Professional Documents
Culture Documents
Abdülkerim B. İbrahim El-Cîlî - İnsan-I Kamil PDF
Abdülkerim B. İbrahim El-Cîlî - İnsan-I Kamil PDF
Abdülkerim B. İbrahim El-Cîlî - İnsan-I Kamil PDF
Abdûlkerîm Ceyli
"Allâh" adı ile kaim olan o yüce Zat'a. Hak ettiği Ģekilde hamd olsun..
ĠĢbu yüce Allah; Zatının hakkına ve hükmüne göre: Her kemâlde tecelli eyledi..
Mabuda yapılan sena yolu ile, zatını övgüsünü duydu.. Nasıl duymasın ki; Hamd eden, hamd ve
hamd edilen kendisidir...
Zat'ı için nasıl gerekirse.. O Ģekilde bir cemâl sahibidir.. Her iyiyi ve güzeli kapsamına alan bir
kemale sahiptir..
Ġlk yaratılıĢa bir öz çekirdek olan cevherlerin de, bu cevherlere sonradan iliĢen arâzların da hakik
yüzüne bir varlık olan zattır..
Sıfatları ile, cümle güzellikleri Ģümulüne aldı. Zatı ile, cümle kemâlleri özünde topladı..
- Nasıl?.
- Nerede?.
Sözü edilemez..
Onun eĢyaya hayat verisi: Varlığa ilim kaynağı oluĢudur.. Bilgi merkezidir.
ĠĢbu yüce Allah; Anlatılan vasıfları icabıdır ki; her harekette, hareket edenle hereket etti.. Her
sakin duranın sükunu ile sakin oldu.. Ama hululsüz..
Zatına ait her makamda, halkın her çeĢidinde; Ġstediği gibi zuhur eder..
Zatında yüceliği:
- Ġzzet niĢanına sahib..
Namının kimliğidir..
Akıl; UlaĢması babından onun bağına döndü. Hem de; Ondan ayrılıp bölünmekten yana eli boĢ
olarak..
Gerekli olan vücub, gerekli olmayan cevaz dairesi: Açık söylenen sözlerde ve yapılan beyanların
noktasındadır..
Ġmkan hüviyetinin bir yanı; Gayeyi anlamak ve tam sehadetgahtadır.. Bir de; Cevherin ve arazın
zarfındadır..
Bir denizdir ki; Ulvi ruhaniyetler gelir.. Hem de, sultanın yüce köĢküne.. ġeytanın ve hevanın
düĢtüğü bahçeye..
Allah adı ile kaim olan o yüce zata. Hak ettiği Ģekilde hamd olsun..
Hüda alnının sabahı, ĢaĢkınlık ve 'Amâ' gecesi; ezelin ve sonradan olmuĢların aynasıdır. Azabın
ve nimetin parlak niĢanıdır..
Ebedi bakidir..
Bu varlıkta; Bir zerre dahi kıpırdayamaz.. Ancak onun arzusu, onun kuvveti ve onun kudreti ile
kıpırdar.. hareket eder.. canlanır..
Öyle bir Allah'tır ki; Bütün bu ibarelerden ötededir.. üstündür.. Kısaca; O, bu ibarelerle
anlatılamaz..
Burada; Ona delil olsun, diye yapılan her iĢareti; Onun hakikatından bir perdeyi açsın diye
yazdım.. Bu da, ancak temsil yollu oldu..
Hangi ibare ki; Ona vardırır, ümidiyle getirildi; nice nice onu anlatmaktan uzaktır. Ona vardıran
asıl yoldan alır.. Hem de sürratle..
Ve o; Zatını bildiği gibidir.. Amma nasıl gerekli ise.. Nasıl iktiza ediyorsa..
Bizzat o; Her yönüyle, kemal vasfını haizdir.. Hem de yeteri kadar.. Varlığına ne kadar kemal
vasfı gerekse o kadar..
ġöyle ki;
O, ademoğlu ferdleri arasında, yüce Hakkın zatına davet edilen ve vasıl olan tek ferddir..
Allah'ın kuludur.. Kendinden önce gelen resullerin Ģeriatını silip, yeni bir Ģeriatla gelen, Allah'ın
muazzam Resulüdür..
Yeni bir Ģeriatla gelmeyen, kendinden önce gelen resullerin yolunu izleyen nebiler arasında
da; Allah'ın en çok keremine nail olan, Allah'ın bir nebisidir.. Zatı için bir ridadır; perdedir.. Zatına
delalet eden, üstün bir niĢanıdır.. alametidir.. Varlığına kavuĢmakta en kıdemli olandır.. Ona
vardıran yolun en sağlamıdır..
Sonra o;
Hakkın zatına parlak bir aynadır..
CEBERUT, nurların bir geliĢ yeridir.. (CEBERUT: Ebu Talib-i Mekkiye göre; Azamet alemidir..
Yani; Ġsim ve sıfatlar alemi.. Fakat çoğunluk Ģu fikirdedir; Orta alemdir.. Yani; Berzah.. Toplu
olarak bütün iĢlerin içinde durduğu alem..)
MELEKUT, sırlarına bir konak yeridir.. (MELEKUT; Ruhlara ve nefislere has olan gayb alemi..)
LAHUT, hakikatlerinin toplandığı bir merkezdir.. (LAHUT; Melekiyet.. Yani; Melekler alemi..)
Sonra O'dur;
.. Ve O'dur;
Sidrelere münteha.. son yolcu.. son yolcu ve.. son yolculuk..
Hallerinde yerine kaim olan ashabına da, ali'ne de salat ve selam.. Kaldı ki; Bunlar, Resulullah
S.A. efendimizin, sözlerinde ve iĢlerinde nöbet makamına nail olan vekil oldular..
ġehadetimi tekrarlarım;
Kur'an Allah kelamıdır.. Onun kapsamına giren manalar da haktır..
Onu; Ruh-u emin olan Cebrail, Nebilerin ve Resullerin sonuncusu olan en büyük Nebî/Rasûl'ün
kalbine indirmiĢtir..
Sırat haktır..
ġer; Onun dileği, kudreti, hükmü ile olur; ama buna rızası yoktur..
Kötülük onun hükmü iledir.. Kulun Ģumluğu ve azgınlığı sebebi ile gelir.. Edeb icabı Ģu manaya
dikkat;
"Sana bir iyilik gelirse.. Allah'tandır.. Bir kötülük isabet ederse.. nefsindendir..
Besmeleyi çektik.. Allah'a hamd ettik.. Resulullaha salat ve selam getirdik.. ġehadet de getirdik..
devam edecek
Giriş
Mukaddime
Zat
İsim
Sıfat
Uluhiyet
Ahadiyet
Vahidiyet
Rahmaniyet
Rubûbiyet
Amâ
Tenzih
Teşbih
Fiiller Tecellisi
İsimler Tecellisi
Sıfatlar Tecellisi 1
Sıfatlar Tecellisi 2
Zat Tecelligahı
Hayat
İlim
İrade
Kudret
Kelam
Semi
Basir
Cemal
Celal
Kemal
Huviyet
İnniyet
Ezel
Ebed
Kıdem
Allahın Günleri
Salsala-i Ceres
Ümmül Kitab
Kur'an
Furkan
Tevrat
Zebur
İncil
Hakkın Nuzülü
Fatiha-i Kitab
Tur
Refrefi Ala
Serir ve Tac
Kademeyn – Na’leyn
Arş
Kürsî
Kalem-i Ala
Levh-ü Mahfuz
Sidre-i Münteha
Ruh’ül - Kudüs
Ruh Adlı Melek 1
Kalb
Akl-ı Evvel
Vehim
Himmet
Fikir
Hayal
Sureti Muhammediye 1
Sureti Muhammediye 2
Nefs 1
Nefs 2
İnsan-ı Kamil
Kıyamet Alametleri 1
Kıyamet Alametleri 2
Semalar ve Yerler 1
Semalar ve Yerler 2
Semalar ve Yerler 3
Semalar ve Yerler 4
Semalar ve Yerler 5
İbadetlerimiz 1
İbadetlerimiz 2
İbadetlerimiz 3
ZAT
- Ġ Ģ..
Manasına alınabilir..
Bir isim veya sıfat düĢünün.. Bunların hangisi olursa olsun; dayandıkları Ģey; Z A T‟tır..
Bu:
- Z A T ..
Tabirini kabul eden: Ġster mevcud bir Ģey olsun; isterse A N K A gibi yok olsun..
Sübhan olan yüce Allah‟ın zatı, kendi nefsinden ibarettir.. Öyleki: Yüce Allah onunla vardır..
O yüce zat odur ki: Kendi kimliğinde, isimleri ve sıfatları hak etmiĢtir..
Durum böyle olunca o zat: Her suretin kabiliyetine göre suret olur..
Daha açık anlatayım: Her tür sıfatın istediği her türlü vasfa girer.
Kemal hükmü mefhumu üzerine delâlet eden her isimden, o yüce zat, hak taleb eder..
Söyleyebiliriz..
Bu manada bir hüküm Ģudur: Kemal dereceleri tüm olarak idrak edilemez..
Ama ona göre bunlar idrak edilebilen Ģeylerdir.. Böyle olması gereklidir..
Çünkü : Onun için bir cehalet imkansızdır..
*
AĢağıda anlatılacak hususlara dikkatle bak ; bil..
*
ĠĢ öyle bir raddeye geldi ki:
Öyle bir izzete büründü ki: Akıllar ve fehimler onu idrâkten yana yaya kaldı..
Yüceldi.. Yüceldi fehim ve efkâr kuĢları.. onun sahnında cevelân edemez oldu..
Hakikatını bulmakla, ayan beyan açık hale varmakla isimlerinde, sıfatlarında perdesini
araladı..
Sonra.. Turlar atarak, yokluk Ģahikasına uçtu.. Onu öyle buldu: Vücudu mutlak gerekli..
vacip.. Olsa da olur; olmasa da olur.. diye bir Ģey olamaz.. Bir yitirilmiĢi varsa.. ona göre o :
Kayıp sayılmaz..
O mukaddes kuĢ, artık aradığını bulmuĢtu.. Bu yapma âleme dönmek istedi.. Ne var ki, bir
baĢka
Ģey daha istiyordu: Bir alâmet.. bir niĢan.. Uçup gittiği âlemden buraya getireceği bir niĢan..
ġimdi gerçek olan sen.. ey çözümü güç bilmece.. tılsım.. osun ki:
Ne zatsın; ne isim..
Ne gölgesin; ne resim..
Ne ruhsun; ne cisim..
Sanki sen : Emaneten yaratıldın.. Sanki sen: Ancak eserleri göstermekten ibaretsin..
Seni yaĢar buldum.. bilgin gördüm.. güçlü tanıdım.. KonuĢan, gören, duyan kabul ettim..
Senden baĢka bir mevcut tasavvur ettiğim Ģey hiç olmuyor.. Bunun isbatı imkânsız..
Ey.. burada yok olan.. Ne var ki, seni yine burada bulduk..
Çokçadır tehlikeleri
Vuruşları da sessizce..
Mamuresi yıkılır;
Çarpışanı devrilince..
İstılahla da saridir;
Hem satırdır enmuzece..
Bilmediğini söylesem;
Ama sendedir bilmece..
Saklarımda yükseldikçe;
Hem de bilirim döndükçe..
Sicili yanaklarında;
Şuleleri de parlakça..
Latifeleri vehimdir;
Buna şaşmak gerek bence..
Ayırmak oyuncağıdır;
Yemekleri ağulunca..
Ne cevherdir ne de araz;
Ne hasta sayılır sağca..
Önümüz ve kalanların;
Hepsi de onun, âlemce..
Alâmetleri kaybolur;
Dalana denizdir onca..
Bundan sonra; o yeĢil kuĢun kanadına, kibrit-i ahmer mürekkebinin kalemi ile Ģu satırlar
yazıldı:
Hikmet topraktır ki: Ferd vasfını alan cevherimiz onun gerçekliğini bulur..
a) Ezel..
b) Ebed..
a) Hak..
b) Halk..
a) Kıdem..
b) Hudûs..
a) Rabb..
b) Abd..
Sonra..
O cevherin anlaĢılması babında bir noktası vardır ki, çok dikkat gerek .. Zira onda:
Sakın ha.. Sakın ey kuĢ, bu yazılanları çok iyi korumaya bak.. O kadar ki: Yabancı onu
okumasın.
O kuĢ, bu semalarda uçuĢunu sürdürdü.. Hali: Ölüm içinde dirilik.. Helâk içinde beka..
Taa, topladığı kanatlarını açıp yayıncaya kadar.. KapamıĢ olduğu gözünü açıncaya kadar..
Bir de baktı ki, o : Kendi dıĢında değil.. Kendi cinsinden baĢkasına salınmıĢ değil..
Her ne kadar ondan içmekte ise de, yine susuz; yine içi yanık.. Ondan yana hiçbir Ģey demedi..
Ama onda bir Ģey de kaybetmedi..
Mutlak kemal derecesini hakikat olarak : Kendi nefsinden ve zatından ibaret buldu.. Hal böyle
iken;
onun sıfatlarından bir sıfata dahi, sahip olamadı ki: Zât ve sıfat isimlerine hakkıyla
bürüne..
Sonra o aradığı yüce varlığın bir tutulacak yeri de yok ki: Ġttifak, ihtilaf hükmü ile de olsa, ona
yapıĢıp kala.. Tam manası ile, onun sıfatlarından birinde mekân tuta..
Bu iĢler böyle olunca, o kuĢun bu tayin âleminde, kendine has bir kemâl durumu olmadı..
UçuĢunda bir kemâl durumu varsa o da, ancak kendi âleminde ve kendine tayin edilen
mahalde oluyor.. Bu durumda ise, kanatlarında iĢaretli yerlerde, kendisine ancak inhisarlı
bir hal kalıyor..
Bundan sonra o kuĢ baktı: Aradığı yüce zatın mehtabını kendi özünde hakikat olarak
gördü..
Artık o güneĢ içinde doğmuĢtu.. Onun nurunu söndurmeye de, güç yetiremiyordu..
Bir yerden göçüp gidiyordu: ama bakınca yine ilk olduğu yerde durduğunu görüyordu..
O irfan sahasına, halk arasında en uzak olan olduğu gibi, onların en yakın olanı yine odur..
Onun harfi üzerinde vehmî bir nokta vardır.. Daire, onun üzerinde devrini tamamlamaya
çalıĢır..
Ve noktanın özünde bir âlem yaĢar.. O âlemde yuvarlak bir daire gibidir..
Yine onun için, iki noktayı kasdediyorum; sözü geçen daireden bir nokta vardır..
Nice Ģeyler söylendi; değil mi?. Hemen hepsi, iĢaret ve imalı sözlerdi.. Böyle olunca: hiç biri
o yüce zatın hakikat noktasına isabet etmez.. BaĢka türü olması da imkân dıĢıdır..
Zaman da ondan yana faydasız.. Dardır.. SıkıĢtırılamaz ona; zira o da, belli bir haldedir..
Ölçülüdür..
Ölçülü olan, bir ölçüsüze nice zarf olur? Kab olur?
Azizdir, Deyyandır..
Burada, umumî bir ifade ile ĠSĠM üzerinde durulacak ; ona göre bir mana verilecektir..
ġöyle ki :
Sonra isim verilen Ģey adı geçtiği zaman, almıĢ olduğu isimle ezberlenir..
Bu isim verilen Ģeyin : Var olması, yok olması , ĠSĠM durumunda bir değiĢiklik yapmaz..
Ġsmin kemâl yönünden ilk büyüklüğü : Kendisi ile ad alan Ģeyin ; kendisini bilmeyene
ĠSĠM yolunda bildirmesi ile baĢlar..
Esas mana anlatıldığı gibi olunca: Ġsim, kendisi ile ad alan Ģeyin aynı olur..
Ġsimlendirilen Ģeyler arasında, öyleleri vardır ki, yok görünür.. Ama, kendi varlığı içinde..
Fakat, konuĢulurken aldığı isimle vardır.. Buna misal : Anka-i Mağrib‟dir..
Aslında o, belli bir varlık değildir.. Ancak ismi ile vardır.. ĠĢte bu isimdir ki :
Onu bir varlık haline getirmiĢtir..
Yine bu isim yolundadır ki : Ġsim sahibi zata gerekli olan sıfatlar bilinir..
Durum anlatılan yola girince, isim verilen Ģey, bir baĢka olur; isim çerçevesini aĢar..
Ġsim, isimlendirilenden baĢka olur..
Misal olarak : Bu yolun ehli dilinden geçen : Anka-i Mağrib mefhumu muteberdir..
O, öyle bir Ģeydir ki : Akıllardan fikirlerden uzak duran, özel durumu, yapısı,
nakĢı ile azameti icabı bu misal âleminde benzeri mevcut değildir..
Anka-i Mağrib..
ġimdi düĢün.. Anka-i Mağrib için getirilen isim, onun için verilen manâ hükmünü
kapsar mı?.. ġüphesiz kapsamaz..
Sanki o isim, anlatılan mana için ona konmamıĢtır ; küllî bir hal ile akla uygun bir mana için
konmuĢtur.. Özellikle varlık mertebesindeki rütbesi ezberlensin diye..
Ta ki, böylece yok olmaya ve onun: Zatında, anlatılan hükümde olduğunu bilesin..
Fakat sen: Bu sözlerdeki ağırlığı kaldır.. Tomurcuklar arasındaki gülü dermeye çalıĢ..
çıkarmaya bak.. Zira, aĢağıda anlatılacaklar için lüzumludur..
ġimdi "halk" mefhumundaki Anka-i Mağrib ismi, "Hak" manasındaki Allah adı,
açıları ters orantılı bir zıdlık teĢkil eder..
Misal : Anka-i Mağrib adı ile adlandırılan, aldığı ada karĢı kendi özünde "halk" olarak
yoktan ibarettir..
Allah adı ile anılan yüce zata gelince : Hak olarak sırf varlıktır..
Ancak yüce Allah adı ile, Anka-i Mağrib mefhumu arasındaki zıdlık bir yönde kalkar..
O da : Esas varlıklarına, ancak isim yolundan gitmek..
ġöyleki :
Yüce hak ise.. aynı minvalde ancak isimleri ve sıfatları yolundan vâsıl olunan bir varlıktır..
Bu yol, geniĢ bir alandır; Hakkın marifetine geçmeyi mümkün kılar.. BaĢka türlü
imkânsızdır..
Hasıl-ı kelâm: Allah-ü Taâlâ‟ya vuslat için Allah ismi yolundan baĢka bir yol yoktur..
Durum anlatıldığı gibi olunca, yüce Allah‟a varan yolu onunla aydınlanmıĢ olur..
Ġnsandaki mana büyüklüğü de, onunla mühürlenmiĢ olur..
Rahmete eren kimse dahi onunla rahmana varır..
ĠĢbu halin dıĢında, bir baĢka durum vardır ki: Tam bir üstünlük sahibidir. Meselâ :
Bir kimse mührü parçalarsa.. ismi de vasfı da geçmiĢ olur.. Böyle olunca da, o kimse :
Yüce Allah‟ın zatını bulur.. Sıfatlarını da görür.. Sıfatlar da, kendisine kapalı kalmaz..
.. Ve böylece onun :
Hak ve halk..
Namları ile yad edilen iki yetimin hissesini yeterince ödemiĢ olur..
Hem de onların erginlik çağlarında ..
Hem de, her iki halin hazinelerini bularaktan..
Bütün noksan sıfatlardan temiz olan yüce Hak : "Allah" adını insana bir "ayna" yapmıĢtır..
Bu manayı yüzüne baktığı zaman anlar.. Bilir.. Hem de gerçeğe dayanan bir ilimle..
Özellikle :
“ Var olan Allah imiĢ.. onunla birlikte bir Ģey yok imiĢ..”
ġimdi düğümü çözelim: Sanki, bir Ģeyi kullar yaratıyor ; ne var ki,
aslında o Ģeyi yaratan Allah‟tır..
Yaratma iĢi : Kullarda mecaz yolu ile ve emaneten bağlanmıĢtır.. Ne var ki,
hem mülkün sahibi oluĢu, hem de tam bir bağlantı ile Allah‟ındır..
Bütün bu anlatılanlar, bir zevk iĢidir.. Böyle olunca, bu yüce ismin aynasında
yüzüne bakan bir kimse : Zevk olarak bu ilmi elde eder..
- Allah..
Bundan sonra o kimse, bir yükselme kaydeder ; yok olma durumu kederini siler :
Ġlme doğru safa seyrini varlığı bir gerekli varlık halini alırsa..
sonunda, yüce Allah onu kıdem zuhuru ile, sonradan olma kirinden de temizlerse..
ĠĢte o zaman, Allah isminin aynası olur..
Buna misal: Ġki aynanın karĢılıklı duruĢu gibidir.. Böyle olunca da, o aynada ne varsa..
bu aynada da o olur..
Bu anlatılan makamın sahibi ile zatî tecelliye eren kimse arasında bir incelik vardır..
ġöyle ki :
Bu makamın sahibi yalnız fürkanı okur..– sıfatlar âlemini okur, manasına alınabilir..
Zatî tecelliye eren kimse ise.. nazil olan cümle kitapları okur..
B i l..
Bu durum ki böyle oldu: Yüce Allah‟ın kemâl derecelerine bir son olmayacağı açıktır..
Çünkü : Kendi zatından, meydana getirdiği hangi kemâl derecesi olursa olsun ;
kendi gizliliğinde, ondan daha üstünü, daha temellisi vardır.. Böyle olunca, elbette
onun kemâl durumunun sonunu bulmaya yol olamaz…
Bir baĢka kapı açalım.. ġu yoldan ki: Ġnsanda bu akıl yolu ile bilinen bir temel madde
vardır.. Aynı zamanda, bu kâinatta da vardır.. Bunun bir kabiliyeti de , çeĢitli görüntü
suretleri açığa çıkarmaktadır..
ġimdi düĢün : Buradaki bir temel maddenin kabiliyetli olduğu suretlerin hepsini ;
artakalan olmamak üzere bilip bulmaya bir yol var mıdır?.. Elbette olamaz..
Zira, hiç bir Ģekilde onun suretlerinin sonuna varıp :
Bu iĢ burada biter..
Yine düĢün : Anlatılan durum, bu yaratılmıĢlar âleminde ki böyledir ; o yüce, her yönüyle
büyük hak‟ta nasıl olur?.. Onun kemâl derecelerine nasıl bir hudud çizilir?..
Her kime ki, yüce hakkın tecellilerinden bu yönde bir tecelli gelirse..
özünü idrâkten aciz kalır ve Ģöyle der :
Meselâ : Yüce "Hak" bir kimseye, mana tecellisi içinde tecelli eder ve ilmi
cihetinden kendisinin aynı olduğunu, aynı oluĢu cihetinden hakikatı bulmuĢ olduğunu
anlatırsa..
gayrı böyle bir tecelliye eren, acizlik dili ile konuĢmaz.. Ġdrâkten aciz olduğunu
söyleyemez..
Bu manaya aykırı bir yöne de kayamaz..
Peki ne yapar?
Diyeceksiniz ; anlatalım :
Sebebine gelince : Onun makamı öyle bir makam olmuĢtur ki, onu anlatabilmek
imkânsızdır..
Zira, o : Yüce Allah‟ın zatında, en yüce makama yükselmiĢtir..
*
ġimdi, o yüce Allah ismini bir baĢka yönü ile iĢleyeceğiz.. Bunu da bilmen gereklidir..
Sübhan olan yüce Hak : Allah ismini, ilâhi manaların suretine de, ilk temel maddesi
yaptı..
Adı verilir..
Bu yüce Allah ismi, anlatılan zulmete bir nurdur.. O nurla, Cenab-ı Hak kendisini
görür..
Biraz da, bu kelime üzerine söylenen itikad âlimlerinin fikirleri üzerinde duracağız..
Bu yüce kelimeyi, çeĢitli yönleri ile eleĢtirenleri dinleyelim..
Mütekellim âlimlere göre, bu yüce Allah kelimesi : Ülûhiyet istihkakı olan bir zatı anlatan
sancaktır..
Evet.. onların istilâhında , bu yüce Allah isminin kelime türeyiĢi üzerinde çeĢitli görüĢleri
var..
Bazılar der ki :
Bu kelime dondurulmuĢtur.. Kendi baĢınadır.. Ve ona cins olacak bir kök yoktur..
Henüz kelimeler türememiĢ, türeyen kelimelerden bir Ģey de türememiĢ iken Cenab-ı Hak
bu :
ALLAH..
Bu yüce ismin, bazı kelime kökünden türediğine kail olanlar ise Ģöyle diyor :
Bu kelime : ELEHE YELEHÜ, kökünden gelmiĢtir.. Bu kelimeler ise.. aĢka gelenin halini
dile getirir..
Anlatılan mana, yüce Hakkın geçerli iradesi üzerine ; kâinatın kendi özelliği ile, onun
kulluğuna düĢkünlüğü ve onun azameti önünde zilleti istemeleridir..
Zira kâinat, kendi oluĢları icabı, kendilerine gelen Hakka kulluk istek, arzu ve aĢkına
karĢı bir
savunma gücüne sahip olamaz.. Demir cinsi Ģeylerin mıknatısa can atıp içten bir yöneliĢ
gösterdikleri gibi.. Onlar da mıknatısın çekiciliği karĢısında güçsüzdürler..
Kâinatın bu içten duyduğu Hak kulluğu aĢkı, bir tesbihtir ki : Onun bütünüyle anlaĢılması
zordur.. AnlaĢılamaz..
Kâinatın ikinci bir tesbihi daha vardır ki: Hakkın zuhurunu kendisinde kabulleniĢidir..
Kâinatın üçüncü bir tesbihi ise.. Kendisinin Hakta halk olarak zuhurudur..
Zira, kâinatın ; yüce Allah‟a ait her isimde bir bağlantısı vardır.. O ilâhi isme uyan
biçimde tesbihi yapar.
Sayı itibarı ile, çokluğundan ötürü, hesaba kitaba sığmayan bu tesbihlerin tümü
bir dille ve bir anda Allah için yapılan tesbihlerdir..
Ve.. bu varlık âlemi ferdlerinden her birinin, yüce Allah ile olan halleri
bu minval üzere devam edip gider..
Anlatılan mana icabıdır ki : Yüce Allah, kelimesinin yukarıda sözü geçen kelime kökünden
geldiğini istidlâl eder ve derler ki :
Eğer o, bir kelime kökünden gelmeyip de dondurulmuĢ, kendi baĢına olup kalsaydı;
anlatıldığı gibi bir tasarrufa sahib olamazdı..
Bu yüce ismin kökü, ELEHE olduğu kabul edildiğine göre, mabud için kullanılınca,
baĢa bir EL, lâm-ı tarifi getirildi.. O zaman EL-ELEHE oldu.. Çok kullanılması dolayısıyla,
ortadaki ELĠF görünmez hale getirildi ve : ALLAH, oldu..
Arab dili âlimlerinin bu yüce isim üzerine sözleri çoktur.. Ama teberrüken bu kadarını
aldık..
Bu kadarını yeterli gördük..
Burada, ALLAH lafzı üzerine bazı kelâm edilecektir.. Ayrıca, onun harfleri üzerinde de
durulup ifade ettiği manalara bakılacak..
ġöyleki :
ALLAH, olarak anılan bu yüce isim, harf itibarile beĢlidir.. Ama lafızda..
Her nekadar, yazı Ģeklinde (LÂM) ile (HA) arasındaki (ELĠF) görünmemekte ise de ;
lafzan sabittir.. Lafız da, yazıya hâkim olduğuna göre : (ELĠF) i de, o harfler meyanında
sayıp :
BĠRĠNCĠ HARF
Öyle bir ahadiyet ki, onda çokluk manasına gelen kesret tamamen düĢüp helâk
olur..
Hangi yüzden bakılırsa, bakılsın; ondan baĢka varlık kalmaz..
ĠĢ bu mana :
Tek baĢına değil de, yazılıĢ itbariyle, diğer harfleri ile de, zata iĢaret edilir..
Zira hepsi, onun içinde gizlidir..
ELĠF; zat olunca, diğerleri onda gizli sıfat ve onunla alâkalı olanlar olur..
Ki bu mana, aĢağıda daha açık anlatılacaktır.
Meselâ : ELĠF harfi, yazılı gösterildiği zaman, ELĠF, LÂM, FA, dan ibarettir..
ELĠF harfi, tek baĢına yazıldığı zaman, yazılıĢ Ģeklini ve tek baĢına yazılıĢını da
özünde toplayan zata delâlet eder..
LÂM, harfi, dik kısmı ile ; yüce zatın kadim sıfatlarına delâlet eder.
Kendisinin, LÂM olduğunu anlatan kıvrık kısmı ile de, sıfatlarla alakalı kısımlarına delil
sayılır..
Sıfatlarla ilgili kısımlar ise.. zata bağlanan kadim fiillerdir..
b) BaĢındaki noktası ile, halkın zatında var olan, Hakkın varlığına delâlet eder..
c) BaĢının yuvarlak oluĢu, sonucu, içinin boĢ oluĢu feyz-i ilâhîyi kabul ediĢleri
yönüyle
halkın onda bir yer edinip sonsuzluğunu kavramasına bir durak olmayacağına delâlet
eder..
d) Ayrıca yuvarlağının daire biçiminde oluĢu da; mümkin vasfını alan varlıkların
sonsuzluğuna iĢarettir.. Zira dairenin nerede baĢlayıp nerede biteceği bilinmez..
e) Ayrıca içinin boĢluğu, feyiz kabulüne bir iĢaret mahallidir. Zira, içi boĢ olan ;
kendisini dolduracak bir Ģeyi kabul etmek zorundadır..
Sonra.. burada bir baĢka husus vardır; bunu da belirtmemiz yerinde olur..
ĠĢbu husus : FA, harfinin baĢında duran noktadır.. Bu durumu ile o noktanın yeri.
FA harfinin yuvarlak boĢluğu gibidir..
ġöyleki: FA harfi, bütünüyle ele alındığı zaman, içi boĢ baĢından baĢka noktaya
yer yer olacak bir kısım yoktur..
ĠĢbu baĢ kısım ise.. insandan ibarettir.. Çünkü insan, bu âlemin reisidir..
Üstte anlatılan mana icabıdır ki, Resulüllah S.A. efendimizin Ģu hadis-i Ģerifi rivayet
edilmiĢtir :
Aynı Ģekilde yazarın elindeki kalem, Fa harfini yazmaya baĢladığı zaman : BoĢ yuvarlağını
yapmaya öncelik verir.
Ġsimler, sıfatlar, etkisine aldığı diğer Ģeyler, mahlukatından hemen her Ģeyin hükmünü
kendi özünde gizler..
Durum anlatıldığı gibi olunca. Zatî sıfatından baĢka baki kalan olmaz. Bu sıfattan da bir
baĢka yönüyle
AHADĠYET..
Diye bahsedilir..
Bu yüce ALLAH ismi, üzerine, açık ibare ile; buradakinden daha fazla :
Adlı eserimizde hayli kelâm ettik.. Orada bulunup okunmalıdır ; faydalı olur..
ĠKĠNCĠ HARF
LÂM : Bu harf, Allah isminden , birinci Lâm‟- dır.. Elif‟ten sonra, ikinci sırayı alır..
Anlatılan mana icabıdır ki : Elif'ten sonra geldi.. Kısmen onunla bitiĢti.. Böyle olması
gerekir ;
çünkü Celâl sıfatı, tecelliler derecesinin en yükseğidir.. Cemal sıfatından daha öndedir..
Bu fikrimizi teyid eden bir hadis-i Ģerif vardır.. Hemen arz edelim :
Bu kudsî hadis anlatıyor ki : Bir Ģahsa en yakın olan Ģey, gömlek ve cübbedir..
ġimdi sabit oldu : Celâl sıfatı, yakınlık itibariyle, cemal sıfatından daha yakındır..
Celâl sıfatının bu yakınlığı :
Nisbeten kapalı geçen üstteki ifadeyi daha iyi anlamak için, aĢağıdaki cümlelere
dikkat et ; bil ve anla..
Vahidiyet, Ģeklinde de anlatılan cemal sıfatı : Zuhur yönünde tam kemâlini bulduğu :
ya da anlatılan kemâl haline yaklaĢtığı zaman, onun adı :
C e l â l..
ÜÇÜNCÜ HARF
Ġ l i m..
L ü t u f..
A z a m e t..
Ġ k t i d a r..
Cemal sıfatında sayılan iki vasfın sonucu, celâl sıfatının iki vasfında birleĢir..
Böyle olunca da : Cemal ve celâl bir sıfat haline gelir.
Halka zahir olan cemal sıfatı celâl sıfatının cemal cihetinden baĢka değildir..
Aynı Ģekilde onlara zahir olan celâl ise, ancak celâl sıfatından cemal sayılır.
Sebebine gelince : PeĢpeĢe gidiĢleri, birinin diğeri için gerekli olduğudur..
Cemal ve celâl sıfatlarının tecellisi için bir misal olmak üzere ; güneĢle tan yerinin
ağarması ile baĢlayan fecir vaktini getirebiliriz. Fecir, güneĢin doğmasına bir baĢlangıçtır..
GüneĢ tam doğuncaya kadar kalır..
Bu misalden cemal ile celâl sıfatı arasında bir bağlantı kurmak isteyince :
Fecrin cemal olduğunu ; güneĢin de tam aydınlatıcı vasfı ile, celâl olduğunu..
Bir benzetme yolundan söyleyebiliriz.. DüĢün ki, o tam aydınlık fecrinden baĢlayıp geldi..
Fecir ise, aydınlığı güneĢten aldı..
ĠĢte :
Bahsi edilmekte olan bu ikinci LÂM, yazılıĢı itibari ile üç harften ibarettir :
LÂM, ELĠF, MĠM..
Ebced hesabı ile bu üç harfin sayı toplamı YETMĠġ BĠR eder..
ĠĢbu sayı : Yüce Hakkın sarındığı ve halkı ile arasına gerdiği perdelerdir..
Onları açacak olsa.. yüzünün güzelliğinden, gözünün gördüğü yere kadar ne varsa
yanar..”
- “Nur..”
Cemal sıfatıdır..
“Zulmet..”
Ġse, celâldir..
Derler..
Ve.. o hicap mertebelerinden her mertebe için, yine bin perde vardır..
Burada kasdımız : Kısa kesmektir.. Eğer böyle olmasaydı ; onların Ģerhini yapardık..
Hem de en tam Ģekli ile..
Onları anlatırdık: Eksiksiz, bütün özelliği ve fazilet toplamlarının tümü ile..
DÖRDÜNCÜ HARF
Bu harf, yazı Ģeklinde görülmez.. Ama okunurken, söylenirken, ikinci lama med olması
yönünden bellidir.. vardır.. Bunun adına :
Kemal ELĠF‟i..
Denir.. Ama bir kaplayıcı nitelik taĢıyan kemal.. O kadar ki : Onun ne bir sonu.
Ne de bitimi için sınır vardır..
Onun sınırsız oluĢunun iĢareti : Yazıda görünmeyip düĢmüĢ olmasıdır.. Böyle bir Ģeyin de,
kendisini tam idrâk mümkün olmayacağı gibi, izini bulabilmek dahi zordur..
Allah ehli, kâmil ismini alan kimse, daha mükemmel olma yönünden daima :
Yüce münezzeh Hakta ve onun cemal sıfatı tecellisinde terakki eder..
Yükselir.. Hiç bir Ģekilde, bu tecelli kesilmez..
PeĢ peĢe gelir.. ĠlerleyiĢ yönünde, son gelen ön gelenden yüksektir..
Bir kaidedir : Ġkinci, birinciyi de toplar.. Böyle olunca da, her yeni tecelli bir yükselmedir.
Derler ki :
Âlem, her an, her nefes bir yükselme kaydeder.. Zira, o anlar ve nefesler Hakkın
tecelli eseridir.. Böyle bir Ģey ise.. terakki sayılır..
Ancak, burada bir incelik vardır.. Onun üzerinde biraz durmak isterim..
Her noksandan münezzeh ve her bakımdan yüce olan Hakkın da terakki etmekte
olduğunu..
Manasına gelen hadis-i Ģerifi vardır ki : Onun zatı için bir yükselme mevzuu asla olamaz..
Zira o : Zatında olduğu gibidir.. YaratılmıĢların vasfına bürünmekten yana tam olarak
münezzehtir..
*
BEġĠNCĠ HARF
HA : Bu harf, baĢta da anlatıldığı gibi, yüce Allah isminin BEġĠNCĠ ve son harfidir..
Burada :
“ De ki : “
“ O..”
“ O..”
“ De ki :”
- O, sensin..
Demektir..
Bu, böyledir ; baĢka türlü olamaz.. Çünkü, adı geçmeyen bir Ģeye zamirin bağlanması
usulde yoktur..
“ H ü v e..”
Bu mana, beyan ilminde : Ġltifat, olarak kabul edilir ki, yapılan hitabın
tek baĢına hazır olana değil ; hem hazıra, hem de gaib aynı durumdadır..
“ Görsen..”
Kelimesine de muhatab, sadece Resulüllah S.A. efendimiz değil, bütün görenlerdir..
Ayrıca, HA harfinin yuvarlak oluĢu : Hakka ve halka nisbet edilen varlık çarkının
insan üzerinde döndüğüne iĢarettir..
Bu misal âleminde insan : HA, ile kendisine iĢaret edilen daire gibidir..
Anlatılan manayı iyi anladıktan sonra, dilediğin gibi konuĢabilirsin..
AĢağıda arz edeceğimiz âyet-i kerimeler, anlatmak istediğimiz manaları teyit babında
önemlidir..
“ Ve Allah, o velidir..” ( 42 / 9 )
“ V e l i..”
Kelimesi :
Ġnsanı Kâmil..
Bu mana, bir gerçektir.. Çünkü, onun için korku ve hüzün muhaldir.. Hatta buna benzer
Ģeyler de Allah için muhaldir.. Sebebine gelince:
“ O, Veli ve Hamid‟dir..” ( 42 / 28 )
“ O..”
Zamiri veliye aittir.. O, Haktır.. Halka bağlanan suretlerle suret bulur.. Yahut böyle
değildir de:
Ġlâhi manalarla tahakkuk eden halktır..
Hâsılı : Durum ne olursa olsun ; her hal ve takdirde.. her söz ve ikrarda o :
Hem noksan, hem de kemâl sıfatları özünde toplar.. Yani : O yüce güneĢ nuruyla,
yer varlığını aydınlatmaktadır.. Yer, odur; gök odur. Tul ve arz odur.
Burada, umumî bir ifade ile SIFAT üzerinde durulacak ; ona göre mana verilecektir..
Özet olarak :
SIFAT, bir Ģeyi özel hali ile bilmeyi, fehmine ulaĢtıran bir Ģekildir..
Sıfat bir Ģeyi aklına yakın bir Ģekle getiren bir ifade yönüdür..
Bunları anladıktan sonradır ki : Anlatılan bir Ģeyi kendine has Ģekli ile bilirsin..
Ne olduğunu zevk yolu ile anlarsın..
b) O Ģeyde, insan "tabiatına" zıd bir Ģey var mıdır?. Bir nefret uyandırıyor mu?.
Böyle bir durumdaysa.. Ģüphesiz o Ģeye "tabiat" icabı yönelmek mümkün değildir..
Ondan kaçılır..
Anlatılanı bir kabuk say.. Olmaya ki, bu kabuk sana engel ola..
Sonra, öze varamayasın.. Kabuğu, daima özü saklayan bir perde bilmeli ;
yeri gelince de içine girmeli..
Sonra..
Sıfat alanın bulunduğu yerde sıfat vardır.. Onun olmayıĢı ile de yok olur..
Arab dili üzerine ihtisası olan bilginlere göre, sıfat iki türlüdür :
a) Sıfat-ı fazailiye..
b) Sıfat-ı fazıliye..
Sıfat-ı fazailiye : Ġnsanın zatı ile, esas varlığı ilgili sıfatlardır.. Meselâ Hayat..
Burada :
- Ġ s i m l e r..
- Esam-i Nuutiye..
Tabir edilir..
Meselâ : Ahad, Vahid, Ferd, Samed, Azim, Hayy, Aziz, Kebir, Müteâl vb. isimler..
- Nefsiye..
Tabir edilen, Muti ve Hallak isimleri ile :
- Ef‟aliye..
Çünkü :
Öğrenmeye çalıĢ..
Tahkik ehli bir zata göre : Sıfat tam manası ile kavranamaz..
Çünkü sonu yoktur.. Ama zat, böyle değildir ; kavranabilir..
- ġöyledir..
Diyelim ki :
Peki bütün dalları ile bu ilim sıfatını nasıl kavrasın?. Elbette kavrayamaz..
Ancak, kalbine o ilim sıfatından inen miktarı bilir.. Meselâ :
Bu varlıkta ne kadar insan vardır?
Bunu bildikten sonra, o insanların isimlerini tek tek bilmek kalır..
ĠĢte, kalan sıfatlar da böyledir.. Onlarında durumu tek tek aynı Ģekildedir..
- “ Gerçekten ben Allahım.. Benden baĢka ilâh yoktur.. Bana ibadet et..”
( 20 / 14 )
Ne var ki, tecelli ; itikad edilenin aksine oldu.. Dolayısı ile inkâr hasıl oldu..
Sende anlatılan vasıflardan biri çıkınca, ancak onun bir belirtisi olur..
Ve hüküm yolu ile ;
- Bu budur..
Sende bir sıfatın belirtisi görülüyor ; akıl onu sana bağlıyor.. Bu, âdettir..
Mefhum kanunu böyle yürüyor..
Zat-ı ilâhiyi idrâk üzerinde duralım.. Bu da, bilmen gerekli bir konudur..
Özünde tam bir yüceliğe sahib bulunan zat-ı ilâhiyi idrâk Ģu yoldan olur :
Demek isteniyor ki :
- Anladığımız veya anlamadığımız manada ne bir bitiĢme var ; ne bir giriĢ çıkıĢ..
Bir Ģeyi bilince, ondan daha fazla malumat edinmek sıfatlar kapısındadır..
Fakat, daha önce anlatılan, zatı bulma bahsindeki mana itibarı ile :
Diyebilirsin..
Bu mesele önemlidir :
Ehlüllahtan pek çoğu ; benden önce bu mevzuda konuĢmamıĢtır..
Bu manayı anla..
Zira, bunu ancak Celâl ve ikram sahibi Zat'a yakınlık bulmak için ;
kendilerinde tam bir Kemâl hazırlığı olanlar anlayabilir.
Durum yukarıda anlatıldığı gibi olunca, malum manaları anlamak, meçhul iĢi anlamaktan
daha kolaydır..
Sözü geçen isimler Ģunlardır : Hayat, ilim, kudret, irade, semi‟, basar, kelâm..
( YaĢamak, bilmek, güç, arzu, iĢitmek, görmek, konuĢmak.. )
Dik kısmı ile, Cenab-ı Hakkın kendi zatını bildiğine delâlet eder..
LAM harfi olduğunu isbat eden kıvrık kısmı ise..
Cenab-ı Hakkın mahlukatını bildiğine delildir..
Yüce Allah‟ın iradesi de aynı Ģekilde, bilinip görülen bir Ģey değildir..
Ġradesini, arzusunu, yüce Allah kendi zatında saklar..
Bu harf, dudağın dıĢ kısmı ile söylenir.. Ancak, sesle söylendiği zaman duyulur..
Bu durum, lafzan söylendiği zaman da, duruĢ halinde de öyledir..
- Yüce Hak yaratılmıĢları kendinden görür.. Onlarda, kendisine yabancı bir Ģey yoktur..
- Yüce Hakkın, zatı ile, zatında mahlukatından ayırd ediliĢ Ģekline delâlet eder..
Özellikle yüce Allah, mahlukatın vasfı olan :
Zillet, noksan gibi vasıflardan tamamen uzaktır..
Yücedir ; mukaddestir..
- “ Kün.. ol..” ( 16 / 40 )
- “ Ol..” ( 16 / 40)
Dedik..
Biraz da, NUN harfinin üzerindeki noktada duralım ki, onu da bilesin.
Bu ismin harfleri üzerinde dursak, onun sırlarını, yazılıĢ tarzları ile, sayılarını anlatsak ;
harflerden her birinin altında, bulunan kâinatın infialini ve harika iĢlerini söylesek..
çok ĢaĢırtıcı iĢler meydana getirmiĢ, fehimleri hayrete daldıran Ģeyleri anlatmıĢ olurduk..
- Bu nereden geliyor?..
Denir ve ĢaĢılırdı..
- C i m r i l i k..
ULÛHĠYET
Adı verilir..
Bunda hükmüm :
Zâhir olup gelenle, bu gelene teĢne olan zuhur yerleridir..
Allah ismi ise.. Vacib‟ül-vücud, her bakımdan yüce ve mukaddes zattan baĢka
olamaz..
Kur‟an : Ahadiyettir..
Kur‟an : Zattır..
Fürkan : Sıfattır..
Demektir..
ĠĢ bu mana icabıdır ki :
Onun Allah ismi, isimlerin en yücesidir..
ÜLÛHĠYET ise.. zuhur yeri olma yönünden : zatın; gerek kendine, gerekse baĢkalarına
göre,
en faziletli makamı alır..
Çünkü :
Zira orası :
Sebebine gelince :
Ona kendisinden hiçbir Ģey gizli olamaz..
Her kime, üstte anlatılan tecelli hâsıl olursa.. bilsin ki : O vahidiyet tecellilerindendir,
ahadiyet tecellisinden değil.. Çünkü Ahadiyet tecellisinde : sen, o zikri geçmez..
Çünkü ULÛHĠYET :
KarĢılıklı zıddı özünde toplar..
.. Ve onda ; Hak halk suretinde zahir olur.. ġu hadis-i Ģerif, bu manayı anlatır :
.. Ve onda :
Halk, Hak suretinde zâhir olur..
Varlığın ULÛHĠYET‟ teki zuhuru : Mertebelerinde hakkı olduğu gibi kemâl üzeredir..
Hak‟tan ve halktan hepsi bu mertebeye girer..
Bu mertebe Hakkın ve halkın fertlerini de içine alır..
O kadar ki :
“Allah‟ı en çok bileniniz olduğum halde ; ondan en çok korkanınızım..”
“Allah‟tan..”
Onun bu durumunu,
Cenab-ı Ġlâhî katından alıp, açıkladığı hakikatlerde gösterir..
“Bilemem..”
Durum ki böyledir..
Sıfatların birini görürsen, ancak eserini görebilirsin ;ama o vasfın özünü göremezsin..
Bu, hiç bir zaman, görülemez.. Ama, hiç mi hiç..
Buna bir misal olmak üzere, muharebe esnasında bir kahramanı gösterebiliriz..
Çünkü, sıfatın kendisi zatta gizlidir.. Onun ortaya çıkmasına imkân yoktur..
O sıfatın ortaya çıkması, caiz olursa, O zattan ayrılma durumu meydana çıkar ki ;
iĢte bu, mümkün değildir..
Bu manayı anla..
ġöyle ki :
Durum, anlatıldığı gibi olunca, o eĢyanın bir ferdi, kendi özü ile
ULÛHĠYET saltanatı kapsamında bulunan cümle eĢyayı toplar..
Böyle olunca, varlıkların misalleri, birbirine karĢı konan aynalar gibi olur..
Birinde ne varsa diğerinde de aynısı olur..
Anlatılan misâl üzerine Ģöyle söyleyebilirsin :
KarĢılıklı duran aynalardan her biri, ancak karĢısına gelen diğer aynadakini alır..
Böyle olunca, yalnız bir aynayı alıyor ; onun altında kalan müteaddid aynaları
alamamıĢtır..
- ġu açıktır ki, varlık ferdlerinden her biri, ancak, zatının hakkı kadarını alabilir..
Daha fazlasını alamaz..
Dersen ki burada :
ġeklinde bir mana çıkar ki, senin için, esasa bir geçit noktasıdır..
ġu bir hakikattır ki : Misaller tam manası ile, anlatılan mananın tıpkısı değildir..
Bir yaklaĢtırmadır.. Ama misalini de aynı görmek icab eder..
ĠĢte.. o zaman :
Zatta, sıfatlardan hakkın kadarını görürsün..
Güzellikler semasıyım ;
Güneşim hiç batmaz kalır..
Güzellikleri derledim ;
Bağışım var, suçum kalır..
İnsan-ı Kâmil 5. Bölüm(Ahadiyet) Abdûlkerîm Ceylî
O kadar ki :
Hakka dair itibarların da burada sözü edilmez..
Keza, halka nisbet edilen itibarların da..
ġu Ģartla ki :
Sana "nisbet" edilen bütün itibarları bir yana atıp özüne dalasın..
Çünkü bu hal ; görülmez zulmet âleminden, tecelli nurlarına ulaĢan "zatın" ilk
tenezzülüdür..
Bu AHADĠYET sıfatı için umumî ve Ģümullü bir tabir kullanıldığı zaman, kendisinden :
Senin kimliğinde bir zuhur yeri alan bu isim, yüce Hakkın ilâhi katında ;
isimlerinde, sıfatlarında tümünden yana mücerreddir..
Hatta orada, eserlerin müessirlerinin de sözü edilmez..
Çünkü, bu tecellilerde mahluk için, hiç bir nasib yoktur.. Bu, kesin olarak böyledir..
Çünkü o, tek olan Allah‟ındır.. Zatî tecellilerin ilki oradan baĢlar..
Böyle yaptığın takdirde, kendi özünü müĢahede ile Allah‟ı müĢahede edenlerden
olursun..
Yukarıda anlatılanları, özellikle, aynı oluĢ Ģekillerini yanlıĢ anlamamak icab eder..
Burada ; ahadiyet, VAHĠDĠYET, ulûhiyet sıfatları arasındaki fark üzerinde duralım.. ġöyle ki
:
Ahadiyet..
Bu sıfatta isimlerin ve sıfatların zuhuru yoktur.. Kendi özündedir..
Ve, sırf zattan ibarettir.. Bu sıfatın Ģanı bunu gerektirir..
VAHĠDĠYET..
Bu sıfatta, isimlerin ve sıfatların tesir sahasına göre zuhurları vardır..
Ancak bu zuhur : Zatın hükmü ile olur.. Zattan ayrı bir hükmü düĢünülemez..
Böyle olunca : Her Ģey, birbirinin aynı olur..
- Ulûhiyet..
Bu sıfatta, isimlerin ve sıfatların zuhuru vardır..
Ve, toplumdan her Ģeyin hakkını tek tek vermek gibi bir zuhuru olur...
Meselâ : Mün‟im, müntakimin zıddı olur.. Müntakim ise, mün‟im zıddı olur..
Zira, ulûhiyet her Ģeyin hakkını yerine getirmeye yeterli bir tecelli makamıdır..
VAHĠDĠYET, ise :
- ġu anda, ilk halinde gibidir..
VAHĠDĠYET sıfatının, kalan tecellilere göre üstünlüğü de, toplu olanın ayrı kalana
üstünlüğü gibidir..
Bu durumda onun yeri, yüce Allah‟ın zat isimlerinde kendisine tahsis edilen yerle ;
bu isimlerin mahlukata dönük yüzleri arasıdır..
Zat isimlerinin halka dönük yüzleri : Alim, Kadir, Semi, vb. isimleridir..
Bu isimler, varlığın hakikî yüzleri ile ilgilidir..
O hakikî yüzler, Hakka bağlanan bütün mertebelerde, RAHMANĠYET sıfatına bir isimdir..
O hakikî yüzlerde halka nisbet edilen mertebelerin iĢtiraki yoktur..
ġüphesiz kamıĢ içindeki Ģeker, derece itibarı ile daha yüksektir ; çünkü sırf Ģekerdir..
KamıĢta ise, Ģeker dıĢında baĢka Ģeyler de vardır..
Zatî isimler de :
Ahadiyet, vahidiyet, samediyet, azamet, kuddusiyet vb. sıfatlardır..
Hakka bağlanan mertebelerdeki zuhuru ile,halka nisbet edilen mertebelerde zuhur etmiĢ
olur..
Böyle olunca da, bu âlemin parçalarından her birinde, her ferdinde kemal zuhuru
gösterdi..
EĢyada bulunan emanet vasfı, ancak ondaki halkiyet bağlantısıdır..
Yukarıda anlatılan manaları, daha iyi açmak için, iĢe bir misal katalım.. ġöyle ki :
Bu âlem kara benzer.. Yüce ve sübhan olan Hak ise.. bu karın aslı olan sudur..
Hâsılı : Rahman ismi, cümle kemâl iktiza eden yerlerde, zâhir olur..
Haliyle, onun zuhuru : Yerinde yerleĢmiĢ olmasına, bütün mevcudata sirayetine,
hepsini hükmü altına almasına bağlıdır..
ĠĢbu mana ;
- “Rahman ArĢ'ı istiva etti..” (20 / 5)
Âyet-i kerimesi ile, anlatılmak istenen manadır..
O, Sübhân'dır ; yücedir..
Allah dilerse.. arĢ üzerine, bu kitapta konuĢacağız..
Yeri geldiğinde çok çok anlatırız..
Bu sarma, varlıkların içine girme ; onlara yapıĢma gibi bir durum almadan olmaktadır..
Aynı Ģekilde mahlukatı kendi zatında meydana çıkarmakla, onları rahmetine nail eylemiĢtir..
Anlatılan her iki mana da doğrudur ve yüce Hakkın zatında olmuĢtur..
Üstteki manayı daha iyi anlatabilmek için ; bir baĢka yola girelim..
Böyle yapalım ki bilesin..
Bir hayal vardır.. Bu hayal zihninde bir suret benzeri olarak teĢekkül eder..
Sözle ancak bu kadar anlatılabilir ; bunun ardında, bir çok nüktecikler vardır ki ;
onların hemen hepsi, yüce Hakkın bu varlıkta kemâl durumlarına iĢaret eder..
ġöyle ki :
- Rahman, umumî bir mana taĢır..
- Rahîm, özel bir mana taĢır..
Tamamlayıcı bir durumu vardır..
Rahim isminin özel bir mana taĢıması ; tamamlayıcı bir durum alması..
Demek, ancak saadet ehline tahsis edilmiĢ olması icabıdır..
Rahman ismi yönünden gelen rahmet, azab ile karıĢıktır..
Meselâ : Tatsız ve kötü kokulu ilâcın içilmesi gibi..
Ayrıca Rahim ismi altında bulunan, yüce Allah‟ın bütün isim ve sıfatlarına
rahmeti ve bütün eserleri ve tesirleri ile zuhurudur..
RUBÛBĠYET : Bu varlıkların istedikleri isimlerin iktiza ettiği mertebe için bir isimdir..
Yüce Allah‟ın : Alim, semi‟, basir, kayyum, mürid, melik, vb. isimleri RUBÛBĠYET isminin
içindedir..
Çünkü anlatılan isimlerden de her biri, kendisi için olması gereken bir Ģey ister..
Mürid ismini ele alalım : Bu da, murad olunan bir Ģey taleb eder..
Diğerlerini buna göre ölçebilirsin..
ġunu da bil..
Yüce Allah‟ın Rabb ismi altında toplanan bütün isimler,
halkı ile kendi arasında ortaklaĢa kullanılan isimlerdir..
Halka tahsis edilen isimler, sadece onların tesir özelliğidir..
Yüce Allah‟ın zatına tahsis edilen isimlerle ; bir yüzü halka dönük olan isimlerden biri :
- A l i m..
Diye anlattığımız isimdir.. Bu isim, nefsî isimdir.. Bu ismin bir gereği olarak :
- Kendisi bilir ; halkı da bilir..
Diyebilirsin.. Aynı Ģekilde ; Semi‟ ismi için de :
- Kendisi iĢitir ; baĢkası da iĢitir..
Diyebilirsin.. Aynı Ģekilde, Basir ismini ele alalım :
- Kendisi görür ; baĢkası da görür..
Diyebilirsin..
Hâsılı : Daha önce de anlatıldığı gibi bu isimleri, benzerleri ile birlikte ;
Hak ile halkı arasında ortaklaĢadır.. Bu ortaklığa maddi bir mana verilmemesi gerekir..
Anlatılan durum dıĢında, sadece halka tahsis edilen isimler vardır.. Bu isimlere :
Esma-i fiiliye.. Adı verilir.. Bu isimlerden bir tanesi :
- K a d i r ismidir..
Fiiliyat sahasında, bu ismi ve benzerlerini, yüce Allah‟ın sırf zatı için kullanamayız..
Çünkü :
- Esma-i fiiliye..
Diye anlattığımız isimler, yüce Hakkın Melik ismi kapsamındadır..
Melik olan zat için ise.. elbette bir memleket gereklidir..
Burada, yüce Allah‟ın Melik ismi ile, Rabb ismi arasındaki farka iĢaret edeceğiz..
ġöyle ki :
a) Melik, esma-i fiiliyeyi içine alan bir mertebenin ismidir..
Bunların halka tahsis edilen isimler olduğunu anlatmıĢtık..
Bunda, yüce zatın tekliğini belirten : Azim, Ferd gibi isimler ile ; müĢterek olan Azim, Basir gibi
isimleri,
ayrıca halka tahsis edilen Halik, Razik gibi isimler aynıdır..
Rahmetin, Rahman ortasında bulunması, Rab ile merbub arasında bir bağlantıdır..
Bu bağlantının sırrını çözmeye çalıĢ.. Maddî bir mana düĢünme.. Çünkü Hak,
"Kendinden ayrı olana bitiĢmeklik ve kendine bitiĢik olandan ayrılmaklık" gibi hallerden
münezzehtir..
O, cemalinize suret ;
Onun manası sizsiniz..
Bu varlık oluşunuzla ;
Onun oluşu sizsiniz..
Demeğe gelir..
Önce manevî tecelliyi ele alalım..
Bu tecelli : Tenzih kanunları usulünce, isimlerde ve sıfatlarda meydana gelir..
Bunların, hemen hepsi, tam bir kemâl çeĢidinden sayılır..
Sübhan olan yüce Allah, hak ettiği Ģekilde mahlukatından birinde zuhur edince ; bunun
adı :
- TeĢbih yönlü zuhur olur.. Fakat bu zuhur yüce Hakkın kendi zatındaki tenzihe bir halel
getirmez..
ġeklinde bir cümle ile ifadesini bulur. Böyle bir tecelli durumu ;
teĢbihe bağlı bir suret tecellisiyle ; tenzihe bağlı manevî bir tenzih durumu alır..
ġöyle ki :
a) Surî bir zuhur olursa, manevî yön onun zuhur yeri olur..
b) Manevî bir zuhur olunca, surî yön, onun için zuhur yeri olur..
Anlatılan mana, bir galip - mağlup meselesidir..
Hangisi galip gelirse ; kalanını içine alır.. ĠĢ bir tanesine kalır ; diğerine perde olur..
Allah.. Hak söyler.. Doğru yola hidayet eden O'dur..
Bilesin ki..
AMÂ' Hakikatların öz hakikatinden ibarettir.. ĠĢbu hakikat:
Hakka bağlı sıfatlarla halka nisbet edilen sıfatların hiç biri ile sıfatlanmaz.. Çünkü o:
Sırf zattan ibarettir..
Sonra.. hiç bir mertebeye da izafe edilemez; Hakka ait mertebelere de.. Halka ait
mertebelere de..
Onda, bir izafet durumu olmayınca, kendisine bir vasıf veya isim verilemez..
Bu manada, Resulüllah S.A. efendimizin Ģu hadis-i Ģerifi yeterlidir:
AMÂ, Ahadiyet isminin karĢılığıdır.. Ahadiyette, isimlerin ve sıfatların eriyip gittiği gibi;
AMÂ‟da da aynı Ģekilde olur.. Orada hiçbir Ģeyin zuhuru yoktur..
Aynı Ģekilde, AMÂ‟da: Hiçbir Ģey için bir tecelli ve bir zuhur düĢünülemez..
Ancak, AMÂ ile ahadiyet arasında bir fark vardır; Ģöyle ki;
- Ahadiyet, zatın zatta hükmüdür.. Bu geçerli hüküm yüce zatın, yüceliği iktizasına göre
olur..
NETĠCE: Ahadiyet, tek zatın zuhurundan ibarettir..
Anlatılan kapalı olma durumu, maddi manada bir örtünme manasına alınmamalıdır..
Bu durum, yüce Allah‟ın kendi zatında gizliliğidir; hiçbir Ģekilde kendine gizli değildir.. Hele
tecelliden yana; yahut kendi özüne, perde arkasından tecelli etmeden yana..
Yüce Allah, bu gibi Ģeylerden tenzih edilir..
Anlatılan bu mana, zatının iktizasına göre olur.. Tecelli, perdeleme, gizlilik, açıklık, Ģekil
alma,
bağlantılar, itibar ve izafetleri hep aynı yön ile görmek gerekir..
Hâsılı: Bütün bunlar, zatının hükmüne göre olur.. Onun zatı ise, olduğu gibidir..
Önceki hali ile, Ģu andaki hali arasında hiçbir fazlalık yoktur..
Bu ayette geçen:
- “H a l k..” (10/64)
Sıfatlar manasına gelir ve Ģu demektir:
- Kendisinde bulunan sıfatlar için, hiçbir değiĢiklik yoktur..
Bu zâhir âlemde görülen baĢkalaĢmalar, değiĢiklikler, ancak bu suretlerde görülür..
Ayrıca, bağlantılar, izafetler ve itibarlar da yine bu suret âleminin görüntüleridir..
Bütün bu olanlar, bizde yapılan tecelli hükmüne göredir..
Bize olan tecelli böyledir.. Daima değiĢir.. Ancak, yüce Allah zatında nasıl ise, öyledir..
Bize tecellisinden ve zuhurundan önce hangi halde ise, yüce zatı yine o hal
üzeredir..
Bunun dıĢında, O'nun zatı için verilecek hüküm ancak olduğu halden gösterdiği tecellidir..
BaĢka türlü bir Ģey O'nun için makbul değildir..
Onun tecellisini de, parça parça değil, bir bütün olarak ele almak lâzımdır..
Tecelli bir olunca, ona verilecek isim de:
Bu manadaki tecelliye:
- Tecelli-i Vâhid..
Denir.. Bütün izleri kendinde toplar.. Bu tecelli ile kendinden baĢkasına tecelli eylemez..
Çünkü onda: Halkın hiçbir nasibi yoktur..
Böyle olunca, her ne kadar yüce zatın o tecellilerde de, bir hakikatı varsa da, bu onun bir
zuhur iktizasıdır
ve kullarına olan tecelli yönüdür; baĢka değil..
Hülâsa: Bu tecelli tam olarak zata mahsus bir tecellidir.. Durumu, kendi özünde saklıdır..
Anlatıldığı gibi olmasına rağmen, bütün tecelli Ģekillerini de özünde toplar.. Onun böyle oluĢu:
- BaĢka tecelli ile görünmez.. Demek değildir..
Kendi durumunu korur; bu durumu, baĢka türlü tecelli etmesine engel değildir..
Ne var ki:
- BaĢka türlü tecelli.. Dediğimizde de, bu tecellinin hükmünü yürütür..
ĠĢte kalan tecelliler, bu misaldeki gibi, zata has olan ve bu makamda anlatılan
tecellinin hükmüne böylece girmiĢ olur..
Burada bir baĢka hal oldu.. Beyan cömertliği yürüdü..Özellikle bu saklanması gerekenleri
açıklama yolunda..
O kadar ki: Açılmaması gereken mana yolları açıldı.. Dizgini biraz çekelim.. Artık kılavuz lâzım..
Kılavuzun bulunduğu yola girelim.. O yoldan yürüyelim..
AMÂ, gizlilikler içinde ve perdeler altında kalan, itlak durumu da nazara alınarak, zatın
kendisinden ibarettir..
Ahadiyet, kendisinde herhangi bir zuhur itibarı nazara alınmadan, sırf yüceliğine bakılarak
yüce Hakkın
kendi özünden ibarettir.. Burada yücelik ve zuhur itibarı vardır; AMÂ‟da yoktur..
Yukarıda:
- Zuhurun ve perdelerin itibara alınmasını..
Söyledim.. Aslında bu, bir benzetmedir..Ve bunu, dinleyenin zihnine yerleĢtirmek için söyledim..
Yoksa:
- G i z l i l i k.. Derken, bunu AMÂ‟nın hükmünde saymıĢ değilim..
Aynı Ģekilde:
- Z u h u r.. Derken; bunu ahadiyet hükmü arasına katmak istemedim..
Önce kendini ele al.. Yüce Allah için, en güzel misali sende bulabiliriz..
Özellikle, AMÂ' üzerine.. Senin kendine mutlak ve tamamen zuhurun olmadığını nazara alalım..
ĠĢe bu yoldan girelim..
Anlatılan durumunda: Sende ne gibi haller olduğunu bildiğin halde, bir zuhurun olmuyor..
ĠĢbu halinde sen: AMÂ‟da sayılırsın..
Biraz daha açalım.. Zuhurun olmadığı için AMÂ‟dasın.. Bu da seni bir hicaba büründürmüyor..
Sen ki, anlatıldığı gibisin; yüce Hak için nasıl böyle olmasın?.
O'nun kendisi, kendisine nasıl perde olsun.. Çünkü O'nun hükmü kendinden perdeli olmamaktır.
Sende; Kendin için bir zuhur olunca, AMÂ‟dan sana kalan ne ise.. onunla olur..
Böyle olunca, sen kendin için zâhir olursun.. Ama, esas varlığına göre batınsın..
Çünkü, özünden perdelisin.. Perde ise.. halk olma durumundur..
Yukarıda geçen cümleler, oldukça kapalı geçti.. Ve, bir darb-ı meseldir.. Bu meselin durumuna,
ancak Ģu âyet-i kerime ile cevap verebiliriz:
- “Bunlar, insanlara getirdiğimiz misallerdir.. Ne var ki, onlara ancak, bilenlerin aklı
erer..” (29/43)
Çünkü, vakte bağlanmak, ayrılmak, parçalanmak, bitiĢmek, bir Ģeye bağlı olmak onun yaratmıĢ
olduğu Ģeylerdir.. Kendisi ile, yarattıkları arasına ayrı bir yaratılmıĢ nasıl girebilir?..
Böyle bir Ģeyin olması zincirleme bir yolu ve devri gerektirir.. Halbuki, bunların olması muhaldir..
ġüphesiz yüce Allah‟ın bir önceliği ve bir sonralığı vardır.. Evveli ve âhiri vardır.. Ne var
ki bu,hükmen böyledir.. Böyle bir Ģeyin dıĢtan nazara alınması muhaldir..
Onun bağlı olduğu Ģeyler de vardır.. Sınırları da vardır.. Ne var ki, bunları belli bir zaman ve
mekân kaydına bağlamak mümkün değildir.. Bütün bunlar, zatına lâyık olduğu Ģekildedir..
Zatına lâyık olan Ģekli ise.. Halkı yaratmadan önce AMÂ oluĢudur..
Halkı yarattıktan sonra da, bu durum değiĢmemiĢtir.. Yine önceki gibidir..
Buraya kadar anlatılanlardan beklenen mana: AMÂ, zata verilen geçmiĢ bir hükümdür..
Bu hükümde, zuhur iktiza eden halkın yaratılmasına itibar yoktur.. Bakılmaz..
Zuhur, varlıklar nazara alınarak sonradan zata bağlanan bir hükümdür..
Burada:
a) GeçmiĢlik, bir önceliktir..
b) Sonradan zata bağlanan durum ise.. sonralığın kendisidir..
Asıl hayrete düĢüren mana Ģudur ki: Zâhir oluĢu, gizleniĢinin ayn'ıdır..
Böyle oluĢunda, ne bir nisbet vardır; ne de bir yön..
Bundan öte akıllar için yol yoktur; onda akıllar hayrete düĢtüler..
Onun azameti önünde artık bir vüsul yolu da düĢünülemez..
Onun suretini çizmek için, zihinlere yerleĢtirilecek bir mana yoktur; akıl da onun Ģeklini çizme
yolunu bulamaz.
TENZĠH:
Kadîm'in, isimleri ve sıfatları ile münferid bir vasfa bürünmesinden ibarettir.
Tıpkı: Zatının, kendisinden kendisi için, asaleten ve yücelik hakkını bulup aldığı gibi..
Sonradan yaratılmıĢ ve benzeri Ģeyler gibi olmadan.. Zira, sübhan olan yüce Hak, bu gibi
Ģeylerden tamamen ayrı bir durum taĢır; kadim münferiddir..
Aslına bakılırsa, elimizde; yapma bir tenzihten baĢkası kalmaz.. Buna da kadim
tenzihi katılır.. Bunu böyle kabullenmek gerekir..
Sebebine gelince: Yüce Hak kendi zatına zıd bir Ģeyi kabul etmez..
Durum yukarıda anlatıldığı gibi olunca; elimizde: Yapma bir TENZĠH kalır..
Yüce hak için zatına bağlanacak bir benzer yoktur ki; ondan tenzih edilmesi
gereksin..
Esasen, zatı kendi özünde münezzehtir.. Onun bu münezzeh oluĢu, kibriya
sıfatının iktizasıdır..
Bu TENZĠH ki, onun zatının iktizasıdır: Ġtibar edilen durumların hangisinde olursa
olsun; tecelli yolu ile zuhur edip meydana geldiği yerlerin hangisinde olursa olsun;
değiĢmez..
ġöyle ki:
a) TeĢbih yolu ile gelebilir..
Bu teĢbihi, Resulüllah S.A. efendimizin Ģu hadis-i Ģerifinde bulabiliriz:
- “Rabbımı, taze bir delikanlı suretinde gördüm..”
b) Tenzih yolu ile gelebilir..
Bu TENZĠH; bir baĢka yönü ile: Zatî bir TENZĠH olur.. Bu oluĢ, onun için gerekli bir
hükümdür..
Tıpkı: Bir sıfatın kendisi ile, sıfat almıĢa bağlanıĢı lüzumu gibi..
Bu, bir tecelli makamıdır ki: Onun hak ettiği Ģekilde olur.. Ve.. kadim TENZĠH durumu ile
bu, öyle bir Ģeydir ki: Söz hakkı ancak O'nundur.. BaĢkası O'nun durumunu bilemez..
Bu durumda, kul için TENZĠH Ģöyle olur: Hakkın sıfatlarından biri ile sıfatlandığı
zaman, kendi mahallini, temizlemiĢ olur.. Ġlâhi bir TENZĠH yolu ile, gelen
noksanlardan yana temizlenir..
EĢsiz, ortaksız durumunda TENZĠH‟i nasıl idi ise.. Ģimdi de öyle kalır..
Çünkü orada, halk için bir kıpırdama durumu, varlık gösterme durumu kapalıdır..
Yahut:
- Bu, halka mahsustur.. Hakka bağlanamaz..
ġeklinde sana anlattığım cümlelerden muradım:
- Ġsim ve müsemma ile ilgilidir.. Ġsmin kendisi ile, onunla ad alan Ģey..
Demektir.. Zatla ilgisi yoktur..
Hak sıfatında ise.. Hakka ait Ģeyler bulunur..Halkta ise.. halka ait olan iĢler
bulunur..
Zat bir beka üzeredir.. Onun bekası da, zatı neyi gerektiriyorsa.. o Ģekildedir..
Hem de, katıksız olarak..
KarıĢıklık, Hak ve halk durumunda olur.. Ama iki yüzden birinde, diğerinin hükmü
zâhir olunca; birbirini ifna edemez.. Her ikisinin de hükmü geçerli olur..
Ġlâhi TEġBĠH cemal suretinden ibarettir.. Cemal-i ilâhî için manalar vardır..
Bu manalar, ilâhî isimler ve sıfatlardır..
Bu tecelliler ise.. dıĢtan görülüp tutulan Ģeylerle; akıl yolu ile anlaĢılan Ģeyler üzerine
gelenlerdir..
DıĢtan gelenler için, Resulüllah S.A. efendimizin:
Suret olarak anlattığımız bu tecellilerden muradı: TEġBĠH‟tir..
Allah-ü Teâlâ,
ġüphesiz; zuhurunda cemal sureti ile görülmektedir..
Ancak, tenzih babından da, hakkı ne ise onu alıyor.
Yüce Allah‟ın daha önce tenzih hakkını tesbit ettiğin gibi, aynı Ģekilde
TEġBĠH hakkını da vermen gerekir..
Burada TEġBĠH üzerinde biraz duralım..
ġayet, TEġBĠH suretine geçip, onlardaki yüce Allah‟ın tenzih durumunu da akıl
yolu ile görürsen,
iĢte o zaman: Yüce Allah‟ın hem cemalini hem de celâlini müĢahede etmiĢ
olursun..
Bu durum, hem TEġBĠH‟tir.. Hem de, tenzihtir..
Bu âyet-i kerimedeki manayı anladıktan sonra istersen tenzih et; istersen TEġBĠH
yoluna git..
Her halinde sen, onun tecellilerine dalmıĢ durumdasın..
Senin için ondan ayrılmanın imkânı yoktur..
Halka benzer yönünde kalırsan; onun güzellik suretini müĢahede etmiĢ olursun..
ġayet sana tenzih babında bir yol açılırsa, TEġBĠH‟in gider..
Onun güzelliğine, cemaline ve manasına suret olursun..
ġayet sana; TEġBĠH‟in ve tenzihin ötesinde bir sefer nasib olursa, ikisini de
geçmiĢ olursun: TEġBĠH‟in ve tenzihin ötesinde bir makam alırsın..
a) Zatî TEġBĠH..
Bu TEġBĠH Ģekli; dıĢta görülüp dokunulan mevcutların suretidir..
Hayal âleminde bulunanları da, bu dıĢtan görülüp dokunulan Ģeyler arasına kat..
b) Vasfî TEġBĠH..
Bu TEġBĠH, isimlere bağlı manaların suretleridir..
Bunlar hissî Ģeylerden de, hayaldekilerden de temizdir..
Bunları da, böylece: Hakkın vasıf yollu TEġBĠH‟i olduğunu bil..
Vasfî TEġBĠH üzerinde biraz duralım..
Kalan Vasfî TEġBĠH için, çeĢitlerin hiç biri ile, Ģekillenmek, mümkün değildir..
Hatta misal getirmek sureti ile de, onu Ģekillendirip, bir cins bulmak imkânsızdır..
Âyetlerle getirilen misal yollu Ģekilleri, anlatılan mana icabı zata bağlamak icab
eder..
Bu manada gelen, âyetteki:
- “MiĢkât..” (24/35)
Kelimesinden murad: Ġnsanın sinesidir..
- “Zücâceh..” (24/35)
Kelimesinden murad: Ġnsanın kalbidir..
- “Misbah..” (24/35)
Kelimesinden murad: Ġnsanın sırrıdır..
Meselâ:
- “ġecere-i mübareke..” (24/35)
Kelimesinden murad: Ġnsanın gaybe imanıdır.. Gayb ise:
Yüce Hakkın halk suretindeki zuhurudur..
- “Zeytuneh..” (24/35)
Kelimesinden murad, Mutlak hakikattır.. Bu, öyle bir hakikattır ki, onun için:
- 'Garbiyyeh de değildir'(24/35);
Tenzîhi kaldırarak, mutlak teĢbîhi de içerir değildir;
belki teĢbîh kabuğu ile tenzîh özü arasından süzülen bir hakîkattir.
Bu süzülme gerçekleĢince, yakînden ibaret olan zeyt(yağ), neredeyse
kendisine ateĢ değmese bile ıĢık verir/ıĢır.
- O zeytinin kendi nûruyla, kendi zulmeti ref' olunur/kaldırılır..
O zeyt-i yakîn; nûr üstüne nûrdur
Bu, böyledir.. Zira, her misali, temsil eden bir mümessil vardır..
Gerçekten, geçen misal; onu temsil eden suretlerden biridir.. Ancak onu gösterir..
Ve onun mana cephesini yüklüdür..
Bu manayı anla..
NETĠCE: MiĢkat, misbah, zücace, Ģecere, zeyt, Ģarkıye olmayıĢı, nurlandırması,
ateĢ olması,
nur üstüne nur olması.. bütün bunlar, manalarıyla alındığı zaman:
Zata bağlı suretler olur.. Bu bağlılık ise.. Allah‟ın zat cemalinin suretidir..
Bunları anla..
Böylece: Kuldan çıkar gibi görünen fiili, kula değil; yüce Hakka bağlar..
Anlatılan müĢahede makamında: Güç, kuvvet ve irade alınmıĢtır..
3 - Bu makamda bulunanlar bir fiilin çıkıĢı anında emri kuldan görür; sonra Hakka
bağlar..
a) Elde etmiĢ olduğu bu müĢahede, kendi dıĢında kalan birinde olursa, makbuldür..
b) Bu müĢahedesi, kendinde kalırsa.. o zaman makbul olmaz.. Meğer ki hali, Ģeriatın
ahkâmına
uygun ola.. Aksi halde bu müĢahedesi kendisine teslim edilemez..
Halbuki Ģeriatın tecavüzü babında ondan bir Ģey çıkarsa, haddini bildirmemiz,
hakkını yerine getirmemiz gerekir..
Zira , o yerine getirilmesi gereken hüküm, Allah‟ın hakkıdır.. Bize düĢen de,
onun hakkını yerine getirmektir.. Kitabında bize emrettiği için, kendisine asi olana
haddini bildirmemiz gerekir..
Sebebine gelince:
Aynı Ģeyi zındıklar da yapıyor.. Bir masiyeti iĢliyorlar; iĢledikten sonra da;
- Bu iĢ Allah‟ın iradesi, kudreti ve fiili ile oldu.. Benim bunda bir Ģeyim yok..
Bu bir makamdır..
Derler..
6 - Bu makamda bulunan kimse, kendi fiilini göremez; ancak yüce Allah‟ın fiilini
görür..
Hiçbir iĢi, kendine bağlayamaz.. Dolayısı ile;
- Ġtaat eden..
olduğunu söyleyemez.. Aynı Ģekilde; isyan iĢinde ise:
- A s i..
Olduğunu söyleyemez..
Bu kimsenin müĢahede makamı cümlesinden misal yollu Ģöyle anlatabiliriz.. Diyelim ki:
- Onlardan biri seninle oturur yemek yer..
Sonra:
- Hiçbir Ģey yemedim..
Bu makamın sahibi: FĠĠLLER TECELLĠSĠ ciheti ile taat iĢlerinde Allah ile beraberdir..
Ġsyanlar yolu ile gelen fiil tecellisini, Allah ona kapamıĢtır.. Bu ise, ona bir rahmettir..
Ta ki, masiyet: Kendisinde vuku bulmamıĢ ola..
12 - Bu makamda olan kimsenin durumu, ilâhî fiilerde duraksızdır..
Kendisine hakim olamaz.. Masiyete doğru gider..
Halini bildiği için; ağlar sızlar mahzun olur ve Allâhü Taâlâ‟dan bağıĢlanma ister
.. Ve diler ki, masiyet çıkıĢlarında kudretin cereyanından kendisini koruya..
13 - Bu makam sahibi, durum itibari ile; yukarıda anlatılan gibi olmasına rağmen
sızlamaz, mahzun olmaz, korunmasını da istemez..
Kudret cereyanı altında sakin durur.. Hiçbir Ģekilde ondan yüzünü çevirmez..
Bu halinde kendisinde bir ıstırap da görülmez..
Böyle ki oldu: O fiildeki veya kendisindeki ilâhî kudretin akıĢını seyretmek kalır;
bir de, yüce Hakkın yaptığı değiĢikliğe girmek..
Yüce Allah, bu kimseye; hüsran tecellisini müĢahede ettirir;bu müĢahede ettiğini de,
onda meydana getirir..
Dedi ki:
- Şikâyeti bırak, dağın yüceliğinden;
Onda hep sabra çalış, gel belâların üstesinden..
Dedim ki:
- Beni bırak, Zeynep neye çağırdı başka;
Hüsranıma götüren yoldan, bir de hep dertlisinden..
- Ey Fakîr! Cenâb-ı Hak ile edeb usûlüne riâyet ederek, zâhiri muhâfazaya çalıĢsan ve
Hak'tan selâmet taleb etsen, Hak ile muâmelede sana daha münasib değil midir?
Yoksa tâat rubâsını giyip de, O'nun irâdesine muhâlefeti taleb etmek mi uygundur?
Halbuki bilirsin ki,O'nun irâdesinden baĢka bir Ģey olamaz.
ġunu bilesin ki: Sözü geçen tecelli makamında bulunanlar; makam itibarı ile büyük,
makamları yüce olmasına rağmen, iĢin özünden mahcup durumdadırlar..
Hak‟tan yana kaybettikleri; bulduklarından fazladır..
Bu bölümü bağlarken, Ģunu arz edelim ki: Yüce Hakkın fiilerindeki tecellisi;
isimlerindeki, sıfatlarındaki tecellisine perdedir..
ġanı yüce olan Allah, isimleri içinden bir isimle, kulları arasından birine tecelli
ederse:
O ismin saçılan nurları altında, o erir.. biter..
Böyle olunca: Hakkı çağırdığın zaman, sana o nurlar altında, eriyen kul cevabını
verir..
Mevcut, isminden daha üstünü; yüce Allah‟ın kuluna: Vahid ismiyle yaptığı tecellidir..
Vahid, isminden daha üstünü; Yüce Allah‟ın kuluna Allah ismiyle yaptığı tecellidir..
Allah ismi tecellisine nail olan bir kulun varlığı erir; biter.. Dağı un ufak olur..
Allah ismi tecellisine mazhar olan bir kul için; yüce Allah, hakikat turuna Ģu nidayı yapar:
Bundan sonradır ki, kuldaki kulluk ismi kalkar.. Onun için Allah ismi sabit kalır..
Durum böyle olunca, sen:
- Ya Allah..
Dediğin zaman, o kul sana:
Sözü geçen kul, anlatılan makamdan öteye geçer, manevî halinde tam bir kuvvet
bulursa..yani:
Kendi mevhum benliğinden geçerse.. bu geçiĢten sonra; yüce Allah, isminde ona tam
beka hali verir.. ĠĢte o zaman : O kulu çağırana cevap veren, bizzat yüce Allah olur..
Kul manevî takatı nisbetinde terakkiye devam ederse; yüce Hak ona:
Rab ismi ile tecelli eder..
Çünkü tafsil yolundan tecelli olmaktadır..Tafsil yolundan gelen tecelli ise, icmal yolu ile
olan tecelliden daha azizdir.. Meselâ:
Çünkü: Yüce Allah‟ın zatı, anlatılan mertebelerden bir mertebenin hükmü ile,
özüne tecelli edince.. Özel durumlarının da üstünde; umumî ve Ģümullü bir durum
hâsıl olur..
Kul, öz hakikatı olan isimlere bağlı bu tecellilerde zata varır.. ĠĢte o zaman;
bütün isimleri kendi özünde taleb eder.. Onun bu talebi, emr-i vaki gibi bir durum
alır..
Tıpkı: Ġsmin, kendisi ile isim verileni taleb ettiği gibi.. Bundan sonradır ki, o kulun ünsiyet
kuĢu Ģenlenir.. Mukaddes üslubu ile Ģöyle dillenir:
Bu durumda o: Ancak, zatı müĢahede eder.. Lâkin, o isimde, ayırd edilen sultanlığını
bilir.. Bilir ki: Allah ile oluĢu; kendisinde tecelli gösteren isimlerledir..
Kaldı ki: Her isimde, tecelli eden yüce hak olmasına rağmen, insanlar muhteliftir..
DeğiĢiktir..
Kendileri, anlatıldığı Ģekilde, değiĢik olduğu gibi; yüce Hakka vüsul yolları da değiĢiktir..
o
ĠSĠMLER TECELLĠSĠ üzerine insanların durumu değiĢiktir..
DemiĢtik.. ġimdi bu değiĢik durumları anlatmaya geçelim..
1 - K A D Ġ M..
- Âlimlik, bilginlik..
Ġsmini veren bir kelimedir..
ġimdi cümleleri toplayalım..
NETĠCE: Yüce Allah, zatının ilâhî KADĠM isminden bir kula tecelli
ihsan edince, onun sonradan yaratılmıĢ, hadis bir Ģey olma durumu
kalkar..
Allah ile KADĠM kalır; kendi geçici varlığından yana yok olur..
2 - H A K..
3 - V A H Ġ D..
Böyle bir müĢahede makamına varan kul: Yüce Hakkın zuhurunu, sayılarla tesbit
edilen mahlukattan VAHĠD hükmüyle görür..
4 - K U D D U S..
Kullarından bazılarına, yüce ve sübhan olan Allah; bu KUDDUS ismi ile tecelli eder..
Bu tecelliye erdikten sonra; onun için bir keĢif yolu açılır..
ĠĢ bu keĢif yolunda ise:
5 - Z Â H Ġ R..
Sübhan olan Yüce Allah, kullarından bazılarına da; bu ZÂHĠR ismi ile tecelli eder..
Bu ZÂHĠR isim cihetinden tecelli alan kula: Bu keĢif âleminin içinde; nur-u ilâhî‟nin sırrı
açılır..Bu açılıĢta, kendisine bir marifet yolu gözükür..
ĠĢbu marifet yoluna girdiği anda, anlar ki: O ZÂHĠR olan Allah‟tır..
Yine bu tecelli anında, yüce Allah ikinci bir tecelliyi yapar..
ĠĢ bu tecelli anında dahi anlar ki, ZÂHĠR OLAN kendisidir..
Böyle olunca, kul kaybolur.. Yüce Hakkın batın âlemlerinde; fena yolu ile gizlenir..
Yüce Hakk‟ın varlık zuhurunda yaratılma durumu gider; kalmaz..
6 - B A T I N..
Yüce ve sübhan olan Hak, bazı kullarına da, bu BATIN ismi ile tecelli eder..
Bu tecelliye nail olan kulun keĢif yolu Ģudur..
- E Ģ y a..
Adı verilen her Ģeyin kıyamı, yüce Allah iledir..
Yüce Allah, iĢbu keĢfi, kendisi o eĢyanın batını olduğunu kula bildirmek için yapar..
Bu arada bir baĢka tecelli daha olur; yüce Allah BATIN ismi yönünden
zat tecellisini yapar..
7 – A L L A H..
Kullarından bazılarına, sübhan olan Yüce Hak: ALLAH ismi ile tecelli eder..
ĠĢbu tecellide, açılan yolların bir sınırı yoktur; kul, Allah kapsamına girer,
bütün tecellilere mazhar olur..
Bu tecelliye nail olan kul için, belli bir yol çizilemez.. Çünkü: Allah tecellisi,
zuhur yerlerinde daima değiĢik Ģekil alır.. Bu, onun ihtiva ettiği mananın bir icabıdır..
Yüce ve sübhan olan Hak, kuluna: ALLAH isminden tecelli ettiği zaman
o kul, kendi nefsinden yana fena bulur..
Böyle olunca, kendisinden gaye: ALLAH olur.. Onda ve onun için..
8 – R A H M A N..
Yüce ve sübhan olan Hak, kuluna Allah ismi yönünden tecelli ettiği zaman, zatını onun
için delil kılar.. Ve en yüksek mertebesine ulaĢtırır..
Bu tecelliye nail olan kulun Ģanına: Cümle ilâhî isimler, isim isim iner..
Bu inen isimleri, o kul devamlı olarak alır.. Haliyle onun bu alıĢı,
yüce Hakk‟ın zatından kendisine verilen nur olur..
Bu isimlerin en sonunda, Rabb ismi gelir.. Kul, bu ismin tecellisini kabul ettikten,
kabiliyetine göre yüce Hak da ona Rabb ismi ile tecelli ettikten sonra:
- Esma-i nefsiye..
Adı verilen ismiler, gelmeye baĢlar.. Bu ad altındaki isimler, kulla yüce Hak‟ta
müĢterektir..
Ve Rabb ismi sultanlığı altındadır..
Yüce Allah o kula hak olarak; Kayyum ismini de tecelli yolu ile verirse..
artık onun iĢi isim tecellilerinde bitmiĢ olur..
Yüce ve Sübhan olan Hakkın zatı, kullarından birine; sıfatlarından biri ile tecelli edince.. o kul:
Tecellisini aldığı o sıfatın semasında yüzmeye baĢlar..
ġu bir gerçektir ki, sıfat tecellisine mazhar olan zatlara gelen tecelli ancak,
icmal yolu ile gelir; tafsil yolu ile değil..
Kul, bir sıfatın semasında yüzmeye baĢlar; icmal yolu ile onun kemâline
ulaĢırsa.. o sıfatın arĢını doldurur..
Yani: Kendi aldığı sıfatın..
Kulun kendinde vehmettiği nuru söndüğü zaman, kulda; halkıyete bağlanan ruhu
fena bulduğu zaman, ondan aldıklarına karĢılık kendisi kalır; zatı kalır..
a) Zatında hulûl yolundan bu iĢ olmaz.. Bir incelik taĢıyan LATÎFE yollu olur ..
b) Kendisinden aldıklarına mukabil, kula kendini verip bitiĢmek de olamaz ..
ġunu unutmamalı ki: Onun kullarına tecellisi, bir fazlı ve ihsanı yolundan gelir ..
Onları kendi varlığında ifna ettiği, buna karĢılık onlara bir ihsanda bulunmazsa bu bir tür ;
- N i k m e t ..
Olur ki.. ĠĢte bu, onun Ģanına yakıĢmaz.. Böyle bir durumdan yüce Hak tenzih edilir..
o
Yukarıda:
-LATÎFE
ġeklinde bir kelime kullandık.. ĠĢbu LATĠFE, baĢlıca: Rûhu'l-Kudüs'tür..
O, her Ģeyini ifna ettiği kula; bu:
- Rûhu'l-Kudüs..
Dediğimiz lûtfu, ihsan yollu yapar..
Bütün tecelliler de, bu LATÎFE üzerine gelir..
Bu da onun varlığından baĢka bir Ģey değildir..
- Kul, abd..
Adını veriyoruz.. Çünkü, kuldan gidene karĢılık o vardır..
BaĢka türlü tarif de, imkânsızdır.. Yoksa: Ne kul kalır; ne Rabb..
Zira, merbubun yok oluĢu ile: Rab ismi de kalmaz..
- SIFAT TECELLĠLERĠ kulun; zat durumuna göre, Rabb sıfatı ile sıfat
almasıdır..
Evet.. SIFAT TECELLĠLERĠ bundan ibarettir..
Ne var ki, bu sıfat alma durumunda: Aslî, hükmî ve kat‟î bir kabul olacaktır..
Tıpkı : Görülen açık manası ile, bir sıfatla sıfat alan kimsenin durumu gibi..
Bu kimsenin, o kendisine verilen sıfatı kesin olarak alıp kabul ettiği gibi..
HAYATĠYET..
Yüce Hak kulları arasından, bazılarına; HAYAT sıfatı ile tecelli eder..
Bu sıfatı alan kul, âlemin hayatı olur.. Hem de tümüne birden..
Bunların artık hiçbir manası yoktur; sadece HAYAT sıfatı tecellisine nail olan
kul kalır.. Bunun hayatı, artık onların tümüne hayattır..
Bu tecellide, nice zaman kaldım; taa, yardım eli bana uzanıncaya kadar..
O yardım eli geldi; beni bir baĢka hale geçirdi.. BaĢka yer dahi aslında yoktu..
ĠĢte, sözün geliĢi böyle..
o
ĠLMĠYET
ĠĢbu hayat birliğinde, bütün mevcudat, anlatılan tecelli dolayısı ile; o kulla bir
olmuĢtur..
Anlatılan bu birlikten sonradır ki; yüce zat o kula, ĠLMĠYE sıfatı ile tecelli eder..
Böyle olunca: O kul her Ģeyi bilir.Nasıl oldu, ne Ģekilde oluyor ve sonunda
nasıl olacak?.
Onun tafsili icmalinde gizlidir. Ama, gizliden de gizli bir gayb âleminde..
Ledünnî ve zatî olaraktan..
Sıfat tecellisi içinde olana; ilmin geliĢi, zâhirde olan bir Ģey değildir..
Gizlinin de gizlisi âlemde, o ilmin içine dalan bilir!
o
Burada anlatılanlar, çok ince manalardır.. Ancak:
- G u r e b a..
Adı ile çağırılanlar anlarlar..
Burada tadılması gereken zevkleri, kimse tadamaz; ancak:
- Ümena ve üdeba..
Adı ile anılan zatlar tadarlar..
o
BASARĠYET
Yüce Allah, kullarından bazılarına da, bu BASAR sıfatı ile tecelli eder..
ġayet bir zuhur olacaksa, bu, nadirat hükmündendir.. Ancak, bazı Ģeylerde
olur..
Çünkü: O nadirattan Ģeylerin zuhurunu ise.. yüce Hak, o sıfat tecellisine nail
olan kula ikram yollu çıkarır..
ġehadet âlemi, gayb âleminin aynıdır.. Gayb âlemi ise, aynen Ģehadet âlemi
gibidir..
Bu manaları anlamaya çalıĢ..
o
SEMĠ‟..
- E h l ü l l a h..
Adı ile çağırılır.. Öyle anılırlar.. Ve yüce Hakkın özelliğine sahip olmuĢlardır..
o
K E L Â M..
Yüce Allah:
a) Kuluna hayat sıfatı ile tecelli eder..
b) Sonra, ilim sıfatı ile tecelli eder ve hayat sırrının O'ndan geldiğini öğretir..
c) Bundan sonra, basar sıfatı ile tecelli eder; bildiklerini gösterir..
d) Bundan sonra, SEMĠ, sıfatı ile tecelli eder; gördüklerinin seslerini duyar ve
anlar..
ĠĢ bu halet içinde; yüce Allah‟ın kelâmını; ezelde olduğu hali ile müĢahede eder..
Keza, ebede olduğu gibi..
Gözümsün; süsümsün..
Cemalim sensin; kemalim sensin..
Ġsmim sensin.. Zatım sensin.. Vasfım sensin.. Sıfatım sensin..
MüĢahedeme yaklaĢ; ben sana varlığımla yaklaĢtım.. Uzak durma; çünkü ben:
- H i t a b..
Adı verilemez.. Ancak, bir ilimdir..
Kaldı ki, yüce Allah‟ın kelâmında özellik taĢıyan bir gizlilik yoktur..
Kul, onun kelâmını duyduğu anda bilir ki o: Hakkın kelâmıdır..
Anlatıldığı gibi açık bir durum olunca; delile, beyana artık ihtiyaç duyulmaz..
Tek baĢına ve mücerred olan o hitabı duyduğu anda, kul anlar ki:
Duyduğu Allah kelâmıdır..
o
Yukarıda, bu kelâm tecellisine erip yüce Hakkın kelâmını duyanlar için:
Bu zümre çoğunluktadır..
Daha çok, bu gibi iĢler, yüce Hak yoluna giriliĢin ilk anlarında görülür..
o
Bu KELÂM tecellisine nail olan bazı zatlar da, kerametler talebinde bulunurlar..
Allahü Teâlâ ise.. ikram babından onun bu talebini yerine getirir..
Ġ R A D E..
Bu tecelliye nail olunca, yaratılmıĢlar hep onun iradesi ve arzusuna göre olur..
Tecellinin yolu, kelâm sıfatından geçer..
Ne var ki, bu olamaz.. Çünkü o durum, zatî özellikler arasında sayılır. Bunu
sezememiĢtir..
ĠĢte.. anlatılan talebi yerine gelmeyince, o aynen gördüğü müĢahedeyi inkâr
etmiĢtir..
K U D R E T..
- Salsala-i ceres..
Adı ile bilinen zil sesini duydum.. Onu duyunca bu yapım dağıldı.. terkibim
çözüldü..
Meselâ:
Tasarruf ehli zatların yaptıkları himmet bu tecelli çeĢidindendir..
Hayal âlemi bu tecelli babında sayılır.. Keza, o hayal âleminde, benzeri olmayan
harika acaib iĢler hep bu tecelli icabıdır..
Cennet ehlinin, cennette arzu ettikleri Ģeylerin diledikleri gibi olması bu tecellinin
sonucudur..
Anlatılan manadan yana mahcub olma.. Bütün bu olanlar bir çeĢitten ibarettir..
Gösterdiği yüzlerin Ģekillerine göre değiĢmektedir..
Bu manaları anla..
o
Burada sana bazı iĢaretlerde bulundum..
MüĢkil manalı cümlelerin sırlarını gösterdim..
Eğer bunlara karĢı bir vukufun olur; orada bir durak makamı alırsan;
saklı, gizli kader sırrına muttali olabilirsin..
- O l..
Dersen, o Ģey olur..
O, öyle yüce Allah‟tır ki, emri KÂF ile NUN arasındadır..
R A H M A N Ġ Y E T..
Kulun, bu sıfat tecellisine ermesi; ancak: kendisi için rububiyet arĢı kurulup
ona yerleĢtikten sonra olur..
Geceyi gündüzün içine koyarsın; gündüzü de geceye sokarsın.. Ölüden diri çıkarırsın;
diriden ölü çıkarırsın.. Sen kimi dilersen, ona sayısız rızık verirsin..” ( 3 / 26-27 )
Bütün bu olanlar, onun gayb âleminde olur..
OluĢ Ģekli, Ģekten ve Ģüpheden beridir..
U L Û H Ġ Y E T..
Burada; nur için de, bir mana vermemiz gerekir ki; onu da bilesin..
N u r:
- Kitab-ı mestur..
Olarak tarif edilen satırlar halinde yazılan kitabdır..
- “Allah onunla, çoğunu dalâlete düĢürür; çoklarına da, hidayeti nasib eder..”
( 2 / 26 )
Haliyle, bu hidayet ve dalâlet iĢi; onların getirilen misaldeki anlayıĢlarına göre olmaktadır..
Yukarıda anlatılan nuru, bilhassa, ULÛHĠYET tecellisi babında gerekli bil..
Bil ki..
Bu nur, olmadan, yol kapalıdır..
Çünkü o: Yüce Allah‟ın sıratıdır..
Bu, anlatılan tecelliye ermeyi arzu edenlere, bir yol gösteren hidayettir..
Bundan yana nasibsiz olanlara da dalâlet olur..
Ama ĢaĢma yoluna devam et.. DıĢa kanma; içe dönük ol.. Yolu bulursun..
Bu ULÛHĠYET tecellisine nail olan kul: ÇeĢitli dinlere ve milletlere mensub olanların
görüĢlerinde isabet bulur..
Aynı Ģekilde, onlardan Ģekavet yolunda olanların da; o yola nasıl saptıklarını
müĢahede yolu ile anlar.. Onların Ģekavetine sebeb olan Ģeyi bilir..
Yine bilir ve anlar ki: Dalâlet bataklarına batanlardan her biri; o dalâlet yollarına ne yoldan
girmiĢtir..
Yine bu ULÛHĠYET tecellisi özellikleri arasında, ona nail olan kul için:
nefyin mümkün olmayıĢıdır.. Keza isbatın da mümkün olmayıĢıdır..
Bu ULÛHĠYET tecellisinde:
- Müheyminun..
Adı ile anılan meleklerle görüĢüp buluĢtum..
Bu talebimde, benden iraz etti.. Açık söylemekten kanat açar gibi, omuz silkti..
Ama sonra döndü.. Fasih bir dille konuĢmak isteyenin dönüĢü gibi bana döndü..
Ve.. dizleri üzerine oturdu.. Hayret hali ile çöktü..
Sonra bu, safha safha görülen Ģeylere de yanaĢma.. Sonra, semalara dalar;
Rabbından yana perdeli kalırsın..
Nefyetmek, küfrandır..
Ġsbat etmek, hüsrandır..
Ġsbat ve nefyetmek, iki denizdir.. Yüce Hak ise, onlar arasında bir berzah..
Ġki deniz birbirine karıĢmaz..
O zaman denir:
- Hani sende benim fennim?.
ġayet dersen:
- Sen de, benden ayrısın; baĢkasın..
ġayet:
- A c i z l i k..
Babında bir dille konuĢursan; o zaman da, izzet vasfını öldürmüĢ olursun..
Devam etti:
- Semâ'm yücelerin yücesidir.
Mescidim, taa.. ötelerin ötesindekidir.. Onun çevresi, gelenler için çok güzeldir..
Yolcular için, tatlı akan suyu vardır..
Sordum:
Dedim ki:
- Bu yetmez..
Dedi ki:
- Sana daha fazlasını söyleyip artırayım..
Dedim ki:
- Artır, lutfun olur..
Dedi ki:
- Kalanı, benden sana gelen sağlam haberdir.. Aydınlık görüĢtür..
Dedim ki:
- AnlaĢılması bana zor geliyor.. Sen kimsin?. ey efendimiz..
Dedi ki:
- Kulun özüyüm..
Bu üstün huzur konuĢmaları sürüp gitti.. Böylece onların el değmemiĢ hayır yönleri bana
göründü..
Abdûlkerîm Ceylî
o
Mana, yukarıda anlatıldığı gibi olunca; itibarların, izafetlerin, nisbet
bağlantılarının,
vecihlerin tümden düĢmesi icab eder..
Burada, bir noktaya dikkat edilmesi icab edecek.. Anlatılan Ģeyler için:
Bu:
- Mutlak vücud..
Dediğimiz, sade bir ZÂT‟tan ibarettir..
ZAT‟ın durumu:
- Mutlak vücud..
Dikkat edilirse:
Ancak, Ģunu da ifade etmek icab eder ki, burada: ZAT‟tan murad olunan mana:
Kadim, vacib var olan ZAT‟tır..
Sözümüzden onu:
- M u t l a k..
Tabiri ile de, bağlamıĢ olmayalım..
- M u t l a k..
Tabirinden çıkarmak da mümkün değildir.. Zira, mutlak kendisinde,
Ģekillerden herhangi biri ile, hiçbir bağın olmayıĢıdır..
- Ahadiyet nisbeti..
Denip bağlanmıĢtır..
o
ĠKĠNCĠ TECELLĠGÂH: Hüviyettir..
Burada da, yine önce anlatılan; izafet vb. Ģeylerin zuhuru yoktur..
Ancak, ahadiyetin zuhuru vardır..
Ancak, ahadiyetin, ZAT‟a katılması gibi değildir.. Ahadiyet daha ileri geçer..
Bu, biraz daha akla yakındır..
- HU
Demek sureti ile, gaibe bir iĢaret yolu bulunsun..
Sebebi de: Sonradan yaratılan hâdis Ģeyler, huzur ve hâzır gibi manalar
akıl yolu ile bilinsin..
Haliyle bu gibi Ģeyler, yani : Sonradan yaratılan hâdis Ģeyler, rütbe itibarı ile:
- “BEN..” ( 27 / 9 )
Kelimesi, ahadiyete iĢaret sayılır.. Çünkü o, sırf isbattır.. Onda bir takyid,
yani: Bağlılık yoktur..
Aynı Ģekilde, ahadiyet sırf mutlak ZAT‟tır.. Kendi dıĢında hiçbir Ģeyle bağlılığı
yoktur..
- “O..” ( 27 / 9 )
Zamiri ise.. ahadiyete mülhak olan hüviyete iĢarettir..
Bunun için ''inne'' ile beraber,bitiĢik olarak zahir oldu
Böylece:
- “BEN..” ( 27 / 9 )
Kelimesi,''ahadiyete'' mülhak olan ''hüviyete''e mülhak ''enniyet''e iĢarettir.
- “ALLAH..” ( 27 / 9 )
Lafza-i celâlidir..
- “BEN..” ( 27 / 9 )
Kelimesine dayandı.. Böylece: Ahadiyet ve hüviyet derecesinde bir enniyet,
yani :BENLĠK oldu..
- Ulûhiyet..
Tabir edilir.. Ki bu da: Vahidiyet mertebesinden ayrılıp gelir.. Böylece:
- A L L A H ..
Adını almaya hak kazanır..
Üstte geçen âyet-i kerimenin tertibi de, anlattığımız manaya delâlet eder..
Yukarıda dediklerimizi anladınsa, sana ZAT üzerine baĢka bir mana kapısı
açalım..
- Latife-i ilâhiye..
Bulunan kimselerden ibarettir..
- Yüce Hak bir kuluna tecelli eder ve kendi varlığında fenaya vardırırsa..
onun yerine: ĠLÂHÎ LATĠFE yerleĢtirir..
a) Z A T Î..
b) S I F A T Î..
ġimdi bunların manasını açalım..
- Mehdî ve Hâtem..
Tabirleri, onu anlatmak için kullanılır..
O kimse, sahib olduğu bu güçle istediğini yapar..Hiçbir Ģey, ona kapalı değildir..
Bütün bunların o velîde var oluĢu;
o ilâhî LATĠFE‟nin: Sırf, sade ZAT olarak var oluĢuna bağlanır..
ĠĢbu bağlayıcı ve tutucu Ģey, isim olabilir.. Hakka has bir vasıf da olabilir.
Halka mahsus bir vasıf da olabilir..
Çünkü o: Sade bir ZAT‟tır.. Bilfiil eĢya onun katındadır.. Bilkuvve değil..
Zira, arada bir engel yoktur..
Bunların dıĢında kalanlar için dahi, orada bir kıpırdama ve bir giriĢ hakkı yoktur..
Son olarak Ģu âyet-i kerimeyi okuyalım ve ZAT bahsini burada bitirmiĢ olalım:
Bir Ģeyin kendi nefsi için varlığı: Onun, tam bir HAYAT‟ıdır..
Ve bir Ģeyin kendinden baĢkası için varlığı, onun için izafet yollu bir HAYAT‟tır..
Böyle olunca, asıl HAYAT sahibi odur.. HAYAT‟ı da, tam bir HAYAT‟tır..
Ona ölüm gelemez. Gelemez; böyle bir Ģey düĢünülemez de..
Halkın durumuna gelince: Onlar, Allah için mevcut olanlar cümlesinden sayılır..
ġimdi, yüce Allah‟ın insanlardaki HAYAT durumuna geçelim.
1 – ĠNSAN-I KÂMĠL..
HAYAT‟ın zuhura geldiği kimselerden bazılarında; HAYAT tam sureti ile zuhura gelir..
Onun Hakka yakınlığı, sayılan hallerin hiç biri ile ilgili değildir..
BaĢkasına nazaran, tam HAYAT sahibidir..
- M Ü H E Y M Ġ N..
Ġsmi ile adlandırılan, illiyyûn melekleridir..
Bu manayı anla..
Anlatılanlardan her biri, kendi için vardır.. Mevcut olduğunu bilir.. anlar..
Bilir, onlar ama, bu vücud onun için hakikî bir vücud değildir..
Böyle olunca, onun mevcud oluĢu, Hak içindir; kendisi için değil..
Böyle olduğu için,onun rabb'i Hakk için mevcûddur,onun için mevcûd değildir..
3 - KALAN HAYVANAT..
Yoksa, vücuda bulunan her Ģey: HAYAT ciheti ile, tam HAYAT içindedir..
Zira, özünde HAYAT tek HAYAT‟tır.. Onda noksan olma yolu yoktur.
Bölünme imkânı da düĢünülemez..
Önce varlıkların HAY ismi cihetinden tesbihini ele alalım..
Bu tesbihi: HAY isminin onlarda aynen HAYAT Ģeklindeki oluĢuna bağlamak icab
eder..
Aynı Ģekilde, onların bu tesbihini, alim ismine de bağlayabiliriz.. Bu da, onların ilim altına
giriĢlerinin bir sonucudur..
- Yâ Alîm..
Diyor.. Onlardan biri böyle dediği zaman:
Yüce Allah‟a olan bilgisini onun alim olduğuna dair anlayıĢını, kendi özünden
almıĢtır..
Bu ilim ise.. onlara, Ģöyle veya böyle oluĢ Ģekillerine hükmen konmuĢtur..
Bilesin ki..
Çünkü:
EĢya kendi HAYAT‟ıdır..
HAYAT‟ı ise.. kendi sıfatıdır..
Sıfatı ise.. kendisine, yani: Zatına bağlıdır..
Anlatılan manayı, akıl yolu ile, bulmak istediğin zaman, kendi HAYAT‟ına bak.. Onun sana
bağlanıĢını gör..
Bu bakıp görmende sana has olan ruhtan baĢka bir Ģey bulamazsın..
Bu ruh ise.. hâdis bir ruhtur..
Bu böyle.. ama, daha ileri geçer; kendi HAYAT‟ının sana ihtisasından yana bakmazsan..
Bu Ģekildeki ilmi, onu bir baĢka gözle müĢahede etme yolundan elde ettim..
Öyle bir gözle ki.. onu anlatabilmek için:
- Vücud..
Ġsmi verilenleri de onlara kat..Ve bil ki: Hepsi, tam bir HAYAT‟a sahiptir..
Bunlardan her birinin HAYAT‟ı: Kendilerinde kendileri için tam bir HAYAT sayılır..
Tam HAYAT sahibidir: Onunla akıl eder; onunla iĢitir, onunla görür,
güç yetirir, diler ve dilediğini de yapar..
- “Ameller kıyamet günü suretler alarak gelir.. Gelir ve kendisini iĢleyene Ģu hitabı
yapar:
Bu bir hadis-i Ģerifti.. Bir baĢka hadis-i Ģerifte ise, Ģöyle buyuruldu:
Hâsılı: EĢyanın tümü Allah‟ı Tesbih eder.. Hem de açık konuĢulan bir dille..
Allah‟ın keĢif ihsan ettiği kullar, bunu duyarlar..
Keza, hal ile de tesbih ederler.. Ki bunu: Bu bölümün geçen kısmında da anlattık..
Bu manayı anla..
Bu Ģekilde, teyid yollu anlatmamız da, muhataba bir Ģey anlatabilmek içindir..
Bizim için değildir.. Bizim, bu keĢfi, bu gibi teyidlerle bulduğumuz manasına da gelmez..
Bilesin ki...
Yüce Hakkın zatının iktizası olarak, malumatı kendinden aldığı bu ikinci hükmü görünce,
sandı ki:
Yüce Hakkın ĠLM‟i, malûmatın iktiza ettiği Ģeylerden gelmiĢtir.. Bu sebeble:
- Bilinen Ģeyler, yani: Malûmat, yüce Hakka ĠLM‟i kendi özlerinden verdiler..
Dedi:
Böylece: Malûmatın ĠLM‟i yüce Haktaki; zatî, aslî ve küllî ĠLĠM olduğunu anlamayı
kaçırdı..
Hem bu ĠLĠM, malûmatın yaratılmasından ve icadından önce, yüce Hak‟ta vardı..
Zira, onların ilm-i ilâhî‟deki oluĢu, ancak yüce Hakkın onlara karĢı olan ĠLĠM‟idir..
Bu ĠLĠM ise, ancak malûmatın tek tek zatları için konan bir hükümdür..
Bundan sonra, malûmattan bazı iĢler iktiza etti.. Yani: Malûmattaki ĠLĠM,
yüce Hakkın zatında bir değiĢiklik alarak..
Önce böyle.. sonra, yukarıda anlatılan ikinci hüküm gelir; malûmatın ĠLM‟i yüce zata
bağlanmıĢ olur..
Yukarıda anlatılan manâyı, derinliğine düĢün.. Çünkü bu: Ġnce bir meseledir..
..Ve anlatıldığı gibidir..
- Bilinen Ģeyler, yani: Malûmat, yüce Hakka ĠLM‟i, kendi özlerinden verdiler..
Cümlesinde anlatıldığı gibi olacak olsa idi; o zaman, yüce Hak için
ĠLM‟in oluĢu, malûmata dayanırdı..
Kendi vasfında, bir Ģeye dayanma durumu olan ise.. o Ģeye muhtaç sayılır..
Ġhtiyaca sebeb olan ise: O dayanma vasfıdır..
Yüce Allah ise.. bu gibi Ģeylerden yana tam bir yüceliğe sahiptir..
A L Î M..
 L Ġ M..
A L L Â M..
EĢyanın bilinme yolu ile, ĠLĠM; ikisi birlikte yüce Hakka bağlandığı zaman bu:
- A L L Â M..
Adı kendisini için verilir ve öyle söylenir..
Yukarıda özeti çıkarılan: ALÎM, ÂLĠM, ALL ÂM isimleri üzerinde biraz duralım..
ġöyleki:
a) A L Ġ M..
Bu isim:
- Sıfat-ı nefsiye..
b) Â L Ġ M..
Bu isim:
- Sıfat-ı fiiliye..
- F i i l i y e..
Denmesi de, bu sebebe dayanır.. Böyle olması da gereklidir..
c) A L L Â M..
- Sıfat-ı nefsiye..
Adı verilir.. Tıpkı ALĠM gibi olur..
- Sıfat-ı fiiliye..
Adını alır..
Anlatılan sebeblere dayandığı içindir ki; halkın ĠLĠM babında vasfı
- Â L Ġ M..
Olarak geçer.. Hiçbir Ģekilde onlara:
- ALÎM ve ALLÂM ..
Adı verilemez.. Meselâ:
Bir Ģahıs, bu gibi vasıfla anıldığı zaman, mutlaka bir kayda bağlamak icab eder.. Meselâ:
Eğer bir Ģahsı bu vasıf ile tavsîf lazım gelirse ''kezâ fende allâmdır'' denilebilirse de,
bu da mecâz suretiyle olur..
Ama halkın:
- Falan ALLÂME‟dir..
ġeklinde kullandıkları cümlede geçen ALLÂME tabiri, bu kabilden değildir.. Çünkü bu,
Allah ismi değildir.. Zira:
- Allah ALLÂME‟dir..
Denmesi caiz değildir..
Bilesin ki..
Bu durumu, bundan önceki bölümde, Ģuna benzer bir cümle ile anlatmıĢtık:
- Bir Ģeyin varlığı kendisi için hayattır.. Vücudu ise.. zatından baĢkası değildir..
Zata ise.. hayat vasfından daha yakın bir Ģey yoktur..
Hayata ise.. ĠLĠM‟den daha yakını yoktur..
1 ) ĠLHAMÎ..
Bu iki çeĢit ĠLĠM arasında, mana itibarı ile, bir fark yoktur..
Bu izahtan da, anlaĢılıyor ki: ĠLĠM hayata en yakın olan vasıflar arasında sayılır..
ĠĢbu mana icabıdır ki, yüce Allah kinaye yollu, ĠLM‟i hayattan saydı:
- “Yoksa.. ölü iken dirilttiğimiz kimse, onun gibi mi olur ki?..” ( 6 / 122 )
Yani:
Yani:
Yani:
- Cehalet karanlığında..
Demeğe geliyor.. Ki bu: Cehaletin aynı olan tabiat zulmetidir..
Devamla bu kimse için:
- Onun vasfı mahluk olamaz.. Onun için bir yokluk vasfı da yoktur..
Ama, iĢin inceliğini anlayamadılar ki: Yüce ve sübhan olan Hak, her ne kadar
mahlukatında zâhir olmuĢ ise de; bu onun Ģanına yakıĢır bir Ģekildedir..
Zatının hakkı olan biçimdedir..
ġayet mahlukatın noksanından ona bir noksan isnad edilirse.. O noksanlar arasında
kemâli zuhur eder; noksan hükmünü, o mahlukattan kaldırır..
Onun zatına bağlandığı için,
kâmillik durumunu kazanır..
Eğer böyle bir istiklâle sahib olmasaydı; yüce Allah‟ın sıfatlarından bazısı,
baĢkası ile terkib edilmiĢ olurdu..Ya da, sıfatlarının bir araya gelmiĢi olurdu..
Halbuki böyle bir Ģey yoktur..
DüĢün:
Hatta sen, anlatılan manaya göre: Muhal olan bir Ģeyi vücud hükmüne bağlayabilirsin;
ama insan vasıtası ile..
ĠĢ, anlatıldığı gibi olunca, melekût âleminde bulunan Ģeylerin bu mülk âleminde zuhuru
gerekir..
Allah dilerse, bu kitabın belli yerinde melekût âlemi üzerine söz edilecektir..
Yukarıda anlatılan manaları anladıktan sonra, ĠLĠM olsun, hayat olsun; isterse bunların
dıĢında kalan sıfatlar olsun:
Cenab-ı Ġlâhî üzerine, bilhassa onun Resulünün S.A. diliyle söz yolu açıktır.. ġu âyet-i
kerime bu manayı ifade eder:
Hak, MÜ'MĠNDĠR: MÜ'MĠN olan kimse ile iki ayna gibi olup,
Bizzat tekâbül/karĢılıklı oluĢları vardır.
Bilesin ki..
ĠRADE: yüce Hakkın ilim tecellisidir.. Haliyle bu, zatî bir hükme göre olur..
ĠRADE: Varlık babında, malumata yüce Hakkın tahsis ettiği bir özelliktir..
Bu tahsis dahi, ilmin verdiği hükme bağlıdır..
Yani: ilim neyi icab ettiriyorsa.. yapılan tahsis ona göre olur..
Bu vasfın adına:
- Ġ R A D E..
Denir..
- ĠRADE, yaratılmıĢtır..
Diyoruz.. Yani: Bizim vasfımıza göre olan ĠRADE..
Talebe uygun bir Ģekilde, eĢyanın beyanı için, bize engel olan durum ise..
o ĠRADE‟nin bize olan nisbetidir..
ĠRADE‟nin bize karĢı olan bu nisbeti kalktığı, tamamen Hakka bağlandığı zaman..
ama ondaki Ģekliyle.. iĢte o zaman : EġYA, talebe uygun bir Ģekilde, oluĢmaya baĢlar..
Bu manayı da anla..
Bu manayı da anla..
Bilesin ki..
ĠKĠNCĠSĠ: Vela‟..
Bu:
ÜÇÜNCÜSÜ: Sababet..
DÖRDÜNCÜSÜ: ġegaf..
BEġĠNCĠSĠ: Heva..
ALTINCISI: GARAM
YEDĠNCĠSĠ: Hubb..
SEKĠZĠNCĠSĠ: Vüdd..
DOKUZUNCUSU: AĢk..
Yukarıda anlatılan haller tam bir kabarıĢla kabardığı zaman, bu AġK baĢlar..
Bu makamda, seven de, sevilen de yok olur..
- Leylânın yolu, Mecnun‟a uğramıĢ; konuĢmak için, yanına çağırmıĢ.. Buna karĢılık
Mecnun Ģöyle demiĢ:
Burada Ģunu da anlatmak istiyorum: AġK, ilk zuhuru anında, aĢıkı yok eder..
Anlatılan hallerin sonunda, aĢık tükenir.. Sönerse.. aĢk onun elinden tutar; maĢukunda
fenaya sokar..
Böyle bir haldeyse.. aĢk fena halini de söndürür.. Ġsmi önce gider;
sonra da vasfı gider; daha sonra zat da gider..
Bundan sonradır ki: Ġki suretle de görünür.. iki sıfatla da, sıfat alır..
- F E N A..
Diye anlattığımız tabirdir.. Bu nedir?..
Bilesin ki..
FENA: ġuurun olmayıĢından ibarettir..
- Kendini bilmeyiĢi..
Demektir..
Manasına gelir..
Halka tahsis edilen ĠLÂHĠ ĠRADE, her hal ü kârda, hiçbir illete
ve sebebe dayanmamaktadır..
Giriş
Mukaddime
Zat
İsim
Sıfat
Uluhiyet
Ahadiyet
Vahidiyet
Rahmaniyet
Rubûbiyet
Amâ
Tenzih
Teşbih
Fiiller Tecellisi
İsimler Tecellisi
Sıfatlar Tecellisi 1
Sıfatlar Tecellisi 2
Zat Tecelligahı
Hayat
İlim
İrade
Yani: Onun malumatı dahilinde olan göze gelen varlığın, adem (yokluk) âleminden gelip
açığa çıktığı yerdir..
Çünkü Cenâb-ı Hak, o malûmatın ademden (yokluktan) mevcûd olduğunu, ilâhî ilminde
bilir.
Bu KUDRET: Bize bağlantısı dolayısı ile, önemli iĢler yapmaktan yana acizdir..
O, Ģöyle demektedir:
Bu fikirde, her ne kadar akla uygun bir yön var ise de, zayıftır..
EĢya önce onun ilminde idi.. Sonra, onu bu göze gelen âleme getirdi..
böylece geliĢin adı:
ĠĢbu mana icabıdır ki: Yüce Allah‟a kadim olma vasfı yerinde olur..
Bunun tersi bir mana düĢünüldüğü zaman, hangi yönden bakılırsa bakılsın; varlıkların
kıdem babında onunla beraber yürümeleri lüzumu ortaya çıkar..
Netice: Yüce Allah, eĢyayı kendi ilminde adem (yok) babından yarattı..
Bu manayı düĢün..
- Çıkarmayı yarattı..
Diyoruz.. Çünkü:
EĢya, aslına bakılırsa.. sırf bir ademden ibaret olarak ilimde vardır..
Ancak, zatına bağlı öz ilme göre, her ikisi de, bir ilimden ibarettir..
Bu, aslî hükmî bir önceliktir; .. Zamana bağlı bir öncelik değildir..
Çünkü, yüce Allah: Özünde zatı ile bir istiklâle sahiptir..
Ama, yüce ve sübhan olan Allâh, onları,ilminde, sırf yokluktan icad edip,
sonra ilmî âlemden, kudretiyle, aynî âleme çıkarmıĢtır.
Hakk'ın mahlukatı icadı, yokluktan ilme, ilimden ayn'e icad suretiyledir.
Ġcad iĢinde yol burada kalır.. Daha ötesi yoktur..
Sonra..
Buraya kadar olan izahımız da, bu gibi sözlere yer verilmesi içindir..
Zira yüce Allah, bu gibi isnatlardan yana tam olarak yücedir..
Bu manayı anla..
Kitabımıza onu almamızın sebebi ise.. o keĢif üzerine bir tenbihtir.. nasihattir..
Bu tenbih ve nasihat ise.. Allah ve Resulü namına müminleredir..
Bu manada:
Bu manayı da anla..
Bilesin ki..
Toplu bir mana ile, yüce Allah‟ın KELÂM‟ı ilminin tecellisidir..
- N e f s i y e..
Yukarıda:
- N e f s i y e..
BĠRĠNCĠ CĠHET:
Ancak, kâinatın bu emre itaatı; onu bilip anlamadıkları bir cihetten olur..
ĠĢbu kelâmını onlara, duyurması ve onları emri cihetine çekiĢi, kendi yardımıdır.. Ondan gelen
ezelî rahmettir.
- Ġtaat eden..
Ġsminin verilmesi yerinde oluyor.. Onun taat ismini alıĢı sonundaysa; onun için:
- Saîd..
Adı söylenir..
Dediler ki:
- Ġsteyerek gelmiĢiz..” ( 41 / 11 )
Çünkü yüce Hak: Kâinatı taat hükmüne bağlanmıĢ ve onları emrine muti kılmıĢtır.. Ġtaat
eden ise.. rahmete nail olmuĢtur..
Mecburi geliniz, diye hükmetse idi, o zaman bu hüküm fazl/tefaddul değil, adalet olurdu..
NETĠCE: Toplu mana ile, onun emrine hakikatta asi olan yoktur..
- “Ġsteyerek gelmiĢiz..” ( 41 / 11 )
Hasılı: ''Her itaat edenin nasîbi de rahmetten baĢka bir Ģey değildir'' ..
- Yetti.. yetti..
Ve.. kabarması geçti.. O ateĢin yerinde artık kereviz otu biter..
Buraya kadar anlatılanlar, KELÂM için anlattığımız iki cihetten birinci cihetin,
birinci çeĢidi idi..
Bu geliĢ; halkı ile, zatı arasında bir ünsiyet lügatı ile olur..
Buna bir misal olarak: Enbiyâya inen kitapları ve onlarlarla olan konuĢmasını gösterebiliriz..
Bir de, Enbiyâdan baĢka velilerle olan konuĢmalarını..
Taat ve mahlukatın masiyeti de, buradan çıktı.. Yani: Kitaplarla inen emirlerden..
Bu türden ilâhî kelâmda, seçme durumunun onlara bağlanıĢını memur olanlara vermek,
bir çeĢit ilâhî ihsan/cömertliktir.
Sonuç olarak: Bu türde, sevap ilâhî bir fazl/ihsan, ceza ise Sübhân'ın adaletidir.
ĠKĠNCĠ CĠHET:
Bu mana icabıdır ki: Mümkin çeĢidi varlıklar için, bir tükenme yoktur..
ġöyle ki: Gerçek manası ile KELÂM, toplu bir bakıĢla, KELÂM sahibinin
ilminde bulunan manaya bir surettir..
Bu ayan-ı sabite için tabir çoktur. AĢağıda, sıra ile söylenen cümlelerin
hangisini istersen, onu diyebilirsin:
KonuĢan bir kimseye, bu konuĢma iĢinde, arzuya bağlı bir hareket lâzımdır..
Bir de o harfleri, gayb sayılan içinden dudağa çıkaracak nefese ihtiyacı vardır..
Bu irade: KonuĢmayı yapanın, içinde bulunan hareket arzusuna bağlı iradenin karĢılığıdır..
Halkın olumu ise.. konuĢanın nefesi ile, kelimenin belli bir terkibde
düzenine mukabildir.
Ġnsanı, zatı için: Kâmil bir örnek halinde meydana getiren yüce sübhandır..
Eğer bağlı olduğumuz bir ahd olmasaydı; bir Ģartla bağlanmıĢ durum olmasaydı..
anlatılanların çok çok üstünde bir beyanda bulunurdum..
Ve.. o beyanı: Ayıklar için bir gıda yapardım: sarhoĢlar için ise.. bir nakil..
Kaldı ki: Bu kitabın çoğu kısmı bu kabildendir.. Ama, ben o sırları kabukla sarıp sakladım.. Onları
ancak kalb sahibi olanlar dile getirir, anlarlar..
Bu lisân-ı hâl ile olan nutuk, Allâh'ın indinde fasih nutuk gibi
bir gereğe uygun olarak söylenen nutk değildir..
Bil..
Çünkü, yüce sübhan olan Allah, her iĢittiği Ģeyi, iĢitmeden önce bilir;
iĢittikten sonra da..
SEM‟: Allah‟ın nefsî vasfıdır.. Onu, kendi özünde; kemâli için gerekli kılmıĢtır..
Yüce Hakkın, ġuûnu itibariyle,kendine mahsus olan iĢitme'si, isimleri ve sıfatlarındaki itibârî
durumları ve müessirlerin talebi yönünden isimlerinin ve sıfatlarının gereğidir ..
Anlatılan manadan, ikinci bir iĢitme durumu çıkar ki, o da: Kendi zatına seçilen kullarına
Kur‟an öğretmesidir.. Ama: Rahman ismi ile..
Çünkü bu makamda, iĢitme sıfatı; hakikat olarak; zata bağlı bir Ģekilde verilir..
Bu veriliĢte, emanetlik durumu olmadığı gibi, ayrı bir yönden istifade edilmiĢ durum da
yoktur..
Bir kul için, iĢitme tecellisi, anlatıldığı Ģekilde olunca: onun için,
Rahmaniyet arĢı kurulur.. Bu arĢın seviyesinde Rabbı ona tecelli eder..
Eğer o kulun -Ģe'n-leri iĢitmesi olmasa : Deyyan olan zattan, isimler ve vasıflar bu iĢitmeyi
iktiza etmezdi/gerektirmezdi.. Ve onun için: Rahmanın huzurunda,
Kur‟an edebleri ile edeblenmek de mümkün olmazdı..
Kula ihsan edilen, isimlere ve sıfatlara ait Ģe'n-ler, ancak yüce Hakkın gaybındaki tercihli
durumlardır..
- “Yaratan Rabbının adı ile oku.. Ġnsanı bir kan pıhtısından yarattı..
Oku, Rabbın nihayetsiz kerem sahibidir.. Öyle ki, kalemi öğretti..
Ġnsana bilmediğini öğretti..” ( 96 / 1-5 )
- Kur‟an ehli..
Demekten kasdım, onların: Zat itibarı ile, Muhammedî bir vasıf taĢıdıklarını
anlatmaktır.. Bu halleri ile onlar Allah ehli ve onun has kullarıdır..
Ġlâhi kelâmı duymaya ve onu, Allah duyuĢu ile Allah‟ın zatından duymaya gelelim.. Böyle bir
durum:
- Fürkanı okumak..
-Nefsiyyûn.. Mûseviyyûn..
- Nefsiyyûn-ı Mûseviyyûn..
Tabiri kullanılır.. Haliyle, bunlar önce anlatılan zatî Muhammedî olanların aksinedir.
NETĠCE:
Bu ikisi arasındaki fark ise, Habib ile kelim arasındaki fark gibidir..
Allah.. Hak söyler..
Bil..
Çünkü: Yüce Sübhan Allah‟ın ilmi de, zatından ibarettir.. Haliyle bu durum,
zatının ilme bir baĢlangıç noktası oluĢu itibarına göredir..
Zira yüce Allah, zatı ile görür; zatı ile bilir.. Onun zatında ise,
sayıya gelen ikilik yoktur..
Durum anlatıldığı gibi olunca: Yüce Hakkın: Ġlim mahalli, görme mahalli sayılır..
ĠĢ yukarıda anlatıldığı gibi olunca: Yüce Hak, zatı ile zatını görür..
Aynı Ģekilde, mahlukatını da zatı ile görür..
BASAR, bir vasıftır.. Ancak ayrılık, görüĢ yerlerinin değiĢmesi sonucunda olur..
Yüce ve sübhan olan zat, eĢyayı devamlı olarak görür.. Lâkin bir Ģeye,
ancak dilediği zamana bakar..
Burada, ince ve önemli bir nükte vardır.. Onu anlamaya bak.. ġöyle ki:
Lâkin yüce Hakkın bir Ģeye bakması, ancak dilediği zamana rastlar..
- “Bakmaz..” ( 3 / 77 )
Lafzı için verilen mana, sadece, ona mahsus değildir.. Aynı mana,
diğer sıfatlarda da geçerlidir..
- B i l m e z..
Aynı Ģekilde, yukarıda geçen hadis-i Ģerifte belirtilen, kalbe bakma durumu da
devamlıdır.. Yani:
Her kim anlattığımız mana dıĢında bir tevil yolu ararsa, onun mutlaka
bir boĢluğa düĢmesi beklenir..
Anlamaya çalıĢ..
- Basiret..
Olmaktadır..
ĠĢbu basiret, aynı ile: Yüce Allah‟a bağlandığı zaman, onun kadim BASAR‟ı olur..
ġimdi..
Üstte anlatılan mananın sırrı sana açılırsa.. ki bu açılıĢ; ancak Allah ile olacaktır..
ĠĢte o zaman, eĢyanın hakikatlerini olduğu gibi görürsün..
Hiç bir Ģey, senin gözüne kapalı kalmaz..
..Ve sensiz sen ol.. Hatta sen de olma.. Böyleki oldun: Sende tedbir eden,
Allah olur.. Ama nasıl dilerse öyle..
Yani:
Demek istiyorum..
Bil..
Allah ve Rahman ismi de aynı Ģeklidedir.. Ama, Rahim ismi böyle değildir..
O, CEMÂL ismidir..
Bilesin ki..
Yüce ve sübhan olan Hakkın CEMÂL‟i her ne kadar çok çeĢitli ise de,
buradaki iki çeĢitte sayılabilir..
Bu çeĢit, kendinden:
- Âlem-i mutlak..
Olarak bahsedilen mahlukattan ibarettir..
Bu ikinci çeĢit, bütün parçalarına ve değiĢik Ģekillerine rağmen,
mutlak bir ilâhi güzellikten ibarettir..
O güzellik, bu heyet tecelligâhında zuhura gelmiĢtir..
- Halk..
Bunun böyle oluĢu, ilâhî CEMAL tecelligâhlarından bir tecelligâh olmasına bağlıdır..
CEMÂL sıfatının çeĢitli görünüĢü itibarlarına bağlı değildir..
Sebebine gelince: Güzelin bir vasfı da; çirkini, çirkin vasfı ile ortaya çıkarmaktır..
Taki, varlıktaki mertebesini korusun..
Aynı Ģekilde, ilâhi güzelliğin güzel cinsini kendi güzel Ģekli ile çıkarması da,
kendi varlığını koruması babındadır..
Bilesin ki..
Hele bir bak: Masiyetlerin çirkinliği, ancak yasak oluĢuna bağlı bir çirkinliktir..
Meselâ: Hisle görülen, akıl yoluyla bulunan vehmedilen, evvel, âhir, zâhir, batın,
söz, fiil, suret ve mana..
- Kaside-i Ayniye..
Adlı eserimde, yukarıdaki manalar üzerine Ģöyle yazdım:
Sakın:
- Bu güzellikler başkasının..
Sözünü etme;
- Güzellik de, çirkinlik de ona döner zat yolundan..
Ġtikad ehli kimselerden her birine gereken odur ki, yüce Rabb‟ının güzel isimleri ve yüce
sıfatlarına vb. vasıflarına yakıĢan bir itikada sahib ola..
Durum, böyle olunca: Her suretten doğan müĢahede, itikad edene göre değiĢik olur..
Sonra, müĢahede yönünden görülen sıfat da, Yüce Allah‟ın CEMÂL sıfatıdır..
ĠĢbu mana icabıdır ki: CEMÂL sıfatının manevî yönünü, tam olarak müĢahede yolu ile bulmak
muhal olur..
Bilesin ki..
Tafsil yolundakine gelince; o zaman: Azamet, Kibriya, mecd, senadan ibaret kalır..
Keza her cemal de onundur.. Ama, zuhurda Ģiddet kesbettiği zaman..
.. Ve o zaman:
ĠĢte o zaman:
- C e m a l..
Yukarıda anlatılan mana icabı olarak, Ģöyle demiĢlerdir:
- Her cemal için CELÂL vardır.. Her CELÂL için cemal vardır..
Halkın elinde bulunan yüce Allah‟ın cemaline gelince:
Ancak CELÂL sıfatının cemalidir; ya da cemal sıfatının CELÂL yönü..
ġöyleki:
( Toplam : ON )
ĠKĠNCĠ KISIM : CELÂL sıfatına bağlı isimler ve sıfatlar kısmı:
( Toplam : KIRK )
ÜÇÜNCÜ KISIM : CELÂL ve cemal sıfatları arasında müĢterek olan kemal sıfatları
kısmı:
( Toplam : YİRMİ
DOKUZ )
DÖRDÜNCÜ KISIM : Cemal sıfatına bağlı isimler ve sıfatlar kısmı :
El-Alim’ür Rahim El-Muizz’ül-Hafız El-Daim’ül-Baki El-Mücmil’ül-Karib
( Toplam : ELLİ ÜÇ )
ĠĢbu eser ise.. o ismin ve sıfatın CELÂL‟ine veya cemaline, yahut kemaline
bir zuhur yeridir..
Üstte anlatılan manaya bir misal olarak malumatı alalım..
Umumî bir mana ile malumat: Yüce Hakkın, ALĠM, isminin eseridir..
Malumat olarak bilinen hemen her Ģey: Yüce ve sübhan olan Hak ilminin
zuhur yerleridir..
Bu selâm ismine mazhar olan bütün varlık, sırf yok olma durumundan
selâmeti bulmuĢlardır..
Bu manada, rahmete nail olmayan hiçbir varlık yoktur.. Bu rahmete nail olma durumu Ģu
iki halden birinde mutlaka görülür:
a) O Ģeyin yaratılması..
b) Özel bir rahmete ermiĢ bulunması..
Anlatılan mana icabıdır ki: Cemal ismine bağlı sıfatlardan ve isimlerden her biri,
bir eser olma yönüyle varlığı kapsamına alır..
Amma umumî bir mana ile.. amma hususî bir mana ile..
Durum anlatıldığı gibi olunca, bütün mevcudat, yüce Hakkın cemal sıfatının
zuhur yerleridir..
Özellikle bir eseri gerektiren: Kadir, Rakib, Vasi sıfatları.. Çünkü, onun eseri
varlığa dağılmıĢtır..
ĠĢ anlatıldığı gibi olunca, CELÂL sıfatlarının bir dalı olması yönüyle bu varlık,
CELÂL mazharları olurlar..
ĠĢbu mana:
Anlamaya çalıĢ..
Yukarıda söylediğim:
- Tüm olarak..
Sözümden murad:
Demektir..
Bu manayı anla..
ĠKĠNCĠ KISIM : Bu kısma giren her isme varlık bir zuhur yeri olur..
Ama, her yönden değil..
Bunlar: Basir ismi, Semi ismi, Halık ve Hakim ismi vb. isimlerdir..
Bu manayı anla..
Yukarıda anlatılan manaları anladıktan sonra bilesin ki..
- K â m i l..
Vasfı ile söylenen bir kul, sayılan isimlerin tümünün zuhur yeridir..
Haliyle, insan-ı kâmil, onun dıĢında kalır.. Çünkü, insan-ı kâmil, tek baĢına
zatî isimlerin mazharıdır.. Hatta, diğer isimlerin de mazharıdır..
Bu âyette:
- “EMANET..” ( 33 / 72 )
Onun için:
Varlık baĢtan sona aransa taransa, insandan yararlısı bulunamaz..
- “G ö k l e r ..” ( 33 / 72 )
- “Y e r ..” ( 33 / 72 )
Cümlesinden murad:
Onların, onu taĢımaya dair bir kabiliyete sahib olamayıĢlarıdır..
- “Ondan korktular..” ( 33 / 72 )
- “O zalumdur..” ( 33 / 72 )
- O nefsine zulmeder..
Sebebine gelince: Nefsinin tam olarak hakkını vermesi için, hakikî manası ile,
Allah‟a tam senasını yapması gerekir. Bu da olamaz..
Ġnsanın:
- “Zalum..” ( 33 / 72 )
Demektir..
Aynı âyetin devamında ise.. yüce Hak insanın özrünü ileri sürüp:
- “O: Cehuldür..” ( 33 / 72 )
Bu âyette geçen:
- “Zalum..” ( 33 / 72 )
Kelimesi için, ikinci bir mana daha vardır ki, o da mef‟uli isim olmasıdır..
Bu manaya göre insanın:
- “Z a l u m..” ( 33 / 72 )
- Mazlum..
- “C e h u l.” ( 33 / 72 )
Demeğe gelir..
ĠĢbu mana: Ġnsan-ı kâmil namına, sair mahlukat için yüce Hakkın özür beyanıdır..
Ta ki, onlar: Zulüm vebalinden kurtulalar.. Kıyamet günü perde aralandığı zaman, dileyecekleri
özür makbul ola..
Bilesin ki..
Yüce Allah‟ın KEMÂL vasfı, kendi mahiyetinden ibarettir..
Buradaki mahiyet:
Manasına alınmalıdır..
- Bu, budur..
Denemez..
Zira: Yüce Hakkın kemâli için bir son durak ve bir nihayet yoktur..
Yukarıda geçen:
- Yüce Hak, mahiyetini idrâk eder.. Ama o mahiyetin içinde bulunduğu hal üzere
kavranamayacağını idrâktan sonra..
Halbuki yüce Allah‟ın nihayeti yoktur.. Nihayeti olmayanı kavramak ise.. muhaldir..
Yoksa:
Demek değildir.
Bilesin ki..
Yüce Allah, bu gibi Ģeylerden yana tam bir Ģekilde üstünlük sahibidir..
Her ne kadar yüce Hak için, KEMÂL‟e bağlı manalar; akıl yolundan bulunsa dahi,
o manalar kendinden baĢkası değildir..
Çünkü: Akıl yolundan bulunan geniĢ manalı KEMÂL onun zatına bağlı bir iĢtir..
Üstte anlatılan, yaratılmıĢlara verilen vasıf için, Ģöyle bir misal verebiliriz..
Bu manada, hayvaniyet durumu, kendi özünde ve akıl yolundan biliniĢ Ģeklinde insandan
baĢkadır.. Aralarında bir baĢkalık vardır..
NETĠCE:
- Mütekellimin..
- N o k t a..
Deniliyordu..
ĠĢbu nokta, akıl yolundan bulunan; her cemali, celâli ve KEMÂL‟i toplayıcı,
alıcı bir duruma sahib KEMÂL durumlarının kendisidir..
Gerek:
- N o k t a..
Dediğimiz, gerekse:
- KEMÂL durumları..
Bu makamda daha bir çok iĢler vardır ki; çok ağırdır.. çok incedir, çok değerlidir..
Bilesin ki..
Yüce zat ise.. misal yolu ile, anlatılandan çok çok baĢkadır..
Zira: Hak kadim vasıflıdır.. Halk ise.. sonradan yaratılan bir mahluktur..
Zira, tek baĢına ibare yüce Hakkın özünde bulunan manayı çekemez.. Ancak, ondan bir
parçayı alır..
Bir kimsenin, ezelde içine konan bir zevki yoksa.. aranana düĢmesi imkânsızdır..
Meğer ki: Ġman tasdik sahibi ola.. Bir de, kendinde vehmettiği Ģeyleri ata;
Hakkın tahkik babında verdiklerini tuta..
- Kendisine söylenene iman Ģehadeti getirir.. Ama kuvvetli bir iman Ģehadeti..
Hâsılı: Bu bir keĢif meselesidir.. KeĢfi baĢta kazanan ise.. kalbi olan kimsedir..
Yukarıda geçen :
- Sanki, HÜVĠYET..
- Ancak o..
Demektir..
- Hüve(o)
Lafzından alınmıĢtır..
Bil..
- HU – HÜVE - ( O )
Çünkü: Bu isim, Allah isminde kaldıkça mana olur.. Ve o manayı Hakka iletir..
Onlardan alındığı zaman: Kalan harfler manasız kalır..
Hiçbir mana ifade etmez..
Diyelim ki:
Diyelim ki:
Diyelim ki:
O zaman:
- HU – HÜVE – ( O o )..
ĠĢte..
- HÜVE..
Hicri 799 ( M. 1397 ) senesi sonunda idi: Ehlüllahtan bazıları ile Mekke„de buluĢtum..
Oranın Ģerefini artırması babında, dileğimi yüce Allah‟a arz ederim..
Buyururken:
”Bakara”
- “Ve..”
- HU – HÜVE – ( O )..
Diyeceksiniz ki:
Hemen anlatayım:
Kaldı ki, Resulullah S.A. efendimizin anlatılan yoldan iĢareti de gösteriyor ki:
HU, ism-i azamdır..
Bilesin ki..
- G a i b..
- HU – HÜVE – ( O )..
Çünkü:
- HU – HÜVE – ( O )..
Lafzı ile iĢaret ancak hazır için yerinde sayılır.. Kaldı ki, lafız bir zamirdir..
Zamir ise.. ancak, daha önce sözü geçen için kullanılır..
Bir Ģeyin oluĢ Ģeklini açıklamak ve hikâye nakline benzer iĢlerde olduğu gibi..
- HU – HÜVE – ( O )..
Lafzı ile geçen zamir, sırf varlığa düĢüyor.. Ki o varlıkta, yokluk olması sahih olmaz.. Kaldı
ki, o varlık; gaiplik ve fena cinsi yokluk çeĢidi ile de bir benzerliği yoktur.
Zira, gaib: Bir cihetten yok gibidir.. Yani: Açıktan görülmez.. Böyle bir Ģeye de:
- HU – HÜVE – ( O )..
ġimdi:
Yapılan izah bize anlatıyor ki: HÜVĠYET açık, sarih olan sırf varlığın kendisidir..
ĠĢbu hüküm ise.. onun tam yerine getirilmesi ve tam hakkını alması
mümkün olmadığı için verilmiĢtir..
Denildi ki:
Ama, insan ve onun dıĢında kalan her mahluk, anlatılan mananın dıĢında kalır.. Onların
ayrı ayrı gaybı da vardır; Ģehadeti de..
Ancak, insanın Ģehadeti, bir yöne ve bir itibara bağlıdır.. Aynı Ģekilde,
gaybı da bir yöne ve itibara bağlıdır..
Ama, yüce Hakkın: Gaybı Ģehadetinin aynıdır.. ġehadeti ise.. aynen gaybıdır..
Onun katında, kendi özünden yana bir gaybı yoktur.. ġehadeti de öyledir..
Ancak, onun özünde bir gaybı vardır; ama Ģanına yakıĢır bir Ģekilde..
ġehadeti vardır; o da Ģanına yakıĢır bir Ģekilde..
Çünkü: Gaybını ve Ģehadetini olduğu hal üzere, ancak yüce ve sübhan olan
kendisi bilir..
Giriş
Mukaddime
Zat
İsim
Sıfat
Uluhiyet
Ahadiyet
Vahidiyet
Rahmaniyet
Rubûbiyet
Amâ
Tenzih
Teşbih
Fiiller Tecellisi
İsimler Tecellisi
Sıfatlar Tecellisi 1
Sıfatlar Tecellisi 2
Zat Tecelligahı
Hayat
İlim
İrade
Kudret
Kelam
Semi
Basir
Cemal
Celal
Kemal
Huviyet
- Ġ l â h l a r..
Zâhir ehlinin:
- Ġlâhlar ismi, onlara tapanların verdiği isimdir..
Hak Taâlâ ise.. verdiği isimle bunu murad etmiĢtir..
Yoksa, kendi özlerinde, bu ismi hak ettikleri için vermemiĢtir..
Çünkü bu eĢyaya tümden; hatta bu vücudda bulunanların hemen her biri için,
hakikatta Allah‟ın zatı yönünden gelen bir isimdir. Hem de, hakikî olarak..
- O ilâhlar, birer zuhur yeri olarak kabul edilir.. Onlardaki ulûhiyet hükmü ise.. bir
hakikattır..
Böyle olunca, onlar ancak, kendisine ibadet etmiĢ olurlar.. öyle de oldular..
Özellikle, yukarıda geçen âyet-i kerime ile yüce Allah peygamberi Musa‟yı a.s. Ģu
manada ayıktırmak istiyordu:
..Ve Musa‟dan A.S. Ģunu istiyordu: Bütün mazhar cihetinden yüce Allah‟a
ibadet etmek..
Kendisine:
- Ġ l â h..
Madem ki: O gösterilen mertebede Allah ismi ile aynen bulunduğumu öğrettim.. O
halde bana ibadet et ya Musa..
ġu cihetten ki: Hüviyetin aynı olarak, bütün mezahiri bir benlik olarak toplar..
O, öyle bir benliktir ki: Cümle mazharları, tecellileri, yaratılıĢ Ģekillerini ve gereklerini topladığı
babında tenbih yapılmıĢtır..
Kaldı ki, o benlik: Hüviyet içinde, akıl yolundan kemâlât ile nam almıĢtır..
Hâsılı: Bu, her Ģeyi içine alan, öyle bir benliktir ki:
- A l l a h..
Bir kul, Allah‟ın dosdoğru yolunda olunca, kendisine, Resulullah S.A. efendimizin, Ģu hadis-i
Ģerifindeki sır zâhir olur:
Böyle bir ibadet ise.. isimlerin ve sıfatların hakikatleri ile, tahakkuk etmektir..
- M u s a..
Üstte anlatılan mana icabıdır ki, Resulullah S.A. efendimiz Ģöyle buyurdu:
Sofiye zümresi, benlik durumunu, kulun aklen kabul edilen yüzüne bağlamıĢlardır.. Çünkü bu
benlik: Hazır olanı, müĢahede edip görüleni, anlatmak için kullanılır..
- EZEL..
Nitekim bu gibi zamana bağlı EZEL anlayıĢının durumu daha önce de geçti..
Kaldı ki: Böyle bir anlayıĢ,
yüce Allah‟a karĢı irfan kıtlığına uğrayan kimseye yakıĢır..
Sonradan yaratılan bir Ģeyin EZEL‟i; durumu kendisi gibi olan diğer bir Ģeyin
EZEL‟ine uymaz
Durum anlatıldığı gibi olunca, nebatın EZEL durumu, madenin varlığı ile baĢlar..
Madenin varlığından evvel değil..
- R u h..
o O l..
Yukarıda anlatılan EZEL dıĢında mutlak olan bir EZEL vardır ki,
bu EZEL‟i, Yüce Hak kendisine hak bilmiĢtir..
Bazılarının:
ġeklinde sarf ettikleri sözdeki EZEL halka ait EZEL‟dir.. Çünkü onlar,
Hakkın EZEL‟inde mevcud değillerdi..
Bilesin ki..
Kaldı ki, sırf yokluk: Bir nisbet ve bir hüküm kabul etmez..
Bilesin ki..
Ne hükmî, ne de aynî..
Çünkü, bu tür EZEL, tek baĢına Allah için bir öncelik hükmünden ibarettir..
Denemez.. Hakka:
Denemez..
- “Ġnsan üzerine, dehirden bir zaman geçmedi mi ki, o: Anılan bir Ģey değildi..” (
76 / 1 )
- “Geçmedi mi ki?..” ( 76 / 1 )
Manasını alan:
- “H E L..” ( 76 / 1 )
- K a d..
Demektir.. Burada:
- “D E H Ġ R..” ( 76 / 1 )
- “Zaman..” ( 76 / 1 )
Manası:
- “H Ġ N..” ( 76 / 1 )
Çünkü: O, anılan bir Ģey olmadığı gibi, bilinen bir Ģey de değildi..
Burada anlatılan tecelli ise:
Yüce Hakkın kendi özüne olan tecellisidir..
- “E v e t..
D e d i l e r..” ( 7 / 172 )
- E Z E L..
Böyle bir çıkıĢ ise.. ilme bağlı âlemde malumatın taayününden ibarettir..
Onları zerreye benzetmesi ise..
Ġncelik taĢımaları, bu incelik içinde derin manalara sahip olmalarının bir icabıdır..
Yukarıda geçen:
Ayrıca onların:
- “Evet..” ( 7 / 172 )
Durum anlatıldığı gibi olunca. Onların Ģehadetinin gerçeğe dayanan yönü yoktur.
Meleklerin hücceti ise.. batıldır.. Çünkü onlar, zâhire göre, hüküm yürüttüler..
Bu hükümde kendilerinin:
Ne zaman ki, yüce Hakkın sıfatları Âdem‟de a.s. zâhir oldu; o zaman:
ĠĢte.. o zaman, melekler durumu bildiler.. Çünkü ilim sıfatı zâhir olmuĢtu..
Ġlim sıfatı ise, kendileri dahil, her Ģeyi kapsamına alır..
Kaldı ki: Ġlm-i Ġlâhî ve Hakkın sıfatlarından murad: Âdem‟in a.s. sıfatlarıdır..
Bu manayı anla..
Âhiretin EBED‟i: ĠĢin Yüce Hakka geçmesidir..
- E B E D..
Kaldı ki: Hiçbir mahluk için yüce Hakkın bekasında, aynı seyir hakkı yoktur..
Yani: kendi baĢına..
Biz, sözü makul bir ibare ile, bu Ģekilde ortaya çıkarmıĢ olsak dahi
esas manasında bir değiĢiklik olmaz..
Çünkü: Biz onu, açık bir keĢif yolu ile elde ettik..
Ġsteyen inanır; isteyen inkâr eder.
Bilesin ki..
Âhirete dair hallerden bir hal için: EBED ve ezel hükmü vardır..
ĠĢbu hal, ister rahmete nail olanlar için olsun; isterse azaba uğrayanlar için..
Bu, öyle değerli bir sırdır ki.. ancak, ona dalan zevkini alır..
Ancak, anlatılan halin baĢka bir hale geçmesi de olur.. Ama geçmeyebilirde..
Anlatılan hal, baĢka bir hale geçtiği zaman ise.. EBED ve ezel hükmü
aynı Ģekilde onda olur..
Bu durum müĢahedeye dayanan bir iĢtir.. Kulun bu yolda bir Ģey yapmaya mecali yoktur..
Yüce Hakkın EBED‟i ezelinin aynıdır.. Onun ezeli ise.. EBED‟inin aynı sayılır..
Çünkü, bu durum iki izahat yönünün kalkması sayılır.. Bunlar ondan kalkar ki;
zatı bekasına göre münferid kalsın..
Onun oluĢu bir öncelik taĢır.. Aklın, bu evveliyet izafeti durumunu kavraması için:
- E z e l..
- E B E D..
Ġsmi ile söylenmiĢtir.. Halbuki, onun bekası için, son olmama durumu,
aklen bulunduktan sonradır ki: EBED durumu baĢlar.. Bekası da belli olur..
Onun ezelinden baĢka bir vakit de yoktur.. Onun ezeli ise: EBED‟dir..
- E B E D..
OlmuĢtur..
<< geri | ileri >>
Yoksa.. sübhan olan yüce Hak ile halkı arasında bir zaman yoktur..
Derlenen bir vakit de yoktur..
- K I D E M..
Mahlukun yeniliği, kendisini icad edecek bir mucide ihtiyacı dolayısı ile,
Hakka karĢı düĢkünlüğü ona:
- H ü d u s..
Ġsmini doğurmuĢtur..
ġeklinde olabilir..
Mahluk her ne kadar Allah‟ın ilminde mevcud ise de, bu varlığında dahi, muhdestir..
Çünkü, kendisini yaratacak bir yaratıcıya ihtiyacı vardır..
- K a d i m..
Her ne kadar o: Ġlm-i ilâhide var idiyse de; yani; Meydana çıkmadan önce..
onun hükmü: BaĢkasının varlığı ile var olmaktır..
Ayan-ı sabitenin kıdemi: Ancak ikinci bir yönden ikinci bir itibara göre olur..
Bu bağlılık ise.. zatına yakınsa, ilâhi hükümler gibi layık bir Ģekilde olur..
Sonra ilme:
- Ġ l i m..
- Ayan-ı sabite..
- Muhakkikin..
Bu manayı anla..
Yüce Hakkın KIDEM‟i: Hükmî bir emirdir; zatîdir ve kendisi için gereklidir..
- Onlara Hak‟tır..
Denmez.. Ancak, hükmen böyle denebilir.. O da, yüce Hakka delâlet ettikleri için..
Kaldı ki: ġer‟î ahkâmı anlatan diller; açık bir Ģekilde Yüce Hakkın tekliğini
zatına lâyık bir Ģekilde anlattı..
Sübhan olan yüce Allah‟ın tecelilerinden her tecelli: Ġlâhi bir hükümdür..
- ġe‟n..
Tabiri kullanılır..
ĠĢbu hüküm icabı, bu vücudda, anlatılan tecelliye lâyık bir eser vardır..
Söylemek istiyorum..
Anlatılan hal; yani: DeğiĢme iĢi, Ģu âyet-i kerimenin ifade ettiği manadır:
Üstte anlatılan âyet-i kerime için ikinci bir mana olduğunu bilesin..
Tıpkı: Bu anlatılanlar gibi, yine baĢta anlatılan tecelli için iktiza eden bir durum vardır..
ġeklinde anlatılır..
Üstteki cümleyi:
- Yüce Hakkın kemâlinin iktizası olarak, kendi özünde bir hallenme olmadığı halde,
görülen suretlerde, halden hale geçer..
Diyelim..
Sübhan olan yüce Hak: Kula tecelli eylediği zaman; bu tecelli için,
Hakka bağlamak suretiyle:
- Ġlâhi Ģe‟n..
Adı verilir..
- H a l..
Adını alır..
ġayet o tecelli elimizde bulunan bildiğimiz ilâhî isim veya sıfatlardan biri ile değilse..
o zaman: o velî zata gelen tecelli isminin durumu:
Yüce Hakkın kendi özüne tecelli eylediği isim durumunu alır..
- “Allahım, sana olan duâmı, dileğimi: özüne isim olarak verdiğin her isimle;
katında gaybi ilminde özüne tahsis ettiğin her isimle arz ederim..”
Cümlesindeki mana ise.. bu ikinci Ģekilde anlatılan tecellinin edebi ile harekettir..
Bu öyle bir manadır ki: Ancak, bir müĢahede zevkine eren bilir.. BaĢkası bilemez..
Meğer ki bir iman sahibi ola.. Bu iman ise.. aklı aparan ve kilidi açan bir iman ola..
Buraya kadar takdim edilen yazılandan da anlaĢılıyor ki;
baĢta arz edilen âyet-i kerime ile geçen:
- “GÜN” ( 55 / 29 )
Ġlâhî tecelli manasınadır..
ġeklindedir..
- Yok olduğunu..
Bunların duĢunda bir baĢka zümre vardır ki, Ģu âyet-i kerime ile
kendilerine iĢaret edilmiĢtir:
Bu, ister dünyada olsun; isterse âhirette.. tecelli ve yakınlık durumunu anlatan lika hali
değiĢmez..
Onu ummak da değiĢmez..
Bu manayı anla..
SALSALA-Ġ CERES:
Manasınadır..
- SALSALA-Ġ CERES..
ĠĢte.. o zaman: Kendisini azamet kuvveti ile kahrı altına alan bir iĢ bulur..
- SALSALA-Ġ CERES..
Ġlâhi bir mertebe ile, kullarının kalbi arasında gerilen en büyük perde budur..
Gördüm ki:
- Semaya n‟oldu?..
Dendi ki:
Dedim ki:
- Yere n‟oldu?..
Dendi ki:
- GüneĢe n‟oldu?..
Dendi ki:
- “GüneĢ dürüldü..
Yıldızlar düĢürüldü..
Dağlar yürütüldü..
Ruhlar birleĢti..
Sema koparıldı..
Cehennem kızdırıldı..
Dedim ki:
- Bana n‟oldu?..
Celâlim söyledi:
Sonra..
- Ġnsandan..
Sordu..
- Celâl ve ikram sahibi zatın katındaki emr-i hitam olma Ģekli nasıldır?..
Dedi..
- Mübah..
Diyemem ona;
Bilesin ki..
- Hakikatlerin mahiyetleri..
O ĢiĢe içindeki mürekkebe: Harflere ait isimlerden hiçbir Ģeyin ismi verilemez..
- Haktır..
- Halktır..
- Gayrıdır..
- Aynıdır..
Ancak.. bu anlatılanın her yönüyle zıddı olan bir durum vardır ki o: Ulûhiyettir..
Bir itibara ve bir yüze göre: Ulûhiyet, her haliyle eĢyanın mahallidir..
Varlık südur ettiği mahaldir.. Vücud orada akılladır..
Tıpkı: Hurma ağacının tohumunda var oluĢunu akıl yolu ile bilkuvve kabul ettiği gibi..
Lâkin, mutlak icmal o hal üzeredir ki, akla Ģöyle demeyi hükmetmiĢtir:
Ancak, bu zevke bağlı Ģühudî bir iĢtir.. Akıl onu bakıĢ yönüyle idrâk edemez..
Ama anlatılan mahalle vâsıl olduktan sonra, eĢyanın tecellisi de, kendisine gelince:
Onu olduğu gibi idrâk edip kabullenir..
ġimdi sen:
- K Ġ T A B..
Bu ÜMM‟ÜL-KĠTAB ise:
- Hakikatlerin mahiyeti..
Kaldı ki, KĠTAB için, ancak mahiyetin künhüne ait iki yüzden biri vardır..
Çünkü onda sayılan bu yüzlerden hangisi olursa olsun; onun daima bir zıddı vardır..
Varlık olsa, yokluk gelir; yokluk olsa, varlık çıkar..
Bu mutlak varlığa karĢı, bir marifet sahibi olmak ise.. iĢte o kitabın ilmidir..
ġimdi..
S a n a:
ġimdi sana daha baĢka Ģeyleri öğreteceğiz.. Bu: KĠTAB üzerine olacaktır..
Bilesin ki.
KĠTAB:
Surelerden;
b) Âyetlerden;
c) Kelimelerden;
d) Harflerden ibarettir..
SURELER :
Her sure için: Kendisini, baĢka sureden ayıracak bir mana ihtiyacı vardır..
Tıpkı onun gibi: Kemâl durumu alan her ilâhî suret için bir oluĢ Ģekli lâzımdır ki;
o suret, diğerlerinden ayırd edilebilsin..
ÂYETLER :
Her âyet: Belli manada oluĢu yönü ile, ilâhî bir cem haline delâlet eder..
Tıpkı: Bunun gibi, celâl ve cemal isimlerinden her isim için de bir cem lâzımdır
Cem: Burada, çeĢitli eĢyanın Ģühududur.. Hakka bağlı ilâhi bir göze..
KELĠMELER :
Bu gözle görülen mahlukatın hakikatlerinden ibarettir..
Demek istiyorum..
HARFLER :
BĠRĠNCĠ ÇEġĠT:
1. Elif.........
2. Dal.........
3. Ra..........
4. Vav........
5. Lâmelif..
1. Zat...
2. Hayat....
3. Ġlim...
4. Kudret..
5. Ġrade...
Bu son sayılan beĢ Ģeyden ilk dördünün varlığına yol: Ancak zatla açılır..
ĠKĠNCĠ ÇEġĠT:
Çünkü o: Kâmil vasfında; ilâhî olan BEġ vasıf ile, halka ait DÖRT vasfın
beynini birleĢtirmiĢtir..
ĠĢte.. anlatılan manaların icabıdır ki: Kendisi baĢka harflerle bağlantı kurdu..
BaĢka harfler de onunla bağlantı kurdu..
Biz, bu harflerin hakikatını ve ELĠF harfinden çıkıĢını,
ELĠF harfinin de, noktadan meydana geldiğini anlattık..
Vacib‟ül-vücud olan Hakkın hükmü: Her Ģey, ona muhtaç olduğu halde o hiç bir Ģeye
muhtaç olmadan zatı ile kaim olduğu gibi.. bu kitapta yazılan noktasız harfler de
aynı manaya iĢarettir..
Daha öncede sayıldığı gibi o harfler: ELĠF, DAL, RA, VAV, LÂMELĠF‟ tir ..
- K Ü N (O L)..
H a l k:
- K Ü N (O L)..
Böyle olunca: Anlatılan vasfa göre, ayan-ı sabite, sonradan yaratılan hadis olmamıĢtır..
Bu ihtiyaç ise.. hadis varlığın kendi özünde, kadim zata dayanmasından gelen bir ihtiyaçtır..
- HARFLER..
Bu ikinci itibara, yani: Ġlmin âlime katılmasına itibar edilince; ayan-ı sabite - veya ayan-ı mevcude
– kadimdir..
Bu bulunmayan Ģeyler: Tecelliyat ehlinin, cennet ehlinin, cehennem ehlinin ayrıntılı halleridir..
Çünkü:
Bilesin ki..
Onun için, iniĢ ve çıkıĢ muhaldir.. Ama tabir, böyle bir deyimi gerektiriyor..
ġöyleki:
Evet.. ĠĢte o zaman: Görünen vücudu, vahid isminin tecelli yeri oldu..
ĠĢbu anlatılan mana icabıdır ki, Resulullah S.A. efendimiz Ģöyle buyurdu:
- KUR‟AN‟ın tümü ile, zatî, küllî ve cismanî olarak tam tahakkuk etmiĢtir..
- KUR‟AN-I KERĠM..
Diye anlatılan, bizzat Resulullah S.A. efendimizdir..
Böyle bir ihsana nail olmak ise.. tam kereme nail olmaktır..
Kendisinden, hiçbir Ģey, esirgenmemiĢtir. Hemen hepsi: Ġlâhî bir kerem olarak,
zatî yoldan ona yağdırılmıĢtır..
ĠĢbu iniĢ ise.. Kulu yavaĢ yavaĢ, onlarla zatta tahakkuka doğru yükseltir..
Bu da, ilâhî hikmetin bir iktizasıdır.. Bu hikmet ise.. zatın yaptığı bir düzendir..
yükselme kaydeder..
Anlatılan hüküm aynıdır.. Hem de, aynı Ģekildedir.. Kesilip bitmeden böyledir.. Kesilmez;
sonu olmaz..
Kul, öylece terakkiye devam eder.. Yüce Hak ise.. tecellisine devam eder..
Diye sorabilirsin..
BĠRĠNCĠ YÖN:
Kâmil bir kula yüce Hak, zatı ile tecelli eylediği zaman..
müĢahede ettiği Ģey yönüyle Ģu hükme sahip olur: O sonsuz zatın
hükmünden ibarettir..
ĠKĠNCĠ YÖN:
- “Tümden..”
Kelimesi:
- “Bana..”
- Ġlâhî hakikatlerle tahakkuk etmek suretiyle, halka bağlı bütün noksan sıfatların
gitmesi..
- “KUR‟AN, dünya semasına bir defada kondu.. Bundan sonra, Hak: Onu, parça
parça âyetler halinde bana indirdi..”
Burada, nüzul nazar-ı itibara alınmaz.. Bir yer meselesi de itibara alınmaz..
Bu mana ise:
- “A Z Ġ M..” ( 15 / 87 )
Lafzı arkadaĢ edildi..
Bu âyetle anlatılan:
- “Seb-ü Mesani..” ( 15 / 87 )
- Bir kula, Rahman tecelli edince, o kul, kendi özünde Rahmanî bir
lezzet bulur.. Bu lezzet ise, zata karıĢık marifeti kazandırır..
ġu da bir gerçektir ki: Yüce Hak, isimleri ve sıfatları dıĢında bir baĢka yoldan bilinememektedir..
- G U R E B A..
Sıfatların çeşitleridir;
Nam üzere iki cem olan..
Bilesin ki..
..Ve onlar itibar edildikleri durumlarına göre; biri diğerinden ayırd edilir..
Meselâ:
Bu manada ise.. geçen, geçilenden; fazilet itibarı ile daha öndedir, üstündür..
Meselâ:
Bu manaya göre:
- KarĢılaĢtırma..
Ve sen: Bu iĢin müĢahede zevkini aldıktan sonra, böyle bir birleĢmenin olmasını,
zata gerekli hükümler meyanında sayarsın..
Burada bir incelik vardır.. Ki.. bunu: Hemen anlatmamız icab eder..
Anla..
Zira o ĠKĠ LEVH: Ġhtiva ettiği sırlar icabı; kabulü akıllara göre imkânsızdır.
Eğer Musa a.s. onları açıklayacak olsaydı; istediğini bulamayıp baĢa düĢerdi..
Bir kiĢi dahi, kendisine iman etmezdi..
Kaldı ki, o ĠKĠ LEVH: Musa‟ya a.s. mahsustu; o zamane ehlinin hiç birine değil..
Haliyle kendisi hariç..
Ancak onlarda:
Bu da, Ġbrahim‟e a.s. ve Ġsa‟ya a.s. bir ikram için böyle olmuĢtu..
O YEDĠ LEVH‟in anlatıldığı gibi, mermer taĢından olmasının bir sonucudur ki, onların
Kalblerinin katılaĢmasına sebeb olmuĢtur..
Bu YEDĠ LEVH‟in tümden ihtiva ettiği Ģeyler yedi çeĢitti; ilâhi iktiza icabı
ve LEVHLER‟in adedine göre durum bundan ibaretti..
- “TEVRAT‟ı biz inzal eyledik.. Onda nur ve hidayet vardır.. Peygamberler onunla
hüküm verirler..” ( 5 / 44 )
ĠĢte.. Musa‟nın a.s. tebliği için emir aldığı YEDĠ LEVH bunlardı..
Tebliğ edilemezdi; çünkü: DOKUZ LEVH‟in tüm tebliği için emir almamıĢtı..
Çünkü Resulullah S.A. efendimiz, diğerlerine gelenlerin hepsi ile gelmiĢtir.. Üstelik, onlara
verilmeyenleri de, getirmiĢtir..
Bunların hemen hepsine dikkati çekti; ayıktırdı ve onlara iĢaret edip anlattı..
ĠĢbu anlatılan durum icabıdır ki: BaĢkasına bir katılma hakkı kalmadı..
Çünkü o, kemâl vasfı ile geldi.. Ondan baĢka bu vasıfla gelen olmadı..
Eğer Musa a.s. kendisine tahsis edilen o ĠKĠ LEVH‟i tebliğ edip
Çünkü: Ġsa a.s. o ĠKĠ LEVH‟in taĢıdığı sırrı kavmine tebliğ etti..
ĠĢbu mana icabıdır ki: Ġse a.s. ilk adımda, kudret ve rububiyetle göründü..
- “Dediler ki:
- Ekanim-i selâse..
Adını verdiler..
Yukarıda anlatılan mana üzerine, Ġsa‟nın a.s. kavmi çeĢitli fırkalara ayrıldılar..
Dediler; ki bunlar:
- M e l e k i y e..
- Y a a k i b e..
Adı verilir..
a) Baba..Yani: Ruh‟ül-kudüs..
b) Ana..Yani: Meryem..
c) Oğul.. Yani: Ġsa a.s. peygamber..
Ġsa a.s. kavmi saptı.. Çünkü itikad ettikleri Ģeylerin hiç birini,
Ġsa a.s. getirmiĢ değildi..
- “Sen mi insanlara:
Bunun üzerine Ġsa a.s. anlatılan teĢbih sebebi ile, tenzih yollu:
Diyebilirim..
- Ben, bunu hiç demedim.. Ancak, tenzihle teĢbih beyninin birleĢtirilmesini söyledim.. Birin
çoklukta zuhurunu dedim..
Devam etti:
Devam etti:
Devam etti:
Devam etti:
Onlara sözüm:
Bütün bu söylenenler anlatıyor ki: Ġsa‟nın a.s.getirdiği ilim TEVRAT‟takinden ziyade idi. Bu da:
Rububiyet ve kudret sırrı idi..
Eğer Ġsa a.s. bu sırrı kapasaydı; yahut onu, ibare kabukları içinde ve
satırlar arasında, iĢaretler halinde kavmine tebliğ etseydi;
kavmi, kendisinden sonra, kâfir olmazdı..
Eğer Ġsa‟nın a.s. kavmine tebliğ ettiğini, Musa da a.s. tebliğ etseydi,
kavmi: Firavun‟un katli iĢinde kendisini itham ederdi..
Ancak bu iĢ, Firavun için tahkik yollu değildi.. Bunun için de,
Firavun‟la dövüĢtü ve galip geldi..
Durum anlatıldığı gibi olunca, yerleĢmeğe bağlı bir hal meydana çıkar..
Kimin kabiliyeti varsa, o kazanır..
Bir kimsenin, ilâhî bir anlayıĢı var ise.. bu tebliği alır.. Makamına ulaĢır..
Allah‟u Taâlâ:
Bu manayı anla..
Beyan yolu yine, bizi açıklama koĢusu için hazırlanan meydana doğru
coĢturup koĢturdu..
Bilesin ki..
Bu ise.. Hakka has zuhur yerlerinde, yüce sübhan olan Hakkın zuhurudur..
Ancak onun durumu, beyaz bir kaftan gibidir.. KarĢısına gelen nakıĢ kendine iĢlenir..
Hak ehli olanlar ise.. anlatılan yoldan onun zatına doğru yolu bulurlar..
Bunu bulduktan sonra onlar: Ġsimlere ve sıfatlara birer ayna gibi olurlar..
Onlar ki böyle oldu. Ġsimler onlarda zuhura gelir.. Keza sıfatlar da..
ġimdi..
Bu levhde bulunan ilim çeĢitleri, yalnız levhin aldığı o isimden ibaret olmamaktadır..
Ancak, bir levh için, hangi hüküm galip ise.. onunla isim verilmektedir..
Bütün bunlar, üstün ve tenzih yoluyla, Hakka lâyık bir Ģekilde anlatılır..
Yani:
- NUR LEVH..
Bu, zevke dayanan bir ilimdir.. Müminlerin kalbine ilham yolu ile gelen
nur suretindedir..
Öyle bir cezbe nurudur ki: Ġrfan sahibi, onun içinde, yüce manzaralara terakki eder.. Ama,
ilâhî bir yoldan..
ĠĢbu anlatılan durum: Ġnsan heykeline inen ilâhî nurun kendi mahalline
ve mekânına dönüĢ Ģeklinden ibarettir..
Burada: Hüda, anlatılan nura sahib olan kimsenin, ahadiyet yolundan üstün mekâna ve
en güzel seviyeye ulaĢmasından ibarettir..
Bu levhde, milletlerin hallerine dair keĢfin ilmi vardır.. Onlardan öncekilere ve sonrakilere
dair haberler de vardır..
Yine bu levh de bulunan ilimler arasında: Berzah ilmi vardır.. Ayrıca, kıyamet ve kıyamet günü,
mizan, hesap, cennet, cehennem anlatılır..
EĢkâl, suret, tılsım cinsi Ģeylere konan sırlar ilmi de, bu levhde bulunanlar arasındadır..
Bu levh: Emre amade kılmak vb. yoldan ruhanî geliĢleri bilmenin aslıdır..
Demektir..
Ġnen hikmete dair iĢlerin ilmi ve beĢerî güçlerde bulunanların ilmi bu levhdedir..
HĠBR olmak ise.. Musa‟nın a.s. manevî varisi olmak mertebesine çıkmak sayılır..
- “Ey Yahya, kitabı kuvve ile al.. Daha çocukken, ona hikmet verdik..” ( 19/13 )
Bu iĢ, manevî zevke dayanan bir iĢtir.. Kimde bu çeĢit zevk varsa..
manasını o anlar.. BaĢkası anlayamaz..
Kaldı ki bu: Havas zümresine ait bir iĢtir.. Avam için değildir..
Buna:
- Üstün büyü..
Demenin sebebi, onun ilâca, bir iĢleme tabi tutmadan bir Ģey söylemeden oluĢudur..
Bu iĢte, o büyüyü yapan, hayal âleminde bulunan suretleri bu his âleminde gösterir.. El
değdirip tutulacak görülecek gibi yapar..
Ona bakanların gözünü, kendi hayal âlemine sokar.. O hayale istediği sureti verir..
Sonra, bakanlara o sureti gösterir.. Onlar da onu, gözleri ile görürler..
Onu yapıyordum; çünkü: Cenab-ı Hak bana, KÂF ile NUN arasına koyduğu
gizli kudret kapısını aralamıĢtı..
ĠĢbu levhdedir ki: Musa a.s. kavmi: Dinlerinde isteyerek bazı yenilikler yapmıĢtır..
Ki bu çıkardıkları arasında: Ruhbaniyet vardır..
Bunu, kendi akıllarına göre yaptılar; Musa‟nın a.s. kavline göre değil..
Eğer o icadlarını, ilâhî bir ihbar, ilâhî bir keĢif yolundan yapmıĢ olsalardı;
Allah, o iĢte kendilerine güç ihsan ederdi..
Ama nerede?..
Kaldı ki: öyle bir Ģeyi hakkı ile yapmak, onlar için imkânsızdı..
Eğer böyle olmasaydı; Allah onlara o iĢi; Peygamberinin dili ile emrederdi..
Yine, bu levhde bulunanlar arasında: Beden ilmine ve dinlere ait bilgi vardır..
o
Eğer onu, baĢından sonuna kadar tüm alsaydık; çok uzun olurdu..
Hayli uzatmamız gerekirdi.. Bundan da, pek fayda çıkmazdı..
o
ZEBUR: Davud‟a a.s. geldi..
Bu mana üzerine:
Bilesin ki..
Ancak gerek öğütler gerekse sena: Ġlâhî olan hakikî ilimler üzerine idi..
6. Tabiiyet ilmi..
7. Riyazat ilmi..
8. KonuĢmak ilmi..
9. Hilkat ilmi..
Bu sebeple sanan sandı ki: KuĢların, kendilerine göre bir lûgatı var;
o lûgatla birbirleriyle konuĢurlar.. Davud‟un anlayıĢı da o lûgata dayanır..
Halbuki, böyle bir kanaat yanlıĢtır..
ġöyle olur:
Onlardan birine bir hal gelir.. Bu halin sonucu, o kuĢtan bir ses çıkar..
O sesi, ilâhî bir ilhamla diğer kuĢ anlar..
O kuĢa bir baĢka hal geldiği zaman, öbür ses gibi yine bir ses çıkarır..
Aynı ses gibi de olabilir; baĢka türlü de..
Bu konuĢma, ister Süryanî lûgatı ile olsun; isterse, diğer bir dille.
Ġsterse, hayvanata ait seslerle..
Halbuki, efrad ve aktabdan her biri için, bu varlık ülkesinde tasarruf vardır..
Bunlardan her biri: Gecede ve gündüzde neler olur, onu dahi bilirler;
kuĢ dillerini bilmek bunun yanında hiç kalır..
- Kara karınca, kara taĢ üstünde, karanlık bir gecede yürür de,
ben onun ayak sesini duymazsam, kendim için:
Derim..
O dua Ģuydu:
Sebebine gelince:
Ne zaman ve hangi zuhur yerinde Hak zatı ile zâhir olursa..
o zuhur yeri, Allah‟ın halifesidir..
Bu anlatılanları dinleyip anladıktan sonra:
- Süleyman a.s. duâsı makbuldür.. ġu itibara göre: Memleket-i Kübra, Allahtan baĢka hiç
kimseye uymaz.. Allah ise.. Süleyman‟ın a.s. hakikatıdır.. Bu sebeple onun duâsı
sağlamdır..
ġayet:
Yani: Hakkı olan manevî nüfuzunu, tek baĢına onlara geçirmek için..
Böyle bir Ģeyin olması, her nekadar imkânsız ise de, talebi yerindedir..
Zira, ilâhî çember geniĢtir.. Varlık imkânları da bu talebe müsaittir..
ġöyle buyurdu:
ġöyle buyurdu:
- Edebe büründü..
Sebebine gelince:
Biliyordu ki, bu inhisarı Allah hiç kimseye yapmaz..
- Ey peygamberler zümresi, size bir nam verildi.. Ama bize öyle Ģeyler verildi ki, o size verilmedi..
- Biz öyle bir denize daldık ki, peygamberler onun sahilinde kaldı..
Bu sözlerin her nekadar tevil yolu varsa da, Ģunu söylememiz icab eder:
ĠNCĠL: Baba, ana, oğul ismi ile baĢlıyordu..
Ġsa a.s. kavmi: Baba, ana, oğul meselesini dıĢ manada aldı..
ĠĢte o zaman
Dediler..
- Hakikatlerin mahiyeti..
Tabiri kullanılır..
Bu kelâmı, onlara tebliğ etti ki, bilinsin: Ġsa a.s. ĠNCĠL‟in zâhir manasını
anlamakta kusur etmemiĢtir..
Bunu onlara söylemesinin bir sebebi de: Kendisinin Rabb olduğuna dair,
ana ve ruh babında yanlıĢ görüĢlerini tashihtir..
Allah-u Taâlâ‟nın sualine cevap olarak:
Bunu onlara tebliğ ettiğim zaman, kelâmından kendilerine zâhir olan manaya çektiler.. Onları,
bunun için ayıplama..
Hâsılı: Böyle bir cevapla Ġsa a.s. kavminin Hakka karĢı özrünü anlatıyordu..
- “Sen mi insanlara:
Dedin..” ( 5/116 )
Bundan sonra, yolu aça aça sonu Ģu raddeye getirdi ve Ģöyle söyledi:
Bu arada, Ģunu da açıktan bilmek gerekir ki:
Ve.. Ġsa‟nın a.s. mağfiret talebi ise.. onların bunu hak ettiklerini bildiği içindi..
Onların hak üzere oluĢları, itikadları yönüyle, iĢin bir sonucu idi..
Ġsterse, hakikat yönüyle, iĢlerinin batıl olması sonucu azaba uğrasınlar..
ĠĢte.. Ġsa a.s. her iki durumu da nazara alarak Ģöyle dedi:
Meryem‟in de hakikatıdır..
Cümlesinin manasıdır..
Ancak..
Bu cümle, Ġsa‟nın a.s. yerine getirilmesini taleb ettiği iĢe karĢılık söylendi;
Ģu manaya gelir:
- Onların, zâhir olan Ģekli ile, kelâmımı kendilerine göre tevil etmelerinde
sadık değiller..
Onların sonunda alacakları durum:
Hak‟tan yana nasiplerine göre Allah ile oluĢları neyse odur..
Bundan elde edilecek hakikat miktarı ise.. içlerinde besledikleri itikaddaki doğrulukları
kadardır.. Buna göre faydasını Rabbları katında bulurlar..
Durum böyle olunca, onlar için verilecek hüküm: Ġlâhi rahmete kalmıĢ olur..
Bundan sonra da Ġsa a.s. hakkında besledikleri itikad, kendilerine yüz gösterir..
ĠĢbu tecelli, Ġsa, a.s. kavmine: Ġsa‟da, Meryem ve Ruh‟ul - Kudüs‟te zâhir olmuĢtur..
ĠNCĠL‟e konan nizam, ancak : Melekler âlemine has lahutî iffetin
bu insan âlemi varlığına konmasıdır.
Burada:
- “A f a k..”
ĠĢbu manalar icabıdır ki: Muhammed S.A. ümmeti , iĢin hakikatine ulaĢtı..
Bunun için de, Hakka bağlı varlığı, yalnız Âdeme sığdırıp bırakmadı..
ĠĢbu mana:
Eğer yukarıda anlatılana benzer bir âyet, Ġsa a.s. peygambere gelseydi;
elbet onlar da bu yola hidayeti bulurlardı..
Ancak, bu olamazdı..
Bu bir gerçektir..
Allah-u Taâlâ, getirdiği bir misal dolayısı ile, bunlar için Ģöyle buyurdu:
Derler..
Bu âyet-i kerimedeki:
- “Fasıklar..” ( 2/26 )
Bu hadis-i Ģerifte geçen:
- “G e c e ..”
Diye söylenir..
Tabir edilir ..
Yukarıda, her ne kadar :
- A y r ı l ı r ..
ġeklinde bir kelime geçmiĢ ise de; aslında ayrılma, diye bir Ģey yoktur ..
Tek olan bir Ģeyin de: Ayrılması imkânsız olduğuna göre.. elbet onun için :
c) Bir de.. onun kıyamını sağlayan bir hakikatı olması lâzım gelir.. Ki bu:
- KeĢifle bilinir..
Sıfatlarda hiçbir Ģey için, son yoktur .. Burada bir son görülüyorsa ..
bu son, hükmîdir.. Bu ise zat hükmüdür .. Ve :
Manası çıkar ..
Bu hadis-i Ģerifte :
Bu bilgileri ise.. sıfatlar, zuhur yönleri ile bitkin hale geldikleri zaman ..
Sıfat ki: Zuhur yönü ile bitkin hale gelir .. ĠĢte o zaman,
yüce Hakkın zatı ile olurlar; sıfatı ile değil..
Bu manayı anla..
Bilesin ki:
- “ G e c e ..”
Yüce Hak için elde edilen marifet, iki yoldan elde edilir:
Sözümden murad:
Cümlesidir ..
BĠRĠNCĠ MARĠFET :
ĠKĠNCĠ MARĠFET :
Ulûhiyet marifetidir..
Bu ise.. sıfatların cemal yönü ile, zatı bilmeye bağlıdır..
ÜÇÜNCÜ MARĠFET :
Bu zevk, kulun varlığına sirayet eder.. O marifeti, o kul için hakkı olan âlemde
gaybından Ģehadetine getirir ..
Bundan sonra:
- Ol ..
Emrini yerine getirmek..
Son üçte birden murad: Kulun varlığına sirayet eden ilâhî marifet zevkidir..
Ki kulun kendi fani varlığından geçmesi, tam varlığı bulması
o zata ve marifete dayanır..
Bu manaları anla..
Sonra.. her zâhirin bir batını, her batının da bir zâhiri vardır.
Taa.. kendi zatına kadar..
Allah-u Taâlâ‟dan ona: Salât, selâm, Ģeref, büyüklük, yücelik ve kerem dileriz..
O sıfatlar ise, Ģunlardır: Hayat, Ġlim, irade, kudret, sem‟ basar, kelâm..
- Hayy, âlim..
- Hayy, âlim..
FATĠHA: Delâlet ettiği manaya göre; insana nisbet edilen bu yapıya iĢarettir.
O insan ki: Allah-ü Taâlâ, varlık kilitlerini onunla açmaktadır..
Hele bir bak: Allah-u Taâlâ onu nasıl iki paya ayırdı:
Teberrüken:
- “A l l a h..”
Kelâmı ile baĢlayalım.
Allah-u Taâlâ Ģöyle buyurdu:
O kitabın adını:
- EL-KEHF‟Ü VER-RAKĠM FĠ ġERH-Ġ BĠSMĠLLAHĠRRAHMANĠRRAHĠM..
Koyduk..
Besmelenin Ģerhini isteyen, o kitaba baksın..
Sonra..
Allah adı ile Allah bilinir..
Zira, bu ismin tecellisi sana gelmedikçe, Allah‟ı bilme yolu yoktur..
Çünkü:
Senin aynan hakikat denizinin bineğidir.. Onun için:
Burada:
- “N e f e s..”
Lafzının manası:
- “R a h i m..” (1/1 )
Ġsminin delâleti ile.. zat sahiline varmaktır..
..Ve söyler:
- “Hamd, Allah‟a mahsustur..” (1/2 )
Bu âyetteki, ELĠF ve LÂM, yani: Harf-i tarif, Ģümul için konduğu kabul edilirse..
o zaman Ģu manaya itibar edilir:
Bu itibara göre:
- “El-hamdu..” (1/2 )
Lafzındaki iĢaret, ilâhi azametin hakkı olduğu Ģekilde
Allah‟ın kendisine senasıdır..
Çünkü o:
Yüce sübhan Allah‟ın zatına, ilâhî azamete lâyık bir Ģekilde sena etti..
Hak mertebelerinde de, halk mertebelerinde de zâhir oldu..
- Ġnsanın hakikatıdır..
Ve.. Çünkü o:
- “Âlemlerin Rabbıdır..” (1/ 2 )
Bu Ģu demeğe gelir:
- Âlemlerin sahibidir.. Onları yaratandır.. Onlarda olandır..
Onlar kendisinin zuhur yerleridir..
Orada görülebilir..
Bilesin ki..
- “R a h i m..” (1/3 )
Ġsmi:
- “R a h m a n..” (1/3 )
Ġsminden daha özel bir duruma sahiptir..
- “R a h m a n..” (1/3 )
Ġse:
- “R a h i m..” (1/3 )
Ġsminden daha Ģümullüdür..
Bu âyet-i kerimede, Allah-u Taâlâ:
- “R a h m a n..” (1/3 )
Ġsminin feyzinden ibarettir..
B i r d e:
- “Takva sahibi olanlara, zekâtını verenlere..” (7/156 )
Cümlesi ile beyan edilen zümreye has olarak yazılan rahmet var ki bu da:
- “R a h i m..” (1/3 )
Ġsminin feyzinden gelir..
Biraz açılalım..
Bir de, kötü tatlı ilâcı içmek gibi.. o ilâç, her nekadar Ģifa ise de..
ona zahmetten de, azaptan da karıĢmıĢtır..
H â s ı l ı:
- “R a h m a n..” (1/3 )
Ġsmi, rahmet çeĢidini hep kapsamına alır.. Nasıl olursa olsun..
Ġçinde üstte anlatılan biçimden azab osun veya olmasın..
A n c a k:
- “R a h i m..” (1/3 )
Ġsmi öyle değildir.. Bu, sırf rahmettir.. Hiçbir Ģekilde, ona azap karıĢmaz..
Çünkü o, sırf:
- “R a h i m..” (1/3 )
Ġsminden doğar..
Her iki isim için, Resulullah S.A.efendimizin Ģu hadis-i Ģerifinde mana vardır:
- Ġ n s a n ..
- “D i n..” ( 1/4 )
Ġse..
- Boyun eğip kabul etmek..
Demektir..
Durum, anlatıldığı gibi olunca:
- “Din günü..” ( 1/4 )
- “M E L Ġ K..” ( 1/4 )
Olarak aldığımız lafız:
- “M A L Ġ K..” ( 1/4 )
ġeklinde olduğu da olur.. Böyle okunduğu zaman:
Bu manayı anla..
Bundan sonra, kendi kendine hitaplaĢtı:
Üstteki sözün:
Kalb beni dahi aldı;
Dilerse, nefsine halk kelâmı ile hitab eder ve onu Hak kulağı ile iĢitir..
Bütün bunları elde ettikten sonra da, onun vahidiyet mertebesine yükselmek..
Bundan sonra gelen ikinci kısım ise.. Halk dili ile, Hak‟la konuĢmaktır..
Bu kısım da Ģudur:
- “Ancak sana ibadet ederiz; ancak senden yardım isteriz..” ( 1/ 5 )
Yüce Allah iĢte.. bu yoldan kendisi için tecellisini yapar.. Bunun manası ile:
Demek:
- Tecellisi için, zuhur yolu..
Demektir..
Yani:
- Varlığınla, Ģühudunla, ilâhî yakınlık nimetinle tecelli eylediğin
kimselerin yoluna..
Ve.. bunlara Allah, zatı için olan tecelli ile tecelli eylemez..
Bilesin ki..
Sonra..
Bilesin ki..
Bilesin ki..
Burada bilinen bir Ģey daha var ki, o da: Eymen‟in dıĢında kalan TUR‟dur..
Bu TUR, ise.. Musa‟ya a.s. tecelli gelen dağdır..
Bu manada, Musa‟ya a.s. gelen tecelli ancak, onun nefsi canibinden gelmiĢtir..
Bu tecelli dağ canibinden gelmemiĢtir..
Dağ ise.. Musa‟nın a.s. ibadet ettiği bir mahaldir..
a) Dağın parçalanması..
b) Musa‟nın a.s. bayılması..
- M u s a..
Tabir edilir..
- Sen mevcud oldukça, ben senden yana yokum.. Beni bulunca da,
sen yok olursun..
Yine bu manaya iĢaret olarak, Allah-u Taâlâ, Musa‟ya a.s. Ģöyle buyurdu:
- Halk.. - yaratılmıĢ - ..
Denilmesi mecazî yoldandır..
- “Y e m e n..”
Demekle yetindi.. Ve Ģu manaya dikkati çekti:
- “Rahmanın nefesi..”
Ġse.. isimlerinde ve sıfatlarında onun zuhurudur..
- M E S T U R..
Tabir edilendir..
- RAKK ( kâğıt )
Bu ise..
- MENġUR.. ( yaygın )
Tabiri ile anlatılır..
- Bir kitap, açılıp yayıldığı zaman; onda olan her Ģey bilinir..
Bu durumda:
- RAKK-I MENġUR..
Olan ve:
- Yaygın Kitab..
- BEYT-Ġ MAMUR..
Bu, bir mahaldir ki: Allah onu zatına has eylemiĢtir.. Bunun için onu:
Yerden semaya kaldırmıĢtır.. Onu meleklerle ĢenlendirmiĢtir..
Orası da, imar edenden hali kalmaz; hem de, hiç bir zaman..
- Sakin olanlar..
- MAMUR EV..
- YÜKSELTĠLMĠġ TAVAN..
Olması icab eder..
Bu manaya göre: Küll, Vasi‟ ( içe alan ) küll; mevsu‟ ( içe alınan ) cüzdür..
Zira, onun hükmü ve vasfı: EĢyayı içine almaktır.. EĢyanın da, onu:
Ġçine alıp sığdıramayacağıdır..
Ve.. anla, bil: Aynî varlık yönünden Allah için olan nedir?..
Yine bil: Hükmî varlık yönüyle sübhan olan Allah için olan nedir?..
Anla: o, kimdir?..
Anla: Sen, kimsin?..
Gelelim:
- BAHR-Ġ MESCUR..
Cümlesine.. ki bu..
- Dolan deniz..
Manasınadır..
Anlatılan sır, öyle bir sırdır ki: KÂF ile NUN arasındadır..
Çünkü bu: Öyle bir kitaptır ki, bu zamana kadar bir benzeri gelmedi..
Anla.. düĢün..
- R E F R E F-Ġ – Â L Â ..
Zira onlardan her biri, zata bağlı bir Ģan alıĢı itibarı ile,
azamet makamının aynıdır..
Denemeyeceği gibi:
Yukarıda geçen:
a) MUTLAK ĠKTĠZA..
b) MUKAYYED ĠKTĠZA..
MUTLAK ĠKTĠZA:
Bu, zatın kendi nefsine hak bildiği durumudur..
MUKAYYED ĠKTĠZA:
Anlamaya çalıĢ..
Bilesin ki..
- MUKAYYED ĠKTĠZALAR..
Çünkü, onların hemen hepsini, Yüce Sübhan Hak zatı için gerekli kılmıĢtır..
Onun bütün kemâl durumları ise.. kendi namına zata bağlı iĢlerdir..
a) MUTLAK ĠKTĠZA ..
b) MUKAYYED ĠKTĠZA ..
B i l..
- “Rabbı bir taht üstünde, taze bir delikanlı suretinde Ģöyle Ģöyle..”
Gördüğünü ve:
Anlatır..
Anlatılan durum olmaz bir iĢ değildir.. Zira sübhan olan Yüce Hak,
arzu ettiği halle, istediği gibi tecelli etmektedir..
..Ve suretlerin her birinde tecelli eder; çünkü onların aynı ve zâhiridir..
Ancak, Ģunu unutmamak icab eder ki: Sübhan olan Yüce Hak,
bu olanların çok ötesinde ve tam manası ile bir sonsuzluğa sahiptir..
Gelelim TAC‟a..
- “BaĢında TAC..”
ġu da bir gerçektir ki: Cenabı-ı Hak, herhangi bir tecelli ile tecelli ettiği zaman,
tecelli ettiği Ģeyle müĢahede edilir..
Ve o, kesretten münezzehtir.
Ve.. zatı ciheti ile, hadden, sınırdan, idrâk edilmekten yana da yücedir..
NETĠCE: Her ikiside, zat cümlesinden sayılır. Her ikisi de zatın aynıdır..
KADEMEYN: Ġki hükümdür ki, zatın düzeni o iki hüküm üzerine gelir..
- KADEMEYN..
.. Ve bunların benzerleri..
o
ġöyleki:
- G i t m e k..
- G i d i c i..
Demektir..
Durum anlatıldığı gibi olunca: Var olan her mevcudda, onun hükmü geçerlidir..
Mevcudların, hangi çeĢidi olursa olsun; durum değiĢmez..
ġimdi dinle..
Biz, bu hadis-i Ģerifi, buraya böyle aldık; daha baĢka türlü söylenmiĢ de olabilir..
O mevcudun ruhu ise.. dıĢ duygularla görülen yapı ve cesedinin sureti üzerinedir..
Çünkü bunun böyle oluĢu, itibar yolundan gelirse.. o itibarın zıddı bir itibarla
o nisbet gider..
ġu bir kaidedir:
Ama, Hakka itibarsız yapılan bir nisbeti itibarların hiç biri atamaz..
Bu manayı anla..
Esas mana, yukarıda anlatıldığı gibi olunca, suret: Rabb için, zata bağlı bir emir
olarak kalır..
ġu hadis-i Ģerifler anlatılan manaya iĢarettir:
ĠĢbu iki hadis-i Ģerif, bir çok manaları iktiza ettikleri için ki:
Gerçekten, keĢif yolu ile bize gelen mana odur ki; her ikisindeki mana:
Zâhirî lafzına göredir.. ki bu yolda, daha önce de bir iĢaretimiz oldu..
Sonra ona:
- Hazretin cismi..
Diye anlatmıĢtır..
Her nekadar cism-i küllî, ruhlar âlemini kapsamına almıĢ ise de;
ruh onun fevkindedir.. Nefs-i küllî ise.. onun fevkindedir..
- L e v h..
Tabirini kullanmıĢlardır..
- Nefs-i küllî..
Her Ģey bir yana.. keĢfin mutlak yoldan bize verdiği Ģeyi,
ibare hükmüne indirdik ve dedik:
ĠĢbu âlem-i kudüs: Yüce Sübhan olan Hakkın, isim ve sıfatlar âlemidir..
- K e s i b..
Her aynî, hükmî, mana, lafız, ruh ve cisimden gelen her teĢbih,
tecsim ve tasvir.. tümden bunların hepsi anlatılan felekin zâhiridir..
o
- M u t l a k A R ġ..
ġöyleki:
Yani bu âlemde..
DemiĢlerdir..
Böyle olunca: Ġbarelerdeki mana birleĢtiği için, aramızda bir ihtilaf kalmaz..
Bilesin ki..
Halka ait hakikatlerin meydana çıkması babında; Hakka ait inceliklerin ilk
teveccühü KÜRSÎ‟de olur..
Yukarıda geçen âyet-i kerime üzerinde biraz duralım..
a) Hükmî vüs‟at..
b) Vücuda bağlı aynî vüs‟at..
Zira, her görülen yüz ondan gelir ve.. fiiliye sıfatlarından bir sıfat olur..
Vücuda bağlı aynî vüs‟at: Bunun oluĢu da, vücudun tamamiyle, yeri ve semaları,
bunlara benzer diğer varlıkları kapsamına almıĢ olması sayılır..
Bundan anlatılırken:
- K Ü R S Î..
Tabiri kullanılır..
Demek istiyorum..
NETĠCE: KÜRSÎ odur ki, yüce Hak iki kademini ona atmıĢtır..
Ġcadını ve idamını onda yapar..
Abdûlkerîm Ceylî
Bilesin ki..
KALEM-Ġ ÂLÂ: Hakka ait zuhur yerlerinde, Hakkın tayyünlerine bir evveldir..
- Temyiz üzere..
Demem odur ki: Halkın, ilâhî ilimde; evvelâ Ģekli bellisiz bir taayünü vardır..
Sonra, halkın bir varlığı da vardır; ama mücmel hükmî yoldan.. fakat arĢta..
ġöyleki:
- K A L E M..
Meselâ: Akıl.. Bu da bir modeldir; nefiste ne gerekli ise.. onun nakĢını alır..
Yukarıda anlatılan mana icabıdır ki, Resulüllah S.A. efendimiz Ģöyle buyurdu:
- KALEM-Ġ ÂLÂ..
Ġsmi verilir..
- Akl-ı evvel..
Ġsmi verilir..
Ġsmini alır..
Ö ğ r e n..
LEVH-Ü MAHFUZ: Hakka bağlı ilâhî nur olup halka nisbet edilen
müĢahede makamlarında tecelli etmektedir..
Onların:
Bu manadan:
- Nefsi küllî..
Tabiri kullanılır..
- LEVH-Ü MAHFUZ..
- Akl-ı küllî..
Tabiri kullanılır..
- K a z a..
- K ü r s î..
Tabirini kullandık..
Ve.. bu tecelligâh:
- Kalem-i âlâ..
- Akl-ı evvel..
Tabiri kullanılır..
LEVH‟ de bu iĢin takdirini iktiza eden emir; iĢte.. kalem-i âlâdır.. Buna ise:
- Akl-ı evvel..
Ġsmi verilmiĢtir..
- Nefs-i küllî..
Tabiri kullanılmıĢtır.
- K a z a..
Tabiri kullanılır..
Ancak kudret ilmi LEVH-Ü MAHFUZ‟ da, mutlaka bir Ģekilde bulunur..
Meselâ: Kalem, kendisi için ebedî saadet yazdığı kimseye mutlaka nimet verileceğinin
bilinmesi gibi..
Ama, mutad hikmet nizamına göre.. Yüce Sübhan olan Hak: Onları bu tertib üzere
yürütür..
LEVH-Ü MAHFUZ‟ da yazılan kaza yerini bulur..
Yani:
- Bu âlemin kabiliyet iktizası olan Ģeyle; mutlak sıfatlar iktizası olan Ģeyler arasında..
Demek istiyorum..
Haliyle bu durum: Ġlâhî sıfat iktizalarının aksinedir.. Onlarda vaki olacak Ģey
ilâhî iktiza gereğince, zarurî olarak olur..
Mümkün ise.. bir Ģeyi kabul ederken; o Ģeyin zıddını da kabul eder..
Kabiliyet bir Ģeyi iktiza ederse.. kader o Ģeyi nakzedenin vukuu ile yürür..
Böylece, o Ģeyi nakzeden Ģey de, o kabiliyet iktizasınca olur..
Bu da, mümkünün kabiliyetinde vardır..
Babında yapıyoruz..
D e r i z..
Bu ise.. zevke dayalı bir iĢtir.. Akıl bunu, fikri nazarı yolundan idrâk edemez..
Çünkü bu, ilâhî bir keĢiftir.. Allah, kullarından dilediğine ihsan eyler..
Hasılı:
Haliyle, bu muhkem kazanın aksinedir.. Zira, muhkem kazaya Ģu âyet-i kerime ile iĢaret
edilmektedir..
Yukarıda ayrıntıları ile anlatılan bu ilmi, keĢif yolu ile elde etmeye çalıĢana
en zor tarafı: Mübrem kaza ile, muhkem kazayı birbirinden ayırd etmektir..
Bunu ayırd etmesi gerekir ki: Muhkem kaza karĢısında edebini bile;
mübrem kazada ise.. Ģefaat dileye..
Bilesin ki..
- LEVH-Ü MAHFUZ..
- Nefs-i küllî..
Burada:
- “K U R‟ A N..” ( 85/21 )
Yani: Yüce zatın nefsi.. Ġzzetle âli olan Ģahsın nefsi.. Bu nefs-i külliye ile,
LEVH-Ü MAHFUZ‟ dadır..
Ne hülûl, ne de ittihad..
Anlatılan manaya iĢaret olarak: Mirac gecesi, Cebrail a.s. Resulullah S.A.
efendimize Ģöyle demiĢtir:
Burada:
- E ğ e r..
- L E V..
Onun yapraklarından, birer tane cennet evlerinden her birine ulaĢması ise..
o ev sahibinin imanından ibarettir..
Bilesin ki..
Biz, SĠDRE‟yi bir YER olarak bulduk; orada sekiz müĢahede makamı vardı..
Yukarıda:
- Y E R..
1. Yüce Hakkın zâhir ismi ile tecellisidir.. Ama kulun batın cihetinden.........................
2. Yüce Hakkın batın ismi ile tecellisidir.. Ama kulun zâhir yönünden...........
3. Yüce hak, kulun ruh cihetinden, Allah ismi ile, tecelli eder.........................
4. Yüce Hak burada; kulun nefsi cihetinden RAB sıfatı ile tecelli eder..........
5. Burası mertebe tecellisidir.. Ki bu; kulun aklınca RAHMAN‟ın zuhurudur..
6. Kulun vehmi ciheti ile, Hakkın tecellisidir..................................................
7. Hüviyet marifetidir.. Burada Yüce Hak, kulun isim benliğinde tecelli eder.
8. Zatın marifetidir.. Ama kulun mutlak yönünden.. .....................................
Durum anlatıldığı gibi olunca: Batınla batın, zâhirle zâhir, hüviyetle hüviyet,
benlikle benlik olur..
- Bu, ilâhî bir tecellidir.. kendisi içindir.. Hakkın orada bir görüntüsü yoktur..
Hiçbir Ģekilde, o tecelli halka bağlanamaz; mutlaka Hakkındır..
Bilesin ki..
Ve.. o:
- M a h l u k t u r..
Tabiri kullanılır..
Bu RUH‟ÜL – KUDUS, o ruhtur ki; bu Kevnî varlığa, Allah bir varlık vererek
onunla kaim kılmıĢtır..
ĠĢbu varlık sayesindedir ki: DıĢ duygularınızla, bu duygular âleminde,
ne yana dönerseniz; fikirlerinizle, makulatta ne yana çevrilirseniz:
Bu mukaddes ruh, orada kemâli ile aynen vardır..
Çünkü o: Veçh-i ilâhîden ibarettir.. Varlık ise.. bir veçh-i ilâhî ile kaimdir..
Bu veçh-i ilâhî her Ģeyde vardır; ve.. Allah‟ın ruhudur.. Bir Ģeyin ruhu ise..
o Ģeyin kendisidir; nefsidir..
Bilesin ki..
Bu hisler çeĢidinden her Ģeyin bir ruhu vardır ki; sureti onunla kaimdir..
Ve.. bu mahluk ruh için; ilâhî bir ruh vardır ki: O mahluk ruh onunla kaimdir..
Burada, insanı ele alarak; daha açık bir mana ile anlatalım..
Meselâ:
Yine insan üzerinde duralım; daha baĢka açıdan alarak devam edelim..
Tabiri kullanılır..
Böyle olunca aslî âlemi karıĢır.. Çünkü, o suretine beĢeriyetinin iktizası Ģeyler
yerleĢmiĢtir.. Ruhî serbestliği gitmiĢ; suretle bağlantı kurulmuĢtur..
Ancak âhiretteki zindanında, görülür; elle tutulur gibi, bir ateĢ içindedir..
Bu manayı anla..
Ġnsanın namus kıyamını sağlayan iĢlerdir.. Bunlar da: Makam sahibi olmak,
istilâ, yükseklik talebi gibi Ģeylerdir..
Çünkü insan, ruhî yönden yücedir; bu gibi Ģeyleri, hatta daha baĢkalarını
taleb eder..
Ancak, insan bu anlatılan ruhî ve beĢeri iĢleri bir yana bırakıp aslı olan sırrı
müĢahedeye devam ederse.. ki bu, onun aslıdır..
Böyle bir elin sahibi: Gözsüze elini sürünce gözü açılır; abraĢın illetini de giderir..
Böyle bin dilin sahibi: Bir Ģeyin olması emrini verdiği zaman,
Allah‟ın emri ile o Ģey, olur..
Nitekim Ġsa‟nın A.S. vasfı bu idi ve Allah-ü Taâlâ onun için Ģöyle buyurdu:
Bilesin..
Adı verilmiĢtir..
- Allah‟ın emri..
Makam, mekân itibarı ile; mevcudatın en ulusu, derece itibarı ile de en yücesidir..
Allah-ü Taâlâ her Ģeyle beraber, ona özel bir yüz yaratmıĢtır;
o yüzle kendi zatına katılır..
Memleketin tümünü, ondan yarattı.. Hem de, ona göre ve onun maddesinden..
Sonra..
ĠĢbu mana icabıdır ki: Resulullah A.S. efendimiz, en faziletli beĢer olmuĢtur..
ĠĢte anlatılan mana icabıdır ki, Allah-u Taâlâ, Resulullah S.A. efendimize
Ģöyle buyurdu:
Buyrulduğu ve soruya karĢılık; RUH, mutlak olarak bir kayda bağlanmadan anlatıldı..
Burada, günün nekre yolu ile anlatılması; o günün büyüklüğüne, azametine iĢarettir..
- “Emrimizden..” ( 42/52 )
Allah‟ın ilminde, ilâhî hakikat onu iktiza etmiĢtir ki: Yarattığı her Ģeyde,
bu MELEK‟ten bir yüz buluna ve o yaratılan Ģeyin küresi, bu yüz üzerine
devresini döndüre..
O bildiği Ģeylerle tahakkuk ettiği takdirde, bir kutup olur; varlık çarkı,
tümden onun üzerinde dönmeye baĢlar ve o: MELEK için bir vekil
hükmündedir..
- “KonuĢamazlar..” ( 78/38 )
Diğer meleklere gelince: Her ne kadar ilâhî huzurda izin verilirse de;
o izni alan her melek, bir kelimeden fazla konuĢamaz..
Bu âlemde, bir iĢin yerine gelmesi emri çıkınca; Allah-ü Taâlâ o iĢe uygun
bir melek yaratır; RUH‟a gönderir..
- N u n..
- Kalem..
- Müdebbir..
- Mufassil..
- Alûn.. – Yüceler -
Tabir edilen meleklerdir; Ġlâhî hikmet icabı, Âdem‟e secde emri almamıĢlardır..
Eğer onlar: Âdem‟e a.s. secde için emrolunmuĢ olsaydı; zürriyetinden her biri,
onları bilirdi; tanırdı..
Uykuda ilâhî bir misalle onlara nasıl suretlenir gelir?.. Hak onu, uyuyana çıkarır..
Emrolunduğu iĢi yapmak hükmü ile, misal yollu tenezzül eder; gelir..
Uykudakilere, çeĢitli suretlerde görünür..
Bu mana icabıdır ki: Uykudaki, taĢ cinsi cemad Ģeylerin konuĢtuğunu görür..
Eğer, o cemad sureti ile, surete bürünen bir ruh olmasaydı; konuĢmazdı..
- Alûn.. - Yüceler -
Adı ile anılan melekler, Âdem‟e a.s. secde için emir almadılar..
Dolayısı ile, onları, ancak; âdemoğullarından:
- Ġlahiyun..
Bu ise.. âdemiyet ahkâmından temize çıktıktan sonra, onlara ilâhî bir ihsandır ..
- Âdemiyet ahkâmı..
Demek:
Demektir..
Ancak:
- A L Û N..
Üstte geçen âyet-i kerime üzerinde biraz duralım.. Özellikle âyette geçen
istifham üzerinde duracağız.
Bilesin ki..
Hak tarafından gelen suali, bilinen manadaki istifham saymak doğru olmaz..
Yani:
- Kibre düĢtün..
Demektir.. Ki bu durum:
Sözüyle bellidir..
Kelâmındaki:
- “Y o k s a..” ( 38/75 )
Manasını çıkaran:
- “E m..” ( 38/75 )
Demeğe gelir..
Böyle bir soru, Musa a.s. için ünsiyet oldu; Ģu cevabı ile açıldı:
Musa a.s. kendisine, istifham yollu sorulan sualden böyle geniĢ bir cevab beklediğini biliyordu;
onun için böyle konuĢtu..
Cümlesi olurdu..
E v e t..
Bahsini açalım..
Bilesin ki..
Kalem-i alâ..
Muhammed S.A. efendimizin ruhu..
Akl-ı evvel..
Ruh-u ilâhî..
- Senin konuĢtuğun Ģey, taleb ettiğin bu sır öyle bir iĢtir ki:
Meram olarak olarak azizdir; makam itibarı ile de azimdir..
Bunun, açıktan ifĢası yaramaz; kinaye ve telvih yollu anlamak zordur..
ġöyle bilesin:
Bunun böyle oluĢunda, hiç bir Ģüphe yoktur.. Bu, söz götürmez..
S o n r a..
RUH anlatıyor:
- Ey efendiliği hak eden büyüklük sahibi; bütün inceliği ile her Ģeyi bilen
ve bizzat her Ģeyden haberdar olan yüce zat..
Sonra.. ġu hususlarda bana bir haber ilet: Dizi dizi hikmet incileri sun..
Rahmet umanını önüme ser..
ġöyle dendi:
- Bilesin ki:
Yüce Hak, isim ve sıfatlarının tecellisini murad etmiĢtir..
ĠĢbu gayenin yerine gelmesi için: Açıktan belli seçimli zuhur yerlerinde;
bir de gizli, batın mânalarda anlatılan isim ve sıfatlarını izhar eyledi..
ġu bir gerçektir ki: Ġnsan, baĢkasını gördüğü zaman, hayır iĢinde çok Ģeyler elde
eder.. Bir uyma mevzuu varsa.. Anlatılan durumda daha kolay uyulur..
Böylelikle nekadarına gücü yetiyorsa o kadarını alır..
O sıfatları, ancak o sıfatlar bilirler, bunda bir ikilik bir karıĢma yoktur..
ĠĢte.. Anlatılan mâna icabıdır ki, bir ismi de SEYYĠD-ÜL EVVAH olan
Resulullah S.A. efendimiz Ģöyle buyurdu:
- “Allah‟ın kadrini, Ģanına lâyık olan bir hakla takdir edemediler..” ( 6/91)
Akıllar, o umman mânaya dalıp idrâk etmekten yana kusurludur. Kaldı ki:
Akıl için, kendini bağlarından sıyırıp koparmak da imkânsızdır..
ĠĢbu durum, bazan için dıĢa; bazan da dıĢın içe geçiĢine benzer..
Diyor ki:
Sonda da; RUH ismi ile müsemma MELEK için Ģiirler söyledi..
- Hindler,
Dedim namında..
Var söyle:
- Yoktur o güzelin yüce varlığı için;
Giriş
Mukaddime
Zat
İsim
Sıfat
Uluhiyet
Ahadiyet
Vahidiyet
Rahmaniyet
Rubûbiyet
Amâ
Tenzih
Teşbih
Fiiller Tecellisi
İsimler Tecellisi
Sıfatlar Tecellisi 1
Sıfatlar Tecellisi 2
Zat Tecelligahı
Hayat
İlim
İrade
Kudret
Kelam
Semi
Basir
Cemal
Celal
Kemal
Huviyet
İnniyet
Ezel
Ebed
Kıdem
Allahın Günleri
Salsala-i Ceres
Ümmül Kitab
Kur'an
Furkan
Tevrat
Zebur
İncil
Hakkın Nuzülü
Fatiha-i Kitab
Tur
Refrefi Ala
Serir ve Tac
Kademeyn – Na’leyn
Arş
Kürsî
Kalem-i Ala
Levh-ü Mahfuz
Sidre-i Münteha
Ruh’ül - Kudüs
Ruh Adlı Melek (1)
Ruh Adlı Melek (2)
Bu KALB, arşıdır mekân sahibi Allah’ın;
Hem mamur hüviyetidir insanda anın..
Allah sana baĢarı ihsan eylesin.
Bu nura:
- K A L B..
ġöyle ki:
- Y ü z l e Ģ m e..
ĠĢte.. o zaman kendisine hâkim olan bir ismin veya tüm isimlerin saltanatı
altında örtülü kalır..
Sonra..
Bu nurun adına:
- H E M M…
Ġsim veya sıfat, hemmin hizasında, bir cihetteki hizaya geldiği zaman,
KALB ona bakar.
Sonra o isim gider; baĢka bir isim gelir.. Aynı cinsten bir isim de olur.
Bu sefer, yeni gelen isimle macerasını sürdürür;
tıpkı birinci isimde olduğu gibi..
ġunu da bil..
Adı .. verilir..
Anlamaya çalıĢ..
Bilesin ki..
Hemm, olarak anlattığımız Ģeyin; KALB‟e göre belli bir yönü yoktur..
Çünkü onlar :
- Z a t i y y u n..
- KALB:
- KALB:
- KALB, kendi durumu ile halka ait bir müĢahede yeri iken;
Hakka ait bir müĢahede yeri oldu.
O, beyaz bir elbise gibi idi; kendisine yapıĢan her kirli Ģeyin nakĢını aldı..
Eğer ilâhî saadete ehil bir kimse ise.. Yüce mertebelere ermeyi,
üstün makama çıkmayı sağlayan iĢleri bıraktıktan sonra birden akıllanır..
Bu, o kimseye benzer ki: Her yanı ile elbisesini kir sarmıĢ ve lekeleri
yerleĢmiĢtir..
Bu ameller:
Ġtikadların en güzeli, devamlı mürâkabe ve benzeri iĢler oldu..
- Onların nail olduğu Ģeyler, bir hibe değildir ki; dolayısı ile minnet edilsin..
Nail oldukları Ģey, hakikatleri icabı kazandıkları zaferdir..
Onların nail olduğu her Ģey; kendileri için ayırdığımız bir istihkaktır..
Ġsterse tümü cömertlik hazinelerinden gelmiĢ olsun..
- M e v h i b e..
Bu mânaya iĢaret olarak; ġeyhimiz ġeyh Abdülkadir Geylânî r.a. bir Ģiirinde
Ģöyle anlatmıĢtır:
- Aks ve KALB..
- KALB..
Ġsmi verilmiĢtir.
Bu takdirde, KALB‟e:
- KALB..
Bu manayı anla..
Bu mânanın tersine eğer âlem asıl olsaydı; ilâhî sığınmanın ona olması gerekirdi..
Bundan bilindi ki: KALB asıldır; âlem de dal..
Bilesin ki:
KALB dıĢında kalan her Ģey: Rabbını, bir yüzden bilse dahi;
diğer yüzden bilemez.
Allah-ü Taâlâ‟yı KALB‟in dıĢında hiçbir Ģey her yönü ile bilemez..
Amma , KALB bilir.
Bu bir keĢiftir ki: KALB bu müĢahede ile ilâhî cemalin güzelliklerine muttali olur..
Bundan sonra, kudret ismine geçer; onun da diğerleri gibi lezzetine erer.
Bu hali, öyle bir tadıĢla tadar ki: Kendi dıĢında birini tanımıĢ, kudretini anlamıĢ
ve o kudreti, eflâkinde seyrini sürdürdüğünü görmüĢ olur..
O kadar ki:
Bu tür alıĢa:
Bilesin ki..
Böyle bir Ģeyin olması: Kül olanın cüz olanda bulunması demektir ki:
Allah-u Taâlâ külden de, cüzden de münezzehtir.
Anlatılan ilâhi varlığı alıĢ, kemâl babında bir alıĢtır. Bunu biz:
Olarak anlattık.
Ancak bu yeterli durum; kulun üzerinde bulunduğu Hak‟tan gelen bir kemâldir.
Yoksa, Hakkın üzerinde bulunduğu kemâl durumu değildir.
Çünkü : Hakkın kemâline bir son yoktur..
ĠĢbu durum:
Cümlesinin mânasıdır.
- M e l e k l e r..
Bilesin ki..
Tıpkı: Ġlâhî ilimde, AKL-I EVVEL için alınamayacak Ģeylerin olacağı gibi..
N u n…
Adı ile anılan ilâhî ilmin divitindeki toplu hükümleri tafsil eder.. açar..
AKL-I EVVEL: Ġlâhî ilmin nurudur. YaratılıĢa dair bir belirti tenezzülünde
ilk zuhur eden odur..
Ġstersen buna:
Diyebilirsin..
Yani; O bir idrâktir ki, AKL-I EVVEL‟e konan ilim suretleri zuhuru
onunla olur..
- Akl-ı küllî, her akıl sahibinde olan akıl cinsi Ģeylerden ferdlerin birleĢimidir.
- O, insan, melek, cin ruhları için madde gibidir.. Behimî ruhlar için değil..
Sonra.. akl-ı külle ait yüzlerden biri ile de, idrâk edebilir..
Ama bu kadar.. Ötesi yok..
Elbet o: Kudsî vahyin çıkıĢ mahalli olup nefse nisbet edilen ruhun
merkezine gelmektedir.
Sonra..
Akl-ı küllî, yayılıp dağılmaya kalan emir için bir adalet terazisidir.
Kendi dıĢında kalan bir kanunla kavranmaktan yana münezzehtir.
Onun iki yanı vardır: Biri, ilâhî iktizalardır; diğeri de, tabiî kabul yerleridir.
Onun iki gücü vardır: Biri ilâhî irade, diğeri halka ait iktiza..
ĠĢbu mâna icabıdır ki: Akl-ı küllî dürüst bir ölçü olmuĢtur..
Akl-ı maaĢın boĢa giderdiği olur.. Bir çok Ģeyi gözden kaçırdığı olur..
Sonra: Akl-ı maaĢın kıyası sağlamasızdır. Her yolu ile kıyasını yapar.
- “Harrasun..” ( 51/10 )
Bu tür alıĢ ilâhî bir sınırdır.. ki bunu: Allah-ü Taâlâ levh-ü mahfuza komuĢtur..
Hali ile AKL-I EVVEL böyle değildir.. Çünkü bu: Ġlmini vasıtasız Hak‟tan alır..
Sonra..
Akl-ı küllî ilmini levhten; yani: Kitaptan.. aldığı zaman, bazı vasıtalarla alır.
O ilmini, ya hikmet kanunu ile alır; ya da kudret miyarı ile alır. Bu alıĢı
bir kanuna göre de olur; kanunsuz da..
Akl-ı küllün bu tür alıĢı: Bir okuma yolu iledir.. Ġlmini aldığı yere karĢı
baĢ eğik durumdadır.
Bilesin ki…
Bundandır ki, Ģekavet ehli Allah-ü Taâlâ‟ya karĢı marifet sahibi olamazlar..
Kaldı ki; akıl: Allah-ı ancak iman yolu ile bilir.Yoksa, akıl:
Nazarı, kıyası ile irfan sahibi olamaz.
Ancak, iman yolu ile elde edilen marifet böyle değildir.. O mutlaktır.
Sonra..
Her ne zaman:
- Bu iĢ böyledir..
Diye hüküm verdikleri, tahmin yolu ile kestirip attıkları için ölsünler..
Bu mânayı anla..
Sonra..
- AKL-I EVVEL..
- Kalem-i âlâ..
Tabir edilir..
AKL-I EVVEL: Resulüllah S.A. efendimize nisbet edilmiĢtir.
Böyle olunca, Resulüllah S.A. Cebrail‟in babası oldu. Bütün âlemin de aslı..
Bu mana icabıdır ki: Miracda Cebrail durdu; Resulüllah S.A. tek baĢına gitti.
Sonra..
Adı da verilmiĢtir.
Bu manayı da anla..
VEHM, aklı, fikri, musavvire ve idrâk gücünü mağlup eder. Hatta insanda
bulunan diğer duygular dahi: VEHM gücünün kahrı altındadır.
Nitekim Allah-ü Taâlâ meleklere: Yerden bir avuç toprak almaları emrini verdi..
Bu topraktan Âdem a.s. yaratacaktı..
Bu toprağı almak için, önce Cebrail indi. Yer, kendisinden bir Ģey almayıp
bırakması için; Allah adına yemin verdi..
Bundan sonra Mikâil geldi; sonra Ġsrafil geldi.. Bunları takiben bütün mukarreb
melekler geldiler; hiç birinin ondan bir Ģey almaya güçleri yetmedi..
Sonra…
Bu öyle bir melektir ki: Ruhunu aldığı tüm kimselerin hallerini bilir…
Ve.. her cins için, ayrı bir surete girme imkânına sahiptir..
Aldığı ruhun karĢısına bir nakıĢ gibi gelip durur. Ruh, onun suretini görür
aĢık olur cesedden çıkar..
Azrail‟in cazibesi ile, cesedin ruha olan aĢkı arasında bir çekiĢme baĢlar.
Bilesin ki…
Aslına bakarak ruh: Cesede girmesi, oraya hülûlü ile, öz mekânından ayrılmaz..
Aslî mekânından kopmaz.
Bu böyle bir iĢtir; olur.. Ama, akıl onu: muhal kabul eder.. Bilemez..
KeĢif yolundan baĢka yoldan da bilemez.
Yapılan izah veçhi ile: Ruh bir Ģeye birleĢme gözü ile baktığı zaman,
oraya hülûl eder..
Onun bir Ģeye hülûlü, herhangi bir Ģeyin kendi kimliğine hülûlü gibidir.
Bu durumda ruh ondan ayrılır.. Kendisine has olan hafiflik ve süzülme hali
cesede geçmez.. Ancak bu ayrılık tam bir kopuĢ Ģeklinde ayrılık değildir..
Çünkü o: Aslî sıfatlarının tümü ile muttasıftır.. Ancak o: Anlatılan hal icabı
bir fiil iĢlemeye yeri yoktur..
- Ġttisal ayrılığı..
Diyoruz; ama:
- Ġnfisal ayrılığı..
Demiyoruz..
Durum anlatıldığı gibi olunca; cisim sahibi, melek huylu iĢler yapmaya
bakarsa.. iĢ değiĢir..
Ruh bu haline devam ettiği süre; kendi özünde ruh gibi olur..
Suda yürür; havada uçar..
Ruhun gözü devamlı cesettedir.. Amma, itidal üzre sağlıklı olduğu süre.
ĠĢte ruhun durumu yukarıda anlatıldığı gibidir.. Taa, kesin hükme bağlı
ecel gelinceye kadar.. Malum ömür süresi bitinceye kadar..
Bundan sonradır ki: Azrail adlı melek ona gelir.. Ama o ruhun Allah katında bulunan
uygun haline göre..
Sonra..
Sonra…
Azrail adlı bu melek: Taat ehli için olsun; masiyet ehli için olsun
bunlar için gireceği Ģekil, belli bir çeĢitte değildir..
- Ruhu çıktı..
Meğer ki: Cesede hülûl eden ruhun nazarı bir giriĢ sayıla..
Çünkü hülûl: Ancak giriĢle olur..
Sonra…
Nitekim, Hak Taâlâ, bir anı her hangi bir Ģahıs için geniĢletir..
Böyle bir an: Hem o kimse için, hem de bütün dünya ehline göre;
gündüz saatinin en az bir zamanında olur..
Nitekim böyle bir vaka bizim için oldu.. Onu anladık.. Ne var ki bu iĢe;
ancak bizden nasibi olan inanır..
ġeklinde anlattı..
- Ruhların ölümü..
Bilesin ki..
Bir kimseye bu nur musahhar olur, onu hükmü altına alırsa.. onunla:
Ulvî ve süflî varlığa hükmünü geçirir..
Amma bir kimseye de, VEHM galip gelir; hükmü altına alırsa..
Bilesin ki…
Bundan sonra, Rabbinin adı ile nefsine yemin verdirip iĢe koyuldu..
BĠRĠNCĠ HULLE:
YeĢil nurdandı..
Süslü kenarları kibrit-i ahmerle Ģunlar yazılmıĢtır:
ĠKĠNCĠ HULLE:
Uzaktan yaklaĢtırandır..
Bu hulle tuğyan karası ile dokunmuĢtur..
Bilesin ki..
Ve.. halktan bana vüsul yolu ile gelmek dileyen: Ancak bana varması için
vereceğin desturla gelecektir..
Ve.. ona: Sariül - Mücib, yani: Çabuk icabet eden ismi ile baktı..
Adı geçen tecelli ile: HĠMMET, kalblere uzak olan her Ģeyi yakınlaĢtırma
istidadını kazandı..
Adı geçen nazar sayesinde ise: istenen Ģeyin ele tez geleceğini ifade etti..
ĠĢte.. anlatılan mana icabı olarak: HĠMMET bir Ģeyi niyetine alıp
ayağı üzerine kalkınca; niyetine uyana kavuĢur..
- HĠMMET sahibi..
Hali böyle olan bir kimse; aradığını bulabilir mi?.. Sevgilisine kavuĢabilir mi?..
Özellikle HĠMMET babında, ciddi bir çaba harcayana: Arzu edilen Ģey,
en çabuk yoldan gelir..
Bir kimse, herhangi bir Ģeyi niyetine alır; ciddi bir yoldan çalıĢırsa..
aradığını bulur..
Demek de istemez..
ġöyle söyler:
- Bilesin ki, kızımın mihri bir cevher olup, onun adı: Behraman‟dır..
Kisra‟nın veya NuĢirevan‟ın hazinesinde bulunur..
DerviĢ sorar:
PadiĢah anlatır:
- Onun menbaı Seylan denizidir.. Onu bulup bize getirirsen.. kızımızın niĢanı olur..
Bu niĢandan sonra nikâh da, senin için mümkün olur..
Emrini verir..
Hikâyede anlatılan iĢi, olmaz bir Ģey sanma.. ĢaĢılacak bir iĢ gibi de görme..
Sana yemin etmezdim; ama inkâr raddesine gelmeyesin diye, yemin ediyorum..
HĠMMET kadehi, boĢ iken; atılan her muhalif taĢ onu kırar..
Ama o: Tam manası ile dolduğu, bu doluĢta son haddine vardığı zaman..
kasırgalar dahi onu yerinden oynatamaz.. Demir tokmaklar ve korkunç âletler de onu
kıramaz..
Durum anlatıldığı gibi olunca: Bu yola giren, o gibi Ģeylere iltifat etmemeli..
Girdiği yolda eline girecek hâsılata, ya da elinden çıkan Ģeylere
aldırıĢ etmemeli..
Bu, âfetleri çok olan bir yoldur.. Korkunç kesicileri vardır.. Engellerle doludur..
Bilesin ki..
Ve.. hurma çekirdeği ekildiği zaman, ancak hurma ağacı olarak meydana çıkar..
Sonra..
Haliyle: Hem, böyle değildir.. Bu, kalbin herhangi bir Ģeye meylidir..
Ġster uzak olsun; isterse yakın..
Bilesin ki:
HĠMMET, mekânı yüksek, Ģanı büyük olsa dahi, kendisi ile olana perdedir..
Onu bırakmadıkça yükseklere çıkamaz..
Asıl seyyid odur ki: HĠMMET sırlarını bilmeden, onun meyvesini derip tatmadan..
onu aĢıp gider..
Demek istiyorum..
Bu manadaki sözden kasdım Ģu demektir:
Allah-u Taâlâ ise.. kavramlı olmaktan, haddi ve hududu olmaktan yana münezzehtir..
Kabiliyet ve istidatların takdir yerlerini de, onun dönüp durduğu bir felek kıldı..
- M i k â i l..
OlmuĢtur..
Böyle yaparsan, hikmet hazzını bulursun.. Hitabı ayırd etme kabiliyetine erersin..
Bilesin ki..
Halka nisbet edilen çeĢit ise: Zattan gelen ferd cevherin terkibini bilmekten ibarettir..
Ġnsan FĠKĠR suretleri yolundan yükselmeye baĢlar; anlatılan iĢin seması haddine varırsa..
ruhanî suretleri, bu hisler âlemine getirir..
- Ol..
Demektir..
ĠKĠNCĠSĠ: Bu, al büyüdür ki, hayal ve tasvir gücüne yerleĢtirilmiĢtir..
Ancak.. bütün bunlara rağmen; Allah elinden tutar; teyid ettiği latifeye çıkarırsa..
bu manada makamdan ikinci bir miraca çıkar..
Hâsılı: Bir kimse gidiĢini anlatılan yola uydurursa.. ilâhî hükmün emrine girerse ..
hesabını kendisi tamamlamıĢ olur..
Bu hal içinde; her nekadar muhal olan Ģeyler onda zuhur bulur ise de..
yine: Hakka dönmesi imkânsızdır..
- Allahım helâke götüren ilimden sana sığınırım.. Ya seyyidî bana yetiĢ yetiĢ..
Bu semağ meclisinde Hazret-i ġeyh tam bir ittila ile beni gözetiyordu..
Amma iĢi tam bilen birinin gözetmesi gibi gözetiyordu..
Ve.. Allah-u Taâlâ onun bereketi ile, beni kavim miraca getirdi..
O kavim mirac ki: Tam sırat-ı mustakimdir.. Allah‟ın yoludur..
Bilesin ki..
Allah-u Taâlâ, Resulullah‟a S.A. nisbet edilen FĠKR‟Ġ Hadi, ReĢid isminin
nurundan yarattı..
FĠKĠR, anlatılan güzel isimlerin sırlarını özünde toplayıp anlatılan yüce sıfatların
libası ile âlem içinde zuhura baĢlayınca:
Amma malum ecel geldiği, kesin verilen emrin günü geldiği zaman..
Allah-u Taâlâ bu meleklerin ruhlarını kabzeder..
ĠĢ âhirete döner..
Bunları yap; ve.. gizli sırların hazzını al.. Mevhum sırları örten perdeleri kaldır..
Her kim sırrı ifĢa ederse.. emanet sevabına nail olmaktan mahrum kalır..
Melâike-i kirama katılmasına ramak kalmıĢ iken, avam mertebesine döner..
ĠĢbu sırrı ifĢa, hiçbir iĢe yaramaz.. Duyanın ancak dalâletini artırır..
Muhatabı illet eder; kayda bağlar..
Bilesin ki..
HAYÂL, vücudun aslıdır.. Onda bulunan zat ise.. mabudun zuhur kemâlidir..
- Onda bulunan zat ise.. Sübhan olan yüce mabudun zuhur kemâlidir..
Bu manada onun en kâmil zuhuru ise.. anlatılan aslın kendi mahallinde olabilir..
Anlatılan durum Ģunu tesbit etti: HAYÂL, baĢtan sona, bütün âlemlerin aslıdır..
Görmez misin ki: Resulullah S.A. efendimiz, bu his âlemini uyku saydı..
Uyku ise HAYÂL sayılır..
ġöyle buyurdu:
ġu demektir:
Bunun manası:
Demek değildir..
Sebebine gelince: Gaflet Allah tarafından gelir; berzah ehlini, mahĢer ehlini,
cehennem ehlini, cennet ehlini sorar..
Taa, cennet ehlinin çıkacağı tepede: Yüce Hak onlara tecelli edinceye kadar..
Oraya çıkarlar ve yüce Allah‟ı müĢahede ederler..
Her iki durum da; Allah-u Taâlâ ile huzura dalmaktan olan gaflettir..
Bunlar her nekadar; hesap için Allah-u Taâlâ‟nın huzurunda iseler de;
Allah ile değil, hesap ile olurlar..
Durum yukarıda anlatıldığı olduğundan, âlemlerden her biri; Hak olma ciheti ile;
Hak‟ta bir nazara uğramıĢtır..
Ancak onun böyle oluĢu, uyku hali gibidir.. Ayıklık haline benzemez..
Bir kimseye, bu âlemde, takdir hükmü ile; Allah‟tan ayıkma hali gelirse..
ki bu: Cennet ehline kesip‟te – cennetteki tepe – saklanan cinstendir; iĢte o zaman:
Hak Taâlâ o kimseye tecelli eyler; ayık halinde ona zatını tanıtır..
o “Ġnsanlar uykudadır..”
ġimdi..
Her âlem ehlini bilirsen ki: Kendilerine uyku hükmü verilmiĢ.. Aynı hükmü
bütün âlemlere teĢmil et..
- R u h..
Tabir edilen garib, yola revan oldu.. Öyle bir âleme vardı ki; oraya:
- Y U H..
Tabiri kullanılıyordu..
Ona soruldu:
ġöyle dedi:
ġöyle dedi:
- Burası gayb âlemidir.. Buranın konukları pek çoktur.. Güzel ihsanları vardır..
Ġyi de hazırlık yapmıĢlardır.. Bir gayeleri vardır; ama kısa vadeli değil..
Durum böyle olunca: Onlara vâsıl olana ve onların huzuruna varana o düĢer ki:
Onların güzelkıyafetine bürüne.. Onların süründüğü güzel kokuyu da sürüne..
Dedi ki:
o Elbiseler, Âdem‟den A.S. kalan semseme çarĢısında satılır.. Kokulara gelince,
tatlı bir rivayet olan HAYÂL arzında satılır..
- Âlem-i gayb..
DenmiĢtir..
- HAYÂL ruhu..
Denirdi.. Ayrıca:
o Cennetlerin ruhu..
Künyeli idi..
Beni övdü..
- M e r h a b a..
- Ey benim efendim..
ġöyle anlattı:
- O, öyle bir latifedir ki, hiç fena bulunmaz.. O öyle bir mahaldir ki;
ona ne gece uğrar; ne de gündüz..
ĠĢte.. Allah-u Taâlâ onu böyle bir mayadan yarattı..
ĠĢte biz: Bu kitapta onun tercümanı olduk.. Dolayısı ile, onun namına
böyle bir kısım ayırdık..
Sordum:
ġöyle anlattı:
- Ey efendim, ben Ģart koĢulan emir üzerineyim.. Sağlam ahde sıkıca bağlandım..
KeĢif ve vücud ile bildim ki; Ruhlar âlemi daha zâhir ve daha kavi..
Amma âlem-i histen.. amma zevk Ģuhud âleminde..
Ona selâm verdim.. Selâmıma karĢılık aldıktan sonra ona Ģöyle dedim:
ġöyle dedi:
Bir Ģehre girdim.. Oranın öyle acaib bir arzı vardı ki..
Oranın arzı, saklanan beyaz inci gibi idi.. Seması da yeĢil zeberced idi..
- Efendim, senin yüksek durumunu soracaktım.. Engelli, hakkında çeĢitli söz edilen Ģanını
anlamak istiyorum.. Bu bapta halk tereddüde düĢmüĢtür..
Bunlara, bazı itikad suretleri peydah olur.. Bu itikad, kullarının birinin sureti de olabilir..
Böyle olunca: Benim ismimle isim alır.. ismimi yanağına yazar ad olur..
Onu görüp yanılan cahil: Hızır isimli kimsenin o olduğunu sanır..
BĠRĠNCĠ KISIM:
- Rahmanın istivagâhı..
Olan makama varmıĢlardır..
ĠKĠNCĠ KISIM:
Bunlar, Ģuhud âleminden sefer etmiĢ; gayb varlığı fezasına vâsıl olmuĢlardır..
ÜÇÜNCÜ KISIM:
DÖRDÜNCÜ KISIM:
Safa ehli zatlar, bazen bu sancak altına girer halka gayb iĢlerini söyler..
Ve onlara gizli hallerden haber verir.
BEġĠNCĠ KISIM:
Makamları güzeldir..
ALTINCI KISIM:
Bunların sözleri, bir dayanak değildir.. Bunlar gibi olunmaya teĢvik olmaz..
FASIL:1
Orası öyle bir makamdır ki: Azap ve nimet tadı onda bulunur..
Bilesin ki..
- Yetti yetti..
Bundan sonra cehennemde kereviz otu biter..”
Allah-u Taâlâ, cehennem ehli için azabı yaratınca onlarda, bu azaba dayanacak
gücü de yarattı..
Allah bu duyguyu onlara verir; anlarlar.. Sonra azap gelir; azap olunurlar..
Onların içinde olan bu keĢfi; kendilerine olan bir azap müjdecisi gibidir..
.
Sonra..
Bilesin ki..
Ki bu kuvveti onlara göstermiĢtir: Bu gösterme ise.. her Ģeyde vuslat sebebi olan
bir münasebet icabıdır..
ĠĢte.. anlatılan mana icabı olarak, Yüce Hak kademini ateĢ üzerine koyar..
- “Yetti yetti..”
Demesinden anlaĢılır..
Anlatıldığı gibi bir söz: Zillet halinden gelen bir sözdür.. Ama izzet kahrı altında..
Bilesin ki..
AteĢ vucüdda aslî bir varlık olmayınca, iĢin sonunda zail olup gider..
Bu mana:
Cümlesinin manasıdır..
Hele rahmetin durumuna bir bak ki: Önden sona, varlığa hükmünü geçirir..
Onun öyle oluĢu, asıl oluĢundan ileri gelir..
Bu manada bir sır var ki, Ģöyledir: Rahmet, zata bağlı bir sıfattır..
Yani: Sübhan olan Allah‟ın zatına..
- Rahman ve Rahim..
Adını aldı; ama:
- Gadban ve gadub ..
Gaffar ismine bir bak.. O: Rahmetin icab ettirdiği nimete ait zuhur yerlerinin ilkidir..
Dendi..
Kahir ismine gelince.. ki o da: Cezaya ait zuhur yerlerinin ilkidir.. ki adaletin icabıdır..
Bunda ancak iki sıfat bulunur.. Meselâ: Kahir ve Kahhar..
Kahur sıfatı gelmedi..
Bilesin ki:
- AteĢin zevali..
Demek:
O ot yeĢildir..
- O hali üzere baki kaldı.. Ancak cehennem ehlinin azabı rahata çevrildi..
Bir kimse, Hakk‟ın cezbesine kapılır; mücahede ve riyazetle tezkiye yolunu tutarsa..
cehennem ateĢi için anlatılan durum, bu kimsenin haline uyar..
O zaman:
.
Sonra...
Kaldı ki: Tabiî nefse tam manası ile yüklenmedikten sonra.. zail olmaz..
çok çok yorulmak lâzım..
Böyle yapar ki: Ġkinci bir defa kuluna azab olmasın.. Ona ikinci bir sıkıntı gelmesin..
Dünyada iken, uğradığı sıkıntılar, âhirette olacak baĢka bir azaba karĢılıktır..
Halbuki bunlar, her Ģiddetli Ģeyden daha Ģiddetlidir.. Taa.. nefis temizliğini
buluncaya kadar, bunların zorluğu devam eder..
- “C i h a d – ı e k b e r..”
Dedi.. Kılıç çalınıp yapılan cihada ise:
- “Cihad-ı asgar..”
Adını verdi..
Bilesin ki..
BĠRĠNCĠ TECELLĠ:
Meselâ: Yalan, riya, livata, Ģarap içmek , farz emirleri terk etmek,
Allah‟ın haram ettiği Ģeyleri mübah görmek gibi..
Bunları feda etsin ve kurtulsun.. ama olmaz ki.. çünkü o halis alevdir..
LEZÂ‟dır.. Bütün bedenin iç uzuvlarını çekip koparandır..
Allah‟ın taatından ve zikrinden dönüp kaçanı:
-G e l g e l..
( 70/11-18 )
Bu tabakadakilerin azabı zordur..
Burası: Haksız yere, Allah‟ın kullarına saldıran, baĢ kaldıran, mallarını alan,
kanlarını akıtan, sövmek, gıybet vb. yollardan halkın namusuna
dil uzatan kimselerin yeridir..
Bu tabaka ehlinin azabı: Birinci tabaka ehlinin azabından çok çok Ģiddetlidir..
ÜÇÜNCÜ TECELLĠ:
Bu vadinin, 1.440.000 ( bir milyon dört yüz kırk bin ) alt alta çukuru vardır..
DÖRDÜNCÜ TECELLĠ:
Burada, Allah-u Taâlâ cehenneme GAZAB ismi ile tecelli eder..
Alt alta buranın, 1.880. 000 ( bir milyon sekiz yüz seksen bin ) çukuru vardır..
Biri buraya atılır.. Amma, iki çukur arasında o kadar mesafe vardır ki;
dünya saatleri boyunca orada yuvarlanır..
Allah-u Taâlâ buranın kapısını: Nifak, riya, yalancı iddia vb. Ģeylerden yarattı..
BEġĠNCĠ TECELLĠ:
Bu vadinin alt alta, 5.760.000 ( beĢ milyon yedi yüz altmıĢ bin ) çukuru vardır..
Her kim, onun sıfatlarından birine, yahut isimlerinden birine iddia yollu
hak etmediği halde sahip çıkmak isterse.. iĢler ters döner.. Ġddia ettiğinin zıddı ile,
Allah-u Taâlâ kıyamet günü ona azab eder..
ALTINCI TECELLĠ:
Bu vadinin 11.520.000 ( On bir milyon beĢ yüz yirmi bin ) çukuru vardır..
Burada, her çukur arasındaki mesafe: Dünya ehlinin nüfusu kadar uzundur..
YEDĠNCĠ TECELLĠ:
Allah-u Taâlâ cehenneme, bu tecellisini: ELĠM ĠTAB SAHĠBĠ ismi ile yapar..
Onun sonuna varılması imkânsızdır.. Meğer ki, kudret yolu ile ola..
Nihayeti olmayan bir Ģeyi, kolay, sonu varmıĢ gibi ortaya atabilir..
Sonra..
Kıyamet hallerinin her biri, ya da pek çoğu, kudret yolu ile gelmektedir..
Hatta cehennem ehli hallerinden bir hal, ve cennet ehli hallerinden bir hal,
sahibini ezelden ebede kadar alıp götürür..
Meselâ: O ezelden ebede kadar uzun görünen mikdar, sayısız bir andan ve
bir vakitten ibarettir..
Sebebine gelince: Akıl, hikmet bağları ile bağlıdır.. KeĢif ise.. kudrete bağlıdır..
Sonra..
- “O gün cehenneme:
- Doldun mu?..
Diye soracağız; Ģöyle diyecek:
Bilesin ki:
.
Burada ince bir sır vardır..
Ancak, bu kadem basma iĢi; bütün sayılarına rağmen bir süre içinde
ve bir günde olur..
.
Sonra..
Hele Allah-u Taâlâ‟nın cehennem ehline tecelli eylediği iĢlerin tümüne bir bak..
.
Cehennem ehlinin sayılamayacak kadar çok halleri vardır..
E ğ e r:
ġ a y e t:
Mümin olduğu halde, zâhirî bir cürüm iĢlemediği halde bunların arasına:
Ve onu: Öyle bir makam tutmuĢ gördüm ki; evliyadan hiç birinde
öyle makam görmedim.
Ona sordum:
- Sen kimsin?..
ġöyle anlattı:
Kaldı ki: Azap çeĢitlerini anlatmak, azap meleklerinin Ģiddet sıfatlarını anlatmak
dahi bize göre değildir..
Bilesin ki..
Biz, nice insanlar gördük ki: Muharebe ve döğüĢüp vuruĢmaktan lezzet duyarlar..
Birini, öldürünce koĢup öbürüne gitti, daha sonra da öbür kalanı öldürdü..
Böylece üç kiĢiyi hakladı..
- Ne yaptın böyle?..
Ömrüm hakkı için: Onun, daha önce böyle bir lezzet duyduğunu sanmıyorum..
Bir cahil vardır; talihi yar olmuĢ, gecesi, gündüzü müsait gitmiĢ
bir bolluk içine düĢmüĢtür..
Bu akıllı geçinen kimse, sıkıĢık durumunda, cahilin iĢlerini beğenmekte ise de,
onun gibi olmaya razı olmaz.. Onun için hâsıl olan kendisine de
olması için, cahilin yaptığını yapmaz..
Dolayısı ile, onun erdiği saadete ermez, Ģekavet denizine dalar gider..
Hatta, ben bir cemaatı gördüm.. Bunlar, cehennem azabının en Ģiddetlisine çarpılmıĢtı..
Onları bu hali ile gördüm; hatta, kendilerine cennet arz olunduğu zaman,
istemediler..
Bunun dıĢında kalan bir taifenin hali ise.. Tam bunun aksine idi.
Bunlar cennetten bir Ģey koklamak, oranın suyundan bir yudum içmek
istiyorlardı..
( 7/50 )
Bilesin ki..
Bunların bir kısımları var ki: Bunları azaba sokan, kendilerinde olmayan Ģeyle
halkın övgüsüdür..
Bazılarının azaba uğramasına ise.. Onda olan kabahat, iyilik cinsi Ģeyleri söylemeleri,
yahut onda olmayan kötülükleri anlatmalarıdır..
Hâsılı: Cehennem ehlinin hali cidden ĢaĢılacak derecede garip bir Ģeydir..
(Suret-i Muhammediye)
F A S I L : II
Bu, o kısımdır ki; Allah-u Taâlâ oraya: Mennan ismi ile tecelli eylemiĢtir..
Daha sonra, o cennetlere: Lâtif ismi ile tecelli eyleyince, orasını katında
Ģeref bulmaya, ikram bulmaya lâyık olan herkese mahal kıldı..
Bilesin ki..
Ve.. her cennetin de, nice dereceleri vardır ki; hadde hesaba gelmez.. ġöyle ki:
BĠRĠNCĠ TABAKA:
- MÜCAZAT CENNETĠ..
Adı da verilmiĢtir..
Allah-u Taâlâ, bu cennetin kapısını, salih amellerden yarattı..
Ayrıca bu cennete:
- Y ü s r a..
Adı da verilir..
Hali anlatıldığı gibi olan kimsenin, sözü edilen cennete girmesi pek az
salih amele bağlıdır.
ĠKĠNCĠ TABAKA:
Bu cennetin adına:
- HULD, MEKASĠB..
Denir..
Bu cennetin adına:
- MAKASĠB CENNETĠ..
Hâsılı: Kötü zan sahipleri, bir hasaret ve bir ziyan hasretinde yanarlar..
ÜÇÜNCÜ TABAKA:
Hatta, Allah-u Taâlâ‟dan kendilerine bir hibe varsa.. Ġtikad ehli ile,
iyi ameller iĢleyen kimseler de buraya girebilir..
Bunlar oraya gireceği zaman; Allah-u Taâlâ onlara: Vehhab ismi ile tecelli eder..
Sordular:
ġöyle buyurdu:
Ve.. burası:
Hatta, aklî, vehmî imkân cihetinden; hakikatlerin verdiği yol odur ki:
Buraya girmeyen hiç bir insan nev‟i kalmayacak; amma nasibi varsa..
Allah‟ın günlerinden birinde, bu cennete girer..
ġöyle gördük: Her millet ve her ırktan bir taife bu cennette vardı..
Orası iyi ameller iĢleyen kimselere mahsustur.. Oraya yalnız, ehli olanlar girer..
- HEVAHĠB CENNETĠ..
- “N Ü Z Ü L”
Amellerine karĢılık..
Buyurulmadı..
Bu manayı anla..
DÖRDÜNCÜ TABAKA:
Bu cennetin adına:
Bunlar öyle bir kavimdir ki: Allah-u Taâlâ onları, o haklara göre yaratmıĢtır..
Aslî bir istihkak yolu ile bu cennete gireceklerdir..
Bunlar, öyle kimselerdir ki: Dünyadan ayrılırken, ruhları aslî fıtrat üzerine kalmıĢtır..
Bu cennet ehlinin bazıları da; salih amel, mücahede, riyazat, Allah-u Taâlâ‟ya karĢı
güzel muamele yolundan nefis teskiyesi yaparlar..
Böyle olunca, onların ruhları, beĢeriyet çukurundan çıkıp aslî fıtrata döner..
“Onlar ki, iman edip amel-i salih iĢlediler; bunlara minnetsiz ecir vardır..”
( 95/6 )
Yani:
- ĠSTĠHKAK CENNETĠ..
- E b r a r..
Durum böyle olunca; oraya hak kazananlardan baĢkasını koymaktan imtina etti..
Asalet yolu ve Allah‟ın yarattığı fıtrat bunu gerektiriyor..
Bu cennete girenlerin bir kısmı da: Dünyadan çıkar çıkmaz hemen oraya girer..
Bu cennete girenlerin bazıları da; cehennemde bir mikdar azap gördükten sonra
bu cennete girer..
- ĠSTĠHKAK CENNETĠ..
BEġĠNCĠ TABAKA:
Amma MAARĠF CENNETĠ böyle Ģeylerin yeri değildir.. Orada böyle Ģeyler bulunmaz..
Hatta, onun yukarısında da bulunmaz...
Bu cennet ehli, diğer cennetlerin ehlinden daha azdır.. Bu cennet tabakaları yükseldikçe,
içindekileri azalır..
ALTINCI TABAKA:
Buranın adına :
- FAZĠLET CENNETĠ..
Denir..
Buranın ehli, maarif cenneti enlinden, sayı itibarı ile daha azdır..
YEDĠNCĠ TABAKA:
Bura ehline:
Denir.. Burada bulunanların sayısı, zikri geçen cennet ehli sayısından daha azdır..
Burada Ġbrahim‟i a.s. gördüm.. Bu mahallin sağında ayakta durmuĢ, ortasına bakıyordu..
Bu hali ile o: Kendisine Allah‟ın vaad ettiği MAKAM-I MAHMUD‟u taleb ediyordu..
SEKĠZĠNCĠ TABAKA:
Sanır ki: BaĢka Ģeyle değil, yalnız isimle oraya bağlıdır.. Hatta, herkes oradan
hak taleb eder..
- “MAKAM-I MAHMUD cennette en âlâ mekândır.. Orası yalnız bir kiĢi içindir..
Umarım ki: O da ben olayım..”
Bundan sonra.. orayı, Allah-u Taâlâ‟nın kendisine vaad ettiğini haber verdi..
Çünkü onu:
F A S I L : III
Bilesin ki..
Âdem a.s. cennetten inince, ruhlar âleminden ayrıldığı için, hayat sureti de gitti..
Hele bak ki: Âdem a.s. cennette iken, kendi içinde neyi tasavvur eylese..
onu önünde hazır bulurdu..
Bir Ģeye suret veren hayat, dünya ehli için ölü sayılır..
Ancak: Allah‟ın ebedî hayatla ihya ettiği; zatına nazarı gibi nazar ettiği,
isim ve sıfatlarının hakikatına erdirdiği kimseler hariç..
Hali anlatıldığı gibi olan kimseye, dünyada iken, cennet ehline verilen
kudret nasibi vardır..
Böyle olan kimse, içinde neyi tasavvur ederse.. Allah-u Taâlâ onu bu his âleminde
meydana getirir..
Bu bapta sana iĢaret ettiğimiz manaları anlamaya çalıĢ.. Bir kimse iĢaret ettiğimizi anlarsa..
Bu varlığın gizlisi saklısı önünde hazır olur.
FASIL: 1
Bilesin ki…
Allah-u Taâlâ kendinden gelen ruhla sana güç versin.. Bir an dahi olsa,
seni kendinden boĢ bırakmasın..
Evet..
Ve.. bu hüküm onun için dünyada dahi yürüdü.. Keza âhirette de yürüdü..
Bu incelik taĢıyan sır icabı: Ona ne yasak edildiyse.. onu yapma yolunu aradı..
Ona yasak edilen Ģey: Ġster saadetine sebep olsun; isterse Ģekâvetine..
Her iki durum ona göre aynıdır..
Ağaçtan yaratılan habbeyi, Hak Taâlâ, tabiat zulmetine bir misal olarak yaratmıĢtı..
Zira o ağaç:
F ASIL: 2
Bilesin ki..
Hal böyle iken, kendinden doğan bilgisine dayandı; o habbeden yemeyi sevdiği için
ilâhî ihbar üzerinde durmadı bile..
Onlar da akıl yolu ile elde ettikleri ilme dayanırlar; ya da, benzeri olan kimselerden gelen
haberlere..
Peygamberlerin tasdikinden geçen; sarih, açık, kesin delillerle gelen ilâhî ihbarları
terk ederler.
Bilesin ki..
Yoksa.. hakikatte: Birbirine aykırı ise.. Ģahsın bilgisini muhbirin bilgisine takdim caizdir..
Aslında, Yüce Hakkın haber verdiği Ģey; NEFS‟in bildiğine aykırı değildir..
Zira NEFS habbe ile anlatılan, tabiat zulmetinin iktiza ettiği Ģeyin sırrını,
aslî kabiliyeti ile biliyordu..
Biliyordu ki: Tabiatın icab ettiği Ģeyleri yapmak; ruh zeminini karartır..
Onu Ģekavete sürükler..
Ve.. biliyordu ki: Ġlâhî tenzih, zatî takdis icabı; Ģekavete iten Ģeyleri meydana getirmek,
Rububiyetin Ģanı sayılmaz..
ġöyle demiĢti:
Sonra iblis:
D e d i..
Bu yemin, ancak iddia edilen Ģeyin doğruluğunu; kesin, kat‟î açık delillerle açıklar..
Sonra…
GeçmiĢ ümmetler ile, helâk olanların tümü, ancak nefsanî bir desise ile, helâk oldular.
Zira peygamberler, meçhul iĢlerin izahını, makul iĢler gibi halka getirdiler..
Meselâ: Ölüyü diriltmek, anadan doğma âmânın gözünü açmak, abraĢ illetine tutulanı kurtarmak,
denizi yarmak ve emsâli iĢler..
Hâsılı: Onlardan her biri, nefsanî desiseye kandı.. Bu desise ona engel oldu..
Yoksa.. ilâhî ihbar, onlarda bulunan hale uygundu..
Belki de, öyle değil; Ģöyledir: Zatî Ģanın, ilâhî emrin gerekli kıldığı sır..
FASIL: 3
Bilesin ki:
A L U N..
Daha önce de anlatıldığı gibi; bütün bunları, Resulullah S.A. efendimizin nefsinden yaratmıĢtır..
Halk yaratılmadan; nice nice bin sene Allahu Taâlâ‟ya ibadet etti..
Sandı ki: Âdem‟e a.s. secde ederse.. Allah‟ın gayrına ibadet etmiĢ olacak..
Ne var ki: Allah‟ın emri ile secde edenin; Allah‟a secde etmiĢ olacağını bilemedi..
Ona:
- Ġ b l i s..
A n l a..
Yoksa.. önceleri onun adı: Azazil idi.. Künyesi ise.. Ebumürre, idi…
Yukarıdaki cevap, Ģuna delâlet ediyor ki: Ġblis, huzurda konuĢma edeplerini
en iyi bilendi..
Çünkü Hak Taâlâ ona mani sebebi sormadı.. Eğer böyle sorsaydı;
onun Ģekli Ģöyle olurdu:
- Ġki elimle yarattığım Ģey için secde etmeye ne sebeple imtina ettin?..
- AteĢin hakikati ki, tabiî zulmettir ve sen beni ondan yarattın.. Bu,
çamurun hakikatından hayırlıdır.. Onu, bundan yarattın..
Bir mumu alıp, baĢ aĢağı eğdiğin zaman, alevi aĢağı dönmez; yukarı çıkar…
Ama toprak böyle değildir..
Meselâ: Bir avuç toprak alıp yukarı attığın zaman, seri bir Ģekilde aĢağı düĢer..
Ġktiza ettiği hakikatler sebebi ile böyle olur..
Ancak baktı ki: Mahal, itap mahallidir.. Dolayısı ile, edep tavrını takındı..
- “Ġ b l i s..” ( 38/75 )
Bundan sonra..
Allah-u Taâlâ onu, yakınlık huzurundan, tabiat uzaklığı çukuruna tard etti..
Devamen buyurdu:
- Korkutan adam..
Demektir..
Bu onun misalidir ki: Bostana, ağaçtan vs. den adama benzer bir Ģey dikerler;
bununla ona zarar getirecek Ģeyleri korkutmak isterler.. Zararlı kuĢları ve
vahĢi hayvanları kaçırırlar..
Böylece, oraya gelecek zarar def olur; ekin ve meyveler zarardan kurtulur..
Çünkü: harf-i cer baĢa gelmiĢtir.. Arab dili nahiv kaidesine göre, huruf-ü carre ve
nasibe harfleri baĢa gelirse, hasr ifade eder..
Sonra:
Zalimlere, fasiklere ve diğerlerine dair gelen lânetin hepsi, tebaiyyet yolu ile gelir..
Zira:
- Kıyamet günü..
Bu manaya göre Ġblis: Ġlâhî huzurdan, ancak kıyamet gününden önce kovulur
ve tard edilir..
Onun aslının iktizası ise.. tabiî engellerdir.. Ruhun ilâhî hakikatlerle tahakkukuna
engel olur..
Ve.. o zaman Ġblis, önce olduğu gibi, Allah katında bulunan ilâhî yakınlığa döner..
Söylediğine göre:
ġu cevabı verdi:
- Bu benim için bir hıl‟attir.. rütbedir.. Habib Allah tek beni seçti..
Onu: Ne yakın bir meleğe giydirdi; ne de mürsel bir peygambere..
Bundan sonra, Allah-u Taâlâ‟nın dahi haber verdiği gibi; Hakk‟a Ģu nidayı yaptı..
Biliyordu ki: Kendi menĢei olan tabiî zulmet, Allah-u Taâlâ, o zulmet ehlini
baas edinceye kadar vucüdda baki kalır..
MALUM VAKĠT: Varlık emrinin, mabud olan yüce sultanın huzuruna çıkıĢıdır..
Devam etti:
ġu demeğe gelir..
Ġblis, hakikatların iktiza ettiği men cihetinden kelâm edince; ilâhî hikmet
olarak, Ġblis‟in kelâmı yönünden konuĢtu..
Vasıtası ile insanlara Ġblis‟in sataĢtığı tabiî zulmet; Ġblis‟in azdıracağına yemin ettiği
insanların özüdür.. Onları cehenneme çekendir..
Belki ateĢin dahi aynıdır..
Sonra..
Zulmete iten tabiat o ateĢtir ki: Allah-u Taâlâ onu müfsidlerin kalbine yerleĢtirdi..
Allah-u Taâlâ onu, ince bir iĢaretle, dakik ibare ile nasıl açığa çıkardı?..
Onu böyle yaptı ki: Söz dinlenmesini bilen ve en güzeline uyan anlasın..
Abdûlkerim Ceyli
FASIL: 4
Ġblisiyet hakikatı üzerine kelâma baĢladığımıza göre; onun zuhur yerleri, çeĢitleri,
halkı kandırmak için kullandıkları âletler üzerine de
kelâm etmem gerekecek..
Allah-u Taâlâ, bütün bunları aziz kitabında beyan yollu Ģöyle buyurdu:
Bilesin ki..
Ġblis‟in, bu vücudda doksan dokuz zuhur yeri vardır.. Bu, Allah-u Taâlâ‟nın
güzel isimleri adedi kadardır..
Onun zuhur yerlerinin tüm Ģerhini tam olarak yapmak, bizim için uzun olur..
Bilesin ki..
1. ZUHUR YERĠ :
Sonra.. Ģunu da bilmelisin ki: Ġblis‟in bir yerdeki zuhuru, diğer yerdeki zuhuruna
engel olmaz..
Az sonra iĢaret edeceğimiz gibi, Ġblis„in her taifeye ayrı ayrı zuhuru vardır..
Sonra.. Ġblis herhangi bir taifeye zuhurunda , belli bir Ģekil üzerinde kalmaz..
Mazharı olduğu kimseye: Bütün yolları tıkayıp, tüm kapıları kapayıncaya kadar,
girmedik kılık bırakmaz..
Kaldı ki, kalan zuhurları ile bir zümreye yapacağı, diğerlerine yaptığından
baĢka değildir..
Der ki:
Bundan sonra, dünya sevgisine abanırlar.. Bütün gayeleri dünya talebi olur..
Onlara bu kadarını yaptıktan sonra artık bırakır.. Onları, periĢan etmek için,
baĢka yol aramaya, fasid etmek için baĢka ilâca ihtiyaç yoktur..
Böylece onlar, Ġblis‟in tebaası olurlar.. Onun tebaası olunca da, hiçbir emrine
asi gelmezler.. Ne emir verirse; onu yaparlar..
Eğer onlara:
- Kâfir olunuz..
3, ZUHUR YERĠ :
Bunun üzerine, amellerini azaltırlar.. Ġstirahat yolunu tutarlar.. Kendilerini büyütürler.. Ġnsanları
hafife alırlar..
Onlarda bulunan kötü huy, baĢkalarına karĢı kötü zan ile, anlatılan huyları da
onlara mal ettikten sonra.. gıybet yoluna koyulurlar..
4. ZUHUR YERĠ :
Meselâ: Onlardan biri, Allah için bir amel iĢler.. Hemen onun üzerine
bir Ģeytan onun hatırına Ģunları sokar:
- Allah‟ın beytine gidip haccı yapsan nasıl olur?.. Hac yolunda istediğin gibi
Kur‟an okursun.. Hac iĢi ile Kur‟an okumayı bir arada yaparsın..
Bundan sonra, onu yola çıkarır..Yolda ona Ģöyle der:
- Herkes gibi ol.. ġu anda sen misafirsin.. Sana Kur‟an okumak lâzım değildir..
Bazı kere amelini ifsad edemediği kimseye; daha iyi amel yaptırma yolu ile girer..
Böylece onu bıraktırır.. Bunu bırakınca, yol eder; ikinci amelini de yanına bırakmaz..
5. ZUHUR YERĠ :
- Vallahi, bana göre bin âlimi aldatmak; imanı kavî bir ümmîyi aldatmaktan
daha kolaydır..
Der ki:
Bu vaad edilen süre uzar; iĢ hâkime aksederse.. o zaman âlime Ģöyle der:
- Ġnkâr et.. O, senin zevcen olmadığını söyle.. Zaten, yapılan akid fasiddir;
senin tuttuğun mezhebe göre caiz değildir.. O, senin zevcen olmamıĢtır..
Nafaka ve diğer Ģeyleri vermeğe mecbur değilsin..
6. ZUHUR YERĠ :
Onları âdet olan yollardan alır; rahat talebi yolunda tabiat zulmetine çeker..
Müridler için; rahat talebi, alıĢılmıĢ Ģeylere dayanmak kadar korkunç olan
baĢka hiçbir Ģey yoktur..
7. ZUHUR YERĠ :
- Evet doğru..
Derler..
Ġblis, onları bu hale getirir ve.. Ġslâm bağından çıkarır.. Ġmandan soyar..
Zındıklığa ve ilhada atar..
- Hakla birlik kurduğunu söyler.. Bazıları da: Ferd makamına ulaĢtığını iddia eder..
Sonra..
Sizin siz olmanız; insanların itikad ettiği biçimde değildir.. BaĢka bir Ģeydir..
Kaldı ki: Yemini istenenin niyetine göre, yemin etmek de caizdir..
Böylece onlar yemin ederler.. Hiçbir Ģey yapmadıklarını anlatırlar..
- Ben sana haramları mubah kıldım.. Ġstediğini yap.. veya Ģöyle Ģöyle yap..
ġu Ģu haramları iĢle.. sana günah yoktur..
Bütün bunlar yanlıĢtır.. Ancak, bu manada zâhir olan Ġblis olursa böyledir..
Aksi halde, bu gibi Ģeyler, için aslına vâkıf olan irfan sahibleri için,
hiçbir Ģekilde gizli olamaz..
- Allah-u Taâlâ, kötülükle emretmez.. Bu lâin bana öyle söyleyince bildim ki,
o Ģeytandır.. Beni azdırmak istiyor..
Durum esasta, her ne kadar anlatıldığı gibi ise de; bazen böyle Ģeyler
Allah ile kulları arasında olur.. Tıpkı, Bedir ashabına ve diğerlerine olduğu gibi..
Bu bir makamdır; inkâr edemem.. Ġlk hallerimde bir zamanım bu haller ile geçti..
O zaman kendimi haklı buluyordum..
Yoksa.. anlatılan bu yedi zuhur yerinden birini, çeĢitleri ile anlatmaya kalksak;
nice ciltler doldururuz..
Çünkü o: En yüksekte nasıl zuhur ediyorsa.. en altta da aynı Ģekilde zuhur eder..
BaĢka yolu yoktur..
Hâsılı:
- ġuraya kadar..
- ġunun üzerine..
Bir velî, onu anlayınca, Ġblis‟in kendisini aldatmaya çalıĢtığı Ģey, hidayet olur..
Bu vesile ile ilâhî huzura yakınlık peydah eder.. Bu aldatma iĢi, orada
temkine çevrilir..
Bir irfan sahibi: ÜÇÜNCÜ derecede fenaya varırsa.. yok olur; kendi gider
Hak kalırsa.. onun küçük kıyameti kopmuĢ olur..
Bilesin ki..
Onların doğuĢu ateĢten çıkan kıvılcımlar gibidir.. Yerden biten otlar gibidir..
Kur‟an-ı Kerim‟de:
Bilesin ki..
Bunların dıĢında daha nice âletleri vardır.. Kendine göre bayramları da vardır..
FASIL: 5
Bilesin ki..
ġöyle ki:
1. HAYVANÎ NEFS..
2. EMMARE NEFS..
3. MÜLHĠME NEFS..
4. LEVVAME NEFS..
5. MUTMAĠNE NEFS..
Anla..
HAYVANÎ NEFS :
EMMARE NEFS :
Bu ismi almasının sebebi: ġehvet yollu tabiat iktizasını yerine getirdiği için
bu isim verilir..
MÜLHĠME NEFS :
Allah-u Taâlâ‟nın ona hayrı ilham etmesi çiheti ile, NEFS‟e bu isim verilir..
NEFS : Hayır cinsinden ne iĢlerse.. o ilâhî ilhamla olur.. ġer yönlü her ne yaparsa..
o da tabiatın iktizasıdır.. Bu iktiza NEFS için, iĢ yapma emridir..
Ve.. sanki o: Bu iktiza eden iĢleri yapmak için kendi kendine emir verir..
Bunun için ona:
- EMMARE NEFS..
- MÜLHĠME NEFS..
Adı verilir..
LEVVAME NEFS :
Sanki o: Kendisine tehlike teĢkil eden yollara saptığı için, kendini ayıplar;
levm eder..
MUTMAĠNNE NEFS :
Yüce Hak‟ta sükûn bulması, onda itminana ermesi itibarı ile, bu isim verilir..
- MUTMAĠNNE NEFS..
Amma, bundan sonra, kötü hatıralar ondan mutlak bir surette kalkarsa.. tekrar:
MUTMAĠNNE NEFS :
Adını alır..
Bundan sonra..
Kötü hatıraların kesildiği gibi, iyi hatıralar da kesilirse.. ilâhî sıfatlarla sıfatlanırsa..
zata bağlı hakikatler de tahakkuk ederse..
ĠĢte o zaman: Ârifin ismi, marufunun ismi olur.. Sıfatı onun sıfatı olur..
Zatı onun zatı olur..
Ve.. “O..” Yani: ĠNSAN-I KÂMĠL hem Hakk‟ın mukabili, hem de halkın mukabilidir..
Bilesin ki..
Sonra..
Birinde ne varsa.. diğerinde de aynı Ģey vardır.. Ancak arızî sebepler hariç..
Bu arızî sebepler ise.. bir kimsenin, elleri kesik olması, ayakları kesik olması,
ya da âmâ yaratılmıĢ olmasıdır.. Ki, bu da ana rahmindeki arızalardan ötürü olur..
Ancak, onların bir kısmında, eĢya bilkuvve vardır.. Diğer kısmındaysa.. bilfiil vardır..
Öyle bir kemâl ki, onun için katiyet kazanmıĢ ve o, bu bapta hepsinden ayrı tutulmuĢtur..
Ahlâkı, halleri, iĢleri ve bazı sözleri bu hususta onun tam kemâline Ģahittir..
Ki: “ĠNSAN-I KÂMĠL !..” “O” dur..
Ancak, mutlak “ĠNSAN-I KÂMĠL” lâfzı ile, telif ettiğim eserlerimdeki muradım:
Resulullah S.A. efendimizdir..
Onun en yüce Ģanına, göz kamaĢtıran ekmel makamına karĢı edebim böyledir..
Ancak, benim bu ismi ona vermekle, mutlak “ĠNSAN-I KÂMĠL” makamına dair
nice iĢaretlerim ve tembihlerim vardır..
Bu iĢaretler ve tembihler, Resulullah S.A. efendimizin isminden baĢka bir isme
isnad edilip bağlanması doğru olmaz..
Gerek yaratılıĢ, gerekse huy olarak halkın hiç birine, o mikdar kemâl ihsan
edilmemiĢtir..
Bilesin ki..
Sonra..
Kendisi hangi libasta görünüyorsa.. o isim itibar edilir; isim verilir.. O durumunda,
baĢka libasına itibarla isim verilmez..
“ĠNSAN-I KÂMĠL” için : BaĢka libaslarına itibarla nice nice isimleri vardır..
Her zamanı için, kendisine ayrı bir isim verilir.. Bu yoldan verilen isim,
o zamandaki libasına uygun düĢer..
Bu iĢin sırrı onu gösterir ki: O, suret olma yönü ile, her surette mekân tutabilir..
Edep ehline düĢer ki: Resulullah‟ı S.A. hayatta olduğu surette görürse..
o zamanki ismini vere..
Ancak, suretlerden herhangi biri gibi görürse, onun MUHAMMED S.A. olduğunu
bildiği halde, göründüğü suretin ismini verir.
KeĢfin en azından mertebesi: Uykuda olan bir Ģeyin ayık halde olmasıdır..
Hakikat-i Muhammediye, sana keĢif yolu ile, ayık halde geldiği zaman,
âdemoğlu suretlerinden biri gibi gelir..
ĠĢte.. o zaman, o suret sahibi ile olan muamele Ģeklini değiĢtirmen gerekir..
Onunla önceki gibi olmak senin için caiz olmaz..
Sakın ha..
Ancak, Resulullah‟ın S.A. her surette bir suret bulma makamı vardır.
Bu hali ile: O, suretlerin tümünde tecelli eder..
Bilesin ki..
O yüce zat: Kalbi ile arĢa karĢı durur.. Bu manada, Resulullah S.A. Ģöyle buyurdu:
Sonra..
Sonra..
Sonra..
Sonra..
Sonra..
Tükürüğü, teri, burun ifrazatı, kulak suyu, göz yaĢı, küçük abdesti, kan,ter
ve deri arasındaki sıvı ile yedi denize mukabildir.
Sonra..
Zira azı diĢi, çıkmaya baĢladığı, bu hususta son haddini bulduğu zaman,
artık kalır; büyümez..
Ne artar, ne de eksilir..
Sonra..
BeĢeriyeti ve dıĢ sureti ile de, kendi cinsi Âdemoğlu soyunun benzeridir..
Sonra..
Bilesin ki..
ġöyle buyurdu:
Sonra..
ĠNSAN : Yüce Allah‟ın hüviyetini hüviyeti ile, benliğini benliği ile, zatını zatı ile,
külliyetini külliyeti ile, Ģumulünü Ģumulü ile, hususiyetini hususiyeti ile
karĢılar..
Sonra..
Onun bir baĢka karĢılaması daha vardır ki o: Zata bağlı hakikatleri ile,
Hakk‟ın mukabilidir..
Bilesin ki..
“ĠNSAN-I KÂMĠL” : Zata bağlı isimleri ve, ilâhî sıfatları hak etmiĢtir..
O yüce varlık ki: Bu ibarelerle hakikatinden haber verilir; bu iĢaretlerle onun inceliğine
iĢaret edilir.. Onun bu varlıktaki dayandığı ancak “ĠNSAN-I KÂMĠL” olabilir..
“ĠNSAN-I KÂMĠL” ‟ in Hakka karĢı misali aynadır ki: Bir Ģahıs aynaya baktığı zaman,
onda ancak kendi suretini görür.. yoksa.. kendi suretini görmesi mümkün olmaz..
O yüce varlık, “ĠNSAN-I KÂMĠL” olmasaydı; ALLAH ismi aynasında kendi suretini
görürdü.. Zira o isim; kendine bir aynadır..
Kaldı ki; Yüce Hak, kendi zatına vacip kıldı ki: Ġsimleri ve sıfatları ancak
ĠNSAN-I KÂMĠL‟ de görüle..
Kendi durumunun cahili idi.. Zira, ilâhî emanetin mahalli olduğu halde,
bunu anlayamıyordu..
Bilesin ki..
Bir kısmı onun sağına düĢer.. Bunlar: Hayat, ilim, kudret, irade, semi, basar vb.
isim ve sıfatlardır..
Bir kısmı da onun soluna düĢer ki, bunlar da:Ezeliyet, ebediyet, evvellik ve âhirlik vb.
isim ve sıfatlardır..
Bütün bu anlatılanların dıĢında, “ĠNSAN-I KÂMĠL” için, sari bir lezzet vardır..
Bunun adına:
“Ulûhiyet lezzeti..”
D e r l e r..
Bazı velî kullar, bu halin içinde, salınıp gezmeyi, dalıp gitmeyi temenni ederler..
O zaman: Cümle isim ve sıfatlardan sıyrılır.. Bunların hiç birine nazar etmez..
Bu halde “O”: Ġsimlerden, sıfatlardan, hatta zattan dahi soyunur; mücerred kalır..
Bu halinde o: Yakin ve keĢif hükmü ile, varlıkta kendi hüviyetinden baĢka bir Ģey
olmadığını bilir..
Ancak, “ĠNSAN-I KÂMĠL” hatıraların açığını ve kapalısını da, kendi özünden atmaya
güçlüdür..
Sonra..
“ĠNSAN-I KÂMĠL” ‟ in eĢyaya tasarrufu, bir Ģekle bürünmeye, bir âlete, bir isme,
bir resmiyete bağlı değildir..
- “H i t a m..”
Ġsmi verilmiĢtir..
Bu üç berzahı anlatalım:
BĠRĠNCĠ BERZAH :
ĠKĠNCĠ BERZAH :
ÜÇÜNCÜ BERZAH :
Burası, kader icabı harika iĢlere dair hikmet çeĢitlerini bilmek yeridir..
ĠĢte o zaman: Bu kâinat âleminde kudret izharı için, kendisine izin verilir..
- “H i t a m..”
- “Celâl ve Ġkram..”
Sıfatını almıĢtır..
1. FASIL : K I Y A M E T
Bilesin ki..
ġu anda içinde bulunduğumuz dünya âleminin; sonunda varacağı bir nihayeti vardır..
Bize göre, ilâhî hakikatın zuhuru; Allah-u Taâlâ kitabında nasıl anlattıysa öyle olacaktır..
Sonra..
Bu âlemdekilerin her birine has, ayrı ayrı bir KIYAMET vardır.. Hepsi sonunda
Büyük KIYAMET içinde bir araya gelir..
Sebebine gelince: Her ferde has bir KIYAMET husule gelmesi, zarurî bir hükümdür..
Zira bu âlemin ferdleri için de, belli bir ecel vardır. Onların toplu durumuna bakılınca
umumî hüküm Ģudur: Onlar bütün olarak, bu âlemin ecelini gösterir..
Bilemiyorum: Kitapta açık bir Ģekilde anlatılmak istenen nükteyi sezebildin mi?..
Yoksa.. bundan anladığın, benim arzum dıĢında bir Ģey mi oldu?..
.
ġimdi avamî, zâhir yoldan bir mefhum üzerinde duralım..
Bilesin ki..
Hangi âlem olursa olsun.. oraya insan vasıtası ile nazar ediyorsa.. bu âlemin adı:
Vücuda bağlı ġEHADET olur..
Ve.. hangi âlem ki, oraya insan vasıtası ile bakmaz; oranın adı GAYB olur..
Ayrıntılı bir Ģekilde, insanın bilgisine yerleĢtirilen GAYB için verilen isim:
Vücuda bağlı GAYB olmuĢtur..
Toplu olarak, insanın kabiliyetine konan GAYB ise.. yokluğa bağlı bir GAYB olur..
Bu tür GAYB âlemi ise.. Allah-u Taâlâ‟nın bildiği âlemlerdir; biz bilemeyiz..
Sonra..
Bu dünya âlemine gelince: Ki, Allah-u Taâlâ ona insan vasıtası ile nazar eder..
Ġnsan Hakk‟ın nazarına vasıta olduğu süre, varlığa bağlı Ģehadet yeri olarak kalır..
Ġnsan, bu âlemden göçüp gidince; insan göç ettiği o âleme dahi, Allah-u Taâlâ
insan vasıtası ile nazar eder.. Orası da, varlığa bağlı bir Ģehadet yeri olur..
ĠĢte.. dünya âleminin fenası budur.. Büyük KIYAMET budur.. Umumî fark budur..
Bizim asıl gayemiz, bu âlemin ferdlerinden her birine has olan KIYAMET‟i anlatmaktır..
Bunu anlatmak için de, insan üzerinde söz etmemiz icab eder..
Sonra.. umumî KIYAMET ilmini, Allah‟ın kitabından senin anlayıĢına göre anlatmayı
yerinde bulmayız.. Öyle bir Ģeyi muhal sayarız..
Kaldı ki: Büyük KIYAMET‟in acaib hallerini sana anlatırsak, imanından korkulur..
ġek Ģeytanı ona saldırır..
Bu yüzden Küçük KIYAMET‟i anlatmaya geçiyoruz.. Zira bu, Büyük KIYAMET‟ten önce gelir..
Sonra..
KIYAMET için:
Bunun misali: Kül olanın, bütün cüzlerinin her birine düĢüĢü gibidir.. Meselâ:
- Mutlak hayvan..
Dediğin zaman, at çeĢitlerine, koyun keçi çeĢitlerine, insan çeĢitlerine vb. düĢer..
Kaldı ki: Hayvan lafzı bu adla anılması gereken çeĢitlerin bütün fertlerine verilir..
Çünkü o: Tam olan bir küldür.. Tam olan kül ise.. cüzlerine de düĢer..
Hiç bir taaddüd de olmaz..
ĠĢte.. anlatıldığı gibi, Büyük KIYAMET, Küçük KIYAMET‟lerin her birine düĢer..
hem de taaddüd olmadan..
Bilesin ki...
Doğum iĢi dahi, gizli emrin batın yönünden; zâhir yönüne geçmesidir..
Bir de irfan sahibinin, isimler âleminden tecerrüdü vardır.. Bu ise.. çıplak ayaklı olmaktır..
Ezeli nurları, daimî muhafaza hali ise.. koyun çobanlığı yerine geçer..
Onun cezbe haline geçmesi dahi, ilâhî irfan makamlarında terakkisini sağlar..
Bu dahi yüksek binalarda kurulmak sayılır..
Bundan sonra ziraat çoğalır.. Dallar da, kökler de yeĢillenir.. Meyveler güzelleĢir..
Cebbar olan sultan Allah‟a hamd edilir..
KÜÇÜK KIYAMET için de, buna benzer alâmet vardır.. Onun, insanda oluĢu Ģöyledir:
Böylece o azgın halleri, kalb arzını iĢgal eder, özünün meyvelerini yer,
öz denizini de içerler..
Bu durumda onun, irfan, iyi hal namına hiç zuhuratı olmaz..
Bunu takiben o kimse, böyle bir sarhoĢluk halinden; hakikî ayık hale geçer..
Rahmanî nefhalarla, Rabbanî inayet armağanları gelir..
Gözlerine dahi, Ģu mana sürmesi çekilir: Allah-u Taâlâ, kullarından istediğini seçer..
Bunların yerini ledunnî ilim getiren, ruhanî nefesler getiren, kalbî kemâline yerleĢtirilen melekler
alır..
Bundan sonra o kimse, yakınlık makamına çıkar.. Rabbını müĢahede lezzetine erer..
Bu ise.. yemiĢlerin tatlanması demektir..
Üstte anlatılanlar, Büyük KIYAMET alâmetleri idi.. Burada iĢaret ettiğimiz mana dahi,
insan fertlerinden her birine has olan Küçük KIYAMET alâmetidir..
- “Söz aleyhlerine olduğu zaman, YER‟den bunlar için bir DABBE çıkarırız.
Onlara ANLATIR:
- “ANLATIR..”
- Onlara vaad ettiğimiz, baasin, nüĢurun, cennetin, narın ve benzeri âhiret iĢlerinin
hak olduğunu ANLATIR..
ÂYETLER:
Ve.. Hakk‟a dönmek isteyen döne.. Yüce Hakk‟ın haber verdiği Ģeylere inana..
Bunun görünmesi, adi iĢlerin terkine dairdir.. Bir de, süflî iĢlerin iktizasını
ortadan kaldırmak içindir..
Ne güzel refiktir..
Ve.. bu: Yüce Allah‟tan bir ihsandır.. Bir fazilettir.. Kuluna fazlı ve inayetidir..
Onun izzeti o kadar Ģiddetlidir ki: Kalbler bir türlü ona tam iman yolunu bulamazlar..
Ancak böyle bir keĢiften sonra olabilir..
Kaldı ki: Halkın kendi nefsinde, bu gibi Ģeyleri kabule gücü yetmez.
Onlara ikan sahibi olamaz. Ancak, ilâhî bir keĢiften sonra olabilir..
Bu manayı anla..
Sonra.. Beyt-i Makdis‟e doğru yola çıkar.. Remle-i Lüdd karyesine gelir..
Beyt-i Makdis ile, bura arasında, bir gün ve bir gecelik yol vardır..
LAĠN DECCAL Ġsayı a.s. görünce, tuzun suda eridiği gibi erir..
Küçük KIYAMET için dahi, bunun gibi insanda oluĢuna dair alâmet vardır..
Ki bu: Onun hakikatinde DECCAL‟in çıkıĢıdır..
Derler.. Yani:
Evet..
Nefis, anlatılan hali ile, DECCAL yerini alır..
ġehvet iktizaları icabı ile de; solundaki cennet yerini alır..ġekavet ehlinin yolu soldan gider..
Tabiatın icabı uygunsuz iĢleri bırakmak, onunla olan bağları yok edip
kesmek sureti ile nefse muhalefet ise.. DECCAL‟in sağına aldığı cehennemdir..
Saadet ehlinin yolu da sağdan gider..
Nefsanî iĢlerin icabı olarak; zulmanî perdelerin teksifi ise.. DECCAL‟in iki kaĢı
arasında yazılı:
Ġrfan sahibinin, nefsinin esaretine düĢmek sonucu doğruyu anlamayacak hale gelmesi,
nefsin galebe çalması sonucu, yapılan hitabın manasını anlamayacak hale gelmesi:
Deccal zamanında, bazı has zevatın aç ve susuz kalmaları manasına gelir..
- Mubah yolları tutup, onlara dayanmak; irfan sahibi katında haram olan
Ģarab gibidir.. Ve bu, DECCAL taamı arasında sayılır..
- Nefse, gaflet doğuran Ģeylere, boĢ ümitlere dönmek ise.. Ġrfan sahibi yanında Ģarap sayılır ki:
Bunlara dalan, DECCAL‟in yanında bulunan Ģaraptan içene benzer..
- Makama ulaĢmadan önce; anlatılan hale dalan bir irfan sahibi, DECCAL eline
düĢüp artık iflâh ümidi kesilen kimseye benzer..
Sonra..
Bekası muhal olan tadları hayal olan yerin süslerine kanıp aldanmak ise..
DECCAL cennetine girmek sayılır..
Ve.. onu: Allah-u Taâlâ cehenneme çevirir.. O kimsenin karar yeri olarak
orayı kılar..
Ancak; bir kimseye saadet baĢarısı gelirse.. bu yol boyu Hak‟ta sebat ederse..
Tahkik gecesinde, Ģeriat nurları ile yürürse.. muhalefetin, mücahedenin, riyazetin yoluna
metanetle girerse..
ĠĢte burayı, Allah-u Taâlâ zevali olmayan bir nimete çevirir.. DeğiĢmez mülk kılar..
Pâk Mekke ile, zatın yeĢil bahçesini Medine hariç, farz olan emir gelinceye kadar;
DECCAL‟in yeryüzünü gezip dolaĢması manasına gelince:
Bütün makamlarda nefis, kulu teĢviĢe düĢürür.. Ancak, iki makam hariç..
Bunun manası: Zatî, ilâhî huzurdan gelen cezbe ile; kulun kendi varlığından geçmesidir..
Tabir edilir..
Anlatılan iki makam, öyle makamdır ki: Oralarda nefsin mecali yoktur..
Zira, burası illetli yollardan korunmuĢtur.. Ezelî gayb âleminde bunlar mahfuzdurlar..
Ġlâhî keĢiflerden, kulu teĢviĢe düĢüren, doğru yola girmekten onu alıkoyan Ģey ise..
bu ENCES – PEK PĠS – LAĠN‟in, Beyt-i Makdis kıtasına yönelmesi mesabesindedir..
Sonra..
Oraya varmadan; Remle adlı yerde durup, kalmasına gelince; Ģöyle anlatabiliriz:
Ve.. Hz. Ġsa a.s. iner.. Elinde fetih süngüsü vardır.. Orada DECCAL‟i öldürür..
Ve.. Küçük KIYAMET alâmetleri insanlara hastır.. Kâinatın diğer halkına değil..
MEHDĠ: Muhammedî makamın sahibidir.. Her Kemâl burcunda itidal üzere bulunur..
Onun kırk yıl adaletle hüküm sürmesi dahi, varlık mertebelerinin sayısıdır..
.
Gecelerin aydın, parlak oluĢu, gündüzlerin yeĢil bahçeler gibi olması,
Ģu manaya gelebilir:
Ġrfan sahibini terakki ettiren sarhoĢluk ile, beka veren ayıklık içinde sürüp gider..
Ziraatın bereketli ve çok olması, hayvanların çok sütlü olması da Ģu manaya gelir:
Onun zamanındaki emniyet ise, Ģu manaya gelir: Ġrfan sahibi, dostluk makamına girer..
Oranın süslü kaftanını giyer..
Zâhirî manadaki bu makamdan, ateĢli yanma durumundan emin olununca, manevî makamda,
Rahman‟ın mekrinden emin olmak daha yerinde ve daha uygun olur..
Daha önce iman etmemiĢse.. artık bundan sonraki imanı nefse fayda vermez..
Bunun insandaki alâmeti Ģudur: Onun müĢahede güneĢi, varlık batısında doğar..
Bu ise.. batınî keĢiften ibarettir.. bu ise.. gizli sırra ittilada tahakkuktur..
Sonra.. öz vasıfları ile tahakkuk eder.. Arafı cennetinde bol bol inama kavuĢur..
Ve.. orada imanın faydası olmaz.. çünkü, imanın hükmü bundan önce idi..
Zira iman: Gaybde olan bir Ģeye olur.. Aradaki hicabın kalkması ile de
hükmü gider..
Bu iddiasını da:
Bu ise.. insanın ortalama ömrü, kıyas ve nizam yolu ile, yetmiĢ yıl oluĢuna mukabildir..
Ancak biz, insana mahsus olan Küçük KIYAMET‟i bu dünyada kaldığı günleri üzerinde durarak
anlattık..
2 . FASIL : Ö L Ü M
Orada görülebilir..
Bilesin ki..
Burada:
- Ġ t i d a l..
Onun böyle bir dereceye gelmesi ile de, lâzım olandan baĢka olur..
Mizacın durumu ise.. anasıra bağlı her hangi bir Ģeyi kabul etmemektir..
Zira, bu durumu ile ateĢ son haddini bulmuĢ sayılır..
Galip gelen her bürudet rüknü dahi, arta kalan maddeleri yok eder..
O zaman adı Tabiî bir sululuk olur..
Diğerlerine nazaran bulunduğu yerde galip gelen her rütubet rüknünün hükmü
hepsini yok eder.. adı Tabiî hava olur..
Denemez.. Meğer ki, üçüncü dereceye ine; diğer rükünlerle imtizaç ede..
Hangi Ģey olursa olsun; üçüncü derecede, hararet ve yübuset eĢit gelirse..
bu dereceye çıkma zaaflarından dolayı, diğer iki rükün
ondan saklanırsa.. o zaman adı: AteĢ olur..
Hangi Ģey olursa olsun; üçüncü derecede, bürudet ve yübuset eĢit gelirse..
bu dereceye çıkma zaaflarından dolayı diğer iki rükün ondan saklanırsa..
o zaman onun adı: Toprak, olur..
Hangi Ģey olursa olsun; üçüncü derecede, hararet ve rütubet ona eĢit gelirse..
bu dereceye çıkma zaaflarından dolayı, diğer iki rükün ondan saklanırsa..
o Ģeyin adı: Hava olur..
Hangi Ģey olursa olsun; üçüncü derecede bürudet ve rütubet ona eĢit gelirse..
bu dereceye çıkma zaaflarından dolayı, diğer iki rükün o Ģeyden saklanırsa..
O Ģeyin adı: Su, olur..
Sonra..
Tabiî hararet bir derece daha iner ve dördüncü derecede eĢit olursa..
o zaman bu suret heykellerinden birinde diğer rükünlerle imtizaç edip kalır..
Ve.. hararet-i griziye bu derecede devam ettiği süre, o heykel var olarak kalır..
AteĢin dıĢında kalan erkâna da, yukarıda anlatılana uyarak, buna benzer isim
verilebilir..
Haliyle onun gidiĢi, zıddı olan bürudet-i griziye sebebi ile olur..
Onun heykel hayatı, ittihad gözü ile, ona nazar ettiği süredir..
ĠĢbu manada, birçok nuranî keĢif ehli hataya düĢmüĢtür.. Onların verdiği
hüküm: Cisimler haĢr‟olunmayacağıdır..
Bize gelince..
Bu durumda o: Varlığa yayılan bir Ģeydir.. Amma, belli bir süre için..
GüneĢ evin penceresinden doğduğu zaman, ev güneĢ ziyası ile aydınlık olur..
Halbuki güneĢ, oraya ne inmiĢ; ne de oraya hülûl etmiĢtir..
ĠĢbu güneĢ ziyası: Ruhun, kendisine has olan cesede nazarı mesabesindedir..
Sonra..
Eğer pencere, yeĢil camlı ise.. eve giren ziya ve Ģule o Ģekilde olur..
o surette olur..
Ruhun durumu da böyledir..
Ve.. güneĢin evden kayması ise.. ruhun nazarını cesetten kaldırmasına misaldir..
3 . FASIL : B E R Z A H
ġayet tam veya müstakil olsaydı; dünya ve âhiret evi gibi, bir ikamet yeri olurdu..
Biz bir Ģuleyi, yeĢil bir cam içinde, yeĢil renkli olarak tasavvur ederiz..
Bize, bu haliyle Ģekil verir.. Amma hayal âleminde..
Kaldı ki, hayal âlemi de, dünya ehli için tam değildir.. Dünya ehlinin hayali için,
kendi baĢına bir istiklâl de yoktur..
ġu da bir hakikattir ki, dünya âlemi, kendi özünde tam bir âlemdir..
Amma, kendi gözünden; ona bakıldığı takdirde tamdır..
His âlemi, manalar âlemine göre tam değildir..
Ancak, Allah ehlinin hayalini, sayılan hayalin dıĢında tutmak icab eder..
Onların hayali kâmildir; müstakildir kendi özünde tamdır.. Bu tür hayal,
onların dıĢında kalan dünya ehlinin âhiretine benzer..
Her nekadar hayalin aslı, özünde herkes için aynı ise de; adi iĢlere,
cesedden matlub Ģeylere harcanan hayal hazineleri bozulmuĢ; ruhî safiyet
hükmü kesilmiĢtir..
- BERZAH..
Aynı Ģekilde, dünya ehlinin hayali dahi, varlık âlemi ile yokluk âlemi arasında
bir BERZAH sayılır..
Sonra..
Zira o: Ruhun mutlak ruhanî hali ile iktiza ettiğini yapmaktan yana
kusurludur..
Sonra..
Allah-u Taâlâ dilediği zaman, kıyamet günü ruhu baas eder.. O zaman
cesedin icablarına bağlı kalmaktan kurtarır..
Sonra..
Bilesin ki..
Kandillerde, çeĢitli Ģekillerde zuhur etmiĢ olsa dahi, o aslında bir tanedir..
Kendi sayıya gelmeyen bir tanedir.. Kendi Ģekli dıĢında bir baĢka Ģekli
dahi yoktur..
Kaldı ki biz: Ruhların kabzını, Azrail‟in kabz için geliĢ Ģeklini daha önceki
BÖLÜM‟de anlattık.. ( Bak: Bölüm 54 )
Bilesin ki..
Diyelim ki:
Yeni geçtiği amel Ģekli, ya bir önceki gibi güzeldir; yahut daha da güzeldir..
Sonra..
Meselâ: Zina eden için, ateĢten bir kadın tenasül uzvu yaratır..
Erkek uzvunu ona daldırır, çıkarır..
ġarab içenlere de, ateĢten bir kadeh meydana çıkar.. Ġçi, ateĢ Ģarab doludur..
O kimse, bunu içer..
Dünyada o hale nasıl devam etmiĢ ise.. orada da o hal içinde döner durur..
Bir kimse, taatle masiyet arasında olursa.. o: Bu iki hal arasında döner durur..
Yani: Allah-u Taâlâ‟nın onlara göre, yarattığı manaların sureti içinde döner durur..
Onlar, nur olabilir; ki bu: Taattan yaratılan suretlerdir.. veya ateĢten masiyet
icabı yaratılmıĢlardır..
Eğer asi ise.. Allah-u Taâlâ dahi, onu bağıĢlamıĢ ise.. ancak o amellerini
taata benzer surette görür..
Allah-u Taâlâ o ameline ilâhî bir durum verir..O amelin sahibi, biri diğerinden
daha güzel olan ameller içinde geçip gider.. Taa, kıyameti oluncaya kadar..
O zaman da: Hakikatler Ģekli üzerinde zuhur eder..
Bu kudret muamelesine tabi olan bir diğeri, taat ehli olabilir; ama
Allah onun amelini boĢa çıkarmıĢtır..
Bu kimseye suret çıkar ama, Allah-u Taâlâ ezelde onun için Ģekavet babında
ne yazmıĢ ise.. o çıkar.. Ona olan tecelli bu yoldan olur.. ÇeĢitlenmesi de,
yine ona göre olur..
Sonra..
Allah-u Taâlâ, BERZAH için, bir kavim yaratmıĢtır.. Bunlar, orada sakin olur;
orayı imar ederler..
Bir kimse, ruhî durumu ile onlara aĢina olursa.. ölümünden sonra onları tanır..
Onlara bir aĢinalığı olmayan kimse ise.. kendisine öfkeli bulur.. Ne kendisi
onlarla ülfet edebilir; ne de onlar kendisi ile ülfet edebilirler..
Sonra onlardan biri çıkar; Allah-u Taâlâ kimin azabına sebep kılacaksa..
dünyada sevmediği suretlerin en kötüsü olarak ona gelir..
Bazılarına da en güzel surette gelir.. Bu dahi, o kimseye ait iyi amelin suretidir..
Gelince aralarında ülfet olur.. Ģefkat gösterir.. Böylece aralarında sevgi doğar..
Dolayısı ile, o kimse, bu gelen suretle.. taa, kıyamet oluncaya kadar hoĢça
arkadaĢlık edip kalır..
Sonra..
Gerçek Ģu ki: Senin mevcud olduğun hüviyet, aynen BERZAH‟ta mevcut olan
hüviyettir.. Kıyamette dahi, mevcud olan yine odur.
Kıyamet iĢleri de aynı Ģekilde zarurîdir.. çünkü o da, BERZAH üzerine kuruludur..
4. FASIL : K I Y A M E T
Sonra..
Bilesin ki.. Allah-u Taâlâ KIYAMET‟in kopmasını dilediği zaman Ġsrafil‟e a.s.
ikinci defa sura üfleme emrini verir..
Tıpkı: Uyanınca, rüyada görülen suretlerin yok olup gittikleri gibi.. Yaratıldıkları
mahalle dönüp gittikleri gibi..
Bundan sonra, ikinci defa sura üfler.. Ruhlar, kendi âlemlerinde oldukları Ģekilde
dönüp gelirler.. Cesed kalıplarına girerler..
Zira uhrevî âlem, ruhlar âlemidir.. Ruhlar âleminin tümü ise.. insanda var olan
mutlak ruhtan ibarettir.. Ġnsan ise.. kendi özünden ayrı duramaz..
Kaldı ki: Âhiret ruhlar âleminden ibarettir.. Ruhlar âlemi ise.. insanın
mutlak olan ruhundan ibarettir..
Diye anlattık.. Böyle olunca, ahadiyet hükmüne göre, birinde olanı diğerinde
bulabilirsin.. Ama, misil ve teĢbih yolu ile değil..
Bütün âlem bir cevherden ibarettir.. Kendi özünde gerçek yönü ile
ikiye bölünmez..
Sonra..
Gelelim, insan fertlerinden her birine has olan küçük KIYAMET bahsine..
Ġnsan, aklı evvel terazisini, ekmel adaletin kubbesi altında kurduğu zaman,
hakikat iktizaları gelir..
O köprü, çözümü zor bir Ģey olması icabı: Kıldan daha incedir..
Uzaklığı dolayısı ile,kılıçtan daha keskindir..
Bu sırattan geçenlerden bazıları çakan ĢimĢek gibi geçerler.. Böyle olan kimsenin
irfan babında seri bir bineği vardır.. O Ģekilde geçiĢ gücünü bundan alır..
Bir kimse, adı geçen sıratı geçer, ölçü nizamı içinde kalırsa.. zat cennetine
dahil olmuĢ olur.. Sıfat meydanlarında dahi gıdasını alır..
Kendi nefsi cihetinden bir eser göremez.. Ondan bir haber de alamaz..
Ancak, o yüce varlık, kendi zatından baĢkasını bulamaz; Ģöyle cevap eder:
Hesap, mizan, sırat yollarını da, sana iĢaret yollu anlattıklarımızdan çıkar..
Sarih anlattıklarımızdan değil..
Eğer, üstün bir anlayıĢın varsa.. kavi bir azme sahip isen..
iĢaret ettiğimiz manayı idrâk edersin..
Bilesin ki..
Allah-u Taâlâ, içindekilerinin tümü ile âhireti, dünyadan bir nüsha kıldı..
Âhiret, kıyamet günü orada olacak iĢlerden baĢka bir Ģey değildir..
- U l a..
- U h r a..
Dendi.. Çünkü o: Fer‟i idi.. Eğer, âhiret dünyaya bakarak fer‟ olmasaydı,
onun sonraya kalıĢı hikmet babında bir noksan olurdu..
Bilesin ki..
Bunun sebebi Ģudur: Ruh âhirette; kendisine sevilen ve kötü olarak gelenleri
kabul için, tamamen boĢtur.. Amma, dünyada böyle değildir..
Zira bu cisim, kesafeti icabı, kendisine uyanı ve uymayanı kabul etmesi için,
ruhu boĢ bırakmaz.. Dünya hayatında, ruhun ancak bir yanını
boĢ bulabilirsin.
Sebebi: BaĢka önemli iĢi düĢündüğünden, yemek iĢi için gelen tada,
ruhu tam boĢalmıĢ değildir..
Her ne kadar, dünya âhiretin anası ise de, buna ĢaĢma.. Nice çocuklar var ki:
Ana babasından, Ģeref itibarı ile, daha yüksektir..
Bu açıdan bakılınca, dünya asıl ise de, âhiret Allah katında daha Ģerefli ve
daha faziletlidir..
Hele lafza bir bak.. Ondan çıkan mefhum mana nekadar güzeldir ve nekadar
yücedir.. Kadri kıymeti lafızdan nekadar ileridir.. Ne kadar da sonsuzdur…
Bütün bunlar onun yüceliğine Ģerefine delildir..
ġu var ki: Mana lafzın neticesi ve fer‟idir.. Lafız olmasa mananın hakikati
anlaĢılmaz..
Âhiret, dünyanın her nekadar neticesi ise de, dünyadan daha faziletli;
daha geniĢ ve daha Ģereflidir..
Sonra..
Hal böyle iken, dünya nimetinin hesabını vereceklerdir.. Halbuki; dünya nimeti
zail olup gider..
Âhiret ehli ise.. içinde bulundukları nimetin daima daha iyisini bulurlar..
Onlara peĢ peĢe biri diğerinden daha güzel nimet gelir..
Bilesin ki..
Bir kimse de, bu dünya evinde, Allah için kendine hakim olmaz ve
buradaki iĢi daima isyan olursa.. burada iken, aleyhte hüküm giymiĢtir..
Hele bak ki: Bunlardan her biri istediğini yapar, hiç kimse de,
onların aleyhine bir Ģeyin hükmünü kesemez..
Bir kimse, Allah-u Taâlâ‟ya karĢı irfan sahibi olursa.. âhiret iĢi ilminde,
tahakkuk eder.. Allah-u Taâlâ‟ya karĢı irfan sahibi olmayan,
âhiret iĢi ilminde tahakkuk edemez..
- “ARAF‟ta birtakım kimseler vardır.. Onlar her Ģeyi siması ile bilirler..”
( 7/46 )
- Yüce Allah‟ın irfan makamında, birtakım kimseler vardır.. Yüce Ģanları dolayısıyla,
onları kimse bilmez.. Zira onlar, baĢkalarının meçhulüdür..
ġöyle ki:
Meselâ:
Bir kimse, bir beldeye giderse.. o beldede, tanıdığı biri olursa.. ancak
onun yanına gider..
Belki de, o arkadaĢ için, beldesine inen tanıdığı arkadaĢını, yanına almak
vacip olur..
Bir mahluk için durum böyle olunca, yüce Hâlik için, olması daha uygundur..
Meğer ki, bu kitabı okuyan kimse, o mertebeye ermiĢ olsun: O hayret veren
halleri, aynen görmüĢ olsun..
Bilen kimseye de, bizim anlattığımız bu acaib Ģeylerin bir faydası olmaz..
Onun için ancak Ģöyle bir haber olur:
Bilesin ki..
Allah-u Taâlâ halkı yaratmadan önce, kendi zatında, vardı.. Mahluklar ise..
onda müstehlikti.. ( veya müstehlek )
Dilersen:
- Hakikatler hakikati..
Cümlesi yerine:
- Beyaz yakut..
Bundan sonra, her tabaka arzının cinsine göre, oranın sakinlerini yarattı..
Bundan sonra, kemâl nazarı sonunda eriyen hakikatler hakikati suyu yükseldi..
Tıpkı: Deniz buharının yükseldiği gibi..
Sonra..
Bir değiĢiklik olursa.. ancak onun tecelligâhı olan beyaz yakutta olur..
Tecelli eden Yüce Sübhanda bir değiĢiklik olamaz..
DüĢün..
SEMALAR
Bilesin ki..
Anlatılan durum icabı, onun rengini: Bazan mavi, bazan toz rengi, bazan da
karıĢık görürüz..
- S e m a..
- “Bu yerle dünya seması arasındaki uzaklık, beĢ yüz senelik yoldur..”
Ġttifakla varılan hüküm odur ki: BeĢ yüz sene uzaklıktaki yeri görmek
mümkün değildir..
Bu durumda, bize açılan odur ki: Bize görünen, semanın aynı değildir..
ġu var ki: Eğer yıldızların ıĢığı yere düĢmeseydi; onlar da, görülmez ve
müĢahede edilmezdi..
Halbuki nice yıldızlar var, onların ıĢığı yere vurmuyor; biz de, onları,
uzak oluĢları ve letafetleri dolayısıyle göremiyoruz..
Bilesin ki..
Allah-u Taâlâ, bütün rızıkları, çeĢitli yiyecekleri dört gün içinde yarattı..
Bundan sonra..
Daha sonra..
Bütün semalar için bir melek yarattı; bu meleği oralarda bulunan meleklerin
hâkimi kıldı..
Sonra, onun felekini burçlar semasında devreye koydu.. ki, varlığın hayatı
oradadır.. Aynı Ģekilde mevhumun ve meĢhudun medarı da odur..
Sonra..
Allah-u Taâlâ, Âdem‟i a.s. bu dünya semasına yerleĢtirdi..
Durum anlatıldığı gibi olduğu için, bu insan nevi orada hayat yaĢadığı süre
âlem devam eder..
Oradan intikal edip gidince, âlem de helâk olur.. Her Ģeyi birbirine karıĢır..
Hüküm babında bir iĢ ise.. onu da, Allah kimin için takdir etmiĢ ise..
ona ulaĢtırırlar.. Bu ulaĢtırılan iĢ; hayır da olabilir; Ģer de olabilir..
Allah-u Taâlâ, anlatılan yoldan bir emir verince, o emre hazır melek de
emri yerine getirir..
- Suretler makamı..
D e n i r..
O melek, kendisine gelen emre göre, Ģekillenir; anlatılan kürsü üzerinde oturur..
Bu yolda bir Ģekil aldıktan sonda, bir daha eski yaygın haline dönemez..
Hem de hiçbir Ģekilde..
Çünkü: Suretlerden her hangi bir surete girince, artık o sureti kendinden soyup
atma yolu yoktur.. Tekrar, aslî olan yaygın haline dönmek yolu ona
kapalıdır.. Böyle bir Ģeyin olması mümtenidir..
Hatta cisim kaybolup gider; ama ruh baki kalır.. Allah-u Taâlâ‟yı
tesbih eder..
BaĢka bir suretle de, tecelli edebilir.. O zaman, ruh ona mana olur..
Eğer ruhları ilmî âlemdeki halleri ile görürse.. o zaman: Ġleride alacakları,
çeĢitli Ģekillerini görür.. Onların alacakları Ģey, ameldir veya vasıflardır..
Ancak, onların bu halini gören keĢif sahibi bilir ki: O durumda onların
vücudu yoktur.. Ancak, onlardan, o halleri ile dilediği bilgiyi edinir..
Bu ilmi de, onların durumuna göre değil; kendi durumuna göre alır..
Ancak bu alıĢ Ģekli, ruhların ilmî âlemden aynî âleme geçiĢleri ile değiĢir..
O zaman keĢif ehli olan, kendi durumuna göre değil;
onların durumuna göre ilmini alır..
..
Bu açıklama denizinde beyan dalgıcı, beni fazla daldırdı..
Kader, bu incileri açmaya beni zorladı..
Artık bu kadarla yetinelim.. Burada izhar olan Ģeyler; ebedî hatıra gelecek
Ģeyler değildir..
Bilesin ki..
Felek devresi itibarı ile, semaların en küçük kutruna sahip olan budur..
Bu durumda, 458 ( dört yüz elli sekiz ) yıl 120 ( yüz yirmi ) günlük yolu
bir saatte alır..
Bu felekin kutru, 4500 ( dört bir beĢ yüz ) senelik bir yoldur..
Bundan baĢka kamerin, kendine göre bir feleki vardır.. Ayrıca, her
yıldızın da, kendine göre bir feleki vardır.. Bunlar küçüktür; büyük felekin
içinde dönerler..
Onun için bir geri geliĢ, mevzuu olsaydı: âlem tümden harap olur batardı..
Bilesin ki..
Kamer, değiĢik renkli bir cisimden ibarettir.. Onun kendine has bir aydınlığı
yoktur.. Yani: Kendi yapısı itibarı ile..
Ancak, kamer güneĢe, yarım yanı ile, mukabil durduğu zaman, ondan
nur alır.. Böylece onun bir yanı devamlı aydınlık durur.. GüneĢe
gelmeyen yanı ise.. karanlık olur.
Aydınlığı ancak, güneĢe gelen yanı ile kabullenir.. Dolayısı ile; yere vuran
aydınlığı, bazen artar bazen de eksilir.. Diğer yıldızların durumu
buna benzemez..
Bilesin ki..
Bu felek, manevî olup yıldızların burcunda devir semtleri için verilen isimdir..
Yıldıza gelince; Her semada bulunan Ģeffaf aydınlık bir cisme verilen isimdir..
Zira matlup olan, Yüce Allah‟ı bilmekten baĢka bir Ģey değildir..
Biz eĢyanın zâhirini bu kadar anlattık; ama onun altına mutlaka ilâhî sırların
iĢaretini de koyduk..
Abdûlkerim Ceyli
Hazırlayan: Nuran Çelik
ĠKĠNCĠ SEMA
O meleklerin baĢına bir melek getirdi.. BaĢa getirdiği bu meleği aynı zamanda;
anlatılan yıldızın ruhaniyeti eyledi.. Yani: Utarit yıldızının..
Cin tayfası, dünya semasının civarına gelirler.. Orada durur; ikinci sema
meleklerinin seslerini duyarlar..
BaĢka âlemde iseler, hüküm o âleme göre verilir.. Yani: O zaman da,
o bulundukları âlemi duyarlar..
Bu manaya göre.. cinler, her ne kadar ruh iseler de; kesafet ve cisimler
âleminde bulunmaktadırlar.. Ama yükselmiĢ, ruhî âlem tarafına
kavuĢmuĢlardır.. Ki burası: Dünya semasının bir yanıdır..
Bu durum hep böyle olur.. Her makamın ehli, ancak, bir mertebe
yukarısını keĢfedebilir.. Araya bir fasıla girer, mertebeler çoğalırsa..
edna mertebede olan, âlâ mertebeyi bilemez..
Oradan bir kulak hırsızlığı yapar.. Durumu müĢriklerine bir gayb haberi
olarak duyduklarını bildirmek için döndükleri sırada; hemen bir Ģahab-ı sakip
isabet eder.. yakar..
Selâmımı aldı:
- M e r h a b a..
ġöyle anlattı:
- Bu sema irfan cevherlerinin bağıdır.. Burada yeni yeni marifet tecellileri olur..
Bir kimse, bu meleklerden birinin sırtına binecek olsa.. onun kanadı ile,
yedi feleki uçarak geçer.. Ruhanî suretleri, cismanî kalıplarda indirir..
Bu iĢi istediği zaman, istediği Ģekilde yapar..
Buranın yıldızı olan Utarit, bir saatte, 555 ( beĢ yüz elli beĢ ), günlük
mesafe kat eder..
Sonra..
Onların hiç birini bu zaman ehline açmak bizim için yerinde olmaz..
ÜÇÜNCÜ SEMA
Orada o kadar acaib garaib Ģeyler vardır ki, hiç biri akla gelmez..
Hatta arada muhalin dahi yeri yoktur..
Allah-u Taâlâ, bu sema felekinin devresini, 15.036 ( on beĢ bin otuz altı )
sene, 120 ( yüz yirmi ) günlük mesafe kılmıĢtır..
Buranın yıldızı ZÜHRE: Her saatte 631 ( altı yüz otuz bir ) sene 18 ( on sekiz )
tam, 1/3 günlük mesafe kat eder..
Bütün felek menzillerinin tümünü ise.. 324 ( üç yüz yirmi dört ) günde kat eder..
Ona selâm verdim.. Bir ziyaretçiye yakıĢır Ģekilde ona saygı gösterdim..
- M e r h a b a..
1 - “M ü l k..” ( 12/101 )
Dedim ki:
ġöyle anlattı:
Tekrar sordum:
- Bu iĢ nasıl oluyor?..
DÖRDÜNCÜ SEMA
Allah-u Taâlâ, güneĢ itibar edilen bu yıldızı, kalbe benzetilen
bu felekte, ulûhiyetin mazharı kıldı.. Pâk nezih, mukaddes olan
çeĢitli vasıflarına tecelligâh eyledi..
Sonra..
DüĢük bir Ģeyin vücudda yükselmesi, kabz‟ın ve bast‟ın bir hadise olması,
ancak bu meleğin tasarrufu ile olur.. Ki Allah-u Taâlâ onu, bu felekin
kaynağı eylemiĢtir.,
Bilesin ki..
Bilesin ki..
O kadar ki, sadet fermanı Ģu âyet-i kerime hilati ile sabit oldu:
Bilesin ki..
BEġĠNCĠ SEMA
Ġntikam için olsun; ruhların kabzı için olsun; nizam temin için olsun;
bu meleğin izni olmadan orada bulunan meleklerden hiç biri inemez..
Bilesin ki..
Bu yıldız, her mutedil saatte 826 ( sekiz yüz yirmi altı ) sene,140
( yüz kırk ) günlük yol kat eder..
ALTINCI SEMA
Rengi: Mavidir..
D e d i..
ġöyle anlattı:
- Bilesin ki..
ĠĢte.. bundan sonradır ki: Benim için rububiyet nurları tecelli eyledi..
Beni benden aldı..
ĠĢte.. o zaman; sır dilim, bu büyük iĢe tercüman olarak Ģöyle söyledi:
Bu öyle bir Ģeydir ki: Tam anlatmak mümkün değildir.. Onu bir manaya
sığdırmak ise.. caiz değildir..
Bundan sonra onu bırakıp gittim.. Onun denizinden avuç avuç nekadar
içmem kabilse o kadar içtim..
Bilesin ki..
Allah-u Taâlâ, bu semanın çevre uzunluğunu, 22.066 ( yirmi iki bin altmıĢ altı )
sene, 8 ( sekiz ) aylık yol uzunluğunda yaratmıĢtır..
Bu semanın yıldızı olan MüĢteri, her saatte, 919 sene, 5 ay, 27 tam ve
½ günlük mesafe kat eder..
Bunlar, diğer melekler arasında, hem ehl-i kabz hem de ehl-i basttırlar..
Bir hasta üzerine gittikleri zaman, onun hastalığı geçer; hoĢ olur..
- “Bir kimsenin:
- Âmin!..
DeyiĢi, meleklerin:
- Âmin!..
Ancak, her meleğin duâsı makbul olmaz.. Her hamd edenin senası da
yerini bulmaz..
Sonra..
ġöyle ki:
Bunlardan bazıları da, hububat, sular vs. yenen ve içilen Ģeyler Ģeklinde
yaratılmıĢtı..
Sonra..
ġöyle ki:
Bilesin ki..
Deyince:
- H a y ı r..
Ondan baĢka peygamberlerin ve sair kâmil velîlerin bineği ise.. sefir-i âlâda
olup, bu semanın seçme atlarına binerler..
YEDĠNCĠ SEMA
Bu yüzdendir ki: Akl-ı evveli pek kâmil âlim dıĢında hiç kimse bilemez..
Buranın bir adı da: Keyvan‟dır ki, cümle kâinatların âlemini kuĢatmıĢtır..
Bu semanın felek devresi, 24.500 ( yirmi dört bin beĢ yüz ) senelik
mesafedir..
Burada sabit yıldızlardan her biri o kadar yavaĢ, ağır seyre sahiptir ki;
gidiĢi belli olmaz..
Onlardan bazıları felekin bir burcunu 30.000 ( otuz bin ) senede alır..
Lâkin keĢif ehli, onlardan her yıldızın isimini bilir.. Adı ile ona hitab eder..
Seyrini sorar; cevabını alır.. Felekteki durumu ne ise.. onu anlar..
Sonra..
- “YaĢlı halimde bana, Ġsmail‟i ve Ġshak‟ı hibe eden Allah‟a hamd olsun..”
( 14/39 )
Bilesin ki..
Her mukarrebunun ise.. Allah tarafından verilen vazifesi kadar derecesi vardır..
Demek istiyorum..
Ancak, vehmî ve hükmî üç felek vardır..
Bunların gözle görülen bir varlığı yoktur: hükmen varlıkları kabul edilir..
ġöyle ki:
Bilesin ki..
Onları, tecellilerin nurları sarmıĢtı.. O kadar ki, göz kapağını dahi oynatacak
halde değillerdi..
Anlatılan yüz melekten önde yedi melek daha gördüm:
Bunların adları Ģuydu:
- Kerrubinin önderleri..
Adı verilmiĢti..
Bunların hepsinden önde, bir melek daha gördüm.. Adı: Abdullah, idi..
Bunların altında, derece itibarı ile aĢağısında bulunan, Cebrail, Mikâil, Ġsrafil,
Azrail ve benzeri melekler, her nekadar mukarreb melek ise de;
ALÛN değildir..
Bu felekte o kadar acaip garaip Ģeyler gördüm ki, ġerhi bizim takatımız
dıĢındadır..
Bilesin ki..
1. A r ş – ı M u h i t..
2. K ü r s î..
3. Atlas.. Ki burası, sidre-i münteha felekidir..
4. Felek-i heyula..
5. H e b a.. .................. Pluton - ..... -> yeniden yaratma..
6. A n a s ı r.. .............. Zuhal
7. T a b a i.. ............. Neptün - Uranüs
8. Mükevkep..ki burası, Zuhal’dir.. Ayrıca buraya: Felekler feleki ismi de verilir..
9. M ü ş t e ri................ Jüpiter -> Himmet
10. M e r i h.. .............. Mars . -> Vehim
11. Ş e m s.................. GüneĢ . -> Kalb
12. Z ü h r e.................. Venüs -> Hayal
13. U t a r i t.................. Merkür -> Fikir
14. K a m e r................. Ay . -> Ruh
15. Esir.. Ki burası, ..... ateĢ felekidir..
16. H a v a..
17. S u..
18. T o p r a k..
Bir Bahr-i muhit var ki, Behimut orada yaĢar.. ki o: Bir balıktır..
arzı iki omzunda taĢır..
Bundan sonra, sırası ile: Hava feleki, ateĢ feleki, kamer feleki gelir..
Sonra..
Bu âlemde, her varlığın kendine göre, geniĢ bir feleki vardır.. KeĢif sahibi,
orayı görür ve orada yüzer.. Oraya ne gerekse onu bilir..
Abdûlkerim Ceyli
Hazırlayan: Nuran Çelik
Bilesin ki..
AteĢ, su, hava, bunlardan her biri dört tabaka üzerine kurulmuĢtur..
Toprak feleki ise.. yedi tabaka üzerine kurulmuĢtur.. Bunların hepsi anlatılacaktır..
Âdem a.s. Allah‟a asi geldikten sonra, orada yürüdükçe, rengi değiĢti..
Buranın çevresi: 1166 ( bin yüz atmıĢ altı ) sene, 240 ( iki yüz kırk ) günlüktür..
Yerin yarısı olan, cenup kısmının tamamı ise.. hepten su altında kalmıĢtır..
Bu kalan dörtte birin ise.. ancak, yirmi dört yıllık mesafe ölçümlü yeri
meskûndur.. Kalanı, sahra ve kumluk çöllerdir..
Sonra.. buranın mukabili Ģarka yöneldi.. Bazı Ģeylerin zuhurunda tahkike erdi..
GüneĢin doğduğu yere vardı..
Ye‟cuc ve Me‟cuc‟un yere olan sayı nisbeti, insanın hatırına gelen Ģeyler
kadardır..
Burası gayb erlerinin meskeni idi.. Onları sultanı ise.. Hızır a.s. idi..
Onlara Âdem a.s. ulaĢmamıĢtı.. Hatta, Allah‟a isyan eden bir baĢkası da,
onlara uğramamıĢtı.. Orası: Aslî fıtratı üzerine kalmıĢtı..
Burası: Bulgar arzına yakındır.. Bulgar ise.. Acem diyarında bir yerdir..
Zira buranın, akĢamı olmadan tan yeri ağarır.. Bu yüzden ora halkına
yatsı namazı kılmak vacip değildir.. lüzum kalmaz..
Burada iĢaret ettiğimiz manayı anla..
Vesselâm..
- Ġbadetler arzı..
Bu kürenin çevresi, 1200 ( bin iki yüz ) sene 4 ( dört ) aylık mesafedir..
Böyle iken, o hale gelmiĢlerdi ki: Bu yerin neresinde hitap edilirse edilsin;
duyamazlardı.. Durumlarının ne olduğuna akıl da erdiremezlerdi..
Hâsılı: Onlar, bulundukları halin mahcubudurlar..
Sana iĢaret ettiğim manayı anlamaya çalıĢ.. Delilleri ile, anlattığım yolda
tahkik ehli olmaya bak..
- Tabiat arzı..
Bir beldede, tahkik ehli zatlardan biri varsa.. bunlar oraya giremezler..
Sonunda Allah‟ın yardımı ile, onları yener.. Artık o beldeye hiç biri
yanaĢamaz..
Bu kürenin çevresi 4.402 ( dört bin dört yüz iki ) sene, sekiz aylık mesafedir..
Burası yaratılalı beri, Hak Taâlâ hiç anılmamıĢtır.. Ancak, bir kere anılmıĢtır..
O da, bura ehlinin dilinden baĢka bir dille..
ĠĢaret ettiğimiz manayı anla..
- ġ e h v e t a r z ı..
D e n i r..
Bu kürenin çevresi, 8.065 ( sekiz bin altmıĢ beĢ ) sene, 120 ( yüz yirmi )
günlük mesafedir..
MüĢriklerin ilmine dair onlara tam malumat verir.. Ta ki, küfür ehlinin
kalbinde yer tutalar..
Bir kısmına mekri, bir kısmına hileyi, bir kısmına zinayı öğretir..
O kadar ki: Ne büyük masiyet bırakır, ne de küçük.. Her bir günah için,
çocuklarından bir taifeyi takipçi yapar..
Bu hale gelen, o zincir boynuna takılan bir kimse artık onlara aykırı
davranması mümkün değildir..
- T u ğ y a n y e r i ..
D e n i r..
Bu kürenin çevresi: 17.620 ( onyedi bin altı yüz yirmi ) sene, 8 ( sekiz )
aylık mesafedir..
- G i d i n..
Dense.. gelirler..
- G e l i n..
Dense.. giderler..
Bu kürenin çevresi: 35.221 ( otuz beĢ bin iki yüz yirmi bir ) sene,
120 ( yüz yirmi ) günlük mesafedir.
Bilesin ki..
Biri, ateĢe bağlıdır.. Her ne kadar ateĢ unsura bağlı ise de, burada
bir baĢka incelik vardır..
Bazıları da, bir insanın baĢına dikilip durur.. Orada kaldıkça, o kimse
saralı kalır..
Bu kürenin mesafesi: 70.442 ( yetmiĢ bin dört yüz kırk iki ) sene, dört aydır..
Sağ canipte olanlar ise.. felek-i atlasta bulunan hurî emsaline benzerler..
Çünkü, bir bağlantı kuramazlardı.. Dolayısı ile, onlara iman etmeleri icab
etmezdi..
Batın mânanın iĢaret ettiği yolda tahakkuk etmeye çalıĢ.. Sonra da,
o mananın zâhirine yakîn ile iman eyle..
Zira, her zâhirin bir batını vardır.. Her hakkın da bir hakikati vardır..
Allah, bizi de, sizi de tezekkür yolu ile basiret sahibi olanlardan eylesin..
Bilesin ki..
Anlatılan yer tabakaları, daire iniĢi olarak sona varınca, bu sefer tersine olur,
daire çıkıĢı baĢlar.. Yani: Yükselme iĢi..
ġöyle ki: Bu yüzden gidilince, su, toprak felekinden önce ilk tabakadır..
Aynı Ģekilde toprak felekinden sonra da ilk felektir..
Bundan sonra hava gelir.. Sonra ateĢ gelir.. Sonra kamer gelir.. Bütün bunlar
anlatıldığı gibidir.. Ta, felekler felekine çıkıncaya kadar..
DENĠZLER
Bilesin ki…
ġöyle oldu:
ĠĢte anlatılan durum icabıdır ki: Asıl olan iki denizdir.. Bu da:
Tatlı olan ve tuzlu olandır..
Tatlı denizin bir kolu meĢrık canibine ayrıldı.. Orada, yer bitkilerine karıĢtı..
Onun güzel kokusu çıktı..
Sonra.. O tatlı sudan bir kol daha ayrıldı.. Bu da mağrip canibine kaydı..
Tuzlu suya yakın olduğu için tadı karıĢtı.. KarıĢık bir su oldu..
Bir kol, arzın ortasında durdu.. Ġlk tadı ile tuzlu kaldı.. Hiç değiĢmedi..
Bu tek baĢına bir deniz olarak kaldı..
Bir cetvel Yemen tarafına ayrıldı. Ki bu: Cenup tarafına düĢer. Bu suya,
kaldığı arzın tadı galip geldiği için, ekĢi olarak kalmıĢtır..
Bu da tek baĢına bir denizdir..
Bunun bir kolu da, ġam tarafına gitti.. Burası da Ģimal tarafına düĢer..
Bu suya da kaldığı arzın tadı karıĢınca, acı oldu.
Lâkin güzel bir kokusu vardır. Onu koklayan kimsenin, hali ile kalması
imkânsızdır.. Onun güzel kokusundan ölür..
ġimdi ben..
TATLI DENĠZ
Uzaktaki ondan bir Ģeyler elde eder; yakındaki de.. Zayıfı da faydalanır;
kuvvetlisi de..
Orası kaçanın necat bulacağı yerdir.. Talip kiĢinin arzularını bulacağı yoldur..
Orada sakin olanlar, çeĢitli milletlere mensuptur.. Birbirleri ile ülfet ederler..
Bu denizin bilinen dört kolu vardır.. Kırk bin tane de kapalı kolu vardır..
Ve.. bunlar, arzın her tarafına yayılmıĢtır.. Enine, boyuna kol atmıĢtır..
Ayrıca bu saklı denizin iki kolu daha vardır.. Bunun bir kolu, ZAT-I ĠMAD‟a,
bir kolu da NUMAN‟a çıkar..
Bir deniz var ki: Enine yol tutmuĢtur.. Yerin karıĢık durumunda kendini
göstermiĢtir..
Bir deniz var ki: Uzun meyillidir.. Ġrem‟in Zat-ı Ġmad‟ına akar..
mercanlar denizidir..ÇeĢitli incileri bulunur..
KOKMUġ DENĠZ
Bu denizin rengi alacadır.. Beyaz siyah karıĢımdır.. Garip bir oluĢu vardır..
Bunlar her türlü yükü ve ağırlığı, enfes inci beldesine taĢırlar.. Ki oraya:
Ancak, nice zorluklara katlanmadan varılmaz..
Ancak, o balıkları yola getirmek zordur.. ciddî bir gayretle elde edilirler..
avlanırlar..
Bunlara binme iĢine ancak, azimet sahibi güçlü kimseler nail olurlar.
Bu incilerle süslenenlere gelince.. Pâk olanlardır; temiz olanlardır; iyi huy sahibi
olanlardır ve.. hakikatı bulup ilâhî tecelliye nail olanlardır..
Burada gemilerini tamir edenler ise.. ancak, yeterli akla sahip olanlardır..
Bunlar dahi, Ģifa veren nakillerden kuvvet bulmuĢlardır..
ĠĢbu deniz dalgasını, yakınındaki bu beldeye vurur.. O belde ehli, buranın güzel
balıklarından faydalanır..
TUZLU DENĠZ
O denizdi sefere çıkan, her yönden bir milyon tehlike ile karĢılaĢır..
Buranın iĢi, hakikat mahsulü üzerine bina edilmiĢtir.. Aslı ve dalları da,
iĢe göre kurulmuĢtur..
Oranın dalgaları birbirine çarpar.. Çırpıntıları yıkıcıdır.. ġiddetli halleri
koca kocadır..
Bilesin ki..
Allah-u Taâlâ,kıdem sıfatı ile, o demde var olan yakuta nazar ettiği zaman:
Bu deniz o yakutun güzellik nurundan meydana geldi..
Bu iki denizin birleĢeceği yerde, Allah-u Taâlâ, aralarına bir berzah koydu..
Bu berzah: Hayat suyudur.. Bu berzah icabı sular birbirine karıĢmaz..
ĠĢbu hayat suyu iki denizin birleĢtiği yerdedir..Ġki hükmün, iki emrin
karĢı karĢıya geldiği yerdedir..
- Mağrib-i Ezyel..
Ġki denizin birleĢtiği yerde, Allah-u Taâlâ‟nın yarattığı bu suyun özelliği odur ki:
Ondan içen ölmez..
Onda yüzen, behemut balığının ciğerinden yer.. Behemut ise.. bu tuzlu denizde
yaĢayan bir balıktır ki; ilkten: Allah-u Taâlâ ona dünyayı ve içindekileri
yükledi..
Allah-u Taâlâ, arzı serdiği zaman, onu: Berhut nam öküzü dahil: Behumut
nam balığın sırtına yükledi..
Allah-u Taâlâ‟nın:
ĠĢareti bu manayadır..
Bu su, o sudur ki: Musa a.s. ile Hızır a.s. bunun kenarında buluĢtular..
ġunun için ki: Allah-u Taâlâ, Musa‟ya a.s. vaad etmiĢti.. Kendisini iki denizin
buluĢtuğu yerde, kullarından biri ile buluĢtursun diye..
Ġki denizin birleĢtiği yere vardıkları zaman, Musa‟nın a.s. onu tanımasına
bir yol vardı.. O da, adamın taĢta unuttuğu balık..
O anda denizin suyu uzaktaydı.. birden dalga gelip taĢa vurunca, balığa da değdi..
Hatırlayıp söylediği zaman, bu iĢe Musa ĢaĢtı.. AteĢte piĢip ölen balığın
canlanmasına hayret etti..
Bir süre yola devam ettiler.. Bu gidiĢin süresi bilinmiyor.. Nekadar gittiklerini
idrâk mümkün olmuyor.. Sahil boyu gidiyorlardı..
Onun yanında durdular; ama hiçbir niĢanı olmadığı için, orada konaklamadılar..
Bilesin ki..
Umulur ki bu yolda:
Bilesin ki..
Onunla buluĢtum..
Bilesin ki..
Yine KAF dağının arkasından gelen, dağa birleĢen ise.. yeĢil denizdir..
KIZIL DENĠZ
Bir kimse bunlarla otursa, arkadaĢlık etse.. bu kalıĢı kadar Allah‟ı bilir..
Onların seyrince Allah‟a yakınlık kazanır..
Onların yüzleri doğan güneĢ, çakan ĢimĢek gibi idi.. Çöl sahralarda ĢaĢıran,
onlarla aydınlanır.. deniz derinlerinde kaybolan onlarla hidayeti bulur..
O balıklar bunları alır, sahile doğru götürür.. Sahil yerlerinden birine atar..
Bilesin ki..
YEġĠL DENĠZ
Buranın tadı acıdır.. Ölüm kaynağıdır; boğulma yeridir..
Bu sebepledir ki:
Ama deniz kenarına varıp da atı oraya girmeden gelirse.. sağ döner..
Ancak, hali böyle olan bir kimse, kendisini: KaybetmiĢ, dönek, kovulmuĢ,
küsülmüĢ sayar..
Bundan sonra, bir baĢka at, alır.. Besler, büyütür.. Ertesi seneye hazırlar..
Geçen sene yaptığını aynen yapar.. Taa, ölünceye kadar..
Onlardan her birinin denize olan aĢkı, pervanenin aydınlığa olan aĢkı gibidir..
Devamlı olarak kendini oraya atmak ister.. Taa, orada ölüp gidinceye kadar..
Ölçüler ondan yana kusurlu kalır.. Acaibi o kadar fazladır ki.. muhale benzer..
Bilesin ki..
Bu varlıkta bulunan her Ģey: Hali ile, sözü ile, fiili ile ancak, Allah‟a ibadet
eder.. Belki de, zat‟ı ile, sıfatı ile ibadet eder..
Dedi;
- Ġsteyerek geldik..
Dediler..” ( 41/11
Manasına gelen hadis-i Ģerifi de, onların ibadet ettiklerine Ģahadet eder..
Çünkü: Allah-u Taâlâ, HADĠ, ismi ile nasıl tecelli ediyorsa.. MUDĠLL, ismi ile
de tecelli eder..
Yani: Peygamberlere uyan, HADĠ ismi cihetinden ona ibadet etsin diye..
ĠĢte.. yukarıda anlatılan mana icabıdır ki: Ġnsanlar çeĢit çeĢit oldu..
Durum böyle olunca, her taife kendi bildiğinin doğruluğuna zahib oldu..
Ta ki: Onlar bu halleri ile, yaptıkları iĢin müessir sıfatının iktizası, kendisine
ibadet edeler..
Sonra..
Bir kimse, onun rububiyetini ikrar ederse.. ona bir menfaatı olmaz..
Aynı Ģekilde, onu inkâr edenin inkârı da bir zarar vermez..
Sonra.. burada:
- “Anlayamazsınız..” ( 17/44 )
Nefyi cümle üzerine gelmiĢtir.. Bu manaya göre bazıları anlayabilir. Yani:
- Bazıları anlayabilir..
Demektir..
Bilesin ki..
Âdem orada velî idi.. Çünkü orası, keramet, müĢahede yeri idi..
Bu ise.. Velâyet halidir..
Bundan sonra.. babamız Âdem kendi özünde velî oldu.. Taa, zürriyeti
zuhur edinceye kadar..
Çocuklarından onu okuyup öğrenen zarurî olarak iman etti.. Zira onda, öyle açıklamalar vardı ki:
DüĢünen bir kimsenin onu reddetmesi mümkün değildi..
Ancak, onu öğrenmekten geri kalarak, kendi lezzetine dalıp hevasına tabi
olanı, gaflet zulmeti alır; dünya gururuna daldırır..
Sonra..
Âdem vefat etti..
Bir zümre, Âdem‟in a.s. Allah‟a yakınlığına inandı.. Bu inanıĢı onu, Âdem‟in
suretinde taĢtan bir heykel yapmaya kadar götürdü..
Devamlı o heykeli müĢahede etmek sureti ile, ona sevgi yolunu koruyordu..
Belki, kendisi de bu yoldan Allah‟a yakınlık peydah ederdi..
Zira o biliyordu ki: Hayatta Âdem‟e a.s. hizmet, Allah‟a yakınlık vesilesidir..
Sandı ki: Âdem‟in heykeline hizmet de aynı Ģeydir..
Bunların dıĢında kalan bir tayfa da, akılları ile kıyas yoluna saptılar..
Bu sapıĢ sonunda; puta tapanları tezyif ettiler..
- Bizim, dört tabiat unsuruna ibadet etmemiz icab eder.. Zira âlem:
Hararet, bürudet, yübuset ve rütubetten ibarettir..
Asıl olana ibadet etmek, fer‟e ibadet etmekten daha uygundur.. Putlar,
ibadet eden kimsenin fer‟idir.. Zira, onun aslı ibadet edendir.. Yani: Kendisi
yapmıĢtır..
Anlatılanların dıĢında kalan bir zümre de, yedi yıldıza ibadet yoluna gittiler..
Dediler ki:
- Hararet, bürudet, yübuset ve rütubetten hiç biri, tek baĢına hareket edecek
durumda değildir.. Dolayısı ile, bunlara ibadette fayda yoktur..
Bunlar, felsefecilerdir..
Bunun üzerine mutlak nura ibadet yolunu tuttular.. Ama, yıldız veya
baĢka bir ayırım yapmadılar..
Nurun adına:
- Y e z d a n..
- E h r e m a n..
Dediler..
ġöyle dediler:
Bunlar Mecusîlerdir..
Bunların dıĢında kalan bir tayfa da, baĢlıca ibadeti terk ettiler..
Durum böyle olunca ancak; Ġçindekini dıĢa atan rahimler vardır.. Bir de,
onları tutan yer..
BERAHĠME:
YAHUD:
Bunlar, Musevî‟lerdir..
NASARA:
Bunlar da Ġsevî‟lerdir..
MÜSLÜMANLAR:
1. Küffar..
... 2. Tabaiyye..
.. 3. Felâsife..
.... 4. Seneviye..
5. Mecus..
... 6. Dehriyye..
.... 7. Berahime..
8. Yahud..
9. Nasara..
... 10. Müslimun..
Onların bir kısmı hayır iĢlemiĢ; Allah-u Taâlâ, cennet mükâfatı vermiĢtir..
Zira onları, Allah-u Taâlâ zatı için yaratmıĢtır.. Kendileri için değil..
Sonra..
ġöyle ki: Sübhan olan yüce Hak baĢtan sona, bu varlığın hakikatıdır..
Küffar da bu varlık cümlesinden sayıldığına göre.. onların hakikatı odur..
Onlar, kendileri için bir RABB olmadığı yolunda inkâra sapıp kâfir oldular..
Böylece onlar, aynen zatları neyi gerektiriyorsa.. ona göre ibadet ettiler..
ġöyle ki: Onların kalbleri, bu iĢte hayır olarak lehte onlara Ģehadet eder..
Ġtikadları da bu iĢin hakikatına bağlıdır..
Her kalb doğru fetva veremez.. Her kalbden fetva sorulmaz.. danıĢılmaz..
Ancak:
- ġ e n o l u r..
Yani: Onlar, dünya hayatında yaptıkları ile Ģendirler.. Âhirette ise.. halleri ile
Ģendirler.. Ellerinde bulunanla daimî bir Ģenlik içindedirler..
Bu mana icabıdır ki: Dünyaya geri çevrilseler; yine kendilerine yasak edilen
Ģeyi yaparlar.. Yaptıkları iĢin sonucunu azap bildikleri halde..
Zira o iĢte, bir lezzet, lütuf bulurlar.. Bu lezzet dahi, o azapta bekalarının
sebebidir..
Kuluna âhiret azabı dilediği zaman, onun için bu azapta gizli bir lezzet
yaratır. Azap görenin cesedi de, ona aĢık olur..
Ama Allah-u Taâlâ, onun azabını hafifletmeyi dilediği zaman, o lezzeti yitirir..
O zaman rahmete yönelmeye muztar kalır..
Allah-u Taâlâ‟nın Ģanı odur ki: Muztar kalmıĢın duâsına icabet ede..
Onların bu Ģekilde ibadeti, her nekadar kendilerini saadete götürür ise de..
dalâlet yoludur..
Dalâlet yolu olması da, o yoldan saadet husulünün uzadığıdır..
Ancak, bu hallerden sonra, ilâhî saadetine nail olur.. Ġlk adımda yakınlık
bulanların erdiğine erer..
A n l a..
TABĠATÇILARA GEÇELĠM:
Ve.. kabiliyetler, ilâhî istidat ciheti ile bildi ki: Anlatılan sıfatlar,
bu suretlerin manasıdır..
Yahut:
- Bu kalıpların ruhudur..
Her ne ise.. onlar, Hakk‟ın âbid kullarıdır.. Amma, sıfat cihetinden.. Neticede
iĢleri saadete ulaĢır.. Tıpkı, bunlardan önce anlatılanların durumu gibi..
ĠĢlerinin bineği olan hakikatlerin zuhuru ile, durum anlatıldığı gibi olur..
FELSEFECĠLERE GELELĠM:
ġöyle ki:
GüneĢ, Allah isminin mazharıdır.. Nuru ile, bütün yıldızların yardımına koĢar..
Tıpkı: Bütün isimlerin, Allah isminden yardım aldıkları gibi..
Zühre ise.. iradenin mazharıdır.. Zira o: Kendi özünde, çok seri bir tekallübe
sahiptir.. Aynı Ģekilde Yüce Hak: Her an bir baĢka Ģey murad eder..
ĠĢbu durumda, anlatılan yıldızlara ibadet ettiler.. Bu ibadet ise.. her yıldızda
bulunan ilâhî latife içindir..
Sonra..
Ya takyid yollu ibadet eder.. ki bu: Zuhur yerine veya yaratılmıĢ bir Ģeyedir..
Ya da itlak yolludur..
Zira, Hak Taâlâ, zatı cihetinden Ģunu iktiza eder ki: Hangi Ģeyde
zuhur ederse.. o Ģeye ibadet oluna..
Bundandır ki: Ġnsanların bazısı tabiata bağlı Ģeylere, vücudun aslıdır diye
ibadet etti..
Hâsılı: Varlıkta hiç bir Ģey yoktur ki: Bu âlemde bir Ģeye ibadet etmiĢ olmasın..
Sonra.. Bunların ibadeti, bir yana bağlı, bir yandan ayrı; batına bağlı,
zâhirden ayrı olmak gibi bir ilgiden yana da pek nezihdir..
Bunların yolu: Sonunda zatına vardıran Allah „ın yoludur..
Bunlar o zümredir ki, Allah-u Taâlâ, Ģu cümlesi ile onlara iĢaret etmiĢtir..
Bunlar, cihet yönü ile, tabiata bağlı Ģeylerden birine, yıldızlara ibadet
edenlere benzemezler..
Zira, bunların Hakka dönüĢü, ancak ibadet ettikleri zuhur yönünden olmaktadır..
Sadece, ona o olduğu için ibadet ettiler, Hak bilerek değil..
Bunlar, Yüce Allah‟a zatı cihetinden ibadet ettiler. Zira, Allah-u Taâlâ, bütün zıdları
özünde toplar.. Hakka ait mertebeleri, halka ait mertebeleri Ģumulüne alır.
ĠĢbu ilâhî sır icabıdır ki, Nura ve zulmete ibadet ettiler.. Zira, bu ilâhî sır:
Ġki vasfı, iki zıddı, iki itibarı, iki hükmü camidir..
Onun bu cami oluĢ Ģeklini, nasıl istersen öyle söyle.. Nasıl dilersen
öyle hükmeyle..
AMMA MECUS..
Ona yaklaĢan her tabiî kuvvet, mutlaka galip kuvveti ile ateĢe çevrilir..
BERAHĠME ĠSE..
Kendilerinin yanında bir kitap olduğunu, bu kitabı da, Ġbrahim Halil a.s.
kendiliğinden yazdı.. diye anlatırlar..
Demezler..
BeĢinci cüzü ise.. kendilerinden ancak bazı fertlere, okumayı mubah sayarlar..
Bunun sebebi ise.. onun derinliğidir..
Bunların netice yolu Ġslâma çıkar.. Resulullah S.A. efendimizin dinine girer..
Halbuki, onlardan biri puta ibadet etti mi, kendilerine göre BERAHĠME
sayılmaz..
Hâsılı:
Zira Allah-u Taâlâ, bir ümmete nebi veya resul göndermesinin sebebi:
Ancak, onlar arasından ona tabi olanları saadete erdirmek içindir..
BaĢka değil..
AMMA YAHUD..
Ki bu da: AĢura‟dır:
Evlerine, mal olarak hiçbir Ģeyin, yemek cinsinden hiçbir Ģeyin girmemesi
ve çıkmaması..
Bundan ötürü, cumartesi günü: Dünya iĢlerine dair her hangi bir Ģey
konuĢmak, onlara haramdır..
Bunun ilk vakti cuma günü güneĢ battıktan sonra baĢlar.. Cumartesi günü,
güneĢ sarardıktan sonra biter..
ġöyle ki: Allah-u Taâlâ, yeri ve semaları altı günde yarattı.. Bu iĢin
iptidası da pazar günü idi..
Korkarız ki: ĠĢin iç yüzünü bilmedikleri için; çoğu cahiller, onlara aldanıp
dinlerinden çıkarlar..
Zira o: Bütün bölümleri içine almıĢtır. Yüce Allah‟ın sırlarına dair hiçbir Ģey
bırakmadan, hepsini bize anlatmıĢtır..
ġĠMDĠ NASARA:
Sonra:
Bütün bunlar, teĢbih içinde tenzihtir. Yüce Allah‟a lâyıktır.. Lâkin bu durumu,
anlatılan üçlü varlığına tahsis ettikleri için, Tevhid ehli derecesinden düĢtüler..
ġundan ki: Allah‟ı insanda müĢahede edenin müĢahedesi; kemâl itibarı ile, Allah‟ı mahlukatın
diğer çeĢitlerinde müĢahede edenlerin tümünden daha üstündür..
ĠĢte o vakit, Yüce Allah‟ı kendilerinde müĢahede eder, onun mutlak tevhid
yolunu tutarlar.. Muvahidler derecesine geçerler..
Bu kırk dokuz günden, sekiz pazar çıkınca, kırk bir gün kalır.. Oruç süreleri
budur..
Oruç tutma Ģekilleri Ģöyledir: Bir ikindi zamanı baĢlar, öbür ikindi zamanı biter..
Bu süre içinde gıda olarak hiçbir Ģey yemezler..
Ancak, ikindilerin bir saat evvelinde yerler.. Bu vakit onların yemek vaktidir..
Böylece, oruçları günde yirmi üç saat olur..
Sonra..
HELE MÜSLÜMANLAR
Müslümanlar, Allah-u Taâlâ‟nın Ģu âyet-i kerimede haber verdiği gibidir..
O kimse, bir gün içinde çeĢitli azaplara uğramıĢ olsa dahi, onun bu azabı
âhiret azabına nazaran bir hardal danesi kadardır.. veya daha küçüktür..
Amma o kimse, bu manada Ģakidir..
Buyurdu..
Bunların rahmete nakli, ancak yerin ve semaların zevalinden sonra olacaktır..
Bu manada, bir Arabî ile, Resulullah S.A‟ arasında geçen aĢağıdaki konuĢma
delildir..
- GörüĢün nedir?.. Helâli helâl bilirsem, haramı haram bilirsem, farz olanı
eda edersem, bunun üzerine daha baĢka bir Ģey eklemezsem, ondan bir Ģeyi
eksiltmezsem.. cennete girer miyim?..
- “Evet.”
Zira bu: Yüce Hakk‟ın, kendinden kendine olan, çeĢitli tecellilerinen ibarettir..
Müslümanlar, tevhid ehli âriflerdir.. Bir de, tevhid ehli olan hakikat ehlidirler..
Burada emir rübubiyetle bir oldu.. Olur; zira emrin yeri orasıdır..
Zira: Senanın hakikatı odur ki, vasfını ettiğin varlığın sıfatına bürünesin..
Bu vasıf, yüce Allah‟ın övüp hamd ettiğin bir ismi de olabilir, bir sıfatı da..
Hakikat ehli kimselerin makamı:
- Avam Müslümanlar..
Ancak:
- Mahal…
Allah-u Taâlâ onları, kendileri için anlattığı Ģeyin marifetine erdirir.. Hem de,
bir makamdan diğer makama.. Bir huzurdan, diğer huzura..
O bir pınardır ki, Allah‟ın kulları içer.. Onu bol bol akıtırlar..” ( 76/5-6 )
Hakikat üzere hükme gelince: Yüce, Allah‟a nasıl lâyık ise.. her biri
Allah ile beraberdir..
Ġ S L Â M..
Ġ M A N..
Tıpkı: Bu baĢ gözü ile, müĢahede ettiğini sukûnetle kabul ediĢi gibi..
O kadar ki: Hiç bir Ģüphe izi olmayacak..
S A L Â H..
1. İ s l â m..
2. İ m a n..
3. Allah’u Taâlâ’ya ibadet..
Ama korku ve ümit şartını
gözeterek..
Ġ H S A N..
1. İ s l â m..
2. İ m a n..
3. S a l â h..
4. Bu yedi makamda istikamet:
a) Te v b e..
b) İ n a b e..
c) Z ü h d..
d) T e v e k k ü l..
e) R ı z a..
f) Tefviz.. (İşleri Allah’a
ısmarlamak..)
g) Bütün hallerde ihlâs..
ġ E H A D E T..
SIDDIKĠYET..
1. İ s l â m..
2. İ m a n..
3. S a l â h..
4. İ h s a n..
5. Ş e h a d e t..
6. Marifettir;
a) İ l m e l y a k i n...
b) A y n e l y a k i n..
c) H a k k a l y a k i n..
1. F e n a..
2. B e k a..
3. İsimlerin tecellisi yönünden zatı
bilmek
4. Sıfat tecellileri yönünden zatı
bilmek..
5. Zat yönünden zatı bilmek..
6. Zat ile isimleri ve sıfatları bilmek..
7. İsimlerle, sıfatlarla sıfatlanmak..
K U R B E T..
1. İ s l â m.
2. İ m a n..
3. S a l â h..
4. İ h s a n..
5. Ş e h a d e t..
6. S ı d d ı k i y e t..
7. Velâyet-i kübradır..
Hakikati bulmuĢ zatlardan biri, nefsine hâkim olarak kalırsa.. halkı Hakk‟a
davette, Muhammed‟den yana, nübüvvet makamının naibi olur..
Allah‟a hidayet eden biri olur.. Tıpkı: MeĢayihten kâmil efendilerimiz gibi..
Onlardan her biri, risalet makamında, onun naibidir..
Anlatılan hakikati bulmuĢ zatlardan biri, yer yüzünde kaldıkça, bu Ġslâm dini
zevâle uğramaz; kaim kalır..
Bir çoban, sürüden kurdu nasıl def ederse.. bunlar da, onun dinine engelleri
def ederler..
Bilesin ki..
Velâyet: Sübhan olan yüce Hak, kulu üzerinde; aynen hal olarak, eser,
lezzet ve tasarruf olarak, isimlerini ve sıfatlarını zuhura getirmek suretiyle,
onu idaresi altına almasından ibarettir..
Gelir; onlara yarar iĢlerini yapar.. Onun yapacağı iĢler, o zamanın hal Ģartlarına,
halkın Ģanına uygun olur..
Muhammed‟den S.A. önce, halkı Allah‟a çağıran bir kimse.. RESUL idi..
Ayrıca, halkı Allah‟a davet etmeyip duran; halkın iĢlerini, yüce Allah‟ın
kendi hallerine göre, kalben bildirdiği Ģekilde idare eden kimse,
velâyet nübüvvetinin peygamberidir..
Sonra, kendinden önce gelen peygamberlere tabi olmadan, müstakil bir yolda
olan ise.. ġeriat nübüvetinin peygamberidir..
VELÂYET: Rabbı ile, kulu arasında has bir yüze verilen isimdir..
VELÂYET PEYGAMBERLĠĞĠ: Veli kulda, Hak’la halk
arası müşterek yüze verilen isimdir..
ġERĠAT PEYGAMBERLĠĞĠ: Hiçbir kimseye ihtiyacı
olmadan, nefsi ile yaptığı ibadetlerde, bir istiklâle sahip olma
yüzüne verilen isimdir..
RĠSALET: Kulla, sair halk arasında kalan yüze verilen isimdir..
ġ i m d i..
Ve Ġsa a.s. gibi ki: Dünyaya geldiği zaman, Ģeriat peygamberliği yoktu..
S o n r a..
Bilesin ki..
Abdûlkerim Ceyli
Hazırlayan: Nuran Çelik
Daha sonra, bazı manaların sırlarını anlatacağız..Bu sırları Allah-u Taâlâ korku ve ümid
eylemiĢ; ibadete devam sonucu hâsıl olan salâh makamına yerleĢtirmiĢtir..
Bunları anlattıktan sonra da, ĠHSAN bahsinde geçen, yedi makamların sırlarına iĢaret
edeceğiz.. ġunlardır: Tevbe, inabe, zühd, tevekkül, rıza, tefviz, ihlâs..
Bütün bunlardan sonra, fasih cümlelerle: Hullet ( dostluk ), hubb ( sevgi ), hitam ( son )
ubudiyet ( kulluk ) makamının duyulmamıĢ manalarını dile getireceğiz..
Bütün bu anlatılacakları, icmal yolu ile, kısadan anlatacağım. Eğer, bunların uzun yolunu
tutup, tafsil cihetini istesek; nice nice ciltler doldurmak zorunda kalınır..
ġ E H A D E T..
Bilesin ki..
- LÂ ( yoktur ),
- ĠLLÂ ( vardır ).
Allah-u Taâlâ onlara: ĠLÂH ismini verdi.. Onlar da, bu putlarına aynı ismi
vermiĢti.. Allah-u Taâlâ onların havasına uygun olan bu ismi verdi..
Onlardan ibadet edilen her biri, Hakk‟ın zuhuru ile, kendi aynında ĠLÂH‟tır..
Zira: Yüce Hak onun aynıdır..
Bu yüce Allah ise.. ne yanda zuhur etse, orada ulûhiyete müstehak olur..
- Bu ilâhlık Allah‟tan baĢkasının değildir.. O halde, her hangi bir yön kaydına
girmeyip, mutlak yoldan; ancak Allah‟a ibadet edin..
Zira, yönlerin tümü odur.. Bu varlıkta, Yüce Allah‟tan baĢka bir Ģey yoktur..
Ve o: Bütün varlıkların aynıdır..
ġ i m d i..
Dendi ki:
- ġehadet ederim..
- Gözümle bakarım..
Öyle bir müĢahede ile ki: Artık bu varlıkta Allah‟tan baĢka bir Ģey yoktur..
Burada, istisna bahsi için, nice bahisler vardır.. Her biri bir baĢkadır..
Eğer o batıl bir Ģey ise.. hiçbir mana ifade etmez.. Böyle bir ifadenin olmayıĢı
sonunda, o Hak olursa.. cem ve uyarlık Ģekli nasıldır?..
Bunu anla..
NAMAZ..
Nitekim Resulullah S.A. efendimiz, Ģu hadis-i Ģerifi ile, bu manaya iĢaret etti:
ġöyle ki: ġayet o, bir gün tecelli ederse.. hiçbir müĢahede makamı onu
kaydı altına alamaz..
Zira insan, varlığının insanda oluĢuna iĢarettir.. Zira insan, varlığın fatihasıdır..
Allah-u Taâlâ, onunla varlıkların kilitlerini açar..
Bu öyle bir cümledir ki, kulun onda hakkı yoktur.. Zira o cümle:
Ġlâhî bir halden haber vermektedir..
- A y n ı d ı r..
Zira bir velî: Ġlâhî hakikatlerle tahakkuk etmedikçe, Muhammed S.A. efendimize
tabi olmadıkça, sair salih kulların edeplerine uymadıkça kemâle eremez..
Bu makamda çok çok sırlar vardır.. Amma, bizim kasdımız kısa anlatmaktır..
Z E K Â T..
Onun öz sıfatına girmek istediği zaman, yine Hakk‟ı her Ģeye tercih eder;
böylece onun sıfatına girmiĢ olur..
Zatını bilmeyi dilediği zaman ise.. benliğini bulur.. Ve.. Hakk‟ı tercih eder;
o yüce Sübhan‟ın zatını bilir.. Onun hüviyetini de bulmuĢ olur..
Zekâtın var olan maldan kırkta bir oluĢuna gelince.. Sırrı Ģudur:
Bu anlatılanların tümünü:
Orada görülebilir..
O R U Ç..
BeĢerî iĢlerden imtina ettiği, yani oruç tuttuğu süre.. onda Hakk‟ın eserleri
zuhur etmeye baĢlar..
Gibi bir söz edemez.. Böyle diyen bir kimse, aldanmıĢtır.. Mekre uğramıĢtır..
Kula lâzım olan odur ki: Oruca devam ede.. Ki bu: BeĢeriyet iktizası
iĢleri terktir..
Dünya evinde bulunduğu süre böyle yapa ki: Ġlâhî zat hakikatlerinden
temkin makamına nail ola..
H A C..
DikiĢli elbiseyi terk : Kötü sıfatlardan soyunup, güzel sıfatlara bürünmeye iĢarettir..
- “Hacer-i Esved, sütten daha beyaz indi; Âdemoğlunun hatası onu karattı..”
Bu hadis-i Ģerif, insanî latifeden ibarettir.. Zira o: Aslında, ilâhî hakikat
üzerine yaratılmıĢtır..
Ġnsanın: Tabiî hallere, âdetlere, ilgilere, kesici hallere dönüĢü ise.. onun
kararmasıdır.. Bütün bunlar, âdemoğlunun hatalarıdır.. Ve:
Bilesin ki..
Sonra..
Meselâ o: Elini âmâya sürse açılır.. AbraĢ illetine tutulana sürse Ģifa olur..
Yürümeye kalksa yerler dürülür..
Diğer azaları da aynıdır.. Zira: Oralara ilâhî nurların gelmesi helâl olmuĢtur..
ama, bir hülul olmadan..
Zemzem Hakikat ilimlerine iĢarettir..
Zemzemi içmek Hakikat ilimlerinde dallanmaya iĢarettir..
Safa Halka nisbet edilen sıfatlardan soyunmaya iĢarettir..
Ġlâhî isim ve sıfat kadehlerinden kana kana içmeye
Merve
iĢarettir..
TıraĢ O makamda ilâhî riyasetle tahakkuka iĢarettir..
Kurbet ehlinin makamı olan tahakkuk derecesinden inmektir..
Bıyıkları kısaltmak
Zira o kimse, âyân derecesindedir.. Bu ise.. cümle sıdıkların hazzıdır..
Halka açılmak ve sıdık makamında olduktan sonra, onların derecesine
Ġhramdan çıkıĢ
inmektin ibarettir..
Arafat Yüce Allah’ın marifet makamından ibarettir..
Arafatta iki bayrak Cemal ve celâl sıfatından ibarettir.. Ki, yüce Allah’a marifet yolu onlara
dikilmesi göredir.. Kaldı ki onlar: Yüce Allah’a delâlet ederler..
Müzdelife Makamın Ģuyuu ve yükselmesinden ibarettir..
MeĢ’ar-i Haram ġer’î emirlerle durup, Allah’ın haram kıldığı Ģeylere tazimden ibarettir..
Mina Kurbet makamı ehli zatlar için, arzulara kavuĢulmaktan ibarettir..
Nefis, tabiat ve adetten ibarettir.. Bunlardan her birine yedi taĢ atılır..
Üç defa taĢ atmak
Böylece, yedi ilâhî kuvvetle, onlar ifna edilir; giderilir; sindirilir..
Ġlâhî feyzin devamı için, durmadan terakkiye iĢarettir..
Ġfaza tavafı Zira bu terakki, insanî kemâle erdikten sonra artık kesilmez..
Zira Allah-u Taâlâ’nın nihayeti yoktur..
Veda tavafı Hal yolu ile, yüce Allah’a doğru hidayet bulmağa iĢarettir..
Bu hidayet ise.. Yüce Allah‟ın sırrını, hak edene emanetten ibarettir.. Zira,
yüce Allah‟ın sırları, hak edene verilmesi için emanet durur..
Abdûlkerim Ceyli
Hazırlayan: Nuran Çelik
Ġ M A N..
Bu bir binektir ki: Ona çıkan, yüce makamlara, üstün huzurlara varır..
Her ne ki akılla bilinir; o, iman olarak kalbin yattığı Ģey değildir.. Böylesi
nazarî bir ilimdir ki: Görülen delillerle elde edilmiĢtir..
Zira iman da Ģart: Kalbin, bir Ģeyi delilsiz kabul edip, tasdik etmesidir..
Ama, halis tasdik..
Sebebine gelince: Akıl kuĢu hikmet kanatları ile uçar.. Hikmet ise.. delillerden
ibarettir.. Deliller ise.. ancak, eseri belli Ģeylere götürür..
Ġman kuĢuna gelelim: O kudret kanadı ile uçar.. Onun için bir durup kalmak
yoktur.. Bir uçtan öbür uca gider.. Hatta, bütün âlemleri dolaĢır..
Açık durum Ģu ki: Kitaba karĢı Ģüphe, yalnız müminler için kaldırılıyor..
Onlar kitaba iman ettiler, ama delili nazara almadılar.. Aklın bağlandığı
kayıtlara bağlanıp kalmadılar..
Bir kimsenin imanı delillere nazarla kalırsa.. akıl kaydı ile bağlanıp
durursa.. o: Kitaba, Ģekle bakar..
Burada:
Demedi..
- Akıllının da..
Bilesin ki..
ġöyle buyurmuĢtu:
Dileğim o ki: Allah‟ın kitabı için bu hizmet Ģerefine ben nail olayım..
Bu âyetle de, Allah-u Taâlâ, ELĠF‟in, LÂM‟ın, MĠM‟in hakikatine iĢaret etti..
Bu da, icmal yolu ile: Zata, isimlere ve sıfatlara iĢarettir..
Onlar bu rızkı, ilâhî ahadiyeti kendilerinde mülâhaza sureti ile elde etmiĢ
gibidirler..
S o n r a:
Devam edelim:
Zira Yüce Allah‟tan alt sayılanları, Ģühuda dayanan bir ilimle bilmiĢlerdir..
Bu ise.. iman sayılmaz..
Ġmanın Ģartı odur ki: Malum olan Ģey gayb ola.. ġahadeti olmaya..
Ancak onlara katılanlar, Allah‟a iman ettikleri gibi, iman tarifine giren
diğer sayılanlara da iman ederler..
SALÂH..
Bu, iyi amellerdir ki: Allah‟tan sevap talep edip azabından korkularak
yapılır..
Anlatılan ameli yapan, yaptığı iĢleri Allah için yapar.. Ancak, dünyası ve
âhireti için ziyade ihsan talep eder..
Ġbadete devamın faydası odur ki: Âbid kulun kalb süveydasına, ilahi nükte
yerleĢir.. Bundan sonra, perde açılmıĢ olsa dahi yine halinde bir Ģey eksilmez..
Bu mutlak olarak böyledir..
Anlatılan iyi hal, ibadetini ümid ettiği Ģartlara göre yapan için güzel bir sonuçtur..
Netice: Muhsin, Allah için ihlâs sahibidir.. Salih ise.. Allah yolunda
sadıktır..
ĠHSAN..
TEVBE:
ġundan ki: Bir kimse, Allah-u Taâlâ‟nın kendisine baktığı görüĢüne varırsa..
duygularını ve kalbini masiyete kaptırmaz..
ĠNABE :
ġehitlerin inabesi:
Sıdıkların inabesi:
Zira: Vahidiyet Ģarabı onları sarhoĢ etmiĢtir.. böyle bir Ģeyi düĢünmekten
almıĢtır..
Bunlar için:
- Zatla beraberler..
ZÜHD:
Bunu bildikten sonra, nasıl da kendine ait iĢleri bir yana atar; efendisinin
emri ile meĢgul olur..
ġehidlerin zühdü:
Sıdıkların zühdü:
TEVEKKÜL:
Allah-u Taâlâ‟nın kendisini gördüğü görüĢüne sahib olana düĢer ki: Cümle
iĢlerinin tasarrufunu ona havale ede..
Tevekkülün Ģartı odur ki: Köle efendisine tevekkül yolu ile teslim ola..
Bundan sonra da, efendisi onun için ne istiyorsa yapar..
Muhsinlerin tevekkülü:
ġehitlerin tevekkülü:
Bu durumda, onların bir Ģeyi seçebilme hali yoktur ki, onu almak için
bir ayırma yapsınlar..
Sıdıkların tevekkülü:
TEFVĠZ:
Bu ve teslim aynı manayadır.. Ancak, aralarında küçük bir fark vardır..
ġöyle ki:
Teslim olan bir kimse, iĢini teslim ettiği zattan, kendisi için gelene razı
olmayabilir..
- TEFVĠZ ve teslim..
Vekilin tevkil edildiği iĢde, müvekkil için; bir mülkiyet davasının korkusu
vardır..
Amma, TEFVĠZ ve teslim böyle değildir.. Onlar, vekâlet için anlatılan iĢlerin
dıĢında kalır..
ġehitlerin TEFVĠZĠ:
Hak Taâlâ, kendilerini hangi iĢde çeviriyorsa onda, Allah‟ın fiileri için
sakin durmalarıdır..
Bundandır ki: Onlar bir ecir vakıasına düĢmezler.. Bir ceza talebinde de
bulunmazlar.. Çünkü onlar, kendileri için cezayı hak eden bir fiil görmezler..
Sıdıkların TEFVĠZĠ:
Bunlar, tecelli iĢini zuhuruna bırakırlar.. Hangi Ģekilde tecelli olursa olsun;
makam, isim, sıfat, ıtlak, takyid yolu ile onu müĢahede ederler..
Anlatılan perdelerinden birini yırtmak için, bir alıĢ veriĢ cihetine gitmezler..
Bir iĢi yapmak için, nüfuz kullanma yoluna da girmezler..
Cesetleri ile halka karıĢır onlarla beraber olurlar.. Amma, ilâhî yakınlık
makamında, ruhları ile onlardan ayrılırlar..
RIZA:
Rızanın Ģartı odur ki; kazadan sonra ola.. Kazadan önce olan rıza niyettir..
Ġmamlardan bir çokları, bu iĢin böyle olduğunda kesin karar kıldılar..
Bu durumda, onların Allah‟tan rızası kazaya karĢı olur.. Zira: Kaza Allah‟ın
hükmüdür.. Allah‟ın hükmüne ise.. rıza vaciptir..
Ancak, Ģekavete rıza onları bağlamaz.. Onlara vacip olan da, Ģekavete razı
olmamaktır..
ġehidlerin rızası:
Allah sevgisidir.. Ama bir vuslat talebi olmaksızın.. Küsüp darılmak olmaksızın..
Uzak durmak olmaksızın..
Sıdıkların rızası:
Bu anlatılan durum, akılla idrâk edilemez.. KeĢfe ve zevke dayalı bir iĢtir..
Mukarrebunun rızası:
ĠHLÂS:
Muhsinlerin ihlâsı:
ġehidlerin ihlâsı:
Yüce Hakkın zatını bilmek için; isim ve sıfatlardan her hangi birine
ihtiyaç duymamaktır..