Üretkenlik Takıntısı Farkındalığımızı Öldürüyor

You might also like

Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 3

ÜRETKENLİK

Üretkenlik Takıntısı Farkındalığımızı


Öldürüyor
 Gizem Saruhan
16 OCAK 2023, PAZARTESİ

Sosyal medyada “Thrive” hesabının paylaştığı bir gönderi hakkında kendi kendime
konuşurken “bunun hakkında bir yazı yazsam mı?” diye düşünmeye başladım. Cevabım
açıkça ortada. Buyrun. Bu yazı üretkenlik takıntısı hakkında olacak. Bu yazı, aslında kendime
karşı üretkenlik takıntımın da kanıtı olacak.

Dönelim yazının ana kahramanına. Thrive’ın gönderisinde şu cümleler yazıyor, “her zaman


bir şeyler yapmak zorunda değilsin. Sadece var olabilirsin ve bu yeterli.”

Bu sözleri bir yandan çay içip bir şeyler izliyor ve dinliyor, aynı zamanda da sosyal medyada
geziniyorken biraz zihnimde sindirmeye çalışıyorum. Burada duralım istiyorum. Ne
yapıyorum ben? Yaptığım tüm bu eylemler bu kadar önemsizse neden yapıyorum? Hepsi çok
değerliyse neden tek bir ana hepsini sıkıştırıyorum? Evet, sıkıştırmak. Bu kelime o kadar çok
şeyi ortaya koyuyor ki. İlkokulda çözdüğümüz havuz problemlerini hatırlarsınız. Her
musluğun, havuzu doldurma kapasitesi vardı. Bizler de kapasiteye sahibiz. Hemfikiriz değil
mi? Peki ya, X işini yaptığımız bir saat içinde hem X hem de Y yapmaya çalıştık ve
başardıysak, bunu nasıl yapmış olabiliriz? Hayır, kendimizi maksimum performansımıza
zorlamadık. Hayır, kapasitemizi bir anda arttırmadık. Keşke öyle olsaydı. X işindeki tüm
titizliğimizi oldukça minimum seviyeye çekerek, X’e verdiğimiz önemi düşürerek, X
hakkında yaptığımız araştırmaların süresini azaltarak, X’in kalitesine dair olan beklentimizi
indirerek yaptık. X’ten alabileceğimiz bambaşka bir ilhamı kaçırarak yaptık. Zamanı
sıkıştırdık. Zamana sıkıştırdık.

Bu yazı biraz ofansif olabilir. Aslında gerçekten biraz kızgınım. Bu yazıda anlatacağım
şeyleri fark etmiş olmak içimde pişmanlık ve öfke yarattı. Göz göre göre, bir elektrik
süpürgesi gibi beni içine çeken bir girdaba girmiş olmanın öfkesi bu. Üstelik bu girdap o
kadar pozitif şekilde lanse edilmişti ki, hiçbir zaman neler olduğunu sorgulamamıştım. Ta ki
yıllar sonra bu hatayı alışkanlık haline getirdiğim için tüm hayatımı nasıl etkilediğini ve beni
zevk alamaz biri haline getirdiğini fark edene dek. Korkmayın, farklı şeylerden
bahsetmiyorum. Şu ana kadar bahsettiğim her şey yazı sonundaki bitiş çizgisinin parkurları.
Tek tek atlayacağız. Unutmayın, bu gerçek bir maraton.

Ben de çoklu görev yaparak üretkenliğin zirvelerine vurduğu için kendisini zeki sanan
insanlardan biriyim. Aslına bakarsanız, o insanlardan biriydim, ama artık değilim. Aynı anda
beş iş yaptığım için kendimle gurur duyduğum, hatta ve hatta bundan böbürlendiğim günlerin
sayısı inanın hiç az değil. Ne yazık. Tüm bunlar kazanç değil de kaybettiğim, farkına
varamadan kaçırdığım güzellikler gibi geliyor artık. Bugün, her şeyi sindirerek yapan; bunları
yaparken küçük iş parçalarına değil büyük resme odaklanan biri olabilmeye çalışıyorum.

Oturduğu yerde sıkıntı basanlar için de söyleyeceklerim var. Durup dururken içimize doğan
“kesin bir şeyi unuttum, bir şey yapmam lazım ama o neydi?” soruları sebepsiz değil. Önce
bizi boş (esas problem zaten bu boş sıfatında) durmak iyi değildir fikrine alıştırdılar. Faydalı
ol, üretken ol, işini yap hatta üstüne kat fikri peşine geldi. Haydi biraz da konfor alanından çık
bakalım, kendini zorla dediler. Sen bir iş yapana kadar ben beş iş bitirdim bak diyip kendimizi
kötü/eksik/yetersiz hissettirdiler. Harika bir çağdayız, herkesin vakti çok değerli dediler sonra.
Kendinize vakit ayırın. Kendinizi sevin. Hahahaha. Önce kapasitenin çok üstüne çıkmanı
isteyip sonra da kendine vakit ayırmıyorsun demek ha? Peki. Bunu da kabullendik çünkü
sorgulayacak vaktimiz yoktu. Önce üretken olalım da sonra düşünürüz dedik. Aman geri
kalmayalım. Bir süre sonra yaptığımız işlerden sıkıldık. Heyecan duymamaya başladık. Yavaş
yavaş hobilerimize daha fazla vakit ayırmamız gerektiğini fark ettiğimiz kısım burası. Ama
durun, bu henüz fragman.

Üretken olduk, fakat bu bizi tüketti. Kendimizi o kadar zorladık ki oturduğumuz yerler


rahatsız etmeye başladı. Sunum yaptık, sunumu metne çevirip yazısını paylaştık, üstüne
videosunu çektik, elbette bir de podcast olarak da yayınlamak lazım. Bir ürünü bile en az beş
farklı ürün haline getirdik. Hayatımızı kolaylaştıran araçlar çıktı. Baktık ki bu araçlar
gerçekten de bize zaman kazandırıyor, hepsini kullanmaya başladık. Daha da üretken olduk,
kendimize de zaman bulabilmeye başladık. Sonra? O hissi şu an karnınızda duyuyorsunuz
değil mi? Bir şeyler eksik, yanlış hissi. Zihnimizi yoran şeyler sanki azmış gibi bir de üstüne
yönetmemiz gereken onlarca araç ekledik. Ne denir ki, insan kendini ancak bu kadar manipüle
edebilir.

Yine alakasız bir konuya geçtiğimi düşünmeyin ama yemek yerken neler yapıyorsunuz?
Yemek yerken güzel bir komedi dizisi izlemek iyi olur değil mi? Zaten yemek zamanları
dışında dizi izlemeye çoğu kez zamanınız olmuyordur. Veya beyniniz size, dizi izlemek
yerine içerik üretmeyi ve faydalı, üretken olmayı emrediyordur. Bir engeli daha atlıyoruz.

Daha önceki yazılarımda da referans verdiğim, farkındalık hakkında 53 farklı egzersizden


bahsedilen “Vahşi Fili Nasıl Eğitirsiniz” isimli kitabında zen ustası Jan Chozen Bays, “Yemek
Yerken Sadece Yemek Yiyin” bölümünde üretkenliğe ne kadar takıntılı olabileceğimizi ve
bunun farkındalığımızı nasıl etkilediğini anlatıyor. Günlük yaşamdan çok basit bir eylemde
bile daha üretken olayım, bu süre içinde x, y, z’yi de halledeyim dediğimi fark etmek bu
yolculukta beni öfkelendiren bir başka şey oldu. Bu egzersiz, yemek yerken başka hiçbir şey
yapmadan sadece yemek yediğiniz bir hafta geçirmeyi içeriyor. Bays bu bölümde, tek başına
yemek yemenin aslında daha farkında bir eylem olduğunu, yemek yemek için ayrılan zamanı
“vakit kaybı” olarak gördüğümüzü ve bu yüzden yemek yerken üretken olmaya çalıştığımızı
anlatıyor. Bu egzersizle ise yemeklerin farkına varmayı, onlardan keyif almayı ve aslında
sadece karın doyurmak için yemek yemektense, keyifli bir yemek deneyimini hak ettiğimizi,
bunun tamamen öz saygıyla alakalı olduğuna dikkat çekiyor.

Üretkenlik takıntısı, farkındalığımızı öldürüyor. Çevremize karşı ilgisiz oluyoruz. Bunu bile
fark edemiyoruz. Lütfen o elektrik süpürgesinin önünde durmaktan vazgeçin. Farkına varın.
Kendinizin, önceliklerinizin, şu anki huzurunuzun. İnanın yaşadığınız hiçbir negatif duygu
sebepsiz değil. Kendinizi rahat bırakın. Bugün bir gemi yaptıysanız, yarın o suyun dalgalarına
kendinizi bırakın. Sadece olun. Yazının başında geçen cümleleri düşünün. Sadece var
olmanız, kendiniz olmanız, orada öylece durmanız yeterli. Yeterlisiniz. Bir şeyler yapsanız da,
yapmasanız da.

Bays’ın kitabın bu bölümündeki son sözleriyle yazıyı bitirmek isterim. “Farkındalık


yemeğiniz ve tüm hayatınız için en iyi baharattır. Her ısırığın, her anın keyfini çıkarın!”

Bu yazının konusu: ÜRETKENLİK

https://hbrturkiye.com/blog/uretkenlik-takintisi-farkindaligimizi-olduruyor?
utm_source=dengage&utm_medium=email&utm_campaign=HBRB
%20230123&dn_channel=email&dn_send_id=112

You might also like