Professional Documents
Culture Documents
Booksfer Digital File 1771612bd9f6d5351 PDF
Booksfer Digital File 1771612bd9f6d5351 PDF
Booksfer Digital File 1771612bd9f6d5351 PDF
72. Koğuş
·21. BASKI
EVEREST E!m
ORHAN KEMAL
Asıl adı Mehmet Raşit Öğütçü olan Orhan Ken1<1l, ı 5 Eylül 19ı4'te Adana'nın
'
Ceyhan ilçesinde doğdu. Babası ilk TBMM'de milletvekilliği ve Adalet Bakanlığı
yapmış olan Abdülkadir Kenıali Bey'dir. Adana'da Ahali C ımdmı·i_yet Fırkası'nııı
kurucusu olan Abdülkadir Kcnıali Bey daha sonra partisinin kapatılması üzerine ai
lesiyle birlikte Bcyrut'a yerleşti ve Orhan Kemal bu diincmde orta son sınıftaki eği
timini y;ırıda bıraktı. 1932'de Türkiye'ye geri döndükten sonra, çırçır fabrikaların·
da işçilik, dokumacılık ve anıbar mcımırluğu yapan Orhan Kemal ı 937 yılında cv·
!endi. ı 938 yılında, Niğde'de askerlik görevini yaparken Ceza Yasası'nın 94. mad
desine muhaldcttcn yargılanarak beş yıl hüküm giydi. ı 940 yılında Bursa Ceza
evi'nde N;lzım Hikmet'le tanışması sanat yaşamıııııı önemli dönüm noktalarından
biri oldu. 26 Eylül ı 943'tc serbest kalan Orhan Kemal 195 ı yılında İstanbul'a yer
leşti. Bu döncmden itibaren geçimini yazarlıkla sağlayan Orhan Kemal, 1966 yılın
da bir ihbar nedeniyle yeniden tutuklanarak Sultanahmet Cezaevi'ne gönderildi.
Otuz beş gün sonra salıverildi. ı 968 yılında bu davadan bcraaı" ettikten iki yıl son
ra 2 Haziran ı 970'te davetli olarak gittiği Sol)•a'da öldü. İlk şiirlerini Raşit Kcmali
adıyla Yedigün, Yeni Mecmım gibi dergilerde yayııniayan Orhan Kemal, Nazım
Hikmet'in etkisiyle düzyazıya yöneldi. İlk düzyazısı Balık adıyla ı 940 yılında Ymi
Edebiyat gazetesinde yayımlan dı. İlk öykülerini ise ı 942 ve 43 yıllarında İkdam ilc
Yurt ve Dünya dergilerinde yayınılayan Orhan Kemal daha sonra Varlık, Gün, Yı
ğın, Sefilmif Hikaye/er, Yaprak, Yeni Rafdan, Yeditepe, Beraber gibi dergilerde de
yer alırken birçok romanı da Vatan, Dünya, Ulus, Son Ha11adis ve Cumhuriyet ga
zeteleri tarafından tcfrika edildi. Kardef Payı ilc ı 958 yılında Sait Faik Hikaye Ar
mağanı'nı kazanan Orhan Kemal, Önce Ekmek ilc de ı 969 yılında Sait Faik Hikaye
Armağanı'nı ve TDK Öykü Ödülü'nü kazandı. 72. KoJiuf, Murtaza, Eskici Diikkd·
nı, Kardq Payı ve İspinozlar (Yalova Kaymakanıı) adlı yapıtlanııı oyunlaştırdı. 72.
KoJiuf ilc 1967 yılında Ankara Sanatseverler Derneği taralindan en iyi oyun yazarı
seçildi. Orhan Kemal'in ailesi taralindan ı 972 yılından beri yazarın ölüm yıldönü
münde verilmek üzere Orhan Kemal Roman Armağanı düzenlcnmcktcdir. Yapıtla
rı: Murtaza, El Kızı, Yalancı Dıiuya, So kaklm m Çocıığıı, Miifctt�sler Miifcttifi,
· Üf·
kaJjıtp, Ekmek Kaı�qası, 72. Kt�iju,s, Eskici ve O,ijulları, Cemi/c, Nazım Hikmet'le Ü,c
Bıı,cıık Yıl, Ben·ketli Topraklar Ü zerinde, Sokaklardan Biı· Kız, Vııkııat Var, Hanı·
mm Çift/i,_iji, Su,clıı, Diiuya E11i, Kiitii Yol, Ya_ijımır Yükiii Bıı/utlıır, Kmnızı K ipe i
/eı· / Bıılıi/ Kulesi, Ovımcu Kadm, Greı>, Serscı·i Milvoneı-, Gurba Ku;<ltırı, Evierden
Biri, Ka,cak, Knulı Toprnklnr, Arl·nda,' Is/ıklıırı, Dcı•lct Kııpt, Bir Filiz Vriı·dı, Aı>a
rc Yıllar, Sarho;<lar, Baba fı>i, Çamajırcııım Kı:::.ı, Öııcc Ekmek, Tenin� Diiıı_va, İs
tımbıtl'daıı Ç-'i:::!Jilcr, Oyuu/ar I -2, Ya::.ınnk Doludi::;,f!ill (Giinliiklcr-Şiirlcr), Swtır)'O
Teknijii ı>ı' Smnı)•Oiaı·, Öıwuli ,\lot! (Diizyazıbr).
V
72. I<OGUŞ
Orhan l(eınal
§
Türkçe Edebiyat 128
72. •Koğuş
Orhan Kemal
E-mail: info@orhankemal.org
�.orhankemal.org
EVEREST YAYINLARI
72. KOGUŞ
ı
;Jijg
2
açıldı ilkin, şüpheyle baktı. Granitten yontulmuş çok eski bir
Hitit heykcline benziyordu. Hiç acele etmeden , tembel tem
bel sord u:
"Ne var? "
Beriki yerinde duramıyord u:
"Gel, çabuk gel ! "
" Niye ? "
" İdareden çağırıyorlar sen i ! "
" Hitit heykcli" yattığı yerden ağır ağır doğruldu. Koca
man, simsiyah bıyığını iri yumruklarının tersiyle sıvazladı.
İ dareden ne için çağırılabileceğini kestirmeye çalıştı . Kestire
medi . Hiçbir ilgisi yoktu idaredekilerle. Kumar oynamaz, es
rar, afYon kullanmaz, satmazdı da . . .
Kalktı . Etli, kocaman ayaklarıyla koğuş betonunu kaba ka
ba çiğneyerek Kaya Ali'nin yanına gitti .
" H a bu poh yiyenler ne diye isterler beni?"
Kay� Ali'yi ilgilendirmezdi . Başgardiyan meydan yerinde
görmüş, "Bana Ahmet Kaptan'ı çağır, çabuk gelsi n ! " demiş
ti . Ne bilecekti niye istediğini?
Omuz silkti . Basıp gidecekti . Kaptan 'ın kocaman eli
omuz başından yakaladı :
"Sana sorayrırn. Ne diye istedi bu poh yiyen beni ? "
Kaya Ali'nin silkinen omuzu Kaptan'ın elinden kurtuldu :
" N e bileyim ben yahu?"
"Kim gammazladı? "
"Bilme m . "
"Bilirsun, söylcmezsun . Var m i hakkımda gammaz? "
Artık b u kadarı d a çoknı . Ne bilecekti var m ı yok mu?
Başgardiyan meydan yerinde görmüş, "Kıptan'ı acele çağır! "
demişti . Onu ilgilcndirmezdi üstyanı.
Orta kata inilen dolambaçlı taş merdivenin aLıcakaranlığı
na hızla giderken söyleniyordu :
"Ne bileyim yahu, ne bileyim ben? Çağır dedi çağırdık.
Suç mu işledik? Ben çağırmasam başkasına çağırtmiı. İster git
ister gitme!"
Kaptan gözlerini oraya, uzun boylu, zayıf adamın kaybol
duğu �lacakaranlığa dikmiş, görmeden bakıyordu. Unutmuş
tu. Kaya Ali ya da başkası. Önemli olan, idareden niçin çağı
rıldığı. Esrar, afYon, bıçak, şu buyla ilgisi olmadıktan başka,
acından geberse kimsenin bir şeyini çalmaz, ötekiler gibi iz
maritine filan zar atmazdı. İdareden çağınlaniarsa çoğu sefer
böyle "boklukları" olanlardı.
Az önce kumarda Berbat'ın tersosuna düşüp bütün iz
maritlerini yutulan İzmirli, ağlayacak kadar hırsla yanına ge
lince, gözlerini merdivenin alacakaranlığından çekti. "Şu
Berbat gibi namussuz yok. Bir zarda iflahımızı kesti. Küstü
ğüne iyi etmişsin ..." diyen adama baktı, görmedi ya da söy
lediklerini duymadı. Önemli olan, karşısındakinin bir zarda
iflahı kesilmesi değil, kendisinin idareden ne için çağırıldı
ğıydı. Sordu:
"İdareye beni kim gammazladu?"
İzmirli hiçbir şey anlamamıştı:
"Ne gammazlaması?"
"Bilmem. İdareden çağırıyorlarmış."
"Niye?"
"Bilmem dedum ya!"
"Bir şey mi çaldın?"
Irzına sövülmüş gibi hırslandı:
"Kendun mi sandlllı beni?"
"Öyleyse zulacılık yaptın!"
"Konuşma karşımda cayil cayil!''
"Suçun olmasa ne diye çağırsınlar? Vardır bir boklu
ğu n ... "
4
Kaptan öyle bir baktı ki, İzmirli dikiş tutturamadı. Kaya
Ali'nin az önce kaybolduğu merdivenin alacakaranlığında
cridi gitti.
Kaptan hep o kaba Hitit heykclini hatırlatarak dikiliyor,
başgardiyanın yanına gitmekten çekiniyordu. Azarlanmak
ransa kurşun yemeye razıydı. Öteki koğuş arkadaşları gibi de
ğildi o. Onlar her gün birkaç sefer çağrılırlar, sırasına göre
dayak, küfür yer, enselerini kaşıyarak arsız arsız gülerlerdi.
Ne olacak, iki paralık hırsıziardı alt tarafı. İçlerinde cami kur
şunu, hatta tavuk çalanlar vardı. Kendisini kim, nasıl bir ttı
tabilirdi onlarla? Kan gütmekten gelmiş o. Yıllarca önce ba
basını liman kahvesinden çıkarken vuranların amca oğulları
nı vurmuş, yi.�ünü olsun tanımadığı babasının öcünü almış
tı. Onu hiç kimse "İki paralık hırsızlada bir tutamazdı!" Ka
ya Ali büsbütün telaşlı, tekrar geldi:
"Yahu idareden çağırıyorlar dedik, başefendi çağırıyor de-
dik be!"
Kımıldamadı bile:
"Niye çağırıyorlar?"
"Ne bileyim ben? Anam avradım olsun kızıyor, karışmam.
Benden söylemesi!"
Hırsla yaklaştı, kolundan çekti:
"Yörü hadi!"
2
6
lümsedi. Sonra birden toparlandı. Ne vardı? Ne olmuştu? Öl
müş müydü yoksa?
Başgardiyana dchşetle baktı.
Başgardiyan:
"Sana yüz elli lira yollamış!"
Ağır Hitit heykelindc bir sarsılma oldu. İçinde bir ferah
lık, yüzünü yalayıp geçen bir sevinç, pırıl pırıl bir silkinme.
"Anam?" diye uğundu. "Anam? Bana? Bana ha?"
Kaya Ali'ye döndü, heyecanla baktı. Geniş göğsü inip
inip kalkıyordu. Sonra gözlerini başgardiyana çevirdi. Göz
pınarlarında kabaraıı yaşlar yüzünün sert derisinden aşağılara
yuvarlanırken tekrar uğund u:
"Anacuğum, hoy garip anacuğum!"
Rize'nin uzak, çok uzak köylerinden birinde dokuz mu,
on mu yıldır ne, unuttuğu kırış kırış anasını hayalledi.
7
3
�
lO
"Onun yerinde olsam, Sölczli'nin koğuşunda kumara
otururdum!"
Kaya Ali irkildi:
"Niye?"
"Niyesi var mı, şeytanım gür oldu da yuttum mu, ch be!"
"Ya yutulursan?"
"Yutulursam ne değişir? Eski tas eski hamam. Yutarsam
ya? Yüz elli lira olur üç yüz, altı yüz, bin, iki bin, beş bin, on
bin, yüz bin, milyon!"
Tavukçu, "Serin gel," dedi.
"Dalgama taş atma Tavukçu!"
Gözleri hırsla parlıyordu. Dargınlığa filan boş verse de ba
nşsa, sakalının altına girse, Sölezli'nin koğuşuna çekip ikisi iki
yandan otursalar kumara...
Kasketini başına geçirdi:
"Kumara oturmalı bence!"
Kaya Ali, "Oturmaz ki," dedi.
"Sen karışma!"
"Ağam değil mi?"
"Ağan mı? Ne ağası?"
"Basbayağı ağam!"
"Ne zamandan beri?"
"Sen his değil miydin, sana ne ağarnın parasından?"
Berbat ana avrat sövdü. Kaya Ali, "Hee ya!" dedi. Sonra
artık susmamacasına boşandı:
"Benim ağam o. Beni yanına alacak, meydancı. Yemeğini
ben pişireceğim, yatağını ben serip kaldıracağım. Yazık değil
mi? Sölezli'yle başa mı çıkılır? Herif bir basışta bin, iki bin ba
sıyor. Bir zarda ithhını ke s er ağamın..."
ll
"Ağama yazık!"
"Kessene ulan!"
Gık dese kıyametin kopacağını, ağzını bumunu kıracağını
biliyordu. Biliyordu ama gene de "Ağama yazık değil mi?"
diye mınidanarak koğuştan çıktı.
Meydan yerinde Kaptan'la karşılaştı. Gözleri gülüyordu
Kaptan'ın. Bir kenara çekti:
"Kendine mukayyet ol!" dedi.
Kaptan boş gözlerle bakıyordu.
"Duydun mu ağa? Kendine mukayyet ol!"
Kısa, kalın gövdcsiyle hep o Hitit heykclini hatırlatan
Kaptan, "Niye?" dedi.
"Niyesi var mı? Dün arkandan atıp tutanlar para kokusu
nu alınca yüzüne gülüp seni tavlamaya hazırlanıyorlar. Dik
kat et!"
Kaptan omuz silkti:
"Kardaş malı ortakluk, da..."
Kaya Ali'nin aklı gitti:
"Olur mu Kaptan? Kardaş malı ortaklık olur mu? Sen aç
yatıp kalkarken hangisi bir lokma ekmek verdiydi? Akıl mı şu?
Sen beni dinle... Yastık alalım. Tcncere de alalım. Yemek pi
şiririz. Sıcak sıcak. Ekmeği doğradın da çal kaşık ettin mi, oo
oh!"
Kaptan duymuyordu. İçinde anası, yıllar yılı Rize'nin bil
mem ne köyünde ununuğu kırış kırış anası...
"...Akşamları da çay kaynatırız. Cigaraları da yaktık mı...
Sen benim ağam olursun. Ser ulan Kaya Ali yatağımı dersin.
Peki ağa dcr tirlarıın. Git bakkaldan ct al, soğan al, aptcsha
ncye ibriğim i götür d ersin, ben ikilctmcm , bir'dc. Bulaşıkla
rını y ıka rıın çamaşırını yıkarım , sırtını kcsclcrim haınamda.
,
yüzü, iri kara gözle ri Yard ı . Bu gözler gün ler, haftalar, aylar,
13
yıllar geçtikçe sönüklcşmiş, gergin yüz oluk oluk kırışmıştı.
Kırışmıştı ama, bir günden bir güne, "Babam öldürenleri
umıt, onları Allah'a havale ct. Baban gibi seni de kaybetmek
istemem. Beni bu yeryüzünde sahipsiz bırakma!" dememiş,
tam tersi, "Babanın kanını yerde korsan sütüm haram olsun.
Öte dünyada iki elim yakanda!" diye kışkırtmıştı.
Bütün bunlar Kaptan'ın kafasından hızla geçti.
Babasının kanını yerde komaınıştı. Bir gece, soğuk bir ge
cc takasının içinde gocuğuna sıkı sıkıya sarınarak oturmuş si
gara içerken kahveeinin çırağı küçük Hasan gelmiş, haberi
vermişti. Babasının kanını dökenierin amca oğulları kahve
deydiler, sarhoştular, iskemielerinde doğru dürüst oturamı
yorlardı. Bu kadarı yeterdi. Yıllar yılı belinden ayırmadığı ta
bancasını eline aldı, savrulan rüzgara aldırmadan kahveye gir
di. Küçük bir gemici feneriyle ışıyan kahvede ilkin korkunç,
ciğerden kavrayan bir küfür, arkasından dört el tabanca pat
ladı. İskemiesinde oturamayan sarhoşlar yuvarlandılar. Kahve
karıştı. O, bütün bunları gerilerde bırakıp alınmış bir öcün
ılık neşesiyle rüzgarlı sokaklardan koşarak karakola geldi.
Sorgu, mahkeme, muhakeme, sonra da kocaman demir kapı
sıyla hapishane ...
içini çekerek dalgınlığından kurtuldu. Döndü bir kenar
dan imrenerek kendisine bakan, bakmakta olan Berbat'ı gör
di.i. Bakışlar birbirinden uzun zaman ayrılmadı. Dosttular, ne
de olsa dost, felaket arkadaşı. Gitmek, elini ilkin uzatıp barış
mak kendine düşerdi. Gitti. O giderken Berbat daha atik
davramp ondan önce geldi ona. Yalınayaklarla 72. Koğuş'un
betonuna kuvvetle basan babayiğit iki felaket arkadaşı heye
canla sarılıp öpüştülcr.
Sonra ayrıldılar. İ kisi nin gözkrinde de alev alev sevınç,
barışm mutlu sevinci. lkrbat, "Gözün aydın!" dedi.
Kaptan se vinçle cevapladı:
14
"Ol aydınluk içinde..."
Kaya Ali'den başka koğuşun öteki adembabaları da sevin
ınişierdi bu barışa. Kaptan'la konuştuğu zamanlar Berbat o
kadar insafsız olmaz, izmaritlerini kapmaz, zar atarken bozu
lup ana avrat sövmezdi. Yalnız Kaya Ali... Kızıyordu, içi içini
yiyordu. Sanki anasından para geldiği müjdesini o vermişti, o
kara ayaklı Berbat!
"Bana ne," diye homurdandı. "Ben de ona ağam demem,
yatağını sermem, bulaşığını, çamaşırını yıkamam, hamama
gitse bile sırtını keselemem!"
15
,
!6
Dünyada savaş vardı. Motorlu Alman birlikleri yıldırım
hızıyla Avrupa'yı altüst ediyordu. Yollar, sınırlar kapanmış,
dışarıdan içe�iye pek bir şeyler gelmiyor, memleket kendini
güç besliyordu. Ekmek karneye binmişti. Cezaevinde şekerin
topağı beş kuruşa satılıyordu. Adembabalar ekmek ticareti
yapan bezirganlara sattıkları ekmeğin kirli beş liralığıyla ko
şuyorlardı kumar postalarına. Beş, on olabilir, yirmi olabilir,
Arapları gülerse elli, yüz, beş yüz olabilirdi. Olmuyordu
ama. Çok değil birkaç zarda güçlerini tüketip enselerini ka
şıyarak dönüyorlardı 72. Koğuş'a. Artık koca yıl bir tek tayın
almamacasına yaşayacaklardır. Hiçbir yerden hiçbir gelirleri
olmadığı gibi, umutları da yoktur. Aç acına yaşayacaklardır.
Görünüşe göre böyle olması lazımdır ama, olur mu? Olabi
lir mi? Canlıdırlar, delinmiş bir boğazları vardır, yaşayacak
lardır. Yaşamalarının yurda, ulusa herhangi bir faydası olup
olmadığını düşünmeden, yurdu, ulusu hatıriarından geçir
meden, bir bit, bir solucan, bir hamamböceği, herhangi bir
tek hücreli gibi, bir yosun gibi yaşayacaklardır yaşayabildik
leri yere kadar. Bunun için de, cezaevinin alacakaranlık deh
lizlerinde korkak, haysiyetsiz, rezil, kepaze birer gölge, birer
insan iskeleti halinde dolaşır, sahipsiz bir tencere, bir kenara
bırakılmış bir parça ekmek, süprüntü tenekelerine atılmış
zeytin çekirdekleri, kokmuş yiyecekler kollanır. Arada, küçü
ciik maltızlardan biri üzerinde kaynayan bir tencereye usul
lacık sokulunarak kaşla göz arasında kapak kaldırılır, içieri kir
dolu uzun tımaklı cl kaynayan yemeği şöyle bir karıştırır, ya
bir avuç fasulye, ya da kocaman bir et parçası kapıldığı gibi,
zayıf bacakların olanca gücüyle delılizin alacakaranlığında si
!inip gidilirdi.
Arada bir yakalanılır da. O zaman ana avrat, din iman sö
vülcrek tckınc, tokat yerlerde yuvarlanılır, kaf:ı yarılır, göz şi
şer Şişer ama, o kadar. Tckme yemiş köpek haysiyetsizliğiy-
17
le dehlizin köşesi dönülüp de 72. Koğuş'a gelindi mi, her şey
unutulur.
Ahmet Kaptan bunlardan değildi, olmaınıştı da. Yıllar yı
lı hapishane köşelerinde unututup da yolu adembabaların
arasına düştüğü zaman çevresini pek yadırgamamakla birlik
tc, onlara benzernemeye çalışmıştı. Gündüzleri koğuş beto
nıında izmaritinc zar atıldığı, bu yüzden korkunç küfürlerin
kirli duvarlarda yankılar yaptığı sıralar o, bu küfurleri işitıne
mek için ya cezaevinin tenha bir köşesine çekilir, ya da boş çi
mento torbalarından oluşan yatağında uyurdu.
Sessizliği seviyordu o. Sessizliği, yalnızlığı... Dalgasına taş
atılmamalıydı. Bunun için de, bütün gün koş oraya, koş bu
raya yorgun düşen adcmbabaların uykuya geçmesini bekle
mek lazımdf. Seviyordu geceleri. Hele ayın güçlü ışıklarının,
dünyayı gündüze çevirdiği geceleri... Böyle gecelerde o dur
gun, o ağzından söz çıkınayan Hitit heykeli öylesine dile ge
lir, kendi kendine öylesine eaşardı ki...
En sevdiği yer, cezaevi bahçesinin bir kenarındaki kadın
tutukluların barındmidığı kırmızı kiremitli eve bakan koğuş
penccresiydi. Millet uyumuş, yukarıda da ay varsa, pencereye
çıkıp oturur, kalın bilekli kollarını demiriere geçirir, başlardı.
Allah vardı. Kara gün kararıp gitmezdi. Günün birinde
herhalde bir sebep yaratılacak, hapishane kapıları açılacak,
babalar, sevgililer, oğullar sılalarma kavuşacaklardı. Yıllar yılı
hiçbir haber çıkmadığı için, anasını ölmüş sanıyordu. Anası
öldüğünc göre, sılasında bekleyeni yoktu. Hapisten çı k mc a
köyüne değil, oynak, hırçın denizinden ekmeğini bzandığı
şchrine gidecek, babasını vurdukları, sonra da kendisinin
dört kurşunla öcünü aldığı liman b hvesinde eski patromımı
bulacak, başlayacaktı ekmek, ekmekten artarsa r<lkı parasını
kazan maya. Ama bu sdl:r y a l nı z ekmek, yalnız rakı p<lrası de
ğil, allı, morlu, sarılı entarilerini de düşüneceği bir Ayşe, bir
IX
Fatma, bir Sultan, ya da adı ne olursa olsun, gi.izd bir sevgi
linin çaresine bakacaktı. Ona topaç gibi oğlanlar doğurup ye
meğini pişirecek, çeşmedcn suyunu taşıyacak, akşamları da
koynuna girecek bu sevgili çirkin, hatta bir gözü kör de ola
bilirdi. Yeter ki ona topaç gibi, babalarının kanını yerde koy
mayacak, yürekli oğlanlar doğursun!
Yüz elli lirayla koğuşa girince adembabalar açlığı, yalnızlı
ğı, umutsuzluğu taşıdıkları gözleriyle çevresini sardılar. Rir
kap sıcak yemek, birer paket sigara, ya da hiç olmazsa beşer
onar kuruş da vermez miydi?
Kaptan, "Kardaş malı ortakluk!" dedi. "Kaynatalum bir
tencere fasulye, doyuralum karınlarımızı!"
Adembabalar bu kadarını ummamışlardı . Sevinçten çılgı-
na döndüler:
"Yaşşa Kaptan, yaşşa!"
"Var ol. Allah gönlüne göre versin!"
" Gördün mü adamı?"
"Ulan ne adarnmış be!"
"Adamın koçu... Demek bize tcncere kaynatacak?"
Koğuş bayram yapıyordu. Bayram ne kelime, bayramlarda
bile alışılınamış bir hava esiyordu. Kucaklaşıp öpüşenler, se
vinçten ağlayanlar...
Kaptan, bir kenarda boymı bükük dikilen Kaya Ali'yi de
unutmadı.
"Ol meydancum!"
Kaya Ali koştu, heyecanla sordu:
"Bu koğuştan da çıkacak ınıyız?"
"Hayır. Kalac;:ı.ğuz burada!"
"I. yı. amma Kaptan.. ."
"Kalacağuz burda dcyruın sa!"
Berbat yanı başmdaydı; daha şimdiden sağ kolu olmuşça
sına.. Kaptan'ı sa\'lınınak için Kaya Ali'ye çıkıştı:
.
19
"Ağa ne derse o olur!"
Beriki homurdandı:
"Sana ne?"
"Aslını yitirene haramzade dcrler aslanım!"
"Müjdeyi ağaına sen vermedin ya!"
"Ben diyorum bayram haftası, sen diyorsun manga! tah
tası!"
"Manga! tahtası sensin. Ağaın senin sözüne uyup kumar
oynamayacak işte!"
Berbat esaslı bir tckıncyc hazırlamyordu ki, Kaptan araya
girdi:
"Dolaş kısımları, bul iyi bir döşek. Alacağum satın. .. "
Berbat pe �iştirdi:
"Bütün kısımları dolaş ha!"
"Dolaşırım, dolaşınaın... Sana ne?"
" Uian bana bak..."
"Ne var?"
"Kaptan'ın meydancısı oldun diye ses çıkarınıyorum, ben
gene o eski Berbatım ha!"
Kaya Ali "Olursan ol!" diye karşılık verdi, koğuştan fırla
dı. Merdiveni rüzgar gibi inerken bağırmaya başladı:
"Döşek sataaan, hani ya iyi bir döşek sataaaan!.."
Başkalarının öteberisini satar, sahibinin o sıra boş bıraktı
ğı tenceresinden yiyecek avuçlar, çöp tcnckcsi kollar görme
ye alıştıkları Kaya Ali'nin satın almak için döşck arayışına şa
şılıyordu.
"Ne o Kaya Ali? Döşck mi alacaksın? "
Ciddi ciddi, "Tabii," dedi, "ne var?"
"Yaşa be!"
"Yaşayınış. Var ını? Varsa söykyin!"
"Para peşin amma."
20
"Peşin peşin korkmayın... "
Gülüştüler, kızdı:
"Ne gülüyorsunuz? Parasıyla değil mi?"
"Para kim, sen kim ulan?"
"Ben kendime almıvorum ki... "
"Ya?"
"Ağama!"
"Ağan kim?"
Göğsünü gere gere, "Ahmet Kaptan!" dedi.
Bu sefer kahkabalada güldülcr. Daha beter kızdı:
"Ne gülüyorsunuz yahu? Oyuncağınız mı var sizin?"
"Ulan ha sen, ha o. Çingene evinde musandıra!"
"Hadi be siz de... Ağaının yüz elli lirası geldi bugüne bu-
gün!"
"Nerden?"
"Anasından."
O zaman işin rengi değişti. Sarılık döşekler gösterildi, de
ğerlerinin çok üstünde fıyatlar istendi. Kaya Ali gözüne kes
tirdiği bir döşck, bir yastık, bir yorgandan ağasına söz açtı.
Kaptan, Berbat'a döndü:
"Ne dersun?"
"Gidip bakalım ağa!"
Gidip baktılar. Şimdiye kadar yatak, yorgan satın almadık
ları için, tiyat üzerine pek fikirleri yoktu. Kaptan karışmadı
pazarlığa. Berbat'la Kaya Ali çekişerek pazarlığı yaptılar:
"Ver şu elini, ver şu elini de bitirelim şu işi!"
"Ağamızın parası uğurludur, ziyan etmezsin!"
"Doğru ama, idare etmez. Ben beş lira ineyim, siz beş li
ra çıkın, bitsin!"
Kaptan kısa kesmek için, "Peki," dedi. "Kabul!"
Para verilip alındı. Kaya Ali ya rakla ötekileri eski bir iplik
çula sardı, çevik bir Jı,ımlcylc onıuzwu vurdu , yolu tuttu:
21
"Haaydi bakalım, destuuuur ! "
72. Koğuş'a yatak.la yorganın girişi hayli cümbüşlü oldu.
Berbat, adembabaların pis kalabalığını yararak bağırdı :
"Açılın u lan, yatak geliyor! "
Koğuşun yıllar yılı unuttuğu şeydi. Geri çckilindi, yol açıl
dı. Kenarları mosmor yuvalarında derinlere kaçmış fersiz
gözlerin imrenen bakışları yatağa dikilmişti .
Yatağın başköşeye serilmesi gerekiyordu. Gerekiyordu
ama, başköşede koğuş gedik.lilcrinden Kenan'ın boş çimento
torbasından yatağı vardı. Kaptan, "Sesleyin gelsun. Edelum
razi! " dedi.
Berbat hayretle baktı:
"Niye? "
"Bu köşe o mfn ! "
Berbat cevap vermedi. Kenan'ın çimento torbasını kula
ğından tuttuğu gibi firlattı:
"Bu köşe onunmuş. Babasından mı kalmış pezevengin
oğlunun? "
Kaya Ali'ye emretti :
"İ ndir lan yatağı. . . "
Kaya Ali'nin suratı asıldı:
"Lan deği lim ben ! "
" Nesin ya? "
"Ağamın meydancısı ! "
Doğru, dosdoğru bir sözdü. O artık serseri değil, çalış
kan , Kaptan 'ın yanında çalışan namusltı bir insandı . Ber
bat'ın susuşundan kendisine hak verildiğini sanarak ekledi :
"Bir daha sözünü tartarak söyl e ! "
Yatağı omuzundan yavaşça indirdi. Çulu serer, yatağı yer
leştirip düzcltirken öyle cid.diydi ki . . .
Nadcnse çıkıp gelen İzm irli Kenan, "Yahu Berbat, yata-
ğımı ne diye attın yerinden? " dedi. "İnsanlık öldü mü yahu?
Kaldır dediniz de kaldırmadım mı? Kaptan için canımı bile
veririm . Herkesin de kendine göre bir şerefi var ! "
Berbat şöyle bir baktı:
"Yenir mi o dediğin?"
"Şerefi var tabii. Adembaba olduksa, Allah bu arkadaş . . . "
"fazla konuşma ! "
İ zmirli kocakafa Kenan hamurdanarak çimento torbasını
aldı, başka yer aramaya gitti. Ahmet Kaptan acımıştı. Hazır
ladığı yirmi beş kuruşu Berbat' la ötekilere göstermeden gö
türdü Kenan'ın avucuna sıkıştırdı . Kenan böyle şeyleri çok
tan u nutmuştu . Şaşırdı, yadırgadı ilkin, sonra etekleri zil ça
larak Kaptan'ın boynuna sarıldı:
" Kaptan, Ahmet Kaptan ... sen yok musun hani . . . "
Gözleri yaşarmıştı.
Kaptan, boynuna dolanan elleri çekti :
" Patırtı etme ! "
Berbat'a usullacık baktı. Kenan da bunun n e demek oldu
ğunu anlamıştı ama, iş işten geçmiş, Berbat çakmıştı duru
mu. Yanlarına geldi :
"Yapma Kaptan," dedi, "alıştırma b u serserileri Allahaş-
kına ! "
Kaptan kısa kesmek istedi :
"Boş ver. "
"Boş ver ama, başa çıkamazsın sonra. Bun lara elini veren
kol un u alamaz ! "
" Boş ver d ed u m ya . . . "
"Bunlar Allah 'ın ce binden peygamberi çalarlar. Bir sefer
alıştılar mı bitti. Se ndeki yürek zaten muhallebi, boyu nla rın ı
bi.ikti.ikr de başladılar mı ağlamaya dayanamazsın . Bırak, Al
lah 'ııı acımadığına sen mi acıyacaksın ? Elimizdeki parayı ça r
çur ermeycliııı ...
23
Kaya Ali'nin başköşeye sermektc olduğu yatağın yanına
geldiler.
"Bunl ar analarını bayar da babalarına satarlar! "
Kaya Ali 'ye çıkıştı :
" Kabartsana yatağı lan ! "
Kaya Ali sertçe döndü:
"Ben lan değilim ! "
"Nesin ya?"
"Muhtar oğluyum . "
"Mezar taşıyla övünmeye boş ver ! "
"Seni alakadar etmez. Ağam kabart desin kabartayım . Ka
bartayım mı ağa?"
Kaptan başını salladı. Ancak bunun üzerine başladı ka
bartmaya. <,:eyrek saat kan tere bata çıka uğraştığı halde ya
tak bir türlü kabarn�dı. Halis yün yerine birtakım paçavralar
la ne idüğü belirsiz kıtıklar, kabarmak şöylcdursun, uğraştık
ça büsbütün topaklanıyordu . Yatağın hiçbir zaman kabarma
yacağını oradakilerin hepsi de bildikleri halde bozuntuya ver
miyorlardı . Bozuntuya verip de halis yi.in olmadığını mı açık
layacaklardı?
Berbat gene emretti :
"Yeter, kabardı ! "
Kaya Ali b u sefer almmadı :
"Kabardı ki kabardı . . . " dedi . "Helal olsu n. Doğrusu ıyı
ya takmış . . . "
Sağdan soldan başladılar.
" İyi yatak. Helal olsun aldığı para ! "
"Yünü halis yün ol masa kabarmazdı . . . "
" Kabarır mı?"
"Yumruk yumru k düği.iınlenirdi . . "
.
24
Kaptan memnundu. Yatağının beğenitmesi koltukları nı
kabartmıştı . Elini cebine atarken, Berbat sordu :
"Ne o gene?"
Kaptan biraz geç, "Ala!u m manga!, çaydan l uk, tencere . . . "
"
dedi .
B erbat şöyle bir düşündü, Kaptan'ın elini tuttu:
" Para sonra . . . Gel buraya Kaya Ali ! "
K--ıya Ali gelmedi . Az ileriden dik dik bakıyordu . Ağası oy-
muş gibi, amma da kumanda ediyordu ha!
"Gelsene lan buraya ! "
Ellerini belinden indirdi:
"Ne var? "
" Koğuşları dolaş, iyi bir manga!, iyi bir çaydanlık, iyi bir
de tencere bul, gel haber ver, satın alacağı z ! "
Kaya Ali Kaptan 'a döndü:
"Ne diyon ağa, gideyim mi?"
Kaptan başını sallarken Berbat öyle bir baktı ki, Kaya Ali
fırladı. Tavuk hırsızı Recep arkasından , "Cık cık cık . . . " yaptı .
"Ne vüketa• adam yahu . . . Ulan sana ne e mrediyorlarsa onu
yap ! Ağalar, başka bir şey lazımsa beni de savın, ben de gide-
rin1 . . . "
Başkaları da atıldılar:
"Ben de giderim , beni de savın! "
"Hep gideriz . Yeter ki emredin . "
Tavukçu , " Kaya Ali maldan anlamaz . . . " dedi, "doğru de-
ğil mi fitil?"
Upuwn, sİpsivri Fi til :
"Ne anlayacak? Gezdiği Antep, yediği pekmez! "
"Eline para teslim etmeyin . . . "
"Niye? "
25
"Gözden sürmeyi çeker dinime imanıma . . . "
Berbat güldü:
"Hanginiz çekmezsiniz itoğlu itler? Yankesiciler, karman-
yolacılar! "
Tavukçu kışkırttı :
"Dızdızcılar di, di ağbi di . . . "
Berbat, iki gün öncesine kadar izmaritine zar atan, öteki
ler gibi çöp tenekelerini altüst eden, ot otlayan Berbat değil
di artık. Yüz elli liralık birinin en yakın arkadaşı , sağ koluyd u !
İş huyurulmasını bekleyen adembabalara şöyle bir baktı,
hiçbirini gözü tutmadı. Kaptan'ı bir kenara çekerek, " B u ser
serilere güvenilmez! " dedi. "Ne yapmak niyetindeysen açıl
bana, ona göre karar verelim ! "
Kaptan kısaca anlattı:
_j;
"Tencere kaynataca um, çay da pişireceğum . . . Sebilullah
sebi l ! "
"Sonra?"
Ne sonra? Sebil ullah sebildi işte. Yesindi adembabalar.
Kardaş malı ortaklık değil miydi?
Berbat'a kalsa, gereği yoktu. Bu kadar masraf boşuna ola
caktı. Hem ne anlardı adembabalar bundan? En iyisi, gitsin
Ierdi ikinci kısımdaki Aşçı Çorbacı'ya, doyursuniardı karınla
rın ı . .. Kaptan dire nince uymak zorunda kaldı :
"İyi y a . . . Ne pişircccğiz?"
"Kuru fasulye ! "
Berbat'ın ağzı sulandı . Sıcak sıcak tüten yağlı suyunda ct
parçalarının yüzdüğü bir tcnccrc kuru fasulye ! Aylardır sıcak
yemek yüzü görmcnıişti . Yumuşacık bir soınunun taze içini
kuru fasulyeni n yağlı suyuna banı p ağzına atışını tasarladı .
Ağzı yeniden suland ı . Koğuş betonu n a sulu s u l u tükürdük
ten sonra, "Ver parayı!" dedi . " Ge l buraya Tavukçu . Git bak
bb, yarını kilo bsulye, iki yüz elli gr�lnı kuşbaşı ct . . . "
26
Kaptan düzeltti . . .
"Et olsun yarım kilo! "
Berbat tınmadı:
"Sen dediğimi dinle : Yarım kilo fasulye, iki yüz elli gram
et al gel . Ama bak, fasulye pişgcl olsun ! "
Tavukçu , "Soğan ? " dedi , "Soğan lazım değil mi ? "
"Tuz da, tuz d a . . . "
"Salça? Salçasız ne tadı olur?"
"Kırmızı biberi unuttunuz ! "
Berbat parladı:
" Kesin lan haybeciler! Salça, kırmızı biber. . . Lokanta mı
bura? B abanızın evi mi yoksa? "
Tavukçu h eme n destekledi:
"Hiç canım. Babamızın evi değil ya! "
Isnıarlananları almak üzere Tavukçu , elinde bütün bir beş
liralık, koğuştan fırlarken kapıda İ zmirli Kenan 'a rast! adı .
Dunıp da onunla çene yarıştıracak değildi ya. Elinde koca
man bir beş liralık vardı. Elinde bir beş liralık olan ise adem
baba sayılmazdı . Sayılmayınca da . . .
İzmirli yolunu kesti :
"Nereye lan ?"
Tavukçu ciddi, "İşim var," dedi .
"N c işin var? "
"Sana ne?"
"Bir yerden bir şey çalmaya mı yoksa? "
"Be n se n değilim ! "
"Ne zamandan beri ?"
Cevap vermeye gerek görmedi , hızla uzaklaştı ama, kafası
kocaman bir mubvva kutuya benzeyen İzmirli peşini bırak
madı . Birlikte merdivenler inip alacakaranlık dehlizden geç
tikten sonra cezaevinin sokağa açılan büyük demir kapısına
geldi ler. Cezaevi bakkalı bu demir kapmın yanındaydı .
27
Kenan, Tavukçu'nun elindeki beşliği görünce şaştı:
"Nerden aldm onu lan? Ekmek mi sattın? "
"Ne ekmek satması?"
"Nerden aldın ya?"
"Ağam verdi ! "
"Sana mı? Niye?"
Anlattı çaresiz. İzmirli sevindi . Demek bu akşam Kaptan
ziyafet çekecekti?
" Ben de yer miyim? Bana da yedirir misiniz ? "
"Hepimiz yiyeceğiz. "
"Yaşasın Kaptan . . . U lan tam adam be! Hani biliyor m u -
sun, yanında sıcak ekmek de olmalı ki . . . "
"Olacak. "
" Kuru soğan?"
" Ku ru soğan da."
İzmirli, kocaman kata�yla yerinde hopladı .
"Soğana bir yumruk, çıkar cücüğünü, bas tuza, at ağzı-
na . . . Fasulyeye salça da alacak mısın ? "
"Salçasız ne tadı olu r ! "
"Kırmızı biber?"
Yanlarına bir gardiyan sokuld u :
" Hadi koğuşunuza ula n serseri ler ! "
Tavukçu dikildi :
"Koğuşumuza mı? Serseri mi? Kim serseri be ? "
Gardiyan, "Siz ! " dedi . "Sizden başka kim olabilir? "
İkisi birden dikildi:
"Biz serseri değiliz!"
''Ya? "
"Değiiiz ta bii . Bak!"
Tavukçu bq li ral ı ğı sal1�1dı.
Gardivan :
"Ooo... ı\bşalbh!"
"Tabii ya. "
"Ne alacaksınız beş lirayla?"
"Üteberi, yeyint i . "
"Ne yeyintisi? "
" Ku ru bsulyc, et, soğan, salça, kırmızı biber . . . "
Gardiyanın aklına başka bir şey geldi , sordu :
"Nerden aldımz o parayı? "
Tavukçu tcrslcndi:
"Nerden aldıksa aldı k ! "
"Çaldınız mı yoksa? "
"Çaldık evet . . . "
"Bombası patiarsa karışmam sonra?"
"N'aparsın? "
"Kı rarı m kemiklcrinizi ! "
"Bombası patiarsa kır ! "
Demir kapının öbür yanına bakkal gelmişti. Tavukçu öte -
berileri isterken, gardiyan İzmirli'yi çekti :
"Nerden aldı parayı o serseri ?"
İzmirl i :
"Ağamız verdi . . . "
"Ağanız ki m ? "
" Ah m et Ka p ta n . "
"Şu, Rizeli mi? Nerden bulmuş o?"
"Ne bulması? Anası gönderdi ! "
"�c kadar?"
"Yüz elli li ra . Ağanıız gibi \ a r ını ? "
'
30
karak 72. Koğuş'a döndüler. Berbat, ellerinden aldı ısmarla
nanları.
Tavukçu 'nun aklı, istemeden verilen yirmi beşlikteydi.
Berbat'a göstermeden Kaptan'a sokuldu, bir çırpıda anlattı :
"İ zmirli'ye istemeden yirmi beş kuruş vermişsin. Gitmiş
kumarda yutulmuş. Onun yerinde ben olmalıyım ki . . . "
Kaptan anlamıştı :
"Ne yapardın? " dedi .
"Ne mi yapardım? Saklardım ağa. Ağamın yadigarı. İnsan
gider de kumarda yutulur mu? Ayıp değil mi?"
Cevap vermedi Kaptan . Yeni bir yirmi beşlik çıkarıp avu
cuna sıkıştırdı Tavukçu 'nun . Tavukçu oralarda bir iki dolan
dıktan sonra usullacık dışarı kaydı.
Yüz elli kuruş yutunca kalkacaktı. İ zmirli miydi o?
31
5
�
32
kuyla öne geldi . Artık 72. Koğuş silinmiştir. Dışarıdaki şubat
fırtınası kim bilir hangi çocukluk yılının aysız, yıldızsız karan
lıklarını dövmekte, sımsıkı kağıdanmış camiara yüklcnerek
harap evi sarsmaktadır.
Babanın gözünde gözlük, beyaz gecelik entarisiylc takke
si . Okuduğu kitabın başından kalkıp yere serili sofra bezinin
kenarına oturmuş, ha.Ia mu tfakta bir şeylerle uğraşan karısına
seslenir:
"Hanmm ! "
Annenin ince sesi cevaplar:
"Buyuuur! "
"Yemek gelmeyecek mi hala?"
"Geldi geldi ... "
Anne kuru fasulye tencercsiyle mutfaktan geledursun, ab
la, kınalı elleriyle ekmeği dilimlerneye başlar. Sonra gelir fa
sulye, ortaya konur. Kaşıklar besıneleyle daldırılır tcnccreye,
iştahlı bir ağız şapırtısı evi doldurur.
Berbat'ın kalın sesi hayalleri dağıttı:
"Fasulye pişti! "
Artık baba evi silinmiş, 72. Koğuş'a toslanmıştır. Dışarıda
kendini yerden yere vuran şubat fı rtınası .
Tencere mangaldan indirildi. Berbat, kocaman eliyle ka
pağı açtı. Yemeğİn bol , çok daha sıcak kokusuyla yeni baş
tan sarsıldılar. Pırıl pırıl gözler tcnceredc. Yemeğin salça,
kırmızı biberle kızarmış suyunda yüzen ct parçaları . H erkes
gözünü etiere dikmiş. Hiç kimse gözünü diktiği eti başkası
na kaptırmak niyetinde deği l . Bunu düşünmek bile istemi
yorlar. Ama Berbat bırakmaz ki . Nanı ussuz, yırtıcı kuş gibi
atılır etlcre !
Sanıunlar parçalanıp dağıtıldı . Dört kaşı k at ıldı ortaya.
Ahmet Kaptan 'la Berbat'ın ayrı kaşıkları vardı. Geriye kalan
lar ııöbetkşe idare cdcceklcrdi. Olur muydu? İ dare edilebilir
miydi? Kaşığın sapı avuç içinde sıkılmadıkça çiğnenen tokma
ların tadı mı olurdu?
Dizler üzerine oturulm uş, marş marş kom utu beklenirce
sine alestaydılar. Açlıktan güçleri azalmış, bir deri bir kemik
*
35
Kaptan 'ın başı ağır ağır kalktı, gözleri Tavukçu 'ya döndü.
Bakıyor, gülümseyerek bakıyordu . Sonra kaba bıyığını yuın
ruğunun tersiyle sıvazlayarak eski durgun halini aldı .
Berbat'sa istemiyordu bir şeyler anlatmasını . Çaylar da ça
bucak içilmeli, adembabalar def(>l up gitmeliydiler yaraklarına
da Kaptan 'la yalnız kalmalıydılar. Hem ne lüzum vardı mas
rafa? Yemek, sigara, çay . . . Ciğerleri iki para etseydi bari pisle
rin !
Başta. Tavukçu, İzmirli, U zun Emin, Dalyan Rıza filan bir
şeyler anlatması için asılıp dunıyorlardı . Berbat dayanamadı :
" Kesin lan ! "
Kestiler.
"Ne anlatacak? Anlatmak istese anlatır. Ne rahatsız edi
yorsunuz?"
Çaydanlık cızırdayana kadar konuşulmadı . Uykusu gelen
ler usullacık çekiliyordu. Kapak keyifli keyifli hoplamaya baş
layınca Berbat, " İndir ! " dedi .
Kaya Ali sanki duymadı . Kaptan'a sordu.
"İndirim mi ağa?"
Berbat'ın tepesi attı :
"İ ndir dedik ya ! "
Kaya Ali ge ne duymadı mahsustan:
"Çayını atıp indirim mi ağa?"
" Ula n sana indir demiyor muyum gözünün çiçeği ni . . . "
fırlatacak bir şey aradı çevresinde .
Tclaşsız Kaya Ali çayı attı, indirmeden önce tekrarladı:
" İ ndiriyorum ağa ! "
Berbat'a bakmadan, çaydanlığı indirdi.
Topu topu beş bardak vardı o rtada . Berbat, bardaklardan
birini Kaptan 'ın önüne koydu, birini kendi önüne. Kaya
Ali'nin homurtusunu d u ymadı. Duysa , zaten dol muştu, �l ğ
z m ı burnumı kırardı sa ğ la m a .
36
Çaylar konuldu, şekerler atıld ı . Bardaklardan üçüncüsünü
de Kaya Ali aldığından, geriye kalan iki bardakla ötekiler nö
betleşc yu d umlayacaklardı .
Önce Kaptan'la B erbat'ın çayları konuldu . Kaya Ali buna
da içcrleınişti . Düne kadar küs bir insanın böyle birdenbire
sokulup başköşeye geçmesine ifrit oluyordu .
Kaya Ali'nin aklından neler geçebileceğini kestiren Bcr
bat'sa, karşısındaki bu engeli ne yapıp yapıp ortadan kaldır
mak için en uygun anı kolluyordu . İtoğlu itin Kaptan'a gü
vendiğini biliyordu . Kaptan'la dargın oldukları sıra az zıtgıtı
nı yeınemiş, az yalvarmamıştı . Berbat gene o B erbat'tı, gös
terecekti ona o Berbat olduğunu!
Kaptan dirseğiyle dürttü :
"Ha ne deyi içmezsun ? "
Berbat'ın aklı başına geldi, karanlık düşüncelerinden kur
tuldu. Çayını tıngır m ıngır karıştırmaya başladı. Ama şu he
rifı mutlaka, mutlaka marizlcmeliydi . Marizlemezse tekerine
boyuna taş koyacak, işlerini bozacaktı . İşlerininse bozulma
ması lazımdı: Yüz elli lira çok bir para değildi. Pek pek bir
hafta, on gün sonra bitebilir, hiçbir işe yaramazdı. Oysa, iki
si iki yandan şanslarını deneseler. .. Allah 'tı bu be! Sölezli ol
mayla zara Allah'tan daha mı çok hükmedcrdi?
Meselc Araplarının gülmesindeydi. Arapları bir güler de,
çok değil yüz elliyi üç, beş yüz yaparlarsa . . . O zaman , o za
man biliyordu tutacağı yolu . Karı Kaptan'la paylaşır, hisscsi
ne düşeni alır çıkardı bu pis koğuştan . Ya da, hayır, çıkmaz,
kendi şansına otururdu kumara . Elli elli girer, ba ka rdı d ur u
ma. Kayıp mı? Birkaç cl boş verirdi . Yok ava ntadaysa , yüz yüz
gircrd i. Yü z , iki yüz olur, iki yüz, dört yüz, dört yüz, sekiz
\'ÜZ . . .
İ ki bardaksa elden ele dolaşıyordu :
" U lan amma d a yudum ladın ha! "
37
"Sen? Sen ya? "
"Benim yudumum seninkinin yarısı . . . "
"Çeneyi bırakın bakalım, bekliyoruz ! "
"Sırada adam var oğlum . . . "
38
Doldurdu, uzattı .
Kaptan sigarasını yenikdikten sonra birden başladı :
" İstanbul 'dayu m, işlerim hizlı , keseynım racon. Var bir
dostum Galata'da, bir dostum Ziba'da. Para dersen zibil. .. "
Çayını ağır ağır yudu mladı.
"Yattum o gece Ziba'da. Sabahtan kalktum , er. · Gittum
hemama. Çıktı m hemamdan, atladum kumpaniyaya. Dediler
hoş gcldun Kaptan ! Dedum hoş bulduk. Dedüler var bir şi
lep, çıkacak sd cre, gider misun? Dedum sorulur mu hastaya
kar? Şilep ama, şilep deyil Boğaz vapuru . Tam istim tutacak
yoli, gidecek Pire, Napoli, Tiryeste, ordan Marsiliya, Ham
burg, İskandinavya, Rusiya ... Dedum peki . Dondüm kahve
de, bakayım kim var kim yok hemşerilerden . Baktım bizim
H idayet Reis bakinir baa. Dedüm ne bakinirsun Hidayet?
Dedi yok mi haberun? Vurdi Rahmi amuca çocuğuni . . . "
Çayını tekrar yudumladı, sigarasından duman aldı:
"Oldum akikian delu . Karardı gözlcrum , tuttum bir taksi
doğru şehre. Derler eceli gelen köpek siyer cami duvarına.
İndum taksiden , gördüm Rahmi'yi candarmalaru n arasında,
getirirler mahkemeden . Var bir güzel Brovniğim belimde . . . "
Sustu.
Tanıkçu heyecanla sord u :
"Sonra Kaptan? "
Öfkeyle baktı:
"Ya var mı sonrası? Ha bu poh yiyen yere getirmediler be
ni camiden ! "
Ayağa kalktı .
Berbat:
"Nereye ? "
"Dökeceğum su . "
Berbat, Kaya Ali'ye döndü:
"Ağanın ibriğini götürsene lan, inek gibi oturmasana! "
39
Kaya Ali homurtuyla kalktı, koğuşun bir kenarında duran
ibriği aldı , doldurup yüznumaraya bıraktı , döndü.
Tavukçu:
" Hey gidi meydancılık hey! Ağan daha doğrulurken sen
ayakta olacaksın! "
Kaya Ali ters ters dikiliyordu.
Berbat, küfür gibi konuştu :
"Ne ters ters bakıyorsun? Minare kırığı! Yalan mı söylü-
yor?"
"Ben minare kırığı değilim ... "
"Nesin ya? Allah devesi mi?"
"Allah devesi de değilim . . . "
"Dikilip d urma, kırarım çenelerini sonra . . . "
"Ne dikilmesi? "
"Deminden beri dikilip durmuyor musun Kaptan 'ın ya
nında? Kenef! "
Tavukçu pekiştirdi :
"Dikiliyor ya. Sen de bir ağamızsın mesela, ayıp değil mi sa
na karşı gelmek? Ağamız senin hatırını dirhem dirhem sayıyor.
Sen istesen , ağam onu meydancılıktan atar, başkasını alır. . . "
Kaya Ali, "Alır, evet! . . " dedi . "Alırmış ! "
"Alır ta bii . Koskoca bir ağa . . . "
"Alsa bile, sana ne?"
Berbat:
"Sana ne, ne demek? Doğru söylüyor ! "
"Karışmasın o ! "
"Karışacak ! "
"Karışmas ın işte . "
"Ula n sana karışacak diyorum ! "
" Karışması n işte ! "
Tam sırasıydı . Berbat yerinden tirladı, upuzu n , kupkuru
Kaya Ali 'yi yakasından kenara çekti :
40
"Kaçtan aşağı olmaz yani?"
Kaya Ali çıldırtan bir inatla, " Karışması n ! " dedi ge ne.
" U lan ne demek istiyorsun diyorum san a ! "
" Karışması n ! "
" Karışmasın ha?"
ilkin korkunç bir küfür, arkasından bir tokat, bir yumruk,
bir tekıne . . . Kaya Ali koğuş betonuna serildi . Hayaları buru
lan öküz gibi böğürüyor, cezaevini inletiyordu. Gardiyanlar
koşarak geldiler:
"Ne o , ne o? N'oluyor?"
Kaya Ali yaygarayı artırdı . Gardiyanlar yemedi. Kısa, kalın
biri, "Sus ulan," dedi. "Öküz gibi böğürüp durm a ! "
"Ne hakkı var yahu, n e hakkı var? Ekmeğimi o m u veri-
yor? Ne hakkı var da vuruyor bana? "
Berbat gene atmaca gibi yetişti . Bir, b i r daha.
Araya adembabalar girdiler.
Tavukçu, gardiyanlara sokuldu :
"inanmayın ağbi, numara ! " dedi .
U zu n , zayıf gardiyan güldü:
"Hepiniz numaracısınız, hanginiz değilsiniz ki ? "
Olağan şeylcrdendi. Gardiyanlar çekip gittiler. Kaya Ali
h,1la yerde , yüzü koyun yatıyordu, işlerin tersoya dönmesin
den korkuyor, Kaptan'ın heladan çıkmasını bekliyordu. Kap
tan beladan çıktı, ağır ağır geldi, durdu. Yerde upuzu n yatan
mcydancısına uzun uzun baktıktan sonra Berbat'a döndü:
" H a ne diye dövdün buni , da ! "
Berbat, Tavukçu, ötekiler yüklendiler Kaya Ali 'ye . Kaya
Ali verd en ti rl a dı :
"Yalan, din iıne imanıma yalan ağa ! Maksatları beni senin
gö:tiinden d i.i ş i.i rü p yeriıne kendileri meydancı olmak! Beni
çe keııı i yorlar, tövbe çekemi �rorlar beni . . .
"
41
" Çekemiyorsunuz işte ! "
"Başladın m ı gene? Demin çeneni kırmadım mıydı se-
nin?"
"Kırdın evet, kırmış. Şimdi de kır bakalım ! "
" Kıramam mı?"
" Kıramazsın tabii. Kaptan var şimdi, ağam var. Kırsana
had i ! "
Kaptan, Bcrbat'ı kolundan çekti, a z önceki gibi tekrardan
oturdular.
Tavukçu bıyık altından gülerek Kaya Ali 'ye bakıyordu.
Kaya Ali bu bakışı gördü, ne demek istendiğini aniayarak si
nirlendi, Berbat'a yan yan bakarak, usullacık, " Kenef," dedi .
Ne Berbat, ne de ötekiler duydular. Tavukçu:
"Sonra Kaptan?"
Kaptan 'ın başından geçenleri her biri e n azından hiç de
ğilse yirmişer, otuzar sefer d inlemişlerdi. Her anlatılışta deği
şir, başka başka olurdu . Üstünde durmasalar bile, aralarında
söyleşip gülüşürlerdi.
Gece yarısından çok sonraya kadar oturdular.
42
6
;&;
43
içini derin derin çekti .
Kaptan sordu:
"H a ne çekersun içini? Gemilerin mi batti dcryada?"
Berbat, "Yok," dedi, "başka . . . "
Orta kata tam inmişlerdi, müdürün kısa boylu, kedi kadar
tıkız odacısına rastladılar. Onları orada görcceğini aklından
bile geçirmeyen Bobi Niyazi , ellerini birbirine sürterek, "Ha
berekit! " dedi . " Evvelki gün anandan yüz eli gelmiş. Gör ba
kalım bizi oğlum, baskın basanın ! "
Berbat da, Kaptan d a biliyorlardı k i Bobi isterse, müdür
den uydurduğu izin kağıdıyla insanı diş ya da hastane dümc
niyle jandarma, gardiyan yanında dışarı çıkarabilirdi. Gene
biliyorlardı ki , bu dümenle dışarı çıkmak, birkaç saat mcyha
ne, genelcv dolaşıp eğlenmek demektir! Onun için, Bobi'nin
zarına bakmakta çıkarları vardı.
Kaptan, dün cezaevindeki Kara Hacı'dan altı liraya satın
aldığı siyah pantolonunun cebinden çıkardığı bir avuç kağıt
para içinden kırış kırış bir iki buçukluk ayırırkcn, atik davra
nan Bobi yeni bir beş liralığı kaptı, yüzüne gözüne sürmeye
başladı:
"Ha berekat Kaptan ! "
Berbat çok bulmuştu beşliği :
"Ayıp ettin, ama . . . " dedi.
"Sana ne ulan keriz? Para senin mi? Ne diye taş koyuyor
sun? "
Kaptan 'a döndü:
"Bu serseriye boş ver, yanında da taşıma. Gözden sürmeyi
çeker anam avradım olsun . . Ha . . . işittiklcrim doğru mu be?"
.
44
"Tencere kaynatıyor ciğeri iki para etmez serserilere be! "
"Sen yemiyor musu n ? Sen serseri değil misin keriz? i smin
üstünde, Berbat! Bana bak Kaptan, Sultanah met'te di l en ip
Ayasotya'da sadaka vermeye boş ver. AdembabaL:ı.rı Allah
adam edemcmiş sen mi edeceksi n ?"
"Doğru . . . " dedi B erb at .
"Doğruysa . . ulan şimdi kötü kötü söylctecen beni . . . Ba
.
46
Elinde zarlarla Boşnak Ali, "Serin gel ! " dedi.
"Ne serini? D ünya kadar kaybım var. At ! "
Mavi gözlü, ufak tefek Boşnak Ali küçük bir duraklama
dan sonra zarları salladı salladı attı : Düsse!
B oşnak Ali kırış kırış üç tane yüzlüğü alırke n , Berbat,
bir kenarda kahroluyordu . Kaptan'ın kulağına eğilip fısıl
dadı:
"Ah Kaptan, ah! "
Gözü kapıya ilişti . Kaya Ali'yle Tavukçu durmuş onlara
bakıyorlardı . Tavukçu değil de Kaya Ali 'nin inadına bir siga
ra yaktı, dumanı halı, kilimlerle kaplı odanın beton tavanına
cakalı cakalı üfledi .
Kaya Ali , " Kenef1 " dedi hınçla, " Kendini adam belliyor! "
Tavukçu pek bir şey anlamamıştı:
"Kime diyorsun ? "
"Sana ne?"
"Ağamıza mı?"
"Ağamıza evet, hemen yetiştir e mi? Yetiştir de madalya
al ! "
Tavukçu uzun, sivri burnuyla sustu ama, mim koydu . Sor
duracaktı ona " Kenef''i.
İçeride kumar h ızlanmıştı . Sölezli çılgına dönerek beş yüz
lira bastı. Boşnak Ali iki zar sonra onu da aldı . Sölezli'nin ana
avratlı , Allalı kitaplı küfürleri koğuş duvarlarında parçalanı
yor, alışkın , kumarbaz eller zarları kapıyor, atıyor, paraları çe
kip alıyor ya da yutanın önüne nefretle itiyord u.
Bobi bir ara yanlarına sokuldu:
"Nasıl Kaptan ? "
Kaptan cevaplayacakken Berbat atıldı :
" İ nsan iki zarda zengin olabi lir . . . "
Kaptan serseme dönmüştü . Yavaşça kalktı. Peşinden iste
meye is teme ye gelen Berbat'la koğuştan çıktı . Kat:1sıııda, az
47
önceki yüzlükler kaynaşıyordu. Boşnak Ali üç beş zarda ba
yağı zengin olmuştu. Zar isterse o da olabilirdi.
Durdu. Elleri arkasında, Bcrbat'a baktı baktı:
"Ya istemezse?"
Berbat hiçbir şey anl aınamıştı:
"Ne ? "
"·Zar."
Berbat heyecanla başladı :
"istemezse diye düşünmeyeceksi n Kaptan. Yutulacağım
demeyeceksin, serinkanlı olacaksın. Kör şeytan işi. istemeye
nin yanında bile, istemesc de vardır. İstedi mi, Boşnak Ali gi
bi ... Ben Boşnak Ali'nin yerinde olsam... "
Kapta n sözünü kesti:
"Bir daha oynamam!"
"Yaşa. Atiarım beyler koğuşuna, başiarım faizciliğe. Elli li
ra mı verdim? E n azından yüz elli liralık emanet alırım. Sağ
lama. Ödeyemedi mi, yandı. Yatartın üstüne emanctin. Çok
değil, üç beş ayda parayı demededim mi, Bobi'ye müracaat.
Al oğlum Bobi şu onluğu, müdür beyden bir elişçi k3.ğıdı iyi
ct. Onda n sonra ... "
Bahçeye inmişlerdi. Kapta n gene durdu. Elleri hep arka
sında, her zama ndan başka, çok başka bir pırıltıyla, içlerinden
alev alev yanan gözlerini Berbat'a dikınişti. Soluyordu. Aklı
na gencin·, genelevdeki kadınlar gelince yanakları kızardı.
HatltÇc güldü, sonra başını saliayarak yürüdü. Kadınl ardan
konuşulmasını istiyordu. Kadınlar... Sarı , esmcr , beyaz ka
dınlar , al, yeşil, mavi, sarı elbiseler içinde, geniş kalçalı, uzun
boylu kadınlar, hep kadınlar. Bir kadına sahip olmak isterdi.
Kadını n güzel çirki n olması öne mli değildi. Öne m li ol�1n,
ha fta ziyaretlerinde temiz çamaşır, y i ye c ek gctirıncsi , lüli
\·akti �·erinde tutuklular gibi cczae\·i balı çesi n i n bi r kiişesiııde
diz dize onırmalarıydı. Eli el ine değm iş, değın eııı i� . . .
Berbat:
"Genelcvde birer dost tutarız, dişçi dümeniyle çıktık mı,
gider yanlarız. B uradaki genelevde öyle güzelleri var ki ! "
Yıl larca önce, köyde komşuluk ettikleri sıra, dağ yolunda
sıkıştırdığı Hatice'yi hatırladı. Unutmuştu . Sahi , Hatice. Ak
ça pakça, kara kaş, kara göz . . . Öyle bir Hatice ya da Fa tma,
Ayşe uydursa . Ama genelev iyi deği l . Dışarıdan birisi olmalı.
H aftadan haftaya gel mel i , yiyecek, temiz çamaşır getirmeli . . .
Kırmızı balıkJarın dolaştığı havuzun kenarına oturdular.
Havadaki kül renkli bulutları havuzun yosunlu suyunda
seyrediyor, konuşmuyorlardı .
Bir saat, bir buçuk saat öylece, konuşmadan kaldılar. Ko
nuşmak, düşlerini, düşlerinin rengini bozacak, tadını kaçıra
caktı . Bobi yanlarına kadar gelip, "Mangır derler buna man
gır ! " diye avucundaki ellilikJeri göstermeseydi, daha kim bi
lir ne kadar öylece kalacaklardı.
"Bak, Sölezli 'nin ellilikleri ! "
Berbat heyecanla sordu:
"Ne kadar avantan var?"
"Yüz elli lira ! "
"Kaç lirayla oturmuştun ? "
" Hiç canım . Bende bir onluk vardı, beş d e Kaptan 'dan iyi
ettiydim, hepsi bu. Bak dinle Kaptan, ya gelir ya gider. Sö
lczli'nin zarı çok kırık bugünlerde . Anam avradım -olsun sö
ğüşleyen söğüşleyene ! "
Başgardiyanın kuvvetli düdüğü. Kalktılar.
4<)
7
�
so
"Allah vere de uzun sürse ! "
"Am i n . Amin ama . . . Kaya Ali duymasın , kumara oturup
kazanınazsa yüz elli lira ne ki ? "
"Berbat ne yapar yapar oturtur! "
Beton Ahmet bambaşka bir şeyden söz açtı :
"Sıcak yemeği , ekmeği bulunca aklıma dişlerimi fİrçala
mak geldi. Ulan ne adamlarız be. H ani utanmasak, Kaptan
be, diyeceğiz, bize diş fırçası alsana ! "
Tavukçu, " Dibine yakmayın ," dedi .
Bir başkası Beton 'u adeta azarladı:
"Buldukça bunama lan . Sıcak yemek neyine yetmiyor?"
Kara, kuru ama çok haysiyetli Beton:
"Neyime yetmiyor ne demek? İ nsan değil miyiz? fırça da
isteriz, karyola da, buzdolabı, radyo d a ! "
Akşam ç o k geç yatan Berbat inleyerek uyandı. Yüzüne gü
neş vurmuştu . Akları kıpkırmızı gözleriyle koğuşa uykulu uy
kulu baktı, sebepsiz güldü. Sonra kuvvetli sabah güneşinin
altında h ızla kıvrılarak gerindi. Birden Kaptan 'la akşam uygu
ladıkları şeyi hatırlayınca, uyku, güneşin tatlı sıcaklığı filan si
!indi. Döndü, koğuşun başköşesindeki yatağında haH tatlı
t;Hlı uyuyan Kaptan \ı baktı, İnırendi . İçinden böyle bir yatak,
yorgan , yastık hasreti geçti . Onun da böyle yatağı, yorganı,
yastığı olsa, o da yorganına sıcak sıcak bürünsc, öğleye kadar
rahat rahat uyu sa . . .
Yanına sokulan Tavukçu'ya, " Benim de böyle yatağım
olacak! " dedi .
Tavukçu hemen sordu:
"Kaptan mı alacak?"
"Yok canı m . . " .
sı
"Ben de tabii."
" Parayı kim verecek?"
" Kaptan . "
"Sahi m i ?"
"Şerdsiziın ki ... Bi � yutarsak, Allaaaaah ! "
Tavukçu sevinmedi, sevi n m edi ama elinden başka n e ge
lcbilirdi? Sevin ıniş, bu işten yana görünmeye çalışarak, "Ya
şa ! " dedi. " inşallah yutarsınız. Yutunca bana ne alıvere
ccn?"
Berbat, kalın, siyah kaşlarının altından Tavukçu'ya baktı :
"Dua et de yutalıın . Yutunca kolay . . . "
" Kolayı bırak, adını koyalıın . . . "
"Hclalindcn bir iki buçukluk, nasıl ? "
"Canın sağ olsun . Yutarsın i nşallah . Ali'ye verme h a ! "
"Yok canım . . . "
Berbat cl yüz yıkamaya dışarı çıkınca, Tavukçu da İzmir
li'nin yanına gitti . Koca katalı İ zmirli nereden uydurınuşsa si
gara içiyordu . Hani sabah sabah aç kanuna, harınanlık gider
mek için hiç de tena kaçmazd ı . İ mrentiyle bir baktı, iki bak
tı . İzmirli oralı değildi . Ulan ne namussuz insandı be!
"Ver iki duman da ben alayım şundan ! " ded i .
İzmirli bakınadı bile.
Omuzunu dürttü :
"Şundan iki duman da biz alalım yahu ! "
"Omuzumu dürtüp d urma lan ! "
"Niye? N'olur? "
"Senin gibi deyyusların omuzu dürtülür, hırt ! "
"Şakayı bırak. Caııım pe k çekti b e İ zmirli . . . "
" B ana n e ? "
" U n u t nu bunu amma ! "
"N' ol u r? "
" B e n i m d e p<ıram o l a c a k , o z a m a n bı.: n d e b i l i r i m . . .
52
İ zm irli şöyle bir düşündü: Tavukçu ' nu n parası nerde n
olabilirdi? Sigarasından aldığı ağız dolusu dumanı burnun u n
iki deliğinden baca gibi çıkarırken Tavukçu'nun ithhı kesildi .
Gözleri, korkunç bir sigara açlığıyla parladı .
"Yapma İzmirli, zulmetme kardeşim ! "
"Ne zulmü?"
"İki duman da biz alal ım be yah u . Bizim de paramız olur
elbet bir gün , Allah bu . . . "
"Senin nerden paran olur?"
" Dünya bu oğlum . Kaptan'ın aklında m ıydı ? "
"Boş ver. D enizdeki balığa pazarlık olmaz! "
"Denizdeki balığa değil. Belki d e bugün olur . . . "
"Nasıl? Kimden alacaksın? "
fısıldadı :
"Berbat'tan . "
"Ölme eşeğim ölme d e yaz gelsin . . . "
"Kaptan'la kumara oturacaklar Sölezli'nin koğuşu nda ! "
"Sana ne?"
"Yutarsa bana hclalinden bir iki buçukluk verecek . . . "
İ zm irli boş gözlerle baktı . Tavukçu tekrar asıldı :
"Ver de alalım iki duman ! "
İ zm irli uzattı . Hani olmayacak şey değildi . Zaten çekilc
cek yan ı da kalmamıştı, atacaktı .
Tavukçu kaptığı izmaritten korkunç bir duman aldı . Göz
lerini, ağzın ı yummuş, soluk almaktan çckiniyord u . Soluk
alayım derken dumanın zerresi kaçarsa ya!
İzmirli merakla sord u:
" Demek i ki buçukluk verecek? "
Tavukçu 'n un gözleri lüL'ı yumuk, başını salladı :
" Kıyak be. İ ki buçuğu alınca ne yapacaksm ? "
54
Berbat, Kaptan'dan aşırdığı Köylü paketlerinden birini çı
kardı. Adcmbabalar yen i paketten çıkan semiz, bembeyaz si
garaya hasetle bakıyorlardı. Bunun böyle olacağını ,hisseden
Berbat, imrenen bakışları büsbütün imrendirip ezmek, üz
mek, onlardan her bakımdan üstün olduğunu kabullendir
mek için elini çabuk tutmuyor, ağır ağır tadını çıkarıyordu.
Sonunda sigarayı ağzına aldı, kibriti çaktı, ağır ağır yaktı, du
manları emmeye başladı .
Yalnız Tavukçu , yalnız İ zmirli değil , tok karınlarıyla boş
çimento torbalarından ibaret yataklarında sırtüstü keyif çatan
öteki adcmbabalar da sulanan ağızlarıyla dehşetli bir imrenti
içindeydiler.
Kaptan yatağında dirsek keyfi yapıyordu. Birden bir gıcık,
boğula tıkana öksürmeye başladı . U zu n uzun öksürdükten
sonra, " Bok cigara ! " dedi.
Yeni paketlerden birini adembabalara firlattı.
Paket anında kapışıkiı. Yerden toplanmış izmaritler değil,
yepyeni, kız gibi paketten çıkma semiz kefallerdi. Hemen
ateşlenerek başlandı duman edilmeye. Gardiyanlar kapıyı aç
tıkları zaman "serseriler," eskiden olduğu gibi kapıya saldır
madılar. Boş çimento torbaları ü zerinde "adam gibi" sigara
içiyorlardı.
Gardiyanlardan biri ötekine, "Ne o?" dedi . "Bugün ne ol-
du bu haşerata? "
" Val l aha bilmem . . . "
"Cigaralar nupa . . . H eritler adam gibi cigara içiyor! "
"Kaptan ' ın ti rtı n ası . . . "
"Kaç gün sürer dersin ? "
"Ne olacak? Bugün , yarın . . . Öbür gü11e kalmaz ! "
S6
beri düğün evine dön müştü zate n. Serseriler işi gücü bırak
mış, 72 . Koğuş'la Sölczli'nin koğuşu arasında m ekik doku
muşlardı . Ağaları yutuyordu, yutuyordu ağaları, boru muydu
bu? H er zaman tencere kaynayacak, akşamları tok karınlarıy
la dalacakbrdı uykuya. Tok karınla uyunan uykunu n tadı bir
başka ol uyord u. İ nsan korkunç ri.iyalar görmüyor, genç, gü
zel kadınlarla düşlerinde sevişiyor, iliklerine kadar ısınıyordu.
Tokluk gibi var mıydı? Yaşasın dı tokluk!
Kaptan hep o Hitit hcykeli ağırlığıyla koğuş kapısında di
kilmekte, koğuşu gözden geçirmekteydi . Kırık camları, du
varlarında ezilmiş tahtakumsu kanları, tozlu ufacık ampulüy
le bu koğuş gerçekten de çok pisti. Yanı başında çatık kaşla
rıyla çalımlı çalımlı dikilen Berbat'a döndü:
" Koğuşumuz çok pis ! "
Berbat h uylanarak, " B ize n e ? " dedi .
Kaptan'ın csmer yüzünü koyu, sinirli bir gölge yalayıp
geçti. Bakmadı Berbat'a. Önünde alesta bekleyen Tavuk
çu 'yla ötekilere em re tti :
"Alın şu on lirayı . Gidun başgardiyana. Versin bir buyuk
ampul ! "
Berbat bozulduysa d a belli etmedi .
Tavukçu parayı kapıp fırlarken, ötekiler peşi sıra seğirtti
lcr . Berbat da en geriden . Serserileri kollayacak, Kaptan'a
madik atmalarma engel olacaktı . Serseriler önde, Berbat ar
kada, merdivenlcr inip yarı karanlık debiizler geçtiler. Tel ör
günün yanında Katil Hilmi'ye rastlayan Berbat saygıyla dur
du. Hilmi yirmi dört yıla hükümlü olduktan başka, cezaevin
de bıçağı en keskin kabadayıydı .
Sertçe sord u :
" İ şittikl c r i m doğru m u Berbat? "
Berbat h eyeca n l a :
'' N e işi t t i ıı ağa � "
57
"Sölczli 'yle ötekilerin itlahını kesınişsiniz . . . "
" Kesti k sayende . . . "
"Ne kadar avantadasınız ? "
" İkiınizinki var bir beş altı yüz ... "
"Aferin be ! "
"Ne yapalım ağa, şeytanımız gür oldu . . . "
" İyi iyi . O koğuşta oturınazsınız artık tabii. "
Berbat' ı n dertleri depreşti :
"Bana kalsa oturmam ama, Kaptan . . . "
"Orada m ı kalacak?"
"Öyle görünüyor. Serserilere para verdi , koğuşun ampu
lünü değiştirtecek. Tutmuş tencere kaynatıyor adembabala
ra. Yahu bırak be dedim, Allah'ın acıınadıklarına sen mi acı
yacaksın ? "
Hilmi elini om uzuna koydu:
"Boş ver o deliye . . . "
"Ne yapayım ? "
"N e yapacaksın , o koğuşun tapusunu alınadın ya! Bizim
koğuşa gel . Bu gece benim yatakta idare ederiz. Yarın iyi bir
yatak alırız sana. Esrar, afYon satışlarından da hisse veririm,
kumar da oynatırız . . . "
Berbat sevinçten çıldıracaktı . Cezaevinin en namlı, bıçağı
en keskin ağası onu koğuşuna davet ediyordu!
" Peki ," dedi, "peki ağa ! "
Tel örgünün öbür yanında kendisini bekleyen Tavuk
çu 'yla ötekilerin yanına gi tti . Yüzlerine bakmaktan utanarak,
"H aydi gidin siz," dedi . " Ben bundan sonra Hilmi Ağa'nın
koğuşunda eyleşeceği m ! "
Kaya Ali sevindiği halde, N iye ? diye sordu .
" "
" Eec?"
"Başgardiyan bizim sözii ıni.i z ü dinler m i dinlemez m i ? "
"Nk se l e burada zaten . .. "
"Ya ko\·arsa? "
"Tokatlarsa va?"
Kaya Ali, Berbat'tan aldığı beş onluğu sallayarak, " Hiçbir
şey yapamaz ! " dedi . "Yürüyün . Para dcrler buna ! "
Tavukçu, "Doğru," dedi .
Doğruydu ama, ne olur ne olmaz, kimse Kaya Ali'nin pe
şinden gitmedi. Kaya Ali kapıyı vu rup girdi. Esmcr başgardi
yan cezaevi karakol komutanıyla yarcnlik ediyordu o sıra. Ka
ya Ali'yi görünce yüzü asıldı:
"Ne var ? "
Kaya Ali ü rktü . Başgardiyanın omuzu üzerinden duvarda
ki takvime gözü kaydı . Takvim , 1 94 1 yılı şubatının yirmisi ni
gösteriyordu.
"Ne istiyorsun ulan? "
"Ampul," dedi Kaya Ali . " B üyük b i r ampul verin bizim
koğuşa ! "
Başgardiyan güldü .
"Ne güldün başdcndi? "
"Ne m i güldüm? U lan siz kim, ampul ki m ? "
"Niye başcfcndi? Biz insan değil miyiz?"
" Değilsiniz ya, insan mısınız? İ nsan olanın 72. Koğuş'ta
işi ne?"
Kaya Ali içini çekti :
"Ah be başcfcndi , sizin yanınızda hi ç piyasamız yok . . . "
"Yok tabii. Piyasası olan adam ot otlar mı? Çöp tenckesi n -
den karnını doyunır m u ? "
'' Doyurmaz, doyurmaz amma, keyfimizden değil başe
tc ndi . Kim ister ot otlamayı, çöp tenekcsi ndcn karnını doyur
mayı? "
Karakol komutanı sigarasını tablada czdi:
''Doğru söylüyor. Ver ampulü , hadi ver! "
"Kaç kere verdik başçanış. H e r s e teri n d e de söküp sattı
br Bıınbrı n koğuşunu görd ü n mü sen : T�1hta namına ne
varsa kırıp y�1ktılar. B u n b r�1 Al lah can \ c rm i� ala m ı yo r B u kış
60
kıyamette, o buz gibi betonda bir gömlcklc yatar kalkarlar da
gen e bir şey olmaz. Sen, ben olsak zatürree hazır. Bas haydi,
ampul mampul yok size ! "
Kaya Ali heyecanla, " Parasıyla başefendi ! " dedi .
Cebindeki on liralıklardan birini çıkarıp gösterdi .
Başgardiyan şaştı :
"Nerden aldın o parayı?"
"Ağaının ! "
"Ağan kim ? "
"Ahmet Kaptan . . . "
Her şeyi birden kavrayan başgardiyan yumuşadı :
"Kaptan paralarını sende mi saklıyor?"
"Bende saklıyor. Meydancısıyım . . . "
Başka bir şey sormadı . Dolaptan irice bir ampul aldı,
uzattı .
"Para başefendi? "
"Hadi bas hadi ! "
Elinde ampulle Kaya Ali gururla çıktı , ötekileri bulamadı.
" Korkaklar ! " diye düşündü. Yalnı z İzmirli , kısımlara inilen
merdivenin oraya sinmişti .
"Aldın mı?"
"Aldım tabii . . . "
" Yaşşa be. Bir şey demedi mi?"
"Ne diyebilir? Ürekiler nerde? "
"Başgardiyand�m korkup kaç nlar ! "
" Enayilcr. İnsan başgardiyandan korkar mı?"
"Sen korkmuvor musun?"
" N esi nden korkxJğım? "
62
Kaya Ali merakla sordu:
"Berbat'ı duyu nca kızdı mı?"
"Belli olmuyor ki kızıp kızmadığı ! "
"U lan n e adam be! "
"Adamın tekesi . . . "
"Tekesi ki tckesi ! "
" ? ."
.
63
8
�
64
J.dembabaya nasip edip kendilerini onun yanında küçük dü
şüren kuvvet ister şeytan, isterse Allah olsun . . .
Basıyorlardı küfürü.
En ağır sözlerle birlikte savrulan küfü rler Kaptan'ın eski,
ağır Hitit heykeli sessizliğinde parçalanıyordu. Ona kalsa ar
tık kumara filan oturmazdı. Tersoya düşüp "yek ekmeğe
muhtaç" olmaktansa, aldıklarıyla yetinir, iyi kötü geçinip gi
derdi . Ama bırakmıyorlardı . Sabahleyin koğuşlar açılır açıl
m a z damlıyordu haberciler:
"Kaptaaan ! "
Anlıyordu. Hiçbir şey sormadan takılıyordu peşlerine. Bü
tün geceyi uykusuz geçirmiş Sölezli sabırsızlıkla beklemekte
dir. Öteki yanıklar da gelince başiamyordu yeni bir umutla.
O akşam gene Sölezli 'nin koğuşundaki öfkeli bakışları ar
dında bırakıp omuzunda kalın siyah gocuğu, 72. Koğuş'un
kapısında durdu. içeriye uzun uzun baktı. Kazanıyordu, hem
de hiç kaybetmemecesine. Kaybedenlerse sonuna kadar git
meyi göze almış görünüyorlardı. "Artık yeter. Günün birin
de tersoya gelip yek ekmeğe muhtaç olmaktan korkuyo
rum ! " demeyi kendine yediremeyeceği için, belki de tersoya
gelecek, günlerdir yuttuklarını yitirecekti .
Şu halde?
Kaya Ali'yi çağırdı:
"Yarın çık başgardiyana, ver parasını, iste kireç. Badanalı
yai nm bu pis duvarları ! "
Tavukçu, İzmirli, Beton fi lan çevresini sevinçle aldılar. Bu
Kaptan, ah bu Kaptan ne adamdı , ne bulunmaz adamdı ! Öl
dese ölürler, gidin tllam vurun dese ikiletmezlerdi. İ nsanlar
dan yüzde doksan dokuzunun karşılıksız, yaralı parmağa bi
Ic işemeyeceği bir dünyada o . ..
Kocaman tencerc yalamp y Lı tu l dukta n sonra çaylar içildi,
sigaralar t()ra, Kaptan 'ı koğuşu n dış�m lara bakan penceresi n-
de bırakıp, elleme kömürü ateşiyle tepeleme dolmuş manga
lı çevrelediler.
Kaya Ali, "Sabahleyin erken kalkalım ! " dedi. "Gardiyanlar
koğuşları açtı mı, ben atiarım başgardiyana . . . "
İ zmirli başını salladı:
"Kireç dalgası değil mi ? "
"Tamam . "
Beton içini çekti :
"Bu adamın iyiliğini nasıl ödeşeceğiz bakalım . . . "
"Ödeşemeyiz ki . . . "
"Ödeşmeyi boş verin de . . . yarın duvarlar nasıl olacak, ha?"
"Ayna, ayna şerefsi zim! "
"Sölezli'nin duvarları gibi ! "
Kaya Ali mırıldandı :
"Camlarla çerçeveler de olsa . . . "
Dışarıda yağmursuz, karsız, buz gibi ama pırıl pırıl bir ge
ce vardı. Kaptan' ı çıldırtan, kendi kendine konuşturan bir ge
ce. Pencere demirlerine kollarını geçirmiş, müdürün mey
dancısı Bobi Niyazi'yi düşünüyordu: Berbat basıp girmese de
şimdi burada olsa, o gece konuştukları gibi, Bobi 'yi ayarlar,
hastane ya da d işçi dümeniyle müdürden bir kapı kağıdı. . .
Rakının , şarabın, fasulye pilakisinin, Çingene palamudu
nun tadını unutmuştu yıllar yılı. Eh be, n e günlerdi o günler!
Seferden dönmüşlerdir. Sulusepken, ayaz, vıcık vıcık yerler.
Sürmencli'ylc kaldırmışlardır g;ocukb.rın yakalarını. Köprü,
kirli kurşuni deniz, ıslak mavnalar. . . Lakin Sürmeneli . . . E h o
da çoluk çocuk sahibi. Hem ne bilsin yıllardır burada yattığı
nı? Bilse arar, sağlama arar, aramamazlık etmez. Bilmiyor.
Mescle orada değil, geniş adımlarla geçerler köprüyi L Eın i nö
n ü , Balıkpazarı, Rum oğl u n u n mc y hancsi. Tıklı m tıkl ı m .
U zu n bvorili Rum oğlu bulmuş kat:ıyı, a l a ti·a ng a bir türküy
le meyhaneyi kiliseye çevirmektcdir Hiç kimsenin aldırdığı
66
yok . M illet dalmış Çingene palamuduna. Sürmeneli kırmızı
soğanla lakerdayı severdi. Bir de sardalyeyi . Sardalyeyi değil
de kırmızı soğanı o da severdi. Son gece miydi o gece? Kar
savruluyordu lapa lapa . Meyhanc kokusu yüklü ndesicriyle
çıkmışlardı meyhancdcn de Ayscl'e rastlamışlardı kıyıda. Eh
be Ayscl ! Güzel değildi pek öyle ama, içli bakışları vardı. Za
vallıydı. Kurtul mak istiyordu . "Öieceğim ya da öldürecekler ! "
diyord u . Ölümden değil, öldürülmekten korkuyordu . Sevmi
yordu bu hayatı, tahişeliği sevmiyord u . "Elimden gelmiyor.
Eğlendiremiyorum . Numara yaptığımı saıııyorlar, dövüyorlar
beni. Halbuki, valiahi becercmiyorum . B u yüzden geneleve
bile almadılar. Alsalar, hiç olmazsa boğazım çıkardı ! "
Kaptan içini çekti.
Sürmeneli'den fena korkmuştu Aysel . Korkulacak kadar
da vardı hani . Bıyık pala, kaşlar püskül, saçlar kara kara, lüle
lüle, uzun uzun, tirlamışlar gemici kasketinin altından . Nasıl
kaçmış, Kaptan 'a nasıl sığınınıştı !
O Aysel olsaydı şimdi . . . Adresini bilse, para gönderir,
mektup yazar, "Acele gel ! " derdi. Gelirdi Aysel . Tu tardı ona
yakın mahallelerde bir oda bir m utfak, verirdi şu ku mar pa
rasından altı aylığını peşin, atardı kadını. . . Nikah bile kıydı
rırdı be!
Gırtlağı parçalanırcasına öksürdü .
Kıydırırdı tabii, vız gelirdi herkes. Burada kim, ne bilecek
ri Aysel'i? Görüşme günlerinde gelir, avlunun kıyısında bir
yana çekilirler, diz dize, solu k sol uğa .
. .
Yeni bir sigara yakmak için davranı nca, Kaya Ali'yle Ta
vukçu kibrit koşturdular ama Kaptan , kendi kibritini çıkardı
ağır ağır, ağır ağır çaktı, ağır ağır ateşledi.
Kaya Ali , "Ağ.ı!'' ded i .
Kaptan baknı.ıdaıı s ord u :
""' H a ? ,,
67
"Arkadaşlar diyor ki . . . "
"Ne diyor?"
"Yarın badana yapacağız duvarları amma . . . "
Döndü:
"E?"
"Hiç, yapacağız evvel Allah . . . "
" Peki ? "
Tavukçu, Kaya Ali'yi dirsekledi.
Kaptan :
"Ne dedi? "
"? . . "
"Ne dedi be?"
"Hiç canım . Dedim ki, adam size tencere kaynatıyor, çay
kaynatıyor, cigara da veriyor. Daha ne istiyorsunuz? Doğru
east da böyle. Tencere kaynat, çay kaynat, cigara ver, duvar
ları badanalattır . . . "
"Ne dediklerini ne için söylemezsun ? "
Tavukçu araya girdi:
"Bu adembaba milletinde ar, haya, namus arama ağa ! "
Kaptan birden patladı:
"Ne diyorlar deyrum sa! "
" Diyorlar ki, ağamız gibi ağa yok. Allah her tuttuğunu al
tın etsin, kesesine H alil İbrahi m bereketi versin ya, mangai
daki kömürlerin sıcaklığı camsız pencerelerden uçup gidiyor
diyorlar senin anlayacağın . . . "
Anlamıştı anlayacağını . Anlamıştı ya , zaten aklındaydı
onun da. Pencereleri camlatsa, çcrçeveletse . . . Günün birinde
nasıl olsa Sölezli'ylc ötekiler i t1ahını keseceklcrdi.
"Yarın hatırlat! " dedi .
İ kisi iki yandan başladılar:
"Sağ ol ağa , var ol ağa . "
. .
70
Koğuştan çıktı .
İzmirli sevinçle Tavukçu'nun ustune atıldı, bir çelmede
adamı betona yıktı. Tavukçu'nun canı yarı mıştı ama, küfü
rün , sızlanmanın, hele ana avrat sövmenin sırası değildi. Ka
ya Ali şakadan yediği bir tekmeye aldırmadı. Yalnız Beton,
"Bana takılınayın arkadaşlar, şakayı sevmem ! " dedi .
Dedi ama, hürya üstüne. Bir karakucak, sonra bir karga
tulumba. Kupkuru Beton havaya tüy gibi kaldırıldı, götürü
lüp Kaptan'ın yarağına atıldı. Kaya Ali bu kadarını aşırı bula
rak çıkıştı :
"Ağamı zın yarağıyla şaka yok arkadaşlar! Bak, sonra kü
lahları değişiri z ! "
Kaptan koğuşa dönünce tüm sululuk şıp, kesildi.
Çeyrek saat sonra cezaevi koridorları adembabaların yay-
garalarıyla doldu:
"Yatak sataaan ! "
"Hani ya zorlu bir yatak yorgan sataaan ! "
"Yatak satan, yorgan sataaaan ! . . "
İ kindiye doğru bu iş de bitti. İçieri paçavra ya da kı tık do
lu yatak, yorganlar koğuşa getirildi, duvar diplerine yan yana
serildi . Bütün bu işleri Kaya Ali düzenliyor, hiç kimse başkal
dırıp taş koymuyordu.
Sölczli 'nin koğuşundan omuzunda siyah gocuğuyla dö
nen Kaptan arkadaşlarını yataklarında dirsek keyfi yapar gö
rünce, kaba H itit heykcli yüzü yumuşadı, gözleri parladı. O
da yarağına geçti . Sevinçten ağlayacaktı . Tertemiz, bembeyaz
duvarlar arasında elle tutulacak bir ferahlık vardı .
Kaptan heyecanla Kaya Ali'yi gene ödcvlendirdi :
"Git yarın marangoza, yapsunlar çerçevcleri, taksunlar
camları . Gelsin alsunlar parasını bende n ! "
Öyle d e yapıldı . Kim bilir hangi insafsız karakışta parçala
nıp koğuş betonunda yakılan çe rçeveler yeniden onarıldı,
71
camlar takıldı. Tepeleme, kıpkırmızı manga) odayı iyice ısırı
yor, ateşin sıcaklığı camsız pencerelerden uçup gitmiyordu.
Daha sonraları üst baş, ayakkabılar uyduruldu. Artık hiç
bir adembaba betona çıplak ayaklarla basmıyordu. Herkesin
iyi kötü bir ceketi, bir pantolonu olmuştu . Kara, kuru yüzle
re renk gelmişti , gözlerin içieri gülüyord u. Ot otlamak, çöp
tenekelerinden yiyecek aramak tarihe karışmıştı .
Toklukla birlikte 72. Koğuş'a edep, haya, ar, namus da
girmişti . Başka koğuştan misafirler geliyor, başka koğuşlara
misafirliğe gidiliyor, çaylar kaynıyor, kahveler pişip bol bol si
gara içiliyordu.
Sölezli 'ye gelince . . . Hali h al değildi onun. Öfl<.eden bir
deri bir kemik, kendi kendini yiyor, Pilra için köye haber üs
tüne haber yolluyordu. İlk zamanlar para bol bol geldi ama,
sonraları tavsadı . İsteyişin sonu gelmiyordu. Zaten bilirierdi
mallarını. Kumara kendini kaptırdı da başladı mı, yutsu n, yu
tulsun, günlerce sürer giderdi .
Postayı kestiler. Zeytinlik, tarla, dükkan , cv onundu ger
çi, dilediğince davranmak hakkıydı ama , evinde karısı, çocuk
ları, sırtında da yarılacak yılları vardı daha .
İfrit oluyordu. Koğuşundaki halılar, kilimlcr, kat kat elbi
selerlc semaver filan satılıp paraya çevrildi, paraların büyük
bir kısmı da Kaptan'ın cebinc girdi .
7?
9
�
73
boyunlarında, boğazlarında d uyuyor, kuduruyorlardı. Ah
şimdi laf söz anlamaz, vurdumduymaz kilitler insafa gelip
açılsa da, besiye çekilmişe benzeyen azgın boğalar üstlerine
saidırsatard ı !
"Ah! " dedi Dereköylü Hatice. "Hani o günler? "
iri siyah gözlü Fatma iç geçirdi:
"B izi parçalarlar tckmil ! "
"Parçatasınlar kız, etimi lokma lokma etsinler . . . "
Kılartıyla güldüler. Kapı gardiyanının kupkuru karısı kadın
gardiyan , elindeki yün örgüden başını kaldırıp arkasına baktı:
"Ne o gene, aygır kokusu almış kısrak gibi kişnediniz?"
Yeni bir kişneme.
"Tuh size . Utanmıyorsunuz değil mi?"
Kuru Nedime :
"Ne var utanacak?"
Dostunu kocaman ekmek bıçağıyla Mercan'dan aşağı ko
valayıp kuluncundan vurmaktan on sekiz yıla hükümlü oldu
ğunu bildiği için oldubitti çekinirdi . Cevap vermedi. Verme
di ama, Ncdime yine de peşini bırakmadı:
"Gece herifıni koynuna çek yat, gündüz gel burada bizi
ayıpla. Yağma yok kızı m . Erkek diye taşa sapianıyoruz açık
çası ! "
Doğruydu . Erkek yerine erkeklerin kirli çamaşırlarıyla sa
bahladıkları, kirli, lekeli külotları , gömlekleri yüzlerine göz
lerine sürdükleri de yalan değildi.
Bobi'nin, parçası on kuruşa yıkatmak üzere getirdiği er
kek hükümlülerin kirli çamaşırlarıyla ne hayaller kurulmaz,
sabahlara kadar neler düşünülmezdi .
Gardiyan kadın , " Doğru ," demek zorunda kaldı. "Allah
yardımcınız olsun ! "
" İ nsan doğru oturup doğru konuşmalı . Ben kırkı mı aş
tım , bu, bu ya? Şu kaşa, şu gözlere, şu gerdana bak ! "
74
Ayşe kıpkırmızı kesildi ama memnundu. Dostuyla bir
olup elli beşlik kocasını ahırda baltayla parçalamış, İpten ken
dini zor kurtarmıştı . Yatılacak daha yirmi iki yılı vardı. "Allah
bir sebep halk ctmezse" * kırk dört yaşında çıkacaktı ki, Ne
dimc bir gün , "Ondan sonra at kendini dcreye ! " demişti .
Bobi o sıra bir kucak kirli çamaşıda deli deli gelmeseydi,
Ncdime'nin çcnesi kolay kolay durmayacaktı . İpince, simsi
yah kaşlarıyla Bobi'ye çapkınca baktı :
"Ne o gene orospu çocuğu? "
Bo bi :
"Çamaşır getirdim size anneciği m . "
"Sağ o l yavrum . S a ğ o l ama, o çamaşırlar gene korkarım
Güzel Fatma'ya geldi ? "
"Yok sana mı gelecekti lahana turşusu? "
"Zina"dan tutuklu Güzel Fatma kara kaş, kara göz, sim
siyah saçlarıyla azgın bir kısrak gibi fırladı yerinden . Bobi'nin
yanına geldi:
"Kimden?"
Sölezli, yahut o ayar zengin hükümlülerin çamaşıriarına
öylesine alışınıştı ki, gene onların birinden sandı . Bobi,
" Kaptan'dan ! " dedi.
"Kaptan 'dan mı? O da kim ? "
"Kilimci . U lan asıl para babası b u şimdi ! "
"Yeni m i düştü? "
"Yeni düşmedi ama, yeni kalınlaştı ! "
"Nasıl?"
Bobi her şeyi uzun uzun anlattı. Sonunda, " Karı budala
sının biri ," dedi . "Nene lazım sen in? Yıka, al ınangırını, şük
ret Allah 'ına ama, Bobi'yi de kollama lı. Yoksa anaın avradıın
olsun taş koru m tekerinc ! "
75
Gardiyan kadın başını sertçe kaldırdı :
"Çamaşırları bırakıp defolsana Bobi ! "
Bobi çamaşırları Fatmaya verdi, gardiyan kadının yanına
geldi :
" Korkma ablacığım, Fatmanı yemem. Bu seferki çamaşır-
ların sahibi titiz de onu anlatıyordum . . . "
Nedime takı ldı:
"Gel beni ye Bobi ! "
"Seni mi? Allah yazdıysa bozsun. Seni yemek için bir ton
bal ister! "
"Ya . . . demek hemşerini madara ediyorsun?"
Bobi, "Yok yok . . . " diye hızla uzaklaştı. Ta karşıdaki baş
gardiyanı görmüştü . Elinde düdük, kara kara diki liyordu ge
ne. Yanına gidince sordu:
"Ben sana karılada çene etme demiyor muyum ? "
Bobi yılıştı, gerçekten bi r kedi gibi yaltaklanmaya, başgar
diyana sürtünmeye başladı :
"Diyorsun babaoğım . B e n senin sözünden çıkar mıyım
hiç? Kahpeler beni çeneye tuttular da ellerinden zor kurtul
dum. Kahve içecen mi kahve? İstersen Boğaziçi cigaram da
var ! "
"Nerden esti ? "
Kaptan 'dan demeyi uygun bulmadığı için, " Üzümünü ye ,
bağını sorma başefendi ! " dedi .
İdarenin taş merdivenini birkaç sıçrayışta çıktı, ta dipteki
küçük odasına gitti . Bu oda yalnız Bobi'nin değil , cezaevi ka
leminde ya da öteki gardiyanların yardımcılığında çalıştırılan
mahpus meydancıların ortaklaşa kullandıkları daracı k, ru tu
bet kokah bir odaydı . Çabucak başgardiyanın kahvesini pişir
di, odası na götürdü . Boğaziçi sigarasını da önüne paketiyle
kovdu.
" Ben gidiyorum . Başka bir emrin var mı?"
76
"Yok. "
Odasına döndü, ki.içi.i k tahta sandığının üzerine oturd u :
Şu Kaptan budalasını nasıl söğüşlemeli, elindeki dcrnet
dcrnet mangıdardan nasıl uçlanmalıydı? Dün, önceki gün
uzun uzun aniatmıştı öteki hükümli.i lerin kirli çamaşır düme
niyle kaniara yolladıkları mektupları . Dinlerken gözleri parla
mıştı enayinin. Utanmasa, "Benden de götürür müsün?" di
yecekti a ma utanıyordu, besbclliydi bu. Hatta hastane ya da
dişçi dümeniyle müdürden kapı kağıdı almasını bile söyleye
mcmişti . Değil mi ki utanıyor, açılanııyor, kendi açılsa ne
olurdu sanki?
İçinde çayını, kahvesini, şekerini, sigarasını sakladığı san
dıktan kalktı, kısırnlara açılan meydan yerine indi. Kısa boylu
Tatar gardiyan meydan yerine bakıyordu o an. Birbirlerini
hiç sevmezlerdi. Daha doğrusu Tatar, müdürün meydancısı
yım diye sıra gardiyanlarına boş verişine tutul uyordu.
"Ne o gene? Ne var? "
Bobi, "Aç ! " dedi.
"Nereye gideceksin ? "
"Aç yahu , kısırnlara geçcccm be . Başefendinin emri var. . . "
"Başefendinin emri," Tatar gardiyanın belini büktü. Yok-
sa bilirdi ona yapacağını. Hoş, nasıl olsa hesaplaşacakları,
burnundan getireceği gün gelccekti .
Kapıyı küfürle açtı , arkasından, " Eh," dedi. "Bir gün eli
mc düşersin elbet ! "
Bobi duydu, aldırmadı. Müdür, sonra başgardiyan arkası
olduktan sonra Tatar ne yapabilirdi?
En üst kattaki 72. Koğuş'un kapısında karşıtandı gene.
Kaptan elinden tuttu , yüzüne çocuksu çocu ksu bakarak, bir
şeyler söylcmcsini, çamaşırları verdiği Güzel Fatma 'nın nasıl
karşıladığını anlatmasını bekkd i . Bobi de bunu sezdiği lülde
a l dırmad ı oralı değil da\Taııdı i l k i n . Kaya Ali , Tavukçu ti bn
,
77
yanlarında, kulak ınİsatiri oluyorlardı. B u heritleri oldubitti
sevmediğinden, azarladı:
"Ne var? Ne dikiliyorsunuz?"
Bozuldular:
"Hiç. Çay m ay içecek misin diye soracaktık . . . "
Kaptan baştan savdı:
"Sorulur m u bu da? Demleyun çay, da! "
Kaptan'ın köşesine gidip yatağa karşılıklı oturdular.
Bobi, "Fatma'ya senden bahsettim . . . " dedi.
Kaptan'ın gözleri büyüdü, parladı:
"Bendeen? Ne dedü? "
Nişangahsız atınaya başladı:
"Vukuatını anlattım, hayran old u ! "
"Kaptanliğumi d e soyledun m i ? "
"Söylemez olur muyum Kaptan?"
"Boğaz vapurlarında kaptan olmadiğumi, Marsilya, Ala
maniya, Rusiya'ya sefer ettiğumi de soyledun mi?"
"Her şeyi söyledim . Dedim ki, bu adam öteki mahkumla
ra benzemez. Çamaşırını iyi yıka, ütüle, mangırı fazla verir
dedim . . . "
"Ne dedu?"
"Öyle yiğit adamın çamaşırını yıkamak benim için şeref
dedi ! "
Kaptan, ağır Hitit heykcli olmaktan çıkmıştı . Yerinden
kalktı, tekrar otururken koğuşa haykırdı:
" Demlensun çaylar, sebilullah sebil ! "
Kaya Ali, yanındaki Tavukçu 'ya fısıldadı:
"Bunların arasında var bir dümen amma, ne?"
Tavukçu dcmliğc kuru çay atarken başını salladı:
"Var. Kim bilir?"
"Öyle içcrliyonım ki şu Bobi'yc ! "
"Ya ben?"
78
İ zmirli 'yle Beton geldiler.
" Kaya Ali be," dedi İ zmirl i . "Bu Bobi'nin dümeni ne Al-
lahını seversen ? "
" B i z d e onu konuşuyorduk ."
" Kaptan'ı bayağı avucunun içine aldı ! "
"Aldı ki aldı . . . "
"Zararı sonunda bize dokunmasın da . . . "
Kaptan 'ın sesi:
"Ne toplandinuz arda, dağılı n ! "
B o bi:
" Boş ver! Biz kendi dalgamıza bakalım. Şimdiye kadar Sö
lezli'nin, Süleyman Bey'in , ötekilerin çamaşırını ben götür
düm bu karıya. Hepsini de anlattıydım ama, hiçbirini senin
gibi inceden ineeye sormadıydı . Hani desem ki, Kaptan sana
abayı yakınış, senden mektup istiyor desem . . . "
"Yazar mi?"
"Yazar gibi geliyor bana ... "
"Bir yazsa, hani bir yazsa . . . "
"Ne verirsin bana?"
"Al iki gözümü, yüreğimi al ! "
"Peki . Bir gün o da olur. Olur ama, gözünle yüreğin sen
de kalsın . Mangırla ödeşiriz. Oldu mu?"
Siyah şayak pantolonunun cebinden bir tomar para çıka-
rıp önüne koydu :
"Al istediğun i ! "
Bobi kibar davranarak iki onluk aldı:
"Biri beni m, birini de Fatma'ya �eririm . . . "
"Fatma" sözü Kaptan'ı sarstı :
"Olmaz. Bir ellilik ver. . . Al ! "
Bobi mem nun, paraları ccbine sokarken , "Yaşa," dedi,
"usul crktı.n bilen adam başkadır . . . "
Çayıııı içip kalktı.
79
Bobi gece koğuşta, herkes uyuduktan sonra, beyaz bir ka
ğıda Fatma'nın ağzından şunları yazdı:
80
lO
�
81
kırar, iskemle devirirdi. Benim Kaptanım benden başkasm ı
sevmedi bana gelinceye kadar. İstesc onu sevmeyecek kadın
yoktu. istemedi. Beni beklcdi. Allah benim sevgimi ben da
ha doğmadan düşürmüştü yüreğine . . . "
Boyuna sigara tazeleyerck yıllar yılı ulaşmak istediklerine
ulaşmışçasına düşünüyor, tertemiz şubat göğündeki pırıl pı
rıl ay, avlunun bir kenarındaki kırmızı kiremitli yapı, daha
ötelerde dalgalı bir deniz karmakarışıklığını hatırlatan kalaba
lık ağaçlar, iki gümüş çizgi gibi parlayan tren rayları , çatılar,
duvarlar, şu bu yüreğinden neşeli bir türkü gibi geçiyordu.
fatma, Güzel ratma sonunda kendisine meyletmişti ha? De
mek Sölczli'lere, Süleyman Bey'lere, Boşnak Ali'lerc, Necip
Ağa'lara boş veren fatma ona boş vermemiş, belki de vere
memişti . Veremezdi . Çünkü ötekilerden hiçbiri onun gibi
babasının kanını yerde komamaktan düşmemişti. Kimi para
çalmak, ki mi kadın için adam öldürmek, kimi toprak yüzün
den elini kana bulanıaktan düşmüştü.
Yalnız, Bobi , bütün bunları kadına inceden ineeye anlat
mış mıydı? Anlatmadıysa, Fatma da gereği gibi arkadaşlarına
anlatamaz, sevdiği adamla onlara gereği kadar kurum sata
mazdı.
Ertesi gün öğleye doğru temiz çamaşırlada gelen Bobi'ye
ilkin bunu sordu . Kurnaz Bobi :
"Ayıp etti n ! K"lrıya seni senden iyi anlattım . Öyle bir an-
lattım ki, dayanaınadı, bir mektup yazayını öyleyse, dedi . . . "
Kaptan heyecanla ellerine sarıldı Bobi'nin:
"Yazdu mi?"
Bobi ellerini çekti :
"Yoook, acele mingan is! Peşin söyle çayı, sonra . "
"Çay ını, çay mı? Olsun feda dünyanun bütün çayları . H e
e y Kaya Ali . Denıle çay, getir bize . Scbilullah scbil için h e p i
nuz d a ! "
82
Bobi'yi yarağına çekti, karşılıklı oturdular. Boğaziçi pake-
ti ortaya atıldı .
"Demek böyle? Demek dedi yazayum mektup?"
Bobi'nin hiç acclesi yoktu :
"Önce sökül bakalım müjdemi ! "
"Müjdeee? İstediğun olsun müjde . Al ! "
Demetle parayı attı önüne.
Bo bi:
"Helalinden kendi clinle ver ! "
İ ki onluk ayırıp uzattı.
"Az," dedi Bobi .
İki daha uzattı .
"Bu da az ama, neyse bu scfcrlik . . . "
Akşam yazıp dört yerinden sigarayla yaktığı mektubu
verdi.
Kaptan 'ın Hitit heykcli sevinçle, şaşkınlıkla sarsıldı. Mek
tup burcu burcu kokuyordu, lavanta kokuyordu, kolonya ko
kuyordu . Bu kokular Kaptan 'ı bir anda sarhoş etmiş, gerile
re, yılların gerilerindeki kim bilir hangi genelevin tıpkı böyle
83
"Anlattı m . "
"Boğaz vapurlarıncia kaptan olmaduğumi d a anlattun mi?
"Anlattım yahu hepsini anlattım be ! "
"Buraya n e için duştuğumi?"
"Ööööööf Kaptan, patlatırsın insanı ! Anlattım dedim ya.
Yaz sen cevabı. . . "
Kaya Ali'ye para verildi, bakkaldan süslü zart1a kağıt ıs
marlandı . Üst üste çaylar, sigaralar içildikten sonra Kaptan
bir kenara çekilip Kaya Ali'nin getirdiği süslü kağıda ıkına sı
kına, zorla birkaç satır yazdı, Fatma gibi kolonyaladıktan
sonra zart1adı, B obi 'ye teslim etti.
Bobi kalktı :
"V cr kirli çamaşırları n ı . "
Kaya A l i toparlayarak verdi . Suratı iki karıştı . Berbat gibi
şunu da başından defetseydi bir!
Bobi kirli çamaşırlada koğuştan hep o besili , tıkız kedi çe
vikliğiyle çıkınca, Kaptan merakla pencereye tırmandı, her
zamanki gibi kalın bilekli kollarını demiriere geçirerek tüne
di, çamaşırların verilmesini bckledi . Kırmızı kiremirli yapının
kapısı Kaptan'ın oturduğu pencereden rahatça görül üyordu.
Az sonra Bobi 'nin çamaşırlarla kapıya geldiğini, kapıyı çaldı
ğını, açılan kapıda ilkin kadın gardiyanı, sonra da Fatma'yı
gördü. Gülerek bir şeyler konuşuyorlardı ama, o kadar u zak
taki konuşmaları duymak mümkün değildi.
Güzel Fatma çamaşırları aldı :
"Kimin?"
Bo bi:
"Sana ne? Kimin olu rsa olsun . Sen yıkamana bak ! "
"Parçası o n kuruştan idare etmiyor. Bundan böyle o n iki-
şer buçuktan versin ler. . . "
" Em redersin hanımefendi . . . Başka bir emriniz var mı?"
Kuru Nedime sabunlu elleriyle geld i :
84
"Var hemşerim var . . . "
"Ne?"
Kadın gardiyana baktı:
"Şunu bir dakika içeri bıraksana! "
Kadın gardiyanın yüzü asıldı :
"A . . . amma yapıyorsun ha! . . Hadi ulan, bas git şurada n ! "
Bobi'ylc çıkıp kapıyı kocaman anahtarıyla ki litledi . Nedi-
me'ylc ötekiler içeride kalmışlardı. Kapının tahta çatiaklarına
gözlerini uydurup dışarıya baktılar. Nedime:
"Şu karıya öyle içediyorum ki, ulan inek karı, görünürler-
de kimseler yok. Bırak beş dakika . . . Ne çıkar sanki ? "
Güzel F atma'yla kapıdan çekildiler.
"Kimin çamaşırları o?"
fatma:
"Bilmem?"
"Sölczli'nin m i ? "
"Vallaha bilmiyorum . Getirip götürüyor a m a . . . "
"Namussu z ! "
Ayşe, Hatice ve ötekiler d e yanlarına gelmişlerdi. Çama
şırlar elden ele merakla dolaşıyor, şurasına burasına bakılarak,
sahibi üzerine fikirler yürütülüyor, en ayıp, belki de en kışkır
tıcı şeyler ileri süren Nedime Abla'nın sözlerine kahkahalarla
gülünüyord u.
H5
ll
�
86
"Soyle git boyle. isterse alsun yanina anasu ni . . . "
"Söylerim. "
"Yaptiriruz n ikah, olur resmi ka ri m . . . "
"Cezası doluncaya kadar beklcrim diyor! "
Kesenin ağzını d a adamakıllı açmıştı . Temiz çamaşırlar
geldikçe Bobi'ye bahşiş üstüne bahşiş veriyor, Güzel Fat
ma'ya çoraplar, elbiselik kumaşlar, kolonya, lavanta, eşarplar
yolluyor, hediyeterin yerine gidip gitmediğini düşünmüyor,
Güzel Fatma'nın çıkacağı, nikahlarının kıyılacağı günü iple
çekiyord u.
Gündüzleri elleri arkasında, kendi kendine tenhalarda
volta vurarak Fatma'yı düşündükten başka, geceleri adem
babalar uyuduktan sonra tünediği pencereden gözlerini kır
mızı kiremitti yapıya dikerek Fatma'yı, hep Fatma'yı düşü
n üyordu .
Fatma'nın cezaevi yakınlarındaki mahallelerden birinde
bir ev kiralayarak yapayalnız oturması olmazdı . Varsa annesi
ni de getirmeliydi. Yoksa, Kaptan'ın Rize köylerinden birin
deki kırış kırış annesi ne güne duruyordu? Gelir, güzel geli
niyle birlikte oturur, onu yabancı gözlerden, yabancı saldırı
larından korurdu. Allah vardı, günün birinde elbet bir sebep
yaratır, ya af, ya da modern cezaevlerinden birine yollanır,
sonunda Fatmasına kavuşurdu.
En çok, af ya da bir başka yolla çıkışını düşünmek hoşuna
gidiyordu . Hiç ummadıkları anda af alımış. Açılmış kapılar,
millet sevdiklerine kavuşmuş. O da çıkıyor. Kapıda gözyaşla
rıyla bekleyen Fatmasının tombul, beyaz elini eline alıyor,
"Sus," diyor, "ağlama. Bak, çıktu m . Bu ndan böyle birbirimi
ziniz. Haydi peşun gideluın anama ! "
Atlıyarlar bir taksiye, tutuyorlar İstanbu l ' u n yol u n u . Mi
n areleri , kurşun kubbcleri, Galata'sı, Karaköy'ü, Adaları'yla
İ stanbul! Böyle büyük bir şeh i r görmediği için fatnıa şaşı -
H7
yor. Az daha sokuluyor yanına. Gözleri şaşkınlıkla, korkuyla
alabildiğine açıl mış. " Korkma ! " diyor, "Yanında ben va
nın ! "
Geceyi İstanbul'da, Sirkeci ya da Tepebaşı 'ndaki bir otel
de geçirip ertesi gün sabah sabah arlıyorlar kocaman bir va
pura. Vapur Boğaz'ı geçip Karadeniz'in oynak suları nda çal
kalanmaya başlayınca Fatma'yı gene bir korkudur alıyor. Bin
memiştir şimdiye kadar vapura. Batacaklarını sanıyor, m idesi
bulanıyor. Acıyor Fatma'ya. En iyisi vapur değil de taksidir.
Yüz lira olsun isterse . Atlarlar. Taksi tozu dumana katarak tu
tar anasının köyünü. İhtiyar kadın hiç beklemiyordur. Yü
zündeki kırışıklar daha artmış, gözleri daha yitirmiştir nuru
nu. İ kisi iki yandan ellerine sarılıyorlar ihtiyarı n . "Ana," di
yor, "anacuğu m . Bak sana getirdum gelinuni ! "
Ağlıyor fokara ihtiyar. B asıyor bağrına geliniyle oğlunu,
onları bu mutlu günlere ulaştıran R..ıbbine şükrediyor.
Ama köyde çok kal mamalılar. Deniz adamıdır o. Ekmeği
ni, karısının çorabını, renk renk, biçim biçim giysilerini, İs
tanbul'un bitmez tükenmcz eğlenti yerlerinde Fatmasıyla ya
şamasının parasını denizden çıkarmak zorundadır. Cibali, Fe
ner ya da Balat'taki hemşerilerinin yanında iki odalı bir ev uy
duruyor, sokuyorlar başlarını.
Hemen hemen bütün geceler bu türlü tasarılada sabahı
ediyordu. Sabah olup da koğuş kapıları açılınca hayalleri par
çalanıp dağılıyor, 72. Koğuş'un sert gerçeğine tosluyordu .
Yirmi kocaman yılı vardı daha yatılacak. Af nerdeydi? Mo
dern cezaevi nerde? Kim bilir, belki de buradan hiçbir zaman
çıkamayacak, Fatmasına kavuşamayacaktı .
Karamsarlığın acısıyla moraran yüzü asılı , ağlayacak hale
gel ir, çıkardı koğuştan. Böyle zamanlarda h içbir şey sonıla
mazdı . Sorulursa ya d uymaz, ya da dinaın it gibi patlardı .
Eğer Bobi ge lip de "Scninki diyor ki . . . d i ye başlarsa, o za-
88
man işin rengi değişir, asık yüzünün morluğu uçup gidive
rirdi .
Bobi de huyunu öğrcndiği için, sabahları eli boş gelmez
di. Fatma'dan mutlaka bir mektup getirmiştir. Balışişini alır,
mektubu verir, çayını, kahvesini, bol bol sigarasını içer, ille
Kaya Ali ' ni n ters ters bakışını geride bırakıp basar giderdi.
Mektupları kanıksadığı bir gün Güzel Fatma'dan bir he
diye geldi. Üzerinde " Unutma beni" yazısı bulunan, vernik
le ceviz çalımı verilmiş, adi tahtadan bir sigara tabakasıydı.
Kaptan çıldıracaktı az daha. Elinde tabaka, koğuşları dolaştı,
tabakasını önüne gelene gösterdi . Güldü , naralar attı, hiç alı
şılmadık biçimde önüne gelenle şakalaştı . Öyle ki , çıldırdığı
sanıldı.
Kaptan'ın çılgınlığı günlerce eczaevin i çalkaladıktan son
ra, Güzel Fatma'ya kadar ulaştı . Fatma, erkek hükümlüler
arasında isminin dotaştığını bilir, kızmazdı ama, kirndi bu
Kaptan? Onunla hiçbir ilgisi olmamıştı ki adı çıksın !
Bobi'ye sinirli sinirli sordu:
"Kim b u adam? "
Bobi, " Kaptan ! " dedi .
"Ne Kaptan'ı?"
"Hiç. Taka Kaptan'ı. .. "
"Taka Kaptan'ı olur mu? "
"Manyağın biri . Kendini şileplerle dünyayı dolaşmış sanı-
yor."
"Yakışıklı mı?"
"Yok can ı m."
"Benim adımı ağzına niye alıyor?"
"Senin adını kim ağzına almıyor ki zilli?"
" Paralı mı?"
" Pa ral ı . . .
"
89
"Beni tanıştırsana şunnan! "
"Çirkin be. Heyket gibi . . . "
"Olsun , tanıştır . . . "
Bobi'nin kafasmda gene şimşek çaktı . Fatma asıldı:
"Ha? Tanıştırır mısın ? "
"Yolunu buldurursan çalışırı m . . . "
"Buldururu m."
" Buldur hadi ."
"Göster, kolay."
" Peşin benim işleri m . Buldur, sonrasmı bana bırak! "
Fatma çamaşır parasmdan kazandığı iki buçukluklardan
kırış kırış birini koynundan çıkarıp uzattı.
"Al bakalım . "
"Avans bu , değil mi?"
"Öf çocuk, çıldırtırsın insanı ! "
Bobi sıcağı sıcağına 72. Koğuş'a koştu, Kaptan'ı buldu :
"Seni Fatma'yla görüştürürsem, bana ne verirsin ? "
Kaptan eline ayağına kapandı Bobi'nin:
"Aman ! "
"Amanı zamanı yok. Bütün bir ellilik iyi edersen olur bu
iş. Malum ya, gardiyanlara filan da koklatmak lazım . . . "
Ellilik de söz müydü? Çıkarıp verdi.
B u işin pek öyle gardiyanlada filan olacak zor yanı yoktu .
Daktorun vizite gü n ü , Kaptan 'la Fatma'yı revire çıkarmak,
revir koridoru nda karşı laştırmak yeterdi.
Hiç kimseye tek kuruş vermede n , hiç kimseye duyurma
dan Güzel Fa tma'yla Kaptan 'ı karşılaştırdı . Revir koridoru
nun alacakaranlığında Kaptan olanca ağırlığıyla tam bir Hitit
heykeliyd i . Önüne bakıyordu . D i l i kur u m uş , her yanı titri
yord u .
Bobi , " H a l h a t ı r sorsana be, ne d i k i l i p d u ruyors u n ? " d e
y i n c e , Kaptan b ü s b ü t ü n sıkı l d ı .
90
Fatma işin alayındaydı. Elini uzattı:
"Nasılsın Kaptan ? "
Bembeyaz, pamuk gibi el, Kaptan'ın elini tutmuştu . Kap
tan i ri iri terleyerek, "İyiyu m ! " dedi.
B ütün konuşma burada bitti. Fatma çekildi gitti . Gitti
ama, Kaptan'ın " Heykel"e benzeyen yüzünü, bu yüzün çir
kinliğini aniatmayla bitiremedi .
Kuru N edirne, "Yeter," dedi, "yeter. Anladık, çirkin he rif.
Çirk.inse Allah 'ın yarattığı bir yüz. Sen yarın çıkıp gidecek,
sevgiline kavuşacaksın . Biz? Biz ya? Değil Kaptan, yetmişlik
olsun razıyım kızım. Yeter ki yanı başımda cigara içsin, gece
leri erkeksi erkeksi koksun yanımda . "
Cezası dolan Fatma günün birinde usullacık çıktı gitti .
91
12
�
92
Yemekten, içmekten, kumardan kesilmişti. Yalnız Bobi'yi
görünce aşırı heyecanlada fırlıyor, ellerine sarılıyordu .
"Gelecek değul mi?"
"Gelecek dedik ya ! "
Havalandırmalarda cümle kapısına koşuyor, Fatma'nın çı
kıp gittiği kapının şurasından burasından dışarıya bakıyor,
uzun uzun bakıyordu.
Günler, haftalar, aylar . . .
"Kime bakıyorsun Kaptan? "
"Fatma'ya ! "
"Nerde? Geldi mi?"
"Geldi ya, bak, orada! Beni bekliyor! "
Eğilip bakanlara heyecanla soruyord u:
"Değul mi? Be n i bekliyor değ�l mi?"
Sonra, güya onu orada bekleyen Fatma'yla başlıyordu ko
nuşmaya:
"Fatma, geldun mi?"
93
daşlarının gözlerindeki hain pırıltıyı gören Tavukçu, "Anlı
yorum," dedi.
Beton da işin farkındaydı:
"Yapmayın , Allahaşkına yapmayın . Bize bu kadar iyiliği
var! " dediyse de Kaya Ali, "Boş ver! " cevabını verdi. "Biz de
ona karısı gibi hizmet ettik! "
Tavukçu mırıldandı:
"Karısı gibi ki karısı gibi . . . "
İ zm irli :
" Çeksin cezasın ı. Kim ona karasevdaya tutul dedi ? "
"Hiç canım . . . "
"
"> "
94
"Sen karışma lan ! "
"Zibidi, sen de . . . "
"Babanın oğlu mu?"
"Mektepli işte, mektepliliğini gösterecek ! "
Kaya Ali usullacık sokuldu Kaptan'a. Omuzundan tutup
sarstı. Kaptan başını çevirdi, dumanlı gözleriyle baktı, neden
sonra Kaya Ali'yi tanıyarak gülümsedi .
Kaya Ali:
"İn aşağı ! "
Kaptan umutla indi.
"Çıkar şu ceketi ! "
Kaptan'ın Hitit yüzü a z daha güld ü.
"Çıkar ş un u be , Fatma gelmiş, çok üşüyorum, Kaptan ce
ketini göndersin , diyor. Çıkar! "
Sevinçle sarsıldı . Sonra geç kalmış gibi çıkarırken telaşlı te
laşlı konuştu:
"Fatma mı? Fatma mı dedun? Fatma mı gelmış? Gelmış
demek? Demek üşüyormuş? Eh, çıkarayum . Nerde? Fatma
nerde?"
" Dışarda."
"Al ceketumi ! "
" Pantolonu d a . . . "
" Pantolunu mi?"
" Pantolunu da. Versin yıkayım dedi ! "
"Al, yıkasun . . . "
" Ku nd uraları da vereceksin . . . "
"Vereyum al. Beni gönderecekler İmralu'ya, verirler ora
da baa yenulerini. Sen söyle ona, pekiernesun beni purda,
gitsun köye . . . "
" Peki peki . . . "
Yalınayaklarıyla, don gömlek, çıktı oturdu pencereye . Fat
ma'nın geçip gideceği yollara dikti gözlerini. fatma'nın ge
çip gittiği yollarsa karlar altındaydı .
95
13
�
O yıl kış her yıldan çok oldu. B aşta Beton, Fitil, Tavukçu ,
İzmirli, tam on adembaba soğuktan donarak öldü.
Bahara doğru Berbat da ensesini kaşıyarak 72. Koğuş'a
döndü. Hiç kimse dikkat bile etmedi. Kaptan zaten nereye
baksa Fatma'dan başkasını görmüyordu. Berbat'ınsa hiç kim
seden özür dilemeye niyeti yoktu . Bir kenara çekildi, tembel
tembel esnedi.
Bir dahaki karakışta bir sabah gardiyanlar Berbat'la Kaya
Ali'yi donmuş buldular. Kaptan da pencere demirlerine ya
pışmıştı . Kuvvetli ellerini demirlerden sökmek zor oldu . Yarı
yarıya donmuştu ama kalbi hala atıyord u .
Scdye getirip revire kaldırdılar.
Ölmedi. İ ri gövdcsi hastalığı yenmişti . Ke ndine gelir gel
mez, "Fatma ! " dedi . "Söyleyin Fatma'ya beklcmesu n . Beni
İm ralu'ya salac:ı.klar, cezam dolunca . . . "
96
Hastabakıcılar, "Söyledik," dediler, "köye gitti, ananın
yanına. Seni orada bekleyecek ! "
Yataktan fırlarcasın a doğruldu :
"Gittu mi?"
"Gitti . . . "
"Yalan soyliyersinuz. Pirakup gitmez beni Fatma! "
Taburcu olur olmaz cezaevinin büyük demir kapısına koş-
tu, deliğc gözünü uydurup baktı . Sonra sevinçle döndü :
" Demedum mi? Beni pirakup gitmez demcdum mi? Ora
da işte. Kar yağmış çarşafuna. Çırp karlari Fatma, çırp çarşa
fundaki karlari! "
Tekrar bahar geldi, arkasından yaz . Kimsesizlerin sahibi
güneş tam zamanında yetişti. Kirazdan sonra kavun , karpuz,
üzüm . . . Daha sonra havada oynak, beyaz bulutl ar, arkasın
dan yağmurlar, daha arkadan da lapa lapa kar . . .
B u seferki kış bundan öncekilere benzemeyecekti.
İ htiyarlar, "AIIahualem , kış bu yıl zorlu gelecek! " dedi
ler.
Gerçekten de zorlu geldi . Kar aralıkta başladı, şehirlere
kurtlar indi. Yollar, beller tıkandı . Korkunç fırtınalar yolları
nı yitirenleri donduru donduruverdi. Kaptan'ın ağır Hitit
heykcli bile bu kışa dayanamad ı . Sabahleyin 72. Koğuş'un
kapısını açan gardiyanlar işi aniayarak koştular: Kalın parmak
larıyla Kaptan pencere demirlerini öyle kavramıştı ki, ct, kc
mik, demir birbirine perçin olmuştu sanki . Kalbini dinledilcr,
atmıyordu artık. Nabız atmıyord u . Koca beden kaskatı kesil
mişti . Pencereden çekip almak istediler, olmadı . Bir ton, iki
ton , beş ton ağırlığındaydı sanki .
Tekrar zorladılar.
Gardiyanlardan biri, " Kcskiyle çekiç lazım ! " dedi .
Dışarıda kuvvetli güneş beıiıbcyaz karları gıcır gıcır parla-
tıyord u .
97
Bir ara ufacık bir serçe kuşu bir an Kaptan 'ın penceresine
kondu, içeriye doğru bir şeyler bıcırdadı bıcırdadı . .. Sonra
şaşkın, ürkek, aşağıya baktı. Aşağıda, ta aşağıda, dipte, karlar
üzerinde gördüğü bir taneye doğru kendini bıraktı .
İstanbul 1 953
98
Türk edebiyatının en önemli kalemlerinden biri ol a n O r h ;ı ı ı
dile getiriyor.
§ EVERE§T