Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 379

8.76.

50-2

Kapak Düzeni - ORAL ORHON


D izgi - SIRALAR MATBAASI
Baskı - ALTIN· KİTAPLAR �asımevi
İkinci Baskı - Ağustos 1 976 {Birinci Ba;kı
- - ,1967)
BERTRAND RUSSELL

İKTİDAR

Türkçesi:
Mete ERGiN
ıi

Bilimsel Diz i : (12}


BERTRAND RUSSELL ÜZERiNE

Yüzyılımızın ikinci yarısında nerede bir haksızlık görülmüşse,


ona ilk direnen Bertrand Russell olmuştur. Toplumun özgürlüğünü, 111"
sanların kısıtlanmadan düşünmelerini sağlayabilmek için yazı katından
eylem katına kadar bir çok girişimin kurucusudur. Çok yakın tarihteki
bir olayı hatırlayacaksınız, Vietnam savaş suçlularını yargılamak için
Russell bir mahkeme kurmuştu. Bu , dünya barışı için gösterdiği çaba­
ların eylemsel bir örneğidir.
'
Matematikçi ve filozof olan Russell, özel öğreniminden sonra
Tirinity Koleji 'nde ve Cambridge Ü niversitesi 'nde okudu . 1872'de Trel·
leck'de (İngiltere) doğan filozof, babasından Lord unvanını da aldı,
ama bunu kullanmadı. MatematikÇiliğinden gelen sağlam düşünme yön·

temi ile açık, aydınlık ve tanımlama gücü olan bir anlatım biçimi edindi.
Sorunların çözümlenmesinde akılcı yöntemi kullandı, politikadan ah·
taka (ethics) kadar her alanda reformist bir tutumu benimsedi. Onun
dünya görüşü, hümanizm ve felsefi maddecilikten oluşur. Bu iki öğe,
onun din ve ahlak alanındaki dogmalara karşı çıkışını da açıklar.
1927 ile 1932 araeında açtığı okul, ilerici bir eğitim yöntemi uy·
gutac!ı. Russell'e göre eğitimden amaç, insanın yaratıcı niteliklerinin
geliştirilmesini sağlamak, ona bu alanda olanaklar yaratmaktı. Özgür·
ıük dUşüncesinde ahlaksal sorunlara, sekse kadar yaşamın her dalında
öğreticilik ve yaratıcılık kavramları, eğitim ve öğretime biçim ver­
msltydt.
Birinci Dünya Savaşı'na karşı çıkınca hapse girdi , Russell ' ın sa·
vaşa karşı tutumu devam edecek ve İkinci Dünya Savaşı 'ndan sonra
nükleer silahların yayılmasını bütün gücüyle -yazılardan sokak gös·
terilerine kadar- engellemeye çal ışacaktı.
Russell'ın anlatımının özelliği, en güç ve bil imsel konuları popüler
dille yazması ve böylece dar bilim adamları çevresinden geniş bir
çoğunluğa düşüncelerini iletebilmesidir.
1950 yılında Nobel Edebiyat Armağanı 'nı kazanan Russell'ın en
öneml i kitaplarının başında Principia Mathematica (Matematiğin İ lke·
!eri) gelir, A. N. Whitehead ile birl ikte yazdığı bu kitaptan sonra onun
Felsefe Tarihine bakış açısını ortaya koyan Batı Felsefesi Tarihi anıl ı r.
Birinci Dünya Savaşı 'ndan sonra Sovyetler Birliği 'ni ziyaret etti
ve bir yıl Pekin'de felsefe profesörlüğü yaptı.
Kendini umutlu bir karamsar» diye nitelendiren Russell'ın ül·
kemizde yayınlanan kitaplarının başlıcaları , Evlilik ve Ahlak, Batı Fel·
sefesi Tarihi, Rölativitenin Alfabesi, Bilim ve Din, Aylaklığa Övgü'dür.
Russell, 1 970 yıl ında öldü.
İÇİNDEKİLER

1 . İ KTiDAR GÜDÜSÜ
2. ÖNDERLER VE ÖNDERLERİN ARDINCA GİDENLER
3. İ KTİDARIN BİÇİ M LE R İ
4 . R U HBAN SIN I FI İ KTİDAR!
5. KRAL İKTİDAR!
6. VALiN İKTİDAR
7. İ HTİLAL İ KTİDAR!
. 8. İKTİSADİ İKTİDAR
9. FİKİR ÜZERİNDEKİ İKTİDAR
10. İKTİDAR KAYNAKLAR! OLARAK AKİ DELER
11. ÖRGÜTLERİN BİYOLOJİSİ
1 2: YÖ NETİMLERİN YETKELERİ VE B İÇİMLERİ
13. ÖRGÜTLER VE BİREY
14. R EKABET
15. İKTİDAR VE TÖR E KU RALLAR!
16. İKTİDAR FELSEFELE R İ
17. İ KTİDAR TÖREBİLİMİ
18. İKTİDAR I N YOLA GETİR İLMESİ
Bölüm I
İKTİDAR GÜDÜSÜ
İNSANLA öteki hayvanlar a rasında kimi ansal , kimi
-duygusal çeşitl i ayr ı l ıklar vardır. Duygusal ayrı l ıkların bel­
Hbaş l ı larından b i ri , i nsanların güçlü istekleri nden bazıları­
nın, hayvanlarınki n i n aksine, esas itibariyle sınırsız ve do­
yurul mak olanağından yoksun bulunuşudur. Boa yılanı yi­
yecegını yedikten sonra, tekrar acıkıncaya kadar uyur;
eğer öteki hayvanlar ayn ı şeyi yapmıyorlarsa bu, ya yiye­
cekleri n i n yetmediğinde n , ya da düşmandan korkma!arın­
dandır. B i r kaçı dışında, hayvanların faal iyeti sağ kal ma
ve çoğa l ma i htiyacına, im iki temel i htiyaca dayanır; hay-
·vanların faal iyetleri, bu iki ihtiyacın zorunlu kıldığı faali·
yetler dışına çıkmaz.
İnsanlar için durum başkadı r. Gerçi i nsan soyunun bü­
yük b i r bölümü vazgeçi l mez i htiyaçlarını karşılamak içi n ,
daha başka amaçlara harcıyacak enerjileri kalmıyacak ka­
�ar çok çafrşmak zorundadı r ; ne var ki, geçimlerini sağ l a­
ma bağlamış olanlar, faa l iyetten geri kalmazlar. Xerxes,

- 11 -
iKTiDAR

Ati na seferine çıktığı zaman, besin yönünden de, üst baş:


yönünden de, kadı n yönünden de hiç b i r eks i ğ i yoktu. Tri-.
n ity Kol l ej i n e Öğretim Üyesi seçildi�i arıdan itibaren, N ew­
ton'ın maddi rahatı sağlama bağlanmış bulunuyordu, ama
N ewton da Principia'sın ı , maddi rahatı sağlama bağ l ad ı k­
tan sonra yazdı . St. Franci s i le İgnatius Loyola, Tarikatle­
rini kurarlarke n , i htiyaçları n ı gidermek zorunluluğuyla ha­
reket etmemişlerdi . Bunların hepsi de sivril m i ş kişilerd i,
ama aynı bel i rg i n nitelikler, son derece tem bel pek az i n­
san dışında, herkeste görü lebil ir. Kocasının i ş alanındaki
başarısından emin olan ve çal ışmak zorunda kalma korku­
su bulunmayan Bayan A. zatürrieye yakalanma teh l i kesini
çok daha ucuz bir yoldan önliyeceği halde, Bayan B'den
daha iyi g iyinmek ister. Eğer ' Bayan A'n ı n kocası bir asa­
let ünvanına kavuşur ya da parlamentoya seç i l i rse, karı ko­
ca i kisi de sevin i rler buna. Kuruntularda, hayal edilen za-·
ferlere sınır yoktur, bu hayal l ere olabil i r gözüyle bakıldı m ı
d a , gerçekleşmeleri i ç i n çaba harcanır.
Hayal gücü, temel i htiyaçları doyurul muş i nsanoğul­
ların ı , dur durak b i l m iyen çabalara zorla yönelten bir üven­
d i redir. Pek çoğumuz hayatımı zda nadi ren şöyle d iyebi l mi­
şizdir:

Şimdi ölecek olsaydım eğer,


Bu benim en mutlu anım olurdu, zira korkarım ki,
Ruhum alabildiğine doymuştur ve korkarım ki,
Bilinmeyen bir akibette böylesine bir doymuşluğun
Verini alacak huzur bulunmayacaktır.

Pek ender olan tam mutluluk anlarımızda. da, doymuş­


l uğun sürekl i o l madığını bildiğimiz için, Otello gibi ölümü��

- 12 -
IKTfDAR

istememiz doğaldır. Sürekli mutJufuğu sağiıyacaf< şey. irr-­


sanoğlu için olanaksızdır: yalnız Tanrıdır tam mutluli.ığ&.
�şen, zira 'saltanat ve iktidar ve şan ve şeref' O'nundur:
Yeryüzündeki saltanatlar, başka saltanatlarla sınırlıdır;
yeryüzündekı ıktıdarı ölüm kısa keser; piramitler de Cfik·
sek, 1ölümsüz şiire qağlı' da olsak, yeryüzündeki şan ve
şeref, yüzyılların geçişiyle söner. iktidarı az olanlara, şan
'!e şerefi az oiaıı_lara, biraz daha fazlası .,:tetecekmı� gihl
.gelir, ama b�le _şananlar yanıl�}.LQ.�� istekler doy­
mak bilmezdir, sın�_!�ı�d.ı_ı:y� oı:ıl<�L�m�ak .Iaormın sonsu�
�u.ğunda yatıştırılabilir.
Var olmak ve çoğalmak hayvanlara yettiği halde, in­
sanoğlu yayılmak ister ve insanoğlunun bu konudaki istek­
leri sadece hayal gücünün olanaklariyte sınırlıdır. Her in­
san, eğer elinden gelse, Tanri-ğTbföTmalc ister; pek az rast:
)anan bazı insanlar vardır ki, bunun olanaksızlığını kol!!Y
kolay kabul edemezler. Bunlar, Milton'un Şeytan'ıyla aynr
hamurdan yoğurulmuş, tıpk Milton'un Şeytan'ı gibi, soy­
lulukla inansızlığı kendilerinde birleştirmiş kişilerdir.
'inansızlık'la, dinsel inançlara dayanan şeyi söylemek is­
temiyorum: birey olarak insan iktidarının sınırlılığının ka­
bul edilmeyişini anlatmak istiyorum. Soylulukla inansızlı­
ğın meydana getirdiği bu, devlere yakışan karışım, özellik­
le büyük fatihlerde belirgin olarak görülür, ama yine de
bunun bir kırıntısı her insanda vardır. Toplumsal işbirliği­
n! zorlaştıran da budur, zira her birimiz bu işbirliğini, için:
de kendimize Tanrı yerini verdiğimiz, Tanfl ve i anrıya ta-"·
ı)aiiTararasındal<iiŞbiriigi biciminde anlamak isteriz. işte,.
zaman zaman''CfalQalail'maia' n;-, kail""Jöi<üimesine-yol açan
�canı ve-şererr·fofilikeye-atara k·&aŞICaiarml
yön.etmek ihtiyacı, l:>aŞkaidırmadürtüsü
·--'---··-- ...
blıiıaan-·
.............
-··--·•·---�--·---·� --...�
fferr sıelır:
... .-- - ......._ _•••'-''• ,-_..-·-• •r

- 13 -
İKTiDAR

�irı;ıyin a na".1 i yolundan kendini zorla kabul ettj_t])JflS' i ni Q!l.;:


.
. l iyecek törel kurailaı- ihtiyacı da yine bundan doğar.
- ���Sinir-tanımayan isteklerinin en bellibaş­
l ı l arı :lkti dar ve şan kaza nma i stekleridir. Bunlar, her n-e
' adar çok yakın akr�füı iseler de�_şey de_ğlllerd� r.: .��ş�
k
· _
bakan ı n sanından cok iktidarı, Kra l ı n ise iktidarından çok
san
' ı vard ır. Bunu nİa birl ikte, bir kural olarak, şan --kazan:
.. ·--�--�
manı n en kolay yolu iktidar kazanmaktır; bu, özellikle, ka-
muyu ilgi lendirenolaylarda faal röTOynıyan kişiler içi n
böyledir. Bundan ötürü, Şa n kazanma isteği de çoğunlukla ,
iktidar sahibi olma isteğinin doğurduğu davranışların ay­
nını doğurur ve bu iki güdüye uygulama ala��d._a �e��n
hemen hep özdeş gözüyle bakı�r.
Özel iktisadi çıkarın toplum bilimde temel güdü ola­
rak ks:ıbul edi l' e b i l eceğini i l eri süren , yerleşmiş fikirlere
bağlı iktisatçı larla, bu konuda onların görüşünü paylaşan
Marx yanıl m ışlardır. Mal hırsı , iktidar ve şan hırsından ay­
rıldığı zaman. sınır[ıdır�eçi m i sağlıyacak infil!flı c��-E!­
rayia doyurulabilir. GE.fü!ekten de pahalıYP._.QQYVrtJl?:.�H-�-9.��
9üçlü istekler���� maddi rahat aş�ı değ!l­
gl.L. Bozul ma dolayısıyle köle hal i ne getirilmiş bir yasama
organı , ya da uzmanlar tarafı ndan seçilen Eski Şah,eserler­
·den meydana getirilmiş özel bir resim galerisi gibi şeyler,
i çinde rahat rahat oturul acak bir yer sağ lamak için değ i l ,
i ktidar v e şan elde etmek i ç i n istenir. _Akl a yakın ölçüde
· bir tahat, sağlama bağland.!_rr:ı.!1.l!irn.Yle.r ® Jruı.!ıJmla r_Cfa:
.. ..

�tte� __ç_�L������- e�şJ1J�.�--·k9şaı:.lar: i ktidar ş_a_ğtaryı_�


için �.ı:ı:Y...E3.!.1l.�JbL<�l.'!1.�� .Y�--da .!�tiq�rr.�.��nı ._attırma� am.�­
__

·cıyla servetJ�����-·-��ak. ��.!�Y.�!?iJJr!erı.�ma her i k� hal:


·
Ç� de bunların te�el _güdüleri iktis�di değ.!�r.
_

'Yerleşmiş fikirlere bağlı iktisatla, Marxsist iktisadin

-14-
iKTiDAR

düştüğü bu yanılma sadece kuramsal olmayıp, uygulama


alanında çok daha büyük önem taşımaktadır ve son zaman­
lardaki bazı bellibaşlı olayların yanlış anlaşılmasına yol aç­
mıştır. Ancak, toplumsal sorunlarda önemli rol oynayan
faaliyetlerin sebebinin iktidar aşkı olduğunu anlamak su­
retiyle eski ya da yakın çağ tarihi üzerine, doğru bir yo­
rumda bulunulabilir.
Bu kitapta ben, fizikte nasıl Enerji temel kavramsf.l,
aynı şekilde sosyolojide de lktidar'ın temel. kavram oldu­
ğunu ispatlamağa çalışacağım. Enerji nasıl çeşitli biçimler
alıyorsa, iktidşrın da aynı şekilde, servet,_.�JHil:!_g!:ıcüLşLYl.l
makamlar. düşünceye söz geçirme gibi biçimleri vardır..
Bunların hic biri �k�. üs�9.Jl_.�ıılam��ca,9ı ·9fb[}2y__Qj­
çimlerin hiç bJri_ Qtekil�ilf1J.t<!!!l.deı:ı_ �t�iş de_değildjL
__

iktidarın bir biçimini, diyelim serveti, ötekilerden ayrı ola­


rak incelemeğe kalkışmak ancak yarım bir başarı sağlar,
tıpkı enerjinin bir biçimini, öteki biçimleri de dikkate al­
madan incelemeğe çalışmanın belirli noktalarda yetersiz
kalacağı gibi. Servet oasıl askeri iktidarın ya da_sfüşünc�
.üzerinde etki kurmanın son_y,Ç..!LQJ.ab.iJlr�J-a�nı ��ilde as­
keri iktidar ve düşün�.e ü��rLıW�.J�!!�L�_urabl!me de serve:.
tin sonucu olabilir. Toplu�:rnıal dina'!llfün�el.�rı, i,ls!JQgı:ııı
_şu ya da bu biçimi içinde deQ�.�§sd�Qe J.ktidar i.çind,<Llfa:
de olunabilecek yasalardır. Eski zamanla.rda askeri iktidar,
iktidarın öteki biçimlerinden ayrı durumdaycfi·. bunun bjr
sonucu olarak da zaferler ya da xenilgiler kunianaaniaji.!!
rasgele niteliklerine bağlı görünQyordy. Zamanımızda ise,
iktisadi iktidar, bü!9�_öt�k!_J.�ti�r �içiml��!nin kayn'.:9}
__

olarak ele alınmaktadır; bu da bence, tarihi tamamiyle as­


keri yönden ele alsın-�-b.Widaö-'filü'rü"-mô<la'ıai-'1'9eca-;-t�­
ç ileri";;ki kadar büyük bir yanlıştır. Propagandaya tktida�
rfh_..:.
___ ...;.__
.._ ..____.!..---!-----·-- .

-' 15 -
iKTiDAR

Tın temel biçimi gözüyle bakanlar da vardır. Bu hiç de yeni


bir görüş değildir; magna est veritas et prevalebit (1) ve­
ya 'şehitlerin kanı Kilisenin ektiği tohumdur,' (2} diyen es­
�ki özdeyişlerde de bunu görüyoruz. Bu görüşte de, askeri
ya da ikti_sadi görüşteki kadar gerçek ve yanılma payı var­
-dır. Propaganda, eğer hemen hemen_ tamamiyle ortak bir
·görüi" yaratabilse, karşı konulmaz bi� ikticfar.CfogurabTllr;
:ne var ki, askeri ya da iktisadTköiltröTö'.ellnde blıTundüfan­
:iar, eğer isterlerse. bunu prQQrulf!.l)_�_ş_,Şfö_��rtfü.-·ıc�ırjın�_�i­
'!.irler. Konumuzla fizik arasında analoji kurmağa devam
·edelim: iktidar. da, enerji gibi sürekli olarak bir biçimden
başka bir biçime geçmektedir ve bu biçim değiştirmelerln
yasa1arını aramak da sosyolojiye düşer. iktidarın her han­
gi bir biçimini, hele günümüzde çok yapılageldiği gibi,
·özellikle iktisadi biçimi ötekilerden ayırmağa çalışmak, uy­
gulama alanında büyük önem taşıyan yanlışlar doğurmuş­
tur, hala da doğurmaktadir.
iktidar bakımında�şitli J:�.r-�J!"Pi.�d,en �!t
2ok yollardan ayrılırlar. Önce, bire_yl�ı:!!!. Y�.-�Eı §r�ütl�r!n
.. __

sahip oldukları iktidar de���-bakı"-1.!!'!�.Ei.� a_yr_ılı�l_�G.....�.ft..


·sele, örgütJenmedeki şrtış 'dolayısıyle Q�_ yle_ t'in bu:QOn ..as:-.
__ .

kisine oranla çok d..a.ha....ınzla l�idar.E!.�.�hlp old,ı,ığu.JlPJ.t�.��­


!!! . Toplumlar, birbirlerinden en etkili örgütlerinin cinsin.�
gÖre de ayrılırlar: bir askeri despotizm, teokrasi, (?lütok-.
rasi, benzerlikleri cok az olan tipleı:ğl!:.;, Toplumlar bir �
iktidarın değişik yollardan elde ed�_ayrıJ�.r­
lar birbirlerinden: babadan �ul� kalan krallıklar b..��!�.
yüksek kişi ortaya çıkar�. b:f!y_ük_b.i.r.Jiln....ruiSimm<!.a �r�_Qt�...

(1) �rçek y()cedlr ve sonunda egemen olacaktır. Lit. ôıdeyı,.


(2) '!1'1"tUHlan�•n bir özdey�. (Çev. Notu)

- 16-
IKTIDA�

lan nitelikler jkjnci bir cinsi; tlemokrasi, üçüncü bir cinsi';:


�avaş da dördüncü bir cinsi ortaya çıkaI_ır� ---�----

Lktidara geçl'T!� Q!cım,�fü!l�---��hip kişil.e_riı:ı. ş_�Y!Ş!f!.1. �·�···-·


__

' .nırlayacak, aristokrasi ya_�fıJ?aba�_a.ı:ı._ oğ�la kalma krall.ık:::


lar gibi toplumsal kurumların �'1.f!!a_chfi1_y�rlerde1 genel,­
!ikle, iktidara geçme şansına en _ç9_k_ş�_hiı:>._ c:ıl�n1a.r,Jktida:
ra geçmeyi en çok isteyenl_e_rdir. Bundan da, iktidarın_Jınr.-
.icese açık .q��uğu . �JŞf�inierstı::�.
!.�tidı�r_§.afüı_y.f!ı::ı l!l.<:ılq�mLı;ı.rn
__ •

..9��!_ �!� . ol k s ı rada in


ll_. �-��ıa.�.c!.§l:f1--Ql?ğ':l1J.QŞl�UB:!!�.�L�
kıyla ayrılan kimselerin oturacağı sonucu ıkar. İktidar a -
kı, insanôgTu-nun en güç ü güdülerinden ğlri olmasına rağ­
'me.n, hiç de eşit dağıtılmamıştır ve rahatlık aşkı, zevk aşkı,
hatta bazen 'Qi1aYlanma1<--aşı<I ile sınırlanmıştır. iktidar at
kı, fazla çeking�ıı._yara!!l!ş_!�rğ�_.QflQ�rn YYl111L!<.�lığın_a -�Q­
rünmüştür ki, �r:Un.s.arı.!ru:q�kLJl<ti cicır .. ç!Qrtüs.ü­
��fma ala':!!�L�.Q.tQ!.�id�!'--����JlQ_ç�Qz kiş.lınrio. ...

�JaylC!,rın akı�!_�l!Y.!b.ilmE:}le _ rL_ gla.nağı _da . ç�k azı:'1.r�


_r.�plumsal değişmelere yol açan �i_ _�!.��-�i�---k��-�-� . olar��·
__

toplumu değiştirmek isteQ_!_r:ıi -���ğil�l!'_d.e güçlq_�ir ş�kil� ·

�·duyanlardır� Bundan ötürü de, iktidar aşkı, önemlilikle-­


ri bir rastlantıdan ibaret olan kişiferin belirgin niteliğidir.
iktidar aşkını insanoğlunun biricik güdüsü diye kabul eder­
sek, hiç şüphesiz yanılmış oluruz, ama iktidar aşkı sosyo­
lojinin inceliyeceği değişikleri meydana getiren bellibaşh
güdü olduğuna göre de, bu yanlış, sosyolojideki eğreti ya­
saları araştırmamızda bizi sanıldığı kadar yolumuzdan sap-­
tırmaz.
Toplumsal dinamiğin yasaları -bence- çeşitli biçim­
leri içinde düşünülen iktidarla ifade olunabilir. Bu yasala­
" bulabilmek için, önce iktidarın biçiml"erini sınıflandir•

17 -
rktidar - F./2"
İKTiDAR

mak, sonra da bireylerin ve örgütleri n , i nsanların hayatla­


.rına kumanda etme olanağı n ı el lerine geçiriş yol l arı bakı�
mından önem taşıyan, değişik tarihsel örnekleri gözden
geçirmemiz g erekir.
Bütün kitap boyunca, iki amacı b i rden gözönünde tu­
tacağı m : toplumsal değişimlerin gen�I analizinde, iktisat­
çı ların öğrettiklerinden daha elveriş l i olduğunu sandı ğ ı m
analiz yolunu teklif etmek v e içinde yaşad ı ğ ımız zamanla,
yakı n geleceği , imgelemleri on sekizinci yüzyı l ile o n do­
kuzuncu yüzy ı l ı n egemenliği altında bulunanlar için daha
anlaşı l ı r hale getirmek. On sekizinci ve on dokuzuncu yüz-
yı l lar, çeşitU bakımlardan öteki yüzyı l l ardan ayrı tutul ma­
sı gereken yüzyı llardır, bizlerse şimd i , yine b i r çok bakı m­
lardan, bizden önceki o çağların hayat ve düşünüş biçi m­
lerine döner g i biyiz. Kendi çağ ımızı, çağ ı m ızın gerektirdik­
leri n i , eski ve orta çağları anlamamız şarttır, zira kendini
boş yere on dokuzuncu yüzyıl için geçerli olan açık ger-
·çeklerin egemenliğine kaptı rmamış b i r i lerle _m eye ancak
ibu şeki lde varab i l i riz.

- 18 -
Bölüm II

ÖNDERLER ve ÖNDERLERİN
ARDINCA GİDENLER
iKTiDARI. alma .dürtüsü iki qJçimde oı:.�.Y.�--'-'��r;--�ı.l<
<-Olarak Cöoderlerdel;..��J.9_ııde rlerUM.�Y-�rıl�!.9.�1 •.

insanlar kendi istekleriyle bir önderin ardına takıldıkları za­


-
ett@9r�
.

:!1an, bunu. önderin kumanda j)' y§fi.ıyfa· iı<traarı­


�rae etmek amacıyla ·yaparlar ve önderin zaferLeri ,,c.>nlara
'kendi zafe�ler.lymiş gibi ge1!.r: Bir çok i nsan, bağ l ı bulun­
·dukları grupu zafere u laştıracak yeteneği kendinde göre­
.mez ve bundan ötürü, üstünlüğün elde edi lmesi için gerek­
li cesarete, basirete sahip görünen bir önder ararlar. Din­
de bile bu dürtüyü görürüz. N ietszche Hristiyanl ığı, insan­
l ara köle töresi telkin etmekle suçlamıştı r, halbuki Hristi­
·yanlık, öteden beri şu amacı sonuçsal zafer bellemiştir:
'Ne mutlu zayıflara, zira yeryüzü on.lara kalacaktır.' Ya da,
bunu daha açık bir şekilde ortaya koyan, şu bilinen ilahiyi
•el e alal ı m:

- 21 --
iKTiDAR

Savaşa gidiyor Tanrının Oğlu.


Bir krallık tacı kazanmak için.
Kan kırmlZI sancağı süzülüyor uzakta.
Kimdir onun ardında giden?
Kendi elemini en iyi içebilen,
Acılarını rahatça yenebilen,
Haçını sırtında sabırla taşıyabilendir,
Onun ardında giden.·

Eğer bu bir köle töresi ise, o zaman, seferin bütün ce­


falarına sırf ç ı kar ve serüven aşkına göğüs geren her as­
kerin , seçim kampanyası s ı rasında canı nı dişine takarak
çal ışan her politikacının köle sayılması gerekir. Ne var kl,
asl ı nda, gerçekten de yardı m l aşmaya dayanan her girişim. -
·;:ıe, önderin ardi-slragidenTer; .p.sTkol o}ik-b·a-ki.mdan-, hiÇ Cie
- önderin kendisinden daha fa.zTa--köle-değiiferdir:d·· · · · · ·
. � M-·---····-·----,,.,,,�� �"O ' • ��. • •-••• ' • • • ••

Örgütlenmenin kaçı n ı l maz hale _g_�tirdJ.{j_� Y.� ��E.��-rr:':


""' --
_

�aki.organik dayanışm.?_.9.fill�tiJ<�J!?��ğ lı:ıa �!C!n _j_�� _

dar eş_itsizliğini katlanılabilir_y_?J?_an ®_!şt.e....hudu.r. __

Bilgimiz içine giren en eski 9ağlardan ,beri, ins_ a n toı2.:


l uluklarında iktidar dağ ı l ı m ı e�izlJ_ğj..JJf�.P.._yar ol�elrni_ş.-
fir. Bu. kısmen d ı f zoru-nrür���J�!Jj��!!ve ����!�-��J.ı.....�!�.: ___

·men de insan tabiatında bulunan nedenlere (cause = illet).


-
·

dayanmaktad ı r. Bütün -töplugiriŞimler ancak yÖoeiici bir


a-k��! � n'.
·

kuruluş altında gerçekl eŞef>iTir: ���rr·e� _yapifac - e �i _

elanfarı üzerinde birinin karar vermesi gerekir; demiryol­


ı�9�e rinde tren işl�tilecekse, y����aatlerini gös _:
_ _ __

teren tarife makinistlerin keyfine b ı rakılamaz; yeni bir yol


yam.!fil?§_k§a, yolun nereden geçecegTneiDıfimn-1<arar-ver:
��a, rttı r. D emo�!�!J�JQD_f!��:�!< ii ..� kQ �t �jıÇif�- :�.fr- � �
-22 -
İKTiDAR

ıde yine bir hükumettir, bundan ötürü d e . psikolojiyle hic


'bir i lişkisi bulunmayan gerçekl erle, -eğer girisi m l erin ba�
.iarıya ulaşması isteniyorsa- emir veren bir takım. insE.rı·
lar ve onların emirlerine itaat eden başl<a insanlar bu­
l unmal ıdır. Bununla birl ikte, bu gerçek! ;- f i i l rlktlda�--eş i�
sizliğinin, teknik nedenlerin zorun l u k ı l d ı ğı iktidar eşitsiz­
liğini aştığı gerçeği sadece birey psfkolojisi ve f izyo l oji ­
siyle aç ı k lanab ili r . Bazı insanların karakter!..eJ.L_on!.f!I.!.....�§1!­
..
·k u,!llan d a etmeğe. öteki�ı::ı.-�!!rn1tterleri de itaate yöne..1..
tir; bu iki uç arasında da, ba:z:L�Jl..!:!:!'!l! ar�_a .�l1!Tt�rtc!?.JH:.
ryıek isteyen, bazı duru m larda d�_ .?._n dere �)'.rn.�9L!���Jb�g_e!1..
-o.rtalama i nsanlar yığını bulunur.
Adler. lnsan-Tabiitml--AnTama konulu kitabında, bo-
aj
xun en ve boyun eğdiren olmak üzere iki tip ·;yırır: ·;-i:.TŞ�k
r�ı u birey.' der ��er, •ba.t . �l�.!!!lın_ koyduğı.ı kur�H�r. x�.
yasalara göre _y§�r -�-Jll?.ı.�!!et� içind�n__gfilen.hlr....z:orla­
maya uyarak, kendine uşakça bir mevki arar.' Adler, de­
vamla, 'Nasıl herkesten üstün olabilirim?' diyi°·s-;;a�i�
�·eğdiren tipin ise, bir· yönetic!y,.g_ i htiyaç duyl!!�il� ...�3:
!!lan ortaya cıktığıoı ye iQJilallerd�J>as�_g_eçJifü.IJL söYLeı:.,
Adler, her iki tipi de, hiç deği lse her iki tipin en aşırı l arın ı ,
istenilmeyen tipler olarak niteler ve bunları eğiti min ürün-
1eri sa.yar. ' 9t oriter eğiti.mio en büyük kusuru,' der Adl e r ,
'çocuğa bir ikt i�ar ülkü�ü-· aşılaması _y�a-��!!9.�n.!L.file..
geçiri l mesine bağlı zevkleri g österm!Jsidir ' B.i.L®-�
_

in bu sözüne, otoriter eq_!!!�Lf!._-:::Lş!>lr!iü� .'i?P�11-.��-i-���


arasındaki biricik i lişki n i n , birinin emir vermesi, öteki. n i n
de ona itaat etmesi şel<ITiıcfeKıllTŞkrölaugu-yoiiiii-oa:'"bir
duygu telkin etmesi· CiöTa:Yj§.ıyJe = mü_.stebit j:fa I�I§!:. ..i<ö�­
ıe _!!p__ de yetiştirdiğin�_ajde�ceğiz.:
-- İktidar aşkı, çeşitl i sınırlı biçimler içinde her zamar

-23-
iKTiDAR

evrensel, ama salt biÇirp i çinde Gnderdir. Evinin yöneti-­


minde iktidar sahibi olmaktan zevk duyan kadın, Başbaka­
n ı n zevk ald ığı siyasal iktidar biçiminden pekala çekine­
bilir; buna karşılık, iç savaş sırasında A:neri'ka Birleşik
Devletleri'n i yönetmekten korkmayan Abraham Lincoln , bü­
yük bir ihti malle kendi evi içindeki bir savaştan kaçınır·
dı. Eğer Bellerophon kazaya uğy .·rıasayd ı , İngiliz subayla�
rının vereceği, filikalarla kaç:n:::ı emrine, Napolyon belki
de kuzu gibi itaat ederdi . İnsanlar iktidarı, sözü geçen şe­
yi ancak kendi yetenekleriyle idare edebileceklerine inan:
dik'ları sürece isterlerJm�-·��ı::ıdilerini yete-n-eT<sfz--görCfük�
-
ieri anda, bir önderin ardına tak�fmay- ı -·1:ercih ederler·. · · ·
. -- ... - •.... . •" �· , '
Kumanda etme dürtüsü kadar gerçek ve onun kadar·
-------------------···--- . ... . ... ..... . ' . . .. .. . . ,, ·---- -

yaygın olan boyun eğme dürtüsünün. kökü korkuya daya-


- - · · -
Q!.!:;_Düşünürebilecek e n y�-�az : e� ele avuca sığmaz Ço·-
cuk çetesi, yangın gibi korku verici bir durumda, yetkili
bir yetişkinin emirlerine kuzu gibi boyun e�ecektir: Birin•
ci Dünya Sa'ilaşı patladığı zaman, Pankhurstlar. Lloyd Ge­
orge'la barış yapmışlardı Tehlike büyük olduğu zaman, ço­
·
. •

qu insanlar hemen bir Yetkili makam ara;: ··vi. :Önab o-yü;


� erler: bu gibi
--
i ·a�T��d� �!i�
LÇıI�rma ğ !! !:l !�bi -_ !.��� i�fi�.�
len kişi pek azdır . Savaş pa�.1��'9.'.��!!1�-�--�-���
�-�9_:
..
kOmete karşı aynı-Clüygüyu besler .
.� ---�----···---· ....
-·-····· -· .. ·--·

Örgütler, tehlikeleri önlemek amacıyla tasarlanmış.


olabilir de, olmayabilir de. Kömür madenleri işletmeleri gi­
bi iktisadi örgütler, bazı durumlarda tehlikeyle içiçedir, ne·
11ar ki. bu gibi durumlar gelip geçicidir ve bunlar atlatıl­
dıktan sorıra iktisadi örgütler eskisine oranla daha da ser­
nilir. ÇtiZ!}&J�k. tehlikeleri karsılania. iktis�_9i örgütle­
--'-- .. ..
rin ya da içişleriyle ilgili hükumet örgütlerinin esas ama-·
- --· ·---· ·--------·--·-- --- .. ,
•... __ _ _ _ _ ____ .. .- ...
-24-
iKTiDAR

!illllrr.Jlli'J?.i?!Q.r.n.ü _değildir. Buna karşılık, ordular ve donan­


f!.l?lı:ı_ı.:__9_!Eh_ t_ahlisI���v·� - f1i�i-ye · ı<üruıuŞıarı da·· t��iiT<ere.r.J
__ ·

�?rşıJ_a.mak amacıyl� meydana getirilmişlerdir. Biraz daha


uzak bir anlamda, aynı şey, va'i-li�lnlil" amaci""i('ismen:··ıı;:­
sanya-ratiTiŞ"irnn"''ae·rınierlnd"e ·yafarı· metafizik ·i<örı<uia·.:·i ya­
t�fii1!ia.K:i>I�rt�"11s·eı-Kür:1.ıruş1ar lçfn·--ae ·geÇerndır::··auffiiil
doğru olup olmadı Öl kônüsunda kuŞkuyi"CfüŞen Çli<arsa, aşa­
ğıya aldığım iki örneğe benzer ilahileri aklına getirsin:
Yüzyılların Kayası, benim için yarıl da,
Senin bağrında saklanayım;

Seller götürürken dört yanı,


Ve fırtınalar hala kükrerken,
Ey ruhumun sevgilisi, ey isa,
Bırak senin sinene kanat açayım.

Tanrı iradesine �' yeryüzündeki hiç bir


-
varlığa asla boyun eğmey�k_bir ,,ÇQ_�_h.9k9mdar�_.Qin yo­
lunda afÇafrrlayl"l<abuf.Jll!!_ren, kesin bir 9ü�enlik duygusu
vardır. Boyul!�i!diği.n:ıiLQ.osl�r İ.11§.!!!1 .Q�._<?_15-�! tamı da, bü�
__

tün o un eğişlerin kökü dayanır.


Saldırganlığın kökünün de korkuyadayandı�ı öteden

bari kabul edilegelmiştir. Yalnız ben, bu kuramın biraz faz­


la zorlanmış olduğunu kabul etme eğifimindeyim. Gerçi ba­
zı saldırganlıkların, mesela, D. H. Lawrence'inki gibi sal­
dırganlıkların temelinde korkunun bulunduğu doğrudur.
Ama korsanların başına geçen adamların, yüreklerinde es­
kiden beri yer etmiş baba korkusunu taşıyan kişiler oldu­
ğundan, ya da Napolyon'un Austerlitz'de, Madame Mere'­
le hesaplaştığını varsaydığından da çok kuşkudayım .
.l\ttila'nın anası hakkında fazla bir şey bilmiyorum, ne var

- 25 -
İKTiDAR

ki, anasının Attila'yı, bebekken fazla şımarttığını, Attila'­


nın da sonradan bu şımarıklığı yüzünden, kendisine za­
man zaman karşı koyduğu için dünyayı sinirlendirici bul­
duğunu şüpheyle karşılarım. Öyle sanıyorum ki büyükJ;W­
derlere ilham kaynağı �lan_�GILc!lrnanlık tipi, ut�nga_xlı_ �tGırı
doğan saldırganlık değ�_dir; büyük ön_q_�Jer, diyebilirim ki,
sadece yüzeyle kalmayıp, bilinçaltının derinliklerine-kidar
işleyen olağanüstü bir kendine gü�eii:�l!Yg·u-suna sahip-
tirle r .
------···-··--· ..··-· ·-· -----·- · --------

Bir önder için gerekli olan kendine güven duygusu


çeşitli nedenlerden doğabilir. Kendine güven duygusu ya­
ratan nedenler içinde, tarihte en çok rastlananı, kalıtım
(veraset) yoluyla kumanda mevkiinde bulunulmasıdır. Me­
sela, Kraliçe Elizabeth'in buhran dönemlerinde yaptığı ko­
nuşmaların metnini okuyunuz: bu konuşmalarda, kadınııı
üstüne çıkan ve kadını da, kadın yoluyla ulusu da, ne ya­
pılması gerektiğini bildiğine inandıran hükümdarı görecek·
siniz; insanlara böylesine bir inanç telkin etmeği ise hiç
bir sıradan kişi hayalinden geçiremez. Kraliçe Elizabeth
örneğinde ulusun çıkarlarıyla, hükümdarın çıkarları birbiri­
ne uygundu; ona 'Good Queen Bess' demeleri de bundan­
dı. O, kimsede öfke uyandırmadan, babasını bile övebilir­
di. Ku_manda etme alışkanlığının, sorumlulukları yüklenme­
yi ve çabuk karar almayı kolaylaştırdığına şuphe yoktur.
Kalıtsal (mevrus) şefi ardınca giden bir klan, oylama yo­
luyla şefini .kendi seçse belki daha iyi yönetilir. Öbür yan­
dan, şefini, çok göze çarpan değimlerinden (liyakatlerin­
den) ötürü ve önemli yönetim yerlerinde büyük tecrübe ka­
zanmıı� kişiler arasından seçen orta çağ kilisesi, gibi bir
kuruluş, aynı çağdaki kalıtsal monarşilerin elde ettiği so­
nuçlara oranla çok daha iyi sonuçlar elde ediyordu.

- 26 -
;iKTiDAR

Tarihte bilinen en ,yetenekli önderlerin bı;mları ihtilal


ortamları içinden çıkmıştır. Biz şimdilik, Cromwell'i, Na­
polyon'u ve Lenin'i başarıya ulaştıran nitelikler üzerinde
duralım. Bunların üçü de, güç dönemlerde kendi- ülkele­
rine hakim olmuşlar ve doğuştan boyun eğer yaratılışlı ol­
mayan yetenekli kişilerin kendi istekleriyle hizmet etme­
lerini sağlamışlardır. Yine bunların üçü de, meslekdaşla­
rının, 'zor. durumlarda sağlam yargıda bulunabilmek' dedi­
ği niteliğin yanısıra, sınırsız bir cesarete, sınırsız bir ken­
dine güven duygusuna sahiptirler. Bununla birlikte, üçün­
u•.- rı '.\.si. , Lenin'le Cromwell bir tipe, Napolyon ise başka
:J t tipe girer. Ç_romwell de. Lenin de, bir cew de_ıjn dJ.!!­
�ıel inan sahibi:tdil�r -..V�_yüce..J&ı:.i!ırı_ı::ımn_yşrl!:!� getirilme-
__

-si için atanmış birer elçi -����!!.!�- inaQ_l}'Qrlar_�·ı·.-· E[ü ba­


kımdan onlar, kendi iktidar dürtülerini tartışma götürm�
bir kesinlikle haklı görm.Jtşle,r_vjL_Q.er ikisi de iktidarın.=-J.Yks
ve rahatlık gibi- kozmik amacın kimliğiyle uzlaşması ola­
-.,aksız nimetlerine önem vermemişlerdi. Bu özellikle Lenin
l9in doğrudur.o.lira Cromwe!L_hayatının son-·Yıi��a-�ba­
....
zı 9ünahlar işlediğini kendi @.. kabul etmi§!1 �!!mJ..rıın. hir::.
.!f
· kte, gerek · Lenin'in, gerek Cromwell'in, _ardları sıra gi­
denlere ônôerliklerini ka.bul ettirecek bir güven duygusl!.
�şılayabi ı meleri olanağlni�:§?K!!i°Yaf).ı��oni����: ce§_are.t..:V.e.uın_
.şey, büyük bir yeteneğin_lfill.!filrl!..-l!JJ!!:!_Sahibi de oluşla-
--------·-··· _,__

-'.:!�·
-

Cromwell ve Lenin'in aksine, Napolyon, ün peşinde,.


çıkar peşinde koşan bir askerdi. İhtilalin Napolyon'a uy­
gun gelişinin sebebi, onun ihtilal sayesinde fırsat ele ge­
çirmiş olmasındandı, yoksa bu sebep dışında ihtilal umu­
runda bile değildi Napolyon'un. Her ne kadar Napolyon,
Fransız yurtseverliğini hoşnut bıraktıysa da, Fransa da onun

- 27 -
iKTiDAR

için bir fırsattan ibaretti; hatta Nayolyon gençliğinde ka­


fasından Fransa'ya karşı Korsika saflarında çarpışmak dü­
şüncesini bile geçirmişti. Onun başarısı, bir takım olağan­
üstü karakter niteliklerinden çok, savaş tekniğindeki us­
talığından ileri gelmiştir: Napolyon, başkalarının yenHgtye
uğrayacağı durumlardan zaferle çıkmasını bilmişti. 18 &ru­
maire ve Marengo gibi son derece c_iddi durumlarda, Na­
polyon başarısını tamamiyle başkalarına borçludur; ne var
ki, o, yardımcılarının başarılarını da kendi başarısına etde­
yebilecek yeteneklere sahipti. Fransız ordusu, muhteris
gençlerle doluydu; öteki muhteris gençlerin başarıya ula­
şamadıkları yerde Napolyon'un başarıya ulaşmasını sağla­
yan şey, onun psikolojisi değil, zekasıydı. Napolyon'un, en
sonunda kendisini yere çalan yıldızına olan inancı, zafer­
ler kazanmasına yol açan nedenlerden ileri gelmiyordu; bu
inanç, onun zaferlerinin sonucunda doğmuştu.
Zamanımıza gelelim: psikolojik olarak Hitler'in Crom­
well ve Lenin'le, Mussolini'nin de Napolyon'la �ynı sınıfa
sokulması gerekir.
Ün ve çıkar peşinde _15$ıE!Lasker_. ..Y�.Yfl-�_r,sa�ı,.
'pilimsel' tarihçileri�dığından çok daha ö��rn.IJJ:>1r 11P: ..
:tir tarihte. Bunlar, bazen Napolyon gibi, amaçları kısmen.
kişisel olmayan--asl<er topluiuklarımn-b aŞi��geÇeb!J!�0.
.!
Fransız ihtilal ordularrl<effdiferfüe..Avrupa'nın kurtçınG:taı
gö�"baı<!Yörl araı-·v0-·rta1ya --,ra:··eatı .A.ima-�"Ya--ci� ontan
� IG sa mıştı, ne--VarKl,Napolyon, kendi işine uygÜn
düşenden fazla serbest i ge ırme ı. ışıse o mayan amaç­
lar bir bahane olarak nadıren llerı-sUrüTm(!�tür� lsken&r,
------ ---..-· ....--

Qoğu'yu Helenleştirmek amacıyla işe başlamış olabilir, ama


.ruıun ardı sıra gid�-ı:ı_����donyalıların, seferlerin bu yö-

-28-
nüyle fazla ilgHendilclerl şüphelidir. Romalı generaller, Cum­
·İ!�Jriyetin son,· yüz yılında.., çoğU"öiükTu�Jı�.riJQi'rl.:����f��-lE;�­
yor ve askerlerin�!!..J�_ş_ğJ�!'ı.! g!)]ar� !Opr.ak.__�ervet .�.:
ğıtmak suretiyle sağlıy�c:IL.. Cecil Rhodes, Britanya im­
paratorluğunda, mistik bir inanç iddiasıyla ortaya atıldı,
ama sonunda bu, kar sağlayan bir inanç halini aldı ve aynı
Cecil Rhodes, Matabeleland'ın fethi için kiraladığı askeri
'birlikleri, servet vaadiyle savaşa yürüttü.
Dünyadaki savaşlarda, örgütlenmiş para hırsı çok bü-
yük· ·r�ner oynarnı� ".'..�.-�!!_�-l!��ı:!!.. Y..�Y-�k..�Lklm��--t.�r!!�!.!:
dan aşağıJ�� . �Y!!fil!ş.ı. Y� da_h!_ç_�JJ.i�.Ş,!!J'_,_
....

..

Kendi halinde, sıradan bir vatandaşın, her hangi bir


·öndere boyun eğişinin korkudan ileri geldiğini söylemiştik.
Ne var ki, kendileri için daha barışçı bir iş olanağı açılma­
dıkça, durum bir korsan çetesi için aynı değildir. isyankar
bir toplulukta bir önder bir kere yetki sağlayabilirse, artık
-� topluluğun isyan�ar bir�}'.le�!!ı� ko'"!<_!!_aŞilayaETifr����-���y�
Jd, önder. önder olunc�� ve çoğunluk tarafından önder
olarak tanınıncaya kadar, -korku salacak durumda '(fe'giid�
,Önder olmak isteyen kimsenin bÖyle bir. toplulukia:Yetkl:
yi sağlıyacak üstün yetenekler Örtaya kÔym��-JJ��Ei"j__§_
..

yetenekler de, kendine güven, çabuk karar verebilme ve


.. . .��-���
e.!!_ E.Cltİ�--�E!!E.�iE!�..ı:��Ln::ı '!.�!�.JI.9.§.!�ri1 ecek US!!ffkt!�!
11 k bağıntılıdır: Sezar, Antonyüs'ü kendine itaat ettirebi-
.Jirdi, ama yal�iz o. ettlı:�.!?JlirQL _Q!i§�.!3�ı, -�-�.9l.�--�.J.?k kim­
s�ye siyaset zor 9.�Er.Y� Q.':.'.1Q.����---�_IJ kimseler, bir ön­
�erin ardı sır�ı_eı_g.ttm nJn Js.m:ı_dq�ri iç!n d��ı:ı.:.h�iır�ı �:���ca-
9ını düşünürler -bl!nu, tıpkı �9.e,.ekle��!!_s_�_�ip1. ��!.ı:!.�....��ğla­
..

.mşı gibi, içgüdüsel bir vQl.ğ�n •.J>Wııç_şiz olarak yaparla.r.


. . __ __

Zaten eğer böyl�Jm�ş_ı;ı_yğı.. toQhL§.lY.l.\�t.b��k..�tdiye bi!


. �şey de düşünülemez.en ....__

-29-
iKTİDAR

!.)> te bu şekilde, iktidar aşkı, bir güdü olarak çeking�n�


Jik duygusuyla �nırlıdır: aynı şekilde, bu çekingenli k d..!JY,:.
ausu, kendi kendini yönetme duygusunu da sınırlar. ikQ­
dar, başka türlü gerçekleştiri lmesi olanağı bulunmayan is.­
�klerimizi gerçekleştirebilme olanağı verdi ğine v� bizEl_
başkalarının say ısını sağladığına göre, çekingenlik sınlrı­
nİn işe arıştığı noktaya kadar, iktidar arz-üSunUCfogals�ay­
mak gerekttı:.. Sorumluluk alışkanfi91.�bu···çe;_��inç;ı;t::!1J oL f
azaltır, bundan dolayı da sor�mluluklar, iktidar a.r:�IJ.S!!D_l:I
arttırabilir. Zulüm v�--���guJ.���!.�_ı_i�i türlü sonu_ç�
doğurabilir: kolaylıkla korkutulabi lenlerdıa gözaltında bu­
lunmaktan kaçınma isteği uyanır, buna karşılık daha ce­
ş_ı,.ır olanlar, zulme boyun eğm�se, ona karşı koyabile.'."
' bir duruma gelme çarelerini ararlar.
cek
Anarşiden sonra gelen i lk doğalmerhale istibdattır,
zira 'ıiakimiyet ve boyÜn eğmenin içgÖdÜsefmekarifzmal�-
rı i stibdadı kolaylaştırır; aile Devlet ve iş hayatı bunun ör�
- ------�-------··-_,.,_._______....

�ekleriyle doludur. Eşit işbirliği istibdattan daha zöföictU­


QU gibi içgüdüye de �-�adar uygun değ�ld!.r.:_ İns�!lJ�r. �§i J .
işbirliğine kalkıştıklı�rrj:?man,n0yun" eğme dürtüleri bir
rol oynamıyacağından, herkesih öteTTc re·r-· üzerinde tambir
h akimiyet kuaiiiik:JÇ.fıi:ça\2i.:ii�i:Q�ması dci9!!C6Tr--sonuç
olarak ortaya çıkar. Böyle bir. durumda, ilgili olan bütün
··
..
tarafların, kendiler_i filr,:t turii"[�jfrŞIQ.[t;ı.kfbiŞk_ş_�!r._Ş�y� Ö�
!�laşa bir bağ l�lk göster!!}_�ler!Jde!11_ıQ!'_�.�!.!:1_��-!�.-���.:
Çin'de, iş hayatında, aile şirketleri, Konfüçyüs doktrinine
uygun bir 'aileye bağlılık' duygusundan ötürü çoğunlukla
başarıyla yürütül.ür; buna karşılık, hissedarları birbirine
dürüst davranmağa zorlayan bi r güdü bulunmadığından,
a nonim şirketler genellikle yürümez. Düşünce ve karara
dayanan bir yönetim var olduğu yerde, başarı için, yasala-

- 30 -:-
.iKTiDAR

ra, ulusa, ya da bütün partilerin saygı duyacakları bazı il­


kelere herkesin saygı göstermesi gerekir. Dostlar Cemi­
yeti, tartışmalı bir konu üzerinde karar alınacağı zaman,
sadece oya başvurup, çoğllnluğun vereceği oyla yetinmez­
ler: eskiden, Kutsal Ruh tarafından hazırlatıldığı kabul olu­
nan 'toplantının esas anlamına' varana kadar tartışırlar. Sö-
. zü edilen cemiyet olağanüstü derece homojen bir topluluk
olarak karşımıza çıkmaktadır, ne var ki, belirli bir homo­
jenlik de bulunmadan, sadece tartışma yoluyla yönetim
düşünülemez.
Tartışma yoluyla yönetimi mümkün kılmağa yetecek
kadar dayanışma duygusu, Fugger'ler, Rotschild'ler gibi
ailelerde, Quakerler gibi ufak bir dinsel toplulukta, barbar
bir kavimde ya da savaş halinde, tehlike içinde bulunan
bir ulusta fazla güçlük çekmeden yaratılabilir. Ne var ki,
. dı arıdan bir basınç şarttır: her hangi bir gurup�{}_ ü�_!er.i
yalnız kalmak or usuy a bir ir erine sarılırlar. Homojenli-
.. fü en kolay sağlayan _ş�1 ortaklaşabır-büfüittehlikedir
.. __

Ancak bu, bir bütün olarak dünyadaki iktidar sorununa bir


çözüm sağlamaz. Şu anda, öğelerin birbirleriyle tutuşma�
sını sağlayan -mesela savaş gibi- büyük te.hlikeleri ön­
lemek isteriz, ama toplumsal işbirliğini yoketmek isteme­
yiz. Bu, siyasal yönden olduğu kadar, psikolojik yönden de
çözümü zor bir sorundur ve analojilere dayanarak yargıda
bulunabilirsek, çözüldüğü takdirde, başlangıçta bir ulusun
despotizmi altınd.a çözülecek gibi görünmektedir. Liberum
veto'ya alışmış uluslar arasında serbest işbirliği, 'Ayrıl­
ma'dan önceki Polonya aristokrasisi arasındaki kadar güç­
tür. Burada da, Polonya aristokrasisinde olduğu gibi, orta·
dan kalkış, sağduyuya yeğ tutulabilir. insanlık yönetime
muhtaçtır, ne var ki, anarşinin hükQı:!!. s� ı:_d_üğüJ?..91gelerde,
_
- 31-
iKTiDAR

!nsanltk, önce yalnız despotizme boyun eğecektir. �]lal­


_de, despot da_!lJ�_öncJ�L.b..!rJ1jjküm�t .�l!r!!l!iLYQ!Ji:II!!lJ.. ar�
.tırmamız gerekir; hükümet k�,"!'_ı:_a_ı:nıı:ı_ı:t_JyiE_� alışmadan, hü;.
kümet olağan say�lrnadEtrı.._QJJlLJİfü:r1o�ratik hal�Lg.etin.rı�e_ği
4mama�ız 'Mııtlak iktidar. örgütlerin kuruluşunda yararlı­
cJır. iktidarın, o iktidar altındaki herkesin yararına kullanıl­
masını isteyen toplum basıncının gelişmesi daha ağır, ama
� derece de emin olur. Din ve siyas�et tarihi içinde nTÇ..ek­
silmeden süregelen bu basınç, ekonomik alanda da kendi­
ni göstermeğe başlamıştır.' (')
�uraya kadar hep k_u�n_c!a -�fienlerle, itaat edenler
ü�erine söz söyledim. _h.9lbukL üç.üncü .Pi.ı:._.!!Q ��..YJlrdır __

- xani, çekilenler. Bazı hl_m���r_�o rba...alaıad1klar1b.filde..


__

�yun eğmeyi redc.fE;}_ç!�_çe.!< kadar da ces!:.l.rd.':'�L�.!.:....J3�


toplum yapısına -�Qlay kolay uymazlar ye �u y_a_..9�J>JL§ıt.._
__

kJJde, bir başlarına_özgü,ı:_�hi.L�_ç�_k!�r.i �ir sığı�!:


lar. Bu yaratılıştak.U.nsanla.r ..zaman.. z.ş_rnan büyük tarihsel
Önem kazanırlar. Sözünü e!f:_iğimiz.__k@çı,şJM� ·"Ş!fu"'ii!ifür bj!­
Z§n zihinsel, _ba��rLdLiiı;.!kı:t�L.911J.ri. J>,tJ.zen bir tariki dün­
y�ibl mutlak }'i!lnı�!!fü... Q�ze.rı..ı:f�...J?i.r.....ıi!��-� ��!!;Ji�i�Ii 6!�-
toplu�sa.ı . . ya,_!'!�1!9�!:!.1 9ere!!i.ı:.i.r.:.. Zihl ns_ _eLkaçaklııt: . . filJ!Ş_ı!!a_
___

belirsiz mezheplere bağlı olanlar, bütün ilgilerini masum


ı;ev-0·5re;:-e·:--ia-rars1Zmel-aı<lara-vere�fe;-�-yai�-iZc-a ·�fer-in :
�-���m�_I�_Df!9Tlerre:��]r�iia..ı:ııar·�Qİf_�r. FiZ.ikseı kaçaklar·
arasında ise, medeniyetin sınırlarını arayanlar ve on beş
yıl sadece Kızılderililer arasında büyük bir mutluluk içinde
yaşıyabilen, 'Amazon bölgesi uzmanı, tabiat bilgini,' Bates

(1) Berle ve Beans, •The Modern Corporation and Private Property..


(Modern Şirketler ve Özel Mülkiyet) , S. 353. Yazarlar, endüstriel
şirketlerden söz ediyor burada .

.....,.. 32 -
,;
' iKTİDAR

gibi kaşifler sayılabilir. Tariki dünya yaratılışı, insana ü'n­


!ülüğün ayartıcılığına karşı koma, kamuoyunun ilgisizliğine
ya da çoğunluğun düşmanlığına rağmen önemli işleri yü­
rütebilme ve yürürlükteki yanlışlara karşıt fikirlere vara­
bilme gücünü kazandırdığı için, bazen, mükemmelliğin çe­
şitli biçimlerinde temel öğe olarak görülür.
Çekileınl�rc;l�IL
· ·ı b.� zıları aslında iktidar . aşkından yok�
. ��Iı_.Q.� ı. ktidar�_eü! ci�a · ),aiıai=daa·-µ·iaŞma . iet�ne91ndeıı
.:toksundu.ı;. Bu 9ibi kimseler dinsel inanışJara �..Yl<.!!L.sıkıID­
lara önayak olurlar, aziz mertebesine ulaşırlar, tarikat y_,a
da .edebiyatta yeni okul kurarlar. Bunlar, hem · boyi.in-edme
isteğini hem de başkaldırm.a dürtüsJ!ı::ıü l?Jr.__a.,rada !.�!l.
tnsanları kendilerine çömez olarak bağlarlar; E�şkaldı�!!J.!
cfürtüsü ortodoksluğu önler, boyun eğme isteği is.�_y�
�oktrinlerin eleştirmesiz benimsenmesini sağla!. 'Tolstoy
ve çömezleri bu örneği temsil ederler. Gerçek münzevi
tamam!yle başkadır. Bu tipin mükemmel bir örıieği, sırf
sürgüne gitmiş olmak için iyi Dük'le birlikte sürgüne gi­
den, sonradan da saraya dönmektense kötü Dük'le orman­
da kalmağı tercih eden karasevdalı Jacques'tır. Bir çok
Amerikalı öncü, uzun zaman güçlüklere, yoksunluklara gö­
ğüs gerdikten sonra, tam medeniyet kendi bulundukları
yere ulaşınca, çiftini çubuğunu satıp daha Batıya göçmüş­
tür. Bu yaratılıştaki insanlar için dünyanın ortaya koyduğu
fırsatlar gittikçe azalmaktadır. Bunların bazıları suç işle­
meğe yönelir, bir kısmı huysuz kesilir, topluma karşı bir
felsefe güder. Bunlar hemcinsleriyle fazla temasta oluş­
ları sonucunda insan sevmez hale gelirler ve yalnız baş­
larına kalamadıkları anda da bu insan sevmezlikleri şidde­
te dönüşür

- 33 -
İktidar - F ./3
İKTiDAR

Çekingenler 51rşsında örgütlenroeyj sadece onların bir


öndere bo erL..dfilı.lL...§}'.nı zamanda, tümü
.. ··

aynı duyguyıı besliyen kalabalığı meydana getirenlerden


biri olmalarını hissetmelerinin yarattığı güven duygusu
sağlar. Heyec�.nlı bir mitingde, birisinin amacına sempati
duyuldu mu, yakınlaşma ve g_p_venle t�.!Lbir }'.Q��J_rrıiş �i�
geli r insana: paylaşılan duygu ��un�_�Ş_a_._t'!QQ��
pun çoğaltılmasının yarattlgliQ ç�lr.rıJş_.bir Jktict�L.�uygusu .

.dışında başka hiç bir_�.�:!}'.JJ�Y� .Y��- �ırak111 çız.. QJ!Jr. Toplu


..

heyecan, insana sağduyuyu, insanlığı J:ı.atta ke_1J.9!1Jl koı:y­


'.rtı a duygusunu bil e unutturan, iğre_!lç k�!"� l!!.l!i.r.�JI!.rl.ş!!!!'_�-�
sini mümkün kılan, kahr�ca_ ş__f:'.hit_ ol�.dL .9.Q�.�L�Jgı.r�g
tatlı .bir sarhoşluktur. Bir kere tadı alındı mı, öteki sarhoız.­
,l.�JsınL9i� i bu sarhoşluğa da karşı koymak zordur, ama sar­
_tıgŞ,luk, eninde sonunda uyuşukluğa, yorgunluğa sürükler
:!.2.. _!Lk ateşin tazelenmesi istendiği _ zaman, her seferinçle
Q.ir..Jmç.Etkinden daha güçlü bir kamçılayıcı gerektirir.
Müzikle de, heyecan verici bir olayın seyriyle de sağ­
lanabi len bu duygunun yaratılabi lmesi için bir önderin bu­
lunması şart deği lse bile, yine de bu duyguyu en kolay
ve en genel yoldan bir hatibin sözleri uyandırır. $�� .
toplu he ecanın verdiği zevk, önderlerin iktidarı i inde
_önemli bit. qğ��!r.- �rı.�.er, uyan ırdığı duyguları payla�
...

mak zorunda değildir; o, Shakespeare'in Antonius'u gibi


kendi kendine şöyle diyebi l ir:

Ok yaydan çıktı artık: bela, bir kere ayaklandın ya sen,


İstediğin yolu seç, git hangi yöne istersen!

Ne var ki, önder, ardın�[l�!}��r.li.�_eriı::ı.��ki i�tid�-


pndan zevk a lmadıkça kol ay kol�_ş.aı:eJa_ulaş.amsı.z,.,.l!_tı. __ _

- 34 -
İKTİDAR

xüzden de önder, başarısını kolaylaştıracak cinsten du.­


.rrnmları, başarısını kolaylaştı rmağa elverişli güruhları seç­
me eğiliminde olacaktır. En elverişli Ciurum;-t:aml<ararın-:
da bir tehlikenin, yani i n�anlara, ona karşı çarpışacak ce-=­
sareti verecek kadar ciddi-018ii�-ı<öri<üyuner-şeyin
üstüne çıkaracak kadar da Yıldırıcı Q!m�- �··tehTIJ<enif
yar olduğu durum - mesela, korku_n9 _���
yenilmez sayılmayan bir düşmana sav����j J:?J.r
_

çlurumdur. Usta bjr hatip ŞavaŞ isteği uyandırmak istediği.


zaman. dinleyicilerinde üst üste !.!5.!__ tabaka halind�i
_inanç yaratır: b�nlardan bi!:!__ y_üzeysel tabakadır ve bu ta­
bakada, büyük bir cesaretin �orunlu olduğunu göstermek
_için düşmanın gücü bü)'_ütülür; alt tabakada ise, zafere ke­
sin bir inan yer alır. Bu Jki _ina�şöyle bir_ şJqg_şnfüLhfr..': ·

!eştiri lebjljr- 'haklı.._ zor!.tJYY....Ye��-��-k.!!!.:'


·

'l!!iplerin istediği kalabalık. düşünmekten çok h�


canlanmağa yatkın.. Jrorkıılaı: ye bu . knı:kııların sonucu nef­
retlerle dolu, derece d_ru-.§çe uygulanan. ağır.. isleyen me­
totlar karşısında sabırsızlık gösteren, · hem iyice cilederı
�kmış hem de hala bicumut besliyen kalabalıklardıy.., tl.�,:.
!).p. eQer i nsan erdemlerine inanmıyan biri değilse, kendi
çalı'Şmalarını haklı gösteren �i r takım inançlara s�
caktır; duygunun akıldan daha iyi bir k_ılayl,l_?_ ..QJ.duğynu, f.!­
kirlerimize beyinden çok kanla blçim verilme_ş��_kti.ğ i­
�a n hayatındaki en iyi öğelerin tek tek değil, toplu
öğeler
>
oldugünu duşunecektir.
--
Eğer hatip, eğitimin dizgin-
terini de elinde tutuyorsa, bu eğitimi, sırayla yer değişti-
ren bi r talim ve toplu sarhoşluktan iba ret hale getirecek,
b ilgiyle yargılama ise insanlık dışı bilimin soğuk köleleri­
ne bırakılacaktır.
Bununla birlikte i ktidar aşığı bireylerin hepsi . hatip

- 35 -
İKTİDAR

dediğimiz tiplere bağlı değildir. İktidar aşkları mekanizma­


ya olan hakimiyet tarafından beslenen tamamiyle değişik
tipte insanlar da vardır. Mesela, Bruno Mussolini'nin, Ha­
beşistan savaşında yaptığı hava akınları üzerine anlattık­
larını alalım:
'Ormanlık tepeleri, tarlaları ve küçük köyleri ateşe
,

vermek zorundaydık . . . O kadar eğlenceli bir i şti ki . . . Da­


ha bombalar yere değer değmez beyaz bir duman çıkara­
rak patl ıyor, muazzam alevler yükseliyor, kuru otlar he­
men tutuşuyordu. Hayvanları düşünüyordum: Yarabbi , na­
sıl da kaçışıyorlardı. . . Otomatik bomba hazneleri boşal­
dıktan sonra, bombaları el imle atmağa başladım . . . Son de­
rece zevkli bir şeydi bu: Yüksek ağaçlarla çevri l i büyü­
cek bir Zariba'ya ( 1 ) bombayı isabet ettirmek kolay iş de­
ğildi. Samandan yapılmış dama dikkatle nişan aldığım hal­
de ancak üçüncü atışta isabet ettirebil iyordum. lçerdeki
hırpaniler damlarının alev aldığını görünce kendilerini dı­
şarı atıp deli ler gibi kaçıyorlardı.
'Ateşten bir çember içinde kalan beş bin kadar Ha­
beş hapı yuttu. Cehenneme dönmüştü orası .'
Hatip, başarı kazanmak için büyük çapta sezgi psi ko­
lojisine ihtiyaç duyduğu halde, Bruno Mussolini tipindeki
havacı, insanların, yanarak ölmenin tatsız bir şey olduğu­
nu bilmeleri olgusunun içine aldığı psikolojiden fazlasına
ihtiyaç duymamaktadır zevk almak için. Hatip. eski ç ağ­
lardan kalma bir tiptir; iktidarı mekanizmaya dayanan �­
�an ise moderndir. _Yiizde yüz değ i l : mesela, Birinci e.ön
(1) Ağaçlar, fundalar, ya da dikenli tellerle çevri l i , bir veya birkaç
evin bulunduğu yer. (Çev. Notu)

- 36 -
iKTİDAR

Ş<,:ıy.aş.ı snnı.ıoda. başkaldı.ran üçretl i askerle.ı:l ez�n


Kartaca fi llerinia.._na§JLk!!!l�.ı:n!.Q ığ ın ı ( 1 ) okuyun; burada
da. bilim değilse bile. psikoloji, � 8runo._Müssöllnırnkinin
· ·
aynıdı �.:_�m�. :!iC!>!ana·· vu l'üı.�aı< :--nı���ii !k.:ı@:a�: ... e�­
n:ıanıard_ı:ı_r]_..s:<:>k ç�ğı.r.n !:zııı. .J?E]!Jir.gJJ:ı...9��.lifüdir.. .
Mekanik iktidara dayanan zümre hakimiyeti psikolo­
jisi, henüz hiç bir yerde tam anlamiyle.J:!elişm!ş.. değildir.
Bunur:ı la birlikte, yakında gerçekleşmesinden korkulan bir
(IJ!imaldi r ve nitelik itibariyle ı:fefülse ·bi l�. nicetTk:..W�ariy- ·
le oldukça yenidi�. Teknik yönden eğiti lmiş bi r oligarşj!!�n.!
uıtaklara, donanmalara, güç merk �z.! �_ı:: �n-�; mq!�_r_l_�_. 1:1!aştır­
__ .
maya v.b. hakim olarak, uxruklarının hemen hemen tama­
miyle isteği dışında bir diktatorya kurması böyle psfkôTO­
jide pekala gerçekleşebi l i rdi şimdi . Laputa imparati:frlug·u,
güneşle asi bir eyalet arasına girebi lme gücü sayesinde
ayakta tutulmuştu; aynı derecede korkunç bir şey, bilim­
sel teknologların meydana geti recekleri bir birlik için de
pekala mümkün olabi l i rdi. Bunlar, serkeş bir bölgeyi, önce
doyurup, ışık, ısı, elektrik gücü gibi rahatlıklara alıştırdık­
tan sonra, bunların hepsinden yoksun bırakıp açlıktan ölü­
me mahkum edebilir; o bölgeyi zehirli gazlar bakteriler
altında bırakabi lirlerdi . Böyle bir durumda karşı koymak
boşuna olurdu. Dizginleri ellerinde tutanlar, mekanik yol­
dan eğiti lmiş olacaklarından, sanki insanlar, makinistin
kendi çıkarına işleteceği yasalarla yönetilen ruhsuz nes­
nelermiş gibi . insan hayatına da kendi makinelerine han­
g i gözle bakmayı öğrendi lerse, o gözle bakabi lirlerdi . Böy­
le bir rej imin en bel i rgin özelliği, daha önceki zorba re-

�) Diodorus Sicilli.ıs, Kitap XXV (parça) . Bak. Flaubert'iri, · Salambo»


adlı eseri.

- 37 -
İKTiDAR

jimlerin hiç bi rinde görül memiş, soğuk bir insaniyetsizl ik


olurdu.
Bu kitapta benim işlediğim tema, madde üzerindeki
i ktidar değil , insanlar üzerindeki i ktidardır; ne var ki , mad­
de üzerindeki iktidara dayanarak, insanlar üzerinde tek­
nolojik bir i ktidar kurmak da mümkündür. Güçlü mekaniz­
maları kontrolleri altında tutmağa alışmış ve bu kontrol
yoluyla insanlar üzerinde iktidar sahibi olmuş kimselerin
uyruklarına, dürüstlükten ne derece uzak yoldan olursa ol­
sun yine de insanları ikna etme gücüne dayanan kimsele­
rinkinden çok daha başka, imgesel bir görüş açısından
bakmaları beklenebi lir. Çoğumuz, hayatımızda bir gün, hiç
umursamadan bir karınca yuvasını botup, meydana gelen
kargaşal ığı az çok zevkle seyretmişizdi r. New York'taki
bir gökdelenin tepesinden bakıldığı zaman, aşağıda gidip
gelen insanlar artık insan olmaktan çıkar, belli belirsiz
bir saçmalık kazanı rlar. Jüpiter gibi insan da yı ldı.r ımla si­
lahlanmış olsa, yıldırımı el ine geçiren insan, aynen ona
karınca yuvasını bozduran isteğe benzer bi r dürtüyle, yıl­
dırımı insan kalabal ığı içine savurmağa kalkardı. Uçağın­
dan Habeşlere bakan Bruno Mussolini'nin duygusunun da
böyle bir duygu olduğu anlaşılıyor. Sui kasta uğramak kor·
kusundan hep uçaklarda yaşayan, ara sı ra, o da ancak yük·
sek dağ doruklarına ya da deniz üzerindeki sal biçimi
alanlara inen bi r hükümet tasavvur ediniz. Böyle bir hükü­
metin, uyruklarının mutluluğu için derin bir kaygı besliye­
ceği düşünülebi lir mi ? Tam tersine, böyle bi r hükümetin
uygulamada, uyruklarına tıpkı eli altındaki makinelere bak­
tığı gözle, san�i onlar kişil iği olmıyan şeylermiş gibi bak-.
ması, ama o uyrukların makine olmadıklarını gösteren l\�r
hangi bi r belirti ortaya çıktığı zaman da, kendi ortaya at-

- 38 -
İKTİDAR

tıkları aksiyomlar astları tarafından tartışılan kişi lerin so­


ğuk gazabına kapılıp, karşı koyanları, en az :zahmetli bir
yoldan, ama bu yol ne olursa olsun , ortadan kaldırmağa
kal kışması i htimali daha akla yakın değil iıı: i ?
Okur, bütün bunları gereksiz bir kabustan ibaret sa­
yabi lir. Keşke ben de böyle düşünen okurun görüşünü pay­
laşabilseydim . Ben kuvvetle inanıyorum ki, mekanik güç
yepyeni bir düşünüş tarzı yaratma yolundadır; işte bu yüz­
den de, bence, hükümetleri kontrol altına alma yol ları araş­
tırmanın önemi, çağımızdaki, eski zamanlara oranla çok
daha büyüktür. Teknik i lerlemeler yüzünder:ı Demokrasi
çok güçleşmiş olabi l i r, ama çok daha öneml i bir hale gel­
miş olduğu da gerçekti r. El i altında sınırsız mekani k güç
bulunduran i nsan, eğer kontrol edilmezse kendini bir tan­
rı gibi -Hristiyanların Sevgi Tanrısı değil, putperestleri n
Tor'u, Vulkan'ı- hissedebilir.
Leopardi , volkanik hareketin Vezüv yamaçlarında ne­
ler yapt ı ğını şöyle tasvir ediyor:

Hayat izi bırakmayan köinür tozlarıyla örtülü,


Bir başına dolaşan hacının ayak sesleriyle yankılanan
Eğri büğrü, kambur kumbur donmuş lavadan
Kabartmalarla örtülü;
Yılanın güneş altında halka olup pusuya yattığı,
Bir yarın i çinden,
Göz göz olmuş kayaların üzerinden aşan
Bir tavşanın kendini yuvasına attığı bu yerler
Vaktiyle burada mutlu çiftçiler orak sallardı,
Toprak işlenirdi burada, sararan başaklar vardı,
Sığırlar böğürür, sürüler otlardı; ve buralarda
Bağlar, bahçeler, saraylar:

...._. 39 -

ı&.
İKTİDAR

Güçlü beylerin boş vakitlerinde baş dinlediği,


En çok sevdiği yerlerdi bunlar; ve buralarda
Ünlü kasabalar vardı,
Ne yazık ki, o amansız dağ, gürleyerek ağzını açtı,
Ateş kusarak, ergimiş madenden selleriyle
Hepsini bir anda mahvetti bütün insanlariyle.
Şimdi . burada, koskoca bir harabe
Yerin altmda yatıyor yekpare.

Bugün aynı sonuçları i nsanlar kendi elleriyle alabilir­


ler. Vaktiyle Guernica'da almışlardı buna benzer sonuçlar;
belki çok yakında, Londra'nın henüz ayakta durduğu yer­
de de alırlar . Böylesine bi r yıkım yoluyla hakimiyete ula­
şan bir oligarşiden insanlık ne hayır bekliyebilir? Yeni tan­
rı ların yı ldırımlariyfe yıkılacak yer Londra değil, Berlin de
olsa, Roma da olsa, Paris de olsa, böyle bir işten sonra,
· bu işi yapanların kişiliğinde bir parçacık bile i nsanlık ya­
şar mı artık?
Vaktiyle bi raz insanca duyguları bulunanlar merhamet­
lerini baskı altında tutmak için kendilerini zorlamaktan çıl­
dırmazlar ve merhametlerini baskı altında tutmak ihtiya­
cında bulunmayanlardan bile korkunç . h ale gelmezler mi?
Eskiden insanlar sihi rli güçler elde etmek için ruhla­
rını Şeytana satarlarmış. Bugün insanlar bu güçleri bilim
yoluyla elde ediyor ve birer şeytan hal.ine gelmek zorun­
da görüyorlar kendilerini. Kudret zararsız hale getirilme­
dikçe ve şi.ı ya da bu fanatik zorbalar grupunun değil be­
yazı, sarısı karasıyle, faşisti, komünisti, demokratiyle bü­
tün insanlığın h izmetine verilmedikçe dünya için bir umut
yoktur; zira fen şunu kaçınılmaz hale getirmiştir: ya bü­
tün insanlar yaşayacak, ya bütün i nsanlar ölecek.

- 40 -
Bölüm III
İKTİDARIN BİÇİMLERİ
İ KTİDAR, alınması düşünülen sonuçların ürünü olarak
tanımlanabi l ir. Böyle olunca da iktidar, nicel (quantitati­
ve = kemmi) bir kavramdır: aynı isteklere sahip iki kişi­
den biri , ötekinin gerçekleşti rdiği bütün istekleri ve bun­
ların yanısı ra daha başka istekleri de gerçekleştirirse , on­
dan daha iktidarlıdır. Ne var ki , biri bir grup isteği, ötekı
de başka bir grup isteği gerçekleştiren iki kişinin i ktidar­
ları arasında bir ölçüştürme yapmağa imkan yoktur; me­
sel a , her ikisi de iyi resimler yapıp zengin olmak isteyen
ve biri iyi resimler yapmağı, öteki de zengin ol mayı ba­
şaran iki ressamdan hangisinin daha fazla iktidara sahip
bulunduğunu kestiremeyiz. Bununl a birl ikte rahatl ıkla şöy­
le söyleyebi l i riz: kabaca , eğer A gerçekleşti rmeyi düşün­
düklerinin çoğunu, B de gerçekleştirmeyi düşündüklerinin
azını gerçekleştirmişse, A'nın iktidarı B'ninkinden fazladır.
İktidarın, her biri kendine göre insan ihtiyaçlarını do­
yurma kudretine sahip biçimleri, çeşitli yollardan sınıflan-

- 43 -
İKTiDAR

dırılabi lir. Evvela, insanlar üzerinde iktidar ve ölü madde·


ya da hayatın insan . dışındaki biçimleri üzerinde iktidar
vardır. Ben başlıca, insanlar üzerindeki iktidarı ele alaca­
ğım , ama modern dünyadaki değişmenin belli başlı nede­
ninin de fenne borçlu bulunduğumuz, m.adde üzerindeki git­
tikçe artan iktidar olduğunu hatırlamak gerekecektir.
İnsanlar üzerindeki iktidar, bireylerin etki altına alı­
nış tarzına ya da bireylerin etki altına al ınması için kurul­
muş örgütlerin tipine göre sınıflandırılabilir.
Birey şu yol lardan etki a ltına a lınabi lir: A. Bedeni üze­
rine doğrudan doğruya bir güç uygulayarak (mesela, hap­
sederek, öldürerek) ; B. Kandırma ve bel l i bir yöne sev­
ketme aracı olarak mükafat ya da ceza vererek (mesela.
iş vermek veya işsiz bırakmak); C. Fikirlerini etkileyerek
(mesela, en geniş anlamıyla propaganda) . En son sınıflan­
dırma başlığı altına, başkalarında bulunması isteni len alış­
kanl ıkların, mesela askeri talim yoluyla yaratılması fırsa­
tını da almak zorundayım; yalnız burada bir tek fark var­
dır, o da, bu durumda eylemin, fikir deni lebilecek ansal
bir aracı (intermediary = mutavassıt) bulunmaksızın sonuç
o larak ortaya çıkmasıdır.
Bu iktidar biçimleri en yalın, en basit hal leriyle, sah­
tecil iğin ve yapmacıklılığın zorunlu sayılmadığı, hayvanlar­
la olan i l işkilerimizde görülür. Bel inden bağlanan iple, ci­
yak ciyak bağırtılarak geminin ambarına indirilen domuzun
bedenine doğrudan doğruya bir fiziksel güç uygulanıyor·
demektir. Öte yandan, atalar sözündeki gibi, burnunun ucu­
na sal landırılan havucun ardı sıra giden eşeği, böyle yap­
makta kendi çıkarı bulunduğuna aklını yatırmak suretiy­
le, bizim istediğimiz gibi hareket etmeğe yöneltmiş ol1J-<

- 44 --
İKTiDAR

voruz. Bu iki örnek arasında ise, mükafatlar ve cezalar yo­


luyla bi rtakım alışkanlıklar kazandırı lmış olup, bu yoldan>
istenileni yerine getiren hayvanlar bulunmaktadır ; ayrıca,,
daha başka bir yönden, koçl arı zorla sürüklenerek iskele­
den geçiril ince bütün sürünun onun ardı sıra isteye dileye
Qitmesi örneğindeki gibi, gemiye binmeğe kandırılan ko�
yunlar da buna eklenebilir.
Bütün bu iktidar biçimlerinin insanlar arasında da ör-·
nekleri vardır.
Domuz örneği , askeri güçle pol is gücünü temsil eder..
Havucun ardı sıra giden eşek, propaganda gücünün'
tipik bir. örneğidir.
isteni leni yerine geti ren hayvanlar, 'eğitimin' gücünfr
gösterir.
Zorla sürüklenen önderlerini n ardı sıra isteyerek gi-·
· den koyunlar, çok görüldüğü üzere, çok sayılan ve sevi­
len bir önderin her hangi bir klik'e ya da parti şeflerine
bağlanmış bulunmasının söz konusu olduğu zamanlardaki"
parti siyasetini temsil eder.
Aezop tarzı bu analojileri Hitler'in yükselişine uygu­
l ayalım. Havuç, Nazi programı (mesela, faizin kaldırı lmasıy­
l a ilgili bölümü) idi ; eşek de, orta sınıfın aşağı tabaka­
ları. Koyunlar ile önder, Sosyal Demokratlar ile H inden­
burg'du. Domuzlar (sadece başlarına gelen felaketler ba­
kımından) , toplama kamplarındaki kurbanlar'dı ; isten i leni1
yerine getiren hayvanlara gel ince, onlar, Nazi selamı ve­
ren m i lyonlardır.
En öneml i örgütler, uyguladıkları gücün cinsine göre·
aşağı yukarı ayırdedi l ebi l i r. Ordu i le Pol is, beden üzerine·
zorlayıcı güç uygular; ekonomik örgütler, esas itibariyle •.

- 45 -
İKTİDAR

teşvi k edici ve vazgeçirici olarak mükafatlarla cezalara baş­


vurur; okul lar, kil iseler ve siyasal partiler fiki rleri etkile­
meyi hedef tutar. Ne var k i , her örgüt en karakteristik gü­
eeünün yanıs.ıra başka güç biçimleri de uyguladığından, ara­
larındaki ayrım l ar kes i n çizgilerle çizi l m iş değ i ldir.
Yasa gücü bu karmaşı k l ı kları ortaya koyacaktır. Ya·
.sa gücünün en son sınırı, Devletin zorlayıcı gücüdür. Doğ­
rudan doğruya fiziksel zorlamaman ın (bazı sınırlamalarla)
Devlete ait bir ayrıcalı k oluşu medeni topluluklar ı n belir­
'.g in nite l i ğ i , Yasa da, Devletin kendi vatandaşlarıyla olan
i l işki lerinde bu ayrıcal ığı kullanmak için başvurduğu be­
'l i rli bir takı m kural ların tümüdür. Ne var k i , Yasa, cezayı
-sadece istenmeyen edi mleri (amel, fiil) fiz i ksel bir şekilde
olanaksız kıl mak amaciyle değ i l , ayn ı zamanda b i r i kna
aracı olarak da kul lanır; mesela, para cezası b i r edi m i ola­
naksız kılmaz, sadece çekici ol mayan hale geti ri r. Bun­
.dan başka -ve bu çok daha öneml i b i r husustur- Yasa,
'kam u oyunun desteğini sağlamadığı zaman hemen hemen
tamamJyle güçsüzdür; bunun en güzel örneğ i n i de, Ame­
rika Birleş i k Devletleri'nde ya da İrlanda'da 1 880'lerdeki
İçki Yasağ ı sırası nda kaçakçıların, halkın çoğunluğunun
sempatisin i kazanmış olması ortaya koyar. B undan ötürü
Yasa, etki l i bir i ktidar olarak, pol isin yetki lerinden çok fi­
'kir ve oya dayanır. Yasa'dan yana olmanın derecesi , bir
topluluğun bel i rgin niteliklerin i n en önem l i l eri nden biridir.
Bu bizi geleneksel i ktidar i le yeni kazanı lmış i ktidar
arasında zoru n l u bir ayırım yapma durumunda b ı rakıyor.
Geleneksel iktidar sırtını alışkan l ı k gücüne dayamıştır; o
yüzden ne i kide birde kendini haklı göstermek, ne de her
!hangi bir muhalefetin kendisini devirebilecek güçte olma-

- .46 -
İKTiDAR

d ı ğ ı n ı durmadan ispat etmek zorundad ır. Ayrıca, gelenek-·


sel i ktidar, hemen hemen her zaman , hükümdara karş ı koy­
man ı n kötü olduğu anlamını taşıyan d i nsel ve di nsel olma­
yan inançlardan yararlanır. Bu yüzden de geleneksel i kti­
dar, ihtilal i ktidarının ya da zorla ele geçi rilmiş i ktidarm
güvenebileceğinden çok daha büyük ölçüde kamu oyuna·
güveneb i l i r. Bunun az çok zıt iki türlü sonucu vard ı r : b i r
yandan, geleneksel iktidar kendini güven altında hissetti­
ği için, ihanete uğramak korkusuyla tetikte durmaz ve faz­
la hareketli s iyasal zorbal ı ktan kaç ı nab i l i r ; öbür yandan •.

çok eskiden kal ma kuru mların inatla tutunduğu yerlerde,.


i ktidar sahiplerini n her zaman düşmek eğil iminde olduk­
ları adaletsizl i kler ezeli göreneği n onayıyla karşılanır ve·
bundan ötürü , halkın deste�ini sağlamayı uman yeni biçim
bir hükumet yönetim i için düşünülemeyecek kadar göze·
batıcı olabil i r. Fransa'daki terör dönemi i htilal, corvee (1},
ise geleneksel istibdat tipine örnektir.
Geleneğe ya da onay!'I dayanmayan i ktidara ben 'ya-­
im' i ktidar d iyoru m . Yal ı n iktidarı n bel irg i n nitel i kleri , ge­
l eneksel iktidarın bel i rg i n niteliklerinden büyük çapta ay­
�ı l ı r. Geleneksel i ktidarı n tutunduğu yerde, rej i m i n karak­
teri , hemen hemen s ı nırsız ölçüde, onun kendini güven al-­
tında h issedi p , hissetmeyişine bağ l ı d ı r.
Yal ı n i ktidar gene l l i kle askeri olup, ya bir iç istibdat
biçimini ya da ü l ke dışında yapılan b i r fetih biçi mini ala­
b i l i r. Yal ı n i ktidarın önemi, öze l l i kle ikinci biçimi içinde­
gerçekten de çok büyüktür - bence, bir çok 'bilimsel' ta­
rihçin i n kabu l etmek istediğinden de büyüktür. Büyük i s�
kender'le Jül Sezar, muharebeleriyle tarihin bütün gidişinti

(1) Angarya. (Çev. Notu)

- 47 -
İKTİDAR

'Cleğiştirmişlerd i r. Ne var k i , b i rincisi olmasayd ı , Yunanca


yaz ı l m ı ş Dört İncil bulunm az ve Roma İ mparatorluğu sınır­
ları içinde Hristiyan l ı k vaazedilemezd i . İkincisi olmasa,
Fransızlar, Latince kökten gelen bir dil konuşamazlar ve
Katolik Kil i sesi de ortaya çıkamazdı . Beyazların Amerika
Kızı lderi l i l erine askeri üstünlükleri , k ı l ı ç i ktidarın ı n daha
da inkar edilmez bir başka örneğidir. Silah gücüyle fethi n
medeniyeti n yay ı l masındaki rolü, her hang i başka tek bir
aracın rolünden çok daha büyük olmuştur. Ama yine de
askeri iktidar, bir çok hallerde� servet, teknik bilgi ve kör
i nançlar gibi başka başka biçimlerdeki güçlere dayanır.
Durumun her zaman için böyle olduğunu · söylemek iste­
miyorum ; mesela, İspanya Tahtı Veraset Savaşında, Marl­
borough'ların dehası sonucu belirleyen esas ol muştur. Ne
var ki, bun u genel kura l ı bozmayan bir istisna saymak ge­
rekir.
Geleneksel biçimde bir iktidar sona erdiği zaman onun
yerini yal ı n i ktidar değ i l , nüfusun çoğunluğunun ya da bü­
yük azınlığının onayı ve i steği üzerine kumanda eden bir
ihtilalci otorite a l ı r. M esela, Bağ ı msızl ı k Savaşında, Ame­
rika'da bu böyle olmuştur. Washington'un otoritesinde, ya­
l ı n i ktidarın bel i rgin nitelikleri nden hiç biri yoktu . Aynı şe­
ki l de, Reformasyon sırasında, Katol i k Kilisesinin yerin i al­
mak üzere yeni Kil iseler kuru ldu; bunların başarı ları da,
·zordan çok onaya dayanıyordu. İhti lalci bir otorite, eğer
fazla zora başvurmadan yerleşmeği başarmak niyetindey­
se, geleneksel otoritenin i htiyaç duyduğundan çok daha
büyük ve çok daha can l ı bir halk desteğine muhtaçtır. 1 9 1 1 '­
de Çin Cumhu riyeti i lan edildiği zaman, yabancı eğitim
·görmüş kimseler parlamanter bir Anayasa kararı verdiler,
ne var ki, halk uyuşuk olduğundan, rej i m . Anayasaya mu�

- 48 -
r �· · · iKTİDAR

halif Tuçun lar (askeri val i ler) idaresinde hemen yal ı n bi r·


i ktidar halini al ıverd i . Daha sonra Kuo - M i n - Tang tarafın­
dan sağlanan birl i k ise parlamantarizme değ i l , m i l liyetçil i­
ğe dayanıyordu. Aynen buna benzer şeyler Latin Ameri ka'­
da s ı k s ı k olagelmiştir. Bu durumların hepsi nde de, Par­
l amento'nun otor'i tesi , eğer başarı kazanacak kadar halk
desteği sağ layabilseydi , i htilalci olurd u ; ne var ki, aslında
muzaffer olan askeri i ktidar, yal ı n i ktidard ı .
Geleneksel, i htilalci v e yal ı n i ktidar aras ındaki ayırım
psikoloji ktir. Geleneksel i ktidara, geleneksel sıfatını veri·
şim, bunun eskiden kalma biçimle·re sah i p oluşundan de­
ğ i ldir: böyle bir i ktidar ayn ı zamanda, kısmen göreneğe da­
yanan saygıya da hakim o l mak zorundadı r . Bu saygı kay­
bolduğu oranda, geleneksel i ktidar derece derece yal ı n i k­
tidara geçer. Bu süreci R u sya'da, i htilal hareketinin de­
rece derece gel işerek 1 9 1 7'deki zaferine u laşmasında gör­
mek mümkündür.
İktidara ihtilalci sıfatın ı , bu i ktidar, Protestanizm, Ko­
münizm ya da u lusal bağ ı msızlık gibi yeni bir akide, p rog­
ram ya da güçlü istek çevresinde birleşmiş büyük b i r g rupa
d�:ıyandığı zaman veriyorum . Yal ı n i ktidara yal ı n sıfatını .
bu i ktidar b i reylerin ve grupların sadece i ktidarseven dür­
tüleri ne dayar:ıdığı ve uyrukların ı n işbirl iğini sağl ayacağı
yerde, korkutmak yoluyla boyun eğmelerini sağladığı za­
man veriyorum. Görü leceği üzer� 'i ktidarın yal ınlığı b i r de­
rece m ese lesidir. Demokratik bir ü l kede, hükumet i ktidarı .
muhalif siyasal parti lere göre yal ı n değ i l , ama inanmış bi r
anarşiste göre yal ındır. Ayn ı şekilde, din yüzünden i nsan­
lara eza cefa edi l d i ğ i yerlerde Ki l ise i ktidarı , yerleşmiş

- 49 -
İ ktidar - F./4
İKTİDAR

«ilinse! i nançlara karşı gelenlere göre yal ı ndır, ama o i n anç­


fara körü körüne bağlı günahkarlara göre yal ı n değ i l d i r.
Konum uz b i r başka noktada daha i kiye ayrıl ıyor, bu
,,da, örgütlerin i ktidarıyla, b i reylerin i ktidarı arasında olu­
yor. Örgütlerin i ktidar sahibi olması başka şey, bireyi n bir
··örgüt içinde i ktidar sahibi oluşu ise bambaşka b i r şeydi r .
'.,l-J er ikisi d e , p e k tabii, kendi aralarında i l işki hal indedir:
eğer Başbakan olmak isterseniz, sizin kendi Partiniz için-
<,de i ktidar sahibi olmanız, Partinizin de ulus i çinde i ktidar
''kazanması gerekir. Ama eğer geleneksel i l kenin çöküşün­
,<Jen önce yaşamış olsaydınız, u lusun siyasal kontrol ünü
·;el e geçirebi l meniz için, kral l ığ ı n varisi olman ı z gerekecek-
ti ; ama buna rağmen, bu durum size başka uluslara bo­
-yun eğdirebi lme i ktidarın ı vermeyebil i rd i , zira bunun için,
· Çoğunlukla vel iahtların yoksun bulundukları başka nite l i k­
�lere i htiyacınız olacaktı . İ çi nde yaşad ığımız çağda da, plü­
·tokrasin·in geniş ölçüde kalıtıma dayandığı yerlerde, eko­
·'flomik alanda buna benzer b i r durum hala görü l mektedi r .
1 fransa'daki iki yüz plütokratik aileyi v e bunlara karşı ka­
mu oyunu harekete geçi ren Fransız Sosyalistleri ni düşü­
, nü nüz. Ne var ki, plütokrasi arasında, sülaleler, i lahi Ada­
' fot i lkesinin geniş yığınlar tarafından beni msenmesini sağ­
' layamadıklarından tahta oturdukları zamanlardaki eski sü­
. rekl i l i kleri n i k aybetmişlerd i r. Yüksel mekte olan büyük bir
�·ban kerin kendi öz kardeşi n i yoksulluğa düşürmes i n i , bu iş
'kurallara göre yapıldığı ve yıkıcı yeni l i kler geti rilmediği
s ü rece, ki mse Tanrıya karşı bir saygısızl ı k saymaz.
Çeşitl i tipteki örgütler başa çeşitli tipte bireyleri ge­
. ti rir; toplumun çeşitl i halleri için de durum aynıdır. B i r çağ ,
· tarihte, göze çarpan bireyleri yoluyla görülür ve açı k ka­
ı rekterini bu i nsanların karakterlerinden a l ı r . Önemi n de-

- 50 -
İKTİDAR

g ışmesı ıçın gerekli nite l i kl er değiştikçe, önem li adamTar


da değişir. On i kinci yüzyılda Len i n g i b i , şimdiki yüzyılda
da Arslan Yürekl i R işar gibi adamların bulunduğu varsa­
yı labi lir; ne var ki , tarih bunları bilmez. Bir an için çeşitlT
i ktidar tiplerinin ne cins bireyler yarattığını düşüneli m.
Geleneksel iktidar bizde, 'cent i l men' fikrini n doğma­
sına yol açmıştır. Bu, aşiret reislerinin sihlrli n iteli klerin­
den, kral ların u lCıhiyyetine, oradan şövalye l iğe, şövalyelik­
ten de mavi kan l ı aristokrata kadar gelen, uzun tarih l i bir
kavramın az çok dejenere olmuş bir biçimidir. i ktidarın
geleneksel olduğu yerde, hayranl ı k duyulan n itel ikler, bol
bol boş vakte ve tartışmasız üstünlüğe sahip bulunmanırr
yarattığı n itel iklerdir. İ ktidarın monarş i k o l maktan çok ari"s­
tokratik olduğu yerde, terbiye içine, kendinden aşağı sınıf·
tan kişilerle i l işkide kendini sertl iğe başvurmadan kabur
ettirm eye ek olarak, eşit olanlara da · incel ikle davranmak
g i rer. Ama geçerli terbiye kavramı ne olursa olsun, sadece
ve sadece, i ktidarın, geleneksel i ktidar biçimi içinde bu­
lunduğu (ya da son zamanlara kadar olduğu) yerlerdedlr·
k i , insanlar davranışlarının i ncel iğine göre ölçülür. Bour­
geois gentilhome'u, hayatları boyunca toplumsal davranış
i ncel i kleri üzerinde durmaktan başka hiç bir şey yapma-·
mış bir kadın ve e rkek topluluğuna burnunu soktuğu za­
man gülünç düşer. 'Centi l men'e duyulan hayranl ı ktan za­
manımıza kalabilen taraf, kal ıtım yoluyla e l de tutulan ser­
vete dayanır ve ekonomik i ktidarla birlikte siyasal i ktidar
da babadan oğula geçmez olduğu takdi rde hızla yokalmağa
mahku mdur.
İktidarın gerçek ya da sözde bilgi ve h ikmet yoluyla
kazanıldığı yerde, çok değişik bir karakter ttpi ön p lana
ç ı kar. Bu tip i ktidarın en öneml i iki örneği Çin i l e Katolik

· ,_ 51 -
İKTiDAR

'Kilisesidir. Bu örnekten zamanı mızda, eskisine oranla çok


�z şey kal mıştır; Kilise d ı ş ı nda, İngiltere'de bu i ktidar ti­
:pinden çok şey · bulunmaktadır. Ne tuhaftır ki, bilgi diye
-yutturutan iktidarın en güçlü olduğu yer vahşi topluluklar­
'dı r ve bu topluluklarda meden iyet i lerledi kçe bu i ktidar da
•gücünü yitiri r. 'Bilgi' dediğim zaman, bunun içine, pek
tabii, büyücülerin ve sihirbazlarınki gibi varsayı l ı (farazi)
:bilgiyi de sokuyorum. lhasa Ü niversitesinde Doktor Payesi
alabilmek için yirmi yıll ı k bir çalışmada bulu nmak gere-
'kir, bı.ı paye i se, Dalay Lama'nınki dış ında bütün yüksek
ırnevkilere çıkabilmek için şarttır. 1 000 yıllarındaki Avru­
pa'nın durumuyla bu durum arasında hemen hemen h i ç b i r
o ayrı l ı k yok gibidir, nitekim Papa i l . S ilvester kitap okudu­
, ğu için sihirbaz olarak ün yapmış, bunun sonucunda da,
metafizik dehşet saçma yoluyla Kil isenin i ktidarın ı arttıra­
"bilm işti.
Al lame, onu tanıdığı m ız haliyle rahiple aynı soydan­
, d ır ; ne var ki eğitim i n yaygı nlaşması onun i ktidarını elin­
· de n almıştır. Allamenin i ktidarı kör i nançlara, yan i , gele­
n e ksel bir sihire ya da kutsal kitaba duyulan saygıya da­
· yanır. Taç Giyme Törenine İngil izlerin verdikleri önemde
ya da Amerikalı ların Anayasaya duydukları saygıda görü­
leceği üzere, bu kör i nançlardan İngi l i z d i l i konuşulan ü l ­
, k e l erde h a l a bir şeyler yaşamaktadı r ; bu yüzden , Canter�
'bury Başpiskoposu ile Yüce Mahkeme Yargıçları , eski b i l ­
g i n l erin geleneksel i ktidarına hala b i r m iktar sah i ptir. N e
·var k i , bu , M ı s ı r rahipleri n i n ya da Çinli Konfüçyen bilgin­
lerin i n i ktidarlarının soluk bir hayaletinden başka b i r şey
·değildir.
Centilmenin tipik erdemi onur ise, bilgi yoluyla i kti­
�dar sahibi olan adamın tipik erdemi de h i kmettir. Bir i n-

- s2 -
1 :; '

İKTiDAR

:sanın hikmet sahibi olarak ün kazanması ıçın, derin ve


'bel irsiz yığınla bi lgisi varmış, tutkularına hakimmiş ve in­
:San yaratılışının çeşitli görünüşleri konusunda çok tecrü­
'bel iymiş gibi görünmesi gerekl idir. Bu niteliklerin bir kıs­
,mı n ı sadece yaşın verdiği san ı l ır, 'presbyter, seigneur' g i­
'bi deyimlerin saygı ifade eden deyim le r oluşu işte b u r­
-dan i l eri gelir. Çinli d i l enci geli p geçenlere, 'büyük yaşlı
efendi' diye h itap eder. Ama hikmet sahibi adamların ik­
tidarın ı n örgütlendiği yerde, papazlar ya da okumuşlardan
meydana gelen bir ş i rket vard ı r ve bütün bilginlerin b u
adamların meydana g etirdiği grupta toplandığı varsayılır.
'Bi lge, savaşçı şövalyeden çok değişik b i r tiptir ve hüküm
sürdüğü yerde çok değişik bir toplum meydana çı kar. Çin
ve Japonya bu iki tip arasındaki zıtl ığın güzel bir örneğ i n i
meydana getirir.
Bugün medeniyet dünyasında b i l g i , eskisine oranla
çok daha büyük b i r rol oynadığı halde, yeni bilgiye sahip
·olanlar arasında i ktidarın , bilgilerine eş oranda gel işme­
miş bulunuşuna, bu garip olguya daha önce de işaret et­
tik. Elektrikçi ya da telefoncu her ne kadar rahatımıza (ve­
ya rahatsızlığımıza) h izmet eden acai p şeyle r yapıyorlar­
sa da, biz onl a ra ne birer büyücü gözüyle bakıyoruz, ne de,
kendi l erin i kızdırdığımız takdirde gökten yıldırı m yağd ı ra­
b ileceklerini düşünüyoruz. Bunun sebeb i , fen bi lgisini n ,
güç olmakla b i rl i kte, esrarengiz olmayıp, öğrenmek için
gerekl i zahmete g i rmeği göze alan herkese açık bulunu­
·şudur. Bundan ötürü, modern al lame i nsanda saygıyla ka­
rışı k b i r korku uyand ı rmaz, sadece b i r müstahdem olara k
kal ır; al lame, Canterbury Başpiskoposu g i b i b i r kaç ö rnek
dışında, kendinden öncelere i ktidar sağlıyan sahte parlak­
lığı kal ıt alamamıştır.

,..... 53 -
İKTiDAR

Gerçek şudur ki , bilginlere uygun görülen hiç bir za­


man gerçek bi lginlere gösterilmemiş, sözümona s i h i r l i
·

güçlere sahip olanlara gösteri l miştir. B i l i m insanlara doğa­


n ı n gerçek yüzünü az çök tanıtmakla büyüye i nanış ı , bun­
den dolayı da a l lameye duyulan saygıyı ortadan kal­
d ı rm ıştı r. Böylece durum şu sonuca varmıştır bugün :
fen adamları , zamanım ızı daha önceki çağlardan ayı­
ran niteliklerin temel nedenleri oldukları ve keşifleri, icat­
ları yol uyla olayları n gidişini son derece etki ledikleri hal­
de, birey o la rak, h i kmetlerinden ötürü, H indistan'daki çıp­
lak b i r fak i ri n ya da Malenezya'daki bir büyücünün sahip
olabi leceği kadar büyük ün sahibi değ i l lerdir. Kendilerine
gösterilen sayg ı n ı n yine kendi çal ı şmalarından ötürü azal­
dığını gören allameler, modern dünyaya karşı bir hoşnut­
suzluk duyar olmuşlardır. B u h oşnutsuzluğu en çok duyan­
lar Komünizm'e kayarlar, hoşnutsuzlukları derin olanlar
ise fi ldişi kulelerine kapanı rlar.
Büyük ekonomik örgütlerin gelişmesi yeni bir tip i k­
tidarl ı birey doğurmuştur; b u , kendisine Amerika'da ve­
rilen adla, 'executive' ( 1 ) tiptir. Tipik ' executive' başkaları
üzerinde çab u k karar verebilen, karşısındakinin hemence­
cik ruhunu okuyuveren, demirden i radeye sahip bir kişi i z­
lenimi bırakır ve onları etkisi altına al ı r ; bu tip i n güçlü çe­
ne kemikleri bulunması , dudakların ı n sımsıkı kapa l ı olma­
sı ve her zaman kısa, öz konuşabi l mesi gerekmektedir. Yi­
ne bu ti p , akranlarına saygı , asla b i rer h i ç olmıyan astla­
rına ise güven telkin edebi l melidir. O, büyük bir general­
le, büyük b i r diplomatın nite l i klerini kendi nde birleştirmiş

(1) Planları ve amaçları yerine getirmeğe uygun nitelikte olan,


· (Çev. Notu)

..__ 54 --
İK l lDAR

()imal ıdır: savaşmada amansızlık, görüşmelerde ise usta·


ca b i r esnek l i k yeteneğ i . İşte i nsanlar önemli ekono m i k
ö rgütlerin kontrolünü b u g i b i nitelikler sayesinde e l lerin­
d e tutarlar.
Siyasal i ktidar, demokrasi lerde, buraya kadar gözden
,geçirdiğimiz üç tipten çok değişik b i r başka tipin e l i nd e
bulunmak eği l imdedir. Başarı kazanmak isteyen b i r politi·
kacı önce kendi örgüt mekanizmasın ı n güveni n i kazana�
b i l m e l i , ondan sonra da, seçmenlerin çoğ u nluğunda b i r de­
�receye kadar heyecan uyandı rabi lmelid i r. İ ktidara geçme
yolundaki bu iki aşama i ç i n gerekli n ite l i kl e r asla özdeş
o l madığı gibi, pek çok pol iti kacı bu her iki aşama için ge­
rekl i iki ayrı grup nite l i klerden sadece bir grupuna sahip­
tir. Amerika Birleşik ' Devletlerinde Cumhurbaşkanı aday­
ları n ı n , kend i lerini parti i darec i l erine sevdirebi l me sana­
tına sahi p bulundukları halde, halk çoğunluğunun i mgele­
m i ni harekete geçiremiyen kişiler olduğu sık sık görülen
b i r şeyd i r. Bir kural olarak bu tip adaylar her zaman yenil­
g iye uğrarlar, ama parti i darecileri bunların yeni lgiye uğ­
rrayacağını önceden göremez. Bununla bri l i kte, bazen, par­
ti örgütü b i r adayın zafer kazanmasını sağlayabil i r de; b u
-gibi duru mlarda, seçimlerden sonra, kazanan adaya parti
ö rgütü haki m olur ve o kişi h i ç b i r zaman gerçek iktidara
sahip olamaz. Bazen de tam tersine b i r adam kendi me­
'kanizması n ı yaratabi l me gücüne sahiptir; i l i . Napolyon,
M usso l i ni ve H itler bu tipin örnekleridir. Daha genel ola­
rak , gerçekten de başarıl ı b i r pol itikac ı , zaten var olan bir
mekanizmayı kullandığı halde , o mekanizmaya eninde so­
-nunda hakim olab i l en ve onu kendi i radesi ne köle edebilen
!kişidir.
Bir demokraside, pol itikacıyı başarıl ı yapan n itel i kler,

- 55 -
i KTİDAR

ahvalin karakterine göre değ i ş i r; ahvalin sükunet i ç i nde


bulunduğu zamanlarda gerekli olan nite l i klerle, savaş ya
da i htilal ahva l i içinde gerek l i olan nite l i kl e r aynı değ i l d i r.
Sakin ahvalde, bir pol itikac ı , m etanet ve sağduyu sah ibi
olduğu izleni m i ni bırakarak başarı kazanab i l i r, ama heye­
canl ı ahvalde bunlardan daha fazlası gerekmektedi r. Bu gi:..
bi ahvalde etkil eyici bir hat i p olmak zorunluğu vard ı r - bu­
nunla b i rl i kte yerleşmiş anlayışa uygun b i r şekilde güzel
ve sanatlı konuşma yeteneği ne sahip bul un mak da şart
değildir, zira Robespierre de, Len i n de güzel konuşma sa­
natı ndan yoksun, ama kararl ı , tutkulu ve cesurdular. Tut­
ku , soğuk ve kontrol altına alınmış da olsa, mutlaka bu­
lunmal ı ve duyurulmal ı d ı r. Heyecanl ı ahvalde politi kacının
ne yarg ılama gücüne, ne nesnel olguları kavrama yetene­
ğine, ne de b i r parçacı k h ikmete i htiyacı vardır. Onun için
gerekl i olan biricik şey, i nsan yığı nlarının tutkuyla istedi k­
leri şeyin elde edi lebi l eceğine, kendisinin de amansız az­
mi sayesinde bunu elde edebi lecek i nsan olduğuna, o i n­
san yığınlarını i nandı rabi l me yeteneği n e sahi p bulunmak-
tır.
En başarı l ı demokrat politikacı lar, demokrasiyi kald ı ­
r ı p diktatör olabilen pol iti kacılardır. B u , pek tabi i , ancak
belirli koşullar altında mümkün olabi l i r; böyle bir şeyi on
dokuzuncu yüzyıl lngi lteresinde hiÇ k imse gerçekleşti re­
mezd i . Ama böyle bir şey i n gerçekleştirilmesi olanağı bu­
l u nduğu zarı:ıan da, bu, demokrat pol itikacılarda, hiç deği l­
se heyecan l ı ahvalde bulunması zorunlu olan niteli klerin
ayn ı n ı , ayn ı derecede gerekti rir. Len i n , H i tler ve M usso­
l in i yükse lişlerini demokrasiye borçluydular.
Ortada kuru lmuş bir diktatörlük varken b i r kimsenin
ölen bir d iktatörün yerini alması için gerekl i nite l i klerle,.

- 56 - ·
İKTİDAR

başlangıçta diktatörlüğün kurulması ıçın gerekli nitelikler


birbiri nden tamamiyle ayrıdır. Kalıtım yoluyla babadan oğu­
la geçen iktidarların devri lişind.e , perde arkas ı ndan bir ö r­
gütü yönetme , entrika ve Sarayın gözüne girme, çok önem­
li metotlardır. İşte bu yüzden diktatörlükler, kurucuların ı n
ölümünde nsonra karakterlerini mutlaka ve büyük ö lçüde
değişti rir. Her hangi bir diktatörün yerine geçmek için ge­
rekli nite l i kler, rej i m i n kurulması için gerekl i nitel iklerden
gene l l ikle çok daha az etkileyici olduğundan, kurucunun
malar görü lmesi ve sonunda başka bir sisteme geç i lmesi
maalr görülmesi ve sonunda başka bir sisteme geçilmesi
i htimali çoktur. Bununla birlikte, modern propaganda me­
totların ı n , Devlet'i n Başına, onun kendi kend ine sevgi ka- .
zandıracak nitel iklerini ortaya dökmesine ihtiyaç bırakma­
dan halkın sevgilisini kazandırmak suretiyle, bu eği l i m e
b�şarıyla tepki uygulayacağı umulur. B u metotların ne de­
receye kadar başarı l ı olacağ ını ş i mdiden kestirmek müm­
kün deği ldir.
Bireyleri n , şu ana kadar üzerinde durmadığımız bir ik­
tidar biçim i daha vardır k i , bu da perde arkası i ktidarıdır.
Saray nedi m lerinin, entrikacı ların , casusli:ırın iktidarı bu
tip i ktidardır. Bütün büyük örgütlerde dizginleri ellerinde
bulunduran kişilerin iktidarı hatırı sayı l ı r derece oldu m u ,
bu kişilerden daha önemsiz adamlar (ya d a kadı nlar) orta­
ya ç ı kar ve kişisel metotlarla önderlerine söz geçirebi lme
olanağını elde ederler. Perde arkasından adam ya da örgüt
yönetenlerle parti şefleri , teknikleri n i n değişik ol masına
rağmen aynı tipe dahi ldirler. Bunlar kendi arkadaşların ı
ki mseye sezdi rmeden kilit noktolarrna getiri r ve böyle l i k­
le, zamanı gelince örgütü el lerine geçirirler. Kalıtı m yol uy­
la geçmiyen bir i ktidar biçimi olan d i ktatörlüklerde, di kta-

- 57 -
İ KTİDAR

tör ölünce bu tip adam lar onun yeri ni a l mağı umabil irl.e r;
bununla birl i kte, bu tip adamlar ön plana geçmeyi terci h
etmezler genel l i kle. Bunlar, şan v e şereften çok i ktidar
seven kimselerdir; çoğunlukla .da toplumsal bi r çekingen­
l i kleri vardır. Bazen de bunlar, Doğu hükümdarlıklarındaki
hadı m ağaları ya da başka yerlerdeki kral metresl eri gi­
b i , ş u veya bu sebeple önderlik ünvanı n ı taşıyabilme o la­
nağından yoksundurlar. Nominal i ktidarın kalıtsal olduğu
yerlerde bunların etki leri en yüks�k noktaya ulaşır, i kti­
darı n kişisel bir hüner ya d a çaba mükafatı olduğu yerler­
de ise en aşağı noktaya düşer. Bununla birlikte bu gibi
ki mseler, en modern hükum et biçimlerinde bile, s ı radan
i nsanlara esrarl ı görünen bakan lı klarda mutlaka büyük et­
ki sahibi olurlar. Zaman ımızda bu bakanl ı kların en öneml i­
leri mal iye ve d ışişleri bakanl ıklarıdır. i l . Kayser W i l­
helm 'in zamanında, Baron Holstein (Alman Hariciye Ne­
zareti 'nin daimi baş ı ) hemen hemen hiç halk içine çıkma­
dığı halde sınırsız bir iktidar sahibiyd i . Bugün de İngi l i z
D ı ş Bakan l ı ğ ı daimi memurların ı n iktidarlarının ne dere­
ce büyük olduğunu bi lemiyoruz; bunu öğrenmek için ge­
rekli belgeler belki bir gün çocuklarım ızın eline geçer.
Perde a rkası i ktidarına sahip olab i l mek için gerekli
nitelikler bütün öbür iktidar biçimlerine sahip olabi l mek
için değilse bi l e , bir kural olarak, isteni l miyen nitelikl er­
dir. Saray ned i mleri ne ya da perde arkası ndakilere fazla
i ktidar sağl ıyan bir sistem de, işte bu yüzden, genel l i k l e
kamu yararına işleyen bir sistem değ i ld i r.

- 58 -
Bölüm iV
RUHBAN SINIFI İKTİDARI .
BU ve bundan sonraki bölümde, eski ıamanlarda en
çok önem kazanmış iki geleneksel i ktidar biçimin i , yani ,
ruhban sınıfı •ktidarıyl.a , kral iktidarını ele alacağı m . Bun­
Jarın her iki s i de şimdj batış hali ndedir ve, bunlardan h i ç
biri n i n yeniden canlanamıyacağı n ı varsaymak h e r ne ka­
·dar aceleci l i k olursa da, çöküşleri, ister ' geçici olsun, is­
ter daimi, hala can l ı l ığını koruyan i ktidarların söı konusu
.olduğu yerde mümkün olamıyanı , yan i , bu iki kurumun dört
.b aşı mamur i ncelenmesi n i mümkün kıl maktadı r.
Rahipler ve krallar, gel işmemiş biçimde de olsa, ant­
·ropologlarca b i l i nen en i lkel topluluklarda bulunmaktadır.
Bazen her i kisinin işlevi bir kişide bi rleşeb i l i r. Buna sade­
ce i l kel topluluklarda değ i l , yüksek medeniyet düzeyine
ulaşmış Devletlerde de rastlanır. Ogüst, Roma'da Pontifex
M aximus, ( 1 ) taşra vilayetlerinde ise tanrı i d i . Hal ife, Müs-

ı(1) En büyük Başkahln. (Roma İmparatorluğu'nda) . Katolik Kilisesinde


Papanın karşılığıdır. (Çev. Notu)

- 61 -
İKTİDAR

Iüman dininin başı olduğu g i b i , Devlet'i n de başıyd ı . M i­


kado, Şi nto dini içi nde bugün aşağı yukarı aynı duruma sa­
hiptir. Öteden beri kral lar, kutsa l l ı kları ndan ötürü, laik iş­
levlerini genell i kle kaybedip , birer rahi p d urumuna gelme
eği l im i ndedirler. Bununla b i rl i kte çoğu zaman ve çoğu yer­
de rahiple kral arasındaki ayırım açık ve kes i n olmuştur.
Rahibin en i l kel biçim i , büyücüdü r ve büyücünün i k­
tidarı , antropologların dinsel i ktidarla s i h i r i ktidarı diye
ayırdettiği üzere i ki türlüdür. D i nsel i ktidarlar doğaüstü
varl ıkların yard ım ı na dayanır, buna karş ı l ı k sihir i ktidarla­
rı sözümona doğal sayıl ır. Ne var ki, bizim varmak istedi ­
ğ i m i z maksat yönünden bu ayırımın b i r önemi yoktur.
Öneml i olan , büyücünün, ister büyü, i ster din yol uyla
başkalarına iyi l i k ya da kötül ü k yapabilecek iktidara sa­
hip sayılagelmesi ve bu i ktidarları n türlü türlü olduğuna,
her önüne gelen tarafından elde edi lemiyeceğine inanıl­
masıdır. Büyücü dışında her hangi bir insanın da belirli
bir m i ktar s i h i r gücü elde edebi leceği kab u l olunmakla be­
raber, büyücünün sihrinin üstünlüğüne inan ı l ır. B i r i nsan
hastalandığı ya da başına bir kaza geldiği zaman genel­
likle bu, her hangi bir düşmanın kötüye kullanı lan büyüsü­
ne yorul u r, ama büyücü, bu kötü büyüyü bozma çareleri­
ni bilir. N iteki m , York Dük'ü Adası 'nda, büyücü, gaipten
haber alma yoluyla her hangi bir hastanın hasta l ı k sebe­
b i n i keşfettikten sonra eline b i r parça kireç alıp sihirli b i r
dua okur:
Cinleri kovan kireç. Ahtapotu defediyoru m ; teo yıla­
nını defediyorum ; İngiet'i n (gizl i b i r cemiyet) ruhunu def­
ediyorum ; yengeci defediyorum ; su yılanını defediyoru m ;
balivo yılanını defediyoru m ; pitonu defediyorum , hala kö­
peğini defediyorum . Cinleri kovan kireç. Çamurlu sıvıyr

- 62 -
,
İKTİDAR

defediyoru m ; kete sarmaşığını defediyorum ; To Pilana'yı


defediyorum ; Tumbal'i defediyorum . Birisi bunları denizin
d ibine daldırmış. Onları uzakta tutmak için buhar yükse-
1ecek ; onları uzakta tutmak için gece bastıracak; onlar
kendi l iklerinden denizin deri nliklerine dönecek. ( 1 )
B u s ihirli duanın tamamiyle etkisi z olduğu sanıl ması n .
İ l kel ler telkine medeni lerden çok daha elveriş l i oldukların­
dan, bu yol la, yan i telkin yoluyla onları çok kere iyi leştir­
mek de hasta etmek de mümkündür.
Rivers'a göre Malenesya'nın çoğu yerlerinde, hasta­
l ıkları iyi eden adam afsuncu ya da rah i ptir. An laş ı ldığına
göre bu bölgelerde büyücülerle başkaları arasında kesi n
b i r ayr ı lı k yoktur v e büyücülüğün nispeten basit usulleri­
n e herkes başvurabi l i r. Ama Hekimliği büyü ayin leri ya da
dinsel törenlerle birleştirenler sanatların ı genell ikle özel
bir süreç yoluyla, ya gösterme ya da tal i m etme yoluyla
kazanırlar ve Malenezya'da böylesine bilgi lerin elde edi l e­
b i l mesi için öteden beri bunların satınalınma zorunluğ u
vard ı r. Mediko - büyüsel y a da med i ko - dinsel sanatın her
hangi bir dal ında tam bir bilgi sahibi olabilmek için, para­
n ı n öğrenciden öğretmene geçmesi şarttır; aksi takdride
tam bilgi elde edi l emez. ( 2 )
Çok daha öneml i büyüsel ya da di nsel iktidarları te­
kel inde bulunduran ve bunun sonucunda topluluk üzerin­
de geniş bir iktidar sahibi olan bel irl i b i r ruhban sınıfının,
yukarıda gösterdiğimiz başlangıçlardan çıkarak nası l ge­
l i ştiğini hayalde canlandı rmak zor değildir. M ı s ı r ve Ba­
b i l 'de, rahiple kral karşı karşıya geldiği zaman, rahiplerin

(1 ) Rivers, « Medicine, Magic and Religion,• S. 1 6.


(2) R ivers, «Medicine, Magic and Religion,• S. 44. (Çev. Notu)

� 63 -

l
İKTİDAR

i ktidarı kral ların i ktidarından baskın ç ı kard ı . Rahipl er, 'tan­


rısız' Firavun İhnaton'u (1 ) yendikleri g i b i , Bab i l kra l ı an­
tikl erikal b i r eği l i m gösterdiği için, anlaşı ldığına göre,
Cyrus'un Babi l ' i fethine yard ı m da etm işlerdir.
Ruhban sınıfı i ktidarından tamamiyle özgür bul unuşla­
rı bakım ından, anti kitede Yunanistan ve Roma'nın eşi ben­
zeri yoktu. Yunanistan'daki d insel i ktidar, başl ıca, gaipten
haber verme ayinleri içinde ve özel l i kle, Pitonez'in (2)
·

( Pyhthoness) trans haline geçerek Apollo tarafından i l­


ham edildiği varsayılan cevaplar verdiği Delf tapınağ ı nda
toplan ı rd ı . Bununla birlikte daha Heredot zamanında, ka­
hinlerin rüşvetle satınal ındı kları herkesçe bilinen b i r şey- ·
d i . Pisistratus (öl. M . Ö . 527) tarafından sürgün edi len
öneml i bir Atina'lı aHe olan Alcmaeonidlerin, Pisistratus'­
un oğu l l arına karşı rüşvet yoluyla Delf tap ı nağının deste­
ğ i n i sağlad ı ğ ı n ı gerek Heredot, gerek Aristo nakletmekte­
d i r. Heredot'un anİattıkları çok ilgi çekicidir: 'Alcmaeonid­
ler, eğer Atina l ı lar'a inanmak caizse, rüşvet vererek Pito­
nez'i kand ı rm ışlar ve İsparta l ı l ardan her k i m gerek kişisel
oir işi, gerek Devlet işi için gaipten haber a l mak üzere
Pitonez'e danışmağa gel irse , Pitonez'in bunlara, Atinalı­
lar'ı (Pislstratidler'in zulmünden) kurtarmaları gerektiğini
söylemesi ni sağlamışlard ı . Böylece, gaipten kendi lerine
hep aynı cevabı n, Atina l ı lar'ı kurtarmaları gerektiği cevabı­
n ı n verildiğini gören Lacedaemonianlar, en sonunda daya­
namayıp, yurttaşları arasında çok sivri lmiş b i r kişi olan
Aster'in oğlu Anchimol ius'u Pisistratidler'i sürmekle gö-

(1) Ahnaton da olabilir.


(2) Gaipten haber veren falcı kadın: özellikle, Yunanistan'da, Delt:
tapınağındaki kahine. (Çev. Notu)

- 64 -
İKTİDAR

revlendi re rek -hem de Pisistratus ai lesine çok sıkı dost­


l u k bağlarıyla bağl ı oldukları halde- b i r ordunun başında
Atinalılar'ın üzerine göndermişlerd i . Zira Lacedaemonian­
lar, tanrı larla olan i l işkileri n i , insanlarla olan i l işki lerinden
üstün tutuyorlard ı :' ( 1)
Anchi mol ius yenildiği halde, tekrar açı lan b i r sefer­
d e yol lı;ınan daha büyük b i r ordu başarı kazandı ve Alcmae­
onidlerle öbür sürgünler i ktidarı ellerine geç i rd iler, böy­
l e l ikle de Atinal ılar ' özgürlük' dedi kleri şeyi yeniden tat­
tı lar.
Bu hikayede d ikkate değer b i r çok noktalar bulunmak­
tadır� Heredot, siniklikten tamamiyle uzak, sofu b i r adam­
d ı r, bu yüzden d e , gaipten gelen habere kulak verd ikleri
için l spartalılar'dan yanadır. Ne var k i , Atina'yı l sparİ:a'ya
tercih eder, Atina'yı i l g i l endiren meselelerde de Pisistra­
tidler'e karşıdı r. Bununla birl i kte rüşvet veren taraf olarak
Atinal ı ları göstermekte, ama gerek başarı kazanan taraf,
g erek Pitonez, inançlara karşı geldikleri halde tanrılar ta­
rafından her hangi b i r cezaya çarptırı l mamaktadır. (2)
Alcmaeonidler, Heredot zamanında hala nüfuz sahibiydi­
ler; hatta onların en ünlüleri de, Heredot'un çağdaşı Pe­
rikles'd i .
Aristo, Atina Anayasası üzerine olan kitabında, yuka­
rıdaki hususu, daha da alçaltıcı b i r ışık altında gösterir.
Delf tapınağı M. Ö. 548 y ı l ındaki yangında mahvolmuş, ta­
pınağı n yeniden kuru l ması için Alcmaeonidler tarafı ndan

(1) Rowlinson'un çevirisi, V. Kitap, Bölüm: 63.


(2) H eredot,: Pitonez'in görevini kötüye kullanışına başka bir örnek
daha veriyor. V I . Kitap, B � lüm : 66. (Çev. Notu)

- 65 -
İ ktidar - F./5
İKTİDAR

bütün Yunanistan'da para toplanmı ştı . Alcmaeonidler


-Aristo'nun iddiasına göre- bu paranın bir kısmını Pito­
nez'e rüşvet olara k vermi şler, geri kalanını tapınağın ku­
rul masına harcamak için de, Pisistratus 'un oğlu H i ppias'in
iktidardan uzaklaştırılması şartını koşmuşlard ı ; Apol lo' ­
nun onları n safına katı l ışı işte bu yol lardan o l muştur.
Bu gibi rezal etlere rağmen, Delf tapı nağındaki gaip­
ten haber alma ayinlerinin şu ya da bu g rup tarafından
kontrol altında bulunduru l uşu siyasal yönden öylesine
öneml i bir mesele olara� sürüp gitm i ştir ki, bu mesel e ,
d i n l e bağlantıs ı bakımından ' Kutsal' a d ı n ı a l a n b i r sava­
ş ın , Kutsal Savaş'ın çı kmasına yol açmıştır. Ama yavaş
yavaş, herhalde gaipten haber verme kurumunun siyasal
kontrole açık bulunduğu olgusunun herkes tarafından iyi­
ce anlaş ı l ması , özgür düşüncenin yayıl masında bir etken
rol ü oynarrıış ve en sonunda Romalı l a r'ın , kutsal şeylere
saygısızl ı kta bulunmanın u tancını zerre kadar duymaksı ­
z ı n , Yunan tapınaklarını soyup soğana çevirmelerini v e bu
tapınakları n bütün yetkisini ortadan kal d ı rmalarını müm­
kün kı l m ı ştır. Cüretkar kişi l er tarafından er geç l a i k amaç­
larla kullan ı l ma k ve böyle l i kle de i ktidarlarının dayandığr
saygıyı kaybetmek, çoğu di nsel kuru mların alınyazısıdır.
Greko - Romen - dünyasında bu , din orada hiç bir zaman
Asya, Afrika ya da orta çağ Avrupasındaki kadar güçlü
olamad ığından, başka her yerdekinden daha patırtısız da­
ha çalkantısız gerçekleşmiştir. Bu hususta Yunanistan'la
Roma'Ya benzeyen biri c i k ü l ke Çin'di r.
Buraya kadar sadece, bil i nen hiç bir tarihsel başlan­
gıcı olmaksızı n , . antikiteni n karanl ıklarından gelen d i n ler
üzerinde d u rduk. Ne var k i , kurucuları bulunan dinler he­
men her yerde bunların yerine geçmiştir; bu kuralın dışın-

- 66 -
r
iKTİ DAR

da kalan i ki öneml i din, Sinto dini i l e Brahmanizmdir. Ant­


ropologların bugünkü i l kel kavim lerde buldukları cinsten,
çok daha eski dinlerin nerden geldi kleri hiç bel l i değildir.
En i l kel kavi m lerde, daha önce de gördüğümüz g i b i , kesi n­
l i kle ayrı l m ı ş bir ruhban sınıfı yoktur; rahipl i k işlevlerinin
bu g ivi kavim lerde başlangıçta sadece yaş l ı lara ve tahm i­
nen, özel l ikle etki uyandırabi l ecek yaşlılara ya da bazen ,
büyücül ü kte ün yapmış kimselere tanınan b i r h a k olduğu
anlaşıl ıyor.
M edeniyetin i l erlemesiyle çoğu ü l kelerde rahipler hal­
kın geri kalanlarından git gide ayrıl mağa ve gitgide i kti­
dar kazanmağa başlarlar. Ama bunlar çok eskiden kalma
b i r geleneğin muhafızları olarak muhafazakardırlar; ser­
vet ve i ktidar sahibi o l arak da, kişisel d i ne karşı düşman­
ca ya da kayıtsız b i r tutum alma eği l i m i ndedirl er. Bunla­
rın bütün sistemi er geç ihti lalci bir peygamberin ardı sı­
ra g idenler tarafından yerle bir edi l i r. Budha, . İsa ve Mu­
hammed tarihsel yönden bunun en önemli örnekleridir.
· Bunların iktidarı başlangıçta i htilalciyd i , ancak sonra son­
ra ve yavaş yavaş geleneksel leşti . Bu peygamberler, yer­
l eşme süreçleri i Çinde, nominal olarak yıktıkları eski ge­
l eneklerin çoğunu genell i kle özümsemişlerd i r ( absorbe =
tems i l et.)
Gerek d i n yönünden , gerek laik yönden yen i l i k geti­
renler -hiç deği lse başarıları en uzun sürenler- el lerin·
den geldiği kadar eski geleneğe başvurmuşlar ve kendi
sistemlerindeki yen i l i k öğelerini bütün güçleriyle mını­
mum'a indi rmeğe çalışmışlardır. Bunu başarmak için uy­
g ulanan plan, az çok hayal ürünü bir geçmiş icat etmek
ve bu �geçmişin kuru m larını canland ırmağa çal ı şıyor gö-

- 67 -
İKTiDAR

rünmektir. i l . Kral lar, XXl l 'de ( 1 ) bize rah i bi n Kanun Ki­


tabı n ı nasıl bulduğunu ve Kra l ı n ka\(mi n i nasıl yeniden bu
kitabın emi rlerine uymağa yönelttiği anlatıl ıyor. Yeni Ahit,
Peygamberl erin yetkilerine başvurmuştu ; Anabaptistler, (1}
Yeni Ahit'e başvurdular; İngiliz Püritanları , laik mesele­
lerde, Fetihten önce İngi ltere'de varolduğu kabul edilen
kurumlara başvurdular. Japonl ar, M. S . 645'de M i kado'nun
i ktidarını 'yeni lediler'; 1 868'de ise M. S. 655 Anayasası n ı
'yeniledi ler' . Orta Çağ lardan t a Brumaire 1 S'e (3) kadar
sürü sürü ayaklanmalar, Roma'nın cum h uriyetçi kurum l a­
rını 'yeni ledi ' . Nepoleon . Charlemagne imparatorluğunu
'yeniledi', ama bu yeni l eyiş biraz fazla yapmacıkl ı oldu­
ğundan, tumtu raklı şeylere önem veren bir çağ ı bile etki­
leyemedi . Bunlar tarih sahnesi nde, yen i l i k geti rmiş en bü­
yük kişilerin bile geleneğ i n gücüne duydukl arı saygıyı gös­
teren, rasgele seçi l miş bir kaç örnektir sadece.
Papazlara ait örgütler içinde tari hte bilinen en kud­
retl i örgüt Kato l i k Ki l i sesi olmuştur. Ben bu bölümde pa­
pazları n i ktidarını sadece geleneksel yönü bakımından ele
al ıyorum; bundan dolayı , Kil ise iktidarı n ı n i htil alci olduğu
i l k dönem üzerinde ş i md i l i k durmayacağı m . Roma İ mpara­
torl uğunun çöküşünden sonra Kilise, kendi adına b i r şans
eseri olarak, iki geleneğ i n temsi l ci l iğ i n i yapmak zorunda
kal d ı ; Hristiya n l ı k geleneğ i ne ek olarak, Roma geleneği n i n
temsi lci l iğini de üzerirte a l d ı . Barbarların k ı l ı ç güçleri var­
d ı , buna karş ı l ı k Kilise daha yüksek bir m edeniyet ve eği­
ti m düzeyine, kişilerin dışında tutarl ı bir amaca, d i nsel

( 1 ) Eski Ahit, i l . Krallar, 8- 1 3 .


(2) Çocuk vaftizini reddeden b i P Hristiyan mezhebinde olanlar.
(3) Fransız İhtilalinde 9 Ekim 1 799 tarihi; bu tarihte yapılan darbe.
(Çev. Notu)

- 68 -
İKTİDAR

u m utlarla kör inançlardan doğan korkulara dayanma araç­


larına ve hepsinden önemlisi, bütün Batı Avrupa'yı içine
a lan biricik örgüte sahipti . Az çok oturmuş B izans ve Mos­
kova imparatorluklarıyla u ğ raşmak zorunda kalan Yunan
Kil isesi tamamiyle Devlet'in boyunduruğu altına g i rd i ; bu­
na karş ı l ı k Batıda mücadele, çeşitli durumlar göstererek
ta Reformasyon'a kadar sürdü ve bugün Almanya, Meksi­
ka ve İspanya'da hala sürmektedir.
Barbar isti lası ndan sonraki ilk altı yüz yıl boyunca Ba­
tı Ki l isesi, İngiltere, Fransa, Kuzey İtalya ve H ristiyan is­
panya'da egemen olan, duru lmamı ş , saldırgan ·cermen
kral ve baronlarıyla eşit koşullar altında i lişkiler kurama­
d ı . Bunun çeşitli sebepleri vard ı . Jüstinyen'in İtalya'daki
fetih leri bir süre için Papal ı ğ ı bir Bizans kurumu hal i ne
getirmiş ve Batıdaki etkisini çok azaltmıştı . Kil isen i n yük­
sek .makamlarına gelenler, b i r kaç kişi dışında, derebey l i k
aristokrasisi arasından seçi l iyor ve bunlar, kendi i şlerine
karışmas ından hoşlanmad ı kları uzak ve yabancı bir Papa'­
dan çok, derebey l i k aristokrasisiyle birleşme eği l i m i du­
yuyorlardı . Kil isenin daha aşağı makamlarına gelenler ise
çoğunlukla cah i l ve evl i kimseler olduklarından , Kmse uğ­
runa mücadele etmektense, arpal ıkları n ı n oğul larının eli­
ne geçmesi için yol lar aramakla uğraşmağı tercih ediyor­
lard ı . O çağlarda yolcu l u k çok zor olduğundan, Roma, yet­
ki lerin i uzak kra l l ıklar üzerinde kul lanamıyordu. Büyük bir
bölgeyi kapsayan ilk etk i l i yönetim Papa'nın yönetimi de­
ğ i l , bütün çağdaşları tarafından Papa'ya üstün sayılan
Charlemagne yönetimi olmuştur.
1 000 y ı l ı ndan sonra beklenildiği gibi dünyanın sonu­
nun gelmediği görülünce, medeniyet hızla i l erlemeğe baş­
lad ı . İspanya ve SicHya'da Magripl i lerle temas, skolastik

- 69 -
İKTİDAR

felsefeni n yüksel işini hızlandırd ı . Yüzlerce yıldan beri kor­


san l ı k yoluyla sağı solu haraca kesen Normanlar, Fransa
ve Sicilya'da çağdaş dünyanın kendi lerine öğretebildiği
bütün bilgi l eri edinip, düzensizl i k yaratan b i r güç ol maktan
ç ı karak, düzeni n ve dinin g ücü hal ine geldiler; ayrıca, fe­
tihlerini meşru kı l mak bakımından Papa'nın yetki lerini de
kend i ç ı ka rlarına uygun buldular. Ki l iseye bağl ı İngiltere
i l k defa olarak Normanlar yoluyla tamamiyle Roma'nın ege­
menliği altına g i rd i . Bu arada gerek Fransa Kral ı , gerek
İ m paratoru, vassalleri ni kontrol a�tına almakta güçlük çe­
kiyorlard ı . V l l . Greguvar'ı n (Hi ldebrand) devlet adam ­
lığı ve amansız enerjisi i şte bu koşul lar altında papal ı k
i ktidarın ı n artması ve ondan sonraki i k i yüz y ı l boyunca ek­
s i l meden sürmesi olanağı n ı yarattı . Bu dönem ruhban sı­
n ıfı i ktidarı yönünden üstün bir ö rnek meydana geti rdiği
için, üzerinde azıcık ayrıntı lara g i rerek duracağım .
Papalığın, Vl l . Greguvar' ın tahta çı kışıyla ( 1 073) baş­
lıyan büyük günleri, V. Clement'in Papa l ı ğ ı Avignon'da ku­
ruşuna ( 1 306) kadar uzan ır. Papalık bu dönemdeki zafer­
lerin i öldürücü si lah gücüyle değ i l , mesela kör inançlar
g i b i , ' ruhani' silahlar yoluyla kazandı. B ütün bu dönem bo­
yunca Papalar, Roma şehrinin, kargaşa çı karmağa eği l i m­
l i soylu lar tarafından , d ı şardan güdülen düzensiz halk yı­
ğ ın ları karşısında eli kolu bağl ı kalmışlard ı r - zira, H ris­
tiyanl ı k dünyasının geri kalan bölümü ne düşünürse dü­
şünsün, Roma, Papal ı k makamına hiç bi r zaman saygı d uy­
mamıştır. Büyük Hildebrand sürgünde ölmekle beraber, ik­
tidar sahibi oldu ve bu i ktidarı hükümdarların en büyükle­
rini bile d ize getirmekte kullandı . Canossa, ( 1 ) o anki si�

( 1) Kuzey italya'da. Reggio Emila şehri dolaylarında, şimdi yıkıntı ha·

- 70 -
İKTİDAR

yasal sonuçları bakım ından İmparator iV. Heinrich ' i n işi­


ne gelmekle beraber, daha sonraki çağlar için b i r sembol
oldu. Bismarc, Kulturkampf ( 1 ) s ı rasında, 'biz Canoss a ··
ya gitmiyeceğiz,' dedi ; ne var ki , bunu söylemekle zaman­
sız böbürlenmiş oluyordu. Afaroz edilmiş bulunan iV. He·
inrich, tasarı ların ı gerçekleştirebilmek için Papa tarafın·
dan affedilmek i htiyacındaydı , G reguvar ise, nedamet ge­
tirmiş bi rini affetmeği reddedememekle birlikte, nedamet
getireni n Kilise'yle uzlaşma isteğinin bedeli olarak, onu
utanılacak bir duruma soktu . Politikacılara bakı l ı rsa i nsan­
lar Papaya dil uzatabil i rl e rd i , n e v a r k i , anahtarların (2)
kudretini sadece küfr işlemeği göze . alanlar tartışabil iyor,
küfre ise, Papalıkla mücadelesin i n en kızgın döneminde
İmparator i l . Frederik bile yüz vermiyordu .
V l l . G reguvar'ı n papa l ı k makamında bulunduğu süre,
k i lise reformunun öneml i bir dönem i n i n doruğunu meyda·
na getirir. Greguvar'a kadar, İmpa rator kesin olarak Pa­
pa' n ı n üstündeydi ve Papa seçiminde s ı k sık, sonucu et·
kileyecek şeki lde sesini duyururdu. iV. Hein rich'in babası
1 1 1 . Heinrich , papa l ı k makamını parayla satın aldığı iddia·
s ıyla Papa VI. G reguvar 'ı azletmiş ve onun yerine b i r Al­
man 'ı , i l . C lement'i Papa yapmıştı . Ne var ki, 1 1 1 . Heinrich'in

! i nde bulunan b i r şato. 1 077 tarihinde burada konuk bulunan Papa


Vll. Greguvar, aforoz ettiği Alman Kral ve İmparatoru iV. He inrich
tarafı ndan ziyaret edilmiş ve İmparator burada nedamet getir·
miştir.
(1) Alman kültür seferberliği.
(2) Cennetin. kapısını açıp kapamağa yetkisi bulunduğuna işaret an·
lamında Papa"riı n arması na konulmuş olan çift anahtar; anahtar·
lar sözüyle, Papalık makamı anlatılmaktadır. (Çev. Notu)

- 71 -
İ KTİDAR

Ki l i se'yle b i r a l ı p veremed i ğ i yoktu ; tam tersine, Hein­


riCh, zamanının en gayretli bütün papazlarıyla birl i k halin­
de bulunan , koyu d i ndar b i r hükümdard ı . Onun destekle­
d i ğ i , Vll. G reguvar'ın da zafere ulaştırdığı reform hare­
keti esas itibariyle, Kil iseni n feodal izm etkisi nde kal ma
eği l imine karşı yöneti l mişti . B i r kural olarak feodal aris­
tokrasiden gelme olan ve kendi mevki l eri konusunda son
derece lai k görüşlere sahip bul unan Başpiskoposlarla Pis­
koposları Krallar ve soylu lar o makamlara atıyordu. İm­
paratorlukta, İ mparator'dan sonraki en yüksek kişi ler es­
kiden, topraklarım mevkil e ri sayesind e e l l erinde tutabi­
lem memurlard ı ; ne var k i , on birinci yüz y ı l ı n sonlarına
doğru bunalrın yerin i , varl ıkları kal ıtım yoluyla babadan
oğula geçen soylu lar almıştı . Ki l i sede de, öze l l i kle ma­
nastır sistemine bağlı olmıyan papazlar sınıfının alt taba-
,. , kaları arasında da buna benzer bir tehl ike vardı . Ki l i sede­
ki reformcu g rup aynı nitel iği taş ıyan , kutsal şeylerden
kar çıkarma ve 'odal ı k tutma' ( rahiplerin evlenmes i ne
'odalık tutma' d iyorlard ı ) günahlarına karşı saldırıya geç­
ti. Bu gruptan olanlar, saldırı kampanyası nd a oldu kça bü­
yük bir çaba, cesaret, bağ l ı l ı� ve dünya işlerine uygun ba­
s i ret göste rd i ler; kutsal l ı kl a rıyla s ı radan halkın desteğini,
konuşma yetenekleriyl e de daha önce kendilerine düşman
olan cemaatlerin desteğini sağladılar. M esela, 1 058 y ı l ı n­
da, M ilano'da St. Peter Damian, ruhani zümreyi, Roma'nı n
reformcu kararl arına uymağa çağ ı rd ı ; b u çağırı başlangıç­
ta öylesine b i r kızgı n l ı k uyandırdı k i , St. Peter Damian' ı n
hayatı tehl ikeye g i rdi , ama en sonunda i steğine u laştı ve
yapılan bir araştırmada, M i lano'da, Başpiskopostan en kü­
çüğüne kadar, kutsal şeylerden kat çıkarmıyan bir tek pa­
paz bul unmad ı ğ ı anlaşıldı. Bu papazların hepsi de suçla-

- 72 -
İ KTiDAR

rını itiraf edip günah çıkarttı lar, i l erisi için de bağ l ı l ı k sö­
;
' . zü verd i ler: bu koş u l l a r altında bu papazların mal ve m ü l k·
leri ellerinden al ınmadı, ama ilerde bu çeşit suçların mer­
hamet göstermeden cezaland ı rı l acağı da iyice anlaş ı l mı ş
oldu.
H i ldebrand'ı en çok düşündüren meselelerden biri
ruhani zümrenin bekarl ığıydı ; H i ldebrand bunu zorla uygu­
l atmak. için papazlar s ı nıfı dışındaki halk arası ndan paray-
1a adamlar tuttu , bu adamlar da papazlarla papazların ka·
rı larına karşı s ı k s ı k çirkin bir zulme val"'an, suç nitel i ği n­
de hareketlere g i rişti ler. Kampanya, pek tabii, tamamiyle
başarı kazanmadı -mesela İspanya'da bugüne kadar bir
başarı sağlanamamıştır- ama amaçlarından h i ç değil se
biri , yerel papazlığın kal ıtsal hale gelmesini önl iyen, pa­
paz oğul ların ı n babaların ı n makam ına geçemiyeceği kara­
rıyla gerçekleşmiş oldu.
Reform hareketin i n en büyük zaferleri nden biri Papa
seçim i usulünün 1 059 kararıyla değişmez hale geti ril işi·
dir. Bu karardan önce, İ mparator ve Roma hal k ı n ı n kötü
belirlenmiş hakları, s ı k s ı k bölünmelere ve .s eçim l erin tar·
tışmal ı olmasına yol açıyordu. Yen i karar -her ne kadar
kısa hir süre içinde ve mücadelesiz yoldan değilse de­
Papaları seçme hakkını yalnızca Kard i nal lere verd i .
On bi rinci yüz yı l ı n i kinci yarısını dolduran b u reform
'hareketi, Manastı r reislerin i , Piskoposları , Başpiskoposla­
rı soylu derebeylerden ayırmayı ve Papal arın atanmat.arın­
<la kendilerine de söz hakkı tan ınmasın ı , -zira seçimde
söz hakkı tanı nmadığı zamanlar, Papalar da makamlarını
para yoluyla elde etme eği l i m i taşıyorlardı- geniş çapta
sağlayab i l d i . Bu d u ru m , yani ruhban sınıfının derebeyler·

- 73 -

İ KTİDAR

den ayrıl ı ş ı , halkı hoşnut etti ve K i l iseye olan saygıları n ı rn


artmasına sebep oldu. Reform hareketi zorlayıcı yoldan ,
papazların bekar kalmalarını sağlamakla, onları kendi çev-·
releri dışı ndaki dünyadan da daha kesin bir şekilde ayır­
mış ve hiç şüphesiz, i ktidar dürtülerin i artırm ı ş oldu,
zira bir çok örneklerde görüleceği üzere, aşırı sofuluk, dün­
yadan el etek çekme, insanlarda i ktidar dürtüsünü arttı­
rır. Yine bu reform hareketi , önde gelen k i lise adaml arın­
da, geleneksel bozukluktan kar ç ı karanlar dışında herke­
s i n inandığı bir davaya bağlanma aşkı uyand ı rd ı , bu da­
vayı yürütme aracı olarak da Papal ık i ktidarın ı büyük çap­
ta arttırdı .
Propagandaya dayanan i ktidar genell ikle, bu örnekte
oJduğu g,ib i , başlangıçta büyük bir cesaret ve fedakarl ı k
ister, ama b u n iteli kler sayesinde saygı b i r kere kazanıl­
d ı ktan so n ra , bu nitelikler bir kenara atı lab i l i r ve dünya
işlerinde i leri g itmek için doğrudan doğruya bu sayg ı bir
. r: araç olarak kullanılab i l i r. Sonra, zamanla bu saygı aza l ı r
v e sayg ı n ı n kazandırdğı üstünlükler de elden g ider. Bunun
süreci bazen bir kaç y ı l , bazen de binlerce yıl a l ı r, ama s ü­
reç ve sonuç esasta hep aynıdır.
V l l . G reguvar hiç de barışsever deği l d i . Onun vaız ko­
nusu olarak Kitabı M ukaddes'te en sevd iği parça şuydu :
' Kı l ıcını kandan esirgeyene lanet olsun.' Ne var ki , o bu­
nu, cismani şeylere fazla değer veren insanlardan vaız ke­
lamını esirgemenin günah olduğu şeklinde açıkl ıyordu ki ,
bu da onun, propagandanın gücü konusundaki görüşlerin­
de ne derece hak l ı olduğunu ortaya koyar.
Papal ı k koltuğuna oturmuş ( 1 1 54 - 1 1 59} biricik İ n­
g i l iz olan N icholas Breakspear, Papan ın teoloj i k iktidarımı

- 74 -
İKTİDAR

;az çok d eğişik biçimde ortaya koyar. Abelard'ın ( 1 ) çö­


m ezlerinden Breschia'lı Arnold, 'to'p rak sahibi vaizleri n ,
tımar sahibi piskoposların, m ü l k sahibi keşişlerin dinsel
'kurtul uşa u l aşamıyacakları' doktrin i ni vaazediyord u . Bu
·doktrin h i ç şüphesiz ortodoks bir doktrin deği l d i . St. Ber­
nard ( 2 ) onun hakkında şöy l e d iyord u : 'O ne yer, ne içer;

<( 1 )
Peter Abelard ( 1 079'da Paleet'de doğdu; 1 142'de Chalons · su r ·
Saone'da öldü,) Fransız filozofu ve teologudur. Heloise'a olan
sevgisini ve bu sevginin felaketli sonuçların ı « Historia calamita­
tum • adlı eserinde tasvir etmiştir. Kendisine sınırsız bir hayran­
lıkla bağlı olan çömezleri her yerde onun ardı sıra gitmişlerdir.
Kendi gücüne sonsuz güveni bulunan Abelard, kendilerinden ders
aldığı ünlü hocaların hepsini eleştirmiştir. Trinity'de verdiği vaız·
tar, Soissons konsili ( 1 1 2 1 ) tarafından reddedilmiş ve Abelard,
St. Gi ldas manastırı reisi olarak mutsuz bir dönem geçirdikten
sonra Par!s'e dönmüştür. Soissons konsilinin kararım Papa da
onayladıktan sonra, Abelard, bütün umutları kırılmış olarak. ha·
yatının son günlerini Cluny'de geçirmiştir.
Dlalectica, Sic et Nan, De unitate et trinitate divina ve
theologia christia.na adlı eserleri orta çağ mantığı üzerinedir.
Historia Calamitatum adlı eseriyle Heloise'a Mektuplar'ında üs­
tün bir Latince üslup örneği ortaya koymuştur.
i(2) St. Bernard (Clairvaux'lu Bernard) ( 1 090'da Fontaines les - Di­

jon'da doğdu; 20. V l l l . 1 1 53'de Clairvaux'da öldü) , 1 1 1 2 yılında,


Citeaaux'da Cistercian tarikatına giren St. Bernard bu tarikata '
onur kazandırmıştır. 1 1 1 5 yıl ında Harding tarafından, Clairvaux
manastırı nı kurmağa gönderilmiş ve ölümüne kadar bu manastı·
rın reisliğini yapmıştır. Bir aziz olarak erdemleri bütün batı Hris­
tiyanlık dünyasınca tanınmış ve onun kuşağından hiç kimse, ki­
lise ve devlet siyaseti üzerinde St. Bernard kadar etkili olama­
mıştır. St. Bernard, papa aleyhtarı Anacletus'un yenilmesinde
rol oynadığı gibi, vaızlariyle il. Haçlı seferini başlatmış, Abelard'a,
Gilbert de la Porree'ye ve Brescia'lı Arnold'e saldırmıştır. Öğ­
rencilerinden biri 1 1 1 . Eugenius ünvanıyla papa olunca, ona, • De
' �onsideratlone• adlı ünlü risalesinde öğütler vermiştir. Edebi ça-

- 75 -
···�

İ KTİDAR

Şeytan g i b i , o da sadece ruhları n kanına susamıştır.' Bu­


nunla birl i kte St. Bernard onun örnek a l ın acak b i r d indar
olduğunu kabu l etmişti r - Arnold'un bu d indarl ığı ise onu.
Papa ve Kardi nallerle çatışma halinde bulunan ve 1 1 43 yı­
l ı nda Papayı da Kardinal l eri de sürgün etmeği başaran Ro­
mal ılar için yararl ı b i r müttefik haline geti rmişti r. Arnold ,
kendi doktri ni nde törel b i r müeyyide arıyan Roma Cumhu­
riyetinin canlandırılmasını destekledi . N e var ki , iV . Adri­
an ( Nicholas B reakspear) Kardinallerden b irin i n ö l dürül­
mesini ves i l e sayarak, Kutsal Haftada ( 1 ) Roma'l ı l arın ta­
p ı nma ve törenlerin.i yasaklad ı . Paskalya yortusundan ön­
ceki Cuma günü yaklaşı rken Senato'yu dinsel bir korku
aldı , bu da bütün Senato'nun Papa'ya miskince boyun eğ­
mesi sonucunu doğurdu. İ mparator Frederi k Barbarosa'n ın
da yardı m ıyla Arnold yakalandı ve asıldı; cesedi yak ı ld ı ,
kül leri Tiber ı rmağına serpi ldi. Böylel i kl e , papazların zen­
g i n olmak hakkına sahi p bulundukları i spatlanmış oldu. Pa­
pa, İmparator'u, St. Peter k i l isesinde taç giydirerek mü­
kafatlandırd ı . İ mparator'un askerl eri yararl ı ol muştu, ama
Kilisenin gerek i ktidarın ı , gerek servetin i lfük destekten
çok kendisi ne. borçlu bulunduğu Kato l i k İti kadı kadar deği l ..
Brescia'lı Arnold'ün doktrin leri Papa'yla İ mparatoru
uzlaştıracak nite l i kteydi ; zira gerek Papa, gerek İ mpara­
tor, düzeni n kuru l ması için i kisinin birden gerekli o l duğu­
na i nanıyorlard ı . Ne var k i , Arnold tasfiye edi l i r edi l mez,
kaçını lmaz çatışma yeniden alevlend i . Bunu izleyen uzun
savaş içinde Papa yeni bir müttefik kazandı ; bu müttefik,.

lışmaları çok olan Bernard'ın en ünlü eserleri , • De diligendroı


Deo, De fradibus humilitatis• ve aApologia ad Guillelmum•dur.
(1 ) Paskalyadan önceki hafta. (Çev. Notu)

- 76 -
İKTİ DAR

Lombard İttifakı idi. Lombardiye şeh irleri , özel l i k l e de Mi�


lano, zengin ticaret şeh i rl eriydi ve bu şehirler o sıralar­
da ekono m i k gelişmenin ön safında bulunuyorlard ı ; bu ol­
gu, İ n g i l izler için, ' Lombard Caddes i ' adında ebed i l eşmiş­
tir. İmparator, burjuva kapitalizminin daha o zamandan
düşmanl ı k beslemeğe başladığı feodal izmden yanaydı . Ki·
l iseni n 'faizci l i ğ i ' yasaklamış o lmasına rağmen, Papa'nm
kendisi borç para aldığı ve Kuzey İtalya şehirlerindeki ban·
kerlerden çok yararlandığı i ç i n , faizci l i k konusunda dinsel
müeyyideler hafifleti l mek zorunda kal ı nd ı . Barbarossa i l e,
Papa l ı k a rasındaki y i rm i yıl süren çatışma, başlıca, İ mpa­
ratorun b i r türlü tam yenilgiye uğratamad ığı Lombard şe"
h i rleri sayesinde, berabere sonuçlandı.
Papa l ı k'la İmparator i l . Frederik a rası ndaki uzun süre·
l i çekişmenin en sonunda Papa'nın zaferiyle bitmes i n i n.
bel li baş l ı i ki nedeni vard ı : bu nedenlerden biri nci s i , Ku·
zey İtalya ticaret şehirleri n i n ve bu arada Tuskana kadar
Lombardiya 'nın da feodal sisteme karşı oluşları ; i ki ncisr
de, Fransiskanların uyand ı rdığı koyu dindarca duygulard ı .
St. Francis, havari lere yaraşı r b i r yoksu lluk ve evrensel
sevgi vaazediyordu; ne var k i , St. Francis'in ölümünün
üzerinden bir kaç yıl geçer geçmez, vaktiyle onun a rd ı sı­
ra gidenler, Krlisenin mülk ve servetini savunmak ıçın,
çetin bir savaş sırasında halkın mal ve mülküne el koyan
askeri görevli l er gibi davranmağa başlad ılar. İmparatorun·
yen i lgisinin başl ı ca sebebi , onun, davası n ı d i nsel ve töre•
sel b i r k ı l ığa sokamam ı ş oluşuydu.
Aynı zamanda, bu mücadele s ı rasında Papaların baş­
vurduğu tedbirler, pek çok kimsenin törel gerekçelerle
Papalığa eleştirici gözle bakmasına yol açtı . Frederik'inı

- 77 -
İ KTİDAR

:ölüm döşeğindeyken kendisiyle atıştığı Papa iV. İnnosan


hakkı nda Cambridge Orta Çağ Tarihi (Cilt: VI , S. 1 76 )
·:ş öyle yazıyor:
' iV. İnnosan, kendinden öncekilerden çok daha lai k
'b i r Papa l ı k anlayışına sahi pti . Zayıf tarafları n ı n pol iti k ye­
tersizl iğinden i l eri geldiğ i n i düşünür ve bunlara politik ça­
reler arardı . Ruhani yetk i l erini devaml ı surette para top­
famak amacıyla kullanır, parayla dost satınal ır, düşman­
larna zarar verir ve vicdansızl ığıyla Papalığa karşı her yer­
rde saygısızl ı k , düşmanl ı k uyandırırd ı . K i l ise parasını da­
ğıtış şekl i rezaletti . Ruhani görevleri ni ve yerel hakl arın ı
:hor görerek, Kilise bağşı ları n ı Papa l ı k varidatı v e s iyasal
'Ödül aracı olarak kullanırd ı : Papadan tımar a l abilmek için
· dört adayın arka arkaya beklediği olurdu. Yersiz atamalar
"böyle bir sistemin doğal sonuçlarındandı ; savaş hal ind e
·ve diplomasi yönünden seçilen papa l ı k elçil eri de çoğun­
'lukla gerektiğ i kadar laik bir karakter taşımazd ı . . . Papa
İnnosan'ın, kendi yol açtığı ruhani etki ve itibar kayb ından
'kendisinin haberi yoktu . N i yetleri iyi o l makla beraber, i l ­
'keleri iyi değ i l d i . Cesaret, yenil mez bir azi m , zeka sahibi
olan Papa, şansının yüzüne güldüğü anlarda da, felaket
·anları nda da soğukkanl ı l ığını kaybetmez, dindarlı ktan uzak
bir kurnazl ıkla, sabırla amacına ulaşmağa çal ışırd ı ; bu da
'Ki lisenin değeri n i düşürü rdü. Papa n ı n olaylar üzerindeki
etkisi muazzamdı . İmparatorluğu göçertti ; Papal ığın zayıf­
·ıamasına yol açtı ; italya'nın a l ı n yazısına biçim verd i . '
iV. İnnosan 'ın ölümü papa l ı k siyasetine b,ir değ i ş i k l i k
-getirmedi. Onun ard ı l ı ( halefi ) i V . Urban , Frederik'in oğlu
'Manfred'e karşı açtığı mücadeleyi tam bir başarıyla yürüt­
tü ve törel konulardaki yetkisini i l g i çekici b i r şekilde kul-

- 78 -
İKTİDAR

!anarak, italya'da hala yükseliş yolunda olan kapitalizm Ki:.. .


l i seyi nerede az destekl i yorsa orada, bu desteği tam ola'­
rak sağlanmasını bildi ; bu p ropaganda i ktidarın ı n ekono­
m i k i ktidara dönüşmesinin klasik bir örneğini meydana ge­
tirir. Bankerlerin çoğu, papa l ı k iradını toplamak kendil eri­
ne büyük karlar sağladığ ından Papa'dan yanaydı lar, ama'
bazı şehi rl erde; mesela Siena'da Ghibel l i ne'lerin ( 1 ) güç­
IG oluşu yüzünden bankerler başlangıçta Manfred tarafını
tuttular. Bunun üzeri ne, bankerlerin Manfred 'i tuttuğu yer­
l erde Papa, Bankalara borçlu olanlara, borçlarını ödeme­
melerini, bu bankalara borç ödememen i n bir Hristiyanl ı k
borcu olduğunu b i l d i rdi ve tabi i , borçlular bunu hemence­
cik yetki l i b i r karar olarak kabul ediverdil er. Bunun b i r so­
nucu olarak Siena'nın İng i l izlerle olan alış verişi durd u . Bü­
tün İtalya 'da, mahvolmaktan kurtu labilen bank:erf'erin tü-­
m ü , Papanı n bu manevrasıyla Guelph olm ağa zorlandı .
N e var ki, b u gibi yol lara başvurulması Papa'ya ban-­
kerlerin desteğ ini kazand ı rmakla beraber , Papa'nın i l ahi
yetki iddiasına duyulan saygıyı azaltm ış oluyordu .
Batı İ mparatorluğunun çöküşünden on altıncı yüzyıl m
sonuna kadarki dönemin tümüne, i k i gelenek a rasındaki

(1) Ghibelline, İtalya'da orta çağda, Papalar - İmparatorlar arası mü�


cadele tarihi içinde önemli yer tutan, bir grubun adıdır. Özel­
l ikle Frederik Barbarossa'nın İmparatorluk tacını giymesiyle alev­
lenen Papa - İmparator mücadelesinde Kutsal Roma İmparatorlu­
ğu'ndan yana "olanlara ' Guelph'ler deniyordu; bunlar ulusal i s­
tiklal istiyorlardı ve Papa'ya karşıydılar. Ghibelline'ler ise im­
paratora karşı, Papa'dan yana olan grupun adıydı. İtalya orta çağ,
tarihinin 1 1 55'den 1 348'e kadarki dönemi, Kuzey İtalya şehirlerin­
de ve özellikle Floransa ile Siena'da bu iki grup arasındaki mÜ>!­
cadelelerle doludur. (Çev. Notu)

- 79 -
İKTiDAR

mücadeleler tarih i gözüyle bakılabilir: bu geleneklerden


biri , Kil isenin temsi l ettiğ i imparatorlu k Roma'sı gelene­
.ği , öteki de Devlet'in temsil ettiği Töton aristokrasi s i ge­
leneğidir. Kutsal Roma İmparatorları, imparatorluk Roması
geleneğini Kutsal Roma imparatorluğuna katmağa çal ı ş­
m ışlar, ama bunu başaramam ışlardır. i l . Frederik d ı şında
bütün İmpa ratorlar, Roma geleneğini anlayamıyacak ka­
·dar cahil o l uş ları bir yana, bunların yakın i l işki kurdukları
feodal izmin bütün siyasal kuru m ları da Cermen ası l lıyd ı .
Ji .
\Eğitilmiş kişilerin - İ mparatorlara hizmet edenler d e da­
h i l olmak üzere - d i ll eri uzun bir süre içinde, yavaş ya­
vaş, antik d i l lerden türeti l mişti ; hukuk, Roma hukukuyd u ;
felsefe, Yunan felsefesiydi , buna karşıl ı k a s ı l itibariyle
Tötonik olan görenekler, terbiyeli konuşmalarda ağıza al ı n­
•m ayacak n ite l i kteydi . Bugünkü her hangi klas i k bir a l i m i n
·m odern endüstriyi Latince tarif etmekte karşılaşacağı güç­
l üğe benzer b i r güçlük ortaya ç ı kmıştı o dönemde. Batı Av­
"rupa medeniyetinde Tötonik öğeler edebi ve entellektüel
alanda yeterli bir ifadeye ancak Reformasyonla b i rl i kte,
tatinc'e yerine modern d i l lerin kabul edilişi ü.z erine kavu­
·şabildi.
Hohenstaufenler'in çöküşünden sonra Ki l ise, yirmi
·otuz yıl kadar bir süre için , İtalya'n ı n Batı dünyası üzerin­
deki egemenl iğini yeniden kurmuş gibi gözüktü . Para öl­
-çüleri üzerinden bir yarg ıda bulunulacak olursa, bu ege­
·menl i k en aşağı Antonines zamanı ndaki kadar sağlamdı
- İngi ltere ve Almanya'dan Roma'ya Ki l i se varidatı olarak
;akan para , eski Roma tümenleri n i n zorla topladıkları para-
1 arın tutarını çok aşıyordu. Ne var ki, bu sefer akan para
silah zoruyla deği l , Papal ığa duyulan saygı sömürülmek
:suretiyle sızdırılıyordu .

- 80 -
İ KTİDAR

Bununla birlikte, Papalar Avignon'a taş ı n ı nca, bundanı.


önceki üç yüz yı l boyunca sağlamış olduHarı sayg ıyı kay.;_
betmeğe başlad ı lar. Bunun nedeni sadece onların tama­
miyle Fransa Kra l ı n ı n egemenliği a ltına g i rişlerinde de-­
ğ i ldir; saygıyı kaybedişleri n i n daha da önemli bir başka
nedeni , Papaların, b i r çok gaddarca işlerde, bu gaddarlığ••
yapan kra l lardan yana çıkmış olmalarıdı r. Papaların Kra l l a
b i rl i k oldukları bu gaddarca hareketlerden b i r i de Temp­
lar ( 1 ) tarikatı n ı n sindirilişidir. Kral iV. Flip mali güçlük­
l e r i çersinde k ıvrandığından gözünü b u tari katı n mülküne·
d i km işti . Hiç bir gerekçeye dayanmaksızın, tari kat üyele­
rinin d insel i nançlara karşı gelmekle suçland ı r ı l masına ka­
rar a l ındı . Papa'nın da yard ı mıyla, bu tarikat üyelerinden
Fransa'da bulunanlar yakalandı lar, işkenc eye konularak
ağızlarından, Şeytana taptıklarına dair itirafla r al ındı, yine
işkenceyle haça tükürmek zorunda b ı rakı ldı lar v.b. Ondan
sonra da yığı n yığın ateşte yakı ldı lar. Bu arada Kra l , Pa­
pa'ya da köşesi nden bucağı ndan b i r şeyler ayırmağı unut­
mayarak, bu tarikatin bütün mülküne el koydu. Bu gibi iş­
l e r Papalı kta törel bozuluşun başlangıcın ı meydana getir­
di.
Büyük Bölünüş, (2 ) iddia sahipleri n i n hangisinin meş­
ru olduğunun bi l i nemeyişi ve her iddia sahibinin ötekin i'
afaroz edişi, lanetleyişi yüzünden, Papa'ya saygı duyulma-

(1) 1 1 8 yıl ında Kudsüşerif'de kurulan, Hazreti isa'nın kabri ile zi­
yaretçilerini korumaya memur tarikat, ya da bu tarikatin üyesi.
(2) Büyük Bölünüş (Batı Bölünüşü): Batı Hristiyanlığında, Papalık
makamına seçiliş usulleri yüzünden doğan ve 1 378'den 141 7'ye·
kadar süren bölünüş. (Çev. Notu)
1

l
- 81 -
İ ktidar - F./6>
İ KTİDAR

::s ı nı aaha da güçleşti rdi . Büyük Bölünüşün kapsadığı süre­


ınin baş ı ndan sonuna kadar, her i ki rakip d e , d i n ve töre
}'Önünden h i ç d e · iyi örnek sayıl mayacak biçimde i ktidar
'tasarrufunda bulundul ar ve i ş i , en koyu yeminleri ni boz­
mağa bile vard ı rd ı l ar . Çeşitli ü l kelerde Devlet ve yerel Ki­
"lise 'birlik hal i nde, her i ki Papaya d a itaatten kaçındı lar.
'En sonunda bu meseleye ancak bir genel kons i l in çözüm
·yolu bulabi leceği iyice anlaş ı l d ı . Yanl ı ş b i r yol tutan Pisa
'Kons i l i , mevcut iki Papanın tutumların ı küfr i l an etmekle
'b i rl i kte bunları gerektiği biçimde saf dışı b ı rakamadan ,
bir üçüncü Papa yaratmş oldu. N ihayet, Constance Kon­
·si l i , her üç Papayı da saf d ı ş ı b ı rakarak , birliği sağlayab i l­
ıdi . Ne var k i , bu mücadele Papa l ı k makamına duyulan ge-
1eneksel saygıyı ortadan kald ı rmıştı . Bu mücadele ve ka­
'rışıkl ı k dönemi yüzünden Wycliff, ( 1 ) Papa l ı k için şunları
"Söyleyebi l mek hakkını bul muştur kendisinde:
' Böyl e bir iblisten kurtul mak Ki l i se'ye zara r vermez,
tam tersine faydalı olur; bu ibl isin ortadan kaldırıl ması
'işinde, Tanrı yolundaki bu d avada Ki l ise istekle çal ışır.'
On beşinci yüzyı l Papa l ı ğ ı , İtalya'ya uymakla beraber,
·çok açık ahlaksızl ığı yan ı s ı ra , dünya işleriyle fazla i lgi­
�enişi ve aşırı laikliği dolayısıyle Kuzey ü lkelerin koyu d i n-

t(l) John Wycliff (1320'de Vork'da, Richmond yakınlarında doğdu;


1 384'de öldü) , İngiliz siyasal filozofu ve kilise reformatörü. Ki­
liseye yapılan bağışları şiddetle yermiş, papazların insanla Tanrı
arasındaki aracılığına ve 'Hazreti İsa'nın kan ve etine dönüşme'
(transsubstantiatlon) doktrinine saldırmış, incll 'in kelime kelime
İngilizceye çevrilmesi gerektiği tezini savunmuş ve kendi doktrin-
' lerini halk arasında 'yoksul vaizler' yoluyla yaymıştır. Wycliff,
İ ngiliz nonkonformlzmlnin başlangıcında önemli bir dönüm nok­
tasını meydana getirir. (Çev. Notu)

- 82 -
İKTİDAR

darl ığına cevap verebilmekten uzaktı . En sonunda, Töto­


n i k ü l kelerdeki törel ayaklanma, ekonomik etkenlerin ko-·
! aylıkla at oynatabi l mesi olanağı n ı sağlayacak bir güce
u laştl: Roma'ya haraç verilmesi gene l l ikle reddedildi ..
pren s l erle soylular Kilise emlakine el koydular. N e var k i ,
eğer Protestantizmin doktrin yönünden isyanı olmasa bu­
durum doğmaz, Büyük Bölünüş ve Rönesans Papalığınm
rezaletleri o l masa Protestantizm gerçekleşemezdi . Kilise'­
n i n d i nsel ( m anevi) gücü i çerden zayıflamam ı ş olsa , Ki­
l iseye saldıranlar tinsel gücü kendi saflarına çekemez ve·
1 1 . Frederik gibi yeni lgiye uğrarlard ı .

B u vesileyle, Machiavel l i n i n , Hükümdar adlı eseri n i nı


XI. bölümünde ruhani hükümdarlıklar konusunda söyledik­
lerine bir göz atmak i lgi çekici olacaktır:
' Bana şimdi sadece, ruhani hükümdarlıklardan söz et-·
mek düşüyor. Bütün güçlükler bu hükümdarl ıkların elde­
edi l işine kadard ı r, zi ra bunlar ya kişisel yetenekler ya da
tal i h sayesinde elde edi l i r ve kişisel yetenek de tal i h de·
olmaksız ı n elde tutulabi l i r; çünkü ruhani hükümdarlı kları
ayakta tutan, çok eskiden kalma din dijzeni öylesine kud­
retlidir, öyle bir karaktere sahipti r ki , ruhani hükümdarlar
nasıl davranırlarsa davransınlar, nas ı l yaşarlarsa yaşası n­
lar, hükümdarı'ı klarını ellerinde tutab i l irler. Devletleri olup
da bu devleti savunmayan, uyrukları olup da onları yönet­
miyen , yalnız bu hükümdarlardır; devletleri savunmasız·
olduğu halde , hükümdar l ı klan, bu hükümdarların el inden·
a l ı nmaz, uyrukları ise yönetilmedikleri halde, yönetilme:
yişlerini umursamazlar ve hükümdarlarından vazgeçmeyi
ne isterler ne de vazgeçebi lme yeteneğine sahiptirler. ·
Sadece bu gibi hükümdarl ıkla r, g üvenl i k ve mutluluk için-

- 83 -
İ KTİDAR

dedir. Ne var k i , insan aklı n ı n ermiyeceğ i güçler tarafın­


dan aya'kta tutulan bu hükümdarlıklar üzerine daha faz l a
b i r ş e y söylemiyeceği m , z i ra Tanrı tar�fından yüceltil ip ,
idame ettirilen bu hükümdarl ıkları tartışmak küstahl ı k , cü­
trefkarlı'k o l ur.'
Bunlar, X. Leo'nun papalığı sırasında yazılm ıştı ; Re­
formasyon da X. Leo'nun papalı ğ ı s ı rasında başlamışt ı .
Dindar Almanlar, V I . Aleksandr'ı'n amansızca akraba · kayır­
masmrn ve Papa X. Leo'nun para yönünden açgözlülüğü
'Tanrı tarafı ndan yüceltil i p idame ettirildiği'ne yavaş yavaş
;inanmaz oldular. Papa l ı k i ktidarı n ı tartışmaktan Machiavel­
H kaçındığı halde, ' küstah ve cüretkar' Lüther, bu tartış­
maya gi rişmekte çok hevesl iyd i . Kil ise karşısındaki m u­
halefet törel ve d i nsel destek kazanır kazanmaz da, kişi­
sel çıkarlar, muhalefetin büyük bir hızla yayıl masına sebep
'Oldu. Kilise'n i n i ktidarı anahtarların kudretine dayandı ğ ı n­
dan, muhalefet de normal olarak yen i b i r Aklama (Tebri- ·
ye =Justiflcation) doktriniyle i l işki kurd u . Lüther'i n teo­
'lojisi, Kil ise dışındaki hükümdarların afaroz edi l mek ya d a
'kendi uyrukları tarafından -törel yönden- lanetlenmek­
ten korkmaksızın Ki l iseyi yerin dibine batırmaları na i mkan
verd i .
Ekonomik etkenler h e r ne kadar Reformasyonun yayı­
'lışında çok yard ı mcı oldularsa da, bu etkenlerin -yüzyı l­
'lardan beri işler halde bulundukları gözönüne al ınınca­
Reformasyon u n gerçekleşmesine bi r başları na yetm ed i ğ i
;açıktır. Pek çok imparator v e bu arada başka hükümdar­
lar, mesela lnglltere'de Kral i l . Henry i l e Kral John da Pa­
:pa'ya karşı kaymağa çalı ştılar. Ne var k i , onların bu dav­
•ranışları günah sayıldı ve bu yüzden d i renişl eri boşa gitti .

- 84 -
İKTiDAR

Ancak Papal ık, uzun bir süre içinde, geleneksel güçlerini


törel bir ayaklanma doğuracak kad a r kötüye kullandıktan
sonradır ki, başarı l ı bir karşı koyma olanağı doğdu.
Propaganda yoluyla i ktidar sahibi nas ı l olunacağını
anlamak i steyenler için, papal ı k i ktidarının yüksel iş ve
<!üşüşü i ncelenmeğe değer bir konudur. İ nsanların kör
J nanç sahibi olduklarını ve anahtarların kudretine inand ı k­
larını söylemekle iş b itmiyor. Bütün Orta Çağ boyunca g e­
çerl i d i nsel i nançlara karşı fikirler ortaya atı lmıştır; eğer
Papalar genellikle saygıya l ayık kişiler olmasayd ı , tıpkı
Protestantizm gibi , bu fik i rl e r de yay ı l ı rd ı . Yine Orta Çağ­
da, laik hükümdarlar, geçerli dinsel i nançlara karşı gel­
meksizin, Kil ise'yi Devlet'in emri altına sokmağa çalıştı­
lar; bu girişimler Doğu'da başarı kazanmakla beraber, Ba­
tı 'da başarısızl ığa u ğ radı . Bunun çeşitl i nedenleri vard ı .
B i rincisi : Papal ı k kal ıtsal olmad ı ğından, laik kra l l ıklar
-gibi uzun b i r emekleme dönemi geç i rmiyor, bu dönemi n
dertleri nden uzak bulunuyordu . B i r adam d fndar, bilgili ve
yönetic i l i k yeteneğine sahip olmadıkça Ki l ise'de kol ay ko­
l ay sivri lmezd i ; bundan dolayı Papaları n çoğu , b i r · ya d a
b i r kaç bakı mdan ortanın çok üstüne yükselmiş kişilerd i .
tal k hükümdarların da yetenekl i kişiler olarak kendi lerin i
·göstermeleri mümkündü, ne var k i , çoğunlukla bunun ter­
si oluyord u ; ayrıca, laik hükümdarlar, ruhani hükümdarla·
rın aksine, kendi i htiraslarını kontrol altına alab i l melerin i
sağlayacak btçimde de eğiti l memişlerd i . Boşanma istek­
leri yüzünden kralların s ı k s ı k başl arı derde g iriyor, bo­
-şanma da, ancak Ki l i se'n i n çözüm bulabi leceği birı mesele
<>lduğundan, Papalar karşısında kralları güçsüz duruma dü­
:şürüyordu. Krallar bazen boşanma meselesin i çözmek için ; �'
.:

- 85 -

. _;,
:h:
,
İKTİDAR

Kr9l V l l l . Hen ry'nin .usulüne (1 ) başvuruyorl� rd ı , ama buı


da uyrukların ı dehşete düşürüyor, bu yüzden vassalleri
bağlı l ı k andlarından kurtul m u ş oluyor ve en sonunda kral­
lar, ya boyun eğmek zorunda kal ıyor ya da tahtların ı kay­
bediyorla rd ı .
Papalığın b i r başka büyük gücü d e , sürekl il iğinin ki­
ş i lere bağl ı olmayışıyd ı . i l . Frederik'in papal ıkla m ücadele­
sinde, bir Papa'n ı n ölümünün hemen hemen hiç bir deği­
ş i kl i k yaratmayış ı , hayret edi l ecek bir olgudur. Papalığın
bel l i bir doktri ni ve devlet yönetimi geleneği vard ı , kral­
l ar ise bunların karş ı sına koyabi lecekleri her hangi sağ­
lam b i r doktrin ya da yöneticil i k geleneğinden yoksundu­
lar. Lai k hükumetler ancak m i l l iyetçi l i ğ i n gü Ç lenişiyle bir­
l lıkte papal ığnıkine denk b i r amaç sürek l i l iği ya da daya-
. n ı k l ı l ı ğ ı kazanabildiler .
On birinci, on i kinci v e on üçüncü yüzyı l larda krallar.
bir kur,al olarak cahi l , buna karş ı l ı k Papalar hem okumuş,
hem de bilgi l i kimselerd i . Ayrca , devamlı surette anarşi
tehl i kesi içinde bulunan ve yeni ekonom i k güçlere karşı
düşmanca tutum alan yönetimi zor feodal sistem , kral l a­
ra ayak bağ ı oluyordu. Bütünüyle ele alındığı zaman , o
yüz y ı llarda Ki l i se, Devlet'i n tems i l ettiğinden çok daha
yüksek bir medeniyeti temsi l ediyord u .
Ne v a r k i , on üçüncü yüz y ı l a kadar Kilise'ni n en bü­
yük gücü , tel kin ettiği törel saygıdan i leri gel iyord u . Ki­
l ise, törel hükümdarl ı k tahtın ı , eski zamanlarda uygulan a n

(1) Katalosizmde boşanma yasak olduğundan, Kral V l l l . Henry karı­


ları.ndan kurtulmak için, bir bahaneyle onları cellada teslim edi­
yordu . (Çev. Notu)

- 86 -
:
1
I
İKTiDAR .

<!insel cezaların sağladığı ve ta o zamanlardan kalan ibret


.dersi üzerine kurmuştu. Kilise'ni n zaferleri, daha önce de
�gördüğümüz gibi, papazların bekar kalmaları nın zor kul l a­
n ılarak sağlanmasıyla i l i şkiliydi ve orta çağ kafası için be­
.karl ığın etki leyici n itel i ğ i çok büyüktü. Aralarında sayıla­
rı az olmıyan Papaların da bulunduğu pek çok k i l ise ada­
.mı . prensip meselelerinde tesl i m olmaktan sa, büyük s ı kın­
tı lara göğüs germişlerd i . Para h ı rsının, ahlak bozukluğu­
.nun, kişisel ç ı kar kol lamanı n gemi azıya aldığı bir dünya­
da pek çok Kilise i leri gelenin i n , kişisel ç ı karların ı i lgi­
lendi rmeyen davalar için yaşadıkların ı ve kişisel servetle­
rini bu uğurda seve seve harcadıkları n ı sıradan insanlar
:açıkça görüyorlard ı . Daha sonraki yüzyı l larda, kutsa l l ı kları
etki l eyici olan kişiler -Hi ldebrand, St. Bernard , St. Fran­
·cis- kamuoyunun gözlerini kamaştırarak, başkalarının kö-
tü davranışları yüzünden törel 'itibarı n ı kaybedebi lecek
·o ıan Kil ise'yi bu tehl i keden kurtardı l ar.
Ne var k i , ü l kücü amaçlara sahip olan, bu yüzden de
i ktidar aşkın ı mazur gösteren örgütler için, üstün erdem­
'ler dolayısıyle kazanılan ün tehl ikel i d i r ve sonunda, mut­
laka, sadece vicdansızca insafsızlık konusunda üstünlüğe
yol açar. Kil ise, bu dünyayla ilgili şeyleri aşağ ı l ı k sayarak
bunu telkin etti ve böylel ikle hükümdarlar üzerinde üstün­
l ü k k u rdu. Keşişler hep yoksul kalacaklarına and içtiler;
:bu and dünyayı öylesine etki ledi ki , bu sayede Kilise'nin
zaten muazzam olan serveti bir kat daha arttı . St. ·Frıan­
·cis, kardeşin kardeşi sevmesi gerektiğini vaazederek,
uzun zamandan beri sürmekte olan rezilce b i r savaşın za­
ferle tamamlanması için gerekli olan heyecanı yarattı . So­
nunda, Rönesans Kil ises i , servet ve i ktidarını borçlu bu-
gunduğu bütün törel amaçlarını kaybetti ve bu amaçları n

- 87 -
İ KTİDAR

yeniden yaratılması için Reformasyon'un Ki l iseyi sarsma­


s ı gerekti .
· Üstün erdem, bir örgüte müstebit i ktidar kazandır­
mak için araç olarak kullanıldığı zaman, bütün bu kaçı­
n ı l ması i m kansız sonuçlarla karşı laşı l ır.
Geleneksel i ktidarın çöküşü, istilalar d ışında, her za­
man için, bu i ktidarın , M achiave l l i g i bi düşünen _:_yani ,
b u i ktidarın i nsan kafası n daki itibarın ı n en ağır, e n kaba
suçlar tarafı ndan bi l e sarsılamıyacak kadar sağlam oldu­
ğuna i nanan- kişiler tarafın dan kötüye kullanı lışının b i r
sonucudu r.
Yuna n l ı ların Delf tapınağı kahinelerine, Orta Çağ ı n
da Papalara gösterdiği saygı bugün Ameri ka Birleş i k Dev­
l etleri 'nde aynen Yüce Mahkeme'ye gösteril mektedir.
Amerikan Anayasasının işleyişini incelemiş olanlar, Yüce
Mahkemenin, plütokrasiyi korumakla görevli güçleri n b i r
bölümünden ibaret olduğunu b i l i rler. Ne var ki, bunun böy­
l e olduğunu bilenlerin bir kısmı plütokrasiden yana olduk­
1
l:
ları için Yüce Mahkeme'ye duyulan geleneksel saygıyı za­
yıflatmağı hedef tutan hiç b i r harekette bulunmazlar: öte
yandan, bu saygıyı zayıflatmağa çal ışanl ara da yıkıcı ya
da Bolşev i k damgası vurularak, s ı radan vatandaşların gö­
zünde bunların itibarı yoked i l i r. B i r Luther ortaya çıkıp da
Amerikan Anayasası'nın resmi yorumcul a rı n ı n yetki lerine
başarıyla sald ı rı ncaya kadar , bu apaç ı k partizanl ı k daha
uzun bir süre di lediği gibi at oynatacaktı r.
Savaşta yen i lmenin teoloji k i ktidar üzerindeki yıkıcı
etkis i , laik i ktidar üzerinde. ki yıkıcı etkisinden çok daha
azdır. Gerçi Rusya ve Türkiye B i rinci Dünya Savaş ı'ndan
sonra hem teoloj i k hem de siyasal b i r i hti lal geçirmişler­
d i r, ne var k i , her i ki ülkede de geleneksel dinin Devlet'le

- 88 -
İKTİDAR

çok sıkı b i r i l işkisi vard ı . Savaşta yenilgiye rağmen d i n i ıı­


dyakta kalışının en önemli bir örneği , Kil iseni n beşinci
yüzyılda barbarlara üstün gelişidir. St. Augusti ne, ( 1 ) Ro­
ma'nı n barbarlar tarafından yağmalanışından i lham alarak
yazdığı Tanrının Ülkesi Hakkında adl ı eserinde, geçici i k­
tidarın, gerçek inan sahi bine vaaded i len iktidar olmadığı­
n ı , bundan ötürü de sofuca bir i nanç sonucu olara k elde
edilebi leceği umudunun beslenmemesi gerektiğini açıkla­
mıştı . İ mparatorluk içinde barbarların k ı l ıcından kurtulabi­
len putperetsler, Roma'nın, eski tanrılar terkedildiği için
bir ceza olarak yakı l ı p yıkı ldığını i leri sürdüler, ama bu
iddia, bütün kuvvetine rağmen, kamuoyunun desteği n i sağ­
l ıyamadı ; isti lacı lar arasında, yenilen lerin üstün medeni­
yeti ağır bastı ve yenenler Hristiyan dinini benimsediler.
Böylece, Roma, Kilise aracı l ığıyla barbarlar arasında sö­
zünü geçirmeğe devam etti ve bu barbarların hiç biri , Hit­
ler'e gelene kadar, eski kültür geleneğini si lkip atamadı .

(1 ) Augustine, Aurelius, Saint (354'de, Nümidya'da, Tagaste'de doğ­


du; 430'da öldü.) Putperest bir baba ile Hristiyan bir annenin
oğlu olan Augustinus öğrenimini Kuzey. Afrika'da gördü ve Kar­
taca'yı terkederek 383'de Roma'ya geldi. M i lano Üniversitesi Re·
torik kürsüsünde hocalık (383 - 87) ettiği sırada Hristiyan oldu.
Afrika'ya döndükten sonra, 391 'de papazlığa atandı ve arkasın­
dan piskopos oldu. Ciltler dolusu dogmatik, teolojik ve eğitsel
risaleleri vardır. Eserleri arasında en önemlileri 13 kitaplık lti­
raflar'ıyla, bilgince ve çok üstün bir retori k üslubuyla yazılmış

1
oluşu bakımından değer taşıyan Tanrı 'nın Ülkesi Hakkında (De
Civitate Dei) adlı 22 ciltlik kitabıdır. (Çev. Notu)

- 89 -

l
Bölüm V
KRAL İKTİDARI
ı_ ·,
KRALLARIN ası l ları da rahiplerin ası l ları gibi tarih ön­
ıcesine kadar uzanı r; krallığın evrimindeki i l k basamaklar
da ancak, en geri vahşi kabilele rde hala bulunan örnek­
lerden anlaşı labi l ir. Kra l l ı k kurumunun tam anlamiyle ge­
l işmiş olduğu ve henüz çöküş yolunu tutmamış bulundu­
ğu yerde kra l , savaşta kabi lesini ya da u l usunu ardı sıra
sürükleyen, ne zaman savaş açılacağına, ne zaman barış
yapılacağına karar veren adamdır; her zaman değilse bile
çoğunlukla, yasayı kral yapar ve adaletin yönetimini kont­
rolü altında bulundurur. Krall ı k ünvanı gene l likle, büyük
ya da küçük ölçüqe kal ıtsaldır. Kral , ayrıca kutsal b i r ki­
ş id i r de: kendisi tanrı olmasa bile, hiç deği lse Tanrı'nın
vekil idir.
Ne var k i , böyle bir krallığın gerçekleşmesi için, u zu n
süre içinde evrinmiş b i r hükumetin ve vahşilerinkinden
çok daha örgütlü bir topluluğun varl ığı gereklidir. Çoğ u
Avrupa l ı nın düşündüğü biçimd e bir vahşi kabi le reisin i ,

- 93 -
l,
·

;f \ı
ı
·

..
·.
,.

.
'

!:';}/'
,, ,
;
� ' ,.:. � . i KTiDAR
:�v1 ,
g erçekten de i lkel topluluklar arasında bulmak mümkün
değ i ldir. Bizim reis ded i ğ i m i z adam ı n aslında sadece d i n­
sel ve törenlerin yap ı l ı ş ı yönünden i şlevleri bulunab i l i r ;
bazen de Lord Mayor ( 1 ) g i b i , kendisinden sadece ziya­
fetler vermesi bekleni r. Reis bazen savaş · i lan edebi l ir,
ama çok kutsal bir kişi olduğundan kendisi savaşa katıl­
maz. Bazen de öyle bir mana'ya (2 ) sahiptir k i , kimse rei­
sin yüzüne bile bakmağa oesaret edemez; bu da, tab i i ,
onun kamu i şlerinde fazl a b i r rol almasına engel olur. Ya­
salar görenekler yol uyla kurulduğundan, i lkel kabi l e rei s i
yasa yapamaz; ufak topluluklarda cezayı , suçlunun kom­
şuları kend i l i klerinden uygulad ı kları için, reisin bu konu­
daki yönetim i ne de i htiyaç yoktur. Bazı vahşi topluluklar­
da i k i rei s vardır; Şogun ve M i kado g i b i , b i ri d insel , öbü­
rü de lai k reistir. Ne var k i , bunları Papa i l e İ mparator'a
benzetmemek gereki r, z i ra dinsel rei s , b i r kural olarak,
sadece törenler yönünden i ktidar sahibidir. İ l kel vahşiler
arası nda gene l l i kle bir çok şeye görenekler karar veri r ;
resmi hükümeti n karar verdiği şeyler çok a z olduğundan
Avrupalı l arın kral dediği reisler, sadece bell i belirsiz, baş­
langıç halindeki bir kral i ktidarına sahiptirler. (3)
Muhaceret ve yabancı i sti laları , göreneklerin yıkı l ı­
şında, bundan dolayı da hükumet ihtiyacının yaratı l ışında
etkil i birer g üçtür. Kral adını almağa l ay ı k 11ükümdarların
bulunduğu en aşağı medeniyet düzeylerinde kral ai lesi ba­
zen yabancı ası l l ı olab i l i r ve başlangıçta , bel i rl i b i r üstün-

(1) londra, Dublin, York ve Cork şehirlerinin belediye reislerinin


ünva.n ı .
(2) . Teolojik terim olarak, ' Manevi Kuwet.'
(3) Bu konuda bak. Rivers'in 'Toplumsal Örgüt' adl ı eseri.

- 94 -
İKTİDAR

füğü sayesi nde sayg ı kazanm ı ş bulunabi l i r. Bununla birl i k­


te bu durumun monarşinin evrim inde genel bir evre ( saf­
ha) olup olmadığı, ant-ropologlar arasında tartış ı lan, üze­
ırinde kesin görüş birl i ğ i ne varı l mamış bir meseledir.
Savaş s ı rası nda kumanda birliği i htiyacının apaç ı k b i r
gerçek o l u ş u dolayıs ıyle, savaşların, k ral ları n gücünün art­
ması nda çok büyük b i r rol oynamış bulunması da ayn ı de­ �'·
recede açık bir gerçek o larak ortaya çıkıyor. Bir kra l ı n ye­
rine k i m i n geleceği konusunda ayrıl ı k ve anlaşmaz l ıkları
önlemenin en kolay yolu , krallığı kal ıtsal hale getirmektir;
kral , kendinden sonra yerine geçecek kimseyi sağ l ı ğında
atama gücüne sahip bulunsa bile, o kimseyi mutlaka ken­
di ailesi içinden seçecektir. Ne var k i , sülaleler ebedi de­
·ğ ildir ve her kral ai l esi , yabancı bi r fatih i n saltanat hakkı­
na zorla el komasıyla kuru lur. Yeni kurulan kral a i lesi n i
genel l i k l e d i n , geleneksel bir tören yoluyla meşru kılar.
Ruhban s ınıfı iktidarı da, krall ığ ı n itibarın ı n sağlanmasında
son derece öneml i rol oynaması bakımından, yeni kral ai­
lelerinin kuru luşundan kendine faydalar sağlar. 1. Charles,
• Piskopos yoksa, Kral da yok demektir,' demişti ; bu öz­
deyişin içindeki kıyas, kralları
\
n var olduğu bütün çağlar
için geçerlidir. Kra l l ı k, muhteris kişilerin gözüne öylesine
çekici bir makam o larak görünür k i , onların bu makamı
kendi ellerine geçirme umutlarını kırmak ancak çok güç­
lü d i nsel müeyyidelerle mümkün olab i l i r.
Tarih öncesi aşiret reisin i n , tarih çağları içinde yer
alan kra l lar haline gelebilmek için geçirdiği evrim ne olur­
sa olsun, bu süreç, vakanüvislerin var olduğu en eski dö­
nemde M ıs ı r ve Babi l 'de tamamlanmış bulunuyordu. Büyük
ehramın M. ô. 3000'den önce yapıldığı kabul edi liyor; böy­
ftesine b i r yapın ı n kuru l ması ise ancak, uyrukları üzerinde

- 95 -

•. '<,f'
. .
,,
İKTiDAR

sınırsız i ktidar sahibi b i r hükümdarın varl ı ğ ıyla mümkün


o l ab i l i rdi. Bu dönemde Babi l 'de, bir kaç kral vardı ve bun­
lardan h i ç birinin toprakları n ı n sınırı M ı s ı r'ınkiyle boy öl­
çüşebi lecek geniş l i kte değildi , ama bu kralların hepsi de
kendi bölgelerinde tam b irer hükümdard ı . M. ö. üçüncü
bin yılın sonunc:lan önce, b i r kralın yapma�ı gereken her
şeyi yapan büyük kral Hamurabi 'yi ( M . ö. 2 1 25 - 208 1 )
görüyoruz. Hamurabi en çok, kendisine güneş - tanrısı ta­
rafından veri len yasalarla tanınır; bu ise, Hamurabi 'nin,
o rta çağ hükümdarlarının asla yapamad ıkları b i r şeyi ya­
pabi ldiğin i , yani , dinsel mah kemeleri l a i k mahkemel er em­
ri altına sokabildiğini gösterir. Ne var ki, Hamu rabi aynı
zamanda bir asker ve mühendis olarak da ünlüdür. Yurt­
'ı severl i k ş i i rleri onun fetihl erine övgülerl e doludur:
''f ,
Savaşta fırtına kesilen, düşmanı vuran
Yüce kral Hamurabi'nin yüce gücü
Kendini bütün çağlara tanıtmıştır.
Düşman topraklarını kasıp kavurarak,
Değersizlere savaş açıp, lsyanla.rı bastırarak,
Kötü niyetlileri kilden bebekler gibi mahvedip,
Asdsız tepelerin dik yamaçlarını yardı geçti.
Hamurabi , sulama kanalları konusundaki çaba ve ba-
şarılarını kendi kaydetmiştir:
'Anu ve Enl i l (bir tanrı ve tanrıça) Sümer ve Akad
ü l kelerini benim idareme verdiği ve o ü l kelerin h üküm­
darlı.k asalarını bana tesl i m ettiği zaman, Sümer ve Akad
topraklarına su getiren Halkın Bereketi Hamurabi kanal ı­
nı açtım. Dağ ınık Sümer ve Akad kavimlerini toplad ı m , on­
lara otlaklar ve suvaklar verdim; onlara bol ve bereketır
otlaklar verd i m , onları asude konutlara yerleştirdim.'

- 96 -
r iKTiDAR

Bir kurum olarak krall ı k, gel işmesin i n doruğuna Bü�


yük Ehram zamanında M ıs ır'da, Hamurabi zamanında da
Babil'de ulaşmıştı . Daha sonra gelen kralların daha büyük
toprakları olmasına rağmen , hiç b i ri kra l l ı ğ ı n ı n sını rları
içinde tam anlamıyle kra l l ı k düzeni kuramadı . M ıs ı r ve B�
bil kral ların ı n i ktidarı iç ayaklanmalar yüzünden değil s�
dece dış isti lalar yüzünden sona ermişti . Onlar gerç i , uy­
rukların ı n kend,ilerine boyun eğişi monarşinin dinsel yön­
den taşıdığı öneme dayandığı içi n , ruhani sınıfla çatışmayı
göze alamazlard ı . ama bunun dışında yetkileri s ı n ı rsızd ı .
Yunan l ılar, tar i h çağlarının başlamasından önce, çoğu
sitelerde, siyasal b i rer hükümdar olarak kral larını başla­
rından atmışlard ı r. Romalı l a rda kra l lar tarih öncesi döne­
minde vardı ve Romal ılar k ral adına karşı bütün tarih bo­
yunca yen i l mez b i r tiksinti duymuşlardır. Batıda, Roma im­
paratoru hiç b i r zaman kel imen i n gerçek ve tam anlamiyle
bir hükümdar olamamı ştır. Roma h ü kü mdarı meşru olmı­
yan asıldan geldiği için, her zaman s ı rtı nı ordusuna daya­
mak zorunda kalmıştır. O, sivi l lerin önünde kendisini bir
tanrı i lan edebil iyordu , ama askerlerinin gözünde her za­
man içi n , onlara yeteri kadar bahşiş veren ya da vermi­
yen bir general ola rak kalmıştır. Çok kısa süren b i r iki dö­
nem dışında, İmparatorluk kal ıtsal değ i ldir. Esas i ktidar
her zaman için ordudaydı ve İmparator, sadece, bu i ktida­
rın kendi dönemi için adayı oluyordu.
Barbar i.sti laları monarşinin yen iden canlanmasına yol
açtı , ama yeniden canlanan monarşinin eski monarşilerden
bir ayrıl ığı vard ı . Yeni krallar Cermen kab il elerinin şefleri
olduğu gibi , bunların iktidarları mutlak. değildi, her zaman
için bir ihtiyarlar Heyeti ya da buna benzer b i r kuruluşun

- 97 -

İ"l<tidar - F ./7
İKTiDAR

işb i rl iğ i ne dayanıyordu. B i r Cermen kabi lesi bir Roma


eyaletin i fethettiği zaman , kab i lenin şefi kral oluyordu ,
ama kralın en yakın arkadaşları nı da bel i r l i b i r dereceye ka­
dar bağımsızl ı kları bulunan soylular meydana getiriyordu.
İşte feodal sistem buradan doğarak bütün Batı Avrupa hü­
kümdarların ı baronlar karş ı sı nda güçsüz bıraktı.
Bunun bir sonucu olarak, monarşi , Ki l i seyi de feodal
soyluları da yola getiri nceye kadar hep zayıf kalmıştır. Ki·
l isenin zayıflama nedenleri üzerinde daha önce durduk.
Soylular, düzen l i hükumet için bir engel meydana getirdi k­
lerinden , krallarla olan mücadelelerinde , en büyük yeni lg i­
ye İngi ltere ve Fransa'da uğrad ı lar. Almanya'da ise soylu­
lar sınıfının önderleri ufak ufak kra l l ı klar kurdular, bunun
sonucunda da Almanya, Fransa karşısında güçsüz duru­
ma düştü. Polonya'da aristokratik anarşi ta ayrı l ışa kadar
sürdü. İngi ltere ve Fransa'da , Yüz Yıl Savaşlarından ve
Gül Savaşlarından sonra, s ı radan vatandaşlar güçlü b i r
krala i man etmek zorunda bırakıldı lar. iV. Edward , Lond­
ra Sitesi 'n i n yardımıyla zafere u laştı, hatta Kra liçesini bi­
le bu Siteden seçti . Feodal aristokrasi n i n düşmanı X. Lou­
is yüksek burjuvazin i n dostuydu; burjuvazi Louis'yi soy­
l u lara karşı desteklerken, Loui s de burjuvaziyi zanaatkar­
lara karşı desteklemişti . Encyclopaedia Britannica'nın XI.
Lou is hakkı ndaki resmi hükmü şudur: 'O, b i r kapitalist gi­
bi yönetmiştir kral l ığın ı .'
Rönesans hükümdarları n ı n , Ki l iseyle olan çatışmala­
rında, kend i lerinden önceki krallara oranla büyük b i r üs­
tün lükleri vard ı ; bu üstünlük, eğiti min artık Kil isenin te­
l<el i nde bulun mayışından i leri geliyordu. Ki l ise � ışındaki
hukukçuların yeni monarşinin kurul uşundaki yardımları de­
ğer biçilemiyecek kadar büyüktür.

- 98 -
İKTİDAR

İ n g i l tere, Fransa ve İspanya'daki yeni monarşi ler Ki­


l isenin de, aristokrasin i n de üstündeydi . İ ktidarları , geliş­
me halindeki iki güce , yan i , m i l l iyetç i l i kle ticarete dayanı­
yord u : h ükümdarlar bu i ki güç için yararlı sayı ldıkları sü­
rece güçlü oluyor, ama m i l l iyetç i l i k ve ticaret konusunda
yararl ı l ı kları nı yitirdi kleri ançla ihti lal çıkıyord u . Tudorlar
her iki alanda da yararl ı l ı klarnı aksatmadan yürüttüler, bu­
na karş ı l ı k Stuartlar, sarayl ı lara tanıdıkları tekel i mtiyaz­
larıyla ticareti boğdular, bunun sonucu olarak da İngilte­
re önce İspanya'n ı n , sonra da Fransa'n ı n s i l lelerini yed i .
Fransız monarş i s i ticarete önem vererek, t a Colbert reji­
m ine kadar ul usal gücünü arttırd ı . O dönemden sonra,
Nantes Fermanı'nın feshi ile birl i kte arka arkaya ç ı kan ve
her biri bir önceki nden daha felaketl i sonuçlar doğuran
savaşlar, ezici vergi ler ve ruhban snıfıyla soyluların mali
güçlüklerden muaf tutulmas ı n ı n uyandırdığı kızgın l ı k yü­
zünden gerek ticaret . gerek m i l l iyetç i l i k krala karşı bir tu­
tum aldı ve en sonunda i hti lal çıkmasına yol açtı. İspan­
ya'yı i hti lalden ancak Yeni Dünya'nın fethi kurtardı ; ne
var k i , Yeni Dünya'nın İ spanyol egemenl i ğ i altındaki bölü­
mü İspanya 'ya başkaldırdı ve bunu sadece, İngi ltere ve
B i rleşik Devletler'le ticaret kurabi lmek için yaptı .
Ticaret, her ne kadar kral ları feodal anarşiye karşı
desteklemişse de, kendini yeteri kadar güçlü gördüğü za­
manlar hep cumhuriyetçi olmuştur. Antikitede, Orta Çağ
İtalya'sı n ı n ve Al manya'sının serbest şehi rlerinde, ticaret
gücünün doruğa ulaştığ ı dönemlerde Hollanda'da hep böy­
le olagelmiştir. Bundan dolayı krallarla ticaret arasındaki
ittifak, huzursuz b i r ittifaktı . Kral lar 'tanrısal hakka' daya­
n ıyor, i ktidarlarını e l l erinden geldiği kadar geleneksel ve
sözü mona d insel' kılmağa çalışıyorlardı . Bu konuda kısmen

'ı, 1'1'
.
İKTİDAR

başarı kazandılar da: 1 . Charles 'in idamına sadece s ı radan


bir cinayet gözüyle değ i l , ayn ı zamanda d i ne karşı işlen­
miş bir küfr gözüyle , günah gözüyle bak ı l d ı . Fransa'da ise
St. Loui s bir efsane kahramanı hal ine geti rildi ve onun so­
fuluğunun hala ' en H ristiyan Kral niteli ğ i n i taşyan XV. Lou­
i s 'ye bile hayrı dokundu, St. Louis'n i n dindarl ığı kısmen
bu krala yakıştı rıldı . Kral lar yeni bir saray aristokrasisi
yarattıktan sonra , bu aristokrasiyi burjuvaziye tercih eder
oldular. İngi ltere'de yüksek ari stokrasiyle burj uvazi birle­
şerek, sadece ve sadece parlömanter ünvana sahip bir kral
oturttular tahta; bu kra l , eski majestenin sahip bul unduğu
sihirli niteli klerden hiç birine sahip değildi : mesela, ' kral
belası'nı Kraliçe Ann tedavi edebildiği halde, Kral 1. Geor­
ge edemiyordu. ( 1 ) Fransa'da ise kral aristokrasiye üstün
geldi , bunun üzerine kendi kel lesi de, aristokratların kel­
leleri de giyotin e gitti.
Frederik Barbarossa zamanında Lombard· B irl iği ile
başl ıyan ticaret ve m i l l iyetç i l i k ittifakı yavaş yavaş Avru­
pa'ya yayı larak en son ve en ·kısa zaferini Rusya'da Şubat
İhti lalinde kazand ı . Bu ittifak her nerede güç kazandıysa,
önce monarşiyle birlik olup, sonra ona karşı vaziyet ala­
rak, toprağa dayanan kal ıtsal i ktidar aleyh ine çalıştı. Bu­
nun bir sonucu olarak her yerde krallar ya ortadan kal ktı­
lar ya da sembo l i k birer hükümdar haline geldi ler. Bundan
sonra, nihayet, ticaret ve m i l l iyetç i l i k de ortakl ığı bozdu ;
İtalya, Al manya ve Rusya'da zafere ulaşan m i l l iyetç i l i k ol-

(1) İngilizce sıraca illetinin adı 'King's evil ' yani, kelime kelime çe­
virdiğimiz zaman 'Kral belası'dır; burada B. Russel l bir kelime
oyunu yapıyor. (Çev. Notu)
·

- 1 00 -
İKTİDAR

du. On i kinci yüzyı lda M i l ano'da başl ıyan l i beral akım,


kendi yolundan şaşmadan i l erled i .
Geleneksel i ktidar, d ışından mahved i l mediği zaman,
hemen hemen her zaman bel i rli bir gelişme gösteri r. Tel­
kin ettiği saygıdan cesaret alarak, kamuoyunun onayı n ı
umursamaz, b u onayı h i ç b i r zaman kaybetmiyeceğ i n i zan­
neder. Tembel liği , del i l i kleri ve zulmüyle yavaş yavaş , tan-
. rısal yetkisinden halkı şüpheye düşürür. Tanrısal yetkin i n
de a l ışkan l ı ktan daha elverişli bir kaynağı bulunmad ı ğ ı n­
dan, eleştirme bir kere başl ayınca, alışkanl ı k kaynağı ça­
bucak darmadağı n olur. Ayaklananların daha çok işine ge­
len yeni bir akide, eskisinin yerini · alır; ya da, Haiti 'nin
Fiansızlar'dan bağ ımsızl ığını aldığı zaman olduğu gibi , da­
ha büyük bir karı ş ı k l ı k doğar. Genel b i r kural olarak, is­
yan fikri n i n zihinlerde doğup yaygınlaşması içi n , uzun sü­
ren çok iğrenç bir kötü yönetim gerekmektedir; isyan fik­
ri doğduktan sonra ise, bir çok örneklerde görüleceği üze­
re, isyancılar eski i ktidarın tümünün b i r bölümünü kendi
saflarına almağı başarabi l mekted irler. Ogüst, Senato'nun
geleneksel itibarını i şte bu şeki lde kendinde toplayabi l­
mişti ; Protestanlar, Kato l i k Kil isesi 'ne saygıyı reddettik­
leri halde, İnc i l 'e saygıyı korumuşlard ı ; İngi l iz Parlemen­
tosu, hükümdara saygıyı ortadan kaldı rmaksızı n , kralı n
i ktidarını yavaş yavaş kendi üzerine almıştı .
Ne var k i , bunların hepsi de s ı nırl ı ihti lallerdi ; dört
başı mamur ihti l a l lerde çok daha büyük güçlü ki erle karşı­
laş ı l m ı ştı. Cumhuriyet hükumeti biçi minin kal ıtsal hüku­
met biçimi yerin i a l ı ş ı n ı n ani olduğu yerlerde, yeni ana­
yasa insanların alışkan l ı klarına cevap verdiği ölçüde say­
gıyla karş ı landığından, bu değişiklik çoğunlukla çeş itli me-

- 1 01
İKTİDAR

selelerin doğmasına yol açar. Bundan ötürü, muhteris ki­


şiler d iktatör olmağa çal ı ş ı rlar ve bu niyetleri nden ancak
uzun süre içi nde devaml ı başarısızl ı ğa u ğrad ı ktan sonra
vazgeçerler. Eğer d i kta niyetl i leri n i n yöneti mi nde böyle ba­
şarısız bir süre geçirilmezse, cumhuriyet anayasası hal­
kın gözünden düşer, bu da istikrarsızl ı ğa yol açar. Ame­
ri ka Birleş i k Devletleri , yeni cumhuriyetler içinde, ta ba­
ş ından itibaren istikrarı koruyabi l miş olması bakımından
b i ricik örneği meydana getiri r.
Zaman ımızın başl ıca i hti lalci hareketi , Sosyalizmle
Komünizm i n , özel kişi lerin ekonomi k i ktidarına saldırısı­
d ı r. Bu harekette de, mesela Hristiyanl ı ğ ı n , Protestanl ı ğ ı n
v e eski pol itik demokras i n i n yükselişi nde örnek kazanan
cinsten hareketlerdeki ortak belirgin n itel i kleri bulab.i l i riz.
Ama bu konu üzeri nde daha i leriki b i r bölümde duracağı m .

- 1 02 -
Bölüm VI
YALIN İKTİDAR
KALITSAL i ktidarı ayakta tutan i nançlar ve alış kan l ı k­
lar kaybol mağa yüz tutunca, kal ıtsal iktidar da yavaş ya­
vaş yerini ya yeni b i r inanışa dayanan i ktidara ya da 'ya­
t ı n i ktidar'a, yani , uyruklarının onayına i htiyaç duymayan
cinsten bir iktidara bırakır. Kasabın koyun üzerindeki , isti­
la ordusunun yenilmiş b i r ulus üzerindeki ve pol isin yaka­
lanmış suikastçiler üzerindeki i ktidarı işte bu cins b i r i k­
tidardır. Kato l i k Kil isesinin Katolikler üzerindeki i ktidarı
gelenekseld ir, buna karş ı l ı k, geçerl i dinsel inançlara kar­
şı suç işledi klerinden ötürü cezalandırdıkları üzerindeki i k­
tidarı yal ındı r.· Devletin , kendisine bağl ı vatandaşları üze­
rindeki i ktidarı geleneksel , ama başkald ı ranlar üzerindeki
iktidarı yalındır. Uzun bir iktidar geçm işine sahi p örgütler.
bir kural olarak, üç evreden geçerler: birincis i , fanatik
olan, ama geleneksel olmıyan ve feti hlere yol açan inanç
evresi ; i kincisi , yeni iktidarın, hızla geleneksel bir biçim
alan genel onaya u l aşması · evresi ; sonuncusu da, iktida-

- 1 05 -
İKTİDAR

rın, geleneksell iğini reddedenlere karşı kullanı larak, yeni­


den yal ı n biçim aldığı evredir. Bir örgütün karakteri , bu.
evrelerden geçirilirken büyük ölçüde değişikl iğe uğrar.
Askeri fetihler yoluyla kazanılan i ktidar, kısa ya da
uzun bir zaman sonunda çoğunlukla, sadece askeri bir i k­
tidar ol maktan çıkar. Romal ı lar tarafından zaptedi len bü­
tün eyaletler, J udea dışında, kısa zamanda İ mparatorluğa
sadakatle bağlanmışlar ve bağımsızlık isteği duymaz ol­
muşlard ı . Asya ve Afrika'daki, Müslümanlar tarafından
zaptedi len Hristiyan ü l keleri yeni hükümdarlarına isteye
dileye boyun eğmişlerd i . İrlanda bağımsızl ığını savunduğu
halde Gal yavaş yavaş İngiliz egemenliği altına g i rdi. Al­
bigensiyen ( 1 ) kafirler askeri güçle sindirildikten sonra,.
bunların soyundan gelenler d ı ş görünüş itibariyle olduğu
kadar içtenl i kl e de Kilise' n i n yetkisine boyun eğdiler. Nar­
man Fethi, İngiltere'de, bir süre sonra taht üzerinde Tan­
rısal hak sahibi olduğu kabul edilen bir kral ai lesi yarattı.
Askeri feti hler ancak psikoloj i k fetihlerle desteklendikle­
ri sürece istikrarl ıdır ve bunun böyle olduğunu gösteren
örnekler pek çoktur.
Yakın zamanda yabancı istilas ı na boyun eğmemiş bir
topluluğun hükumetinde yal ın i ktidar, birbirinden' ayrı iki
koşullar bölüğü içinde doğar: birincisi , iki ya da daha faz­
la akidenin üstünlüğü sağlamağa çal ıştığı koşul lar böl üğü ;
ikincisi de bütün geleneksel i nançların yıkıldığı , bunların
yeri ne yeni i nançların geçmediği ve bu yüzden kişisel i h­
tirasların sınırsız olduğu koşul lar bölüğüdür. Birinci du­
rum salt değildir, zira bu durumda egemen i nanca bağ l ı

(1) Roma Kilisesi muhalifleri; Af.bigenses: B u r,nuha!iflerin . ·partisi.


· (Cev. Notu)

___;.: 1 06 -
iKTİDAR

olanlara yal ı n i ktidar uygulanamaz. Bu durumu, bir sonra­


ki , İhti lal İ ktidarı baş l ı ğ ı altı ndaki bölümde i nceleyece·
ğim. Bu böl ü mde sadece ikinci cins durumla i l g i l enece­
ğim.
Yal ı n i ktidarın tarifi psi koloj i ktir v e b i r h ükumet sa­
d ece uyrukları n ı n b i r bölümüyle olan i l işki leri "yönünden
yal ı n olab i l i r, ötekilerle olan il işkileri yönünden yal ı n o l­
mıyabi l i r. Yabancı i sti lalar dışında, bu alanda benim b i l­
d i ğ i m en mükemmel örnekler, Yunanistan'ın en son müs­
tebitleriyle, Rönesans italyasının bazı Devletlerid i r.
Yunan tarifı i , tıpkı b i r laboratuvar g i b i , s iyasal i ktidar
üzerine i ncelemelerde bulunanlar için büyük önem taşıyan
küçük küçük bir sürü deney olanağı n ı sağlar. Homer çağı­
n ın kal ıtsal kra l l ı ğ ı , tarihsel kayıtların başlamasından ön­
ce sona erdi ve onun yerini kal ıtsal aristokrasi ald ı . Yu­
nan s iteleriyle i l g i l i güveni l i r tarih kayıtlarının başladığı
noktadan itibaren, aristokrasi ve i stibdat rejimi arasında·
ki mücadele görü lür. İstibdat, İsparta d ışında hemen her
yerde bir süre için muzaffer oldu, ama yerini ya demokra­
siye ya da bazen plütokrasi biçimini alan, yeniden canlan­
m ış aristokrasiye bıraktı. İ l k isti bdat çağ ı , M . ô. yedi nci
ve altıncı yüzyı l ların büyük bölümünü içine al ı r . Bu çağ ,
bir yal ı n i ktidar çağı olmayıp, üzerinde öze l l i kl e duraca­
ğım, yal ı n i ktidardan sonraki dönemdir; bununla birl i kte
b u dönem, daha sonrak i , yasadan yoksun şiddet dönemle­
rini hazı rlad ı .
' Müstebjt' kel imesi başlangıçtaki kul lanışında, hüküm­
darı n kötü n itel i kler taşıdığını değ i l , sadece, türel ya da
g eleneksel b i r ünvana sahip bul unmadığ ını anlatırd ı . Eski
müstebitlerin b i r çoğu memleketlerini akı l l ıca ve uyruk­
ları n ı n büyük çoğunluğunun onayıyla idare etmişlerdir. On-

- 1 07 -
İ KTiDAR

!arı n en uzlaşmaz düşmanl arı , bir kura l olarak, aristokrat­


lard ı . Eski müstebitleri.n çoğu , iktidara geçme olanağım
parayla satın alan ve varl ı kların ı askeri yol lardan çok eko­
nomik yollardan koruyan zengin kimselerd i . Onları zamanı­
mızın di ktatörlerinden çok, Mediçi ler'le ölçüştürmek ge­
rektir.
İstibdadın i l k çağ ı , sikkelerin kul lanı l mağa başland ığı
çağdır ve s i kkelerin , zengi nlerin i ktidarını arttırıştaki et­

kis i , tıpkı yakın çağlarda kredi ve kağıt paranın yaptığı gi­
bi olmuştu . İddia edildiğine göre ( 1 ) -bu iddian ı n gerçe­
ğe uygunluğu üzerine yargıda bulunma yetkisine sahip de­
ğ i l im- sikkenin ortaya çıkışı i l e istibdadı n yüksel işi bir­
birine sıkı s ı kıya bağ l ıymı ş ; gümüş madenl erin i n , müste­
bit olmak isteyen her hangi bir adama büyük yararı doku­
nacağı na şüphe yoktur. Para yeni yeni kullanı l mağa başla­
dığı zaman , uzun süre Avrupa kontrolü altı nda kalmam ış
Afri ka ülkelerinde görüldüğü üzere, çok eskiye dayanan
görenekleri rahatsız eder. M . Ö. yedinci ve altıncı yüzyıl­
larda paranın etkisi, ticaretin gücünü arttırma ve bölgeser
aristokrasilerin gücünü azaltma sonucunu verecek biçim­
de oldu. Pers l er Küçük Asyayı el lerine geçirene kadar, Yu­
nan dünyası ndaki savaşlar tek tük ve önemsizd i , ayrıca
üretim işlerin i n büyük kısmı da köleler tarafından görül­
müyordu. Bunlar ekonomi k iktidar için ideal koşul lard ı ,
n iteki m , ekonomik i ktidar d a , tıpkı endüstriyal izmin o n do­
kuzuncu yüzyı l da yaptığı gibi, geleneği kökünden sarstı .
Geleneğin zayıflayışı, herkesi n refaha u laşması o la­ '
j
nağını sağ ladı ğ ı sürece, kötü sonuçlardan çok iyi sonuç­
'. ı
·.ı
lar verd i . Yunanlılar arası nda, medeniyeti n o çağa kadar

(1) Bak. P. N. Ure'nin, · İstibdadın Asılları • adlı eseri.

-· 1 08 -
İKTiDAR

görülmemiş bir h ızla gel işmesine -yalnız son dört yüz


yılı bunun dışında saymak gerekir- yol açtı . Yunan sa­
natın ı n , Yunan b i l i m i n i n , Yunan felsefesinin özgürlüğü , kör
inançlarla boğulmamış müreffeh bir çağa aitti r. Ne var ki ,.
toplumsal yapı felaketlere dayanacak sağlaml ı kta ol madı­
ğı gibi , bireyler de, erdem i n artık başarı sağlayamadığı za­
man larda arttığ ı görülen , felaket doğurucu suçları i şlemek­
ten kaçınacak derecede güçlü törel değer ölçülerine sahip
değ il lerd i . Ard arda gelen savaşlar özgür halk sayıs ı n ı
azaltıp , kölelerin sayısını çoğalttı . Esas Yunanistan en so­
nunda Makedonya'nın boyunduruğu altına düştü , buna kar­
ş ı , Elenik Sici lya gitti kçe şiddetlenen i hti lal lere, iç savaş­
lara, istibdatlara rağmen önce Kartaca'nın sonra da Ro­
ma'nın gücüne karşı mücadeleye devam etti . Si raküza müs­
tebitleri gerek yal ı n i ktidarı temsi l edişleri , gerek baba
Dionisus'la tartışan ve oğu l Dionisus'u çömezleri arasına
katmağa çalışan Eflatun'u etki lemiş o l uşları bakı m ı ndan
i lgiye değer. O çağ ve ondan sonraki bütün çağların Yu­
nanl ıları n ı n genel olarak Yunan müstebitleri üzerine gö­
rüşleri n i , filozofların baba Dionisus ve Dionisus'tan sonra
gelen Siraküza' l ı kötü yönetici l erle tal ihsiz temasları etki­
lemişti r.
Grote, 'Halkın, güç mekanizmasına geçiş için, aldatı­
larak geçici olarak bağ l ı l ı ğ ı nın sağlanacağı ve bu bağ l ı l ı­
ğın halkın kendi isteğ ine rağmen devam ettiri leceği yer­
lerde,' d iyor, ' h i leci l i k mekanizması Yunanl ı zorbaların bel­
li baş l ı sermayesiyd i . ' Eski istibdatları n halkın gönül rıza­
sına rağmen uzun bir süre devam ettiri lebi lmiş olması şüp­
hel idir, buna karşı l ı k, ekonomik olmaktan çok askeri olan
daha sonraki istibdatlar, iktidarlarını uzun süre devam et­
tireb i l mişlerdir. Mesel a , baba Dionisus'un yükselişindeki

- 1 09 -
i KTİDAR

en buhranlı an üzerine G rote 'un , Diodorus'a dayanarak an�


(attıkların ı ele alal ı m . Si raküza orduları az çok demokratik
bir yöneti m altı nda, düşman karşısında büyük yen i lgi ye
uğramış, onurlarını kaybetmişlerdi ve savaş taraftarları n ı n
ateşl i önderi Dionisus, yeni lmiş gQ.ll e rallerin cezalandı rıl­
masını i stiyordu.
'Siraküza meclisine hakim olan sessizl i k ve huzursuz­
l u k arası nda, mecl ise hitap etmek üzere ayağa i l k kalkan
Dioni sus oldu . Gerek d i n l eyicilerin o anki ruh durum larına
gerek kendi görüşlerine uygun bir konuyu enine boyuna
'işled i . Ateşl i bir d i l l e , generalleri Siraküza'n ı n güvenliğini
Kartacalı lar'a satmakla suçladı ve Agrigentum'un yı k ı l ışıy­
la, yaklaşmakta olan büyük teh l i keyi orada buluna� herke­
sin bu genera l lere borçlu bulundukıarını ileri sürdü. Gene­
ral l eri n kusurları üzerine çıerçeğe uygun olan ve olmıyan
iddialar öne sürdü ve bunu yaparken sadece sert, acı b i r
dil kul lanmakla kalmad ı , generallerin yasaya başvurulma­
,dan , tıpkı Agrigentu m 'da yakın zamanda öldürülen gene­
ral ler gibi katled i l melerini sağlamak niyetiyle, bütün tar­
tışma s ı n ı rlarını aşan yırtıcı b i r vahşil i kle saldırd ı . « İ şte,
hainler orada oturuyor! Türel yargı lama ve karar bekleme­
yin, hemen üzerlerine atı l ı p cezaların ı kendi elle rinizle ve-
rin , » dedi . Böylesine vahşice bir kışkırtma . . . yasaya karşı
olduğu kadar meclis düzeni ne karşı da işlenmiş bir suçtu.
Toplantıya başkanl ı k eden yargıçlar, Dionisus'u düzen
bozucu i lan edip, yasaların verdiği yetkiye dayanarak onu
para cezasına mahkum etti ler. Ne var ki , Dionisus'un parti-
-zanları onu desteklemek için ortal ığı velveleye verd i l er. 1

Fi litus , Dionisus'a hükmedi len para cezasını hemen ora­


cıkta ödemekle kalmad ı , durmadan böyle cezalar kesecek
olsalar bile, kend isinin sabahtan akşama kadar, bu cezala-

- 110 -
iKTİDAR

rı ödeyeceğini herkesi n önünde ilan ederek, Dionisus'u i s­


tediği gibi konuşmakta devam etmeğe kışkırttı . Bir yolsuz­
l u k olarak başl ıyan şey, artık yasanın açı kça çiğnenişi bi-­
çimini alarak ciddi bir nitelik kazanmış bulunuyordu . Bu­
nunla birl i kte meclis yönetici lerin i n yetkileri öylesine za­
yıflamış ve sitenin fi i l i durumu içine kendi lerine karşı öy­
le güçlü bir eğ i l i m bel irmişti ki, konuşmacıyı ne cezalandı­
rabildi ler, ne susturabildi ler. Dionisus söylevine daha da
kışkırtıcı bir tonla devam edip, sadece generalleri göre­
vi kötüye kullanıp Agrigentum'a i hanet etmiş ol makla suç­
lamakla kalmad ı , gene l l i kl e bütün bel l ibaş l ı zengi nleri de
ol igarşi kurı:nakla, halk çoğun luğuna aşağı gözle bakıp, si­
tenin tal i hsizl iğinden kendilerine ç ı kar sağlayan müstebit
bir gücün temsilcileri olmakla suçlad ı . Tamamiyle değiş i k
karakterde kimselere yetki verilmedikçe Siraküza'nın · asla
kurtarı lamıyacağı na i nandığını söyled i ; Dionisu s'a göre
yetki , servet ve makamları dolayısiyle seçilen kimselere
değ i l , mütevazı ai leden gelme, mevkileri bakımından hal­
kın içinden çıkma ve kendi zayıfl ı kları n ı n b i l i ncine sahip
bulunuş ları bakımı ndan halka en yakın olan kimselere ve­
rilmel iyd i .' ( 1 )
Ve böylece Dionisus b i r müstebit oldu; ne var k i , ta­
rih, onun yoksul lara ve mütevazı a i lelere yararl ı olduğunu
kaydetmiyor. Gerçi Dionisus zengi nlerin varına yoğuna er
koydu, ama bunları halka değ i l , kendi muhafızlarına dağıt­
tı. Dionisus halkın sevgisini çabucak kaybetmekle beraber,
i ktidarını kaybetmedi . Grote, bir kaç sayfa ilerde şöyle
diyor:

(1 ) Yunanistan Tarihi, Böl. LXXX I .

- 111
iKTiDAR

' D ionisus, Siraküza l ı ların kendi sinden hoşnut ol mad ı k­


farını ve iktidarın ı n yal ı n güce dayandığını anlayınca, bel­
ki de kendinden önceki hiç b i r Yunanl ı zorbanın b i r araya
geti remediği derecede güçlü tedbirlerle kuşattı kendi n i .'
Yunan tarihinin kendine özgü b i r yanı da, İ sparta d ı­
ş ı nda, geleneğin Yunanistan 'da olağanüstü denecek kadar
zayıf oluşu gerçeğidir; ayrıca, Yunanistan'da. siyasal ahlak
da yoktu . H eredot , hiç bir İ spartalı n ı n rüşvete dayanama­
d ığını yazıyor. Bütün Yunanistan 'da, bi r pol itikacıya, Pers
Kra l ı ndan rüşvet aldığı gerekçesiyle karşı çı kmanın hiç bir
faydası yoktu , z i ra rüşvet alan politikac ı n ı n muhal ifl e ri de,
satınal ı nmağa d eğecek kadar güç kazandıkları anda aynı
şeyi yaparlard ı . Bunun sonucunda Yunanistan, görevi kö­
tüye kul lanma, rüşvet, sahtecil i k , sokak döğüşleri , adam
öldürme ve öldürtmelerle yürütülen ve bütün ül keyi saran
bir kişisel i ktidar mücadelesinin kargaşalığ ına sahne ol­
muştu . Bu konuda en önde gelenler arası nda Sokrat ve
Eflatun'un arkadaşları da bulunuyordu. Bu duru m , önceden
de anlaşı lacağı üzere, yabancı İktidarlara boyun eğmekle
sonuçlandı .
Öteden beri bütün Yunanl ı ları b i rer Solon ya d a Sok­
rat saymak ve Yunanlı ların bağ ı msızlıklarını kaybedişleri­
ne yas tutmak bir görenek olagelmiştir. Roma'nın Yunanis ­
tan'a karşı kazandığı zaferde üzülecek bir taraf o l madığı
Helenik Sicilya'nın tarih i nde açıkça görülebi l i r. Yal ı n i kti­
darı , Büyük İskender' in çağdaşlarından b i ri olan ve M . Ö.
361 'den 289'a kadar yaşayıp, hayatının son yirmi sekiz yı­
l ı nda Si raküza'nın müstebit hükümdarl ığını yapan Agatok-
'· 1es'ten daha iyi temsi l eden b i r örnek bilmiyorum ben.
Siraküza, Yunanistan'ın ve belki de bütün Akdeniz'in
en büyük sitesiydi. Siraküza'nın en büyük rakibi Kartaca'y.

- 1 12 -
iKTiDAR

d ı ve i ki taraftan b i ri n i n ağır yenilgisini izleyen kısa süre­


li barış dönemleri/ dışında bu iki s ite b i rbiriyle devaml ı
olarak savaş hali ndeydi . Sici lya'daki öteki siteler, parti si­
yasetinin aldığı yöne göre kah Siraküza'yı , kan Kartaca'yı
tutuyordu . Her sitede zenginler oligarşiden, yoksul lar de­
mokrasiden yanaydılar; demokrasi taraftarları üstün geldi­
ğ i zaman, bunların önderleri genel likle müstebit bir hü­
kümdar olabil iyordu. Yeni len parti taraftarları n ı n büyük
kısmı sürgün edi l iyor ve bu sürgünler, kendi parti lerini n
güçlü olduğu sitelerin ordularına kat ı lıyorlardı . Bununl a
b i rl i kte, s i lahl ı kuvvetlerin gövdesini , Helen i k ası l l ı olmı­
yan ücret l i askerler meydana getiriyordu.
Agatokles ( 1 ) mütevazı bir aileden gelmeydi ; bir çöm­
lekç i n i n o ğl uydu. Güze l l i ğ i sayesinde, Demas adlı zengin
bir S i raküzalı'nın gözdesi oldu ve Demas bütün servetin i ,
ölümünden sonra karısıyla d a evl enen Agatokles'e bıraktı .
Savaşlarda yararlı k gösterip sivrilen Agatokles'i n bir müs­
tebit olmak niyeti n i beslediğini sezdi ler ve onu surgun
edip, bir yandan da, yolda öldürülmesi için emir verd i ler.
Kendisine kurulan tuzağı sezen Agatokles yoksu l b i r adam­
la elbisesini değişti ve k i ralı k kaati l ler Agatokles yerine
bu adamı öldürdüler. Sonra, Sicilya'nı n içerlerinden b i r or­
du toplayan Agatokles, bu orduyla Siraküzalıları öyle b i r
yıldırd ı ki, Siraküzal ı la r onunla andlaşma yapmak zorunda

(1) Buradan itibaren anlatılanlar Diodorus Sicilus'un tarihinde bu dö­


nem üzerine yazılanlara dayanmaktadır. Bazı yetkili modern ta­
rihçiler Diodorus'un taraf tuttuğunu, Agatokles'in mükemmel bir
hükümdar olduğunu söylerler. Bununla birlikte Diodorus'un ana
gerçekleri değiştirmiş olabileceğine inanmak zordur.

- 1 13 -
İ ktidar - F./8
İKTİDAR

kaldı lar: bu andlaşmaya göre Agatokles Si raküza'ya yeni­


den kab u l edildi ve Ceres tapınağına giderek demokrasiye
zararı dokunacak hiç bir şey yapmıyacağına yemin etti .
Bu dönemdeki Sira küza hükumetinin demokrasi ve o l i­
garşi karı şım ı bir hükumet olduğu anlaşı l maktadı r. Sitenin
en zengin kişi lerinden meydana gelm i ş bir altı yüzler mec­
l isi vardı . Agatokles zenginl ere karşı yoksul ların davasını
savundu . Bu zenginlerden kırkının bulunduğu bi r konferans
sırasında Agatokles, kendisine karşı b i r komplo hazırlan­
-dığını i leri sürerek askerleri ayaklandı rdı ve konferansta
yer alan zenginlerin kırkını da k ı lıçtan geçirtti . Ondan son­
ra askerleri şehrin üzerine yürüterek onlara, altı yüzlerin
bütün mal larını mülklerini yağma etmelerini söyledi; as­
kerler den i l en i yaptıkları g i b i , ne olup bittiğini görmek için
evi nden. dışarı adımını atan bütün vatandaşları da öldür­
düler; sonunda , pek çok sayıda vatandaş, mallarını yağma­
"lamak isteyen askerler tarafından katledi l d i . D iodorus'un
dediği g ib i , 'Heyhat, tapınaklara kaçıp tanrılara sığınan .
vatandaşlar i ç i n bile g üvenlik kalmamıştı ; tanrılara olan
i nanç ve saygı zal i m insanoğlunun ayakları altında çiğnen­
mişti : b ütün bu suçları Yunanlılar Yunanlılara, hısım h ısı­
ma ve kendi ü l kelerinde, hem de barış zamanında, doğa­
nın yasalarına da, ittifaklara da, tanrı sayg ıs ı na da kulak
asmaksızın işlemeğe cüret ettiler: olanları duyunca sade­
ce dostlar değil, aklı başında her i nsan g i b i , düşmanlar d a ,
bu huzursuz halkın durumuna üzü l mekten kendileri n i ala­
madı lar:
Agatokles'in adamları günü erkekleri boğazl ryarak ge­
ç i rd iler, geceleyin de d ikkatlerini kad ı n lara çevird i l er.
İki gün süren kırımdan sonra Agatokles bütün esirle­
ri getirtti ve arkadaşı D i nokrates d ışında hepsini öldürttü.

- 1 14 -
iKTİDAR

Arkasından meclisi topladı , bütün zenginleri suçladı ve s i­


teyi monarşi taraftarlarından temizleyes:;eğini sonra da b i r
köşeye çeki l i p kendi hayatını yaşayacağı n ı söyled i . Böyle­
ce s ı rtından üniforması n ı çı kararak yerine müftü giyd i . N e
var k i , Agatokles'in önderliği altında çapul yapanlar, onun
i ktidara gelmesini i stiyorlard ı , bu yüzden de oy birli ğiyle
Agatokles'i başbuğ seçti ler. 'Yoksul ların çoğu ve özel l i k­
l e borÇ l u olanlar bu i htilalden hoşnuttular,' z i ra Agatokles
borçların affedi leceği n i ve toprakların yoksullara dağıtı l a­
cağı n ı vaadetmişti . Ondan sonra Agatokles b i r süre yöne­
timde yumuşak davra nd ı .
Savaşta, Agatokles yetenekl i , cesur, a m a fazla atıl­
gandı . Bir savaşta Kartacal ı ların tam b i r zafere ulaşmala­
rına ramak kaldı ; o rduları Siraküza'yı kuşatmış, donanma­
ları da l i manı işgal etmişti . Ne var ki, Agatokles büyük b i r
orduyla gemi lere binip Afrika'n ı n yolunu tuttu v e o rada,
Kartacal ı ların eline geçmesin diye bütün gemilerini yaktı .
Siraküza'dan ayrıl ı rke n , yokluğu s ı rasında i syan çıkmasın
d iye, rehine o larak yanı na çocukları almıştı ; aradan b i r
süre geçtikten sonra, Siraküza'da Agatokles'i tems i l eden
kardeş i , siyasal muhaliflerinden, Kartaca l ıların dostlu k kur­
dukları sekiz b i n kişiyi sürgün etti. Agatokles başlangıçta
zaferler kazandı Afrika'da ; Tunus'u ele geç i rdi, Kartaca'yr
kuşattı , bunun üzerine korkuya kapılan Kartaca hükOmeti ,
tan rı Molok'a k u rban vermeğe ba$1ad ı . Çok g eçmeden ,
aristokratların , kendi çocukları yerine -tanrı Molok'a ge­
leneğe göre sadece a ri stokrat çocukları kurban edil i rdi­
parayla satın aldıkları yoksul çocuklarını kurban etti rdikle­
ri anlaşı l d ı ; tanrı Molok'un, aristokrat çocuklarının kurban
edi l mesinden daha çok hoşnut kaldı ğ ı b i lindiği için, aris­
tokratların çocuk değiştirmemelerini sağl amak maksadıyla

- 11 5 -
c '
'

iKTiDAR

s ı k ı tedbirler alındı. Bu reformdan sonra tal i h Kartacal ıl a­


�a gülmeğe başlad ı .
Yedek askere i htiyaç duyan Agatokles, o s ı ralarda
Ptolemi'nin hükümdarl ı k s ı n ırları içinde bulunan ve İsken­
der'in yüzbaşılarından b i ri olan Ofelans tarafından yöne­
tilen Ki rene'ye ( Berka = Si renai ka) elçi ler yol ladı . Elçi le­
re, Ofelas'ın yardımıyla Kartaca'nın yerle bir edi lebi leceği­
n i ; Agatokles'in biricik i steği n i n Sicilya'daki güvenl i ğ i sağ­
lamak olduğunu, Afri ka'da hiç bir yere göz d i kmediğini ve
Afrika'da birlikte fethedecekleri her yeri Ofelas'a bıraka­
cağını söylemelerini emrett i . Bu tek liflere kanan Ofelas
ordusuyla b i rl i kte çölü aştı ve büyük zorluklardan sonra,
Agatokles'in ordusuyla bi rleşebildi. Agatokles derhal Ofe­
las'ı öldürttü ve onun askerlerine, kendileri için biricik
kurtuluş yolunun', kumandanlarının kaati l i n i n emrine gir­
meleri olduğunu anlattı.
f'I'
Ondan sonra Utika'yı kuşattı ve buraya hiç beklenme­
d i k bir anda geldiği için, tarlalarda çal ışmakta olan i nsan­
ların üç yüzünü esi r etti ve Utikal ı lar savunma amacıyla
çarpışmaya kalkarlarsa kendi adamların ı öldürmek zorun­
da kals ı nlar diye, bu esirleri kuşatma kulelerinin onune
bağlattı. Agatokles'in bu düzeni başarı kazand ı . ama o yine
de zor bir duru mda bulunuyordu, hele oğlu Arkagatus'un
orduyu kendisine karşı kışkırtıyor o l mas ı , durumu büsbü­
tün zorlaştırıyordu. Bu yüzden Agatokles gizl ice Sicilya'ya
kaçtı ve terkedi lmelerine son derece kızan ordu Arkaga­
tus'u da, Agatokles'i n öteki oğlunu da öldürdü. Bunu ha­
ber alınca öfkesinden deliye dönen Agatokles, Siraküza'da
isyankar ordu askerlerinin h ısım akrabası ne kadar i nsan
varsa, kad ı n , erkek, çol u k çocuk demeden hepsini k ı l ı çtan
geçirtti .

� 116 -
r
İ KTiDAR

Bütün bu kötülükler:e rağmen Sici lya'daki i ktidarı bir


süre devam etti . Aegesta'yı aldı ve, bu sitedeki bütün yok­
sul erkekleri öldürtüp, zenginlere, servetlerini sakladıkla­
rı yeri söyletene kada .r i şkence etti rdi . Genç kadınlarla ço­
cukları da kıta toprakları üzerinde bulunan Brutti ler'e kö­
l e olarak sattı.
Agatokles'in ev hayatı, ne yaz ı k ki , mutlu değ i l d i . Ka­
rısı , oğl uyla bir aşk serüveni yaşamış, i ki torun undan b i ri
ötekini öldürmüş, ondan sonra da uşaklardan b i rini kandı­
rarak, dedesinin kürdanı na zeh i r sürdürmüştü . Ölümünün
yaklaştığ ı n ı gören Agatokles'in yaptığı en son i ş senatoyu
"

ı
toplayarak, torunundan i ntikamını almalarını istemek oldu. ı

Ne var ki . diş etleri zeh i r yüzünden cılk yara hal i ne gel­
,'

diği için konuşamadı Ag�tokles. Siraküza halkı ayaklandı


ve Agatokles daha ölmeden, apar topar ölülerin yakıldığı
odu n yığınları üzerine yatı rı ld ı , mal ına mül küne el kondu
ve böylece demokrasi sözde yeniden canlandırı lmış oldu.
Rönesans İtalyası antik Yunan'la çok yakın bir pare­
lel çizer, ama Rönesans italyasındaki karış ı klık daha da
büyüktür. Rönesans İtalyası nda oligarş i k ticari cumhuri­
yetle, Yunanistan'dan örnek alınma istibdat idareleri , feo­
dal ası l l ı hükümdarl ıklar ve bütün bunlara ek olarak da Ki.
l ise Devletleri vard ı . Papa , İtalya dışı nda saygı uyandı r­
mış ama oğu l ları bu saygıyı uyandıramamış ve Sezar Bor­
jiya yalı n iktidar kurmak zorunda kalmıştı .
Sezar Borjiya ve babası VI . Aleksandr sadece kişilik­
·ıeri yönünden deği l , M achiavell i'ye i lham vermi ş olmaları
bakım ı ndan da ilgi çekicidirler. Hayatlarındaki bir · olay,
C reighton'un da yoruml arıyle, onların çağını çok güzel or­
taya çıkarmaktadır. Colonna ve Orsin i aileleri yıllardan be-

- 1 17 -
İKTİDAR

ri Papalı ğ ı n başının belasıyd ı ; Colonna ai lesi gücünü kay­


betmişti , ama Orsiniler hala ayakta duruyorlard ı . VI . Alek­
sandr onlarla bir andlaşma yaptı ve Sezar'ın iki öneml i
Orsini'yi hile yoluyla e l e geçirdiği öğreni nce, Orsinilerin,
baş ı , Kardinal Orsini 'yi Vatikan'a davet etti . Kardi nal Orsi­
n i , Papa'nı n huzuruna ç ı kar ç ıkmaz tutu kland ı ; Kardinal'in
annes i , oğluna yemek yol lama iznini koparabi l mek için Pa­
pa'ya iki bin düka altı n ı ödemek, Kardinal ' i n metresi de,
Papa'nın öteden beri göz koyduğu çok değerl i bir i nciyi
Hazret'e takdit etmek zorunda kaldı. Buna rağmen Kardi­
nal Orsini -rivayete göre Papa'nın emriyle verilen zehir­
l i şarap yüzünden- zindanda öldü. Creigton'ın bu olayla
(1) ilgili yorumları, bir yal ı n iktidar rej i m i n i n karakterini
ortaya koymaktadır:
' Böylesine haince bir işin hiç bir protestoya yol aç­
mamas ı , tam bir başarıyla sonuçlanabil mesi hayret edi l e­
cek şeydir; ne var k i , İtalya'nın uyd u rma siyasetinde her
şey, oyunu oynayanların hünerine bağl ı bulunuyord u . Üc­
retli asker kumandanları sadece kendi lerini temsil ediyor­
lardı ve hangi yoldan olursa olsun, ortadan kaldırıldıklarr
zaman geride hiç bir şey kalmıyordu . Orsini 'lerin ya da­
Vitellozzo'ların çökertil i ş lerinden ötürü darbe yemiş ne b i r
parti vardı ortada ne de bir çıkar grupu. Ücretli asker or­
dular ancak generallerin i n ardı sıra gittikleri sürece bir
güç meydana getiriyorlardı ; generalleri ortadan kald ı rı l ı n­
ca, askerler dağ ı l ıyor ve başkaları n ı n hizmetine giriyorlar­
d ı . . . Askerlerin çoğu, bu olayda Sezar'ın gösterdiği soğu k­
kanl ı l ı ktan ötürü ona hayranl ı k besliyordu . . . Geçerl i ah­
lak kura llarına darbe indiri l miş değ i l d i . İtalya'da pek çok

(1) Papalık Tarihi, Cilt: V. s. 42.

- 11 8 -
iKTİDAR

'ki mse, töre kural ı olarak, Sezar'ın Machiave l l i'ye söyle­


<liklerini yeter kabul ediyord u : « Ha i n l i kte birer usta olduk­
larını ispat etmiş olanları elde etmekte yarar vardır." Se­
zar'ın davranışları üzerine, başarı larına bakarak yargıda bu­
·ıunuluyordu .' ' 1

Rönesans İtalyasında, Yunan'da olduğu gibi, çok _yük­


sek bir medeniyet düzeyi , çok alçak br ahlak düzeyiyle bir­
l ikte bulunuyordu: her i ki çağ da, en yüksek dehalarla bir-
1 ikte, e n aşağ ı l ı k haydutlukları birlikte o rtaya koyar; bu
.-çağlarda gerek haydutlar, gerek dahi ler asla birbirlerine
'karşı değ i l lerdir. Leonardo da Vinc i , Sezar Borjiya için ka­
··ı eler yapmıştı ; Sokrat'ın öğrenci l eri nden bazı ları , otuz
müstebit hükümdarın en berbatları arasında yer alır; Efla-
tun'un çömezleri, Si raküza'da utanç verici olaylara karış­
mışlard ı ; Aristo b i r müstebitin yeğeniyle evlenmişti . Her
iki çağda da sanat, edebiyat ve cinayet yüz el l i kadar yan
-yana serpi l i p geliştikten sonra , Batı 'dan ve Kuzey'den ge­
len, daha az madeni, ama daha dayanışmalı u luslar tara­
fı ndan toptan ortadan kald ı rı l d ı . Her iki durumda da, siya­
sal bağımsızl ığın elden gidişi sadece kültürel çöküşü do­
,'�
•ğu rmamış, aynı zamanda ticaret üstünlüğünün kaybedil me- · ;ı

sine ve felaketl i b i r yoksul l uğa sebep olmuştu .
'

Yal ın i ktidarlar gene l l i kle kısa sürelidir. B i r kural ola­ '; i



rak , yal ı n i ktidarlar, şu üç yol dan biri içinde son bulurlar:
B i ri nci s i , buraya kadar üzerinde durduğumuz Yunanistan
ve İtalya ö rneklerinde olduğu gibi , isti la yoludur. İkincisi.
'kısa zamanda gelenekselleşen istkirarlı bir d i ktatörlüğün
kuru l ması yol udur: bunun en dikkate değer örneği ise,
'Marius'tan , Antuvan'ın yeni lgisine kadar süren iç savaşlar .
,,döneminden sonra kurulan Ogüst imparatorluğu'dur. Üçün-

- 1 19 -
İKTiDAR

cüsü, kel imenin en geniş anlamıyla, yeni b i r dinin ortaya çı­


kışıdır. Bunun e n dikkate d eğer örneğini d e , Arabistan'da­
ki çatışma halindeki kabileleri M uhammed'in birleştirebil­
miş olması meydana geti rir. B i rinci Dünya Savaşını izleyen
dönemde u l uslararası i l işkiler alanındaki yal ın i ktidar ege­
menliği , eğer Rusya'nın ihraç edebi lecek besin fazlası bu­
lunsaydı , Komünizmin bütün Avrupa'da benmisenişiyle son
t>uıab ı ı ı ra ı . .
iktidarın sadece uluslararası i lişkiler alanında değiL
tek tek Devletler'in iç yönetimlerinde de olduğu yerlerde, i,
i ktidarı ele geç i rme metotları , başka taraftaki metotlardan
çok daha amansızd ı r. Bu konuyu Machiave l l i enine boyuna
i ncelemiş bulunuyor . Mesela, Sezar Borjiya'n ı n , VI. Alek­
sandr'ın ölümü dolayısiyle kendini korumak için aldığı ted­
bi rler konusunda Machiavelli'nin övücü sözlerini ele ala­
lım:
'Sezar Borjiya şu dört metodu uygulamağa karar ver­
d i : Biri ncisi , Lordlarının mal ve mülkünü e l i nden aldığı ai­
leleri ortadan kaldırmak ve bu suretle Papa'nın bu aileleri
bir mazeret olarak ileri sürmesi ihtimalini bertaraf etmiş
olmak. İkincisi, Roma'l ı bütün beyleri kend i tarafına çek­
mek ve onların yardımıyla Papa'ya gem vurmak. Üçüncü­
sü, öğretmenler ve qilginler sınıfını kazanmak. Dördüncü­
sü, i l k sarsıntıyı kendi kendine atlatabilmek için, Papa da­
ha ölmeden, yeteri kadar güç kazanmak. Aleksandr öldü­
ğünde, Sezar bunlardan üçünü tamamlamış bulunuyord u .
Zira mallarını mülkleri n i elinden aldığı l ordlardan el ine ge­
çirebildiklerinin hepsini öldü rmüştü ; Sezar'ın elinde'n ca­
n ı n ı kurtarabilen çok azdı' v.b.
Bu metotlardan ikinci , üçüncü ve dördüncüsü her za­
man uygulanabi l irdi , ama birincisi, düzenl i b i r hükumet

- 1 20 -
iKTiDAR

yônetimi a ltında kamuoyunu ayaklandırabil i rdi . B i r İngiliz


Başbakan ı , M uhalefet Liderini öldürtmek suretiyle yerin i
sağlama bağlamayı h i ç b i r zaman aklının köşesinden ge­
ç i remezdi ; ne var k i , i ktidarın yal ı n olduğu yerlerde bu gi­
bi törel kısıtlamalar işlemez hale gelmektedi r.
İ ktidar, o iktidarın uyrukları buna başka h i ç b i r sebep­
ten ötürü değ i l de, sadece ve sadece i ktidar olduğu için
saygı duyuyorlarsa, yalındır. Böylece, vaktiyl e geleneksel
olan b i r i ktidar biçimi, gelenek artık kabul edilmez hale
gelir gelmez, yal ı n i ktidar biçimini a l ı r. Bundan da, özgür
düşünce ve şiddetli eleştiri dönemlerinin yal ın i ktidar bi�
çimine dönüşme eği l i minde olduğu sonucunu çıkarab i l i riz.
Yunanistan'da da, Rönesans İtalyası nda da bu böyle olmuş�
tur. Yal ın i ktidara uygun i ktidar kuramını Eflatun, Cumhu­
riyet'in i n b i rinci kitabında, adaletin töre-bi l i msel tarifini
yapabi lmek için tatlı d i l l i giri ş i ml erde b u lunduğundan ötü­
rü Sokrat'a kızan Thrasymachus'un ağzından o rtaya atmış­
tır. Thraı:ıymachus, ' Benim doktrinim,' der, 'adaletin, güç­
lünün ç ı karı olduğudur.'
Devam eder Thrasymachus:
' Her hükumetin , kenGli çıkarlarıyla uygun b i r çerçeve
içine a l ınmış yasaları vardır; demokrasi , demokratik yasa­
lar yapar; müstebit, i stibdat yasalar yapar v.b . Bu h üku­
metler, böyle yapmakla, kendi ç ı karlarına olan şeyin, uy­
rukl.a rı için adalet niteliği taşıdığını i l an etmi ş olurlar; bu
yoldan sapanlar da, bu hükümetler tarafından yasaya kar­
şı olurlar; yasaya karşı gelmiş o l makla ve adaletsizl ikle
suçlandı rı l ıp haklarında kovuşturma açıl ı r. Bundan ötürü,
sayın bayım , diyeceği m odur k i , her s itede adalet aynı, ya­
ni kurulu hükumetin ç ı karıdı r. üstün güç de, bana kalırsa,

- 121 -
ii .

İKTİDAR

hükumetten yanadır. Buna göre, doğru akıl yürütme yo�uyla


hep aynı sonuca , yan i , adaletin her yerde güçlünün çıkarın­
dan ibaret olduğu sonucuna varı l ı r.'
Bu görüş genellikle beni msendiği zaman , hükümdarlar,
iktidarları nı elde tutmak için yaptı kları şeyler -bunlardan
doğrudan doğruya zarar görenler dışında- kimse tarafın­
dan iğrenç sayılmayacağı içi n , törel kısıtlamalardan yaka­
larını kurtarmış olurlar. Asi l leri de, aynı şeki lde, sadece
başarısızlığa uğramak korkusu kısıtlar; amansızca usu l l er­
le başarıya ulaşmaları olanağı varsa, bu amansızlığın on­
lara halkın sevgisini kaybettireceği korkusunu duymazlar.
Thrasymachus'un doktrin i , gene l l i kle beni msediği yer­
lerde, düzen içindeki bir topluluğun varl ı ğ ı n ı , hükumeti n
emrindeki dolaysız kaba güce bağımlı kı lar. Böylelikle de
askeri bir istibdadı kaçın ı l maz hale geti rir. Öteki hüku­
met � içimleri ancak, var olan iktidar dağ ı l ım ına saygı tel­
kin eden yayg ın bir inancın bulunduğu yerlerde isti krar
sağlayabi l i r. Bu hususta başarı sağlayabi lmiş inançlar ge­
nel l i kle, ansal eleştiri karşısında tutunamayan cinsten
inançlar olagelmiştir. İ ktidar, öteden beri çoğunluğun ona­
yı ile, bir hak olarak s ı nırlandırı l mış ve bu hak sadece
kral ailelerine, aristokratlara, zenginlere, kadı nlardan çok
erkeklere ve değişik renklerdeki insanlardan çok beyaz
lara tanınagelmiştir. Ne var k i , uyruklar arası nda bilginin
ve olaylarla gerçeklerin derinine i nebi l me yeteneğinin yay­
g ı n laşmas ı , onları , bu sını rlamaları reddetmeğe yöneltmiş
ve iktidar sahipleri ya boyun eğmek ya da yalın iktidara
dayanmak zorunda kalmışlard ı r. Eğer genel onaya düzen­
li hükumet kumanda edecekse, i nsan l ığ ı n çoğunluğunu
Thrasymachus'unkinden başka bir doktrin üzerinde oy bir­
l iğine varmağa kandıracak b i r yol bul mak gerektir.

- 1 22 -
İKTiDAR

Her hangi biçimde bi r hükumet kurmak için g enel ona­


yı kazanma bakımından, kör inançlar dışında başvurulan
metodların incelenmesini daha i leriki bir bölüme bırakıyo­
rum ; bununla birlikte, başlangıç olarak bu noktada bir kaç
söz söylemeği de uygun görüyoru m . Önce, bu mesele -
Amerika B i rleşik Devletl e ri 'nde çözülmüş olduğuna göre­
çözülmez değ i ldir. (İngiliz hükumeti nin i stikrarında esas
öğeyi Taht meydana getirdiğinden, bu meselenin İ ngiltere'
de çözülmüş olduğunu söylenemez.) İkinci olarak, düzenl i
hükumetin üstünl ü kl e rinin çoğunluk tarafından anlaşıl ması
lazımdır; bu ise, gene l l i kle, enerji dolu i nsanlar için ana·
yasaya uygun yol l a rdan servet ve i ktidar sahibi olabilme
fı rsatların ı n bulunmasını gerektirit. Enerji ve yetenek sa­
hibi b i reyleri içine alan b i r sınıfın, istenilen mevkilere ula­
şabil m e olanakları n ı n engellendiği yerlerde er geç ayak­
lanmayla sonuçlanacak b i r i stikrarsızl ı k öğesi. var demek­
tir. Üçüncü olarak , öze l l i kle düzenin çıkarları için benim­
senmiş ve yaygı n bir muhalefet yaratacak kadar göze ba­
tıcı adaletsizlki niteliği taşımayan b i r toplumsal teamüle
(convention) i htiyaç vardır. Böyle bir teamül , bir süre için
başarı l ı olduğu takdi rde, kısa zamanda geleneksel n iteli k
kazanacak ve geleneksel ' iktidarın bütün güçlerini devrala-
caktır.
R ou sseau'nun 'Toplumsal M ukavelesi'ni modern b i r
okuyucu p e k de ihtilalci saymaz, hatta, hükumetlerin bunu
n iye o kadar nefretle karş ı lamış o ldukların ı anlamakta güç­
lük çeker. 'Topl umsal M u kavele'nin nefretle karşı l anmış
oluşunun bell i başl ı nedeni · bence, bunun, hükumet iktida­
rını , hükümdarlara duyulan, kör inançtan gelme saygıya ·de­
ğ i l de, akla uygun gerekçelerle benimsenen bir teamüle
dayatmak isteyişidir. Rousseau'nun doktri n lerini n dünya

- 1 23 -
İKTİDAR

üzerindeki etkisi, hükumete duyulan saygı konusunda, in­


sanları kör i nançlar dışı nda bir esas üzerinde bi rleşmege
kandı rmanın ne derece güç olduğunu ortaya koymaktadır.
Kör i nançlar çok ani olarak süpürül üp atı ldığı zaman, bu
belki de hiç mümkün değildir: kör inanç sah i plerin i n baş­
langıç eğitimi nden geçi rilebilmesi içi n , uygul amada bir sü­
re bunların gönü l l ü iş birliğinin sağlanması gerekl idir. En
büyük güçlük, toplum düzeni için yasaya saygı şart olduğu
halde artık çoğunluğun onayı na kumanda edemeyen ve bu
yüzden ihtilal l e al aşağı edilen gel eneksel rej i m altında bu
saygının sağ lanmasının olanaksızl ığından doğmaktadı r.
Ama eğer düzenli topluluğun varl ığının, zekanın özgürlük
içinde uygulanmasıyla uygunluk halinde bulunması isteni­
yorsa , çözümü ne kadar güç olursa olsun, bu meselenin
çözül mesi şarttır.
Bu meselenin mahiyeti bazen yan l ı ş anlaşıl ı r . Bir ku­
ramcının, isyan için yeterli etken sağlayamayacak saydı­
ğı bir hükumet biçimini akıl içinde bulmak yetmez; var­
l ığı fiilen ortaya koyulab i l ecek ve var olduğu zaman da
i htilali bastırabilmesini ya da önleyeb i lmesini sağlayacak
kadar bir bağ l ı l ığa kumanda edecek biçimde bir hükume­
tin bulunması gerekl idir. Bu, devlet adaml ığının uygu layı­
cı yönüne ait bir meseledir ve bu mesele içinde, i l g i l i hal­
kın bütün i nançlarını, önyargı larını hesaba katmak gerektir.
Bir araya gelen her üç beş kişinin, Devlet mekan izmasını
b i r kere ele geçirdikten sonra, propaganda yoluyla genel
onayı sağlayabileceğine i nananlar vardır. Ancak bu görü­
şün sınırl ı olduğunu ortaya koyan apaçık gerçekler de var­
dır. Devlet propagandası n ı n , ulusal duyguyu karşısına al­
dığı zaman , H indistan'da ve ( 1 92 1 'den önce) İrlanda'da ol­
duğu gibi , güçsüz kaldığını yakı n zamanlara ait örnekler

- 1 24 -
r
i
İKTiDAR

ortaya koymuştur. Devlet propagandası , güçlü d i nsel duy.


gu karşısı nda da tutun makta zorluk çeker. Devlet propa­
gandas ı n ı n , çoğunluğun çıkarlarına rağmen ne derece ve
ne kadar zaman için tutunabileceğ i , cevabı hala kes i n l i k­
l e verilememiş bir sorudur. Bununla birl i kte, Devlet pro­
pagandasının git gide daha etkili olduğunu da kabul et­
mek gerektir; bu bakımdan, hükumetleri n genel onayı sağ­
lama ları daha kolaylaşmaktadı r. Burada ortaya attığımız so­
ru lar üzerinde, i leriki bölüm lerde daha enine boyuna du­
racağız; şimd i l i k bunların sadece akı lda tutulmaları yeter.
Buraya kadar hep siyasal iktidar üzeri nde durdum, hal­
buki ekonomi k alandaki yalı n i ktidar da en aşağı bunun ka­
dar önemlidir. Marx, geleceğin sosyalist topluluğundaki
ekonomik il işki ler dışında bütün ekonomi k i l işki lerin yal ı n
i ktidar tarafı ndan yürütü ldüğünü kabul eder. Öbür yandan
Benthamism'i n (1) tarih i n i yazan Elie Halevy, bir zamanlar,
kabataslak şöyle ifade olunabilecek bir iddiada bulunmuş­
tu : 'bir kimseye emeği karş ı l ığı ödenen ücret, o kimseni n
emeğ inin kendi kafasındaki değeridir.' B u iddianın yazarlar
için geçerli olmadığına emi n i m : ben , bir kitabımı ötekiler­
den ne kadar değerl i bulduysam , o kitap için bana öteki l er­
den daha az para öden d i . Eğer başarı l ı iş adamları yaptık�
ları işin, getirdiği para değerinde olduğunu gerçekten inao
nıyorlarsa, bu başarılı iş adamlarının göründüklerinden de
aptal ol maları gerekir. Buna rağmen , Halevy'ni n kuramı n·

(1 ) Jeremy Bentham (doğ. 1 5 .1 1 .1 748; öl. 6.6.1 832) ad ı ndaki lngiliz


hukuk yazarı ve hukuk kuramcısı tarafından ortaya atılan ve or­
taya çıkışı bakımından Stuart Mil l'le i lişkisi bulunan faydacı bir
ahlak kuramı. Bu ahlak kuramında zevkin nicelik yönünden değer·
lendirilişi, Jeremy Bentham'ın ruhsuz, hayill gücünden yoksun
kafasın'ın belirgin niteliğini ortaya koymaktadır. (Çev. Notu)

- 1 25 _ .
iKTiDAR

da bir gerçek l i k payı da yok değildir. i sti krarl ı bir topl u l u k­


ta, adal etsizliğe karşı isyan duygusuyla tutuşan önemli b i r
sınıf bulunmamalıdır; buna dayanı larak da, büyük b i r eko­
nomik hoşnutsuzluğun bulunmadığı yerde, çoğu i nsanl arı n
hak ettiklerinden düşük ücret aldı kları inancmda olmad ı k­
ları farzed i lebil ir. Bir adamın geçiminin mukaveleden çok
durum ve koşul lara bağl ı olduğu gelişmemiş topluluklarda,
o adam, b i r kural olarak, görenek neyi gerekti riyorsa onu
adil sayar. Ne var ki , o durumda b i l e Halevy'n i n form ü l ü ,
sebep v e sonucu tersine çevirmiş oluyor: görenek, o ada­
m ı n adalet duygusunun nedenidir, yoksa o adamın adalet
duygusu göreneği meydana getirmemiştir. Bu gibi durum­
larda ekonomik i ktidar gelenekseldir; ancak eski görenek­
ler tepetaklak edildiğ i , ya da her hangi b i r sebeple eleş·
tiriye hedef olduğu zaman bu i ktidar yal ı n hale dönüşür.
Endüstrializmin emekleme çağında, ücretleri düzenl e­
yecek görenekler bulunmadı ğ ı gibi, işçiler de henüz örgüt­
lenmiş değ i l l e rd i . Bunun b i r sonucu olarak da, işçiyle i ş­
veren arası ndaki i l işkiler, Devlet'i n tanıdığı s ı nırlar içinde,
yal ı n i ktidar i l işkileri olarak ortaya ç ıkıyordu; başlangıçta
da Devlet'i n tanıdığı sınırlar çok genişti . Ortodoks ekono­
m istler, kal ifiye o lmayan emek karş ı l ı ğ ı n ı n her zaman için ,
ancak nafakayı sağlayacak bir ücret düzeyinde tutul ması
gerektiği tezini savunmuşlard ı , ne var ki , onlar bu tezi i leri
sürerlerken , bunun gerçekleştirilmesinin, ücretl i işçi lerin
siyasal i ktidardan ve kendi aralarında b i rl eşmelerinin sağ­
layacağı ç ı karlardan uzak tutulab i l melerine bağl ı olduğunu
anlayamamışlard ı . Marx, bunun bir i ktidar meselesi ol­
duğunu görmüş, ama bence, siyasal i ktidarın, ekonomi k i k­
tidara oranla önemini küçümsemiştir. Eğer ücretl i işçi l e­
rin siyasal i ktidarda ağırlıkları bul unmasa, onları n ücretleri

� 1 26 ·-
JKTIDAR

konusunda pazarhk edebil m e güçlerini son derece arttı ran


sendikalar susturu labi l i r ; İngi ltere'de de, eğer şehirli iş·
' çiler 1 868'den bu yana oy verme hakkına sah ip bulunma­
salard ı , arka arkaya yürürlüğe konul acak bir sürü yasa mad­
desiyle elleri kolları bağ l ı duruma düşürülürlerdi . Sendika
örgütleri sayesi nde artık ücretler yal ı n i ktidar tarafından
değ i l , mal alıp satım ındaki gib i , paz'a rl ı k yol uyl a belirlen­
mektedir.
Yal ı n i ktidarın ekonom ik alanda oynadığı rolün öne­
mi, bu role uygulama alanında kendini gösterişinden ön­
ceki dönemlerde verilen önemden çok daha büyüktür. Bu,
bir çok örneklerde açı kça görü l mektedi r. Bir haydudun kur­
ban ı n ı , ya da istilacıların yen i l miş bir ulusu soymas ı , hiç
-ş üphesiz bir yal ın iktidar meselesidir. Köleni n , uzun bir
alışkanl ı k sonucu o larak kadere rıza gösterdiği durum dı­
şında, köl e l i k de bir yal ı n iktidar meselesidir. Bir ücret, o
işi yapan ı n öfkesine rağmen de olsa, yalı n iktidar yoluyla
ve zorla a l ın ı r. Bu gibi öfkeler ise iki sınıf durum içinde
görülür: ücretin göreneksel olmadığı ve ahval değişikl iği
yüzünden, göreneksel olanın adalet duygusuna aykırı sa­
y ı l mağa başlandığı yerde. Eskiden b i r erkek, karısının mül­
kü üzerinde tam yetkiye sahip bulunuyordu, ama kadın hak­
l a rı n ı savunan akım bu göreneğe karşı bir ayaklanmanın
doğmas ı na, bu ayaklanma da yasanın değişti rilmesine yol
· açt ı . Eskiden i şverenlerin, iş kazalarıyla ilgili olarak, işçi­
lerine karşı bir yükümlülükleri yoktu; bu konuda da anla­
yış değişti ve yasanı n deği şti rilmesini zorunlu kıldı. Bu cins
örnekler sayılamayacak kadar çoktur.
Sosyal i st bir işçi, gelirinin patronunkinden dü�ük olu­
şunu adaletsizHk sayabi l ir; bu takdirde onu, geliri ne razı

- 127 -
iKTiDAR

olmak zorunda bırakan yal ı n i ktidardır. Eski sistem ekono­


mik eşitsizlik gelenekseldir ve geleneğe karşı ayaklanan­
lar dışında, kendi içinde öfke yaratmaz. Böylece, sosyal ist
görüşün her güç kazanışı, kapital ist'in i ktidarını daha ya­
l ı n hale getirir; b u durumla, geçerli inançlara her karşı
ç ı kışta Ki l ise i ktidarının b i raz daha yal ın hale gelişi ara­
sında büyük benzerlik vard ı r. Daha önce de gördüğümüz
gibi, genel onaya dayanan i ktidara karş ı l ı k , yalın iktidarın
kalıtsal kötülükl eri vardır; bunun bir sonucu olarak, sos­
yalist görüşün her güç kazanışı · kapital istleri daha zararl ı
hale getirir. Kapita listlerin gaddarca uygulamaları eğer bi­
raz yumuşatılabil iyorsa, bu sadece onların korkularından­
dır. Bütün ücretli işçilerin inanmış sosyal istler, bütün ge­
ri kalanlarında aynı şeki lde inanmış kapita l izm taraftarları
olduğ•J , tamamiyle Marxist düzene uygun bir toplulukta, ka­
zanan hangi taraf olursa olsun, muhaliflerine karşı m utla­
ka yal ı n i ktidar uygulard ı . Marx'ın b i r kehanet gibi önceden
görüp söylediği bu durum, çok ağı r bir durum olu rdu. Marx'-
. ın çömezleri n i n propagandası , başarıl ı olduğu oranda, bu
durumu yaratacak gibi görünüyordu.
insan tarihinde yer alan nefret uyandı racak nite l ikte­
ki olayların en büyükleri yal ı n i ktidarla i l işkilidir -bun- '
lar arasına sadece savaşlar değ i l , savaşlar kadar gösteriş-
li olmamakla beraber en aşağı onlar kadar müthiş olan
başka olaylar da g i rer. Köl e l i k ve köl e ticareti, Kongo'nun
sömürülüşü, eski endüstrializmin korkunç tarafları , çocuk­
lara yapılan zulüm, adli işkenceler, ceza hukuku , zindanlar,
angarya, dinsel cezalar, Yahudilere yapılan iğrenç şeyler,
müstebitlerin merhametsizce hafifmeşrepli kleri, siyasal
muhaliflerin bugün Almanya'da ve Rusya'da polisin inanıl­
mayacak kadar eşitsiz davranışı� bütün bunlar, yal ı n ikti-

·- 1 28 ,.:_
f
İKTİDAR

darın savunmasız kurban lara karşı kul lanıl ı ş ın ı n örnekle­


ridir.
Kökleri gelenekte olan pek çok adaletsiz i ktidar b i­
çimi eskiden her halde yal ındı. St. Pau l , H ristiyan kadı n­
ları n ı n kocalarına itaat etmeleri gerektiğini söylediği için,
Hristiyan kadı nları da yüzy ı l larca kocalarına itaat etti ler;
ne var ki, St. Paul'ün doktrinini kad ı n lar genel l i k l e benim­
semeden önce erkeklerin ne gibi güçlü'klerle karşı karşıya
bulunduklarını Jason ve Medea hi kayesi bize göstermek­
tedir.
İ ktidar ya hükumetlerin ya da anarşist serüvencilerin
e l inde olmak zorundadır. Hükumetlere karş ı ayaklananlar,
hatta sıradan suç işleyenler var oldukça, yal ı n i ktidar da
var ol mak zorundadı r. Ama eğer i nsan hayatının, insan l ı k
yığın ı için, büyük dehşet dönem leriyle dolu karanl ı k b i r
sefaletten daha başka bir şey haline gelmesi i steniyorsa,
yal ı n i ktidara elden geldiği kadar az yer veri lmelidir. İ kti­
dar uygulamasının, ahlaksızca bir işkence uygul amasından
daha iyi bir şey haline gelmesi isteniyorsa, i ktidarın yasa
ve görenek nöbetçi leriyle çevrelenip, ancak enine boyuna
düşünüldükten sonra uygulanır hale geti ril mesi ve uygu­
lanmas ı n ı n , bu i ktidar uyrukl arın ı n çı karları bakım ı ndan ya­
kın bir kontrol altında tutulan kişi lerin el ine veri l mesi ge­
rektir.
Bunun kolay bi r iş olduğunu iddia etmiyorum . Bunun
gerçekleşmesi için. her şeyden önce savaşların ortadan
kald ı r ı l ması gerektir, zira bütün savaşlar bir yal ı n iktidar
uygulamasıdır. Yine bunun gerçekleşmesi içi n , dünyanın,
ayaklanmalara yol açan dayanılmaz baskılarından kurtul-

- 1 29 -
iktidar - F./9
İKTİDAR

muş olmas ı ; hayat standard ı n ı n bütün dünyada yükselm e­


s i , öze l l i kl e de H i ndistan'da, Çin'de, Japonya'da en aşağı
Ameri ka Birleş i k Devletleri'nin iktisadi buhrandan öncekr
hayat standardına ulaşması ; Roma tribünlerine (1) benzer,
ama bir bütün olarak halk için değil , azın l ı klar ve suçlular
g i b i baskıya hedef olabi l ecek her tabaka için ayrı ayrı ku­
rumlar bulunmas ı ; ve hepsi nden öneml i s i , olguların doğ­
rusunu araştırabilmek fı rsatlarına sahi p , uyanık bir kamu­
oyunun bulunması gerektir.
Her hangi bir bireyin ya da b i reyler g rupunun erde­
m ine bel bağlamak boşunadır. Fey losof krala, boş b i r rüya
olarak çoktan yol veri lmiş bulunuyor, �e var ki, en aşağı
öteki kadar boş ve temelsiz olmasına rağmen, feylosof
pı;ırti , yeni b i r buluş olarak alkışlanıyor. İ ktidar boş ve te­
melsiz o l masına rağmen, feylesof parti, yeni bir buluş ola­
rak alkışlanıyor. İ ktidar meselesi ne, azı n l ığın yönettiğ i so­
rumsuz bir hükumette ya da her hangi başka bir kestirme
yolda çözüm bulunamaz. Ancak, bu hususun enin,e boyu­
na tartışı l masını , daha i l eriki bir bölüme bırakacağız.

(1) Roma'da, özell ikle halkın çıkarlarını soylular takımına karşı ko­
rumak, halkın hak ve özgürlüklerini savunmak için atanan me­
murlar. (Çev. Notu)

- 1 30 -
Bölüm VII
İHTİLAL İKTİDARI
GELENEKSEL b i r sistemin iki ayrı yoldan parçalanabi­
leceğini söyledik. Eski rejimin dayandığı inançlar ve ansal
a l ışkanl ı klar şüphec i l iğe yol açabilir; bu durumda toplumun
dağ ı l maması ancak yal ı n iktidar uygulanarak s ağlanır. Ya
da, yeni ansal alışkan l ıkları gerektiren yeni bir inanç bi­
reyler arasında gittikçe daha çok tutunur ve en sonunda,
artık işe yaramaz hale geldiği düşünülen eski hükumetin
yerine, yeni inanışlarla uygunluk içinde . bulunan bir hüku­
meti geçirecek kadar güç kazanır. Bu durumda, yeni i h­
tilal iktidarı n ı n , gerek geleneksel iktidarınkinden, gerek ya­
l ı n i ktidarınkinden ayrı , belirgin nitel ikleri vardır. İ htilal ba­
şarı kazandığı takdi rde, i htilalin kurduğu sistemi n kısa za­
'
manda geleneksel hale geı eceği bir gerçektir; ama şurası
da bir gerçektir ki, i hti lal mücadelesi , çetin olduğu ve uzun
sürdüğü takdi rde , çoğunlukla bozulur ve uzun sürdüğü tak­
d i rde, çoğunlukla bozulur ve b i r yal ı n i ktidar mücadel esi
hal ini alır . Bununla b i rl i kte yeni bir i nanca bağlananlar psi-

- 1 33 -
İKTİDAR

koloj i k yönden, muhteris serüvencilerden çok ayrıdırl a r ve


etkileri hem daha önem l i , hem de daha sürekl i olab i l i r.
İ htilal i ktidarını dört örnek üzerinde durarak anlata­
cağ ı m : ( 1 ) İ l k H ristiyanl ık , (il) R eformasyon ; ( i l i ) Fransız
İ htilali ve M i l l iyetçil ik; ( iV) Sosyal izm ve Rus İ htilal i .
ı . İlk Hristiyanlık. H ristiyanlığın -söz gelişi b i r kaç
durum dışında- kişisel din yönüyle değ i l , i ktidarı ve top­
l umsal örgütü etki leyişi yönüyle ilgi leniyorum .
H ristiyanl ık, i l k zamanlarında tarnamiyle siyaset d ı ş ı n­
dayd ı . İ l kel geleneğin zamanımızdaki en iyi temsi lci leri ,
dünyanı n sonunun yakın olduğuna inanan ve bu yüzden d i n
dışı işlere karışmak istemeyen Christadelphian' lard ı r ( ' )
Ne var ki, böyle b i r tutum , ancak ufak b i r tarikat i ç i n müm­
kündür. H ristiyanların sayısı ve Kil isenin gücü arttı kça Dev­
l et'i etki leme isteğinin de artması kaçını l maz bir sonuçtu .
D iolectian' ın cezalandırılması , bu isteği güçlendirmekte bü­
yük bir rol oynamız olsa gerektir. Konstantin'in din değiş­
tirmesindeki etkenler her ne kadar karanl ı ksa da, bunların
esas itibariyle siyasal oldukları bellidir; bu ise, o s ı ralar­
da Ki l isen i n s iyasal alanda etk i l i hale gelmiş bulunduğunu
gösterir, Ki l i senin öğreti leriyle, Roma Devletinin geleneksel
doktrinleri arasındaki ayrı l ı k o kadar genişti ki, Konstantin
zamanında yer alan ihtilalin, tarihin en öneml i i hti lal i sa­
yılması gerekir.
İktidar üzerine en öneml i Hristiyan doktri ni şuyd u :

( 1 ) Teslis'i reddeden ve ebedi hayata sadec� doğruluk yoluyla ula­


şılabileceğine imman Dr. John Thomas tarafından 1 850'de Ame­
rika Birleşik Devletleri'nde kurulan bir tarikatın mensupları .
(Çev. Notu)

- 1 34 -
İKTİDAR

'insandan çok Tanrı'ya itaat etme liyiz.' B u , daha önce bir


benzeri bulunmayan, ya da sadece Yahudiler arasında bu­
l unan b i r emird i . Gerçi eskiden de bir takım şeriat emir­
leri vard ı , ama bunlar, Yahudiler ve H ri stiyanl ar dışında,
vatandaşı Devlet karşısı nda yükümlü kılan laik emirlerle
çatışmıyordu. Putperestler, İmparatorun tan rı l ı k iddias ı n ı n
metafizi k gerçekten tamamiyle yoksun bulunduğunu gör­
dükleri zaman bile, İmparatorun tanrı l ığına i steyerek inanı­
yorlardı . Buna karş ı l ı k Hristiyanlar için metafizik gerçekti
en önem l i olan: onlar, biricik gerçek Tanrı'dan gayrısına
tapındıkları takdi rde lanetlenmek teh l ikesiyle karşı karşı­
ya kalacaklarına inanıyor, bu yüzden de, kötünün iyisi ka­
b i l i nden d i n şahitli ğ i n i lanetlenmeğe tercih ediyorlard ı .
İ nsandan çok Tanrı'ya itaat etmemiz gerektiği i l kesi
Hristiyan lar tarafından iki ayrı biçimde yorum lanmıştır.
Tanrı' n ı n emirleri b i reyi n bi l incine ya dolaysız olarak, ya
da dolayl ı olarak K i lise aracı l ığıyla ulaş ı r. Tanrı emirleri n i n
insan bil incine Devlet aracıl ığıyla da u laşabi leceğini ş i m­
d iye kadar V l l l . Henry i l e Hegel 'den başka iddia eden çık­
mamıştır. Böylece, H ristiyan öğreti s i , Devlet'in ya özel yar­
g ı hakkı yararına ya da Kilise yararına zayıflamasını gerek­
tirmiştir. Birincis i , yani Devlet'i n özel yargı hakkı yararı­
na zayıflamas ı , kuramsal olarak anarşiyi doğurur; i kincisi
ise, her birinin kendi alan ı n ı n s ı nırlarına dair kesi n i l keler
bulunmayan iki otorite ortaya ç ı karır: Kilise ve Devlet. Se­
zar'a ait işler hang i leri , Tan rı'ya ait işler hangi leridir? Bir
Hristiyan için hiç şüphesiz en doğal olan ı , bütün işlerin
Tanrı 'ya ait olduğunu söylemektir. i şte bu yüzden de, K i l i­
seni n iddiaları, büyük b i r i htima l l e , Devlet'i n hoş göreme­
yeceği ci nsten iddialar olarak ortaya çıkar. Kil ise ile Dev­
let arasındaki çatışma kuramsal olarak hiç bir zaman ÇÖ-

- 1 35 -
İ KTİDAR

zümlenemem i ş , eğitim gibi hususlar içinde ta günümüze


kadar sürmüştür, hala da sürmektedir.
Konstanti n'in Hristiyanl ığ ı kabul edişinin Ki l ise i l e
Devlet arasında b i r ahengin doğması na yol açmış ol ması
gerekeceği akla gelir. Halbuki durum öyle ol mam ıştı r. İ l k
Hristiyan İ mparatorlar Aryan ( 1 ) idi ler v e Batıdaki Ortodoks
i mparatorlar dönemi, Aryan Gotlar i l e Vandal lar' ı n akı nları
yüzünden çok kısa sürdü. Daha sonraları , Doğu İ mparator­
ların ı n Katolik İnancı'na bağ l ı l ı kları tartışma götürmez ha­
le gelmiş bul unduğu sırada, M ı s ı r monofisit, (2) Batı As­
ya'nın büyük b i r bölümü de Nesturi idi. B� ü l kelerdeki ka­
fi rler, Peygamber' in çömezlerine -bunlar B izans hükCıme­
tinden daha az gaddar oldukları için- kol l arın ı açtı lar. Ki­
l ise, Hristiyan Devleti'ne karşı mücadelesinde olduğu gi­
b i , buna benzer bütün boy ölçüşmelerden, her yerde mu­
z$lffer çıktı ; yalnız yeni İslam d i n i , Devlet'e, Kil iseyi emri
altına alab i l m e gücünü verdi.
Dördüncü yüzyı l ı n son yarısında Ki l i se'yle Aryan İ m­
paratorluğu arasındaki çatışmanın ne biçim bir şey oldu­
ğunu, İmparatoriçe Justina ile M i lano Başpiskoposu St.
Ambrose ( 3) arasında 385 y ı l ında yer alan mücadele orta­
ya koymaktadır. Oğlu Valentin ian' ı. n henüz yaş ı baliğ olma-

(l) ilk Hristiyanlıkta Arius'un doktrinlerini kabul eden; Arius 'a


mensup.
(2) Hşzreti İsa'da yalnız bir tabiat olduğunu, ya da kendi nefsinde
ilahi ve insani tabiatların birleştiğini iddia eden kiıııse.
(3) Ambı-ose , Aurel ius, Ambrosius (Doğ: 337; öl: 397) Aziz ve batı
kilisesinin en yüksek bilgini. 374 yılında Milano Başpiskoposu oldu
·

ve Aryanizm'le şiddetli bir mücadeleye girişti. 390 yılında, im­


parator Teodosyüs'ü, Selanik kırımı dolayısıy:e halk önünde ne­
damet getlrmeğe zorladı. (Çev. Notu)

- 1 36 -
İKTiDAR

<lığından saltanat naibliğini İmparatoriçe Justi na yapıyor­


d u ; İ m paratoriçe de, oğlu da Aryan i d i . Paskalya Yortuslin­
-Oan önceki hafta M i l ano'da bul unan İmparatoriçe'y i , çev­
resindeki ler, 'bi r Roma imparatorunun, imparatorluk s ı n ı r­
ları içinde, halka kendi dinini tal i m etti rmeğe hakkı oldu­
ğ u konusunda kandı rd ı lar; bunun üzerine İmparatoriçe, Baş­
piskoposa, hiç de aşırı olmayan, akla yakı n bir tekl ifte
.bulundu, M i lano ya da M i lano dolaylarında tek kilise kul­
lanmaktan vazgeçmesi gerektiğini söyl edi . Ne var k i ,
Ambrose'un davranışına tamam iyle başka i l keler hakimdi .
Yeryüzünün sarayları gerçekten de Sezar'a ait olabil i rd i ,
ama kil iseler Tanrı'nın eviydi ve kendi piskopos l u k daire­
sinin s ı n ı rları içi nde, havarilerin meşru ardılı olarak, Tanrı'­
rnn b i ricik vekil i kendisiydi. Hristiyanlığa tanınmış, gerek
dünyevi gerek ruhani ayrıcal ı klar, sadece gerçek inan sa­
h ipleri içindi ; böyle düşünen Ambrose teoloj i k görüşleri­
n i n , gerçeği n ve ortodoksluğun b i ricik ölçüsü olduğuna da
i nanıyordu. Şeytan'a uyanlarla bir konferans masasına otur­
mayı da, onlarla her hangi bir anlaşma yapmayı da red­
deden başpiskopos, mütevazi b i r kesinl ikle, Tanrı'ya karşı
gelenlerin kutsal inançlara saygısızlık etmelerine göz yum­
maktansa, b i r din şehidi olarak ölmeğe azi m l i bulunduğu­
mı b i ldirdi .' ( 1 )

Bununla birl ikte, çok geçmeden , Ambrose'un şehit


edi l mekten korkması na lüzum bulunmadığı anlaş ı l d ı . Kon­
. ı.
s i l huzurunda savunmas ı n ı yapmağa çağrıldığı zaman ar­
d ına onu destekleyen ve sarayı basıp, İ m paratoriçeyle oğ­
lunu öldürme tehditleri savuran kızg ı n b i r güruh takıldı.
Gotlardan kuru l u ücretl i saray m uhafızları Aryan oldukla-

(1 ) Gibbon, Böl. xxvı ı .

- 1 37 -
iKTiDAR

rı halde, böylesine kutsal b i r adama karş ı harekete geç­


mek i stemeyince, İmparatoriçe, her hangi b i r ayaklanma
ç ı kmasın diye iddiasından vazgeçti. 'Valetinian'ın annesi
A mbrose'un zaferini bir türl ü hazmedemedi ; genç vel iaht
hizmetkarları n ı n kendisini küstah bir papazın ellerine tes­
l i m etmeğe hazır oldukları şekl inde acı kl ı b i r l af etti ' ( ibid)
Ertesi y ı l (386) İ mparatoriçe, Aziz' i altetmek için ye­
n i den teşebbüse gi rişti . St. Ambrose hakkında b i r sürgün
kararı çıkarı ldı. Bunun üzerine Ambrose kil iseye sığındı ve
orada kendisine bağlı olanlarla, kiliseye ödenen sadakaları
ceplerine indirenler tarafından gece gündüz korundu.
Ambrose, kendisini koruyanları uyanı k tutmak için, M i lano
k i l isesine yeni ve faydal ı b i r usul soktu ; bu da, düzenl i bir
şekilde ve yüksek sesle mezmur okumaktı . 'St. Ambrose'­
un ardı s ı ra gidenlerin maneviyatları b i r takım mucizeler­
le daha da güçlendirildi ve en sonunda, ' İtalya'nın zayıf
hükümdarı, Cenabı Hakkın bu sevg i l i kuluyla başedemeye­
ceğini anladı .'
Buna benzer pek çok çatışma, Kilise'nin bağımsız i k­
tidarın ı iyice yerleşti rdi . Kil isenin zaferi kısmen sadaka ku- '
rumuna, kısmen örgüte, ama her şeyden önce , Ki l i se'ye
muhalif güçlü bir inanç ya da duygunun bulunmayış ı ol­
gusuna dayanıyordu. Roma fetihler yaptığı zaman, b i r Ro­
mal ı , Devletin şan ve şerefinden yana güçlü duygular bes­
lerdi, çünkü Devlet onun imparatorluk vatandaşı olma gu­
rurunu doyuruyordu fetih lerl e ; ne var k i , dördüncü yüzyıl­
da bu duygu çoktan beri ortadan kalkmış bulunuyordu. Din­
le karşı laştı rı labilecek b i r güç olarak Devlet'e heyecanla
bağ l ı l ı k ancak modern çağlarda m i l l iyetçiliğin ortaya çı­
kışıyla b irl i kte canlanabildi.
Başarı kazanan her i htilal , otoriteyi sarsar ve toplum-

- 1 38 -
. i KTiDAR

sal kohezyonu güçleştirir. Ki l iseye i ktidar sağ l ayan i hti lal­


de de öyle olmuştu. Kil ise i hti l a l i sadece Devlet otorite­
sini çok zayıflatmakla kalmamış, daha sonraki ihtilallere
.de örnek sağlamıştı . Ayrıca, Hristiyanl ı ğ ı n i l k günlerinde,
Hristiyan öğretisinin öneml i bir öğesi olan bireyc i l i k, ge­
rek d i nsel , gerek d i n dışı ayaklanmaları bes l eyen tehl ikel i
bir kaynak olarak varl ı ğ ı n ı korumuştu. B i rey vicdan ı , Kil i ­
senin kararını kabul edemediği zaman , bu karara boyun eğ·
meyi reddetmek için İncil'de kendisine destek bulabi l iyor­
du. Kilise, buyruklarına karşı gelinmesine istediği kadar
k ı zsın, bu, i l k Hristiyanl ı k ruhuna aykırı değ i l d i .
B u güçlük, . doğuşunu i htilale borçlu o l a n her otorite
için vard ır. Her i hti lal, kendisinin haklı olduğunu iddia et­
mek zorundadır, öte yandan, kendisinin yerin i alacak daha
sonraki ihtilalleri n kötü olduğunu da mantı ken iddia ede­
mez. ( 1 ) H ristiyan l ığ ı n içindeki anarşi ateşi, Orta Çağ bo-

(1 ) Böyle bir iddiada bulunmağa kalkışmak ıbazen acaip sonuçlar do­


ğurur. Rusya'da bugün gençler, Çarl ık Rusyasındaki ihtilal hare·
ketini öven hikayelerden dikkatle uzak tutulmaktadır. ·Eski Bir
Bolşevik'in Mektubu» (George Ailen ve Anwin, Ltd.) , bir takım
öğrencilerin Stalin'e karşı giriştikleri sözümona suikastı anlattık­
tan sonra şöyle devam ediyor: 'suçlandırılan öğrencilerin fikir·
leri üzerinden gidilerek, onların bu fikirleri « Siyasal bilimler ve
parti tarihi profesörlerinden» edindikleri sonucuna varıldı. Bugün,
Rus ihtilal hareketi üzerine yazılmış· her ders kitabında, Hükü·
metle ilgili eleştirici tutumların işlenişinde son derece yardımcı .
olan sayfalara kolaylıkla rastlanır, öfkeli gençler de, şimdiki du­
rum üzerine bir yargıda bulundukları zaman, vardıkları sonucu
daima, okulda kendilerine resmen yerleşmiş kabul edilen olgular
gözüyle bakmaları öğretilen olguları öne sürerek desteklemek­
ten hoşlanırlar. Agraganov için, kendince suikastçilerln suç ortağı
saydığ ı profesörleri yakalamaktan başka yapacak şey yoktu. •Ün­
altıların yargılanmasında• ilk sanıklar grupu işte bu şekilde top­
landı.'
- 1 39 -
iKTİDAR

yunca adamakıl l ı kül l enmekle b i r l i kte, yine de can l ı kaldı ;


Reformasyonda bu ateş b i rdenbire yeniden alevlendi.
il. Reformasyon. İ ktidar görüş açıs ından bakıldığında.
Reformasyon'un bizi ilgi lendiren iki yönü vardır: Refor­
masyon'un d i nsel anarşizmi b i.r yandan Kil ise'yi zayıf dü­
şürdü ; öbür yandan, Kilise'yi zayıf düşürmekle Devleti güç­
lend i rd i . Reformasyon'un bel l i başlı önemi, her hangi l a i k
b i r hükumetten daha güçlü olduğunu defalarca ispat et­
miş u luslararası bir kurumun kısmen yıkı lışı anlam ı n ı ifa­
d e etmesindedir. Luther, Ki l i seye karşı başarı kazanabil­
f. i
m�k için , laik hükümdarların desteğine dayanmak zorunda
kal mıştı ; (1) Luther Kilises i , H itler zamanına kadar, Kato l i k

(1) Tawney, • Din ve Kapitalizmin Yüksel işi • adlı eserinde şöyle di­
· ı.
yor: 'Köylüler Savaşı, gücünü İncil'den alışı ve korkunç kırımı
ile sadece Luther'I dehşete düşürüp, onun, •Gizli ya da açık.
klm ki vurablllyor, kırabiliyor, boğabil iyor veya hançerleyebili­
yor... işte . bu harikullıde ahvalda bir hükümdar dua etmekten çok
ka.n dökmek yoluyla Cennete layık olur,• diye feryat etmesine
sebep olmakla kalmadı, aynı zamanda Lutherciliğin, din dışı oto­
ritelere uşakça bağlılık damgasını yemesine de sebep oldu.'
Tawney, bir kaç sayfa ilerde, Luther'ln bir başka sözüne yer ve­
riyor: 'Kimse dünyanın kan dökmeden yönetilebileceğini sanma­
sın. M ülki kılıç kızı l ve kanlı. olacaktır ve olmalıdır.' Bu hususta
Tawney de şöyle yorumda bulunuyor: 'Böylelikle, Kiliseye karşı
gelenlerin yakıldıkları odun yığınının yerini celladın baltası almış
ve mihrap yerinden kovulan otorite, kralın tahtında kendine yeni,
aynı zamanda daha güvenlik sağlayaıcı bir yer bulmuş oluyordu.
Hristiyanlık töresinin ldamesi işi, itibarını kaybetmiş kl lis.e yet­
kililerinin elinden, Devletin eline geçiyordu. Tek boynuzlu yara­
tıkların ya da ateş içinde yaşayan canavarların varlığını şüpheyle
karşılayan . Machiavel l ve V l l l . Henry çağı , ötekilerden çok daha
ender görülen bir canavara Tanrıdan korkan Hükümdar'a tapınma
safdilliğini gösterdi .' Buna benzer bazı safdill ikler, ihtilal dönem-·
!erinin belirgin niteli k l e ri d ir .

1 40 -
iKTİDAR

olmayan hükumetlere asl a sadakatsizlik göstermed i . Lut- ­


her' in hükümdarlara bağ l ı l ı ğ ı tel kin etmesine sebep olan'
etkenlerden biri de köylüleri n ayaklanmasıdır. Lutherci ül­
kelerde K i l ise, uygulama alanında bağımsız bir i ktidar olma
nitel i ğ i n i kaybetmiş ve laik h ü kumete bağ l ı l ığ ı telkin etme·
mekanizmasının bir parçası haline gelm iştir.
İngi ltere'de, V l l l . Henry bu meseleyi kendine özgü b i r ·.
şiddet ve gaddarlıkla ele ald ı . Kendisini İng i l iz Kil isesinin·
BaŞı i lan ederek, dini devlet işlerinden ayırmak ve u l usal
hale getirmek için çalışmalara girişt i . Kral V l l l . Henry, İn­
g iltere'deki d i n i n , evrensel Hristiyan l ı k dininin bir parçası·
olması gerektiği düşüncesinde deği l d i ; o, İngiliz dininin, .
Tanrı'nın şanına hizmet etmekten çok, kendisinin ( kral ın)"
şanına hizmet etmesini istiyord u . Kendisine boyun eğen·
Mecl isler yoluyla, Kra l , dogmaları istediği gibi değiştire-­
b i l d i ; bu değişikli klerd�n hoşlanmayanları da idam ettir­
mekte hiç b i r güçlükle karşı laşmadı . Manastı rların dağıtıl­
ması ona bir gel i r sağladı, bu gelir de onun, İngiliz Ki li­
sesi'nden ayrılarak başkaldıran Katol ikleri kolayl ı kla tepe-­
lemesini mümkün k ı l d ı . Barutun kullanılması ve G ü l Savaş­
l arı eski feodal aristokrasiyi zayıflatmıştı ; Kral da, can ı ­
istedi kçe, işte bu aristokratların kel lelerini uçurmaktan ge­
ri kal mad ı . Kil isen in eskiden kalma gücüne dayanan Wol­
sey düştü ; Cromwell ile Cranmer ise Henry'ni n maşala­
rı ndan ibaretti. Henry , k i l ise i ktidarın ı n · kaybolduğu yerde
Devlet i ktidarı nın mümkün olabileceğini dünyaya i l k defa .
gösteren qlr öncüydü .
Kral i çe Elizabeth dönem inde Protestanl ıkla i l işki l i b i r
çeşit m i l l iyetç i l i k hem zorunl u , h e m de karl ı görülmeseydi ,. .
VUI. Henry'nin açtığı çığ ı r kendisiyle birlikte kapanır:, bü­
tün yaptıkları boşa giderd i . Nefsin i damesi dürtüsü, Ka--

- 141 -
İ KTİ DAR

-1tol i k İspanya'nın tepelenmesini gerekti rdiğinden başka, h�­


�zine taşıyan İspanyol gemilerinin ele geçirilmesi g ibi tatlı
' b i r biçim de ald ı . O dönemden sonra da Angl ikan Ki l isesi
için biricik teh l i keyi sağ değ i l , sol tems i l etmeye başlad ı .
:•Ne var k i , Sol'un saldırısı yenilgiye uğradı v e yenilgiyi

Sadakatin hiç bir kötülük doğurmadığı,


İyi Kral Charles'in aitun günleri ...

1zled i . Bray Papazı , Protestan ü l kelerde Kil i se'nin Devlet


-tarafından yenilgiye uğratılışını anlatır. D i nsel hoşgörü ola­
·nak dışı sayı ldığı sürece Papa ve G enel Konsüllerin
• otoritesi yerini alabilecek bi ricik elveriş l i otorite Erastia­
'nizm (') idi.
Bununla birlikte, Erastianizm, kişisel din i nançla­
rı çok güçlü kimseler için hiç bir zaman doyurucu
"değildi. Araf'ın varl ığı ya da yokluğu gibi mese l e­
lerde insanların Mecl is'in yetkisine boyun eğmele­
.rini istemek gülünç bir şeyd i . Bağımsızlar, teoloj ik otorite
· -Olarak Devlet'i de, Kiliseyi de reddedip, d i nsel hoşgörüyü
·şart koştular ve özel yargı hakkı i stedi ler. Bu görüş he­
.m encecik, laik i ktidara karşı bir başkaldırma biçimini aldı.
Her bireyin kendine göre dir;ısel görüş taşı mağa hak k ı olur­
sa, başka hakları da olamaz m ıydı? Hükumetin vatandaş­
fara meşru olarak yapabi leceği şeylerin bel irli sınırları yok
;muydu? İşte Cromwel l ' i n yeni lgiye uğrayan taraftarlarının
..Atlantik'in öbür yan ı na götürdükleri , Jefferson tarafından
.Amerikan Anayasası'na sokulan ve Fransız İ htilali'yle bir-

·{') On altıncı yüzyıl bilginlerinden Erastus'un, 'kilise işlerinde devlet


üstünlüğü' kuramına taraftar olma. (Çev. Notu)

- 1 42 -
İKTiDAR

il� tekrar Avrupa'ya dönen İnsan Hakları bu radan doğ-­


muştür.
111. Fransız İhtilali ve Milliyetçilik. Batı dünyası , Re­
formasyon'dan 1 848'e kadar, İnsan Hakları İhti l a l i diye ta­
nım lanabilecek sürekli bir karışıklık geçi rmekteydi . 1 848'de
bu hareket, Ren ' i n doğusunda m ill iyetç i l i k biçi m i n i al ma­
ğa başlad ı . İnsan Hakları için mücadele i l e m i l l iyetçi l i k akı­
mı arası ndaki i l işki Fransa'da 1 792'den, İ ngiltere'de başlan­
g ı çtan iti baren vard ı Amerika'da 1 776'dan sonra ortaya ç ı k­
m ıştı . Hareketin m i l l iyetç i l i k yön ü yavaş yavaş İ nsan Hak­
ları yönüne ağır basm ıştı , ama başlangıçta İnsan H akla n '
yönü daha büyük ö n e m taşıyordu .
İ nsan Hakları'na, on sekizinci y üzyı ldan kalma yüzey-·
sel b i r kuru laf kal3balığı d iye yı ldırı m lar yağdırmak gü­
nümüzde görenek haline gelmiştir. Felsefe açısından ele'
al ındığı zaman , bu doktrinin savunu lacak b i r tarafı olma­
dığı doğrudur; bununla birlikte, bu doktri n tarihsel ve pragc
mati k yönden farkl ıyd ı , nitekim, !:>izim bugünkü özgürlük-·
teri m izin bir çoğu onun yardımıyla kaza n ı l m ıştı . 'Haklar' ..
kavra m ı n ı soyut olarak kabule yanaşmayan b i r Benthamizm .
taraftarı , uygulama amaçları yönünden aynı anlama gelen"
doktrin i şu biçimde ifade edeb i l i r : ' D ışarıdan bir otorite­
karışmaksızın her bi reyin , içinde di lediği gibi hareket et­
mek özgürlüğüne sahip bu lunacağı bel irli b i r alan tespit·
edi l i rse, genel mutl u l u k artar.' Adal etin dağ ı l ışı da, İ nsam
Hakları savunucuların ı i lgi lendiren bir husustu; onlar, ge­
rektiği g i b i yasa sürecinden geçirilmeksizin hiç ki mseni n>
hayatın ı n ya da özgürlüğünün e l i nden a l ınamayacağ ını sa­
vunuyorlard ı . Bu görüş, i ster doğru olsun, ister yanlış. fel- .
sefi yönden h i ç bir saçmalık taşımıyordu.

1 43 ,-
· �•
İKTİDAR

Bu 'doktrin i n , aklı ve ruhu itibariyle, hükumet aleytf�


tarı olduğu açı ktır. Müstebit b i r hükumetin uyruğu; ·iste­
diği dini seçmekte, işlerini yasalara uygun bir şeki lde, ama
kırtasiyeci l iğ i n kısıtlamaları bulunmaksızın yürütmekte, is­
tedi ğ i yerd e evlenmekte ve bütün yabancı egemenlikleri­
ne karşı başkaldırmakta özgür ol ması gerektiği tezini sa­
vunur. Hükumetin alacağı kararların zorluğu olduğu yerde,
bu kararlar -İnsan Hakları savunucularına göre- krallar
ve papazlar gibi keyfi ya da geleneksel b i r otoriteni n ka­
rarları değ i l , b i r çoğunluğun veya çoğun l u k temsi lcilerinin
kararları olmalıdır. Bu görüşler yavaş yavaş bütün medeni
<dünyaya yayı larak, i ktidarda bulunduğu zaman b i l e hüku­
met icraatına karşı belirli bir şüphe besleyen, eşi benzeri
bulunmaz Liberal ist zihniyeti doğurdu.
Doktrin lerini din alanında savunan, i ktidar sahibi ol­
,(luğu zaman da çok kere bu doktrinlerden vazgeçen Pro­
testanlık'la bireycil i k arası nda mantıki ve tarihsel bağl arın
'bu lunduğu apaçı ktır. Liberalizmin, Protestanl ı k yoluyla, i l k
Hristiyanlıkla v e i l k Hristiyanl ığ ı n , putperest Devlet düş­
manlığıyla b i r i l işkisi vardır. Ayrıca, Hristiyanlığın b irey
ruhu üzerinde duruşu dolayısıyle, Liberal izm i n , Hristiyan­
'l ı kla daha da derin bir i lişkisi vard ı r. Hristiyan töreb i l imine
.göre Devlet'in çıkarın ı n zorunlu kıldığı h i ç bir şey, yetki­
l ilerin bir insanı günah i şlemeğe zorlamasını hakl ı göste­
·remez. Taraflardan birinin evlenmeğe zorlandığı durumda,
'Ki lise bu evl il iğ i hükümsüz sayar. Dinsel cezaların veri­
lişi nde de kuram yine bi reyci nitel i k taşır: dinsel ceza­
'i arın veri l iş inde güdülen amaç, cemaate hayırlı olmaktan
çok, suçu işleyen bireyin nedamet geti rip tövbekar olma­
:Sını sağlamaktır. Kant'ın, 'her insan kend i içinde bir amaç­
ıtı r,' şekli ndeki i lkesi , Hristiyan öğretisinden türemedir. Ka-

- 1 44 -
İ KTiDAR

w,lik l<il is esi'nin uzun süren iktidarı , i l k H ri stiya n l ı ğ ı n bi­


reyci. yönünü az çok küllemişt i ; n e var ki, Protestan! ı k, özel­
l i kle aşır ı biçimleri içinde, bunu yeniden canlandırdı ve
hükumet ku.ramına uyguladt.
Fransız İhtilal inde olduğu gibi , ihtilalci b i r i nançl a ge­
l eneksel bi r inanç üstünlük kavgasına tutuştukları za­
man, yenenlerin yen ilenler üzerindeki iktidarı yal ın d ı r. İh­
tilal orduları ve Napolyon orduları, yeni bir i nancın propa­
ganda gücüyle yal ı n iktidar birleşiminin o güne kadar Av­
rupa'da görülenlerden çok daha büyük ölçüde b i r örneğinı
ortaya koydu lar; bunun da Kıta Avrupa's ı n ı n hayai gücü
üzerindeki etkisi ta günümüze kadar sürdü. Jacobin'ler he·
men her yerde geleneksel iktidara meydan okudul ar, ama
bu meydan okuyuşu etkili kılan da Napolyon'un ordularıy­
d ı . N apolyon'un düşmanları, çok eskiden kal ma kötüye kul­
lanma mal kurumlarını savunmak için dövüştüler ve e n so­
nunda galip gelince , gerici bir sistem kurdul ar.
Bunların ruhları ezen baskısı altında Napolyon'un
amans ızl ığı ve zorlayıcı lığı unutuldu; büyük Barış' ı n ölü
doğması karşısında i nsanlar savaşı tozpembe, süngüleri de
özgürlük müjdecisi gördüler. Kutsal İttifak yıl ları içinde
Byronkari b i r, kaba kuvvet mezhebi doğarak gel işti ve ya­
vaş yavaş insanların günlük düşüncelerine biçim vermeğe
başlad ı . B ütün bunlar geriye doğru izlendiğinde, Napolyon'­
un yal ı n i ktidarına ve bu yal ı n iktidarla ihti lalin özgürl ük is­
teyen savaş çığl ıkları arasındaki il işkiye varı l ı r. Hitler ve
Musso l i n i de en aşağ ı Stalin kadar, başarılarını Robespier­
re' la !'ılapolyon'a borçludurlar.
N apolyon örneğinin de gösterdiği gibi, İhtilal iktidarı,
. bozularak yal ı n iktidar biçimini almağa çok elverişl idir. İs-

-.,.- 1 45 -
İ ktidar - F./10
İKTİDAR

-�ter dış fetih lerde, ister d i nsel baskıda, ister sınıf m ü9P"'
.delesinde olsun, rakip bağnazhklar arası ndaki çatışrtlayı
··yal ın i ktidardan ayı ran bir olgu bulunduğu doğtudur; bu
· olgu, i ktidarı i steyenin b i r b i rey değ i l , bir g ru p oluşu ve
· i ktidarı kendi adına değ i l , i nancı adına isteyişidir. Ne var
,.ki , iktidar, kullandığı araçlardan ibaret olduğundan ve amaç.
,.far uzun · b i r çatışma süresi içinde unutulabi ldiğinden, özel­
·. l i kl e mücadelenin uzun sürdüğü , şiddetl i geçtiğ i duru m lar­
··da, bağnaz l ı k yavaş yavaş sadece zafer ard ı nca koşma bi­
· ç i m i n i alma eğ i l i m i gösterir. Bu bakı mdan i hti lal iktidarı
dle yal ı n i ktidar arasındaki ayrı l ı k , çoğunlukla, i l k bakışta
göründüğünden daha azdır. Latin Ameri ka'da, İspanya'ya
\ karşı ayaklanmaya başlangıçta Liberal ler ve demokratlar
. önderl i k ettiler, ne var k i , bu başkaldırma, ayaklanmaların
.biribirlerinden ayırdığı b i r sürü istikrarsız askeri diktatör­
, lüklerin kurulmasıyla sonuçlandı. İşbirliği alış;kanl ı ğ ı , an·
· cak ihti lal i nancının güçlü ve yaygı n olduğ u , zaferin fazla
gecikmediği yerlerde ihti lal sars ı ntısını zarar görmeden
"atlatabi l i r ve yeni hükumeti n sadece askeri güce değ i l ,
1 genel onaya dayanmasını mümkün kılabilir. Psikoloj i k oto­
· ritesi bulunmayan bir hükumet, ister istemez müstebit ol­
,mak zorundadır.
iV. Rus ihtilali. Rus i hti lalinin dünya tarih indeki öne­
..m i üzerine yargıda bulunulamayacak kadar erkendir vakit
\henüz; biz, şimdi l i k, ihtilalin sadece bazı yönlerinden söz
· edebi l i riz. Rus İhti lali de, i l k Hristiyanl ı k g ibi u luslararası ,
; hatta m i l l iyetç i l i ğ i reddeden doktrinler vaazetmekted i r ;
. H ristiyanlığın ters ine, l s l a m dini g i b i , Rus İhti lali d e esas
. itibariyle siyasaldır. Bununla birlikte, ihtilal inanış ı n ı n ş i m­
"diye kadar etk i l i olabilen biricik yanı , Liberal izm'e meydan
•Okuyuşudur. 1 91 7 Kasım'ına kadar Liberalizm sadece ge-

- 146 -
İKTİDAR

rici lerle mücadele ediyord u ; M arxistler de, öteki i l erici-­


ler gibi demokrasiyi, söz özgürlüğünü, bası n özgürlüğünü'
ve geri kalan bütün Liberal kurumları savundular. Sovyet
Hükumeti i ktidarı alı nca Kato l i k Kil isesi'nin i htişam l ı dö­
nemindeki öğretilerine döndü. Gerçeğ i , gerek olumlu öğre- ­
ti yoluyla, gerek bütün rakip doktrinleri baskı altında tut­
mak suretiyle yayma ve tel kin etme işinin Yetki l i makama·
ait olduğunu i leri sürd ü . Bu da, pek tab i i , istikrarı için Kı- ­
z ı l Ordu'ya dayanan ve demokratik ol mayan bir di ktatör­
lüğün kurulması sonucunu verdi. Ortadaki biricik yeni lik,
siyasal iktidarla ekonom ik iktidarın b i rbiri içinde eriti lme-­
siydi ki, bu da hükumet kontrolünün son derece artmasını
mümkün k ı l d ı .
Komünist doktri ninin u luslararası yönü etkisiz kal mış , _
buna karşı l ı k Liberalizmin reddedi l işi olağanüstü b i r başarı
kazanmıştı r. Ren'den Büyük Okyanus'a kadar hemen her
yerde, Liberal izm' i n bell ibaşlı doktrinleri redded i l d i ; önce
İtalya, arkasından da Almanya, Bol şeviklerin siyasal tekni­
ğini beni msedi . Demokrasiye bağl ı kalan ül kelerde bile,
Liberal inanış eski gücünü kaybetti. Me's ela, kundakçı lar·
tarafı ndan kamuya ait yapı ların yakıldığını düşüne l i m ; böy­
le bir durumda Liberaller, esas suçlul arın bu lunması için
pol isin ve mahkemelerin harekete geçmesi gerektiği te­
zini savunurlar. Modern kafalı adam ise, Neron g i b i , şah­
sen hangi g ruptan hoş lanmıyorsa, uydurma del i l lerle suçun­
a grupa atı lması gerektiğ i tezini savunur. Söz özgü rlüğfr
konusunda ise, modern kafalı adam , St. Ambrose gibi, ken­
di grupundan başka hiç bir grupa söz özgürlüğü tanı nma-
·

ması gerektiğini savunur.


Bu gibi doktri nlerin sonucu, bütün iktidarı önce i hti­
lal i ktidarına sonra da derece derece, kaçınılmaz b i r şe--

- 1 47 -
İKTİDAR

'.kilde yalı n i ktidara tes l i m etmek olur. B u , yakında başa


,gelmesi beklenilen bir tehl i kedir; ancak, bu teh l ikeden ka­
çınma yol l arı üzerinde daha i leriki bir bölümde duracağı m .
Liberal izmi n · çöküşünün gerek tekni k, gerek psikolo­
j i k bir çok nedenleri vard ı r; Bu nedenleri savaş tekniğinde,
'Üretim tekni ğ i nde, gittikçe gel işen propaganda kolayl ı kla­
rında ve kendi s i de Liberal doktrinlerin bir ürünü olan m i l·
l iyetçi l i kte bul mak mümkündür. Bütün bu nedenler, özel­
likle Devlet'i n hem ekonomi k hem de siyasal i ktidara sa­
·ni p olduğu yerlerde, hükumetin i ktidarı nı son derece art-
. tırmıştır. B i reyin Devlet' l e olan i l işkisi yönünden zamanı-
mızın meseleleri , Locke'un ya da Montesquieu 'nün yard ı m­
l arıyla çözüml eyemeyeceği m i z yeni meselelerdir. Mutlu ve
· m üreffeh kal m ak istiyorsa, modern bir topl u m da, en aşa­
·ğı on sekizinci yüzyıl toplumları kadar, kişisel teşebbüse
·bı r imkan alanı tanımak zorundadır, yalnız bu alan yeniden
fuelirlenme1i ve yeni metotlarla .güvenl i k altına alı nmalı d ı r

.c

1 48 -
Bölüm VIII
İKTİSADI lKTlDAR
ı ·
ı '
İ ktisadi i ktidar, askeri i ktidarı n tersine, asli deği l tü­
�emedi r. İ ktisadi iktidar b i r Devlet içinde yasaya dayanır;
uluslararası i l i şkilerde ise sadece ufak tefek meselelerde
yasaya dayanır, ama büyük meseleler söz konusu ol unca
ya savaşa ya da savaş tehdidine dayanı r. İktisadi i ktidarı,
bir çözümleme yapmaksızın kabul etmek görenek haline
,gelmiş, bu da modern zamanlarda, tarihin neden ve sonuç
i l işkisine göre yorumlanışında iktisada savaştan da propa·
gandadan da fazla, gereksiz bir önem veri lmşsine yol aç­
m ı ştır.
Emeğ i n i ktisadi g ücünden ayrı olarak, iktisadi iktidarın
<geri kalan tüm ü , sonuçsal çözümlemede, gerektiği zaman
:silahlı kuvvetlere de başvurmak suretiyle, bel irli bir top�
rak parçası üzerinde kimin kalacağına, bu toprağa kim i n
bir şeyler sokacağına ve bu topraktan kimin b i r şeyler ala­
.cağına karar veril eb i lmesinden ibarettir. Bazı durumlarda

- 151 -
i KTİDAR

bu apaçıktı r. G üney İ ran petro l leri, Anglo - Persian Petrof


Şirketine a ittir, zira İngiliz Hükumeti , kendinden başkası ­
n ı n b u petrole el atamayacağına karar vermiş v e bugüne·
kadar bu kararı zorla uygulayacak gücü göstermiştir; ama'
eğer İngiltere her hangi bir savaşta ağır bir yen i l g iye uğ­
rasaydı , belki de petro l lerin sahibi değişird i . Rodezya' da.­
ki altın madenleri bir kaç zenginin elindedir , zira İngiliz
demokras i s i , bu bir kaç kişinin zengin kal masını sağlamak
için Lobengula ile savaşa g i rmeği çı karl arına uygun bul-
m uştur. Amerika B i rleş i k Devletleri'ndeki petrol belirl i ş i r-­
keti ere aittir, zira bu ş i rketlere, bu petro l lere sahi p ol­
mak hakkını yasa vermişti r ve B i rleşik Devl etleri s i l ah l r
kuvvetl eri , şi rketlerin b u hakkını s ilah zoruyl a koru­
rnağa haz ı rdır; eskiden petrol alanlarının asıl sahibi olan
Kızılderi li ler, savaşta ağır yenilgiye uğradıkl arından , şirn-
:ıi di bu petroller üzerinde hiç bir meşru hakka sah ip değ i l-
·

ıf.
1,� '
terdi r. Lc·:raine'deki demir cevheri , Fransa ve Al manya ara-
sındaki en son savaşta hangi taraf yenerse onun olur. Bu·
örnekler böyl ece çoğaltı labi l i r.
N e var k i , aynı çözüm lemeyi bu kadar açık olmayan
durumlara da uygulayabi l iriz. Kiraladığı toprağı işleyen b i r
çiftçi niçin kira vermek zorundadır v e ürününü niçin sa­
tabilir? Kira ödemek zorundadır, çünkü işlediği toprak, top­
rak sahibine 'aittir.' Toprak sahibi o toprağı n sahibidir, çün­
kü o toprağı ya satınalmak suretiyle ya da m i ras yol uyla
el ine geçirmiştir. O toprağın bu toprak sahibinin eline ge­
çene kadar kimlerin el inde bulunduğunu geriye doğru iz­
leyecek olursak, en sonunda, bu toprağı zorla -ya b i r kra­
l ı n , saraydan o.l an birinden yana kul l andığı keyfi i ktidarı ,
ya da · Sakson lar' ıa· Normanlar'ınki gibi geniş çapta b i r fe­
tih yoluyla- el ine geçirmiş birine gelir, . dayanım. Bu g i -

- 1 52 -
iKTİDAR

bi kaba kuvvet uygulamaları arasında, Devlet i k::! da r ı , mal­


sahipl i ğ i n i n b i rinden başkasına yasaya uygun olarak geç­
mesin i güvenlik altına al ı r. Toprağın mülki yeti , o toprak
üzerinde kimin kalacağ ı na kimin kal mayacağına karar ver­
me yetkisine sahip o lanı n d ı r. işte kiracı , o ' toprağı kirala-
ı
rna iznine karş ı l ı k k i ra öder ve bu kirayı ödediği için ü rü-
nünü satabil i r.
Sanayic i n i n iktidarı da aynı cinstendir; bu i ktidar da,
son çözümlemede l okavta, yani sanayicinin, yetki l i olma­
yanların fabrikaya girmelerini önlemek için Devlet kuwet­
lerini çağı rabilmesi o lgusuna dayanır . Kamuoyunun belirli
hallerinde Devlet, malsahibinin bu isteğine uymak isteme­
yebi l i r ; böylel ikl e de, oturma grevleri olanağ ı doğar. Dev­
l et'in hoşgörüyle karşıladığı andan itibaren, mülkiyet ta­
mamiyle işverenin el i nde bulunmaktan çıkar ve işçi ler b i r
dereceye kadar mül kiyeti paylaş ı rlar .
Kredi, i ktisadi i ktidarların öteki biçimlerinden daha so­
yuttur, ama esas itibariyle ayrı mal l arı üretenden, doğru­
dan doğruya üretici b i r işte çal ışmayanlara aktarma meş­
ru hakkın a dayanır. Borç para alan özel ya da tüzel kişi
olduğu zaman, yükümlül üklerin yerine getiri l mesi yasa yo­
luyla zorlanab i l i r , ama borç parayı alan hükumet ise, e n
son başvurulan tedbir başka hükumetlerin askeri gücüdür.
Bu tedbir, İhti lalden sonra Rusya'da olduğu gibi para et­
meyebi l i r ; para etmediği zaman da, borcu alan, borcu ve­
renin mül künün sahibi olur. Mesela, lena altın m adenleri­
ni kimin işfeteceğine karar verme i ktidarı, bu madenlerin
savaŞtan önceki hisse sahiplerine deği l , Sovyet H ü kume­
tine aittir.
Bundan ötürü, özel kişilerin i ktisadi i ktidarı. hükumet-

- 1 53. -
İKTİDAR

!erinin, -gerektiği takd i rde, mülke kimin g i rip kimin g ire­


meyeceği konusundaki b i r takım kural lara uygun olarak­
silah l ı kuvvetlerini kull anma kararına bağ l ı d ı r ; öte y andan,
hükümetlerin iktisadi i ktidarı da kısmen kendi s i lahlı kuv­
vetlerine, kısmen de başka hükümetlerin andlaşmalara ve
u luslararası hukuka saygı larına dayanı r.
İ ktisadi i ktidarı n hüku metle i l i şkisi b i r dereceye ka­
dar karşılıklıdır; bunun anlamı şudur k i , b i r grup insan,
b iraraya gelmek suretiyle askeri iktidarı el l erine geçirebi­
l i r ve askeri iktidarı ele geçird i kten sonra iktisadi i ktida­
ra da sahip olabil i r. Asl ında bu grupların meydana gel iş ­
lerinin nedeni , sonunda i ktisadi iktidar kazanmak isteği
olab i l ir. Mesela, 1 849 y ı lında Cal ifornia'daki , bir kaç yıl
sonra da Victoria'daki altına hücum dönemi sırasında hü­
küm süren yarı anarşik koşullara benzer durumları göz önü­
ne alal ı m . Böyle duruml arda, kendi altı n arama alanında
meşru o larak altın çıkaran bir .adamın, bu altını bankaya
;ı yatırana kadar i ktisadi iktidara sahip olduğu söylenemez­
d i . Parası n ı bankaya yatırana kadar soyulabil i r, öldürüle­
b i l i rd i . Herkesin herkesl e savaştığı tam bir anarşi halinde,
tabancasını çok çabu k çekebilen, ustal ı kla kullanan ve bu
suretle kendini her saldırana karşı koruyabi l en bir kim­
seden başkasına hayrı dokunmazdı altın ı n ; ama ihtiyaçla­
rını öldürme tehdidiyle doyurabil en böyle bir adam için bi­
le, her hangi b i r ödeme yapmak zorunda kal mamak, tatl ı
b i r hayalden öteye geçemezdi. Böyle b i r durum içinde de,
işler belki, besin maddeleri sağlayan çok dağ ı n ı k bir nü ­
fus dışında, ister i stemez istikrarsız olurdu. M ü lkiyete sal­
d ı rıyı ve ürünlerin çal ı rımasını önleyecek yol lar bulunma­
d ı kça tarım yapılamazd ı . Altına hücumdaki insanlar. gibi az
çok medeni b ireylerden meydana gelmiş anarşik b i r top-

- 1 54 -
iKTİDAR

l u luğu n , çok geçmeden . Vigi lanteler komitesi ( 1 ) gibi bir


çeşit hükumet kuracağı apaçıktır. Enerji sahibi adamlar,
başkaları kend i lerini soyması n diye bir araya gelecekler­
dir; kendileri dışında b i r başka otorite yoksa, bunlar baş­
kaların ı soyabi lirler de, yalnız bunu aşırı l ığa kaçmadan, a l­
tın yumurta yumurtlayan tavuğu öldürmemeğe di kkat ede­
rek yaparlar. Bunlar, mesela, bir adanıın kazancından yüz­
de alarak onu korurlar. Buna gel ir vergisi denir. Bu ' ko­
ruman ı n sağlanışını bel irleyen kurallar ortaya çıkar çıkmaz
askeri güç, yasanın egemen l i ğ i kı l ığına bürünür ve anarşi
ortadan kalkar. Ne var k i , yasan ın ve i ktisadi i l işkilerin
kesi n ve sonuçsal temeli yine de Vigi lanteler'in askeri i k­
tidarıdır .
Tarihsel gelişme, pek tab i i , bundan daha başka türlü
ol muştur, zira tarihsel gel işme derece derece ve bir kural
olarak, kendi dönemlerindekilerden daha medeni kurum­
lara a l ı ş ı k insanlara bağl ı bulunmaksızın kendi n i göstermiş­
tir. Bununla birlikte, yabancı isti lasının bulunduğu her yer­
de. özel l i kle eğer isti lacılar küçük b i r azı n l ı k ise, yuka·
rıda verilen örneğe çok benzer durum lar yer alır; toprak
mülkiyeti de doğuşu itibariyle, çoğunlukla böyle b i r i sti la­
ya dayanır. U luslararası iktisadi i lişkiler alanıpda henüz
Vigilantel e r komitesinin i l k kuruluşunun temsil ettiğ i aşa.
maya varmış değ i l i z : güçlü ulusların her biri, tek tek, za­
yıf olan u l us ları ölümle tehdit ederek onlardan hala para
sııdırmaktadı r . İ ngilizlerin. petrol konusunda Mexico'ya

(1) 'Vigilante' İspanyolca, 'uyanık' , 'tedbirli ' demektir. "Vigilanteler


komitesi� de böyle uyanık ve tedbirli· kişilerin, yasanın işleme­
diği topluluklarda bir. araya gelerek, mülkiyeti korumak için kur­
dukları bir çeşit 'Tedbir koıriitesl'dir. (Çev. Notu)

- 1 55 -
iKTiDAR

karşı takındıkları tutum bunu göstermektedir, daha doJ·


rus u , eğer Monroe Doktrini olmasayd ı , gösterecekti . Da­
ha büyük b i r zorlaman ı n örneğini de Versay Andlaşması·
n ı n Tazminat Şartları ortaya koyar. Ne var ki, medeni ül­
kelerin iç i ktisadi sistemlerindeki türel kurul u şlar karma·
ş ı ktır. Kil isenin serveti geleneğe dayanır; ücretli işçiler
sendikac ı l ı ktan ve siyasal faa l iyetten b i r dereceye kadar
yararlanmışlard ı r ; evl i kad ı nlar ve çocuklar, topluluğun tö­
rel duygularına dayanan bazı haklara sahi ptir. Ama Dev·
l et'i n koyduğu i ktisadi kural lar ne olursa olsun, bunların
zorla uygul anmaları bakımından geri plandaki askeri l kti�
dar esastır.
Özel kişiler bakımı ndan, Devlet'i n koyduğu kural ları,
Yasa'nın bununla i l işki l i bölümü meydana getirir. Vasa'nı n
bu bölümü de, bütün öteki bölümleri gibi , sadece komu·
oyu tarafından desteklendi ğ i sürece etkil idir. Kamuoyu,
Musa'n ın 'on emir'indeki sekizinci emir gibi, h ı rsızlığı ya­
saklar ve 'hırs ı zl ığı', b i r mülke yasanın yasak saydığı bi­
çimde el atmak diye tarif eder. Böylece özel kişilerin ik­
tisadi i ktidarı kesin l ikle kamuoyuna, yan i , h ı rsızlığın yasa
tarafından yasaklanmasına ve bununla b i rl i kte, h ı rsız l ı ğ ı n
yasa tarafından tarif edi l mesine izin veren anlayışa daya·
n ı r. Bu an_l ayışın zayıf olduğu ya da bulunmadığı yerde,
mülkiyet teh l i keye düşer; mesela Stalin, başlangıçta, za­
naatini Komünizmin çıkarları uğruna icra eden çok usta
b i r hayduttu. Papa'nın, i nsanları sekizinci emre uymak yü­
kümlülüğünden kurtarabil me i ktidarının d a ona nasıl on
üçuncü yüzyı lda İtalyan bankerleri n i kontrolü altına alabil�
me olanağını sağ l adığını daha önce görmüş bulunuyoruz.
Bir Devlet i çindeki i ktisadi i ktidar her n e kadar huk u k­
tan ve kamuoyundan doğarsa da, kolayca bağ ımsız l ı k ka-

. - 1 56 -
iKTİDAR

zanabi l ir. İ ktisadi iktidar, huku ku rüşvetle, kamuoyunu da


propagandayla etki l eyeb i l i r. Pol itikacıları, özgürlüklerini el­
lerinden alan yükümlülükler altın d a b ı rakab i l ir. Mali buh­
ranlar yaratma tehdidine başvurabilir. Bununla b i rl i kte, ya­
pabilecekleri kesi n sınırlarla bel irlenmiştir. Sezar' ı i ktida­
ra geçirenler, onun a lacaklı larıydı ; bunlar, alacakların ı kur­
tarabi l mek için, Sezar' ı n başarıya u l aşmasından başka ça­
re görmemişlerd i ; ne var k i , Sezar da başarı kazanınca,
borçlarını inkar edeb i l mesini sağlayacak bir i ktidar sahibi
<Jldu. V. Charles, imparatorluk makamını satınalab i l m est
için gerekli olan parayı Fuggerler'den çekmiş, ama lmpa­
·rator olur olmaz da FL!ggerler' in g ı rtlağına sarı lmıştı ; tab i i ,
'fuggerler, ona verdi kleri paradan b i r kuruşunu b i l e geri
alamamışlard ı . (1) Londra şehri de, günümüzde, Almanya'n ı n
kal kınmasına yardı m etmek l e buna benzer b i r tecrübe g e­
çirm işti r; aynı şey, Hitler' i başa geçiren Thyssen'in de
'başına gelmiştir.
Bir an için, demokratik bir ü l kede plütokrasinin i kti·
darın ı göz önüne alal ı m . Plütokrasi, Asya'lı emekçileri ca..

ı(l) Fuggerler, Habsburg asıllı birine para vermemezlik edememiş·


terdir hiç bir zaman. Yalnız V. Charles'a değil , ondan önce im­
parator Maximillian'a ve ondan sonra da onun soyundan gelen·
lere borç vermişlerdir. c Fuggerlerin Havadis Mektupları•nın ön­
sözünde şöyle denilmektedir: 'İspanyol kralları Fuggerler'den en
aşağı dört milyon duka altını borç almış ve hiç ödememişlerdir;
onların Habsburglar'la olan iş ilişkilerinden gerek doğuda, gerek
batıda doğan kayıplarının da sekiz milyon florini bulduğunu söy·
lemek müballiğa sayılmaz... Ne var ki, onlar (Fuggerler) için,
Almanya'da Reformasyon muhtemelen hiç bir muhalefetle karşı·
laşılmaksızın zafer kazanacaktı. Bu ailenin en yetenekli üyeleri
yüzyıllarca didinmişler, ama sayısız varislerinin eline bir yığın
alacak senediyle ipotekli topraklardan başka birşey geçmemiştir.

- 1 57 -
i KTiDAR

l ifornia'da, ya da Avustralya'da kullanamamıştır ; yalnız bel­


ki eski zamanlarda çok az b i r m i ktarını kullanab i l miştir.
Yine plütokrasi, sendi kacılığı ortadan kaldıramamıştır. Plü­
tokrasi, özel l i kle İngi ltere'de, zenginlerden ağır vergiler
a l ı nmasını da önleyememiştir, sosyal ist propagandayı d a
önleyememiştir. Buna karş ı l ı k, pültokras i , Sosyalistlerden
kurul u hükum etlerin Sosyalizmi get i rmesin i önleyeb i l ir,
eğer buna engel olamazsa, b i r buhran yaratarak ve p ropa­
ganda yol uyla Sosyal ist hüku meti n düşmesini sağlayabilir.
Eğer bu yol lardan istediğine u laşamazsa, Sosyalizmin yer­
leşmesini önleme k için ortalığı karıştı rıp b i r iç savaş çıka­
rabilir. Yani , meselenin basit, kamuoyunun kararı- olduğu
yerlerde p lütokrasi iktidarsızd ır; ama kamuoyunun karar­
sız ya da meseleni n karmaşıklığı dolayısıyla şaşkına dön­
müş olduğu yerde, plütokrasi istediği s iyasal sonucu ala­
b i l ir.
Sendi kaların i ktidarı , zenginlerin iktidarı nın tam ter­
sidir. Sendikalar, beyazların dışındaki emekçileri içlerine·
almayab i l i r , kend il erinin ortadan kal kmasını önleyeb i l i r ,
yüklü ö l ü m sigorta rüsumu v e g e l i r vergileri sağlayab i l i r
v e kendi propagandaları i ç i n özgürlüğü idame ettireb i l i r .
Ne var k i . bunlar şimdiye kadar Sosyalizmi getirmedi kleri
gibi, kendi beğendikl eri, ama halk çoğunluğunun güven­
mediği hükumetleri i ktidarda da tutamamışlardır.
Bundan da anlaş ı l acağı üzere, b i r demokraside i ktisa-
di örgütlerin siyasal kararları etki leyebi l m e gücü, b i r çok
i; öneml i meselelerde en yoğun propagandaya bile kap ı lmayı
'

:ıı,· reddeden kamuoyu ile sınırl ıdır. Demokrasi, gerçekten var


ı ı!·
�f,
olduğu yerde, kapitalizmin bir çok m uarızının kabul etmek
� ,

i stediğinden daha büyük bir gerçekliğe sahiptir.


1

�·
,, 1

ı; · ··. - 1 58 -
l�

1 :1
11,

i .ı
ı.
İKTiDAR

Hukuk tarafı ndan düzen altında bulunduru l d uğu süre­


ce i ktisadi i ktidar, her ne kadar sonuç itibariyle toprak
mülkiyetine dayanıyorsa da, modern toplumlarda i ktisadi
i ktidardan en büyük hisse sahibi o l anlar, nominal toprak
sahipleri deği ldir. Derebeyl i k çağlarında, toprağı el inde bu-
1unduran, i ktidara da sahi pti ; bunlar ücretler üzerinde, İ şçi
Statü leri g i b i ted birler yoluyla ya da pogromların (1) yarat­
tığı , doğum hal i ndeki kredi gücü yoluyla, isted ikleri gibi
-oynayabi l irlerdi. Ama endüstria l izmin gel iştiği yerlerde,
kredi , nominal toprak mül kiyetinden daha güçlü hale gel­
miştir. Toprak sahipleri, ister akı l l ıca, ister akılsızca borç
.B l ırla r ve böyle yapmakla, bankalara bağ ı m l ı hale gelirler.
B u çok olağan b i r şeydi r ve tamamiyle üretim tekniğinde­
ki değişikl i klerin b i r sonucu sayı l ı r genell ikle. Halbuki, as­ \ı

l ında, tarımsal üreti m tekniğinin modern olmadığı H indis­


tan'daki durumdan da görüleceği üzere, bu, aynı zamanda
Devlet'i n yasayı zorla uygulayabi l me i ktidar ve azminin bir
sonucudu r da. Bütün gücün Yasa'da toplanmadığı yerde,
'borçlu lar zaman zaman, kendilerine borç para vermiş olan.
ları öldürür, borçlu olduklarını gösteren bütün belgel eri de
yakarlar. Kendi isteğiyle borç para verenlerin ortaya i l k
.çı ktığ ı günden beri, köylüsünden hükümdarına kadar, top­
·rakla i l işkisi bulunan herkes borç alma al ışkan l ı ğına tutul­
muştur; ne var ki, borç alanlar, ancak ve ancak Yasaya
sayg ı duyulan ve Yasa' n ı n zorla uygulandığı yerlerde ölün­
-ceye kadar faiz ödeme zorundadı rlar. Böyle yerlerde, top­
rak mül kiyetinden doğan iktidar, borç alandan borç verene
-geçer. Modern toplumlarda da borç veren, genel l ikle ban­
kad ı r.

(1) Pogrom: Eski Rusya'da, hükümet idaresi altında ve özellikte Ya·


· hudilere karşı girişilen kırım. (Çev. Notu)

- 1 59 -
İKTiDAR

Modern bir büyük ş irkette m ü l kiyet ve i ktidarın aym


k i şide toplanması asl a zoru n l u değ i l d i r. Amerika B i rleş i k
Devletleri'ni yakından i lgilendiren bu husus, Berle ve
Means'ın, Modern Şirket ve Özel Mülkiyet ( 1 932) adlt
önem l i eserinde, yetk i l i bir şekilde i ncelenmiştir. Berle ve
Means, m ü l kiyetin merkezden çevreye, i ktisadi i ktidarı n ise
çevreden merkeze doğru hareket hal inde olduğu görüşün­
dedirler; son derece dikkatli ve yorucu bir incelemeyle
de, Ameri ka Birleşik Devletl eri endüstrisinin yarısının iki
b i n kişinin kontrolü a ltında bulunduğu sonucuna varmak­
tadı rlar. ( Bak. S. 33} . Onlar, modern şirketlerin yönetici­
leri n i , eski zamanların Papaları ve kral larına benzetmekte .
bu yöneticileri Adam Sm ith'in eserlerinde görülen tüccar
tipinin ard ı l ı saymaktansa, Büyük İskender gibi adamları
d ikkatle i ncelemek sayesinde, onlara (şi rket yöneticileri­
ne) yön veren etkenlerin daha iyi anlaşılabi leceği görü­
şünü i leri sürmektedirler. İ ktidarın bu muazzam i ktisadi
örgütlerd e toplanışı -Berle ve Means'e göre- i ktidarın
orta çağ K i l i sesinde ve M i l l iyetçi Devlet'de toplanışını an­
d ı rmakta ve ş irketleri n Devlet'le ayn ı koşul lar altında re­
kabet etmesi ne i mkan vermektedir.
Bu i ktidar toplanışının nasıl meydana geldiğini anla­
mak · kolaydır. Mesela, bir dem i ryolu şi rketi ndeki sıradan
hissedar, demiryolunun yönetiminde söz sahibi değ i ld i r ;
bu adam, kuramsal olarak, demiryolunun yönetiminde, Par­
l amento seçimlerinde oy kullanan sıradan bir seçmenin
ü l kenin yönetiminde söz sahi b i oluşu kadar söz sahibidir,
ama uygulama alanında değildir. Demiryolunun i ktisadi i k­
tidarı üç beş kişinin el indedir; Amerika'da bu i ktidar öte­
den beri , genel l i kle bir kişinin e l i nde toplanagelm iştir. H e r
gelişmiş ülkede, muazzam b i r i ktisadi i ktidar, ufa c ı k b i r

- 1 60 -
İKTİDAR

azın l ı ğ ı n elindedir. Bu azı nlığı meydana getiren kişiler ba­


zen, Ameri ka, Fransa ve Büyük Britanya'da olduğu gibi,
özel kapitalistlerdi r ; bazen d e , Almanya, İtalya ve Rusya·­
da olduğu gibi, politikacılardı r. İkinci olara k gösterdiğimiz
sistem , i ktisadi ve s iyasal i ktidarın b i rleştiğ i yerlerde do· .
ğar. İ ktisadi i ktidarın b i r kaç elde toplanma eği l im i gös­
termesi çok rastlanan bir şeydir, ama bu eği l i m yalnız i k­
tisadi i ktidara . deği l , gene l l i kle bütün i ktidarlara özgü bir
ş eydir. Tıpkı bir Çel i k Tröstünün, birbirleriyle rekabet ha­
l indeki ufak çel ik fabrikatörlerinin bulunduğu aşamaya oran·
la daha Herki bi raşamada oluşu gibi , i ktisadi ve siyasal
i ktidarı n bi rleştiği sistem de, daha i l erki bir aşamadadı r.
Ne var ki, ben ş i m d i l i k total iter Devleti tartışmak iste·
miyorum.
İ ktisadi i ktidara sahip oluş, askeri iktidarın ya da pro­
paganda i ktidarının e l e geçirilmesine yol açab i l i r , ama bu·
'
nun tersi de aynı derecede m üm kündür. ilke l koşullar a l·
tında, çeşitl i ülkeler arasındaki i l işkiler söz konusu oldu­
ğ u zaman, askeri iktidar genellikle başka cins i ktidarları n
kaynağıdır. İskender, Persler kadar zengin değildi, Roma­
l ı lar da Kartacal ı l ar kadar zengin değ i llerd i ; ne var ki, ls­
kender d e , Romal ı lar da, savaşta üstün gelmek suretiyle
düşmanlarından daha zengin oldular. Müslümanlar fetihle­
re i l k gi rişti kleri s ı rada, Bizans l ıl ara oranla, Tötonyal ı is­
tilacılar da Batı Roma İmparatorluğuna oranla çok fakirdi­
l er. Bütün bu örneklerde askeri i ktidar, iktisadi iktidarın
kaynağını meydana getirmiştir. Yalnız, Arap ulusu içinde
Peygamber'in ve Peygamber ailesinin askeri ve i ktisadi
i ktidarı , propagandadan türemişti ; tıpkı Batı'da, Kil ise'ni n
i ktidar ve servetinin propagandadan türeyişi gibi.

- 161 -
iktidar - F./ 1 1
İKTİDAR

Askeri i ktidarı , i ktisadi güçleri sayesinde kazanmış,


örnek olarak gösterilebilecek bir sürü Devlet vardı r . An­
tikitede, bunun en önemli örnekleri, denizci Yunan siteleri
i l e Kartaca'yd ı ; Orta Çağ'da , İtalyan cumhuriyetleri ; mo·
dem çağda da Hollanda i l e İngiltere. Bütün bu örnekler·
de -endüstri ihti lalinden sonraki dönem için İ ngiltere'yi
kısmen dışarıda bırakırsak- iktisadi iktidar, ham m adde
mi'.ilkiyetine değil , ticarete dayanıyordu . Bazı siteler ya da
Devletler, coğrafi üstünlü klerine bir de ticarette usta l ı ğ ı n
katıl masıyla kısmi bir tekel elde etmişlerd i . (İspanya'nın
on yedinci yüzyılda gerilemeğe başlayışının da ortaya koy­
'duğu gibi , sadece coğrafi üstünlük yeterli değildir.) Bu
sitelerin ya da Devletleri n ticaret yol uyla kazandıkları ser­
vetin bir kısmı ücretl i askerlerin kiralanmasına harcand ı ,
yani, askeri iktidarın kazanı l ması yolunda kullan ı l m ı ş ol­
du. Bununla b irlikte, sürekli o l arak bir i syan ya da i hanet
tehl i kesin i n varlığı bak ı m ı ndan bu metot mahzurluydtı; iş­
te bu · sebeple, M achiave l l i bu metotu yerer ve orduların
vatandaşlardan kurulu olmasını sal ı k ve· ir. Ticaretle zen­
ginleşmiş büyük bir ü l ke için bu öğüt faydalı olurdu, ama
bir Yunan Site Devleti için, ya da ufak bir İtalyan cumhu­
riyeti için bir faydası yoktu Machiavelli'nin öğütünün. Ti­
carete dayanan i ktisadi i ktidar ya büyük bir topluluğa ya
da komşularına oranla medeni bir topl u luğa ait olduğu za­
man isti krarl ıdır.
Bununla birli kte, ticaret önem i n i kaybetmi ş bulunu­
yor. U laştı rma alanındaki gelişmeler yüzünden , coğrafi du­
rum eskisi kadar öneml i değildir; emperyalizm dolayısıy­
l e de, öneml i Devletlerin dış ticaret i htlyaçla'"ı eskisir.e
oranla azal m ı ştır. Uluslararası i l işkilerde Ö i1 e m kazam•;1 :k­
tidar biçi m i , şimdi ham maddelerle besin mada �le:· ini 31-

- 1 62 -
1
�.

iKTİDAR

de b u lundurmaktır; en öneml i ham m addeler ise savaşta


kullanılan ham maddelerdir. Bu .şeki lde, iktisadi i ktidarla
askeri iktidar birb i rlerinden zor ayırdedi l i r hale gelmiştir.
Mesela petrolü ele a l al ı m : bir ü l ke petrolsüz dövüşemez,
dövüşemedikçe de petrol bölgelerin i e linde bulundu ramaz.
Her iki duru m da başarısızlıkla sonuçlanmağa mah kum­
d ur: İ ranl ı ların yeterl i orduları o l madığı için petrol lerinin
onlara bir faydası dokunmad ı , ayn ı şekilde eger Almanya
petrole sahip olamazsa, Alman si lahlı kuvvetlerin in de Al­
manya'ya bir faydası dokunmayacaktır. (1) Bes i n maddele­
ri alanı nda da buna benzer bir durum vardır: güçl ü b i r sa­
vaş makinesinin kurulab i l mesi için u lusal enerjinin çok
büyük . bir bölümünün basın üretim i nden çekil i p alınması
gerektir, işte bundan ötürü de böyle bir savaş makinesinin
kurulabil mesi verim l i alanların askeri kontrol altında bu ­
lunduru l m asına bağ l ıd ı r.
İ ktisadi ve askeri i ktidar arasındaki ilişkiler geçmiş·
te, hiç bir zaman bugünkü kadar sıkı olmamıştır. Hiç bir
ulus, gel işmiş bir endüstriye sahi p bulu nmad ı kça, yeterli;
bir askeri i ktidara sahip o lamaz ve ham maddelerle besin
maddelerine ulaşamaz. Buna karşılık, u l uslar kendi toprak­
larında elde edemed ikleri ham maddelere, askeri i ktidaı
yoluyla u l aşırlar. Birinci Dünya Savaşı sırasında, Almanlar
fetih yoluyla Romanya'nın petrol leri n i , Ukrayna' n ı n da ta­
h ı l ürününü ele geçird i ler; ham maddelerini tropikal böl­
gelerden çeken Devletler ise koloni lerini ya kendi askeri
güçleriyle, ya da müttefiklerinin askeri gücüyle ellerinde
tutmaktadırlar.

(1) Eserin İkinci Dünya Savaşından önce yazılıp yayımlandığını bir


kere daha hatırlatırız. (Çev. Notu)

- 1 63 -
İ KTİDAR

U lusal i ktidarda propagandanı n oynadığı rol , eğitimin


yaygınlaşmasıyle b i r l i kte artm ıştır. İ nsanların çoğu zorlu k­
lara katlanmağ ı , yine büyük b i r kısmı da ölmeği göze al­
madıkça bir u l us modern savaşlarda başarı kazanamaz. İn­
sanlara zorluğa katlanmayı, ölmeyi göze aldırmak için de,
i ktidarda bulunanlar, uyrukları nı , savaşı n önemli -şehit ol­
mağa değecek kadar öne m l i- bir şey olduğuna inandı r­
mak zorundadı rlar. Birinci Dünya Savaşında, Müttefi klerin
zaferi kazanma nedenlerin i n büyük bir bölümünü, Sovyet­
lerin de .1 91 8 20 yıl larında zaferi kazanma nedenlerinin
-

hemen hemen tümünü propaganda meydana getirmişti . As­


keri i ktidarl a i ktisadi i ktidarın birleşmesine yol açan aym
nedenlerin , bu i ktidar birleş i m i n i aynı zamanda p ropagan­
da iktidarıyla da birleşmeğe zorladığı apaç ı ktır. Asl ı nda.
bütün i ktidar biçimlerinin, bir tek örgütte toplanması eği­
limi vard ı r ve bu tek örgütün Devlet olması gerektir. Zıt
güçler harekete gelmediği takdi rde, çeşitl i i ktidarlar ara­
sındaki ayrıl ıklar yakı n b i r gelecekte tarihe mal olacaktır.
Bu noktada, Marksizmin bizleri alıştı rdığı bir görüş , ·

yani , kapitalizmin, en sonunda bütün çatışmaların üstüne


çıkacak bir sı nıf çatışması yaratma yolunda olduğu görü­
şü üstünde b iraz duralı m . Marks'ı yorumlamak asla kolay
bir iş deği ldir, bununla b i r l i kte onun şöyle düşünmüş ola­
bileceği anlaşıl ıyor: barış zamanında bütün i ktisadi i kti­
dar büyük toprak sahipleriyle kapital istlerin elindedir; bun­
lar kontrol olanakların ı son kerteye kadar sömürecekler ve
böylel i kle proleteryayı ayaklanmağa · kışkırtm ış olacaklar­
dır. Büyük çoğunluğu meydana getiren proleterya, b i rleşir
b irleşmez, savaştan galip çı kacak ve toprakla sermayeden
türeyen i ktisadi i ktidarın bütün toplumun eline veri l eceğı
b i r sistem kuracaktır. Bu kuram kesinlikle M arks'a ait ol-

- 1 64 -
İKTİDAR

sun, olmasın, geniş anlamda bugünkü komünistlere aittir


ve bundan dolayı incelenmeöe değer.
Bütün i ktisadi i ktidarın büyük toprak sah ipleriyle ka­
pitalistl eri n elinde olduğu görüşü her ne kadar kabaca doğ­
ruysa ve ben her ne kadar şu ana kadar bu görüşü benim­
semiş bulunuyorsam da, bu görüşü sınırland ı ran önemli
noktalar vardır. Emek o lmadı mı, toprak sahipleriyle ka­
pital i stlerin el leri kol ları bağl ı kalır, ayrıca, grevler de, ye­
teri kadar azimle girişildiğinde ve yeteri kadar yaygınlaş­
tığı nda, emeğ i i ktisadi i ktidarda bir pay sahibi kılar. Yal­
n ız, grevi n sağladığı olanaklar çok b i l inen b i r konu olduğu
için bunlar üzerine daha fazla söz etmeyeceğim .
Ortaya çıkan ikinci soru şudur: Kapita listler, kontrol
olanakları n ı gerçekten de son kerteye kadar sömürecek­
ler m i ? İ htiyatl ı kapital istler, s ı rf Marks ' ı n önceden haber
verdi ğ i sonuçlardan korktukları için, böyle hareket etmi­
yorlar. Kapita listler, işçi l ere de b i r refah payı bırakırlar­
sa, onların i htilalci o l malarını önleyebi l irler; hunuı:ı en d i k­
kate değer örneğini ust.a işçi lerin tüm Muhafazakar oldu­
ğu, Ameri ka Birleşik Devletleri'dir.
Proleteryanın çoğunlukta olduğu varsayımı ise çok tar­
tışma ka ldırır. Bu varsayım öze l l i kle köylülerin mal mülk
sahi b i olduğu tarımsal ü l kelerde gerçeğe uygun deği ld i r.
Büyük m i ktarda yerleşmiş serveti n v.e i ktisadi görüş açı­
sından proleter sayı lan pek çok insanın bulunduğu ülke­
l erde ise , bu proleterler, iş bul maları l üks tal ebine bağ l ı
olduğundan, siyasal mücadelede zenginleri tutarlar. B u ba­
kımdan, eğer bir sınıf savaşı çı karsa, bu savaşı proleter­
yanı n kazanacağı hiç de kesin değildir.
Son olarak, çoğu insanlar b i r buhran sıras ı nda sınıf­
larından çok uluslarına bağ l ı l ı k duyarlar. Bu h er zaman

- 1 65 -
İ KTİDAR

böyle olmayab i l i r, ama bütün nominal enternasyonali stleri n


b i rer vatansever v e birer savaşçı hali n e geldikl eri 1 9 1 4' -
ten bu yana her hangi bir değiŞ i k l i k beli rtisi görül memiş­
tir. Bu sebepl e , her n e kadar bir sınıf savaşının uzak ge­
l ecekte çıkması ihtima l i tamamiyle kaybolmuş deği lse bi­
le, m i l l i yetçi savaşlar hala bugünkü kadar büyük bir teh­
l i ke olarak kalmakta devam ettiği sürece, sınıf savaşı bek­
l enemez.
İspanya'da şimdi cereyan etmekte olan i ç savaşl a bu
iç savaşı n öbür ü l keler üzerindeki etkileri n i n , sınıf sava­
ş ı n ı n artık . m i l l iyetçiliğe üstün geldiği n i i sÇlat ettiğ i söyle­
n eb ilir. Bununla b i r l i kte ben , olayların gidişinde bu görü­
şü destekleyen · bir taraf görmüyorum. Almanya ve İtalya·­
n ı n Franko'yu tutmaları m i l liyetçi nedenlere dayanıyor;
Fransa'yla İngi ltere'nin Franko'ya karşı tutum almaları da
ayn ı şekilde m i l l iyetçi nedenlere dayan ıyor. Franko'ya kar­
şı İngi l iz muhalefeti n i n şi mdiye kadar çok büyük olmayı­
ş ı n ı n nede n i , İ n g i l iz Muhafazakarları n ı n doğal olarak Fran­
ko'yu tutmalarıd ır; eğer Hükumetimizin tutumunu doğru­
dan doğruya İngiliz çıkarları bel i rleseyd i , bu muhalefet hiç
şüphesiz daha büyük olurdu. Bununla birl i kte, Fas'taki ma­
den cevherleriyle Akdeniz havzası n ı n denizden kontrolü
söz konusu olur olmaz, İ ngi l iz çıkarları .siyasal sempatil er­
den ağı r basmaktad ır. Rus İ htilaline rağmen, Büyük Güç­
ler, yine 1 91 4'ten önceki gibi gruplaşmaktadı r . Liberaller
Çardan nefret ediyorlardı, Muhafazakarlar da Stalin'den;
ama İ n g i l iz çıkarlarının söz konusu çılduğu yerde, şunu ya
da bunu beğen i p beğenmemek gibi b i r meselenin rol oyna­
masına ne S i r. E. G rey, ne de şimdiki İ ngi liz H ükumeti göz
yurnabildi.
Bu bölümde söyl ed iklerimizi şöylece özet l eyel i m : b i r

- ' 1 66 -
İKTİDAR

askeri birliğin (çeşitli bağ ı msız Devletlerden kurulmuş bir


askeri birlik) i ktisadi i ktidarı (a) bu birli ğ i n kendi toprak­
ların ı savunabilme yeteneğine, (b) başkalarına ait toprak­
ları teh d it edebi lme yeteneğine, (c) ham maddelere, be­
s i n maddelerine ve endüstri alanında ustal ığa sahip o lu­
şuna, (d) başka b i r l i klerin ihtiyacı olan maddeleri ve hiz­
metleri sağlayabil m e gücüne dayanır . . Bütün bunlarda as­
keri ve i ktisadi etkenler ayrı lmaz şeki lde içiçedir; mesela
Japonya, büyük askeri güç için şart olan ham maddeleri,
salt askeri yoll ardan Çin'de elde etmiş, İngi ltere ile Fran­
sa da aynı şekilde Yakı n Doğu petrol lerini ele geçirmiş­
lerdir, ne var ki , daha önceden beli r l i b i r e ndüstriel geliş­
meye u laşmamı ş olsalard ı , ne Japonya, ne de l ng i ltere i l e
Fransa bunu başarabili rlerdi. Savaş mekanize oldukça, bi­
limselleştikçe, savaşta i ktisadi etkenlerin önemi de git
g ide artmaktadır, ama buna rağmen, üstün i ktisadi kay­
naklara sahi p olanın savaştan mutlaka gali p çıkacağı n ı var­
saymak da güveni l i r b i r düşünüş değildir. Milliyetçilik duy­
gusunu körüklemekte propagandan ı n önemi de e n aşağı i k­
tisadi etkenler kadar artmıştır.
Bir tek Devletin i ç i ktisadi i lişkilerinde, başkalar ı n ı n
s ı rtından servet kazanma konusunda n e l e r yapı labil eceğini
yasa s ı n ı rlar. Başkaları tarafından i steni len bir şey üzerin­
de tam veya kısmi tekele ya biri birey ya da bir g rup sa­
h i p olmalıdır. Tekel leri yasa yaratabi l i r ; mesela, patentler,
tel if hakları. toprak mül kiyeti. Tekel leri, tröstler ve sen­
dikalarda olduğu gibi, birleşme de yaratabi li r. Devletin, özel
. kişi lerin ya da grupların pazarlık yoluyla başkalarını ne
kadar s ızdı rabileceği n i belirleyiş inden ayrı olarak, gerek l i
gördüğünü zorla almak hakkı d a vardır. Nüfuzlu · özel grup­
lar, ulusun bütün ü i ç i n gerekli olmadığı halde, kendi çıkar-

- 1 67 -
İKTİDAR

larına yarayacak şekilde, Devleti , bu hakk ı n ı , hatta savaş


açma yetkisini kullanmağa zorlayab i l irler; bunlar ayrıca, ya­
sayı kendi leri için elverişli olmağa da, mesela işveren le­
r i n birl eşmesine izin verip, işçilerin birleşmesine izin ver­
m emeğe zorlayabi l i rler. Bunlardan da anlaşılacağı üzere,
b i r bireyin y-a da grupun fii len sahip olduğu i ktisadi i ktidar
derecesi , genel l i kl e i ktisat içinde düşünülen ' etkenlere ol­
duğu kadar, askeri güce ve propaganda yoluyla kazanı lan
n üfuza da daya n ı r. İ ktisat, ayrı b i r b i l i m o larak d üşünül­
düğü zaman gerçekçi değ i l d i r ve uygulama a l an ı nda kılavuz
diye alın ırsa, yanl ı ş yol lara sürükler. İ ktisat, i ktidar b i l i­
m i n i n daha geniş çaptaki i ncelenişinde -gerçi çok öne m l i
o lmakla beraber- sadece b i r öğedir.

- 1 68 -
Bölüm IX
FİKİR ÜZERİNDEKİ İKTİDAR
. 1

FiKR İ N kadi ri m utlak olduğu ve bütün öteki i ktidar


biçimleri n i n fikirden türediği görüşünü destekleyen bir ör­
nek ortaya koymak zor değildir. Askerler, uğrunda dövüş-
/(ü kleri davaya inanmad ı kça, ya da ücretli askerl eri düşü­
nürsek, bunlar, kumandanları nın kendi lerini zafere ulaştı­
rabilm e yeteneğine güvenmedikçe, ordular h i ç b i r işe ya­
ramaz. Çoğunluğun saygı duymadığı yasa iktidarsızdır. İk­
tisadi kurumlar yasaya gösterilen saygıya dayanı r ; mese­
la, sı radan vatandaşlar sahtekarl ığı hoş gördüğü takdirde
bankaların ne hale geleceği n i b i r düşününüz. Dinsel fi ki r
çok kere Devlet'ten daha i ktidarl ı olduğunu ispat etmiş­
tir. Her hang i bir ül kede eğer çoğunluk Sosyal izm'den ya­
na olsayd ı , Kapital izm işlemez hale gel i rdi. Bu esaslar üze­
rinden, toplumu i lgilendi ren meselelerde fikrin kesin ikti­
dar olduğu i leri sürülebi l i rd i .
A m a o zaman da, fikri etkileyen güçler dikkate al ı n­
mamış olacağı ndan, bu görüş yarı yarıya gerçekl i k n itel iği

- 1 71 -
İ KTİDAR

taşı rd ı . Askeri güçte fikrin temel bir öğe olduğu ne kadaı�


doğruysa, askeri gücün fikir doğurabi leceği de aynı dere­
cede doğrudur. Bugün Avrupa'nın hemen hemen her ü l ke­
s i nde, o ü l ken i n on altıncı yüzyı l ı n i kinci yarısındaki hü-·
kumeti hangi dini tutmuşsa, o d i n vardır; bunun nedeni n i
i s e -başlıca , çeşitl i ü l kelerde dinsel ceza v e propaganda­
n ı n silahlı kuvvetler tarafından kontrol altında tutu lmuş ol­
masına bağlamak gerektir. Fi kri ansal nedenlerin doğurdu­
ğunu varsaymak geleneksel l eşm iştir, halbuki bu ancak ya­
k ı n ( immediate) nedenler için doğrudur: arka planda ge­
n e l l i kle, her hangi bir i nancın hizmetinde bulunan güç
vardır.
Buna karşılık, bir inanç başlangıçta emri altında b i r
g ü c e sah i p d e ğ i l d i r v e yaygı n b i r fikrin ü retilmesinde i l k
adımlar sadece i kna yoluyla atı l mak zorundadır.
Böylece, b i r çeşit tahtereva l l i e lde etmiş oluyoruz:
önce, salt i kna yoluyla bir azı n l ı ğ ı n bir i nanca bağlanmast
sağlan ıyor; sonra, topluluğun geri kalanın ı n tam propagan­
daya açık kalmasını sağlamak ' için zor uygulanıyor; en so­
nunda da, büyük çoğunluk iste n i l en i nanca gerçekten bağ­
lanıyor ve bu , tekrar zor kullanıl ması n ı gereksiz hale ge­
tiriyor. Bazı fi k i r kümeleri hiç bir zaman i l k aşamanın öte­
s i ne geçemez, bazı ları ikinci aşamaya ulaşıp başarısızl ığa
uğrar, bazıl arı ise her üç aşamayı da başarıyla geçer. Dost­
lar Cemiyeti , (1) hiç bir zaman i kna aşamas ı n ı n ötesine ge­
çememiştir. Başka nonkonformistler ise Cromwel l zama­
n ı nda Devlet g üçlerin i elde etmişler, ama i ktidara geçtik-

(1) Giyim kuşamda, konuşmada sadeliği savunması ve savaş aleyh­


tarlığı ile tanınmış bir dinsel mezheptir. Genellikle Quakerler diye
bilinir. (Çev. Notu)

1 72 -
İKTİDAR

ten sonraki propagandalarında başarı l ı olamamışlardır ... Ka­


tol i k Kil ises i , üç yüz y ı l süren i kna aşamasından sonra, .
Konstanti n zamanında Devlet' i e l e geçird i , ondan sonra da
zor kullanarak bir propaganda s i stemi kurdu ve bu pro­
paganda sistemi sayesi nde bütün putperestl eri Hri stiyan
yapmağı başararak, H ri stiyanl ığ ı n barbar i stilalarına daya­
nab i l mesini sağladı. Marksist inanç Rusya'da, üçüncü de­
ğ i lse b i l e i kinci aşamaya ulaştı . ama başka yerlerde hala
birinci aşamadadır. ( 1 )
Bununla birlikte her hangi bir aşamada zora başvu­
rulmaksızın fikrin etk i altına a l ı ndığı n ı gösteren önem l i ör­
nekler de vardı r. Bunların en di kkate değer olanı b i l i m i n
yüksel işidir. Zaman ımızda, medeni ü l kelerde b i l i m i Devlet
koruyor, halbuki b i l i m i n i l k zamanlarında durum h i ç de böy-
1� değ i l d i . Gal i l eo sözünü geri almak zorunda bırakı l d ı ;
,A'Jewton'ı Darphane Müdürü yaparak çalışmalarına set çek­
'
/ tiler; Lavoisier'ni n kel lesi, 'la Republ ique n'a pas besoi n
de savants,' gerekçesiyle giyotine veril d i . Ama y i n e de mo-

( 1) 1 938'den 1 967'ye kadarki otuz yıl içinde, durumda hiç şüphesiz·


çok büyük bir değişikl i k yer almış bulunuyor. MeselA, filozof ­
yazarın kendi ölçüleri ' üzerinden, R usya bugün ikinci değil, çoktan
varmış bulunduğu üçüncü aşamadadır ve Rusya'nın bu aşamada
yalnız olmadığı da meydandadır: Avrupa'nın (Demirperde gerisi
diye adlandırılan) Sosyalist ülkeleri , Sosyalizmin üçüncü aşamaya
ulaşmış bulunduğu ülkelerdir; bunlara, üçüncü aşamanın eşiğin­
de bulunan Kızıl Çin'i de katabiliriz. Genel olarak, Üçüncü Dünya
Devletleri , Sosyalizmin, Emperyal izmin saldırı larına ve işbirl ik­
çilerin ihanetlerine rağmen ikinci aşamayı -İkinci Dünya Sava­
şından önceki örneklere oranla- daha az zora başvurarak geç­
mekte oluşunun sayısız örnekleridir. Bunun nedeni de, hiç şüp­
hesiz, Sosyalizmin bugün, birinci aşamada, eskisine oranla daha,,.
büyük yığınları ikna edebilmesidir. (Çev. Notu)

- 1 73 -
/
İKTİDAR

·dern dünya n ı n yaratıcı ları bu adamlarla, onlar gibi daha


bir kaç kişi i d i ; onları n , toplum yaşayışı üzerindeki etki­
leri lsa ve Aristo da dah i l olmak üzere, tarihin tanıdığı her
hangi başka bir adamın etkisinden çok daha büyük olmuş­
tur. Etkisinin önemi bakım ı ndan Gal i l eo'yla , Lavoisier'yle,
Newton'la boy ölçüşeb i l ecek biricik kişi Pythagoras'tır,
ama onun da varlığı şüphelidir.
Aklı , toplumsal hayat işlerinde rolü bulunmayan bir
güç sayarak batırmak, günümüzde alışkan l ı k hal ine gelm i ş­
tir, ama bil i m i n yükselişi bu görüşü çürüten çok güçlü b i r
d e l i ldir. B i l i m adam ları , b i l i m dışındaki zeki i nsan lara, as­
keri başarı ve servet kazanmakta akı l l ıca b i r dünya görü­
şünün yard ı mcı olduğunu ispatladı lar; gerek askeri başarı ,
gerek servet, i nsanlar için öylesi ne çekici birer hedefti
k i , geleneği n baskısına, Kil ise'nin gelir kaynakları na ve Ka­
-tolik Kilisesi teolojisine bağ l ı l ığına rağmen , yen i , akıl lıca
dünya görüşü, Orta Çağ kafasına uygun dünya görüşüne
üstün gel d i . Hoşea'nın ( 1 ) güneşi hareketsiz bı raktığına
dünya artık inanmaz oldu, zira Koperni k astronomisinin de­
n iz seyrü seferinde büyük yararı görüimüştü ; dünya, Aris­
to'nun fiziğ i Aİ bı raktı , çünkü G a l i l eo'nun düşen cisimler
kuramı , i nsanlara merm i . yol u n u hesaplayabilme olanağ ı n ı
kazandırm ı ştı ; dünya artık tufan h i kayesine i nanmaz oldu,
zira jeoloj i n i n madenci l i kte faydası görülmüştü v.s. Artık
ister savaşta, ister barış zamanı endüstrisi nde b i l i m i n ge­
rekl i l iğ i n i ve b i l imsiz b i r u l usun zengi n de, i ktidarl ı da ola­
mayacağı n ı dünya kabul ediyor.

,( 1 ) Musa'nın, on üç atal ılar sıpt rndan herbiri için kenan diya rına yol­
ladığı on üç adamdan biri; Efraim sıptından Nun oğlu Hoşea,
Musa ona Yeşu adını verdi. (Çev. Notu)

- 1 74 -
i KTİDAR

Fikir üzerindeki bu etkilerin hepsini de, b i l i m , doğru­


dan doğruya olguları kon�şturmak yoluyla sağ l a m ı ştır: ge­
nel kuramlar yönünden bilimin söyl edi kleri üzerinde tartı­
ş ı labi lirdi, ne var k i , tekni k alanda b i l i m herkesin görebi­
leceği apaçık sonuçlar al mıştı . Bili m , beyaz insanlara, dün­
yaya hükmetmelerini sağlayan bir üstünlük kazandırm ı ş ve
beyazlar bu üstünlüğü a ncak Japonların ve beyazların tek­
niğini e lde etmeleriyle kaybetmeğe başlamıştı r.
Bu örnekten , genel olarak Akl ın kudretine dair bir şey­
ler öğrenilebilir. B i l i m alanında Akı l , var olan hedefl ere
ulaşma araçlarını sağladığı ve bunu sağ ladığına dair ortaya
ezici d e l i l ler koyduğu için, önyargılara üstün gelmiştir. Ak�
l ı n , topl umsal hayat işlerinde b i r güç olmadığını ileri sü­
renl er şu iki koşulu gözden kaçırmaktadırlar. Eğer bir in­
,San ı , Ak ı l adına temel amaçların ı değiştirmeğe -mesela.
/ kendi i ktidarını düşüneceğine genel olarak i nsanların mut­
luluğunu hedef tutmağa- davet ederseniz başarısızlıkla
karş ı laş ı rsınız, hem bunu haketmiş de olursunuz, zira ha­
yatın amaçlarını tek başına Akı l bel i rleyemez. Öte yandan,
iddianız henüz tartışmaya açıkken. ya da iddianızın anla­
şılması , onun gücünü henüz ancak b i l i m adamlarının kav­
rayabileceği kadar zorken , kökleri çok derinlere inen ön­
yarg ı lara saldırı rsanız, yine aynı başarısızlı kla karşı laşı rsı­
nız. Ama eğer iddianızı , incelemek zahmetin i göze a labilen
her a kl ı başında insan için inandırıcı olabil ecek bir deli lle
ispatlar, var olan i steklerin doyurulmasını kolaylaştırma
araçlarına sahip bul unduğunuzu ortaya koyarsanız, sonun­
da i nsanların sizin dediklerinize inanacakları n ı , bir dere­
ceye kadar g üvenle umabi l i rsin iz. Tabii bu , doyurabilece­
ğiniz var olan i stekleri n , o istekleri elde edeb i l me i ktidar
ya da yeteneğine sahip insanlara ait olması şartına bağ­
l ıdır.
1 75 -
iKTiDAR

ı.: Toplumsal hayat işlerinde Akl ı n i ktidarı üzerine diye­



\
;; <:eklerim bu kadar. Şimdi başka b i r zorlamasız i kna biçimi­
ne, yan i , d inlerin kurucularına geliyorum . B u rada süreç, ya­
l ı n formülüne indirgendiğinde, şudur: belirli b i r önerme doğ­
ru çıkarsa, isteklerimi gerçekleştirebi leceğ i m ; onun için
ben, o önermenin doğru çı kmasını isteri m ; bundan dolayı
da, ansal bakımdan olağanüstü bir kend i kendini kontrol
edebilme yeteneğine sahip bulunmadığım sürece, o öner­
menin doğru olduğuna inanırım. Ortodoksl uğun ve erdeml i
b i r yaşayışın, öldüğüm zaman cennete g itmemi sağlaya­
cağını söylemişlerdir bana; buna inanmak zevkl i olduğun­
dan, zorla önüme koydukları zaman belki de inanırım bu­
na. B u radaki i nanma nedeni , bilimdeki gibi olgunun del i l i
değ i l , çevrenin bu inancı inanılmaz görünmekten çıkarmak
i ç i n gösterdiği çabanı n etkisiyle b i rl i kte, doğrudan doğru­
·ya bu inancın kendisinden doğan tatl ı duygu lard ı r.
Reklamın gücü de aynı sınıfa g i rer. Falancanın tab­
letleri size sağl ığa kavuşma umudu verdiği için, bu tablet-
lere inanmak hoş geli r ; bunların ne kadar mükemmel ol- .·

duklarını s ize sık s ı k ve üstünde önemle durarak söyler-


lerse, o zaman bu tabletlere inanab i l i rsiniz de. Akı l l a i lgisi
bulunmayan propaganda da, akıl yoluyla yap ı l an propagan-
da gib i , var olan isteklere hitap etmek zorundadır, ama o,
olgu lara başvuracağına, tekrarlama yoluna başvurur.
Akla hitap · etmekle, akla hitap etmemek arasındaki
ayrı l ı k , uygulama alanında, yukarıdaki çözüm lemede görü l ­
düğü kadar kesin değ i ldir. Genell ikle bir derece akla uy­
-gun , ama sonuç almağa yetersiz b i r del i l vard ı r ortada ;
akla uygunsuzluk, bu delile gerektiğinden fazla dayanma­
··ğa bağ l ıdır. İ nanç , salt geleneksel olmadığı zaman, çeşitl i

- 1 76 -
k
' '""'\'·· .

İKTİDAR

etkenlerin ürünüdür: güçlü istek, d e l i l ve tekrarlama. İstek


ya da deli lden birinin sıfır olduğu anda, inanç bulunmaz;
dışardan güçlü b i r destekleme gelmediği zaman ise, i nanç:
sadece dinlerin kurucuları, kaşifler ya da defiler gibi ola­
ğanüstü karakterlerde doğar. Yığın inancı ya da toplum­
sal bakımdan öneml i b i r i nanç yaratmak için, üç öğenin de
bir dereceye kadar var ol ması gerektir; ama öğe lerden bi·
ri güçlenirken öteki zayıflarsa, elde edi len inanç m i ktarı
değişmeden k a l abi lir. Del i l i zayıf olan i nancın kabulü i ç i n ,
eğer h e r i k i s i de isteğe aynı derecede elverişliyse, de­
l i l i güçlü inancın gerektirdiğinden daha fazl a p ropaganda­
ya i htiyaç vardır; v.b.
İ ktidarı e llerinde bulunduranlar, ina ncı etki l eyebilme
olanağ ı n ı , tekrarlamanın gücü sayesinde kazanırlar. Res­
nfı p ropagandanın eski ve yeni biçimleri vardır. Kilisenin,
)l ir çok bakım lardan insanı hayran b ı raka n bir propaganda
· tekniği vardır, ancak, bu teknik m atbaanın icad ı ndan önce
geliştirilmiş olduğu için, bugün eskisi kadar etkil i değ i l d i r.
Devlet, yüzyı l lardan beri bir takım metotlar uygulayagel­
mişti r: s ikkelerin üzerine Kralların kabartma portrelerinin
konması ; tç:ıç giyme törenleri, yıldönümü kutlamaları , kara
ve deniz orduların ı n gösteri leri v.b. Ne var ki, bun ların
hepsi de, eğitim, bası n , sinema, radyo gibi modern metot­
l ara oranla çok güçsüz kalır. Saydığımız bütün bu modern
metotlar tota l iter Devletlerde a l abildiğine uygulanmakta­
d ı r, ne var ki , başarı ları konusunda b i r yargıda bulunabil­
mek için vakit henüz çok erkendir.
Propagandanın güçlü isteklere hitap etmesi gerekti­
ğini söylemişti m : B i ri nci Dünya Savaşından önce Avustur·

- 1 77 -
İktidar - F./ 1 2
İKTİDAR

ya • M acaristan'ın büyük bölümlerinde, 1 922'ye kadar İr­


Janda'da ve ta günümüze kadar H i nd i stan'da olduğu gibi.
u lusal duygulara karşı hareket eden Devlet propaganda­
sının başarısızlığa uğraması benim bu iddiamı destekle­
yen bir örnek diye gösterileb i l i r. Propaganda ancak, pro­
pagandaya hedef a l ı nan hastanın içindeki , mesela ölümsüz
bir ruha sahip olmak, sağ l ı kl ı olmak, u l usunun büyüklüğü­
nü görmek gibi ve daha akla gelmedi k sürüyle güçl ü is­
tekten biriyle uygunluk hal i nde bulunduğu sürece başarı
kazanır. Propagandaya boyun eğil mesi için böylesine esas l ı
nedenler olmadıkça, yetki l i lerin ısrarla söyledikleri her şe­
ye alaycı bir şüpheci likle bakılır. Demokrasinin, yönetici­
l i k açısından bir üstünlüğü de, sıradan vatandaşı n hüku­
mete kendi hükumeti gözüyle bakması sayesinde, bu va­
tandaşları daha kolay kandı r ı l ı r hale getirebi l mesidir. H ı z­
'l a başarı kazanmayan b i r savaşa karşı muhalefet, demok­
rasilerde, her hangi başka b i r rej i mdekinden daha zor do­
·ğar. Demokrasi l erde, çoğunluğun bir hükumet aleyhine dön­
mesi için önce o çoğun luğun, önderl iğini seçerken yanı lm ı ş
oldukların ı kendi kendi lerine kabul etmeleri gerekir k i , bu­
nu kabul etmek zor; hem de tatsız bir şeydir.
Bugün , demokratik ü l kelerde, geniş çapta sistematik
propaganda, Kiliseler, i ş alanındaki reklamcılar, siyasal par­
ti ler, zenginler zümresi ve Devlet arası nda böl ünmüştür.
Esası nda, -muhalefet parti leri dışında- bütün bu güçler
aynı safta çalışı rlar, hatta muhalefet parti leri bile, eğer
b aşa geçmek umutları varsa, Devlet propagandasının esas­
larına muhalefet etmeyebi lirler. Total iter ü l kelerde, Devlet
b iricik propagandacıdır. Ne var k i , modern propagandanı n
bütün gücüne rağmen ben, savaşta yeni lgiye uğran ı l d ı ğ ı
-takdi rde resmi propagepd��ı,n ·- çoğunluk tarafından kabul

- 1 78 -
İK1İDAR

edil ebileceğine inanmıyorum. Böyle bir durum, tıpkı �lusar


duygu ları karşısına a l an yabancı bir hükumet g ibi , u lusal'
bir hükümeti de bir anda güçsüz b ı rakır; hele u lusun sa­
vaşma i steğini kamçılamak için zaferin kendilerinde o l du­
ğuna h a l k ne kadar çok i nandırıl ı rsa, zaferi n kazanıl m as ı'
olanağı n ı n kalmadığı anlaş ı ldığı iamanki tepki de o dere ­
ce büyük olur. Bu bakımdan, i k inci bir dünya savaşı n ı n ,
tıpkı Biri nci Dünya Savaşı g ibi ihti laller ü rünü vererek so­
nuçlanması -ikinci bir dünya savaşı öncekinden daha yıkıcr
olacağından- bu savaş sonunda çı kacak ihtil a l l erin 1 9 1 7
v e 1 9 1 8 i htilallerinden daha ş iddetli olması i htimali vardır .
Yöneticilerin , çılgına dönmüş bir h a l k yığınının ellerinde
can ver�e tehlikesiyle -'ki bu tehlike, en aşağı askerlerin
düşm � tarafından öldürü l mesi tehl i kesi kadar büyük bir·
ihtimaldir- karşı karşıya kalabilecekleri ni hesaba katma­
ları umulur.
Resmi propagandanın gücü, hele rekabet ol madığı za-·
man, kol aylıkl a gözde büyütülür. R esmi propaganda . sah­
tel iği zaman tarafından ispatl anacak sahte önermelere d�­
yanarak i nanç yarattığı sürece, en aşağı , Gal i l eo'ya mu­
halefet eden Aristocular' ı n içine d üştükleri kadar kötü bir
durumdadı r . Her biri zaferin kendi taraflarında kalacagı
in,ancını yaratmak için çaba harcayan iki Devletler grupu- .
nu ele aldığım ızda, savaş sonunda, her iki grup değilse
bile, gruplardan biri ister istemez, resmi beyanatları n ı n
yalancı çıkması şeklinde acı v e d ramatik bir deneme ge­
çirecektir. Bütün muhalif propagandalar yasaklandığı za­
man, yöneticiler halkı i stediklerine i nandırabileceklerin i dü- ·
şünür ve böylelikl e de zanna fazlaca dayanarak d ikkatsiz-­
ce hareket eder hale gelebil i r. Yalanların can l ı l ığ ı n ı koru-­
yabilmek için, rakip yalanların bul u nması şarttır.

- 1 79 -
/
/

İKTİDAR

Fikir üzeri ndeki i ktidar da, bütün öteki i ktidar biçim­


·ıeri gibi b i rleşmek, b i r noktada toplanmak eği l i mindedir;
bu ise, mantıken, Devlet tekeline götürür. N e var k i , sa­
vaş hali dışında bile, Devlet teke l i nde bulunan propagan­
. danın bir hükumeti her türlü darbeye karşı m utlaka bağı­
ş ı k hale getireceği n i varsaymak düşüncesiz l i k olur. İkti­
·darı el lerinde bulunduranlar, tıpkı Luther zamanındaki Pa­
, palar gibi , eni nde sonunda, sıradan i nsanların çıkarlarına
. karşı pek açı k bir şekilde kayıtsız hale geli rler. Er geç
yeni bir Luther çıkıp Devlet otoritesi n e m eydan okuyacak
ve önceki gib i , o kadar çabuk başarı kazanacak ki, artık
, onu s i ndi rmek olanağı kalmayacak. Yönetici ler böyle b i r
şey olamayacağı na inandı kları için olacaktır bu. Ama de­
· ğ i şikliğln daha iyi olup olmayacağı önceden kesti rilemez.
Propaganda a l anında örgütlenme ve birleşme i hti lali
gecikti rir, ama ihti lal bir kere geldi m i de, daha şiddetl i
.·gel ir. Yalnız b i r doktrine resmen izin veri ldiği · zaman i n ­
sanlar başka ş ı kları düşünme v e tartışma al ışkan l ı ğ ı n ı el­
··de edemezler; ortodoksluğu ancak büyük bir tutkulu ayak·
lanma dalgası tahtından indireb i l i r; muhalefeti, başarıya
u l aşabi lmesini sağ layacak kadar yürekli ve şiddetli k ı l mak
için de, hükCımet dogmaların ı n doğru olanlarını bile inkar
etmek zorunluğu görülecekti r. İ nkar edi lmeyecek biricik
ş ey, hemen başka bir ortodoksluk kuru l masın ı n önemi ola­
. caktı r, zira zafere u laşmak için bu zorun l u sayı lacaktır. Bun-
,dan ötürü de, akılcı bir açıdan bakı ldığı nda, · total iter bir
· Devlet'te i htilal çı kması i htimal i , mutlaka sevinç sebebi
sayı l mamak gerekir. Asıl i stenilen şey güvenl i k duygusun­
d a derece derece bir artış ı n meydana gelmes i , bu güven�
l i k duygusunun dur d urak b i lmeyen çal ışma temposunun
.azalmasına ve tembe l l iğe -tembell i k ki , total iter b i r Dev-

- 1 80 -
iKTİDAR

5et' i n yöneticisi için, böyle bir yöneticinin varl ı ğ ı n ı yitir­


mesi dışında, düşünüleb i l ecek en büyük erdemdir- bir
.açık kapı b ı rakmasıdır.

- 1 81 -
/
Bölüm X
İKTİDAR KAYNAKLARI OLARAK
AKİDELER
BİR TOPLULU G U N iktidarı sadece, o topluluğun insan
kalabal ığ ına, iktisadi kaynaklarına ve teknik gücüne değ i l ,
aynı zamanda inançlarına d a dayanır. B i r topluluğun bütün
üyeleri tarafından tutulan bağnaz bir akide bazen o topl u­
l uğun i ktidarını son derece arttırır, bazen de azaltır. Bağ­
naz akideler on dokuzuncu yüzyı la oranla bugün çok ' daha
revaçta olduğundan, bunların i ktidarı etki leyebilmesi so­
runu, uygulama yönünden büyük önem taşı r. Demokrasiye
karşı i leri sürülen iddialardan biri de, bir araya toplanmış
çılgınlaı·dan meydana gelen bir u l usun savaşta baŞarı ka­
zanma şansının, aklı başında i nsanlardan meydana gelen
büyü kçe bir grupu içine alan b i r u l usun şansından daha
fazla olduğudur. Bu iddiayı tarih ışığı a ltında inceleyelim.
Her şeyden önce, şu noktaya dikkat etmek gerekir
ki, bağnazlığın başarıya götürdüğü durumlar, başarısızlık
nedenleri nispeten karanl ı kta kaldığından, bağnazlığın ba ­
şarısızlığa götürdüğü durumlardan daha iyi b i l inmektedir.

1 85 -
İKTİDAR

Bu bakı mdan çok hızlı bir inceleme insanı yanı ltabi l ir; ama
biz bu muhtemel yanıl m a kaynağını gözönünde tutarsak,
böyle bir yanı l m aya düşmekten kaçınmamız zor olmaz.
Bağnaz l ı k yoluyla i ktidar elde etmenin klasik örneği
Müslümanlığın yükselişidir. M uhammed, Arapların bilgil e­
rine ya da maddesel refah kaynaklarına h i ç bir şey ekle­
mediği halde, Araplar, Muhammed'in ölümüne bir kaç yı l
kala, en kudret l i düşman larını yenmek suretiyle büyük bir
imparatorluk ele geçirmiş bulunuyorlard ı . Peygamber'in
kurduğu dinin, Arap u l usunun başarısında temel olduğuna
hiç şüphe yoktur. Muhammed , tam h ayatı sona ererken,
B izans İmparatorluğuna savaş i lan etti . ' M üslümanların ce­
saretleri kırı l m ı ştı: parasızl ı ğ ı , atları nın, erzaklarının azl ığı­
n ı bahane ediyorlard ı : hasat mevsimi olduğundan dem vu­
ruyor, yaz s ıcakl arının dayanılmazlığını öne sürüyorlard ı :
G azaba gelen Peygamber, « Cehennem çok daha sıcaktı r , •
ded i . Bahane i leri sürenleri zorla askere a lmağa tenezzül
etmedi, ama dönüşünde bell ibaşlı suç l uları , dinsel tören­
lere katılmalarını e l l i gün için yasaklayarak ceza l andırdı'
(Gibbon , Bölüm : L) . Muhammed hayattayken ve ölümünden
bir kaç yıl sonrasına kadar Arap ulusunu bağnaz l ı k bir ara­
da tuttu , onlara savaşta bağnazlı k güven verdi ve kafir­
lerle dövüşürken şehit düşenlerin Cennete g ideceği vaadiy­
l e cesaretl erini bağnazlık idame ettird i .
Ama her n e kadar Arapların i l k teşebbüslerinde bağ­
nazl ı k i lham kaynağı olduysa da, önlar uzun süren zafer­
lerini daha başka nedenlere borçl uydular. · Gerek Bizan s ,
gerek Pers İ mparatorluğu uzun süren · v e bir türlü kesi n
sonuca bağlanmayan savaşlar yüzünden zayıf düşmüşler­
d i ; Roma ordularıysa zaten öteden beri s.ü vari ler karşısın­
da zayıf kal ıyordu. Arap atl ı ları i nanıl mayacak kadar çevik

- 1 86 -
' t'

r iKTiDAR

oldukları gibi, kendi lerinden daha l ü ks koşul l a r içinde ya­


şayan komşularının dayanıl maz saydığı zorluklarının bel l i
başl ı nedenl erini b u koşullar meydana geti rmiştir.
Çok kısa bir süre -her hangi başka bir büyük dinin
i l k zamanları nda görüldüğünden çok daha kısa bir süre­
içinde, bağnazl ı k yönetici l i k tahtından indirild i . Peygam­
berin damadı A l i , kendisine bağl ı bir müminler mezhebi
içinde i l k ateşi canl ı tuttu, ama savaşta yeni ldi ve en sq·
nunda ö lp ürüfdü. .A li 'den sonra H ilafeti , o zamana kadar
Muhammed' in en şiddetl i muhal ifleri olan ve onun dini ne
sadece /siyasal bir görüşle boyun eğmiş bulunan Emeviler
devra l d ı . · Muhı:ırnmed'e eza cefa etm iş olanlar, Peygam­
ber' i n çocuklarının veraset haklarını zorla ellerinden aldı­
lar ve putperestl iğin şampiyonları Peygamber' i n dininin ve
imparatorluğunun başına geçtiler. Ebu Süfyan ( 1 ) vaktiyle
şiddetle ve inatl a muhalefet etmiş. Müslümanl ığı isteme­
ye istemeye, adeta zorla kabul etm iş, yeni dinine olan i ma·
nını zorunluluk ve ç ı karlar güçlendirmişti ; Ebu Süfyan d i·
ne h izmet etmiş, vuruşmuş, belki de inanmıştı ; cah i l l i k za­
manı nda işlediği günahlar da Emevilerin sonradan ortaya
koydukları erdemler sayesinde affa u ğramıştı. (Gibbon,
ibid) . O andan itibaren , uzun bir süre için H i l afet, dine
özgür ve geniş düşünüş olanağı getirişiyle seçki n l i k ka­
zanı rken , H ri stiyanl a r bağnaz kal d ı l a r . . M üs lümanlar, daha
başı ndan itibaren, yend ikleri Hristiyanlarla olan i l işki lerin­
de hoşgörüyl e hareket etmişlerdi ve fetihlerini rahatl ıkla
yapabilmeleri. imparatorluklarının istikrarı başlıca işte bu
hoşgörüye -Katol i k Kil isesinin eza, cefa etmekteki gay-

(1) Yeni Halife Muaviye'nin babası.

- 1 87 -
İKTİDAR

retkeşliğiyle çok güçlü bir karşıtl ı k ortaya koyan bu hoş­


görüye- dayanıyordu.
Bağnazlığın apaçık bir başarı örneği de, Bağımsızların,
Cromwel l i daresinde kazandıkları zaferdi r . Bununla b i r l i k­
te, Cromwel l ' i n başarı larında bağnazlığın ne derece rolü
bulunduğu yine de tartışılabilir. Kralla mücadelede Meclis
kazandı, zira Londra ve Doğu Vilayetleri Mecl is'i tutuyor­
d u; Meclis'in gerek i nsan gücü, gerek iktisadi kaynakları,
Kral ı n insan gücüyle i ktisadi kaynakların ı çok aşıyordu.
Presbiteryenler -bi r i htilalde çoğunlukla ı l ı m l ı ların başı­
na geldiği üzere- zaferi yürekten istemedikleri için ya­
vaş yavaş kenara iti l d iler. Cromwell'i n kendi de, i ktidar
elde eder etmez, · güç . bir durumdan elden geldiği kadar
yararlanmağa bakan, pratik b i r pol itikacı olup çı kıverd i ;
a m a en sonunda partisinin tüm yıkıl ışına yol açacak kadar
nefret uyandıra n taraftarlarının bağnazlığını da görmezlik­
ten gelemed i . Sonuç olarak, bağnazlığın, İngi liz Ba­
ğ ımsızlarına başarı · kazandırmakta, onların öncüleri M üns­
ter Anabaptistleri'ne dokunan hayrından daha fazl a hayrı
dokunmadığı söylenebil ir.
Fransız İhtilali tarih i , geniş çapta İngiliz Common­
wealth tarih i n e benzemektedi r: bağnazl ık, zafer, istibdat,
çöküş ve tepki . Bu en elveriş l i iki ortamda bile, bağnaz­
l ı ğ ı n başarısı kısa ömürlü olmuştur.
Bağnazlığın felaketten başka bir şey getirmediği du­
rumlara ait örnekler, geçici başarı getirdiği durumlara ait
örneklerden b i l e çok daha fazladır. Bağnazlık, Titus zama­
n ında Kudüs'ün, Doğu ve B.atı Ki l i seleri a rasındaki önem­
siz doktrin ayrı l ı kları yüzünden Batı'nın terslendiği 1 453'­
de de istanbul'un mahvın a sebep oldu. Bağnazlık, önce

. - 1 88 -
İKTİDAR

Yahudileri ve Magrip l i l eri kovmakla, daha sonra Felemenk


ve Hollanda'da ayaklanmalara yol açmakla ve çıkardığı Din
Savaşları ile İspanya'nın çökmesine sebep oldu. Öbür yan­
dan, modern zamanlar içinde en büyük başarıları kazanan
uluslar, kilise doktrin l erine karşı çıkanlara en az eza ve
cefa eden u l uslar o l muştur.


Bununla birlikte, günümüzde, u lusal güç için doktrin
birliğini şart sayan inanç oldukça yaygındır. Bu görüşü en
çok tutan v na göre davranan ü l keler Almanya ile R usya ,
onlardan bir . z daha a z şiddetle hareket etmekle beraber
.
yine bu gö üşü destekleyen öteki iki ü l ke de lta lya ve
Japonya'dır. Fransa ve İngi ltere'de Faşizm aleyhtarları n ı n
bir çoğu, düşünce özgürlüğünün askeri zayıfl ı k kaynağı ol­
duğunu kabul ederler. O halde biz de bu sorunu tekrar, ama
daha soyut ve analitik b i r tarzda gözden geçire l i m .
Ortaya attığ ı m soru geniş bir soru değildir: Düşünce
özgürlüğü desteklenmeli ya da h iç değ ilse, hoşgörülmeli
midir? Şimdi, bundan da dar çerçevel i bir soru soruyorum :
ister kend i l i ğ i nden meydana gelm i ş olsun, ister b i r güç
tarafından zorla kabu l ettirilmiş olsun, akide birliği ne de­
receye kadar bir i ktidar kaynağıdır? Öte yandan , düşünce
özgürlüğü ne dereceye kadar bir i ktidar kaynağıdır?
1 .905 y ı l ı nda bir İ ngi liz askeri kolu Tibet'i işgal ettiği
zaman Tibetl iler yiğitçe düşman üzerine i lerlediler başlan­
gıçta, zira Lamalar onlara kurşunları etkisiz kılacak tılsım­
lar vermişti . Ama Tibetliler bu tılsımlara rağmen kayıplar
verince, Lamalar, merm i lerin nikel çekirdekli olduğunu gör­
düler ve tılsımlarının sadece kurşun çekirdekli mermi lere
karşı koruduğunu ileri sürdüler. Bundan sonra Tibet ordu­
ları n ı n eski yiğitl ikleri kalmadı . Bela Kun ve Kurt Eisner

- 1 89 -
İKTİDAR

Komünist ihti l a l l eri ç ı kardıkları zaman, Diyalektik M ater­


yal izm'in kendi leri için savaştığından emi nd i ler. Komin­
forndeki Lamaların onların başarısızlı kl arını örtmek için ne
gib i b i r m azeret i leri sürdüklerini unuttum ş i md i . Bu iki
örnekte, akide birliği zafere götijrmemişti r.
, Bu konuda gerçeğe u l aşmak için, i ki �arşıt belit (be­
dahat) arasında bir uzlaşma bulmak zoru nluğu vardır. Be­
l itlerden b i rincisi şudur: i nançları üzerinde anlaşan i nsan­
lar, anlaşmamış insanlara oranla daha candan işbirliği ya­
parlar. Bel itlerden ikincisi de şudur: inançları gerçeğe uy­
gun olan i n sanların başarı i hti mall eri , inançları yan l ış olan
insanlarınkinden fazladır. Bu Belitlerin ikisini de ayrı ayrı
inceleyel im .
�����--�---

Anlaşmanın işbirl iğihe yardımcı olduğu açıktır. İspan­


ya iç savaşında, hepsi de. Franko'nun yeni lmesini aynı de­
recede istedi kleri halde, anarşistler, komünistler ve Bas­
que m i l l iyetç i l eri arasında işbirl iğinin sağlanmasında bü­
yük güçlük çekilmiştir. Aynı şekilde, daha az ölçüde ol­
makla beraber, Karlistlerle { 1 ) modern üsluptaki Faşistler
de işbirliği yapmakta güçlük çekm işlerdir. Yakın amaçlar
bakımı_ndan anl aşma ve aynı . zamanda bir m i ktar huy uy­
gunluğu gerekl idir; ama bunların bulunduğu yerde de, bü­
yük fikir ayrıl ı kl arı zararsı z hale gelebi l i r. Waterloo sava­
şının tarihini yazan Sir W i l l iam· Napier, Napolyon'a hayran­
d ı . Wel l ington'dan ise nefret ediyord u ; kitabı da onun, N a­
polyon'un yen i lgisini üzülünecek bir olay şeklinde karş ı­
ladığını gösterir. N e var ki, S i r W i l l iam Napier:in kendi sı­
nıfına ve askeri görevine bağ l ı l ı k duygusu, falanı sevip fi-

( 1 ) İspanya prenslerinden Don Karlos'a mensup partinin taraftarları.


(Çev. Notu}

- 1 90 -
İ KTİDAR

tanı sevmemek gıbi salt duygusal kanaatleri bir kenara it­


tirmiş ve S i r Will iam Napier su katıl mamış b i r Tory (1) ka­
dar canla başla vuruşmuştur Fransızlara karşı . Durum ge­
rektirirse, bugünün İngiliz Torylerinin de aynı şekilde, san­
ki Hitlet'e hayranl ı k duyan onlar değ i l lermiş gibi , H itler'e
karşı can l a başla dövüşmeleri m uhtemeldir.
B i r u lusa, bir dine ya da partiye iktidar kazandırmak
için i htiyaç duyulan birörnek l i l i k , uygulamada, duygu ve
a l ışkanl ığa dayanan birörnekl i l i ktir. Böyle bir birörrrn k l i l i­
ğin bulunduğu yerde, ansal kanaatler önemsenilmeyebil i r.
B u birörnek\i l i k bugün İ ngiltere'de vardır, ama 1 745'ten

öncesine kad r yoktu. Fransa'da 1 792'de, Rusya'da da Bi­
ri nci Dünya Savaşı ve onu izleyen iç savaş s ı ras ı nda yok­
tu birörnek l i l i k . Şu anda İspanya'da da yok. Eylemde sa.
dakate güven ilebilen bir hükumet iç.in düşünce özgürlüğü·
nü kabul etmek zor değildir; ama bir de sadakate güvene·
medi m i , o zaman iş çatal laşır. Bir iç savaş sırasında propa­
ganda özgürlüğünün tanı nmayacağı apaçıktır; yakı n bir iç
savaş tehl i kesi söz konusu olduğu zaman da, propaganda­
yı kısıtlamak gereği o kadar deği lse bile, yine de ağ ır ba·
s ar. Demek k i , teh l i ke l i durumlar, birörnekl i liğl·n zorla ka­
bul ettirilmesi nden yana güçlü birer etkendir.
Şimdi iki nci bel itimizi ele alal ı m : gerçekle uygunluk
hal ind e · bulunan i nançlara sahip olmanın üstünlük sağla­
d ı ğ ı beliti n i . Dolaysız üstünlükler söz konusu olduğunda bu
belit sadece s ı n ı rl ı bir i nançlar sınıfı için doğrudur: ön�
ce, yüksek patlayıcı güçteki maddelerle zehirli gazların ni­
tel i kleri gibi hususlar içi n ; ikinci olarak da, karş ı l ı kl i güç­
lerin birbiri ne oranla kuvvetleri gibi hususlar iÇin. Hatta

(1) lngiliz siyasetinde muhafazakarlara verilen ad. (Çev. Notu)

- 191 -
. '

İKTİDAR

bu hususlarda bile, sadece pol itika ve askeri harekatı ida ­


re eden kişilerin doğru görüş sahibi olmalarına i htiyaç bu­
l unduğu söylenebil i r : halk ın zaferden emin o l ması ve bir
hava akı m ın ı n tehl i keleri n i fazla umursamaması istenilen
b i r şeydir. G erçekleri sadece hükumet, askeri şefler ve
tekni k personel bilsin yeter: en çok isteni len şey, bütün
geri kalanların körükörüne güven duymaları . körükörüne
itaat etmeleridir.
Eğer toplumsal hayatı ilgilendiren işler satrançtaki ka­
dar doğru hesaplanabilse ve pol itikacılarla generaller iyi
bir satranç oyuncusu kadar zeki olsalard ı . bu görüşün doğ­
ru bir yanı bulunab i l i rdi. Kazanı lan b i r savaşı n sağlayaca­
ğı üstünlükler şüphe l i . ama kaybedilen bir savaşı n ç ı kar­
lara vereceği zararlar kesindir. Bundan dolayı , eğer i şl erin
başı nda duran b i r üstün - adam savaşı kimin kazanacağını
önceden kestirebi lseydi, ortada savaş mavaş kalmazd ı .
Halbuki gerçekte savaş vard ı r v e her' savaşta, her iki ta­
rafın hükumeti değilse bile, bir tarafın hükumeti , kazan­
ma şansları n ı mutlaka yanl ı ş hesap eder. Bunun çeşitl i
sebepleri vardır: gurur, kendini üstün görme, cahi l l i k ve
bulaşıcı heyecan. Hal k cah i l l i kten i l eri gelen bir güven için­
de tutulduğu zaman, hal k ı n bu güveni ve dövüşkenliği ko­
layca yöneticilere de bulaşab i l ir, onlar da bu yüzden her
gazetede, her konuşmada tatlı olgular diye ortaya atı lan
iddialar ardında gizli tatsız gerçeklere gereken önemi ve­
remezler. Histeri ve megalomani bulaşıcıdır ve hükumet­
lerin bunlara karşı bağışıklığı yoktur.
Savaş gelip çattığı zaman, gerçekl eri gizleme siyaseti
isteni lenin tamamiyle tersi sonuçlar yaratabi l i r. Kara n l ı k­
ta bırakılan tatsız· gerçeklerin hiç deği lse bazıları ortaya
çıkınca bunları hal k bütüne yayabi l i r ve .insanlar ne kadar

- 1 92 -
İ KTİDAR

çok a ldatıl m ı ş , gerçekler i nsanlardan ne kadar çok g i zl e n­


m işse, i nsanl a r gerçekler karşısı nda o derece büyük bir
dehşete kap ı l ı rlar. Bu gibi durumlarda ihtilal . ç ı kması ya
·
da ulusun maneviyatının tam bir çöküntüye uğraması i hti­
m a l i , tartışmalar yoluyla halkın tatsız gerçekl e re karşı ha­
zırlandığı duruml ardakinden çok daha büyüktür.
Astların itaatl i davranışı , bu davranış z o rla sağlandığı
zaman, zekaya aykı rıdır. İnsanların , saçma l ı ğ ı apaçık bir
doktrini, içlerind� olmasa bile, kabul etmek zorunda bu­
l u ndukları bir topluluktaki en seçkin insanlar ya budala­
d ırlat ya .da � allerinden memnun değ i l d ir l er demektir. Bu­
nun b i r sonuc'u olarak da akı l düzeyinde bir alçalış mey­
dana gel i r , bu alçalış da çok geçmeden tekni k i lerlemede
m utlaka kendi n i gösteri r. Bu, öze l l ikle resmi akiden i n , ze­
ki insanların namuslu davrandıkları takdi rde kabul edeme­
yecekl eri cinsten bir akide olduğu topluluklar için doğru­
dur. Nazi ler en yetenekli Almanların · çoğunu sürmüşlerd i r,
bu ise Almanların askeri tekniklerinde er geç felaket l i so­
•.

nuçlar doğuracaktır. B i l i m ol maksızın tekniğin uzun b i r SÜ·


re i lerlemeğe elverişl i kal ması , ya da b i l i m i n , düşünce öz­
gürlüğünün bulunmadığı yerde serp i l i p gelişmesi olanak- ·
sızdır. Bundan ötürü, savaşla hemen hemen hiç i lgisi bu­
l unmayan hususlarda b i l e , doktrin birörnekl i l iği üzerinde
ısrar edil mes i , b i l imsel bir çağda, tekn i k yeterl i k üzerin­
de eninde sonunda öldürücü bir etki yaratır.
Ş i md i , yukarıda çözümlemesi ni yaptığımiz i k i bel itin
uygulama yönünden sentezi n i yapmağa g i rişeb i l i riz. Top­
l umun dağı l madan kalabil mesi için b i r a kideye, davranış
kural larına, yaygı n b i r duyguya, ya da en iyisi, bunların
her üçünün bi rarada olmasına i htiyaç vard ı r ; böyle bir şey

- 1 93 -
İkt idar - F ./ 1 3
iKTİDAR

bulunmadığı zaman toplum dağ ı l ı r veya b i r zorbanı n ya da


yabancı bir fatihin egemen l i ğ i a ltına g i rer. Ne var ki, top­
lumun dağı lmadan kalmas ı n ı sağlayan öğelerin etk i l i ola­
b i lmesi içi n , bunların toplum katında derinden benimsen­
m iş olması şarttır. Bu, küçük bir azı n lığa --bu azın l ığ ı n
· olağanüstü b i r zeka y a d a o lağanüstü b i r karakter dolayı­
siyle özel önem taşımaması şartıyle- tepeden i nm e kabu\
etti rilebilir, ama yine de bu duygunun gerçek olması ve
büyük çoğunluğun bunu kendi l iğ inden kabul etmiş bulun­
ması gerektir. Topl umun dağ ı l mamasını sağlayan en mü­
kemmel araçların, bir öndere bağl ı l ık, u l usal gurur ve d i n
gayreti olduğunu tarih i spatlamıştır ; ne var ki , kal ıtsal hü­
kümdarl ıkların çöküşü dolayısıyle, bir öndere bağl ı l ı k bu­
gün eskisi kadar sürekl i etki sağlayamamakta, özgür dü­
şüncen i n yay ı l ı ş ı da din gayretini tehdit etmektedi r . Böy­
lece, geriye kal a kala bir u l usal gurur kalmış ve önemi es­
kisine oranla artmıştır. Sovyet Rusya'da bu duygunun
-Hristiyanl ığa olduğu kadar deği l se bile bu duyguya ay­
k ı rı resmi b i r akideni n bulunuşuna rağmen- canland ığını
görmek ilgi çekicidi r.
U lusal gururun idamesi i ç i n özgürlüğün ne · derece işe
karıştırı lması gerekmektedir? Asl ı nda, özgürlüğün gerçek­
ten işe karıştırıldığı durumlarda bu amaç göz önünde bu­
lundurulmaktadır. Rusya'da, resmi ortodoks görüşlerden
ayrıl anların , vatanseverce davranmaları i hti mali bulunduğu
varsayıl ı r; Almanya ve italya'da hükumet, m i l l iyetçi l iğe hi-
tap edebil d i ğ i derecede kuvvetlidir ve her hangi bir mu- \

halefeti n Moskova'n ı n çıkarlarına h izmet ettiği kabul edi-


l i r; Fransa'da ise eğer özgürlük kaybolursa, büyük bir ih­
timal le, Alman taraftarların ı n i hanetin i önlemek için kay­
bolacaktır.

- 1 94 -
r
\

iKTiDAR

Bütün bu ü l kelerde 'güçlük, sınıf mücadelesiyle m i l l i·


yetç i l i k mücadelelerin i n çatışmasından ve bu çatışmanı n ,
demokratik ü l ke lerde kapital istleri , Faşist ülkelerde d e
Sosyal istlerle Komünistleri, b i r dereceye kadar, u l usal çı­
karlar dışındaki mülahazaların ardına takı l mağa etmesinden
doğmaktadır. Bir ü l kede u lusal hedeflerden sapma ön lene­
b i l i rse, o ü l kenin kuvveti artabil ir, ama eğer u lusal hedef.
!erden sapmanın önlenmesi için, tüm olarak zeka düzeyini
alçaltmak �erekiyorsa o zaman ü l kenin kuvveti de artmaz�
M i l liyetç i l i ğ lıl budalaca bir ideal olduğunu ve bunun Av·
rupa'yı felakete sürüklemekte bulunduğunu bütün zeki i n­
sanlar gördüğü için, u l usal hedeflerden sapmayı önleyip,
önlememe sorunu, hükumetler için çok zor bir sorun ola•
rak ortaya çıkmaktad ı r. En doğru çözüm yol u , bunu, demok·
rasi, komünizm ya da toplu güve n l i k gibi u l uslararası bir
s logan kisvesine büründürmektir. Almanya ve İtalya gibi,
bunun yap ı lamadığı yerlerde, dış görünüşte birörnekliğin
sağlanabilmesi zorbal ı ğ ı gerektirmekte ve d ış görünüşte
birörnekl iğin sağlanmas ı , kol ay kolay, gerçek ve içten bir
duygunun yaratı lmasını da sağlamamaktadır.
Özetlersek: Toplumun dağ ı l masın ı sağlamak için bir
çeşit akide ya da duygu şarttı r, ama eğer bunun kuvvet
kaynağı olması isteniyorsa, tekni k yeterl i ğ i n kendi l erine
dayandığı kimselerin büyük kısmı da dahil olmak üzere,
çoğun l u k tarafından içtenl ikle ve kuvvetle benimsenmiş bu­
lunması gerektir. Bu koşul lar bulunmadığı zaman, hükumet­
ler on ları sansür ya da kovuşturma yoluyla yaratmağa ça­
l ı şabi l i r; ama sansür ve kovuşturmalar şiddetli oldukları
zaman, insanların gerçekle bağların ı kopartır ve onların,
b i l i n mesi önem taşıyan olguların cah i l i kalmalarına sebebi·
yet verir. İ ktidarı ellerinde bulunduranlar, i ktidar dürtüleri

- 1 95 -

l
İ KTİDAR

sebebiyle tarafsız düşünemedikleri ıçın, en ·büyük u l usal


g ücün kazanı l m asını sağlayan özgürlüğün derecesi , her za­
man, hükümetlerin inanmak istedi klerinden daha az ola­
caktır; bundan dolayı, özgürlüğün kısıtlanmasına karşı çı­
kan yaygın bir duygu, anarşiye varılmadığı sürece, u l usal
gücü arttı rabil ir. Ne var k i , bel irl i duru m l arla olan i l işkisi
dışı nda, bu genel lemelerin .ötes i ne geçmek olanaksızdır.
Yukarıdaki tartışma boyunca, bağn az akidenin sadece
yakın sonuçları üzerinde durduk. Uzun vadel i sonuçları ise
tamamiyle değişikti r. İ ktidar kaynağı olarak kul lanı lan b i r
akide, bir süre i ç i n , büyük çabalar i lham eder, a m a b u ça­
balar, eğer büyük b i r başarıyla sonuçlanmazsa, b ı kkın l ı k
yaratır, bıkkı n l ı k da şüpheci l iğe -başlangıçta, zekanın
enerj i k bir davranışı olan i nansızlığa değ i l , sadece güçlü
bir inanın bulunmayışına- yol açar. (1) Propaganda metot-

( 1 ) Bu konuda, Lyons'un «Ütopya'ya Bağlanış» adlı eserindeki ' Rus­


ya'yı Kaplayan Şüphecilik Sisi' başlıklı ilgi çekici bölüme bakı­
nız. Yazar, Beş Yıllık Planın uygulanmağa başlanışı sırasındaki
heyecan ve hevesi , vaadedilen rahatl ıklar gerçekleşmeyince de
yavaş yavaş uğranılan hayal kırıklığını anlattıktan sonra, şöyle·
diyor: 'Şüpheciliğin kalın, ıslak bir sis gibi Rusya üzerine yayı­
lıp, insanların derilerine işleyerek ta ruhlarına kadar girdiğini
gördüm. Bu sis en aşağı halk kadar, önderlerin yüreklerini de
ürpertti. Halk önünde bütün vakitlerini iyimserlik aşılamak için
harcayan kimseler, özel hayatlarında acı acı Planın plansızlığın·
dan; korkunç ham madde ve enerji kaybından; uzuvları nın kimi
şişmiş, kimi kurumuş ulusal ekonominin yerinden oynadığından
·
söz ediyorlardı . Halkın heves ve şevkinin kırıldığı konusunda
gittikçe artan şüpheler, bir yandan para ödüll eri, öbür yandan da
şiddetli cezalar vermek gibi birbirine taban tabana zıt uygula­
malarda ifadesini buluyordu... Sıradan işçileri disipline sokmak
ve sindirmek için hemen her hafta korkunç kararlar alınıyordu.
Bu kararlardan bir tanesi, bir gün işe gelmemeyi, işin, ekmek

- 1 96 -
,
İKTiDAR

larına heyecan yaratmak için ne kadar çok başvurulursa,


tepki de o derece ş iddetl i olur ve sonunda, sakin bir ha­
yat, elde edi l meğe değer biricik şey gibi görünmeğe baş­
lar insanlara. Bir d i nlenme süresinden sonra halk yeniden
heyecanl andırılab i l i r hale gel ince, eski kamçı layıcıya i hti­
yaç duyul acaktı r. İşte bundan ötürü, çok yoğun bir biçim­
de kul l a n ı lan akidelerin verdiği sonuçlar geçici olur. On
üçüncü yü � xr lda i nsanların kafası � a üç büyük adam hakim­
d i : Papa, l m�arator ve Padişah. imparatorla Pad i şah orta­
'
dan kal ktı lar, Papa'n ı n i ktidarı ise, bugün, eski i ktidarın ı n
gölgesinden başka b i r şey değ i l . O n altıncı yüzyılda ve o n
yedinci yüzyı l ı n i l k yarısında Avrupa'yı baştan aşağı Ka­
tol i klerle Protestanlar arası ndaki savaşlar kapladı ve her
iki a kideden biri ya da öteki hesabına geniş çapta propa­
ganda yap ı l d ı . Buna rağmen kes i n zafer ne Katoli klere ne
de protestanlara kal d ı ; asıl zafere u laşanlar, Katoliklerle
Protestan lar arası ndaki meseleleri önemsemeyenler oldu.
1
Swift, bu mücadeleleri , Büyük Kızılderi l i l eri'yl e Küçük Kı­
zı lderi l i l er'i arasındaki savaşlarda taşlar; Voltai re' i n H u­
ron'u kendini hapisa nede Jansenist'l erle beraber bulunca,
hüku meti n kendisinden sözünden dönmesini istemesi de,
kendisini n bunu reddetmesi de aynı derecede saçma gö-

karnesinin ve oturulacak yerin elden alınması cezasına müstahak


kılıyordu ki , bu da ölüm cezasına denkti.' Yazar, bir başka bfı-.
lümünde ise şöyle diyor: 'Diktatörlükle yönetilen ülkelerde hal­
kın bütün ömürleri boyunca heyecanlı ve hevesl i kalmağa, mah­
kum bulunduğu söylenilmiştir ki, bu çok doğrudur. İ nsanı bık­
tırıcı bir cezadır bu. O insanlar sefaletlerini yüreklerine gömüp,
yaralarını herkesten gizli yalaya yalaya iyi etmeğe bin kere razı
olurlardı. Ama buna cüret edemezlerdi; hoşnutsuzlukla ihanet bir
kapıya çıkıyordu. Uzun yürüyüşten yorgun düşmüş askerler gibi
yine oo resmi geçit için sıraya dizilmek zorundadırlar.

- 1 97 -
i KTiDAR

rünür ona. Eğer dünya, yakın gelecekte, Komünistlerle Fa­


şistler arasında b ölünürse, kesin zafer ne birine, ne de
ötekine kalacaktı r; asıl zafere u laşanlar, omuzların ı s i l kip,
Voltaire'in Safoğlan'ı gi .b i 'cela est bien d it, mais i l faut
cultiver notre jardin,' diyenler olacaktır. Akide i ktidarla­
rının kesin s ı nı rların ı s ı kıntı, bıkkı n l ı k ve rahat özlemi mey­
dana geti rir.

- 198 -
j

'
�1 '

,,
Bölüm XI
ÖRGÜTLERİN BİYOLOJİSİ
BURAYA KADA R , i ktidarın en önem l i psikoloj i k kay­
nakları olan duyguları e l e almış b u l u n uyoruz: öze l l i kl e pa­
pazlara ve kral lara duyulan saygı biçimi içinde geleneğ i ;
yal ı n i ktidarın kaynakları olan korku v e kişisel i htiras ı , i h­
tilal i ktidarı n ı n kaynağı olarak eski akidenin yerin i yeni
bir akidenin alış ı n ı ; ve akidelerle öteki i ktidar kaynakları
arasındaki karş ı l ı k l ı etki ve tepki leri. Şimdi konumuzun ye­
ni bir bölümüne geldi k : i ktidarı n uygulan masında aracı olan
örgütlerin önce canlı birer organizma şeklinde düşünü le­
rek, sonra bunların meydana geti rd i kl eri hükumet biçim­
leriyle il işki leri bakımı ndan ele alı narak, en son olarak da,
kendi lerini meydana geti ren bireyleri n yaşayışlarını etki ·
leyişleri yönünden düşünülerek incelenmesine . Konumuzun
bu bölümünde, organizmalar, tıpkı insanların anatomide ya
d a bio-kimyada ele alındıkları g i b i , elden geldiği kadar
.amaçları d ikkate alı nmaksızın düşünülecektir.
Bu bölümde tartışı lacak kon u , yani örgütlerin biyolo-

- 20 1 -
i KTiDAR

jisi, b i r örgütün aynı zamanda yaşayan ve büyüyüp ölme


eği l i m i gösteren bir organ izma da olduğu gerçeğine dayan­
maktadır. Örgütler arasındaki rekabet, . tek tek hayvanlar·
ve bitkiler arasındaki rekabete benzediği için, az çok Dar­
wi n'in i nceleme metodunu andıran b i r metotla gözden ge­
ç i rilebi l i r. Ne var ki, bu analoj iyi, bütün öteki analojiler
gibi fazla zorlamamak gerekti r; analoj i , akla yeni şeyler
geti rmeğe yarayabi lir, aydı nlatıcı olabi lir, ama kesin yar­
gı lara vardı rmaz. Mesela, topl umsal örgütlerin eninde so­
n unda mutlaka öleceklerin i varsaymamal ıyız.
i ktidar, esasta örgüte dayanır, ama tamamiyle değ i l ..
Efl atun'un ya da Galileo'nunki gibi salt psikoloj i k i ktidar,
kendisini karşılayan toplumsal kurum bulunmaksızın da var
olabil ir. Ama bir kural olarak böyle bir i ktidar bile, b i r
K i l ise, b i r s iyasal parti y a d a benzeri b i r toplumsal orga­
nizma tarafından beslenmedikçe önemsizdir. Şimdilik
ben, bir örgütle i l işkisi bulunmayan i ktidar üzerinde dur­
mayacağı m .
B i r örgüt, ortaklaşa amaçlara yönelmiş eylemler do­
layısıyle biraraya gelmiş i nsanlar takı m ı d ı r. Örgüt, kulüp­
ler gibi, gönüllüler tarafından kurulmuş olabilir; bir aile
ya da klan gibi , doğal bir biyolojik grup olabi l ir; bir Dev­
l et gibi zoraki olabilir; ya da bir demiryolu şirketi gibi ,
karmaşık bir karişım olabi li r. Örgütün amacı gizli de ola­
b i l i r açı k da; bili nçl i de olabi lir, b i l i nçsiz de. Bu amaç
askeri veya s iyasal, i ktisadi veya dinsel, eğitsel veya .at­
l etik olabil i r. Karakteri ve amacı ne olursa olsun her ör­
gütte i ktidar dağ ı l ı m ı ve düzenlenmesi bulun ması gerek­
tir. Bütün örgüt adına karar alan ve h i ç değilse örgütün ku­
ruluş amaçları bakımından, tek tek üyelerin her birinden

- 202 -
i KTiDAR

daha i ktidarl ı o l an b i r idare bulu nmalıdır. İnsanlar m edeni·


!eştikçe ve tekni k g itg ide karmaş ı k b i r hal aldıkça, güç.
birliği etmenin sağlayacağı üstü n l ü k de daha açık b i r gö­
rünüş kazanmaktadır. Ne var ki güçbirliği etmek daima ba·
ğımsızlığı b i r m i ktar kaybetmek anlamına gelir: başkaları
üzerindeki i ktidarı mız artar, ama on lar da bizim üzerim iz·
d e i ktidar sahibi olurlar. Öneml i kararlar git gide, tek tek
bireyler tarafından değ i l , bireyler topluluğu tarafından ve­
r i lrneğe başlanır. Örgütün üye sayısı çok az olmadıkça da,
bjreyler top l uluğunun aldığı kararlar, i dareler tarafından uy­
g ulanmak zorundadır. Böylece, i dare, modern b i r m edeni
topluluğun hayatında, endüstri leşme dönemi önces i top·
lumlarının hayatında oyn ad ı ğı ndan d aha büyük rol oynar.
Tamamiyle demokratik -eğer böyle bir şey mümkün
olabilseydi- b i r i darede .bil e i ktidar dağ ı l ı m ı gerekti r. Or·
taklaşa alı nacak kararlarda eğer herkes i n oyu eşitse ve
eğer (mesela) bir m i lyon üye varsa, herkes bir m i l yon ki­
ş i n i n tümü üzeri nde m i lyonda b i r i ktidara sahi pti r; hal­
buki her bir üye bir başına yabani bir hayvan g ibi yaşa­
sayd ı , kendi üzerinde tam bir i ktidara sah ip olacak, ama
ötekiler üzerinde hiç bir i ktidar sah ibi olmayacaktı. Bu ,
anarşi hal i ndeki bireylerden meydana gelmiş b i r toplulu­
ğun yaratacağı ndan tamamiyle değ i ş i k bir psi koloji yara­
tır. İdarenin tamam iyle demokratik o l madığı -ki bir de­
receye kadar daima böyled i r- yerde de psikoloj i k etki
artar. idareci ler, demokratik yoldan seçi lmiş olsalar bile,
ötekilere oranla daha fazla i ktidar elde ederler: demokratik
yoldan seçil m i ş b i r idarenin atadığı memurlar için d e du­
rum aynıdır. Örgüt ne kadar büyük olursa, yönetici n i n i k·
tidarı da o derece fazla olur. Böylece, örgütlerin büyük­
l üğündeki her artış , aynı anda s ı radan üyelerin bağımsız-

- 20 3 -
iKTİDAR

tığını azaltıp , i dareni n i n i syatif alanını genişletmek sure­


tiyle, i ktidar eşitsizl i ğ i n i de arttırır. İşbirl iği yoluyla, i n­
sanların tek tek alacakları sonuçtan daha iyi sonuçlar alı­
nacağı için , s ı radan adam buna boyun eğer; i ktidar sev­
gisi olağanüstü olan kişiler ise buna sevi n i rler, zira -ida­
re geleneksel olmadıkça, ya da i ktidar seven birey (bazı
ü l kelerdeki Yahudi ler gibi) önem l i mevki lere gelmelerine
izin verilmeyen bir grupa mensup bulun madı kça- bu du­
rum ona daha büyük fı rsatlar sağlar.
İ ktidar i ç i n rekabet iki c i nsti r : örgütler arasında ve
b i r örgüt i ç i nde önderl i ğ i elde etmek için bireyler arasın­
da. Örgütler arası nda rekabet, bu örgütlerin az çok birbi­
rine benzer , ama uzlaşmaz amaçları bulunması halinde do-­
ğar; bu rekabet i ktisadi, askeri alanda olabi l i r, propagan ­
da alanında olab i l i r, ya da bu üç metottan ikisini veya üçü­
nü birden içine alabi l i r. 1 1 1 . Napolyon bütün gayretiyle im­
parator olmağa çalıştığı s ı ralarda, önce kendi çıkarlarına
hizmet edecek bir örgüt yaratmak, sonra da bu örgütün
üstünlüğünü garantiye almak zorunda kal m ıştı . Bu amaçla,.
1 1 1 . Napolyon bazı kimselere ticari i mtiyazlar verdi -bu
i ktisadi metottu ; bazı kimselere amcas ı n ı n yeğen i olduğu­
n u hatı rlattı- bu propaganda metoduydu ; ve nihayet mu­
hal iflerinden bazı larını kurşuna dizdirdi - bu da askeri
metottu. ( 1 ) Bu arada onun muhal ifleri de bütün çabaların ı
Cumhuriyet hükumeti biçimini öğmeğe harcadıklarından ,.
i ktisadi ve askeri metotları i hmal etmişlerd i . Demokrasiyi
kaldırıp di ktatörlük kurma tekniği ta Yunan l ı lar zaman ı ndan
beri hiç değişmemiştir ve her zaman rüşvetle, propagan­
dayla, zulümle yürütülür bu teknik. Ne var k i , bizim şu

(1) Bak. Simpson, • Louis Napolyon'un yüksel işi . ,.

- 204 -
l KT]DAR

anda üzerinde durduğumuz konu bu değil , örgütlerin b iyo­


loj isid ir.
Örgütl er i ki önemli husus bakım ından birbi rlerinden'.
ayrıl ırlar: bu i ki önemli husustan biri büyüklük, öteki de,
i ktidar yoğunluğudur; i ktidar yoğunluğu sözüyle, örgütlerin
üyeleri kontrol altında b u lundurabilme derecelerini anlat­
mak istiyorum . Yönetim mevkilerini e l lerine geçiren kim­
selerde ortaya çı kması beklenen iktidar sevgisi sayesin­
de her örgüt, karşıt bir g ücün bulunmayışı halinde , gerek
hacim , gerek i ktidarı n yoğunluğu itibariyle büyür. Bu her
i k i çeşit büyümeyi de iç etkenlerin durdurması mümkün­
dür; mesela, u luslararası bir satranç kulübü, kulüp üye l i ğ i"
için yeterli derecede yetenek sahibi bütün satranç oyun­
cuların ı içinde toplayabi l i r, ama üyeleri n i n satranç d ışın­
daki her hangi bir faal iyetin i kontrol altında bulundurmak
i stemeyebi l ir. Enerj i k bir sekreterin yönetim i altında bu,
kulüp, daha çok i nsana ' satranç sevgisi' aşıl amayı amaç
edinebi lir, ama eğer sekreterin kendisinin iyi bir satranç.·
oyuncusu olması istenirse, bu amaç gerçekleşmeyebi l i r;
eğer gerçekleşirse, bu sefer de en iyi satranç oyuncula­
rın ı n kusurları yüzünden kulüp mahvolab i l i r. Ne var ki , böy­
le duruml ar s ı k sık görülen şeylerden deği ldir; b i r örgütün
amacı çoğunluğa hitap etmek -servet ya da s iyasal ba­
kımdan- oldu m u , hacimce büyüme ya başka örgütlerin
bas ı ncıyl a , ya da sözü geçen örgütün dünya çapında bir
örgüt hal i ne gelişiyle durdurulab i l i r; i ktidar yoğunluğun­
daki artış ise, sadece, kişisel bağı msızl ı k sevgisi n i n , baş­
ka bütün sevgi leri bastıracak kadar güçlenmesiyle önlene­
bilir.
Bunun en açı k örneği Devlet'tir. Yeteri kadar güçlü:
olan her Devlet, fetih yapmağı amaç edi n i r ; eğer böyle

- 205 -
iKTiDAR

b i r amacı yoksa, bu ya o Devletin, tecrübeler sayesinde,


gerçek gücünün göründüğü kadar olmadığını b i l i ş i nden, ya
da tecrübesizliği dolayısıyle gücünü az sanmasından i leri
g e l i r. Kal ı n çizgilerle kural şudur: b i r Devlet, i ktidarı ora­
n ında fetih yapar ve ancak başka b i r D evletin , ya da başka
Devletleri n kendisini nkine denk b i r güç uygu ladığı b i r sı-
. n ı ra gelince durur� Büyük Britanya, Afgani stan'ı ele geçi re­
medi , zira Rusya orada en aşağı Britanya kadar güçlüdür:
Napolyon, Lou isiana'yı Birleşik Devletler'e sattı, çünkü ora­
s ı n ı savunamayacak hale gel mişti ; buna benzer örnekler
çoğaltı lab i l i r. Esas güçleri bakımından her Devlet, dünya
Çapında o l ma eği l imi ndedi r. Ama bir Devletin i ktidarı , az
ya da çok, coğrafidir: Devlet i ktidarı genel l i k_le merkezden
çevreye doğru yayı l ır ve merkezden uzakl ı k arttıkça i kti·
darı n gücü azal ır. Bunun bir sonucu olarak, merkezden az
ya da çok bir uzakl ı kta, o Devletin i ktidarı , başka b i r Dev­
letin i ktidarıyla terazilen i r ve gelenek gücü araya karış­
madı kça , s ı n ı rı o terazi lenme noktası meydana getirir.
Şu b i raz önce söylediğimiz şey, örnek vermed i ğ i m iz
takdirde, gerçekle bağdaştı rı lamayacak kadar soyut kala­
cak. Küçük Devletlerin var!ı ğ ı kendi i ktidarları sayesinde
değ i l , büyük Devletler a rasındaki kıskanç l ı k sayesindedir;
mesela, Belçika vardır, çünkü onun varl ığı İngi ltere'yle Fran­
sa'nın işine gelmektedir. Portekiz' i n e l i nde büyük koloni ­
l e r bulunuşunun nedeni , Büyük Devletlerin b u koloni leri
paylaşma konusunda bir anlaşmaya varamamalarından i ba­
rettir. Savaş çok ciddi b i r sorun olduğundan , b i r Devlet,
d aha güçlü b i r Devlet göz d i ktiği takdi rde kaybetmekten
korkmayacağı bir toprak parçasını uzun b i r süre e l inde bu­
lundurab i l i r. Ne var ki, bu gibi mülahazalar bizim genel
prensibimizi değ i ştirmez; bu gibi m ü lahazalar, kaba kuv-

- 206 -
iKTİDAR

vetin harekete geçiş i n i geciktirmekten başka b i r işe ya­


ramaz.
' Amerika Birleşik D evletleri ' n i n , bir Devlet i n i ktidarı
oranı nda fetih yaptığı şeklindeki kura l ı n dışı nda kaldığı i d­
dia ed.i lebilir. Şurası apaçık ortadad ı r ki, eğer Amerika B i r­
leşik · Devletleri isteseydi , Mexico'yu da bütün Latin Ame­
ri ka'yı da büyük bir güçlükle karşı laşmadan fethedebi li rd i .
Bununla birlikte, siyasal fetih etkenlerini, b u örnekte çeşitl �
karşıt güçler işlemez hale getirmiştir. İç Savaştan önce,.
Amerika B i rleşik Devletleri'n i n Güney Eyaletleri n i n emper­
yal ist amaçları vardı ve bu amaçlar Mexico Savaşı nda bir
doyurulma olanağı bularak, Güney Eyaletleri n i n büyük top­
rakları i lhakına yol açtı. İç Savaştan sonra ise, toprağa:
yerleşme ve Batı'nın i ktisadi gelişmesi, en enerj i k bir u l u­
sun bile bütün enerjisini yutacak kadar zorlu b i r iş olarak
o rtaya çıktı. Bu iş bir sonuca bağlanır gibi olur olmaz, 1 898:
lspanyol - Amerikan Savaşı, yeni bir emperyal izm dürtüsü ­
n ü serbest b ı raktı . Ne var k i , Amerikan Anayasası toprak
i l hakını güçleştirmektedir: Bu anayasaya göre b i r toprak
parçası i l hak edildi m i , o toprak üzerinde yaşayanl arın daı
yeni seçmenler olarak kabulü gerekir, halbuki seçmen o la­
rak kabul ü gereken topluluk, istenmeyen bir top l u l u k ola­
b i l ir. Daha da önem lisi, toprak ilhakı , serbest iç ticaret
alan ı n ı genişletir, dolayısıyle de önem l i iktisadi çıkarlara
zarar verir. Amerika Birleşik Devletleri'ni fiilen Latin Ame­
rika' n ı n koruyucusu kılan Monroe Doktrini, bu bakımdan,.
e g emen sınıf çıkarlarına ilhaktan daha elverişl i gelmek­
tedi r. Siyasal fetih i ktisadi bakımdan yararlı görüldüğü tak­
d i rde, fethin kısa bir zamanda yapılacağına h i ç şüphe
yoktur.
Hükümdarlar öteden beri, siyasal alanda iktidarı ken-

- 207 -
İKTiDAR

<di el lerinde top lamağa çal ışm ı şlar, yönetil enler ise buna
her zaman karşı koymam ı ş l ardır. İ ktidarın tek elde topla­
n ı ş ı , eski çağların büyük i mparatorluklarında nominal ola­
rak, bugünün en di ktatörce rej i m lerindekine oranla bile da­
lıa tam d ı , ama uygulama a l an ı nda bu i ktidar toplanışı tek­
n i k olanaklarla sınırl ıydı. Eski çağ hükümdarları içi n en
önemli sorun, hareket - yeteneği sorunu i d i . M ı s ı r ve Ba­
bil'de, büyük ı rmaklar bu sorunun çözümünü kolaylaştı rı­
yordu ; halbuki Pers hükümdarlı klarının hareket yetenekleri
yol lara bağlıyd ı . Herodot, Sart'tan Susa'ya kadar uzanan
2 .400 k i lometre l i k, büyük krallar yolunu anlatı r; bu yol üze­
·rinde barış zamanında Kra l ' ı n u lakları , savaş zamanı nda ·
--da Kral'ın ordu ları yolcul u k edermiş. Herodot, 'Adı geçen
yol u n esas hi kayesi şöyledi r,' diyor: 'Bütün yol boyunca
Kral'a ait konak yerleri , mükemmel kervansaraylar vard ı r
v e yol hep insan oturan yerlerden geçtiği i ç i n de güve n l i k
,altındadır . . . Frikya'dan ( 1 ) ç ı kı l d ı ktan sonra Kızı l ı rmağı aş­
-mak gerekir; ı rmağı aşab i l me k için de, önce burada bu­
'lunan bazı kapı lardan geçmek zorunluğu vardır. Bu karakol­
ları güçlü muhafız birli kleri bekler . . . K i l i kya ( 2 ) i l e Erme­
'nistan arasında, kayıklarla aşı l ması gereken Fırat ı rmağı
s ı n ı r m eydana geti rir. Ermenistan'da konak yerleri on beş
tane olup, her iki konak arasındaki uza k l ı k 56 1 /2 fersah (3)
:kadardır. Bu konak yerlerinden b i rinde b i r de nöbetçi ka­
rakolu vardır. Bu bölgede dört büyük ı rmak vard ı r ve bu
·ırmakların hepsi kayıkla aşılmak zorundadır . . . Konak yer­
il erinin toplam sayısı 1 1 1 'e çıkarı lmıştır; bu konak yerleri n i n

.( 1 ) Kütahya ve Afyon Karahisar havalisinin eski adı .


{2) Ki likya: Adana haval isi.
.(3) Fersah: Üç millik mesafe.

- 208 -
İKTİDAR

bir çoğ u , aslında, Sart'l a Susa arasında bulunabilen, d i n­


lenme yerleridir.' Herodot devamla, 'günde 1 5Ö furlong' -
l uk ( 1 ) bir h ızla,' (aşağı yukarı b i r ordunun h ızı), 'yolcul u�
ğun tamamlanması tam doksan gün tutar,' (2) demektedir� .
Böyle bir yol geniş bir imparatorl uğun kurulmasında,
yardımcı olmakla birli kte, Krala, uzak eyaletler üzerinde ayc
rı ntı l ı bir kontrol kurabi l mek olanağ ı n ı sağ lamadı . Atl ı bir
haberci Sart'tan Susa'ya bir ayda haber getireb i l i rd i , ama
bir ordunun Susa'dan kalkıp Sart'a varması üç ayl ı k bir·
yürüyüşü gerektirird i . Bu bakımdan, İyonya l ı lar, Perslere··
karşı ayaklandıkları zaman, her hangi bir askeri b i rl i k
Küçük Asya'ya g i rene kadar, aylarca serbest hareket ede-·
b i l mek olanağına sahi p bulunuyorlard ı . Bütün eski çağ im­
paratorluklarında ayaklanmalar ç ı km ı ş ve bu ayaklanmalar
genell ikle eyalet val i l eri tarafından yönetilm iştir; açık ayak­
lanmalar ç ı kmasa bile, feth in çok yakı n b i r tar ihte yap ı l m ı ş:
o l ması durumu dışında, eyaletlerin muhtar bir yönetim bi­
çimi a lmaların ı n önüne geçilemiyor ve bu yönetim biçimi'
de kısa süre sonra bağı msızl ığa dönüşüyordu. Eski çağı n
büyük Devletlerinden hiç b i ri , bugünün büyük Devletlerine
azıcı k yaklaşacak kadar bile merkezden yönetilememiştir;
bunun bel l i baş l ı sebebi, hızlı hareket yeteneğinin olma-­
yışıdır.
Roma İmparatorluğu, merkezi hüku metin yol lar saye­
sinde nasıl güçlendirildiğini Persler'den, Makedonyalı lar
aracı l ığıyla öğrendi . Batı ve Güney Avrupa'da, Kuzey ve·

( 1) Furlong : Bir kara milinin sekizde biri; aşağı yukarı iki yüz metre..
(Çev. Notu)ı
( 2) V. Kitap, 52. ve 53. Bölümler. Rawlinson çevirisi.

- 209 -
İktidar - F./14
iKTiDAR

!Batı Asya'da imparatorun haberc i leri gece gündüz saatte


·<>n m i l l i k b i r h ızla yolcul u k edebiliyorlard ı . Ama imparator·
tuğun her eyaletindeki karakol l ar, o eyal et askeri kumanda­
ınının kontrolü altında bulunduğundan, kumandan, birl i kle­
rini bir yerden bir yere götürdüğü zaman, bu birli klerin ha­
reketinden ancak b i rl i kl eri n yürüyüş yolu üzerinde bulu­
'.nan kimselerin haberi olab i l i rd i . Lejyonların hızlı hareke­
·tine karş ı l ı k haberlerin ağır gitmesi çoğunlukla isyancıla­
ra, Roma'da oturan İmparator'a karşı b i r üstünlük sağ l ıyor-
1du. G ibbon , Konstantin'in İtalya'yı istila etme k için Galya'·
•nı n kuzeyinden yaptığı yürüyüşü anlatırken, onun hareket
' rahatl ığıyla, Anibal'in karşı l aştığı güçlüklerin zıtl ığını orta­
ya koymaktadı r :
'Anibal, Galya'dan İtalya üzerine yürüdüğü zaman , ön­
·ce, dağları aşan b i r yol keşfetmek, sonra da düzenl i or­
,dulara hiç b i r zaman kolayca teslim olmamış vahşi kavim·
ler arasından geçen bu yol u açmak zorunda kaldı. Alpler o
.çağlarda sadece doğa tarafı ndan korunuyordu, bugün ise
. sanatın katkısıyla tahkim edi l miştir. Aradaki süre içinde,
. Al pler' i aşmağa çalışan general ler nadiren b i r güçlük ya
. da karşı koymayla karşılaşmışlardır. Konstanti n zamanın­
da, dağlarda yaşayan köylüler medeni leşm iş, itaatl i birer
• uyruk hal ine gelmiş bulunuyorlard ı ; ü l kede her türlü er·
zak ve hayvan bol bol vardı , Romalıların Alpler üzerinden
aşırdığı yol lar ise Galya ve İtalya arasında çeşitl i ulaş­
tırma olanakları sağlıyordu. Konstantin, Kot (veya Kott)
A l pleri ya da bugünkü adıyla Mount Cenis yolunu seçerek
.birl i kl erini öyl e hızlı yürüttü k i , Maxentius'un (Roma'daki )
sarayı daha onun Ren kıyılarından ayrı l ı p ayrı l madığına dair
-doğru dürüst bir haber alamadan, Piedmont ovasına i n i·
·verdi.'

- 210 -
İKTİDAR

Bunun sonucunda Maxentius yen ildi ve H ristiya n l ı k


Devl et d i n i oldu. Eğer ,R omal ı l arın yol ları daha kötü olsay­
dı ya da Roma l ı lar daha hızlı haber i l etme olanakları na sa­
h i p bulunsalard ı , dünya tarihi bel ki de başka türl ü olurdu.
Buharlı gemi ler, demi ryol l arı ve en sonunda da uçak­
lar, hüku metlere, güçlerini büyük uzaklıklara çok kısa b i r
zaman süresi içinde i l etebilme olanağı n ı kazandırmıştır. Bu­
gün Büyük Sahra'da ya da M ezapotamya'da çıkacak b i r
ayaklanma bir kaç saat içersinde bastırılabilir, halbuki yüz
yıl önce oralara ordu yol l ayabilmek aylar alır, üste l i k or­
dunun, Bülücistan'da İskender ordul arının başına geldiği
gib i susuzluktan kırı lması nı önlemekte büyük güçlüklerle
karşı laş ı l ırd ı .
Haber i l etilmesinde h ı z l ı l ı k d a e n aşağı insan v e mal­
zeme i letimindeki hızlı l ı k kadar öneml idir. 1 81 2 savaşında
New Orleans muharebesi, barış anlaşması yapıldıktan son­
ra, düşman orduları n ı n hiç birinin bu barış andlaşmasın­
dan haberleri olmadığı için yer aldı . Yedi Yıl Savaşlar.
sonunda İngi l iz kuvvetleri Küba i le F i l ipi nleri işgal etti ,
ama ancak barış imzalandıktan sonra Avrupa'n ın bundan
haberi oldu. Telgrafın icadı ndan önce barış zamanında el­
çi ler, savaş zamanında da generaller zorunlu olarak büyük
bir hareket serbestl iğine sahiptiler, zira kendilerine veril­
m i ş olan tal imat çoğunlukla yeni gel işmelerin çok gerisin­
de kal ı rdı. Uzak ü l kelerin ajanlarından çok kere kendi bil­
dikleri gibi hareket etmeleri isteni r, böyle l i kl e de bunlar
merkezden yönetilen bir siyasetin i letici leri olmaktan çok
daha ötede rol ler oynarlard ı .
Önem l i olan sadece haberlerin i l etimindeki mutlak hız­
l ı l ı k değ i l , ama aynı zamanda, hatta bundan daha da önem--

- 211 -
İ KTİDAR

li olmak üzere, haberlerin i nsandan daha h ızlı g itti kleri ol­


gusudur. Daha yüz yıl öncesine kadar attan hızlı yolculuk
edebilen bir şey yoktu. Bir haydut başka bir şehre kaçtığı
zaman, işlediği suçun haberinden önce o şehre varabi l i r­
di. Zamanımızda ise, haber daha h ızlı g ittiğ i nden, kaçmak
:zorlaşmıştır. Savaş halinde bütün ulaştırma ve haberleş­
:me araçları hükumetlerin kontrolü altı na g i rer, bu ise on­
ların i ktidarını büyük çapta arttırır.
Modern teknik, haber i l etimindeki hızl ı l ık kadar demir­
·yo lları, telgraf. motorlu araçlar ve hükumet propagandası
yoluyla büyük imparatorluklara eskisine oranla çok daha
lstikrarlı olabi lme olanağı n ı sağlam ıştır. Pers satrapları ( 1 )
ve Roma prokonsü lleri , isyanlarını kolaylaştı racak kadar
bağımsızl ı k sahibiydil er. İskender İmparatorluğu, İskender'­
jn ölümüyle dağ ı l ıverd i . Attila ve Cengiz Han'ın i m parator­
l ukları geçici oldu ; Avrupa ü l keleri ise, Yeni Dünya'da e l­
lerinde bulundurdukları n ı n çoğunu kaybettiler. Ama mo-
dern tekn i k sayesinde imparatorlukların çoğu, dış saldırı
söz konusu olmadığı sürece eskisine oranla daha büyük
0güvenl i k içindedir ve ihti l a l ler ancak savaşta yeni lgiye uğ-
'
' 0:ranıldığı takdirde beklenebilir.
Tekn i k nedenlerin tamamiyle b i r yönde, . yani , Devlet
i ktidarını uzak yerlerde uygulamayı kolaylaştı rma yönünde
işlemediğini de gözönünde bulundurmamız gerektir; bazı
;bakımlardan, tekni k nedenler karşıt sonuçlar doğurmuştur.
Anibal'in orduları u laştırma yolunu açmaksızın yı l larca ya.
şayabilmişlerd i , halbuki modern b i r ordu aynı koşul lar için-
. de bir i ki günden fazla dayanamazdı . Eskiden donanma­
lar, yelkenle hareket ettikleri için çok uzun süre l i ve uzun

, (1) Eski İran prensleri. (Çev. Notu)

- 212 -
r

iKTİDAR

mesafeleri içine alan harekata g irişebi l iyorlard ı , halbuki


.şimdi, sık sık yakıt almak zorunda olduklarından, donan­
malar bir üsten çok faz l a uzaklaşamaz l ar. Nelson zamanı n­
da İ n g i l iz l er her hangi b i r bölgedeki denizlere hakim idi­
lerse, bütün denizlere hakim idiler demekti ; halbuki ş i m­
d i , anavatan sularına hakim oldukları halde, Uzak Doğu'da
zayıftırlar, Baltığa ise hiç çıkamazlar.
Bununla birl i kte genel bir kural olarak bugün bir mer­
kezden uzaklara güç uygulayabilmek, eskisine oranla d a­
ha kolaydır. Bu ise, Devletle r arası rekabeti yoğun laştır­
m a ve -'b ir zafer sonucu Devletin büyümesi mutlaka onun
etki l i l iğ i n i azaltmadı ğ ı için- zaferi d aha kesi n k ı l m a so­
n ucunu doğurur. B i r Dünya Devleti bugün için tekni k ba­
kımdan mümkündür ve çok ciddi bir savaş sonunda zaferi
kazanan, ya da daha büyük b i r i htimalle, nötralist devlet­
l erin en güçlüsü tarafından kurulabi l i r.
İ ktidar koyuluğu ya da ( başka b i r deyim le) örgüt yo­
ğunluğu i l e i l g i l i sorun lar karmaşı k ve önemlidir. Her me­
deni ü l kede Devlet, eski zamanlardakine oranla çok daha
faaldir; Rusya, Almanya ve İtalya'da Devlet insanları ilgi­
l endiren hemen her şeye karışır. İnsanlar i ktidarı sevd i k­
l erine ve ortalama olarak i ktidarı e l l erine geçirenler onu
herkesten çok sevdi klerine göre, Devleti kontrol altında
bul unduranların, normal koşul larda , Devletin toprakları ka­
dar iç faal iyetlerin i de arttı rmak istemeleri beklenebi l ir.
Devletin işlevlerini genişletmek için elle tutulur nedenler
bulunduğundan, s ı radan vatandaşlar da Devletin bu konu­
daki isteğini olumlu karşı lama eği l i m i ndedirler. Bununla
birlikte, s ı radan vatandaşlarda yine de belirli bir bağ ı msız­
l ı k isteği vardı r ve bu istek, belirli b i r noktada, Devlet ör-

- 213 -
İKTİDAR

gütünün daha fazla yoğunlaşmasını �iç değilse geçici ola­


rak önleyecek kadar güç kazanır. Bunun sonucunda ise va""
tandaşların bağımsızl ı k aşkı i l e memurların iktidar aş­
kı a rasında -örgütler belirli bir yoğunluğa ulaştığı zaman-·
hiç deği lse geçici bir denge kurulur, öyle ki, örgütler bü­
yüdüğü zaman bağımsızlık aşk ı , örgütl er küçüldüğü zaman·
ise memurların i ktidar aşkı daha kuwetli güç olarak orta-·
ya çıkar.
Bağ ı ms ı z l ı k aşkı, bir çok durumlarda, dış müdahaleye
karşı soyut bir hoşnutsuzlu k değ i l , hükumetin işine gelen
he.r türlü kontrolden -yasaklamalardan, askerl ik yükümlü-­
lüğünden, dine uymağa zorlamaktan , ve daha b i r sürü kon­
trol biçiminden- nefret şeklinde görülür. Bazen bu gibi
duygu lar, propaganda ve eğ iti m yoluyla yen i l ir, bu da ki­
şisel bağımsızl ı k aşkını belirsiz bir derecede zayıflatır. Mo­
dern toplumlarda birörnekl iği sağlayabil mek için bir çok
güçler_ -okullar, gazetel er, si nema, radyo v.b.- iş birliği
yapar. Nüfus yoğunluğunun da etkisi aynıdır. Bundan do-
. layı bağımsızl ı k duygusuyla iktidar aşkı arasındaki b i r an­
l ı k dengenin durumu, modern koşullarda, gittikçe iktidar
tarafına yatma eği l imi gösteri r ve böyl elikle total iter Dev­
letlerin yaratı l masını, yaratıldıktan sonra da başarı kazan­
ması nı kolaylaştı rır. Eğitim yoluyla bağ ı msızlık aşk ı , bugün,
için sınırı kestirilemeyecek bir derecede azaltı lab i l ir. Dev­
letin iç iktidarı nın, bir ayaklanmaya yol açmaksızın ne ka­
dar arttı rılabi l eceği n i kestirmek de . olanaksızdır; bununla
b i rl i kte, belirl i bir zaman süresi içinde bu i ktidarın , bugün
en otokratik Devletlerde ulaşı lmış bulunan noktanın bile
çok üstünde b i r noktaya ulaşabileceğinden şüphe etmeğe·
b i r sebep yoktur.
Devletten başka bütün örgütler, esası nda şu ana ka-

- 214 -
i KTİDAR

-dar gözden geçirdiğimiz cinsten yasalara tabidir; arada b i r


-tanecik fark vardır: Devl etlerden başka örgütler z o r kul-
:lanamazlar. Kulüpler gibi , i ktidar dürtülerinin doyurul m a­
sına çok az olanak veren örgütleri geçiyorum. Bizim amacı­
m ıza en uygun örgütler, siyasal parti ler, Kiliseler ve ş i r­
l<etlerd i r. Amaçlarının gerçekleşebilmesi umudu ne kadar
az olursa olsun, bütün Ki l iseler dünya çapında o l ma ama­
,cı n ı güderler; aynı 'zamanda bunların büyük kısm ı , üyeleri­
,nin -evl i l i k, çocukların eğitimi gibi- en özel işlerini dü­
zenlemeğe de çal ışırlar. Kil iseler imkan buldukça, Tibet'te,
:st. Peter vakfında ve Reformasyon sırasında bir dereceye
'kadar Batı Avrupa'da olduğu gibi , Devlet'i n işlevleri n i gas­
petmişlerdi r. Kiliselerin i ktidar dürtülerini, bir kaç istisna
i l e, sadece fırsat yokluğu ve küfr veya bölünüş biçiminde
"ortaya çı kacak bir ayaklanma korkusu s ı n ı rlamıştır. Bunun­
la birl i kte, bir çok ül kelerde m i l l iyetç i l i k Ki l iselerin i kti­
darını azaltm ı ş ve o zamana kadar, doyurulma olanakları nı
sadece dinde bulabilen b i r çok duyguları Devlet'e aktar­
m ı ştır ( 1 ) Din kuvvetin i n azal ması m i l l iyetçiliğin ortaya çı­
kışına kısmen yardı m etm işse, kısmen de m i l l iyetç i l iğ i n
kuvvetlenmesi din kuvvetin i n azalmasına v e m i l liyetçi Dev­
letlerin güçlerinin artması na sebep ol muştur.
Siyasal partiler daha son zamanlara kadar çok dağı­
nık b i rer örgüttül e r ve bu yüzden üyeleri nin faaliyetlerini
kontrol etmek için fazl a bir g i rişimde bulunamıyorlard ı . On

,( 1 ) Joseph Chamberlain'i gümrük tarifelerinde reform gerektiği gö­


rüşüne getirmekte aracı rol . oynayan müteveffa W. A. S. Hewins
bana atalarının ateşli birer Katolik olduklarını, ama onların duy­
guları kendilerini nasıl Kil iseye bağlamışsa, kendi duygularının
da kendisini Britanya imparatorluğuna bağladığını söylemişti. B u
tipik b i r gelişmeydi.

- 215 -
iKTİDAR

dokuzuncu yüz yıl boyunca Meclis Üyeler.i çoğunlukla ken­


di Parti l i derlerine karşı oy kullanmışlar bu yüzden de, b u
karşı o y kullanışların doğurduğu bölünmeler bütün tahm i n­
leri geride b ı rakmıştır ; halbuki bugün, benzer b i r durumun
yaratacağı sonuçlar az çok kestirileb i l i r. Walpole , North
ve Pitt'lerin küçüğü, parayla satınalma yoluna başvurarak,.
taraftarları nı b i r dereceye kadar kontrol edebi l mişlerd i ;
ama suiistimaller azaldıktan sonra, siyaset hala aristokra­
ti k bir k i m l i k taşı rken , hüku metler de, parti l iderleri d e·
ağır basacak etk i l i b i r yol bulamadı lar. Bugün özell i kl e İşçi
Partisinde üyeler partiye ortodoksça b i r yem i n l e bağl ıdır­
lar ve b u yemi n i n bozul ması hem siyasal hayatın sona er­
mes i , hem de para kaybı sonucunu doğurur genell ikle. İşçi
partisinde i ki türlü bağl ı l ı k isten i r ; açıkça bel irtHmi ş gö­
rüşlerde programa bağl ı l ı k ; günü gününe izlenen siyaset­
te liderlere bağ l ı l ı k. Program nominal olarak demokratik
b i r yoldan kararlaştırı l mı ştı r; ama yine de, perde arkasın­
da kalmayı tercih eden b i r kaç kişinin büyük çapta etkisi
altında kal m ı ştır. Mecl is ya da hükumet çalışmalarında
programı uygulayıp uygulamamak liderlere b ı rakılmı ştır:
eğer l i derler programı uygulamamayı tercih ederlerse, bu
sözden dönüşü, l iderlerin ardından g idenlerin -böyle bir
şeyin yer aldığını konuşmaları nda inkar ederl er- oyl arıy­
la destekl emek görevleri vardır. Liderlere, sıradan taraf-·
tarlarına karşı yürümek ve uygulamak zorunda kalmaksızın
reform savunuculuğu yapmak i ktidarın ı veren işte bu sis­
temdi r.
Bununla b i rl i kte, bütün siyasal partilerde örgütlenme
yoğunluğunun büyük çapta artmış olmasına rağmen, bu ar­
tış, demokratik partil erde, Komünistlere, Nazi lere ve Fa-.
ş istlere oranla ölçülemeyecek kadar azd ı r. Komün ist, Nazii

- 216 -
İKTİDAR

ve Faşist partil eri tarihsel ve psikoloj i k yönden siyasal


partilerden değ i l , gizli cemiyeti.e rden gel işm iş lerdir. Otok­
ratik hükumetin i ktidarda bulunduğu yerde radi kal değişik·
l ikleri hedef tutan kişiler ister istemez gizli çal ışmak zo­
rundadı rlar ve b i r araya geldikleri andan itibaren de, i ha­
net korkusu bunları çok sert bir disipline yöneltir. Casus­
l ara karşı güvenlik içinde bulunmak bakımından bunların
üyelerinden bel l i s ı n ı rlar dışına çıkmayan bir yaşayış dü­
zeni isteme l eri doğaldır. Teh l i ke, gizl i l i k , çek i l mekte olan
ıstıraplar ve gelecekte zafer kazanma umudu bu parti üye­
lerinde yarı dinsel b i r yücelmişl i k duygusunun doğmasına
yol açar ve partiler bu duyguya çabu k kapılanları kendine
çek er. i şte bundan ötürü amaçları anarşizm b i l e olsa, gizl i
bir ihtilal cemiyetinde, çok ş iddetl i bir istibdad ı n ve ge­
nell ikle s iyasal faal iyet a lanı içinde düşünülen ölçüleri çok
aşan bir deneti m i n bulunması ihtimali vardır. Napolyon'un
düşüşünden sonra ltalya'da gizl i cemiyetler müthiş çoğal­
mıştı ve bunlara bazı i nsanları i htilalci kuram, bazı insan­
ları da suç işleyebilme olanağı çekiyordu. Terör dönemi­
nin gelişiyle aynı şey Rusya'da da oldu. Gerek Rus Komü­
nistleri ' n i n , gerek İtalyan Faşistleri'nin kafalarında g izli ce­
m iyet zihniyeti derin b i r iz bırakmıştı ve Naziler kendile­
rine onları örnek aldılar. Bunların çeşitli l iderleri hüku­
meti el lerine geç i ri nce, vaktiyle partilerini hangi ruhla yö­
nettilerse, Devlet'i de aynı ruhla yönetmeğe kalktılar. Bun­
l ar, bütün dünyadaki taraftarlarından bu yönetim ruhuna
uygun b i r boyun eğiş istedi ler.
Marks'a, i ktidarın güçleri ve yasalarıyla i lg i l i görüş­
leri n i i l ham eden , i ktisadi örgütlerin hacimce büyümeleri
olmuştur. Marks' ın bu konuda söyledikleri n i n çoğu doğru
çıkmıştır, ama bu sadece i ktisadi i şl evleri bulunan örgüt-

- 217 -
iKTiDAR

ler için değ i l , i ktidar dürtü lerine doyuru l ma olanağı sağ­


l ayan bütün örgütle r için doğrudur. Ü retim a l anında eği­
l i m , büyük b i r Devlete ve o devletin uydularına paralel
tröstler yaratma k yolunda olmuş, ama silah endüstrisi d ı­
şında, dünya çapında tröstlerin kurulmasına nadiren yol
açmıştır. Gümrük tarifeleri ve koloniler, büyük iş örgüt­
l erini Devlet'le sıkı i l işkiler kurmak zorunda bırakmıştır.
İ ktisadi alanda yabancı istil alar, isti layı yapacak tröstlerin
mensup olduğu ulusun askeri gücüne bağ ı m l ı hale gelmiş­
tir; yabancı i ktisadi istilalar artık, çok . sınırlı b i r çerçeve
d ı ş ı nda, hiç de eskisi gibi salt iş rekabeti metotlarıyla yü­
rütülmemekted i r. İtalya ve Almanya'da büyük iş örgütle­
riyle Devlet . arasındaki i lişkiler, demokrati k ü lkelerdek i n­
den çok daha açıktır, ama büyük iş örgütleri n i n Devlet'i
Faşist idarelerd e , İngiltere'dekinden, Fransa'dakinden ve­
ya Amerika'dakinden daha çok kontrol altında bulundur­
duğunu sanmak da yanl ı ştır. Tam tersine, İtalya ve Alman­
ya'da Devlet başka her alanda olduğu gibi, iş alanının da
üstüne çıkmak içi n , büyük iş çevrelerinin gözünü Komü­
nizmle korkutmuştur. M esela şimdi italya'da büyük çapta
varl ı k vergisi toplanmaktadır, halbuki İngiltere'de İşçi Par­
tisi çok daha akla yakın b i r ölçü içinde böyle bir tedbir
tekl ifi yaptığı zaman kapital istler yaygarayı basmışlar ve
tekl ifin kanunlaşmamasını sağlayab i lmişlerd i .
İki örgüt; b i rbirinden ayrı , ama uyuşmaz olmayan amaç­
larla bir araya geldikleri zaman ortaya ç ı kan sonuç, bu iki
örgütün tek tek meydana getirdiklerinden ya da i kisi n i n
t e k tek i ktidarını n toplamından daha büyük b i r i ktidardır.
Birinci Dünya Savaşından önce Great N orthern demiryolu
ş i rketinin tre nleri Londra - York arasında, North Eastern
York - Newcastle arasında, North B ritish trenleri de New-

- 21 8 -
iKTiDAR

castle - Edinburg arasında işl iyord u ; şimdi b ütün bu ş i r·


ketlerin bi raraya gelmesiyle kurulan LNER şirketin i n tren·
leri bütün bu yolu bir baştan bir başa geçmektedir ve bu
ş i rketin i ktidarı hiç şüphesiz, eski üç ş i rketin ayrı ayrı
meydana getirdi kleri i ktidarın toplamı ndan daha büyüktür . .
Aynı şekilde, eğer bütün çel i k endüstrisi de, çel i k üreti·
m inden gemi yapımına kadar, bir tek şirket tarafından
kontrol edilseydi, daha büyük bir üstünlük kazanı lm ı ş olur­
du. işte bund�n ötürü , bi rleşmeye doğru doğal b i r eği l i m
vardır; b u eği l i m sadece iktisadi alana özgü d e deği ldir.
Bu süreç, en güçlü örgütleri n , öze l l i kl e de Devletin, bütün
öteki örgütleri kendi bünyesi nde eritmes i . sonucun u verir.
Eğer çeşitli Devletleri n amaçları b i rbi riyle bu derece uyuş­
maz ol masaydı , aynı eği l i m Dünya Devleti'nin kurulmasına
yol açard ı . Ne var ki , bu amaçlar, tek tek ya da bir arada,
u l usal i ktidardan daha az önem li sayı ldığından , çeşitli Dev·
!etlerin amaçları çatışmakta, b irleşme yoluyla i l eriye gö­
türülememektedir. Bundan dolayı bir Dünya Devleti'nin an­
cak dünyanın, u lusal amaçlar güden b i r tek Devlet tarafın­
dan istilası sonucu olarak ya da sosyal izm ve sosyal izm·
den komün izme geçi ş gibi m i l l iyetç i l i ğ i aşan b i r akidenin,
ilk zamanlarındaki hali içinde bul unduğunun evrensel b i r
şekilde kabul e d i l i ş i yoluyla gerçekleşmesi umulab i l i r
-tabii, eğer böyle b i r şey umulabi l irse-.
M i l liyetç i l iğ i n , Devletleri n büyümesini sınırlayışı , par­
ti siyaseti ve dinde de görülen en öneml i bir sınırlama
örneğidir. Bu bölümün başından beri , örgütleri , amaçların·
dan bağ ı msız bir hayatları varmış gibi ele almağa uğraşı­
yorum. Bunun bir noktaya kadar mümkün olabi leceğine işa·
ret etmeği öneml i görüyorum ; ama h iç şüphesiz bu. ancak
bir noktaya kadar mümkündür. O noktadan sonra, ö rgüt-

- 219 -
İ KTİDAR

!erin h itap ettikleri tutkuları gözönünde bulundurmak zo­


runl uğu vardır. Bireylerin i stekleri çeşitli gruplar içinde top­
lanab i l i r ve her grup, psikoloji bilginlerinin 'duygu' dediği
şeyi meydana .g etirir. Siyasal bakımdan önem taşıyan duy­
guları ele a l ı rsak, yuva sevgisi , a i l e sevg i s i , vatan sevg i s i ,
i ktidar sevgisi, eğlence sevgisi v.b. vardır; acıdan korkma,
tembell i k , yabancıl a rdan hoşlanmama, yabancı akidelerden
nefret gibi itic i duygular da vardır. Bir i nsanın her hangi
b i r anki duyguları onun yaratı l ışının, geçm i ş i n i n ve o anda
.
i ç inde bulunduğu koşul larm karmaşık bir ü rünüdür. İnsan­
ların biraraya gelmek suretiyle daha iyi doyurabi ldi kleri
her duygu, b i r fırsat ç ı ktı mı, bu duygunun doyurulmasını
amaç tutan bir ya da daha çok sayıda örgütün doğmasına
yol açar. Mesela, aile duygusunu ele alal ı m . Bu duygu, ko­
nut, eğitim, hayat sigortası ve bunlar g ib i , bir çok aile l e­
r i n çıkarları n ı n üzerinde uyuştuğu bir çok hususl arı ger­
çekleştirme amacını güden örgütlerin tasarlanmasına yol
açm ı ş veya tasarlanmasında yardımcı olmuştur. Ama yine
bu duygu -şimdi olduğundan çok, eski zamanlarda- tıp­
k ı Mantague'ler ve Capul et'lerin haklarını korumakla yü­
kümlü örgütler gibi , başka a i l elerin zararı pahasına bir tek
ailenin çıkarlarını temsi l eden örgütlerin doğmasına da yol
açmıştı r. Sülaleye dayanan Devlet de i şte bu cins b i r ör­
güttü. Aristokrasi ler, bel i r l i ai lelerin, toplumun geri kalan
bölümü zararına kendi i mtiyazlarını korumak için kurduk­
ları birer örgüttür. Bu gibi örgütler her zaman, az veya çok,
-korku , nefret, aşağılama gibi- itici duygular uyandı rır.
Bu duygular güçlü oldukları zaman da, örgütlerin büyüme- ·

sine engel meydana getiri rler.


Teoloj i , bu sınırlamanı n örnekleriyle doludur. Yahudi­
l er, Hristiyanlığın başlangıç dönemi ndeki bir iki yüz yıl dı-

- 220 -
İ KTİDAR

ş ı nda, M i l letleri (1) Yahudi dinine sokma isteği duymamış·


!ardı ; kendi lerini Tanrının Seçtiğ.i Kavim saymalarından i l e­
ri gelen üstünlük duygusu onlara yetiyordu. Japonya'n ı n
, dünyada i l k yaratılan ü l ke olduğunu vaazeden Şinto d i n i ,
Japon olmayanlar için düşünülmüş bir din deği ldir, ya d a
düşünülmemiş olması muhtemeld i r. Cennete vardıkları za­
man, cennetmekan kişilerin huzurunu bozması nlar diye ora­
d a başkaların ı n da bulunduğunu öğrenmelerine engel olu­
nan Eski D i n taraftarlarının hikayesi n i herkes b i l i r. Aynı
cins duygu daha uğursuz bir biçim alabilir; küfr işleyen­
lere ceza veren kimseler, ceza vermekten öylesine zevk
-duyab i l i r ki, bunlar küfr işleyeni kal mamış bir dünyayı da­
yan ı lmayacak kadar s ı kıcı bulab i l i rler. Aynı şekilde, H it­
ler ve M ussoli n i de, en soylu i nsan faal iyetin i n savaş ol­
·duğunu vaazettiklerine göre, bütün dünyayı fethetseler, dö­
vüşecekleri bir tek düşman kalmasa, mutsuz olurlard ı . Bu­
nun g i b i , bir parti söz götürmez bir üstünlük kazandığı an­
dan itibaren, � arti siyaseti de i l g i çekici olmaktan ç ı kar.
Böylece, bireylerin gurur, k ıskançl ık, nefret, aşağıla­
ma ya da yarışma zevki gibi güdülerine h itap eden bir ör­
.güt, dünya çapında bir nite l i k kazandığı zaman amacını
gerçekleştiremez. Böyle tutkuların güçlü olduğu b i r dün­
yada, dünya çapında nite l i k kazanan bir örgüt, kuruluşla­
rında etken olan amacı kaybetmiş olacağından, mutlaka
. dağ ı l ır.
Buraya kadar söylediklerimizden de anlaşılacağı üze­
re, z örgütlerin yöneti m kadrosunun duygularından çok,
bi.
örgütleri n s ı radan üyelerinin duyguları üzerinde durmakta-

,(1 ) Dinsel edebiyatta 'Milletler', Yahudi olmayan milletler anlamına,


Yahudilere göre putperestler anlamına gelmektedir. (Ç. Notu) _

- 221 -
iKTiDAR

yız. B i r irgütün amacı n e olursa olsu n , onun yöneticileri


i ktidardan haz duyarlar ve bundan ötürü, öteki üyelerin çı­
karlarıyl a özdeş ol mayan çıkarlara sahiptirler. Bu bakım­
dan, bir hükumette dünyayı fethetme arzusu, büyük b i r ih­
timalle, üyelerin bu konudaki arzularından daha güçlüdür.
Bunun la b i r l i kte, işbir l i ğ i yöluyla gerçekleştiri lecek
duyguları kendinde toplayan örgütlerle, amaçları nda çatış­
ma bulunan örgütlerin i şleyiş yasaları arasında önemli bir
ayrı l ı k vard ı r. Bu çok geniş b i r konudur, bense şimd i l i k
sadece örgütlerin amaçları dikkate alınmaksız ı n n e dere­
ceye kadar incelenebileceğine parmak basmakla yetini­
yoru m .
Şuraya kadar örgütlerin büyümesinden ve rakiplerle ·
rekabete girişmesinden söz ettim. Darwin tarzı analoj i m i­
zi tamamlayab i l mek için örgütlerin bozulmasından ve yaş­
lanması ndan da bir parça söz etmemiz gerekiyor. İ nsan­
oğlunun ölümlü olduğu gerçeği , örgütlerin de m utlaka öl üm­
lü olması için bir sebep değ i ld i r, ama buna rağmen örgüt.
lerin çoğu ölür. Örgütler bazen dışardan gelen etkiyl e, ani­
den ölürler, ama benim ş i m d i l i k üzerinde durmak isted i­
ğ i m bu değ i l . Benim üzerinde durmak istedi ğ i m , yaşl ı ada­
m ı nkini and ı ran , hareket zayıfl ığı ve ağırlığıdır; buna es·
ki örgütlerde s ı k sık rastlanır. Bunun en güzel örneklerin­
den biri , 1 9 1 1 i hti l a l i nden önceki Çin İmparatorluğudur. Bu
imparatorluk, gelmiş geçmiş en eski hükümetti ; Romalı lar
zaml:!nında ve H i lafetin güçlü dönemlerinde askeri üstün­
l ü k göstermi şti ; yüksek b i r medeniyet geleneğ ine ve hü ­
kumetin eleme sınavı yoluyla seçilen yetenekli i nsanlar
tarafından idare edi lmesi şekl i nde çok eskiden kal ma b i r
i cra sistemine sah i pti. B u i mparatorluğun çöküşünün ne--

- 222 -
İ KTİDAR

denleri , geleneğin gücünde ve yüzlerce y ı l l ı k al ışkan l ığ ı n


m eydana getirdiği zorba l ı ktaydı. Ç i n İmparatorluğundaki
aydı nlar, Batı uluslarıyla aş ı k atabi lmek için Konfüçyüs
Klasiklerinden daha başka bilgi lerin gerektiği n i , ya da ya­
rı barbar uluslara karşı faydası görülen ata sözlerinin Av­
rupal ılar karşısında etkisiz kalacağını anlayamıyorlard ı , an­
lamalarına imkan yoktu. Bir örgütü yaşlandıran şey, başa­
rıya dayanan al ışkanl ı ktır; yeni koşullarla karşı laşıldığı za­
man, alışkan l ı k artık s i l k i n i p atı lamayacak kadar güç ka­
zanmış bulunmak�:ı. al ışka n l ı k s i l k i l ip atı lamayacağı için de
yeni koşullara uyu lamamaktadır. İhti lal zamanları nda : ku­
manda etme al ışkanl ı ğ ı bulunanlar, artık al ışkanl ığın boyun
eğdi rici niteliğine güvenemeyecekleri günün geldiğini h i ç
b i r vakit zamanında farkedemezler. Ayrıca yücelti lmiş ki­
ş i l erin, başlangıçta yetkil eri n i n onayı anlamında zorla sağ ­
ladıkları sayg ı , zamanla katı b i r etiket hal i n i alır ve bu eti­
ket o yücelmiş kişileri eyleme zorlayarak, başarı için ge­
rekl i bilgiyi edinmelerine engel olur. Kral oluncaya k.a dar
o rduları yönetenler, Kral olduktan sonra kutsal l ı k kazan­
d ı kları için artık ordu yönetmezler; onlara hoşlarına gitme­
yecek gerçekler de söylenmez, z i ra o gerçeği söyleyeni
idam etti rebil i rler. Krallar, zamanla sadece birer sembol
haline gel irler, günün biri nde de halk uyanır ve Kral ı n , as­
.l a değerl i bir şeyin sembolü olmadığ ı n ı ahlar.
Bununla birl i kte, bütün örgütlerin ölümlü olmalarını
gerektiren bir sebep de yoktur. M esela, Amerikan Anaya­
sası her hangi b i r insana ya da insanlar g rupuna, cahi l l iğ e
ya d a i ktidarsızl ığa yol açacak cinsten b i r saygı tel ki n et­
mediği gibi, Yüce Mahkeme'yle i l g i l i bazı durumlar dışın­
da, yen i koşul ların ben imsenmesine engel olabilecek ata
sözlerine veya al ışkanlı klara da hemen tes l i m ol maz. Böy-

- 223 -
İ KTiDAR

le bir örgütün bel i rsiz bir zaman süresince devam etme­


mesi için hiç b i r açık sebep yoktur. Bundan ötürü ben öy­
l e düşünüyorum k i , örgütlerin çoğu ya katı l ıkları yüzün­
den ya da dış nedenlerle öldükleri halde, bu ölümü kaçı­
n ı h naz yapan zati bir sebep bulunmamaktadır. İşte bu nok­
tadan itibaren biyoloj i k analoj i , eğer fazla zorlanı rsa, yan­
l ı ş lı ğa sevkedebi l i r bizi.

- 224 -
Bölüm XII
YÖNETİMLERİN YETKELERİ
ve BİÇİMLERİ
Bİ R ÖRGÜTÜ N , amacı dış ındaki en öneml i bel irg i n n i ,
tel i kleri şunlardır: ( 1 ) büyüklük, (2) üyeler üzeri ndeki yet­
ke , (3} üye olmayanlar üzeri ndeki yetke, (4) yönetim bi­
çimi. Büyüklük meselesi üzerinde gelecek bölümde dura­
cağım ; bu bölümdeki konumuzu, öteki belirgin n itel ikler
meydana geti riyor.
Devlet dışında, m eşru sayılan örgütlerin üyeleri üze­
rindeki yetkeleri yasayla kesin bir şeki lde sınırland ı r ı lmış­
tır. Bir avukat ya da dava vekiliyseniz barodan ç ı karılabi­
l i r, hekimseniz kadro dışı bırakılabilir, yarış atları sahibiy­
seniz, yarı şlara girmekten mened i l ebil i rsiniz. Bu cezaların
hepsi, aynı zamanda şerefsizlik de geti rir ve i l k üçü büyük
bir i ktisadi sıkıntıya yol açabil ir. Ama mesleğ inizde ne ka­
dar sevilmeyen bir insan olursanız olunuz, meslekdaşla­
rınız size, mesleğ i n izi icra ettirmemekten fazla bir şey ya­
pamazl ar. Eğer politikacıysanız, örgüt mekanizması na bağl ı
olmanız ge �ektir; ama yine d e sizin başka b i r partiye gir-

- 227 -
iKTiDAR

menize ya da meclis çal ışmalarından uzakta sakin b i r ha­


yat sürmenize engel olmazlar. Devlet dışın daki örgütlerin
üyeleri üzerindeki yetkeleri, ihraç hakkına dayanır ve bu
yetkeler i hraca mesnet olan kötüleme ile ihracın doğurdu­
ğu mali sı kıntının derecesine göre az çok şiddetli olur.
Devletin vatandaşlar üzerindeki yetkeleri ise, anaya­
sa hükümlerin i n keyfi tutuklamayı , ya da gaspı menedişi
dışında, sınırsızdır. Amerika B i rleşik Devletlerinde h i ç bi r
vatandaş, yasanın öngördüğü süreçten geçmeksizin (me­
sela, bel irli kişi ölüm cezası na, özgürlük ya d a mal ından
yoksun bırak ı l ma cezalarına müstahak saydıracağı önceden
ilan edilmiş bir fi i l i işlediğinin türel makamlara gösteril­
mesi) ölüm cezasına, özgürlükten ya da maldan yoksun bı­
rakılma cezalarına çarptırılamaz. İngi ltere'de Devleti n yü­
rütme organı n ı n yetkeleri de aynı şeki lde sınırl ı olmakla
beraber, yasama organı kadiri mutlaktır: yasama organı ,
Mr. John Smith' i n falan suçu işlediğinin ispatı zorunluğunu
duymaksızın, onun ölüm cezasına, özgürlüğünün ya da ma­
l ı nın elinden alınması cezasına çarptırılab i l mesini mümkün
kılan bir Kanun geçireb i l i r. Medeni Hakları Kaldırma Ka­
nunu ( 1) biçimindeki bu yetke sayesinde, Meclis, hükume­
ti kontrolü altına alma olanağını sağlamıştı . H i ndistan'da
ve total iter Devletlerde bu yetke yürütme organına aittir
ve rahatl ı kla uygulanır. Bu geleneğe uygun bir durumdur
ve bazı Devletler bu mutlak i ktidarların ı İnsan Hakları dok­
trini dolayısıyle kaybetmişlerdir.
Örgütlerin , üyeleri o lmayanlar üzerindeki yetkelerini

(1) lngiltere'de, ölüm cezasına çarptırılanların veya vatana hıyaneti


görülenlerin medeni haklarının, mal ve mülkü nü n elinden alın­
masını öngören Kanun. (Çev. Notu)

- 228 -
r

iKTiDAR

tarif etmek daha zordur. B i r Devletin yabancı lar üzerinde­


ki yetkeler! savaşa v e savaş açma tehdidine dayanı r ; b u ,
gümrük tarifeleri ve muhaceret kanunlarına b i le uygu­
lanabi l i r. Ç i n'de, gerek gümrük tarifeleri gerek muha­
ceret kanunları, Çin'in savaşta yenilgisi sonucu i m­
zalanan andlaşmalarla düzenl enmiştir. B i r Devletin başka
b i r Devlet üzerindeki yetkelerini askeri güçten yoksunluk
dışında hiç bir şey sınırlayamaz; yeteri kadar bir üstünlük
kazanıl d ı mı, bütün b i r nüfusun i mhası ya da kovulması
kararı alınabi l ir, çoğunlukla da alınmıştır. Mesela, H oşea
Kitabı'nı, Bab i l l i lerin tutsaklanışını ve imha edi lmeyen Ame­
rikalı Kızıl der i l ilerin , s ı n ı r l ı toprak parçaları içine kapatıl ı­
şını gözönüne a la l ı m .
Özel örgütlerin kendi · bünyeleri dışındaki yetkelerini
Devlet genell ikle kıskanç l ıkla karşı lama eği l i minde oldu­
ğundan, örgütlerin bu gibi yetkeleri de çoğunlukla kanun­
dışıdır. Bu yetkeler baş lıca boykota ve daha aşırı biçim­
lerdeki yı ldı rma usul lerine dayanır. Bu g ibi terörcü etki­
leme usul leri genel l i kle b i r i htilal ya da anarş i n i n p relü­
düdür. lrlanda'da cinayetler önce toprak ağaların ı n , sonra
da lngiliz egemenl i ğ i n in yıkı l ışına yol açtı . Çarl ı k R usya­
s ı nda ihtilalci ler geniş çapta terörcü metotlara dayanıyor­
lardı. Naziler kanun dışı kaba kuvvet uygulamalarıyla ken­
dilerine yol açtılar. Bugün de, Çekoslovakya'da, Henlein'in
partis i ne katılmayan Alman ası l l ı halk , ' kara l i steye geçi­
rildin,' veya 'sen i n de sıran gelecek,' şekl inde tehdit mek­
tupları almaktadı r ; Almanların Avusturya'yı işga l i s ı rasın­
da, Almanlara m uhal i f olanların başlarına neler geldiğini
düşlinenler üzerinde de bu gibi tehdit mektupları etki leyici
olmaktadı r . B u gibi kan u n dışı hareketlerle başa çıkamayan
b i r Devlet er geç bunun üzüntüsünü çeker. Eğer kanun

- 229 -
l.KTİDAR

dışı hareketler belirli siyasal programı olan bir örgütten


gel iyorsa, bu bir ihti lalle sonuçlanab i l ir; yok , haydut çe­
telerinden veya başkaldırmış askerlerden geliyorsa, tam
bir anarşi içine, kargaşal ı k içine düşmek ihtimali vardır.
Demokrati k ü l kelerde en öneml i özel örgütler i ktisa­
didir. Bunl ar, g izli cemiyetlerin tersine, düşmanlarını ölüm­
l e tehdit etmeyip, sadece açl ığa mahküın ettikleri için, te­
rörcülüklerini kanun d ışına düşmeden yü rüteb i l irler. Bu ör­
g ütler -apaçı k ifade olunmak zorunluğu bulunmayan- bu
gibi tehditlerle , mesela son zamanlarda Fransa'da olduğu
gibi, _ hüku metleri bile çok kere d ize getirmişlerdir. Özel
örgütler, kend ilerine mensup bulunmayan bireyleri n ölme­
yecek kadar karın ları nı doyurup doyuramayacağına karar
verebi ldikleri sürece, Devletin yetkesi n i n çok ciddi bir şe­
kilde sın ırlandırı ldığı apaç ı ktır. En aşağı Rusya'da olduğu
kadar Almanya ve İtalya'da da Devlet bu konuda özel ser­
mayeye üstün gelm iştir.
Şimdi yönetim biçimleri meselesine geçiyorum ; bu
konuya, tarih zamanları içinde esas teşki l atın en eski , en
basit ve en yaygın biçimi olan mutlakiyet sistemiyle baş­
l amam da doğaldır. Burada kral ve müstebit h ükümdar ara­
sı nda bir ayırım yapacak değ i l i m ; ben sadece, ister kal ıtsal
bir kral olsu n , ister hükümdarl ı k makamı n ı gasp yol uyla
e l e geçirmiş bir kişi olsu n , tek adam hükümdarlı ğ ı üzerin­
de duracağı m . Bu yönetim biçimi, Asya'da, Bab i l l i lerde ta­
ri h kayıtları n ı n başlangıcından Pers hükümdarl ı klarına, ora­
dan Makedonyalı ların, Romal ı l arın egemenl iğine, H i lafete
ve Büyük Mogol ( 1 ) dönemine kadar hep sürmüştür. Gerçi
Çin'de, kitapları yakan, Şih Huang Ti'nin ( M .Ö. 3. yüzyı l }

(1 ) Timur ahfadından Hindistan imparatoru, (Çev. Notu)

- 230 -
iKıiDAR

hükümdarlığı dışında. İ mparator mutlak hükümdar değildi


ve ayd ı n lar çoğunlukla İ mparatoru alt. edeb i l iyordu. Ne var
ki Ç i n öteden beri , her konuda kura l ların dışında kalmış
bir ü l kedir. Günümüzde, her ne kadar mutlak hükümdar­
l ı klar ortadan kal kma yolunu tutmuş ise de, mutlak hüküm­
darl ığa çok benzeyen yönetim biçimleri Almanya'da, İtal­
ya'da, R usya'da, Türkiye'de ve Japonya'da hala görülmek­
tedir. İnsanların doğal saydı kları yönetim biçiminin bu ol­
duğu anlaşı l ıyor.
Psikoloj i k yönden bu yönetim biçim i n i n üstünlükleri
açıktır. Genel olarak bir kabile ya da fırka fetihe hüküm­
darın ı n ardı sıra gider ve hükümdarın ardı sıra g idenler .
onun kazand ığı şan ve şereften kendi lerine de pay çıkarır­
lar. Persler, M edes'e karşı Sirüs'ü n ardından g iderek ayak­
lanmışlard ı ; İskender, Makedonyalı lara i ktidar ve servet
kazandırmıştı ; İhtilal ordularını zafere Napolyon ulaştırmış­
tı . Len i n ve Hitler' i n kendi partileriyle olan i l i ş ki leri de
aynı cinstendir. Bir kabile ya da fırkanı n başı eğer fatih­
se, o kabile ya da fırka o başın ard ından isteyerek gider
ve onun başarılarıyla kendini de yücelmiş sayar; fatihe
boyun eğenler, ona korkuyla karışık bir hayranl ı k duyar­
lar. Bu korku ve hayranl ığ ı uyandırmak için ne siyasal bir
eğitime ne de uzlaşma al ışkanlığına i htiyaç vard ı r ; gerekli
olan biricik i ç güdüsel toplumsal bağ l ı l ı k . h ükümdarın ar­
d ı nca gidenlerin arası nda ona en yakın olanların bağ l ı l ı·
ğıdır k i , her şeyin kahramanın başarı larına bağl ı olduğu
gerçeği bunun sağl an masını çok kolaylaştırır. Kahra­
man öldüğü zaman . eseri de yerle b i r olabi lir; niteki m İs­
kender'in ölümüyle de böyle olmuştur; ama onun yerine
gelen birisi , eğer şansı varsa. o eseri daha da i l eri götü­
rebil i r ve yeni i ktidar gelenekse l l i k kazanabi l i r.

- 231 -
İKTİDAR

İnsanları b i r toplum hal inde biraraya geti recek bağ ola­


rak, yukarıda sözünü ettiğimiz i l işki d ı şında her hangi baş.
ka b i r i l işkinin kurul ması ( kumanda ve itaat i l işkisi hariç)
çok zordur ve bunun zorluğunu Devletlerarası i l işki ler gös­
termektedir. Fetih yoluyla büyük imparatorluklar hal ine ge­
l en küçük Devletlere ait pek çok örnek bulunduğu halde,
kendi i stekleriyle federe ol muş Devletlere ait örnekler çok
azdır. Filip zamanında Yunanistan'da ve Rönesans İtalya­
sında çeşitli özerk Devletlerin bir dereceye kadar işbirl i­
ğine gitmeleri kendileri için ölüm kal ı m meselesi olduğu
halde, bu işbirliği sağlanamamıştı . Aynı şey bugünün Av­
rupası için de söylenebil ir. Kumanda etmek; ya da sadece
bağımsız kal mak al ışkanlığına sahip i nsanları , gönül l ü ola­
rak yabancı bir otoriteye boyun eğdirmek çok zordur. Böy­
l e bir şey ancak, küçük b i r grupun çoğunluk zararına bü ­
yük kazançlar elde etmeyi umduğu ve l i derlerine, teşeb­
büs inisyatifin i onun ell erine b ırakacak kadar güvendiğ i ,
korsanlar çetesi içinde gerçekleşebilir. 'Toplum mukave­
lesi'nden doğmuş bir yönetimden ancak bu gibi b i r du­
rumda da söz konusu mukave l e Rousseau'nun mukavelesi
deği l , Hobbes'un mukavelesi , yan i , vatandaşların (ya da
korsanların) kendileriyle l i derleri arasında yaptıkları mu­
kavele değ i l , sadece kendi araları nda, birb i rleriyle yaptık­
ları mukaveledir. Burada psikoloj i k bakımdan önemli olan
nokta, insanların böyle bir mukavele yapmağa, ancak yağ­
ma ve fetih için büyük imkanlar bulunduğu zaman istekl i
oluşlarıdır. Gene l likle apaç ı k biçimde o lmamakla beraber,
mutlak hükümdar olmayan kral ların b i r savaş kazanmakla
daha mutlak hale geleb i l me l erini sağlayan işte bu psi ko­
loj ik mekanizmadır.
Bu mülahazalardan çıkarı lacak sonuç şudur: bir hü-

- 232 -
iKTiDAR .

kümdarın keyfi i ktidara sahip olab i l mesi i çin tahta yakın bir
arkadaşlar çetesinin buna gönüllü bir şekilde rıza göster­
meleri gerektiği halde, hükümdarın uyruklarının çoğunlu­
ğu gen � l l ikle önce korkudan, daha sonra da bir a l ışkan l ı k
ya da gelenek yüzünden boyun eğerler. 'Toplum Mukave­
lesi,' tamamiyle esatiri olmayan biricik anlamı i çinde, fa­
tihler arası bir mukaveledir ve bu mukavele, fatihl er fet­
hin sağladığı kazançlardan yoksun oldukları anda, raison
d'etre' ini kaybeder. Uyrukları n çoğun luğu söz konusu ol­
duğu zaman ise, i ktidarı bir tek kabilenin ötesine taşan bir
krala boyun eğişin asıl nedeni rıza değ i l , korkudur.
Hükümdara en yakın grupta bulunanların bağ l ı l ık, ve
genel halktaki korku nedenleri son derece basit olduğu ,
kolaylıkla da yaratılabi ldiği için, özerk Devletlerin geniş­
lemeleri hemen hemen her zaman gönü l l ü federasyon yo­
l uyla değ i l , fetih yoluyla olmuştur; mutlakiyet yönetimle­
rinin tarihte böylesine büyük bir rol oynamaların ı n sebebi
de budur.
Bununla birl i kte, monarşilerin çok zayıf noktaları da
vardır. Eğer bu yönetim kal ıtsal ise, hükümdarların yete­
nekli kimseler ol mağa devam etmeleri i htimali azdır; eğer
h ü kümdarı n yerine kimin geçeceği konusunda kesi n b i r ya­
sa yoksa, bu sefer de sülaleler arası bir iç savaş çı kabi l ir.
Doğuda bir hükümdar genellikle tahta ç ı kar ç ı kmaz, erkek
kardeşlerini öldürtmekle işe başlar; ama kardeşlerden bi­
ri kaçarsa, idamdan kurtulmasını sağlayabi lecek b i ricik
şans olarak hemen taht üzerinde hak iddiasında bulunur.
Mesela, Mainucci'ni n , Büyük M ogol lar'ı anlattığ ı Storia
do Mogor adlı eserinde, Büyük Mogol İ mparatorlu­
ğunu başka her şeyden çok taht kavgalarını n zayıf-

- 233 -
iKTiDAR

!attığı açıkça bel irlenmiştir. İngiltere'de de G ü l Savaşları ay- ·

nı töreyi gösterir.
Öte yandan, monarşi eğer kal ıtsal d eğ i l se, iç savaş
i htimal i daha da artar. Bu teh l i kenin en güzel örneği n i ,
Roma İmparatorluğu'nun, Commodus'un ölümünden Kons­
tantin'in tahta çıkışına kadarki dönemi verir. Bugüne ka­
dar bu meselenin çözümü için sadece bir tek başarıl ı me­
tot düşünülebilmiştir: bu da Papa'n ı n seçi l i ş metodudur.
Ne var ki, bu, demokrasiden hareket eden bir gelişmenin
en son s ı n ı rıdır; ama buna rağmen, Büyük Bölünme, bu
metodun bile kusursuz olmadığını göstermektedir.
Monarş i n i n daha da ciddi bir zayıflı ğ ı , bu yönetimi n
genel l ikle uyrukların ı n çıkarlarına -bu çıkarların kral ı n
çıkarlarıyla özdeş olması h a l i dışında- kayıtsız kalması­
d ı r. Ç ı kar özdeşliği sadece bir noktaya kadar var olabilir.
Kralın, iç anarşiyi bastırmakta çıkarı vardır, b u bakımdan,
anarşi ihtimali fazla olduğu zaman,. uyruklar içinde yasaya
bağl ı olanlar kralı destekl iyecekl erdi r. Uyrukların zeng i n
olması nda d a kralın çıkarı vardır, zira zengin uyruklardan
daha büyük m i ktarda vergi alabi l i r kra l . D ı ş , ü l ke lerle sa­
vaşta, kral m uzaffer olduğu sürece, kra l ı n çıkarlarıyla uy­
rukların ı n çıkarları özdeş sayıl abil i r. Kral' egemenl i k sınır­
larını genişlettiği sürece, kralın efendiden çok l ideri bulun-
, duğu, tahta en yakın grup, kralın h izmetini kendi çıkarları­
na elverişli sayacaktır. Ne var ki krallar iki nedenle yol­
dan saparlar: gurur ve kumanda i ktidarın ı kaybetmiş bulu­
nan bir yakın grupa güvenme; Gurura bakalım : her ne ka­
dar M ıs ı rl ı lar Ehramların yüküne dayanabi ldilerse de, l�
1j
Fransızlar, Versa i ll es ve Louvre'un l ü ksüne dayanamay ı p
e n sonunda homurdanmağa başladılar; ahlakçılar da öte­ ·�
'1
den beri sarayların l üksüne karşı çıkmışla rd ı r. Apokrifada
, ·�

J.,;
- 234 -

.,

,\
:,/
İKTiDAR

bize, 'Şarap kötüdür, kadınlar kötüdür, kral kötüdür.' denil i­


yor.
Monarşinin bozu l uşunun öbür nedeni daha da önem­
l i d i r. Krallar, halk topluluğunun bel i rl i bir bölümüne gü­
venme al ışkanlığını edinirler: bu bel i rli bölüm aristokrasi ,
Kilise, burjuvazin i n yüksek tabakaları , ya da Kazaklar g i­
b i , coğrafi b i r grup olabi lir. İ ktisadi ve kültüre l değ i şi kli k­
ler kralın tuttuğu grupun iktidarını yavaş yavaş azaltır ve
h�l k katında bunların uyandı rdığı nefı:ıetten krala da b i r
pay düşer. Hatta kra l , i l . N i köla gibi , tamamiyle o n u n ta­
rafını tutacak olan g rupları n desteğini kaybedecek kadar.
akılsızlı k da gösterebilir; ne var ki , bu kural dışı b i r du­
rumdur. 1. Charles ve XIV. Louis'yi aristokrasi desteklediği
halde, orta sınıf tutmadığı için düşmüştür bu kral lar.
Bir kral ya da despot, iç siyasette sürgit kurnaz, dış
siyasette de sürgit başarı l ı olduğu takdirde i ktidarını koru­
yabilir. Eğer hükümdarın yarı tanrısal bir nitel iği varsa, sü­
lalesi bel i rsiz bir zamana kadar uzayabi l i r. Bununla birl i k·
te medeniyetin gelişmesi onun tanrısal l ı k nitel l ğ ine olan
i nanca bir son verir; savaşta yeni lgiden her zaman kurtul­
mak mümkün olmadığı gibi , siyasal kurnazl ı k da sadece
hükümdarlara özgü b i r şey değildir. Bundan ötürü , eğer dı­
şardan bir saldırı olmazsa, er geç b i r ihtilal çıkar ve mo­
narşi ya alaşağı edil i r, ya da iktidarı elinden alınır.
Mutlak monarşinin yerine, onun doğal ard ı lı olarak
oligarşi geçer. Ama oligarşi çeşitl i biçimlerde olabi lir; bu ,
kal ıtsal . bir aristokrasi egemen l i ğ i , zenginler egemenliği,
Kilise egemenliği veya siyasal bir parti egemenl iği olabi­
lir. Bunların her biri , birbirinden çok başka sonuçlar doğu­
rur. Kal ıtsal bir toprak aristokrasisi muhafazakar, mağrur,

- 235 -
iKTiDAR

aptal ve :zanm olma eği l imindedir; bir çok n edenler ara­


sı nda en çok bu nedenlerden ötürü de, kal ıtsal aristokrasi ,
yüksek burjuvaziyle çatışmasında daima alt olur. Orta Çağ
boyunca, bütün serbest sitelerde bir çeşit zenginler yöne­
tim i sürüp gitmiş ve bu yönetim , ta Napolyon tarafından
ortadan kaldırıl ıncaya kadar Venedik'te egemen o lmuştur.
B u gibi yönetimler gene l likle tarihte b i l i nen bütün öteki
yönetimlerden daha ayd ı n , daha kurnaz olmuştur. Öze l l i k­
l e Venedik, entrika larla dolu yüzyı l lar boyunca basiretli b i r
yol izlemiş ve daima, bütün öteki Devletlerinkinden çok
daha yetenekli bir diplomatik hizmeti emrinde bulundur­
muştur. Ticarette kazan ı l an para, diktatörce olmayan b i r
yoldan, zekayl a kazan ı l ır; başarıl ı tüccarlardan kuru l u yö­
netimlerde de bu bel irg i n nitelikler açıkça görül ür. M odern
endüstri kapta n ı , kısmen emtianın teknik maniplasyonuyla
uğraştığı için, kısmen de onun insanlarla alışverişini, iş­
birliğine zorlanmaktan çok ikna edi l meleri gereken denk­
leriyte olan i lişkileri değ i l , bir ordu kadar kalaba l ı k müs­
tahdem kadrosuyla olan i l işkileri meydana getirdiği içi n ,
tamamiyle değişik bir tiptir.
Ki l ise yönetimi veya -teokrasi deni lebilecek- bir
siyasal parti yönetimi, son y ı llarda yeniden önem kazan­
m ı ş bir ol igarşi biçimidir. Bu oligarşinin St. Peter Vakfı ve
Paraguay'daki Cizvit rej i m i içinde daha eski bir . biçimi var­
d ı , yeni biçimleri ise -Münster Anabaptistlerlnin kısa sü­
rel i egemenliği dışında- Calvin'in Cenevre'deki yöneti­
miyle başl a r. lngiltere'de, Restorasyon döneminde sona
eren Azizl er Yönetimi daha da moderndi ve bu yönetim ,
New England'da oldukça uzun bir süre devam etti . O n se­
kizinci ve on dokuzuncu yüzyıl larda bu yönetim biçiminin
tamamiyle ortadan kal ktığı düşünü lürken, Leni n tarafından

- 236 -
iKTiDAR

canlandırıldı1 İtalya ve Almanya'da benimsend i , Çin'de de.


benimşe n i l mek üzere ciddi g i rişimlerde bulunuldu.
Halkın büyük çoğunluğunun cahil ve siyasal tecrübe­
den yoksun olduğu Rusya gibi, Çin g i bi bir ü l kede, başarı
kazanan i hti lalciler kendi lerin i çok güç bir durumda buldu­
lar. Batı l ı ölçülerine uygun bir demokrasinin başarı kazan­
masına imkan yoktu, Çin'de bu yolda bir girişimde bulunul­
du, ama bu g i rişi m daha başında fiyaskoyla sonuçlandı.
Öbür yandan, Rusya'daki i hti lalci parti lerin el inden, bölge­
sel aristokrasiye ve zengi n orta sınıfa karşı nefret bes l e­
mekten başka bir şey gelmiyordu ; gerçekleştirmeyi dü­
şündükleri amaçlardan hiç biri, bu sınıflar içinden seçile­
cek bir ol igarşiyle gerçekleştiri l emezdi. Bundan ötürü i h­
ti lalciler şöyl e dediler: 'Biz, ihti l a l i gerçekleştiren parti ,
ü l ke demokrasiyi hazmedecek hale gelene kadar siyasal
i ktidarı e l i mizde tutacağız: bu arada da halkı kendi i l kele­
rimize uygun olarak eğiteceğiz!
Bununla birlikte sonuç, Eski Bolşeviklerin umdukları
gibi çıkmad ı . (ç savaşın , kıtl ığın ve köylülerdeki hoşnut­
suzluğun zorlamaları altında diktatörlü k g ittikçe daha sert­
leşirken, Len in'in ölümü nden sonra Komünist Partis i için­
de başlıyan mücadele de bu diktatörlüğü Parti yönetim i n­
den çıkarıp, tek adam yönetimi hal i ne getird i . Bütün bun­
lar, önceden tahm i n edi l mesi zor şeyler değ i l d i . 1 920'de
şöyle yazmıştım : 'Bolşeviklerin kuramına göre her ü l kenin
er geç, Rusya'nı n şimdi geçmekte o l duğu yoldan geçmesi
gerekmektedir. Böyle bir durumda da her ülke yönetimi­
nin doğuştan özgürlük sevgisine sahip olmıyan ve dikta­
törl ükten özgürlüğe geçişte acele etmek için bir sebep
görmiyen i nsanların eline düşmesini bekliyeb i l i riz . . . Rus­
ya'da Bolşeviklerin yerleştiğ i gibi yerleşen bu g i bi adam-

- 237 -
İKTiDAR

ların . . . i ktidar tekelini bırakmak istememeleri ve yeni bir


ihtilal kendilerini süpürene kadar i ktidarda kalmak için bo­
yuna sebepler bulmaları hemen hemen kaçınılmaz b i r hal
a l maz mı?' İşte böyle sebeplerden ötürü bir teokrasiyi ,
-başka bakımlardan üstünlükleri olsa b i l e- demokrasi­
ye varmak için bir adı m saymak zordur.
Teokrasi lerin üstünlükl eri , yönetim yeni akideyi tem­
s i l ettiği vakit, bazen çok büyüktür, bazen de hiç yoktur.
Her şeyden önce, müminler i htilalden sonra top lumsal bağ­
l ı lı ğın çeki rdeğini meydana getirirler ve temelde aynı gö­
rüşleri taşıdıkları için kolaylıkla işbirliği yaparlar; bundan
ötürü , bunlar, kendi görüşlerin i n b i l incine sahip çal ışkan
bir yönetim kurmakta zorluk çekmezler. İkinci olarak, Par­
ti veya Ki l ise, daha önce de gördüğümüz gibi , şu ya da bu
sebepten demokrasinin başarısızlığa uğramaktan kurtulma­
dığı durumda, siyasal iktidarın kendisine emanet edi lebi­
leceği bir azı n l ı ktı r, zira bunların azı n l ı k n itel i kleri , soylu­
lar ve :zenginler sınıfının azı n l ı k nitelikleriyle bir deği ldir.
Üçüncü olarak da, mümi nler, halkın çoğunluğundan daha
enerjik, siyasal bakımdan daha b i l i nçli ve bir çok durum­
larda daha akı l l ı olduklarından hemen hemen emindirler.
Bununla birlikte bazı akideler -i ktidarı ele geçirmiş bazı
akideler de dahi l olmak üzere- iş arayan maceraperest
döküntüleri saymazsak , sadece budala i nsanlara çekici ge­
l i r. Bundan ötürü zeka, sadece bazı teokrasi l erde bel i rgin
nitelik olarak görü lü r.
İktidar sadece bir fırka üyelerinin el inde bulunduğu za­
man, sert b i r i deoloj i k sansür de kaçın ı lmaz olur. Sam i mi
müminler yeni inancı yaymağa çal ışır; öteki ler ise yeni
inanca dış görünüş itibariyle uymakla yetinirler. B i rincile-

- 2 38 -
iKTiDAR

rin davranışı zekanın özgürce uygulanma olanağı n ı ortadan


kal d ı rı r; ikincilerin tutumu ise riyakarlığı besler. Eğiti m
ve edebiyat klişe haline getirilir ve bunlarla insiyatif ya
da eleştirici kafalar değ i l , her şeye i nanan kafalar yaratıl­
mağa çal ı ş ı l ı r. Eğer l iderler kendi teoloji lerine ilgi duyu­
yorlarsa, inançtan sapmalar görülür ve ortodoksluk git g i­
de daha dogmat i k bir hal a l ı r. Bir akidenin şok etkisi al­
tında kalanları s ı radan i nsanlardan ayıran şey, bunların az
çok soyut ve günlük yaşantıdan az çok uzak b i r şeyle duy·
gulandırı labi lme yetenekleridir. Eğer sevilmiyen bir yöneti­
mi bu gibi i nsanlar kontrolleri altına a l ı rlarsa, sonuç, top­
lumun kendi halindeyken olabil eceğinden daha da yüzey­
sel , daha da düşüncesiz hale getirilmesi ş ekl i nde ortaya
çıkar; bütün düşüncelerde ka İ ıtsal olarak, geçerli inanç­
lardan sapma yeteneğ i n i n bulunduğunun ve bundan dolayı
bütün düştincelerin teh l i keli olduğunun bilinmes i , bu sonu­
cu (yani , toplumun düşüncesiz ve yüzeysel k ı l ınması) el­
de etmek için büyük çaba harcanmasına yol açar. Bir te­
okraside yöneticilerin bağnaz olmaları çok muhtemeldir;
bağnaz yön etici l er ise sert olurlar; sert olunca muhalefet­
le karş ılaşırlar; m u halefetle karşı laşınca eskisinden de
sert olurlar. iktidar dürtüleri bile, d i nsel gayretkeşl i k kis­
vesine bürünür ve bundan ötürü de hiç bir sınır tanımaz
oıu'r. insanların işkenceye konmasına, ateşte yakılmasına,
Gestapo'nun ve Çeka'nı n doğmasına da işte bu yol açar.
Monarşi ve oligarşin i n hem erdeml eri hem de kusur­
ları bulu nduğunu gördük. Her ikisinin de belli baş l ı kusu­
ru, bu hükumetlerin er geç, s ı radan i nsanların i steklerine
karşı kayıtsız hale gelmeleri ve i htilale yol açmalarıdır. De­
mokras i , yerine sağlam oturduğu zaman , bu cins istikrar­
s ızlı ğa karşı bir koruyucudur. İç savaş çok büyük bir fela-

- 239 -

l
iKTiDAR

.k et olduğuna göre, en tavsiyeye değer hükumet biçimi , b i r


iç savaş tehl i kesini ortadan katd ı rabi lecek hükumet biçi­
midir. Bugün, b i r iç savaş çıksa bile, eski i ktidar sahiple­
rine zafer kazandıracak bir iç savaş düşünülemez. Bütün
öteki noktalarda bir denge bulunduğu halde, eğer i ktidar
çoğunluğun el indeyse, böyle b i r h ü kumeti n iç savaşı ka­
zanma şansı, azı n l ı ğ ı temsi l eden b i r hüku meti n iç savaşı
kazanma şansından fazladı r. Bu da, demok rasinin üstün­
lüğünü gösteren bir başka deli ldir; bununla birlikte son
zamanlardaki bazı çeşitl i olaylar, bu del i l i n de sınırl ı o ldu­
ğunu göst.e rmektedir.
Bir hükumete 'demokratik' diyebi l mek için, nüfusun
oldukça büyük bir bölümünün siyasal i ktidarda pay sahibi
olması gerekir. Yunan demokrasilerin en aşa ı rı ları kadınlar­
la köleleri siyasal faal iyet dışında tutmu ş , Amerika ise,
daha kadınlara oy hakkı tan·ı madığı zamanlarda kendini de­
mokrasi saymı ştır. Siyasal i ktidara sahip nüfus yüzdesi
arttığı oranda, oligarşinin de demokrasiye yaklaştığı açık­
tır. Ol igarşilerin bel i rgin nitelikleri , sadece , bu yüzde ora­
n ı küçük olduğu zaman ortaya çıkar.
Bütün örgütlerde, ama özellikle Devletlerde, yönetim
sorunu iki katl ıdır. Yönetim açısından soru n , yönetilenle­
ri n rızası n ı sağlamaktır; yöneti lenler açısından ise, sorun
yöneti m i , sadece kendi çıkarlarını değil , üzerinde i ktidar
sahibi olduğu topluluğun çıkarların ı da dikkate alan b i r
yönetim hal i ne getirmektir. Bu sorunların bir tanesi tam
olarak çözülürse, öteki sorun ortaya çıkmaz; eğer hiç biri
çözülmezse, ihti lal çıkar. Ama bir kural olarak , uzlaştırıcı
bir çözüme u laşılır. Yönetim safındaki bel l i baş l ı etkenler
-kaba kuwet dışında- gelenek, d i n , dış düşmanı.ardan

- 240 -
r
i
iKTiDAR

korkma ve insanların çoğunda doğuştan bulunan, bir llder


ardına takılma isteğidir. Yönetilenlerin korunmasını hiç de­
Öilse bir dereceye kadar sağl ıyan sadece bir tek metOt
bulunabilm iştir bugune kadar, o da demokrasidir.
Bir yönetim metodu olara k demokrasi , bir kısmı şart
olan, bir kısmı , p rensip itibariyle şart olmıyan sınırlamala­
ra tabidir. Şart olan sını rlamalar iki kaynaktan doğar: bazı
kararların h ızla alınması , bazı kararlar için ise uzmanların
bilgilerine başvurulması gerekir. Büyük Britanya 1 93 fde
a ltın esasını bıraktığı zaman her i ki etken de işin içine ka­
rışmıştı : çabuk hareket etmek zorunluğu bulunduğu gibi ,
altın esasının bırakı lışının ortaya çıkardığı sorunlar, her­
kesin kolay kolay altından kalkabileceği cinsten sorunlar
da değ i l d i . Bund�n dolayı , demokrasi kendi fikirlerini an·
cak, geçmişte yapı ldığı şeki lde ifade edebil i rd i . Savaş, ma­
li sorunlardan daha az tekni k b i r sorun olmakla birl ikte,
daha acele davranılmasını gerektiren bir sorundur: Par­
l ementoya veya Kongreye danışmak (aslında biçim itiba­
riyle olmasa bile olgu itibariyle karar daha önce a l ınmış
bulunacağından böyle bir danışma komedi oyna maktan öte
.bir anlam taşımıyacaktır) mümkün ise de, seçmenlere da­
nışmak mümkün d�ğ i ld i r.
Şart olan bu sın ı rlamalar dolayısıyl e , seçmenlerin b i r
çok hususta karar vermeyi Hükumete b ı rakmaları gerek­
mektedir. Demokrasi , H ü kumet komuoyuna saygı göster­
mek zoru n l uğunu duyduğu sürece başarı l ı olur. Uzun Mec­
lis, ( 1 } kendi leri istemedikçe dağı lmama kararı almıştı ;

(1 ) 3 Kasım 1 640'da
. '

toplanıp, !10 Nisan 1 653�de Cromwell tarafından


'
da�ı'tıfon itı!)liiz Mecfüıi. (Çev. Notu)

- 241 -
İ ktidar - F ./ 1 6
iKTiDAR

daha sonraki M eclislerin de aynı yolu i zlemelerine ne en·


gel oldu ? Bunun cevabı ne basittir ne de güven vericidir.
Her şeyden önce, bir i htilal ortamının bulunmayışı, yasa­
ma görevin i yürütmekte olan Meclis üyeleri içi n , yeni lmiş
bir partiye mensup bile o l salar, yine de tatl ı bir yaşayış
sürme olanağını garanti ediyord u ; üyeleri n çoğu yeniden
s eç i lebil irlerd i , seçi l meyip yönetme zevki n i kaybetseler
bile, bu sefer de rakip lerin i n hatalarını komuoyu önünde
e l eşti rm e o lanağı sayesinde, hemen hemen yönetmedeki
zevke denk b i r zevk duyacaklardı. Bel ir l i b i r süre sonra
i ktidara geleb i l me olanakları ise kaybolmuş o l mıyacaktı .
Öte yandan, eğer Mecli s üyeleri , anayasa oyunlarına baş­
vurarak, seçmenl erin kend i l erinden kurtu lmalarını i m kan­
sız hale getirselerd i , bir i htilal ortamı yaratmış olacaklar­
dı ki, bu da hem mallarını, hem de canlarını teh l ikeye dü­
ş ürecekti. Strafford i l e 1. Charlesin akibetleri , düşüncesiz
davranışları önleyen b i r ibret olmuştu.
Eğer b i r i htilal ortamı var olsaydı, bütün bunlar deği­
ş i rd i . Muhafazakar bir M eclisin, gelecek seçimlerde, ma­
l a ve mülke karşıl ığını ödemeden el koyacak o lan Komü­
n istlerin ç,o ğunluğu sağlamalarından korktuğunu farzede­
l i m . Böyle b i r durumda i ktidar partisi pekala Uzun Meclis'i
takl it ederek, sürekli o larak i ş başında kal ma kararı a l abi­
l i rd i . . Sırf demokrasi i lkelerine saygı yüzünden de i ktidar
partisinin böy l e b i r kararı almaktan kaçınması i mkansız
olurdu; onları · böyle bir davranıştan a l ı koyabilecek (o da
eğer a lıkoyab i l i rse) biricik şey, silahlı kuvvetlere güvene­
memeleri olurdu.
Bundan çıkarılacak ders şudur: demokrasi , i ktidarı
seçmenlerin oyuyla işbaşına gelen temsilcilere testim et­
mek zorunda o lduğundan, temsi lc ilerin, b i r i htil a l ortamın-

- 242 -
iKTiDAR

da da seçmenlerin istekl erini temsil etmeğe devam etme­


lerine i m kan verecek kadar güven içinde h issetmez ken­
dini. Kolaylıkla kavranılabilir koşullar içinde, b i r Mecli s i n
istekl eri, u l usun çoğunluğunun isteklerine muhalif olabi­
l i r. Böyle koşul lar içinde Meclis eğer ağır basan bir güce
güveneb i l i rse, dokunu l mazl ı k kazanmış olarak ,çoğunluğ u n
isteklerine aykırı hareket edebilir.
Bununla demokrasiden daha iyi bir yönetim biçimi bu­
lunduğunu söylemek istemiyorum. Bununla sadece, i nsan­
ları n uğrunda dövüşmeyi göze aldıkl arı meselel erin bulun­
duğunu ve bu meseleler bir kere doğdu mu , hiç bir yöne­
tim biçiminin iç savaşı ö n liyemlyeceğini söylemek i stiyo­
rum. Hükumetlerin en öneml i amaçlarından biri , mese l e­
lerin, b i r iç savaşa yol açacak kadar sivril mesin i önlemek
olmalıdır; bu görüş açısından da demokrasi , buna a l ış ı l d ı­
ğ ı yerde, muhtemelen bütün ötek i yönetim biçim lerinden
daha iyidir.
Bir yönetim biçimi olarak demokrasinin güçlüğü, uz­
laşmaya haz ı r bulunul masın ı istemesidir. Yen i le n parti ,
uzlaşmaya varmayı , kendisi için b i r şerefsizlik haline geti­
recek kadar prensip meseles i yapmamalıdır; öbür yandan ,
çoğunluk partisi d e , üstü nlüğünü kuUanmada en son sınır­
ları zorlayıp karşı tarafı ayaklanmaya kışkırtmamalıdır. Bü­
tün bu sayd ıkları m ızın gerçekleşmesi tecrübe i ster, yasa­
ya saygı ve kendi fikirlerin e uymayan fikirlerin mutlaka kö­
tü o l ması gerekmediğine i nanılması n ı ister. Bunların hep­
s inden de öneml i olarak, aşırı bir korkunun bulunmaması
zorunl uğu vardır, z i ra böyle b i r korku bulundu mu, i nsanlar
kendi lerine bir l ider ararlar, bulunca da ona boyun eğer·
l er, bu ise o l iderin daha sonra b i r d iktatör olmasına yol

- 243 -
iKTiDAR

açabi l i r·. Bu koşull a r sa�landı ğ ı takdi rde demokrasi , bugü­


ne kadar ortaya konulmuş en istikrarlı yöneti m · biçimi ola­
bilir. Demokrasiyi , Amerika Bi rleşi k Devletleri nde, Büyük
Britanya'da, Kanada ve Avusturalya'da, İskandinav ülkele­
rinde ve İsviçre'de, ancak b i r dış tehl i ke tehdit edeb i l i r;
Fransada i se demokrasi gittikçe daha sa�lam bir şeki l de
yerleşmektedir. Demokrasinin, istikrar n iteliğ i yanısıra,
hükumetleri , uyrukların ı n -be l ki istenildiği kadar deği l ,
a m a h i ç deği lse mutlak monarş iler, oligarş iler ve d i ktatör­
l ü klerdeki nden çok daha fazla- ç ı karı n ı gözetmeğe zor­
lamak gibi bir erdemi daha vardır.
Modern bir büyük Devlette demokrasinin, aynı alanda
başka yönetim biçimleriyle karş ı laştırıldığına göre değ i l ,
i l g i l i büyük nüfus bakım ı ndan, kaçın ı lmaz bazı no.ksanlıkları
vardır. Antikitede temsi l sistem i b i l i n mediğinden, vatan­
daşlar pazar yerinde toplanır, her mesele için bizzat oy
kullanırlard ı . Devlet sadece bir site s ı nırl arı içinde kaldığı
sürece bu, her vatandaşa gerçek bir i ktidar ve sorumluluk
duygusu verird i , hele meselelerin çoğu, vatandaş ı n tecrü­
beleri yoh,.ıyla anlayabil eceği meseleler olduğu zaman, bu
i ktidar ve sorumluluk duygusu daha da artardı . Ne var ki,
seçim yoluyla iş başına gel miş bir yasama organının bu­
l unmayışı dolayısıyle demokrasi daha geniş bir afaha ya­
yı l amıyordu. italya'nın öteki bölge lerinde oturanlar da Ro­
ma vatandaş l ı ğ ı na kabul edildikleri zaman, bu yeni vatan.,.
daşlar, siyasal iktidardan bir pay etde edemiyorlard ı , zira
bu siyasal iktidarı uygufamak olanağı na sadece fiilen Ro­
ma'da otu ranlar sahipti ler., M odern dünyada bu coğrafi g üç­
l ü k temsi lciler seçme yoluyla Çözüldü. Bir kere seçllen
temsilciler, daha son zamanlara kadar, büyük bir bağı m­
sızlık kazanmış oluyorlard ı , zira başkentten uzakta yaşa-

--- 244 -
r iKTiDAR

yanlar .neler o l up bittiğ i n i , fikirlerini etk i l i bir şekilde ifa·


de etmelerine imkan verecek kadar çabuk ya da ayrıntıl ı
öğrenemiyorlard ı . Halbuki şimdi, radyo, gazete, çabuk u l a­
ş ı m olanakları v.b. sayesinde büyük ü l keler g ittikçe daha
çok, antikiteni n Site Devletlerine benzemektedirler; mer­
kezdeki adamlarla merkezden uzak ·seçmenler arasında
ş i mdi daha fazla (bir çeşit) kişisel temas vard ı r ; liderler
ve l iderlerin ardı ndan gidenler, birbirleri üzerine karş ı l ı k l ı
olarak' daha çok baskı v e etki. uygulayabilmektedirler, hal ­
buki böyle bir şey on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyı l­
l arda olanaksızdı. Bun.un bir sonucu olarak temsil ci n i n öne­
mi aza l ı rken, l iderin önemi artmıştır. Meclisler artık eskisi
gibi seÇmenlerle hükumetler arasında etkili b i r aracı ol­
maktan çıkmıştır. Eskiden sacede seçim azamanlarında baş­
vuru l an bütün o güve n i lmez propaganda araçları şimdi ara­
l ı ks.ız kullan ı l abilmektedi r. Yunan Site Devleti , propaganda
metotları yeniden aynen kul lanı l mağa başlandığı içi n , de­
magog larıyla, zal i m hükümdarları, muhafız askerleriyle,
sürgünleriyle, olduğu gibi yeniden canlanmış bulunuyor.
Büyük bir demokraside seçmen, başı nda bir l ider gör­
mek için büyük b i r i stek duyması dışında, o kadar az bir
i ktidar duygusuna sahipti r ki, oyunu kul lanmak zahmetine
g i rmek bile istemez. Eğer seçmen, önem l i parti lerden bi­
rinin uyanık bir propagandacısı deği lse, kimin yönetimi ele
a l acağ ı na karar verecek olan güçleri n enginliği karşısın­
d a kendi rolünü d ikkate a l ı n mayacak kadar önemsiz gö­
rebi l ir. Uygulamada, seçmenin bir kural olarak b ütün ya­
pabileceği , proramlar ı kendisini h i ç ilgi lendirmeyebi l en ve
birbi rinden çok az ayrı lan, seçildikleri anda da dokunul­
mazlığa sığınıp programdan ayrıl acaklarını çok iyi b ildiği
i ki .kişiden birine oyunu vermekten i barettir. Öte yandan

- 245 -
İKTiDAR

eğer seçmenin ateşli hayranı olduğu b i r l ider varsa, o za­


man işe karışan psi koloj i , monarşiyle birlikte üzerinde dur­
duğumuz psi kolojidir: yan i , kralla kab i lesi ya da kendisini
eylemle destekleyen bir fı rka arasındaki bağ psikolojisi.
Bütün usta s iyaset tahrikçi leri, ya da örgütleri kendileri n i ,
halkın b i r bi reye bağlanma arzusunu kamçı lamağa adar­
lar. Eğer bu birey büyük b i r l ider ç ı karsa, sonuç tek adam
yönetim i olur; yok eğer büyük bir l i der olamazsa, o zaman
da gerçek i ktidar, onu seçtiren parti grupunun eline geçer.
Bu gerçek bir demokrasi değildir. Yönetim alan ı n ı n
büyük olduğu yerde demokrasinin korunması çok zor b i r
sorundur; bu sorun'a i leriki bir bölümde döneceği m .
Buraya kadar sadece siyasette yönetim biçimleri üze­
rinde durduk. Halbuki i ktisadi örgütlerde ortaya çıkan bi­
çimler o kadar öneml i ve öyle değişiktir k i , üzerinde ay­
rıca durulması gerektir.
B i r endüstri girişimi nde her şeyden -önce, a�tikitedeki
vatandaş -köl e ayı rımına çok benzeyen bir ayır.ı m vardır.
Vatandaşlar, g irişime sermaye yatıranlar, köleler de i şçi­
lerdir. Bu analojiyi fazla zorlamak istemiyoru m . İşçiyi kö­
leden ayı ran şey, işç i n i n elinden gelirse istediği zaman
işini değiştirebilme özgürlüğüne ve çalışma saatleri d ışın­
daki vaktini d i lediği gibi kullanab i l me hakkına sahip bu­
lunuşu olgusudur. Ben i m ortaya çı karmak istediğim analo­
j i , yönetim l e i l g i lidir. İstibdatlar, oligarşi ler ve demokrasi­
ler birbirlerinden, özgür insanlarla olan i lişki leri bakım ı n­
dan ayrı l ı rlar; kölelerle olan i l işkileri yönünden ise h i ç bi­
rinin ötekinden farkı yoktu. Aynı şeki lde kapital ist endüs­
tri girişimlerinde de i ktidar, yatırım yapanlar arası nda mo­
narşik, ol igarş i k ve demokratik olarak bölüneb i lir, ama iş-

- 246 -
iKTiDAR

ç iler, yatırım yapmadı kları sürece bu i ktidarda h i ç bir pay


sahibi olamazlar ve ancak antikitede köleler için düşünül­
düğü kadar hak sahibi sayıl ı rlar.
Ticari şirketler son derece değişik, ol igarşik esas teş­
kilat biçiml eri ortaya koyarlar. Şu anda, i şçilerin yönetim
dışında tutuldukları olgusunu düşünmüyorum; sadece his­
"
sedarları d üşünüyorum. Bu konuyu b enim bildiğim kitaplar
içinde en iyi anlatan eser, Berle ve Means'in daha önce de
sözünü ettiğ i m , Modern Şirket ve Özel Mülkiyet adl ı eser­
leridir. Berle ve Means, 'Yönetim Evrimi' başlıklı bölüm­
de, oligarşi lerin, çok kere mülkiyet üzerinde az pay sahibi
oldukları halde nasıl büyük sermaye biri kimlerinin yöneti­
mini e l l erine geçird i klerini göstermektedirler. Vekil ler ko­
mitesiyle i lgili düzenler yol uyla, yönetim kuru l u 'kendi ye­
rine geçecekleri fiilen dikte edebilir. Mül kiyetin yeteri ka­
dar bölüşü ldüğü yerde, yönetim kurulu, mülkiyet üzerinden
payı önemsiz bile olsa, böylel ikle kendi kendini sürdüren
b i r kuruluş hal ine geleb i lir. Bu satı rlar yazarının, başka her
hangi bir yerde keşfedebildiği, bu koşul lara en yakın yön­
tem , Katolik Kil isesine hükmeden örgütün yöntemidir. Pa­
pa, Kardinalleri seçer, Kardinaller Heyeti de karş ı l ı k ola­
rak, Papanın yerine geçecek olanı seçer.' (1) Bu yönetim
biçi m i , birincisi dört m ilyar, ikincisi de iki milyar dolarl ı k
aktif ( 1 Ocak, 1 930'da) sahibi olan Amerikan Telefon ve
Telgraf Şirketi ile B i rl eşik Devletler Çel i k Şirketleri gibi,
dünyanın en büyük şirketlerinden bazı larında vardır. Yu­
karıda sözünü ettiğimiz şirketlerden i ki ncisinde direktör­
lerin elinde bulunan h isseleri n topl am ı , bütün h isse mik-

(1) Adı geçen kitapta, s. 87 - 8.

- 2-47 -
iKTiDAR

tarı n ı n ancak yüzde 1 .4'üdür; ne var ki, i ktisadi i ktidarın


tümü onların e l i ndedir.
Bir ticari ş irket örgütünün karmaş ı k l ı ğ ı , her hangi bir
siyasal kurum örgütünün karmaşıklığından daha büyük ol­
ma e�il .i mindedi r. Direktörler, hisse sahipleri, tah1,1il sahip­
leri, icra heyeti ve s ı radan m üstahdem hep başka başka
işlevlere sahiptir. Yönetim genell i kle ol igarşi biçim inde
olup, bu ol igarşinin birimleri h isse sahipleri değil , h isse­
lerdir ve direktörler de bu hisselerin seçilmiş temsi lcile­
ridir. Uygulamada direktörler h isse sahiplerine karş ı , si­
yasal oligarşi yönetiminin tek tek oligarklara karşı
el i nde bulundurduğundan daha büyük i ktidara sahiptir. Per
contra, ( 1 ) sendi kac ı l ı ğ ı n iyi örgütlendiğ i yerde müstahdem ,
çal ıştı rılma şartları konusunda sesini iyice duyurabilm ek­
ted i r. Kapital ist giriş i mlerde eşi benzeri bulunmayan bir
amaç ikiliği (dual ity) vardır; bu girişimlerin varoluşların­
daki amaç bir yandan kamuya emtia ve hizmet sağlamak,
öbür yandan da hisse sahiplerine kar sağlamaktır. Siyasal
örgütlerde, politikacılar sadece .kendi maaşlarını en yük­
sek kademeye çıkarmayı değ i l , kamu yararını hedef tutar­
lar sözde; bu yalancı gösterişten, istibdat yönetimlerinde
bile vazgeçilmez . İşte, s iyasette iş alanı na oranla daha fazla
ikiyüzlülük bulunuşunun s ebebi de budur. Ne var ki, de­
mokrasinin ve sosyal ist e leştirmenin bi raraya gelen et­
ki l.eri altında, bir çok büyük endüstri kaptanları, siyasal
aldatı c ı l ı k sanatını elde etmişler ve servet yaparken göz­
önünde tuttukları biricik amacın kamu yararı olduğu yala­
n ı n ı kıvırmayı öğrenmişlerdir. Pol itika ve i ktisat arasındaki

( 1 ) Lat. Buna karşılık.

- 248 -
. iKTiDAR

b i rleşmeyi hedef tutan modern e ği l i m i n bir başka örneği


d e budur.
Belirli bir kurumda yönetim biçim lerin in hangi yollar­
dan değiştiği konusunda da . söyleyeceklerimiz vard ı r. Bu
hususta tarih bize hiç kılavuzluk etmiyor. Mısır ve Babil' -
,
de, tarih kayıtları n ı n başladığı dönemde mutlak monarşi l e­
rin tam anlamiyle gel işmiş olduğunu görmüş bulunuyoruz;
antropoloj i k delillere dayanarak, mutlak monarşi leri n , aşi­
ret reislerinin -başlangıçta İhtiyarlar Heyeti tarafından sı­
nı landırı lan- yetkilerinden geliştiği tahminini yürütm eğe
.
cüret edeb i l i riz. Bütün Asya'da (Çin'i saymamak şartiyle)
mutlak monarşi, Avrupa etkisi altında kaldığı durumlar dı­
ş ında, hiç bir zaman başka bir yönetim biçimine yol ver­
me belirtisi göstermemiştir. Halbuki Avrupa'da, tam ter­
sine, mutlak monarşi tarih zamanları içinde hiç bir vakit
uzun süre isti krarlı olamamıştır. Orta Çağda kralların ikti­
darın ı , soylular sınıfının i ktidarı yanısıra, n ispeten öneml i
ticaret şehirlerinin i ç özerkliği sı nırl ıyordu. Rönesans'tan
sonra Avrupa'da kral ların iktidarı arttı, ama bu artış, orta
sin ıfın önce İ ngiltere' de, sonra Fransa' da ve derken Batı
Avrupa'n ı n öteki ülkelerinde yüksel işiyle sona erd i . Bol­
şeviklerin 1 9 1 8 başlarında Seçilmiş Meclisi kovmalarına
kadar, parlamenter demokrasinin medeni dünyada mutlaka
yürürlükte kalacağı düşünülebi l i rdi .
Bununla birlikte, demokrasiden uzak akı mlar yeni b i r
şey değ i l d i r. Bunlara b i r ç o k Yunan Site Devletinde, im­
paratorluk kurulduktan sonra Roma'da ve Orta Çağ İtalya.
sının ticari cumhuriyetlerinde rastlanır. Demokrasiye yö-·
nelen ya da demokrasiden uzaklaşan gelişmeleri bel irle­
yen her hangi b i r genel prensip keşfekmek mümkün müdür?

__; 249 -
iKTiDAR

Geçmi şte demokrasiye karşı işleyen iki büyük etken


servet ve savaş idi . Medicileri servet etkenine, Napolyon'u
da savaş etkenine örnek gösterebiliriz. S�rv(:ltlerini tica­
ret yol uyla kazananlar, bir kural olarak, i ktidarları toprak
'
m ü lkiyetine dayananlardan daha az haşin ve uzlaşmaya da­
ha yatkındırlar; dolayısıyle bunlar paralarıyla kendi lerine
iktidar yolunu açmakta, i ktidara geçtikten sonra ise şid­
detli tepkiler uyandırmayacak şekilde yönetmekte, i ktidar­
ları kal ıtsal ya da geleneksel olanlardan daha ustadı rlar.
Mesela Venedik'te ve Hanze Birliği'ne ( 1 ) dahi l şehirlerde
ticari kar, yabancıların zararına sağlanıyor ve bu karı sağ­
layanl ardan kendi yurtlarında, servetin i e mekçinin alı n te­
rinden kazanan imalatçıdan nefret edi ldiği g ibi nefret edil··
m iyordu. Bu bakımdan, varlı k l ı şehirl i l erden kuru l u bir oli­
garşi, esas itibariyle ticari olan bir topluluk için en doğal
ve en istikrarl ı yönetim biçimidir. Varl ı k l ı ailel erden biri
ötekilerden daha zengin oldu mu da, bu yönetim biçimi
kolayl ıkla monarşiye dönüşeb i l ir.
Savaş bambaşka ve çok daha şiddetli bir psiko loji
altında işler. Korku, i nsanlara l ider arattırır ve başarı l ı bir
general , korku duygusunun tersi olan tutkulu bir hayranlık
duygusu uyandırır. Bir an için, zafer, önem taşıyan biri­
cik husus olduğundan başarılı genera l , kendisine olağ an­
üstü i ktidar verilmesi gerektiğ i konusunda ü l kesi n i kolay­
l ı kl a i kna eder. Buhran devam ettiğ i sürece generalin baş­
ta bulunması gerektiğ i yargısına varı l ır, buhran sona er­
d i kten sonra da onun artık baştan uzaklaştırılması çok zor
bir hale gelmiş bulunabi l i r.

(1) Orta ça!'jda, Almanya'nın serbest şehirlerinde kurulan ticaret bir­


liği; tüccar loncaları birliği. (Çev Notu)

- 250 -
iKTiDAR

Demokrasiye karŞ ı modern akım lar bir çeşit savaş zih­


niyetiyle i l işki l i olmalarına rağmen, Napolyon olayına tıpa
tıp benzemezler. Genel konuşmak gerekirse, Alman ve İtal­
yan demokrasileri n i n yıkı l ı ş sebebi halk çoğunluğunun de­
mokrasiden bıkmış olması değ i l , silah l ı kuvvetler ağırl ığı­
nın sayı çoğunluğu safında bulunmayışıyd ı . Sivil hükume­
tin bir başkumandandan daha güçlü olabileceği her ne ka­
dar tuhaf görünürse de, demokrasinin güçlü bir al ışkan l ı k
halinde kök salmış bulunduğu u luslarda durum böyledir.
Linco l n , başkumandanını atarken şöyle yazmıştı : ' Bana s i ­
zin di ktatör olmayı hedef tuttuğunuzu söylüyorlar. Diktatör
olab i lmeniz için biricik yol , zaferl er kazanmanızdır. D i kta­
törlük teh l i kesini göze alıyor, zaferlerinizi bekl iyorum.'
lincoln , başkumandanı n ı n - zaferlerini hiç korkmadan bek·
leyebi l irdi , zira hiç bir Amerikan ordusu sivil hükumete sal­
dırmak için kumandanının ardından gitmezd i . On yedinci
yüzyılda C romwell'in askerleri , Uzun Meclisi dağıtmak için
kumandanlarına isteye dileye itaat ettiler; on dokuzuncu
yüzyılda ise, eğer Wel l rngton Dükü böyle bir şey yapmağı
tasarlasaydı , ardınca gelecek bir tek asker bulamazd ı .
Demokrasi , yeni olduğu zaman, eski iktidar sahiple­
rine kızgın l ı ktan doğar; ama yeni olarak kaldığı sürece de
istikrarsızdı r. Kendi lerin i eski monark ya da oligarkların
düşmanı diye göstere� kimseler monarşi k veya ol igarşik
bir sistemi i hya etmeği başarabilirler: Napolyon ve H itler,
Bourbonlar' ı n ve Hohenzollernler' i n yapamadığı şeyi yap­
miş , kamuoyunun desteğini kazanabilmişlerdir. Demokrasi
ancak geleneksell i k kazanacak kadar uzun sürdüğü yerde
istikrarlıdır. Cromwel l de, Napolyon da, Hitler de kendi
memleketlerinde demokrasinin i l k günlerinde ortaya çık­
m ı şl ardır; bunlardan i l k ikisini gözönüne alınca, uçüncü-

- 251 -
İKTiDAR

sünün hiç şaş ı rtıcı gelmemesi gerekir, Ayrıca, üçüncünün,


i l k ikisinden daha kalıcı olabileceğ.i n i düşünmek için de
sebep yoktur.
Bununla birl ikte demokrasinin yakın gelecekte, on do­
kuzuncu yüzyıldaki itibarına tekrar kavuşabileceğinden şüp­
he etmek için ciddi sebepler vard ı r. Demokrasinin, isti k­
rarl ı olabi l me k için, geleneksel olmak zorunda bulunduğu­
nu söyledik. O halde demokrasinin geleneksel olma yolu­
na girmek üzere Avrupa ve Asya'da iyice yerleşebilme
şansı ne kadardır?
Hükumetler öteden beri askeri tekniğin büyük ölçüde
etkisi altında kalmışlard ı r. Roma'nın demokrasiye yönel­
diği dönemlerde Roma orduları Roma vatandaşları ndan ku­
ruluyor, İmparatorluğun ortaya çıkmasına yol açan ücretl i
asker orduların ın yerini bu ordular al ıyordu. Feodal aris­
tokrasinin kuvveti , zaptedilmez şatolara dayanıyordu, ama
bu güç, topun kul lanı lır hale gelmesiyle sona erd i . Fran­
sız ihtilalinin büyük, hemen hemen hiç eğiti l memiş ordu­
ları kendileri ne karşı çıkan küçük, profesyonel orduları yen­
mekle, halkın davaya bağlanmasının ne büyük önem taşı ­
d ı ğ ı n ı gösterdi ler ve böylelikle demokrasinin askeri yön­
den üstünlükler sağlayabileceğini akla geti rdi ler. Şimdi ise,
uçaklar dolayısıyle, sayıca az olmakla beraber son derece
üstün düzeyde eğitilmiş kuvvetlere yeniden i htiyaç duyul­
mağa başladığı anlaşıl ıyor. Bundan ötürü ilerde, ciddi b i r
savaş geçirmiş h e r ül kede hükumet biçi m inin, havacı ların
istediği hüku met biçimi olması beklenebi lir; bu hükumet
biçimi de büyük bir i htimal le demokrasi olmayacaktır,
Ama buna karşı ortaya atılabilecek çeşitl i m ütalealar
vardır. ister savaşçı bir devlet olsu n , ister ol masın, gele-

- 252 -
iKTiDAR

cek Büyük Savaştan zaferle ç ı kacak biricik devlet, büyük


bir i htimalle Amerika Birleş i k Devletleri olacak ve yine
büyük bir i htimal l e Amerika Birleşik Devletlerinde demok­
rasi son bulacaktı r. Faşizmin gücü büyük ölçüde, savaş­
taki sözde üstünlüğüne dayanmaktadır ve eğer bu üstün­
l ü k ortadan kalkarsa, demokrasi doğuya doğru yayılabilir.
Sonuç itibariyle b i r u l usa hiç bir şey yaygın bir eğitim ve
vatanseverlik kadar büyük savaş üstün lüğü kazandıramaz;
vatanseverl ik ise her ne kadar, şimdilik, Faşizmin yeniden
canlan ı ş metotlarıyle kamçı lanabil iyorsa da, bu çeşit me­
totlar, din alanında edi n il. en uzun tecrübel erin de ispat et­
tiğ i gibi, en inde sonunda b ı kkınl ığa ve kaytarıcıl ığa yol açar.
Bundan dolayı, bütün olarak, askeri del i l l er, demokrasinin,
hala var olduğu yerde yaşayacağına, ş i md i l i k söner gibi ol­
duğu ülkelerde ise tekrar canlanacağına işaret eder. Bu­
nunla birl i kte karşı alternatifin de pekala mümkün olabi­
leceğ i n i kabul etmek gerektir.

- 253 -
Bölüm XIII
ÖRGÜTLER ve BİREY
İ NSAN LAR topluluk i çinde yaşamayı çıkarlarına uygun
bulurlar, ama arzu ları, b i r kovan içindeki. arıların arzula­
rının aks i ne, büyük ölçüde bireysel kal ı r ; i şte topl umsal
yaşayışın güçlükleri ve bir yönetim ihtiyacı da buradan
doğar. Zi ra , bir yandan yönetim zorunludur, çünkü : yöne­
tim o l maksızın topluluğun ancak çok az b i r bölümü - o da
acınacak koşul lar altında- yaşayab i l i r. Ama öbür yandan
da, yönetim , i ktidar eşitsizliğini gerekti receği nden, en çok
i ktidara sahip olanlar, i ktidarlarını, s ı radan vatandaşların
arzu larına karşıt olan kendi arzuları n ı gerçekleştirmek için
kullanırlar. Böylece, gerek anarşizm ' i n , gerek i stibdad ı n
aynı derecede felaketl i olduğu ve insanların mutlu l uğu i ç i n ,
anarş izm v e istibdat arası nda bir uzlaşmanın zorunluğu
Y'
ortaya çıkıyor.
Bu bölümde, belirli bir örgütle i l g i l i bireyler üzerinde
değ i l , bel i rli b i r b i reyle i lg i l i örgütle r üzerinde durmak i s-

- 257 -
İ ktidar - F./ 1 7

. .�
İKTİDAR

tiyorum. Bu husus, pek tabii, demokratik ve total iter Dev­


letlerde b i rbirinden çok farklıdır, z i ra total iter Devletler­
de, b i r kaçı dışında bütün örgütler D evlet daireleridir. Bu­
nunla birl i kte ben , başlangıç nite liğindeki incelememde b u
farkı elimden geldiği kadar d ikkate al mamak n iyetindeyim.
Gerek kamu örgütleri, gerek özel örgütler bireyi iki
yoldan etki ler. Bi reyin kendi çıkarları için düşünülmüş ör­
gütler, b i reyin kendi çıkarı farzedi len ç ı karlar için düşü­
nülmüş örgütler, b i r de, bireyin başkalarının meşru çıka­
rına aykı rı yol tutması n ı önlemek için düşünülmüş örgüt­
ler vard ı r. Bunların arasındaki fark kes i n çizgi lerle beli r­
tilmiş değ i l d i r : pol isin varl ığının nedeni namuslu vatan­
daşların çıka rlarına yard ı m etmek olduğu kadar, h ı rsızla­
ra da set çekmektir, ama pol isleri n , h ı rsızların hayatı üze­
rindeki etki leri, namuslu vatandaşların hayatları üzerinde­
ki etki lerden çok daha çarpıcıdır. Aradaki bu farka hemen
yine döneceği m ; şimd i l i k , bazı örgütlerin kesin roller oyna­
dığı medeni topluluklardaki bireylerin hayatlarında en:
öneml i yerleri tutan noktalar üzerinde duralım.
Doğumla başlıyal ı m : b i r doktorun ya da ebeni n h i z­
metleri doğumda esas sayılmaktadı r ve her ne kadar eski­
den, eğitimden tamamiyle yoksun bir M rs. Gamp ( 1 ) do­
ğum için yeterli görülüyorduysa da, bugün, doğum yaptı­
racak kimselerin bel irli b i r usta l ı k düzeyinde bulunmasr
yetki l i makamlar tarafından şart koşul maktadır. B i reyin
bebekl i k ve çocukluk dönemindeki sağ l ı ğ ı n ı gözetmek b i r
\
dereceye kadar Devletin görevidir; çeşitli ü l kelerde Dev-'

( 1) M rs. Gamp veya Sarah Gamp: Charles Dickens'in 'Martin Chuzz­


lewit' adlı romanında yer alan, büyük şemsiyesiyle ünlü bir dadı.
·

(Çev. Notu)

- 258 -
iKTİDAR

letin bu konuyl a i lgileniş derecesini en iyi şekil de, bebek­


ler ve çocuklar arası ndaki ölüm oranı yansıtır. Anne ve
baba eğer a nalık baba l ı k görevleri n i yapmakta çok kusur
ederse, çocuk yetki l i l er tarafından onların e l i nden alınıp
manevi bir ana babanın ya da bir kurumun h imayesi n e ve­
rilebi l ir. Çocuk beş, a ltı yaşına geldiği zaman eğitim yet­
k i l i l erinin etkisi altına g i rer ve uzun yıllar, hükumetçe her
vatandaşa öğreti l mek isteni len şeyleri öğrenmek zorunda
b ı rakı l ı r. Bu süreç sonunda, gene l li kle, b i r çok fikirler ve
a nsal alışkanl ı klar hayat boyunca sürecek biçimde tesbit
edilmiş olur.
Bu arada, demokrati k ülkelerde çocuk, Devletin zorla
uygulad ı ğ ı etkilerden başka etkiler altında da kal ır. Eğer
ana - babalar dindar ya da siyasal eği l i m sahibiyseler, ço­
cuğa bir akidenin veya partinin i l kelerini öğretirler. Ç ocuk
büyüdükçe, sinema ve futbol maçı gibi örgütlenmiş eğlen­
celerle daha çok ilgi lenmeğe başlar. Eğer zekiyse, Bası­
n ı n etkisi altında kalabilir; ama çok zekiyse, kalmaz. Eğer
Devlet oku lundan başka bir okula giderse, bir çok bakım- ·
lardan kendine özgü bir genel hava edinir - İngiltere'de
bu , topl umsal bakımdan sürüye üstünlük taslama havası­
d ır. Bu arada da çocuk, kendi çağına, kendi sınıfına ve ken­
di ulusuna ait törel kural ları benimser. Töre kural ları önem­
li olmakla birlikte tarifi kolay değil d i r, zira töre kuralları­
nın emirleri üç sınıftır ve aralarında kesin ayrı l ı klar yok­
tur: birincisi , kamuoyunun yergisiyle karşılaşmamak için
g erçekten itaat edi lmesi gerekenler; i ki ncis i , açıktan açı­
ğa itaatsizlik edil em iyecek olanlar; üçüncüsü de, m ükem­
mel l iğe u laşmak için uyu lacak birer öğüt gözüyle bakıl an-
1ardı r ki, bun lara sadece papaz�ar itaat etmek zorundadı r­
lar. Bütün bir halk topluluğuna uygulanabilen töre kural-

- 259 -
iKTİDAR

!arı, asla tamamiyle olmamakla beraber başlıca, dinsel ge­


lenek ürünleridir; bunlar, d i nsel örgütler yoluyla etki l i ol­
makla beraber, örgütlerin d ağ ı lmasından sonra da kısa ve­
ya uzun bi r süre daha yaşarlar. B i r de mes l ek kuralları var­
dır: bunlar, b i r subayın , b i r doktorun ya da avukatm nele­
ri yapmaması gerektiğini belirler. B u gibi kuralları, modern
zamanlarda, gene l likle meslek kurul uşları formül leştirir.
Bu kural lar son derece zorlayıcıdır: d üel lo kon usunda Ki­
l ise ile Ordu kural ları çatışmış, ama sonunda Ordu kural­
ları ağır basmıştır; doktorlara yapı lan itiraflarla papazlara
günah çıkarma sırasında yapı lan itirafların gizli kalmasını
gerektiren kura l , kanunları n çiğnenmesi pahasına da o l sa,
sürüp g itm ektedir.
B i r genç erkek ya da kadın para kazanmağa başlar
başlamaz, çeşitli örgütler bunların faal iyetlerin i etki leme­
ğe başlar. İşveren gene l l i kle b i r örgüttür; muhtemelen .
buna ek olarak, b i r işverenl e r bi rl i ği de bulunabilir. G erek
sen d ika l a r, gerek Devlet, işin önemli c e phel e ri n i kontrol
eder; sigo rta ve İ malathaneler Kanunu d ı ş ı nda da Devlet .
gümrük tarifeleri ve hükürnet kararları yoluyla , her hangi
b i r kişinin seçtiğ i i ştigal konusunun gelişip gelişmiyece­
ğ i n i beli rl emekte yardımcı olur. Bu endüstrin i n gel işmesin­
de para, u l uslararası durum ya da Japonya'nın ihtirasları
gibi çeşitl i koşullar etki l i olab i l i r.
Evli l i k ve çocuklara karşı görevler b i r i nsanı tekrar
yasayla ve başl ıca Kil i se'den doğan törel kural larla i l işki­
ye sokar. Bu i nsan eğer yeteri kadar uzun yaşarsa ve yete­
ri kadar yoksulsa, ihtiyarlığ ında emekl i maaşı alabi l ir; ölü­
münün kendi i steğiyle ya da başkalarının isteğiyle meyda- '
n a gelmediğinden iyice emin olmak için de yasa ve tıp
mesleği ö lümüyle yakında!') i lgilenir.

- 260 -
iKTiDAR

Bazı h ususların kararlaştırılması yine de kişisel insi­


yatife düşer. Bir e rkek, sırf gönlünü hoş etmek için evle­
neb i lir, yeterki hanım razı olsun buna; erkek, genç l i ğ i nde,
geçim i n i ne yolda sağlayacağı konusunda da bir dereceye
kadar seçm e hakkına sahiptir; boş zaman l arı n ı , olanakları
çerçevesi içinde d ilediği g ibi geç i rebilir; eğer dinle ya da
pol itikayla ilgileniyorsa, kendisine en çekici gelen akide
veya partiye g i rebi l i r. Evl i l i k konusu d ı ş ı nda, seçme hak­
kına sahip olduğu zaman bile, yine de örgütlerle bağ ı m l ı ­
dır: ç o k olağanüstü bir insan olmadıkça, bir d i n kuramaz,
parti kura maz, futbol kulübü kuramaz ya da kendi içkileri­
ni kendi yapamaz. Bütün yapabi l eceğ i , haz ı r alternatifler­
den birini seçmekten ibarettir; ne var k i , rekabet bütün
bu alternatifleri , i ktisadi koşull arın elverdiği oranda çekici
yapabil ir.
Buraya kadar, medeni toplumların bel i rgin öze l l ikleri n­
den olan örgütleri n etkisi n i n , bireyin özgürlüğünü , az ge­
l işmiş b i r topluluktaki ( mesela) b i r köylüye oranla, arttır­
ma yol unda olduğunu gördük. Bir Ç i n l i köylünün haya_tıy­
la, Bat ı l ı b i r işçi n i n hayatı n ı n karş ı laştırıldığını düşünel i m .
Çinli köylü gerçi çocukluğ unda okula g itmek zorunda de­
ğildir, ama çok küçük yaştan itibaren çalı şmak zorunda­
dır. Hayat koşulları n ı n zorluğu ve tıbbi bakım eksikliği yü­
zünden genç yaşta ölmesi i htimal i çoktur. Yaşad ı ğ ı takd i r­
de, geçimini nas ı l sağlayacağı konusunda bir seçme yapa­
bilecek duru mda değ ildir; böyle bir tercihi ancak, asker
olmağa, haydutl u k etmeğe hazır olduğu ya da büyük bir
şehire göçmeğ i göze aldığı takdi rde yapabilir. Evl i l i k konu­
sunda da görenekler onun özgürl üğünü m ininuma indirir.
Boş zamanı hemen hemen hiç yoktur, olsa bile bu boş za­
manında zevk duyarak yapacağı b i r şey ol mıyacaktır. Dai-

- 261 -
İKTİDAR

ma kıt kanaat geçinecek duru mda yaşar, kıtl ı k zamanı nda


ise ailesinin büyük bir kısmı açl ı ktan ölmek tehl i kesiyle
karşı karşıya kal ı r. Erkek için hayat zor ise, böyle bir top­
l u mdaki kadı n lar ve kızlar için Çok daha zordur. İngi ltere'de
i şsizlerin en umutsuz durumda olanlarının hayatları bile,
ortalama b i r Ç i n l i köylünün hayatına oranla cennet sayı l ı r.
Gelel i m öteki örgütler sınıfına, bireyi n başkalarına za­
rar vermesi n i önlemek için düşünülmüş olanlara: bunların
en öneml i leri pol is ve ceza kanunudur. Bu örgütler cinayet,
soygunculuk ve tecavüz gibi kaba kuvvetle işlenen suçla­
ra karıştı kları sürece, olağanüstü derecede yırtıcı ruh l u bi­
reylerden meydana gelen küçük b i r azı n l ı k dışında herke­
sin özgürlük ve mutlul uğunu arttırırlar. Pol i s kontrolünün
bulunmadığı yerde çapulcu çeteleri derhal bi r terör ege­
menl iği kurarlar ve bu, medeni hayatın zevklerinin çoğu­
n u , gangsterlerden başka herkes için olanaksız hale g�ti­
rir. Pek tabii, bu örgütün (yani polis örgütünün) de teh­
l i keli bir yanı vard ır: pol islerin kendi lerinin gangster ol­
malar ı , ya da hiç değilse bir çeşit zorbal ı k kurmaları müm­
kündür. Bu hiç de hayali b i r teh l i ke değildir, ama bu teh­
l i keyi defetmek için de çok iyi bil inen metotlar vardır.
Ayrıca pol i s i n , iktidar tarafından , isteni len reformlardan
yana olan akımları durdurmak ya da engellemek için kul­
lanılması tehl i kesi de vardır. Bu bir dereceye kadar her
yerde olur ve bunu önlemek i m kansızd ır. Anarşiyi önlemek
için gerekl i tedbirler değişmesi gereken statüko'nun de­
ğ işmesini nas ı l güçleştiriyorsa . bu durum da aynı şekilde,
temel güçlüklerden birini meydana getiri r. Bütün bu güç­
l üklere rağmen, medeni toplum üyeleri arasında pol isin
tüm ortadan kal kmasını isteyen pek az kimse çıkar.
Buraya kadar savaş , i hti lal ya da bunlara karşı duyu- ·

- 262 -
iKTİDAR

lan korku üzerinde durmad ı k. Bunlar Devlet'in koruma iç­


güdüsünu harekete geç i ri r ve Devlet'i n b i rey hayatına en
zorlay·ı cı kontrol biçimleri n i uygulamasına yol açar. Kıta
Avrupası ü l kelerinin hemen hepsinde askerl i k mecburidir.
Savaş çıktığ ı zaman, her yerde, askerl ik çağına gelmiş er­
' kekler savaşa çağrılabileceği gibi , her yetişkine de, hüku­
metçe zaferin kazanı l ması bakım ı ndan en etk i l i görülen
işi yapması emri veri lebi l i r. Aynı şeki lde, düşman ı n işine
yarayan faal iyetlerde bulunduğu kabul edi l en kişiler de
ölüm cezasına çarptır ı l ı rlar. Barış zamanında bütün hüku­
metler -ki mi daha az, kimi daha çok zorlayıcı olmak üze­
re-, zamanı geldiğinde vatandaşların seve seve dövüş­
mesini ve her zaman ulusal davalara bağ l ı kalmas ı n ı sağla­
ma bağlamak hedefin i güden tedbirler a l ı rlar. Hükumetin
ihtilal hususundaki davranışları , ihtilal çıkması ihtimalinin
derecesine göre d eğişir. Hükumet, vatandaşlarını n iyi l iği­
ni ne kadar az gözetirse, ihti lal tehl i kesi de o kadar artar.
Ama, total iter Devletlerdeki gibi , hükumet sadece fiziksel
yoldan zorla i kna olanaklarını değ i l , aynı zamanda törel
ve iktisadi i kna olanakları nı da tekel inde bulundurduğu za­
man, daha az yoğu n bir yönetime oranla vatandaşı dikkate
almama konusunda çok i leri gidebi l i r, zira böyle bir yöne­
tim altı nda ihtilal duygusunun yay ı l ma ve örgütlenme ola­
nağı daha azd ı r. Bu bakımdan, Devlet, vatandaşlardan
ayrı bulunduğu sürece, Devletin i ktidarında meydana gele­
cek her artışın onu, vatandaşların iyi l iğ i ne karşı daha ka­
yıtsız yapması beklenir.
Yukarıdaki kısa i ncelemeden şu sonucun çıktığı gö­
rül üyor : esas itibariyle örgütlerin etkileri , hüku metlerin
korunma içgüdülerinden doğan etkiler d ışında, bireyin
mutluluk ve iyi durumunu arttıracak nitel iklerdir. Eğiti m ,

- 263 -

l
iKTiDAR

sağl ık. iş veri m l i l i ğ i , yoks u l l uğa karşı tedb i rler hep, pren­
sip olarak, üzerinde anlaşmazlık ç ı kmaması gereken hu­
suslardır; bunların hepsi de, çok yüksek b i r düzeydeki ör­
gütlenmeye bağ l ı d ı r . Ama i hti lalleri ve savaşta yeni lg iyi
önleme tedbirlerine gel i nce, iş değişir. Bu tedbirlerin a l ı n­
ması ne derece zorunlu sayı l ı rsa sayı l s ı n , tedbirlerin etki­
l eri tatsız olacaktır ve i hti lal i n ya da savaşta yen i l g i n i n
daha d a tatsız olacağı bahanesi bir başına bu tedbi rlerin
savunulmasına yetmez. Aradaki fark belki de sadece bir
derece meselesi nden ibaretti r. Aşı lanmanı n , eğiti mi n , yol
yapımının tats ız olduğu i l eri sürüleb i l i r, ne var ki bunlar,
· çiçek hasta l ı ğ ı na, cah i l l iğe ya da aşı lması i m kansız . batak
araziye oranla daha az tatsızdır. Bununla birlikte, derece
fark ı , bir tür farkı biçiminde ortaya çı kacak kadar büyük­
tür. Ayrıca, barış zamanındaki i l erlemeler için gerekl i ted­
bi rler çoğunlukla geçicidi r. Çiçek hastalığı ortadan kaldı­
rılabi l i r, o zaman aşı gereksiz hale gelir. B i l i msel metot­
lar uygulanmak suretiyle eğitim ve yol yapımı tatsız ol­
maktan kurtarı labi l ir. Ne var ki her tekni k gelişme, sava­
şı daha ıstırap verici, daha yı kıcı yapmakta, ihti lalin totali­
ter metotlarla önlenişini de i nsan l ı k ve zeka için daha fe­
laketl i hale getirmektedir.
Bireyi n çeşitl i örgütlerle olan i lişki leri daha başka bir
yoldan da sınıflandırı labi l i r: bi rey bir müşteri , gönül l ü b i r
üye, y a da düşman olabi l i r.
Bireyi n müşterisi olduğu örgütlerin birey tarafından,
kendi rahatlıklarına hizmet ediyor kabul edi lmesi gerekir,
ama bu örgütler bireyi n i ktidar duygusuna fazla bir katkıda
bulunmazlar. B i rey, örgütlerin hizmetleri konusunda i yim­
ser düşünmekle yanı l m ı ş da olabil i r pekala : satınaldı ğ ı

- 2 64 -
iKTİDAR

hapların h i ç b i r faydası bulunmayab i lir, b i ra kötü çı kab i l ir,


at, otomobil v.b. yarışları ise yarış acentalarına yolunma
vesi lesi olabi lir. Bununla b i r l i kte , bu gibi durumlarda bile
b i rey, koruduğu örgütlerden bir şeycikler elde edebi l i r:
u mut, eğlence ve kişisel insiyatif duygusu . Yeni b i r oto­
mobi l satınalma umudu, bireye, üzerinde düşüneceği ve
konuşacağ ı b i r konu sağlar. Bütün olarak, paranın nas ı l
harcanacağı konusundaki seçme özgürlüğü b i r zevk kayna·
ğ ı d ı r - mesela, i nsanın kendi ev eşyasına duyduğu sevgi ,
çok güçlü ve yaygın bir duygudur; eğer Devlet hepi mize
dayal ı döşe l i apartıman katları verseydi , bu duygu var ol­
mazdı .
B i reyin gönül lü üyesi o l duğu örgütler içine s iyasal
partiler, Ki l i seler, kulüpler, arkadaş cemiyetleri , b i reyi n
para yatı rımı yaptığı g i rişim ler v.b. değ i ld i r. Bunların b i r
çoğu, aynı kategori l ere g i ren düşman örgütlerle karşı kar·
şıyadı r : rakip siyasal parti ler, muhal if Ki l i seler, rakip ti­
cari firmalar v.b. Bunun bir sonucu olarak görünen yarış·
malar, bunlara i lgi duyanlara, b i r çeşit dram duygusu ya­
nısıra, i ktidar dürtüsünün serbest b ı rakılma olanağ ı n ı da
sağlar. Devletin zayıf olduğu durumlar dışında, bu gibi
yarışmalar, -bunlarla gizli b i r ortaklığı bul unmadığı sü·
rece- zorbal ığı ve kaba kuvvet uygulanmasını cezalandı­
ran yasa tarafından sınırl andırı l ı r . Muhal if örgütler aras ı n·
daki savaş -yetk i l iler tarafından kansız yürütülmesi sağ­
landığı sürece- aksi takdirde daha uğursuz doyurul ma
yolları arayacak olan kavgacı l ı k ve i ktidar sevgisi d uygu­
larını n boşalması için faydalı bir yoldur genel likle. Devlet
gevşek davrandığı ya da taraf tuttuğu takd i rde, her zaman
için, siyasal yarışmaların deJenere ola ra k b i r sokak kav­
g as ı , cinayet ve iç savaş halini al ması tehl i kesi vardır.

- ' 26 5 -
İKTiDAR

Ama bu tehl i keler bertaraf edi ldiği zaman bunlar, bireyle­


rin ve toplumların hayatında sağl ığa yararl ı b i r öğedir.
Bireyi n gönülsüz üyesi bulunduğu en önem l i örgüt
Devlettir. Bununla birlikte, m i l l iyet i l kesi , geçerl i olduğu
andan itibaren, bireyi n bir Devlet'in üyel i ğ i n i kendi i ste­
ğiyle kabul etmesi -ama kendi isteği ne bağl ı o l mıyarak
kabul edil m esi- usulünde yol açmıştır .

O eskiden bir Rustu belki,


Bir Fransız, Türk, Prusyalı ,
Ya da belki, ltalyan,
Ama öbür uluslardan olmanın
Bütün ayartıcılığına rağmen,
Bir ingilizdir şimdi.

Devletin i değiştirme fı rsatı eline geçen çoğu insan,


Devleti yabancı bir m i l l iyeti temsil etmedi kçe, Devletini
değ iştirmez. Devletin gücünü arttırma konusunda hiç bir
şey m i l l iyet i lkesinin başarısı kadar öneml i rol aynama­
mıştır. Vatanseverlikle vatandaşl ığın el ele getirdiği yer­
de, bir insanın Devletine bağ l ı l ığı genel l i kl e , Kil iseler ve
partiler gibi örgütlere gönül l ü bağ l ı lı ğ ı nı aşar.
Devlete bağ l ı l ı k hem olumlu, hem de olumsuz etken­
l erden i leri gel ebi l i r. Yuva ve aile sevgisiyle i l g i l i bir bağ­
l ı l ı k öğesi vardır. Ama bu öğe. i ktidar sevgisi ve yabancı
tecavüzünden korku etkenleriyle -bu ikiz etkenle- tak­
viye edi lmed i kçe, Devlete bağ l ı l ığ ı n aldığı biçimleri almaz.
Devletler arası yarışmalar . siyasal partiler arası yarışma­
ların aksine, bütün varl ıkların ortaya konu lduğu yarışma­
lardır. Lindbergh'in bebeği kaçırılıp öldürüldüğü zaman, bu
bir tek bebeği n başına gelenler bütün dünyayı dehşete dü-

- 266 -
İKTİDAR

şürmüştü, halbuki bu gibi fii l lerin yüzlerces i , bin lerces i , he·


pimizin -Büyük Britanya'da- geli rimizin dörtte b i ri pa·
hasına karşılamağa hazırlandığımız gelecek savaşta, ola­
ğan sayılacaktı r. Ulusal Devlet'i n uyand ı rdığı bağ l ı lı k duy­
gusuna benzer b i r duyguyu başka hiç b i r örgüt uyandı ra­
maz. Devletin bell ibaşlı faal iyeti ise, yığın hal i nde insan
ö ldürül mesi n e karşı hazırlıkta bulunmaktır. B i reyin total i­
ter Devlete katlanmasına ve yab a ncı boyunduruğunu kabul
etmektense evi n i n barkın ı n yıkılmas ı , çol uğunun çocuğunun
perişan olması tehl ikesini göze almasına yol açan, bu ör­
güte ölümde biten b i r bağ l ı l ı kla bağl ı bulunmasıdı r. Birey
psikolojiyle hükumet örgütü trajik b i r sentez yaratmıştır;
eğer felaketli yol lar dışında bir çıkış yol u bulamamakta
devam edersek, bu traji k sentezin cezasını bizler gibi ço­
cuklarımız da çekmek zorunda kalacaklardır.

- 267 -
Bölüm XIV
REKABET
KEYFi İ KTl DARIN tehl i kelerin i çok iyi anlayan on do.
kuzuncu yüzy ı l , bu teh l i keleri önleyecek elverişli bir usul
bul muştu : rekabet. Teke l i n kötü lüklerini atalardan kalma
rivayetler hala unutturamamıştı . Stuartlar, hatta Elizabeth
bile saraylı lara karlı tekel imtiyazları vermişler, buna kar­
şı yükselen itirazlar da, İç Savaş' ı n nedenl erinden birini
meydana getirmişti . Derebey l i k zamanında malikane sahip­
leri n i n , buğdayların kendi değ irmenlerinde öğütülmesi için
d i retmeleri olağan işlerdendi . Kıta Avrupası ndaki monar­
şilerde 1 848' e kadar, rekabet özgürlüğünü kısıtlayan yarı
feodal yasaklara bol bol yer veril iyordu. Bu yasaklar üre­
ticilerin ya da tüketici lerin yararı gözetil erek değ i l , kral­
l arın ve derebeylerinin çıkarı gözetil erek konuluyordu . Hal­
buki on sekizinci yüzyıl İngi lteresinde tam tersine, büyük
toprak sahiplerinin de kapital istlerin de işine gelmeyen bir
sürü yasaklar yaşamaktayd ı -mesela, asgari ücret kanu­
nu ve kamu topraklarının kapatı lmasını önleyen kanun-.

- 27 1 -
i KTiDAR

Bundan ötürü İngi ltere'de büyük toprak sahipleri ve ka­


pitalistler, Tah ı l Kanunu'nun ( 1 ) çıkışına kadar, genel ola­
rak laissez - faire s i stemi n i n savunmasını yapmakta bi rleş­
m i şlerd i .
Avrupa'da e n büyük can l ı l ık, fikirle i lg i l i hususlarda
rekabetten yana da olan akımlarda görülmüştür. 1 81 5'den
1 848'e kadar, bütün Kıta Avrupasında K i l ise ve Devlet,
Fransız İhti la l i n i n geti rdiği fiki rlere karşı çı kmakta bi rleş­
m i şti . Almanya ve Avusturya'daki sansür hem şiddetli hem
de gülünçtü . Heine , aşağıdaki kel i mel erden ibaret b i r ya­
zısında bu sansürü alaya a l mıştır:
«Alman Sansörleri

budalalar
Fransa ve İtalya'da hükumetlerin bütün amacı N apol­
yon efsanesinden söz edi l mesini önlemek, aynı zamanda
da İhti lale duyulan hayranlığı yok etmekt i . İspanya'da ve
Katolik Devletl erde, bütün l iberal düşünüş, hatta en yumu­
şak liberal fikirler bile yasaktı ; Papa hükumeti hala res­
men büyücül üğe inanıyordu. M i l l iyetç i l i k i l kesinin İtalya,
Almanya ve Avusturya - Macaristaıı'da savunul masına izin
veri lmiyord u . Hemen her yerde bütün gerici hareketler, ti­
careti n çıkarlarına muhalefet eden leri n , köylü l erin hakla­
rına karşı derebeyl i k hakların ı n idamesini isteyenl erin ba­
şı altından çı kıyor ve aptal kral larla aylak soylular takımı
da bu gerici hareketl eri destekl iyordu. Bu koşul lar altı nda
laissez - faire, meşru faal iyetinden zorla a l ı konan enerj i le­
rin doğal ifadesi oluyordu.

(1) İngiltere'de tahıl, satışını yönetmeye mahsus kanunlar. (Ç. Notu)

- 272 -
İKTİDAR

Liberal lerin istediği özgürlükler Amerika'da, bağımsız­


l ı ğı n kazanı ldığı anda elde edi l d i ; İngiltere'de , 1 824'den
1 846'ya kadarki dönemde ; Fransa'da 1 87 1 'de; Almanya'da,
1 848'den 1 9 1 8'e kadar süren çeşitl i aşamalarda;· İtalya'da,
R isorgimento döneminde; Rusya'da da, kısa bir süre için,
Şubat İ htilal inde. Bununla birlikte sonuç, tam Liberallerin
istedi kleri gibi çı kmad ı ; sonuç, endüstri alanaında, daha
çok Marks' ı n kehanetlerini doğru çıkaracak nitelikte oldu.
En uzun Liberal geleneğe sahip bulunan Amerika, tröstler
dönemine, yani, eskisi g ibi Devlet tarafından i mtiyaz ola­
rak veri len değ i l de, rekabetin doğal işleyişi sonucu mey­
dana gelen tekel ler dönem ine i l k g i ren ü l ke oldu. Ame­
rikan l iberalizmi h ı rsl ı , ama iktidarsızd ı ; öteki ü l kelerdeki
endüstriel gelişmeler de Rockfel ler' i n açtığı yolda i lerledi .
Rekabetin, suni olarak sürdürü l mediği takdi rde, rakipler­
den birinin tam zaferine yol açmak suretiyle kendi kuyu-
·

sunu kazdı ğ ı anlaş ı l d ı .


Bununla birl i kte bu, bütün rekabet biçimleri için ge­
çerl i değ ildir. Genel çizgi ler üzerinde konuşulacak olursa,
örgütlerin büyüklüğündeki artı ş ı n , veri m l i l iğ i n artışı anla·
mına geldiği doğrudur. Bundan ötürü de ortaya i ki soru
çıkıyor: birincisi, rekabet hangi durum larda tekn i k bakım­
dan ziyankardır? İkincisi de, rekabet, teknik gerekçeler dı­
şında ne gibi durumlarda isteni lebi lir?
Teknik mülahazalar, genel l ikle, bel irli bir konuyu ele
almağa elverişli örgütlerin optimum büyüklüğe u laşmaları­
na yol açmıştı r. On yedinci yüzyılda yol sorunlarıyla kay­
makam l ı klar i l g i l eniyord u , şimdi ise bu sorunlarla, geni ş
çapta ulusal para yard ı m ı v e tekni k yardım gören İ l İdare

- 273 -
İ ktidar_- F./ 1 8
İKTİDAR

Kuru l ları uğraşmaktadır. Elektri k işleri n i , öze l l i kl e Niyaga­


ra g ibi öneml i güç kaynakların ı n bulunduğu yerlerde, en
iyi şekilde, büyükçe bir bölgeyi kontrol altında bulunduran
yetk i l i makamlar çekip çevirebil ir. Sulama işleri, çok bü­
yük b i r bölgeyi kontrol altına almadığı takdi rde astarı yü­
zünden pahal ıya gelecek olan, Asuan barajı gibi dev b i r ku­
ruluşu gerektirebi l ir. Büyük çapta üreti m e konomi s i , e l de
e d i l ecek muazzam randımanı kal d ı racak büyüklükte b i r pa­
zarın kontrol altına alınması na dayanır. Örnekler bu şekil­
d e çoğaltı labil ir.
Geniş alanların sağladığı üstünlükler daha başka doğ­
rultularda d a henüz tam anlamiyle kul lanıl ı r hale getiril­
memiştir. İlk öğreni m , hükumetin eğitici filimleri ve BBC'­
n i n yapacağı ders yayınları yoluyla canladırı l ıp, ıslah edi­
lebi l i r. Hele bu fi l imler ve ders l er uluslararası bir otorite
tarafından hazırlansa, çok daha iyi olurdu, . ama bu şimdi­
l i k ütopi k bir hayalden i barettir. U luslararası n itel iğe sahip
bulunmayışı, s ivi l havac ı l ı ğ ı kösteklemektedir. Bütün amaç­
l a r bakımından geniş alan kaplayan Devletlerin , küçük alan
kaplayan Devletlerden d aha iyi olduğu ve hiç b i r Devle­
tin -dünya çapında olmadıkça- en büyük amac ı , yani va­
tandaşlarının hayatlarını koruma amacını tam anlamiyle ger­
çekleştiremeyeceği apaçı ktır.
Bununla b i rl i kte küçük alanların da bazı üstünlükleri
vardır. Bu gibi bölgeler kırtasiyecil i ğ i n daha az olması n ı ,
kararların d a h a çabuk alı n masını v e yerel i htiyaçlarla göre­
neklere uyma i m kanlarının daha fazla olmasını gerektir i r.
Bunun en açı k çözüm yolu da, müstakil olmayan, ama be­
l irli çerçevel er i çinde yetki sahibi olan ve büyük mese­
l elerde, -gerektiği zaman ve yeter i kadar sebep varsa

- 274 -
İ KTİDAR

mali yardı mda da bul unan- merkez makamları tarafından


kontrol edilen yerel h ükumettir. Ancak , bu konu bizi , tar­
tışmak istemediğim, ayrıntı larla i l g i l i sorunlara götürür.
Rekabet sorunu, daha d a güç bir sorundur. i ktisadi
alanda bu konu üzerinde çok tartışmalar yapılmı ştır, ama
si lahl ı kuvvetler ve propaganda yönünden taşıdığı önem
de, en aşağı i ktisadi bakımdan taşıdığı önem kadar büyük­
tür. Liberal görüş, iş ve propaganda alanlarında serbest
rekabetin bulunmas ı , ama silahlı kuvvetler içinde rekabe­
te yer veri lmemesi gerektiğini savunurken, ltalyan Faşist­
leriyle Alman Nazileri buna taban tabana zıt bir görüşü
savunarak, rekabetin her alanda kötü olduğunu , yalnı z ulu­
sal savaş biçimini aldığı zaman insan faal iyetleri nin en soy­
lusu haline geldiğini i l eri sürmüşlerdir. Marksistl er, karşıt
sınıfların i ktidar mücadelesi biçimindeki rekabet dışında
her türlü rekabeti kötülerler. Hatırladığıma göre, Eflatun
yalnız bir cins rekabete, yan i , si lah arkadaşları arasında
görülen ve kendi dediğine göre, homoseksüel aşkın kam­
çıladığı rekabete hayranl ı k duyar.
Ü reti m alanında, endüstrial izmin i l k aşamasını meyda·
na getiren, çok sayıda ufak firma arasındaki rekabet, üre­
ti min en öneml i dallarında yerin i , her biri en aşağı bir Dev­
leti kapsayan tröstler arası rekabete bıra km ıştır. Sadece
bir tane öne m l i u luslararası tröst vardır, o da, silah en­
düstrisidir; bu endüstriyi öteki endüstri lerden ayı ran ola­
ğanüstü öze l l i k de, burada, b i r firmanı n sipariş almas ı nı n ,
bütün öteki fırmaların d a s i pariş almalarına yol açmasıdır;
bir ü l ke silahlanınca, öteki ü l keler de si lahlandığından, si­
lah endüstrisi alanında rekabete yol açacak neden yoktur.
Bu olağanüstü endüstri dal ı dışında, iş alanında rekabet

- 275 -
IKTlDAR

hala vardır, ama artık bu rekabet, u l usların birbirl eriyle olan


rekabeti içinde erimiştir ve başarıyı kesinl i kl e bel irleyen
hakem de savaştır. Bu bakımdan, modern iş rekabetinin
iyi l i k ya da kötülüğü, Devletler arası rekabetin iyi l i k ya
da kötül üğüyle aynıdır.
Bundan başka bir i ktisadi rekabet biçimi daha vard ı r
v e bu rekabet bugün de eskisi kadar şiddetle devam et­
mektedir: mesleki rekabet. Bu rekabet daha okul sıraların­
da, burs sınavlarında başlar ve insan ların çalışma hayatı
boyunca sürer. Bu biçim rekabet yumuşatı l abilir, ama ta­
mamiyle ortadan kaldırılamaz. Bütün aktörler aynı parayı
alsı:ılar bile, yine de aktör, Hamlet rolünü Birinci Denizci
rol üne tercih edecek, Hamlet rolüne ç ı kmak isteyecektir.
Gözönünde tutulması gere ken iki koşul vardır: önce, ba­
şarısızlar, .kaçı n ı l ması mümkün güçl ükler içinde kıvrandı­
rı l mamalıdır; i kincis i , başarı , mümkün mertebe, dalkavuk­
l uğun ya da kurnazlığın ödül ü değ i l , gerçek bir yeteneği n
ödülü olmal ı d ı r. Bu i ki nci koşu l a Sosyal istler gerektiği ka­
dar önem vermezler. Bununla birlikte, esas temamızdan
uzaklaşmamak için bu konuyu fazla kurcalamayacağı m .
Günüm üzdeki e n önem l i rekabet biçi m i Devletlerarası
öze l l i kle · de Büyük Güç adı verilen Devler . arasındaki re­
kabettir. Bu rekabette zafere u laşmanı n bel libaşlı yolu
ölüm cezası uygulamak olduğundan, i ktidar elde etmek,
servet elde etmek, insanların i nançların ı kontrol altına al­
mak ama.çlarını taşıyan bu rekabet, her şeyden önce, in­
sanların hayatlarını kontrol altına almak amacını güden to­
tal iter bir rekabet n itel iğiyle ortaya ç ı kar. B u rekabeti so­
na erdirmenin biricik yol u , hiç şüphe yok ki, u l usal ege­
menl iğin ve ulusal silahlı kuvvetlerin bırakı lıp, si lahl ı kuv-

- 276 -
lKTIDAR

vetleri tekel i nde bulunduracak b i r · u l usl ararası h ükumetin


kuru l masıdı r. Bu tedbi ri n alternatifi , medeni ü l keler nüfu­
sunun büyük bir yüzdes i n i n ölümü, geri kalanların da yarı
barbarl ı k ve yoksul lu k içinde kalmasıd ı r. Bugün için, bü­
yük bir çoğunluk bu alternatifi tercih etmektedir.
Liberallerin, kuramsal olarak serbest bırakmayı düşün­
dükleri propaganda rekabeti , silahlanmış Devletler arasın­
daki rekabetle i l işkil i duruma gelmiştir. Eğer Faşizmin sa­
vunuculuğunu yaparsanız, bu savunuculuğun en öne m l i et­
kisi Almanya ve İtalya'ya güç kazandı rmak olacaktır; Ko­
münizmin savunuculuğunu yaparsanız, büyük bir i htimalle,
bu propagandayı yaptığı nız yerde Komünizmi i ktidara ge­
tiremezsiniz, ama Rusya'n ı n gelecek savaşı kazanmasına
yard ı m etm iş olabi l i rs in iz; eğer demokrasinin önemini be­
l i rtmeğe çal ışırsanız, . Çekoslovakya'nın savunul ması için
Fransa'yla askeri ittifak yapı lması gere ktiği tezini savunan
siyaseti desteklemiş olduğunuzu görürsünüz. Rusya, İtal­
ya ve Al manya'nın birbiri arkasından propaganda özgürlü­
ğünü kaldırmış olmalarında hayret edilecek b i r taraf yok­
tur, zira bu i lken i n daha önce benimsenişi, o ü l kelerin bu·
günkü hükumetlerine, kendilerinden önceki hükumetleri de­
virmek olanağını kazandırmıştı, aynı i l keyi sürdürmek ise
bu hüku metlerin kendi siyasetlerini sürdürmelerini tama­
miyle olanaksız kılardı.
Günümüzün dünyası , on sekizinci ve on dokuzuncu ·

yüzyı l ların dünyasından o kadar farkl ıdır k i , Liberall erin pro­


paganda alanında serbest rekabetten yana i leri sürdükleri
del i l lerin, g eçerl i kaldıkları sürece, modern koşul lar içinde
yeni den ve dikkatle tespit edilmesi gerekmektedir. Bu de­
l i l l erin hala büyük yüzde oranında geçerl i l i klerini koruduk-

- 277 -
'I

İKTİDAR

larına, ama b i r takım sınırlamalara tabi bulunduklarına ve


bu s ı n ı rlamaları idrak etmenin de çok öneml i olduğuna i n a­
n ıyorum.
Liberallerin doktrin i , mesela Joh n Stuart M i l l ' i n Özgür­
lük Üzerine adlı kitabındaki doktri n , genel l i kle sanı ld ı ğ ı n­
dan çok daha az aşırı idi . Onlara göre i nsanlar, fii l le ri baş­
kalarına zarar vermeyecek kadar özgür olacaklar, ama öz­
gürlükleri , başkaların ı n özgürlük sınırlarını aştığ ı zama n .
Devlet tarafından baskı altına a l ınacaktı . Mesela, adamııı
biri Kra l içe Viktorya'nın katl ed i l mesi gerektiğ ine vicdanen
i nanmış olabi l i rd i , ama M i l l bu adama, bu görüşü yayma
özgürlüğünü tanımazd ı . Bu çok aşırı bir örnektir, ama sa­
vunulmağa ya da hasım olarak a l ı nmağa değer her fiki r,
mutlaka bir takım i nsanlar üzeri nde ters etki yaratacaktır.
Söz özgürlüğü hakk ı , belirli bireyler ya da sınıflar için tat­
sız sonuçlar doğ u rabi lecek' şeyleri söylemek hakkını d a
içine almadığ ı sürece, hükü msüzdür. Bundan ötürü, eğer
propaganda özgürlüğünün bel irli b i r çerçevesi olacaksa, bu
çerçevenin hakl ı gösterilmesi içi n Stuart Mill'i n k inden da.
ha güçlü bir i l keye i htiyaç duyu lacaktır.
Bu mesel eye hükumet görüş açısından, sıradan vatan­
daş görüş açısından, ateşl i yen i l i k taraftarı görüş açısın­
dan ya da filozof görüş açısından bakabi l iriz. Hükumet gö­
rüş açısı ndan bakarak başlayalım.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, hükumetleri i ki teh­
l i ke tehdit eder: i htilal ve savaşta yen i l g i . ( Parlamenter
bir ü lkede resmi muhalefet hükumetin bir parçası diye ka­
bul olunmalıdı r.) Bu teh l i keler korunma içgüdüsünü hare­
kete geçireceğinden, hükumetlerin bu teh l i keleri önlemek
için ellerinden geleni ardlarına koymamaları doğaldır. Bu

- 278 -
İKTiDAR

görüş açısı ndan bak ı l d ı ğ ı nda şu soru ortaya ç ı kar: gerek


i ç , gerek d ı ş tehl i kelere karşı en büyük istikrarı sağlamak
için gerekl i propaganda özgürlüğü m i ktarı nedir? B u so­
runun cevabı , pek tabii, hükumetin karakterine ve zama­
n ı n koşul l arına bağ l ı d ı r. Eğer hükumet yeni ve i hti lalle i ş
başına g e l m i ş bir hükumetse h a l k ı n hoşnutsuzluk duyma­
• .

sı için de kuvvetl i sebepler varsa, propaganda özgürlüğü


m utlaka yeni bir ihti lal getir i r. Bu koşul lar 1 793'de Fran­
sa'da, 1 9 1 8'de Rusya'da, 1 933'de Almanya'da vardı ve her
üç örnekte de propaganda özgürlüğü hükumet tarafından
yokedi l d i . Ama hükumet geleneksel ise ve hal kı n i ktisadi
koşulları çok umutsuz değilse, özgürl ük b i r emniyet süpa­
bı vazifesi görerek, hoşnutsuzluğun azalmasına yard ı m
eder. İngi l iz Hükumeti , h e r ne kadar Komünistleri n propa­
gandasını çelmelemek için çok çal ışmışsa da, Komünist­
lerin Büyük Britanya'da başarıya u l aşamayışlarına b u se­
bep olmamıştır; ayrıca, onlara propagandalarında mutlak
bir özgürlük tan ı makla, hükumet görüş açısından bile, çok
a k ı l l ıca hareket edi l m iş olurdu.
H i ç b i r hükumetin, mesela, bel i rl i b i r kişil'!in katledil­
mesini hedef tutan bir propagandaya izin vermemesi ge­
rektiği i nancındayım. Zira böyle bir şeye izin verildiği tak­
d i rde, propagandası yapılan şeyi n gerek l i l iğine çok az sa­
yıda i nsan bile i nand ı rı l m ı ş olsa, propagandada tavsiye edi­
l en fi i l yerine getirilebi l i r. Vatandaşların kanunen ölüm ce­
zası na çarptırılmayı hak edecek bir fi i l işlemeleri hali dı­
ş ı nda, vatandaşları n ı n hayatını korumak Devletin görevi­
d i r ve her hangi b i r kimsenin öldürülmesini hedef tutan
tahrikler olduğu zaman, ·bu ölümü önlemek gerçekten de
zordur. Weimar Cumhuriyeti bu hususta. son derece gev­
şekti. Bununla b i rl i kte istikrarl ı bir hükumetin, her hang i

- 2 79 -
iKTiDAR

b i r sınıfı ya da bazı kişileri meşru olarak ölüm cezası na


çarptı rılmağa m üstahak göstermeyi hedef tutan bir propa·
gandayı önlememesi gerektiğine i nanıyoru m , z i ra böyle bir
propaganda meşruluğu tehl i keye sokmaz.
Devletin varl ığını tehl i keye sokmayan fiki rlere karış·
mak için, hükumet görüş açısı ndan bile, haklı bir sebep
gösteri lemez. Eğer b i r adam tutup da dünyanın dü:ı: olduğu
ya da Sebt ( 1 ) gününün Cumartesiye alı nması gerektiğ i gö­
rüşünü savunursa, bu adam i nsanları kendi düşünüşüne
getirmek için el inden geleni yapmakta özgü r olmalıdır. Dev­
let, kendisin i , b i l imde, metafizikte ya da törede Hakikat'in
bekçisi saymamalıdır. Devlet geçmişte çoğunlukla kendini
böyle saym ıştır, şimdi de Al manya, İtalya ve R usya'da böy­
le saymaktadır. Ne var ki bu, b i r zayıfl ığın itirafıd ı r ve is­
tikrarl ı Devletler bundan bağışık olmak zorundadır.
Sıradan vatandaşa gel i nce, propaganda özgürlüğünün
hükumet için en tehl ikeli olduğu, yani hükumetlerin var­
l ı ğ ı n ı tehdit ettiğ i durumlar dışında, sıradan vatandaşın pro­
paganda özgürlüğüyle çok az i lg i lend i ğ i n i görürüz. H üku­
met, d i n ve m i l l iyet bakım ından uyruklarından ayrı lab i l i r;
hükumet, soylulara karşı kralı, burj uvaziyi temsil edeb i l ir;
hükumet, il. Charles hükumeti ve savaş sonrası Alman hü­
kumeti gibi , vatanseverl i k duygusundan yoksun görüneb i l ir.
Bu gibi durumlar sıradan vatandaşta h ükumete karşı tah­
riklere g i rişme isteğ i uyandı rab i l i r ve bu istekleri uyanan­
lar, şampiyonları hapse atı l ı nca, söz özgürlüğü i l kesi n i ha­
tı rlarlar. Ne var ki bunlar i htilal lerden önce görülen koşul­
lard ı r ve bu koşul ların bulunduğu yerde, hükumetlerin ters

(1) Yahudilerin kutsal günü, Cumartesi; Hristiyanların d inlenme gü­


nü, Pazar. (Çev. Notu)

- 280 -
iKTiDAR

p ropagandaları hoş görmeleri gerektiğ i n i söylemek, asl ın­


da, hükumetlerin i ktidarı b ı rakmaları gerektiğ i n i söylemek­
le birdir. Böyle koşul l a r a ltında h ükumetlerin i ktidarı bı rak­
maları gerektiği hususu, hükumetlerin kendi görü ş açı ların­
dan b ile, çoğunlukla gerçeğe uygundur, z i ra hükumetler i k­
tidarı b ı rakmakla sadece i ktidarı kaybetmiş olacaktı r, hal­
buki d irenirlerse, sonunda belki hayatlarını da kaybeder­
ler. Ne var k i , bunu görebi l ecek akla sah i p pek az hüku­
met ç ı km ı ştır. Ayrıca güçlü b i r ü l ke zayıf bir ü l keyi ezdiğı
zam � n lar da bu görüş her zaman gerçeğe uymamaktadır.
Gelmiş geçmiş en mutsuz,
En huzursuz yerdir o ülke,
Çünkü orada insanları asarlar
Sırf yeşil giydiler diye.
İngiltere işte bu siyaseti İrlanda'ya karşı sekiz yüz
yıl güdebilmiş, sonunda ise kaybettiğ i para az, fakat kay.
bettiği itibar çok olmuştur. Büyük toprak sahipleri zengi n ,
köylüler i s e açlı ktan kırı lacak kadar yoksul oldukları için
İngi ltere bu siyaset i sekiz yüz yıl başarıyla güdebi l mişti r.
Propaganda özgürlüğü, sıradan vatandaşları i l g i l endir­
d i ğ i durumlarda, ya ş iddetli bir ihti l a l , ya da hükumet i n
halka daha geniş b i r özgürlük tanımasına, yani halka dile­
diği . hükumeti seçme hakkını vermesine yol açar. Propa­
ganda özgürlüğü i le, demokrasi ve hoşnutsuz toplulukla­
rın özerkl i k hakkı -yani , aksi takdi rde i htilal yoluyla elde
edi lecek olanı barış yoluyla elde etmek hakkı- arasında
sıkı bir bağ vardır. Bu çok önem l i bir haktı r ve bu hakkı n
tanı n mas ı , dünya barışının sağlanmas ı için zorunludur; ne
var k i , b u , propaganda özgürlüğü konusunun dışına çıka­
rır bizi ..

- 281 -
iKTiDAR

Geriye, ateşl i yen i l i k taraftarların ı n görüşü üzerinde


durmak kal ıyor. Bu tipe örnek olarak Constantine'den ön­
ceki Hristiyanı, Luther zamanındaki Protestan ı ve günümü·
zün Komüıiistin i alabiliriz. Bu gibi i nsanlar içinden söz öz­
gürlüğüne i nananlar nadiren çıkmıştır. Bunlar, inandıkları
dava uğruna ölmeyi seve seve göze aldıkları gibi, başka­
larını da aynı şekilde hareket etmeğe zorlamak yolunu seç­
m i şlerdir. Tarih, kararlı i nsanların, hükumetlere rağmen ser­
bestçe konuşabildikleri ni gösterir. Bununla b i rl i kte, modern
hükumetlerin e l i nde eski hükumetlere oranla çok daha bü�
yük olanaklar bulunduğundan , bunlar temel l i yen i l i klerin
meydana çı kmasını önleyebi lirler. Öbür yandan savaş, i hti·
lale ve hatta anarşiye sebebiyet vererek, b i r yenil iğin baş·
langıç yolunu açab i l i r. İşte Komünistler gelecek savaşı bu
u m utl a beklemektedirler.
Yeni l i k getiren adam , bir kural olarak, m i l l enarlar­
dır; ( 1 ) m i ll enium'un, h_erkes onun akidesine sarıldığı za­
man gelmiş olacağ ı n ı iddia eder. Yen i l i k getiren adam hal­
de i htilalci , gelecekte muhafazakardır: mükemmel bir Dev·
Jete ulaşı lacak, bir kere ulaşıldı mı da bu mükemmel Dev­
let değiştiri l meden korunacaktır. Bu görüşlerle hareket et­
tiği için de , yen i l i k geti ren , gerek mükemmel Devleti ara­
yışta , gerek m ü kemmel Devletin alaşağı edi lm esini önle­
yişte, ne kadar şiddetl i olursa olsun h i ç bir zor kul lanma
metodundan kaçınmaz: bu adam , muhalefetteyken gözdağı ·

verir, i ktidardayken de ceza. Onun bu ş iddet kul lanma i nan­


cı, doğal olarak, muhaliflerinde de ayn ı inancın belirme-

(1) Vahiy kitabının 20. babında zikrolunan, kıyametten önce barış ve


selametin hüküm süreceği bin yıllık devre'nin (millenium) ge�
çeceğlne inanan kimse. (Çev. Notu)

- 282 -
r
İKTİDAR

sine yol açar: muhalifler i ktidara geçtikleri zaman ona eza


cefa ederler, iktidarda bulunmadıkları zaman da ona suikast
hazı rlarlar. Bu bakımdan, bu m i l lenarian'ın m i l l enium'u her­
kesin hoşlandığı bir şey değildir; bu m i l lenium içinde ca­
suslar, tepeden gelen emirlerle tutuklamalar ve toplama
kampları bulunacaktır. Ne var ki, m i l l e narian, tıpkı Tertul­
l ian gibi , bunda hiç bir kötülük görmez.
Gerçi daha yumuşak m i llenarian tipleri de vard ı r. Ba­
zıları i nsanda en iyi şeylerin i nsan ı n içinden gelen şeyler
olduğun u , hiç bir iyiliğin i nsana dışardan zorla kabul etti­
rilemeyeceğini iddia ederler; bu görüşün en iyi örneğ i n i
Dostlar Cemiyeti ortaya koymaktadır. Dış etki lerin, iyi l i k­
çi ve akı l l ıca ikna biçimi içinde önemli ve hayı rl ı bir rol
oynayacağı . ama hapis ve idam cezaları biçimi içi nde hiç
de iyi b i r sonuç alamayacağı inancında olanlar da vardır.
Böyle adamlar . ateşli bir yen i l i k taraftarı da olsalar . pro­
paganda özgürlüğüne i nanabilirler.
Bir de evrim kuramının itibar kazanışından sonra or­
taya çıkan b i r cins yen i l i kçi vardır; bunun en tipik örneği
olarak, Sorel'i -sendikal ist olduğu günlerde- gösterebi·
l i riz. Bu gibi insanlar i nsan hayatı n ı n , sürekli bir i lerleyiş
olduğunun -ama tarif edilebi l i r bir hedefe yönelmiş, ya
da ilerleme ol madan önce kesinlikle bel irti lebilecek anlam­
da değ i l- atılan her yeni adımın bir i lerleyiş olduğunun
görülebileceği biçimde bir ilerleyiş olması gerektiğini sa­
vunurlar. Görmek, görmemekten, konuşabil mek konuşama­
maktan daha iyidir; ama bütün hayvanlar henüz körken, on­
ların reformda iki nci bir aşama olara k görme duyumuna
sahip ol mayı istemeleri i mkansızd ı . Halbuki gerçekte i kin­
c! aşama bu idi ; bu da ispat eder ki, statik bir muhafa-

- 283 -
i KTİDAR

zakar l ı k hata olurdu. Bundan ötürü bütün yen i liklerin teş­


v i k edilmesi gerekmektedi r �böyle iddia edi l iyor- zira
bu yen i l i kl erin içi nden b i r tanesi -hang i s i olduğunu b i l·
mesek b i l e- evrim ruhunu temsi l edecektir.
Bu görüşte bir gerçeklik payı bulunduğuna şüphe yok·
tur, ama bu yine de, yüzeysel bir i l erleme m i stisizmi ha­
l i n i almağa elveriş l i b i r görüştür ve belirsiz olduğu için d e
siyaset alanında uygulamaya temel a l ınamaz. Tarih içinde
öneml i yeri bulunan yen i l i kçil er, Tanrının egemen olduğu
ü lkeyi saldırıyla fethedebileceklerine inaı:ımışlardır; bun­
lar çoğu n l ukla kendileri n i n egemen olduğu bir ü l ke e lde
etmişlerd i r, ama bu, Tanrı 'nın ülkesi olmamıştır.
Propaganda özgürlüğü bakım ından . ş i md i de fi lozofla­
rın görüş açısı üzerinde duracağım. G i bbon, anti kitenin
hoşgörü ruhunu anlatırken şöyle der: ' Roma dünyasında
geçerli olan tapınış biçimlerinin heps i n i , halk aynı derece·
de gerçek , filozoflar da, aynı derecede sahte sayıl ıyorlar­
d ı ; yüksek yöneti m kademesi nden olanlar ise, heps i n i ay­
nı derecede faydalı buluyorlard ı .' Beni nı düşündüğüm fi­
lozof, bütün geçerli akide leri aym derecede sahte sayma­
yacak, yalnız hiç bir akidenin yanl ışsız sayı l masına ya da
-eğer bir rastlantı eseri yan l ışsız ise- bu mutlu olgunun
i nsan kafasının yetileriyle keşfedilebi leceği düşüncesinin
kabu lüne izin vermeyecektir. Fi lozof gibi düşünmeyen pro­
pagandacı için, gerçek saydığı kendi propagandasıyla b i r
d e aldatıcı olan karşı propaganda vardır. Bu propagandacı
eğer her iki propagandanı n da yer almasına izin veriyor­
sa, bu sadece onun, yasaklanacak propagandanın kend i pro­
pagandası . olması i hti maliyle korku duymasından i leri çw
l i r Filozofça düşünen gözlemci için ise m esele bu kadar
.

basit deği ldir.

- 284 -
iKTİDAR

Filozof için� propagandanın faydaları neler olabil i r? F i ­


lozof, propagandacı g i b i şöyle diyemez: 'Toplu iğne fabri­
kaları toplu i ğne imal etme k için , fikir fabrikaları da fikir
i mal etmek için vardır. İ mal edi len fikirler, iyi olduktan
sonra , i ki toplu iğne kadar b irbirine benzese . de bundan
ne ç ı kar? Ayrıca tekel sayesinde büyük çapta üretimin
�ucuz yapı lmas1 sağlanabil iyorsa, teke l i bir alanda haklı gös­
teren nedenLer başka aranda da aynı derecede geçerlidir.
H ayır, sadece bu kadar da değ i l : rakip bir fikir fabrikası ,
rakip b i r top l u iğne fabrikası gibi, gene l l i kl e benim fabri­
kamı n çıkard ı klarıyla aynı derecede iyi olan başka fikirler
i mal etmez: beni m fabrikamın ç ı kardığı fikirleri yıkma he­
defini güden fikirler imal eder ve böylece, halka benim
i malatı mı yetiştirebi lmek için gerekl i çal ışma m i ktarı nı bü­
yük ölçüde arttırır. İ şte bu yüzden, fikir fabrikaları arasın­
d a rekabete izin veri l memelidir.' Şunu belirtmeliyim ki, fi·
lozof, bunu bir fikir diye a l ı p da benimseyemez. Fi lozof,
propagandanın hizmet edebileceği en yararl ı amacın, yan­
l ı ş l ı ğ ı hemen hemen kesi n bir fikrin dogmatik biçimde ka­
bul edilmesini sağlamak değil , tam tersine yargıyı , akılcı
şüpheyi ve karşıt mülahazaları tartabi l me yetisini idame
ettirmek olduğuna inanmak i htiyacındadı r ; propaganda da
bu amaca ancak, propagandalar arası nda rekabet varsa h iz­
met edebil i r. Filozof, halkı, her iki tarafı da d i nleyen bir
yargıç gibi düşün ecek ve propaganda tekelini tıpkı bir ağı r
ceza mah kemesinde sadece iddia makam ının y a d a sadece
müdafaanı n dinlenilmesi kadar saçma bulacaktır. Böylece,
propagandada birörnek l i ğ i istemekten çok uzak olan fi lo­
zof, her meselede herkesi n elden geldiği kadar, tarafların
hepsini dinlemesi gerektiği tezin i savunacaktır. Filozof hep­
. s i de kendilerini b i r p.artinin çıkarlarına adamış, b i r parti

· - 285 -
İKTiDAR

l iderlerin i n görüşlerini savunan b i r. sürü ga:!ete yerine, için ­


d e bütün partilerin tem s i l edildiği b i r tek gazeteyi terc i h
edecektir.
Ansal yönden sağlayacağı faydalar apaç ı k olan tartış­
ma özgürlüğü, mutlaka rakip örgütlere muhtaç değ i l dir.
BBC. bil imsel tartışmalara açıktır. B i rbirine rakip bütün bi­
l imsel kuramlar Royal Society'de temsi l edilebi lir. B i l i m
dal larıyla i l g i l i cemiyetler genel l i kle anoni m b i r propagan­
da yolu izlemezler, üyelerin i n her birine ayrı ayrı kendi ku­
ramları nı savunma fı rsatı verirler. B i r tek örgüt içinde bu
gibi tartışmaların yer alabil mesi için, o örgütte, teme l l i
b i r anlaşma bulunması gerektir; h i ç b i r ejiptolog, kuramla­
rı hoşuna gitmeyen raki p b i r eji ptologu ezd i rmek için, or­
duyu onun üzerine saldırtrnağa kalkışmaz. B i r topluluk yö­
netim i konusunda temelde anlaşmaya varmışsa, özgü r tar­
tışma olanağı vardır o topluluk içinde, ama böyle bir an­
laşma yoksa, propaganda, kaba kuvvet kul lanma yolunda
b i r prelüd yeri ne geçer ve kaba k'uvveti ellerinde bulun·
duranlar doğal olarak propagandayı tekellerine almayı he­
def tutarlar. Ayrı l ı klar. b i r yönetim altında barışçı işbi rli­
ğini olanaksız kılacak kadar büyük olmadığı zaman, propa­
ganda özgürlüğü olanağı vardı r . Protestanlarla Katol i kler
on a ltıncı yüzyıl da s iyasal işbirliği yapamadılar, ama on
sekizinci ve on dokuzuncu yüzyı l larda yapabildi ler; kendi
içlerindeki d i nsel hoşgörü olanağı da işte buradan doğdu .
Ansal özgürlüğün varl ığı için, hükümetlerin isti krarlı b i r
çatıya sahi p olması şarttır; ama n e yazık k i , böyle b i r çatı ,
aynı zamanda i stibdada yol açan bell ibaşl ı güçtür. Bu so­
run'un çözüm ü büyük çapta, yönetim biçimine dayanır.

- 286 -
Bölüm XV
lKTlDAR ve TÖRE KURALLARI
TÖRE, hiç deği lse İbrani peygamberlerinden bu yana,
birbiri nden ayrı iki cepheye sahip bulunmaktadır. Töre, bir
yandan, yasayı and ıran toplumsal bir kurum, öbür yandan
da birey vicdanı n ı i l g i lendiren bir husus olagelmiştir. Tö·
re, biri nci cephesiyle, i ktidar mekanizmasının b i r parçası­
dır; i kinci cephesiyle, gene l l i kle ihti lalcidir. Törenin yasa­
yı and ıran cinsine 'pozitif' töre denir; öbür cinsine ise
'kişisel' d iyeb i l i riz. B u böl ümde, bu iki cins törenin bir­
birleriyle ve i ktidarla olan i l işkileri üzerinde durmak isti­
yorum .
Pozitif töre, kişisel töreden, hatta belki d e yasa ve
hükumetten daha eskidir. Pozitif töre, kabile geleneklerin­
den doğar, yasa da yavaş yavaş positif töre içinde gelişir.
En i l kel yabanlar arasında rastlanan, kimin kiminle evle­
nebil eceğ i n i belirleyen, olağanüstü denecek kadar i ncel i k·
l i kural ları bir düşününüz. Bunlar bizim için, kural olmak-

- 289 -
İktidar - f ./ 1 9
İ KTiDAR

tan öteye bir anlam taşı masa bile, onları kabuf etmiş ofarr­
lar için zorlayıcı bir güç niteliği taşırlar -tıpkı k endi tö­
rel kural ları mızın taşıdığı, akrabalar arası bi rleşmeler kar­
şısında etkisini duyduğumuz zorlayıcı güç g i b i . Bunların
kaynakları kes i n l i kl e bilinmemekle beraber, bu kaynakların
bir anlamda dinsel olduğuna şüphe yoktur. Pos itif töreni n
bu böl ümünün topl umsal eşits izli kl erle h i ç b i r i l işkisi yok­
tur; o, ne olağanüstü iktidar sağlar, ne de böyle bir i kti­
darın varlığını kabul eder. Medeni insanlar arası nda daha
hala bu gibi törel kural lar vard ı r. Yunan K i l isesi, bir çocu­
ğun manevi anasıyla manevi babasının evlenmesini yasak-·
lar; bu, iyi ya da kötü hiç bir topl u msal amaç gerçekl eş­
tirmeyen , kökü tamamiyle teolojiye dayanan bir yasaktır.
Bugün akla yakın gerekçelerle kabul ol unan bir çok yasak­
ların aslında kör i nançlardan çıkmış· bulunması muhtemel­
dir. Eskiden, cinayet, ölenin ruhunun sadece kendini öldü­
rene değ i l , bütün topluluğa da düşman olacağına inanı l­
dığı için hoş karşıl anmazdı . Yan i , bir cinayet işlenince bü­
tün bir toplu luğun çıkarı söz konusu oluyordu, topluluk işirr
içinden ya ceza vermek suretiyle ya da arınma törenleri
yoluyla sıyrıl ıyordu. Zamanla arınma törenl eri ruhani, aym
zamanda tövbe ve af i l e özdeş bir anlam kazandı ; ne var
ki, arınman ı n i l k zamanlardaki törensel karakteri , ' Kuzu­
nun yanında yı kanan,' gibi laflarda hala hatırlanmaktadır.
Pozitif törenin bu cephesi de öneml i olmakl'a beraber.
benim asıl üzerinde durmak istediğim bu deği ldir. Ben ası l ,
törel kural ların , iktidarı etki leyen cephelerini ele almak is­
tiyorum . Geleneksel törenin -genel l i kle büyük oranda bi­
l inçşiz- amaçlarından biri , m evcut topl u m düzenini i ş l er
halde bulundurmaktır. Geleneksel töre, başarı l ı olduğu za­
man, bu amacı pol is kuvveti nden hem daha ucuza, hem de

- 290 -
İKTİDAR

daha etki l i bir şekilde gerçekleştirir. Ne var k i , geleneksel


-töre, i ktidarın yeniden dağıtı lması ihtiyacının i lham ettiği
bir ihti lalci töreyle karşı karşıya kalabil ir. Ben bu bölüm·
de önce iktidarın töre kuralları üzerindeki etki s i n i , sonra
da, töre için daha başka esasl,a rın bulunup bulunamaya •

.cağı sorusunu ele almak istiyorum .


İ ktidar töresi nin en açı k görünüşlerinden biri, itaatin
telki n edilmesidir. Çocuklar ana babalarına, karı lar kocala­
,rına, uşaklar efendi lerine, uyruklar hükümdarlarına (ve din­
sel hususlarda) ruhani s ıfatı olmayanlar papazlara boyun
eğmekle görevlidirler (daha doğrusu, görevl i idiler) ; ordu­
larda ve dinsel tarikatlerde daha çok uzmanl ı k alanı içine
g iren itaat görevleri vardı . Bu görevlerin her birinin, ken­
dini i l g i l endiren kurumun tari hine paralel giden uzun bir
tarihi vardır.
Önce evlatların ana babalarına saygı borçlarından baş­
'l ayal ı m . Bugün öyle vahşi kavimler vard ı r ki , bunlar, ça­
l ışamayacak kadar yaşlanan ana babaların ı , onları yemek
için satın alan yamyamlara satarlar. Medeniyetin gelişme
aşamalarından birinde, her halde olağanüstü derecede ile·
ri görüşlü bir adam , daha çocukları henüz gençken, onları,
kafaca, kend isin i yaşl ı l ı ğ ı nda sağ bırakmalarını sağlayacak
bir düzeye getirebileceğini düşünmüş olsa gerektir; bunu
düşünen adam , büyük bir i htimal le, kendi yaş l ı ana ve ba­
bas ı n ı n ortadan kaldırılışına tanı k l ı k etm iş, ya da onları
doğrudan doğruya kendisi ortadan kaldırmış olan bir kişi­
d ir. Bu adam, çocukların ana babalarına boyun eğmelerin i
öngören fikirleri n i destekleyecek b i r taraftarlar grupu mey­
d ana getirmek için, hiç sanmıyorum ki i nsanların sadece
basi retlerine h itap etmiş olsun; onun, kendi fikrine getir-

- 29 1 -
iKTiDAR

mek istediği kişilerde İ nsan H akları kavramını yaratmağa,


yalnız meyvayla beslenmenin yararlarını i leri sürmeğe, ya
da çocukları u ğ runa kendilerini yıpratan ana babaların tö·
rel yönden dokunulmaz olduğunu bel i rtmeğe çalıştığı şüp­
helidir. Muhtemelen , o sıra l arda, öğütleri etinden daha de­
ğerli sayılan , sıska, ama olağanüstü derecede akı l l ı bir ih·
tiyar ortaya çıkmıştır. N as ı l olmuşsa olmuş, ama zamanla
anne ve babaların yenmeyip , kutsanmaları gerektiği fi kri
yerleşmi ştir. Eski medeniyetlerde ana babalara gösteri len
saygıyı biz bugün aşırı bul uruz, ama ana babaların yenil·
mesi usulünü ortadan kaldı rmak için de çok güçlü bir vaz­
geçirici nin zorunlu olduğunu hatırlamamız gerekir. İ şte
böylece, anne ve babanıza saygıda kusu r ettiğiniz takdi r­
de genç yaşta öleceğinizi telkin eden On Emir'e, Roma'lı·
lar'ın ana ve baba öldürmeği en çirki n , en büyük suç say·
d ı ğ ı döneme u laşıyoruz ve Konfüçyüs'ün , evlatların ana ba­
baya saygısını törenin temel i hal ine geti rdiğini görüyo­
ruz. Bütün bunlar, içgüdüsel ve b i li nçsiz olmakla birl i kte,
ana babanın çocuklar üzeri ndeki i ktidar ı n ı , çocukları n zayı f
oldukları dönemden i lerisi için de garantiye almak için dü­
şünülmüş b i rer çaredir. Ana babaların yetkisi n i , mülk sa­
hibi oluşları h i ç şüphesiz takviye etmiştir, ama eğer ana
baba saygısı d i ye bir şey olmasaydı , o zaman , çocuklar bi­
raz büyüyüp de ana babaları yaşl ı l ı k dolayısıyle güçten dü·
şünce, babaları nın sürüleri n i ellerinden a l ı rlard ı .
Aynı şey, kadınların boyun eğişleriyle i lg i l i olarak d a
yukarıdaki ne benzer b i r süreç izlemiştir. Erkek hayvanla­
rın fiziksel güç üstünlükleri , dişi lerin sürekli olarak onlara
boyun eğmeleri sonucunu sağlamaz çoğunlukla, zira erkek
hayvanlarda amaç istikrarı dişilere oranla daha azdır. İn­
sanlard a ise, kadının boyun eğişi , belirli b i r medeniyet dü-

- 292 -
r

iKTiDA61

zeyinde, ü l keler arası nda olduğundan daha tamdı r. Bu bo­


yun eğişi de hep töre takviye eder. Aziz Pavlus, şöyle d i­
yor: « Çünkü erkek Al lah ı n sureti ve i zzeti olduğu için ba­
şını ö rtmemelidir; fakat kad ı n erkeğin izzetidir. Çünkü e r­
kek kadından değ i l , fakat kadın erkektendir; çünkü erkek
kadı n değ i l , fakat kadı n erkek için yaratıl d ı . » ( 1 ) Bundan
da, karı ların kocalarına itaat etmeleri gerekti ğ i , karı n ı n sa­
dakats izl i ğ i n i n , kocanın sadakatsizl iğinden daha büyük gü­
nah olduğu sonucu çıkarıl ıyor. Asl ı nda, Hristiyanl ı k, kuram­
sal olarak zinayı her iki cins için de aynı derecede g ün�h
tutar. zira zina Tanrı'ya karşı işlenmiş bir günahtır. Hal­
buki uyg ulamada bu görüş geçerl i olmamış, hatta H ri sti­
yan l ı k öncesi dönem lerinde kuramsal olarak bile geçerl i
sayı lmamıştır. Eskiden, evl i bir kadınla zina kötü sayı l ı �
yordu, çünkü b u , kocaya karşı işlenmiş bir suçtu ; buna kar­
ş ı l ı k dişi kölelerle savaş esirleri efendilerinin meşru malı
sayı ldığı gibi, bunlarla cinsel temasta bulunmak da suç
değ i l d i . Bu görüşün, en sofu Hristiyan köle sahipleri ara- .
sında ( karıları nın iti razına rağmen), on dokuzuncu yüzyıl
Amerikası nda bile savunulduğunu görüyoruz.
Törenin kadınlar için başka, erkekler için başka olu­
şunun esası , hiç şüphesiz, erkeğin üstün iktidarına daya­
nıyordu. Başlangıçta bu üstünlük sadece fiziksel d i , ama bu
esastan kalkılarak, üstünlük, derece derece i ktisadi, siya­
sal ve d i nsel alanları da kapsad ı . Töreni n i nzibat düzeni­
ne sağ ladığı üstünlük bu durumda açı kça görülmektedir,
zira kadın lar, daha yakın zamanlara kadar, erkeklerin ege­
menliğini meydana getiren törel kura l lara gerçekten inan ı -

(1) Yeni Ahit, 1. Korintoslular, XI : 9 - 9 (Çev. Notu)

- 293 -
İKTiDAR

yorlardı , bundan ötürü de, aksi takdi rd e gerektirebilecek,


! er inden çok daha az bir zorlama gerektiriyorlard ı .
Hamurabi kanunları , kad ı n ı n yasa yapanın gözündeki
önemsizliğini ortaya koyan çok ilgi çekici bir örnektir. Bu
kanunlara göre, eğer birisi soylu bir adamı n gebe kızına
vurur da, kız bunun sonucunda ölürse, vuran ı n kızı d a öl,
dürülür. Soylu kişiyle vuran arasında hakkın yerine geti,
ri l iş i bakı m ı ndan bu adilanedi r ; i dam edi l en kız, vuran ı n
sadece bir malıdır v e kendisi kendi hayatı üzerinde b i r
h a k iddias ı nda bulunamaz. Vuran ise, soylu kişi n i n kızını
öldürmekle, öldürdüğü kıza karşı deği l , soylu kişiye karşı
bir suç işlemiş sayı lır. Kızlar, i ktidar sahi bi olmadı kları için,
hiç bir hak sahibi de deği llerd i Hamurabi zaman ında.
1 . George zamanına kadar kral lara d i nsel saygı gös ,
teri l irdi .

Kralı bir çit gibi kuşatan öyle bir üluhiyet vardır ki,
Hıyanet ancak bu çitten içersini gözetlemekle,
Ve niyet ettiğinin çok azını yerine getirmekle yetinir.

'H ıyanet' kel i mesi , cumhuriyetlerde bile, hala azçok


d i nsel bir suç anlamı taşı r. İ ngi ltere'de hükumet, kral l ı k
geleneğinden çok yararlanır. Victorya dönemi devlet adam­
ları , hatta Mr. G ladstone bile, Kraliçenin hiç bir zaman
Başbakansız b ı rakıl mamasını sağlamay ı , Kra l içeye karşı bir
görev saymışlardı r. Yetk i l i makama itaat görevi hala b i r
çokları tarafı ndan, hükümdara karşı bir görev say ı l makta- ·
dır. B u , çürümekte olan b i r duygudur, ama hu duygu çü,
rüdükçe hükumet de i stikrarından kaybeder ve Sağ ya da
Sol kanat d i ktatörlüğü daha çok olanak kazanır.

- 294 -
r

iKTiDAR

Bagehot' ı n ingiliz Anayasası -gerçekten de hala okun­


mağa değer bir kitaptı r- monarşi n i n tartışmasına şöyle
başlar:
Kraliçenin, vakur bir sıfat içinde yararı sınırsızdır. O
olmasa İngiltere, bugünkü İngiliz Hükümeti hiç bir şey ya­
pamaz, göçer giderdi. Kraliçe'nin Windsor sırtlarında dolaş·
tığı -Gal Prensinin de Derby at yarışlarına gittiği- ko­
nusunda çıkan yazıları okuyan pek çok kimse, ufak şey­
ler üzerinde fazlaca durulduğunu, bunlara gerektiğinden
fazla önem verildiğini düşünmüşlerdir. Ne var ki, böyle dü­
şünenler yanılmışlardır; malikanesine çekilmiş bir dulun
ve işi gücü olmayan bir delikanlının nasıl bu derece önem
taşıyabildiğini izlemek de ayrıca hoş bir şey.
Monarşiyi güçlü bir hükümet yapan en güzel neden,
onun anlaşılabilir bir hükumet oluşudur. İnsanlar (\ünyanm
her hangi bir yerinde birbirlerini anlayamadıkları halde, in­
san yığınları bu hükumeti anlıyor. Genellikle, insanları ken­
di imgelemlerinin yönettiği söylenir; onları imgelemleri­
nin zayıflığının yönettiği söylense, daha doğru olurdu.
Bu görüş hem doğru , hem de öneml id ir. Monarş i , top­
lumsal kohezyonu kolaylaştı rır; bunun da iki nedeni var­
dır: önce, bireye bağ l ı l ı k duymak, soyut bir kavrama bağ­
l ı l ı k duymaktan daha kolaydır, i kinci olarak da, kra l l ı k uzun
tarihi içinde, hiç bir yeni kurumun i lham edemeyeceği m i k­
tarda saygı toplamıştır. Geleneksel monarşi lerin kaldırıl­
dığı yerlerde, kısa ya da uz4n bir süre sonra, kaldırı lan
monarşinin yerini genel l i kle başka biçim de bir tek - adam
yönet i m i alır: Yunanistan'da tiranlık, Roma'da İ mparator­
luk, İngi ltere'de Cromwe l l , Fransa'da Napolyonlar ve gü­
nümüzde Stalin ile H itler. Bu gibi adam lar, eskiden kral-

- 295 -
İ KTiDAR

l ığa yönelti len duyguların b i r kısmını kanıtlarlar. Rusya'da­


ki yargı lamalarda s uçlananları n , itiraflarında, en eski ve ge­
l en eksel mutlakiyet idarelerine yakışacak bir boyun eğiş
töresi n i kabul edişlerini görmek insana gülünç gel iyor. Bu­
nunla birl i kte yeni bir d i ktatör, son derece olağanüstü bir
insan olmadıkça, kal ıtsal monarşilerin geçmişte sağladık­
l arı dinsel saygının aynını kolay kolay i lham edemez.
Kral l ı kta, d i nsel öğe, gördüğümüz g i b i , çoğunlukla i k­
tidara karışacak kadar i leri götürülmüştür. Ama o zaman­
lar bile, d i nsel öğe , kra l ı n sembol ü olduğu toplumsal s i s­
tem i n i sti krarına yardım etmiştir. B i r çok yarı medeni ül­
kel erde, Japonya'da, İngi ltere'de bu böyle olmuştur. Kra­
l ı n hata yapamayacağı i l kesi, İngi ltere'de, kralı i ktidarın­
dan mahrum bırakmak için bir silah olarak kul l anıl m ı ş , ama
bu durum kra l ı n Bakanları na, kral mevcut olmadığı takdir­
de sahip bulunabi lecekleri i ktidardan daha fazlasını kazan­
dı rmıştır. G e leneksel b i r monarşinin bulunduğu her yer·
de, hükumete karşı isyan , krala karşı işlenmiş bir suçtur
ve sofular tarafından bir günah, Tanrıya karşı saygısızlık
sayı lır. Bundan dolayı kra l l ı k kurumu, genel anlamda , sta­
tüko -bu statüko her ne o lu rsa olsun- lehi nde işleyen
bir güçtür. Tarih içinde bu kurumun en yararlı işlevi , top­
lumsal kohezyon için elverişl i , geni ş çapta yaygın b i r duy­
gu yaratması ol muştur. İnsan lar yaratı l ı ş l arı itibariyle sü­
rü hali nde yaş a mağa son derece az eği l i m l i yaratıklar ol­
duğundan, anarşi sürekli bir tehl i kedi r ve bunu önlemek­
te krall ıklar çok büyük işler başarm ışlardır. Ne var k i , kral­
l ı ğ ı n bu yararl ığına karş ı , onun eskiden kalma kötülükleri
sürdürmek ve i stenilen değişmeye karşı ç ı kan güçleri art­
tı rmak gibi yararsızl ıkları da ortaya koymamız gerekti r. Mo­
narşinin bugün yeryüzünün büyük bir bölümünde ortadan

- 296 -
İKTiDAR

kalkmış olmas ı n ı n bell i baş l ı nedeni de i şte onun bu ya.


rarsızl ı ki arıdır.
Papazların i ktidarı i le töre arası ndaki i l işki , her hangi
başka b i r biçimdeki i ktidarla töre arası ndaki i l işkiye oran·
la çok daha açı ktır. Hristiyan ü l kelerde erdem, Tanrı i ra·
desine itaatten ibarettir, Tanrı iradesi n i n neyi emrettiğini
bi lenler de papazlardır. İnsandan çok Tanrıya itaat etme­
m i z gerektiği kura l ı , gördüğümüz üzere, i hti lalci olabi l i r.
İ k i ayrı koşullar g rupu içinde bu böyled i r: b i rincis i , Devlet
K i l i se'ye muhal if olduğu zaman, i kincisi de, Tanrın ı n her
b i reyin vicdanına aracısız, doğrudan doğruya h itap ettiği
fi kri kabul olunduğu zaman. Devlet'i n Kil ise'ye muhal if olu­
ş u durumunu Konstantin'den önceki dönemde , Tanrının bi·
rey vicdan ına doğrudan doğruya h itap ettiği fikrin i n savu­
nuluşunu da Anabaptisler ve Bağımsızlar arasında görüyo­
ruz. Ama i hti lalci ol mayan dönem lerde, yerleşmiş, gele­
neksel bir k il isenin bulunduğu yerlerde, pozitif töre ki­
l i seyi Tanrı ve birey vicdan ı arasında bir aracı sayar. K i l i­
se böyle sayıldığı sürece, i ktidarı çok büyüktür ve K i l i­
seye karşı i syan , her hangi başka bir kuruma karşı isyan­
dan daha kötü tutu lur. K i l ise de kendine göre güçlüklerle
karşı karşıyadır, 'z i ra Ki l i se, i ktidarını çok göze batacak şe­
k i lde kul l anırsa, i nsanlar onun Tanrı i radesi n i doğru yorum­
ladığından şüpheye düşebi l i rler; bu şüphe gene l l eşti ğ i za­
man da, tıpkı Reformasyon döneminde, Töton ü l keleri nde
olduğu g ibi k i l ise yapısı tüm çöker.
K i l ise söz konusu oldukta, i ktidarla töre arasındaki
i l işki , bir dereceye kadar, ş i mdiye kadar üzerinde durdu­
ğumuz örneklerde görülen i l işki n i n tersi nedir. Pozitif töre
ana babaya, kocalara , kral lara, onlar i ktidar sahibi olduk-

- 297 -
iKTiDAR

ları için boyun eğmeyi emreder; halbuki K i lisenin i ktidarı .


törel yetkisinden gel i r. Ne var ki bu, ancak b i r noktaya ka­
dar doğrudur. K i l ise teh l i keden uzak bul unduğu zaman, t ı p­
kı ana babaya, kocalara ve kral l ara boyun eğmeyi emreden
töre g i b i , K i l iseye boyun eğmeyi emreden bir töre gel işir.
Bu boyun eğdirici töreyi reddeden ihti lalci düşünüş de ay­
nı şekilde gelişir. Geçerl i d i nsel inanışlara aykırı düşünüş
ve bölünme, K i l isenin özel l ikle nefret ettiği şeyler oldu­
ğundan, bunlar i htilal programlarında esas öğelerdir. Bu­
nunla birl ikte , papaz i ktidarına karşı çıkışın daha karma­
ş ı k sonuçları da vardır. Kilise töre kural ları n ı n resmi bek­
çisi olduğu ndan , Kil i se'ye karşı çıkanların doktrin ve yö­
netim konularında olduğu kadar törel konuda da ayakl an­
maları i hti m a l i vardır. Kilise'ye karşı çıkanlar ayaklanıp,
Puritanlar gibi daha da katı sını rlamalar içine, ya da Fran­
sa i hti lalini yapanlar gibi, daha da büyük b i r gevşekl i k içi­
ne düşeb i l i rler; ama her i k i durumda da töre, eskiden ol­
duğu gibi b i r kamu kuru l uşunun kararlarına bağ l ı bir konu
olmaktan çıkıp, özel bir konu n iteliği kazanır.
Kişisel törenin, genell i kle, en yumuşak b i r resmi pa­
paz töresi nden bile daha kötü olduğu sanı l mamalıdır. M . ô.
altıncı yüzyıl s ı ralarında Yunan kamu vicdanı insanların kur­
ban edi lmesi usulüne karşı güçlü bir nefret duymağa baş­
ladığı zaman , Delf tapı nağ ı ndaki kahinlerin bu insani re­
formu kösteklemeğe ve eski katı uygulamalarını sürdür­
meğe çal ıştı k larına dair elde del i l ler vardır. Aynı şekil de
günümüzde de, Devlet ve kamu vicdanı b i r erkeğin ölü ka­
rısı n ı n kızkardeşiyle evlenmesini hoşgörse b i l e , Kil ise, i k­
tidar sahibi olduğu sürece, eski yasağı sürdürür.
Kil ise i ktidarın ı n zayıfladığı yerde töre, bir kaç m üs­
tesna i nsan dış ında, gerçekten kişisel bir nite l i k kazan-

- 298 -
r

İKTiDAR

mam ıştır. Çoğunluk için töreyi , gerek genell ikle komşuların


fikirleri, gerek i şverenler g i bi güçlü g rupların fikirleri de­
mek olan kamuoyu temsil eder. Günah işleyen i n görüş açı­
s ı ndan, değişiklik yüzeysel ve ayn ı zamanda eskisine oran­
la daha kötü olabil ir . B i rey, günahkar o l arak deği l de yar­
gıç olarak kazançlı ç ı ktığı zaman, gayrı resmi demokratik
yönetim heyetinin b i r bölümü haline gel i r, halbuki Kil ise'­
nin güçlü olduğu yerde birey, yetk i l i maka m ı n kanunlaş­
mış kararlarını kabul etmek zorundadır. Törel duyguları
güçlü olan Protestan , papazın törel iş levlerini zorla a l ı r
v e başka i nsanların sevapları v e günahları karşısı nda
-öze l l i kle günahları karşısında- yarı yönetici bir tutum
takınır. ·

Komşularının kusurlarını ve çılgınlıklarını


Tespit edip anlatmaktır bütün yapacağın şey.
Bu anarşi değildir; demokrasidir bu.
Törel kural ların i ktidarın bir ifadesi olduğu tezi , gör­
d üğümüz üzere, tamam iyle doğru değildir. İl kel kavim l e­
rin, aynı topluluktan olanların evlenmelerini yasaklayan ku­
ral larından bu yana, medeniyetin her aşamasında, i ktidarla
görünür bir i l işkisi bulunmayan törel i lkeler vardı r - ken­
di toplu mlarım ızda homoseksüel l iğ i n lanetlenişi bir örnek
olarak gösteri lebi l i r. Törel kuralların iktisadi iktidarın
bir ifadesi olduğu şekl i ndeki Marksist tez ise, bu kural­
ların gen e l l i kle i ktidarın ifadesi olduğunu i leri süren tez­
den daha da yetersizdir. Bununla birl i kte, Marksist tezi
doğru çı karan bir çok durumlar da vardır. Mesela: ruhban
sınıfı dışı ndaki en güçlü tabakan ı n büyük toprak sahiple­
ri olduğu, piskoposl ukların ve manastir tari katleri n i n g e-

- 299 -
iKTiDAR

l i derini topraktan sağladıkları ve borç para vererılerin sa­


dece Yahudi ler olduğu Orta Çağ'da , Kilise hiç tereddüt
göstermeden 'tefecil iğ i ' , daha doğrusu, her türlü faizle borç
para verme usul ünü lanetlemişt i . Bu bir borçlar töresi i d i .
Zengin tüccar s ın ıfının güçlenişiyle birl i kte b u yasağın sür­
dürülmesi olanağı ortadan .kal ktı : yasak, önce, müşteril eri­
nin çoğu şehirl i ve zenginler olan Calvin, daha sonra Pro­
testanlar ve en sonunda bütün Katolik K i l i sesi tarafından
kaldırıldı . ( 1 ) Bu sefer borç verenler töresi moda oldu ve
borç ödememe en büyük günahlardan biri sayı l mağa baş­
lad ı . Dostlar Cemiyeti, daha çok yakın zamanlara kadar,
kuramsal olarak değilse b i l e , uygulama alanı nda müflis­
leri üye kabu l etmiyordu .
Düşmanlara karşı uygulanan töre kura l l arı konusunda
çağlar arası nda büyük ayrı l ı klar vard ır, bunun nedeni d e
ayrı ayrı çağlarda i ktidarın kar sağlayacak biçimde kul­
lanılışının büyük değişiklikler göstermesidir. Bu konuda
önce Eski Ahit' i n ne dediğine baka l ı m .
«Allahın Rab, mülk olarak almak için gitmekte oldu­
'
ğun diyara seni götüreceği, ve senin önünden çok millet·
leri, Hittileri, ve Girgaşileri, ve Amorileri, ve Kenanlıları,
ve Peizzileri, ve Hivileri, ve Vebusileri, senden daha bü­
yük ve daha kuvvetli yedi milleti kovacağı, ve Allahın Rab
onları senin önünde ele vereceği, ve sen onları vuracağın
zaman; onları tamamen yok edeceksin: onlarla ahdetme­
yeceksin, ve onlara acımayacaksın: ve onlarla hısımlık et­
meyeceksin; kızını onun oğluna vermeyeceksin, ve onun kı·
zını oğluna almayacaksın. Çünkü o senin oğlunu benim ar­
dımca yürümekten saptıracak ve başka ilahlara kulluk ede-

(1) Bu konuda bak. Tawney'in, Din ve Kapitalizmin Yükselişi.

- 300 -
İKTiDAR

cekler: ve Rabbin öfkesi size karşı alevlenecek, ve seni


çabuk yok edecek.» (1 )
Eğer bü.tüiı bunları yaparlarsa, ««bütün kavmlerden ziya·
de mübarek olacaksın: erkek olsun kadın olsun sizin ara·
nızda, ve hayvanlarınız arasında kısır olmayacak.>• (2)
Bu yedi m i l l etle i l g i l i olarak, i leriki bir bab'da söyle­
nenler ise daha açıktır:
«Ancak Allahm Rabbin miras olarak sana vermekte ol­
duğu bu kavmlerin sehirlerinden nefs alan kimseyi sağ bı·
rakmayacaksın; fakat onları . . . Allahın Rabbin sana emret·
tiği gibi tamamen yok edeceksin: ta ki kendi ilahlarına yap­
tıkları bütün mekruh şeylerine göre yapmağı size öğret-
·

mesinler.» (3)
Buna karşılık, «Bu milletlerin şehirlerinden olmayıp sen­
den uzakta bulunan bütün şehirlere . . . n (4) daha merhamet·
l i davranmağa izin veriliyor:
« . . . Onun her erkeğini kılıçtan geçireceksin: ancak ka­

dınları ve çocukları, ve hayvanları, ve şehirde olan her şe­


yi, bütün malını kendin için çapul edeceksin; ve Allahın
Rabbin sana verdiği düşmanlarımn malım yiyeceksin.>• (5)
Hatırlanacağı üzere, Sau l , Amalekileri vurduğu zaman
işi hafif tuttuğu için başı derde g i rm işti Tanrıyla :
«Ve Amelekilerin kralı Agag'ı sağ olarak tuttu ve bü·
tün kavmı tamamen kılıçtan geçirdi. Fakat Saul ve kavm

(') Eski Ahit, Tesniye, vıı : 1 - 4


(2) Eski Ahit, Tesniye, vıı : 14
(3) Eski Ahit, Tesniye, XX : 16 - 1 8
(4) Eski Ahit, Tesniye, XX : 15
(5) Eski Ahit, Tesniye, XX : 1 3 - 1 5. (Çev Notu)

- 301
iKTiDAR

Agag't, ve koyunlarla sığırların ve semiz hayvanların en


iyilerini, ve kuzuları, ve her şeyi esirgediler, ve onları ta·
mamen yok etmek istemediler; fakat değersiz ve zayıf olan
her şeyi tamamen yok ettiler. Ve Samuel'e Rabbin şu sö­
zü geldi:
«Saül'ü kral ettiğime nadim oldum; çünkü artık ardım·
dan döndü, ve sözlerimi tutmadı.» ( 1 )
Bu mezmurlarda , Yahudi kavmi dışı ndaki bütün ka­
vimler karşısı nda İsrail oğul larının çıka rları nın gözeti l d i ğ i ,
bütün hakları n , yabancı kavim lerle çatışan . İsrail oğu l ları­
na tan ınd ı ğ ı , ama İsra i l kavmi içinde d i n çıkarları n ı n , ya­
n i ru hban s ı n ı fı ç ı karları n ı n , bu. sınıftan o lmayan ların i kti­
sadi çı karlarına üstün tutulduğu açı kça görülmektedi r. Rab­
bin sözü Samu e l 'e geldi gelmesine, ama Saul'e gelen de
Samuel 'in sözü oldu ve bu söz şöyleyd i : «Öyle ise kulak­
larıma gelen bu koyun melemesi ve işittiğim sığır böğür·
mesi nedir?» (2 ) Bunun üzeri ne Saul'ün, günahını iti raf et­
mekten başka çaresi kalmadı .
Yahud i leri , yen i len düşmanlarının kökünü kurutmağa
yönelten şey, -an laşıldığına göre mikropları koyun larla sı­
ğırlara bi l e bulaşmış olan- putperestl i kten duydukları
dehşetti r. Ne var ki anti kitede hiç bir u l u s , yenilen halk­
lara ne yapı lacağını sınırlandırma konusunda türe l . ya da
törel kural lar benimsemiş değ i ldi . Yeni len halkların büyük
bölümünü ortadan kaldırmak, geri kalanlarını da köle ola­
rak satmak adettend i . Bazı Yunanlı lar -mesela Troyalı
Kadınlar adl ı eseri nde Euripides- esi rlerin ortadan kaldı­
rılması usulüne karşı ç ı kan bir anlayış ortaya atmağa, ye-

(1 ) Eski Ahit, 1. Samuel, XV : 8 - 1 1


(2) Eski Ahit, 1 . Samuel, X : 1 4. (Çev. Notu)

- 302 -
iKTiDAR

nenlerde merhamet duygusu yaratmağa çal ışmışlarsa da


pek başarı kazanamamışlard ı r. Yenilenler, i ktidar sahi b i
olmadıklarından, merhamet görmeğe d e hakları yoktu. B u
görüş, kuramsal olarak bile, t a H ristiyanl ığ ı n ortaya çıkı­
şına kadar terked ilmedi .
İnsanların düşmanlarına karşı da görevleri bulundu­
ğu, anlaş ı l ması ve kabul edil mesi zor bir kavramdır. Mer­
hamet, antikitede b i r erdem olarak kabul edi liyordu , ama
ancak başarı kazandı ğ ı , yani, düşmanı dost haline getir­
diği zama n ; bunun dışında merhamet b i r zayıfl ık sayıl ıyor­
du. İnsanların yüreklerine bir kere korku düştü m ü , kimse
yüce ruh l u luğun adını anmazdı o zamanlar: Romal ı lar, ne
Aniba l 'e ne de Spartaküs'ün ardınca g idenlere acımışlard ı .
Şövalye l i k çağ ı nda b i r şövalye başka b i r şövalyeyi esir
etti m i , ondan es irine ince davranması beklenird i . Ne var
ki, şövalyeler arasındaki çatışmalar o kadar ciddi değildi ;
buna karş ı l ı k , Albigensler'e e n ufak b i r merhamet göste­
rilmemiştir. Zamanımızda, Finlandiya, Macaristan, Al man­
ya ve İspanya'daki terör hareketlerinin kurbanlarına da
hemen hemen ayn ı derecede büyük b i r gaddarlıkla d avra­
n ı l m ı ş ve buna karşı siyasal muhal iflerden başka sesini
yükselten olmamıştır. Rusya'daki terör hareketine de aynı
şekilde solcuların büyük çoğunluğu ses çıkarmamışlardır.
Bugün de, tıpkı Eski Ahit çağındaki gibi , düşman büyük
korku yaratacak kadar korkunç oldu mu , düşmana karşı da
i nsani görevlerin bulunduğu kimsenin hatırına gelmemek­
tedir. Asl ı nda, pozitif töre, hala sadece kendisini ilgilen­
d i ren toplumsal g rup içinde geçerl idir ve bundan dolayı ,
aslında, b i r yönetim dairesidir. Törel yükümlülüklerin i nsan
ırkının sadece bi r bölümüne ait olmadığı n ı , kavgacı yara­
tı l ı ş l ı insanlara b i r dünya hükumetinden başka hiçbir şey

- 303 -
1 ' t•

İKTİDAR

kabul ettirmez; bu tip insanlar, bir dünya hükumeti olma­


d ı kça, törel yükümlülüklere bütün ı rkların uyması gerekti­
ğ i _görüşüne ancak, mükemmel l iğe ulaşmak için başvuru­
lacak bir fikir gözüyle bakarlar.
Bu bölümde şimdiye kadar hep pozitif töre üzerinde
d urdu m ; bunun yetmediği ise açıktır. Genel konuşmak ge­
rek i rse, ihtilale yer vermemekle, çekişmelerin şiddetin i
azaltacak b i r şey yapmamakla v e yen i b i r törel anlayış
geti rdiğini iddia eden peygambere hak tanı mamakla, pozi­
tif töre iktidarların gücüne güç katmaktadı r . Burada, çözü­
mü güç bazı kuramsal sorular ortaya ç ı kar, ama biz bunlar
üzerinde durmadan önce, ancak pozitif töreye karşı bir mu­
halefetin başarabileceği bazı şeyleri kend i kendimize ha-
·

tırl atalım.
Dünya, Dört İncile bazı şeyler borçludur gerç i , ama
eğer Dört incil i n etkisi daha derin olsayd ı , dünya da ona
daha çok borçlu kal ırd ı . Dünya , köleliği ve kadınların ezi l­
mesini reddedenlere de bazı şeyler borçludur. Dünyanın
b i r gün, savaşı ve i ktisadi adaletsizl iği reddedenlere de
borçlu kalacağı n ı umab i l iriz. Dünya, on sekizinci ve on do­
kuzuncu yüzyıl larda, hoşgörü havari lerine çok borçlu kal­
m ı ştır; bizimkinden daha mutlu bi r çağda , belki yi ne kala­
caktır. Orta Çağ Kil isesi ne karş ı , Rönesans monarşilerine
karş ı , ve bugünkü plütokrasi iktidarına karşı i htilal ler, dur­
gunluktan doğacak bozul madan kaçı nmak için zorunludur.
i nsanlığın i htilale ve bi reysel töreye i htiyacı bulunduğunu
kabu l edince -ki kabul etmek zorundayız- o rtaya, dün­
yayı anarşiye sürüklemeden bunlara bir yer bulmak sorunu
ortaya çıkıyor.
Üzerinde d urulması gereken i ki soru vard ı r: önce po­
zitif törenin kendi açısından . kişisel töreye ısınmak için

- 304 -
�·. .

iKTiDAR

a lması gereken en akı l l ıca tutum nedir? İkincis i , kişisel tö·


re, pozitif töreye ne dereceye kadar saygı borçludur? Yal·
n ıı, bunları tartışmaya g irişmeden önce, kişisel töreyle n e
anlatılmak istendiğini b i r parça açıklamak gerekiyor.
Kişisel töre, tarih se l bir fenomen olarak, ya da fel­
sefi görüş açısından ele a l ı nabil i r. Birincisinden başl aya-
·

lım.
Tari h i n b i ldiği kadarıyla, hemen hemen bütün birey­
l er, bazı fii l lere karşı derin bir dehşet duymuşlardır. Bir
kural o larak bu fii ller sadece bir tek birey tarafından de�
ğ i l , fakat bütün bir kabile, bütün b i r kavim, bütün bir ulus,
bütün bir mezhep ya da sınıf tarafından menfur veya mek­
ruh sayıl mıştır. Bazı fii llerin mekruh veya menfur sayıl ı ş ı­
n ı n başlangıçta nereden ç ı ktığ ı b i l i n m iyor, bazıları ise tö­
rede yen i l i k getiren tarihsel kişilere dayanıyor, Müslüman­
ların neden hayvan veya i nsan sur�tleri yapmadı kların ı bi·
l i yoruz; Peygamberleri bunu yasaklamıştır da ondan. So­
fu Yahudilerin neden tavşan yemediklerini biliyoruz; M usa
Şeriatı tavşanı mekruh tutar da ondan. Bu gibi yasalar, ka­
bul olundukları zaman, pozitif töreni n mal ı olurlar; ama
başlangıçta, ya da hiç deği lse bilinen doğuş döneml erinde,
bunlar kişisel törenin malıydılar.
Bununl a b i rl i kte, töre ister positif olsun, ister nega­
tif, bizler için, tapınma törenleriyle i l g i l i kura llar ve emir�
!erden daha başka bir anlam taşır hale gelmiştir. Töre, bi­
zim tanı madığımız biçim içinde i l ke l bir görünüş değ i l ,
- Çinl i bi lgeler, H indli Budistler, İbrani Peygamberleri ve
Yunan filozofları gibi - birbi rinden bağ ı msız b i r takım
kaynaklardan doğmuş olduğu görünüşünü taşır. Tarihteki

r-- 305 -
iktidar - F.f 20
iKTİDAR

önemlerini küçümsiyemiyeceği miz bu adamlarn ' hepsi de,


b i rbirlerinden b i r iki yüzyıl arayla yaşamışlar ve hepsi de,
kendilerini daha önce gelenlerden ayırmağa yarayan bel ir­
li nite l i kler taş ı m ı ş lard ı r. Lao - Tse ve Cung - Tse, Tao aki­
desini gelenek yol uyla ya da başkaları n ı n h ikmetleri yo­
l uyla değil , kendilerine göre kendi bildikleri kadar öğretir­
ler; Tao akidesi de bel i r l i b i r takım görevlerden ibaret ol­
mayıp, bir yaşayış yolu , b i r düşünüş ve duyuş tarzıd ı r -
öyl e bir d uyuş ve düşünüş tarzı ki , her hangi b i r durumda
n e yapı l ması gerektiği, kural lara i htiyaç duyul maksızın, bu
öğretinin içinde açı k seçik görül ecektir. Aynı şey, i l k Bu­
d istler için de söylenebili r. İ brani peygamberle rinin bütün
yaptıkları , Musa Şeriatın ı aşmaları ve gelenek tarafından
değ i l de, « Rab böyle dedi , • keİimeleri tarafından sal ı k ve­
rilen yeni ve daha içten b i r erdemi savunmalarıd ır. Sok­
rates, kanuna göre geçilmiş devlet adamlarının gösterd i k­
l eri gibi deği l , kendi i lahının emrettiği gibi hareket eder;
o, içinden gelen sese uymamaktansa, ölümü göze almağa
hazırd ı r. Kendi yaşadı kları dönemde b irer asi sayı lan bu
adamların hepsi de sonradan onur kazanmışlardı r. Bu
adamların ortaya attığı ve kendi zamanlarında yen i l i k sa·
yılan şeyler, sonradan olağan kabul edilmiştir. Ne var ki ,
b u 'şeyler'in ne olduğunu bel i rtmek kolay değ i l d i r.
Tarihsel kaynağı bulu nan bir d i ne bağl ı , ya da böyle
bir dinin, o d inden önce din yerine geçen bir şeyden ge­
l i ştiğini kabul eden düşünce sahibi her hangi bir kişi , en
az şunu kabul etmelidir: daha önceki bir yaşayış tarzından
bazı bakım lardan iyi olan bir hayat tarzı , önce bir b irey ya
da bir takım b i reyler tarafından ve bu bireylerin kendi çağ­
larındaki Devlet ve Kilise öğretilerine karşı i l eri sürül­
m üştür. Bundan da, bir b i reyi n törel soru nlar konusunda,

- 306 -
iKTiDAR.

kendi zamanına kadarki ve bütün i nsanl ığın kabul ettiğ i


yargılara karşı çıkmasının b i l e her zaman için yanlış olmı­
yabileceği sonucuna varı l ı r. Bilim alanında herkes, bugün,
bilime uyan akideyi kabul eder; ne var ki, bilim alan ı nda
yeni bir a kideyi sınama yoUarı bi l inmekted i r ve b i l i m ala­
nında her yeni akide, gelenekten daha başka neden lere
dayanılarak ya herkes tarafından hemen kabul edi l i r, ya da
herkes tarafından reddedi l i r. Törebi l i m alanında ise, yeni
bir akideye uygulayabi leceğ i m iz, böylesine apaçık bir sı­
nama yolu yoktur. Bir peygamber vaazına, ' Rab böyle de­
d i,' diyerek başlayab i l i r, bu da yeter; yeter ama başkaları
onun sahici b i r vahiy a l ı p almadı ğ ı n ı nerden bi l ecekler? Ne
gariptir ki , Tesniye'de de, positif bilimde çoğunlukla kesin
kabul edi l en s ınamanı n aynı , yani , kehanetin doğru çıkıp
çıkmad ı ğına bakma yolu teklif edi l mektedir: uVe; Rabbin
söylemediği sözü nasıl bilelim? diye yüreğinden dersen:
peygamber Rabbin ismiyle söylediği zaman, o şey olmazr
ve çıkmazsa, Rabbin söylediği şey odur; peygamber küs­
tahlıkla söylemiştir » ( 1 ) Ne var k i , modern kafalar bu­
. . .

nu bir törebil i msel akide sınaması olarak kabul edemezler.


Şu soruya cevap vermemiz gere kl idir: Törebi l i mset
akide ne demektir ve -eğer b i r yol varsa- hangi yol lar­
dan sınanabilir?
Tarihsel olarak, törebi l i m dinle i l işki lidir. Çoğu insan­
lar yetkiyi yeterli saym ışlardır: inci! ya da Kil i se tarafın­
dan yan l ış veya doğru d iye i leri sürülen , yanlış veya doğru­
dur. Bununla birlikte zaman zaman, tanrısal i l ham alan ki­
şiler o rtaya çıkmıştır: bunlar, neyin doğru neyin yan l ı ş ol-·
duğunu kendileri n i n bi ldiklerini, zira bunları kendilerine:

(1 ) Tesniye, XVl l l ; 21 - 22. (Çev. Notu)

- 307 -
iKTiDAR

doğrudan doğruya Tanrnı n söylediğini iddia etmişlerdir.


Sofuların görüşleriyle bu b i reylerin hepsi de çok eski za­
manlarda yaşamışlard ı r ve eğer modern b i r adam ç ı kı p da
Tan rıdan i lham aldığı iddiasında bulunacak olursa onu tı­
marhaneye kapamak gerekir, meğerki Ki l ise. bu bireyin
bildiri lerini onaylaya. Bununla birl i kte bir i syancı, di ktatör
haline gene l l i kl e bu yoldan geldiği için; i syancıların meş­
ru işlevlerinin ne olduğu konusunda karar vermemize bu
durum yardı m etmez.
Törebilimi dinsel olmıyan terimlerle ifade edebi l i r mi­
yiz? Victoria döneminin serbest düşünürleri bunun müm­
kün olabileceği nden şüphe etmiyorlardı .. M esela, 'faydacı­
lar,' çok yüksek ahlakl ı kimselerd i ve ahlakları n ı n akla uy­
g u n temellere dayandığ ı na i nanıyorlard ı . Ne var ki, bu hu­
sus, onları n sand ı ğ ı ndan b i raz daha güçtü.
' Faydacı lar'ın adı geçince akl ı mıza gelen bir soru üze­
ri nde dura l ı m : B i r davranış kuralı, törebi l i m in kend i kendi­
ne varolan bir önermesi olab i l i r m i , yoksa bu kural , her
zaman i l g i l i davranışın iyi ya da kötü sonuçlarına göre
mi ç ı karı l mal ıdır? Geleneksel görüş odur ki, bazı fii l ler,
sonuçları söz konusu olmaksızın iyidir, bazı fi i l ler de, yine
sonuçları söz konusu olmaksızın kötüdür. Başka bazı fi i l l e r
ise törebi l imsel açıdan ' nötür'dür v e b u n l a r üzerinde so­
n uçlarına göre yargıda bulunulabi l i r. Kurtul maları olana­
ğ ı bulunmayan hastaları n acı çekti ri lmeden öldürü lmesi ya
da bir adamı n , ölen karısın ı n kızkardeşiyle evlenip evlene­
m iyeceği, törebi li msel b i r husustur, ama para değerin e al­
tın ı esas tutma usulü törebi l i msel bir husus değ i ldir. 'Tö­
reb i l i msel ' hususların , her b i ri bu sıfatın uygulandığı bü­
tün durumları kapsayacak i ki tarafı vardır. B i r husus (A)

- 308 -
lKTIDAR

eski İbrani leri i l g i l endirmişse, ya da (B) Canterbury Baş­


piskoposu'nun resmi uzman l ı k a l anı içine g iriyorsa, 'töre­
b i l i msel'di r. 'Törebil i msel ' kel imesinin bu genel kul lanı l ı ş
biçimi n i n savunulacak yanı bulunmadığı apaçı ktır.
Bununla birli kte bazı öyle davranı şlar var ki , kendi
hesabıma ben bu davranışlardan iğrendiğim ve bu iğreni­
ş i m bana ahlaka uygun göründüğü halde, iğreniş i m , o dav­
ranışl arın sonuçları n ı n apaç ı k bir değerlend i ri l iş i ne dayan­
mamaktadı r. Bir çok kişiler bana, demokrasin i n korunması
-ki bunun önemine inanıyorum- için biricik yolun, bir
yığın çocuğu zehirli gazla ö ldürmek ve daha başka deh­
şet verici şeyler yapmak olduğunu söyled i l er. Ben , -de­
mokrasinin korunması uğrunda bi le- bu çeşit çarelere
başvurulmasına razı olamıyacağımın farkındayım . Kendi
kendime, bu gibi çarelere başvuranları n , istenilen amacı
sağlayamıyacakları n ı , ya da sağlasalar bile, bu çareleri n ,
demokrasinin getirebi l eceği bütün iyi l i kl eri si lecek kadar
büyük kötülükler doğuracağını söylüyorum. Bu iddianı n
dürüstlü k derecesinden iyice emin değ i l i m : beni , bu ça­
relerin isteni len amacı sağlayacağına ve bu çarelerden
başkasın ı n asla işe yaramıyacağına i kna etseler bile, öyl e
sanıyorum ki , ben yine d e bu çareleri reddederdim. Buna
karşılık, psikoloj i k imgelem, iyi diye nitelemem gereken
h i ç b i r şeyin bu yol lardan sağlanamıyacağına beni i nandı­
rıyor. Felsefi açıdan konuşu rsak, öyle sanıyorum k i , bü­
tün fiil ler sonuçlarına göre yargı lanmak gerektir; ama bu
zor o lduğundan, fii l l erin sonuçlar önceden kesinlikle bil i­
nemiyeceği nden ve fiil lerin sonuçlarını görmek zaman is­
tediğinden, uygulamada, sonuçları n ı n araştırılması beklen­
meksizin, bazı fiillerin mahkOm edi l mesi , bazı lar ı n ı n da
makbul tutulması gerektiği düşür:ıüle bi lir. Bundan ötürü

- 309 -
iKTiDAR

bence 'faydacılar' gibi , her hangi bir koşu l içinde doğru


olan fiil, veri lere göre, muhtemel bütün fi i l lerin kötül ük­
lerine karşı iyi l i k dengesini en çok sağlaması i htimali bu­
l unan fii ldir; ama böyle fii l lerin işlenmes i n i töre kuralla­
rının varlığı destekleyebi lir, d iyoru m .
B u görüş kabul edi l mekle, törebilim, ' iy i 'n i n v e ' kötü'
nün birer araç değil de, kendi içlerinde bire r amaç olduk­
ları şekl indeki tariflerine indirgenmiş olur. ' Faydacılar' iyi­
nin zevk, kötünün de ıstırap olduğunu söylerler. Ama bi ri­
si çıkıp da bu görüşte olmadığını söylese, faydacılar ona
karşı ne gibi bir del i l i leri sürebi l i rler?
Hayatın amaçları üzerine i leri sürülen çeşitli görüşleri
düşünürüz. B i risi çıkar, ' iyi zevktir' der; bir başkası çıkar,
' iyi , Ari ler için zevk, Yahudi ler için ıstıraptır,' der; daha
başka biri de, ' iyi , Tanrıyı daima övmek ve O'nu kutsamak­
tan ibarettir,' iddiasında bulunur. Bu üç adamı n i ddia ettiği
ned i r ve bunları n birbirlerini ikna edebilmeleri için ne g i­
bi yöntemler vardır? Bu üç adam , bilim adamları gibi ol­
gulara başvuramazlar: Bunların tartışmalarına i l işkin bir
olgu yoktur. Bu üç adam arasındaki ayrı l ık, olguların ifade
edi li şinde d eğ i l , güçlü isteklerin ifade edilişindedir. 'Bu
iyidir' dediğim zaman bunun, 'ben bunu istiyorum,' demek
olduğu iddiasında deği l i m ; beni bir şeye ' iyi derneğe yö­
nelten şey, sadece özel bir cins istektir. İstek, b i r derece­
ye kadar kişi l i k dışı (gayrı şahsi) olmalıdır; istek, sade­
ce ben i m özel koşul larımla değ i l , beni memnun edecek
c insten bir dünya ile de i l g i l i o l mal ıdır. B i r kral şöyle di­
yebil ir: ' Hükümdarl ı k iyidir, ben de hükümdar olduğuma
memnunum;' Bu ifadenin birinci bölümü kuşkusuz törebil im­
seldi r, ama kra l ı n hükümdar olmaktan duyduğu memnun-

- 310 -
r
1 iKTİDAR

t uğun törebi l imsel nitelik kazanması ıçın, kralın b i r ince-


1eme sonucunda, başka h i ç kimsenin kendisi kadar iyi b ir
kral o lam ıyacağı na aklı yatması gerek l i d i r.
Daha önce de b i r münasebetle (Din ve Bilim'de) , d e·
ğer yarg ı ları n ı n b i r iddia olarak değ i l , i nsan l ığ ı n istekleri·
n i ilgilendiren b i r isteği n ifadesi olarak yoru mlanması ge­
rektiğini hatırlatmıştım . ' Nefret kötüdür,' dediği m zaman,
asl ında ben şöyle d iyorum : ' H iç kimse nefret duymasa.'
Burada bir iddi.ada bulunmuyorum ; sadece b i r çeşit dilek
i fade ediyorum. Beni m bu ifademi duyan, di leğimin bu o l·
duğunu anlar, ama anlayabi l eceği bütün olgu budur ve bu
psikoloj i k bir olgudur. Bu ifadede hiç bir törebi l i msel olgu
yoktur.
Törebi l i m alanında yeni l i k getirenler, başkalarından
çok bilen kişi ler değ i l lerd i ; onlar, başkalarından çok iste·
yen, daha doğrusu, istekleri başkalarınınkinden daha kişi·
l i k dışı olan ve sıradan i nsanlarınkine o ranla daha geniş
b i r alanı kapsayan kimselerd i . Bütün i nsanlar kendi mut­
lulukların ı isterler:; çoğu insanlar çocukların ı n mutlu luğu­
nu isterler; azımsanmıyacak sayıda insan ulusunun mut­
l uluğunu ister ; bazı ları da, gerçekten ve güçlü bir şekilde
bütün insanlığın mutluluğunu isterler. Başkaların ı n böyle
duygular taşımadığını ve bunun evrensel mutl uluğa b i r en­
gel meydana getirdiğini gören bu insanlar, başkalarının d a
kend i leri g i b i duyması n ı dilerler; bu d ilek, 'mutluluk iyi­
d ir,' kel i meleri içinde ifade olunabi l i r.
Buda ve Stoikle·rden son zamanlara kadar gelmiş geç­
miş bütün büyük ahlakçı lar, ' iyilik'i, imkan bulunduğu tak­
d i rde bütün i nsanlar tarafından eşit tadı l ması gereken b i r
şey olarak ele almışlardı r. Onlar kendi lerini hükümdar ola-

- 31 1 -
İKTiDAR

rak, Yahudi ya da Yunanlı olarak düşünmemişler, sadece


birer i nsan olarak düşünmüşlerd i r. Onların törebi limleri
hep iki kaynaktan türemiştir : bu ahlakç ılar b i r yandan ken­
di hayatları ndaki bel irli bazı öğeleri değerlendirmişler, öte
yandan sempati onları . kendi leri için istedi klerini başkala­
r ı için de istemeğe yöneltmi ştir. Sempati, törebil i mde, ev­
renselleştirici g üçtür; burada sempati derken , kuramsal
bir i l keyi değil . psikolojik bir heyecanı anlatmak istiyo­
rum. Sempati bir dereceye kadar içgüdüseldir: bir çocuğu n
ağlaması başka bir çocuğu mutsuz edeb i lir. Ne var k i , sem­
patinin sınırları da doğald ı r. Kedinin fareye sempatisi yok­
tur; Roma'lılar ise fil lerden gayrı hiç bir hayvana sempa­
ti beslemezlerd i ; Nazilerin, Yahudilere sempatileri yoktur,
Stalin'in de kulaklar'a. (1 ) Sempati s ı n ı rl ı lığı olduğu anda,
onu karş ı layan iyilik kavramı da sınırlanır: o zaman iyi l i k ,
yüce ruhl u kişileri n , y a da sadece Ari leri n , veya proleter­
yanın, veyahut da sadece Christaelphianlar'ı n (2) tadabi­
leceği b i r şey olur.. Bunlar hep, kedi ile fare töresid i r.
Kedi i le fare töresinin, i mkan bulunduğu zaman çürü­
tülmesi , kuramsal alana deği l uygulama alanına g i rer. Böy­
le bir töreni n ustası olan i ki kişi . mesela kavgacı iki çocuk
karşı karşıya geldiler mi. her biri şöyle der: ' Hadi seninle
kedi ile fare oyunu oynayal ı m , ben kedi olay ı m , sen de fa­
re.' Bunun üzerine yine i kisi birden itiraz ederler: ' Hayır.
hayır, sen kedi olamazsı n , ben olacağım kedi.' Böylece,

(1) Kul�k: Çarlık Rusyasında büyük toprak sahipleri ; toprak ağaları.


(2) Christadelphian: Teslis'! reddeden ve edebi hayatta sadece hakkın
üstün geleceğine inanan Dr. John Thomas tarafından 1 850'de
A.B.D.'de kurulan dinsel mezhebe menaup olanlara verilen ad.
(Çev. Notu)

- 312 -
İKTİDAR

çoğunl ukla her ikisi de birer Kilkenny (1) kedi ·olurlar so­
nunda. Ama eğer i kisinden biri ötekine tam anlamiyle üs­
tün gelecek o lursa, o kendi törebilimini kurabi l i r ; işte o
zaman Kipling'te, Beyaz Adamı n Boynunun Borcu'yla, (2) ya
da Kuzeyli l rkı veya buna benzer başka b i r cins eşitsizl i k
akidesiyle karşı karşıya kal ı rız. Bu g i b i akideler, h i ç şüp­
he yok ki, fareye değ i l , sadece kediye hitap eder; bu aki­
deler fareye yalı n i ktidar yoluyla, zorla kabul ettiril ir.
Törebi l imsel tartışmalar çoğunlukla amaçlar üzerine
deği l , araçlar üzerinedir. Kölel iğe, köleliğin iktisadi olma­
dığı iddiasıyla saldı rı labilir; kadınların erkek önünde boynu
eğik kalması , özgür kadınların konuşmaları nın daha ilgi çe­
kici olduğu iddiası i leri sürülerek eleştiri lebil i r; d i nsel ne­
denlerden ötürü i nsanlara eza cefa edilmesi, bu eza ve
cefalar yol uyla insan larda sağlanan d i nsel i nançların sahi­
ci olmad ı ğ ı gerekçesine ( bu arada şunu da bel irtmeliyim
ki, bu tamamiyle yanl ıştır) daxanı larak üzüntüyle karşıla­
nab i l i r. Bununla birl i kte. bu gibi iddiaların ardında, amaçlar
bakı m ından genellikle bir ayrıl ı k vardır. Bazen , N i etsche'­
n i n H ristiyanlığı eleştirmesinde olduğu gibi, amaç ayrı lığı
çırılçıplak ortadadır. Hristiyan törebiliminde bütün i nsan­
lar eŞit sayı lır; halbuki Nietzshe'ye göre çoğunluk, kahra­
man için bfr araçtan başka bir şey değildir. Amaçlarla il­
g i l i tartışmalar, bilimsel tartışmalar gibi olgulara başvura­
rak yürütülemez; bu gibi" tartışmaların, insanların duygula-

(1) Kilkenny kediler: İrlandalıların bir fabl 'inde geçen iki kedi; ma�
sala göre bu iki kedi öylesine hırslı dövüşmüşlerdir ki, dövüş
sonunda ortada kuyruklarından başka bir şey kalmamıştır.
(2) Beyaz ı rkın öbür ı rkları ezmesi, ama bunu ontarı yönetmenin bir
yolu, onları yönetmeği de kendinin bir görevi sayması. (Ç. Notu)

- 313 -
iKTiDAR

rın ı değiştirmeğe çalışmak suretiyle yürütülmesi gerekir.


Hristiyan, sempati uyandırmağa, N i etzsche taraftarı da gu­
ruru kamçı lamağa çalışabi l i r. İktisadi ve askeri iktidar,
propagandayı takviye edebil i r. Bu mücadele, asl ı nda s ı ra­
dan bir i ktidar mücadelesinden başka birşey değildir. Her
hangi bir akide, hatta evrensel eşitl iği savunan bir akide
bile, her hangi bir grupun egemenl i k sağlaması yolunda
bir araç olarak kul lanılabi l i r; mesela Fransız İhti lali demok­
rasiyi s ilah gücüyle yayma işine g i riştiği zaman böyle ol­
muştu.
Siyasal mücadelelerde olduğu gibi, törebil imsel mü­
cadelelerde de, i ktidar bir araçtır. İnsanlar birbirlerinden
nefret etmelerine, birbirlerini sömürmelerine, birbirlerine
işkence etmelerine rağmen, yakın zamana kadar, değ i ş i k
bir hayat tarzı vaazeden kişilere saygı duymuşlard ır. Eski
zamanların kabi l e i nançların ı n ya da u lusal kültlerinin yeri­
ni alan ve evrensel liği amaç edinen büyük dinler, i nsanla­
rı, ister boyunduruk altında olsunlar, ister özgür, Yahudi
ya da Yahud i 'den başkaları d iye değ i l , i nsan olarak düşün­
müşlerdir. Bu büyük dinlerin kurucuları , sempatil eri evren­
sel olan kişilerd i , bundan ötürü de onların , geçici ve muh­
teris despotl arın bilgeliklerini çok aşan bi lgeliğe sahip ol­
duklarına inan ı l ıyordu. Bu kurucuların elde ettikleri sonuç
elde etmeyi i stemiş olabilecekleri sonuçlara yaklaşama­
mıştır bile. Bi r auto da fe ( 1 ) s ı rasında seyirci kalaba­
• •

lığının kurbanların üzerine saldırmasına engel olmak için


polis gücü kul lanmak gereki rd i ve eğer seyircilerin, d i ri
dM yakı lırken seyretmek istedikleri nden biri , cezasının

( 1 ) · auto - d a - fe : Engizisyon döneminde insanların ateşe atılması.


(Çev. Notu)

- 314 -
iKTİDAR

sonradan değiştirilmesi dolayısıyle önce boğduru l up, son­


ra ateşe atıl mak i mtiyazını elde edecek olursa, seyirci ka­
laba l ı ğ ı öfkeden çılgına dönerd i . Buna rağmen, evrensel
sempati i l kesi, ü l ke leri birer b i rer fethederek yayıldı. Bu,
kiş i l i k d ışı m.e rak gibidir; zihin alanında kişi l i k dışı merak
neyse, duygu alanında da kiş i l i k dışı sempati odur; bunla­
rın her i ki s i de zihnin gel i şmesinde temel öğelerd i r. Geri
getiri len kabile töresinin ya da aristpkrat töresinin uzun
bir süre ayakta kalabi l eceğini sanmıyoru m ; Budha'dan bu
yana bütün insan l ı k tarihi buna tamamiyle ters yönde b i r
g i d i ş i gösterir. İktidar n e derece büyük bir tutkuyla iste­
nirse istensin, insanın derin düşünceye dalarak kendi ken­
diyle başbaşa kaldığı murakabe anında iyi diye düşünülen
şey iktidar değ i ldir İnsanlığın, tanrısall ığa en yakın buldu­
ğu kişi lerin karakterleri bunu ispat etmiştir.
Bu bölümün başında ele aldığımız töre kurall arı -ev­
ladın ana babaya saygısı karının kocasına saygısı , kral la­
ra bağ l ı l ı k v.b.- hep ya tamamiyle ya da kısmen çürü­
müştür. Çürüyüp göçen bu kural ların yeri ni ya Rönesans
ta olduğu gibi tam bir törel başıbozukluk ya da Reformas­
yonda olduğu gibi , kul lanılmaktan ç ı kan eski kurallara oran­
la bir çok bakımlardan çok daha sıkı yeni kurallar al ır. Dev­
let'e bağ l ı l ı k pozitif töre alanında, zamanımızda eskisine
oranla çok daha büyük bir rol oynamaktadı r; hiç şüphesiz
bu Devlet gücünün artışının doğal bir sonucudur. Törenin
aile ve Ki l ise gibi, başka g ruplarla ilgilenen bölümleri eski
yetki leri ni kaybetmişlerdir; ama teraziye vurduğumuz za­
man törel duyguların ya da törel i l kelerin bugün i nsani.ar
.üzerinde on sekiznici yüzyı ldakine veya Orta Çağdakine
oranla daha az etkili olduğuna dair bir belirti göremiyorum.
Bu bölümü özet hal inde bir · çözümlemeyle bitirelim.

- 315 -
İKTiDAR

İ lkel toplumlarda, bu topluluklara ait töre kuralların ı n , do·


ğaüstü bir kaynağı bul unduğuna inan ı lı r genellikle; biz b i r
bakıma b u i nanç i ç i n ortada b i r neden göremesek de, bu
i nanç büyük çapta, sözü geçen toplumdaki i ktidar denge­
s i n i temsi l eder: tanrılar, i ktidar sahi bi ne boyun eğmeyi
görev sayarlar, ama i ktidar sahipleri de i hti l a l doğuracak
kadar gaddar o lmamahd ı rlar. Hal buki peygamberlerin ve
b i l gelerin etkisi altında, bazen eskisiyle yan yana, bazen
de eskisin i n yerini alan yen i b i r töre doğar. Peygamberler
ve bi lgelerin büyük çoğunluğu . i ktidardan başka şeylere
-mesela, bilgeliğe, adalete ya da evrensel sevgiye- de­
ğer vermişler ve büyük insan yığı nları n ı , bunları n, kişisel
başarı dan daha değerli birer amaç bel lenmesi gerektiğ i ne
i nand ı rmışlard ı r. Bir toplumsal sistemi n , peygamberi n ya
da bilgenin değiştirmek i stediği her hangi bir bölümden
zarar gören kişiler, peyg am berin veya bilgenin görüşlerini
kendi kişisel nedenleri dolayısıyle desteklerler; bu des­
tekleyişin sonucu olarak ortaya çıkan i htilalci hareketi kar­
şı konulmaz. kı lan şey de, destekleyici l erin kişisel çıkar­
larıyla, peygamber ya da bilgelerin kişi l i k dışı töreleri n i n
birleşmesidir.
İsyanın toplum yaşayışındaki yeriyle i l g i l i olarak bir
sonuca varab i l i riz artık. İki cins isyan vardır: ya kişisel
olur. ya da isyancının kend i n i içinde bulduğu topluluktan
başka cins bir top l uluk i steği i lham eder i syanı . ikinci du·
rumda, isyancın ı n i steği başkaları tarafı ndan paylaşı labil i r ;
b i r çok örnekler de bu i steği n , mevcut sistemden yarar­
lanan küçük b i r azın l ı k dışında herkes tarafından paylaşıl­
d ı ğını gösterir. Bu tip i syancı anarşik değ i l , yapıcıdır; ha­
reketi geçici bir anarşiye yol açsa b i l e , hareketin esas
amacı , sonunda istikrarlı b i r toplum yaratmaktır. Bu tip is-

- 316 -
\
İKTiDAR

yancıyı anarş i k i syancıdan ayıran şey de, onun amaçların ı n


kişilik d ı ş ı karakteridir. Kamu açısından, b i r isyanı n hak­
lı görülüp görülmeyeceği n i sadece ve sadece o l ay belir­
ler; isyan haklı görüldüğü takdirde, i syandan önceki i kti­
dar. kendi çıkarı bakım ı ndan, şiddetli b i r direnmede bulun­
mamakla akı l l ı l ı k eder. Her hangi b i r kişi, insan l ı ğ ı n i s­
teklerin i n çoğunu n , mevcut sistemdekinden daha iyi yeri­
ne geti ri l mesini sağlayacağına inandığı b i r hayat tarzı ya
da bir toplumsal örgüt yöntemi düşünebil ir. Eğer düşündü­
ğü şeyi kafasında iyice billOrlaştırabi l i r ve i nsanları kendi
reformunu benimsemeğe kandı rabilirse, o kişi hakl ı ç ı kar.
İsyan olmasa, i nsan l ı k durgunluktan kokuşur ve adaletsiz­
liği g iderecek çareden yoksun kal ı rd ı . Bundan dolay ı , oto­
riteye boyun eğmeyi reddeden adamı n , belirli koşullar al­
tında meşru bir i şlevi vardı r - yeterki , onun itaatsizl i k
nedenleri kişi sel değ i l , toplumsal olsun. Ne var k i . b u , ni­
teliği dolayısıyle, bir takım kurallara bağlanması olanağı
bulun mayan bir husustur.

- 317 -
13ölüm XVI
lKTlDAR FELSEFELERİ
BU bölümde, i l hamlarını başl ıca, i ktidar aşkından alan
bazı felsefeler üzerinde durmak niyetindeyim . B u felsefe·
lerin konularının i ktidar olduğunu söylemek istem iyorum,
sadece bu fi lozofların , metafizik yaparlarken ve törebilim­
sel yargılarda bulunurlarken i lham aldıkları kaynağın, bi­
l inçli ya da bilinçsiz i ktidar aşkı içtepkisi olduğunu anlat­
mak istiyorum.
İnançlarımız, istek ve gözlemlerin değişik derecele r­
de b i rleştiri l mesinin bir sonucudur. Bazı i nançlarımızda . et­
kenlerden birinin, bazı i nançlarımızda da ötekinin oranı az­
dır. Deneye dayanan del illerle kesin bir şeki lde ortaya ko­
yabileceğimiz fazla b i r şey yoktur ve i nançlarımız, deney­
lere dayanan del i llerin ötesine geçtiğ i zaman, bunların oluş­
ması nda istek rol oynar. Öbür yandan , i nançlar, kendi l e­
rinden yana veya kendi lerine karşı deliller buluninadı g ı za­
man yüzyıl larca yaşayablidikleti halde, boşluklarını ortaya

- 321
iktidar - F./21
İKTİDAR

koyan kes i n ve sonuçsal del i l ler karşısında uzun zaman


ayakta kalabilen pek az inanç vardır.
Felsefeler hayattan daha bağdaşıktı r. H ayatta, bir çok
i steklerimiz bul unab i l i r, halbuki felsefeler gene l l i kl e . bütün
öteki isteklerin üstüne çıkan b i r tek istekten i lham al ı rlar;
onların bağdaşıklığı (coherence = tecanüs) da işte burdan
gel ir.

Zu frangmentarisch ist Welt und Leben.


leh will mich zum deutschen Professor begeben,
Der weiss das Leben zusammenzusetzen.
Und er macht ein verstaendinges System daraus. (1)

Çeşitl i fi lozofları n çalışmalarına çeşitl i istekler hak i m


olmuştur. Bi lmek i steği v e bununla hiç d e aynı şey ol ma­
yan, dünyanın b i l i nebi l i r olduğunu ispat etme i steği ; mut­
l u l u k isteği , erdem isteği ve bu ikisinin bireş i m i - mağfi­
ret isteği ; i nsanlarda, insanların Tanrı i l e ya da başka i n­
sanl arla birliği anlayışını yaratma i steğ i ; güze l l iğe ulaşma
i steği ; haz duyma i steğ i ; ve i ktidar isteği , bunlar arası nda
sayı labi l ir.
Büyük d i n l e rerderni amaç tutarlar, arn<l genel l i kl e ,
sadece erdemi amaç tutmakla d a kalmazlar. Hri stiyanlık
ve Budizm. mağfireti -daha m istik biçiml e ri i çinde de­
Tanrıyla ya da evr.e nle birl eş.meyi ararlar. Ampirik fi l ozof­
lar gerçeğ i , i deal i st fi l ozoflar da -Descartes'tan Kant'a
kadar- kes i n l i ğ i ararlar; gerçekten , Kant'a kadar ( Kant'ı
.
(1) Düny� ve hayat dağınık parçalar halindedir. Başımı alıp Alman
Profesöre gideceğim; o, hayatın bireşiminin (sentezinin) nasıl
yapılacağını bil iyor ve bundan makul bir sistem kuruyor.

- 322 -
iKTiDAR

da içine a lmak üzere bütün büyük filozofların i lgilendiği


baş l ı ca i stekler, i nsan tabiatının, bil meğe ya da kavrama­
ğa ait (cognitive) bölümünün i stekleridir. . Bentham ve
Manchester Oku l u felsefeleri zevki amaç, serveti de bel­
l ibaşl ı araç sayarlar. Modern zamanl arın i ktidar felsefeleri
geniş çapta, ' Manchesterismus'a (1) karşı b i r tepki ve ha­
yatın amacın ı n b i rbirini izleyen zevklerden ibaret bulun­
duğu -gerek fazla dağ ı n ı k l ı ğ ı , gerek yeteri kadar etkin ol­
mayışı dolayısıyle mahkum edi len b i r amaç- görüşüne
karşı bir itiraz olarak doğmuştur.
Hayat, istem (valition = irtiyat) i l e i rade dışı olgular
arasındaki karş ı l ıklı bir etki - tepki i l i şkisi olduğundan, i k­
tidar güdüleri tarafından yöneti len filozof, kendi i rademi­
zin ü rünü olmayan olguların oynadığı rol ü asgariye i nd i r­
meğe ya da batırmağa çal ışır. Burada ben sadece Machia­
vell i ya da Cun,ıhuriyet'de adı geçen Trasymakhos g i b i , ya­
l ı n i ktidarı yücelten kişileri düşünmüyo rum; kendi i ktidar
aşklarını metafizik ya da törebi l i m kisvesi altında saklama­
larını sağl ıyacak kuramlar icad eden kişileri düşünüyorum.
Modern zamanlardak i bu cins fil ozoflar ı n birincisi ve en
dört başı mamuru , Fichte'dir.
Fichte'nin felsefes i , dünyada bi ricik varolan diye ka­
bul ettiği , egodan hareket eder. Ego, kendini gerçek olarak
kabul ettirdiği için vard ır. Her ne kadar ego'dan başka bir
şey yoksa da, günün b i ri nd e ego küçük bir darbe (ein
kleiner Anstoss) yer ve bu darbenin sonucu olarak non -
ego'yu gerçek diye kabul ettirir. Ondan sonra ego, Gnos-

(1 ) Manchesterismus: İngiltere'de, Cobden ve Bright'in önderliğinde


Manchester Okulu'nun, yalnız kendi çıkarını düşünen bir politika
izlemesini destekleyenler için kullanılan alaycı bir terim; en bü­
yük Manchester'liler demektir. (Çev.. Notu)

- 3,23 -
iKTiDAR

tik ( 1 ) Teoloji'ninkine benzer. türümler'e (emanation = su·


dur) koyulur; ne var ki , Gnostikler türümleri Tanrıya bağ­
ladıkhm -ve alçakgönüllü l ükle biraz da kendilerinden
saydıkkm- halde, Fichte, Tanrı ile ego arasında bir ayı­
rımı zorunsuz sayar. Ego, metafizik alanında işini bitirdik·
ten sonra, Almanların iyi , Fransızların kötü, bundan dolayı
da Fransızlarla dövüşmenin Almanlar için bir görev oldu·
ğunu kabul ettirmeğe koyulur. Almanlar da, Fransızlar da.
'
'•
hiç şüphesiz, Fichte'nin türümlerinden i barettirler, ancak
Almanlar daha yüksek bir türümdürler, yani , Fichte'nin
ego'sundan başka bir şey olmayan mutlak gerçek!e daha
ı1akındırlar. Büyük lskender ve Ogüst, kendi l erinin i lah ol·
duklarmı iddia etmişler, ba.şkalarını da bunu kabul eder
görünmek zorunda bırakmşlard ı ; Fichte ise , yönetim onun
kumandası altında olmadığı için kendi i lahl ığmı esaslı bir
şeki lde i lli� edemediğinden. tanrısızlıkla suçlandırı ldı ve
işini kaybetti .
Dış dünyayı tamamiyle ego'nun hayalinin bir ürünü
saydığından, Fichte'ninki g i bi bir metafiziğin toplumsal
göreve yer vermiyeceği besbellidir. Bu felsefeye uzlaşabi­
lecek, akla gelen biricik töre, kendi kendini geliştirme tö­
residir. Her ne kadar mantığa aykırı olsa da, bir insan
kendi ailesini ve u lusunu, ego'sunun , başka i nsanlara oran­
la kendine daha yakın bir parçası ve dolayısiyle başkaları­
na oranfa daha değerli sayabi 1 i r. İşte bu yüzden ı rka ve
milflyetçiliğe inanış, solipsistik (2) felsefenin doğal bir

(1) Gnosticlsm: Tanrı bilimde, ruhani sırların ve yaratılış muamma­


sının bilinebileceğini iddia eden okul ; Gnostik: bu okula ait.
(2) Solipsism: Gerçek varlığı olan şeyin yalnız nefs olduğu, ıira
insanın nefs dışında hiç bir şey bilemeyeceği kuramı; Kant fel·
sefesinde egoizmin bir biçimi. (Çev, Notu)
'

- 324 -
iKTiDAR

.ürünüdür - hele ırk ve m i l l iyetç i l i k kuramının ilhamım


açıkça i ktidar isteğinden alışı ve i ktidarın sadece başka­
larının yardımıyla elde edileb i l i ş i , bu i nanışın solipsistik
felsefe ürünü olma niteliğini daha da güçlendirir.
Bütün bunlar. ' İdealizm' adıyla· bilinir ve dış dünyanı n
varlığını kabul eden h e r hangi b i r felsefeden, törel anlam- -
da daha soylu tutulur.
Benim kendi irademden bağımsız olanı n realitesi (re­
ality::: şe'niyet) , felsefesi için, 'gerçeklik' kavramında top­
lanır. İ nançlarımın gerçekl i ğ i , -sağduyu açısından, bir çok
durumlarda, benim yapabileceği m her hangi bir şeye da­
yanmaz. Ben yarın kahvaltı edec;eğlme inanıyorsam ve bu
inancım gerçekse, bunun gerçek oluşu kısmen, ben i m ge­
lecekle i l g i l i kendi isternimdendir; ama eğer Sezar'ın. Mart
ayının on beşi nde öldürü ldüğüne i nanıyorsam, bu inanışı­
m ı gerçek kılan şey, tamamiyle benim irademin gücü dı­
şındadır. iktidar aşkının i lham ettiği felsefeler pu durumu
tatsız bulurlar, bundan ötürü de, sağduyunun, olguları ger­
çeğin · kaynağı ya da inançlarda gerçeğe . uygunsuzluğun
·

· kaynağı sayan anlayışını çeşitli yollardan zayıflatmağa ça-


lışırlar. Hegelcller, gerçeği n , i nancımızın olgtı ile uyuşma­
sı hali olmayıp, bütün inançlar sisteminin karş ı l ı klı uyuş­
ması hali olduğunu iddia ederler. Eğer iyi bir romandaki
olaylar gibi hepsi de birbirine uyuyorsa . bütün inançların ı z
gerçek demektir; aslı nda, b i r romancıya göre gerçekle, bir
tarihçiye göre gerçek arası nda hiç bir ayrıl ı k yoktur. İşte
bu anlayış sözümona ' gerçek' dünyanın zincirlerinden kur­
tardığı yaratıc ı hayale özgürl ü k kazandınr.
Pragmatizm, bazı biçimlerryle , bir i ktidar felsefesidir.
Pra gmatizme göre bir i nanç, eğer sonuçları tatlıysa, 'ger­
çektir.' insanlar ise bir i nancın sonucunu tatlı ya da tatsı z

r- 325 -
ı
1

İKTİDAR

kılabi lirler. Eğer bir diktatörün yönetiminde yaşıyorsanız .•

diktatörün yüksek erdem sahibi olduğuna inanm;:ık, inan­


nfamaktan daha tatlı sonuç sağlar. Resmen geçerli kabul
olunan inançlara saygısızlık edenlerin şiddetl i cezalara
çarptırıldığı yerde. resmen kabul olunan akide, pragmatist
anlamda ' gerçektir.' Bundan dolayı pragmatist felsefe, i k­
tidarda bulunanlara, daha yavaş kalan bir felsefen.in ver­
mekten kaçınacağı, metafiziksel bir kadirimutlaklık (ornni­
potence) verir. Bununla, bütün pragmatistler felsefelerinin
bu sonuçlarını kabul ederler' demek istemiyorum; sad.ece
bunların birer sonuç olduğunu, pragmatistlerin, genel g�r­
çek anlayışına saldırmalarının da, i,ktidar -belki insa�lar
üzerinde i ktidar sağlamaktan çok, cansız eşya . üzerinde
iktidar sağlamak- aşkı ürünü olduğunu belirtmek İ stiyo�
rum.
Bergson'un Yaratıcı Evrim'i. Bernard Shaw'un Bac.�
to Methuselah adlı o'yununun son sahnesinde fantastik bi7
çimde gelişen bir iktidar felsefesidir. Bergson, aklın , aşırı
derecede edilgin ve sadece düşünmeğe yatkın oluşu dola­
yısıyle mahkum edi lmesi gerektiğini ve bizim sadece, sü­
vari saldırısı gibi güçlü bir eylem sırasında gerçek anlam�
da görebildiğimizi iddia' eder. Bergson, hayvanları� gö � · 'sa�
hibi oluşunun, onların, görebilmenin tatlı bir şey olduğunu
,
sezmelerinden ileri geldiği inancındadır; hayvanlar b aş­
langıçta kör olduklarından, akılları görme konusunda dü­
şünemezdi, ne var ki. sezgi (intiution) imdada yetişip bu
mucizeyi ger çekleştirdi. Bergson'a göre bütün evriml�r
şiddetli isteğe bağlıdır ve istek yeteri kadar tutkulu !>lduk­
tan sonra, gerçekleştirilebilecek şeylere sınır yoktur. Ona
göre, biyo - kimyacıların hayatın mekanizmasını anlamak
için el yordamıyl a yaptıkları çalışmalar boşunadır, zira ha�

- 326 -
İKTİDAR

yat mihaniki değ i l d i r ve hayat her zaman için öyle bir ge­
l işme izler ki, akı l , tabiatından gelen niteliği dolayısıyle,
bu gel işmeyi kestirmek yeteneğinden yoksundur; hayat an­
c ak hareket halindeyken anlaşılabil i r. Bundan da, i nsanla­
rın tutkul u ve akı lsız o l ması gerektiği sonucu çıkar; Berg­
son hesabına ne iyi ki. i nsanlar gene l l i kle böyledi rler.
Bazı filozoflar iktidar içtepileri n i n , metafiziklerine ha­
kim o l masına izin vermezlerse de, bu içtepi lerin i törebi­
l i m a lanını da alabi ldiğine başıboş b ı rakırlar. Bu filozof­
lar içinde en .önem l i s i , H ristiyan töresini köleler töresi d i ­
y e reddedip, o n u n yeri ne, kahraman hükümdarlara uygun
bir töre koyan , Netzsche'dir. Pek tabi , bu, esas itibariyle
yeni b i r şey değildir. Buna benzer bir şeyler Heraklitos'daı
. bi r parça Eflatun'da, epeyce de Rönesans'ta vardır. Ne vı;ır
ki bu. Nietzsche'de işlenmiş ve b i l i nç l i b i r muhalefet ola­
rak Yeni Ahit öğretisinin karşsı na oturtul muştur. Nietzsc­
he'nin görüşüyle sürünün, sürüyü meydana getirenleı:in öz­
değerlerinden doğan bir değeri yoktur; sürünün . bütün d e­
ğeri , kend i gelişmesini ilerletmek için gerekli gördüğün­
de sürüye gadretmek hakkına sahip bulu nan kahramanı n
büyüklük kazanma a racı o luşundan ibaretti r. Gerçekte,
c;ıristokrasi ler öteden beri hep, ancak böylesine bir töre­
·ni n hak l ı bulacağı biçi mde davranagel mişlerdir; buna kar­
ş ı l ı k H ristiyanlık, kurumsal alanda, bütün insanların Tanrı
gözünde eşit olduğu gqrüşünü savunmuştur. Demokrasi .
Hristiyan öğretisi nden medet umabi l i r; ama aristokrasiye
en uygun töre , Nietzsche'ninkidir. 'Eğer i lahlar var olsaydı ,
i lah olmamağa nası l katlanab i l i rd i m ben ? Bun�an ötürü
i lahlar yoktur.' Nietzsche'nin Zerdüşt'ü böyle der. Yeryü­
zündeki tiranlara yer açmak için, Tı;ınnnın tı;ıhtında r;ı indiril­
mesi gerekmektedir.

- 327 -
iKTiDAR

İktidar aşkı normal i nsan tabiatının b i r parçasıdır, hal­


buki i ktidar fel sefeleri, ince n itel ikleri herkes tarafından
kolay kolay görülemiyen b i rer del i l iktir. G e rek madde, ge­
rek başka insanlar olarak d ı ş dünyan ı n varl ı ğ ı , bazı gurur­
ların kabu lünden utanç duydukları, ama ancak deli l erin
redded ebil eceği bir veri d i r. İ ktidar aşklarının kend i lerine
dünyayı olduğundan başka biçimde göstermesine göz yu­
man i nsanlara her tımarhanede raslanır: b i ri çıkar. kendi­
sinin İngiltere Bankası Guvernörü olduğunu iddia eder,
başkası çıkar, İngiltere Kra l ı olduğunu söyler, b i r başkası
da Tanrı olduğunu i l eri sürer. Burada saydıklarımıza çok
benziyen kuruntular, öğrenim görmüş kişi ler tarafından,
. kolayl ıkla anlaş,ılamıyacak bir dill� ifade edildikleri zaman ,
· ·
onları ifade eden klşllere felsefe profesörlüğü ünvanı sağ­
lar; heyecan l ı kişi l er tarafı ndan , çok iyi anlaşı l ı r b i r d i l l e
ifade edi ldikl eri zaman i s e , o kişilere diktatörlük sağlar.
Vesikalı deli l er. davranışl arı eleştirildiği zaman, şiddete
başvurma eği l i minde olduklarında n , tımarh aneye kapatıl ı r­
lar; vesikasızlarına ise güçlü orduların kumandası tesli m
edi l ir, bunlar da böylece, el leri n i n erişeb ileceği bütün akıl·
l ı ları öldürebi lme, onları türlü felaketlere düşüreb i l me ola­
nağına sahip o lurlar. Del i l iğin edebiyatta , felsefede ve si­
yasette başarı kazanması , çağ ı mıza özgü acaiplikl erden bi·
ridir; del i l iğ i n başarı kazanan biçimi de hemen hemen ta­
mamiyle, i ktidara yönelmiş güdülerden hareket eder.
Bu durumu anlayab i l mek içi n , i ktidar felsefeleri n i n
toplum yaşayşı ıyla olan i l i şkisi üzerinde durmamız gerek­
ti r; bu i li şki ise i l k bakışta tahmin edil eb i l eceği nden daha
karmaşıktır.
işe sol i psizm'den baş l ayalım. Fichte'nin. her şeyin
ego'dan çıktığı iddiasıni okuyan k imse şöyle söylemez:

- 328 -
iKTiDAR

' H e r şey Johann Gottlieb Fichte'den ç ı karm ı ş Amma da


saçma! Yahu , daha bir kaç gün öncesine kadar adını b i l e
·duymamıştım b e n o n u n . Y a o doğmadan önceki zamanlar
neci lik? Yani hepsi n i kendisinin mi icad ettiğini sanıyor
bu adam sahiden de? Amma da saçma, amma da kendi n i
beğenmişlik, ha! ' Tekrar ediyorum, bu, okuyucunun söyle­
mediği şeydir; okuyucu kendini Fichte'n i n yerine kor ve o
zaman bu iddiayı h i ç d e o kadar saçma bulmaz. 'Geçmiş
zamaıılara dair ben ne b i liyorum k i ? ' diye düşünür. 'Sade­
ce ben i m doğumumdan önceki b i r dönemle i l g i l i olarak yo­
rumladığım bir takım tecrübelerim bulunduğunu. Ya h i ç
görmediğim yerı·er hakkında bildikl eri m neler? Buraları sa­
dece haritalarda görduğümü , ya da bunlardan söz edildiği­
n i duyduğumu biliyorum , o kadar.
Sadece kendi tecrübelerimi b i l iyorum ; geri kalanlar,
şüphel i çıkarsamafa,rdan (istidlal) i baret. Kendi m i Tanrı­
nın yerine koyacak ve dünyanın benim eserim olduğunu
söyleyecek olsam. f:ı:iç bir şey yanııdığımı ispat edemez.'
Fichte, yalnız Fichte'nin var olduğunu iddia eder, bu iddia­
yı okuyan John Smith de -Fichte'nin bu sonuca varmak
i stemediğine dikkat etmeksizin- yalnız -John Smith'in var
olduğu sonucuna varır.
Sol ipsizmin bu yoldan bel irli bir toplum yaşayışı biçi­
minin temeli olması olanağı vardır. Her biri kendini Tan rı
sanan b i r sürü zırdeli , birbirl erine terbiyeli davranmayı öğ­
renebil i rler. Ne var k i , bu tanrı ların terbiyeleri ancak, her
bir tanrını n , kendi kadi rimutlakl ığın ın öteki tanrı lardan bi­
ri tarafından bozul madığını gördüğü sürece devam eder.
Eğer Bay A. kendini Tanrı sanıyorsa, ötekile ri n in de ken­
·cJileri n i fanrı saymaların ı , onl arın davranışları kendi ama-

- 329 -
İKTİDAR

cına uygun düştüğü sürece hoşgörebilir. Ama eğer Bay B.


onun Tanrıl ığ ı n ı bozmağa ve onun hiç de kadi rimutlak ol­
madığına dair del i l geti rmeğe kalkışacak o lursa. Bay A.
kinlenir ve Bay B.'nin ya Şeytan ı n ta kendi s i , ya da Şey­
tan 'ın veki l l erinden biri olduğuna karar verir. Pek tabi,i ,
Bay B. de tıpkı Bay A. gibi düşünecekti r. Böylece her iki­
si de b i rer parti kuracak ve sonunda savaş çı kacaktır -
acı , gaddarca ve del ice bir d i n davaşı. ' Bay A.' yerine H it­
ler'i koyunuz, ' Bay B.' yeri ne d e, Stalin'i; o zaman modern
dünyanın portresi seri l i r gözlerinizin önüne. H i�ler, '.Ben
Wotan'ı m ,' der. Sta l i n de d er k i : ' Ben Diyalekti k Materya­
l izm'im.' Her birinin . iddiasını ordular, uçaklar, zehirli gaz­
l ar ve hevesl i masum i nsan yığınları yql uyla engin kaynak­
lar desteklediğinden. her i kisinin de del i l i ğ i kimseni n d i k­
katini çekmez.
İkinci olarak da, Nietzsche'n i n , bütün ' işe yaramazlar'ı
·kahraman için kurban diye düşündüğü, kahraman l ı k dinini
ele alal ım. Bu d i ne hayran okuyucu , pek tabii kendinin kah ­
raman, buna karş ı l ı k nam'ussuzca entrikalarla kendisini ge­
ride bırakmı ş olan falancanı n da 'şe yaramazlar'dan biri ol­
duğu i nancındadır. Bundan da, Nietzsch e 'nin felsefesi n i n
mükemmel olduğu sonucuna varacaktır. Ne var ki, aynı şe­
yi o falanca da okur ve ayn ı şeki lde o da bu fel sefeye hay­
ran kal ırsa, o zaman kahramanın hangisi olduğuna hangi
yoldan karar veri lecektir? Pek tabii. sadece savaş yoluyl a .
B u i ki kişiden biri zaferi sağlad ımı da, kahramanl ı k ünvanı­
na yalnız kendisinin hakkı bulunduğunu, i ktidarı bırakma­
mak suretiyle devamlı olarak ispat etmek .zorun l�ğunu . du­
yacaktır. Bunu yapabi l mek içi n , yaman bir gizl i polis örgü­
tü kurması gereklidir.; artık o,. her an bir suikaste kurban
gitme, onun dışı ndaki herkes de i hbar edilme korkusu için-

- 330 -
iKTiDAR

de yaşayacak ve kahramanl ı k dini böylece, ti ril tiril titre·


yen tabansızlardan meydana gelmiş bi r u l us yaratacaktır.
Aynı cinsten dertler, sonuçları tatl ı olan bir inancı n
gerçek o l duğunu iddia eden pragmatist kuram için d e düşü·
nülebi l i r. İnancın sonuçları kimin için tatl ı olacaktır? Sta·
l in'e inanmak onun için tatl ı , ama Troçki için tatsızd ı r. Hit·
l er'e inanmak Nazi l e r için tatlı. fakat Naziler tarafından top­
lama kamplarına atı lan kimseler için tatsızd ı r. Şu h ususta
yal ı n güçten başka hiç bir şey karar veremez: Bu inancın
gerçek olduğunu ispat eden tatl ı sonuçlar kime yarayacak?
iktidar felsefeleri, topl umsal sonuçları göz önüne al ı n·
d ı kta, kendi kendi lerini çürütürler. Ben i m Tanrı olduğum
inancını eğer benden başka paylaşan çıkmazsa, beni tımar·
haneye kapatı rlar; eğer inancımı başkaları da paylaşırsa,
bu bir savaşa yol açar ve ben büyük bir i htimalle bu savaş
içinde yok olurum. Kahramanl ı k dini korkak bir ulus yara·
tır. Pragmatisme inanç, eğer yaygı nsa, yal ı n gücün ege·
men l iğ i ne yol açar ki, bu da hoş değ i l dir; bundan dolayı,
p ragmatizme i nanç. yine kendi denek ölçüsü üzerinden,
temelsizdir. Eğer top l u m h ayatı , top l um sal i stekleri doyu·
Tacaksa, bu toplum hayatının, i ktidar aşkından türemeyen
bir felsefeye dayandırılması gerektir.

- 331 -
Bölüm XVII
İKTİDAR TÖREBİLİMİ
ÇİLEC İ (ascetik = riyazetkar) b i r sonuca varmanın ve
birey yaşantısı için en iyi yol olarak, i ster iyi n iyetle, i ster
kötü niyetle başkaları nı etki altına alma yolunda her türlü
g i rişimden vazgeçmeyi desteklemenin doğal karş ı lanabil­
mesi için, buraya kadarki bölümlerde daha çok i ktidarın
kötülükleri üzerinde durduk. Lao - Tse'den bu yana bu gö·
rüşü destekleyen, hem güzel konuşma yeteneğine sahip,
hem de akı l l ı adamlar gelmiştir ; bu çok g izemciler ( m is-­
tikler) . b i r çok sekinciler (quietist) ve kişisel kutsal l ığa
değer verenler bu görüşü bir faaliyetten çok, bir d uyuş ve
düşünüş havası ( ha leti ruhiye) saymışlardır. Her ne kadar
içlerinden bazılarının pek çok yararları dokunduğunu kabul
ediyorsam da, bu adamlarla aynı görüşü paylaşamıyorum .
B u adamlar, iktidarı reddettiklerine inandıkları halde, asl ın­
da iktidarı sadece bel irli biçimleri içinde reddetti kleri için
yararl ı o lmuşlardır; eğer i ktidarı tamamiyle reddetmiş ol­
salard ı , kendi akidelerini i lan edemiyecek , dol ayısıyle de
yararl ı olam ıyacaklard ı . Bunlar zorlayıcı · (cebri) iktidarı

- 335 -
iKTiDAR

reddetmişle r, ama i kna etmeğe dayanan i ktidarı reddetme­


mişlerdir.
İ ktidar aşkı, en geniş anlamıyla, gerek i nsan, · gerek
insandan başka şey o larak d ı ş d ünya üzerinde isteni le n
etki leri yaratma arzusudur. Bu arzu i nsan tabiatın ı n esaslı
bir parçasıdır ve enerji sahibi b i r i nsan ı n · tabiatında hem
çok büyük, 'hem de çok öneml i bir yer tutar. Anı nda yeri­
ne getirilemiyen her arzu, bu arzuyu yerine getirebilme
isteği n i doğurur, bundan ötürü d e i ktidar aşkın ı n bir biçi­
mi olmak niteliğini taşır. Eğer komşunuzu seviyorsanız,
· <>nu mutlu kılabilme i ktidarına sahip olmayı i stersiniz. Bu
bakımdan. tüm i ktidar aşkını mahkum etmek, komşunuzu
sevmek kavramını da mahkum etmek o l u r.
Bununla birlikte, bir araç o larak arzulanılan i ktidar i l e ,
b i r amaç olarak arzulanılan i ktidar arasında da büyük bir
ayrıl ık vardı r. iktidarı bir araç olarak arzulayan i nsanın ön­
ce başka bir arzusu vardır, bu arzuyu gerçekleştirebilecek
d u rumda o l ma k isteği sonradan g e l i r. İ ktidarı bir amaç ola­
rak arzul ayan i nsan ise hedefin i , bu hedefi ele geçireb i l me
o lanağına göre seçer. Mesela, siyaset alanında, bir i nsan
bi rtakım usullerin kanunlaştığını görmek isteyip kamu iş­
leriyle i l g ilenmeğe başlar; öte yandan . kişisel başarı ka­
zanmak isteyen bir başkası , bu amacın ı gerçekleştirebi l­
mesine en elveriş l i bulduğu b i r programı -bu program her
n e olursa olsun- benimser.
İsa Mesih'in çölde dolaşırken hedef olduğu üçüncü
ayartıl ış. ( 1 ) bu i ki istek arasmdaki ayrıl ığ ı çok güzel tem-

(1) ' iblis, lsa'yı çok yüksek bir dağa da götürdü ve ona dünyanı n
bütün ülkelerini v e onların izzetini gösterdi ; v e İblis ona ded i :
Eğer yere kapanıp bana tapınırsan, Mtün bu şeyleri sana veri­
rim.' Malta incili, iV; 8 - 9. (Çev Notu)

- 336 -
iKTiDAR

s i l eder. İsa Mesih'e, İbl is'in önünde d ize gelmesi şartıy­


ie dünyanın bütün kra l l ı kları teklif edildi ; yan i , ona, kendi
amaçlaq_nı değ i l , daha başka amaçları gerçekleşti reb i l me
i ktidarı teklif edil d i . B u , hemen her modern i nsanı n bazen
çok kaba b i r biçimde, bazen de son derece şeytani bi r in­
celi k içinde hedef olduğu bir ayartı l ıştır. M odern i nsan , b i r
sosyal ist olduğu halde muhafazakar b i r gazetede iş alabi­
l i r ; bu, daha çok kaba bir biçimdir. i nsan. Sosy;:ılizmin ba­
rışçı yol la rdan gerçekleştirilebileceğinden umudunu kesi p
komünist olabi lir; bunu, i stediğinin bu yoldan gerçekleşti­
ri lebi l eceğini sandığı için değil , bu yoldan bir şeylerin ger­
çekleştiri lebi leceğini sandığı için yapar. O, i stediği şeyi
savunup da başarıya u laşamamay ı , i stemediği şeyi savu­
nup da başarı l ı olmaktan daha boş sayar. Ama eğer kişi­
sel başarı d ış ındki istekl eri güçlü ve kesinse, bu istekler
doyurulmad ı kça onun iktidar arzusu doyurulamaz ve o, ba­
şarı uğrunda hedeflerini değiştirmeyi -Şeytana tapınmak
diye adlandı rabileceğimiz- bir çeşit dönmelik (apostasy =
i rtidat) sayar.
İ ktidar aşk ı , hayırlı olab i l mek için. i ktidar amacından
başka bir amaçla s ı nırlandırılmış bul unmal ıdır. Bununl a
i ktidar için i ktidar aşkı olmamalıdır demek i stemiyorum ,
zira bu güdü, eyl emci bir karyer i çinde nasıl olsa doğacak­
tır; benim söylemek isteğim ş udur: iktidardan başka bir
amaç arzusu o derece güçlü olmamalı d ı r k i , i ktidar bu ama­
ca hizmet etmedi kçe hak l ı görülemesin.
İ ktidardan başka bir amaç bulunması zorunluğu bir
başına yetmez; bu amacın, gerçekleştiri ldiği zaman , baş­
kalarnn da arzuları n ı doyurabi l i r olması zoru n l uğ u vardır.

- 337 -
İktidar - F./22:
İKTİDAR

Eğer siz her hangi bir keşifte bulunmayı , b i r sanat eseri


yaratmayı , ya da eskiden beri birbirine düşman l ı k besle­
yen grupları uzlaştı rmayı amaç tutuyorsanız. başarı n ı:un,'
-eğer başarı kazanırsanız- sizden başkaları nı .dtı mem­
nun etmesi ihtimali vard ı r. İktidat aşkı nın, hayı rlı olabil­
mek için yerine geti rmesi gereken ikinci koşu l da şudur:
iktidar aşk ı , öyl e bir amaca bağ lı ol mal ı d ı r ki , bu amaç,
genel anlamda, onun gerçekleştiri l mesinden etkilenecek
başka i nsan ları n arzu!arıyle uyum halinde bulunsun .
Formü l leşti r i l mesi bi raz z o r olan üçüncü bir koşul da­
ha vard ır. Amacınızı gerçekleşti rme araçlarınız, gerçekleş­
tiri lecek amacın mükemm e l l i ğ i ne gölge düşürecek kötü
sonuçlar yaratmamal ıdır. Her i nsanı n karakteri ve arzul arı ,
o i nsan ı n etki leri n i n ve çekti klerinin sonucu olarak sürek­
l i bir değişme gösteri r. Zorbal ı k ve adaletsizlik, hem bun­
ları uygulayanl arda. hem d e bunları n kurbanı olanlarda zor­
bal ık ve adaletsizlik doğurur. Yeni lgi -tam olmadığı za­
man- kin ve nefret, tam olduğu zaman da uyuşukluk ve
hareketsizl i k doğurur. Kaba kuvvet yoluyla kazanılan zafer,
savaştaki asıl güdüler ne kadar yüce o lursa olsun, yenile­
ne karşı b i r insafsızlık ve hor görme duygusunu doğurur.
Bütün b udüşünceler, her ne kadar kaba kuvvetten hayır
gelmiyeceğini ispat etmezse de, kaba kuvvetin çok teh l i­
kel i olduğunu ve kaba kuvvet fazlalaştığ ı oranda. başlan­
gıçta iyi olan her amacın , daha mücadele bitmeden orta­
d a n kaybolacağını gösterir.
Bununla birlikte, d izgi nlenmedikleri takdi rde çabucak
anarş iye ve barbarl ığa yol açabi lecek cani lerle. anti - sos­
yal tutkuları bulunan ki mseler var olduğundan, medeni top-
1ulukların, b i r dereceye kadar kuvvet öğesi ne başvurmak-

- 338 -
iKTiDAR

sızın varlı kları nı korumaları olanaksızdır. Kaba kuwete


başvurmaktan başka çare kal madı ğ ı zaman, bu kuvvetin ,
kanuna göre atanan yetk i l iler tarafından ve kamunun ceza
hukuku lçi nde ifade olunan iradesiyle uyum içinde kuJla­
nı lması gerektir. Ancak, bu noktada iki güçlükle karşı kar­
şıya kal ı nıyor: birincisi , kaba kuwetin en önemli kullanıl­
ma yerin i n , başka başka devler arasında oluşunun ortaya
çıkardığı güçlükler, zira başka başka Devletler arasında
ortaklaşa b i r hükumet ya da yetkisi -etki sağlayacak de­
recede- kabul olunmuş. her hangi b i r kanun veya türel
otorite yoktur; ikincisi ise, kaba kuvvetin hükumetin eli n­
de toplanı ş ı n ı n , hükumet b i r dereceye kadar, topluluğun
geri kalan bölümünü üzerinde zorbal ı k k u rma olanağı n ı sağ­
lamas ı d ı r. Bu g üçlüklerin her biri üzerinde, gelecek bölüm­
de duracağı m . Bu bölümde, i ktidarın hüku metle olan i liş­
kisi üzerinde d eğ i l . bireysel töreyle olan ilişkisi üzerinde
duruyorum.
iktidar aşkı, şehvet gibi, öylesine güçlü b i r güdüdür
ki. çoğu i nsanların hareketlerini, onların gerekli saydıkla­
rından daha fazla etkiler. Bundan dolayı, en iyi sonuçları
doğuracak törebil i m i n , i ktidar aşkına, akl ı n hakl ı görebile­
ceğinden daha düşmanca tutum takınan b i r töreb i l i m ola­
cağı iddia edilebil i r: i nsanları n , ikti dar elde etme yolunda
kendi kanunlarını çiğnemeleri hemen hemen muhakkak
olduğuna göre, kanunları eğer b i raz fazla katı ise, onların
bu davranışları da aşağı yukarı haklı sayılacaktır. Anca � .
törebil i msel bir doktrin teklif eden b i r kimse, bu gibi dü­
şüncelere kaptı ramaz kendini. zira eğer kaptırırsa, erde­
m i n çıkarları için bile bile yalan söylemek zorunda kal ı r.
'
Sözüne inanıl ı r olmaktan çok, terbiye edeb i l i r olmak ar­
zusu , vaizlerle eğitimcilerin baş belasıdır; kuramsal alan-

- 339 -
iKTiDAR

tda b u arzudan yana ne kadar çok şey söylenebil i rse söy­


;lensi n , uygulama alanında bu arzunun zararlı olduğuna ve
!bu zararları hafifletme olanağı bulunmad ı ğ ın a şüphe yok­
tur. İnsanların , i ktidar aşkı yüzünden kötü davranışlarda
:bulunduklarını ve bul u nmakta devam edeceklerini kabul
. etmek zorundayız; ama bu yüzden de, hayırl ı , hiç değ i lse
zararsız sayabi leceği miz biçimler içinde bile i ktidar aşkı­
n ı n istenmiyen bir şey olduğunu iddia etmemel iyiz.
Bir insanın i ktidar aşkı n ı n alabileceği biçimler, o i n­
sanın huyuna, eline geçen fırsatlara ve hünere bağlıdır;
öte yandan. insanın huyuna da büyük çapta koşullar biçim
··verir. Bundan ötürü , b i reyin i ktidar aşkını bel irli kanallara
çevirmek, bireye gerekl i koşul ları , gerekl i fı rsatları ve en
uygun hüneri sağlamakla olur. Bu ise, doğuştan gelen eği­
· l im l eri bizim sorunumuz dışı nda bırakır; bunlar -işlenme�
. ğe elverişl i iseler- i nsan ı rkını düzeltmeği amaç tutanla­
rı ilgilendi ren. konu içine girer; ne var k i , yukarda saydı­
. ğ ımız araçlar yol uyla yararl ı bir eylem biçimi seçmeğe yö­
neltilemiyecek çok az kişi vardı r bir topluluk içinde.
H uy üzerinde etkil i öğe olarak koşullardan baş laya­
· t ı m : zal i mce güdülerin kaynağı çoğunlukla, mutsuz geçmi ş
b i r çocukluk döneminde y a d a , içi nde ölümün ve ıstırabın
s ı k s ı k görüldüğü, insanların birb irleri ni - öldürdükleri . b i r­
birlerine ıstırap çektirdi kleri , i ç savaş gibi acı tecrübeler­
. de aranmak gerektir: ergen l i k çağı nda ve gençliğin i l k dö­
' nemlerinde enerjinin boşalmasını sağl ıyacak meşru b i r çı-
kış kapısı bulunmaması da aynı etkiyi doğurabilir. İnsan­
lara akı l lı ca bir i l k öğretim sağlanmış olsa, insanlar ço­
, cuklarından itibaren çevre lerindeki i nsanların b i rbirlerine
. zulmettiklerin i görmemiş olsalar ve b i r meslek sahib i ol-

- 340 -
iKTiDAR

makta hak etmedikleri güçlüklerle karşılaşmış olmasalar,


<>yle inanıyorum ki , ·i Çlerinden çok zal i m çıkardı. Bu koşul­
lar sağlandığı takd i rde, çoğu i nsanı n iktidar aşk ı , hayırl ı ,
hiç değ i l se zararsız b i r çıkış kapısı bulmağı -tabii. eğer
bulabil i rse- tercih edecektir.
Fırsat sorununun olumlu ve olumsuz i ki cephesi var­
·dır: bir korsanı n , bir haydutun ya da b i r diktatörün mesleği
için fırsat diye bir şey olmaması gerektiği halde, bunlar­
·dan daha az yıkıcı bir meslek için fırsatlar bulunmalıdır.
Suçları önlemek için güçlü bir hükumet var olmal ı , öte
yandan, hem meşru haydutluk olanakları n ı önlemek, hem
-de elden geldiği kadar çabuk sayıda gence çekici m eslek­
ler sağlamak i Ç i n akı l ı ca bir iktisadi sistem bulunma l ıdır.
'Gittikçe zenginleşmekte olan bir toplulukta bunu sağla­
mak, gittikçe yoksullaşmakta olan bir topluluk içinde sağ­
lamaktan daha kolaydır, bir topluluğun törel düzeyini hiç
bir şey servet kadar yükseltemez ve hiç bir şey yoksulluk
'kadar alçatamaz; Ren'deiı BüyOk Okyahl.ls'a kadar olah top­
l umların bugünkü genel gôtilnOşlerhıdeki sertlik, büyük
çapta. pek çok sayıda insanın ana ve babalarına oranla da­
ha .yoksul .bulunmaları olgusuna dayanmaktadır.
İktidar aşkının alacağ.ı . biçimi belirlemede, hünerin
önem i çQk büyüktür. Modern savaşı n belirli biçimleri dı­
şında yıkıcılık, genel olarak büyük bir hüner .istemez, hal­
buki yapıcılık, hele en yüksek biçimleri içinde yapıcı l ık ,
her zaman i ç i n büyük hüner ister. Elde edi l mesi zor olan
tipte bir hüner kazanan i nsanların çoğu bu hünerlerini gös­
termekten zevk duyorlar ve bu faal iyeti , daha kolay olan
faal iyete tercih ederler; bunun nedeni ise, başka her şey­
de eşit olan iki i nsandan, zor elde edi l ebilir hünere sahip

- 341 -
li<TIÔA�
olanının. bu hüner yoluyl a i ktidar aşkın ı ötekine oranla da­
ha iyi doyurabilmesid i r. Uçaktan bomba atması n ı öğren­
m i ş bir adam bu işi, barıŞ zamanlarında ke ndisin. e açı k
olan sıkıcı , tekdüze işlere tercih eder; buna karş ı l ı k , (me­
sela) sarı humma ile savaşmayı öğrenmiş b i r adam da bu
i ş i , savaşta ordu cerrahlığı yapmağa tercih eder: Modern
savaş çok büyük bir hüner gerektirdiğinden, bu durum sa­
vaş ı çeşitli a lanlardaki b i r çok uzmanlar için çekici kılar;
barışçı b i r bilim adam, keşiflerinin ve icatlarını n gelecek
savaşta yıkıcılığı arttırmak için kullanılmayacağından h i ç
b i r surette emin olamaz. Bununla birlikle, genel anlamda,
barış zamanında en geniş uygulama alam bulan cinsten
hünerlerle . savaş zamanında en geniş uygu lama alanı bu­
lan cinsten hünerler arasında b i r ayrıl.ık vardır. Böyle b i r
ayrı l ı k bulunduğu sürece d e , bir adamın iktidar aşkı , eğer
adamın i ktidar aşk ı , · eğer adamı n hüneri b i rinci · ci nsten
ise onu barışa, ikinci cinsten .ise savaşa eğilimli kılar. Tek�
n i k eğitimin, i ktidar aşkın ı n alacağı · biçimi beli rlemede bu
yollardan oynadığı rol büyüktür. ,
ikna etme i l e zorlama'nı n tamami.yle başka başka şey­
ler olduğu doğru değildir. Bir çok i kna biçimleri .- hatta
herkesin onadığı (tasvip ettiği) i kna biçimlerinin bile b i r
çoğu - asl ı nda b i r çeşi't zorla madı r . Çocuklarımız� yap­
tıklarımızı düşünürüz. Onlara şöyle demeyi z : 'Bazı i nsan­
lar dünyanın yuvarlak olduğunu, bazıları da duz olduğunu
düsünürler; sen büyüdü§ün zaman , eğer canı n i sterse de­
l i l l � ri · i nceler ve hangi düşünüşü rt doğru old u ğuna kend.in
karar verirsin.' Bunun yerine Şöyle deriZ onlara: ' Dünya
yuvarlaktır.' Çocuklarımız delilleri inceleyebilecek yaşa
geldikleri zaman da, bizim propagandamız kafalarını çok­
tan kapamış olduğu için. Dünyanı n Düzlüğüne 111ananlar

_: 342 -
İKTiDAR

:O erneğ i 'n i n i leri süreceğ i en inandırıcı del il ler b i l e , çocuk­


larımızı etki lemez. Aynı şey, ' burm:nu karıştırma,' ' bezel­
yeyi bıçakla yeme' gibilerden, gerçekten de öneml i saydı­
ğ ı mız töre emirlerine de uygu lanab i l i r. Ben bil mesem bi­
le, bezelyeyi bıçakl'a yemek için mükemmel nedenler bu­
lunab i l i r, gelgelel i m , küçükl üğümde i kna edenlerin yarat­
tığ ı büyülyici etk i , bu nedenleri değerlendirebi l me yete­
neğ i nden tamamiyle yoksun bırakmıştır ben i .
İ ktidar töreb i l i m i . bazı i ktidar biçimlerini meşru , bazı­
ları nı da gayrı meşru d iye ayırmaktan i baret olamaz. Bi­
raz önce de gördüğümüz g i b i , esas itibariyl e zorlamadan
başka b i r şey ol mayan bir i kna biçimini , bazı duru mlarda
hepim i z onarız. Hayalde kolayl ıkla canlandırı labi lecek bazı
koşul lar altında, fizi ksel yönden kaba güç uygulamay ı , hat­
ta öldürmeyi bile hemen hemen herkes onar. Faraza , treni
:ateş e vermek isteyen kundakçıyı suç üstünde gördünüz de,
felaketi önlemek için onu vurmaktan başka çare bulama­
'Cfınız; ş iddet aleyhtarı olanların bile tüm ü , sizi bu hareke­
tinizde haklı göreceklerd i r. Böyle b i r sorunu, bazı fi i l leri
yüceltip. bazı fii lleri batırmak suretiyle. bir takı m soyut
genel i lkelerle çözmeğe kalkmak boştur; i ktidarın uygula­
n ı şı n ı , sonuçlarına göre yarg ı lamal ı ve bundan ötürü de,
·ö nce, ne gibi sonuçlar elde etmek i stediğimize karar ver­
meliyiz.
Kendi hesabıma ben, iyi ya da kötü olan her şeyin
toplul uklardan değ i l bireylerden geldiğini düşünüyorum.
'Korporatif Oevlet'i ( 1 ) desteklemekte kul lanı labi l ecek bazı

i(l) Korparatif Devlet: ltalyan faşistlerinin akidesine göre, her şube­


nin ayrı işçi ve patronlarının temsilcilerinden meydana gelen,
.ayrı iktisadi idare birlikleri bulunan devlet. (Çev. Notu)

- 343 -
iKTiDAR

felsefeler -özel l ikle f.legel 'i n felsefesi- topluluklara öy­


l e bir takım özel l i k l e malederler ki , vatandaşlarının çoğu
kötü olsa bile, Devlet, topluluğun bu öze l l i kleri yüzünden
mükemme sayılabil i r. Ben, bu gibi felsefelerin. i ktidarı
e l i nde bulunduranları hakl ı çı karmak amacını güden birer
düzenbazl ıktan başka bir şey olmadığı ve siyasetimiz her
ne olursa olsun , demokratik olmayan bir töreden yana ge­
çerli bir del i l bulunamıyacağı görüşündeyim. Demokratik
o l m ı yan töre i l e , i nsan l ı ğ ı n belirli bir bölümünü geri kalan­
dan ayırıp, ' iyi olan şeylerden bu insanlar yararlanacak,
geriye kalanlar i se onlara h izmet edecek,' d iyen b i r töre­
yi anlatmak istiyorum . Böylesine bir töreyi her halde red­
dederdi m , ne var k i , böylesine bir törenin. daha önce de
gördüğümüz gibi , kendi kendini çürütmek gibi bir zayıfl ığr
vardır zate n ; zira uygulama alanında, bütün i nsanların ,
aristokratik kuramcı ların b u üstün i nsanlara uygu n gördük­
l eri cinsten b i r yaşamı sürdürmeleri olanağı hemen hemen
yok gibidir.
Bazı isteklerin hedefleri , mantık yönünden, herkesin
yararlanabileceği cinsten hedefler olup, bazı lari. nite l i k­
leri dolayısıyla, ister istemez topluluğun belirli b i r böl ü­
müne ait kalmaktadır. Herkes -biraz akıl hca b i r işbirli ğ i
sayesinde- oldukça i y i b i r geçim sağlayabi l i r, ama kom­
ş usundan daha zengin o l mak zevkini herkesi n tadabi lmesi
olanaksızdır. Herkes bir dereceye kadar kendi kendini yö­
netebi l ir, ama başkaların ı n başına diktatör kes i l mek olana­
ğ ı herkes için düşünülemez. Belki bir gü,n gelecek, bütün
bireyleri oldukça zeki bir toplum ortaya çı kacaktır, ama
herkesin olağanüstü bir zeka sahibi olacağı düşünül emez.
Örnekler böylece çoğaltı lab i l ir.
Tümel olabi lmek yetkesine sahip iyi şeyler -yeterli

- 344 -
iKTİDAR

gereçler, refah , sağ l ı k ; zeka ve başkalarına üstünlükten i le­


ri gelmiyen her türlü mutluluk- bakı mından toplumsal iş­
birl iğ i olanağı vardır. Halbuki rekabette zafer kazanmak­
tan doğan mutluluk biçimleri tümel olamaz. Bi rinci ci nsten
olan mutluluk dostça bir duygunu n , ikinci cinsten olan mut­
l u luk (ve bu mutluluğun i ster istemez gerektireceği mut­
suzluk) ise dostça olmayan duygunun ürünüdür. Dostça ol­
mıyan duygu, mutluluğa akla uygun bir yoldan ulaşmayı ta­
mamiyle ve kesinlikl e önler; n itekim günümüzde de, ulus­
lararası i.ktisadi i l işki ler alanında bu böyle ol maktadır.
Dostça duyguların ağır bastığ ı bir toplum var olsa, ne çe­
ş itl i b i reyl erin ne de çeşitil grupların çıkarları çatışırd ı ;
, günümüzde var ofa n çatışmalar, dostça o lmıyan duygular­
dan doğmakta ve bu çatışmalar geri dönerek, içinden çık­
tıkları düşmanca duyguları körüklemekted i r. lngiltere i l e
fskoçya yüzyıl larca birbirleriyle çarpıştılar; sonunda. bir
kal ıtım ras lantısı olarak, i k i u lusun krall ığ ı da ayn ı adama
d üştü ve savaşlar bitti . Bunun sonucunda herkes mutlu
oldu - hatta, soylu davranışları hiç şüphesiz kendisine,
u l usunun savaş zaferleri n i n kazandırabileceğinden daha
büyük zevkler kazandırmış o l mas gereken, Dr. Johnson
b i l e.
Artık , i ktidar törebi l i mi konusunda bazı sonuçlara va­
rabil iriz.
İktidar sahiplerin i n ereksel (ultimate = gai) amaçları
-ki hepimiz bir parça i ktidar sahibiyizdir- topl umsal iş­
birliğini her hangi b i r grupta başka bir g rupa karşı değil ,
bütün insan ırkı içinde desteklemek olmalıdır. $imd i l i k bu
amacı n önüne çıkan bell i baş l ı engel , dostça olmıyan duy­
guların ve üstünlük isteğinin varl ığıdır. Bu gibi duygular ya
dolaysız o larak d i n ve maneviyat yoluyla, ya da dolayl ı ola-

- 345 -
İKTİDAR

rak. halihazı rda bu duyguları kamçılayan koşul ları -özel­


l i kl e Devletler arasındaki i ktidar rekabeti i l e, büyük en­
düstriye ulaşmış u l uslar arasındaki buna bağl ı servet re­
kabetini- kaldı rmak suretiyle azaltı labi l ir. Her i ki yöntem
de zorunludur: bu iki yöntem birer alternatif değildir; bun­
far b i ri biri n i tamamlayan iki öğedir.
Birinci Dünya Savaşı ve bu Savaşı n sonuçlarından
olan diktatörlükler, bir çok i nsanların, askeri güçle h üku­
met gücü dışındaki bütün i ktidar biçimleri n i n değerini kü­
çümsemelerine sebep o lmuştur. Bu, tarihsel gerçeklere
uymayan, basiretsiz bir görüştür. Eğer benden, bütün öte­
ki i ktidar sahipleri nden daha i ktidarl ı dört adam göster­
memi i steselerdi ,Budha i l e isa'nı n , Gal i l eo i l e Pithago­
ras'ın adlarını verirdim. Bu dört Adamdan h i ç biri. propa­
gandaları büyük ölçüde başarı kazanıncaya kadar Devlet
desteği nden yararlanmamışlardı r. Yine bunların dördü de,
hayattayken büyük başarı kazanmamışlardır. Dördü de, bi­
rinci amaçları i ktidar kazanmak olduğu takdi rde etkileye­
b i lecekleri nden çok daha fazla etki lemişl erdi r i nsan yaşa­
yışını. Bunların h i ç biri , başkaların ı köle d urumuna geti­
ren cinsten b i r i ktidar istememiş, i nsanları özgüt kıl acak
cinsten bir i ktidar aramışlardır; i l k ikisi bunu, başkaların ı
geçmek için çekişmeye yol açan arzu ların nası l dizgin l e­
neceğini göstermek ve sonra da kölel i kl e boyun eğişi sa­
vunmakla yapmışlardır; öteki i kisi ise, doğal güçlerin na­
s ı l kumanda a ltına al ınab i l eceğini göstererek. Sonuçlara
bakı ldığı zaman , i nsanların kaba kuwetle değ i l , istesek de
istemesek de içinde yaşamak zorunda bulu nduğumuz d ün­
yanın mutlu l uğ u için. bu dünyanın manevi barış ı ve anla­
ş ı lması için insan l ığ ı n ortak arzularına cevap verenlerin
b i l geliği tarafın dan yönetildiği görOIOr.

- 346 -

\
Bölüm XVIII
İKTİDARIN YOLA GETİRİLMESİ
'THAI DAG�NIN yanından geçerken, Konfüçyüs, bir me­
zarın başında acı acı ağlayan bir kadına rastladı. Üstat
adı mlar.mı hızlandırıp hemen kadına yaklaştı ; sonra da
Tze - lu'ya kadının ağlamasın ı n sebeb i n i sordurdu. «Senin
ağlaman, • dedi Tze - lu kadına, • acı üstüne acı çekenlerin
ağlamasına benziyor. » Kadı n , • Öyle,• dedi, « bi r seferin­
de kocamın babasını bir kaplan öldürmüştü, sonra bir baş­
ka kaplan kocamı ö l dürdü, şimdi aynı şeki l de Oğlumu da
b i r kaplan öldürdü.• Üstat, •Öyleyse neden bu diyardan
g itmiyorsun ? • diye sordu. Kadın şu cevabı verdi : • Burada
hüku met baskısı yok da ondan.• Bunun üzerine Üstat şöy­
le ded i : .. unutmayın çocukları m : baskı yapan hükumetler
kaplanlardan daha dehşet vericidir ... '
Bu bölümdeki konumuz, hükumetin kaplanlardan daha
az dehşet verici olmasını sağlamak sorunudur.
Yukarıya aldığım ı z parçanı n da gösterdi ğ i g i bi , i ktida­
rın yola getiri l mesi, geçmişi çok eski zamanlara dayanan
b i r sorundur. Taoistler bu sorunu çözülemez sayarak, anar­
ş izmi savunmuşlardır; Konfuçyenler, töreb i l i m ve yönetim
alanında bir takım eğitim usulleri uygulamak suretiyle, i k­
tidar sahipleri n i n iyi l iksever, ölçülü bilgeler hal i ne geti-

- 349 -
iKTiDAR

rilebileceğine inanmışlardır. Ayn ı çağda, Yunanistan'da de­


mokrasi , oligarşi ve tiranlık, i ktidarı ele geçirmek için çe­
kişme halindeyd i ; i ktidarın kötüye kul lanıl masını önlemek
amacını güden demokrasi, i kide birde kendini her hangi
bir demagogun geçici başarısına kurban ettiğinden, sürek­
li olarak yen i k düşmekteyd i . Eflatun da Konfuçyüs g ibi çö­
züm ü , eğitilerek bilge hali n e getirilmiş kişilerden kurul u
bir hükumette arad ı . İktidarın sadece 'önderl i k sanatı'na
sahip kimselerin elinde bul u nduğu tipte bir o l igarşiye hay­
ran olan Bay ve Bayan Sidney Webb, Eflatun'un bu görü­
şünü yeniden canlandırd ı . Eflatun i l e Webbler arasında ka­
lan zaman bölümü içinde dünya askeri otokrasiyi, teokra­
s iyi , kalıtsal monarşi ve oligarşiyi, demokrasiyi ve Azizler
Hükümdarlığını denedi -bun lardan sonuncusu , Cromwell ·

denemesinden sonra Len i n ve Hitler tarafından yeniden


canland ı rı ld ı .- Bu denemelerin tümü, sorunumuzun hala
çözülememiş olduğunu gösterir.
Tarihi ya da insan tabiatın ı i nceleyen her hangi bir in­
san, demokrasinin, tam bir çözüm o l mamakla birlikte, çö­
zümün esasl ı bir bölümü olduğunu herhalde açıkça görür.
Sadece siyasal koşullar üzerinde durmakla tam bir çözü­
me varamayız; i ktisadı da, propagandayı da, koşul ların ve
eğitimin etki lediği psikolojiyi de hesaba katmamız gerek­
tir. B u bakımdan konumuz kend i l iğ inden dört bölüme ay­
rılmış oluyor: ( 1 ) siyasal koşul lar, ( i l ) iktisadi koşul lar,
(ili) propaganda koşulları ve (iV) psikolojik koşullarla eği­
tim koşulları. Bunların her birini sırasıyl e gözden geçi­
relim.
1

Demokrasinin yararl ı kları olu msuzdur: demokrasi m ut­


laka iyi bir hüku met sağlamaz, sadece bazı kötülükleri ön-
- 350 -
iKTİDAR

fer. Kadınlar toplum işlerinde rol almağa başlayıncaya ka­


dar, evl i kadınların malları , mül kleri , hatta kendi kazanç·
ları bile kendi kullanım larında değ i l d i . Kazancını çocukla·
rına harcamasına sarhoş kocası tarafı ndan engel olunan bir
günde l i kçi kad ın için, bu durumu düzeltebi lme olanağı yok­
tu. On sekizinci yüzyılda ve on dokuzuncu yüzy ı l ı n başla­
rında, ol igarş i k Parlamento, yasama yetkis i n i , gerek şe·
hirli gerek köylü emekçilerill koşul larını ağı rlaştı rmak pa·
has ına zenginlerin servetleri ni arttırma yolunda kullanmış­
tır. Kanun zoruyla send i kalaşman ı n olanaksız hale getiril ­
mesini ancak Demokrasi önleyeb i l mi ştir. Eğer demokrasi
ol masayd ı , Batı Amerika, Avustralya ve Yeni Zelanda , be­
yaz aristokratlar azı nl ığı tarafından yönetilen yarı uşak, sa·
n ı rktan i nsanlarla dolardı . Köleliğin ve serfliğin kötüfük­
leri hep b i l i nen şeylerd i r ve her nerede bir azın l ı k s iya­
sal i ktidar tekelini sağlarsa, orada çoğunluk er geç köle·
liğin ya da serfl iğin karanlıklarına gömülür. Çoğunlukların
çakı rlarının gözönünde bulunduru l ması yönünden azın l ı kl a·
ra güvenilemeyeceği n i bize tarih göstermektedir.
Oligarşi nin, 'İyi' insanlardan meydana geldiği takdir·
de, mükemmel bir rej i m olduğunu kabul eden , eskisi ka�
dar güçlü bir eği l i m bugü n de vardır. Roma imparatorluğu
hükumeti Konstantin zamanı na kadar 'kötü' idi, Konstan­
tin'den sonra 'İyi' oldu. Eski Ahit' i n Krallar Kitabı'nda,
Tanrı gözünde iyi işler yapan kral lar da vard ı r; kötü işler
1 yapanlar da. İ ngil i z tarih i nde, çocuklara öğreti ldiği üzere,
'iyi' krallar da vardır, 'kötü' kral lar da. Yahudi lerden ku·
rul u b i r oligarşi J kötü'dür, · ama b i r Nazi ol igarşisi 'iyi'd i r.
Çarl ık Rusyası aristokratların ı n ol igarşisi Jkötü' idi , ama
Komünist Partisi oligarşisi ' iyi ' dir .
Bu· tutum, yetişkin i nsanlar için hiç bir değer taşı-

- 351 -
i KTiDAR

maz. Bir çocuk, emirlere itaat ettiği zaman ' iyi', etmediği
zaman 'yaramaz'dı r. Bu çocu k büyüyüp de b i r siyasal ön­
der olduğu zaman, ta bebekl i ği nde kulağma doldurulan fi­
k i rleri atamadığından, kendisine itaat edenleri J iyi' , etme­
yenleri de J kötü' diye tan ı m l ar. Bunun bir sonucu olarak,
kendi partim izi 'iyi' insanlardan, muhal if partiyi de 'kötü'
i nsanlardan kurulu bir parti , diye belleriz. 'İyi' hükumet,
kendi partimizin kurduğu hükumetti r, ' kötü' hükumet de
muhal if partin i n kurduğu. Montagular 'İyi', Capuletler de
'kötü'dür; ya da bunun tersi .
Böyle b i r görüş, eğer c iddiye al ınacak olsa, toplum ya­
şayışını olanaksız kılar. Kimin ' iyi', kimin ' kötü' olduğuna
o zaman ancak zor yol uyla karar veri leb i l i r ve verilen ka­
rarı , bir ayaklanma her an tepetaklak edeb i l i r. Böyle bir
durumda i ktidarı ele alan grup hangisi olursa olsun, ayak.
!anmaya yol açma korkusu dışında hiç b i r nedenle öteki
grupun çıkarlarını göz önüne almaz. Toplum yaşayışının
eğer tiran l ı ktan daha iyi b i r şey olması i sten iyorsa, be­
l irli bir tarafsızl ı k şarttır. Ancak, b i r çok hususlarda toplu
eylem zorun l u olduğundan, bu gibi hususlarda tarafsızlığı
uyg ulama alan ı n da sağlamanın biricik yolu, çoğunluğun yö­
neti m i n i kabu l etmektir.
Şu da var ki, demokras.i , n e kadar zorunlu olursa ol ­
sun, i ktidarın yola getirilmesi için asla biricik siyasal ko·
şul değildir. Demokrasi lerde de, çoğunluğun azı n l ı k üze­
rinde tamamiyle gereksiz, gaddarca b i r tiranlık kurması
olanağı vardır. 1 885'den 1 922'ye kadarki dönemde Britan­
ya Krallığı ( kad ınların s iyasal haklara sahi p bulunmayışları
dışında) demokrasiydi, ama bu, İrlanda'nın baskı altında
tutulmasına engel olmuyordu . Demokrasi l erde de, sadece
u lusal bir azınl ığa değ i l , aynı zamanda dinsel ya da siya-

- 352 -
iKTiDAR

sal bir azı n l ı ğa da eza cefa ed ilebilir. Azınlıkların korun­


ması _:_düzenli b i r hükumet bu korumayı uygun bulduğu
s ürece- i ktidarın yola getiri l mesinin en öneml i böl ümle­
rinden b i ridir.
Bu ise, toplumun hangi hususlarda bir bütün olarak
hareket etmesi gerektiğ i n i n ve hangi hususlarda birörnek­
l iğ i n zorunlu olmadığının gözönünde bulunduru lmasıyla
-0lur. Toplu bir kararla karşı l anmas ı en zorunlu olan sorun­
lar, esas itibariyle coğrafi olan sorunlard ı r. Yollar, demir·
yolları , gaz boruları v.b. hep bel irli b i r doğrultuda döşenir
ister i stemez. Mesela, veba ya da kuduza karşı a l ınacak
sağ l ı k tedbirleri coğrafidir: Kil ise inançlarına bağl ı kim·
seler, hastalığın başkalarına da bulaştırılabileceği gerek­
çesiyle tedbir a l ınmaması gerektiğini ne kadar i leri sür­
seler, yine de boşunadır. Savaş -bi r i ç savaş olmadıkça­
coğrafi b i r fenomendir, hatta bir iç savaşta bile, çok geç­
meden b i r bölge bir tarafın, öteki bölge de öbür tarafın
egemenl i ğ i altına g i rer.
Bel i rli bir coğrafi bölge içinde toplanmış bir azı nl ığın '
-1 922'den önce İ rlanda'da olduğu gibi- bulunduğu yer­
d e , sorunların çoğu . n üfusun başka yere taşınması yoluyla
çözümlenebi l i r. Ama azı n l ı k, o coğrafi bölge içinde yayı l­
m ı ş bir durumda bulunduğu zaman, bu yöntemin uygula­
nabi lme olanağı hemen hemen yoktur. Hristi y an ve Müs­
lüman cemaatleri n i n yan yana yaşadığı yerlerde, gerçi her
iki cemaatin de ayrı ayrı evlenme yasaları vard ı r, ama bun­
lar, d i nsel hususlar dışı nda, aynı hükumete boyun eğmek
.z orundadırlar. Zamanla, dinsel birörnekliğin Devlet için zo.
runlu olmadığı ve Protestanl a rla Katol iklerin aynı hükume
tin yönetim] altında barış içinde yaşayabi l ecekleri öğre .
1

- 353 -
iktidar - F ./23
İKTİDAR

n i l m iş bul unuyor. Halbuki , Reformasyoııu izleyen i l k 1 30


yıl içinde durum hiç de böyle değ i l d i .
Düzene aykırı düşmeyecek özgürlüğün derecesinin be­
l i rl enmesi sorunu, soyut alanda çözüml enemeyecek b i r so�
rundur. Bu konuda, soyut alanda söyl enebi l ecek biricik şey,
topl u karar veril mesi için tekn i k bir neden bulunmadığı za�
man, özgürlükle çatışacak b i r karar alınacaksa, kamu d üze­
n i n i i lg i lendiren güçlü b i r nedenin bulunması gerektiğidir.
Kral içe Elizabeth'in hükümdarl ı ğ ı döneminde, Roma Ki l ise­
sine bağ l ı Kato l ikler onu tahtından etmek istedi kleri za­
man hükumeti n bunları hiç de· hoş karşı lamamış olmasın­
da şaş ı l acak b i r taraf yoktur. Ayn ı şekilde, Protestanların
lspanya'ya karşı ayaklandıkları Belçika ve Hollanda'da da,
İspanyol ların bunları cezalandırması beklenirdi . Zamanımız­
da dinsel sorunlar , s iyasal sorunlar kadar önem taşı mıyor.
Hatta s iyasal ayrı l ı klar b i l e , çok derin o l madıkça, bir ce­
zaland ı rma nedeni meydana geti rmiyor. İçleri nden hiç biri
· Anayasayı zorla değiştirmek amacı gütmedi klerinden, Mu­
hafazakarlar, Li beraller ve İşçi Partisi mensupları yan ya­
na, barış içinde yaşayabilmektedir; buna karş ı l ı k Faşistler­
le Komünistlerin bu yaşayışa uydurulması daha güçtür. De­
mokrasinin bul unduğu yerde, azı n l ı ğ ı n zor kullanarak ik­
tidan ele geçirmesi ve bu yol daki girişimlerin teşvik edil­
mesi , yasalara bağ l ı çoğunluğun barış içinde yaşamağa
hakkı bulunduğu gerekçesiyle, mantığa uygun bir şeki l de
yasaklanab i l i r . Ne var ki , yasayı bozacak her hangi b i r gi­
rişimi amaç tutmayan her türlü propaganda serbest b ı ra­
kıl mal ı , yasa da, tekn i k yeterlik ve düzenin idamesiyle ba­
rışık olduğu oranda, bu gibi propagandayı ho'şgörmel idir.
Psikoloj i başlığı altında, b"u konuya tekrar döneceğim.
İktidarın yola geti r i l mesi görüş açısından, yönetim bi-

- 354 -
iKTiDAR

r ı m ı n ı n ideal büyüklüğü konusunda çözümü çok zor sorun·


far ortaya ç ı kar. Buyük bir modern Devlette, bu Devlet
demokratik olsa bile, sıradan vatandaşı n siyasal iktidarda
çok az bir oyu vardır; bir seçimde söz konusu edi l ecek so­
runların neler olacağı na o karar vermez; bu soru n lar, onun
günlük yaşantısını uzaktan bile i l g i lendirmeyen sorunlar,
hatta onun hiç bilmediği sorunlar bile olabi l i r ve onun · oyu
bütüne o derece az b i r katkıda bulunur ki, bu katkıyı sıra­
dan v�tandaş hiç önemsemez. Eski Site Devletinde bu gi­
bi kötü taraflar daha azd ı ; günümüzün yerel h ü kumetle­
rinde de azdı r. Kamunun yerel sorunlara, ulusal sorunlar­
dan daha çok ilgi göstermesi beklenirken, durum bunun ter­
sinedi r ; seçim bölgesi ne kadar büyük o lursa, oy veı-me
zahmetine katlanan seçmenlerin oranı da o derece yüksek
olmaktadır. Bu belki de kısmen, öneml i seçimlerde pro­
paganda i ç i n çok büyük paralar harcanmasından, kısmen
de, bu gibi seçimlerde ortaya atı lan sorunların daha i lg i
çekici olmasından i leri gel mektedir. Seçim l erde en çok he­
yecan uyandıran sorunlar, savaşı ve m uhtemel bir düşman·
la olan i l işkileri içine alan sorunlardır. 1 9 1 0 y ı l ı Ocak ayın­
da, yaşlı bir rençber bana, Muhafazakarlara · (ki M uhafaza­
kar Partiye oy vermek onun kendi çıkarlarına karşıydı ) oy
vereceği n i , çünkü kendisini, Uberal lere oy verdiği takdir·
de Almanların bir hafta içinde İngiltere'de olacağına i nan·
d ırdı klarını söylemişti . Bu yaş l ı rençberin, kendi köyündeki
Ki l ise mecl isi seçimlerinde -bu seçimlerde onun daha
iyi anlayabileceği sorunların ortaya atı lması olgusuna rağ­
men- oy kul lanmış olacağını hiç sanmıyoru m ; kendi kö­
yündeki Kil ise mecl isi seçimlerinde ortaya atı lan sorun­
lar, yığın ları cezbeye sokma niteliğinden yoksun oldukları
ya da bu cezbeyi besleyen masal ları yaratamadı kları için
o rençberin i lgisin i uyandıramam ı ştır.
- 355 -
iKTİDAR

Ortada şöyle b i r i ki lem (dilemma= kıyası mukas­


sem) vard ı r : i l g i l i grup küçük olduğu zaman, demokrasi
i nsana, siyasal iktidarda önemli bir pay sahibi olduğu duy­
gusunu verir, ama grup büyük olunca aynı · duyguyu ver­
mez; öte yandan, grup büyük ol unca, ortaya atı lan sorun­
ların bi reyi ilgilendirmesi i htim a l i , küçük gruplarda orta­
ya atı lan sorunların i lgi çekme i htimali nden daha fazladır.
Seçim dairesi coğrafi olmayıp da mesl eki olduğu za­
man, bu güçlük bir dereceye kadar ortadan kalkar; mesela.
bir sendikada gerçekten de etk i l i bir demokrasi mümkün­
dür. İzlenecek siyasetle i lg i l i tartışma l ı bir konuyu ele al­
mak üzere her meslek dal ındaki üyeler . toplanabi l i rler;
üyelerin ç ı karları ve tecrübeleri arasında yakınl ı k vard ı r ve
ve tartışmaların yapıcı. semere l i olmas ı n ı sağ lar. Bundan
dolayı da bütün send i kanın son ve kes i n kararı , üyelerin
büyük çoğunluğunun, içinde payları bul unduğuna inandık­
ları bir karar olabi l i r.
Ancak, bu yöntemin de sınırlı olduğu :apaçıktır. B i r
çok sorunlar esas itibariyle coğrafi olduğundan, coğrafi
bir seçim dafresinin kabulü zorunluğu . vardır. Kamu kuru­
luşları yaşantımızı o kadar çok noktada etki ler k i , siyasetçi
olmıyan meşgul bir insan, kendini ilgilendiren yerel ya da
u l usal sorunların çoğunda harekete geçemez. Belki de bu
konuda en iyi çözüm yol u , bel irli bir ç ı karı temsil etmek
üzere seçilen send i ka başkanl ığ ı kurumunu daha yaygın
hale geti rmekti r. Günümüzde, b i r çok çıkarların böyle bir
temsilcisi yoktur. Demokrasinin siyasal bakımdan olduğu
kadar psikoloj i k bakımdan da varl ığını koruyabi lmesi için.
çeşitli çıkarların örgütlenmesi ve bu çıkarların, siyaset pi­
yasasında, seçmenleri nin sayı çokl uğuyla çabalarının ken­
disine hakl ı olarak sağladığı nüfuzu kul lanabHecek kişiler

- 356 -
r
iKTiDAR

tarafından temsil edi l mesi gerekti r. B u tems i lciler M ecl i­


sinin yerin i al mal ıdır demek istem iyorum ; yalnız, Meclis bu
temsilciler kanal ıyla çeşitli vatandaş gruplarını n istekle­
rinden haberdar edi l melidir.
Ayrı seçim bölgeleri ndeki seçmenlerin yerel seçim
bölgeleriyle i lg i l i çıkar ve düşünceleri, federasyonu ilgi­
lendire n ç ı kar ve düşüncelere ağ ı r bastığ ı zaman, federal
sistem gereklidir. Eğer bugüne kadar u l uslararası b i r hü­
kumet kurulabi lseyd i , bu hükumet hiç şüphesiz, her bi ri­
n i n i ktidarı kesinlikle sınırlandırı lmış ulusal hükumetler­
den meydana gelen bir federasyon olurdu. Bugün de me­
sela postac ı l ı k alanında olduğu g i bi , bel irli amaçlarla ku­
rulmuş uluslararası niteliğe sahip yetkili makamlar vardır,
ama bu gibi amaçlar kamuyu , u l usal hükumetler tarafın­
dan ele al ı nan amaçlar kadar i lgi lendi rmez. Bu koşulun bu ­
lunmadığı yerde, federal hükumetler yavaş yavaş, federas­
yona bağl ı çeşitl i birl i klerin h ükumetlerinin iç işlerine ka­
rışma eğilimine g i rerler. Amerika B i rleşik Devletleri'nde,
ta Anayasan ın ilk kabul ol unduğu günden bu yana
federal hükumetin bütün kazançları , Eyalet hüku metle­
rinin kayıpları pahasına olmuştur. Aynı eği l i m , 1871 '­
den 1 9 1 8'e kadar Almanya'da da vard ı . Federal b i r dünya
hükumeti bile, yerine hangi hükumetin geçeceği konusu
üzerine çıkan bir iç savaşla karşı karşıya kalsa -ki böyle
bir şey pekala olabil i r- ve bu iç savaştan zaferle çı'ksa,
çeşitl i u l usal hükumetlere karşı s ı n ı rsız derecede güçlen­
miş olurdu . Bu bakımdan , bir yöntem olarak feedrasyonun
çok kesi n s ı n ı rları vardı r ; ne var k i , bu s ı n ı rlar . içinde d e
federasyon gerekl i ve önemlidir.
Öyle görü lüyor k i , modern dünyada çok geniş bir yö­
netim alanına sahi p hükumetin varlığı bir zorunluktur; ger­
çekten de, en önemli amaçlardan bazı larıyla ilgili olarak
- 357 -
iKTiDAR

özellikle savaş ve barış ı ilgi lendiren konularda en elveriş l i


b i ricik yönetim a l a n ı , dünyanın tümüdür. Büyük yönetim
alanların ı n psikoloj i k yönden ortaya çı kardı ğ ı sakıncaların
-öze l l i kle sıradan seçmenlerde doğacak i ktidarsızl ı k duy.
gusu ve bunların bir çok önem l i sorunlar konusundaki bil­
g isizlikleri yönünden- kabul edilmesi ve kısmen yukarda
sal ı k veri ldiği biçimde çeşitl i çıkar grupların ı n örgütlen­
dirilmesi, kısmen de federasyon ya da cemaatlerin başka
yerlere aktarı l ması yoluyla elden geldiği nde asgariye in­
dirilmesi gerektir. Bireyin bir dereceye kadar boyun eği·
ş i , toplumsal örgütlenmeni n artması n ı n kaç ı n ı l maz bir so­
nucudur. Ne var ki , savaş teh l i kesi ortadan kaldırı labi lsey­
d i , yerel sorun lar tekrar ön plana geçer ve insanlar, gerek
bilgi, gere k etk i l i bir oy sahibi olabi lecekleri sorunlar üze­
ri ne daha büyük bir i lgiyle eğil irlerd i . Zira i nsanları , d i k­
katlerin i uzak ü l ke l er üzerinde ve kendi h ü kumetlerinin dış­
işleriyle i l g i l i faaliyeti üzerinde toplamak zorunda b ı rakan
en büyük etken savaş korkusudur.
Demokrasinin . bul unduğu yerde yine de bireyleri ve
azınlıkları tiranl ığa karşı güvenl i k altına almak ihtiyacı var­
d ı r, zira hem tiranl ı k zaten isteni len bir şey değildir, hem
de düzenin . bozu lmasına yol açma i hti mali vardır. Montes­
quieu'nün savunduğu şey -yasama, yürütme ve yargı l a­
ma organları n ı n ayrıl ması-, İ ngil izleri n kontrol ve denge­
ye verdikleri geleneksel önem, Bentham' ı n siyasal doktrin­
leri ve bütün on dokuzuncu yüzyıl l iberal izmi hep, i ktida­
r ı n keyfi kul l an ı l ışını önlemek için düşünül müş yöntem­
lerdi . Ne var k i , bu gibi yöntemlerin , hükumet çal ışma ye­
teneğini azalttığı düşüncesi yerleşmiştir. İngiltere'de Sa­
vaş Dairesi (Savunma Bakanl ı ğ ı ) i l e Hassa Süvari l eri'nin
birbirinden · ayrı l ması hiç şüphesiz. askeri bir d i ktatörlüğe

- 358 ..:._
iKTiDAR

karşı g üven l i k sağlamış, ama Kırım Savaşı nda felaketli so.


nuçlar doğurmuştu r. Eskiden yasama ve yürütme organları
aras ında bir anlaşmaz l ı k çıktı mı, bunun sonucunda, çözül­
mesi çok zor bir kördüğüm meydana gel irdi ; bugün İngi l·
tere'de hükumetin çal ışma yeterl i ğ i , bu i ki gücü, her türlü
niyet ve amaçlar bakım ından, Kabine'de birleştirmekle sağ­
lanmıştır. Keyfi i ktidarı önlemekte on sekizinci ve on do­
kuzuncu yüzy ı l larda kullanı lan yöntemler artık bizim koşul.
larımıza uymadığı g i b i , bu gibi yöntemlerin hala var olan­
ları da önem l i bir etki sağlayamamaktadı r . Özgürlüğün şu
ya da. bu biçi mini güve n l i k altına alacak ve yetkilerinin sı­
nırını aşan memurları , polisleri , savcı ları ve yarg ıçları ça­
bucak hizaya getirecek eleştirmelerde bulunacak kuruluş.
lara i htiyaç vardır. Ayrıca, kamu hizmetlerinin her önemli
kolunda bel irli bir s i_ yasal dengenin varl ığı da zorunludur.
Mese la, pol isin ve hava kuvvetlerinin, ü l kenin genel gö­
rünüşüne oranla daha gerici bir düşünüşe sahi p olmas ı ,
teh l i keli b i r durumdur.
Her demokraside, ancak bel irli ve kesinl i kle sınırlan­
dırılmış yürütme işlevlerine sahip bulunmaları istenilen bi·
reyler ve örgütler, kontrol edilmedikleri takdirde, asla ar­
zulanmayacak bağ ımsiz bir i ktidar elde edebil i rler. Bu du­
rum özell i kle pol is için düşünülebilir. Yeteri . kadar kontrol
edi lmeyen bir pol is gücünün doğurabil eceği kötü sonuçlar,
Ameri ka Birleşik Devletleri ile i l g i l i olarak, Ernest Jerome
Hopkins ' i n , Our Lawless Police (Kanun Tanımayan Polisi·
miz) adlı eserinc�e güçlü bir tarzçla ortaya konulmuştur.
Mese lenin özü şudur: Amerika B i rleş i k D evletleri 'nde bir
pol is memuru , her hangi bir suçlu nun hüküm giymesine yol
açan eyi.e minden ötür.O .terfi etti ri l i r . . Mahkemeler de iti·
rafı bir suç del i l i olarak kabul ederler; bunun b i r sonucu

- 359 -
i KTiDAR

olarak da, her pol i s memuru, tutuklanan kişiyi itiraf etti­


rinceye kadar ona işkence etmekte kişisel ç ı ka r görür. B u
kötülük, a z y a da çok olarak, hemen hemen bütün ülkeler­
de vardır. Hindistan'da bu kötü eylem doruğa ulaşmıştır.
Engizisyon işkenceleri de temelde, işkence edi lenlerin iti­
rafını sağlamak isteğine dayanıyordu. Eski Çin'de, zanlı­
l ara işkence etmek bir gelenek halini almışt ı , zira i nsan.
sever İmparator, suçunu itiraf etmedikçe hiç kimsenin mah­
kum ed ilmemesini buyurmuştu . Polis gücünün yola getiril­
m esi bakı m ından iti rafı n hiç bi r 'koşul altında asla bir del i l
o larak kabul edilmemesi gerektir.
Bununla b i r l i kte, bu reform, her ne kadar zorun l u ise
de, asla yeterl i değ i ldir. Bütün ü l ke lerde . pol is sistemi , bir ,
zanl ıya karşı delil toplamanın kamuyu i l g i l endiren bir hu­
sus, zanl ıdan yana del i l toplamanın ise doğrudan doğruya
zanl ıya ait bir husus olduğu varsayım ı na dayanmaktadır.
S uçsuzun beraetinln, suçlunun mahkumiyetinden daha
önemli olduğunu i l eri süren pek çok kimse çıkmıştır; ama
her yerde polisin görevi suçsuzluğu ispata yarayacak de­
l i l toplamak değ i l , suçluluğu ispata yarayacak del i l topla­
maktır. Haksız yere cinayetle suçlandırıl dı ğ ı n ız ı ve size kar­
şı mükemmel bir prima facia ( 1 ) bulunduğunu varsayınız.
S ize karşı tan ı k bulmak için Devlet'in bütün olanakları ha­
rekete geçi rilir ve jürinin gözünde size karşı bir ön yargı
yaratabi lmek için en yetenekli avukatlar tutulur. Siz ise bu
arada, size yardım eden hiç bir kamu kuruluşu bulunma­
d ı ğ ından, suçsuzluğunuzu ispata yarayacak del i l toplaya­
b i l mek için kişisel servetinizi harcamak zorunda kal ırsı n ız.
Yoksul l u k beyan ederseniz, s ize bir Danışman verirler, ama

( 1 ) Prima facia: aksi sabit olmadıkça yeter ve muteber sayılan delil.


(Çev. Notu}

- 3 60 -
iKTiDAR

hu danışman büyük bir i htimalle, s.avcı kadar yetenekli bı·


ri olmaz. Beraet kararı koparabi l seniz bile, sizi iflastan an·
cak si nemalar ve adl iye h i kayelerine sayfalarında fazla yer
-veren ti pte gazeteler kurtarabilir. Bununla birl i kte haksız
yere mahkum olmanız i htimali çok daha fazladır.
Yasaya sayg ı l ı vatandaşların, pol isin haksız işkencele­
rine karşı korunabilmesi için iki tane polis gücü, i k i tane
de Scotland Yard bulunması gerektir; bunlardan biri, şim­
·di olduğu gibi, suçluluğu ispatla , öteki de suçsuzluğu is­
patla görevl i olmal ı d ı r ; buna ek olarak, zanl ıyr suçlandı r­
makla görevl i savcının yanıs ı ra, bir de, zanl ıyı savunmak·
l a görevl i savcı bulunmalı ve bu savcı d a türel bakımdan ,
.zan lıyı suçlandı ran savcı kadar önem taşımalıdır. Suçsu­
zun beraetinin de en aşağı suçl unun mahkumiyeti kadar
kamuoyunu i l g i l endiren bir husus olduğu apaç ı ktır, yeter
ki, bu görüş kabul edilsin. Ayrıca, bazı suçlar, yani , suç
'!ayıcı pol is gücü tarafından 'görevlerinin' yerine getirilişi
:sı rasında işlenen suçlar söz konusu olduğu zaman, savunu­
cu pol is gücü, suçlayıcı polis gücünün işlevini üzeri ne ala­
bilmel idir. Benim görebildiğim kadarıyla, pol isin ş i md i ki
ezici iktidarı ancak bu şekilde (başka hiç bir şekilde değ i l )
yola geti rilebi l ir.

il

Şimdi, keyfi iktidarın asgariye i ndiri l mesi için gerekli


:iktisadi koşu l ları ele alacağım. Bu konu son derece önem­
lidir ve önemi hem doğrudan doğruya konunun kendisirJt
·
<len, hem de bu konuyla i l g i l i düşüncelerde büyük bir ka­
;rışıkl ı k bulunmasından i leri gelmektedir.
Siyasal demokrasi , sorunumuzun bir bölümünü çöz·

' - 36 1 -
İKTİDAR

mekle birl ikte, asla bütününü çözememektedir. Marks, ik­


tisadi i ktidar monarşik ve oligarş i k kaldığı sürece, i ktidarm
gerçekten dengede tutul ması olanağı bulunmadığına işa­
ret etm iştir. Bundan da, i ktisadi i ktidarın Devlet el inde bu·­
l unmas ı , Devletin ise demokratik olması gerektiği sonucu
ç ı karı lmıştır. Bugün Marks' ı n çömezleri olduklarını iddia
edenler, Marks' ı n doktri ninin sadece yarı s ı n ı alm ışlar, Dev­
let' i n demokratik olması gerektiğ i n i söyleyen öteki yarısı·
n ı atmışlardır. Böyl el ikle de, bun lar, hem i ktisadi hem de·
s iyasal iktidarı ayn ı ol igarş i n i n e l i nde toplamışlardı r. Bu­
nun sonucunda ise, bu ol igarş i , eski oli garş i lerin her han-­
g i bi rinden hem çok daha i ktidarl ı , hem de tiranlığı uygu·­
l amağa çok daha yetenek l i hale gelmi ştir.
Gerek eski usul demokrasi , gerek yeni usul Marksizm,.
i ktidarı n yol a getiri l mesi n i amaç tutmuştur. Eski usul de­
mokras i , sadece siyasal olduğu için başarısızlığa uğramış­
tır, yeni usul M aı:ksi.zm de, sadece i ktisadi olduğu için.
Toprak mül kiyeti ile büyük i ktisadi örgütleri ,e lde bu·
l undurmak hakk ı n ı Devlete tanıyan görüşten yana del i l l e·
rin bir bölümü tekn i k , bir bölümü de s iyasaldır. Tekn i k de·
! i l ler üzeri nde, Fabian Cemiyeti ve -Tennesse Val ley Aut­
hority i l e i l g i l i o larak b i r dereceye kadar- Amerika dışın­
da, fazla durulmam ıştır. Bun'a rağmen bu delil ler, öze l l i k-­
l e elektri k ve su gücü i l e i l g i l i olarak, Muhafazakar hüku-
metleri bil.e tekni k görüş açısı ndan sosyal ist sayılabi le- 'ı
cek tedbirler almak zorunda bı rakacak kadar güçlüdür. Ör�
gütlerin, modern tekniğin b i r sonucu olarak, nasıl büyü-
mek, bi rleşmek ve alanlarını gen işletmek eği l i m i n i aldık�
!arını görmüş bulunuyoruz ; bunun kaçını lmaz bir sonucu.
olarak da siyasal Devlet ya i ktisadi işlevleri gittikçe daha.
çok üzerine almak ya da karşı konulamayacak veya kontrot

- 362 -
r

iKTiDAR

•edilemeyecek kadar i ktidar kazanmış olan özel teşebbüs­


·ıer lehine, kendi i ktidarı ndan kısmen vazgeçmek zorunda
'kal ır. Eğer Devlet bu gibi teşebbüslere karşı b i r üstünlük
sağlayamazsa, onların kuklası haline, onlar da gerçek Dev­
let haline gel i r. M odern tekniğin bulunduğu yerde, şu ya
da bu şekil de, i ktisadi ve siyasal i ktidarın birleşmesi zo­
'runludur. Bi rleşme yolundaki bu hareketin, Marks'ın bir
kehanet gibi önceden gördüğü gelişmeye bağladığ ı , karşı
konulmaz bir kiş i l i k dışı karakteri vardır. Ancak bunun sı­
nıf savaşı ya da proleteryan ı n tuttuğu yanlış yol la hiç bir
i l işkisi yoktur.
B i r s iyasal akım o larak Sosyal izm, endüstri işçi lerin i n
· ç ı karları nı a rttırmayı amaç ed inm iştir; bunun tekni k ' üs­
tünlükleri daha çok geri planda tutu lmuştur. İnanç odur
ki, özel sermaye sahibinin i ktisadi gücü ona işçiyi ezmek
·olanağını sağlamakta ve işçi , eski zamanlardaki el sanatı
erbabı g i b i , bireysel o larak kendi üreti m .a raçlarına sahip
olamayacağından , onu sermaye sahibinin baskıs ı ndan kur­
tarmak için, kol lektif mül kiyet hakkını tüm işçilerin mey­
·dana getireceği örgüte vermekten başka çıkar yol kalma­
maktadır. Bu inancı desteklemek üzere de şu iddia öne
sürü l mekted i r : eğer sömürü lenler özel sermaye sahipleri
·olsayd ı , Devlet'i tüm işçi ler meydana getirir ve bunun bir
sonucu o larak, i ktisadi i ktidar sorunu, toprak ve sermaye
.mülkiyeti hakkını Devlet'e vermekle kökünden çözülürdü
ve çözüm için bundan başka bir yol asla tutul mazd ı . Bu,
i ktisadi i ktidarın yola geti ri l mesini hedef tutan bir teklif
·olduğu için, şimdi üzerinde durduğumuz tartışma konumuz
'içine g i rer.
Bu iddiayı incelemeğe geçmeden önce, konu dışı ola­
ı.r ak, gerektiğ i biçimde genişleti l mesi ve güvenl i k tedbiri

- 363 -
İKTiDAR

a l ı nması şartıyle bu i ddiayı geçerl i saydığımı söylemek i s­


terim . B"una karş ı l ı k böyl e b i r g üvenl i k tedbi r i ve genişle­
tilme olmadığı takdi rde bu iddiayı son derece tehl i ke l i ve
i ktisadi tiranlıktan tam anlamiyle kurtul mayı ş i ddetle i s­
teyenleri yanl ı ş yol a yöneltebil ecek nite l i kte buluyorum ,
zira i ktisadi tiranl ı ktan kurtul mayı şiddetle isteyen ler, bu
iddiaya kap ı l d ı kları takd i rde, eğer bir güven l i k tedbiri al ın­
mamışsa, eskilerine oranla çok daha korkunç, hem i ktisadi
hem siyasal olan b i r tiranl ı ğ ı , geri dönü lemeyecek biçim­
d e kendi e l l eriyle kurmuş o l dukları nı görebi l irler.
Her şeyden önce, 'mül kiyee i le 'kontrol' aynı şey de­
ğ i l d i r. Eğer (mesela) bir demiryolu Devleti n ' i n m ü l kiyetin­
d eyse ve Devletin bütün vatandaşları tem s i l ettiği kabul
edil iyorsa, bu, her sıradan vatandaşın bu demiryol u üze-·
rinde mutlaka · kontrol o lanağına sahip bulunduğu anlam ı n ı
taşı maz. Burada b i r an i ç i n Mr. Berle v e M r. Means'in, bü­
yük Ameri kan ş i rketlerindeki mülkiyf3t ve kontrol üzerine-.
söylediklerine döne l i m tekrar. Mr. Berle ve . Mr. Means,
böyle büyük Amerikan şirketlerinin çoğunda, bütün d i rek­
törl erin sermaye h isseleri toplam ı n ı n , bütün sermayen i n
sadece yüzde biri y a d a ikisi kadar olduğuna, buna. karş ı l ı k
gerçekte bütün kontrolü d i rektörlerin e l l eri nde bulund ur­
duklarına i şaret etmektedi rler:
'Yönetim kurulu seçim inde, hisse senedi sahibi genel-·
l i kl e üç ş ı k i l e karşı karşıyadır. Oy vermekten kaçınab i l ir,
yı l l ı k toplantıya katı larak kendi oyunu kendi kul lanab i l ir ,
y a d a bir vekaletname imzalayarak, o y verme yetkisi n i ,
şirketin yönetim kurul u tarafından seçi len b i r takım kişi­
lere, yan i , veki l ler kuru l una devredeb i l i r. H issedarı n -h is­
sesi büyük o l madıkça- kişisel oyu toplantıda büyük b i r
rol oynamayacağından, hissedarın asl ı nda y a hiç. oy verme-·

- 364 -
iKTiDAR

mekten, ya da oy hakkını, üzerlerinde hiç bir kontrol ola··


nağına sahip bulunmadığı ve seçilişlerin�e rol almadığı bi�
reylere devretmekten başka çaresi yoktur. Her iki şıkta da
h issedar h iç bir kontrol olanağı elde edemeyecektir. Kont­
rol , daha çok, veki l ler kurulunu seçenlerin e l i n e geçecek­
ti r . . . Veki ller kurulunu da yönetim kuru l u atadığına göre,
gerçekte, yönetim kurulu , kendi yerini alacak olan yöne­
tim kurulunu di lediği g ibi seçtirecekti r.'
Şu nokta gözden kaçırı lmamak gerektir k i , yukarıdaki
satırlarda durumları an latı lan zavallı bireyler proleter de­
ğ i l , kapital istlerdir. Onlar, eğer şansları varsa kend i l erine
bir parça gel i r sağlayacak olan meşru hakları el lerinde bu­
l undurmaları n ı n ifade ettiği anlam içinde , hissedarıdırlar o
şirketleri n ; ama kontrol olanağı n ı e l lerinde bulundurama­
yışları yüzünden gel i rleri çok kıttı r.
1 896'da Amerika B i rleşik Deyletleri'ni ilk ziyareti m­
de, iflas eden demiryolu şirketleri n i n çokluğu beni afal lat­
mıştı ; soruşturunca, bunu n , d i rektörlerin dirayetsizl iğinden
değ i l , çok dirayetl i ol uşlarından i leri geldiğini anladım : if­
las eden şirketlerin sıradan hissedarların ı n yatırımları , şu
ya da bu düzenle, o şirketlerin d irektörleri n i n büyük kar­
lar sağ ladı kları başka şirketlere aktanlmıştı. Bu son dere­
ce göze batan bir metottu ; bugün bu gibi dolaplar çevri­
l i rken her ne kadar göz boyamağa daha çok önem veri l iyor­
sa da, kurallar yine ayn ıdır. Her büyük şirkette i ktidar, is­
ter istemez mülkiyetten daha az dağ ı l mış durumda olup
-başlangıçta her ne kadar siyasal n itel i kte ise de- sı­
n ı rsız bir servet kaynağı hal ine geti ri lebi l me üstünlüğü ta­
şımaktadır. Sıradan h issedarlar terbiye ve kanu n dairesi
içinde soyulup soğana çevri lebil mektedi r ; bu ,s oygunu yö­
netenlerin, soygunları n ı sürdürmek için dikkat ettikleri bi-

- 365 -
IKTIOAR

Tici k nokta, soydukları kişil erin canı n ı gerektiğ i nden çok


yakıp da, onları , birikti recekleri paraları gel ecekte yastık·
ları nın altında saklamak zorunda b ı rakmamaktır.
Bir özel şi rketin yerini Devlet aldığı zaman da durum
esas itibariyle bundan pek farklı değildir; gerçekten de,
sıradan hissedarın elini kolunu bağlayan neden şirketin bü·
yüklüğü olduğuna göre, sıradan hissedar Devlet karşısı nda
daha da eli kolu bağl ı duruma düşecektir. Bir savaş gemisi
kamunun malıdır, ama eğer siz bu gerekçeye dayanarak
m ü l kiyet hakları nızı kul lanmağa kal kışacak olursanız, s ize
hemen haddi nizi bildiriverirler. Gerçi buna karşı sizin de
eli nizde bir si. lfıh vardır: gelecek seçiml erde, Donanma Gi·
derlerinde i ndirim yapıl ması gerektiği tezini savunan bir
adaya verirsiniz oyunuzu -tabii, böyle bir aday bulab i l i r­
seniz; ya da gazetelerin şi kayet sütunlarına, denizcil erin
z iyaretçi lere daha terbiye ı i davranmaları gerektiğini yazar·
sınız. Ama bundan fazlasın ı yapamazsınız.
Öte yandan denil iyor k i ; 'O savaş gemisi kapita l ist
bir Devlete aittir; hele işçi Oevleti'nin mal ı olsun, o zaman
işler değişi r.' Bu düşünüş tarzı bence, i ktisadi i ktidar me·
selesini n bugün bir m ü lkiyet meselesi ol maktan çok, bir
yöneti m meselesi olduğu gerçeğinin iyice kavranamadığı·
nı göstermektsdi r. Tutalım k i , B i rleşik Devletler Çel i k Şir­
ketin i , Amerika Birleşik Devletleri Hükumeti devralmış ol­
sun ; b u durumda da yine şi rketi yönetecek adamlara ih·
tiyaç ·duyulacaktır ve bu adamlar ya şi rketin eski yönetici­
leri ya da gerek di rayet, gerek genel görüş itibariyle on­
lara benzeyen adamlar olacaktı r. Eski şirket yönetici leri .
vatandaşlara karşı hangi tutumı:ı takınıyor idiyse, onlar da
aynı tutumu takınacaklardır. Gerçi bu yöneticiler hükumet
kontrol ü altında o lacaklardı r , ama hükumet demokratik ol·

- 366 -
İKTiDAR

madığı ve kamuoyu karş ı s ı nda sorumluluk taşımadığı tak­


d i rde. memurlarınınkine çok yakı n bir zihniyet taşıyacaktır.
Marks ve Engels' i hala birer otorite sayan Marksist­
ler, bu bağ l ı l ı kların ı n bir sonucu olar.ak, geçen yüzy ı l ı n i l k
yarısına a i t düşünüş tarzları n ı n b i r çoğunu hala muhafaza
etmekte, daha hala iş alanlarını tek tek kapital istlerin elin­
deym rş gibi görmektedi rler; bun l ar, mül kiyetle kontrolün
ayrı lması ndan alı nması gereken dersleri daha almamış bu­
lunuyorlar. Önemli adam, nominal mül kiyet üzeri nden ufa­
cık bir payı el inde bulunduran değ i l , i ktisadi i ktidarın d i z­
g inlerini el i nde bulunduran adamdır. Downing Cadde­
si 10 No. Başbakanın mülkü olmadığı gibi, Piskoposların
oturduğu saraylar da onların mal ı değil d i r ; a m a bundan:
ötürü de, gerek Başbakanın gerek Piskoposların konut ba­
kımından , sıradan i şçiye oranla daha iyi koşul lar içinde bu­
lunmadığını iddiaya kalkışmak saçma olur. Demokratik ol­
mayan her hangi bir biçimdeki sosyal ist yönetim altında,
i ktisadi i ktida'rın kumanda ipleri n i el lerinde tutanlar hiç bir
'mülkiyet' hakkına sahip bulunmasa lar bile, saray gibi res­
mi konutlarda oturabi l i r , en iyi otomobil lerde gezebilir,
prensler g ibi eğ leneb i l i r, Devlet malı olan sayfiye yerlerin­
de Devlet kesesinden istedikleri g ibi tat i l yapabil irler v.b .
Bu adamlar işçileri neden bugün i ktisadi i ktidar i plerin i e l­
lerinde bulunduranlardan fazla düşünsünler? İşçiler, bun­
ları bulundukları mevkilerden atab i l me gücüne sahip bu­
lunmadıkça, onların işçileri düşünmeleri için ortada h i ç b i r
sebep yoktur. Ayrıca, bugün büyük ş irketlerdeki ufak his­
se sahiplerin i n ezi l i ş i , 'demokrasi' kapital istlerden mey­
dana gelmiş olduğu zaman bile memurların demokrasiyi
nasıl kolaylıkla çiğneyebildikleri n i göstermektedi r .
Bundan dolay ı , Devlet mül kiyeti n i n v e i ktisadi girisim-

- 367 -
iKTiDAR

terin kontrol altında bulunduru lmasının s ı radan vatandaşa


hayrı dokunab i lmesi için sadece demokrasi yetmez; bu de­
m okrasi n i n aynı zamanda etkili q i r demokrasi de ol ması
zorunludur. Ne var ki, bugün hükumetin ve endüstri i le
mali işleri yöneten kişi leri n sahi p oldukl arı güçleri, d i k­
katli bir denetim altında bulundurulmadıkl arı takdi rde me­
m u rlar zümresi kendi el lerinde toplayacaklarından ve kon·
ferans salonları n ı n , basın ı n , bütün öteki önem l i propagan­
da araçları n ı n biricik sahibi olarak hükumetin bizzat ken­
d i s i , hükumete karşı kışkırtma hareketleri n i n e l i n e araçlar
vereceğinden, etk i l i b i r demokrasi çok daha zor sağlana­
caktır.
Bundan dolay ı , i ktidarın yola geti ri l mesi için büyük
çapta endüstri ve sermayenin kamu mülkiyetine geçmesi
her ne k.a dar zorunlu koşul ise de, yeter bir koşul ol mak·
tan çok uzaktır. Bu koş u l , daha mükemmel ve memur züm­
resi tiran l ığına karşı daha 'g üven l i k altına alınmış bir de­
mokrasi i l e , gelmiş geçm i ş bütün s iyasal demokrasi l e rde­
kinden daha b i linçl i bir şekilde propaganda özgürlüğünün
sağlanmasıyla tamamlanmak zorundadı r.
Devlet Sosyalizm i n i n , demokrasi lerinkindon değişik
teh l i kelerin i , S.S.C.B.'nde olayların g idişi ortaya koymuş
bulunuyor. Rusya'dan yana tutum ları dinsel bir inana ben­
zeyen kişiler vardır; bunların gözünde, o ül kede iyi ol ma­
yan şeylerin de bulunduğunu ortaya koyan del i l leri incele­
mek bile suçtur. Ne var k i , bu del i l leri ortaya çıkaran eski
sempatiza n ların tanıklıkları, kafaları bu konuda akıl yürüt­
meğe açı k olanlara g ittikçe daha i nandırıcı gelmeğe baş­
lamıştır. Bu kitab ı n daha önceki bölümleri nde ele aldığı m ı z
tarihsel v e psikolojik del i ller, sorumsuz i ktidardan hayır
beklemeni n ne büyük bir düşüncesizli k olduğunu göstermiş-

-,.., 368 -
iKTiDAR

tir. Gerçekte, böyle bir iktidardan ne beklenebileceğini


Eugene Lyons, aşağıdaki satırlarda özetlemiştir:
'Başarı l ı bir mutlakiyet, çal ışma ve eğlenmeyi , ödüf
ve cezay ı , her türlü yaşama ve ifade araçlarını tekel inde
bulunduran b i r devlette, yüzbinlerce, hatta m i lyonlarca, i ri­
l i ufaklı müstebiti n varl ığı demekti r. Merkeziyetçi bir müs­
tebit yönetim, ister i stemez, kendi lerine yetki emanet edil­
miş insanlardan kuru l u bir makine -her kademesi bir üst­
tekine boyun eğen, ama kendi altındaki leri ezen, mertebe­
ler dizisine göre kurul muş bir memurlar piramidi- yoluy­
la işlemek zorundadır. Gerçekten demokrati k bir kontrol
ve herkesin, hatta Rabbin yönetici o larak atadıklan n ı n b i­
le boyun eğeceği kesin, çabuk işleyen, yola getirici ada­
let olanağı bulunmadığı sürece, i ktidar mekanizması b i r
baskı makinası hal i n i a l ı r . Birici k işveren olarak Devlet' i n
bulunduğu yerde, i ktisaden hayatta kalabil men i n tek şar­
tı uysal l ı ktır. Aynı memurlar grupunun, gizl i adam tutuk­
lamak, gizl ice cezalara çarptırmak, haklardan yoksun et­
mek, keyfe göre işe almak ya da i şten atmak, insanları key­
fi ölçülere göre kumanya ve konut kategorilerine ayı rmak
g ibi korkunç i ktidar uygulamalarına başvurdukları yerde ,
ancak b i r budala ya da durup dururken şehit ol mağı arzu­
lamak gibi sapık zevklere sahip b i r i nsan bunların önünde
yerlere kapanarak saygı gösterisinde bulunmaktan kaçına­
bilir.' ( 1 )
İ ktidarın bir tek örgütte -Devlet'te- toplanması ha­
l i nin, en aşırı b i r despotizm in sonuçlarını doğurmaması
için, o örgütte iktidarın geniş çapta dağ ı l mış bulunması ve

( 1) 'Assignment in Utopia' adlı eserde. s, 1'95.

- 369 -
İktidar - F ./24
i KTİDAR

:alt kademe grupfarının geniş çapta bir özerkliğe sah i p ol­


ması zorunludur. Demokrasi , hak tan ı ma ve kanun dışı ce­
zalara karşı bağışıklık ol madıkça, iktisadi ve siyasal ikti­
darı n bi rleşmesi , yeni ve korkunç bir tiranlık aracından baş­
ka bir şey değ i l di r. Rusya'da, her hangi b i r kolhozda, ken­
di yetiştirdiği tahı ldan bir parça çalan köylü, ölüm cezası­
na çarptı rı l ı r. Bu kanun , hükOmetih mahsus önlemekten ka­
çındığı açl ı k ve açl ığın doğurduğu hasta l ı klar yüzünden
milyonlarca köylünün kırıldığı bir zamanda konul muştur. ( 1 )

111

Şimdi i ktidarın yola getirilmesi için gerekli propagan­


da koşul larını ele alacağ ı m . Hoşnutsuzlukların açı kça or­
taya konulabilmesi olanağ ı bulunmal ıdır; yasayı bozmağı
amaç güden bir fii l yaratmadı ğ ı sürece, kışkırtma serbest
olmalıdır; yetki leri n i aşan ya da kötüye kul l anan memurla­
rı mahkeme önünde suçlayabilme olanağı bulunmal ıdır. Gü­
nün hükumeti , .g öz dağı verme, seçmenlerin kayıt fişlerin­
de kalem oynatma ya da buna benzer yöntemlerle kendi
sürekl i l iğini sağlama bağlama durumunda o l mamal ıdır.
Önemli kişi leri eleştirenlere. bundan dolayı resmi ya da
resmi olmıyan cezalar veri lmemel idir. Demokratik ül ke­
lerde bugün bunların pek çoğu parti hüku meti tarafından
sağlanmıştır ve bu sayede i ktidardaki pol itikacılar ulusun
hemen hemen yarısının düşmanca eleşti rilerine hedef ola­
bil mektedi r. Bu eleşti rilere hedef olab i l m eleri ise, pol iti­
kacıların, �ksi takdirde işleyebilecekleri suçları işlemele-­
ri olanağını ortadan kaldırmaktadır.

( 1) Eugene Lyons'un, Assignment in Utopia adlı eserinde, s, 45.

- 370 -
r
iKTiDAR

İ ktisadi i ktidar Devlefin tekel inde bulunduğu zaman .


Devlet i ktidarı büyük çapta genişlemiş olacağından, yuka­
rıda saydı klarımız, böyle bir Devlet içinde, kapitalist Dev­
let içinde olduğundan daha büyük önem taş ı r. Somut b i r
örnek vere l i m : kad ı nların kamu h izmetlerinde çalışması
durumu. Bugün için kad ı n lar, erkeklerden daha az ücret
ald ıkları için hoşnutsuzdurlar; hoşnutsuzl ukları nı kamuoyu­
na duyurabilmeleri için meşru yollar vardır ve onları bu
yol lara başvurmalarından ötürü cezalandırmak akıl karı de­
ğ i ldir. Şimdi eşitsizl i ğ i n , s"osyal izmin beni msenmesiyle
mutlaka ortadan kal kacağını varsaymak için hiç b i r sebep
yoktur. sadece, yukarıdaki örnekte bel i rtti ğ i m i z durum lara
benzer durumların çarçabuk düzelti leb i l me�i şartıyle, Sos­
yal izmin beni msenmesi yolunda g irişilen kışkırtmalar or­
tadan kal kar, o kadar. Sosyalizm benimsendiği takdi rd e ga­
zeteler ve bütün bas ı n h ükOrtıete ait olacağından, bunlar
sadece hüku metin emrettiği şeyleri basard ı . Hükumeti n ,
kendi güttüğü siyasete yapılan saldırı ları basınd a yayı m­
Jattıracağı düşünüleb i l i r m i ? Eğer düşünülemezse, basın
yoluyla s iyasal kışkırtma o lanağı da yok demektir. Salon­
ların hepsi hükOmete ait olacağı ndan, halk toplantıları da
çok zor yapı labi l i rd i . Bunun sonucunda, s iyasal özgürlüğü
güve n li k a ltın a alma amacını taşıyan c iddi tedbirler var
olmadığı sürece, hoşnutsuzlukların belirtilebileceğl hiç bir
araç bulunmaz ve b i r kere seçilen hükumet H itler kadar
müstebit kes i lerek. bütün seçimlerde hep kendisinin seçil­
mesini kolayl ı kla sağlayabi li rd i . Demokrasi biçi msel ola­
rak devam eder, ama Roma İmparatorluğu zamanında sü­
rüklenip g iden halk hükumetinden daha çok b i r gerçekl i k
taşımazdı. ·

Sorumsuz i ktidarın , sırf adı Sosyal izm ya da Komü-

- 371 -
· IKTIDAP

;nizmdir diye, geçmişteki keyfi i ktidarın bütün kötü nite l i k­


.l erinden mucizevi bir şeki lde sıyrı labi l eceğini varsaymak,
ancak bebekleri avutacak bir psikolojidir: iyi hükümdar,
kötü hükümdarı altetti ve onlar erdi murad ına, biz çıkalı m
'kerevetine. Eğer hükümdara güveni l ecekse , hükümdar
'iyidir' diye d eğ i l , 'kötü' olmak onun çıkarlarına karşıdır
diye güvenmek gerektir. Bunu sağlamak demek. iktidarı
zararsız hale getirmek demektir; ancak, ' iyi' olduklarına
lnandığımız kişi leri sorumsuz despotlar hal i ne getirmekle,
i ktidar zara rsız kıl ı namaz.
BBC, propaganda özgürlüğüyle hükumet tekel i n i uzlaş­
tırma yolunda nelerin mümkün olabileceği n i gösteren bir
Devlet kurumudur. Genel G rev durumu gibi öneml i durum­
larda, BBC'nin tarafsızl ığı bir kenara bıraktığı kabul edil­
melidir; ne var ki, normal zamanlarda bu radyo, çeşitl i gö-
. rüşleri , sayı çokluğuna göre temsil edil işleri oranına en
yakın bir oranda verir. Sosyalist Devlet'te de, halk top­
lantılarını n yapı lacağı salonların kiralanab i lmesi. tartışma
·edebiyatın ı n bası labileceği matbaaların tutu l abilmesi yo­
lunda. aynı şekilde tarafsızl ı k sağlama olanakları bulu n­
malıdır. Çeşitl i görüş açı l arını yansıtan çeşitli gazetel e r
olacağ ına. her sayfası başka bir partiye ayrılmış b i r tek
gazete olmas ı bel k i daha b i l e iyidi r. Böylelikle bütün okur­
ları n , bütün görüşler hakkında bilgi sahibi o l maları olanağı
sağlanır ki , bu da bu okurları , bir gazetede kendi görüşle­
rine aykırı hiç b i r şey görmiyen okurlardan çok daha ta­
rafsız kılar.
Sanat gibi , b i l i m gibi ve ( kamu düzeni n i elverdiği oran­
da) parti siyaseti g i bi , bir örnekliğin hiç de zorunlu, hatta
istenir bir şey o l madığı alanlar vardır. Bunların her biri
meşru rekabet alanlarıdır ve kamu vicdanının bu gibi ko-

- 372 -
� . ' (;

. İKTİDAR

nularda değişikl i k göstermesi ne kızmamak çok önemlidir.


Demokrasi . başarıya u laşabi lmek ve ayakta durabi lmek
için hoşgörü ruhun� muhtaçtır - aşırı b i r nefrete, aşırı
bir ş iddet sevgisine değ i l .

lV

İktidarın yola getiri l mesi için gerekl i psiko.loji k koşul­


lar, bazı bakımlardan en büyük güçlükleri ortaya koyan ko­
şullardır. İktidar psikolojisiyle i l g i li olarak görmüş bulunu­
yoruz k i , korku , k i n ve bütün öbür toplu heyecan çeşitle ri ,
i nsanları körü körüne b i r önderin ardına takı lmağa yönel­
tir ve b i r çok durumlarda önder, ard ı na takı lanların güven­
lerinden yararlanıp kendini bir tiran olarak kabul ettirir.
Bundan dohıyı, demokras i n i n korunabi l mesi bakımından ,
' hem genel heyecan yaratacak koşul lardan kaçınmak. hem
de toplumu, bu çeşit ruh hallerine yatkın o lmamalarını
sağlayacak şekilde eğitmek çok önemlidir. Yırtıcı b i r bağ­
· nazl ı k ruhunun egemen olduğu yerde, i nsanların kabul et­
med ikleri her hangi b i r görüş, barışın bozulmasına yol aça­
'bil ir. Okul öğrencileri , fikirleri kendi l erine acaip görünen
'bir çocuğa kötü davranma eği l i mi ndedirler, b i r çok yetiş­
'kin i nsan da okul çocuklarının zeka yaşların ı n ötesin e ge­
·çememişlerd i r. B i l i msel şüphecil i kle renklenmiş yaygın b i r
l i beral ruh , toplumsal i şbirl i ğ i n i kolaylaştıracağı g i b i , öz­
gürlüğü de daha mümkün kı lar.
Nazilerinki gibi bir yeniden canlanış heyecan ı , yarat­
tığı enerji ve apaçık özgec i l i k (digerkaml ı k) yoluyla bir
çoklarında hayranlık uyandı rır. Toplu heyecanın acılara
lıatta ölüme karşı b i .l e i nsanlarda b i r umürsamazl ı k yarat­
tığın ı tarih bize örneklerle göstermektedi r . Böyle bir duy­
·gunun bulunduğu yerde. özgürlü k olamaz. Heyecanlı kişi-
-- 373 -
iKTİDAR

ler ancak zor kullanılarak dizginlenebil i r , d izginlenmedik-·


leri zaman ise bunlar b i rb i rlerine karşı zora başvururlar ..
1 920'de, Pekin'de tanıştığım b i r Bolşeviğ i hatı rl ıyorum; b u1
zat, odada b i r aşağ ı , bir yukarı dolaşarak, tamamiyle ger­
çeği ifade eden şu sözleri tekrarlıyord u : 'lf vee de not
keel zem , zey vi l l keel us ! ' (1) Bu ruh d u rumunun b i r yan­
da bulunması , pek tabi i , karşı yanda da ayn ı ruh durumu­
nun doğmasına yol açar; hunun sonucunda da.. bir ölüm
kal ı m kavgası ç ı kar ve bu kavgada h.er şey zafere feda
edi l i r. Kavga sırası nda hükumet, askeri nedenlerle despo­
tik bi r i ktidar kiml iğine bürünür; sonunda, eğer zaferi hü­
kumet elde ederse , i ktidarını önce düşmandan arta kalan­
ları ezmekte, sonra da kendi ard ı nca gidenler üzerinde
d i ktatörlüğünü devam ettirmekte ku llanır. Elde edi len so­
nuçla, başlangıçta hevesl i lerin uğrunda döğüştü kleri amaç
arasında dağlar kadar fark bulunur. Heyecan , bazı sonuç­
lar sağlayabildiği halde, asla amaç tu.ttuğu sonuçları sağ­
l�yamaz. Toplu heyecana hayra n l ı k duymak basi retsiz l i k
ve · sorumsuzluktur ; . zira böylesine bir heyecan ı n sonucu
ş iddet. savaş ve esarettir.
Savı;ış , despotizmin bell i başl ı destekleyicisi ve so­
rumsuz i ktidardan elden geldiği - kadar kaçınabilmeyi sağla­
yan bir sistem.i n kurulmasına da en büyük engeldi r . Bun­
dan dolayı , savaşın önlenmes,i , . sorunumuzun önemli -
hatta d iyeb i l i ri m k i , en önemli b i r bölümüdür. Ben öyle
inanıyorum k i , dünya savaş korkusundan b i r kurtarılabilse,
hangi biçi m hükumet ya da hangi i ktisadi sistem altında
olursa olsun, i nsanlar zamanla yönetici leri n i n azgınlığına
gem vurma yol larını by labil i rler . .Öbür . yandan bütün sa-

(1) Bu bozuk telaffuzlu İngilizc� cümle şu ,anlamı taşıyor: 'Biz onları


öldürmezsek, onlar bizi öldurecek! ».('çev Notu)

- 374 -
r
İKTİDAR

·vaşlar, öze l l i kle de modern savaş . çekingenlerin bir önder


aramalarına sebep olarak ve daha atı lgan ruhluları bir top­
lum o l maktan ç ı karıp b i r sürü haline getirerek , d i ktatörlü­
ğe yol açar.
Savaş i htimali bir çeşit yığın psikooljisinin doğması­
na sebep olur, bu yığın psiko lojisi de, hem despotlu k ihti­
mal i n i , hem savaş ihtimalini arttırır. Bu bakı mdan , top­
l u mları kollektif histeriye kapı l mağa en elverişsiz ve de­
mokrasiyi başarıyla uyg ulamağa en elverişli kılacak cins­
ten eğitim üzerinde durm.amız gerektir.
Demokrasinin başarı kazanması için, i l k bakışta ta­
ban tabana zıt gibi görünen iki niteliğin çok yaygın olma­
sı zoru n l uğu vard ır. B i r yandan, i nsanların bir dereceye ka­
dar kendi lerine güvenleri olmalı . bu insanlar kendi yargı­
larını desteklemeğe i stekli bulunmal ıdır; pek çok i n sanın
içinde rol alabil eceği , birbirine karşıt propagandalı:ır ol­
mal ıd ır. Ama öbür yandan, i nsanlar, kendi ç ı karlarına kar­
ş ı bile olsa, çoğunluğun kararlarına boyun eğmeğe razı ol­
malıdır. Bu iki koşuldan her hangi biri bu lunmayabilir: halk
aşırı derecede boynu eğik olab i l i r ve güçlü bir l iderin ar­
dına takılarak onu d iktatör yapabi l lr ; veya her i ki taraf da
aşırı derecede kendini kabul etti rmek arzusu besleyebil i r,
o zaman da u lus anarşi içine düşer.
Eğitimin bu konuda neler yapabi leceğini i ki ayr ı baş­
l ı k altında gözden geçirebi l i riz: birincis i , karakter ve duy­
gularla i lg i l i olarak; i kincisi de, öğretimle ilgili o larak. Bi­
rincisinden başlaya l ı m .
Demokrasin i n işleyebi l mesi için, halkın mümkün oldu­
ğ u kadar nefretten . yıkı c ı l ı ktan , .a ynı zamanda korku ve
uşakça itaatkarl ı ktan uzak bulunması gerektir. Bu duygu­
lar s iyasal ya da i ktisadi koşul l arla yaratı labil i r, ama be­
n i m üzerinde_ durmak i stediğim nokta, halkın bu gibi duy-
- 375 -
iKTiDAR

gula ra en az elverişli k ı l ınması nda eğitimin oynadığı rol­


dür.
Bazı ana babalar, bazı o ku l lar, çocuklara mutlak itaatr
öğretmekle işe başlarlar; bu g i rişim, hemen hemen her
zaman, ya bir köle, ya da bir asi doğurur ki, demokrasi
için bunların ikisi de gerekli değ i l d i r. Şiddetli d isipl.in uy­
gulayan eğitim i n sonuçları konusunda . Avrupa'nın bütün
diktatörleri ben imle aynı görüştedi rler. Birinci Dünya Sa­
vaşından sonra hemen hemen bütün Avrupa ü l kelerinde, .
disipl ine fazla yer verilmeyen , öğretmenlere fazla saygı
gösteril meyen b i r takım özgür okul lar vard ı ; ama askeri
isti.b dat rej i m leri, S.S.C.B. de dah i l olmak üzere, birer bi­
rer, okul lardaki bütün . özgürlükleri kaldı rd ı lar, eski tarz
eğitime döndül e r ve öğretmenlere bir çeşit m inyatür Füh­
rer ya da Duçe gözüyle bak ı l ması usulünü getirdi ler. Bun­
dan şu sonucu çıka rab i l i riz: di ktatörler i n hepsi dE;l okulda
özgürlüğü, demokrasiye uygun bir eğitim ; okulda mutla-­
kiveti ise Devlet mutlakiyetin i n doğal b i r prelüdü say­
maktadır.
Bir demokraside her erkek ve kad l n , ne b i r köle ne de·
b i r asi olmalıdır; her erkek ve kadın. bir vatandaş , yan i ,
hükumetin düşünüşünü gerektiği kadar (ama daha fazla·
değ i l ) benimseyen ve başka larının da benimsemesine izin
veren bir kişi olmalıdır. Demokrasi bulunmayan yerde hü­
kumetin düşünüş tarzı , efendi lerin kölelere .karşı sahip ol­
dukları düşünüş tarzıdır; halbuki demokrasi olan yerde hü­
kumetin düşünüş tarzı, b i reyi n kendi fikrin i bir noktaya
kadar kuwetle ortaya koyabi l mesin i gerekti ren , eşit işbir-·
!iğini kabul .eden düşünüş tarzıdır.
Bu bizi , b i r çok demokratlar için b i r dert kaynağı olan
ı:;eye. vani ' i lke' denilen şeve getirir. Demokratların çoğu,
fedakarl ı ktan b i r davaya kahı-amanca bağl ı l ı ktan v.b. az
- 37 6 -
. ' ,('

iKTiDAR

çok şüpheyle bak ı l ması gereken şeyler olarak söz ederler.


Bir parçacı k psi ko - anal iz, bu ,güzel adların altında yatan
asıl şeylerin bambaşka -gurur, nefret ya da i ntikam arzu­
su g i b i. idealleştiri l miş, kol lektifleştiri lmiş ve soylu b i r
:ideal izm b i ç i m i içinde cisimlendi rilmiş şeyle r- olduğunu
gösterir. Yurdu için dövüşmeğe hazır, hatta hevesli olan
savaşçı yurtseverin, ö l dürmekten zevk aldığı şüphesini b i r
dereceye kadar beslememiz akla uygundur. Çocukluğunda
şefkat görmüş, mutlu k ı l ı n�ış, gençl iğinde dünyayı barış
içinde bulmuş i nsanlardan meydana gelen yumuşak yara­
tılışlı b i r toplulukta, yurtseverl i k gibi , sınıf savaşı gibi , da­
ha neler neler gibi , yığın hal inde i nsan öldürmek amacıy­
la bir araya gelmekten ibaret idealizm biçimleri gelişmez­
d i . Bence, ideal izmin zal i mce biçimlere yönelişin ardınd'
biraz da, i nsanların çocukluk dönemlerindeki mutsuzluklar
yatmaktadı r ve eğer, çocuklukta veri len eğitim , kazandırı­
lan duyg ular bakım ından gerektiği gibi olsa, bu zal imce
eğilimler büyük çapta azaltı labilir. Bağnazlık, kısmen duy­
gusa l , kısmen de zihinsel bir kusurdur; bağnazlıkla
savaşmak için, insanları müşfik kı lan mutlu l uğ u sağ­
l amağa ve insanlarda b i l i msel b i r düşünüş tarzı yaratan
c insten zekayı gel iştirmeğe çalışmak gerektir.
Demokrasinin başarı l ı olması için gerekl i olan m izaç .
d üşünce hayatında b i limsel mizaç neyse odu r ; bu, şüphe­
cilikle dogmac ı l ı k arasında yarı yol u belirleyen b i r merha­
ledir. Kab u l o lunmak gerekir ki , gerçek ne tamamivle elde
edilebil i r b i r şeydi r, ne de tamamiyle elde edi lemez b i r
şey; gerçek, bel i rl i b i r dereceye kadar, o da büyük güc­
lüklerle elde edilebi l i r.
M utlakiyet, modern bir.i mleri icincle. her zaman hi ..
akide i l e birlkite görünür: Hitler'i n akides i , Mussolini'nin

- 377 -
İKTİDAR

akidesi. ya da Stal in'in akides i . Mutlakiyet olan yerde,


gençlerin kafasına, daha onlar düşünebi l ecek hale gelme­
den, bir takım inançlar yerleşti ri l i r ve bu inançlar öylesi­
ne sürekli , öylesine ı srarl ı bir şekilde tekrarlanarak öğre­
ti l i r ki , öğrenci l erin i lerd e , çocuklu klarında edindikleri bu
derslerin büyüleyici etkisinden kurtulabil meleri beklene­
mez. Bu inançlar, o inançları hiç değilse gerçek gibi gös­
terecek nedenler bile i leri sürülmeksizin, sadece papağan
gibi tekrarlama yol uyla, yığ ın histerisi. yığı n telkini yol uy­
la yerleşti r i l i r kafalara. Bu yoldan , birbirlerine karşıt iki
akide öğretildi mi i nsanlara, bu akideler, karşılıklı geçip tar­
tışabi l ecek i ki parti değ i l , dövüşecek i ki ordu yaratır. H ip­
notize edi l miş olan her bir otomat, en kutsal olan her şe­
yi n , kendi tarafının zaferine bağ l ı olduğu ve en korkunç
olan her şeyi de karşı tarafın tems i l ettiği i nancını besler.
Böylesine bağnaz taraflar M i l let Mecl isinde karşı karşıya
gelip de, ' bakal ım hangi taraf çoğunlukta.' diyemezler; her
i ki taraf da kutsal bir davayı tuttuğunda n , böylesi , onlar
için çok uzun zaman alacak, s ı kıcı bir yoldur. Diktatörlük­
lerden kaçınıl ması isteniyorsa, bu biçim bağnazlığın önü­
ne geçilmeli ve eğitimin temeli n i , bu bağnaz l ı ğı. önteme
çareleri meydana geti rmel idir.
Eğer eğitim i n kumanda ipleri benim e l i mde olsaydı ,
her konu alanında, o konuyu i l g i l endiren hususları en ateş­
l i ve en mükemmel biçimde savunan kişi lerin hepsini
BBC'de kon uştu ru r ve çocuklara bunları dinletirdim. Öğret­
menleri sonra çocuklardan. bu konuşmalarda i l eri sürülen
del i l leri özetlemelerini ister ve onlara usul usu l , güzel ko­
nuşma sanatı i l e somut del i l lerin birbiriyle ters orantıl ı ol­
duğunu anlatırd ı . Bir demokrasi için, vatandaşların güzel
konuşma sanatının etkilerine karşı bağışıklı k kazanması
son derece önemlidir.
- 378 -
' '

iKTiDAR

M odern · propaganda'c ı ların öğretmenleri , akla uygun


o lmayan i nançlar yaratılması tekniğinde öncülük eden rek·
lamcılardı r. Eğiti m , eğiti l memişlerin doğal safd i l l i kleriyle,
doğal şüpheci l ikleri n i n etki lerini yok etmek amacına uygun
bir biçimde d üzenlen i rdi : ortada hiç sebep yokken , kuv·
vetle ifade edilmiş b i r söze i nanmak alışkan l ı ğ ıyla, en
· esas l ı del i l ler.e sahi p , ama kuvvetle ifade edi lememiş bir
söze i nanmamak alışkanlığ ını ortadan kaldırmağı hedef tu­
tardı b u eğiti m. İşe ana okul undan başlar, çocukların önü·
ne , i stediklerini seçebi lecekleri i ki cins şekerleme koyar­
d ı m : şekerlemelerin iyi olanları , çok soğuk b i r ifadeyle ve
sadece nelerden yapı ldığı anlatı larak; son derece tatsız,
berbat olan öteki şekerlemeler ise en mükemmel reklamcı­
lar tarafından büyük bir u stalıkla sal ı k veri l irdi . Bu dersten
b i r süre sonra çocukları, tati l lerini geçi rebilecekleri iki
yerden birini seçme durumuyl a karşı karşıya b ı rakırd ı m :
b u yerlerden güzel olanını fiziki coğrafya haritası na daya­
narak, kötü olanını ise muhteşem afi şlere dayanarak sal ı k
verd i ri rd i m .
Tarih dersleri de hemen hemen buna benzer b i r an­
layışla veri l irdi. G eçmişte büyücülüğün gerçekliği gibi ,
köleli ğ i n iyil i ğ i g i bi ,, kimsenin tutmadİğı görüşleri büyük
b• i r d irayet göstererek savunan öneml i hatipler ve yazar-
far çıkmıştır. Gençlere bu hitabet ustalarının tanıtılması-
n ı , gençlerin de bu ustaların hem hitabet güçlerin i . hem
de i natçılı klarını değerlendirmelerini sağlardım. Derece
derece, yavaş yavaş günü� sorunlarına geçerd i m . Kendi
tarihlerini iyice hazmetmeleri içi n , İ spanya hakkında (ya
da o s ı rada �n çok tartışma konusu olan sorun üzerine) ön­
ce Daily Mail 'de yazı lanları, sonra da Daily Worker 'da ya­
z ı lanları okuturdum ; sonra onlardan, gerçeğin ne olduğunu
çıkarmalarını isterd i m . Zira demokratik bir rejimde yaşa-
- 379 -
i KTiDAR

yan vatandaşlar için, gazeteleri okumak s u retiyle gerçegı


ç ıkarmakta ustalık kazanmaktan daha önemli pek az şey
vard ı r. Bu amaçla, Birinci Dünya Savaşı'nın �n buhranh
günlerinde çıkan gazetelerle, sonradan resmen tarihe ge­
çen kayıtlar aras ı nda gençlere karşılaştırma yaptırmak.
çok öğretici olurdu. Savaş histerisinin doğ u rduğu, zamanın
gazetelerinde ortaya konulan ç ı l g ı n l ı k karşısı nda öğrenci­
leriniz afa l l ayınca da, onları, dengeli ve i htiyatlı b i r yargı­
lama yeteneğine sahip olmadıkları takdi rde, hükumetin te"
rör ve kan h ı rsı yaratma yolunda girişeceği i l k kışkırtmada
hepsinin b i r anda aynı şekilde b i r ç ı l g ı n l ığa kapılabi l ecek­
leri konusunda uyarırd ınız.
Bununla birlikte, vatandaşlara tamamiyle olumsuz b i r
duygusal tutum kazandırılması gerektiği tezini savunuyor
değ i l i m ; bütün kuvvetli duygu ları n yıkıcı bir çözümleme
süzgecinden geçirilmesi gerektiğini tel kin etmiyorum. Ben
bu tutumu sadece, toplu histerin i.n temeli olan duygulara
karşı savunuyorum, z i ra savaşları ve d i ktatörlükleri kolay­
laştıran şey, toplu histeridir. Ne var ki. bi lgel i k sadece zi­
h i nsel değ i ldir: zihin yön verebi l i r, yönetebi l i r, ama eyle­
me yol açan gücü doğurmaz. Gücün duygul ardan .üreti lme­
s i gerektir. Top lumsal sonuçları bakım ı ndan hayırl ı duygu­
lar, nefret, kin ve korku kadar kolay yarat ı lamaz. Bunların
yaratı l abi lmesi , büyük çapta, çocukluk çağında veril ecek
etki lere dayanır; büyük çapta da, i ktisadi koşullara. Buna
rağmen. üzerinde iyi duyguların yeşereceği toprağı besle­
mek ve i nsan hayatına değer kazandı ran şeylerin ne oldu­
ğunu iyice anlatmak bakım ı ndan , s ı radan eğitim içinde de
b i r şeyler yapılabi l i r.
Geçmişte, dinin bellibaş l ı amaçlarından b i ri de buy­
d u . Bununla b i rl i kte Kil işelerin daha başka amaçları da
vardı ve dayandıkları dogmati k teme l i .e r, güçlükler yara-
- 380 -
iKTiDAR

tıyordu. Geleneksel d i ne artık olanak tanı mayanlar ıçın ,


daha başka yollar d a vardır. Bazıları muhtaç oldukları şeyi
müz i kte, bazı ları da ş i i rde bulurlar. Bazılarına göre de ast­
ronomi aynı amaca hizmet eder. Yıldızlar alemi nin ne ka­
dar büyük, ne kadar yaşl ı olduğu konusu üzeri nde durup
düşündüğümüz zaman, bu minicik gezegeni n üzeri ndeki
anlaşmazl ı klar bir parça önemini kaybetmekte ve tartış­
malarımızın acı l ığ ı az çok saçma gözükmektedir. Bu olum­
suz duygu bizi özgürlüğe kavuşturduğu zaman . ise, müzik
veya şiir. tarih veya bi l im , güze l l i k veya acı yoluyla, i n­
san hayatında gerçekten de değerl i şeylerin bir savaş ala­
nındı;ı geçen olaylarda ya da siyasetlerin çatışmasında, ya­
hut da i nsan yığınları n ı n , dıştan zorla kabu l etti ri lmiş bir
hedefe doğru uygun adımla yürüyüşünde olmayıp, birey­
sel olduklarını daha iyi anlayabi l i yoruz. Toplum yaşayışın­
da örgütlenme zorunludur, ama sadece bir mekanizma ola­
rak zorunludur, yoksa kendi nden i l eri gelen değere sahip
bir şey değ i ldir örgütlenme. insan hayatında en değerl i
olan şeyle, bütün büyük din öğretmenlerinin sözünü ettik­
l eri şey arasında büyük benzer l i k vardır. Korporatif Dev­
l ete i nananlar, en yüksek faaliyetim izin, kollektif faaliyet
ıolduğu tezini savunurlar, halbuki ben, hepimizin en yük­
sek faal iyeti mize ayrı ayrı yol lardan ulaştığımızı ve kala­
bal ığın duygusal birliğinin ancak aşağı bir düzeyde sağ­
lanabileceğini iddia ediyorum.
Liberal Devlet görüşüyle , total iter Devlet görüşü ara­
sındaki en esas l ı ayrı l ı k , birincisinin, Devlet'in . çıkarın ı n
en sonunda bireyin çıkarı anlam ı n ı taşıyacağını düşünm e­
si ve Devlet'e bu amaç için gerekli birer parça -çı karları,
yöneticilerin çıkarlarını gizl iyen b i r maskeden başka şey
ulmayan m i stik bir mutlakiyet uğrunda feda edilmesi ge-

- 381 -
iKTiDAR

reken b i rer parça- olarak görmesidir. Eski Roma'da Dev­


l ette - tapıcı l ı k akidesinden b i r şeyler vardı , ama H ri sti­
yanl ı k imparatorlarla savaşıp onları yend i . Liberal izm, bi­
reyi değerlendi rmekte, H ri stiyan geleneğini izlemektedir;
Liberalizme saldıranlar ise, Hristiyanl ıktan önce geçerli
olan bazı akideleri yeniden canlandı rıyorlar. Ta başından
beri. Devlete tapanlar, eğitimi başarın ı n kilit noktası ola­
rak görmüşlerdi r. Bu görüş , mesela, Fichte'nin, enine bo­
yuna eğitim üzerinde duran , Alman Ulusuna Şöylev adlı
eserinde görü l ü r. Fichte, istediklerini aşağıya aldığım par­
çada ortaya koymaktadır:
'Eğer b i risi çıkıp da şöyle söyleseydi : • eğitimin öğ­
renciye doğruyu gösterip bunu ona kuvvetl e tavsiye etme­
s inden ; öğrencinin bu tavsiyeleri tutmasın ı n kendi yara­
rına, tutmamasının ise yine kendi zararına olacağı n ı gös­
termesinden ; ona, hiç hiç b i r eğitimin e l inden alamayacağı
bir özgür irade sahibi olduğunu anlatmasından daha fazla
ne i stenebi l i r eğitimden? • Kendi kafamda tasarladığım eği­
timi daha keskin çizgi lerle bel i rtebi lmek için, bu soruya,
bugüne kadarki eğitimin i l k yanları.nın, öğrencinin özgür
iradesinin bu şekilde tanınmış ve bu iradeye güvenilmiş
olmasında bulunduğu, bu suretle de bu eğitimi n · yetersiz­
lik ve boşluğunun kendiliğinden kabul edi lmiş olduğu ce­
vabı n ı veri rdim. Zira bütün güçlü etkilerinden sonra, eğitim ,
hala daha i radenin özgür, yani iyi i l e kötü arasında karar­
sız bulunduğunu kabul etmekle, iradeye -ve insanın esas
kökü irade olduğuna göre, insana-'- biçim veremediğini,
vermek de istemediğini ve bunu tamamiyle olanaksız say­
dığını kabul etmiş olur. Yeni eğiti m , tam tersine, el attığı
alanda irade özgürlüğünü tamamiyle ortadan kaldırmayı he­
def tutmalı d ı r;'

- 382 -
iKTiDAR

Fichte'nin 'iyi' i nsan yaratma arzusunun nedeni , iyi


i n.s anların 'kötü' i nsandan daha makbul oluşları değ i ldir;
ona iyi i nsan yaratma isteği n i veren neden, şudur: 'Alman
u l usu sadece böyle (iyi) i nsanlar sayesinde daim olabilir,
ama kötü insanlar yüzünden ister istemez başka ul uslarla
b i rleşmek zorunda kal ır.'
Bütün bunlar, l i beral bir eğ iti mcinin elde etmek iste­
yebileceği şeyin tam tersi bir tezin ifadesi olarak kabul
edileb i l ir. Liberal eğitimc i , 'irade özgür!iiğünü ortadan kal­
dırmak,' isteğinden_ tama m iyle uzak, bireyin yarg ı lama ye­
teneğ ini güçlendirmeyi amaç ed inecekti r; l iberal eğitimc i ,
b i l g i elde etme yolunda b i l i msel tutumu kafalara yerleş­
tirmeğe çal ışacaktır elden geldiği kadar; inançları , del i l ­
lere karşı duyarl ı v e d e l i lere cevap vereb i lecek n itel iğe sa­
h i p k ı l mağa çalışacaktır; o, öğrenci lerinin önüne her şeyi
bi len bir i nsan pozunda çıkmayacak ya da, mutlak iyiye
ul aşmağa çal ıştığı bahanesiyle kend i n i i ktidar aşkına kap­
tı rmayacaktır. Pol itikacı için olduğu g i b i , eğ itimci için de
i ktidar aşkı en büyük teh l i kedir; çocukların eğitim i n i kork­
madan ell erine vereb i l eceğ imiz eğiti mci, çocukları , her han­
gi bir davanı n propaganda ordusuna katı lacak birer asker
olarak görmemel i , onları birer insan olarak sevme l i . Üzer­
lerine Fichte ve Fichte'nin i deal lerin i m i ras al.an i ktidar
sahipl eri , bir çocuk gördükleri zaman şöyle düşünürler:
·
'İşte avucumun içinde yoğurabileceği m , amaçlarıma hiz­
met edecek bir makine gibi davranmayı öğretebileceği m
bir h a m madde ; yaşama sevinci , kendi l iğ inden (taviyet =
spontaneite) . oynama güdüsü ve dışardan zorla kabu l et­
tiri len bir amaç için d eğ i l de, insanın kendi içinden doğan
b i r amaç için yaşama arzusu şimdi l i k hep birer engel ola­
rak karşıma çıkab i l i r ; ama okul yıl ları içinde ben i m ona

- 383 -
'j. · • :

i KTiDAR

zorla kabul ettireceğim eğitimden sonra, bunların hepsi


ö l üp gidecektir; hayal gücü , sanat, düşünce kudreti hep
itaat tarafından yok edi lecekti r; neşeni n öldürü lüşü , bağ­
nazl ığın kolaylıkla benimsenmesini kol aylaştıracaktır; ve
sonunda ben, bu insandan ham maddeyi , taş ocağından çık­
ma bir taş ya da kömür madeni nden çıkma bir kömür par­
çası kadar pasif olarak bulacağı m . Onları s ü rükleyeceği m
savaşlarda kimi ölecek, k i m i kalacak; ölenler, birer kahra­
man gibi , yücelmişlik duyarak ölecekler, kalanlar da beni m
oku l larım ı n kendilerini a lıştırmış olacağı kopkoyu b i r zih i n­
sel kölelik içinde, benim kölelerim olarak yaşamağa devam
edecekler.' Çocuklara doğuştan sevgi besleyen her insan
için, bütün bun lar dehşet vericidir; . çocuklara nas ı l oto­
mobil altında kalmamayı� ezi l memeyi öğretiyorsak; aynr
şeki lde onlara, zal i m fanati kler tarafından ezil memeyi de
öğretmeli ve . bu amaçla, az çok şüpheci , tamamiyle b i l i m�
sel bir düşünce bağımsızlığı yaratmağa, aynı zamanda da
her sağlıklı çocukta bu lunması doğal olan yaşama sevin­ 'l
'

cini korumağa çalışmal ıyız. Liberal bir eğitim in görevi şu­


dur: çocuklara, egemenl i kten daha başka şeylere değer ve­
rebilme yeteneğini kazandırmak, özgür b i r topluiuk içinde
yaşayacak akı l l ı vatandaşlar yetiştiri lmesine yardım etmek
ve bireysel yaratıcı l ı k içinde vatandaşl ı k hak ve görevle­
riyle özgürlüğü birleştirmek suretiyle, insan lara, insan ha­
yatına bir Ptırlakl ı k verebilme yeteneğini kazandırmak -
bir kaç eğitimci bunun gerçekleştirilebileceğ i ni göster­
miştir.

SON

- 384 -

You might also like