdi. Hem bundan
başka da, hıyanete uğramış olanın gönlünü almağı, hatta
bu, hıyaneti yapan kızın tekdiri suretiyle de olsa, çok
isterdi.
Pavel, Slava'nın geldiğini uzaktan görünce, daima
öyle bir dalardı ki, bu meşguliyeti bozması için hiçbir
sebebin kafi gelemiyeceği sanılırdı. Ama bir defasında,
bu adetini bozdu.
Elinde, kulplu sepetini tutan ve güneşin huzmele­
riyle çevrili olan büyücü, Pavel'in bulunduğu tarafa
doğru, seke seke geliyordu. Slava, soğuğun şiddetinden
pembe pembe olmuş yüzünün etrafına bir yün atkı sarmış,
kalın astarına rağmen pek zarif duran bir ceket ve bilek
kemiklerine varan bol pilili, mavi Üzerine beyaz yıldızlar
serpiştirilmiş bir etek giymişti. Biçimli bacaklarına geçir­
diği yüksek çizmelerin altında, karlar, gırç gırç ediyor­
du. Öyle şen ve canlı bir hali vardı ki, kalbinde
bir kin beslemiyen bir kimse için, ona bakmak bir zevk
olurdu.
Kulübenin çitine yaklaşmış olan Slava, adeti üzere,
adımlarını yavaşlattı ve binayı, temelden çatıya kadar
süzdü .
KÖYON ÇOCUGU 6S

Pavel, yapmakta oldutu İşi bırakıp doğruluverdi,


baltayı fırlattı ve kıza dotru koşarak : «Ne bakıyorsun
öyle?» dedi.
Şaşırmış, fakat hiç de korkmamış olan Slava, kıpkır­
mızı kesilerek: «Neye bakacakmışım?> mukabelesinde bu­
lundu. Pavel, asık bir yüzle şu cevabı verdi: «Hiçbir
şeye, hiçbir şeye bakmaman, yoluna devam etmen
lazım ı .
Ama, kız hiç de bu niyette görünmüyordu, bilakis,
çite yaklaşmıştı ve aynı işi Pavel de yaptığı için, biribir­
lerine iyice yakınlaşmış o ldular. Genç kızda, güzelliğine,
gençliğine ve neşeliliğine fevkalade güvenen bir hal vardı;
delikanlı İse, genç kızın bu teshir edici güzelliğine ve
letafetine karşı beslediği müthiş bir kin içindeydi.
Slava, sepetini yere, yanıbaşına bırakmıştı ve
sanki bakmıyacak olursa oradan kaçarmış gibi, gözünü
bir türlü Üzerinden ayırmıyordu. Kirpiklerini indirdi ve
dudakları titriyerek: «Sana bakmata cesaret edemedifim
için eve bakıyorum!» dedi.
Pavel, kaşlarını fena fena çattı ve «Vicdansız, ka·
ra vicdanlı!> diye mırıldadı.
O zaman, Slava, yine kızardı: «Kara vicdanlı olan da
kim?>
<Soran!>
«Ben mi?... Kara vicdanlı neden olacakmışım?>
Bu sualin soruluşundaki sahte safdillik, Pavel'i
çileden çıkardı ve hiddetini ifade için bin çeşit acı
tabir, dudaklarının ucuna geldiğ'i halde, bunların en
hafif ve en budalacası i le gürledi: «Benim kiremitle­
rim i çiğneyip bozmadın mı idi? »

Genç kız, gözlerini yukarıya kaldırdı; manalı ve


parlak bakışları, Pavel'in üzerinde dinlendi : « Bu dediğini
ne vakit yapmışım ki ? ,.. Ben böyle bir şey katiyen
yap madım. »
Pavel, «Yalan söyleme!» diye, kızın yüzüne bağırdı.
Genç kız « Ben yalan söylemiyorum> dedi, «ne diye yalan
64 KöYON cocuGu

söyliyecekmişim? Ben böyle bir şey katiyen yapmadım,


hepsi bu kadar.»
Pavel, genç kıza inandı, ona ine nmaktan başka
türlü hareket etmesine de imkan yoktu; bir parça­
cık yumuşamış olarak devam etti: «Elinde bir taş oldu­
ğu halde arkamdan koşmamış mı idin?» cBırak böyle
şeyleri Pavel, budala bir çocukken yapılanları kim
hatırlar? Sen sanki hiçbir şey yapmadın 111 1 çocukken?»
Ve elini, zarif bir şekilde havada dolaştırdı: «Böyle şey·
leri unutmak lazımdır. Senden de bunu rica ederim,
Pavel . >
Pavel susuyordu; hafızasının bu kadar sağlam olma­
sından bayağı utanmıştı. Slava'nın sanki hakkı yok mu
idi? Böyle şeyleri unutmak lazımdı. Affetmeğe ge­
lince... Milada, Tanrı huzurunda imtihana çekilmemize
sebebolanlara karşı şükran borcundan bahsetmişti ama,
tahkirleri de affetmemiz lazım geldiğini söylemiş değildi.
Ona, şifalı ilaçtan bahsedilmek için, şu küçük haylaz
kızın gelmesi lazımmış.
Slava, birkaç tatlı söz daha söyledi ve eğilip
sepetini alarak, yoluna devam etti.
Pavel, işi, düşünceleri ve Lamur ile yalnız kaldı.
Unut ki, affetmek zorunda kalmıyasın. Unut ki, affetti­
ğini tahayyül edecek bir sebep bulamıyasın! Bir bulsay­
dı! Pavel, bunu, Barones'in verdiği hediyenin sevinci ile
bahtiyarlıktan uçar gibi, köşkten çıktığı zaman rasla·
dıtı güzel hasmında bulmuş olduğunu hatırladı. Ma­
demki bu iş, tesadüfen ve farkında bulunulmadan bir
lcere elde edilmişti, gönül rızası ile ve düşünülüp taşı­
nılmak suretiyle bir kere daha neden olmıyacaktı?
Slava, korucuya yine gidişinde, Pavel'le tekrar
ayak Üzeri şöyle bir konuştu ve delikanlının ilk sözü
şunu sormak oldu: «Mademki senin yüreğinde bana
karşı bir fenalık yokmuş, öyleyse neden gözüme bak­
maktan korkuyorsun?>
KÖYON çocuGu 66

«Çünkü bana karşı hep kızgın durdun ve fena


fena baktın. Böyle şeyden hoşlanmam, ben, neşeli
o lunmasını ve güler yüzle bakılmasını isterim.>
Slava'nın bu tarzda konuştuğuna göre, kastettiği,
yalnız Pavel detildi, herkesin böyle olmasını istiyordu.
Pavel bu hususta fazla tereddüdetmedi. Bu kızın içinde bir
neşe şeytanı BBklı idi ve onu, her rasladığı yerde ciddi­
yete karşı mücadeleye sevkediyordu. Başıboşluğun
sınırlarına kadar varan bu neşelilik, sevimli şahsına ver­
diği yüksek değer ve genç kız safdilliğiyle birleşerek,
genç ve ihtiyar herkesi teshir ediyordu .
Ama bu te,ir başka hiç kimsede Arnost'ta oldlP
ğu kadar bu kadar kuvvetli bir iz bırakmıyordu. Arnost,
bu tesire kendini tamamiyle kaptırmıştı. Ve Pavel'den ne
sevgi ıstıraplarını, ne de onu kıskandığını gizlemiyordu,
Halden anlamasını bilen ve becerikli bir delikanlı olan
Anton, Slava'nın evi ve tarlası olan birini, sadece bir
evi ile köy cemaatinden aldığı küçük bir paydan başka
bir şeyi bulunmıyan kendisinden Üstün tutmasını, gayet
tabii görüyordu.
Güzel kızın iltifatını veya kalbini elde etmek için
peşinde dolaşanların arasına Pavel'in de katılmak niye­
tinde olduğu Arnost'a o kadar kati geliyordu ki, bunun
hakkında dostundan bir şey bile sormuyordu; bunun far­
kında olan ve çoktan beri «Deli misin, benim onu düşün­
düğüm falan yok, benim için hiçbir Önemi yok bu
kızın.» demek istiyen dostu da, bunu bir türlü söyliye­
miyordu; çünkü Pavel, yalan söylemek istemiyordu.
Pavel, Slava'ya karşı lakayt değildi, genç kız, onu
da büyülemişti. Gerçe bu hal, Arnost'ta olduğu gibi de­
ğildi; onunki, gözü kapalı bir sevgi değildi, ama, genç
kızın yakınlığı içini ıaıtıyordu ve ondan çok hoşlanıyor ­
du; ona rasladıkça daima içini kaplıyan bir intizar, bir ;
«şimdi neredeyse bir şey yapacak ve kıı.lbimi kırarak,
onu görmekten edindiğim sevind yolı: edecek> korku
ve şüphesinden kurtulabilseydi, çok bahtiyar olacaktı.
5
66 KÖYÜN ÇOCUGU

Evvelce, içini kemirip durmuş olan bir başka tasa­


dan «doğru dürüst bir kız benimle evlenir mi? Doğ­
ru dürüst bir kız anamla bir çatı altında yaşamağa razı
olacak mı?> tasasından, tamamen kendini kurtarmıştı.
İşte Slava, anasının bugün yarın geleceğini ve oğlunun
yanına yerleşeceğini pekala bildiği halde, Pavel'le evle­
nebileceğini çıtlatıyordu. Genç kız, Pavel'den, zaman za­
man anasını soruyordu, hatta bir defasında şöyle demişti:
<Ana anadır, nasıl olursa olsun da bir anası olsun, insa­
nın. Benim yok da!:.
Şimdi Pavel de, genç kızı güzel güzel selamlıyor
ve ona fena fena bakmıyordu; ama, içinde kaynayıp
dışarıya fırlamak istiyen hisleri de, genç kızın sezme­
mesine fevkalade dikkat ediyordu; halbuki Arnost, kih
nezaketten kırılıp dökülüyor, kah yanıp tutuşuyordu. Tut­
kun delikanlı, kızın her hareketini biliyordu ve onun koru­
cuya gidecefri günler, te.adüfen hiçbir yapacağı olmuyor
ve işine yardım etmek üzere Pavel'e gidiyordu. Slava,
Paverin kulübesine yaklaşınca, iki delikanlının çite yas­
lanmış olduğunu ve dört gözle beklediklerini görüyordu.
Genç kız, ciddi ve az konuşanın mı, yoksa ötekinin mi,
bu işi daha büyük bir iştiyakla yaptığını bilemiyordu.
O, her ikisine karşı da aynı yakınlık ve arkadaşlığı gös ­
teriyordu, fakat Pavel'den çok daha şakacı olan Arnost'
la daha çok konuşuyordu.
Slava'nın, Noel'den sonra, köşkten getirmiş olduğu
bir haber, Pavel'in, kızkardeşi için duyduğu ve bir müd­
detten beri yatışmış olan bütün tasalarını, yeniledi. Mila­
da, hasta imiş; Manastıra yine gitmiş olan Barones, ye­
niden sükunet bularak, dönmüştü. Barones, Milada'nın sıh­
hatinin düzeldiğini, vaziyetinin iyileştifrini temin ediyor­
du. Ama, «sevgili çocuğundan» ayrılmağa yine de daya­
namıyordu; döndü.Q'ünün hemenı akabinde ve bunu taki­
beden haftalarda, ba�rahibenin misafiri olarak manastır­
da kalmağı da hep aklından geçiriyordu. Ama daha ön­
ce - Pavel'e haber gönderip - onunla da konuşmalı: iste­
diğini bildirdi.
KÖYÜN ÇOCUGU 67

Pavel, verilen imkandan faydalanmakta hiç de ge­


cikmedi ve ihtiyar kadıoı çökmüş ve rahatsız buldu; Ba­
rones'in bu hali ne kadar kuvvetli idiyse sükun istemek
ve başkalarının sükununu bozmamak isteği de o kadar
kuvvetli idi.
Barones, şehre: gider gitmez, kızkardeşi ile görüş­
mesını muhakkak temin edeceğini Pavel'e söz verdi,
ondan da, kendi başına böyle bir şeye kalkışmıyacağına
dair, söz aldı.
Pavel, kızkardeşine mektup yazdı ve ondan, içine
ferahlık veren birkaç satırlık bir cevap aldıktan sonra,
Baronea'i11- yola çıkmasını Barones gidince de, yanına çaQ'­
rılacağı zamanı be'dedi. Kalbi sıkıntı içindeydi ve ancak,
güzel kızı- Pavel de, Arnoııt da kızdan «flurya kuşum>
diye bahsediyorlardı, artık-görmek zevkıni buldukça bir
parça açılıyordu.
Öyle bir zaman geldi ki, Pavel, kalbinde filizlenen
bu meyle daha fazla karşı gelmenin bir çılgınlık olduğu·
nu anlamağa başladı. Slava'nın kalbinde, kendisine karşı
hususi bir meyil bulunduğunu tahayyül etmiyordu ama
Arnost'la Pavel arasında bir intihap yapme k lazım geldi­
ği zaman, kendisini tercih edeceğinden, evlenince de
şimdi nasıl dürüst bir kızsa, dürüst bir karı olacağından
şüphesi yoktu. Dostunun hatırı için Slava'dan vazgeçmek
de zaman zaman aklından geçmiyor değildi; ama bu
yüksek kalblilik tezahürleri, o sevimli mahluktan hoş·
lanması arttıkça azalıyordu.
Pavel, Arnost'a karşı, onun da kendisine karşı ol­
duğu ka dar, dürüst davranıyordu.
Arnost «Ben onu, senin sevdiğinden daha çok se­
viyorum.» dedi.
Pavelde : «Ama o bana varırsa, senin bu fazla sev­
ginin ne ehemmiyeti kalır? dedi. Bir daha sefere kıza
bunu soracağım, artık ben de bahtiyar olmak istiyorum. »
Arnost: «Sor bakalım.» mukabelesinde bulundu. Ka­
rarını vermişti; Pavel, Slava'nın evet cevabını alacağı
gün o da, anası öleli beri yalnız oturduğu kulübesini sa-
68 KÖYÜN ÇOCUGU

tacak, asker olacaktı. Askerlik hayatı hiç de fena değil­


di; hele, Arnost gibi daha iki aylık bir hizmet devresi
sonunda rütbe almış biri İçin.
Arnost, ai�li bir oc.ık günü, Öğleden evvel, büyük
bir heyecan içinde Pavel'e uğradı ve Slava'nın bugün
son defa olarak korucuya gittiğini, çünkü adamın iyileş­
tiği için köşkten bir şey gönderilmesine artık lüzum kal­
madığını söyledi. Arnost'un heyecandan alnında ter dam­
laları birikmişti ve kalbi küt küt atıyordu. •Artık daha
fazla dayanamıyacağım, dedi, bugün ya sen söylersin,
yahut da ben.»
Pavel : «Söyle bakalım, dedi ; ama ben de söyliye­
ceğim.•
Nefret fışkıran bakışlarla, biribirlerine yiyecek gi­
bi baktılar ve çitin arkasında, kafesteki iki aslan gibi,
bir aşağı bir yukarı dolaştılar. Eşiğin Üzerinde oturan
siyah ve çirkin Lamur, ihtiras içinde kıvranan fU iki in­
sanoğluna, sessiz bir istihkarla bakıyordu.
Civar kırlar ve yollar Üzerinde yükselen sis taba­
kası arasından güneşin geniş bir ışığı parıldadı. Sisi ışık
ve renk içinde pırıldıyan güzel bir koku haline soktu ;
küçük Slava biribirine düşman gibi duran şu iki dostun
gizli .bir şey söylemeğe niyetlendikleri böyle bir günde,
yanında biri olduğu halde, etrafını çeviren hu şeffaf
tüller aruında görünmüştü. Slava, yanına bir arkadaş,
yani Vinska'yı almıştı.
Bunu , Pavel'le Arnost, aynı anda fark ettiler ve bi­
ri bağırarak, < teki de mırıldanarak, aynı şeyi tekrarla­
dılar : «lanet olsun ! »
Genç kadınla kızın biraz gerisinden b i r sürü
oduncu gelmekteydi. Bugün ormana geç kalmışlardı;
çünkü dün pazardı ve bir oduncu, Hanusch'un tabiri ile
«pazartesi sabahları daima paydos yapar• dı.
Vinska, bu gelişinin sebebini izah için, bir odun
mubayeaaı yüzünden, bay korucu ile görüşmek zorun­
da bulunduğunu ve bir arkadaşla yürümenin daha hoş
KÖYON ÇOCUGU 69

olduğ'unu umduğundan, Slava'nın peşine takıldığını söy­


lemek lüzumunu duydu.
Arnost, hemen sözü aldı ve ona hak verdi, gözle­
rini Slava'dan ayırmadan «Bunu anlamamanın, · hayatın
çapraşık yollarında tek başına bocalamanın delilik ola­
cağını, sizi çılgınca seven bir İnsanla birlikte yürümek
dururken... > tarzında karmakarışık bir şeyler kekeledi.
Pavel, arkadaşına doğru: hSöyle bakalım!,, diye
homurdandı ve Vinska'yı görünce duymuş olduğu ilk
kızgınlık geçince, bir parça mola vermeleri için her iki­
sini de içeriye çağırdı. Böylece, çitin küçük kapısını
açtı ve davetini kabul etmiş olan bayanlara, bir ev sa­
hibi azametiyle, «hoş geldiniz» dedi.
Bu nezaket sahnesi, bu sırada çite yaklaşmış bulu­
nan od un cu l a r ı n gözü önünde geçti ve saygısız heriflerin
kötü kötü söylenmelerine sebeboldu.
Pavel de sert bir cevap verdi ve bulunduğu yer­
den, hiddetini tutmağa çalışarak, heriflere bağırdı : c Basın
şuradan.»
Onlar d a, deminkilerden daha kaba sözlerle karşı­
lık verdiler ve çubuğ'unu dişleri arasına yerleştirerek
çite rahat rahat yaslanmış o lan Hanusch, Pavel'in bah­
çesinde duran çatıya dikkatli dikkatli bakıyormuş gibi
yaptı ve şunları söyledi :
• Oh, bitmiş desene ... Artık ahırı yapmağa da baş­
lıyabilirsin ... Yapmana bak, yapmana. Ama elini çabuk
tut 1 içine koyacağ'ın neredeyse sökün edecek.. Hani şu
kodesteki . . . >
Odunr.ular hep bir ağızdan : «Ôyle ya, öyle ya !>
diye bağırıştılar ve Hanusch damarlarını şişirecek kadar
yüksek sesle haykırdı :
• Ona varmana bak, kadıncağız! Kodesten gelecek
kaynanadan yana korkun olmasın, valide hanım nasıl
olsa ahıra geliyorlar ... -.
Fakat bunları söylediğine pişman oldu. Pavel,
doğruldu, korkunç bir inilti çıkardı ve dudaklarını,
70 KÖYÜN ÇOCUGU

kanatırcasına ısırdı. Bir an baktı... Bir zamanlar sevmiş


olduğu kadın buradaydı, sevdiği genç kız b uradaydı ve
onu elinden almak istiyen dürüst delikanlı da buradaydı
ve çite yaslana.o şu hergele ise. bütün bunların önünde,
hem de altından kalkılamıyacak bir şekilde Pavel'i tahkir
etmişti .. Fakat yerde, ayaklarının ucunda, sadık hal ta­
cığı duruyordu. Bütün bunlar, bir şimşek sürati ile,
aklı ndan ge';ti ve baltayı yakaladığı gibi fırlattı. Hanusch
bir çığlık koparıp yana eğildi. Kafasına nişanlanmış olan
balta, şaka�ını sıyırı.rek geçti ve kulağını yaraladı. Hep bir
ağızdan bir çığlık koptu. Pavel, yolunu kesmek istiyen
Vinska'yı kenara itti ve çitin üzerinden doğru bir ok
gibi fırlayıp, oduncuların tam arasına düştü.
Pavel"in öyle korkunç bir hali vardı ve bakışların­
dan öyle müthiş hiddet taşıyordu ki, oduncuların hepsi
birden geriltdi; fakat en uzağa kaçan, eli ile kulağını
tutan Hanusch'tu. Ama, Pavel'den daha süratle koşan
biri ona yetişti ve üzerine atıldı . Lamur, korkunç kor·
kunç homurdanmış ve efendisinin önüne sıçrıyarak, Ha­
nuııch'un gırtlağına saldırmıştı. Hanusch, sendeleyip yu­
varlanarak, Pavel"in hemen yanıbaşına kapaklandı ve
her türlü rezaleti sarf etmiş bulunan ağzı ezip parçala­
mak için ayağını kaldıran Pavel'e korkudan yuvalarından
fırlıyacakmış gibi büyümüş olan gözlerini dikti... Ama
Pavel, dehşet ve korkuya kapılmış gibi, beti benzi
uçuk bir halde ayağını yere vurdu ve cı:Buraya gel,
Lamur!» diye seslendi.
Köpek, avını istemiye istemiye bıraktı. Hanusch
güçlükle kalktı; arkadaşları, hep birlikte Pavel 'e hücum
edecekmiş ıribi bir hal takındılar ama, sonra vazgeç·
tiler. Oduncular, Arost'la bir müddet görüştüler. Bu
arada Pavel, önüne baktı; düşünceye dalmıştı. Sonunda
aşağıdan alıp yollarına devam ettiler. Paverin kulübe­
sinden azıcık uzaklaştıktan sonradır ki, arkalarına dönüp
tehditler savurmeğa cesaret ettiler; fakat aldırış eden
olmadı.
KÖYÜN ÇOCUGU 'U

Pavel ve misafirleri, hiç ağzını açmıyan küçük bir


topluluk teşkil etmiştiler. Pavel'in de, bu sessizliği boz­
mağa hiç niyeti yoktu; kulübenin kapısına gitti ve kö­
peğine baktı; hayvanın bakışlarında, efendisinin halinden
anlıyan ciddi bir ifade vardı.
Slava iyice neşelenip de, Pavel"e deminki dave­
tini hatırlatıncaya kadar, bir müddet geçti. Pavel, dave·
tini, yarı duyulur bir sesle -tekrarladı ve yüzünde az Önceki
korkunun izleri bulunan genç kıza bakıp, dalgın dalgın
ve mahzun mahzun gülümsedi. Eve, yani Habrecht'in
büyüklüğü sayesinde döşenmiş olan alçak tavanlı, küçük
pencereli ve sertleştirilmiş balçık zeminli odaya girildi.
Masa, Öğretmenin odasındaki gibi, orta yerde duruyor·
du, etrafında da eski bir kanepe ile üç koltuk vardı.
Köşede ocağın karşısında, evin en mukaddes eşyası olan
ve sevgili dostun çok kıymetli hedıyeleri bulunan ve
her zaman için okunmaları tavsiye edilen kitapları sak·
lıyan daracık bir dolap vardı. Bu sade ciltlerin, büyük
bir dikkat ve tazim ile, sık sık ele alınması sebepsiz
değildi.
Vinska, kanapeye �turdu, Slava da yanıbaşındaki
koltuğa. i lki, susuyordu; ikincisi evin temizliği hak·
kındaki hayranlığını bildirdi, ama öteki üçünün asılı:
yüzlerinden şaşırıp lafını yarıda bıraktı.
Arnost, Pavel'in yanına gidip birkaç kelime söy­
lemiş ve Pavel de , başını salladıktan sonra, bir daha kı­
mıldanmamış, olduğu yere mıhlanmış gibi kalarak, kara
kara düşüncelere dalmıştı.
Arnost, kendini uzun müddet zorladı ama sonunda,
sabırsızlığını yenemedi. Pavel'i omuzlarından yakalayıp
saraarak : «Ne dalıyorsun öyle ? dedi. Yeter artık Bir­
.•

kaç sarhoşun lafından sana ne?»


Küçücük Slava da, çıngırak kadar keskin sesi ile:
c Öyle ya> diye lafa karıştı. «Sana ne bundan? Söyler­
lerse söylesinler, biz şöyle neşeli neşeli konuşmağa
bakalım. >
KÖYÜN ÇOCUGU

Pavel, kulak kabarttı -ne tatlı bir sesti- ama yine


de şüphe uyandırmaktan hali kalmıyordu.
«Ne gibi neşeli şeyler? Peki, öyle olsun. Benim de
başka şey düşündüğüm yok.» Buruk ve kuru bir sesle
güldü ve masaya gelip Slavaya dönerek: «Talip olarak
geliyorum» dedi, «şu Arnost İçin. Senden, ona varıp
varmıyacağını sormaklığımı çoktan kararlaştırmıştık.»
Arnost: «Soğuk şakanın lüzumu yok» diye kabaca
bağırdı. «Bu da ne demekmiş?» Fakat Pavel, daha da
kaba bir şekilde, Arnost'a şöyle dedi :
«Yoksa istemekten vaz mı geçtin? Yoksa sevgi fa.
lan kalmadı mı artık?»
«Üh, sevgiye gelince! ... »
Bu sözlerin söylenmesindeki eda, Pavel'in sordukla­
rına fazlasiyle cevap vermiş oldu. Ve on beş dakika son­
ra, Pavel'in kulübesinden, iki nişanlı çıktı. Oğlan bah­
tiyardı, kızda da sakin bir mahzunluk vardı. Arnost'u, Pa·
vel'e tercih etmişti, ama Pavel'in tarlasına da sahip bu­
lunacak bir Arnost, daha da iyi olurdu.
Nişanlılarla, korucuya kMlar gitmek niyetinde olan
Vinska da, hemen kalkmıştı. Fakat, küçük bahçenin ka·
pısında, nişanlıları önde bıraktı ve Pavel"e •Bu da ne
demek? Slava"dan hoşlandığın söyleniyordu?»
Pavel: «Evet, ondan boşlanıyordum » diye bağırdı ve
kendine daha fazla hakim olamadı, <ama ben nasıl ev·
lenebilirim ki, nasıl olur da bir karı alabilirim; ben ki
nasıl olduğunu bilmeden, birisini öldürmekliğim daima
kabildir, çünkü elimde başka çare yoktur. Anam beni,
utançtan kurtulmasın diye doğurmuş. Şimdi de, bay
Öğretmenle kızkardeşim Milada'nın beni «bir parça adam
etmek» istedikleri bir sırada, artık utanç altında yaşa·
mak İstemiyorum , artık buna tahammül edemiyorum,
işte benim bedbahtlığını!»
Bir fi.sıla oldu ve bu müddet zarfında, Vinska,
gözlerini yerden hiç ayırmadı, nihayet : • Zavallı Peter'im
gömülürken bulunmuştun, Şimdiye kadar sana teşekkür
KÖYÜN ÇOCUGU '73

edememiştim. Çünkü benden hep kıu;; ı yordun.> Pavel,


omuzlarını silkti, şu cevabı verdi: « Bundan sonra hiçbir
zaman senden kaçmıyacağım. Hoşça kal.,, Vinska, yeni
bir fasıladan sonra: «Sevgili Pavel» diye tekrar söze baş­
ladı, «gi tmeden Önce sana bir şey daha söyliyeceğirn.
Hiç rahatım yok, beni hiç rahat bırakmıyorlar. Zavallı
Peter'irn öleli daha Üç ay olmadı, ve bu müddet zar­
fında iki talibim çıktı.»
cO halde birini seç!»
Vinska, bir müddet karlara baktıktan sonra: « Sanı­
rım ki,> dedi «Ömrüm oldukça dul kalacağım.»
«Ü halde, dul otur. Haydi hoşça kab
Vinska, tam gitrneğe davranırken, bir kere daha
Pavel'e doğru döndü ve nefesi daralıyormuş gibi bir
sesle yeniden başladı: « Senin için hoşça kal dernek ko­
lay. Ama benim sana ettiğim gibi, birine kötü dav ­
randıktan sonra hoşça kalınmaz.»
Pavel, sakin sakin: <Bundan dolayı taııalanrnana
lüzum yok> dedi, «ben bütün bunları unuttum.>
Vinska'nın başı önüne düştü, ağzının etrafında bir
ıstırap çizgisi belirdi ve il.Ya sen ?» diye sordu, «Ömrün
oldukça lıep bekar mı kalacaksın, sahiden?»
Delikanlı: <Evet> diye karşıladı, «rnÜnvezi bir insan
olarak kalacağım... İnsanlar yüzünden münzevi olmuş
bir insan olarak kalacağım.»

XIX

Pavel'in şehirden beklediği mektup geldi ve pek


can sıkıcı çıktı. Barones, kızkardeşini görmesi için he­
nüz İznin çıkmadığı haberini gönderiyor ve sebebini
sonra Öğreneceğiı.i, şimdilik sabretmesini söylüyordu.
Bundan az sonra da, Milada'dan gelen bir mektup­
ta Pavel'in ziyaretini geri bırakması rica ediliyordu.
Ricasının yerine getirilmesine karşılık da bütün kalbi ile
74 KÖYÜN ÇOCUGU

önceden teşekkür ediyor ve ilkbahara, diyerek kardeşini


yatıştırıyor, günden güne iyileıtitini temin ediyor ve
sevine sevine beklediti elbise giyme merasiminin de ma­
yıs'ta yapılacağını söyliyerek mektubuna son veriyordu.
Pavel'e buna boyun eğmek düştü, o da böyle
yaptı; ama bu İş pek de kolay olmadı. Haftada hiç ol­
mazsa bir kere köşke gidip: «Barones geri geldi mi?> diye
soruyor ve her defasında «Hayır» cevabı ile karşı­
lanıyordu. «Peki ama Barones hiç mektup da yazmamış
mıydı?> «Yazmıştı ama, sadece dönüşünü yeniden ge­
ciktirdiğini gösteren emirler veriyordu.>
Barones, Slava'nın nişanlısı hakkında usulen yapı­
lan istimzaca, mutabakatını bildirmiş, genç kızı aza­
detmiş ve düğün masraflarından başka bir miktar da
geçindirmeğe yetecek, bir hediye vermişti. Bütün bunlar,
Slava'nın ta küçüklüğünden beri yalnız başına kaldığı hal­
de, dürüstlükten hiçbir zaman ayrılmamış olmasından ve
böylece, şimdi rahibin önüne tertemiz çıkabilmesinden
ilerigeliyordu. Paskalyadan sonraki üçüncü pazarda,
nikih merasimi yapıldı, Pavel, güvey şahidi idi. Buna güç
karar vermişti ama, karar verdikten sonra da, işi liyıkiyle
yapmış ve nefsine karşı kazandığı bu zaferden dolayı
gurur duymuştu. Demirci Anton, güvey babası olmuş ­
tu, Vinska da anası. Vinska, başina sardığı dulluk
alameti olan kocaman bir örtüye ratmen, gelinden daha
güzeldi. Bay rahip de, nikih duasını, gayet samimi bir
surette okudu ve yeni evlileri, gazinodaki ziyafette bu­
lunmak suretiyle de, şereflendirdi. Tebriklerini söylemek
ve yeni evlilere göndermiş oldukları hediyelere edilecek
teşekkürleri karşılamak için doktor, kihya, korucu, be­
le:iiye başkanı ve büyük arazi sahibi bazı köylüler, geldi­
ler. Bütün bunlar, o idi gürültü patırdıdan uzak, basit,
fakat •fevkalade kibarcasına» oldu.
Yemekten sonra dans edildi ve hayret verici şey,
bu sıradn oldu. Yıllardan beri ancak ayaklarını sürüye
sü.. üye yürüyebilen Virgil, hemen hemen kendi yaşında
KÖYÜN ÇOCUGU 75

bulunan bir hizmetçiyi, Redowatschka dansına kaldırdı.


Çalgı, Virgil'in İsteği üzerine, çoktandır piyasadan kalk­
mış olan bu dans havasına başlayınca, hazır bulunan bü­
tün ihtiyarların yüzüne bir canlılık geldi. Erkekler kalk ·
tılar ve «eşleri» ne işaret edip, nemli ellerini birbirlerine
verdiler ve çobanla akpak eşinin peşisıra, kırıtmağa
başladılar. Çoktan beri, belki de kavga yahut ve kayıt­
sızlıktan başka bir şey yüzü görmemiş olan ihtiyar çiftler,
hoş bir ahenk içinde yine birleşmiş oluyorlardı. Çökmüş
bir kadının dudaklarında utangaç bir gülümseme dolaşıyor,
mahzun bir erke ğin gözlerinde cesur bir şimşek çakıyor­
du. Sevgili Redowa'nın ahenginde, birbirlerine çok iyi
yekıştıkları o gençlik günlerinin hatırasını bulmuştular
ve böylece, çocuklarının ve torunlarının alkışları arasın­
da, parça bitinceye kadar oynadılar.
Güzel bir kı:ı:, Pavel"e gülümsemiş ve: «Nen var se­
nin?» diye sormuştu. «Dans bilmiyor musun?»
Delikanlı: «Bilmiyorum» cevabını verdi, «şimdiye
kadar bir kere olsun denemiş değilim.»
« Ü halde şimdi bir dene ! »
Fakat Pavel, bu kadar kalabalığın önünde herkese
gülünç olmamak için, böyle bir tecrübede bulunmak ni­
yetinde değildi; bu kararında ısrar etti ve hatta, bu
m esut günün şerefine Pavel'le hiç olmazsa bir defacık
olsun muhakkak dans etmeği istiyen Sla va"yı bile red.
_
detti.
Pavel ' in bu hususta vermiş olduğu Örneği, Vinska da
tatbik etti. Hatta o isteklilerinin en ateşlisi tarafından,
halkaya girip de dans etmesi için zorlanınca, etrafı,
ziyafet yerinden uzaklaşmakla bile, tehdidetti. Pavel ve
Vinska, zaman zaman bir iki laf ediyorlardı; delikanlı
pek dostça değilse bile, hiç olmazsa, dargınlıksız, Vins­
ka ise affedilmekten daha fazlasına ermiş, yani her şeyin
unutulmuş olduğunu :ı-ördüğünden, şükran hissi duyarak,
konuşuyordu.
76 KÖYÜN çocuGu

Böyle idi de. - Vinska yüzünden çektiği ıstırabın


hatırası, ona beslediği muhabbetin tesiriyle silin­
m işti. Pavel, kendi kendine düşünüyordu : varlığına kök
salmış ve beraber büyümüş olan bu ilk sevgiyi yenmeye
muvaffak olduktan sonra, hayatının bir tek gecesi zar­
fında yeşermiş bulunan bu ikincisine de hakim olması
lazım gelmez mi idi? Bir parçacık ıstıraba daha katlan­
mak icabediyordu, ondan sonra ise, hür bir İnsan olacak­
tı; Tanrı'nın yarattığı gibi hür ve yalnız bir İnsan.
Pavel'in bu hürriyette rahat duymasına her şey yar­
dım ediyordu. Bugün, sadece Arnost'la Slava İçin bir
şeref günü olmakla kalmamıştı, Pavel için de bir şeref
günü idi. Pavel, tanımış olduğu ilerigelenlerle bugün
ilk defadır ki, bir dam altında bulunuyordu. İ tibar
sahibi köylüler tarafından selamlanıyor, korucu, adeta
bir baht şefkatiyle, onunla uzun uzun görüşüyor; bay
rahip ziraate ait bir meselede onun fikrini alıyor ve
lokomobil hikayesini ille de açığa vurmak istiyen de­
mirci, ancak, Vinska"dan çekinerek bu işten vazge­
çiyordu. Büyük bir sevinç içinde bulunan Arnost, ona
karşı ömrü oldukça borçlu ve dost kalacağını, bağıra
bağıra vadediyordu.
Pavel, bir saygı ve sevgi havası içinde yüzüyordu ve
bu havayı, içinden doğru hafifçe yükselen : «Bu anın key­
fini çıkar, böyle bir anı belki bir daha bulamıyacaksın ...
Anan gelince bu saygıdan, bu itibardan eser kalmıyacak.»
ihtarından daha kuvvetle, adeta bütün mesamatı ile .
duyup, keyfine varıyordu •.. Evet, anası, yarın gelebilirdi.
Hatta, kim bilir, belki de gelmişti? Eve dönünce, onu
odada, ocağının başında bulması da kabildi ...•

Ve bu sessiz, bu mahzun bahtiyarlığın ortasında,


benliğini müthiş bir istek sardı: buralardan gitmek! Ku­
lübe ile tarlayı anasına bırakmak ve buralardan uzak­
laşmak, dünyanın öteki ucuna, ouu tanımıyan, anasının,
babasının kim olduğunu bilmiyı:.n yabancı İnsanların ara­
sına gitmek. Öğren ve belki ötekilerden üstün başka bir
insan ol !
KÖYüN ÇOCUGU 77

Bu fikirler, elini ayağını bağlıyor, evde de, uykuya


dalarken de, uyanınca da rahat vermiyorlardı.
Ama yine sonbaharda dikmiş bulunduğu kiraz
ağaçlarının yanına gidip de hemen çoğunun çiçekte oldu·
ğunu görünce kendi eli ile bunlardan ayrılmanın hiç de
kolay olmıyacağını hissediyordu. Hem sonra, kızkardeşi
Milada ile Habrecbt onun bu kaçmak düşüncelerini bil­
miş olsalardı, kim bilir ne derlerdi?
«Küçük adam, bu ana kadar yaşadığın bu küçük
muhitten ayrılma ve umumun iyiliği için sessiz sadasız
ve kendi köşende faydalı olmağa çalış.>
Bu sözler de, dostu Habrecht'in vecizelerinden biri
idi ve daha ilk söylendikleri anda, Pavel'in anlayışına,
İ ncilin naklettiği taşlık arazideki tohum buğdaylar gibi,
yerleşmişlerdi. Ama şimdi, Pavel'in ruhu bir taşlık arazi
değildi artık, buğdayların filiz verip boy attığı ve bu
hadiseye muvazi olarak da bir sürü başka fikirlerin kay·
naştığı bereketli bir toprak parçası idi ..•

Pavel, daldığı düşünceden, isminin çağırıldığını du·


yarak. uyandı; saray seyislerinden biri ona doğru koşu·
yor ve bir yandan da işaret edip sesleniyordu. «Barones,
haberci gönderdi, seni hemen şehre istiyor, araba ile
gideceksin!»
Duyduğu hayret, sevinç ve korku yüzünden ateşler
içinde yanan, arkasından da buz gibi olan Pavel: <Pekala
yayan da gidebilirdim» cevabını verdi, ene diye araba
ile gidecekmişim?»
cŞehre daha çabuk varman için olacak, herhalde;
haydi davran, araba hazırlanmış olmalı.>
Pavel, elbiselerini acele acele değiştirip köşke koştu.
Araba, çoktan hazırdı; güclii kuvvetli bir çift yük bey.
giri tarafından çekilen araba, Pavel'i kısa bir müddette
şehre, manastırın kapısına ulaştırdı. Ve kapıcı hemşire
tarafıodan, şu sözlerle karşılandı:
« Sizi Barones'in yanına ırötüreceğim.» Pavel, nefesi
kesile kesile : c Kızkardeşim Barones'in yanında mı ? •.•

Kızkadeşimin sıhhati nasıl ?» diye sordu.


'21 KÖYÜN ÇOCUGU

Rahibe cevap vermedi ve önden yürüdü ; bir mer­


diven çıktılar, tasvirlerle süslenmiş bir koridordan ,geç­
tiler ve koyu renkte bir çifte kapının karşısında bulunan
tabii büyüklükteki bir çarmıhın önünde durdular.
Pavel : «Kızkardeşimin sıhhati nasıl?» diye tekrar­
ladı. Kapıcı hemşire, halaskarın diken çelenkli başını
işaret etti ve : c ünun çekmiş olduklarını düşünün.> diye­
rek kapıyı açtı ve İçeriye girmesini söyledi, Pavel, hem­
şirenin dediğini yaptı ve kendini bir salon kadar büyük
bir odada buldu. Barones ile başrahibe buradaydılar ve
ihtiyar kadın, dostunun kollarına yaslanmıştı.
Muhterem valide : cHoş geldiniz !» dedi. Barones de
bir şeyler söyliyecekti ama, muktedir olamadı ve gö­
zünden yaşlar boşandı. Pavel de ancak şunları kekeliye­
bildi : «Aman Yarabbim, aman Yarabbim, kızkardeşime
ne oldu? Yoksa hasta mı ? »

Başrahibe; « Şifa buldu, dedi, ebedi ışığa sığındı.»


Pavel, elemli ve gazaplı bir bakışla onu süzdü ve
başrahibenin güzel ve sakin gözleri, yere çevrildi.
Delikanlı, acı acı : «Ne demek istiyorsunuz?» diye
haykırdı.
İşte o zaman, bu ufaktefek, bu çok ihtiyar Barones,
güclü kuvvetli başrahibenin kollarından kurtuldu ve tit­
rek ellerini uzatıp Pavel'e doğru sendeliyerek : « Zavallı
Pavel'cij!im > diye hıçkırdı, « kızkardeşin öldü. Benim
sevgili Milada'm, benden, ihtiyar ve bitkin benden önce
gitti.>
ihtiyar kadmcağızın dizleri titriyordu, düşmek Üzere
idi ki, Pavel tuttu ve ihtiyar Baronf's, delikanlının göğ­
sünde ağladı.
Pavel, kadıncağızı bir koltuğa kadar dikkatle götü­
rüp oturttuktan sonra, bütün vücudu titriye titriye baş­
rahibeye döndü: <Kızkardeşim günden güne iyileştiğini
ne diye yazıyordu bana?» « Öyle sanıyordu, biz de
şaraplı ekmek vermenin zamanı gelip de onu buna ha­
zırlamak icabedinceye kadar bunda bir mahzur görme­
dik > Başrahibe, daha fazla söylemedi.
..•
KÖYÜN ÇOCUGU '19

Pavel «hazırlanmak» diye tekrarladı ve elini, parıl


parıl yanan ve bir damla bile yaş bulunmıyan gözlerine
baslırdı : <Demek ki öleceğini biliyordu?>
Başrahibe, bir tasdik işareti yaptı. Pavel sesini
yükselterek : «Beni görmek istediğini söylemedi mi ?
Ö lmeden Önce kardeşimi göreyim demedi mi, Barones?
diyerek, ihtiyar kadıncağıza doğru haykırdı: « Kardeşimi
bir kere olsun göreyim, demedi mi?•
Barones, şu cevabı verdi : < Sana bin.lerce ve bin­
lerce selam bıraktı ve takdis etti, ama seni görmek iste­
diğini söylemedi.>
Ve başrahibe, söze karıştı :
«Her türlü fanilikten kurtulmuştu ve artık tamamiyle
Tanrının malı olmuş bulunuyordu... Son saatinde, bunu
açıkça görmekteydi, Tanrıyı bütün ihtişamı ile görüyor
ve bahtiyarlar ülkesine gelen bu yeni misafiri karşılıyan
meleklerin sevinçli şarkılarını duyuyordu.•
Pavel, boğuluyormuş gibi idi ! <Ne vakit öldü?»
<Dün akşam, »
Dün akşam, yani Pavel bir ziyafette bulunduğu,
kafasında bir .sürü bambaşka düşünceler olduğu ve kız­
kardeşini aklına bile getirmediği bir sırada 1 Çılgınca bir
ümitsizliğe kapıldı; olmaz, buna imkan yok ... Ve «kızkar­
deşim nerede?> diye haykırdı. <Beni onun yanına gö­
türün .. >
Başrahibe : <Henüz teskereye konulmadı.» cevabını
verdi ama Pavel'in hiçbir itiraz dinlediği yoktu, o zama­
na ·kadar emretmeğe, kendisine rica ile hitabedilmesine
alışmış olen muhterem valide, razı oldu.
İ kinci kata çıkan merdiveni tırmandılar, sağlı sollu
bir sürü kapıları olan bir koridordan geçtiler. Başrahibe,
bu kapılardan bir tanesinin önünde durdu ve derin bir
teessürle: cMilada'nın odası.» dedi.
Pavel ileriye atıldı ve kapıyı hızla açtı ... İ çerisi
güneş ışığı ile dolmuş olan bu beyaz badanalı, bu çıp­
lak duvarlı ve penceresi parmaklıklı hücrede ensiz bir
karyola vardı. Yatağın beş ve ayakucunda, gümüş şam-
80 KÖYÜN ÇOCUGU

danlar içinde birer mum yanıyordu. Derin bir duaya


kendilerini bırakmış olan iki rahibe diz çökmüştüler.
Yatakta, üstüne bir keten Örtü çekilmiş olan, taş gibi
ve çok zayıf bir ceset vardı. Başrahibe, yatağa yaklaştı
ve cesedin yüzündeki Örtüyü sıyırdı.
Pavel, şiddetle geriledi, sendeledi ve kapının per­
vazlarına çarpıp olduğu yerde kaldı; işkeneeden kaçan
ve sığınacak bir yer arıyen bir İnsana benziyordu. Niha­
yet, gözlerinden yaşlar boşana boşana: •Bu, benim Mila­
da'm değil, bu o değil. Benim Milada'm nerede?» diye
haykırdı.
Pavel'i yatıştırmak kabil değildi; ıstırabının bü­
yüklüğü karşısında teselli, aciz kalıyordu.
Barones, Pavel'i yanına çağırttı, ağlayıp sızladı ve
Milada.dan bahsetti; fakat Pavel, aklından bir türlü
çıkaramadığı şu: cEğer vakti geçmeden manastırdan alın­
saydı, şimdi hayatta olacaktı; senin çocuğun ve benim
parlak yol göstericim, benim çok kıymetlim hala hayatta
bulunacaktı.» düşüncesini söylemeğe cesaret edemedi.
Barones'in arzusu üzerine, defin merasiminin yapı­
lacağı güne kadar, şehirden ayrılmadı ve sokaklarda,
hiç alışmadığı bir şekilde tembel tembel dolaşmak sure­
tiyle, acısını uyuşturmata çalıştı.
Pavel, kendi kendine: «Milada'm, benim sevgili kız­
kardeşim.> diye söyleniyor ve bazı bazı durup, arkasın­
dan birinin gelip: cHaydi dön, Milada yaşıyor ve seni
soruyor, görmüş olduğun o küçük. o ufalmış ölü yüzü,
Milada'nın değildi.> diyeceğini sanıyordu.
Ve Milada'nın teskereye konarak küçük kiliseye
getirilen, beyaz elbiseler giydirilmiş ve baştan başa beyaz
güllerle örtülmüş olan cesedi, yüzlerce ışığın parıltısı al­
tına bırakılınca, Pavel'i katafalka yaklaştırmak kabil
olmadı. Pavel, sevgili Milada"sının bakıyesini muhafaza
edecek olan tabut kapandıktan sonradır ki, üzerine atı­
lıp dua etti ve bu dua ölünün ruh İstirahati için yapı­
lan bir duadan fazla, bir niyaz, ona bir istirhamdı.
KÖYÜN ÇOCUGU 81

Baıones'in defin merasimindeki haline o kadar


müteessir oldu ki, adeta kendi acısını unuttu. Barones,
sevgili çocuğunun bu sakin manastır mezarlığındaki çu­
kuru başında, bitkin bir halde, Pavelin yanında durmak·
taydı . Defin merasimi bittikten sonra, rahibelerin geçme­
lerini bekledi ve onların arkasından da gitmedi. Ancak
bir müddet sonradır ki Pavel'e şunları söyledi:
«Haydi, şimdi beni odama götür, sonra da köşke
dön ve beni karşılamağa hazırlanmalarını söyle. Ama
hiç kusursuz bir karşılama isterim. Bu onlara vereceğim
son zahmet olacak, çünkü ancak ölüm döşeğine uzanmak
için köşke döneceğimi sanıyorum.»
Pavel, Barones'e itiraz etmedi, çünku Farones0in
hali artık pek fazla yaşamıyacaklarını hisseden ihtiyar­
ların yapmacıklarına hiç benzemiyordu ve ihtiyar kadın,
bu sözleri, karşısındaki itiraz etsin diye söylememişti.
Barones, ciddi konuşuyordu, bunun için de, arzusunu
yerine getirmek lazımdı.
Pavel, akşam üzeri geç vakit köye vardı. İ lk olarak
Barones'in emrını yerine getirmek Üzere, köşke ııitti.
Pavel'in döndüğünü duyan bütün hizmetkarlar koşuşup
geldiler ve meraklı meraklı yüzüne baktılar; Pavel, bura­
dan çabuk kurtuldu, çünkü Milada hakkında bir sürü
şey sorulacağından tasalanıyordu. Sokakta da, tıpkı köşk­
teki kadar mütecessis bakışlarla karşılaştı. Şu veya
öbürü durup Pavel'le konuşmağa niyetleniyordu ama,
delikanlı kuru bir selam verip uzaklaşıyordu.
Vinska'nın evi önündeki bir sırada, Peter öleli beri
kızının yanına yerleşmiş olan Virgil oturuyordu. Pavel'e
işaret edip yanına çağırdı, ve «Nihayet gelebildin mi?» di­
ye seslendi. «Eğer ben yanıma almamış olsaydım, köpeğin
açlıktan ölecekti.» Pavel: « Ben de zaten buna güven•
miştim.» cevabını verdi ve yoluna devam etti; ama
Virgil, avazı çıktığı kadar bağırıyordu: «Dur azıcık, koş·
mal Vinska'nın sana bir diyeceği var.» ve tam bu sırada,
Vinska kapıda görünüp Pavel'e doğru yürüdü ve son
zamanlardaki mahviyetkar tavriyle şöyle dedi:
sz KÖYON ÇOCUGU

«Başına gelen felaketi duyduk .. Çok müteessirim ... »


Delikanlı : «Bırak bunları, bırak!» diye, Vinska'nın
lafını kesti.
Sabırsızlıktan yerinde duramıyan Virgil de, kızını
ikaz etti : • Öteki işten bahsetsene !»
Vinska'nın rengi atmıştı. «Sevgili Paveb diye baş·
ladı, «Sevgili Pavel, anan geldi.»
Pavel, Ürperdi : «Anam nerede?... Yoksa benim ev­
de mi?»
«Hayır, sen gelmeden evine girmek istemedi.» Ve
IB.fını : «Bize de gelmek istemedi.» diye tamamladı.
« Davet ettin miydi?»
«Evet, ettim, bize gelip seni bizde beklemesini
söyledim, ama o istemedi ve gazinocunun yanına gitti .
Fakat ben bütün gün senden bahsettim ona, dinlemeğe
bir türlü doyamadı. Ancak bundan sonra, kalktı ve senin
eve gitti. Şimdi orada olmalı.»
Pavel, göğsüne, kouman bir buz parçası düşmüş
gibi oldu ve: «pekali» diye mırıldandı. «Pekala, o hal­
de gideyim.» Fakat yerinden kımıldamadı. Durmadan ha·
reket eden bakışları, Vinskanınkilerle, onun korkudan
karmakarışık olmuş yüzü ile karşılaştı ve birdenbire : .
«Anamı davet ettiğin için teşekkür ederim.» dedi.
Vinska: «Teşekküre değmez.» cevabını verdi.
Her ikisinin de kalbi, duyulacak kadar gürültülü
atıyordu ve herbiri, ötekinin kalbindekileri okuyabili­
yordu, Vinska, delikanlının kalbinde eski sevgiden bir iz
bulmadı ama, o köklü kinden de eser yoktu. Vinska'nın
kalbi de, sonsuz, fakat faydasız bir pişmanlık ile dolu
idi ve bu pişmanlık, Pavel'e ettiklerini Ömrü boyunca
düzeltemiyeceğini anlamış olmaktan ilerigeliyordu.
Başka hiçbir şey söylemeden biribirlerinden ayrıldı­
lar. Pavel köy yolunu yavaş yavaş tırmanıyordu. Güneş,
etekleri ormanlık tepelerin arkasında batmaktaydı ve çam
ağaçlarının tepeleri, akşam kızıllığı içindeki gökyüzüne
saplanıyordu. Pavel'in kulübesi aydınlık bir boşluk
içindeydi. Gölıeler kulübenin damından aşağı doğru ka-
KÖYÜN ÇOCUGU 83

yarak küçük pencerenin parılbsını gideriyorlar ve bah­


çeciğin önünde durup batan güneşe bakarak kendinden
geçmiş olan boylu boslu bir vücudu sarıyorlardı. Pavel,
«anam» diye söylendi «anam!>
işte anası karşısındaydı; on yılın yükü altında eğil­
memiş ve uzun zindan yıllarının zilleti altında sarsılma­
mıştı. Pavel, yoluna devam ediyordu, ama yalnız değildi.
Peşine gizlice takılmış olan İnsanların usul usul konuş­
malarından ve ayak seslerinden hasıl olma bir gürültü
kulağına geliyor ve fena halde canını sıkıyordu. Peşine
takılmış olan bir . sürü mütecessis, ana ile oğul arasında­
ki bu ilk karşılaşmayı görmek istiyordu. Pavel, dönüp
bakmıyor ve mukadderata doğru fevkalade sakin olarak,
ilerliyordu.
Ana, dönmüş ve Pavel'i görmüştü ; bakışlarında
haz, gurur, yerine gelmiş büyük bir arzunun parıltı­
sı vardı ; fakat, hiç kımıldamadı ve olduğu yerde kolla­
rı iki yanına sarkmış bir halde, kalakaldı ; oğluna bir
şey söyliyemedi.
Pavel, kendini tutarak ve acele acele: «Hoş geldin,
anne» dedi, «ne diye kapının önünde duruyorsun? içeri
girsene!>
Anası, bir muhabbet, mesut bir hayranlık, ışık
ve hayretle parlıyan bakışlarını oğlunun Üzerinden
ayırmadan : «Bilmem ki, girsem mi ?» cevabını verdi,
eseni böyle bulacağımı ummuyordum, oğul !» Sesinde,
içten gelen bir sevinç titremesi vardı: « Böyle bulacağımı
sanmamıştım. Sana utanç vermek istemem, Pavel.»
Ve o zaman, Pavel, anasının elini tutup : «Haydi
gel, gel!» dedi. « Bir kere daha hoş geldin!» Anasını eve
soktu ve İçeri girer ken, kadının gayriihtiyari ıstavroz
çıkardığını gördü, «anne otur» dedi, <sana söyliyecek çok
şeyler var, keder verici bir sürü şey »...

Anası oturdu, odanın içini hayret ve heyecanla


gözden geçirerek : «Bana söyliyeceklerini ben Önceden
biliyorum : burada kalamıyacağım; ama bunda üzülecek
84 KÖYON ÇOCUGU

bir şey yok. Seni böyle, bu şekilde bulmuş olmaklığım


beni sadece sevindirdi. Sana yük olmağı hiçbir zaman
düşünmüş değilim, oğul. Ve bana : ana, sana bir ev ya­
.•

pıyorum, diye yazdığın zaman, yapmana bak demiştim.


Tanrı, duvarının her tuğlasını mübarek etsin. Yap ! Yap!
Ama benim için değil, kendin için yap.>
«Ne diye böyle düşündün ?»
Sesinde hiçbir sitem edası olmadan, sakin sakin :
cÇünkü ben burada lazım değilim.> cevabını verdi. Fakat
Pavel :
«Ne demek istiyorsun ?» diye mırıldandı.
Anası, aynı kayıtsızlıkla: «Eğer bu birçok yıllar
zarfında ananı hatırlamış olsaydın> diye devam etti, «ba­
zı bazı onu soruştururdun. Halbuki sen bunu hiçbir za­
man yapmadın. İşte ben de sırf seni görmüş olmak
için geldim - çünkü daha fazla dayanamamıştım - ve yine
gideceğim, hemen bugün."
cNereye? Hapishaneye dönemezsin ya?>
«Hayır, oraya değil, hastanemize gideceğim, basta
nöbetçiliği yapıyorum da.>
«Ya, demek böyle anne? Ne vakitten beri?>
«Birkaç ay oluyor.>
«Kötü insaların yanında biç de kolay olmasa gerek
bu iş.>
«Hem güç, hem de kolay; en kötü İnsanlar, çok kere,
birine muhtacoldukları zaman dünyanın en iyi insanı olur­
lar... Hem güç veya kolay olmuş, ne ehemmiyeti var? Ni­
hayet kendime bir yer buldum, halimden memnunum. Ey
ulu Tanrım, memnunluktan da fazla > Ve saadet taşan
.•.

bakışları ile, oğluna sonsuz bir sevgi içinde bir kere


daha baktı. «Memnunluktan fazla, çünkü seni güclü kuv­
vetli, dürüst ve sıhhatte gördüm... Ya öteki çocuğum,
aziz Tanrıma bağışladığınız ve benim görmeme ızın
olmıyan Milada'm > - Pavel içini çekti - «Artık bir rahibe
•.•

oldu mu?>
cl-Iayır, anne.>
cHayır mı?> Oğlunun sesindeki mahzun edadan
KÖYON ÇOCUGU 85

titremişti. Kupkuru dudaklariyle ve nefesi tutula tutula:


cHayır, ha?> diye mırıldandı. cDemek bu büyük lutfa
henüz layık görülmedi?•
Pavel: cOh, anne, neler söylüyorsun? O bir azize
idi Seni görür görmez söylemek istediğim kederli ha­
..•

ber bu idi: Milada, öldü.>


Anası, söylenilenden bir şey anlamamış gibi, İnan­
mak istemez gibi: " Öldü, ha?.. ,, diye tekrarladı ve bir
denbire bir çığlık kopardı : <Hayır.. Hayır!»
•Evet anne, öleli Üç gün oldu.»
Kuvvetini aşan bir acının yükü altında ezilmiş olan
kadın, çöküverdi. Sonra yavaş yavaş, yüz çizgileri tekrar
canlandı; ve bakışlarındaki camitlik, muztarip bir hayran­
lığa münkaliboldu: crSana inanıyorum, oğul, İnanıyorum.
Milada bir azize idi ve şu anda cennettedir. Ve eğer
ulu Tanrım, ben günahkarını da otaya çağırmaktan hoş­
lanacak olursa, Milada0mı orada bulacağım . ,,
Pavel, duraklıyarak: <Anne> dedi, • cennete girmeği
umuyorsun, o halde?>
"Umuyor muyum? Bundan eminim! Tanrı adildir.>
"Rahimdir demiyor musun?,,
Anası doğruldu ve artan bir itimatla: cBen, adildir
diyorum. » Bu itimat Pavel"in bütün şüphelerini sildi ve
kalbinde, bu zavallı, bu eli kolu bağlı kadın hakkında
muhteşem kuvvete karşı duyulan ve mesut eden kuvvetli
inanca benzer bir İnanç parlattı. Anasına yaklaştı, du­
dakları aralandı; kadının elleri yalvarır gibi uzandı
"Daha fazla bir şey sorma bana, cevap vermiyeceğim ...•

Anan, kocasına sadık kalacağına ve kul köle olacağına dair


mihrapta yemin verdi... Bir gün gelecek, baban bunun
hesabını ulu Tanrı'ya verecektir, Hikim·i mutlak, ona
karşı rahim davransın... Böyle dua ediyorum ben, Sen
de böyle dua et, sus ve bir şey sorma.,,
Pavel •Peki anne,» diye vadetti, <Peki anne ... Za­
ten bir şey sorduğum yok ki... Ama ne olur, babamın
cinayetinde hiçbir alakan olmadığını sen kendiliğinden
söylesen Ne olur, bana acı da bunu söyle
.•. • . . ,,
86 KÖYÜN ÇOCUGU

Kadının dudaklarında, acı bir gülümseme dolaştı:


• Pavel, Pavel, bu hal bana çok acı veriyor Kim bilir,
..•

çocuklar ne düşünüyor? diye aklıma geldikçe hep kalbim


burkulurdu. Kötü bir şeyden kaçıyormuş gibi kendimi bun­
dan hep uzak tuttum ... İşte benim hatam.» Başını kal­
dırdı, yüz çizgilerinde ciddi ve asil bir gururun ifadesi
vardı. «Sana: oğul, ben suçsuz yere mahkum edildim,

demeden bu kapının eşiğinden İçeri girmemeli idim.»


Ve o zaman, Pavel, kendini tutamadı : •Ey rahim
Tanrım, bense ona karşı ne kötü davrandım! > .•

Anası, büyük bir metanetle: «Ağlayıp sızlama!» mu­


kabelesinde bulundu. «Senden ayrılmak zorunda kaldığım
zaman sen çok küçüktün. Beni tanıyamamıştın.»
Pavel, ancak: «Anne, anne!» diyebildi ve anasının
ayaklarına atılarak, başını onun kucağına gizledi, anasını
kucakladı ve şu anda, en büyük servetini, en kıymetli
ve paha biçilmesine imkan olmıyan şeyini, kolları ara·
sında tuttuğunu biliyordu. «Sevgili anneciğim, yanımdan
bir yere gitme!» diye haykırdı. «Ayaklarına kapanacağım
ve çektiğin bütün ıstırapları ödiyeceğim. Bir yere gitme
buradan!»
Yüzü saadetle parlıyan ve göğsünün içinde bir
cennet ferahlığı bulunan ana, oğlunun Üzerine eğildi;
ensiz yanaklarını oğlunun saçlarına bastırdı. onun yanak­
larını, şakaklarını ve alnını öptü ve: «Bilmem ki, bu doğ·
ru olur muydu?» dedi.
«Ahali laf edecek diye mi?>
«Ahali laf edecek diye,»
Pavel, bunun Üzerine anasına doğru baktı: «Az
önce ne söylemiştin? Kötüler, birine muhtacoldukları
zaman, dünyanın en iyi İnsanları olurlar. İ şte böyle anne­
citim, bizim gibi iki İnsana da bazı bazı muhtacolunma·
ması, pek tuhaf olurdu... Anneciğim, benımle kalı­
yorsun !»

SON

You might also like