Download as doc, pdf, or txt
Download as doc, pdf, or txt
You are on page 1of 5

KONUŞAN KAVAL

 
Bir varmış, bir yokmuş… Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, bir padişahın iki
kızı varmış. Büyük kızın adı Yaprak, küçük kızın adı da Fidanmış.
 
Yaprak’la Fidan henüz pek küçük yaşta iken anneleri hastalanarak ölüvermiş.
 
Padişah, “çocuklarım anne yokluğu duymasınlar” diye, çok geçmeden bir kadınla
evlenmiş. Üvey anneleri, Yaprak’la Fidan’a, kendi öz çocukları gibi bakar, onları sever,
okşarmış.
 
Her iki çocuk da, gittikçe büyümüşler. Fidan yedi, Yaprak da sekiz yaşına gelmiş.
Ama gelgelelim, her iki çocuk da çirkinmiş. Sadece yüzleri çirkin olsa neyse… Doğrusu,
ahlakları da pekiyi değilmiş.
 
Üvey anneleri de, babaları da kendilerini pek çok sevdikleri, çocuklarının her isteğini
hemencecik yerine getirdikleri halde, onlar, hiç söz dinlemezlermiş. Yemek yemezler,
vakti gelince yatmazlar, çağırıldığı zaman gelmezler, hatta birbirleriyle sık sık kavga
ederlermiş…
 
Bir gün padişahın bir kızı daha olmuş. Sarayın içini bir sevinçtir kaplamış. Ama,
Yaprak ile Fidan, bu işe de sevinmemişler. Suratlarını asmışlar; ortalarda görünmez
olmuşlar.
 
Yıllar el ele verdikçe, Dal da büyümüş. Güzel yüzünden başka ahlakı da güzel olan
Dal’ı herkes seviyor, hele onun terbiyesine, iyi kalpliliğine bütün saraydakiler hayran
kalıyormuş.
 
Padişah da, sultan anneleri de, çocuklarının üçüne eşit muamele yapıyorlar; birine bir
şey alsalar, ötekilere de aynı şeyi getiriyorlarmış. Fakat Yaprak’la Fidan, bu işe hiç de
memnun olmuyorlarmış.
 
Günlerden bir gün, padişah, Hint Padişahının kızının düğününe çağırılmış. Hemen
hazırlık yapılmış. Padişah, yola çıkacağı gün, çocuklarını yanına çağırarak:
 
Söyleyin bakalım yavrularım, demiş, size Hindistan’dan neler getireyim?
 
Yaprak:
 
Bana bir top Hint kumaşı getirin babacığım, demiş.
 
Fidan:
 
Ben de babacığım, demiş, sizden altın bilezik istiyorum.
 
Sıra küçük Dal’a gelmiş. O demiş ki:
 
Babacığım, siz neyi uygun görürseniz, onu getiriniz!
 
Padişah:
 
Olur mu hiç kızım, demiş, ablaların gibi sen de bir şey iste. Söyle bakayım, ne alayım
sana?
 
Bunun üzerine, Dal, şöyle demiş:
 
Babacığım, mademki bana da bir şey almayı arzu ediyorsunuz, o halde sizden bir
gümüş tas rica ediyorum. Armağanınıza da şimdiden teşekkür ederim.
 
Yaprak’la Fidan, Dal’ın yaptığı gibi babalarına teşekkür etmeyi düşünemedikleri için
utanmışlar. Bu işi bizden önce akıl etti diye de, Dal’ı fena halde kıskanmışlar.
 
Neyse… Padişah atına binmiş, askerleriyle birlikte yola çıkmış. Az gitmiş, uz gitmiş,
dere tepe düz, gece gündüz, altı ay bir güz gitmiş. Bir deniz kenarına varmışlar. Hint
Padişahının orada bekleyen yelkenli gemisine binerek yollarına devam etmişler.
 
Dalgalardan sarsıla sarsıla, deniz üzerinde haftalarca yol aldıktan sonra, Hindistan’a
varmışlar.
 
Kırk gün, kırk gece düğün yapılmış. Hint Padişahının kızı evlenmiş. Öteki Padişah da,
büyük kızı Yaprak’a bir top kumaş, ortanca kızı (bilgi yelpazesi.net) Fidan’a bir altın
bilezik almış, küçük kızına gümüş tas almayı unutarak gemiye binmiş, memleketine
doğru yola koyulmuş…
 
O gece, padişah, rüyasında, geminin büyük bir fırtınaya yakalandığını görmüş. Gemi
bir sallanmış, bir sallanmış… Sonra büyük bir balık denizden başını çıkararak, padişaha
seslenmiş:
 
Padişah!…Padişah!. Büyük kızınla ortanca kızına istediklerini aldın da, küçük kızınla
ortanca kızına istediklerini aldın da, küçük kızına neden bir şey götürmüyorsun?
 
Padişah, balığa karşılık vermek istiyor, fakat korkudan dili tutulduğu için, ağzından
bir tek kelime bile çıkmıyormuş. Balık, şöyle diyormuş:
 
Küçük kızına eli boş mu gideceksin? Hem o senin terbiyeli çocuğun… Götüreceğin
armağan için sana önceden teşekkür eden de o değil miydi? Gemiyi çabuk geri döndür,
yoksa batırırım!
 
Balık, sözünü bitirir bitirmez, gürültü ile suya dalmış. Koca dalgalar gemiyi
sallamışlar. Balık sonra tekrar ortaya çıkarak gemiye birkaç defa kuyruk vurmuş;
sulara gömülüp kaybolmuş. Padişah da, büyük bir korku içinde yatağından fırlamış.
 
Hemen kaptana haber yollayarak gemiyi geriye döndürmüş. Hindistan’dan güzel bir
gümüş tas aldıktan sonra, tekrar yola koyulmuşlar.
 
Az gitmişler, uz gitmişler, dalgalarla, fırtınalarla boğuşa boğuşa, günlerce yol
aldıktan sonra, karaya ulaşmışlar. Padişah, atına binmiş, askerleriyle birlikte, gece
gündüz demeden dağ, tepe yorulmadan yol almış, memleketine ulaşmış.
 
Çocuklar, babalarını dört gözle bekliyorlarmış. Padişah, atıyla sarayın bahçesine
girdiği zaman, önce küçük Dal, koşarak gelmiş, babasının elini öpmüş, ona “Hoş geldiniz”
demiş. Arkadan da Yaprak’la Fidan görünmüşler. Hem koşuyorlar, hem de :
 
Hani benim kumaşım, hani benim bileziğim?! diye bağırıyorlarmış…
 
Padişah, her üç kızının armağanını da kendilerine vermiş. Büyük kız, hemen sarayın
terzisine koşarak, Hint kumaşından kendisine güzel bir elbise yaptırmış, arkasına
giymiş. Ortanca kız da altın bileziğini koluna takarak Dal’a göstere göstere gezmeye
başlamış.
 
Küçük Dal, önce büyük ablası Yaprak’a:
 
Ablacığım, elbiseniz çok güzel olmuş, demiş, güle güle giyiniz!
 
Sonra da, küçük ablası Fidan’a söyle demiş :
 
Abla senin de bileziğin koluna pek yakıştı.
 
Güle, güle sağlıcakla kullan!
 
Ama, onlar, Dal’a :
 
Sen de gümüş tasını güle güle kullan! dememişler. Çünkü kendi armağanlarından daha
değersiz olduğu halde, onun gümüş tasına pek kıskanıyorlarmış.
 
Küçük dal, her gün tasını eline alır, sarayın koruluğundaki göl kenarına giderek orada
oynarmış. Ablaları da, onun arkasından giderler, güneş altında parıldayan gümüş tasın
göle düşerek kaybolmasını beklerlermiş.
 
Bir gün, gümüş tas, nasılsa Dal’ın elinden kurtularak suya düşmüş, derinlere inerek
kaybolmuş. Dal da, tası yakalayayım derken suya yuvarlanmaz mı? Tası tutamamış,
kendisini de kurtaramamış, suların içine gömülmüş.
 
Yaprak’la Fidan, hiçbir şey olmamış gibi saraya dönerlerken, Dal’ın suya gömüldüğü
yerden küçük dalgalar meydana gelmiş. Bu dalgacıklar, kıyıya vurmaya başlamış. Birkaç
küçük dalga kıyıya vurduğu sırada, oracıkta, birdenbire bir kavak ağacı meydana
gelivermiş.
 
Dal ortadan kaybolunca Padişah da, Dal’ın annesi de son derece üzülmüşler…
Yaprak’la Fidan, Dal’ın gölde boğulduğunu korkudan söyleyemiyorlarmış. O yüzden,
padişah da kızının ne olduğunu bir türlü anlayamamış. İhtiyar halinde, durmadan
gözyaşları döküyor, yemeden, içmeden günlerini hep üzüntü içinde geçiriyormuş.
 
Onlar böyle üzüledursunlar… Sarayın çobanı, bir gün korulukta otlatırken gelip göl
kenarındaki o kavak ağacının altına oturmuş. Ağaçtan kestiği bir dalı kendisine güzel
bir kaval yapmış, ağzına getirip öttürmeye başlamış.
 
Fakat, o da ne?! Bu, öteki kavallara hiç de benzemiyor… Çok güzel ötüyor, sesi pek
uzaklara kadar gidiyor, hem de âdeta insan gibi konuşuyormuş…
 
Çoban, kavalı bir daha, bir daha üflemiş. Kaval, şöyle ses çıkarıyormuş :
 
Düttürü düüüüt… Ben küçük Dal’ım!.. Düttürü düüüüt. Ben küçük Dal’ım!.
 
Çoban:
 
Allah Allah, diyormuş, bu nasıl şey böyle? Elbet de dal bu… Biraz önce kavaktan
kopardım ya… Dal tabii… Yaprak değil ya… Halbuki o kavak, padişahın küçük kızı
Dal’mış. Gümüş tas sihirli olduğu için, onu göle düşünce boğulmaktan kurtarmış, kıyıda
kavak ağacı şekline sokuvermiş.
 
Çoban, bu tuhaf sesler çıkaran kavalını öttüre öttüre dolaşırken, korulukta gezinen
padişaha rastlamış. Kavalın çıkardığı sesler, padişahın da dikkatini çekmiş. Çobanı
yanına çağırarak kavalı elinden almış, öttürmüş.
 
Kaval:
 
Düttürü düüüt… Ben küçük Dal’ım!. Düttürü düüüt… Ben küçük Dal’ım! diye seslenince,
birdenbire, kaybolan sevgili küçük kızı Dal’ın ince sesini tanımış. O anda, heyecandan ve
sevincinden kaval elinden düşmüş. Düşer düşmez de iki parça olmuş, küçük kızı Dal
karşısına çıkıvermiş…
 
Bu bir anda olanlar karşısında, padişah önce ne yapacağını şaşırmış. Sonra küçük
kızına sarılmış, sevinç gözyaşları içinde onu doya doya öpmüş. Kaval parçalarını eline
(bilgi yelpazesi.net) alan padişah, kızı ile birlikte sarayın yolunu tutmuş. Yaprak’la
Fidan oralarda imişler. Babalarının yanında Dal’ın görünce, şaşkına dönmüşler. Sonra
Dal’a soğuk bir şekilde sarılmışlar, onu yalancıktan öpmüşler.
 
Birlikte içeriye girmişler, sultan anne de kızına yeniden kavuşunca dünyalar kadar
sevinmiş, onu kucaklamış.
 
Hep birlikte oturmuşlar. Babası ile annesinin isteği üzerine, Dal, başından geçenleri
olduğu gibi anlatmış. O zaman padişah da, sultan anne de, Yaprak’la Fidan’ın kıskançlık
yüzünden kardeşlerini kurtarmadıklarını anlamışlar. Padişah:
 
Yaptığınızı beğendiniz mi?! diyerek kavalın bir parçasını Yaprak’ın, öteki parçasını da
Fidan’ın yüzüne fırlatmış.
 
Kaval parçaları, yüzlerine değer değmez, her iki kıskanç kız da o kadar
çirkinleşmişler, o kadar çirkinleşmişler ki, yüzlerine bakılacak halleri kalmamış.
Böylece kötü kalpliliklerinin cezasını almışlar, başlarını önlerine eğerek, saraydan çıkıp
gitmekten başka çare bulamamışlar.

You might also like