T.C. Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Tarih Anabilim Dali

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 291

T.C.

BOLU ABANT İZZET BAYSAL ÜNİVERSİTESİ


LİSANSÜSTÜ EĞİTİM ENSTİTÜSÜ
TARİH ANABİLİM DALI

1848 İHTİLÂLİ’NİN OSMANLI DEVLETİ’NE ETKİLERİ VE


ALINAN TEDBİRLER (1848-1850)

DOKTORA TEZİ

SEMRA IŞIN

BOLU, ARALIK-2022
T.C.
BOLU ABANT İZZET BAYSAL ÜNİVERSİTESİ
LİSANSÜSTÜ EĞİTİM ENSTİTÜSÜ
TARİH ANABİLİM DALI

1848 İHTİLÂLİ’NİN OSMANLI DEVLETİ’NE ETKİLERİ VE


ALINAN TEDBİRLER (1848-1850)

DOKTORA TEZİ

SEMRA IŞIN

TEZ DANIŞMANI
Dr. Öğr. Üyesi Abdullah Lüleci

BOLU, ARALIK-2022
KABUL VE ONAY SAYFASI

Semra IŞIN tarafından hazırlanan “1848 İHTİLÂLİ’NİN OSMANLI


DEVLETİ’NE ETKİLERİ VE ALINAN TEDBİRLER (1848-1850)” adlı tez
çalışması jürimiz tarafından Tarih Anabilim Dalı’nda Doktora Tezi olarak oy
birliği ile kabul edilmiştir 28/12/2022

Jüri Üyeleri İmza

Danışman
Dr. Öğr. Üyesi Abdullah LÜLECİ
.............................................
Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi

Üye
Doç. Dr. Levent DÜZCÜ
.............................................
Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi

Üye
Prof. Dr. Gökhan TELATAR
.............................................
Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi

Üye
Doç. Dr. Süleyman UYGUN
.............................................
Ordu Üniversitesi

Üye
Doç. Dr. Tufan TURAN
.............................................
Sakarya Üniversitesi

Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Onayı


Prof. Dr. İbrahim KÜRTÜL
Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Müdürü

iii
ETİK BEYAN

Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Tez Yazım
Kurallarına uygun olarak hazırladığım bu tez çalışmasında;

➢ Tez içinde sunduğum verileri, bilgileri ve dokümanları akademik ve etik


kurallar çerçevesinde elde ettiğimi,
➢ Tüm bilgi, belge, değerlendirme ve sonuçları bilimsel etik ve ahlak
kurallarına uygun olarak sunduğumu,
➢ Tez çalışmasında yararlandığım eserlerin tümüne uygun atıfta bulunarak
kaynak gösterdiğimi,
➢ Kullanılan verilerde herhangi bir değişiklik yapmadığımı,
➢ Bu tezde sunduğum çalışmanın özgün olduğunu bildirir, aksi bir durumda
aleyhime doğabilecek tüm hak kayıplarını kabullendiğimi beyan ederim.

Teze ilişkin 30/01/2023 tarihinde Turnitin adlı intihal tespit programından enstitü̈
müdürlüğünce belirlenen filtrelemeler uygulanarak alınmış̧ olan benzerlik
raporuna göre, tezin benzerlik oranı % 2 olarak tespit edilmiştir.

…………………………..

SEMRA IŞIN

iv
ÖN SÖZ

Avrupa kıtası, 19. yüzyıl itibariyle daha önce benzeri yaşanmamış kitlesel
ayaklanmalara ev sahipliği yapmıştır. Bu döneme kadar insanların yönetimlere
karşı başkaldırısı daha çok bölgesel faaliyetlerle sınırlıyken, bu yüzyıldan itibaren
büyük ayaklanmalar şeklini alarak sınırları aşmış ve ihtilâllere dönüşmüştür.
Bunlardan biri de 19. yüzyılın ortalarına doğru gerçekleşen ve kıta Avrupa’sını
etkisi altına alan 1848 İhtilâlidir. Avrupa’nın bu son büyük ihtilâli, yüzyılın
başından itibaren ortaya çıkan ve zaman içerisinde kökleşen ulusalcılık ve
liberalizm doktrinlerinin de etkisiyle monarşik yönetimler ve çokuluslu devletler
için büyük bir tehlike arz etmiştir. Dolayısıyla 1848 İhtilâli hem monarşik bir
yönetim tarzı hem de çok uluslu bir yapıya sahip olan Osmanlı Devleti için de
önemli bir sorun oluşturmuştur. Zira bu dönemde gerek idaresi altındaki
milletlerin hak talepleri çoğalmış, gerekse emperyalist güçlerin Osmanlı toprakları
üzerinde planları doğrultusunda faaliyetleri artmıştır. Nitekim ihtilâl, Avrupa
kıtasında yayıldığı hızıyla Osmanlı Devleti’ne de ulaşmış ve başta Balkanlar
olmak üzere tüm Osmanlı topraklarında farklı açılardan etkili olmuştur. Bu
kapsamda 1848 İhtilâli’nin Osmanlı Devleti üzerindeki etkilerini en aza indirmek
isteyen Bâbıâli siyasî, sosyal, askerî ve ekonomik bir dizi tedbir almıştır.
Dolayısıyla çalışmada 1848 İhtilâli’nin Osmanlı Devleti üzerine yansımaları, yol
açtığı sorunlar ve ihtilâl karşısında alınan tedbirler Osmanlı arşiv belgeleri
ışığında açığa çıkarılmaya çalışılmıştır.

v
ÖZET

1848 İHTİLÂNİN OSMANLI DEVLETİ’NE ETKİLERİ VE ALINAN


TEDBİRLER (1848-1850)
DOKTORA TEZİ
SEMRA IŞIN
BOLU ABANT İZZET BAYSAL ÜNİVERSİTESİ
LİSANSÜSTÜ EĞİTİM ENTİTÜSÜ
TARİH ANABİLİM DALI
(TEZ DANIŞMANI: DR. ÖGRETİM ÜYESİ ABDULLAH LÜLECİ)
BOLU, OCAK-2023
XI+ 277
1848 İhtilâli, Avrupa’da neredeyse kıtanın tamamında ayaklanmalara,
çatışmalara, ekonomik sorunlara, siyasî kaosa ve ulusal bağımsızlık
mücadelelerine yol açmıştır. İhtilâl, yayıldığı hemen her yerde başarıya ulaşırken,
ihtilâlci kitlelerin çözülmesi ve yönetimlerin güç kazanmasıyla aynı yılın sonuna
doğru etkisini yitirmiş ve bir-iki yıl içinde ihtilâl reformlarının ortadan
kaldırılmasıyla tamamen bitmiştir. Etkisi bakımından geniş bir coğrafyaya
yayılması nedeniyle Osmanlı Devleti için de büyük bir tehlike oluşturmuştur.
Nitekim ihtilâl, Avrupa’da kitleleri harekete geçirmesinin hemen akabinde
Osmanlı Devleti’ne bağlı Eflak ve Boğdan’a sıçrayarak Rumenlerin
ayaklanmasına ve yönetimde değişikliğe yol açmıştır. Ayrıca ihtilâl eş zamanlı
olarak Belgrat, Bosna, Vidin, Selanik, Filibe, Tırhala ve Tırnova gibi yerlerde
karmaşalara ve ayaklanmalara neden olmuştur. Balkanlarda çıkan bu olaylarda
ihtilâl cemiyetlerinin yanı sıra yabancıların ve o döneme kadar Osmanlı Devleti
hâkimiyeti altında yaşayan bazı Slav, Bulgar ve Rumların girişimleri etkili
olmuştur. Dahası ihtilâl yanlılarının Anadolu, Adalar ve diğer bazı bölgelerde de
faaliyetleri olduğu görülmüştür. Öte yandan Avrupa’daki ihtilâl kıta genelinde
ekonomik sıkıntıların artmasına yol açarak, Osmanlı iktisadî hayatını da bozmuş
ve hazinede ciddi problemlerin yaşanmasına sebep olmuştur. İhtilâlin Avrupa’da
hızla yayılması Bâbıâli idaresinin harekete geçmesine ve siyasî, askerî,
sosyoekonomik tedbirler almasına sebebiyet vermiştir. Bu bağlamda bilhassa
askerî önlemlere ağırlık verilmiş, Osmanlı hâkimiyeti altındaki toprakların
neredeyse tümüne asker yollanmıştır. Ayrıca ihtilâl yanlısı kişilerin halkı
kışkırtmasına engel olmak için Hristiyanlar başta olmak üzere gayrimüslimlere
karşı ılımlı bir politika takip edilmiştir. Üstelik bu dönemde bozulan Osmanlı
maliyesini düzeltmeye yönelik tedbirler alınarak, ihtilâlin ekonomik ektileri en
aza indirgenmeye çalışılmıştır.

ANAHTAR KELİMELER: 1848 İhtilâli, Osmanlı Devleti, İhtilalin Etkileri,


Ayaklanmalar, Tedbir.

vi
ABSTRACT

THE EFFECTS OF THE REVOLUTION OF 1848 ON THE OTTOMAN


STATE AND MEASURES TAKEN (1848-1850)
PHD THESİS
SEMRA IŞIN
BOLU ABANT IZZET BAYSAL UNIVERSITY
INSTITUTE OF GRADUATE STUDIES
DEPARTMENT OF HISTORY
(SUPERVISOR: DR. ÖGRETİM ÜYESİ ABDULLAH LÜLECİ)
BOLU, JANUARY -2023
XI+ 277
The Revolution of 1848 led to uprisings, conflicts, economic problems,
political chaos and national independence struggles in almost the entire continent
in Europe. While the revolution was successful almost in everywhere it spread, it
lost its effect towards the end of the same year with the dissolution of the
revolutionary masses and the gaining power of the administrations and within one
or two years, with the elimination of the revolutionary reforms, it was completely
over. It also created a great danger for the Ottoman Empire due to its spread over
a wide geography in terms of its influence. Thus, the revolution led to an uprising
of the Romanians and a change in the administration by spreading to Wallachia
and Moldavia that were affiliated to the Ottoman Empire after it mobilized the
masses in Europe. Furthermore, the revolution simultaneously caused turmoil and
uprisings in places such as Belgrade, Bosnia, Vidin, Thessaloniki, Plovdiv,
Tırhala and Tırnova. In these events in the Balkans, in addition to the
revolutionary societies, the initiatives of foreigners and some Slavs, Bulgarians
and Greeks who lived under the rule of the Ottoman Empire until that time were
effective. Moreover, the pro-revolutionists’ activities in Anatolia, the Islands and
some other regions was seen. On the other hand, the revolution in Europe, by
leading an increase in economic problems throughout the continent, disrupted the
Ottoman economic life and caused serious problems in the treasury. The rapid
spread of the revolution in Europe caused the Porte administration to take action
and take political, military, socio-economic measures. In this context, especially
military measures were given weight, and soldiers were sent to almost all of the
lands under Ottoman rule. In addition, a moderate policy was followed against
non-Muslims, especially Christians, in order to prevent pro-revolutionists from
provoking the people. Besides, in this period by taking measures to correct the
deteoriated Ottoman finances, the economic effects of the revolution were tried to
be minimized.

KEY WORDS: Revolution of 1848, Ottoman Empire, Effects of Revolution,


Uprisings, Measure.

vii
İÇİNDEKİLER
Sayfa

KABUL VE ONAY SAYFASI ............................................................................ iii


ETİK BEYAN ....................................................................................................... iv
ÖN SÖZ .................................................................................................................. v
ÖZET..................................................................................................................... vi
ABSTRACT ......................................................................................................... vii
İÇİNDEKİLER .................................................................................................. viii
TABLO LİSTESİ ................................................................................................. xi
KISALTMA VE SEMBOLLER LİSTESİ ....................................................... xii
TEŞEKKÜRLER ............................................................................................... xiv
GİRİŞ ..................................................................................................................... 1
BİRİNCİ BÖLÜM............................................................................................... 28
1. AVRUPA’DA 1848 İHTİLALİ ................................................................... 28
1. 1. İtalya .......................................................................................................... 32
1. 2. Fransa ........................................................................................................ 38
1. 3. Avusturya-Macaristan ............................................................................... 47
1. 3. 1. Macar Ayaklanması ........................................................................... 53
1. 3. 2. 1848 Prag Panslavist Kongresi .......................................................... 56
1. 4. Almanya .................................................................................................... 57
1. 5. İngiltere ..................................................................................................... 63
1. 6. İspanya....................................................................................................... 67
1. 7. Rusya ......................................................................................................... 68
İKİNCİ BÖLÜM ................................................................................................. 72
2. 1848 İHTİLÂLİ’NİN OSMANLI DEVLETİ’NE YANSIMALARI .......... 72
2. 1. İhtilâlin Balkanlara Etkileri ....................................................................... 76
2. 1. 1. Eflâk ve Boğdan................................................................................. 78
2. 1. 2. Belgrad ............................................................................................... 92
2. 1. 3. Bosna ............................................................................................... 104
2. 1. 4. İşkodra: Karadağ Bölgesi................................................................. 117
2. 1. 5. Vidin ................................................................................................ 121
2. 1. 6. Niş .................................................................................................... 127
2. 1. 7. Tırnova ............................................................................................. 128

viii
2. 1. 8. Selanik ............................................................................................. 129
2. 1. 9. Silistre .............................................................................................. 133
2. 1. 10. Tırhala ............................................................................................ 134
2. 1. 11. Yanya ............................................................................................. 137
2. 2. İhtilâlin Adalara Etkisi ............................................................................ 137
2. 2. 1. Limni................................................................................................ 138
2. 2. 2. Girit .................................................................................................. 139
2. 2. 3. Kıbrıs ............................................................................................... 140
2. 2. 4. Midilli .............................................................................................. 141
2. 3. İhtilâlin Diğer Bölgelere Etkisi ............................................................... 142
2. 4. Yunanların 1848 İhtilâli’ni Osmanlı Topraklarına Yayma Çabaları ....... 145
2. 5. 1848 İhtilâli’nin Osmanlı Ekonomisine Etkileri ..................................... 152
2. 6. Osmanlı’da Mülteci Meselesi .................................................................. 170
2. 6. 1. Macar ve Leh Mülteciler.................................................................. 170
2. 6. 2. Sırp Mülteci Meselesi ...................................................................... 177
2. 7. İhtilâlin Yabancılar Üzerindeki Etkisi ..................................................... 179
2. 8. Osmanlı Entelijansiyasının 1848 İhtilâli İmgelemi ................................. 180
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ........................................................................................... 188
3. OSMANLI DEVLETİ’NİN 1848 İHTİLALİ’NE KARŞI ALMIŞ
OLDUĞU ÖNLEMLER ................................................................................... 188
3. 1. Genel Tedbirler ........................................................................................ 188
3. 1. 1. Siyasî Tedbirler ................................................................................ 188
3. 1. 2. Sosyal Tedbirler ............................................................................... 197
3. 2. Diplomatların Tedbir Çağrısı .................................................................. 203
3. 3. Askerî Tedbirler ...................................................................................... 205
3. 4. Ekonomik Tedbirler ................................................................................ 217
3. 5. Adli Tedbirler .......................................................................................... 222
3. 6. Muhtelif Eyalet ve Adalarda Alınan Tedbirlere Dair Bazı Örnekler ...... 226
3. 6. 1. Eflak ve Boğdan............................................................................... 227
3. 6. 2. Belgrad ............................................................................................. 231
3. 6. 3. Bosna ............................................................................................... 232
3. 6. 4. Vidin ................................................................................................ 237
3. 6. 5. Filibe ................................................................................................ 238
3. 6. 6. Tırhala .............................................................................................. 239
3. 6. 7. Edirne ............................................................................................... 241

ix
3. 6. 8. İzmir ................................................................................................. 241
3. 6. 9. Diyarbakır ....................................................................................... 242
3. 6. 10. Erzurum ......................................................................................... 243
3. 6. 11. Halep .............................................................................................. 243
3. 6. 12. Midilli ............................................................................................ 244
SONUÇ ............................................................................................................... 246
KAYNAKLAR .................................................................................................. 255
EKLER ............................................................................................................... 269

x
TABLO LİSTESİ
Sayfa
Tablo 2. 1: 1848 Yılı Ağustos Ayında Rumeli ve Anadolu Kumpanyalarında
Bulunan Toplam Kuruş Miktarı………………………………..…………..…...155
Tablo 2. 2: 1848 Yılının Eylül Ayında Maliye Hazinesinden Farklı Yerlere
Aktarılması Gereken Miktar…………………………………………...……….156
Tablo 2. 3: 1848 Yılının Eylül Ayının Başında Hazineye Gireceği Düşünülen
Miktar…………………………………………………………………………...159
Tablo 2. 4: 1848 Yılının Eylül Ayında Ödeneceği Tahmin Edilen
Miktar………………………………………………………………………...…160
Tablo 3. 1: 1848 Yılındaki Genelgenin Anadolu, Balkan ve Adalarda Yollandığı
Yerlerin Listesi …………………………………………………..…….……….195
Tablo 3. 2: 1848 Yılında Adalara Gönderilen Asker Miktarını Gösteren
Liste………………………………………………………………………….… 213

xi
KISALTMA VE SEMBOLLER LİSTESİ

A.AMD : Sadaret Amedî Kalemi Belgeleri


A. DVN : Bâb-ı Âsafî Divan-ı Hümayun Kalemi Defterleri:
A.DVN.DVE : Bâb-ı Âsafî Düvel-i Ecnebiye Defteri
A.MKT : Sadaret Mektubî Kalemi Belgeleri
A.MKT.MHM : Sadaret Mektubî Kalemi Mühimme Odası Belgeleri
A.MKT.MVL : Sadaret Mektubî Kalemi, Meclis-i Vâlâ Yazışmalarına Ait
A. MKT. UM : Sadaret Mektubî Kalemi Umum Vilayat Evrakı
Bkz. : Bakınız
C. : Cilt
C.HR : Cevdet Hariciye
C.ML : Cevdet Maliye
C. ZB : Cevdet Zabtiye
Çev. : Çeviren
Der. : Derleyen
Ed. : Editor
HAT : Hatt-ı Hümayun Tasnifi
Haz. : Hazırlayan
HR.MKT : Hariciye Nezareti Mektubî Kalemi Evrakı
HR.SYS : Hariciye Nezareti Siyasi Kalemi
HR. TO : Hariciye Nezareti Tercüme Odası Evrakı
HSD. AFT : Ali Fuat Türkgeldi Evrakı
İ. DH : İrade Dâhiliye
İ. H : İrade Hariciye
İ. MSM : İrade-i Mesail-i Mühimme
İ. MVL : İrade, Meclis-i Vâlâ
I.MTZ : İrade Eyalet-i Mümtaze Bulgaristan Evrakı
Ldt : Limited Şirketi
MAD. d. : Maliyeden Müdevver Defterler
MB. İ : Mabeyni Hümayun Evrakı

xii
OTAM : Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi
S. : Sayı
ss. : Sayfa sayı
Sy : Sayfa yok
SDÜ : Süleyman Demirel Üniversitesi
T.C. : Türkiye Cumhuriyeti
TDV : Türkiye Diyanet Vakfı
TDK : Türk Dil Kurumu
TDBB : Türk Dünyası Belediyeler Birliği Yayınları
TS.MA, e. : Topkapı Sarayı Müzesi Evrakı
Tran. : Translate
TTK : Türk Tarih Kurumu
Ty : Tarih yok
Vol. : Volume

xiii
TEŞEKKÜRLER

Öncelikle, çalışma sürecimde bilgi birikimi sayesinde yol göstericim olan


ve çalışmama farklı açılardan bakmamı sağlayan değerli danışman hocam Dr.
Öğr. Üyesi Abdullah Lüleci’ye sonsuz minnet ve teşekkürlerimi sunarım. Ayrıca
tez aşamamda desteklerini esirgemeyen ve olumlu tavırlarıyla yol göstericim olan
pek kıymetli hocalarım Doç. Dr. Levent Düzcü ve Prof. Dr. Gökhan Telatar’a, Dr.
Öğr Üyesi Galip Çağ’a; tüm süreç boyunca yardımlarını esirgemeyen Bolu Abant
İzzet Baysal Üniversitesi Tarih Bölümü’nün öğretim üyelerine teşekkürü bir borç
bilirim. Öte yandan bu konuyu çalışırken sorularımın hiçbirini karşılıksız
bırakmayan, vakit ayıran Prof. Dr. Bayram Nazır’a, Prof. Dr. Ahmet Özcan’a,
Arş. Gör. Dr. Çiğdem Dumanlı’ya ve isimlerini zikretmediğim hocalarıma ve
arkadaşlarıma çok teşekkür ederim. Son olarak ise varlıklarıyla ve sevgileriyle
daima yanımda olan çok kıymetli ve değerli aileme sonsuz şükranlarımı sunar,
teşekkürler ederim.

xiv
GİRİŞ

İhtilâller, 19. yüzyılı şekillendiren gelişmelerde halkların kitlesel olarak


siyasî, ideolojik, iktisadî tepkilerinin yansımasının bir aracı olarak insanoğlunun
hayatına girmiş ve geri döndürülemez değişimlere yol açmıştır. Özellikle
Avrupa’daki değişimin temelinde yer alan ihtilâl hareketlerinin sonuncusu olan
1848 İhtilâli, kıtada radikal ayaklanmalara yol açarak, neredeyse her devletin yanı
sıra ulusa da ulaşmış, birçok insanın düşünce merkezine yerleşmiştir. 1848 İhtilâli
öncesinde gerçekleşen ve küresel etki bırakan ihtilâller, fiiliyatta olmasa da
Osmanlı’ya da sirayet etmiştir. Dolayısıyla 1848 yılında gerçekleşen ihtilâlin
gerek içinde bulunduğu siyasî konjonktür, gerekse bünyesinde barındırdığı
milletlerin faaliyetleri sebebiyle Osmanlı Devleti’ne ne derecede yansıdığı
oldukça önemlidir. Zira 1848 İhtilâli özellikle Doğu Avrupa’ya yayıldıktan sonra,
form değiştirmiş ve milliyetçi bir karaktere bürünmüştür. Öte yandan Osmanlı
toprakları 19. yüzyıldan itibaren açık bir şekilde emperyalist devletlerin ele
geçirmek istedikleri yerler haline gelmiştir. Bu bağlamda ihtilâl Osmanlı Devleti
için oldukça büyük bir risk teşkil etmiştir.

Tezimizin ana kısmı olan 1848 İhtilâli’nin Avrupa’da ve bilhassa


Osmanlı’da yarattığı etkilere değinmeden önce, konumuz açısından oldukça
önemli olan ve birçok açıdan 19. yüzyılı şekillendiren “ihtilâl” kavramının
manasına, nasıl yorumlandığına ve muhteviyatına bakmak gerekmektedir.

İhtilâlin Anlamı

Dil, birbirine tamamen bağlantılı ya da bağımsız ögelerden teşekkül eden


bir sözlük bütünü değildir. Zira insanlar sözcüklerle dünyayı algılar, yorumlar ve
şekillendirir. Böylece kelimeler onu konuşana göre bir forma bürünmektedir.
Dolayısıyla tek kavramın sadece bir anlamı olmadığı gibi birden fazla kavram
aynı anlama karşılık gelmektedir. Bu bağlamda “devrim” ve Osmanlı literatüründe
kullanılan haliyle “ihtilâl” kavramları arasında anlamsal olarak ortak bir bağ
bulunmaktadır (Türkmen, Coşar, 2017: 10-12). Kısaca ifade etmek gerekirse iki
kavramda aynı olayın farklı karşılıklarıdır (Meriç, 2018: 111).

Devrim kavramının Türkçede sözlük manası olarak ihtilâl, inkılap ve


çevrilme şeklinde üç farklı anlamı vardır. Aynı sözlük ihtilâl kavramının eş

1
anlamlı karşılığı olarak ise devrim, karışıklık, düzensizlik kelimelerini vererek
ihtilâli, “bir devletin siyasi, sosyal, iktisadî yapısını veya yönetim düzenini
değiştirmek maksadıyla hukuk kuralarına ve kanunlarına uymaksızın cebir ve
kuvvet kullanarak yapılan geniş halk hareketi” olarak yorumlamıştır (TDK, 1998:
575-1054).

Türkçede ihtilâl manasına gelen “Revolution” kelimesi ilk başlarda


astronomi ve geometri gibi alanlarda kullanılmış olmakla beraber zaman
içerisinde sosyal bilimler alanında da yerini almıştır (Meriç, 2018: 110-112).
Aydınlanma döneminden itibaren değişken, fakat kalıcı bir yeri olan ihtilâl
kavramı politik, ekonomik, sosyal ve bilimsel olmak üzere pek çok sahada
kendini göstermeye ve kullanıldığı alanın özelliklerine göre şekillenmeye
başlamıştır. Modern manada yeniçağa ait bir kavram olmasına rağmen kökeni
Antik Yunan ve Roma tarihlerine kadar dayanmaktadır. Geç-Orta çağdan itibaren
başta İtalya’da olmak üzere batı dillerinde politik bir hüviyete bürünmüş, bugünkü
anlamına ise 1789 Fransız İhtilali’yle kavuşarak yaygın bir şekilde kullanılmaya
başlanmıştır. 1789’dan önce diğer bir deyişle klasik dönemde ihtilâl, bir döngüye
karşılık gelirken, modernize olduğu haliyle bir değişim ve eskiden kopuşu ifade
etmektedir (Kosalleck, 2016: 58-51-247-248).

Latinceden türeyen bu kavramın tam olarak neye ve hangi durumlara


karşılık kullanılması gerektiğine dair bir görüş birliği bulunmamaktadır. Buna
rağmen ihtilâl kelimesi 1789’dan sonra sıklıkla başarısızlığa mahkûm, gerici, onu
engellemeye yönelik girişimleri1 küçümseyen ve insanın ilerlemesini destekleyen,
mantıklı ve tutarlı bir adım olarak tanımlanmıştır (Goldstone, 2020: 1-2). Bu
bağlamda ihtilâl kavramı, insanları uyandıran ve hayata çağıran sihirli bir kelime
olarak nitelendirilmiştir. Yöneteni titreten bu sözcüğün, yönetilen milletleri
kucakladığı varsayılmıştır. Bu düşünceye göre ihtilâl söylemi yurttaşları
heyecanlandıran ve ilham veren bir fikrin harekete dönüşmesidir. Yine bu
doğrultuda ihtilâlin ne tarihinin ne de döneminin olduğu; yapay engellerin önünde
yavaşlasa da, durmaksızın devam eden bir yapıya sahip olduğu ileri sürülmüştür
(Budaille, 2013: 1-6). Ayrıca ihtilâlin yol haritasını insanın değil, kendisinin
belirlediği ve buna binaen düşmanının zorluğu ölçüsünde önce siyasî alanda

1
İhtilal hareketlerine karşılık başlatılan mücadele ve ihtilâli geri püskürtme ya da ihtilâlin
getirilerini bir bir ortadan kaldırmaya yönelik girişimlere karşı devrim hareketi denilmektedir.

2
olmak üzere sivil kurumlardan, yasalara, örf ve adetlere, dile kadar değişime yol
açarak hükümetlerin ve toplumların yapısını sarstığı ifade edilmiştir. Hatta bu
değişim bazen o kadar etkili olmuştur ki ihtilâli “şeytanın yeryüzündeki eylemi”
olarak değerlendirenler de olmuştur (Tucqueville, 1995: 39-41). Özetle ihtilâli iyi
ya da kötü sıfatlarla nitelendirmekte oldukça zordur; zira toplumlarda bıraktığı
etki nedeniyle farklılık göstermektedir. Dolayısıyla ihtilâl kavramı bu yönüyle,
rölatif bir kelime olarak karşımıza çıkmakla birlikte tam olarak neye karşılık
geldiğine dair yorumlarda fikir birliğinin bulunmamasına sebebiyet vermiştir.

1830 ve 1848 İhtilâllerine şahit olmuş ve dönemin önemli siyasî


figürlerinden biri olan, Tocqueville ihtilâli insanların kafasında, yeni zamanlara
hazırlanmadaki muğlak bir mefhum, değişim ve reform olarak nitelendirmiştir
(Tocqueville, 1995: 39). Aynı dönemin diğer önemli bir ismi ve ihtilâl
propagandisti olan Lamartine ise, ilke olarak ihtilâli zaman zaman toplumun
biçimini yenileyen büyük ve verimli fikir olarak tanımlamıştır (Gershoy, 1957:
134). 1848 İhtilâli sırasında işçi sınıfın sözcüleri konumundaki Marks ve Engels
ise ihtilâli, “mevcut dünyayı köklü bir biçimde dönüştürmek için var olan düzene
pratik olarak saldırmak ve onu değiştirmek” için gerekli bir hareket olarak
görmüşlerdir (Marks, Engels, 1992: 46). Kimileriyse ihtilâli son dönemin en
büyük buluşu olarak görmüş ve bu nedenle ihtilâle kalkışmanın suç olarak
addedilmemesi gerektiğini vurgulamışlardır. Zira bu kişilere göre gerçek
hükümdar halktır; dolayısıyla hile ya da zorla ellerinden alınan egemenlik hakları
için ayaklanmak suç değil, olsa olsa halkın iradesidir. Bu kapsamda da ihtilâl
aslında acılara ve sömürülmeye son vermek, yitirilmiş hakları tekrar ele geçirmek
ve kadere boyun eğmemenin bir aracı olarak görülmüştür (Martin, 1967: 11-22).

Hannan Arendt ise Platon, Aristo, Locke ve Machiavelli gibi birçok ismin
fikirlerini harmanlayarak ihtilâl kavramını açıklamıştır. Bu bağlamda ihtilâl
kişileri doğrudan ve kaçınılmaz olarak başlangıç sorunuyla karşı karşıya getiren
siyasî bir olaydır ve beraberinde getirdiği değişimin büyüsüne kapılmamak
mümkün değildir. Ancak sadece bir değişimden ibaret olarak tanımlamanın da,
eksik olacağının altını çizen Arendt ihtilâlin, kişileri yoksulluktan refaha
eriştirdiğini belirtmiştir. Arendt’e göre ihtilâl, modern anlamını kazandığı Fransız
İhtilâli vasıtasıyla önceden ekonomik ve fizikî ihtiyaçları için endişe etmeyen
zümreye ait olan siyasî alanı, özgür olmayana açma çabasına dönüşmüştür.

3
Temelinde özgürlüğün olduğuna inanılan ihtilâlin kaynağı insandan ziyade “karşı
konulamaz bir sürecin” açığa çıkardığı farklı metaforlardır (Arendt, 2012: 23-63).

Cemil Meriç’in ihtilâl nedir sorusuna verdiği cevaplar, kavramın tek bir
tanıma ya da olaya karşılık gelmediğini açık bir şekilde göstermektedir. Batılı
aydınların yorumlarından hareketle ihtilâli açıklamaya çalışan Meriç’in ulaştığı
neticeler oldukça farklıdır. Buna göre ihtilâl üçüncü sınıfın bir amaç uğruna
kavgayla erişmeye çalıştığı bir eser, kiliseye karşı bir zafer ya da tam aksine
tanrının günahkarları cezalandırması veyahut tanrısız ve efendisiz bir medeniyet
ütopyasının ruhudur. İhtilâlin sahnesindeki en büyük aktör insandır ve
yönetimlerin hatası veya tartışmaları ihtilâlin sebebi değildir, daha ziyade yol
açtıkları sefalet hali asıl nedendir. Meriç’in analizini yaptığı haliyle anarşist
anlayışa göre ihtilâl, halkın sinesinden fışkıran ve ancak belli bir zümrenin
yönetimde olma isteğinin göstergesiyken; sosyalist düşüncede ise köklü ve dipten
başa doğru bir düzen, yönetim, ruh değişikliği, sosyal ve beşerî bir kurtuluş
hareketi anlamına gelmektedir (Meriç, 2018: 111-116). Meriç’in ihtilâl tanımına
dair ulaştığı sonuçların hepsi bir değişim ve dönüşüme karşılık gelmekle beraber
ortak bir söylem bulmaktan uzaktır.

İhtilâl kavramına dair yorumlamalarının tamamına yer vermek mümkün


değildir, fakat tüm yorumlamalarda iyi ya da kötü ihtilâlin özünde bir değişim ve
dönüşümü barındırdığı konusunda ortak bir görüş birliği bulunmaktadır2. Öte
yandan modern manasına 1789’dan sonra kavuşan ve peşi sıra bir dizi büyük
olaylara yol açan ihtilâllerin her biri başlı başına bir çalışma konusu olan
liberalizm3, milliyetçilik4 ve sosyalizm5 gibi ideolojilerin ortaya çıkmasına veya

2
İhtilâl kavramına dair geniş bir çalışma için ayrıca bkz. Kaymaz, C. (2012). Devrim Nedir?
Devrim Kavramına Tarihsel Bir Bakış (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Edirne: Trakya
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi Anabilim Dalı, Edirne.
3
Liberalizm, temelde bireysel hak ve özgürlüklerin, anayasanın ve hukukun üstünlüğünün, sınırlı
fakat tarafsız devlet ve para ekonomisinin yani serbest piyasanın etrafında değer bulan bir
doktrindir (Yılmaz, 2005: 15). Genel anlamda liberalizmin tarihi 16 ve 17. yüzyıllara, dinsel
hoşgörünün tartışıldığı dönemlere kadar dayanmaktadır (Rawls, 2007: 11). Felsefi kökenini Locke,
Mill ve Hume gibi düşünürlerin şekillendirdiği Liberalizm’de bireycilik, özgürlük ve ekonomi en
önemli ögelerdir. Buna göre bireyin hakları toplumun haklarından daha değerlidir ve bireyin
politik özgürlüğü her şeyden önemlidir. Dolayısıyla birey, liberalizmin en temel unsurudur ve
bireyin iradesini sınırlayan şey Tucqueville’nin değimiyle despotizmdir. Özgürlük ise liberalizmde
en büyük değerdir. Bu kapsamda hoşgörü ve gönüllülük liberalizmin olmazsa olmazıdır. Bireycilik
ve özgürlüğün bulunduğu düzende ise serbest piyasa ekonomisi uygulanmalıdır (Çetin, 2001: 219-
227). Sosyal, ekonomik ve kültürel alanların hepsini içinde barındırdığı için ihtilâller meydana
geldiğinde ilk olarak liberal istekler gündeme gelir. Siyasî olarak değişimlere yol açan ihtilâl
özelinde cumhuriyetçilik, liberal isteklerin karşılığına denk gelmektedir. Bu noktadan hareketle

4
somutlaşmasına neden olmuştur. Bu noktada tezimizde bir bütün oluşturması
açısından 1789, 1830 ve 1848 İhtilâlleri arasındaki sürece de kısaca değinmek
gerekmektedir.

İki İhtilâl Arası Avrupa

Dünya, 18. Yüzyılın sonuna doğru 1789 Fransız İhtilâli’yle yeni bir
döneme girmiş büyük olayların sahnesi haline gelmiştir (Timur, 2017: 15). Bu

1789 İhtilâli’nden itibaren meydana gelen liberalizmi barındıran ihtilâller, aslında en önemli
ideolojik akım olarak monark liderlerin karşısında yer almış, özellikle 1826’dan sonra Avrupa
kamuoyunda egemen ideoloji haline gelmiştir (Ateş, 2018: 216-217).
4
19.yüzyılın başında Avrupa'da icat edilen bir doktrin olan Milliyetçilik, ulusların kendisine ait bir
devlet ve hükümet altında birleşme ve iktidarlık haklarını meşru bir şekilde kullanma isteği sonucu
ortaya çıkmıştır (Kedourie, 1960: 9). Bu doktrin özellikle Fransız İhtilâli sonrasında 19. yüzyılda
baskın hale gelmişse de, millî hislerin temeli oldukça eskiye dayanmaktadır. Irkı, lisanı ve
müşterek hikayesi olan insanların, başkalarının kontrolü altında olmadan, bağımsız yaşama arzusu
neticesinde değer bulan bu akım, 19. yüzyıla kadar siyaset hayatında etkin bir düşünce olarak yer
almamıştır. Ancak bu yüzyılda milli hislerin siyasî bir fikir olarak önem kazanması, bu duygunun
somutlaşmasına ve milli bir hareket olarak ortaya çıkmasına neden olmuştur (Hami, 2014:78-79).
Böylece feodal bir yapı halinde bir araya gelmiş ve birçok milleti bünyesinde barındıran devletler
ve imparatorlukları derinden sarsan bir ideoloji olarak, söz konusu yüzyılı öncekilerden ayırmıştır
(Sander, 2020: 186). Öyle ki 19. yüzyıl boyunca milliyetçi aydınların öncülüğünde, emperyalist ve
sömürge yönetimlerini devirmek için başlatılan her mücadelede, milliyetçilik ideolojisi en ön
sırada yer almıştır. İdeolojinin yıkıcı etkisini en aza indirmek isteyen Çarlık Rusya, Osmanlı
Devleti (Örneğin: Tanzimat Fermanı, Sened-i İttifak, Kanun-i Esasi) ve Japonya gibi çok uluslu
devletler, bazı girişimlerde bulunarak milliyetçiliğin gücünü tabanına yayıp, tek bir devlet olma
gibi bazı romantik yöntemlere girişmişse de bunda başarılı olmamış bilhassa Versay’dan sonra
Milliyetçik ideolojisi, Avrupa haritasını değiştirmiştir (Smith, 1998-2003: 1-2).
5
Sosyalizm ve Milliyetçilik ideolojisi kavramlarının geçmişi daha eski tarihlere dayandırılsa da,
modern biçimlerini 19. yüzyılda Fransızların ya da ihtilâllerin etkisiyle almışlardır (Habsbawn,
2017: 63). Zaman içinde anlamı değişen ve çeşitli uygulamalarla ilişkilendirilen bir kavram olan
sosyalizmin, tek bir tanımını yapmak mümkün değildir. Zira sosyalistler için temel unsur olan
insanlar sosyal varlıklardır ve değişkenlik barındırmaktadırlar. Öte yandan kavramın en önemli
sorunsalı, sosyalizmle ilişkilendirilen unsurların gerçekte sosyalist olup olmamasıdır. Örneğin,
bazı yazarlar anarşizmi sosyalizmin bir çeşidi olarak görürken, diğerleri için bu sosyalizmden ayrı
bir teoridir. R. W. Davies, sosyalizmin çeşitli biçimler aldığını öne sürerek on dokuzuncu yüzyılda
ortak mülkiyet, demokratik yönetim ve eşitlik ilkelerinin genel olarak ve geniş ölçüde sosyalizmle
ilişkili olduğunu ifade etmiştir. İlaveten sosyalizmin iş birliği, topluluk ve dayanışma, eşitlik,
planlama ve demokrasiye bağlılıktan oluştuğunun altını çizmiştir. Sosyalist teori, genel olarak
insanların sosyal varlıklar olduğunu, birbirleri için sorumluluk paylaştığını ve faydalı sosyal
değişim meydana getirme yeteneğine sahip olduğunu savunmaktadır (McLaverty, 2005: 185-187).
Öte yandan sosyalist düşünürler arasında, sosyalizm her şeyden önce birey, devlet ve toplum
arasındaki ilişkiyle ilgilendiği konusunda genel bir fikir birliği bulunmaktadır. Sosyalist için birey,
asla yalnız değildir ve bu nedenle kendini her zaman başkalarıyla ilişki içinde tanımlamalıdır.
Sosyalistler, devlet aygıtı olmadan iyi düzenlenmiş bir toplumun var olamayacağına inanırlar;
çünkü onlara göre devlet, herkesin ihtiyaçlarını koordine etmek ve yönetmek için en etkili araçtır.
Siyasî yorumlamada ise, rakipleri olan liberaller ve muhafazakarlardan ayrılırlar. Çünkü söz
konusu gruplar, tüm insanların doğası gereği bencil ve materyalist olduğunu kabul etme
eğilimindedirler. Buna karşın sosyalistler bu özelliklerin, kapitalizm altında sosyal koşullanmanın
ürünleri olduğunu iddia etmektedirler. Sosyalistler, sosyalist bir toplumda teşvik edilen değerlerin
ve inançların, karşılıklı olarak birbirini güçlendiren maddi ve manevi hedefler peşinde, iş birliği
içinde ve kolektif olarak hareket etme kapasitesini artıracağına inanırlar. Ayrıca maddi koşullar
bireylerin refahının anahtardır, dolayısıyla işleyen ekonomik sistem oldukça önemliyken,
endüstriyel kapitalizmin zararlı etkilerine dikkat edilmemelidir (Esenwein, 2004: 2227-2228).

5
ihtilâl, ardından 1820, 1830 ve nihayetinde Osmanlı Devleti’nde de etkilerinin
görüldüğü devrin son büyük ihtilâli olan 1848 İhtilâli’nin patlak vermesine yol
açmıştır. Dünya’yı ve Avrupa’yı başta politik, sosyo-kültürel, ekonomik açıdan
değiştiren ve tarihin bir mihenk taşı olarak varsayılan 1789’daki ihtilâle
değinmeden önce bunun altında yatan ögelere bakmakta fayda vardır. Çünkü her
ihtilâl ardılı olan bir sonraki ihtilâlin nedenlerini beraberinde taşımakta,
birbirinden bağımsız olarak değerlendirilememektedir.

1789 İhtilâli’nin tetikleyicisi olan unsurların ortaya çıkış tarihi ve buna


neden olan olay hakkında farklı görüşler bulunmaktadır. Ancak bununla beraber
ağırlıklı olarak 1492 yılında Colomb’un başlattığı coğrafî keşifler, Batı’daki
yönetim tarzlarını ve iktisadî hayatı kesin bir biçimde değiştirdiği için hem
ihtilâlin hem de yeni çağın dönüm noktası olarak görülmüştür (Tilly, 2016: 40).
Öte yandan bahsi geçen değişimin ortaya çıkışında 13. yüzyılda İngiltere’nin
anayasal sürece geçmesinin önemli bir payı olduğunu savunanlar da
bulunmaktadır. Bu savaş göre İngiltere’nin kabul ettiği anayasa, Avrupa kıtasında
değişik formlara bürünerek Amerika kıtasına ulaşmış ve burada özellikle göçmen
Avrupalıların zihinlerinde dönüşüme uğradıktan sonra 18. yüzyılda kıta
Avrupa’sına geri dönerek, 1789’dan itibaren görülmeye başlayan büyük ihtilâllere
neden olmuştur (Sander, 2020: 149-150). Yine bu kapsamda 1789 Fransız
İhtilâli’nin, Aydınlanmanın etkisiyle ortaya çıkan entelijansiyanın bir hareketi
veyahut ağır feodal yükümlülükleri bulunan halkın başkaldırısı neticesinde patlak
verdiğini düşünenler de mevcuttur (Giritli, 1989: 539). Tüm bu farklı yaklaşımlara
rağmen taraflar arasında 1789 Fransız İhtilâli’ni etkileyen en büyük nedenin
Toynbee tarafından kavramsallaştırılan şekliyle “Endüstri Devrimi” olduğu
üzerinde görüş birliği bulunmaktadır. Zira 18. yüzyılın ortalarına doğru İngiltere
ve sonrasında neredeyse tüm Avrupa devletlerinde teknolojinin gelişimiyle
Endüstri Devrimi yaşanmıştır. Dolayısıyla endüstriyel değişim sosyo-ekonomik
hayatı geri dönülemez biçimde etkilemiş, en basit tanımıyla devletleri, pasif olan
tarım toplumlarından daha aktif toplumlara dönüştürmüştür (Wallerstein, 2015:
28-33; Wilson, 2014: 142-144).

Endüstri Devrimi’nin devletler ve toplumlar üzerindeki yansımasını, salt


pozitif yönde değerlendirmemek gerekmektedir. Zira 1789 Fransız İhtilâli’nin
patlak vermesine yol açan unsurlar arasında, bu devrimin negatif etkileri de

6
bulunmaktadır. Tüm bu görüşlere karşın 1789 Fransız İhtilâli’nin ortaya çıkmasını
tetikleyen itici güçler, idare sisteminden ötürü yönetimden duyulan rahatsızlık ve
ekonominin kötü gidişatı olmuştur. Kralın sınırsız yetkileri, mutlak idaresi, eşit
olmayan şartlar ve ağır ekonomik yükümlülüklerden bunalan Fransızlar, 12
Temmuz 1789’da ayaklanarak “İhtilâl-i Kebir’i” diğer bir deyişle Fransız
İhtilâli’ni başlatmışlardır (Yıldız, 2017: 31-32, Akçura, 2017: 60-63).

12 Temmuz’da başlayan olaylar beklenmedik bir şekilde halk ve askerler


arasında büyük çatışmalara dönüşmüştür. Kral XVI. Louis olayları Versailles’te
takip ederken, onun yönetimi altında ayrıcalıklı yaşayan aristokratların büyük
bölümü ise ihtilâlden kurtulmanın yolunu kaçmakta bulmuşlardır (Timur, 2017:
17-18). Fransız idaresinin tüm müdahalelerine rağmen ihtilâl hareketi 14
Temmuz’da ihtilâlin imgesi haline gelen Basttille’nin zapt edilmesiyle başarıya
ulaşmış, monarşinin otoritesi çökmüştür. İhtilâlcilerin zaferi sonrasında XVI.
Louis, talep edilen reform düzenlemelerini isteksiz de olsa 15 Temmuz’da
meclisten geçirmiştir. İhtilâlin bitmesiyle Fransa Kurucu Meclisi hem bozulan
dengeyi yeniden sağlamak hem de ihtilâlin amacını yerine getirmek üzere
harekete geçmiş ve 1789 Reformlarını yürürlüğe koymuştur. Böylelikle
feodaliteden kaynaklı ağır vergilere son verilmiş, kilise toprakları satışa çıkarılmış
ve en önemlisi de “İnsan Hakları Beyannamesi” yayımlanmıştır. Ancak ihtilâlle
birlikte tesis edilen bu yeni düzen 1791’e gelindiğinde bozulmuş, muhalefet
arasındaki tartışmalar şiddetlenmiş ve uzun süren gerginlik neticesinde aynı yıl
yeni bir anayasa yürürlüğe konularak, Kurucu Meclisin yerini Yasama Meclisi
almıştır (Khan, 2014: 3-4). Yasama Meclisi tarafından çıkarılan “ancien
regima”nın da sonunu getiren 89 İlkeleri ve 1791’de kabul edilen anayasayla
XVI. Louis, 1789 İhtilâli’nin bittiğini ilân etmiştir. Ancak yaklaşık bir yıl boyunca
ihmal edilen anayasanın yükümlülükleri, kralın tahtını kaybetmesine ve meşruti
monarşiyi destekleyenlerin Fransa’dan sürülmelerine yol açmıştır. Bu durum
aslında ihtilâlin bitmediğini ve yeni bir döneme girildiğinin göstergesi olmuştur
(Rude, 2018: 109-120).

1789 İhtilâli başlarda sadece Fransa’nın dâhili problemi gibi gözükse de,
kısa bir süre sonra diğer devlet idarecileri, bunun aslında Avrupa kıtasındaki tüm
monarşilere karşı başlatılan bir ihtilâl olduğunu fark etmişlerdir. Söz konusu yeni
durum, 1791 yılında Avusturya ve Prusya imparatorlarının Pillnitze’de bir araya

7
gelip, ihtilâli Avrupa sorunu olarak kabul etmelerine sebebiyet vermiştir. Dahası
ihtilâl öncesinde de “89 ilkelerine” benzer bir idare tarzı benimseyen İngiltere
dahi tutumunu değiştirmiş ve ihtilâli tehlikeli görmeye başlamıştır. Avrupa’da
büyük devletlerin Fransız İhtilâli’ne ve dolayısıyla Fransa’ya karşı başlattıkları
muhalefet artarken, devletin sınırları dâhilinde de iç karışıklıkların boyutu giderek
büyümüştür. Ancak Fransız idaresi için asıl tehlike, dışarıda bulunan ve
Pillnitze’de iki imparatorun desteğini alan “göçmenler ordusu6” olmuştur.
Nitekim kısa bir süre sonra beklenen gerçekleşmiş, Fransızlar göçmenlerin de
aralarında yer aldığı Avusturya ordularına yenilmiş, hemen sonrasında Avusturya-
Prusya ittifakı neticesinde artan iç muhalefetle Fransa idaresi büyük bir sarsıntı
yaşamıştır. Kıtadaki gerginlik, Rus Çariçe Katerina’nın Lehistan’ı almak için
harekete geçtiğinin ortaya çıkması ve “Brunswick Bildirisi7”nin yayınlanmasıyla
daha da artmıştır. Bu bildiri, Fransızların büyük öfkesine neden olmuş ve çıkan
olaylar sonucunda Fransa kralı tahtan indirilmiş ve düşman orduları geri
çekilmiştir. Böylelikle Fransa’da ve kıtada yeni bir dönem başlamıştır (Barton,
1967: 148-165; Ateş, 2018: 118-121).

XVI. Louis’in tahttan indirilmesinin ardından Fransa’da “Konvansiyon


dönemine” resmen geçiş yapılmıştır. Konvansiyon idaresi yönetime geçer geçmez
Fransa’daki iki önemli ihtilâlci grup olan Girondinler ve Jacobinler’in desteğini de
alarak dış güçlerle mücadeleye başlamıştır. Radikal ihtilâl yanlısı Jacobinlerin
liderleri Robespierre gibi önemli isimlerin yer aldığı Konvansiyon yönetimi, 1795
yılına kadar Fransa’yı kıta devletlerin askerî ve siyasî baskılarına karşı korumaya
6
1789’da ihtilâlin ardından Fransa’dan ayrılan birçok ihtilâl yanlısı, Avrupa’nın değişik
bölgelerine giderek göçmen olmak zorunda kalmıştır. Zira Cumhuriyet’in kurulmasından sonra
ordu tarafından yakalanan herhangi bir göçmen ihtilâlcinin yasalara uygun olarak idam edilmesi
kararlaştırılmıştır. Başlangıçta, birçok göçmen Kuzey İtalya, Almanya’nın Coblenz şehri ve Güney
Hollanda’da ikamet etmiştir. Ancak zaman geçtikçe ve Napolyon orduları kıta Avrupa’yı ele
geçirmeye başladıkça, göçmenler İngiltere’ye kaçmak zorunda kalmıştır. Göçmenler ordusu da
bahsi geçen kişilerden oluşan ve askeri mücadeleye başlamaya hazır olanlardan teşkil edilmiştir
(Carpenter, 1999: 1-4).
7
Avusturya ve Prusya başta olmak üzere Avrupa’daki mutlak monarşi taraftarlarınca yayımlanan
(Hanedan aileleri, Dükler. Baronlar) Brunswick Manifestosu’nun görünürdeki amacı, Fransa Kralı
XVI. Louis’i desteklemektir. Ancak gerçekte Fransız İhtilâl yanlılarına ve dolayısıyla kıtada ihtilâl
düşüncesinde olanlara karşı, Avrupa’daki idarecilerin sessiz kalmayacağını göstermek maksadıyla
yayımlanmıştır. Fransız halkına hitaben sunulan bildiriye göre Kraliyet ailesi serbest
bırakılmalıdır. Ayrıca şayet “asi Paris” ahalisi, monarşinin temsilcilerine zarar verirse, bundan
Meclis üyeleri, Belediye görevlileri, Bölge şefleri ve Ulusal Muhafızlar sorumlu tutulacaktır.
Neticede bu bildiri, Fransa’nın iç işlerine yabancıların müdahalesi manasına gelmiştir. Bu nedenle
yayımlanmasının hemen ardından Fransızlar tarafından büyük tepkiyle karşılanmış, huzursuzluğun
daha da artmasına ve XVI. Louis’in tahtını kaybetmesindeki süreci hızlandırmasına yol açmıştır
(Barton, 1967: 146-155).

8
çalışmıştır. Öte yandan Fransa iç siyasetinde ihtilâlin ana sebepleri unutulmuş, bu
ise beklenti içindeki halkta öfkeye yol açmıştır. En nihayetinde halkın bu öfkesi,
dikta rejimi olan Konvansiyon idaresinin yıkılmasına ve “Direktuvar döneminin”
başlamasına sebebiyet vermiştir. Direktuvar dönemi içinde Fransız orduları
kıtadaki diğer devletlerle büyük bir mücadeleye girişmiş ve ele geçirilen
toprakların neredeyse tümünde cumhuriyet benzeri rejimler ilan edilmiştir.
Böylece 1789’da daha önce tecrübe edilmemiş büyüklükte bir hareket olan
ihtilâlle başlayan özgürlük mücadelesi, eski rejim sistemine karşı başlatılan bir
harekete dönüşmüştür. Ancak “İhtilâl-i Kebir’in” asıl getirisi, ilerleyen yıllarda
tüm dünyayı etkileyecek olan halkların keşfi diğer bir ifadeyle liberalizm ve
milliyetçilik ideolojisinin kalıcı bir şekilde toplum hafızasında yer almasını
sağlamak olmuştur (Sander, 2020: 165-168).

Kıta siyasetinde Fransa’nın giderek güçlenmesi ve saldırgan bir politika


izlemesi, büyük devletlerarasında koalisyonları başlatan bir dizi ittifakların
yapılmasına neden olmuştur. Bu bağlamda 1799’da Rusya ve Osmanlı Devleti,
Fransa’yla mücadele edebilmek için bir araya gelmiş; yine İngiltere, Fransa’ya
karşı denizlerde Osmanlı’yı Mısır mücadelesinde desteklemiş; Rusya ise büyük
tehdit olarak gördüğü Fransa’ya karşı Avusturya’nın yanında yer almıştır. Yapılan
bu ittifaklar karşısında Fransız orduları savaş meydanlarında yenilmeye
başlamıştır (Bainville, 1926: 317-320). Fransa’nın kıtadaki askeri başarıları içteki
sorunları ortadan kaldırmamış, aksine daha da artmasına ve Direktuvar döneminin
sonlanmasına neden olmuştur. Fransa idaresindeki bu değişim, Avrupa devletleri
için yeni sorunların başlangıcını hazırlamıştır. Zira Direktuvar döneminde savaş
meydanlarında İtalya, Avusturya ve Osmanlı Devleti ordularını yenen başarılı
General Napolyon, kurulan yeni idarenin başka bir deyişle Konsül’ün başına
geçmiştir. Fransa’nın ve dolayısıyla ihtilâlin yeni lideri, reformlarına uygun bir
zemin hazırlayarak zaman içerisinde “ancien regima”nın unsurlarını kaldırmış ve
Bourbon krallarından daha etkili erklerin sahibi olmuştur (Lee, 2019: 30-32).

Napolyon, yönetimi elde eder etmez uluslararası siyasette düzeni sağlamak


için İngiltere ve Avusturya’ya barış teklif etmiş, fakat olumsuz yanıt almıştır.
Teklifi kabul edilmeyen Napolyon, Avusturya’ya karşı harekete geçerek Güney
Almanya ve İtalya’da Avusturya ordularını yenmiş, “Lunéville Antlaşması” ile
Ren’in batı kıyılarını ele geçirmiştir. Avusturya’nın yaptığı bu anlaşmayla,

9
Fransa’ya karşı kurulan ikinci koalisyon da dağılmıştır. Öte yandan Osmanlı
Devleti’nin Fransa tehlikesi nedeniyle Rusya ve İngiltere ile yaptığı ittifaklar da
bozulmuş; Rusya, daha önce el koyduğu yedi adayı boşaltmayı; İngiltere ise
Mısır’daki askerlerini çekmeyi reddetmiştir8. İngiltere’nin sömürgelerine giden
güzergâhta stratejik önemi bulunan Malta’yı işgal etmesiyle de, Rusya ile
İngiltere arasında sorunlar çıkmıştır. Bu bağlamda yine Rusya’nın Avusturya ile
olan ittifakı Kuzey İtalya yüzünden son bulmuştur. İngiltere ve Fransa arasındaki
Avrupa pazarlarına hâkim olma mücadelesi, kıtadaki sorunların daha da
büyümesine neden olmuştur. Özetle Fransa’nın güçlenmesine paralel olarak
Avrupa kıtasındaki siyasî kaos da giderek artmış ve büyük bir belirsizlik ortaya
çıkmıştır. Kıtada devam eden savaşların yol açtığı mali, sosyal ve politik sıkıntılar
en nihayetinde Fransa’nın 1802’de İngiltere’nin barış teklifini kabul ederek
“Amiens Barış Antlaşması”nı yapmasına sebep olmuştur. Her ne kadar bu anlaşma
İngiltere ve Fransa arasındaki problemlerin çözümüne dair yapılmışsa da, bazı
maddeleri Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğü için oldukça önemlidir. Zira söz
konusu anlaşma ile her iki devlet de Mısır’ın Osmanlı toprağı olduğunu kabul
etmişlerdir (Armaoğlu, 2003: 58- 61).

1802’de antlaşmayla sağlanan barış uzun ömürlü olmamış, 1803’te iki


devlet arasındaki barış bozulmuştur. İngiltere bir yandan Fransa’ya savaş açarken
diğer yandan Avusturya ve Rusya’yla Fransa’ya karşı yeniden koalisyon
kurmuştur. Prusya söz konusu ittifakta yer almayı stratejik olarak doğru bulmadığı
için koalisyona katılmayı reddetmiştir. Yeni ittifak, Napolyon’un İspanya’yla
anlaşmasına ve 1804’de imparatorluğunu ilan etmesine sebep olmuştur. Napolyon
ittifakın gücünü kırmak için önce İngiltere’nin müttefiklerine savaş açmış, daha

8
Akdeniz’deki jeopolitik konumundan dolayı Mısır’ın Napolyon tarafından işgali, İngiliz
Hükümeti’nin endişelenmesine yol açmıştır. Bu bağlamda Rusya da çıkarları gereği Fransa’nın
Mısır’da olmasını uygun bulmamıştır. Öte yandan Mısır sorunu nedeniyle Osmanlı Devleti, Rusya
ile bir ittifak gerçekleştirmiş ve ardından 1798’de Fransa’ya savaş ilan etmiştir. Nitekim iki
devletin ittifakı sonucunda Suriye’ye harekete geçen Napolyon orduları Akka’da yapılan savaşta
hezimete uğratılmıştır (Şıvgın,2000: 506-507). Böylelikle Mısır Meselesi nedeniyle Osmanlı
Devleti’nde denge siyaseti dönemi resmen başlamıştır. Ayrıca Ruslar ile yapılan ittifak
antlaşmasıyla bir taraftan Rus donanması ilk kez boğazlardan geçmiş, diğer taraftan boğazların
kapalılığı ilkesi delinmiştir (Sander,2020: 296). 1801 yılında Fransızlarla yapılan mütarekenin
ardından Mısır Meselesi kapanmış olsa da, bu sorun Osmanlı Devleti’nin zayıflığını ve toprak
bütünlüğünü tek başına savunamayacağını ortaya çıkarmıştır. İlaveten Mısır meselesi, yerini
müttefiklerinin tehlikeli politikalarına bırakmıştır. İngilizlerin Mısır’a girme planları açığa çıkmış,
Rusların ise güvenlik nedeniyle aldığı yedi adada Rumlar arasında milliyetçilik propagandası
yaptığı anlaşılmıştır (Karal, 2007: 40-43).

10
sonra 1805’te Ren’i geçip Güney Almanya devletleriyle anlaşmış ve Viyana’ya
doğru harekete geçerek Austerlitz’de Avusturya ve Rusya ordularını yenmiştir.
Yenilgi sonrasında Avusturya, Pressburg Barış Antlaşması’yla güney ve
kuzeybatı topraklarını Fransa’ya bırakmak zorunda kalmıştır. Öte yandan başta
tarafsız kalan Prusya önce Fransa’yla anlaşmaya varmış, ardından hem Rusya’ya
hem de Fransa’nın İngiltere’ye karşı açtığı deniz savaşına katılmıştır. İngiltere,
Fransa ile arasındaki deniz savaşında Napolyon ordularını yenerek, Fransa’nın
denizlerdeki üstünlüğünü kaybetmesine neden olmuştur. Fakat söz konusu yenilgi
Napolyon’u durduramamış, aksine bütün İtalya topraklarını işgal ederek
Napoli’deki Bourbon hanedanının gücünü sonlandırmış, 1806’da neredeyse tüm
Alman hükümdarlarının katıldığı Ren Birliği’nin kurmasıyla neticelenmiştir.
Fransa’ya karşı kurulan koalisyon bir kez daha sonlanmışken, Ren Birliği’nin
kurulmasıyla endişeye kapılan Prusya, Fransa’ya bir ültimatom vererek birliği
dağıtması talebinde bulunmuştur. Prusya’nın tutumuna karşı Napolyon orduları
Berlin’e kadar ilerleyerek Prusya’yı yenmiş ve böylelikle iki devlet arasındaki
ittifak sonlanmıştır. Giderek güçlenen Napolyon, aynı yıl yenemeyeceğini
anladığı İngiltere’ye karşı kara ablukasını başlatmıştır. Devletler hukuku
açısından oldukça önemli olan bu karar, İngiltere’nin denizlerdeki üstünlüğünü
pekiştirirken, Fransa’nın beklentisinin aksine sonuçlar doğurmuştur.
Napolyon’nun kara ablukasına karşılık olarak İngiltere de Fransa’yı deniz
ablukasına almıştır. Ancak İngiltere ve Fransa’nın abluka kararları, başta
ekonomik açıdan olmak üzere genel anlamda kıta Avrupa’sına önemli zararlar
vermiştir (Üçok, 1975: 33- 37).

Fransa ve İngiltere arasındaki mücadele devam ederken Ruslar, Doğu


Avrupa’da Prusya’yı yenmiş ve uzun zamandır almayı hedefledikleri Lehistan
toprakları için faaliyete geçmişlerdir. Ancak bu durum, Fransız ordularının
yeniden doğuya yönelmesine sebep olmuş, Lehlerin de desteğini alan Napolyon,
Varşova’yı ele geçirerek 14 Haziran 1807’de Rusları yenilgiye uğratmıştır.
Taraflar arasındaki savaş, Osmanlı’yı da ilgilendiren Tilsit Antlaşması ile sona
ermiştir. Antlaşma doğrultusunda Rusya, Varşova Dukalığını ve Ren Birliği’ni
tanımak zorunda kalmış; Elbe ve Ren şehirleri arasında Vestfalya Krallığı’nın
kurulmasını onaylamıştır. Bu antlaşmayla Osmanlı ve Rusya arasında devam eden
savaş da durmuştur; zira iki devlet arasında Napolyon’un arabuluculuk yapmasına

11
ve Osmanlı idaresinin bunu kabul etmemesi halinde ise iki devletin Osmanlı’ya
karşı birlikte mücadele etmesine karar verilmiştir. Ancak Osmanlı Devleti için
Tilsit Antlaşması’nın asıl önemli olan noktası Rusya ve Fransa’nın Osmanlı
topraklarının batısını paylaşmayı kararlaştırdıkları gizli maddesi olmuştur. Rus
çarı ve Napolyon, 1807 yılında bu antlaşma sonrasında toprak paylaşımı,
Osmanlı’nın antlaşmayı kabul edip etmemesi ve İngiltere’ye karşı izlenecek
siyasetin nasıl olması gerektiği gibi konuları karara bağlamak için yeniden bir
araya gelmişlerdir. Görüşme neticesinde iki devletin ortak düşmanları olan
İngiltere’ye karşı ittifakları pekişmiş, aynı antlaşmayla Finlandiya, Eflâk ve
Boğdan Ruslara verilmiş; Tuna, Rus sınırı kabul edilmiş ve Osmanlı’nın geri
kalan topraklarının bütünlüğünün sağlanması kararı alınmıştır. Böylece Rusların
Balkan topraklarında serbestçe hareket etmelerinin önü açılmış ve Avrupa kıtası
bir süreliğine de olsa iki büyük devletin kontrolü altına girmiştir (Uçarol,1995:
25- 27; Uluerler, 2022: 156-159; Kinross, ty: 400-402).

Kıtanın doğusundan tekrar batıya yönelen Napolyon, bu defa daha önce


müttefiki olan İspanya’yı ve İngiltere’yi kışkırtmak için Portekiz’i işgal etmiş ve
sonrasında Madrid’i almıştır. Aslında 1789 İhtilâli halkların zihninde modern
manada milliyetçilik duygusunu açığa çıkarmıştı ve ihtilâlin temelinde özgürlük
yer almaktaydı. Fakat Napolyon’un kıta Avrupa’sındaki siyasî faaliyetleri, bu iki
doktrine de aykırıydı. En nihayetinde Napolyon tarafından İspanya’nın işgali ve
yönetime dışarıdan bir hükümdarın atanması, o zamana kadar sessizliğini koruyan
milliyetçi duyguların harekete geçmesine yol açmıştır. 1812 yılına kadar devam
eden Fransa üstünlüğü, Rus çarının Tilsit Antlaşması’yla dâhil olduğu kıta
sisteminden çekilmesi ve iki devlet arasında çıkan savaşta Napolyon’un,
askerlerinin büyük bölümünü kaybetmesiyle zedelenmiştir. Fransa’nın Rusya
karşısındaki hezimeti, Napolyon’un despotluğundan bıkan Avrupa devletleri için
büyük bir fırsat olarak değerlendirilmiştir. Ordunun zayıflığını Napolyon’a karşı
bir fırsat olarak gören yönetimler, son bir kez daha ittifak yaparak Fransız
ordularını yenmiş ve 1814 Paris Antlaşması’yla Fransa’nın kıtadaki üstünlüğüne
son vermişlerdir (Sander, 2020: 172- 175; Erkan, 2010: 96-97).

Napolyon, Avrupa kıtasının kaderini belirlemek için düzenlenen Viyana


Konferansı sırasında bir kez daha harekete geçse de, 1815’de Waterloo’da kesin
bir yenilgiye uğramış ve Avrupa için sorun olmaktan çıkmıştır. 1815 Viyana

12
Kongresi, Paris Antlaşması’nı onaylamak, bazı boşlukları doldurmak ve
antlaşmanın parçalarını birbirine bağlamak için kısa ve resmî bir toplantı olarak
düşünülse de, yaklaşık dokuz ay süren ve krizlerle noktalanan zorlu müzakereler
maratonuna dönüşmüştür (Schroeder, 1994: 517). Viyana Kongresi’nden sonra
Avrupa’da göreli bir düzen hâkim olsa da, Napolyon’un yarattığı kaosun etkileri
devam etmiştir. Çünkü Napolyon işgal ettiği her yere dolaylı da olsa ihtilâlle
ortaya çıkardığı düşünce sistemini ve ideolojileri götürmüş, toplumların bunlardan
etkilenmesine izin vermiştir. Viyana Kongresi kararları ise söz konusu fikirleri
ortadan kaldıramadığı gibi “Metternich sistemi9” çerçevesinde uygulanan baskı
siyasetiyle daha da artmasına ve kıtadaki huzursuzluğun devam etmesine neden
olmuştur. Gerçekte kongrenin sağladığı barış ortamının çok uzun sürmeyeceği
kongreye katılan siyasetçiler tarafından da açıkça bilinmekteydi. Zira çıkan
kararlar bazı devletler için hayal kırıklığına sebep olmuştur. Mesela Almanlar ve
İtalyanlar eskisi gibi dağınık bırakılırken, İtalya topraklarında arî İtalyan halkının
yaşadığı bölgelerin büyük bölümü Avusturya’ya verilmiş ve bu durum, 1848
İhtilâli’nde İtalyanların ayaklanmasına yol açmıştır. Öte yandan Rusya ve Fransa
gibi devletler için önemi büyük olan Hollanda ve Belçika toprakları tamamen
bölünmüş, İsveç ve Norveç tek hükümdar yönetiminde birleştirilmiştir
(Ateş, 2018: 201- 202; Çorlu, ty. 2287-2288).

Osmanlı Devleti ise bazı gerekçeler nedeniyle 1815 Viyana Kongresi’ne


katılmama kararı almıştır. Bunların başında Osmanlı’nın toprak bütünlüğünün

9
Napolyon savaşları sonrası Avrupa yerleşiminin baş mimarı olan Avusturya Prensi Clemens
Metternich, Avrupa devlet sisteminin yeniden yapılandırılması için son derece normatif bir
program ortaya atmıştır. Söz konusu sistem, siyasî düzeni sağlamayı hedef alan sürekli barışı
temsil etmektedir. Uluslararası ve iç şiddetin yükselişi, Metternich tarafından anarşiye doğru bir
kayma olarak algılanmış ve bunu durdurmak için sert ve acil önlemlerin alınması gerektirdiğini
düşündürmüştür. Dolayısıyla Metternich’in amacı, “daimî olarak seferber edilmiş ordular ve
durmadan yürüyen birlikler olmaksızın, bir dengenin var olacağı” bir sistem yapılandırmaktır. Bu
fikri savunurken Metternic’in, nihai hedefi “denge”ye ulaşmak ve korumak olmuştur. Ancak bu
denge, güçler dengesi anlamına gelmemektedir. Metternich tarafından öne sürüldüğü şekliyle,
Avrupa “dengesi”, uluslararası hukuk tarafından düzenlenen ve evrensel olarak kabul edilen etik
ilkelere ve anlaşma yükümlülüklerine göre işleyen, istikrarlı bir güçler düzenlemesidir. Bu
düzenlemede tüm Büyük Güçler, Avrupa barışının dayandığı yasal normları korumak için
birleşecek ve uluslararası hukukun yaptırımı ile devletleri “bencil” bir politika izlemekten
alıkoyacaktır. Sistem, hem devletlerin dış tehditlere karşı kuvvete başvurma ihtiyacını ortadan
kaldıracak hem de onları yasal olarak oluşturulmuş bir ittifak sistemine entegre edecektir. Özetle
Metternich sisteminin temelinde, sorunların diplomatik yollarla çözülmesi bulunmaktadır. 1815’de
Viyana Kongresi’yle siyasî hayatta benimsenen bu sistem, varlığını 1848 İhtilâli’ne kadar devam
etmiştir… ayrıntıları için bkz: James R. Sofka, (1998). Metternich’s Theory of European Order: A
Political Agenda for: Perpetual Peace. The Review of Politics, 60, 121-126.

13
Avrupa devletlerinin garantörlüğüne verilime ihtimali bulunmaktadır. Zira bu
Osmanlı’nın bağımsızlık ilkesine aykırıdır. Ayrıca Sırplar ve Akdeniz
adalarındaki gayrimüslimlere verilen imtiyazların, Rusya tarafından mesele haline
getirilip hem daha fazla hak talebi hem de Sırpların bağımsızlığının gündeme
getirilme ihtimali oldukça yüksektir. Kongre başladıktan sonra Sırpların,
haklarında daha geniş revizyonlar yapılması için Viyana’ya bir heyet göndermesi,
Bâbıâli’nin bu savını destekler nitelikte bir hareket olmuştur. Bu kapsamda
Napolyon Savaşları esnasında büyük bir güç olarak önem kazanan Rusya’nın var
olan konumunu kullanarak Eflâk ve Boğdan meselesini gündeme getirme olasılığı
da Osmanlı idaresinin kongreye katılmamasında etkili olan diğer bir neden
olmuştur (Armaoğlu, 2003: 97- 98). Nitekim kongre kararıyla çizilen yeni Avrupa
haritasına ve Sırpların girişimlerine bakıldığında, Osmanlı Devleti’nin kongreye
katılmaması doğru bir karar gibi görünmektedir.

Osmanlı Devleti’nin Viyana Kongresi’ne katılmaması Rusya’nın Osmanlı


aleyhine bir siyaset yürütmesine engel olmamıştır. Nitekim bu tarihten itibaren
Osmanlı ve Avrupa devletlerinde sıklıkla gündeme gelecek olan “Şark Meselesi”
ortaya çıkmıştır. İlerleyen zamanlarda genişleme siyaseti doğrultusunda bu
savunusunu baz alan Rusya, Osmanlı idaresi altında yaşayan Ortodoks
Hristiyanların durumunu kullanmak suretiyle daha sonraki faaliyetlerine meşru bir
zemin oluşturmaya çalışmıştır (Karal, 2007:203- 204).

Viyana Kongresi sonrasındaki yeni konjonktür, kıtayı her an çıkabilecek


savaşlara hazır bir duruma getirmiştir. Dolayısıyla kıtadaki devletler,
yönetimlerinin bekaları için yeni ittifaklar kurmak için harekete geçmiştir.
Napolyon’un son başarısız girişimi olan Waterloo’dan sonra imzalanan Paris
Antlaşması’na paralel olarak, İngiltere’nin talebiyle kongre sonrasında “Dörtlü
İttifak” kurulmuştur. Bu ittifakın amacı Viyana’da belirlenen sınırlara yeni bir
Fransız saldırısı ya da Bonapartist bir girişime karşı birlikte hareket etmekti
(Bridge, Bullen, 2005: 34-35). Bu kapsamda kongre kararlarından kısa bir süre
sonra Rus Çarı I. Aleksandr’ın teklifiyle Avusturya, Prusya ve Rusya arasında

14
“Kutsal İttifak”10 teşkil edilmiştir. Aslında bu ittifak Metternich’in deyimiyle Rus
çarını memnun etmek için kurulmuştur (Keyvanoğlu, 2015- 26- 27).

Viyana Kongresi’nden kısa bir süre sonra büyük devletler arasında yeni
ittifakların yapılması, kongre kararlarına ve yeni düzene duyulan güvensizliğin
göstergesi olmuştur. Zira Fransız tehdidi ortadan kalksa da, Viyana’dan sonra yeni
güç dengesinde ön sırada hangi devletin olacağına dair bir belirsizlik ortaya
çıkmıştır. İngiltere büyük bir güç olarak Avrupa bölgesinde yer alsa da, Polonya
Krallığı’nın kurulması Rusya’nın Orta Avrupa’da istikrarlı bir şekilde yayıldığının
göstergesi olmuştur. Bu bağlamda İngiltere, Alman ortaklarıyla anlaşmayı
Rusya’yı kontrol etmek için doğru bulmuştur (Bridge, Bullen, 2005: 34-35).

1815’ten sonraki süreçte İngilizlerin Viyana kararlarının bağlayıcı


olmayacağı savlarında haklı oldukları ortaya çıkmıştır. Nitekim bu kararlarına ilk
karşı çıkan Alman halkı olmuş; birçok gizli cemiyet bütün Alman halklarını tek
bir federasyonda birleştirmek amacıyla Viyana’da kurulmuş olan mutlakiyete
karşı mücadele etmeye başlamıştır. Özellikle liberal ideolojiye sahip üniversite
öğrencilerinin başında olduğu girişim, Metternich’in harekete geçmesine ve bir
dizi önlem almasına neden olmuştur. Metternich, 7 Ağustos 1819’da Karlsbad’da
aralarında Avusturyalı, Prusyalı ve Alman liderlerin de yer aldığı bir kongre
düzenlemiş; alınan kararla gazete ve kitaplara sansür getirilmiş, dernekler
kapatılmış, üniversiteleri kontrol altına almak amacıyla faaliyetleri baskı altına
alınmış ve milliyetçi Almanların faaliyetleri durdurulmaya çalışılmıştır (Fulbook,
2011: sy).

Öte yandan 1808’de İspanya’yı işgal edip, yönetime kardeşini getiren


Napolyon’nun kurduğu düzene son vermek isteyen milliyetçi İspanyollar,
harekete geçerek 1820’de ayaklanarak kralı, daha önce kabul ettiği fakat
uygulamadığı 1812 Anayasası’nı yürürlüğe koymak zorunda bırakmışlardır
(Armaoğlu, 2003: 107-108). Ancak bir süre sonra bu defa tıpkı Almanlar gibi

10
Kutsal İttifak yani batıdaki adıyla Holly Alliance, dindar bir karaktere sahip olan ve Avrupa
sisteminin dini esaslar çerçevesinde yürütülmesi gerektiğini düşünen Rus Çar’ın girişimiyle 1815
Viyana Kongresi sonrasında kurulmuştur. Çar, birliğin adını dahi bu fikirden hareketle belirlemiş,
düzeni sağlamayı dini bir amaç olarak görmüştür. Birliğin üç üyesinden, Rusya Ortodoks,
Avusturya Katolik, Prusya ise Protestan mezhebini temsil etmektedir. İngiltere, Osmanlı ve Papa
haricindeki kıtada devletlerin çoğu, söz konusu ittifak antlaşmasını kabul etmişlerdir. Holy
Alliance. Encyclopedia Britannica [Erişim tarihi: 14. 03. 2022; https://www.britannica.com]

15
Napolyon dönemindeki liberal fikirleri benimsemiş ve Fransız idaresi altındayken
milliyetçilik duyguları daha pekişmiş olan İtalyanlar, Avusturya idaresine karşı
başkaldırmıştır (Davis, 2000: 52-56). Liberal ve milliyetçi düşünceye sahip
İtalyanların faaliyetleri sonucunda Napoli Kralı I. Ferdinand, 1812 Anayasası’nı
kabul etmek zorunda kalmıştır. Ancak İtalya’daki gelişmeler Metternich’in
tepkisini çekmiş ve buraya müdahale etme kararı almasına neden olmuştur. Zira
kongre sırasında Avusturya ve Napoli arasında yapılan anlaşmaya göre, Napoli
yönetiminin Avusturya’nın belirlediği sistemin dışına çıkmayacağı üzerinde
anlaşılmıştır. Fakat Metternich’in söz konusu kararı Fransa’nın da dahil edildiği
beşli ittifak üyeleri arasında destek bulmamış, görüş ayrılıklarının çıkmasına
sebep olmuştur. Bu bağlamda Rusya ve Avusturya’nın girişimiyle 1820’de
Troppau’da11 ittifak devletleri bir araya gelmiş ve kıtada çıkan Napoliten
faaliyetlerin önünün alınmasına dair bazı kararlar alınmıştır. Kongre sırasında
Metternich, ilk etapta tıpkı Almanya meselesinde olduğu gibi tüm müttefik
devletlerin desteğini alsa da, daha sonra İngiltere bundan vazgeçtiğini açıklamış,
Fransa ise kendi içinde de liberal hareketlenmenin görülmesinin etkisiyle kongre
kararlarını kısmen kabul etmiştir. İttifak üyeleri arasındaki fikir ayrılıkları aslında
ittifakın dağılmasının işareti olmuştur. İtalyanların ayaklanmasının kıtayı yeni bir
ihtilâle sürükleme olasılığından ötürü Troppau’daki kongrenin devamı niteliğinde
olan ikinci kongre, 1821’de Laibach’da yeniden toplanmıştır. Bu defa istediği
doğrultuda karar aldıran Metternich harekete geçerek İtalyanların bağımsızlık
girişiminin başarısız olmasını sağlamış ve Avusturya’nın bölgedeki imtiyazını
devam ettirmiştir (Özcangaz, 2015: 38-41; Armaoğlu, 2003: 107-109).

İtalya meselesinin bitmesiyle beraber İspanya sorununa yönelen ittifak


üyeleri, 1822’de Verona Kongresi’nde toplanmıştır. Kongrede müttefik

11
Troppau’daki müttefik hükümetlerin bildirgesine göre kongrenin toplanma amacı şöyledir;
İspanya’da, Portekiz’de ve Napoli’de düzenin alt üst olması neticesinde ister istemez endişe ve
tedirginlik ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla ihtilâle karşı savaşan güçler Avrupa’yı tehdit eden bu yeni
felaketi kontrol altına almak için bir araya gelmiş ve birlikte mücadele etme kararı almışlardır. Bu
doğrultuda Troppau’da toplanan hükümdarlar, yapılan antlaşmaları hem örnek alacak hem de
sadık kalacaklardır. Ayaklanmalar neticesinde çıkartılan reformların, meşru hükümetlerin
çıkarlarına ters olması halinde ve özellikle isyan ruhunun yaygınlaşması durumunda, birlik güçleri
önlem alacak, gerekirse gizli ajanlar kullanacaktırlar ki bu kıtanın düzenini isteyen devletlerin
yasal hakkıdır. Londra ve Paris mahkemeleri arabuluculuk yapacaktır. İzlenecek sistemin
halihazırda var olan antlaşmaları takip edecektir ve bu sistemin tek amacı egemenler arasındaki
ittifakı pekiştirmektir: fetihlere veya diğer güçlerin bağımsızlıklarına ve gönüllü iyileştirmelere
müdahale edilmeyecektir. Buna göre Müttefik hükümetler sadece sükûneti saglamak, Avrupa’yı
yeni ihtilâl hareketlerinden korumak ve ayrılıkçı olayları mümkün olduğunca önlemek
istemektedirler ( Hansard/ HL Deb. 25 January. 1821, vol. 4, cc.117-118).

16
devletlerin çıkarlarının birbiriyle çatıştığı açık şekilde ortaya çıkmış ve dolayısıyla
1815’de kurulan diplomatik düzenin çözüldüğünün işareti olmuştur. Örneğin
Metternich ve Rus çarının idare tarzı konusundaki fikir ayrılıkları somut bir
şekilde kendini göstermiş; Rus Çarı Aleksandr İspanya ve İtalya
ayaklanmalarında farklı bir tutum sergilese de, Avusturyalı liderin aksine liberal
düşünceleri ve politik çıkarları doğrultusundaki girişimleri desteklemeye
başlamıştır. Bu kapsamda da ilk olarak o döneme kadar Osmanlı idaresi altında
yaşayan Rumların ayaklanmasında önemli bir rol oynamıştır. Gerçekte bu, Rus
çarının Balkan topraklarına dair planlamasının bir parçası olup Yunanların
ayaklanması Rusların yayılma politikasıyla paralel ilerlemiştir. Bu durum,
Osmanlı dahil tüm Avrupa devletlerinin monarklar tarafından idare edilmesi
düşüncesinde olan Metternich ve Rus Hükümeti arasındaki anlaşmazlığı
çözülemez hale getirmiştir. 1822-1825 yılları arasında Rusya’nın Balkan
topraklarında ilerlemesi Metternich tarafından durdurulmuşsa da, Aleksandr’ın
ölümü ve yeni Çar I. Nicholas’ın başa geçmesiyle işler yeniden tersine dönmüştür.
I. Nicholas bir yandan Rusya’yı Avusturya’nın kontrolünden çıkarmaya
çalışırken, diğer yandan Osmanlı Devleti topraklarını ele geçirmek için harekete
geçmiş ve 1825’ten 1830’a kadarki geçen zaman diliminde iki devlet arasındaki
ilişkiler daha gergin bir hal alarak, ipler kopma noktasına gelmiştir. Tüm bu
süreçte İngiltere daha stratejik bir yol izlemiş, Rusya ve Fransa’ya karşı güçlü bir
Avusturya’yı desteklemiş, kimi zaman ise verilen kararları Troppau Kongresi’nde
olduğu gibi kabul etmemiştir. Ancak İngiltere’nin Avusturya desteği, Viyana
Kongresi sonrasındaki dönemde önemli bir yeri olan İngiltere Başbakanı
Castlereangh’ın ölümü ve George Canning’in başa geçmesiyle son bulmuştur. Bu
değişim Rusya ve İngiltere arasındaki ilişkilere de yansımış, denizler üzerindeki
üstünlük mücadelesindeki gergin politikanın daha ılımlı bir hal alması ve 1826’da
Canning’in Yunanistan’ın bağımsızlığı meselesini desteklemesiyle daha da
pekişmesine yol açmıştır. Bu iş birliğini Fransa-Rusya ve İngiltere’nin ortaklığıyla
Navarin’deki Osmanlı donanmasının yakılması ve 1827 Londra Antlaşması takip
etmiştir (Lee, 2019: 53-56).

Öte yandan Viyana Kongresi’nde göz ardı edilen 1789 İhtilâli’nin toplum
üzerindeki ideolojik etkisi, 1815-1830 yılları arasında uygulanan baskılarla daha
da güçlenmiştir. 1820’den itibaren somut bir şekilde görülmeye başlayan liberal

17
tepkiler ve tüm bu süreç boyunca yaşananların halk üzerinde bıraktığı olumsuz
ekonomik etkiler, 1830’da yeni bir ihtilâlin çıkmasına zemin hazırlamıştır.
Bilhassa Avrupa ihtilâllerinin geleneksel mekânı olan Fransa’da, Kral X.
Charles’in despotik ve katı mutlakiyetçi yönetimi, kamuoyunda endişelerin
artmasına ve ihtilâl fitilinin ateşlenmesine neden olmuştur. X. Charles’in 1829’da
anayasa değişikliğine imkân veren “ordannance12” yayınlaması, basın-yayın
özgürlüğünün tamamen kaldırması ve seçme hakkını kısıtlanması gibi yaptırımları
tepkilerin 27 Temmuz 1830’da ihtilâle dönüşmesiyle neticelenmiştir. Üç gün
süren çatışmaların ardından X. Charles tahtan indirilmiş ve yerini 1792’de
cumhuriyet taraftarlarının yanında savaştığını ve liberalizm yanlısı olduğunu iddia
eden Orleans Dükü Louis-Philippe almıştır (Pelz, 2016: 64-65).

Viyana Kongresi’nde İngiltere’nin faaliyetleri doğrultusunda birleştirilen


Hollanda ve Belçika, 1830’a kadarki süreçte iktisadî ve mezhep farklılığı dahil
birçok konuda yaşadıkları ayrılıklar nedeniyle tek bir devlet haline gelememiştir.
Dolayısıyla 1830 İhtilâli’ni kurtuluş fırsatı olarak gören Belçikalılar, 25 Ağustos
günü bir opera binasında başlattıkları ayaklanma sonrasında kasım ayında
bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Viyana Kongresi’nin büyük güçleri bu olaya
neredeyse hiç müdahale edememiştir; çünkü aynı sıralarda Avusturya için İtalya
tehlikesi, Rusya için Polonya tehlikesi bulunmaktadır. Belçikalıların 1830’da
başlayan bu mücadelesi, uzun süren bir siyasî süreçten sonra 1839’da Londra
Antlaşması ile zaferle sonuçlanmıştır (Ateş, 2018: 216- 219).

Kongre kararlarıyla Polonya topraklarında bulunan Varşova Dukalığının


lağvedilmesi ve yerine bölge idaresinin Prusya, Avusturya ve Rusya’ya
bırakılmasından rahatsız olan Lehler, liberal ve milliyetçi akımların da etkisiyle
1830’da patlak veren ihtilâli tıpkı Belçikalılar gibi şans olarak değerlendirmiş ve
adı geçen devletlere karşı ayaklanmışlardır. Rus orduları, ayaklanan Polonyalıları
durdurmak için harekete geçmiş, fakat askerî gücü ve yetenekleri fazla olan
Polonya ordularına karşı bir türlü başarı elde edememiştir. Bunun üzerine Rus
çarı, bölgeye daha büyük bir ordu sevk etmiş ve nihayetinde ihtilâl bastırılmış,
önde gelen Polonyalı ihtilâl liderlerini Sibirya’ya sürgün etmiştir. 1830 İhtilâli
sırasında milliyetçilik duygusu ile ihtilâl çıkaran tek millet Belçikalı ya da
Polonyalılar değildir. İtalyan ve Almanlar da kongre kararı ile bölünmüş halde

12
Emir

18
bırakılmalarından rahatsızlık duymaktaydı. Millî birliklerini korumak isteyen her
iki ulus da 1830’da ayaklanarak bağımsızlık mücadelesini başlatmış, fakat
Metternich’in de katkılarıyla Avusturya orduları tarafından durdurulmuşlardır. Bu
tarihten sonra Metternich Alman milliyetçiliğini engellemek için bölgede daha
sert bir politika izlemeye başlamıştır. 1830 İhtilâlleri herhangi bir ayaklanmaya
neden olmamasına rağmen bir tek İngiltere’de kısmî başarı sağlamıştır. Çünkü
buradaki ihtilâl, idare değişikliğinden ziyade yönetimde bazı eksikliklerin
düzenlenmesine yönelik talepler şeklinde olmuştur (Armaoğlu, 2003: 123-129).
1848 İhtilâli’ne kadarki süreçte Avrupa kıtası ihtilâller sonrası bozulan politik,
sosyoekonomik düzen yeniden sağlanmaya çalışsa da, istenilen olmamış,
baskılanan ve giderek kötüleşen tüm unsurların hayaleti 1848 yılında yeniden
ortaya çıkmış, yüzyılın son büyük kıta ihtilâline neden olmuştur.

Araştırmanın Amacı, Kapsamı ve Yöntemi

1848 İhtilâli patlak verdikten hemen sonra, yayıldığı topraklar üzerinde


belli bazı ideolojiler etrafında şekillenerek Avrupa devletlerinde geçici de olsa
önemli değişiklikler meydana getirmiştir. Bu ideolojilerin başında 19. yüzyılın
başlarından itibaren Osmanlı Devleti açısından da oldukça önemli bir mesele
haline gelen milliyetçilik gelmektedir. Bu bağlamda 1848 İhtilâli Osmanlı Devleti
için de ciddi bir tehlike arz etmektedir. Dolayısıyla daha önce batıda yaşanan
ihtilâllerden fiili olarak etkilenmeyen Osmanlı Devleti’nin, milliyetçiliğin kendi
topraklarında da açıkça hissedildiği ve görüldüğü bir dönemde çıkan 1848
İhtilâli’nden etkilenip etkilenmediği, varsa bu etkilerin en çok nerelerde ve ne
derecede hissedildiği, Avrupa’da yaşanan gelişmelere paralel idarî değişikliklere
yol açıp açmadığı soruları önemli hale gelmiştir. Hem bu sorulara yanıt bulmak
hem de ihtilâl karşısında Bâbıâli idaresinin, Osmanlı topraklarını yaşananların
etkisinden korumak üzere başvurduğu siyasî, sosyal, iktisadî ve askerî tedbir
uygulamaların neler olduğunu Osmanlı’nın gözünden ortaya çıkarabilmek ‘1848
İhtilâli’nin Osmanlı Devleti’ne Etkileri ve Alınan Tedbirler (1848-1850)’ adlı
çalışmamızdaki nihai hedeftir.

Bugüne kadar 1848 İhtilâli’ne ilişkin yapılan çalışmaların bir kısmında


konu bölgesel ve düşünsel perspektiften ele alınmıştır. Buna karşın tezimizde
1848 İhtilâli, tüm Osmanlı topraklarını kapsayacak şekilde genel olarak

19
incelenmiştir. Ancak bu noktada karşılaşılan en büyük sorun, 1848 İhtilâli ve
Osmanlı Devleti hakkındaki kaynakların yetersizliği olmuştur. Dolayısıyla
çalışmamız vasıtasıyla ilerleyen süreçte konuya dair yapılacak araştırmalara örnek
teşkil etmek, daha geniş bir bibliyografya oluşturmak ve mevcut açığı mümkün
olduğunca kapatmak dolaylı hedefler arasında yer almıştır. Bu bağlamda
tezimizde bugüne kadar Osmanlı Arşivinde tasnifi yapılmış belgeler bir araya
getirilmiş ve bulunan diğer kaynaklarla desteklenmeye çalışılmıştır.

1848 İhtilâli, Almanya ve Avusturya gibi devletlerde 1848 sonrasında da


devam eden bir süreç olduğu ve ihtilâllerin etkileri uzun vadede farklı açılardan
görüldüğü için akıllarına kullanılan belgelerin neden sadece 1848-1850 yıllarıyla
sınırlandırıldığı sorusunu getirebilir. Bu yıllar dahilinde kalmamızın iki temel
nedeni bulunmaktadır. Bunlardan ilki ihtilâl öncesinde ve sonrasında Osmanlı
Devleti’nde yaşanan karışıklıkların, ihtilâlin yarattığı karmaşayla karıştırılma
ihtimalidir. Zira “Fesad ve İhtilâl” kelimeleri Osmanlı’da bölgesel
ayaklanmalarda dahi kullanılmakta olup, bu ise belgelerde sağlıklı bir tasnif
yapmayı zorlaştırmaktadır. Dolayısıyla çalışmamızda herhangi bir bilgi
yanlışlığına yer vermemek adına, özellikle Bulgarların yaşadığı bölgelere ilişkin
kullanılan belgeler istisnai olmak kaydıyla, mümkün olduğunca 1848 yılıyla
sınırlı kalmak tercih edilmiştir. İkincisi ise ihtilâlin çıktığı andan, etkisini yitirdiği
ana kadar Osmanlı topraklarına yansımaları ele alınmak istemiştir. Zira bu
tarihten itibaren Osmanlı Devleti’nde ihtilâl harici birçok konu sebebiyle büyük
sıkıntılar yaşanmıştır. Bu noktada tezimizdeki amaçlardan biri de Avrupa’daki ve
Osmanlı’daki ihtilâli eş zamanlı olarak ele almaktır.

Çalışmanın Bölümleri

Üç ana bölümden müteşekkil olan tezimizin birinci bölümünde, 1848


İhtilâli’nin çıkışını tetikleyen unsurlar ve ihtilâlin Avrupa kıtasındaki büyük
devletler üzerinde yarattığı etkiler ve gelişmeler ele alınırken, ihtilâlin yayıldığı
devletlerde yaşananlar siyasî ve sosyo-ekonomik açıdan kısaca incelenmiştir. Bu
kapsamda da İtalya, Fransa, Avusturya-Macaristan, Almanya gibi büyük
devletlerde ihtilâlin nasıl yayıldığının yanı sıra ortaya çıkan ayaklanmaların
başarılı olmasının altında yatan sebeplere yer verilmiştir. Ayrıca ihtilâlin amacına
ne ölçüde ulaştığı, kurulan yeni siyasî düzenlerin başarılı olup olmadığı ve

20
ihtilâlin ana unsuru olan halkın beklentilerinin ne derecede karşılandığı
açıklanmaya çalışılmıştır. Tezimizin ilk bölümü, asıl odak noktamız olan 1848
İhtilâli’nin Osmanlı Devleti’ne yansımasına zemin hazırladığı için bilinçli bir
şekilde bahsi geçen devletlerde yaşanan olayların ayrıntılarına girilmemiştir.

Tezimizin ikinci bölümünde ise çalışmamızın esas noktalarından birini


oluşturan 1848 İhtilâli’nin Osmanlı Devleti’ne yansımaları 1848 ve 1489 yılına ait
Osmanlı Arşiv belgeleri ışığından çeşitli başlıklar altında ele alınmış olup, bu
bilgiler ikincil kaynaklarla desteklenmeye çalışılmıştır. Yine bu kapsamda
ihtilâlin etkilerinin Osmanlı hâkimiyeti altında bulunan hangi bölgelerde
görüldüğü de bu belgelerde yer alan isimler çerçevesinde belirlenmiştir. Söz
konusu belgelerdeki veriler ışığında başta Balkan topraklarındaki bazı yerlerde,
Adalar Denizi ve Akdeniz’deki kimi adalarda ihtilâlin ne derecede olaylara
sebebiyet verdiği ve yaşananlar ele alınmıştır. Dolayısıyla bunlar ele alınırken
konu dışı meselelere bilinçli bir şekilde kısaca yer verilmiş, böylece çalışmamızın
konusundan uzaklaşılmamaya çalışılmıştır. İlaveten ihtilâl sırasında Avrupa’da
yaşanan ekonomik sorunların Osmanlı ekonomisine ne ölçüde yansıdığını ortaya
koymak adına 1848 yılına ait bazı masraf defterlerinden faydalanılmıştır, böylece
ihtilâlin zaten uzun zamandır var olan malî sorunları ne derecede etki ettiği somut
verilerle açığa çıkarılmaya çalışılmıştır.

Çalışmamızın son kısmı olan üçüncü bölüm ise 1848 İhtilâli, Osmanlı
Devleti’nde alınan tedbirler kapsamında ele alınmış olup, bu bölümde Bâbıâli
idaresi tarafından ihtilâlin olası etkilerine karşı alınan tedbirler siyasî, sosyal,
askerî, ekonomik ve adlî yönleriyle incelenmiştir. Bu bölüm Osmanlı’nın ihtilâli
ne ölçüde önemsediğini göstermesi acısından oldukça önemli olup, alınan
tedbirler tüm ayrıntısıyla ele alınmaya çalışılmıştır. Tezimizin gerek ikinci
gerekse üçüncü bölümünde mümkün olduğunca konu dahilinde kalınmaya
çalışılmıştır. Öte yandan amacımız Osmanlı’nın gözünden 1848 İhtilâli’ni ele
almak olduğu için Osmanlı Arşiv belgeleri çalışmamızın ana kaynağı olmuştur.

Araştırmanın Kaynakları ve Kaynakların Tenkidi

Çalışmamızın esasını teşkil eden ana nokta 1848 İhtilâli’nin Osmanlı


Devleti’ne etkileri ve bu doğrultuda alınan tedbirlerdir. Avrupa’da tarih yazımında
oldukça geniş bir literatüre sahip olan 1848 İhtilâli’nin Osmanlı Devleti’nde

21
yarattığı etki ve buna verilen tepkiler noktasında yapılan çalışmalar yok denecek
kadar azdır. Dolayısıyla tezimizi hazırlarken ağırlıklı olarak Osmanlı Arşiv
belgelerine dayanan bir çalışma yapılmıştır. Bu amaçla ‘Hariciye Siyasî, Hariciye
Nezareti Tercüme Odası Evrakı, İrade-Hâriciye, Hariciye Nezareti Mektubî
Kalemi Evrakı, İrade- Mesail-i Mühimme, İrade Dâhiliye, Sadaret Mektubî
Kalemi, Sadâret Mektûbi-Mühimme Kalemi, Sadâret Divan Kalemi, Sadâret
Mektubî Kalemi Umum Vilâyât, İrade Eyalet-i Mümtaze Bulgaristan Evrakı’
fonları başta olmak üzere birçok arşiv belgesinden yararlanılmıştır. Söz konusu
fonlarda 1848 İhtilali sırasında Avrupa’da görev yapan Osmanlı elçilerinin
Dersaadet’e gönderdikleri raporların yanı sıra kurumlar arası ve Bâbıâli ile yerel
idareciler arasında yapılan yazışmaların raporları bulunmaktadır. Elçilerden gelen
tahriratlar vasıtasıyla Avrupa’daki ihtilâlin seyrine, yaşananlara ve Osmanlı’nın iç
ve dış siyasetinin nasıl olması gerektiğine ilişkin bilgilere ulaşmak mümkün
olmuştur. Bu elçilerin başında Viyana Sefiri Şekip Efendi, Berlin Sefiri Sami
Efendi, Atina Sefiri Kostaki Musurus, Berlin Maslahatgüzarı Davet Karabet gibi
isimler gelmektedir. Kurumlar arası ve Bâbıâli’nin yerel idareciler ile yaptığı
yazışmalarda ise Osmanlı toprakları üzerinde ihtilâl kaynaklı olaylara ve
yaşananlar karşısında alınan askeri, ekonomik, sosyal tedbirlere yer verilmiştir.
Dolayısıyla tezimizde Osmanlı Devleti’nin konu alındığı ikinci ve üçüncü
bölümünde ağırlıklı olarak bahsi geçen fonlardaki yazışmalardan istifade
edilmiştir. Öte yandan çalışmamızın kimi yerlerinde İngiliz Parlamento Arşivi,
Rumen Arşivi ve Polonya Arşivi belgelerinden faydalanılmıştır.

İlaveten gerek bu dönemde, gerekse sonrasında yayımlanan ‘Takvim-i


Vekayi’, ‘Ceride-i Havadis’, ‘Hürriyet’, ‘İrade-i Milliye’ ve Fransızca yayımlanan
‘Jurnal De Constantinopole’ ve ‘Currier De Constantinopole’ adlı gazetelerde
uzun süre yapılan taramalar neticesinde bulunan haberlerden faydalanılmıştır. Bu
dönemde Osmanlı’da basın-yayın faaliyetlerinin çok yeni olması ve Bâbıâli’nin
ihtilâlin yayılmasını önlemek için basına sansür uygulaması hem konuya dair
haber sayısının az olmasına hem de sadece Avrupa’daki ihtilâlin seyrine dair
haberlerin ağırlıkta olmasına yol açmıştır. Dolayısıyla adı geçen gazeteler,
özellikle birinci bölümde kullanılmıştır. Osmanlı tarih yazımı için oldukça önemli
olan ve ana kaynak niteliğindeki 19. yüzyıl eserleri olan Ahmet Lütfi Paşa’nın
‘Vak’anüvis Ahmed Lütfi Efendi Tarihi’ ve Ahmed Cevdet Paşa’nın ‘Tarih-i

22
Cevdet’ adlı eserlerinden de nispeti ölçüsünde faydalanılmıştır. Zira bahsi geçen
her iki eserde de 1848 İhtilâli’ne dair oldukça kısa bilgilere yer verilmiştir. Son
dönem tarih çalışmalarında popülaritesi oldukça artan hatıratlar yazıldıkları
döneme dair önemli bilgiler sunmaktadırlar. Bu bağlamda 1848 yılına dair
bilgilere halihazırda ancak iki hatırat türünde rastlanmıştır. Bunların ilki yine
Ahmet Cevdet Paşa’ya ait olan ve hatırat özelliği taşıyan ‘Tezakir’, ikincisi ise
İngiliz yazar Charles Mac Farlane’nin ‘Turkey and Its Destiny’ adlı eseridir.
Ahmed Cevdet Paşa konuyu yüzeysel olarak ele alsa da Mac Farlane, 1848
yılında Dersaadet’te yaşananlara dair önemli bilgiler aktarmıştır.

İlaveten 1848 İhtilâli’nin Osmanlı’ya yansımalarının çeşitli yönlerden


kaleme alındığı Hamiyet Sezer Feyzioğlu’nun ‘1848 İhtilâlleri Sırasında Osmanlı
Devleti'nin Balkanlar ve Adalar’da Aldığı Önlemler’, Levent Düzcü’nün ‘Korku
ile Tedbir Arasında Bir İhtilâli İzlemek: 1848 İhtilâli ve Osmanlı Hükümeti’,
Cezmi Karasu’nun ‘1848 İhtilâllerinin Osmanlılar Tarafından Algılanışı’ adlı
makaleleri ve Çiğdem Dumanlı’nın ‘Viyana-Berlin Üzerinden 1848 Devrimlerinin
Osmanlı Devleti’ne Etkileri’ adlı doktora tezinin bastırılmış hali olan ‘Siyasi,
Askeri ve İktisadi Yönleriyle 1848 Devrimleri ve Osmanlı Devleti’ne Etkileri’ adlı
1848 İhtilâli’ne dair ülkemizde yapılan ilk müstakil kitabından yararlanılmıştır.
Bu noktada bir parantez açmakta fayda vardır. Zira böylelikle tezimizin adı geçen
çalışmalardan farkı açığa çıkacaktır. Öncelikle Hamiyet Sezer, kaleme aldığı 1848
İhtilâlleri Sırasında Osmanlı Devleti'nin Balkanlar ve Adalar’da Aldığı Önlemler
adlı makalede 1848 İhtilâli sırasında Bâbıâli’nin Balkanlar ve Adalarda aldığı
önlemlere yer verilmiş, bu önlemler ağırlıklı olarak askeri tedbirlerle sınırlı
tutulmuştur. Korku ile Tedbir Arasında Bir İhtilâli İzlemek: 1848 İhtilâli ve
Osmanlı Hükümeti adlı makalesinde 1848 İhtilâli’ni Osmanlı özelinde ve daha
çok düşünsel boyuttan aktaran ele alan Levent Düzcü ise çalışmasında ihtilâlin
Osmanlı’ya yansımalarını ve alınan tedbirleri belli başlıklar aktarmış, konunun
ayrıntılarına belli bir noktadan sonra girmemiştir. Yine bu kapsamda Cezmi
Karasu, 1848 İhtilâllerinin Osmanlılar Tarafından Algılanışı adlı çalışmasında
ihtilâlin Osmanlı Devleti’ne etkileri ya da tedbirlerden ziyade başta Osmanlı
elçileri olmak üzere belli bir zümrenin 1848 İhtilâline bakışını oldukça kısa
denebilecek bir şekilde değerlendirmiştir. Öte yandan Çiğdem Dumanlı tarafından
kaleme alınan, Viyana ve Berlin arşivi belgelerinden hareketle hazırlanan, konuya

23
dair tek kitap olma özelliği taşıyan Siyasi, Askeri ve İktisadi Yönleriyle 1848
Devrimleri ve Osmanlı Devleti’ne Etkileri isimli çalışmada Dumanlı’nın
Osmanlı’daki ihtilâli, ağırlıklı olarak Viyana ve Berlin’deki ihtilâl ve buradaki
olayları Eflak ve Boğdan’a yansıması sınırladığı görülmektedir. Söz konusu
çalışmada ihtilâlin tüm Osmanlı Balkanlarına etkilerine dair bilgiler oldukça
sınırlı olup, askeri ve ekonomik etkiler ya da önlemlere hakkındaki veriler
oldukça kısıtlıdır. Çiğdem Dumanlı bu çalışmasında Osmanlı Arşiv belgelerinden
neredeyse hiç faydalanmamıştır. Tüm bunlara karşın tezimizde 1848 İhtilâli’nin
Osmanlı Devleti’ne ne ölçüde yansıdığı ve alından tedbirlerin boyutları ve
bunların neler olduğu Osmanlı arşiv belgeleri ışığında tüm yönleriyle ele alınmış
olup, bahsi geçen çalışmalardaki eksiklikleri mümkün olduğunca kapatılmaya
çalışılmıştır.

Yine bu kapsamda tezimizde Vasie Maciu, Dan Berindei, Süheyla


Yenidoğan Gürgen gibi isimlerin 1848 İhtilâli’nin Eflak ve Boğdan’daki etkileri
hakkındaki çalışmalarına yer verilmiştir. Ayrıca 1848 İhtilâli’yle Eric
Habsbown’nun ‘Devrim Çağı’ ve ‘Sermaye Çağı’, Roder Price’ın ‘1848
İhtilalleri’, Charles Tilly’nin ‘Avrupa’da Devrimler 1492-1992’, Taner Timur’un
‘Devrimler Çağı (1848-1871-1917)’ ve Gaston Martin’nin ‘1848 Devrimleri’ adlı
çalışmaları bulunmaktadır. Ancak bu çalışmalarda ihtilâlin Osmanlı Devleti’ne
ektileri konu alınmamış, oldukça kısa olmakla beraber bazılarında Eflak ve
Boğdan’da yaşanan olaylara değinilmiştir. Bahsi geçen çalışmalar dışında
literatürde yazılmış kaynaklar bulunmamakla beraber Enver Ziya Karal, Fahir
Armaoğlu, Toktamış Ateş, Oral Sander, Rıfat Uçarol ve Coşkun Üçok gibi
isimlerin kaleme almış oldukları siyasî tarih kitaplarında 1848 İhtilâli hakkında
bilgilere ulaşmak mümkündür. Ancak bu kaynaklarda 1848 İhtilâli’nin Osmanlı
Devleti üzerine etkilerine yüzeysel diyebileceğimiz bir şekilde değinilmiştir.
Diğer yandan başta Ahmet Refik, Bayram Nazır, Musa Gümüş, Abdullah Saydam
gibi isimlerin 1848 Macar ve Leh mültecileri konu alan çalışmaları bulunmakta
olup, bu kaynaklar daha ziyade mültecilerin Osmanlı Devleti’ne sığınmasıyla
ortaya çıkan devletler arası siyasî bunalım ve daha sonraki süreçte mültecilerin
yaşamlarını konu almaktadır. Yukarıda bahsi geçen çalışmalardan da yeri geldikçe
yararlanılmıştır.

24
Günümüzde yerel literatürde 1848 İhtilâli konulu çalışmaların oldukça
sınırlı olması nedeniyle daha ziyade yabancı kaynaklardan faydalanılmıştır.
Bunların başında 1848 İhtilâli’ni kapsamlı bir şekilde ele alan Mike Rapport’un
‘1848 Year of Revolution’, Jonathan Spenber’in ‘The European Revolutions,
1848–1851’, Duaglas Maggach and Gareth Stedman Jones’un ‘The 1848
Revolutions and European Political Thought’, Pricilla Robertson’nun
‘Revolutions of 1848: A Social History’, Peter Amann’nın ‘Revolution and Mass
Democracy: The Paris Club of 1848’, J. W. Evans ve Hartmut Pogge Von
Strandmann’nın editörlüğünde yayınlanan ‘The Revolutions in Europe 1848-1849
from Reform to Reaction’, Edward Stillingfleet Cayley’in ‘The European
Revolutions of 1848’, Jonathan Beecher’in ‘Writers and Revolution Intellectuals
and The French Revolution of 1848’ isimli çalışmaları, dönemin politik,
sosyoekonomik durumu ve bunların yol açtığı buhran sonucu çıkan ihtilâlin
Avrupa’daki idareler ve halk üzerinde yarattığı etkilerinin neler olduğunu anlamak
doğrultusunda kullanılmıştır. Buna ilaveten bahsi geçen kaynakların bir
kısmından ihtilâlin Osmanlı’daki etkileri hususunda da faydalanılmıştır; ancak bu
bilgiler oldukça sınırlı miktardadır. M. Di Scala Spencer’ın ‘Italy from Revolution
to Republic 1700 to the Present’, Jonathan Richard Hill’in ‘The Revolutions of
1848 in Germany Revolutions of 1848 in Germany, Italy and France’, August
Brass’ın ‘On The Barricades of Berlin: An Account of The 1848 Revolution’, Jill
Harsin’nin ‘Barricades: The War of the Streets İn Revolutionary Paris, 1830–
1848’, William H. Sewell’in ‘Work and Revolution in France the Language of
Labor from the Old Regime to 1848’, Roger V. Gould’un ‘Insurgent İdentities,
Class, Community, and Protest in Paris from 1848 to the Commune’, Hans
Joachim Hahn’ın ‘The 1848 Revolutions in German-Speaking Europe’, Martin
Kitchen’nin ‘A History of Modern Germany 1800–2000’, John Joseph
Kameriok’un ‘Great Britain and the Comiheirtal Revolutions of 1848’ gibi bazı
bölgesel nitelikli çalışmalardan ise 1848 İhtilâllerinin kıta devletlerindeki etkileri
kısmında istifade edilmiştir.

Tezimizde A. J. P. Taylor’un ‘The Habsburg Monarchy I809-I918 A


History of the Austrian Empire and Austria Hungary’, William A. Pelz’in ‘A
People’s History of Modern Europe’, VD Mahajan’nın ‘History of Modern
Europe Since 1789’, Charles-Barbara Jelavich’in ‘The Establishment of the

25
Balkan National States 1804-1920’, Jürgen Osterhammel’in ‘The Transformation
of the World a Global History of the Nineteenth Century’, Misha Glenny’nin ‘The
Balkans Nationalism’, War, and the Great Powers 1804–2012’, Şükrü
Hanioğlu’nun ‘A Brief History of the Late Ottoman Empire’, Michael Palairet’in
‘The Balkan Economies c. 1800-1914’, adlı bazı çalışmalardan da 1848
İhtilâli’nin hemen öncesi ve sonrasında kıtada yaşanan gelişmeler hususunda
siyasî, ekonomik, sosyal anlamda gerekli görülen yerlerde faydalanılmıştır.

Bu araştırma eserlerine ilaveten yine bu kapsamda kaleme alınan birçok


makale bulunmaktadır. Söz konusu çalışmalarda genelden ziyade ekonomik,
sosyal, bölgesel gibi spesifik konular ele alınmıştır. Bu bağlamda kullandığımız
makalelerin bazıları şunlardır: Helge Berger ve Mark Spoerer ‘Economic Crises
and the European Revolutions of 1848’, Gareth Stedman Jones ‘The Mid-Century
Crisis and the 1848 Revolutions: A Critical Comment’, Claus Møller Jørgensen
‘Transurban İnterconnectivities: An Essay on the İnterpretation of The
Revolutions of 1848’, Eugene Horváth ‘Russia and the Hungarian Revolution
(1848-1849)’, Isaiah Berlin ‘Russia and 1848’, Robert J. Bezucha ‘The French
Revolution of 1848 and the Social History of Work’, Albert Pražák ‘Czechs and
Slovaks in the Revolution of 1848’, Josef V. Polisenský ‘Aristocrats and the
Crowd in the Revolutionary Year 1848: A Contribution to the History of
Revolution and Counter-revolution in Austria’, Daniel R. Headrick ‘Spain and the
Revolutions of 1848’. Tüm bu çalışmalara ek olarak ‘The Times, New York
Herald, Weekly National İntelligencer, The Daily Union’ adlı gazetelerden
yararlanılmıştır.

Siyasî, sosyal konular olmak üzere tezin genelinde kullanılan belli başlı
bazı Türkçe kaynakların başında Barbara Jelavich’in ‘Balkan Tarihi, 18. ve 19.
Yüzyıllar’ 2. cildi, Sacit Kutlu’nun ‘Milliyetçilik ve Emperyalizm Yüzyılında,
Balkanlar ve Osmanlı Devleti’, Serap Toprak’ın ‘19. Yüzyılda Balkanlarda
Ulusçuluk Hareketleri ve Avrupa Devletlerinin Politikaları’, Maria Tadarova’nın
‘Balkanları Tahayyül Etmek’i Ali Fuad Türkgeldi’nin ‘Ricâl-i Mühimme-i
Siyasiyye’si, Virginia Aksan’nın ‘Kuşatılmış Bir İmparatorluk Osmanlı Harpleri
1700-1870’, Halil İnalcık ve Mehmet Seyithanlıoğlu’nun ‘Tanzimat’ı, Atilla
Güler’in ‘Balkanlara Hüzünlü Veda’sı, Şerif Mardin’nin ‘Türk Modernleşmesi’ 4.
cildi, Feryal Tansuğ’un ‘Osmanlı’nın Son Döneminde Adalı Rumlar’ı Kemal

26
Karpat’ın ‘Osmanlı’da Milliyetçiliğin Toplumsal Temelleri, Balkanlar’da
Osmanlı Mirası ve Milliyetçilik’, Gilles Veinstein’nin ‘Selanik 1850-1918
"Yahudilerin Kenti" ve Balkanlar'ın Uyanışı’, Halil İnalcık ve Donald
Quartaert’ın ‘Osmanlı İmparatorluğu'nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi’nin 2. cildi,
İlber Ortaylı’nın ‘Gelenekten Geleceğe’, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı’ adlı
eserleri gelmektedir. Ayrıca 1848 İhtilâli’nin Osmanlı Devleti’nde yarattığı
ekonomik etkiye dair ise özellikle Şevket Pamuk’un ‘Osmanlı Türkiye İktisadi
Tarihi 1500-1914’ü, Ali Akyıldız’ın ‘Para Oldu Pul’u, Tevfik Gürkan’nın
‘Osmanlı Malî İstatistikleri Bütçeler 1841-1918’i adlı eserler haricinde Hüseyin
Al’ın ‘Dönemin Bankacılık Teşebbüsleri, 1840-1852’ ve Nursel Manav’ın
‘Devlet-Banker İlişkileri Çerçevesinde Baltazzi Ailesi’ başlıklı yüksek lisans
tezlerinden yararlanılmıştır. Bunlara ek olarak tezimizde yeri geldikçe ‘İslam
Ansiklopedisi, Mufassal Osmanlı Tarihi ve Türkler’ gibi kolektif çalışmalardan
faydalanılmıştır.

27
BİRİNCİ BÖLÜM

1. AVRUPA’DA 1848 İHTİLÂLİ

“Romantik Devrim” olarak bilinen ya da çağdaş Alman tabiriyle


“Halkların Baharı” şeklinde telaffuz edilen 1848 İhtilâli, 1789’dan itibaren devam
eden ve küresel etki bırakan ihtilâller dizininin son halkasıdır. 1848 İhtilâli’nin
ayrıntılarına değinmeden önce dönemin siyasî konjonktürüne ve ihtilâli tetikleyen
unsurlara değinmek gerekmektedir.

Avrupalı devletler, 1848 yılına kadar 1815’te Viyana Kongresi


kapsamındaki antlaşmalar ve yasalara göre diğer bir deyişle “Metternich Sistemi”
olarak bilinen Napolyon Savaşları öncesi durumun ve monarşinin korunmasına
yönelik olan kurallarla yönetilmiştir. Söz konusu sistem 1830 İhtilâli’yle
zayıflamışsa da 1848’e kadar önemli bir siyasî gerçek olarak varlığını
sürdürmüştür (Kameriok, 1950: 32-33). 1848 yılına gelindiğinde ise en basit
ifadeyle Viyana Kongresi kararları “kısmen etkisi” olan bir anlaşmaya
dönüşmüştür. Öyle ki büyük devletlerin birlikte hareket etme kararı etkisini
yitirmiş, 1839’dan 1848’e kadar olan süreçte, sadece barış zamanında Osmanlı
boğazlarını yabancı savaş gemilerine kapatan 1841 Boğazlar Sözleşmesi
nedeniyle iş birliği yapılmıştır (Taylor, 1976: 3).

1840’lı yıllarda, monarşik yönetim tarzı, Amerika kıtası haricinde tüm


dünyada en yaygın idare biçimi olmuştur. Fransa başta olmak üzere Avrupa
kıtasının çoğunda monarşik yapı devam etse de ılımlı liberal anayasalar az da olsa
Avrupa siyasî yaşamına girmiştir. Ayrıca bu dönemde sadece Avrupa’da değil,
dünyanın hiçbir yerinde siyasî bir dengeden bahsetmek mümkün olmadığı gibi,
mevcut düzeni yıkmaya yönelik bir ihtilâl riski de sürekli artmaya devam etmiştir.
Zira yönetimler tarafından topluma yönelik yapılan düzenlemeler, ekonomik ve
teknik ilerlemeye paralel olmaktan uzak kalmıştır. Örneğin, serflik ve kölelik
yasaları gibi büyük toplumsal sorunlar hâlâ varlığını sürdürmektedir. Öte yandan
toplum hafızası 1789 İhtilâli’nin getirisi olan “siyasî bilinç ve siyasal eylemlilik”
gibi fikirler tarafından işgal edilmiştir (Hobsbawn, 2012: 323-327).

Kıta Avrupa’sının bu siyasî panoramasının altında yaşananlar, 1848


İhtilâli’ne yol açacak nedenlerin oluşmasına zemin hazırlamıştır. Bunların başında

28
siyasî nedenler gelmektedir. Avrupa kıtasının hemen her yerinde yerleşik
rejimlere karşı yapılan siyasî muhalefet, 1845-1848 yılları arasında legal-illegal
örgütlenmelerin genişlemesine ve anayasal haklar için siyasî kampanyalar
düzenlenmesine neden olmuştur (Sperber, 2005: 112-113). Mevcut yönetimlerin
uyguladığı politikalar, toplum üzerinde sosyal adaletsizlik, siyasal ayrımcılık ve
hukukî haklar gibi negatif etkilerin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Her ne kadar
söz konusu sorunlar dönem dönem halkın ayaklanmasına ve huzursuzluk
çıkarmasına neden olsa da, 1815’ten 1848’e kadarki süreçte mutlak monarkların
güçlerini yıkmaya karşı başlatılan tüm mücadeleler hüsranla sonuçlanmış, elde
edilen başarılar geçici olmaktan öteye gidememiştir. Siyasî haklar ve temsil
yetkisinin sadece belli zümreler tarafından kullanılıyor olması, dönemin en büyük
sorunu haline gelmiştir. Fransız İhtilali sonrasında ortaya çıkan akımların da
etkisiyle toplumun birçok kesiminde temsiliyet hakları önemli hale gelmiş,
monarkların bu hakları tekelinde tutma çabası ve kurduğu baskı, muhalefetin ve
taleplerin artmasını tetiklemiştir. Örneğin, 1846 yılında Fransa’da hükümet ve
rejim karşıtı gruplar oy hakkı önündeki engelleri kaldırmak ve genişletmek için
birleşmişlerdir. Hatta bu nedenle 1847 yılında reformları destekleyecek bir
örgütlenmeye dahi gidilmiştir. Nitekim bu örgütün faaliyetleri, 1848’de Fransız
Hükümeti’nin engeline takılmış, örgütün 22 Şubat’taki ziyafetinin yasaklanması
1848 İhtilâli’ni resmen başlatmıştır. Temsil hakkı, Fransızların dışında başta
Prusya ve Avusturya olmak üzere kıtanın genel sorunu olmuştur ve 1848
İhtilâli’nin politik ayağında daha fazla hak talep eden bu zümreler yer almıştır
(Price, 2000: 22-33).

Siyasî problemler haricinde 1848 İhtilâli’nin altında yatan bir diğer sebep
ise ekonomik sorunlardır. Her şeyden önce Avrupa, 19. yüzyılda büyük oranda bir
köylü kıtasıdır. Ren eyaletinin Düsseldorf bölgesi ya da Avusturya’nın Bohemya
eyaleti gibi günün standartlarına göre yoğun biçimde kentleşmiş ve sanayileşmiş
bölgelerde dahi çiftçiler, nüfusun yüzde 55’ini oluşturmuştur. Kıtanın yoksul ve
ekonomik olarak daha az gelişmiş doğu ve güney bölgelerine doğru gidildikçe
köylü nüfus daha belirgin hale gelmiştir. Avusturya’nın Galiçya eyaletindeki iş
gücünün yüzde 85’i, İtalyan yarımadasının ise en güney ucundaki Basilicata
eyaletinde yaşayanların yüzde 89’u köylülerden oluşmuştur. 1840’lı yıllarda
İngiltere, Kuzey Fransa ve Kuzey Almanya bölgesi, Prusya Krallığı’nın doğusu,

29
endüstride gelişmiş olmakla beraber köylü nüfusun fazla olduğu yerlerdir
(Sperber, 2008: 5-8). Öte yandan sosyo-ekonomik gelişmeler, kıtadaki her
devlette aynı ölçüde bir gelişme göstermemiştir. Mesela Fransa, kıtanın en büyük
devletlerinden biriyken, İngiltere’yle karşılaştırıldığında endüstriyel anlamda
İngiltere’nin iki kat daha gerisinde yer almıştır. Kısacası her ne kadar Avrupa’da
bir endüstrileşme hareketi varsa da işçi sayısı köylü nüfusun çok altında kalmıştır
(Jones, 1983: 506-507). Aslında İngiltere, Belçika, Fransa, Almanya, İsviçre,
Hollanda gibi sanayileşmiş devletlerin toplamı nüfusuna bakıldığında kırsal
nüfusun kente oranlara üstünlüğü 1890’lara kadar devam etmiştir. 19. yüzyılın
başından sonra kadar olan süreçte, kentleşme oranı en hızlı İngiltere’de
gerçekleşmiş, toplam nüfusun yüzde 61’i kentleşmiş, onu yüzde 34,5 ile Belçika
ve arından da yüzde 28,2 ile Almanya takip etmiştir. Kıtanın en büyük
devletlerinden biri olan Fransa’da ise bu oran ancak yüzde 25’lerde kalmıştır
(Zinkina, Ilyin, Korotayev, 2017: 165-168).

Köylü nüfusun ağırlıkta olduğu kıta, 1845-1847 yılları arasında büyük bir
tarımsal sorunla karşı karşıya kalmıştır. 1845’te çıkan patates hastalığı birçok
Avrupa devletini etkilemiş, kuraklık nedeniyle bir sonraki yıl hasat elde
edilememiştir. Dolayısıyla iki yıl üst üste yaşanan sorunlar, tahıl fiyatlarının en
yüksek seviyeye ulaşmasına yol açmıştır. Tarım sektöründe yaşanan bu
gelişmeler, Fransa’da 1847’de dört binden fazla işletmenin iflas etmesine, ticaret
oranlarının düşmesine ve bazı sektörlerde işsizliğin yüzde 64 seviyelerine
çıkmasına sebebiyet vermiştir (Bezucha, 1983: 571).

İktisadî hayattaki problemlerin hanelerin bütçelerine yansımasıyla


makroekonomik sorunlar ortaya çıkmıştır. Zira bahsi geçen yıllarda alt sınıf
haneler, gelirlerinin üçte ikisi ile dörtte üçünü beslenmeye harcamıştır. Ele geçen
bütçenin büyük bölümü beslenmeye aktarılırken, satın alınan gıdanın büyük
kısmını kuraklık ve hastalık nedeniyle fiyatı yükselen tahıl ve patates gibi ürünler
oluşturmuştur. Düşük gelirli haneler bütçelerinin çoğunu yiyeceğe ayırma
eğiliminde oldukları için, bütçelerin toplam boyutu küçüldükçe sorunlar da
büyümüştür (Berger, Spoerer, 2001: 295-297).

Tarımsal kriz döneminde işçilerin durumu daha da kötüleşmiştir.


Sanayinin büyümesi sürekli olmaktan ziyade düzensiz ilerlemiştir. Bu durum

30
üretimin talebin üstünde olmasına ve fiyatların düşmesine, buna paralel olarak
ticaretin azalmasına ve işsizliğin ortaya çıkmasına yol açmıştır. 1830’lardan önce
sanayide ve işçiler arasında çıkan bu kriz, 1848’den hemen önce daha da
kötüleşerek yaşam maliyetlerini daha da yükseltmiştir. Örneğin, Alman bir işçi
gelirinin büyük bölümünü yiyecek ve içeceğe harcamış, kira ve giyim için yeteri
miktarda parası kalmamıştır. Kasaba ve şehirlerdeki nüfus, alt yapının
kaldıramayacağı derecede çok artmış, apartmanlar üst üste yığılmış ve yoksulluk
çeken kitlelerle dolup taşmıştır (Rapport, 2008: 34-35).

Ekonomik sorunlar, sanayileşme ve aşırı kentleşmenin yarattığı sosyal


problemler ve toplumsal tepkiler, 1848’deki yönetimler için daha tehlikeli bir hal
almıştır. Çünkü bir ihtilâl için gerekli olan şartlar olgunlaşmış, 1830’da başlayan
örgütlenme orta sınıf ve burjuvanın desteğini kazanmış, ortak bir politik hedef
belirlenmiştir (Price, 2000: 28). 1848’e doğru kentlerde, başlarında “aydın”
şeklinde tabir edilebilecek eğitimli insanların olduğu derneklerin sayısı hızla
artmış ve insanların problemleri derneklerde gündeme geldikçe halk-dernek
bütünleşmesi gerçekleşmeye başlamıştır. Bu noktada basın ve üniversiteler gibi
iki önemli unsur öne çıkmıştır. Hem örgütlenmenin hem de 1848’deki ihtilâl
ideolojisinin hızla yayılmasında öncelikle üniversiteler, başka bir deyişle
öğrenciler önemli roller üstlenmişlerdir. Öyle ki Viyana’daki ihtilâlde siyasî
aktivizmin örgütlenmesinin temelini dahi bunlar oluşturmuşlardır. İkinci olarak,
gönüllü derneklerin hızla büyümesine paralel olarak basın hayatında da önemli
gelişmeler yaşanmış, kitle iletişim araçlarının sayısı hızla artmış ve ihtilâlin
propagandasını yayma görevini üstlenmişlerdir (Jørgense, 2012: 210-212).

Özetle 1789-1848 yılları arası hem siyasî hem de ekonomik kriz dönemleri
olmuştur. Sanayinin gelişmesi ve denizaşırı ticaretin önemli ölçüde büyümesi,
insanlar üzerinde ekonomik hoşnutsuzluğa, yeni bunalımlara ve işsizliğe yol
açmıştır. Aslında ekonomik sorunlar tek başına ihtilâlin ortaya çıkması için yeterli
değildir ve ihtilâlin olabilmesi için belirli bileşenlerin bir araya gelmesi
gerekmektedir. Bunu da 1789 İhtilâli ve Napolyon Savaşları sonrası ortaya çıkan
siyasî hoşnutsuzluk tamamlamıştır. Söz konusu iki bileşenin bir araya gelmesi
halkın politik farkındalığını arttırmış, insanlar sahip oldukları haklara ilişkin
düşünmeye başlamışlardır (Holt, 1977: 23-24).

31
Yönetimlerin toplumsal hayattaki problemlere tepkisiz kalması, halkı
ihtilâle sürükleyen süreci daha da hızlandırmıştır. En nihayetinde 1848 yılına
gelindiğinde hem siyasî hak talepleri hem de sosyoekonomik hayatta görülen kötü
gidişat, insanların tıpkı 1789 Fransız İhtilâli’nde olduğu gibi sokaklara
dökülmesine sebebiyet vermiştir. Bu siyasî seferberlik görünürde “yoksul
kırkların” bir hareketi olmuştur. Ancak M. Jørgense’nin de altını çizdiği gibi
“açlık isyanlarıyla” başlayan ayaklanmalar, kısa süre içinde baskılanan diğer
unsurların hareketi haline gelmiştir.

1848 yılında başlayan Avrupa’nın son devletler arası ihtilâli, kıtadaki


mevcut sorunların etkisiyle önceki ihtilâllere kıyasla hızla kıtanın dört bir yanına
yayılmıştır. Bu yerler arasında Fransa, Avusturya- Macaristan, Almanya gibi
büyük devletler bulunmaktadır. Büyük ayaklanmalara neden olan söz konusu
ihtilâl, yayıldığı devletlerdeki taleplere göre diğer bir ifadeyle liberalizm,
sosyalizm ve milliyetçilik gibi ideolojiler etrafında şekillenmiş ve ilk etapta
neredeyse etkisini gösterdiği tüm devletlerde başarıya ulaşmıştır.

1. 1. İtalya

İtalya 1848’de tıpkı Almanya gibi birçok küçük devletten oluşan ve mutlak
prensler tarafından yönetilen bölünmüş bir yapıya sahiptir. Güney’de Napoli
Krallığı, Orta İtalya’da Papalık Devletleri ve bunların kuzeyinde dört küçük
dukalık ve Piedmont Krallığı yer almaktadır. İtalya’nın en zengin eyaletleri olan
Lombardiya ve Venedik ise bu dönemde Avusturya İmparatorluğu’nun bir parçası
olup Viyana’dan yönetilmektedirler. Ancak gerçekte 1821’de Napoli’de çıkan
ihtilâli bastıran Avusturya, aşağı yukarı tüm İtalyan devletlerini kontrolü altına
almıştır. Çünkü prensler ve idareciler, yönetime ve rejim sistemlerine muhalif
olaylarda Avusturya’dan yardım almaktan çekinmemişlerdir. Dolayısıyla
İtalyanlar, 19. yüzyılda neredeyse kendi meselelerinde söz hakkını yitirmiş
duruma gelmişlerdir (Robertson, 1952: 311; Spencer, 2009: 83-86). Söz konusu
parçalanmışlık yüzünden İtalya, bu dönemde devlet olarak değil de daha ziyade
Metternich’in de ifade ettiği gibi bir “coğrafî” terim şeklini almıştır (Lee, 2019:
91).

İtalya’nın bu bölünmüşlük hali ve ulusal olmayan yönetim biçimi İtalyan


liberalleri arasında milli birlik düşüncesinin tetiklenmesine yol açmıştır. Zira

32
liberallere göre İtalyan yarımadasının ilerlemesinin önündeki en büyük engel,
krallıkların tek çatı altında birleşememesidir. Bu nedenle 1848 İhtilâli’nin başında
İtalya, Risorgimento13 adı verilen birleşmeye yönelik yeni bir hareketin etkisi
altındadır. Hareketin amacı, birleşmenin önündeki en büyük engel olan
Avusturyalıları İtalyan topraklarından atmaktır (Hill, 2005: sy). Bu düşünce;
özgürlük fikri barındıranların yanı sıra İtalyan birliğini savunan bazı önemli
figürlerin, Risorgimento etrafında toplanmasına neden olmuştur. Bu isimlerin
başında Giuseppe Mazzini ve onun kurduğu Genç İtalyanlar Birliği gelmektedir.
Gizli olan örgütün hedefi, tüm İtalyan prensliklerini ortadan kaldırıp İtalya
Cumhuriyeti’ni kurmaktır. Papa başkanlığında bir İtalya fikrini benimseyen
Gioberti ve tüm İtalyan devletlerinin birleştiği bir federasyonu hedefleyen
Piemontreli Kont Balbo ise diğer milli birlik düşüncesi üzerine harekete geçen
isimler arasındadır (Armaoğlu, 2003: 140-142).

İtalya’da 1848 İhtilâli’nin ilk şiddetli çatışması, belki de modern tarihteki


ilk toplu sigara karşıtı kampanya sayılabilecek bir olayla Lombardiya
bölgesindeki Milano’da patlak vermiştir. Jokey Kulübü’nde toplanan Milano’nun
genç soyluları, Vatikan’dan gelen liberal seslerden cesaret alarak, Almanca
konuşan rejimde ilerleyebilmenin mümkün olmadığından şikâyet etmeye ve
yetersiz fırsatlar için mücadele etmeye başlamışlardır. 1773’teki Boston Çay
Partisi örneğinden esinlenen İtalyan eşrafı, gelirinin büyük kısmının vergi olarak
Viyana hazinesine giden “tütün boykotunu” düzenlemeye karar vermiştir.
Soyluları rahatsız eden vergilendirme meselesi, aslında düşük gelirli İtalyan
halkını daha çok rahatsız etmiştir. Dolayısıyla halkın desteğini kazanmak bir hayli
kolay olmuştur. 1848 yılının ilk günlerinde Milanoluların sigarayı bırakarak
başlattığı boykot hareketi, 3 Ocak’ta bir Milanolunun Avusturyalı bir askerin
puroyu abartılı şekilde üflemesinden rahatsız olmasından doğan tartışmayla
başlamıştır. Bu durum, Avusturya askerleri ve İtalyanlar arasında bir arbedeye
dönüşmüş, çıkan kavgada bazı İtalyanlar yaralanmıştır. Olayların büyümesine
engel olmak isteyen Avusturyalı yetkililer, büyük bir askerî birliği sivil halkın
üzerine yollayarak hem olayları hem de “tütün isyanını” bastırmışlardır. İsyan
bastırılmış olmasına rağmen Avusturya ordusunun İtalya’daki komutanı General
Joseph Radetzky, bölgedeki mevcut huzursuzluğun daha ciddi boyutlara

13
İtalyancada “diriliş” anlamına gelmektedir.

33
ulaşmasından korkarak Metternich’ten daha fazla asker takviyesi istemiş fakat
General Radetzky’nin talebi Avusturya idarecileri tarafından abartılı bulunarak
dikkate alınmamıştır (Rapport, 2008: 43; Journal De Constantinople, 06. 03. 1848:
3; 21.03.1848: 2).

Ancak süreç Avusturya idarecilerinin beklentilerine göre ilerlememiş ve


Milano’daki olaylar, 12 Ocak 1848’de İtalya’nın en yoksul kesimi sayılabilecek
Palermo’da ayaklanmaların patlak vermesine neden olmuştur. Sicilya’ya bağlı
olan Palermo’da bulanan beş bin kadar Napoliten Bourbon askeri düzeni sağlama
ve olayları bastırmada başarılı olamamıştır. Çünkü uzun zamandır devam eden
eşkıyalık ve yarı-mafya benzeri faaliyetler, halkın silah kullanımı konusunda
beceri ve deneyim sahibi olmasına yol açmıştır. Özetle sosyal ortamın düzenden
uzak ve kırılgan bir yapıya sahip olmasının yanı sıra birçok insan, adaleti
uygulamak için hükümetin bir anlık zayıflığını bekler hale gelmiştir. Üstelik
Sicilya toplumundaki tüm sınıflar, bir yüzyıl boyunca Napoli’de yabancı bir halk
tarafından yönetilmekten büyük bir rahatsızlık duymuştur. Dolayısıyla ezici
yoksulluğun hâkim olduğu bölgede kitlelerin bir araya gelmesi daha da
kolaylaşmıştır. Bu bağlamda 1848’de İtalya’da yurtseverlik duygusundan ziyade
ihtilâlci duygular son derece güçlüdür; bu duygu Ocak 1848’de İtalya’nın her
yerinde insanların birleşmesine ve ilk ayaklanmaları başlatmasına yol açmıştır
(Smith, 1988: 125-127).

Ayaklanmalar karşısında hükümet güçleri, Palermo’yu bir Bourbon kalesi


olan Castellamare’den bombalamaya başlamış, katedral ve kraliyet sarayı
önündeki ihtilâl yanlısı isyancıların üzerine ateş açılmasıyla kalabalığı dağıtıp
şehri terk etmişlerdir. Bu esnada ihtilâlciler polis merkezini işgal ederek kayıtları
yakmışlar, köylüler ise köylerdeki vergi ve tapu kayıtlarını ateşe vermişlerdir.
Deyim yerindeyse Sicilya kırsalı alevler içinde kalmıştır. Ayaklanmalar
sonucunda 1820 İhtilâli’nin emektarı olan liberalizm yanlısı Fitalìa Prensi
Ruggero Settimo başkanlığındaki komite, Palermo’da geçici bir hükümet
kurmuştur. Genel Komitede hem ılımlı liberaller hem de daha radikal demokratlar
görev almıştır. Ancak bu kişilerin öncelikleri canları ve mallarını kızgın
köylülerden ve şehirli yoksullardan korumak olmuştur; bu geçici hükümet, manga
tarafından kontrol edilen bölgelere yasal kural koymakta ise oldukça zorlanmıştır.
Öte yandan ihtilâlci liderler de Sicilya’nın Napoli ile 1816’da birleşmesinden bu

34
yana toplanmasına izin verilmeyen Sicilya parlamentosu için seçim yapılması
çağrısında bulunmuşlardır (Rapport, 2008: 45).

Sicilya’daki ihtilâl haberinin Napoli’ye ulaşmasından kısa bir süre sonra


halk, burada da sokaklara dökülmüştür. Olaylar üzerine Napoli kralı bazı tavizler
verse de bu durum, isyancıları memnun edip sakinleştirmek yerine onları daha da
yüreklendirmiş, yeni bir anayasa talebi için gösteri yapmalarına neden olmuştur.
Napoli Kralı II. Ferdinand, Avusturya’nın olaylara müdahale etmesini beklemiş
fakat beklentisi boşa çıkınca 29 Ocak’ta 1830 Fransız Anayasası’na dayanan yeni
bir anayasa yayımlamak zorunda kalmıştır. II. Ferdinand’ın bu girişimi, diğer
İtalyan yöneticiler üzerinde baskıların artmasına yol açmıştır. Napoli’de
anayasasının ilan edilmesiyle ilgili haberler Piedmont’a ulaştığında, krallığın iki
büyük şehri olan Torino ve Cenova’da kitlesel gösteriler patlak vermiştir. Bu
olaylar Sardunya Kralı Charles Albert üzerindeki anayasa ve yeni idari reformları
kabul etmesi yönündeki baskıları arttırmıştır. Aslında Charles Albert, ihtilâl
öncesinde de siyasî gücün kendi elinde olması şartıyla liberalleri bağımsızlık
konusunda teşvik eden bir politika izlemektedir. Fakat anayasa talebi, kralın artık
bu politikayı sürdüremeyeceği anlamına gelmektedir. Ayrıca gerek konumunu
zayıflattığı, gerekse selefine asla bir anayasa kabul etmeyeceğine dair verdiği söz
nedeniyle başlarda anayasaya karşı çıkmıştır. Ancak bir süre sonra yapılan
baskıların etkisiyle Charles Albert, yine 1830 Fransız Anayasası’na dayanan bir
statükoyu yayımlamak zorunda kalmıştır. Bu yeni anayasal düzenle berabere
mevcut hükümetin yerini liberallerin olduğu bir yönetim almış; halk statükonun
ilanını ve yeni hükümet haberini büyük bir coşkuyla karşılamıştır (Spencer, 2009:
90-91; Sperber, 2005: 450-451; Courrier De Constantinople, 26.02.1848:3-4).

II. Ferdinad ve Charles Albert’in anayasayı kabul etmeleri, Toskana Dükü


ve Papalığın da anayasayı kabul etmelerine neden olmuştur. Böylece büyük
olaylar çıkmadan Avusturya işgalindeki topraklar haricindeki tüm İtalyan
devletlerinde liberal olarak adlandırabilecek yeni anayasal süreç başlamıştır (Ateş,
2018: 234). Ancak çok kısa bir süre sonra İtalya topraklarında bu defa da Paris ve
Viyana’daki ihtilâllerden kaynaklı ayaklanmalar başlamıştır (Price, 2000: 46). Bu
kapsamda ihtilâlin etkisiyle Venedik’te geçici olarak San Marco Cumhuriyeti ilan
edilmiş, civarda bulunan Avusturya orduları ve Avusturyalı olan Parma ve
Modena Dükleri kaçmış ve Milano başta olmak üzere neredeyse tüm İtalyan

35
şehirleri ayaklanmıştır (Armaoğlu, 2003: 142; Ateş, 2018: 134). Kısacası
İtalya’da, Metternich’in aslında pek de yanlış olmasa da İtalyanlar nezdinde
aşağılayıcı sayılabilecek coğrafî bölge benzetmesinin sonuna gelinmiş gibi
görülmektedir (Hobsbawn, 2017: 24).

Milano’daki ayaklanmaların basit olayların ötesine geçmesi, Avusturyalı


yetkilileri harekete geçirmiştir. Zira ihtilâl yanlılarının Avusturya hükümet
binasına yürüyüş çağrısına yaklaşık on beş bin kişi karşılık vermiştir. Yürüyüşün
başında şehrin İtalyan yetkilisi olan Belediye Başkanı Kont Gabriel Casati yer
almıştır. Casati, gösteri sırasında kan dökülmesini engellemek için General
Radetzky’i ikna etmiş ama olaylar sırasında ihtilâl yanlısı İtalyanlar verilen sözü
garanti altına almak için Radetzky’i rehin almıştır. Radetzky bu durumu hakaret
saymış ve anlaşmanın geçerli olmadığını söyleyerek Avusturya ordusunu şehrin
önemli yerlerini işgal etmesi için harekete geçirmiştir. Bu esnada isyancılar
sokaklarda barikatlar kurmuş ve katedrali ele geçirmişlerdir. Milano’daki
ayaklanmada öğrenciler, bölgenin ileri gelen zengin tüccarları, işçiler, çocuklar ve
kadınlar hep birlikte hareket etmişlerdir. Dolayısıyla Avusturya kuvvetleri bu
ayaklanmayı bastıramamıştır. Avusturya ordularının kuşatması devam ederken
Milano’daki ihtilâlciler Piedmont Kralı Charles Albert’ten yardım istemiş, kral
başta tereddüt etse de Lombardiya’ya doğru harekete geçmiştir. Ayrıca
Milano’daki ihtilâlcilerin yardım istediği haberleri üzerine Paris’teki cumhuriyetçi
Mazzini de ihtilâlcilere destek vermek için Milano’ya geçmiş ve böylelikle
“İtalya’nın ruhu” için İtalyanlar, Avusturya’ya karşı mücadele etmeye başlamıştır
(Robertson,1952: 339-342). İhtilâl ciddi bir hal alınca, iç savaştan çekinen Papalık
ve Napoli Kralı da söz konusu mücadelenin başında yer alan Charles Albert’in
yanında yer almayı kararlaştırmışlardır. İtalya topraklarındaki bu son gelişmeler
ve yaşanan olaylar, Paris’teki Osmanlı sefiri sayesinde Bâbıâli’ye şöyle intikal
etmiştir:

“Sardunya Kralı’nın Venedik lebideryası halkına yardım edeceğini resmen


ilan etmesi üzerine Avusturya elçisi pasaportunu isteyip geri dönmüştür. Bundan
başka duyulduğuna göre Milan her ne kadar vurulmuş ve yıkılmışsa da henüz
tamamen zapt altına alınmamıştır ve birkaç günden beri Milan ile iletişim
kesilmiştir. Sardunyalıların İtalyanlara yardım edeceği haberlerinin Paris’e
ulaşması üzerine, Fransa’dan Milan’a asker yollanmıştır. Venedikliler, şehrin

36
içlerinde ne kadar Nemçeli varsa tamamını sınır dışı etmişlerdir. Fakat liman
ağzındaki birkaç burcun hala Nemçe askerlerinin elinde olduğu söylenmektedir.
Ancak Venedik tersanesindeki işe yarar donanma, ihtilâl patlamadan önce
Körfez’e ve Trieste’ye yakın bir bölgeye gönderilmiştir. Dolayısıyla tersanede var
olan gemiler, çürük çarık olup işe yaramamaktadır. Bu nedenle Avusturya
Devleti’nin deniz kuvvetleri burada bulunmaktadır; ek olarak Fransa’dan
İtalya’ya her gün asker gönderilmektedir. İtalyanların Avusturya Devleti’nden
ayrılma sevdasında olması, Nemçelilerin hoşuna gitmemiş, Gard Nasyonal
takımından ve ahali arasındaki başıboş güruhlardan birçok gönüllü İtalya’ya
gelip, Avusturya devleti askerleriyle birlikte muharebeye katılmak istemişlerdir.
Çünkü Avusturya Hükümeti hem asker ihtiyacını karşılamak için hem de halkı az
da olsa bu tür şeylerle meşgul etmenin faydalı olacağını düşünmüş ve her askere
ellişer florin harcırah vereceğini ve isteyenlerin askere yazılmasına izin
verileceğini duyurmuştur. Şu ana kadar yazılan sekiz bin kişiden bir kısmı
muharebe alanına sevk edilmiş, geri kalanı da kısa süre içinde yollanacaktır.
Trieste ve Akdeniz arasında çalışan Luyid Kumpanyası vapurlarını Venedik’te
düzen sağlanıncaya kadar kadar devlet hizmetine vermiştir” (İ. HR, 45:2100/2: 4
Nisan 1848). Bâbıâli’ye gelen bu bilgiler hem İtalya’daki bağımsızlık
mücadelesinin ciddiyetini hem de Avusturya Devleti’nin yaşadığı sıkıntıları
göstermesi bakımından önemlidir.

Charles Albert’in emri altındaki İtalyan orduları, 30 Mart’ta Avusturya


ordularını Goito’da büyük bir hezimete uğratmıştır. Bu zaferden sonra İtalyan
birliğinin oluşması hızlanmış ve 4 Temmuz’da tüm Kuzey İtalyan devletleri,
monarşiden yana olan Kral Charles Albert’in yönetimindeki Piedmont Devleti
çatısı altında birleşmiştir. Ancak bu uzun sürmemiş, 25 Temmuz’da Radezky
komutasındaki Avusturya kuvvetleri, İtalyanları Costozza’da yenmiştir.
Böylelikle İtalyan birliği hayali ilk darbesini almış ve birlik yönündeki umut
azalmaya başlamıştır. Yenilginin ardından cumhuriyetçi düşünceye sahip olan
ihtilâl yanlıları harekete geçerek 13 Ağustos’ta Venedik Cumhuriyeti’ni ilan
etmiş, Papalıktaki idareye liberal yöneticileri getirmişlerdir (Hobsbawn, 2017:
30). 1849’a gelindiğinde ise ihtilâl kısmen de olsa devam etmiştir. Kurucu Meclis
9 Şubat’ta Roma’da, Mazzini ise 18 Şubat’ta Floransa’da cumhuriyeti ilan
etmiştir. Ancak işler pek de düşünüldüğü gibi ilerlememiş, Avusturya ile

37
mücadelesine devam eden Charles Albert, Mart 1849’da Avusturya ordularına bir
kez daha yenilince oğlu adına tahttan çekilerek Avusturya ile anlaşma yoluna
gitmek zorunda kalmıştır. Böylece “Birleşik İtalya” hayali kuran ihtilâlcilerin son
umudu da tükenmiştir (Mahajan, 1983: 264-265; Ateş, 2018: 234-236). Avusturya
Hükümeti ve Charles Albert arasında yapılan antlaşmaya göre:

- Kabul edilen sınır hattı aynı zamanda iki devletin sınırı olacaktır.

- Pestira, Rokka, Ofa ve Ozofa kalelerindeki Sardunyalı ve müttefik


askerler tahliye edilerek antlaşmanın ilanından üç gün sonra kalelerin her biri
imparatorluğun muhafazasına bırakılacaktır.

- Moden ve Parim eyaletlerinin muharebe alanlarındaki askerler bölgeyi


terk edeceklerdir.

- Sardunya Devleti’nin kara ve deniz kuvvetleri Venedik’teki kale ve


limanları terk edecektir.

- Bahsi gecen yerlerdeki halk ve emlaklar, Avusturya Devleti’nin himayesi


altına girecektir (HR. SYS, 204: 4/18; 9 Ağustos 1848).
Charles Albert’in yenilmesi, ihtilâl karşıtlarının harekete geçmesine başka
bir ifadeyle karşı ihtilâlin [devrim] başlamasına, 1848 İhtilâli’yle kurulan yeni
düzenin bir bir ortadan kalkmasına ve İtalyan Birliği umudunun bir süre için de
olsa son bulmasına yol açmıştır (Ateş, 2018: 234-236) Böylelikle İtalyan
yarımadasında yaşayan insanlar arasında büyük bir değişim isteği ile başlamış
olan 1848 İhtilâlleri, Avusturya’nın müdahalesi sonrası hüsranla sonuçlanmış,
beklenen birlik hayali ve anayasal yönetim bir süre için de olsa sessizliğe
gömülmüştür (Hill, 2005: sy).

1. 2. Fransa
Avrupa’daki siyasî, iktisadî ve toplumsal sorunlar, kıtadaki birçok devlette
gergin bir zeminin oluşmasına yol açmıştır. 1848 yılının ilk günlerinde İtalyan
devletlerinde çıkan olaylar, 22-23 Şubat’ta Paris’te gerçek bir ihtilâl kimliğine
bürünmüştür. Aslında olaylardan önce pek az insan mevcut sorunların bir ihtilâl
hareketine dönüşeceğini düşünmüştür (Price, 2000: 41). Ancak Tocqueville’in
“Bir yanardağın üzerinde uyuyoruz… Yerin yeniden titrediğini görmüyor
musunuz? Bir devrim rüzgârı esiyor, fırtına ufukta” ve Fransa’nın en popüler şâiri
ve devlet adamı olan Alphonse de Lamartine’nin “Düşecek, bu krallık, bundan

38
emin olun. 89’daki gibi kendi kanına değil; ama tuzağına düşecektir” sözleri bazı
kimselerin toplumun derinliklerinde neler olup bittiğini bir şekilde analiz
ettiklerini ve ihtilâlin gelişini fark ettiklerini göstermektedir (Robetson, 1952: 11-
14).

Lamartine ve Tocquevelli’nin işaret ettiği olaylar, 1848 yılının Şubat’ında


patlak vermiştir. İhtilalin çıkmasını tetikleyen olay ise Fransa’da muhalefetin
siyasî reformları tartışmak için bir araya geldiği Paris’teki bir kampanya
ziyafetinin hükümet tarafından engellenmesi üzerine başlamıştır. Hükümetin bu
girişimi, muhalefetin harekete geçmesine ve basın yoluyla Fransız yönetimine
karşı olan liberal ve cumhuriyetçi muhaliflere durumu protesto etmeleri için
çağrıda bulunmalarına yol açmıştır. Her ne kadar muhalifler tarafından hükümeti
protesto çağrısı yapılmışsa da kimse katılımın yüksek oranda olacağını ve kıtayı
saracak bir ihtilâlle sonuçlanacağını öngörmemiştir. Muhalefetin protesto
çağrısından sonra 22 Şubat sabahı Paris’teki işçiler, kadınlar ve çocuklardan
oluşan kalabalığın yürüyüşün başlangıç noktası olan Place de la Madeleine’de
toplanması, yetkililerin Ulusal Muhafızlar’ı göreve çağırmasına neden olmuştur.
Bu sırada yedi yüz kadar öğrencinin Seine Nehri’ni “The Marseillaise” şarkısını
söyleyerek geçmesi göstericilerin sayısını artırmış, artan kalabalık Concorde
Meydanı’ndan Temsilciler Meclisi’ne doğru akın ederek bir dizi reform talep
etmişlerdir. İlk etapta Ulusal Muhafızlar kan dökmeden isyancıları geri
püskürtmüşse de Belediye Muhafızları’nın olaylara müdahalesiyle ayaklanma tüm
şehre yayılarak ölü ve yaralıların olduğu çatışmalara dönüşmüştür. Aynı gece La
Réforme gazetecileri, Palais-Royal’de gizlice buluşarak olaylara nasıl yön
verilmesi gerektiği konusunda müzakere yapmış ve gizli ihtilâl cemiyetlerinin
harekete geçirilmesine karar vermişlerdir (Rapport, 2008: 48-50; Sperber, 2005:
116-117).

23 Şubat sabahı olaylar kaldığı yerden devam etmiş, ayaklanmaları


bastırmak için halkın üzerine ateş açılmasını emreden Başbakan Guizot, aynı gün
istifa etmek zorunda kalmıştır. Ancak bu istifa kalabalıkları sakinleştirmeye
yetmemiş, olaylar Dışişleri Bakanlığı önündeki askerlerin göstericilere ateş
etmesiyle daha da büyümüş ve ayaklanmalar halkın “Yaşasın Cumhuriyet!”
nidalarıyla ihtilâle evrilmiştir (Harsin, 2002: 257-258; Armaoğlu, 2003: 136). Bu,
bir nevi 1830 İhtilâli’yle başa gelen Temmuz Monarşisinin benzer bir şekilde

39
ortadan kalkmasına yol açmıştır. Öte yandan bu defa 1830’un aksine burjuva ve
işçilerin ittifakı daha güçlü, isyancıların sahip olduğu konum daha geniş tabanlı,
direniş daha kuvvetli ve talepler çok daha fazladır (Tilly, 2016: 243).

Şubat ihtilâline cumhuriyetçilerin ve liberal burjuvazinin önde gelenlerinin


birçoğunun katılması, Kral Louis Philippe ve bakanları için ezici bir darbe
olmuştur. 1830’daki ihtilâlde Fransa Kralı X. Charles’ın tahttan indirilmesinde
rolleri olduğu bilinen, oy hakkı olan, malî ve ticarî anlamda yeteri kadar güçlenen
burjuva ve aristokratlar, ihtilâl sırasında Louis Philippe’in ve monarşinin
düşüşüne göz yummuşlardır. Kısacası Temmuz 1830’daki ihtilâlde varlığıyla çok
belirleyici olan bu sınıf, Şubat 1848’de ortadan kaybolmuştur. Louis Philippe,
ayaklanan halkın Guizot’un istifası sonrasında da sakinleşmediğini görünce
olayları sonlandırmak için arka arkaya önce Kont Louis Molé’ye, ardından
muhalefetin lideri Adolphe Thiers’e ve son olarak Odilon Barrot’a; Tuileries
Sarayı çevresinde toplanan asi kalabalığa seslenmeleri için teklifte bulunmuş fakat
çabanın boşa olduğunu anlayınca 24 Şubat’ta tahttan çekilerek Paris’ten
ayrılmıştır. Louis Philippe’nin tahttan çekilmesinin ardından Temsilciler Meclisi,
Kont de Paris’i Fransa’nın yeni kralı ve naibi ilan etmiştir (Ellis, 2002: 33-34;
Üçok, 1975: 99-100; Weekly National İntelligencer, 01.04.1848: 3; The Daily
Union 29.03.1848: 3; Courrier de Constantinople, 04. 03.1848: 3-4).

24 Şubat günü öğleden sonra, kralın tahttan çekildiği haberi Paris’e


yayıldığında kalabalık bir grup, Palais Bourbon’daki Temsilciler Meclisi’ne
giderek Louis Philippe’nin tahtını kendisine terk ettiği yeni kralı tanımadıklarını
bildirmiş ve cumhuriyetin ilan edilmesini talep etmiştir. Aslında aynı sabah Le
National’ın ofisinde yapılan bir toplantıda, geçici bir hükümetin kurulması
konusunda bir anlaşma yapılmıştır. Temsilciler Meclisi’nde yapılan toplantıda
Lamartine ve Alexis de Tocqueville gibi önemli isimler de yer almıştır.
Lamartine, kurulacak hükümete katılmaya hazır olduğunu bildirerek hükümeti
kurma çağrısında bulunmuştur. Meclisteki toplantının ardından 1848 İhtilâli’nin
liderlerinden biri olan Ledru-Rollin, halka Geçici Hükümet’in kurulduğunu ve
hükümette yer alan yedi ismin onaylandığını açıklamıştır. Bu haber ihtilâlciler
tarafından büyük bir sevinçle karşılanmıştır. Dupont de l’Eure, Ledru-Rollin’e,
Lamartine, François Arago’ya ve ılımlı cumhuriyetçilerden Pierre Marie, Adolphe
Crémieux, Louis-Antoine Garnier-Pagès ve Louis Blanc, Geçici Hükümet’te yer

40
alan isimler olmuştur (Beecher, 2021: 57-61; Gould, 1995: 34-40; Ceride-i
Havadis: 10.10.1848).

Louis Philippe’in saltanatı sırasında Fransız seçmenleri, İngiliz


seçmenlerinin 1832’den önce sahip olduğundan daha kısıtlı bir oy hakkına sahiptir
ve ancak 200 frank vergi ödeyen erkekler oy kullanabilmektedir. Bu durum, nüfus
dikkate alındığında, Fransa’nın tamamında İngiltere’deki seçmen sayısının beşte
biri kadar diğer bir deyişle 250.000’den fazla seçmen bulunmadığı anlamına
gelmektedir. Oy hakkı meselesi, 1840’ların başından itibaren yeni bir Fransız
seçim sistemi ve daha fazla erkek seçmen için oy hakkı isteyen Cumhuriyetçiler,
Emperyalistler ve ılımlı Orleansların muhalefetleri için en büyük argüman olmuş
ve sürekli gündemde kalmıştır (Osterhammel, 2009: 832). Dolayısıyla Geçici
Hükümet’in ilk icraatları yönetimi örgütlemek, basın, toplanma ve dernek kurma
özgürlüğüyle birlikte özellikle erkek seçmenler için genişletilmiş oy hakkı ile
seçilecek bir Ulusal Meclis’in yakında toplanmasını ilan etmek, üç renkli bayrağı
kabul etmek olmuştur. Yine bu bağlamda Ulusal Muhafız olma hakkını tüm
yetişkin erkek vatandaşlara açmak, siyasî suçlar için ölüm cezasını kaldırmak gibi
bir dizi kararname çıkarmak ve ihtilâlin en önemli figürleri olan işçi haklarına
yönelik düzenlemeler yapmak için de harekete geçilmiştir. Ancak ihtilâlin
ardından mevcut sorunların biteceğini düşünen halk, durumların sanıldığının
aksine daha kötüye gittiğini kısa bir süre içinde fark etmiştir. Şubat’taki ihtilâlden
önce yüksek olan işsizlik oranı, siyasî krizin ardından gelen ekonomik krizle daha
da artmış, halk büyük bir hayal kırıklığı yaşamıştır (Sewell, 1980: 243-246;
Harsin, 2002: 274). Üstelik Geçici Hükümet’in konuya dair düzenlemeleri
ekonomide ve işçilerin durumunda bir iyileşme sağlamamıştır. Martta yaklaşık
dört bin tüccar, işlerinin kötü gittiği gerekçesiyle hükümete başvurmuştur. Sadece
Rouen’de yaklaşık 20.000 işçi fabrikalardan kovulmuştur. Kötü gidişata son
vermek isteyen hükümet, Seine kıyılarında inşa edilmiş olan büyük binalarda
atölyeler açarak fiilen çalışan tüm işçilere günde iki frank, işsizlere ise bir buçuk
frank vadetmiştir. Böylece insanlar kitleler halinde Paris’e gelmiş, nisan ayına
kadar atölyelerde kayıtlı işçi sayısı 59.000’e ulaşmış, 14 Mayıs’ta Paris’te
devletten maaş alan işçilerin sayısı ise 115.000’den 120.000’e çıkmıştır. Aslında
söz konusu işçilerin sadece belli bir kısmı ücretlerini kazanmaya isteklidirler.

41
İşçilerin büyük bölümü, aldıkları ücretler için mümkün olduğunca az çalışmak
isteyen insanlardan oluşmuştur (Andrews, 1896: 348-349).

Şubat’taki ihtilâlin ardından Paris’teki işletmeler tek tek kapanmaya


başlamış, alışveriş oranında büyük bir azalma yaşanmış, birçok küçük işletme
sahibi ve iş adamı sırf kâğıtları iskonto edilsin diye işletmelerini devralması için
hükümete yalvarır hale gelmiştir. Buna paralel olarak Fransız bankalarında ciddi
sıkıntılar baş göstermiştir. Bu nedenle Geçici Hükümet acil olarak para ihtiyacını
karşılamak için emlak vergisini arttırmış, tüm kasaba belediye başkanlarından,
vergiyi ödemede zorluk yaratacağı düşünülen kişileri ve vergiden muaf
tutulacakların bir listesini istemiştir. Doğal olarak bu durum verginin tahsil
edilmesini çok zorlaştırmış ve hazinenin toplam geliri, tahmin edilenin yalnızca
yarısı kadar olmuştur. Fakat yeni vergiler en çok köylü kesime zarar vermiştir.
Ayrıca bu stratejik hata, Geçici Hükümet için işlerin giderek kötüleşmesine ve
hükümetin rejime büyük katkı sağlayan köylülerin başka bir deyişle kırsalın
desteğini kaybetmesine sebebiyet vermiştir (Robertson, 1952: 65-66).

İhtilâl neticesinde kurulan geçici yönetim, uluslararası ilişkiler noktasında


1815’te Viyana Kongresi’nde imzalanan antlaşmaların bir parçası olan statükonun
korunması maddesine aynen devam edilmesi kararına varmıştır. Buna göre
Fransa, komşularına saldırmayacak ancak istendiğinde özgürlük için mücadele
eden mazlumların yardımına koşacaktır. Ayrıca ihtilâlcilerin en önemli
argümanlarından biri olan seçme hakkı konusunda 2 Mart’ta yayımlanan bir
kararname ile Ulusal Kurucu Meclis için yeni oy hakkı kazanan erkeklerin de
katılacağı seçimlerin yapılması kararlaştırılmıştır (Beecher, 2021: 63-65;
Moggach, Jones, 2018: 71-75; Journal De Constantinople, 06.04.1848: 3).

Geçici Hükümet’in faaliyetleri, Ulusal Kurucu Meclis seçimlerine kadar


devam etmiştir. 9 Nisan olarak kararlaştırılan seçimler, hazır olunmadığı
gerekçesiyle 23 Nisan’da yapılmış, sonuçlar ihtilâl yanlısı sosyalist liderler için
bir hayal kırıklığı olmuştur. Ulusal Meclis’e giren 876 üyeden yüz kadarı aşırı
radikal ya da sosyalist, diğerlerinin çoğu ise ılımlı cumhuriyetçidir. Ilımlı
cumhuriyetçilerin büyük bir kısmı; Temmuz Monarşisi altında hizmet eden ve
herhangi bir taarruza karşı olan Orleancı, Meşrutiyetçi ve Muhafazakârlardı.
Kurucu Meclis’in ilk toplantısı, cumhuriyetin resmi olarak ilan edildiği 4 Mayıs

42
1848’de gerçekleşmiştir. Kısa bir süre sonra yeni bakanları aday gösterme yetkisi
bulunan ve Geçici Hükümet’i resmen sona erdiren beş kişilik bir Yürütme
Komisyonu seçilmiştir. Yürütme Komisyonu göreve gelir gelmez Blanc gibi
isimleri bariz bir şekilde dışlayarak, ihtilâlcileri meclisten tasfiye etme sürecini
başlatmıştır (Ellis, 2002: 36-40; Andrews, 1896: 350).

Tüm bu süreçte ihtilâlciler arasındaki birliktelik bozulmuş, gruplar


arasında kutuplaşmalar ortaya çıkmıştır. Söz konusu hizipleşme mayıs ayında
kendini açık bir şekilde gösterse de gerçekte, seçmen sayısının 250.000’den 8
milyona çıkarılmasının yıkıcı sonuçlara neden olabileceği ve siyasî seferberliğin
ortaya çıkabileceğini düşünenlerden dolayı şubatta başlamıştır. İlaveten 25 Şubat
1848 tarihli kararnameyle çalışma hakkının tanınması ve Ulusal Atölyeler ve
Blanc’ın başkanlığında işçi haklarının düzenlemesine yönelik Lüksemburg
Komisyonu’nun kurulması gibi reform hareketleri, ihtilâl nedeniyle bir araya
gelen muhaliflerin tek amaçta birleşmesinin çok zor olduğunu gösteren
girişimlerden bazıları olmuştur. Dolayısıyla mayıs ayına kadarki süreçte
menfaatleri ve görüşleri etrafında birleşenler tarafından birçok farklı grup ve
tartışma kulüpleri kurulmuştur. Bu durum büyük bir yerel ve ulusal rekabetin
açığa çıkmasına yol açmıştır. Bunun en büyük göstergesi ise politik görüş belirten
birçok gazetenin yayın hayatına başlaması olmuştur (Price, 2000: 53-55; Ceride-i
Havadis, 13-21-28.05.1850: 3-3-2,3).

Seçimlerin hemen akabinde, kuşatılmış Polonyalılara yardım meselesi


Fransa’nın gündemine oturmuştur. Mayıs ayının ilk haftası boyunca devam etmesi
planlanan Polonya yanlısı kitlesel bir gösteri yapılması fikri ortaya çıkmış, İnsan
Hakları Derneği,14 Mayıs Pazar günü olarak belirlenen “yurttaş festivali”nin
Polonya’ya yönelik etkileyici bir destek gösterisine dönüştürülmesini önermiştir.
Fakat Yürütme Komitesi, Polonyalılara destek vermediği gibi Polonyalı delegeleri
de kabul etmemiştir. Ancak yönetimin bu kararı Paris ihtilâlcilerini memnun
etmemiş, yeni ve daha şiddetli bir ayaklanmaya yol açmıştır (Amann, 2020: 205-
210).

15 Mayıs’ta Polonya’nın bağımsızlığını destekleyen ihtilâl yanlısı halk,


büyük bir gösteri düzenlemiş ve ardından Fransızların Polonyalıların yanında
olduğunu belirttikleri dilekçeleri vermek üzere Ulusal Meclis’e doğru yürüyüşe

43
geçmişlerdir. Fakat yürüyüş, amacından sapmış ve yeni seçilen hükümeti devirme
girişimine dönüşmüştür. Meclis büyük bir kalabalık tarafından işgal edilmiş,
sayısı giderek artan isyancılar ihtilâlci hükümetlerin ilanı için geleneksel bir
mekân olan Hôtel de Ville’e yönelmişlerdir. Lakin asilerin pek çoğu Ulusal
Muhafızlar tarafından Hotel’e varmadan tutuklanmış ve meclis koruma altına
alınmıştır. Özetle Polonya meselesi münasebetiyle patlak veren olaylar,
kontrolden çıkarak kitlesel bir halk ayaklanması haline gelmiştir. Tutuklananlar
arasında ihtilâli yanlısı sosyalistlerin önde gelen isimleri de yer almıştır.
Dolayısıyla 15 Mayıs’taki başarısız ayaklanma, liderlerinin çoğu tutuklandığı için
Fransız radikallerini tehlikeye atmıştır (Beecher, 2021: 65-67; Marx, 2016: 565-
75).

Ulusal Meclis, haziran ayında 1848 İhtilâli’nin en büyük getirisi olan fakat
açılması Fransa’daki orta ve üst zümrelerin bir kısmı tarafından hiçbir zaman
onaylanmayan Paris’teki Ulusal Atölyeleri kapatma kararı almıştır. Bu karar hem
Fransa’daki ihtilâlin yarattığı siyasî ruhun değişiminin hem de yeni bir isyanın
işareti olmuştur. Zira Ulusal Atölyeler 1848’de ayaklanan işçilerin talepleri
doğrultusunda kurulmuş, işsizler için büyük bir umut olarak görülmüştür.
Huzursuzluğun artması üzerine Meclis, olası ayaklanmaları önlemek için harekete
geçmiş ve kamu toplanma hakkını kısıtlayan yeni bir yasayı kabul ederek işçiler
ve ihtilâl yanlılarının faaliyetlerini engellemeye çalışmıştır. Fakat bu yasa var olan
gerginliğin ve tepkilerin daha da artmasına neden olmuştur (Harison, 2009: sy;
Gould, 1995: 47-49).

Fransız Hükümeti’nin bu son yaptırımlarının hemen ardından Paris’te


bulunan işçilerin başka eyaletlere dağıtılacağı haberinin ortaya çıkması, yeni
olayların patlak vermesi için yeterli olmuştur. Binlerce işçiden oluşan bir
kalabalık, Bakanlık Konağı’na yürüyerek verilen kararların geri çekilmesini
istemiştir. İşçilerden bazılarının sokaklara metrisler başka bir deyişle barikatlar
kurması ve kargaşa çıkarması üzerine hükümet, halkı korumak ve ayaklanmaları
bastırmak amacıyla asker toplamış ve göstericilere müdahale etmiştir. Ancak
olaylar Paris’in farklı bölgelerine yayılmış, aynı günün akşamı bazı bakanların
evlerine saldırılar düzenlenmiştir. Hükümette yer alan Lamartine ve ileri gelen
birkaç kişi, bir bölük askerle barikatları yıkmaya gitmiş fakat çatışmalar
büyüyünce geri dönmek zorunda kalmışlardır. İhtilâlciler ve askerler arasında

44
çıkan silahlı çatışmada birçok asker yaralanmış, yaklaşık yüz yirmi gösterici
ölmüştür. Ertesi sabah taraflar arasında çatışmalar yeniden başlamış, bu defa
Fransız askerleri ihtilâlcilerin üzerine yaklaşık bir saat boyunca top ateşi açmış,
günün ilerleyen saatlerinde Paris şehir kapılarının üçü, yönetimin kontrolüne
geçmiş ve şehrin geri kalanındaki ayaklanmalar tek tek bastırılmıştır. Fakat aynı
gün çatışmalar yeniden şiddetlenmiş, askerlerden korunmaya çalışan bazı
ihtilâlciler barikat kurulan mahallelerdeki evlere saldırarak büyük bir kargaşa
çıkarmışlardır. Bu esnada Yürütme Komisyonu’ndaki beş kişi, süreçteki
başarısızlıkları nedeniyle yönetimden istifa etmiştir (İ. MSM, 28: 793/3:13
Temmuz 1848; A. AMD, 5: 10; 14 Temmuz 1848).

Dört gün boyunca süren isyandan sonra General Cavaignac öncülüğündeki


Ulusal Muhafızlar ve Fransız gönüllülerinden oluşan askerler olaylara müdahale
etmiş ve ihtilâlcilerin düzenini bozmuşlardır. Öte yandan boşalan Fransız
idaresinin başına son olaylardaki başarılarının da etkisiyle General Cavaignac
getirilmiştir (İ. HR, 46: 2200/3; 29 Haziran 1848). Hazirandaki bu ayaklanmaların
bilançosu oldukça ağır olmuştur. Zira olaylar sonrasında 1500 ila 3000 isyancının
öldürüldüğü ya da topluca infaz edildiği ortaya çıkmış, yaklaşık 12.000 kişi de
tutuklanmıştır (Harison, 2009: sy; Gould, 1995: 47-49). Fakat ayaklanmalar yine
en çok, ihtilâlin öncülüğünü yapan ve yükünü taşıyan, ekonomik sıkıntı içinde
olan halkı etkilemiş, ihtilâlden önceki yüksek işsizlik oranı haziran ayında en
yüksek noktaya ulaşmıştır (Harsin, 2002: 251; Sessions, 2015: 80-83; Courrier De
Constantinople, 29.07.1848: 3-4).

Haziran ayındaki ayaklanma 1848 İhtilâli’nin yayıldığı devletlerdeki


hükümetler için de oldukça önemli bir gelişme olarak değerlendirilmiştir. Zira
artık yönetimlerin ihtilâlleri bastırılabileceği anlaşılmış, eski düzene geri dönme
ihtimali artmıştır. Fransa’daki olayları yakından takip eden Osmanlı Devleti Sefiri
Mehmed Hilmi, dört gün boyunca devam eden Paris’teki olayların her ayrıntısını
Bâbıâli’ye aktarmayı ihmal etmemiştir. Osmanlı sefirinin hazirandaki
ayaklanmaların nedenine dair yorumu şöyledir;

“Aslında Fransızların bir kısmı cumhuriyet şeklinin benzeri yeni bir


yönetim usulü, yani zenginlerin mallarının taksim edilmesi ve herkesin eşit
olmasını istemektedirler. Bu bağlamda şimdiye kadar bazı maddeler bahane

45
edilerek birkaç defa ayaklanmaya çalışan ihtilâlciler olmuş, lakin asıl
elebaşlarının cezaevinde olması ve asilerin isyana kalkışacağına dair planların
açığa çıkması nedeniyle söz konusu kişiler ayaklanmaya bir türlü cesaret
edememişlerdir. Ayrıca bu isyancıların fiiliyata geçirebilecek bir ortamın
oluşmasını beklemeye tahammülleri yoktur. Bu grupların çoğunun aşçı ve
gündelikçi kesimden olması teklif edilen yeni yönetim tarzının bu işçilerin
gelirlerine zarar vereceği düşünülmektedir. Kısaca bu teklif sadece belli bir
kesimin faydasına gibi görünmektedir” (İ. HR, 46: 2200/3;29 Haziran 1848).

Haziran’daki ayaklanma aslında 1848 İhtilâli’nin sonunu getirmiştir.


Çünkü bundan sonraki süreçte ihtilâlin kazanımı olan reformlar birer birer geri
çekilmiştir. General Cavaignac’ın başında olduğu hükümet, 28 Temmuz 1848’de
kulüplerin faaliyetlerini, 9-11 Ağustos’ta ise basın özgürlüğünü kısıtlayan
kararnameler yayımlamıştır. Ağustos’un sonunda Louis Blanc’ın en sevdiği
projeler artık rafa kaldırılmıştır. Hatta bir süre sonra Louis Blanc, özgürlüğünden
dahi endişe duyarak sürgüne gitmeye razı olmuştur. Haziran olayları sonrasında
yürütülen ve ihtilâl yanlıları tarafından “gerici siyaset” diye tanımlanan dönemin
sonu, Louis Napoleon Bonaparte’a yaramıştır. 17 Eylül’de Kurucu Meclis’in
yaptığı ankette birinci olan Louis Napoleon başkan adayı olmaya karar vermiştir.
Meclis’te uzun süredir devam eden yeni anayasa 4 Kasım’da yürürlüğe girmiştir.
Buna göre Fransa Cumhuriyeti’nin, devletin yürütme kolu olan bakanları atama
ve görevden alma yetkisini elinde bulunduran, tek ve en fazla dört yıllık bir süre
için erkek seçmenlerin oyu ile seçilen bir cumhurbaşkanına sahip olması
kararlaştırılmıştır. Aynı zamanda yine seçimle belirlenecek 750 üyeden oluşan tek
kamaralı bir Yasama Meclisi kurulacaktır. Anayasa’nın 21 Kasım 1848’de resmen
ilan edilmesinden sonra, 10 Aralık’ta yapılan cumhurbaşkanlığı seçimleri Louis
Napoleon’nun büyük zaferiyle sonuçlanmıştır. Özetle, monarşinin devrilmesiyle
başlayan ihtilâl, başında popülist bir cumhurbaşkanının olduğu bir Cumhuriyet ve
bununla birlikte bir Bonapart’ın başa geçmesiyle sona ermiştir. Geçici Hükümet
üyelerinden hiçbirinin Louis Napoleon Bonaparte’ın yeni idaresinde görev
yapmasına izin verilmemiş ve radikal sosyal reformların biri dahi yeni yıla
girmemiştir. Şubat ihtilâlcilerinin büyük beklentilerinden geriye kalan tek şey,
özünde cumhuriyet rejimi olmayan yönetim sistemi ve oy hakkı olmuştur (Ellis,
2002: 43-45; Sewell, 1980: 271-272).

46
1848 İhtilâli aslında John Ruskin’nin ifade ettiği gibi “1848’in
sonbaharında ihtilâl fakirlerin zenginlere karşı yürüttüğü basit bir savaşa
dönüştüğü ve burjuva ve fakirler arasındaki görüş ayrılığı başladığı” anda
bitmiştir (Smith, 1977: 68). Bu tarihten sonra var olan süreç, ihtilâlin yarattığı
siyasî belirsizlik ve dengeden uzak ortamın yeniden düzenlenmesi ve ihtilâlin
izlerinin silinmesine yönelik çabayla geçmiştir.

1. 3. Avusturya-Macaristan

1848 İhtilâli Avusturya-Macaristan özelinde ele alındığında farklılık


göstermektedir. Zira ihtilâl, Viyana’da iki farklı yönde ilerlemiştir. Bunlardan ilki
liberal bir yönetim ve genişletilmiş hak talepleri nedeniyle ayaklanan
Avusturyalıların girişimleri, ikincisi ise ulusal bağımsızlık amacıyla ayaklanan
Macarların ve İtalyanların milliyetçi hareketleridir. Öte yandan Macarların
Avusturya yönetimine karşı ayaklanmaları, liberal yönetimler talebiyle çıkan
ihtilâl hareketlerinin karakter değiştirdiğinin açık bir göstergesidir.

Avusturya İmparatorluğu, başka bir değişle Avrupa’daki yaygın


kullanımıyla Habsburg İmparatorluğu, 19. yüzyılda birçok yönden muhafazakâr
Avrupa sisteminin merkezi olmuştur. Almanlar, Macarlar, Romenler, İtalyanlar ve
Slav halkları-Çekler, Slovaklar, Polonyalılar, Ukraynalılar, Rutenliler, Sırplar ve
Hırvatlar-bu imparatorluğun çatısı altında yaşamıştır. Dönemin en katı
siyasetçilerinden biri olan ve 1815’ten sonra Avrupa’daki politik sürece
damgasını vuran Avusturya Başbakanı Metternich, imparatorluğu bir arada
tutmak ve çok uluslu bu yapının devamını sağlamak için 1830’dan itibaren eski
despotik yönetimini terk ederek daha ılımlı bir politika izlemeye başlamıştır. Bu
doğrultuda da Avusturya topraklarındaki yerel seçkinlerin edebi faaliyetlerde
bulunması, halkların dillerini keşfetmesi ve ulusal geçmişlerini araştırması gibi bir
dizi yeniliğe izin vermiştir. Buna karşın aralarında Lajos Kossuts’un14 da yer

14
1848 İhtilâli sırasında Macar bağımsızlık mücadelesinin en önemli figürü olmuş, Avusturya ile
yapılan antlaşma sonrasında önce Maliye Bakanı, ardından Hükümet Başkanı olarak görev almış
ve Avusturya- Rusya ordularına karşı 1848-1849 yılları arasında Macarların liderliğini
üstlenmiştir. Fakat Avusturya ve Rusya’ya karşı başlatılan Macar bağımsızlık mücadelesinde
başarılı olamayarak önce Osmanlı Devleti’ne ardından Amerika’ya sığınmıştır. 1802 yılında
Zeplén’de doğan Lajos Kossuth iyi bir hukuk eğitim alarak Macaristan’ın bağımsızlığı için
mücadele eden Macar milliyetçilerine katılmıştır…. bkz, 1/388/0/-/071- Archiwum Główne Akt
Dawnych; 56/678/0/-/40- Archiwum Państwowe w Przemyślu, C. K. Starostwo w Jaśle Collection;
53/290/0/7.8/10814- Archiwum Państwowe w Poznaniu, Naczelne Przezydium Prowincji

47
aldığı Macar milliyetçileri, 1832’den itibaren yönetime karşı sıkı bir muhalefete
girişerek hem Macarlar hem de diğer milletler için Habsburg monarşisinde kökten
bir reform yapılması gerektiğini savunmaya başlamışlardır. 1840’ların ortalarına
gelindiğinde ise Macar soylularının ve aydınlarının faaliyetleriyle Macar
muhalefeti etkinliğini arttırmıştır. Benzer şekilde, Macarlara oranla daha pasif olsa
da Aşağı Avusturya ve Bohemya’daki Slavlar da bazı ulusalcı faaliyetlerde
bulunmaya başlamışlardır. Macar muhalefetini dengelemek isteyen Metternich,
1835’te Hırvat entelektüel Ljudevit Gaj’ın sahibi olduğu ve “İlirya ideali” diğer
bir deyişle Sırplar ve Hırvatların tek krallık altında birleşmesine yönelik
çalışmalar yürüten Danica adlı [Sabah Yıldızı] derginin yayımlanmasına hükümet
desteği vermiştir. Fakat Metternich’in stratejisi aksi yönde gelişmiş, 1842’de
Güney’de Slav milliyetçiliği önemli bir mesele olarak Avusturya yönetiminin
gündemine gelmiştir. 1848’e doğru ise tıpkı kıtadaki diğer devletlerde olduğu gibi
Avusturya’daki aydınlar, ileri gelenler ve orta sınıf arasında liberalizm ve
radikalizm düşüncesi hızla yer edinmeye başlayarak taraftar sayısını arttırmıştır.
Avusturya’nın muhafazakâr rejimine karşı girişilen muhalefet, malî problemlerin
de etkisiyle toplumsal bir sorun haline dönüşmüş ve ciddi boyutlara ulaşmıştır.
Kısacası Metternich’in girişimleri, imparatorluğun bünyesi dahilinde olan
Macarları, Çekleri, Hırvatları, Sırpları ve Rumenleri Viyana yönetimine bağlamak
yerine var olan ulusal kimlik duygularını beslemiş, kimliklerine siyasî bir ifade
vermelerine yol açmıştır (Rapport, 2008: 29-31; Strandmann, Evans, 2002: 183-
184; Armaoğlu, 2003: 148-150).

Avusturya için ihtilâlin ilk işareti yönetimsel bağı bulunduğu İtalyan


topraklarında ortaya çıkmıştır. Ocak 1848’de başlayan ilk ayaklanmalar Viyana
Hükümeti tarafından ciddiye alınmamış, fakat şubat ayında Fransa’da ihtilâlin
patlak vermesi ve İtalya’daki olayların ciddi hale dönüşmesi, hükümetin tavır
değiştirmesine yol açmıştır. İtalya’daki olayların Avusturya topraklarına sıçrama
ihtimali, Metternich Hükümeti’nin harekete geçmesine, Lombardiya ve
Venedik’teki ayaklanmaları bastırmak amacıyla buralara askerî birlikler
göndermesine neden olmuştur. Öte yandan Paris’teki olaylar neticesinde Fransa
Kralı Louis Philippe’nin Şubat 1848 sonlarında tahttan indirildiği haberi,

Poznańskiej Collection; Archiwum Głowne Akt Dawnych- Zbiór Ikonografii Oddziału IV


(Kossuth).

48
Avusturya’da ihtilâl olasılığını daha da arttırmıştır. Aslında, 1847 sonlarında
Metternich ile Macar Dieti arasındaki hak mücadelesi sırasında ihtilâlin fitili zaten
ateşlenmiştir (Rapport, 2008: 162).

Fransa’da ihtilâl çıktığı haberi, yıllardır yönetimden ve uygulamalarından


memnun olmayan Viyanalılar üzerinde büyük bir heyecan ve kargaşaya yol
açmıştır. İhtilâl söylemleri hızla yayılmış, halk mümkün olan her yerde,
hükümete özellikle Arşidük Louis ve Metternich’e karşı kinlerini açığa vurmak
için toplanmaya başlamıştır. 29 Şubat’ta gelindiğinde ise Kärntner Kapısı’nın
sütunlarına “bir ay içinde Prens Metternich devrilecek! Yaşasın anayasal
Avusturya!” yazılı pankartlar asılmıştır. Kalabalık halk toplulukları ve işçiler bir
an önce harekete geçmek için Paris’ten gelen her haberi heyecanla karşılarken,
küçük burjuva ise ihtilâlci durumun olgunlaşmasını bekler hale gelmiştir. Bu
esnada yaşanan siyasî belirsizlik, devlet tahvillerinin değerinin hızla düşmesine,
insanların ellerindeki banknotları sikkeye çevirmek ve birikimlerini geri çekmek
için bankalara yönelmesine neden olmuştur (Rath, 2013: 34).

Öte yandan Fransa’daki ihtilâl haberleri Macaristan’a ulaşır ulaşmaz Lajos


Kossuth, liberal ve radikal özellikler taşıyan bir programla Macar Dieti’nde siyasî
bir atağa geçmiştir. 3 Mart’ta, Petersburg’daki Macar Dieti’nde Habsburg
rejiminin politikalarını kınayan ateşli bir konuşma yapan Lajos Kossuth, Viyana
Hükümeti’nden Macaristan’da ayrı bir anayasal hükümetin kurulmasına yönelik
geniş kapsamlı değişiklikler içeren bir reform istemiştir. Metternich’in
mutlakiyetçi rejiminin bazı tavizler vermesinin beklendiği gün olan 13 Mart
1848’de aralarında üniversite öğrencilerinin ve işçilerin olduğu binlerce kişi
toplanmış ve dar sokaklara barikatlar kurmuşlardır (Strandmann, Evans, 2002:
181-182; Rath, 2013: 34-35; Ceride-i Havadis: 13-19.11.1848, 3-2-3).

13 Mart’ta toplanan kalabalık, daha önce planlandığı gibi Metternich’in


istifasını talep ederek ihtilâl hareketini başlatmış ve kısa süre içinde bu
amaçlarında başarılı olmuşlardır. Üstelik hem şiddetli sokak çatışmalarından
kaçınmışlar hem de Habsburg monarşisinin merkezî yapısını ortadan kaldırarak
Metternich’in istifasını sağlamışlardır. Böylelikle deyim yerindeyse Viyana’da
iktidar, mevcut otoritelerden bir öğrenci komitesinin eline geçmiştir. Ancak
ihtilâlin asıl başarısı yıllardır devam eden Metternich’in sistemini ortadan

49
kaldırmasıdır (Taylor, 1976: 61-62; Journal De Constantinople, 26.03.1848: 1-2;
Dumanlı, 2019: 93). 15 Mart’ta imparator bir anayasa yayımlayacağına dair söz
vererek 20 Mart’ta ilk sorumlu hükümeti seçmiştir (Polienský, 1980: 100).

Metternich’in istifasından sonra başbakanlık makamına Kont Kolowrat


getirilmiş, fakat yeni başbakan bu görevde çok uzun süre kalamamıştır. Zira
yönetimden sürekli yeni haklar talep edilmiş ve bu isteklerin peşi sıra isyanlar
patlak vermiştir. Dolayısıyla Kolowrat birkaç gün içinde görevi bırakmak zorunda
kalarak hükümeti Dışişleri Bakanı Ficquelmont’a devretmiştir. Tüm bu süreçte
imparator, siyasetten uzak kalarak sadece yönetimde kalmaya çalışmıştır (Hahn,
2013: 81; Taylor, 1976: 62-65; Journal De Constantinople, 01.04.1848: 1).
Ficquelmont Hükümeti daha ılımlı bir siyaset takip etse de çatışmalar nisan ayı
boyunca devam etmiş, hükümet üyeleri arasında ciddi farklılıklar ortaya çıkmıştır.
Ficquelmont’un ihtilâle karşı desteğine güvenebileceği tek büyük güç olan Rusya
ise batı sınırlarını güvence altına almakla ilgilenmektedir. Ficquelmont’un
istifasına yol açan ve karşı-ihtilâlin [devrimin] hızını bir kez daha yavaşlatan
unsur ise 25 Nisan’da Belçika anayasasına benzer bir anayasanın kabul edilmesi
olmuştur. Viyana’da artan “iç muhalefet”, en nihayetinde 2 Mayıs 1848 akşamı,
öğrenciler tarafından kurulan Akademik Lejyon ve Ulusal Muhafız üyeleri bir
araya gelerek büyük bir gösteri düzenlemeleri ve hükümetin istifasını
istemeleriyle sonuçlanmıştır. Baron von Pillersdorf başkanlığında kurulan yeni
hükümet, başa geçer geçmez 25 Nisan Anayasası’na uygun seçim prosedürlerini
açıklamış ancak bu, muhalefeti azaltacağına ihtilâl yanlıları arasında yeni
hoşnutsuzlukların ortaya çıkmasına ve öğrencilerin yeniden ayaklanmalarına
sebebiyet vermiştir. 15 Mayıs’ta başlayan gösteriler ve çıkan ayaklanmalar
sonrasında hükümet, geri adım atarak 25 Nisan Anayasası’nı geri çekmiş ve genel
oy ile seçilen bir Kurucu Meclis’in oluşturulacağına söz vermiştir (Polienský,
1980: 20-124).

Viyana’da mayıs ayında çıkan ayaklanmada ihtilâlciler, Avusturya


imparatorunu “eşkıya” olarak adlandırarak protesto etmişlerdir. Bu gelişme,
imparator tarafından uygunsuz davranışlar şeklinde nitelendirilmesine ve
imparatorun 15 Mayıs’ta kendisi ve kardeşlerinin ailelerini de alarak Viyana’yı
terk edip İnnsbruck’a gitmesine yol açmıştır (A. MKT. MHM, 5: 81; 28 Mayıs
1848). İki gün sonra ise 17 Mayıs’ta İmparatorluk Hükümeti, Viyana’dan

50
İnnsbruck’a taşınmıştır. İmparator’un gidişi, Avusturya Dışişleri Bakanı’nın
elçilere, imparatorun geçici bir süreyle Viyana’yı terk ettiğine, gerçekte devletin
hükümet merkezinin yine Viyana olduğuna ve yabancı devletlerle olan ilişkilerin
önceki gibi Viyana’da bulunan Bakanlar Meclisi tarafından yürütüleceğine dair
bir açıklama yapmasına neden olmuştur. Ancak Bakan’ın elçiler aracılığıyla
yabancı devletlere yaptığı bu açıklamadan kısa bir süre sonra imparator, aralarında
Osmanlı Sefiri Şekip Efendi’nin de yer aldığı yabancı diplomatların İnnsbruck’a
taşınmasını istemiştir (HR. SYS, 204: 4/13; 27 Mayıs 1848).

İhtilâl sırasında Avusturya yönetimindeki bu kopuş, monarşi yanlısı olan


ılımlı liberalleri yeniden radikallerin kucağına atmış, dolayısıyla 26 Mayıs’ta
Viyana’da patlak veren yeni ayaklanmalar büyük bir zafere ulaşmıştır.
İhtilâlcilerin son zaferinin ardından Avusturya Hükümeti hem ihtilâli
yönlendirmek hem de bakanların faaliyetlerini denetlemek için Kamu Güvenliği
Komitesi’ni kurmuştur. İlaveten İmparatorluk Hükümeti de devletin bünyesinde
yer alan ulusların bazılarını kısmen de olsa tanıma kararı almıştır. Bu kapsamda
İtalya’daki General Radetzky’ye İtalya’daki ayaklanmaları ve Sardunyalılara karşı
başlattıkları direnişi durdurması talimatı verilmiştir. Ek olarak İtalyanlara
Lombardiya’nın Sardunya’ya bırakılmasını ve Venedik’e özerklik verilmesini
içeren bir anlaşma teklif edilmiştir. Fakat bu teklif İtalyanlar tarafından
reddedilmiş ve Avusturya idaresinden, İtalyan topraklarının tamamını teslim
etmesi istenmiştir. Avusturya’nın konunun çözümü hakkında başvurduğu İngiltere
ise Venedik veya en azından bir kısmına bağımsızlık verilmedikçe arabuluculuk
yapmayacağını açıklamıştır (Taylor, 1976: 61-75; HR. SYS, 204: 4/15; 11
Haziran 1848).

Temmuz ayında Avusturyalılar, imparatorluğun gelecekteki siyasî yapısını


belirlemek için seçimlere gitmiş ve yeni parlamentoyu seçmişlerdir. Seçimlerin
hemen öncesinde büyük kasaba ve şehirlerde, seçim komiteleri ve yerel kulüpler,
ideolojik konumlarını temsil edeceklerine güvendikleri kişileri aday gösterip
kampanya yürüterek meclise mümkün olduğu kadar ihtilâl yanlısı yerleştirmeye
çalışmışlardır. Ancak yeni seçim yasasına rağmen seçimlere katılım oranları hem
kasabalarda hem de kırsal kesimde yüzde 50’nin altında kalmıştır. Seçimlerin
ardından Avusturya Parlamentosu, 1848 yazının çoğunu feodal yapıların
kaldırılması ve toprak sahipleriyle tazminat sorununu tartışarak geçirmiş;

51
ihtilâlciler için oldukça önemli olan toprak sahibi ve köylüler arasındaki feodal
ilişkilerin tazminatsız olarak kaldırılmasını sağlayan düzenlemeyi meclisten
geçirmişlerdir. Parlamento ayrıca, Avusturya vatandaşları için bir haklar bildirgesi
hazırlamak ve imparatorluğun gelecekteki anayasal yapısının ana hatlarını
belirlemek üzere bir anayasa komitesini görevlendirmiştir. Ancak bu aylarda
liberal ihtilâlciler ve imparatorluk arasındaki dengelerde değişimler yaşanmaya
başlamıştır. 1848 yılının sonuna doğru gücü, ihtilâlle yapılan reformları iptal
edebilecek kadar artmış olan İmparatorluk Hükümeti, Viyana’ya geri dönmüştür.
Gerçekte monarşinin güç kazanması haziran ayında başlamıştır. Mareşal Alfred
Windischgrätz Prag’ı kuşatmış ve oradaki radikal öğrenci ayaklanmasını başarıyla
sonlandırmıştır. Ağustos ayının başlarında ise ocak ayından beri Avusturya’nın
boyunduruğundan kurtulmaya çalışan İtalyanlar, Mareşal Johann Joseph
Radetzkyi tarafından yenilmiş ve Macarlara karşı harekete geçilmiştir. Eylül ayına
gelindiğinde Windischgrätz, İmparatorluk Hükümeti’ni, Parlamento’yu ve
Viyana’yı kuşatarak 2 Aralık’ta İmparator Ferdinand’ın yerine on sekiz yaşındaki
yeğeni Joseph Francis’i Avusturya İmparatorluğuna getirmiştir. Yeni imparator
başa geçer geçmez, ihtilâl sonucu kurulan düzene karşı harekete geçmiştir
(Judson, 2016: 194-215; Molnar, 2001: 184-188).

İç sorunlar ve ayaklanmalar gibi mevcut sorunları gidermeye çalışan yeni


imparator, uluslararası ilişkileri düzenlemek için de girişimlere başlamış ve
yabancı devletlere mektuplar yollayarak bundan sonraki ilişkilerin nasıl olacağına
dair açıklamalarda bulunmuştur. Bu kapsamda Osmanlı Devleti’ne gönderilen
mektup aşağıdaki gibidir:

“Osmanlı ve Avusturya devletleri arasında devam eden iyi münasebetlerin


kıymetini önceden de takdir ettiğim gibi, amcam eski İmparator Ferdinand’ın
istifasıyla beraber, Arşidük Fransuva Şarl’ın da imparatorluktan feragat
etmesinin ardından imparatorluğa geldiğimi değerli Osmanlı sultanına derin
dostluğumuzun da bir ifadesi olarak haber veririm. Osmanlı tahtına geçtiğinizle
benzer bir yaştayım. Osmanlı’ya gönülden davet edildiğimde, selefim olan
imparatora dair sarf etmiş olduğunuz samimi sözler ve dostça yaklaşımınızın
bana karşı da devam etmesini en derinden arzu etmekteyim. Herhalde Osmanlı
sultanın da iki devlet arasında yürürlükte olan dostane ilişkilerinin devam
etmesini istediğinde olduğu varsayıyorum” (HR. SYS, 204: 4/28; 14 Aralık 1848).

52
Bu mektuptan da anlaşıldığı üzere yeni imparator, Osmanlı Devleti ile ihtilâl
öncesi mevcut ilişkiyi değişmeksizin sürdürme niyetindedir.

Joseph Francis’in başa geçmesiyle Avusturya’nın 19. yüzyılın ortasındaki


anayasa deneyimi sona ermiştir. 1848 yılının mart ayında Viyanalıların büyük bir
umutla etrafında toplandıkları liberalizm hareketi, kasım ayına gelindiğinde az
sayıda kişi tarafından desteklenir hale gelmiştir. Zira artık ihtilâlcilerin çoğu
monarşinin şiddetinden kaçmakla meşguldür. İhtilâl sırasındaki en büyük zorluk,
aslında liberalizmin insan için birden fazla anlam ifade etmesi olmuştur. Örneğin
Avusturyalılar için demokratik bir Alman İmparatorluğu ya da Orta Avrupa’daki
Alman hegemonyasıyla yakın birlik anlamına gelirken; Çekler, İtalyanlar,
Macarlar ve Güney Slavlar için ise kendi kaderini tayin etme anlamına gelmiştir.
Ancak Viyana’daki radikallerin liberal düşünceyi demokratik bir düşünceye
dönüştürmeye çalışmaları, Avusturya’daki ılımlı liberallerde cumhuriyetçilik ve
anarşi korkusu uyandırmıştır. Başka bir deyişle, 1848 sonbaharında aşırılık
yanlılarının liberal düşünceyi cumhuriyetçi bir düşünceye dönüştürdüğü inancı,
daha varlıklı ihtilâl yanlısı Viyana orta sınıflarını geri püskürtmüş ve onlara eski
rejime ve baskılarına olan nefretlerini unutturmuştur. Böylece karşı ihtilâl hareketi
güçlenmiş ve 1848 İhtilâli Avusturya’da gerçekte, liberal fikir tarafından
başarısızlığa uğratılmıştır (Rath, 2013: 365).

1. 3. 1. Macar Ayaklanması

İhtilâl haberi Pozsony’deki Macar Dieti’ne ulaştığında mecliste, Macarlar


arasında serflik hakkında tartışmalar yürütülmektedir. Fakat ihtilâlle birlikte,
Macarlar için daha da geniş bir reform yapma olasılığı ortaya çıkmıştır. 3 Mart’ta
Lajos Kossuth, mecliste “ihtilâlin açılış bildirisi” mahiyetindeki konuşmasında
Habsburg mutlakıyetçiliğinin “(…) vebalı hava olduğunu ilan etmiş…
sinirlerimizi köreltir ve ruhumuzu felç eder (…)” şeklinde açıklamalar yapmıştır.
Kossuth’a göre Macaristan “bağımsız, ulusal ve yabancı müdahaleden arınmış”
olmalı ve Avusturya ile olan bağlar yalnızca Avusturya imparatorunun Macaristan
kralı olarak devam etmesiyle sınırlı kalmalıdır. Hatta Kossuth daha da ileri
giderek, Macaristan’ın yararına olan bir siyasî revizyonun, imparatorluğun geri
kalanı reformsuz kaldığı sürece güvenli olmayacağını, dolayısıyla imparatorluğun

53
tüm tebaası için köklü bir değişikliğe ihtiyaç olduğunu belirtmiştir (Rapport,
2008: 60).

13 Mart günü Viyana’da ihtilâlin patlak vermesi üzerine Budapeşte’deki


gençler harekete geçmiş ve taleplerinin yazılı olduğu on iki maddelik bir listeyi
hükümetten izinsiz yayımlamışlardır. Bunun ardından 15 Mart’ta büyük bir
kalabalık toplanarak kralın kendilerine destek vermesini sağlamışlardır. Bu
günleri takiben taşrada art arda çıkan ihtilâllerde Macarlar büyük bir başarı elde
etmişlerdir (Fador, 2002: 43-46). Müzakereler sonucunda Viyana Hükümeti ve
İmparator, Kont Lajos Batthyány tarafından yönetilecek ayrı bir Macar
kabinesinin kurulması da dâhil olmak üzere, Macar Dieti’nin taleplerinin her
birine teslim olmak zorunda kalmıştır. Bu, Macarlar için Habsburg Kralı
tarafından yönetilen ancak Habsburg topraklarından bağımsız bir Macar
Devleti’nin kurulması ya da “yeniden kurulması” anlamına gelmektedir (Judson,
2016: 167). Macaristan’da Kont Batthyány’nin başkanlığında kurulan hükümette,
Macarların bağımsızlığı için ihtilâlin çok öncesinde mücadeleye başlayan ve
ihtilâlin öncülerinden biri olan Kossuth, Maliye Bakanı seçilmiştir. Nisan ayında
ise “Mart yasaları”, Ferdinand tarafından anayasal olarak onaylanmıştır. Böylece
Macaristan’daki ihtilâl yasallaşmış ve Habsburg İmparatorluğu ikiye bölünmüş;
bu tarihe kadar Habsburg İmparatorluğu’nun bir eyaleti olan Macaristan ayrı bir
devlet haline gelmiştir (Taylor, 1976: 63).

Macarların bu başarısı neticesinde Budapeşte yönetim merkezi haline


getirilmiş, Macar Dieti Petersburg’dan yeni başkente taşınmıştır. Macar
Hükümeti, kuruluşunun ardından 1848 öncesi reformun ana noktalarını
gerçekleştirmek için harekete geçmiş, siyasî güç ve sivil özgürlüklerin getirilmesi,
Katolik din adamlarına ödenen ondalıkların iptal edilmesi ve soylu toprak
sahiplerine ödenecek tazminatla birlikte serfliğin kaldırılması da dâhil olmak
üzere liberal reform programlarına başlamıştır. Bütün bu reformlar, ihtilâl sonrası
Macar Dieti’nin girişimleri önünde zayıf kalmıştır. Çünkü Diet, Viyana’daki
merkezi bürokrasiden bağımsız, yalnızca seçilmiş Macar yasama meclisine karşı
sorumlu bir Macar Ulusal Hükümeti’ni kurmuştur. Söz konusu hükümet,
Ferdinand’ı anayasal hükümdarı olarak kabul ederken Avusturya imparatoru
olarak değil, yalnızca Macaristan kralı olarak kalmıştır (Sperber, 2005: 141-144).

54
Macarların bağımsızlık kazanması, yeni sorunların ortaya çıkmasına sebep
olmuştur. Çünkü Macaristan da tıpkı Avusturya gibi tek milletten oluşan bir
yapıya sahip değildir. Slavlar, Hırvatlar ve Slovaklar Macar toprakları üzerinde
yaşamaktadır. Dolayısıyla Macaristan’ın bağımsızlığıyla Macar egemenliği
altında kalan Hırvat, Slovak, Slav ve Rumenler yeni yönetime karşı
ayaklanmışlardır (Nazır, 2016: 21; Armaoğlu, 2003: 151).

Öte yandan Avusturya Hükümeti, mart ayında Hırvatistan’a Macarların


“Mart yasaları” ile tamamen çelişen bir pozisyon vermiştir. Bu nedenle Macar
yönetimi başa geçer geçmez Hırvatlara verilen hakların lağvedildiğini
açıklamıştır. Bunun üzerine Hırvat Dieti, Macaristan ile bağlantıyı sonlandırarak
bağımsızlık mücadelesine başlamıştır. Macarlar ile Hırvatlar arasındaki bu
anlaşmazlık, Macar bağımsızlığını isteksizce kabul eden Avusturya
İmparatoru’nun harekete geçmesine neden olmuştur. Bu bağlamda Avusturya
yönetimi, önce Hırvat milliyetçiliğinin en önemli isimlerinden biri olan Josip
Jelačić’i “Ban” ilan etmiş, hemen ardından ise Hırvat liderin kırk bin kişilik bir
orduyla Macaristan’a saldırmasına destek vermiştir. Bu gelişme üzerine Macar
Hükümeti, Hırvatlara karşı kendi yanında olmasını istediği Viyana yönetimiyle iş
birliğine gitmiş, hatta İtalyanların bazı ulusal taleplerinin kabul edilmesi koşuluyla
taraflar arasındaki savaşta Avusturya’nın yanında yer almıştır. Fakat gelişmeler
Macarların umduğu gibi ilerlememiş, Avusturya Hükümeti’nin desteklediği
Hırvatlar Macaristan topraklarına saldırmıştır. Yaşanan savaşta Macar orduları
büyük bir galibiyet alırken, Avusturya Hükümeti dolaylı da olsa bir kez daha
yenilmiştir. Bu arada hükümette meydana gelen değişiklik neticesinde Kossuth
yönetimin başına gelmiş ve Macar Milli Savunma Planı’nı devreye koyarak askerî
yapılandırmaya gitmiştir. Öte yandan 6 Ekim 1848’de Avusturya’da yeni bir
ihtilâl patlak vermiş, imparator önce Viyana’dan kaçmak zorunda kalmış,
sonrasında ise 2 Aralık’ta tahttan çekilerek Avusturya imparatorluk tacını yeğeni
Francis Joseph’e devretmiştir. Avusturya idaresindeki bu değişiklik Macarlar için
yeni ve daha ciddi sorunların çıkmasına sebebiyet vermiştir. Zira yasalara göre
yeni imparator da tıpkı eski imparator gibi Macarların bağımsızlığını kabul eden
anayasayı onaylamalıdır. Lakin beklenenin aksine İmparator, Macarların
bağımsızlığını tanımadığı gibi Avusturya ordularını yeniden harekete geçirmiş ve
Güney Macar topraklarını işgal etmiştir. Avusturya ordusunun Macarlar

55
karşısındaki bu başarısı imparatorun “Olmütz Anayasası”nı ilan etmesine neden
olmuştur. Söz konusu anayasa ile Macarların 1848 İhtilâli sırasında elde ettikleri
haklar lağvedilmiş, sahip oldukları şartlar ihtilâl öncesinden daha kötü hale
getirilmiştir. Fakat bu, Avusturya İmparatorluğu için 1848 İhtilâli’yle başlayan
Macar sorununu ortadan kaldırmamış, aksine neredeyse 1849 yılı boyunca devam
edecek olan 1849 Macar Bağımsızlık Savaşları’nın başlangıcı olmuştur (Kann,
David, 1984: 345-346; Fodor, 2002: 48-50; Saydam, 1997: 341-342; The Daily
Union, 07.11.1848: 4).

1. 3. 2. 1848 Prag Panslavist Kongresi

Mettemich’in 13 Mart 1848 ayaklanması neticesinde istifa etmesinin


hemen ardından, Avusturya Hükümeti basın özgürlüğü, anayasa vaatleri ve ilk
eğitim reformu dâhil olmak üzere bazı konularda tavizler vermiştir. Buna karşın
Alman milletleri arasındaki siyasî kaos, Nisan ve Mayıs 1848’de istikrarlı bir
şekilde artmaya devam etmiştir. Bu esnada başta Çek milliyetçileri olmak üzere
Slav toplulukları Alman Ulusal Meclis seçimlerinin boykot edilmesi çağrısında
bulunmuş ve Bohemya, Moravya ve komşu Avusturya Silezya eyaletlerini
kapsayan, Avusturya İmparatorluğuna bağlı Slav siyasî organının kurulmasını
talep etmişlerdir. Bu kapsamda Habsburg monarşisindeki farklı Slav
milletlerinden oluşan delegeler bir toplantı düzenlemeye karar vermiştir. Haziran
ayının ilk iki haftasında Prag’da bir araya gelen Slavlar, burada 1848 Panslavist
Kongresi’ni düzenleyerek tüm Slav ulusları hakkında yapılması gereken
düzenlemeler hususunda müzakereler yapmışlardır. Toplantıyı duyan Alman ve
Macar milliyetçileri, bunu Slav halklarının en büyük Slav milleti olan Rusların
hükümdarı çarın altında birleşme taraftarı “Panslavistlerin” bir komplosunun
sonucu şeklinde değerlendirmiş ve kongreyi protesto etmişlerdir. Ancak
Avusturya İmparatorluğu dışında kongrede Slavların sayısı oldukça azdır ve
Ruslardan sadece ihtilâlci Mikhail Bakunin katılmıştır. Kongreye katılanlar
arasında Habsburg İmparatorluğu’na bütünüyle sadık olan, ancak yönetimin
anayasal imparatorluğa dönüşmesini isteyen liberal Çekler ve Slav ulusal grupları
vardır. Kongrenin amacı ulusal grupların birleşmesini ve birlikte farklı ulusal
hareketlerde iş birliği yaparak milletlerin bağımsızlığını sağlamaktır. Kongreyi
düzenleyenler, toplantılarının Frankfurt’ta yapılan Alman parlamenterlerin

56
toplantısına karşı bir denge oluşturacağı düşüncesindedirler. Dolayısıyla kongreyi
yeni kurulacak Avusturya Kurucu Meclisi’nin bir organı olarak değerlendirmişler
ve tüm imparatorluk için bir anayasanın hazırlanacağını varsaymışlardır. Hatta bu
fikirlerini açıkça belli etmek için tüm katılımcıları, büyük siyah ve sarı Avusturya
bayraklı ve Habsburg ambleminin bir kopyası olan çift kartalla süslenmiş bir
salonda toplamışlardır. Gerçekte Prag Panslavist Kongresi, 1848 İhtilâli sırasında
Avusturya İmparatorluğu’nu dönüştürmek için yapılan birçok çabadan sadece
biridir. Fakat büyük beklentilerle yapılan bu kongre de tıpkı diğer çabalar gibi
sonuçsuz kalmış, kongreye katılanlar büyük bir hüsrana uğramıştır (Sperber,
2005: 139-141; Kann, David, 1984: 293; Pražák, 1927: 575-577; Molnar, 2001:
180-183).

1. 4. Almanya

1815’ten Mart 1848’e başka bir deyişle Avrupa’yı kasıp kavuran


ihtilâllerin patlak vermesine kadar olan dönem, Alman devletleri için geleneksel
olarak ya “restorasyon” ya da “Mart öncesi” [Vormärz] dönem olarak
tanımlanmıştır. Söz konusu sınıflandırma Alman devletlerinde kültürel olduğu
kadar politik ve sosyoekonomik gelişmeler açısından çok yönlü ilerlemelerin
yaşandığı bir geçiş dönemini işaret etmektedir (Fulboork, 2019: sy).

Viyana Kongresi sonrasında otuz altı küçük devletten oluşan Almanya,


çalışma esaslarını belirleyen bir anayasayla “konfederasyon” haline
dönüştürülmüştür. Bu yapının merkezi Frankfurt olarak belirlenmiş, başkanlığa
ise Avusturya getirilmiştir. Ayrıca tüm devletlerin temsil edildiği ancak oy
haklarının olmadığı bir Parlamento kurulmasına karar verilmiştir. Alman
Konfederasyonu’nun kurulmasından on beş yıl sonra gerçekleşen 1830 İhtilâli’yle
de Prusya idaresinde bazı Alman devletlerinin katıldığı Gümrük Birliği
(Zollverein) kurulmuş ve böylelikle Alman milliyetçiliği için ilk somut adım
atılmıştır (Armaoğlu, 2003: 144).

1815 Viyana kararlarıyla belirlenen Almanya’nın yeni hali, Alman


milletleri üzerindeki 1789 İhtilâli’nin etkilerini silememiş, aksine giderek
radikalleşen bir milliyetçiliğin doğmasına yol açmıştır. Güney ve Kuzey Almanya
devletlerinde farklı yönde ilerleyen bu ideoloji, Metternich’in sert politikalarından
ötürü giderek daha da büyümüştür (Uçarol, 1995: 126-127). Bilhassa 1830’dan

57
itibaren giderek artan liberalizm ve Alman milliyetçiliğinin etkisiyle halk arasında
siyasî ve ekonomik düzenlemeler yapabilmek için milli birliğin tamamlanması
görüşü hâkim olmaya başlamıştır (Price, 2000: 36-37). 1840 yılında Prusya’nın
başına geçen IV. Frederick Willhelm’in 1789 Fransız İhtilâli’nin esaslarını
“Kâğıttan Anayasalar” olarak değerlendirmesi ve buna göre hareket etmesi,
Alman halkının tepkisinin şiddetlenmesine neden olmuştur. Dolayısıyla 1847
yılına gelindiğinde liberaller ve milliyetçilerin baskıları giderek artmış ve
nihayetinde IV. Frederick Willhelm, Alman devletleri için bir dizi liberal reform
hareketini başlatmak zorunda kalmıştır. Bu bağlamda her biri Alman devletlerinin
yerel idareleri tarafından gönderilen milletvekillerinden oluşan yeni bir meclisin15
kurulmasına onay vermiştir. Ayrıca basın üzerindeki katı sansürü kaldırmış, daha
özgür bir basın-yayın hayatının sürdürülmesine izin vermiştir (Üçok, 1975: 107-
108; Journal De Constantinople, 21.03.1848: 2; 06.04.1848: 1).

1847’de başlayan reform hareketleriyle idaredeki sorunlara çözüm


aranırken, halk arasında tüm Avrupa’da olduğu gibi büyük bir ekonomik sıkıntı
baş göstermiştir. Alman Gümrük Birliği’nin kurulmasından sonra iktisadî hayatta
görülen iyi gidişat, kıtadaki sorunların etkisiyle tersine dönmüştür. Ekonomik
büyüme, hızla artan nüfusun ihtiyaçlarını karşılayamaz hale gelmiş, zanaatkârların
geçim kaynağı olan iş alanlarında makineleşmeye gidilmiş, bu ise çalışan kesimin
büyük bir zarar görmesine neden olmuştur. Ayrıca son yıllarda Avrupa’yı önemli
ölçüde etkisi altına alan kıtlık, halkın büyük sorunlar yaşamasına yol açmıştır
(Kitchen, 2006: 74-75). Zira Berlin, Ren bölgesi, Saksonya, Silezya gibi sanayi
kentleri haricindeki yerlerde yaşayan halkın yüzde 80’i tarımda çalışan kişilerdir
ve dolayısıyla bu alanda yaşanan sıkıntıların etkisi Alman halkı üzerinde
fazlasıyla hissedilmiştir. Gerek siyasî sorunlar, gerekse ekonomik problemler
1848 yılının başında Almanya’da ihtilâle hazır bir insan kitlesini her an harekete
geçmeye bekler hale getirmiştir (Koselleck, 2016: 532; Hahn, 2001: 53-54).

1840-1847 yılları arasında Almanya’daki ekonomik durum rakamsal


olarak değerlendirilirse, 1848 yılında bahsi geçen hazır kitlelerin neden harekete
geçtiği daha anlaşılır hale gelmektedir. Mesela bu zaman aralığında sanayi
şehirlerinin nüfusu yüzde 30 artarak 400.000’e kadar ulaşmıştır. Bu nüfusun
yüzde 85’ini alt sınıflardan insanlar oluşturmaktadır ve bunların yüzde 60’ı

15
Landtag Meclisi.

58
yoksulluk yardımı almaktadır. Örneğin Berlin’deki nüfusun sadece onda biri
başka bir deyişle tahminen 40.000’i düzenli olarak çalışmaktadır ve nüfusun geri
kalan kısmı ise yoksulluk içinde yaşamaktadır (Strandmann, Evans, 2002: 106).

1848 İhtilâli’nin patlak vermesini takip eden süreçte, Avusturya’da


ihtilâlin patlak verdiğine ve Macaristan’da gösterilerin başladığına dair haberler,
Almanya’daki öğrenciler başta olmak üzere halk arasında büyük bir heyecana
neden olmuştur. Ancak gerçekte Alman devletlerindeki ilk ihtilâlci hareket 29
Şubat’ta Mannheim ve Karlsruhe’de meydana gelmiştir. İhtilâlin beklemedik bir
şekilde patlak vermesi sonucunda kitlesel gösterilerden korkan Baden Hükümeti,
jüri tarafından yargılanmayı, ulusal bir muhafız birliği oluşturmayı ve basın
özgürlüğünü garanti ettiğini açıklamıştır. 2 Mart’ta ise Stuttgart’ta ve Hessen-
Nassau’da halk tarafından yönetime bir Alman meclisi toplanması, basın ve
toplanma özgürlüğü, jüri tarafından yargılanma, din özgürlüğünün güvence altına
alınması ve vergilerin eşitlenmesini içeren bir dilekçe sunulmuştur. 6 Mart’ta
Saksonya’da kral, idarecilerini toplantıya çağırmış ve bakanı Falkenstein’ı
görevden almak zorunda kalmıştır (Rath, 2013: 34-35; Journal De Constantinople,
21.03.1848: 2). İhtilalci hareketler Alman devletlerinde sırasıyla başarı
kazanmaya başlayınca Baden, Württemberg, Bavyera, Prusya ve Frankfurt’tan elli
bir temsilci 5 Mart’ta Heidelberg’de bir araya gelerek, ulusal bir Alman
meclisinin kurulması konusunda anlaşmaya varmışlardır (Hahn, 2013: 58-59).

İhtilalin diğer Alman devletlerinde etkili olduğunu gören Berlinliler,


aralarında öğrenciler, gazeteciler ve akademisyenlerin de bulunduğu gruplar
halinde sokaklarda, kafelerde bir araya gelip kendilerine verilen sözler hakkında
konuşmalar yapmaya başlamış, krala Landtag’ı toplaması için binlerce dilekçe
yollamışlardır. Devam eden günlerde kalabalıkların daha da artması üzerine
yetkililer, olası bir kargaşaya karşı on iki bin kişiden oluşan garnizonu destek için
bölgeye çağırmış, sokaklara asker yığmış, hatta bunun yeterli gelmemesinden
korkarak farklı bölgelerde bulunan askerleri dahi takviye kuvvet olarak Berlin’e
getirtmişlerdir. Yöneticilerin Berlin’e bu kadar asker yığması halkın rahatsız
olmasına ve bu durumu kendilerine karşı yapılmış bir tehdit olarak algılamalarına
sebebiyet vermiştir. 13 Mart’ta bu durum halk ve askerler arasında beş gün
boyunca devam eden çatışmaların çıkmasına yol açmıştır (Rapport, 2008: 72-73).

59
Halk ve askerler arasında çatışmalar çıktığını duyan Prusya Kralı IV.
Frederick William’in insanlara ateş edilmemesine yönelik emrinin askerlere yanlış
aktarılması neticesinde büyük çatışmalar çıkmıştır. Çatışmaların nasıl
durdurulması gerektiği konusunda herhangi bir planı bulunmayan William,
stratejik bir hamle ile ihtilâlcileri desteklediğini açıklamış, iç savaşı önlemek
maksadıyla askerlerin geri çekilmesini ve ulusal bir parlamento toplanmasını
istemiştir. IV. Frederick William’in ihtilâlcilere katılmasının en büyük nedeni
ihtilâli püskürtemeyeceğini bilmesidir. Kral 21 Mart’ta ihtilâlin temsil ettiği
renklerle sokaklardan geçerek Berlin’de liberal bir rejim kurduğunu ilan etmiştir
(Fulbrook, 2019: sy; HR. SYS, 204: 4/22; 26 Ekim 1848). IV. Frederick
William’in 22 Mart 1848’de kardeşi Prusya Prensi William’a gizlice yazdığı bir
mektupta, “Dün her şeyi kurtarmak için gönüllü olarak imparatorluğun renklerini
giymek zorunda kaldım. Bu oyun başarılı olursa (…) onları tekrar çıkaracağım”
ifadesi kralın samimiyetsizliğinin en büyük göstergesi olmuştur (Brass, 2021:
151).

Mart ayının sonunda ihtilâl hızlı bir şekilde tüm Alman devletlerine
yayılmış, birbiri ardına yeni anayasalar kabul edilmiştir (Blanning, 2000: 30).
“Mart Bakanlıkları” diye adlandırılan bu yeni yönetimlerin başına eski
parlamentolara muhalif liberaller getirilmiştir. Bu kişiler idareyi ele aldıktan sonra
ihtilâl hareketinin kontrolden çıkmasından duydukları endişeyle uğruna
savaştıkları anayasaları korumak için çabalamaya başlamışlardır (Hahn, 2013:
60). 5 Mart’ta ulusal meclisin toplanması yönündeki çağrının ardından 31 Mart’ta
Frankfurt’ta 574 kişinin katıldığı bir toplantı yapılmış ve “Ön Parlamento”
[Vorparlament] kurulmuştur. Söz konusu toplantıda yapılan görüşmelerde Ön
Parlamento’nun kalıcılığının ilan edilmesi gündeme gelmişse de seçimlerden
sonra dağıtılması kararlaştırılmıştır. Dolayısıyla herhangi bir yürütme yetkisi
olmayan Ön Parlamento, daha ziyade danışma kurulu niteliğinde kalmıştır
(Mahajan, 1983: 285-285; Armaoğlu, 2003: 145).

1848 ihtilâlcilerinin ilk başarısı Frankfurt’ta meclisin kurulması yönündeki


kararın alınmasını sağlamak olmuştur. Ancak bu, toplum arasında idare
yönteminin nasıl olması gerektiği konusunda tartışmaların çıkmasına yol açmıştır.
Bu tartışmalar liberaller arasında bölünmelere, sosyal reform yanlıları arasında
ayrılıklara, halk arasında da hizipleşmelere ve tartışmalara sebebiyet vermiştir.

60
Basına yansıyan bu ikiliklerin nedenleri arasında orta sınıfın parlamentoda yer
alması, eğitimsiz ve politik olgunluğa sahip olmayan kişilere oy hakkı verilip
verilmemesi, sol görüşlü cumhuriyet taraftarlarının büyük kentleri yoksul insanlar
arasında paylaşma isteği, sınıfların savaş çağrısı, işçi haklarında düzenlemeler ve
haklarının güvence altına alınması, üretici birlikleri için devlet kredileri ve daha
iyi eğitim olanakları gibi meseleler yer almıştır. Söz konusu problemlerin tümü,
kamuoyunda tartışılan konular haline gelmiş ve toplumsal açıdan bölünmeler
başlatmıştır (Price, 2000: 58-59; Ceride-i Havadis, 4.06.1850).

Öte yandan Alman delegeler 18 Mayıs’ta Frankfurt’ta Alman anayasasını


belirlemek üzere bir araya gelmiş ve sınırlı bir oy hakkı nedeniyle düşük katılımın
olduğu bir seçim yapılmıştır. Seçilenler arasında avukatlar, üniversite profesörleri,
öğretmenlerin yanı sıra bazı yazarlar, gazeteciler ve din adamlarından oluşan orta
sınıfa mensup olan insanlar yer almıştır. Yeni seçilen temsilciler, belirli bir partiye
veya yönelime bağlı olmayan kişilerden oluşmuştur. Bunların yaklaşık üçte ikisi
genel olarak liberal eğilimdeyken, geri kalanlar daha aşırı sağ veya sol görüşlere
sahiptir. Ancak sosyal hayatta ortaya çıkan fikir ayrılıkları, seçilen temsilcilerin
farklı siyasî görüşte olmalarına rağmen meclise yansımamıştır. Almanya’nın
anayasal biçiminin nasıl olması gerektiği, bireylere verilmesi gereken temel
haklar, yapılması gereken ekonomik düzenlemelere dair Almanya’nın yeni siyasî
ve sosyal düzenlemelerini içeren konular meclisin üzerinde durduğu konular
olmuştur (Strandmann, Evans, 2002: 108-109 Fulbrook, 2019: sy; Pelz, 2016: 64-
65; HR. SYS, 6: 20; 27 Temmuz 1848).

18 Mayıs’taki toplantının ardından 18 Haziran’da, tüm Almanya için sivil


ve askerî, dış ve iç tüm işleri yönetmek için geçici bir Merkezi Yürütme
Organı’nın kurulmasına karar verilmiştir. Yürütme organına meclis tarafından
bakanlar ve organın faaliyetlerini kontrol etmesi için bir de vekil başkan
seçilmiştir. Bu bağlamda tüm Almanların temsilcisi sıfatıyla Avusturya Arşidükü
Johann, vekil olarak atanmıştır. Heinrich Von Gagern ise Yürütme Kurulu’nun
başkanlığına seçilmiştir. Naip olarak Arşidük Johann’ın kurulun başına getirilmesi
Prusya Kralı’nı oldukça rahatsız etmiştir. Buna rağmen Arşidük, 12 Temmuz’da
göreve gelmiş, aynı gün Ren Konfederasyonu’nun son oturumu yapılmış ve
yetkileri Merkezi Yürütme Organına devredilmiştir. Söz konusu yeni meclisin

61
bundan sonra bütün Almanları temsil etmesi kararlaştırılmıştır (Cayley, 1856: 51-
53).

Her ne kadar ihtilâl siyasî bir zemine taşınmış ve yeni düzenlemeler için
harekete geçilmişse de Almanlar bazıları gelişmelerden memnun kalmamış,
dolayısıyla zaman zaman çeşitli ayaklanmalar çıkmaya devam etmiştir. Bir süre
sonra Fransa’da ihtilâl taraftarlarının yenilmeye başlaması Almanya’daki
gerginliği arttırmış, sosyalist ihtilâl yanlıları silahlanmış ve halk tekrar
ayaklanmıştır. Berlin’de gerçekleşen olaylarda asker ve halk karşı karşıya gelmiş,
büyük çatışmalar yaşanmıştır. Lakin mart ayında gerçekleşen ayaklanmalarda
tecrübe kazanmış olan idare, bu defa geri adım atmamış, aksine direnmeye devam
edip ihtilâl hareketinin seyrini tıpkı Fransa’da olduğu gibi değiştirmiştir (Ateş,
2018: 237).

12 Temmuz’da kurulan Merkezi Yürütme Kurulu’nun çalışmaları


neticesinde ihtilâl patlak verdiği andan itibaren talep edilen anayasanın bir bölümü
aralık ayında açıklanmıştır. Bu anayasayla Alman milletlerinin temek hak ve
hürriyetleri güvence altına alınmıştır. Yine aynı anayasayla yeni idare organlarına
dair düzenlemeler yapılmıştır. Buna göre her bir Alman devletinde bir yasama
organı ve hükümetin kurulmasına; Merkez’de ise imparator bulunmasına ve iki
meclisin açılmasına karar verilmiştir. Söz konusu meclislerin birinde Alman
devletlerini temsilen gelen siyasîler, diğerinde ise halk tarafından seçimle gelmiş
temsilciler görev alacaktır. İmparator ise bütün Almanların idarecisi ve
meclislerin başı olacaktır. Böylelikle geriye çözülmedik bir tek imparatorluğa
hangi devletlerin dahil edileceği meselesi kalmıştır. Bu noktada temsilciler
tarafından iki ayrı seçenek öne sürülmüştür: Bunlardan ilki Avusturya’nın da
içinde olduğu “Büyük Almanya”, diğeri ise Avusturya’nın dâhil edilmediği
“Küçük Almanya” fikridir. Avusturya idaresi son seçeneği büyük bir tepkiyle
karşılamış ve bir nota ile meclisin, 1815 Germen Konfederasyonu Anayasası’na
aykırı hareket ettiğini öne sürmüştür (Armaoğlu, 2003: 146-147).

Meclis’in aldığı kararlar doğrultusunda 27 Mart 1849’da seçimler


yapılmış, 28 Mart’ta Federal Almanya İmparatorluğu’na Prusya Kralı IV.
Fredrich Willhelm seçilmiştir. Ancak bu sonuç Bavyera, Württemberg ve
Saksonya kralları tarafından tanınmamış; üstelik 3 Nisan’da da Prusya kralı görevi

62
kabul etmediğini açıklamıştır. Meclisin başarısız olmasının ardından dağıtılması
yönünde karar alınmış ve meclis çalışmalarına son verilmiştir. Bunun üzerine bazı
radikaller dağılmamak konusunda direnip meclisi Stuttgart’a taşımıştır. Daha
sonra çeşitli ayaklanmalar başlamış fakat bu olaylar Prusya askeri tarafından
bastırılmış ve 18 Haziran’da Stuttgart’ta kurulan meclis de dağıtılmıştır. Sonraki
süreçte farklı seçenekler ve yeni birlik kurma çabaları olsa da nihayetinde Prusya
öncülüğünde bir Germen Konfederasyonu kurulmuştur. 1851 yılında ihtilâlin bir
getirisi olarak görülen “Temel Haklar Yasası” yürürlükten kaldırılmış ve
böylelikle Almanlar için 1848 İhtilâli resmen sona ermiştir (Ateş, 2018: 237-237).

1. 5. İngiltere

Avrupa’nın neredeyse tamamında büyük kaos ve karmaşaya yol açan 1848


İhtilâli, İngiltere’de küçük bir iki olay ve girişimden öteye gidememiştir. Bunun
nedeni kıtadaki ihtilâlci hareketin çıkış noktası olan taleplerin bir kısmının bir
süre önce zaten halklara verilmiş olmasıdır. Özetle İngiltere’de zaten deyim
yerindeyse ihtilâlci bir hareket gerçekleşmiştir. Buna rağmen ihtilâl patlak
verdikten sonra hükümet, olayların İngiltere’yi de etkilemesinden endişe duymuş,
daha önce de sorunlara neden olan Chartistlerin ihtilâlin heyecanıyla yeniden
ayaklanma ihtimali gündeme gelmiştir. 1848 İhtilâli İngiltere’de öncelikle
yorumsal boyuta karşılık bulmuş, Avrupa’daki ihtilâllere dair farklı görüşler ileri
sürülmüştür. 1848 Şubat’ının ortalarında “Paris Ziyafet Krizi’yle” başlayan ihtilâl,
İngilizlere göre “çağdaş halkın ruhu” dur. Paris’teki günlük bültenler halk
tarafından yakından takip edilmeye başlanmış, ancak Avusturya-Macaristan
İmparatorluğu’ndaki olayların duyulmasıyla Fransa’daki ihtilâl İngilizler için
sönük bir olay haline gelmiştir. İhtilâlin merkezi haline gelen Doğu Avrupa,
Krakow, Prag, Peşte ve Islaz, İngiliz halkı arasında ihtilâl yorumcularının
sayısının giderek artmasına yol açmıştır. Örneğin İngilizler, Macar ihtilâlinin
öncüsü haline gelen Kossuth’a neredeyse bir kahraman gözüyle bakmaya
başlamışlardır. Yine Alman ihtilâlcilere; ilerlemeye hevesli, sempatiyi hak eden,
saf fakat pratik olmayan bir halk gözüyle bakılmıştır. Üstelik Alman ihtilâlcilerin,
Fransızların aksine devletin mülküne zarar vermemiş olması da İngilizler için
vatanseverlik olarak görülmüştür. İhtilâlcilerin liberal anayasalar, serbest ticaret

63
ve reforme edilmiş vergilendirme mücadelesi, İngilizler için gayet makul
isteklerdir. Öte yandan Paris ihtilâlini takip eden günlerde İngilizler arasında bir
Fransız karşıtlığı ortaya çıkmıştır. Bunun nedeni ihtilâl sonrası başa geçen geçici
hükümetin devletin tüm mallarına ve paralarına el koymasıdır. İngilizlere göre söz
konusu tutum oldukça yanlıştır ve bu, Fransa’da yürütülen merkezileşme
hareketinin sonucudur. Çünkü merkezileşme; siyasette, kişisel bağımlılık ruhunda,
ulusal yönetime karşı yükümlülük kavramında, görev ve hürmet ruhunda
zayıflamaya yol açmıştır. Buna ise “güç delisi” kral olan XIV. Louis Philippe
neden olmuştur. Dolayısıyla İngilizler Fransa’da kralın tahtan çekilmesini de
oldukça doğal karşılamıştır. Zira Louis Philippe “tacını barikatlarda kazanmıştır
ve hiçbir meşruiyeti yoktur; dolayısıyla ihanetle kazanılan bir taht, aptallıkla
kaybedilmiştir”, bu bağlamda ele alındığında İngilizler için Fransızların kralı
istemesi ve ayaklanması meşru bir hareket olarak görülmektedir (Smith, 1977: 65-
66; The New York Herald, 06.04.1848: 6; The Daily Union, 29.03.1848: 3).

Ayrıca 1848 İhtilâli tıpkı daha önceki ihtilâllerde olduğu gibi halk arasında
bir kez daha İngiltere’nin Avrupa kıtasından ayrı olduğu hissini uyandırmıştır.
Çünkü İngiltere’de var olan koşullar, bir ihtilâl hareketi için uygun değildir. 1848
İhtilâli sırasında çoğu kimse İngiltere’de ihtilâlci ayaklanmaların yaşanacağını hiç
düşünmemişken, küçük de olsa bir kesim bunun gerçekleşmesinden korkmuştur.
Avrupa’daki birçok devlette düzenin korunmasıyla ilgilenmesi gerektiği halde,
ardı ardına rejimler yıkılırken hiçbir şey yapmayan ya da bu yıkım sürecine aktif
olarak katılan devlet adamlarının aksine, İngiliz hükümetinden pek çok siyasetçi
statükoyu korumak için harekete geçmiştir. Bu kapsamda ilk önce İngiltere için
tehlike olabilecek İrlandalılara yönelik faaliyete geçilmiş, Dublin’deki olaylar
yakından takip edilmiştir. Londra’da yaşayan yabancıların davranışları da ayrıntılı
bir incelemeye tâbi tutulmuştur (Mitchell, 2002: 83-84).

İngiliz idarecilerinin endişelerini anlamak için yukarıda da bahsedildiği


gibi ihtilâl benzeri girişimlere az da olsa değinmekte fayda vardır. 1835’ten sonra
oy hakkı, gizli oylama, politikacıların ücretleri, eşit seçmen bölgeleri gibi
konularda reform istekleri için yoğun propagandalar yapılmıştır. Her ne kadar
1832’deki Reform Kanunu ve 1846’daki Tahıl Yasası’nın iptali gibi kısıtlı haklar
verilmişse de İngiliz hükümeti söz konusu talepler nedeniyle ihtilâlci bir hareketin
ortaya çıkmasından endişe etmiştir. Çünkü Chartistler, Avrupa’daki hiçbir hareket

64
ve grupta olmayan halk desteğine sahiptir ve dolayısıyla bunların varlığı büyük
bir tehlike arz etmektedir (Price, 2000: 38-39).

İngiliz Hükümeti yetkilileri söz konusu endişelerinde oldukça haklı


çıkmışlardır. Çünkü ihtilâl; İngiliz işçi sınıfı, Chartistler ve radikaller arasında
büyük bir sevinçle karşılanmıştır. Halifax’ta yapılan toplantıda konuşan
Chartistler “Tüm uluslar zalim krallık idaresi altında ezilmişlerdir, fakat en çok da
zalim oligarşiyle yönetilenler ezilmiştir.” sözleriyle Avrupa’daki ihtilâlleri
desteklediklerini belirtmişlerdir. Londra, Liverpool, Glasgow ve birçok sanayi
şehirlerinde ihtilâlin etkisi büyük olmasına rağmen Chartist hareket liderleri
herhangi bir ayaklanma ya da benzeri olaya kalkışmakta isteksizlerdir. Dolayısıyla
sadece Londra’da küçük işletme ve inşaatlarda çalışan işçiler hükümette, ihtilâlci
ruhun her an harekete geçeceği korkusu oluşturmuştur. Fakat sanayisi kötü
durumda olan Bradford ve Liverpool’da ise Chartist harekete mensup olanlar
ihtilâlin sadece destek boyutunda kalmasını değil fiiliyatta da gösterilmesi
taraftarıdır. Chartistler içindeki bu bölünme İngiliz Hükümeti’nin lehine bir
durum olduğu için yetkililer ihtilâl esnasında, gözle görülür bir durumda olan bu
bölünmeden faydalanmıştır. İngiliz ihtilâl yanlılarının harekete geçmemesinin
nedeni sadece Chartist liderlerin isteksizlikleri değildir; aynı zamanda hükümetin
aldığı bir dizi askerî önlem de ihtilâl yanlılarının korkmasına ve fiiliyata
geçmemesinde etkili olmuştur. Zira ihtilâl olasılığına karşı hükümet asker ve polis
sayısını arttırırken kraliyet muhafızlarının denetimleri sıklaştırılmıştır (Price,
2000: 48-51).

Hükümetin aldığı önlemlere ve Chartistler arasındaki bölünmelere rağmen


Londra ve Glasgow’da gerginlik artmış, hükümetten uzun zamandır beklenen bazı
reformları yapmaları için harekete geçmesi istenmiştir. Ancak Chartistleri
harekete geçiren husus, hükümetin gelir vergisini artırmakla ilgili yasayı
geçirdiğine yönelik haberlerin çıkması olmuştur. Glasgow ve Londra’da başlayan
gösterilerin boyutu kısa sürede Glasgow’da şiddete dönüşmüştür. Glasgow’daki
göstericilerin çoğu işsizlerden oluşmaktadır ve şehirde ellerinde demir
parmaklıklarla fırınları yağmalamaya başlayıp askerlerle çatışmaya girmişlerdir.
Olaylar esnasında göstericilerin biri ölmüş, ikisi de ölümcül şekilde yaralanmıştır.
Londra’daki kargaşalar ise 1848’de Trafalgar Meydanı’nda patlak vermiştir.
Burada gösteri yapmak polis tarafından yasaklanmış olmasına rağmen, Chartistler

65
Fransız Cumhuriyeti rejiminin ihtişamı hakkında konuşmalar yapmış, Halk
Sözleşmesi ve yeni anayasa isteklerini dile getirmişlerdir. Söz konusu gösteri
Londra’da on bin kadar insanın bir araya gelmesine neden olmuştur. Bu esnada
polisle göstericiler arasında bazı arbedeler yaşanmış ve yaklaşık iki yüz kişilik
küçük bir protestocu grup vitrinleri ve sokak lambalarını parçalamıştır. Olaylar
Londra ve Glasgow’da yaşananlarla sınırlı kalmamış, üç gün sonra, 10 Nisan
günü Chartistler İngilizleri Güney Londra’daki Kennington Common’da miting
yapmaya çağırmıştır. Yapılan çağrıya göre göstericiler bir araya gelerek
parlamentoya yürüyecek ve parlamenter reform için dilekçeler vereceklerdir.
Böylece hükümet bu yoğun baskılara dayanamayıp “Halkın Bildirgesi”ni kabul
edecektir. Chartistlerin bu girişimi hükümeti bir ihtilâl olacağı ihtimaline karşı
endişeye sevk etmiştir. Aslında Chartistleri harekete geçiren husus, kıtadaki ihtilâl
söylemlerinden çok hükümetin gelir vergisini artırmakla ilgili yasayı geçirdiğine
yönelik haberlerin çıkması olmuştur.

Fakat 10 Nisan’daki mitinge katılımın beklendiği şekilde olmaması ve


verilen dilekçelerin çoğunun sahte olması Parlamento’da alay konusu olmuştur.
Bu son gelişme İngiliz Dışişleri Bakanı Palmerston’ı rahatlatmış ve 10 Nisan’ı
“barış ve düzenin Waterloo’su” ilan etmesine sebebiyet vermiştir. Chartist
hareketin geri çekilmesi, 1848 İhtilâli’nin İngiltere için artık bir tehlike
oluşturmadığı anlamına gelmiştir (Rapport, 2008: 94-97; Smith, 1977: 73-73)

İngiltere’nin 1848 İhtilâli’nden diğer devletlere kıyasla neredeyse hiç


etkilenmemesi hakkında farklı görüşler bulunmaktadır. Bu görüşlerden ilki
yukarıda da bahsedilen bazı hakların zaten önceden verilmiş olmasıdır. Bunlar;
1832’deki parlamento reformu, yerel yönetim reformu, yoksullar yasası reformu,
eğitim reformları, serbest ticaret bütçeleri ve tahıl yasalarının yürürlükten
kaldırılması, fabrika reformu, 1844 Maden Yasası, 1847 tarihli On Saat
Yasası’dır. Diğer bir görüşe göre ise, yönetilenlerin nispi büyüklüğü ve gücü,
hükümetin emrindeki zorlayıcı güçleri nedeniyle halkın ihtilâl konusundaki
isteksizliğidir. Kimilerine göre ise hükümetin Chartistlere karşı 10 Nisan’da aldığı
önlemlerdir (Sked, 2000: 43-44). Özetle 1848 İhtilâli, İngiltere’yi başarısız bir
Charsist girişimi dışında etkilememiştir. Var olan etki, daha çok kamuoyunda
ihtilâl haberlerinin takibi ve ihtilâlin yorumu şeklinde kalmıştır.

66
1. 6. İspanya

İngiltere’ye benzer bir şekilde İspanya’yı da 1848 İhtilâli’nin yıkıcı


etkisinden kurtaran nokta, parlamenter bir sisteme sahip olmasıdır. Ancak bu
durum, 1848 İhtilâli’nin İspanya’yı hiç etkilemediği anlamına gelmemektedir.
İspanya da, tıpkı İngiltere gibi, Avrupa’daki “Halkların Baharı”ndan kısmî ve
önem addetmeyecek şekilde etkilenen devletlerden biri olmuştur. İhtilâl, Madrid
gibi büyük eyaletlerde birkaç sokak kavgasına, yaygın kırsal huzursuzluklara,
önemsiz bir-iki Carlist ayaklanmasından öteye gidememiştir. General Ramón
María Narváez'in liderliğinde İspanya Liberal Ordusu, Çarlistlere karşı başarılı
olup iç huzursuzluğu sonlandırmıştır (Thomson, 2001: 353-354).

Carlistlerin 1848’de ayaklanmasının nedeni, Ekim 1847’de Narvaez’in


başbakan olması sonrasında, ilk aylarını anayasaya ve Cortes’e [Parlamento]
saygıya, liberal milletvekilleri arasında daha muhafazakâr olanlarla ilişkiler
kurmaya harcamasının ardından, Fransa’da ihtilâl olduğu haberleri gelmesi
üzerine yön değiştirmesi olmuştur. 28 Şubat 1848’de Narvaez, Cortes’in önüne
çıkmış ve diktatörlük yetkilerini kullanarak, anayasal garantilerin askıya alınması,
vergi ve kredi toplamanın yanı sıra askerî yetkiler de talep etmiştir. Yapılan
itirazlara rağmen, bu talebi Temsilciler Meclisi 6 Mart’ta, Senato ise 13 Mart’ta
onaylamak zorunda kalmıştır. 22 Mart’ta Cortes’i askıya almış ve böylece
İspanya, sonraki dokuz ay boyunca sürecek bir diktatörlük sürecine girmiştir. Öte
yandan olası bir ihtilâle karşı hazırlıklar başlatılmıştır. Sorunlar doruk noktaya
ulaştığında ihtilâl yanlıları harekete geçip ayaklanmışlardır. Fakat ihtilâlciler
henüz tam anlamıyla bir girişimde bulunmadan askerler tarafından engellenmiş ve
böylelikle ihtilâlci hareket kısa süre içinde püskürtülmüştür. Bir süre sonra tekrar
bir araya gelen ihtilâl yanlıları, yine başarılı olamadan dağılmak zorunda
kalmışlardır. Özetle bu ayaklanmalar daha ziyade karmaşadan öteye gidememiştir.
Mayıs ayının 6 ve 7’sinde Madrid’de başka bir ayaklanma daha çıkmış, Espana
alayının çavuşları, yoksul mahallelerden takviye bekleyerek 300 askeri Plaza
Mayor’a götürmüş, onlara yüzden az sivil katılmış ve bu küçük ihtilâlci grup kısa
süre içinde askerler tarafından durdurulmuştur. Taraflar arasındaki çatışmalarda
on üçten fazla gösterici vurulmuş, çok sayıda kişi sürgün edilmiştir. Üçüncü ve
son ayaklanma ise 13 Mayıs’ta Sevilla’da gerçekleşmiştir. Carlistler bu isyanda

67
sivil halktan destek bulamamış ve Portekiz’e kaçmak zorunda kalmıştır. Bu
olaydan sonra hükümet, şüpheli durumda olan herkesi tutuklamış, yaklaşık iki bin
kişiyi de uzak adalara sürmüştür. Böylece 1848’deki başarısız İspanyol İhtilâli
sona ermiştir (Headrick, 1976: 198-203). Söz konusu Carlist ayaklanmalar
Bâbıâli’nin de gündemine gelmiş, Osmanlı’nın İngiliz sefiri tarafından gönderilen
raporda İspanya Hükümeti’nin ayaklanmaları durdurmak için gerekli önlemleri
aldığı ve olayları bitirdiği bilgisi aktarılmıştır (İ. HR, 46: 2200/2; 24 Haziran
1848).

Buna rağmen ihtilâl yılı İspanya’nın siyasî coğrafyasını kalıcı olarak


değiştirmiştir. Progresis’teki iç bölünmeler, Mart 1849’da İspanya’da hem genel
oy hakkını hem de sosyal reformu taahhüt eden ilk parti olan Demokrat Parti’nin
kurulmasına yol açmıştır. Kısa vadede şiddetle bastırılan 1848 İhtilâli’nin uzun
vadede İspanya üzerinde önemli sonuçları olmuştur (Thomson, 2001: 354-355).

1. 7. Rusya
1848 İhtilâlleri, Rusya nezdinde de dönüm noktası teşkil edebilecek bir
olay olarak görülmemektedir. Çünkü ihtilâl, Rus İmparatorluğu’nu neredeyse hiç
etkilememiştir. Bunun en büyük nedeni 1825’te Decembrist 16 ayaklanmasının
bastırılmasından sonra imparatorluk hükümetinin, politikalarında köklü
değişikliklere gitmesidir. Ayrıca Çar Nicholas’ın bürokratik ve askerî kontrolü
mevcut ortamda herhangi bir ayaklanmaya müsaade edemeyecek kadar sıkı
olmuştur. Dolayısıyla 1848 İhtilâli boyunca Rusya’da mevcut düzeni ve barış
ortamını bozacak tek bir olayla dahi karşılaşılmamıştır (Berlin, 1948: 341).

Fakat söz konusu durum Rusya için ihtilâlin bir tehlike olmadığı ve
Rusya’nın bu süreçte tarafsızlık politikası yürüttüğü anlamlarına gelmemektedir.
Aksine ihtilâl endişesi ve 1848 İhtilâli’nin mart ayından itibaren Doğu ve Orta
Avrupa’da yayılması Rus Çarı I. Nicholas’ın mart ayının başlarında Rus
halklarına hitaben bir beyanname hazırlayıp Rusya’nın idaresi altında olan
topraklarda yayımlamasına yol açmıştır. Bahsi geçen beyanname şu şekildedir:

16
1825 Decembrist İsyanı, Rus Ordusu’nun bazı subayları ve askerleri tarafından 1825’te Rus
İmparatorluğu'nun başkenti Saint-Petersburg'daki Peter Meydanı'nda 14 Aralık’ta İmparator I.
Nicolas’a karşı bir isyan hareketidir. İsyan Rus ordusu tarafından kanlı bir şekilde bastırılmış, çoğu
Decembrist Sibirya’ya gönderilerek ya ölüme ya da müebbet hapis cezasına çarptırılmıştır. Vera
Ande, (2016), The Decembrist Revolt of 1825 as a Tool to Assess the Modern Russian Call for
Freedom: The Case of the Russian Protests of 2011-2012, (Bachelor Thesis). BA Liberal Arts and
Sciences, Major in Humanities: European History and Culture, Tilburg University, the Netherlands

68
“Avrupa kıtasının batısında gerçek hükümet ve uygarlık düzeni bütünüyle
sarsılmış ve ihlale sebep olan birtakım ayaklanmalar başlamıştır. Başta
Fransa’da ortaya çıkan isyan ve ihtilâl, kısa süre sonra Almanya sınırlarına
ulaşmıştır. Taşkın ve harap sel gibi tüm Alman bölgelerine yayılmış, devletler
tarafından sert ve kaba müdahaleyle karşılaşınca ihtilâller bir kat daha artmıştır.
Bilahare Prusya ve Avusturya’nın bütün memleketlerine kadar ulaşmış ve bugün
isyan edenlerin cüret ve cesareti haddini aşmış ve Rusya memleketlerini dahi
korku ve tehdit sarmıştır. Dolayısıyla;

-Düşmanlarımız hangi taraftan gelirse gelsin, azimli, kararlı ve metanetle


beklemekteyiz.

- Gerekirse canlarımızı feda ederek, vatanımı öncekinden daha fazla


dayanıklı bir şekilde tehlikelere karşı savunacağım.

-Bilinen önceki antlaşmalara uyularak Rusya’nın şanı muhafaza edilecek,


sınırlarımıza yapılacak saldırılar ya da en ufak bir teşebbüse karşı devleti
korumak için ne gerekiyorsa yapılacaktır.

-Kısaca bildiğiniz üzere her bir Moskoflu ve tebaamıza sadık olan herkes
bir savaş durumunda hükümdarlarının davetine memnuniyetle icabet edecektir.

-Mezhep (Ortodoks) ve kral, vatanımız için çabalamamızı ve konuşmamızı


gerektiren iki asıl sebeptir ve şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da
muzafferiyet ve üstünlük Rusya’ya nasip olacaktır” (HR. SYS. 204: 4/1; 14 Mart
1848). Rus çarının beyannamesine bakıldığında bazı ayrıntılar dikkat
çekmektedir. Öncelikle Rusya’da bir ihtilâl olasılığına karşı silahlı mücadeleye
girişileceği açıktır. Öte yandan dış tehditlere ve ihtilâl düşüncesine karşı tüm
Rusların birlik olması gerektiği ve bunun bir yerde zorunluluk olduğunun altı
özellikle çizilmiştir. Ayrıca 1815 Viyana Kongresi’nden sonraki düzene duyulan
güvensizlik nedeniyle kurulan Kutsal İttifak’taki din vurgusu son maddede de
görülmektedir.

Rus çarının beyannamesinin üçüncü maddesindeki “önceki antlaşmalar”


ibaresi, Çar’ın, davet edilmedikçe komşu monarşilere müdahale etmeyeceğine
dair söz verdiği 18 Eylül 1833 tarihli Münchengratz Antlaşması’dır. Adı geçen
antlaşma, 1833 Hünkâr İskelesi Antlaşması’nın devamı niteliğinde olup gizli

69
maddelerinden ötürü esasen Osmanlı’yı ilgilendirmektedir (Altındağ, 1943: 51).
1848 İhtilâlleri noktasında ise, herhangi bir devlet yardım talep etmedikçe
antlaşmanın tarafı olan hiçbir devlet diğer devletlerin iç işlerine karışmayacak,
hükmü devreye girmektedir. Ancak ihtilâlin patlak vermesiyle denge bozulmuş,
Avusturya için Macar tehlikesi ve Ruslar için ise Polonya ihtilâli tehlikesi
gündeme gelmiştir. Çar, Mart 1848’de General Kont Berg’i, olası bir Polonya
ihtilâlini önlemek ve müttefik hükümetlerin Polonyalılara sempati duymasını
engellemek için Berlin ve Viyana’ya göndermiş, Rusya topraklarında bir Polonya
hareketine müsamaha etmeyeceğini ve gerekirse Rus birliklerini sınırın ötesine
göndereceğini bildirmiştir. Nitekim Rusya, Avusturya Hükümeti’nin Macarlara
karşı ağustos ayında başlayan mücadelesine Avusturya yönetiminin talebi
doğrultusunda katılma kararı almış ve Macarlara karşı mücadeleye başlamıştır.
Aslında Rusların Avusturya Hükümeti’ne destek vermesine Polonyalıların
Macarlara katılarak Macar bağımsızlığı için savaşması neden olmuştur. Çünkü
eğer Macarlar başarılı olursa bu, Polonyalıların da ayaklanması anlamına
gelmektedir. Dolayısıyla bu ittifak, Avusturya’nın parçalanmasına engel olmaktan
ziyade Rusların idaresi altında bulunan topraklardaki ihtilâl riskini ortadan
kaldırmaya yöneliktir. Rusya ve Avusturya’nın iş birliği sayesinde Macar orduları
büyük bir yenilgi almış, böylelikle hem Macar İhtilâli’nin sonu gelmiş hem de
Ruslar için Polonya tehlikesi ortadan kalkmıştır (Horváth, 1934: 631-633).

Öte yandan 19. yüzyılın başından itibaren politik olarak sürekli müdahale
ettiği sınırlarda yer alan Eflâk ve Boğdan’da ihtilâlin patlak vermesi de Rusya’yı
dolaylı olarak etkilemiştir. İhtilalin Rumenlerin yaşadığı bu bölge üzerinde de
etkili olduğu ve halkın ayaklanacağına dair duyumların hemen sonrasında Rusya
Hükümeti harekete geçmiş ve bölgeye asker yollamıştır. Çünkü bölgede böyle bir
ihtilâl yaşanması hem mevcut durumda hem de geleceğe dair siyasî planlama için
tehlikeli bir gelişmedir. Dolayısıyla bu kapsamda askerî müdahaleyi dahi göze
almış, yasal olarak bölge üzerinde söz sahibi olan Osmanlı Hükümeti’ni ihtilâl
konusunda bir taviz verilmemesi noktasında uyarmıştır. Eflâk ve Boğdan’daki
ihtilâl girişimi Osmanlı ve Rusya’nın ittifakıyla kısa sürede bastırılmış, eski
düzene geri dönülmüştür (Yenidünya, 2020: 14-15). Eflâk-Boğdan ve Macar
mücadeleleri Rusya’nın istediği şekilde sonlandıktan sonra Rusya’nın ihtilâlle tek

70
bağı, Osmanlı’ya sığınan Macar ve Polonyalı mültecilerin teslimi meselesi
olmuştur.

71
İKİNCİ BÖLÜM

2. 1848 İHTİLÂLİ’NİN OSMANLI DEVLETİ’NE


YANSIMALARI

Osmanlı Devleti, 1789 Fransız İhtilâli gerçekleştiğinde Avusturya, Rusya


ve İran’a komşu ve dört yüz yıldır varlığını devam ettiren, dünyanın en büyük
devletlerinden biridir. Balkanların ve Yunanistan’ın çoğuna sahip olan, Anadolu
ve Arap topraklarının yanı sıra Doğu Akdeniz’deki adaların da sınırlarında
bulunduğu devletin nüfusu o yıllarda kabaca otuz milyona ulaşmıştır (Yaycıoğlu,
2016: 19). Yine o dönem Osmanlı topraklarında yaşayan nüfusun büyük bölümü
Müslüman, geri kalanı ise Rum, Sırp, Bulgar, Ermeni, Yahudi, Ulah, Hristiyan
Kıpti gibi gayrimüslimlerden oluşmaktadır (Akçura, 2018: 14).

Osmanlı yönetim sistemi, tüm bu toprakları ve toplulukları devlete farklı


şekillerde bağlamıştır. Anadolu ve Rumeli sıkı kurumsal ve siyasî kontrolle
merkeze bağlıyken, Eflâk ve Boğdan, Bosna, Mora, Bağdat ve Basra illeri, Mısır,
Yemen, Hicaz gibi diğer bölgeler ise daha farklı uygulamalarla yönetilmiş ve
buralara nispeten özerklik verilmiştir. Ayrıca bu uzak eyaletleri devlete bağlamak
ve devletle bütünleştirerek merkezi otoriteyi tahkim etmek için farklı yöntemler
geliştirilmiştir. Örneğin, bazı kalelere veya seçilmiş yerlere küçük ama etkili bir
askerî grup yerleştirilmiş, Kırım ve Karadağ gibi yerlerde ise yönetim yerel
hanedanlara veya siyasî gücü elinde bulunduranlara bırakılmıştır (Zürcher, 2000:
23-27: Yaycıoğlu, 2016: 19).

Osmanlı Devleti, sahip olduğu bu kozmopolit yapı sayesinde yüzyıllarca


birçok medeniyete ev sahipliği yapan dünyanın en önemli devletlerinden biri
olmuştur. Ancak 17. yüzyıldan itibaren Batı topraklarında gelişen bilim ve
teknolojik ilerlemelerden uzak kalması, 18. yüzyılda büyük bir dönüşümü
beraberinde getirmiştir (Karabulut, 2016: 51). Bu yüzyılın sonuna doğru ise
Avrupa’daki eski önemi azalmış, topraklarını kaybetmeye başlamış ve devletin
varlığı adeta Batılı devletlerin menfaatleri doğrultusunda belirlenen diplomasi
sayesinde devam eder hale gelmiştir (İnalcık, Quarter, 2006: 887-889).

Gerileme, dağılmaya karşı başlatılan Batılılaşma hareketi gönüllülükten


ziyade zorunluğun etkili olduğu kurumsal değişikliğe ve dolayısıyla toplumsal

72
hareketliliğe yol açmıştır (Ortaylı, ty. 13-20). 18. yüzyılın ilk yarısından itibaren
başlayan bu değişim süreci, askeri ağırlıklı olmak üzere, idarî, iktisadî alanlar,
eğitim, hukuk ve çeşitli sosyal alanlarda da devam etmiştir. Damat İbrahim
Paşa’nın girişimleriyle başlayan bu yenileşme süreci, her ne kadar istenilen
neticeyi vermese de Osmanlı Devleti üzerinde batının etkilerinin olduğu
göstermesi açısından önemlidir. Matbaa, basımcılık, mimaride batı üslubu,
tercüme komisyonları yapılan yeniliklere örnek verilebilir (Berkes, 2012: 45-53).
Osmanlı’da başlayan söz konusu dönüşüm çabaları, Nizâm-ı Cedid’den
sonrasında daha ciddi bir hal alarak devam etmiş; 19. yüzyıl boyunca süregelen
bir mücadele olmuştur. Tüm bu süreçte asıl amaç devleti dağılmaktan kurtarmak
olmuştur (Beşirli, 1999: 139-156).

Osmanlı Devleti’nin Avrupa karşısındaki zayıflığı en çok iktisadî hayata


zarar vermiştir. Süregelen savaşlar, Batılı devletlerin denizaşırı faaliyetleri ve
teknolojinin ilerlemesine paralel olarak gelişen Batı sanayisine ayak
uydurulamaması, tarım ekonomisine dayanan devletin gelir kaynaklarının hızla
azalmasına neden olmuştur. Ekonomik çarkı döndürmede önemli bir yeri olan
tımar sistemi bozulmuş, yerini Balkanlarda ve Batı Anadolu’da daha çok özel
mülkiyete benzeyen çiftlikat sitemine bırakmıştır. Devletin en önemli gelir
kaynağı olan vergiler, iltizam usulüne bağlanarak hazinenin rahatlaması
sağlanmıştır. Ancak bu durum, reaya üzerinde ağır bir yük oluşturarak bir süre
sonra bazı yerlerde köylü ayaklanmalarına sebebiyet vermiştir. Ticaret ve küçük
işletmeler ise tarım dışında Osmanlı ekonomisinin dayandığı diğer faaliyetler
olmuştur. Söz konusu işletmeler daha ziyade küçük atölyeler niteliğinde olup iç
pazara hizmet ederken, iç ticaret devletin malî politikası ve coğrafî şartların
etkisiyle küçük ölçekli bölgesel faaliyetlerle sınırlı kalmıştır. Uluslararası ticaret
ise daha çok yabancı ve gayrimüslimlerin tekelinde olan ve Batı sanayisine
dayanan hammadde ürünleri sayesinde ayakta kalmıştır. İktisadi hayatta devam
eden kötü gidişat, devletin başlattığı reform hareketlerinin malî yüküyle daha da
kötüye gitmiş, üstelik 1826’lardan itibaren devletin bazı özel gelirlerinin dahi
hazineye devredilmesine neden olmuştur. Balkanlarda ayanlarla yaşanan sorunlar,
köylü ayaklanmalarının yol açtığı huzursuzluklar, Yunanlar ve Sırpların devlete
karşı ayaklanmaları, Mısır meselesi, uluslararası ilişkilerde devam eden sorunlar
ve bunlara karşılık olarak Avrupalı devletlerden destek almak amacıyla verilen

73
tavizler, bir zamanlar kıtanın en büyük gücü olan Osmanlı ekonomisinin daha da
çökmesine yol açmıştır (Zürcher, 2000, 32-69; Seyitdanlıoğlu, 2015: 713-728;
Quataert, 2015: 731-740).

Avrupa merkezli gelişen kapitalist yayılma, özellikle Osmanlı’nın etnik ve


dini çeşitliliği bol olan Balkan topraklarını etkilemiş, özellikle ayanlar ve
tüccarların başını çektiği yeni bir orta sınıfın17 ve toplumsal bölünmenin ortaya
çıkmasına neden olmuştur. 19. yüzyılın başından itibaren benimsenen
merkeziyetçilik politikası çerçevesinde Osmanlı idaresi, yeni ortaya çıkan bu
burjuva sınıfını yönetim içinde entegre etmeye çalışmıştır. Lakin söz konusu
durum gayrimüslimlerin cemaatler etrafında birleşmesine yol açmış, böylelikle
cemaatler milletlerin dinleri, dilleri ve kültürlerinin koruyucusu haline gelmiştir
(Karpat, 2017: 188-189). Dolayısıyla birbirine kapalı olan etnik ve dini gruplar,
Avrupa’daki gelişmeler karşısında cemaatlerin etkisiyle değişmeye başlamıştır.
Bunun akabinde ticaret sayesinde zenginleşen gayrimüslim orta sınıf, 18. yüzyılın
sonuna kadar olan Balkanlar’daki ayaklanmalar, savaş alanına dönüşen bölgedeki
Balkan uluslarının yıpranmasının yanı sıra Batı karşısında gerileyen Balkan
Müslümanlarının ve Hristiyanlarının birbirlerine bakış açılarını negatif yönde
değiştirmiştir. Bu ise Fransız İhtilâli’nin etkisiyle sunî bir milli hizipleşme yol
açmıştır.

Osmanlı’da ilk ulusal kökenli hareketler, her ne kadar daha önceki


yüzyıllara kadar dayandırılabilse de somut olarak ilk kez 19. yüzyılda
görülmüştür. Milliyetçi isteklerin açığa çıkmasındaki en büyük etken, gelişen
ticari faaliyetlere paralel olarak artan iletişim sayesinde aydınlanma ve ihtilâller
sonucu ortaya çıkan yeni fikir akımlarının tanınması olmuştur. Meydana gelen bu
kültürel değişim, Avrupa’nın farklı kentlerinde eğitim alan yeni bir aydın sınıfın
ortaya çıkmasına ve bu grupların ulusçu ayaklanmalarda önemli roller
üstlenmelerine sebebiyet vermiştir (Ortaylı, 2018: 69-76).

Osmanlı Devleti’nde siyasî, iktisadî ve toplumsal problemlere çözüm


arayan idareciler, Osmanlı modernleşmesinin en önemli hareketi olan Tanzimat
Fermanı’nı ilan ederek kötü gidişata son vermek istemişse de beklenen etki
sağlanamamıştır (İnalcık, 2015: 31-53). Dolayısıyla 1848 yılına gelindiğinde hem

17
Osmanlı Devleti’nde bu sınıfın başında Ayanlar ve batılı devletlerle yapılan ticaret sayesinde
zenginleşen gayrimüslim tüccarlar gelmektedir ayrıntıları için bkz: (Karpat, 2017: 76-77).

74
siyasî hem de toplumsal olarak Osmanlı topraklarında sükûnetin aksine büyük bir
belirsizlik hâkimdir ve bu durum ihtilâlin kolaylıkla yayılması için uygun bir
zemin sunmaktadır.

1848’de patlak veren ihtilâl, yayıldığı alanlar üzerinden


değerlendirildiğinde öncülü olan ihtilâllerden daha fazla etkili olduğu
görülmektedir. İlk kıvılcımları İtalya’da görülen, hemen sonrasında Fransa’da
patlak veren ihtilâl, Fransa’dan Alman devletlerinin geniş orta Avrupa bölgesine
ve Habsburg Monarşisi’ne, buradan da monarşinin Güneydoğu Avrupa’sına ve
nihayetinde Osmanlı egemenliği altında olan topraklara kadar her yere yayılmıştır
(Dowe, Haupt, Haupt, Langewiesche, Sperber: 2008: 2; Weekly National
Intelligencer, 04:1848: 2).

İhtilâlin Avrupa’ya yayılmasından sonra ayrılıkçı fikirler barındıran


kişiler, Osmanlı Devleti topraklarında düşüncelerini rahatlıkla yayabilecekleri
bölgelerde faaliyetlerde bulunmaya başlamışlardır. Bu doğrultuda ilk olarak
Osmanlı’nın Hristiyan tebaasından olan ve daha önce yönetimle sorun yaşamış,
kışkırtılmaya ve yönlendirilmeye müsait, ihtilâl fikrini kolayca empoze
edilebilecekleri ve uygulamaya geçirmede yardım edebilecek kişiler hedef
alınmıştır (A. MKT, 123: 95; 29 Nisan 1848). Osmanlı Devleti yetkilileri, 1848
İhtilâli patlak verdikten hemen sonra yayımladığı bir genelge ile hâkimiyeti
altında olan Balkanlar başta olmak üzere Anadolu, Afrika ve Arap topraklarındaki
yerel idarecilerini ihtilâlin Osmanlı’ya muhtemel etkileri konusunda uyarmıştır
(A. MKT, 121: 5; 4 Nisan 1848). Öte yandan ilerleyen zamanlarda Osmanlı
idaresinin, ihtilâlci Macar ve Leh sığınmacıları kabul edilmesi ve onlara askeri
görevler başta olmak üzere idari sorumluluklar vermesi aslında bir bakıma
ihtilâlcilere destek verdiği manasına gelmektedir. Diğer bir ifadeyle kendi
gayrimüslim tebaasına sirayet etmediği sürece ihtilâl taraftarlarını desteklemekten
çekinmemiştir.

Her ne kadar 1789 Fransız İhtilâli’nin etkileri Rum isyanlarıyla


görülmüşse de Osmanlı Arşivinde bulunan belgelere bakıldığında daha önce
gerçekleşen ihtilâller sırasında devletin tüm topraklarını kapsayan bir genelgeye
rastlanmamıştır. Dolayısıyla 1848 İhtilâli’nin Osmanlı Devleti için Avrupa’da
daha önce yaşanan ihtilâllerden farklı olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca ihtilâl

75
sırasında bir genelgenin yayımlanması, durumun ciddiyetini göstermesi
bakımından da önemlidir. Bu genelgeye istinaden yerel idarelerden Bâbıâli’ye
gönderilen cevaplar, 1848 İhtilâli’nin Osmanlı topraklarında ne derece etkili
olduğunu göstermesi açısından oldukça değerlidir.

2. 1. İhtilâlin Balkanlara Etkileri

19. yüzyılın başında Osmanlı Devleti, Balkan coğrafyasının büyük bir


bölümünde hâkimiyetini sürdürmektedir. Osmanlı Hristiyanlarının önemli bir
kısmının yaşadığı bu topraklar, devletin geleceği için stratejik öneme sahiptir.
Avrupalı büyük devletlerin hemen yanı başında bulunan bölge; Rumeli, Silistre,
Bosna, Belgrad, Yanya, Eflâk ve Boğdan gibi idari yapılara ayrılmıştır (Jelavich,
Jelavich, 2000: 3). Farklı anâsırların buluşma merkezi olan bölge, 18. yüzyılın
başından itibaren Avrupa devletlerinin ve Rusya’nın tazyiki altına girmeye
başlamış, bünyesindeki ulusların sürekli tabiiyet değiştirdiği bir merkez haline
gelmiştir (Karpat, 2015: 30-33).

Aslında bu topraklar tam da Maria Todorova’nın belirttiği gibi 18. yüzyılın


sonunda Avrupa devletleri tarafından keşfedilmiştir. Zira bu döneme kadar
Osmanlı Devleti, Balkanları Asya’daki topraklarıyla bir bütün olarak
değerlendirmiş ve bu bütünsel algıyı ancak 19. yüzyılda değiştirebilmiştir
(Todorova, 2010: 135-136). Osmanlı Devleti’nin algısındaki bu çatırdama,
Osmanlı toplum yapısını bir bütün olarak içine alan millet sisteminin de ciddi
manada bozulmasına yol açmıştır. O zamana kadar Osmanlı çatısı altında yaşayan
farklı dini ve etnik grupların milliyetçi hisleri, artık pratikte harekete geçmelerine
ve ulus devlet kurma mücadelesine evrilmiştir (Alkan, 2019: 81-82). Bunun
nedenleri arasında farklı etkenler bulunmaktadır. Bu sebepler arasında başta
Avusturya ve Rusya ile Osmanlı Devleti arasında uzun süren savaşlar ve buna
bağlı olarak zayıflayan merkezi otorite boşluğundan faydalanan ayanlar gibi
unsurların gücü eline geçirerek bölgeyi nüfuzları alanına çevirmesi bulunmaktadır
(Aslantaş, 2007: 52-55). İkincisi Osmanlı’ya karşı hakimiyet sahasını genişletmek
isteyen, cephe önünde ve gerisinde sıçrama tahtası olarak kullanılmaya çalışılan
sadık Hristiyanlar üzerinden yapılan sömürü düzeni, zaten patlamaya hazır bir
memnuniyetsizler topluluğunun ortaya çıkmasıdır (Bolsover,1966: 279-282).
Üçüncüsü coğrafi konumunun verdiği avantaj nedeniyle Avrupa devletleriyle

76
yapılan ticarettir; ki bu çok milletli Balkan toprakları üzerinde yaşayan ulusların
değişiminde önemli bir faktördür. Çünkü söz konusu durum, batı düşüncesinin ve
fikirlerinin Balkan halklarına sirayet etmesine ve yeni gayrimüslim Balkan
entelijasiyasının ortaya çıkmasına aracılık etmiştir (İnalcık, 2005: 25-27). Son
olarak ise Avrupa’da meydana gelen Aydınlanma ve 1789 Fransız İhtilâli ile
ortaya çıkan liberalizm ve milliyetçilik gibi akımlarının, Balkan Yarımadası
toplumlarını ciddi manada etkilemesidir. Bu nedenler 19. yüzyılın başından
itibaren, söz konusu topraklarda birbiri ardınca yeni isyanların çıkmasına ve yeni
yönetimlerin kurulmasına sebebiyet vermiştir (Jelavich, 2020: 195).

Başlarda sosyal ve iktisadî meselelerden doğan huzursuzluklar, Balkan


topraklarını 1790’dan başlayarak 1830’lu yıllara kadar aralıksız bir çatışma
alanına dönüştürmüştür. Balkanlardaki söz konusu kargaşanın aktörleri arasında
sadece bölgedeki gayrimüslim tebaa yoktur; giderek artan talepleri nedeniyle
Müslüman reaya da devlet için büyük sorunlar teşkil etmişlerdir. Bu karmaşadan
huzursuz olan kesim, her şeye rağmen Osmanlı sistemi içinde daha güvenli, daha
öngörülebilir bir gelecekleri olduğunu düşünmüştür. Fakat zaman ilerledikçe
Bâbıâli’nin bulduğu çözümler yeterli gelmemiş; ortaya çıkan başkaldırılar,
neticede milliyetçi hareketlere dönüşmüştür (Anscombe, 2012: 572-573).

Balkanların Osmanlıdan kopmasındaki en önemli faktör olan milliyetçilik,


bu yüzyılda artarak toplum hareketlerinin dinamiği haline gelmiştir. Aslında
modern Balkan milliyetçiliğinin doğuşunu ve büyümesini tetikleyen unsurlar
Osmanlı’nın yönetim tarzından kaynaklanmıştır. Çünkü Balkan toplumları millet
sistemi içerisinde kendi özlerini uzun süre muhafaza edebilmiş, bu durum ise
malî, sosyo-kültürel vb. unsurların da etkisiyle 19. yüzyılda modern milliyetçiliğe
ve ulusçu ayaklanmalara dönüşmüştür (Taştan, 2019: 25). Öte yandan modern
milliyetçiliğin doğuşunu etkileyen faktörler arasında Ortodoks Patrikhanesi ve bu
kurumun siyasal bir rol üstlenmesi, Eflâk ve Boğdan’a giden Fenerli Rumların
bölgedeki olumsuz faaliyetleri de bulunmaktadır (Karpat, 2017: 91). Balkanlarda
milliyetçi düşünceye yönelik hareketler artarken, 1848’e gelindiğinde Paris’te
ihtilâl patlak vermiş ve neredeyse Avrupa kıtasının tümüne yayılmıştır.

1848 İhtilâli, Avrupa’da var olan düzeni yıkmaya yönelik olmakla beraber,
yayıldığı bölgenin ekonomik ve siyasî durumuna göre farklı karakteristik

77
özelliklere bürünmüştür. Bu ihtilâl; 1830 İhtilâli’nden sonra liberalizmin
benimsendiği Batı Avrupa’da sosyalizm, Viyana’da anayasal haklar ve
özgürlükler, Kuzey İtalya’da; Macarlar, Hırvatlar, Çekler ve Slavların yoğun
olarak yaşadığı yerlerde ve Balkanlarda ise bağımsızlığa yönelik milliyetçi
ayaklanmalar şeklinde kendini göstermiştir (Kutlu, 2018: 65). 1848 İhtilâli
Osmanlı Devleti topraklarına yayıldığında en çok etkilenen bölge, Batılı
devletlere sınırı olan Balkan toprakları olmuştur (Fevzioğlu, 2006: 52). Çünkü
bölge hem coğrafi konumu hem de ihtilâlin yaşandığı devletlerle yapılan ticari
faaliyetleri nedeniyle ciddi bir fikri ve ideolojik trafiğine maruz kalmaktadır.
Özellikle başta Tuna olmak üzere su yolları aracılığıyla batılı devletleri
Balkanlarda etkin rol almaya başlaması ve bölgenin serbest bir pazar haline
gelmesi fikir hareketlerinin rahat bir şekilde yayılmasına fırsat sunmuştur (Ekinci,
1998: 28-51; Kokdaş, 2015: 180-190). Dolayısıyla Avrupa kıtasında meydana
gelen siyasî, entelektüel ve teknolojik gelişmeler ilk önce Osmanlı’nın Balkan
topraklarını etkilemiştir (Sancaktar, 2011: 28). Bu bağlamda da ihtilâlin etkisi ilk
olarak Osmanlı Devleti hâkimiyetindeki Eflâk ve Boğdan’da kendini göstermiştir.

2. 1. 1. Eflâk ve Boğdan

Osmanlı Devleti’nin “Memleketeyn” diye tabir ettiği iki eyalet Eflâk ve


Boğdan, Osmanlı egemenliği altına girmesinden itibaren yöneticiler tarafından
bilinçli olarak Osmanlı merkez idaresiyle bütünleştirilmemiştir18 (Karpat, 2017:
77). Osmanlı idaresi, Balkan coğrafyasındaki diğer yerlerden farklı olarak Eflâk
ve Boğdan’da klasik toprak sistemi uygulamadığı gibi, var olan feodal 19 sistemin
devamına da müsaade etmiştir. İç idarelerinde müstakil olan iki eyalet, fiiliyatta
Osmanlı Devleti’ne bağlı olmakla birlikte, yönetimde padişahın da onayladığı
yerel soyluların idaresi altında yer almıştır (Kutlu, 2018: 56). Coğrafî konumu
nedeniyle sahip olduğu ticarî önemi göz önünde bulundurularak Osmanlı
Hükümeti tarafından bu bölgelere Türklerin yerleşmeleri kati suretle
yasaklanmış,20 bu yerler göç bölgeleri arasından çıkartılmıştır (Jodga, 2005: 5-6).

18
Bu tarz uygulamalar sadece Osmanlı Devleti’ne özgü değildir; diğer birçok devlette de benzeri
uygulamalara rastlanmaktadır (Işıksel, 2012: 35-36).
19
Osmanlı feodalitesi ve Balkan topraklarının feodal yapısı hakkında daha fazla ayrıntı için bkz:
Sydney N. Fisher (1952) Ottoman Feudalism and Its Influence Upon the Balkans, The
Historian, 15:1, 3-22.
20
“Yaş ve Bükreş’e yerleşilebilir şeklinde” istisnai durumlar bulunmaktadır (Karpat, 2015: 81).

78
Osmanlı yönetiminin Memleketeyn konusunda titiz davranmasının ardında
yatan sebeplerden bir diğeri ise, bu toprakların Rusya ve Avusturya ile Osmanlı
Devleti arasında bir tampon bölgede yer almasıdır. 18. yüzyılın ilk çeyreğine
kadar yerel asiller tarafından yönetilen Eflâk ve Boğdan idaresinin Fenerli
Rumlara21 verilmesi sonucunda yeni idarecilerin yürüttüğü politikalar çeşitli
sorunların çıkmasına, ayrıca Rumenler arasında milliyetçi duygular uyanmasına
yol açmıştır (Karpat, 2015: 79-83). Fenerli Rumların yönetime gelmesinden sonra
ortaya çıkan problemler, 1821 yılına gelindiğinde halk arasında büyük
huzursuzluklara neden olmuştur (Georgescu, 1991: 100; Ortaylı, 2018: 93;
Jelavich, Jelavich, 2000: 85). Büyük Greek Projesi kapsamında Osmanlı
Devleti’ni parçalama planları bulunan Ruslar, Eflâk ve Boğdan’daki huzursuzluk
ortamından yararlanarak, ayaklanmalarda Aleksandr Ypsilnati’ye destek vermiş
ve bu durum, sorunların daha da büyümesine yol açmıştır. 1821’de meydana
gelen olaylar, Bâbıâli’nin Fenerli Rumlara olan güvenini sarsmış ve Memleketyn
yönetimden Rum idarecileri alıp eski idare tarzına geri dönmesiyle son bulmuştur
(Toprak, 2019: 150-153). Nitekim Eflak ve Boğdan’da isyan çıkarmaya çalışan
Ypsilanti öncülüğündeki Rumlar, bölgede istedikleri doğrultuda bir netice elde
edemeyince Yunanistan’ın bağımsızlığıyla sonuçlanacak olan 1821 Mora İsyanını
başlatmışlardır (Örenç, 2011: 9-11). Bu ise aslında 1789 Fransız İhtilâli’nin
dolaylı22 etkilerinin Osmanlı toprakları üzerinde görülmeye başladığına işaret
etmektedir (Özsüer, 2016: 342)

Rusya’nın Eflâk ve Boğdan üzerindeki planları, 18. yüzyılın başından


itibaren devam eden bir mesele halini almıştır. 18. yüzyılın ortalarından itibaren
Osmanlı’nın vermek zorunda kaldığı bir dizi diplomatik tavizlerden ötürü
Rusya’nın buradaki hakları genişletilmiştir (Yenidünya Gürgen, 2020: 12). Küçük
Kaynarca Antlaşması’yla Ortodokslar üzerinde hukuki yetkisi bulunan Ruslar,
antlaşma sayesinde Eflâk ve Boğdan’ın iç işlerine karışma olanağı elde etmiştir.
1821 yılından itibaren devam eden sorunlardan ötürü Osmanlı Hükümeti ile

21
Eflâk ve Boğdan idaresinin Fenerli Rumlara verilmesi ve 1711-1821 yılları arasındaki sürecin
ayrıntıları için bkz: Çiftçi Cafer. “Bâb-ı Âlî’nin Avrupa’ya Çevrilmiş İki Gözü: Eflâk ve
Boğdan’da Fenerli Voyvodalar (1711-1821)”. Uluslararası İlişkiler Dergisi 7 / 26, Haziran 2010,
s.27-48
22
Dolaylıdır zira bu isyan sebepleri Fransa’dakinin aksine toplumun dinamitlerinden
beslenmekten ziyade Avrupa’dan yönetilen bir olaydır… ayrıntıları için bkz: Özsüer, E. (2016).
19. Yüzyıl Avrupa Romantiklerinin 1821 Mora İsyanı Üzerindeki Siyasi ve Kültürel Etkileri,
Türkiyat Mecmuası, c.26/2, 325-344.

79
diplomatik ilişkilerini askıya alan Rusya, mevcut sorunları bahane ederek
Bâbıâli’yle 1812 Bükreş Antlaşması’nın devamı niteliğinde olan 1826 Akkerman
Antlaşması’nı imzalayarak hedeflediği gibi Eflâk ve Boğdan üzerindeki haklarını
güçlendirmiştir (Jelaviç, 2020: 191). Bölgede etkinliği giderek artan Ruslar, 1829
Edirne Antlaşması’yla da Eflâk ve Boğdan’ın otonomi elde etmesini sağlamıştır.
Aynı yıl Rusların baskısıyla çıkartılan fakat Eflâk’ta 1831’de, Boğdan’da ise
1832’de yürürlüğe giren Organik Talimatnâmesiyle23 iki bölgenin özyönetim
prensipleri belirlenmiştir. Lakin talimatnâmeye rağmen Rusya’nın bölgedeki
askerî kontrolü 1834 yılına kadar devam etmiştir. Özetle teorik olarak Osmanlı
hâkimiyetinde olan iki eyalet, büyük oranda Ruslar tarafından kontrol edilir hale
gelmiştir (Aksan, 2017: 450-451; Maier, 2000: 187-188).

Ruslar, Osmanlı Devleti toprakları için uluslararası girişimlerde de


bulunmuştur. Örneğin, Osmanlı ile Rusya arasında imzalanan 1833 Hünkâr
İskelesi Antlaşması’nın bir devamı olan 1833 tarihli Münchengraetz Antlaşması,
görünürde Avusturya ve Rusya arasında yapılmış olsa da esasen Osmanlı
Devleti’ni ilgilendirmektedir. Bu antlaşmanın gizli maddeleri, Rusların Osmanlı
topraklarına saldırısına olanak sağlamıştır. Bu kapsamda Rusların elde etmesi
gereken ilk Osmanlı toprağı Eflâk ve Boğdan olmuştur (Horváth, 1934: 630-633).
Dolayısıyla Rusya, 19. yüzyılda Osmanlı’yla yapılan antlaşmaların bazıları
aracılığıyla bölgeye nüfuz etmeye çalışmıştır.

Rus etkisinin bölgede giderek artmasıyla beraber Eflâk’ta milli bir Rumen
kültürü ortaya çıkmış ve hiç de azımsanmayacak sayıda olan Rumen
entelijansiyası, siyasî haklar elde etmek için harekete geçmiştir. Rumen
aydınlarının en büyük hedefi ise Rusların bölgedeki etkinliğini arttıran Organik
Talimâtnamesi’nden kurtulmak ve yerine kendilerine ait milli bir anayasa koymak
olmuştur (Karpat, 1994: 468; Berindei, 1999: 133). Rusların yönetime sürekli
müdahalesi ve bölgenin iç işlerine dahil olması, Rumen aydınlar tarafından
başlatılan hareketin 1848 yılında ihtilâle dönüşmesine yol açmıştır (Aksan, 2017:
451-452). 20 Mart 1848’de Paris’te yaşayan bir grup Rumen öğrenci ve aydın,
Nicolae Bălcescu'nun öncülüğünde bir araya gelmiştir. Viyana’daki
ayaklanmalara dair haberler de duyulunca anavatanlarında bir ihtilâl başlatmaya
karar verip, bir dizi reform hareketini içeren program hazırlamış ve böylelikle

23
Organik Talimatnâmesi/ Memleket Nizamnâmesi

80
ihtilâl hareketinin ilk adımlarını atmışlardır (Maier, 2000: 186-188; Armaoğlu,
2003: 157-158). Öte yandan Macarların ihtilâl hazırlığı için yaptıkları toplantılar,
Eflâk ve Boğdanlı delegeler tarafından yakın takibe alınmıştır. Bu kapsamda
Paris’te eğitim almış aydınlar, öğretmenler ve öğrenciler, gazetecilerle temasa
geçmiş, sınır ötesinden kaçak yollarla kitap ve broşür getirtmiş, bu basılı
materyalleri Eflâk ve Boğdan’daki ihtilâl taraftarlarına dağıtarak yandaşlarını
bilinçlendirmeye çalışmışlardır (Rapport, 2008: 147). İhtilâl yanlısı gizli Rumen
cemiyeti üyesi öğrencilerden bazıları, Paris’te başlayan çatışmalarda aktif rol
alarak bir nevi hazırlık yapmışlardır (Sperber, 2005: 120). Böylelikle Eflâk ve
Boğdan’da başlayan ihtilâl hareketinin hem ön hazırlığı yapılmış hem de pratikte
tecrübe kazanılmıştır.

Eflâk ve Boğdan’da ihtilâl hazırlıkları yapıldığına dair ilk haberler Rus


imparatoru Çar I. Nicholas’ın hoşuna gitmemiş ve çarın, Başbakan Nesselrode
vasıtasıyla Prens Bibescu ve Prens Sturza’ya bir nota vererek bölgedeki ihtilâl
girişimlerinin hoş karşılanmadığını belirtmesine neden olmuştur. Hatta bu
doğrultuda Prut Nehri kıyısına bir grup asker dahi yollamıştır (Macıu, 1971: 403;
The Times, 04.05.1848: 3). Çünkü Rus yönetimi hem kontrol edemeyeceği
bağımsız bir Rumen devletini istememekte hem de bu toprakları kendi idaresi
altına almayı hedeflemektedir.

Rusya’nın ihtilâl hareketini engelleme girişimine rağmen ilk ayaklanmalar


Boğdan kırsalında başlamıştır. Mart ayının sonuna doğru ihtilâl yanlısı Alexander
Cuza öncülüğündeki liberal muhalefet, daha güçlü bir parlamento oluşturmak ve
köylü haklarında düzenlemeler yapmak için Boğdan Prensi’yle görüşmek üzere
harekete geçmiştir (Rapport, 2008: 241-242). Görüşmeye yaklaşık iki ya da üç
yüz kadar ihtilâl yanlısı Boğdan boyarı katılmış ve uzun zamandır reform
istediklerini, ihtilâlin başlamasıyla taleplerini açıklama fırsatı elde ettiklerini dile
getirmişlerdir. Boğdan Prensi’nin konağında yapılan görüşme sırasında başlarda
muhalif boyarlara talepleri doğrultusunda bazı sözler verilerek olaylar
durdurulmuştur. Ancak daha sonra altmış, yetmiş kadar muhalif, tutuklanarak
Silistre tarafına sürülmüştür (İ. MSM, 67: 1964/13: 25 Nisan 1848; Drace-Francis,
2001: 146). Yaş’ta tutuklanan boyarlardan bazıları Dersaadet’e sevk edilmiş,
yapılan mahkemenin ardından serbest bırakılmalarına yönelik karar verilmişse de

81
Rusya’nın araya girmesiyle Anadolu’ya sürgüne gönderilmişlerdir (The Times,
24. 06. 1848: 3).

1848 İhtilâli, Boğdan’da boyarlar tarafından verilen birkaç dilekçe


haricinde uzun sürmemiştir. Fakat ihtilâl Eflâk’ta farklı bir boyuta ulaşacak,
uluslararası bir sorun haline gelecektir (Aksan, 2017: 452). Eflâk’taki
ayaklanmalar öncesinde çoğu Paris’te eğitim görmüş kişilerin önderliğinde
ihtilâlci bir komite kurulmuştur. Eflâk’taki ihtilâlin, Boğdan’dakinin aksine sosyal
statülerine küskün ve hükümetin politikaları nedeniyle hüsrana uğrayan büyük bir
ticarî orta sınıf tarafından da desteklenmesi, Eflâk’taki ihtilâl hareketini daha
güçlü hale getirmiştir (Rapport, 2008: 142). Eflâk’taki ihtilâlcilerin en büyük
avantajı, Boğdan’daki başarısız girişimin kendilerine örnek olmasıdır. Dolayısıyla
aynı hataya düşmek istemeyen Eflâk boyarlarından ve aristokratlarından oluşan
yedi-sekiz kişilik gruplar, ayaklanmaların hemen öncesinde Paris’ten Viyana’ya
giderek destek bulmayı amaçlamışlar ve ihtilâl girişiminin nasıl başarıya
ulaşacağına yönelik görüşmeler yapmışlardır. Sonrasında ise ihtilâl hareketini
başlatmak üzere Bükreş’e geçmişlerdir (İ. MSM, 67: 1964/13; 25 Nisan 1848).

Fransa’da bulunan Eflâk ve Boğdanlı ihtilâlciler ise Fransız yetkililerinden


başlattıkları ihtilâlde kendilerine destek vermeleri için yardım talep etmiştir. Hatta
ihtilâl yanlılarının bu girişimi Fransız basınında da yer almış, haber gazete
sütunlarına taşınmıştır. Fransız yetkililerle görüşenler arasında daha önce Eflâk ve
Boğdan’da ayaklanma çıkarmaya çalışmış ama başarısız olup yakalandıktan sonra
Memleketeyn’e ayak basmamak şartıyla bölgeden sürgün edilmiş kişiler de yer
almıştır (İ. HR, 45: 2100/4; 30 Mart 1848). Her ne kadar ihtilâl yanlılarının en
büyük argümanı Rusya’nın kontrolünden çıkmak olsa da ihtilâlin başlarında
kendilerine destek vermeleri için Ruslardan dahi yardım talep etmişlerdir. Fakat
beklediklerinin aksi olmuş; ne Rusya’dan ne de Fransızlar ve Macarlardan
aradıkları desteği bulabilmişlerdir (Macıu, 1971: 404). Kısacası Memleketeyn
ihtilâlcileri, ulus aşırı siyasette kendilerine dayanak olabilecek güçlü devletlerin
yardımını alamamışlardır.

1848 yılının Nisan ve Mayıs ayı boyunca, Paris’ten dönen öğrencilerin


önderliğinde bir yandan Eflâk’taki siyasî ajitasyon arttırılmaya çalışılırken, diğer
yandan da ihtilâl yanlıları yönlerini zaten önemli ölçüde desteklerine sahip

82
oldukları başkent Bükreş halkından Eflâk kırsalında yaşayan köylülere çevirerek
onları ihtilâl hareketine katılmaları için ikna etmeye çalışmışlardır. Bu amaçla
yaklaşık üç bin ihtilâl yanlısı Eflâk kırsalına dağılmıştır (Sperber, 2005: 225).
Tüm bunların yanı sıra Eflâk ve Boğdan ihtilâlcileri, ayaklanmalarda başarılı
olmaları halinde uygulamaya koymak amacıyla bir de program hazırlamaya
başlamışlardır. Bu kapsamda Tuna Nehri kıyısında yer alan Oltenia eyaletinin
sınır kasabası olan Islaz’da bir toplantı düzenlenmiş ve görüşmeler neticesinde
Islaz Proklamasyonu yayımlanmıştır. Proklamasyon’da eşit yurttaşlık hakları, adil
vergilendirme, oy hakkının genişletilmesi, yönetici prensin beş yıllık bir dönem
için seçilmesi, cinsiyet ayrımı olmaksızın ücretsiz eğitim, serfliğin kaldırılması,
köleleştirilmiş olan tüm çingeneler için özgürlük, Yahudilerin daha özgür olması,
soylu sınıf statüsünün ve her türlü sansürün ortadan kaldırılması gibi birçok husus
bulunmaktadır. Ayrıca ihtilâlin ardından bahsi geçen ilkelere dayalı bir anayasa
taslağı hazırlamak için bir kurucu meclisin toplanmasına ve geçici bir hükümet
kurulmasına karar verilmiştir. İhtilâlcilerin hedefinde, Islaz Proklamasyonu
kapsamında, Rusların “korumasına” ve Osmanlı ile bağı olan özerk yapıya son
verilmesini talep etmek vardır. Fakat bu noktada mutlaka Bâbıâli’nin onayı ve
desteği alınmaya çalışılacaktır. Zira ihtilâlcilere göre kuracakları bu yeni devlet,
coğrafî konumu itibariyle Avusturya, Rusya ve Osmanlı’dan oluşan üç büyük
devletin arasında sıkışık bir durumdadır ve yeni devletin hayatta kalabilmesi için
bu üç devletten en az birinin politik desteğinin alınması gerekmektedir
(Georgescu, 1991: 143-144; Rapport, 2008: 243-244).

Viyana Sefiri Mehmet Şekib Efendi’nin edindiği bilgiler de bu savı


doğrulamaktadır. Şekib Efendi konuya dair Bâbıâli’ye yazdığı raporda, “fesad”
başka bir ifadeyle ihtilâlci grupların asıl maksadının öncelikle Rusya’nın
denetiminden, daha sonra ise Osmanlı Devleti’nin yönetimi altından kurtularak
bağımsızlıklarını kazanmak olduğunu belirtmiştir. Ancak Şekib Efendi’ye göre
ihtilâlcilerin söz konusu fikri temelsiz bir duygudan ibarettir ve Avrupa
devletlerinin hiçbirinden güçlü destek bulamayacaktır (İ. HR, 47: 2229/5: 8
Ağustos 1848). Üstelik Osmanlı Devleti’nden istenen destek hem birlik hem de
bağımsızlık için gerekli olan ön hazırlıklar için bir araçtır. İhtilâlcilerin asıl hedefi
ise Habsburg Rumenlerini ve Rus İmparatorluklarını kapsayacak Büyük
Romanya’dır (Hitchins, 1994: 5-6).

83
Eflâk İhtilâl Komitesi, ihtilâl hareketine başlamadan önce yaptıkları
planları doğrultusunda Ion Ghika’yı Osmanlı Hükümeti’nin desteğini alması ve
amaçlarının milletlerinin kurtuluşu olduğu yönünde ikna etmesi için Dersaadet’e
yollamıştır. İlk etapta komite amacında başarılı olmuş; Osmanlı idaresi
Rumenlerin bu girişimini Eflâkların iç düzenlemeleri olarak değerlendirmiştir.
Fakat bir süre sonra Rusya ve Osmanlı Devleti, Boğdan’daki ihtilâl girişimini ve
Eflâk’taki ihtilâl hazırlıkları karşısındaki durumu kontrol etmek amacıyla
bölgelere birer komiser gönderme kararı almıştır (Macıu, 1971: 404). Bu
bağlamda Osmanlı Devleti’ni temsilen bölgeye Talat Paşa gönderilmiştir24 (A.
DVN, 36: 62; 23 Mayıs 1848; Dumanlı, 2019: 143).

Talat Paşa Bâbıâli’nin emri doğrultusunda çalışmalarına başlamışken,


Rusya yönetimi ise General Duhamel’i Eflâk’taki olaylar nedeniyle Bibescu’ya
yardım teklif etmekle görevlendirmiştir. Ancak Bibescu, Rus askerlerinin
bölgedeki varlığının kalıcı olacağından korkarak Rusların yirmi bin asker teklifini
reddetmiştir (Rapport, 2008: 243). Eflâk’ta başlatılan ihtilâl, haziran ayında
Bibescu’nun Islaz Proklamasyonu’nu onaylamasıyla başarıyla sonuçlanmıştır
(Berindei, 1999: 134). Bibescu, ihtilâl hareketi sırasında tıpkı Orta ve Batı
Avrupa’daki daha küçük ülkelerin yöneticileri gibi ayaklanmalara dahi karşı
koymamış ve hemen Eflâk’ı terk etmiştir. İhtilâlin başarıya ulaşmasının ardından
başkent Bükreş’te, Doğu Ortodoks Metropoliti tarafından idare edilecek, liberaller
ve radikallerden oluşan Geçici Hükümet ilan edilmiştir (Sperber, 2005: 225-226;
Jelavich, Jelavich, 2000: 95-96; Dumanlı, 2019: 145-148).

Eflâk ihtilâlinin başarıya ulaşmasının ardından Bükreş’te Rus askerlerinin


Geçici Hükümete müdahale edecekleri haberlerinin duyulması üzerine, Bâbıâli de
Osmanlı askerine Eflâk sınırına doğru harekete geçmesi emrini vermiştir
(Berindei, 1999: 135). Gelişmeler üzerine Geçici Hükümet, 29 Haziran’da Talat
Efendi’ye bir muhtıra göndererek Osmanlı Devleti’nin kendilerine karşı aldığı
tavırdan duydukları hoşnutsuzluğu dile getirmiş, aynı zamanda sınırlarının Rusya
ve Osmanlı Devleti’nin orduları tarafından kuşatılmasının devletlerinin bekasını

24
Çiğdem Dumanlı kaleme aldığı 1848 İhtilâli konulu kitabında aslında Talat Efendi’den öncede
bölgeye Kabuli Efendi’nin gönderildiğini ancak Osmanlı sadaretinde meydana gelen değişiklik
neticesinde yeni Sadrazam İbrahim Sarim Paşa’nın Kabuli Efendi yerine Talat Efendi’nin
gönderildiğinin altını çizmiştir ayrıntıları için bkz: Çiğdem Dumanlı, (2019) Siyasi, Askeri ve
İktisadi Yönleriyle 1848 Devrimleri ve Osmanlı Devleti’ne Etkileri, Ankara: Berikan Yayınevi,
135-143

84
tehlikeye attığını ileri sürerek tepki göstermiştir (HR. SYS, 2933: 70; 29 Haziran
1848).

Eflâk Geçici Hükümeti’ne göre, Bâbıâli’nin daha önce aldığı kararı


değiştirip bölgeye müdahale etmesi, düşmanları olan Rusya’nın etkisiyle yapılmış
bir hatadır. Zira Eflâk’taki ihtilâl kötü bir amaçla yapılmamıştır. Dahası ihtilâli
çıkarları doğrultusunda kullanan insanların kabahatlerinden dolayı hükümet
sorumlu tutulmamalıdır. Söz konusu muhtırada özellikle tüm halkın, yeni
hükümet ile Osmanlı arasında yapılan ittifakı desteklediği vurgulanmıştır. Ayrıca
Osmanlı Hükümeti’nin daha önceki görüşmelerdeki ılımlı yaklaşımını değiştirip
bölgeye asker yollamasının altında yatan sebebi açıkça belirtmesi istenmiştir. Öte
yandan muhtırada Osmanlı sultanının adaletinden asla şüphe etmediklerini
belirten Geçici Hükümet üyeleri, Osmanlı askerinin bölgeye yollanmasını yeni
hükümete karşı yapılan bir girişim değilse de, askerlerin ihtiyaç duyduğu her an
hudutlarına girmelerini memnuniyetle karşılayacaklarını vurgulamışlardır. Zira
Eflâk Hükümeti ve ahalisi daima Osmanlı’ya bağlı kalmıştır ve hiçbir zaman
ilişkilerine zarar verecek bir girişimde bulunmadıklarının altını özellikle
çizmişlerdir. Fakat Osmanlı ve Rusların ortaklaşa hareket etmesi ve bölgeye asker
göndermesi huzursuzluğa yol açacak, Rusların bölgeye gelmesi ile de kendilerine
hami olarak gördükleri Osmanlı Devleti’ne karşı düşmanlığa sebep olacaktır. Bu
nedenle Osmanlı’nın sınırlara asker yollaması Eflâklıları hayal kırıklığına
uğratmıştır (HR. SYS, 2933: 70; 29 Haziran 1848).

Bâbıâli’ye yollanan muhtıranın içeriğine bakıldığında, Eflâk Geçici


Hükümeti’nin tepkisinin daha ziyade Osmanlı’nın Rusya ile iş birliği yapmasına
olduğu görülmüştür. Çünkü yeni hükümet, Osmanlı ile ilişkileri kesmeyi hiçbir
zaman düşünmemiş, üstelik görüşme hakkını tamamen Osmanlı Devleti’nin
inisiyatifine bırakmıştır. Hatta daha önce Osmanlı Devleti ile yapılan sulh
görüşmelerinde iki hükümete de zarar vereceği gerekçesiyle yabancı
arabuluculuğunu dahi istememiş, Osmanlı Hükümeti’ne güvenmeyi tercih
etmişlerdir. Fakat Bâbıâli’nin sahip olduğu bu imtiyaza Rusya’nın müdahale
etmesine izin vermesi ve Rusların askerî yardım taleplerini kabul etmesi,
Eflâkların Osmanlı adaletine duyduğu güvenin sarsılmasına yol açmıştır. Çünkü
Eflâk Geçici Hükümeti’ne göre Bâbıâli’nin de gayet net şekilde bildiği gibi
Rusların bölgeye müdahale etmesi, Osmanlıların veya Eflâkların menfaati için

85
değildir. Gerçekte Rusya’nın Eflâk ve Boğdan’a yerleşip bu topraklarda kalmak
dışında bir emeli yoktur (HR. SYS, 2933: 70; 29 Haziran 1848).

Eflâk Geçici Hükümeti, aynı muhtıra aracılığıyla Bâbıâli’den,


sınırlarındaki Osmanlı askerlerinin Dersaadet’ten emir gelmedikçe başkalarının
başka bir deyişle Rusya’nın yönlendirmesi doğrultusunda Eflâk topraklarına
girmemeleri için de ayrıca ricada bulunmuştur. Hatta Bâbıâli’nin isteklerini kabul
etmesi halinde sınırdaki askerin masraflarına destek olacakları sözünü dahi
vermiştir (HR. SYS, 2933: 70; 29 Haziran 1848; Dumanlı, 2019: 152). Radu. R.
Florescu da Tanzimat’ın Rumenler üzerindeki etkisine dair kaleme aldığı
yazısında, 1848 İhtilâli sırasında kurulan Geçici Hükümet azalarının Bâbıâli’nin
büyük bir Rus baskısı altında olduğunun bilincinde olduklarını ifade etmiştir
(Florescu, 233: 2015). Dolayısıyla bu aşamada Rumen ihtilâlciler Osmanlı
idaresinden ziyade, Rusya ile mücadele etmiştir.

Eflâk Geçici Hükümeti ile Osmanlı Devleti arasındaki diplomasi sürerken,


bölgede ihtilâl devam etmektedir. Örneğin, İbrail’de meydana gelen bir olayda
İspravnili bir eşkıya reisi kilise avlusuna büyük bir kürsü yaptırmış ve ertesi gün
de kendisine tabi olan eşkıyaların silahlarıyla birlikte buraya toplanmalarını
istemiştir. Ardından kilisede toplanan İbrail ahalisi, kuşandıkları silahlarla kilise
meydanını doldurmuştur. İhtilâl yanlısı bir logofet’25 yaptığı konuşmada yirmi
dört maddelik bir bildiri okumuştur. Yüksek sesle bildirinin okunduğu sırada hem
ahali hem de ihtilâlci eşkıyalar, her maddeye eşlik ederek “Dora! Dora!” diğer bir
ifadeyle “çok yaşasın!” şeklinde nidalar atmışlar ve kendilerini durdurmaya
gelecek askerlere karşı tüm güçleriyle mücadele edeceklerine dair yemin
etmişlerdir. Ahali, yemin ettikten sonra tabanca ve tüfeklerle ateş ederek tüm
sokakları dolaşmış ve İslam bandırasını aşağı indirmiştir (A. MKT, 139: 39/2; 3
Temmuz 1848).

İhtilâl yanlısı eşkıyalar, İbrail haricinde başkent Bükreş’te de


huzursuzluklara neden olmuşlardır. Eflâk askerî sorumlusu bir miralayın ihtilâle
destek vermemesi ve Geçici Hükümet’in çıkardığı yeni yasayı kabul ettiğine dair
belgeyi imzalamaması, ihtilâl yanlılarının tepkisine neden olmuştur. Bunun
üzerine harekete gecen ihtilâl yanlısı eşkıya reisleri, miralayı “Eğer bu hususa

25
Sivil dini görevli.

86
imza vermez isen, senin nişanını ahz ederiz!” (A. MKT, 139: 39/3; 4 Temmuz
1848) diye tehdit etmişlerdir. Miralayın bunu kabul etmemesi üzerine taraflar
arasında çatışmalar yaşanmış, olaylar esnasında yaklaşık on beş yirmi asker
yaralanmış, on dört asker ise hayatını kaybetmiştir.

Olaylar sırasında ihtilâl yanlısı kumandan, miralaya karşı gelerek


eşkıyaların yanında yer almış; miralay ve Boyar Radebesko ile çatışmaya
girmiştir. Lakin miralayın yanında bulunan topların dolu olması ve asileri
desteklemeye başka kimsenin gelmemesi üzerine ikinci kumandan firar etmeye
kalkışmış ancak başarılı olamayıp tutuklanarak Bükreş’e gönderilmiştir.
Mahkemeye çıkarılan eşkıyaların iki defa idamla yargılanması, devlete karşı
işlenen suçun ciddiyetini göstermesi bakımından önem teşkil etmektedir.
Mahkeme esnasında ihtilâlci eşkıya grubu için davacıların kimi “katledin”, kimisi
ise “dursun” görüşünde olduklarını bildirmişlerdir (A. MKT, 139: 39/1; 5
Temmuz 1848).

Bâbıâli ile politik müzakereler devam ederken Geçici Hükümet, destek


bulmak maksadıyla tekrar yabancı devletlerle diplomatik görüşmelere başlamıştır.
Bu bağlamda hükümet azasından birinci başkâtip Aleksandr Golko26 Viyana’ya
giderek Avusturya’dan Geçici Hükümet için yardım istemiştir. Aleksandr Golko,
Viyana’da iken Osmanlı Sefiri Mehmet Şekib Efendi’yle de sözde bağımsız bir
devletin özel bir memuru sıfatıyla görüşme yapmıştır. Golko, Şekib Efendi’yle
görüşmesinde Dersaadet’e gönderdikleri elçinin kendilerine aslında Osmanlı
Devleti’nin, Geçici Hükümet’in talep ettiği anayasayı/konstitasyonu tanıma
niyetinde olduğunu fakat Rusya’nın buna mâni olacağını düşündüğünü aktardığını
belirtmiştir. Bu nedenle kendisinin de hükümeti tarafından Viyana ve Fransa’dan
yardım istemek amacıyla görevlendirildiğini ifade etmiştir (İ. HR, 47: 2229/5; 8
Ağustos 1848).

Golko, ayrıca Viyana’da yaptığı görüşmelerde Başbakan ve İçişleri


Bakanı’nın bu dönemde kendilerine askerî yardım yapmayı kabul etmediklerini
fakat diğer devletlerden istenecek askerî yardım taleplerine aracılık
26
Osmanlı arşiv belgelerinde Aleksandr Golko diye geçen Alexandru G. Golescu 1870’te
Romanya Başbakanlığı yapmış önemli bir Rumen devlet adamıdır. 1819’da Bükreş’te doğmuş,
yüksek eğitimi için Paris’te politeknik okuluna gitmiş, 1840 yılında Eflâk’a geri dönmüştür.1848
İhtilâli sırasında Paris’te ihtilâl yanlılarının ajanlığını yapmış ve Geçici Hükümet’te sekreterlik
görevi üstlenmiştir. Daha fazla ayrıntı için bkz: Arhivele Nationale Serviciul Arhive Nationale
Istorice Centrale Biroul Arhive Medievale, Fonduri Personale Şı Colectıı, Inventer nr: 1120.

87
edebileceklerini ve gayriresmî bir şekilde Eflâk Hükümeti’ni destekleyeceklerine
dair söz verdiklerini ifade etmiştir. Hatta Rusların Eflâk’a girme ihtimaline karşı
Avusturya’da başıbozuk on bin asker toplandığını ve hazırda bekletildiğini,
Fransa’nın da sözlü ve fiili olarak kendilerine yardım etmeye hazır olduklarını
dile getirmiştir (İ. HR, 47: 2229/5; 8 Ağustos 1848).

Şekib Efendi, her ne kadar Golko’nun konuşmalarını uygunsuz olarak


değerlendirse de Fransızlar için dediklerini doğrulamaktadır. Çünkü edindiği
bilgilere göre Viyana’da bulunan Fransa maslahatgüzarı, bir süre önce Bükreş’e
yeni atanan Fransa konsolosuna "Eflâklara söyle korkmasınlar, ne yapacaklar ise
bir an evvel yapsınlar; Fransa arkalarındadır" diye haber yollamıştır. Ayrıca
bahsi geçen maslahatgüzarın Golko’ya ayrılıkçı tavsiyelerde bulunduğunu ve
zaten Eflâk’ta ihtilâl çıkmasının asıl nedeninin de bu kişilerin Eflâkları tahrik
etmesinden kaynaklandığını belirtmiştir (İ. HR, 47: 2229/5; 8 Ağustos 1848).
Şekib Efendi’nin Fransız konsolosuna dair söyledikleri, ihtilâl ilk çıktığı zaman
Bâbıâli’de yapılan müzakerelerde Fransa’daki ihtilâlin başarılı olması halinde
yeni yönetimin diğer bölgelerde ihtilâlperverliğe27 soyunacağına dair görüşlerinin
haklı çıktığını göstermektedir (HSD. AFT, 1: 38/7; 25 Mart 1848).

Viyana Sefiri, Geçici Hükümet üyesinin tüm uyarılara rağmen ihtilâl


yanlısı tavırlarından vazgeçmediğini vurgulayarak, Viyana ile Eflâk arasında
böyle bir anlaşma yapılmasının mümkün olmadığının altını çizmiştir. Buna
rağmen bazı fitnecilerin “Devlet-i Aliyye bize istediğimizi verecek” dediklerini,
bağımsızlık düşüncesine sahip kişilerin de Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklanma
çıkarmalarına yönelik teşvik edildiklerine dair duyumlar aldığını aktarmıştır.
Ayrıca Avusturya’dan Memleketeyn topraklarına gazeteler, broşürler, kitapçıklar
yollandığı ve yalan yanlış sözlerle halkı ayrılıkçı faaliyetlere kalkışmaları
noktasında cesaretlendirdiklerine dair haberlerin kendisine ulaştığını da ifade
etmiştir (İ. HR, 47: 2226/5; 8 Ağustos 1848).

Eflâk’ta kurulan Geçici Hükümet, ihtilâl sonucunda kurulan hükümetlerle


de diplomatik bağ kurmaya çalışmıştır. Bu bağlamda Geçici Hükümet, 1848
yılının Haziran ayında Frankfurt Hükümeti’ne bir mektup yollamıştır. Mektupta
Eflâklar, iki hükümetin menfaatleri ve Avrupa’daki durumlar nedeniyle

27
Bu belgenin ayrıntılarına dair bilgiler tezin üçüncü bölümünde ele alınmıştır.

88
Frankfurt’a bir görevli atayarak, resmi veya gizli bilgilerin paylaşımı ve her türlü
yardım için anlaşma yapmak istediklerini belirtmişlerdir (İ. HR, 48: 2266: 2; 1
Kasım 1848).

Eflâk ihtilâlinde tek sorun yeni hükümetin kabulü meselesi değildir.


Geçici Hükümet’in kurulmasının hemen ardından iç politikada siyasî gerilimler
ortaya çıkmıştır. Muhafazakârlar, liberaller ve radikaller arasındaki çatışmaların
merkezinde serfliğin kaldırılması sorunu mevcuttur. Muhafazakârlar, özellikle de
boyar soyluları bu karara karşı çıkmış, şayet serflik kaldırılırsa da o zaman
serflerin ektiği toprakların mülk olarak soylulara devredilmesini istemişlerdir.
Buna karşın ılımlılar ve radikaller ise serfliğin kaldırılması ve soylulara tazminat
verilmesinden yana bir tutum içinde olmuşlardır. Solun demokratik oy hakkı
konusundaki ısrarı, muhafazakârların büyük toprak sahipleri için ek temsil talep
etmesi, tarım sistemine karar verecek kurucu meclisin seçimleri gibi konuların iç
politikadaki sorunları arttırmasına yol açmıştır. Nihayetinde köylülerin Doğu ve
Orta Avrupa’daki gibi serflik görevlerini yerine getirmeyi diğer bir deyişle
senyörlük aidatlarını ödemeyi reddetmesi, içteki siyasî anlaşmazlığı daha da
körüklemiştir (Sperber, 2005: 227).

Eflâk’taki ihtilâl ciddi boyutlara ulaşınca Rusların baskısı da artmıştır. Bu


durum karşısında Bâbıâli, Rusya ile bir sorun çıkmaması için bu defa Süleyman
Paşa’yı müfettiş olarak bölgeye yollamıştır (Pala, 2009: 47; Journal De
Constantinople, 26.07.1848: 2; Ahmet Lütfi, 1999: 1258; Takvim-i Vekayi,
12.09.1848: 3). Süleyman Paşa’nın geldiğini duyan Bükreş Geçici Hükümeti,
ahaliye para vererek Süleyman Paşa Bükreş’e girer girmez “Bizler şunu isteriz”
diye bağırıp protesto düzenlemelerini istemiştir. Böylelikle kurduğu suni baskıyla
Paşa’ya Geçici Hükümeti kabul ettirebileceklerini düşünmüşlerdir. Ancak
Süleyman Paşa kendi gelmek yerine bir adamını yollamış, Bâbıâli tarafından
gönderilen ilannâmeyi Metropolit’e ulaştırmış ve Eflâk Geçici Hükümeti’nin
planlarını bozmuştur (HR. SYS, 2933: 70; 29 Haziran 1848).

Bâbıâli, ilannâmede Geçici Hükümet’in gayrimeşru olduğunu ve


dolayısıyla bir an önce dağıtılması gerektiğini ifade etmiştir (Pala, 2009: 47-48).
Bu haberin duyulması üzerine Geçici Hükümet azalarının hepsi kaçmış,
sonrasında ise azaların nerede olduklarına dair bir haber alınamamıştır.

89
Dolayısıyla ayrılıkçı grupların ortadan kaybolmasıyla olayların şiddeti azalmış,
asayiş yeniden sağlanmıştır (HR. SYS, 2933: 70; 29 Haziran 1848). Fakat bir
süre sonra Geçici Hükümet azalarının kaçmadıkları, aksine daha ziyade
hırslandıkları ve kaçtıklarına dair haberleri bilerek yayarak vakit kazanmaya
çalıştıkları anlaşılmıştır (İ. HR, 47: 2229/4; 15 Haziran 1848). Bu sırada
Süleyman Paşa’nın Geçici Hükümet’le anlaştığı ve ihtilâlciler tarafından hükümet
kurmaya ikna edildiği yönünde haberlerin yayılması, Rusların tepkilerine neden
olmuştur. Rusya Hariciye Nazırı Nesselrode, Bâbıâli’ye bir uyarıda bulunarak
Eflâk ihtilâlci hükümet azalarının derhal tutuklanması ve Dersaadet’te bulunan
Eflâk Geçici Hükümet heyetinin ise görevden alınmasını istemiştir (Florescu,
1848: 235). Süleyman Paşa’nın Eflâk Geçici Hükümeti ile anlaştığı haberi
Dersaadet’te yaşayan Ruslar tarafından dahi protesto edilmiştir (The Times, 11.
08. 1848: 3; Aksan, 2017: 453).

Gelişmeler üzerine Eflâk Geçici Hükümeti, Ion Ghika’yı temsilci sıfatıyla


Osmanlı’nın desteğini almak için Bâbıâli’ye yollamıştır. Ghika, Eflâk’a yolladığı
raporda, Osmanlı Hükümeti’nin Rusların önce Eflâk ve Boğdan’ı alıp ardından
Bulgaristan’ı ele geçirmelerini istemediklerini lakin ihtiyatlı davranmak zorunda
olduklarından Ruslarla diplomatik ilişkilerde ılımlı bir yol izlendiğini aktarmıştır.
Dolayısıyla Bâbıâli’nin Eflâk Hükümeti’yle ittifak kurmaktan çekindiğini ve
mevcut konjonktürde kendilerini desteklemeyeceklerinin altını çizmiştir
(Berindei, 1999: 134-135).

Rusya, temmuz ayında 14.000 kişilik bir orduyla Boğdan’a yürümüş ve


ardından “bekle ve gör” taktiğiyle bölgenin durumunu kontrol etmeye başlamıştır
(The Times, 29. 08. 1848: 2-3; Florescu, 1848: 235). Lakin bir süre sonra Rus
ordusunun Bükreş’e doğru hareket etmesi Bâbıâli’nin tepkisini çekmiştir. Bunun
üzerine Rus askerleri Yaş’a doğru geri çekilmiş fakat karşılığında Osmanlı
ordularının Eflâk’a girmesini ve Geçici Hükümet ile anlaşan Süleyman Paşa’nın
cezalandırılmasını istemiştir. Rusların Eflâk ve Boğdan’a askerî müdahale
girişimi, Memleketeyn’deki olaylar karşısında ılımlı bir tavır sergileyen Osmanlı
Devleti’nin Eflâk- Boğdan politikasının değişmesine neden olmuştur (Maciu,
1971: 404-405; The Times, 21.09. 1848: 6).

90
Rusya’nın Eflâk’a doğru hareket etmesi ve Süleyman Paşa’nın olayları
durdurmada başarısız olması nedeniyle Bâbıâli, Paşa’yı görevden alıp yerine
Dîvân-ı Hümâyun âmedcisi Fuat Efendi’yi görevlendirmiştir (The Times, 22.09
1848: 3; Köprülü, 1996: 202). Fuat Efendi, Ömer Paşa komutasındaki Osmanlı
ordusuyla beraber Eflâk’a doğru yola çıkarak Bükreş civarında karargâh
kurmuştur (Aksan, 2017: 453). Bâbıâli, Fuat Efendi’den Rus ordularının Eflâk’a
girmeden önce bölgedeki ihtilâl hareketini bastırmasını istemiştir. Fuat Efendi ve
Ömer Paşa komutasındaki Osmanlı askerleri, ihtilâlin merkezi olan Bükreş’e
girmiş, ihtilâlcilerin önde gelenlerini buradan uzaklaştırmış ve bölgede asayişi
yeniden sağlamıştır (Courrier De Constantinople, 29.07.1848: 3; Ahmed Lütfi,
1999: 1265-1266).

Bâbıâli, Osmanlı askerinin Eflâk’a tek başına müdahale etmesinin


Rusların tepkisine neden olabileceği endişesiyle Rus tarafına bir açıklama
yapmıştır. Bu açıklamada bölgede yeteri kadar Osmanlı askeri olduğu için Rus
askerine ihtiyaç duyulmadığı belirtilmiştir. Ancak ihtilâlden dolayı mağdur olan
halkın yaşadığı sıkıntıları gidermek için Rusların manevi desteğine ihtiyaç
duyulduğu iletilmiştir. İlaveten bundan sonraki süreçte yapılacak ıslahatlara
Rusya ile müzakere edilerek karar verileceği belirtilmiştir (HR. SYS, 2920: 103;
22 Ekim 1848). Ancak buna rağmen Rus askerleri Bükreş’e ihtilâl bölgesine
girmiş ve üzerinden çok geçmeden Geçici Hükümet devrilerek Memleketeyn
ihtilâli sonlandırılmıştır (Jelavich, 2020: 300). İhtilâl hükümetinin devrilmesinin
ardından Konstantin Cantacuzino başkanlığında muhafazakâr bir hükümet
kurulmuş ve yeni düzen kurulana kadar Osmanlı ve Rus ordularının Bükreş’te
kalmasına karar verilmiştir. Böylelikle Rumenlerin büyük umutlarla başlattığı
1848 Eflâk İhtilâli, Osmanlı ve Rus orduları tarafından kolayca bitirilmiştir
(Florescu, 1848: 235).

Eflâk’taki Geçici Hükümet’in devrilmesinin ardından, bölgede sözde yeni


düzeni sağlamak isteyen Rusya’nın talebi üzerine iki devlet arasında müzakereler
başlamış ve 1 Mayıs 1849’da Balta Limanı Mukavelesi imzalanmıştır. Buna göre
Eflâk ve Boğdan’ın idarecileri yine Bâbıâli tarafından atanacak, meclis dağıtılacak
ve yerine bir divan kurulacaktır. Bölgenin idaresiyle ilgili yapılacak yeni
düzenlemeler önce Osmanlı ve Rusya Devletlerinin onayına sunulacaktır. Ayrıca
ihtilâl bitmiş olsa da yeni düzen kurulana kadar Osmanlı ve Rusya 25.000 ile

91
35.000 kişilik birer orduyla Eflâk ve Boğdan’ı işgal altında tutacaktır (Uçarol,
1995: 190). Söz konusu antlaşmayla Rusya, Eflâk ve Boğdan üzerindeki haklarını
genişletmiş, kısmen de olsa amacına ulaşmıştır.

Diğer taraftan ihtilâlcilerin bir kısmı tutuklanarak sürgüne yollanmıştır.


Sürgündeki ihtilâlci liderler tek tip bir siyasî öneri kabul etmeseler de çoğu sağa
doğru yönelmiştir. Daha sonraları “kırk sekizliler” olarak bilinecek bu kişiler,
geçmişe nazaran muhafazakâr ve sınırlı bir ulusal programı temsil etmişlerdir.
Romanya topraklarının tamamını kapsayan bir ulusal devlet ve gerçek bir sosyal
program yerine, artık amaçlarını Eflâk ve Boğdan'ın birleştirilmesi ve yabancı bir
prensin seçilmesi ile sınırlamışlardır. Dahası, bu kişilerin birçoğu, silahlı isyanın
fayda sağlamayacağını kabul etmiştir. Bu nedenle Ion Ghika gibi pek çok kişi, üç
büyük imparatorluk Romanya'nın ulusal taleplerine karşı durduğu sürece,
amaçlarına ulaşmalarının zor olduğunu anladıkları için artık diplomatik yollara
başvurmayı tercih etmiştir (Jelavich, Jelavich: 2000: 97) Eflâk ve Boğdan İhtilâli,
Balkanlardaki diğer Osmanlı eyaletlerinden farklı olarak daha sistematik bir
şekilde ilerlemiş ve geçici de olsa başarıya ulaşmıştır. Dolayısıyla Osmanlı
Devleti Eflâk ve Boğdan İhtilâli’yle 1789’dan itibaren Avrupa’yı şekillendiren
ihtilâller dizisinin ilk somut etkisini görmüştür.

2. 1. 2. Belgrad

Osmanlı Devleti idaresi altındaki Balkanlarda 19. yüzyıldaki ilk milliyetçi


ayaklanma, Belgrad Paşalığı’nda ortaya çıkmıştır. Ancak bu isyanlarda asıl hedef
Osmanlıdan ayrılmak değildir (Anscombe, 2012: 585; Jelavich, 2020: 218). Bu
isyanlar bir köylü isyanı olup sosyal adaletsizlik, anarşizmin doğurduğu kaos,
Osmanlı askerleri ve idarecilerinin liyakatsizliği ve kısmi sömürü sistemi,
bölgenin savaş alanı olması ve büyük devletler arasında kullanıma ve
kışkırtılmaya açık topluluklardan oluşması gibi nedenlerden dolayı zaten ihtilâl
öncesinde her türlü konjonktürel ortamın olduğu bir atmosferde ihtilâl fikirleri
kolaylıkla yayılma fırsatı ve zemini bulmuştur. Sosyal bir isyandan zamanla milli
bir isyana evrilmiştir (Uygun, 2011: 415-436).

Sırp köylülerinin ayaklanmasıyla başlayan ilk olaylar, Avusturya’da eğitim


almış eski subay Karayorgi’nin önderliğinde kısa süre içinde siyasal bir harekete
dönüşmüştür (Karpat, 2017: 190). Karayorgi’nin isyanın başına geçmesinin

92
ardından Avusturya Sırpları ve kilise, asilere maddi ve askerî lojistik desteği
vermeye başlamış, bu ise Belgrad’taki olayların daha da büyümesine neden
olmuştur. Hatta isyanın ciddiyeti kilisenin tüm Slav halklarını yardıma
çağırmasına yol açacak seviyeye dahi ulaşmıştır. İsyan devam ederken hareketin
lideri Karayorgi, olaylara son vermek amacıyla uzlaşma yoluna giderek III. Selim
ile görüşmüş ve yapılan müzakereler neticesinde Sırplar adına bazı haklar elde
etmiştir. Fakat asıl amaç olan özerklik isteği karşılıksız kalmıştır. Diplomatik
yollarla istediklerini alamayan asiler, önce Belgrad’ı ardından Osmanlı’nın
Sırbistan’daki son kalesini alarak direnmeye devam etmiş, Osmanlı askerleri
Sırpların bu direnişini bastırmada başarılı olamamıştır (Ortaylı, 2018: 91).

Osmanlı ve Sırplar arasında devam eden söz konusu mücadele, 1806


yılında başlayan Osmanlı-Rus Harbi’nin bitmesi neticesinde imzalanan 1812
Bükreş Antlaşması’yla son bulmuştur. Böylelikle hem ilk Sırp isyanı bitmiş hem
de Belgrad yeniden Osmanlı idaresi altına girmiştir (Kutlu, 2018: 46-47). Sırpların
bu ayaklanmaları başlatmasındaki maksatları görünürde kendilerine verilen
haklarda yeni düzenlemeler yapılması talebi olsa da isyanın temelinde Slav-Sırp
İmparatorluğu kurma hayali bulunmaktadır (Toprak, 2019: 89).

1812 Bükreş Antlaşması’yla Belgrad’ı tekrar yönetimine dahil eden


Osmanlı idaresi, daha sonraki süreçte bölgede yeni olaylara mahal vermemek için
daha ılımlı bir politika yürütmüştür. Ancak isyanlar sürecinde bölgedeki
Müslüman ve Hristiyanlar arasında kopan eski bağı yenileyememiş, toplumsal
huzursuzluğu ortadan kaldırıp düzeni sağlayamamıştır. Süregelen huzursuzluk ve
Osmanlı askerinin antlaşma gereği bölgeden ayrılmasının yarattığı boşluk,
Sırpların ikinci kez isyan etmesine yol açmıştır (Jelavich, 2020: 227). Miloş
Obrenovic liderliğinde başlayan isyanda asilerin amaçları bütün Sırpları tek çatı
altında birleştirmek, yeni haklar ve özerklik elde etmek olmuştur (Show, Show,
2017: 42).

Söz konusu isyanın neticesinde Miloş, Bâbıâli’nin onayıyla Sırbistan’a


başknez olarak atanırken, Sırplardan oluşan milli bir mahkeme ve ayrıca
Belgrad’da yüksek bir meclisin kurulması üzerinde mutabık olunmuştur. Bu
bağlamda iç işleri ve vergi toplama gibi görevlerin Sırp memurların
sorumluluğuna verilmesi kararlaştırılmıştır. Böylece Sırbistan, Osmanlı

93
Devleti’ne bağlı, yarı özerk bir devlet kimliğine kavuşmuştur (Jelavich, 2020:
228). 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda imzalanan Edirne Antlaşması’yla
da Rusya’nın Balkanlardaki politikasının bir tezahürü olarak Sırplar tam özerklik
elde etmiştir (Turan, 1994: 442).

Sırbistan’da yaşanan bahsi geçen sorunlardan ötürü 1848 İhtilâli’nin


etkileri Balkan topraklarında hissedildiğinde, Bâbıâli’nin gündemine bölgede yeni
ayaklanmaların olabileceği ihtimalini getirmiştir. Çünkü ihtilâl, özerklik
yönetimini yeterli bulmayan Sırplara tam bağımsızlık hayalleri için uygun ortamı
sunmaktadır. Dahası soydaşları olan Güney Macaristan’daki Sırplar, Avusturya ve
yıllardır süren Macar baskılarından kurtulmak için ihtilâli fırsat olarak görmüş ve
ayaklanmışlardır (Glenny, 2012: 101). Dolayısıyla Belgrad Sırplarının da
ayaklanma ihtimali Bâbıâli’yi büyük bir endişeye sevk etmiştir. İhtilâl sırasında
bölgede bulunan kimi isimlerin gelişmelere dair Bâbıâli’ye yolladığı raporlar
sayesinde de bu endişenin pek de gereksiz olmadığı ortaya çıkmıştır.

Bâbıâli’ye rapor gönderen isimlerin başında Belgrad Kalesi’nin dışındaki


yönetimden sorumlu olan Belgrad Muhafızı Mehmed Paşa bulunmaktadır.
İhtilâlin hızla yayılması üzerine Mehmed Paşa bir araştırma başlatarak Sırpların
ayaklanma çıkarmak niyetinde oldukları, ihtilâl yanlısı olduğu düşünülen kişilerin
art arda seyahat izni istedikleri ve ihtilâlin patlak vermesinin ardından Belgrad’a
pek çok yabancının geldiği bilgisine ulaşmıştır. Bu bilgiler üzerine Paşa, Sırp
tebaayı ayrılıkçı grupların kışkırtmalarından korumak amacıyla; Osmanlı
Devleti’ne sadık, yerel hükümet azalarından ve bölgenin ileri gelenlerinden birkaç
kişiyle görüşmüş, onlarla ihtilâlin yayılmasını önlemek ve bölgede bulunan
ihtilâlcilere karşı birlikte hareket etmek için bir anlaşmaya varmıştır. Bu
kapsamda bölgeye gelmeyi planlayan kişilerin pasaport ve tezkireleri Sırp
memurlar tarafından kontrol edilecek, belgelere sahip olmayanlar ise Osmanlı
yetkililerine teslim edilecektir. Böylelikle de Sırpların tepkileri engellenecektir.
Ayrıca Belgrad’ta sayısı hızla artan ihtilâlci gruplardan olduğu düşünülen
kişilerin, bölgenin huzuru için zor kullanılarak değil usullere uygun olarak
gönderilmesine karar verilmiştir (A. MKT, 124: 42/1: 1 Mayıs 1848).

Bâbıâli tarafından Belgrad’ın 1848 İhtilâli’nden etkilenmemesi için bazı


önlemler alınmış olmasına rağmen Avusturya konsolosunun Osmanlı

94
Hariciyesi’ne verdiği bilgiler ışığında, bölgede ihtilâl hareketine dair ciddi
girişimlerin olduğu ve bazı ayaklanmaların yaşandığı görülmüştür. Söz konusu
ayaklanmalardan biri de Belgrad’a bağlı Zemun’da ortaya çıkmıştır. Olaylar
sırasında ihtilâlciler yerel idareyi ele geçirip sorumlu hâkimleri sürmüş ve Tuna
Kumpanyası vapurlarında bulunan eşya ve malzemelerin bir kısmına zarar vererek
yetkilileri kovmuşlardır (İ. MSM, 35: 986/1: 4 Nisan 1848). İhtilâlcilerin olaylar
sırasında Tuna Kumpanyasının mallarına zarar vermesi bu kişilerin aynı zamanda
Avusturya idaresine de karşı oldukları manasına gelmektedir. Zira Avusturya
Devleti 1829 tarihinden itibaren adı geçen şirket aracılığıyla Balkan toprakları
üzerindeki ticarette önemli pay elde etmiştir (Uygun, 2015: 350-351). Bu aslında
Avusturya konsolosunun raporunu daha da anlamlı kılmaktadır. Zira Belgrad’daki
karşılık sadece Osmanlı’yı değil aynı zamanda Avusturya’yı da etkilemektedir.

Zemun’daki ayaklanmalar sırasında ihtilâlciler mağaza, bina ve devlet


daireleri gibi kimi yerleri de ateşe vererek halka büyük bir korku vermişlerdir.
Belgrad’daki idareciler Zemun’daki ayaklanmaları sonlandırmak ve halkı
korumak maksadıyla yörenin ileri gelenlerinin de desteklediği bir tür askerî birlik
kurmaya karar vermişlerdir (İ. MSM, 35: 986/1: 4 Nisan 1848).

Zemun’daki isyanı durdurmak üzere harekete geçen yerel Sırp idaresi,


Osmanlı ve Sırp yönetiminden memnun olan ve daha önce herhangi bir
ayaklanmaya karışmayan köylülerle görüşerek ayaklanmalara katılmamaları
yönünde onları ikna etmeye ve ayrıca olası bir ihtilâlde veya hükümet
değişikliğinde kendilerine destek verip vermeyeceklerini öğrenmeye
çalışmışlardır. Avusturya konsolosuna göre, Sırp yöneticilerin destek aramalarının
asıl nedeni, bölgedeki Müslümanlara karşı başlatılacak bir ayaklanmaya karşı
onları korumak ya da en azından olası bir ihtilâlde Müslüman ahaliye kaçmaları
için biraz zaman kazandırmaktır (İ. MSM, 35: 986/1: 4 Nisan 1848).

Avusturya konsolosunun Dersaadet’e gönderdiği yazıda, Avusturyalı


devlet adamının, Zemun ve bu sırada Belgrad sınırında bulunan ve Sırpların
yaşadığı Avusturya’ya bağlı Pançova’da asayişi yeniden sağlamak ve isyancı
Sırpların daha ciddi bir ayaklanmaya sebep olmasını engellemek amacıyla Sırp
Hükümeti’yle de görüştüğü anlaşılmaktadır. Bu görüşmede konsolos, Sırp
yetkililere bazı uyarılarda bulunarak Rus konsolosunun da kendisine yardım

95
edeceğini belirtmiştir (İ. MSM, 35: 986/1: 4 Nisan 1848). Avusturya
konsolosunun Rus meslektaşıyla alakalı iyi niyet vurgusu aslında Osmanlı
Devleti’nin Ruslara duyduğu güvensizliğin farkında olmasından
kaynaklanmaktadır. Zira Bâbıâli’nin edindiği bilgilere göre Ruslar, gizlice
Avusturya’daki Macar ihtilâlcileri desteklemektedirler. Şayet Macar ihtilâlciler
başarılı olur da ayrı bir hükümet kurarsa, Ruslar Memleketeyn’i kendi himayesi
ve idaresi altına almak üzere harekete geçecektir (HR. MKT, 21: 62/1: 5 Eylül
1848). Bu bilgi ilk etapta Rusların Macar İhtilâli esnasında Avusturya’nın yanında
yer alması nedeniyle doğru gibi durmamaktadır. Üstelik 1849 yılında Ruslar,
Macarlıları büyük devletler nezdinde suçlu göstermek için Kossuth’un
Macaristan, Sırbistan, Eflâk ve Boğdan’dan oluşan bir konfederasyon planı
hazırlandığı iddiasını dahi öne sürmüşlerdir. Fakat daha sonra bunun Macar
İhtilâli’nin Balkanlar üzerindeki etkisi konusunda İngiliz Hükümeti’ni alarma
geçirmek isteyen Rus diplomatlar tarafından ortaya atıldığı ve gerçekte bir dönem
gizlice Macarları destekledikleri ortaya çıkmıştır (Horváth, 1934: 631-632). Her
ne kadar Rusların Macarları desteklediğine dair somut bir kanıt bulunmasa da,
Bâbıâli’nin Rusya’ya karşı duyduğu güvensizliğin altında haklı sebepler vardır ve
Rusya’ya karşı ihtiyatlı olması normal karşılanmalıdır. Zira daha önceki Sırp
isyanlarında da Ruslar aktif rol oynamıştır28. Bu durum göz önüne alındığında
Osmanlı Devleti’ni parçalama politikası çerçevesinde Rusların Belgrad’daki
Sırpları ihtilâl çıkarmaları için teşvik etmesi de olağan bir harekettir.

Avusturya konsolosu, Sırp idareciler dışında Belgrad Muhafızı Mehmet


Paşa’yla da bir görüşme yaparak olayların yaşandığı esnada ihtilâlin
propagandasını konu alan kitap ve mecmuaların da insanların akıllarını
karıştırdığını ve bu yazılı materyallerin zararlarının büyük olduğunun altını
çizmiştir. Avusturyalı devlet adamı, söz konusu görüşmede Paşa’ya daha kötü
olayların yaşanmaması için Müslümanlar ile Hristiyanlar arasında karmaşaya ve
ihtilafa yol açacak olaylara dikkat edilmesi uyarısında bulunarak, basiretli
durmasını tavsiyesi etmiştir. Konsolosun, “Biz burada lağım üzerinde
durmaktayız; ki Zemun’da bir vaka veyahut Müslümanlardan birinin kazara

28
Rusya’nın önceki Sırp isyanlarındaki rolü ve bunun altında yatan sebeplerin ayrıntıları için bkz:
Hayri Çapraz, “I. Aleksandr Dönemi Rusya’nın Balkan Politikası (1801-1825)”, Güney-Doğu
Avrupa Araştırmaları Dergisi Yıl: 2015-2 Sayı: 28 S. 45-75: Selim Aslantaş, “Sırp İsyanının
Uluslararası Boyutu (1804-1813)”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 6, Sayı 21 (Bahar 2009), s. 109-136.

96
tüfenkle ateş etmesi dahi ihtilâle neden olacak, bu ise cümlemizi tarumar
edecektir. Böyle bir belanın durdurulması ise ancak bir mucize olacaktır” sözleri
ihtilâl sırasında Belgrad’daki durumun ciddiyetini açığa çıkarması bakımından
oldukça önemlidir (İ. MSM, 35: 986; 5 Mart 1848).

Belgrad’da ayaklanan ihtilâlcilerin amaçları sadece bölgenin tam


bağımsızlığını elde etmesini sağlamak değildir. Asıl hedef Hırvat, Sırp, Bulgar
gibi “İsklavun” [Slav] lisanını konuşan milletlerin hepsini tek bir yönetim altında
birleştirmektir. Bu bağlamda da “İleriko Panslavist” adıyla ünlü bir fırka, ihtilâl
hareketini Osmanlı Devleti eyaletlerine yaymakla ve bu amaç doğrultusunda bazı
bahaneler türetip ayaklanmalar başlatmakla görevlendirilmiştir (İ. MSM, 35: 986;
5 Mart 1848).

Fırka üyeleri tarafından neşredilen ve bir yol haritası mahiyeti taşıyan


bildiri aşağıdaki gibidir:

- Osmanlı tebaasından olan Sırplar, mutlaka ihtilâl hareketlerinin içinde


yer almalı ve destek vermelidirler.

- Müslümanlar kalelerden sürülmelidirler.

- Bosna, Bulgaristan, “İsklavunya” ve Hırvatlık gibi bölgeler işgal edilerek


“İsklavun Devleti” kurulmalıdır.

- Sırbistan’nın Başknezi Aleksandar kendilerine katılmayı kabul eder de


Sırpları ayaklandırabilirse kurulacak olan Slav Hükümeti kendisine verilmelidir.

- Belgrad Kalesi’nde bulunan Osmanlı askerleri ve halkı idam edilmeli,


Bulgaristan ve Bosna civarında da isyan başlatılmalıdır (İ. MSM, 35: 986; 5 Mart
1848; The Times, 27.04.1848: 3).

Avusturya konsolosu yazısında adı geçen fırkanın, Sırp ve Slav ırkından


ve kendini âkil sanan bazı insanlar tarafından idare edildiğini belirtmiştir. Ayrıca
bu kişilerin ihtilâli hedefleri için fırsat olarak gördüklerini, gerçekte ise ihtilâlin
özünün ne olduğuna dair en ufak fikirleri olmadıkları ve ayaklanmaların nasıl
sonuçlanacağını bilmedikleri için büyük bir korku yaşadıklarının da altını
çizmiştir. Avusturya konsolosu yazısında ihtilâl yanlılarının korkularına değinse
de, halihazırda planlanan ihtilâl çıkarma girişimlerinin önünün alınmasının pek
mümkün olmadığına dair görüşünü de eklemeyi ihmal etmemiştir. Ayrıca ihtilâl
97
gerçekleşirse, tahmin edilemeyecek birtakım zorluklarla karşılaşılacağını ve
ayaklanmalar başladıktan sonra asayişin muhafaza edilmesi için alınacak
önlemlerin fayda vermeyeceğini vurgulamıştır. Üstelik ihtilâlcilerin aldıkları bahsi
geçen kararların, sınırdaki yerleşim yerlerine kadar ulaştırıldığına ve buradaki
ahali arasında dehşet ve karmaşaya yol açtığına dair duyumlar aldığını da
belirtmiştir (İ. MSM, 35: 986/1; 5 Mart 1848).

Belgrad’dan Bâbıâli’ye gelen bir başka yazıda ise, Tuna sahillerinin


ötesinde bulunan Slovak ve Macar milletleri arasında eskiden beri var olan
düşmanlığın had safhaya ulaştığı ve Macaristan’ın bazı şehirlerinde halk ve asker
arasında çatışmalar çıktığı bilgisi verilmiştir. Buna karşın Bosna civarında
yaşayan ve “İlliri” diye tabir edilen milletler çıkan olaylarda Macarları
desteklemiş, Avusturyalıların aleyhinde bir tavır almışlardır. Zira Macarların
başarılı olması halinde yeni bir millet meclisi kuracakları ve Slovakların tamamını
kapsayan bir kanun düzenlemesi hazırlayacakları haberlerinden etkilenmişlerdir
(İ. MSM, 67: 1965/2; 1 Mayıs 1848).

Söz konusu haberler, Slovakları destekleyenlerin sayısının Belgrad’da


fazla olması nedeniyle bölge için tehlike oluşturmuştur. Bu nedenle hem şehrin
asayişi tehlikeye düşmüş hem de halk arasında ihtilâl çıkacağına dair büyük bir
korku ortaya çıkmıştır. Ayrıca Belgrad muhafızına göre Osmanlı Devleti’ne karşı
unutulan düşmanlık yeniden ortaya çıkmış ve halk arasındaki gerginlik en ufak bir
kavganın büyük bir muharebeye dönüşmesine yol açabilecek seviyeye ulaşmıştır.
Öte yandan Belgrad Muhafızı Mehmet Paşa Bâbıâli’ye, Petersburg’da bulunan
Sırpların Belgradlı yetkililere kendilerine katılmaları için bazı vaatler içeren
teklifler sunduklarını, aksi olursa da sonlarının kötü olacağına dair tehdit
ettiklerini ve Sırbistan bölgesinde durumların ciddi bir hal aldığını aktarmıştır.
Dolayısıyla Başknez Aleksandar Karadordevic’in ve Sırpların ileri gelenlerinin
Osmanlı Devleti’ni destekleyen mevcut tutumlarını ne zamana kadar
sürdüreceklerinin belli olmadığının altını çizmiştir (İ. MSM, 67: 1965/2; 1 Mayıs
1848).

Viyana Sefiri Şekib Efendi’nin Bâbıâli’ye yolladığı bir belgede yer alan
bilgiler, Belgrad muhafızının Sırp idareciler hakkındaki endişelerini destekler
niteliktedir. Zira Şekib Efendi’nin yürüttüğü gizli bir araştırma sayesinde, kesin

98
olmasa da Sırp Başknez Aleksandar Karadordeviç’in Avusturya’da bulunan Sırp
ve Hırvatlara gizlice yüz altın, çok sayıda silah ve cephane gönderdiği açığa
çıkmıştır. Şekib Efendi yazısında Avusturya’nın Macarları sıkıştırdığına ve
Macarların kötü durumda olduklarına dair haberlerin görünürde Sırpları pek
etkilemediği fakat aslında bundan çok hoşnut olduklarını belirtmiştir (HR. MKT,
21: 62/1; 5 Eylül 1848). Öte yandan Bâbıâli’ye de, Sırbistan Hükümeti’nin Paris’e
gizlice öğrenci yolladığı ve ilerde çıkarmayı planladıkları isyan için Avrupa’dan
çok sayıda silah satın aldığı bilgisi ulaşmıştır29 (HR. TO, 628: 33; 11 Ekim 1848).
Rus Hariciye Nazırı Kont Nesslerod’un Dersaadet’te bulunan Rusya Büyükelçisi
Mösyö Titof aracılığıyla Bâbıâli’ye yolladığı bir yazıda ise Sırp Hükümeti
hakkında çıkan dedikoduların aksine bilgiler bulunmaktadır (A. AMD, 5: 51/1; 10
Eylül 1848).

Rus Hariciye Nazırı, yazısında bütün Avrupa’yı altüst eden ihtilâl sonucu
çıkan ayaklanmalar sırasında, Sırp Hükümeti’nin Osmanlı Devleti’ne sadık
kalarak memleketi ihtilâl “illetinden” koruduğunu; Sırp memleketinde ve civar
eyaletlerde bulunan halkın çıkardığı ayaklanmalar sırasında çaba sarf ederek
Osmanlı Devleti’nin nizam ve asayişini korumada başarılı olduklarını ifade
etmiştir. Dolayısıyla gerek Başknez Aleksandar’ın gerekse bu buhranlı
zamanlarda sadakatlerinden zerre kadar ödün vermeyen bazı nüfuzlu kocabaşların
ve memurların, ihtilâl hareketini engellemelerindeki başarılarından dolayı
hamileri olan Osmanlı’nın takdirini hak ettiklerinin altını çizmiştir. Kont
Nesslerod, Sırp Beyi ve diğer hükümet üyelerinin sadakatlerinin Rus
İmparatoru’nu da ziyadesiyle memnun ettiğini belirtmiştir. Kont Nesslerod,
Mösyö Titof’tan, Osmanlı sultanına giderek Osmanlı Hükümeti’nin Sırp milleti ve
bölge ahalisinden memnun olduğuna dair bir Hatt-ı Hümayun yazılmasının ya da

29
Barbara ve Charles Jelavich, The Establishment of the Balkan National States (Balkan Ulusal
Devletlerinin Kuruluşu) adlı kitaplarında Sırp Knezi Aleksandar’ın 1848 İhtilâli esnasında yerel
eyalet meclisi üyelerini ve Sırp ahaliyi gizlice silahlandırmaya, asker toplamaya teşvik ettiğini ama
Knez Aleksandar’ın Sırbistan’ın bağımsızlığı taraftarı olduğunun açığa çıkmasının ancak Kırım
Savaşı’na denk geldiğini yazmaktadır (Jelavich, Jelavich, 2000: 251). Buna karşın Halil İnalcık,
Sırp knezin ihtilâle dahil olmamasının Slav birliği hislerini yoğun yaşayan Sırp ihtilâlcileri rahatsız
ettiğini ve bu nedenle kendileriyle aynı siyasî düşünceyi paylaşmayan Aleksandar’ı devirerek
bağımsızlığın önündeki engeli kaldırmayı düşüncesinde oluklarını ifade etmektedir (İnalcık, 1992:
12)

99
Aleksandar’a ve başlıca memurlara nişan verilmesinin Rusya tarafından tavsiye
edildiğini iletmesini istemiştir30 (A. AMD, 5: 51/1; 10 Eylül 1848).

Rus İmparatoru, bunlara ek olarak, her tarafa yayılmış ihtilâlci grupların


hile ve fesatlarına mâni olmak üzere çalışmalarına şimdiye kadar yorulmadan
devam eden Sırp Hükümeti’ne görevlerine bundan sonra da gayretle devam
etmeleri noktasında uyarılarda bulunması için Rus Hariciye Nazırına görev
vermiştir. Gerçekte, Sırbistan’ın güvenliği için Sırp Hükümeti’ne yapılan
uyarıların altında Rusya’nın diplomatik çıkar sağlama çabası bulunmaktadır.
Çünkü Rusya idaresine göre Sırbistan’ın asayişinin korunmasında Rusya’nın da
katkısı olduğu düşünülecek ve Devlet-i Aliyye’nin takdiri kazanılacaktır.
Dolayısıyla ileride bölgenin durumunda meydana gelecek olumlu gelişmelerde de
Rusların payı olduğu göz önünde bulundurulacaktır (HR. TO, 284: 81; 28 Haziran
1848). Ancak bu, Rusya Devleti’nin Osmanlı’nın toprak bütünlüğünü korumak
istediği manasına gelmemelidir. Zira Marx’a göre Osmanlı Balkanlarında
Slavların bağımsızlık mücadelesi Rusların planlarına ters düşmektedir. Bundan
ötürü Ruslar, Balkanlarda Osmanlı’ya karşı çıkan ayaklanmaları desteklememekte
veya bu ayaklanmaların kontrolleri altında olmalarına dikkat etmektedir (Kutlu,
2018: 73).

Sırbistan bölgesinde ihtilâlin etkili olmasının tek sebebi yabancıların


faaliyetleri değildir. 1848 İhtilâli esnasında Sırpları kışkırtmaya çalışan kişilerden
biri de eski lider Miloş Obrenoviç’tir. Miloş, 1815’teki Sırp isyanlarının liderliğini
yapmış ve 1830’da ise resmi olarak Belgrad’ın başknezi olarak ilan edilmiştir.
Fakat Miloş’un yönetimde bulunduğu süre zarfında tüm yetkiyi elinde toplayarak
despotik bir idare tarzı benimsemesi kendisine karşı büyük bir muhalefetin
oluşmasına yol açmış ve nihayetinde 1839’da knezliği bırakmak zorunda
bırakılmıştır (Aslantaş, 2017: 5).

30
Avrupa’nın genelinin ihtilâl nedeniyle Sırbistan’ın asayişi konusunda ciddi gayretleri taktire
şayan olan, övgüyü hak eden Sırp Beyi ve reislerine nişan ve bazı lütuflarda bulunulmasını
hatırlatmak için Bâbıâli’ye Fon Nessleron tarafından Mösyö Titof’a hitaben bir mektup
gönderilmiştir. Sırp Beyi ve reisler, ihtilâl dönemlerinde halk meclisinde oldukça başarılı
olmuşlardır. Kendilerinden beklendiği gibi memleketin huzuru için ellerinden geleni yapmışlardır.
Bu nedenle elçiliğin de uygun bulduğu bazı hediyeler ve ödüller verilmelidir. Mektupta da
belirtildiği üzere bu nişan ve hediyeler Sırbistan’daki yerel yöneticileri ihtilâl karşısında devlete
bağlamak ve ileride çıkabilecek bir sorunda bu beylerin desteğini yeniden kazanmak üzerinedir.
Sırbistan’dan gelen bu mektup devlet yetkilileri tarafından olumlu karşılanmış, gerekli görülen
istekler gerçekleştirilmiştir (A. AMD, 5: 51/1; 10 Eylül 1848).

100
Miloş, ihtilâl sırasında önce Viyana’ya gitmiş, ardından sırasıyla Badin ve
“Ceristan’ın” yönetim merkezi olan Prag’da kalmıştır. Miloş’un Prag’a gittiği
haberi üzerine Bâbıâli, eski liderin gidişi ile alakalı elçilik görevlilerinin bilgisi
olup olmadığını sorgulamış, kimsenin konuya dair bilgisi olmadığı, Milos’un
izinsiz gittiği anlaşılmıştır. Yapılan sorgulama esnasında Miloş’un oğullarından
birinin de Viyana’ya gideceğini söylemesine rağmen Macaristan ve Hırvat
bölgelerine gittiği açığa çıkmıştır (HR. MKT, 21: 62/1; 5 Eylül 1848).

Şekib Efendi’nin Miloş’a dair verdiği bilgilere göre, Miloş’un Hırvatlar ve


Macarların arasını açtığı, hatta Hırvatları Avusturya Hükümeti’ne karşı da
kışkırttığı anlaşılmıştır (HR. MKT, 21: 62/2; 22 Ağustos 1848). Viyana Sefiri, 8
Ağustos 1848’de Dersaadet’e yolladığı raporda Miloş’un amacına ulaştığını
belirtmiştir. Miloş Viyana’ya geldikten sonra Şekib Efendi’yle birkaç kez
görüşme girişiminde de bulunmuş fakat Osmanlı Sefiri, Miloş’un bu talebini
reddetmiştir. Miloş’un Şekib Efendi’yle görüşmek istemesindeki asıl maksat
Hırvatların Macarlara karşı başlattıkları ayaklanmada kendisinin rolü olmadığını
belirterek; Osmanlı devlet adamları nezdinde temize çıkmak istemesidir. Ancak
bu dönemde Bâbıâli’ye olayların arkasında Miloş’un da olduğuna dair bazı
bilgiler ulaşmıştır31. Hatta Şekib Efendi’nin edindiği istihbarata göre Miloş,
Hırvatların Macarlar karşısında yenilmelerinin ardından bazı arkadaşlarına zavallı
Hırvatların kazanamamasının nedenini yeteri kadar silah ve cephaneye sahip
olamamasına dayandırmış ve şayet kazanmış olsalardı Osmanlı Hristiyanlarıyla
birleşmelerinin daha kolay olacağını ifade etmiştir (İ. HR, 47: 2229/8; 8 Ağustos
1848). Avusturya Sefiri, ayrıca Miloş ve oğullarının, Karadağlı ihtilâl yanlısı bir
grubu Avusturya Sırplarının yaşadığı sınır bölgelerine yollayarak buralarda
çatışmalar çıkmasına yol açtıklarını belirtmiştir. Böylelikle sınırlardaki Avusturya
Sırpları yaşanan huzursuzluğa dayanamayarak harekete geçecek, Osmanlı
Sırbistan’ına gidip buradaki Sırplarla birleşip, ardından birlikte Bosna’yı zorla ele

31
Şekib Efendi’nin yolladığı raporun tarihine bakıldığında, Hırvatların Macarlara karşı Avusturya
Hükümeti’yle anlaştığı ve Hırvat Ban Jellachich’in ordularıyla Macarlara karşı harekete geçtiği
tarihle örtüştüğü görülmektedir, Ancak konuyla alakalı önemli çalışmalara bakıldığında
Hırvatların Miloş’la görüştüğüne dair herhangi bir bilgi bulunmamaktadır, Dolayısıyla aslında
Şekip Efendi ve Bâbıâli’ye ulaşan bilgiler oldukça önemlidir, ayrıntıları için bkz: R. John
Rath,(2013). The Viennese Revolution of 1848, Austin University Of Texas Press, s.371-343;
Albert Pražák (1927), Czechs and Slovaks in the Revolution of 1848: The Slavonic Review, Vol. 5,
No. 15 pp. 565-579 Published by: the Modern Humanities Research Association and University
College London, School of Slavonic and East European Studies; Fahir Armaoğlu, (2003). 19.
Yüzyıl Siyasî Tarihi (1789-1914). Ankara: TTK. 152.

101
geçirerek ve Karadağlıları da kendilerine çekerek bağımsızlıklarını ilan
edeceklerdir32( İ. HR, 45: 2100/2; 4 Nisan 1848).

Viyana sefaretine gelen Miloş’un ihtilâl yanlısı olduğu bilinen bir arkadaşı,
artık eski knezle yakınlığının kalmadığını vurgulamış ve Dersaadet’e gitmek için
pasaport talebinde bulunmuştur. Ancak Şekib Efendi, bu kişinin gerçekte
Miloş’tan ayrılmadığı, aksine Dersaadet’e gitmek istemesindeki maksadın
casusluk olduğu düşüncesindedir. Çünkü yaptığı araştırmalarda bu kişinin daha
önce de birkaç kez İstanbul’a gizlice gelip gittiğini tespit etmiştir. Dolayısıyla
kendisine güvenilmemesi konusunda yetkililere uyarıda bulunmuştur (İ. HR, 47:
2229/10; 15 Ağustos 1848).

İngiliz Büyükelçi Stantford Canning de Osmanlı devlet adamlarıyla yaptığı


bir görüşme sırasında Miloş’un rahat durmayacağını ifade etmiştir. Stantford
Canning’e göre Miloş’un Sırbistan’dan uzaklaştırılması Osmanlı idaresinin
stratejik bir hatasıdır ve bu durum bölgeye fayda sağlamaktan ziyade zarar
vermektedir. Öte yandan İngiliz devlet adamı bu görüşmede Bâbıâli yetkililerine
ihtilâli önlemek amacıyla Balkan topraklarında tedbirler alınmasının şart
olduğunun altını çizmiştir (İ. MSM, 67: 1965/7; 24 Mayıs 1848). Stantford
Canning’nin bu uyarısı 1848 İhtilâli’nin Osmanlı için tehlike arz ettiğinin açık bir
göstergesidir.

1848 yılının Mart ayında Belgrad’da bulunan İngiltere Konsolosu Lord


Palmerston da Bâbıâli’ye gönderdiği bir mektupta, Avusturya sınırlarında
meydana gelen isyan ve ihtilâlin Belgrad’daki Sırpları etkilediğini belirtmiştir.
Palmerston’nun mektubunda yer alan bilgilere göre Sava Nehri’nin diğer
taraflarında Slav casusların kışkırtmasıyla Belgrad’da ihtilâlin etkileri daha da
artmıştır. Bu casusların amacı Müslümanları Sırbistan’dan sürmek için Osmanlı
Sırplarını kışkırtmaktır. Bu kapsamda kendileriyle aynı fikirde olmayan Sırpların

32
Kemal Karpat gerçekte Miloş Obrenoviç’in Sırp milliyetçisi olmadığını ancak ihtiyaç duyduğu
güce ve toplumsal desteğe bu ideoloji sayesinde ulaştığını belirtir. Obrenoviç anayasal bir rejim
oluşturmayı ya da ileri zamanlarda Sırp milliyetçiliğinin önderliğini yapacak bir aydınlar grubu
kurmayı başaramamıştır. Ancak yine de 1833-1840 yıllarında İngilizlerin Akdeniz’de üstünlüğü
ele geçirmesi ve 1844 Mısır sorunları Sırp politikacıları Osmanlı Devleti’nin kısa süre içinde
dağılacağı yönünde umutlandırmıştır. Bu nedenle Bosna, Hersek, Banat, Arnavutluk ve Karadağ’a
doğru yayılma planları üzerinde çalışmalara başlamışlardır. Nitekim ilerleyen yıllarda Miloş’un
oğulları Mihailo ve Milan önderliğinde hedeflerine ulaşmak için girişimlerde bulunacaklardır
(Karpat, 2015: 46-47).

102
desteğini almak için Bâbıâli’nin Sırpları bölgeden sürülecekleri ya da
uzaklaştırılacakları gibi söylemler yayılacak bölgedeki Sırpları, Osmanlı
Devleti’ne karşı bir tutum almaya zorlayacaklardır. Dahası yakında
bağımsızlıklarını ilan edecekleri için Sırp reayadan vergilerini vermemeleri dahi
istenmiştir. İhtilâle destek veren Sırplardan bazıları, kalelerde bulunan askerin
kanı dökülmeden bağımsızlık meselesinin halledilmesi düşüncesindeyken bir
kısmı çatışmaya hazırdır. Özetle Lord Palmerston, ihtilâl düşüncesinin Belgrad’da
ciddi boyutlara ulaştığını hatta bu nedenle Başknez Aleksandar’ın kendi emniyeti
için Belgrad’ı terk ederek Grakoyefçe’ye gitme kararı aldığını, yola çıkmadan
önce ise Rus Konsolosu ile üç saat süren bir görüşme yaptığını belirtmiştir (HR.
TO, 211: 35; 29 Mart 1848).

Öte yandan ihtilâl yanlılarının Sırpları karakollara ve kalelere saldırıya


teşvik etmek için ilannâmeler dağıtmaları sonrasında Muhafız Mehmet Paşa,
harekete geçerek ahali arasında ihtilâlci düşüncelerin yayılmasına mâni olmak ve
olası saldırılara engel olmak amacıyla bazı önlemler almıştır. Bu bağlamda ihtilâl
yanlılarından bir saldırı gelmesi olasılığına karşı on-on iki kişilik askerî gruplar
oluşturulmuş, olaylar esnasında asilerden silahlı bir saldırı olmadıkça kesinlikle
ateş açılmamasına yönelik emir verilmiştir. Ancak asilerin kaleyi kuşatması
halinde ise Osmanlı Devleti’ni yıkmak niyetinde oldukları varsayılarak şiddete
başvurulması fakat yine de itidalli davranılması yönünde askerlere uyarılarda
bulunulmuştur (HR. TO, 211: 35; 29 Mart 1848).

Lord Palmerston’a göre tüm bu önlemler alınırken ahali


korkutulmamalıdır. Çünkü bölgede ayrılıkçı fikirlere sahip insan sayısı fazladır ve
Avusturya Sırplarının sınırlardaki bölgelere bazı saldırılar düzenlemesi Osmanlı
topraklarındaki Sırpların korkmasına yol açmıştır. Öte yandan yerli Sırplar
arasında Müslüman ahaliye karşı bir tavır olsa da bir suikast ihtimalinin düşük
olduğunu belirtmiştir. Lord Palmerston, Belgrad’daki bu olayların arkasındaki
kişinin Prens Mişel33 ve ailesi olduğu düşüncesindedir. İngiliz konsolos, yazısında
Belgrad’da bulunan konsolosların bir araya gelerek bölgedeki İslam düşmanlığına
karşı ittifak yapmaya karar verdiklerinin ve bilhassa Rus konsolosunun Sırpları

33
Miloş’un oğullarından biri olan Prens Mihailo Obrenoviç, babasının 1839’da görevden
alınmasından sonra Belgrad’ı yönetmiş fakat 1842’de çıkan bir isyanla yerini Aleksandar
Karadordevic’e bırakmıştır (Leovac, 2022: 273-283).

103
teskin etmek için oldukça fazla çaba sarf ettiğinin altını çizmiştir (HR. TO, 211:
35; 29 Mart 1848).

Belgrad’dan yollanan bu yazılardan hareketle ihtilâlin Osmanlı


topraklarında, özellikle Balkan coğrafyasında giderek arttığı ve artık söylemden
çok somutlaştığı görülmektedir. Bunun en büyük kanıtı, Osmanlıdaki ihtilâlci
girişimin yabancı devletleri dahi harekete geçirmesidir. Bu aynı zamanda Sırpların
Osmanlı’ya karşı bir ayaklanma başlatamamalarında destek bulamamalarının da
etkili olduğunu göstermektedir. Elbette bunda gerek Avusturya Sırplarının
isyanlarında başarılı olamamalarının gerekse Osmanlı Devleti’nin Sırplara
ayaklanmalara yol açacak bir bahane vermemesi ve Sırp tebaanın yönetimden
memnun olmasının etkisinin de bulunduğu göz ardı edilmemelidir. Bâbıâli’ye
gelen raporlardan hareketle özellikle Sırpların kendi aralarında bir ittifak
kuramaması da Osmanlı idaresinin en büyük avantajı olmuştur.

2. 1. 3. Bosna

Bosna eyaleti, Osmanlı Devleti’nin Balkan topraklarındaki en önemli


merkezlerinden biridir ve Avusturya Devleti’ne sınırı olduğu için Viyana’da
başlayan ihtilâlden en çok etkilenebilecek bölgelerin başında
gelmiştir34(Feyzioğlu, 2006: 57). Dolayısıyla Osmanlı Hükümeti, bir ihtilâl
olasılığına karşı eyaletteki gelişmeleri yakından takibe almıştır. Ancak 1848
İhtilâli’nin Bosna’yı ne derece etkilediğine ve buradaki gelişmelere değinmeden
önce Bâbıâli’nin neden endişelendiğini anlamak ve olası bir ihtilâl hareketinde
kimlerin rol alabileceğine kısaca değinmek gerekmektedir.

Bâbıâli’nin Bosna hakkında endişe etmesinin nedenleri arasında öncelikle


buraya dair bazı tasavvurları olan kimi milletlerin faaliyetleri bulunmaktadır.
Bunların başında “Büyük Sırbistan” hayali kuran ve Bosna ve Hersek’i kendi
nüfuz alanı olarak gören Sırplar vardır. Sırplar, bu amaçları doğrultusunda
Balkanlardaki Ortodoks Hristiyanlarını Osmanlı idaresine karşı kışkırtmak için
bazı girişimlerde bulunmuşlardır. Bu bağlamda 1848 İhtilâli Sırplar için
kaçırılmaz bir fırsat doğurmuştur (Jelavich, Jelavich, 2000: 63). Gerçekte Sırplar,

34
1848 İhtilâli sonrası Bosna’da 1850 yılına kadar süren ayaklanmalar mevcuttur. Tezin kapsamı
nedeniyle sadece 1848 yıllarına ait arşiv belgeleri kullanılmıştır. İhtilâlin etkisiyle çıkan
ayaklanmalar daha sonra da devam etmiştir.

104
Büyük Sırbistan’ı kurabilmek için genişleme politikaları çerçevesinde ilk önce
Avusturya-Macaristan topraklarına girmek istemiş fakat Viyana ve Budapeşte’ye
karşı başarı elde edemeyeceklerini anlayınca planlarından vazgeçip yönlerini
çökmekte olduğunu düşündükleri Osmanlı Devleti’ne çevirmişlerdir. Bu noktada
idareyle sorun yaşayan Ortodoksların bulunduğu Bosna eyaleti hedef olarak
belirlenmiştir (Glenny, 2012: 47: Tilly, 2016: 134)

Sırplarla benzer amaçları olan Hırvatlar da ihtilâl sırasında Osmanlı


idaresi için tehlike oluşturabilecek unsurlar arasında yer almıştır. 1848 İhtilâli’ni
uluslarının kurtuluşu olarak gören Hırvatlar, var olan dezavantajlarından, diğer bir
deyişle Hırvat toplumundaki bölünmeler ve Hırvatistan topraklarının topoğrafik
yapısının özellikleri gibi nedenlerden dolayı ihtilâlin Bosna’ya yayılmasını
çıkarlarına uygun görmüşlerdir. Zira Osmanlı Devleti’nin stratejik bir kalesi olan
Bosna ve Hersek’in konumu, kurmayı düşündükleri Hırvat Devleti için oldukça
önemli bir yere sahiptir. Dolayısıyla ilhak edilmesi zorunlu olan Bosna’da bir
ihtilâl çıkması faydalarına olacaktır (Glenny, 2012: 57). Dahası Bosna’yı ele
geçirmek isteyen Sırplar ve Hırvatlar söz konusu toprakları ilhak etmelerini meşru
bir zemine oturtmak için bazı savlar dahi öne sürmüşlerdir. Sırplar, Bosna ve
Hersek’i etnik bağ üzerinden kendilerine bağlamış, Hırvatlar ise hem etnik hem de
dini bağlara dayandırma yoluna gitmiştir (Krestic, 2014: 267).

Bâbıâli en çok, bahsi geçen milletlerin ihtilâli fırsat olarak değerlendirip


harekete geçmelerinden çekinmiştir. Bu nedenle Osmanlı idarecileri, Bosna ve
Hersek başta olmak üzere Balkanlarda, özellikle Slav milletlerinin bulunduğu
yerlerde ihtilâlin yayılmasına engel olmak için bazı önlemler alarak harekete
geçmiştir. Çünkü Avusturya ihtilâli sonrası Panslavizm hareketi hız kazanmış, bir
kongre35 düzenlenmiş, Bosna’da ihtilâlin etkileri hissedilmeye başlanmıştır.

35
Pan-Slavizm aslen Avusturya'daki Slavlar arasında başlamıştır. İlk Pan-Slav Kongresi Haziran
1848'de Prag'da Habsburg monarşisinin çeşitli Slav milliyetlerinin çoğunluğu oluşturacağı eşit
halklardan oluşan bir federasyona dönüştürülmesini talep etmek için toplanmıştır (Kohn, 1982:
71). 19. yüzyılın ilk yarısında Habsburg İmparatorluğunun demografik özelliklerine bakıldığında
Germen kökenli nüfusun sayısı sekiz milyon, Slavların (Sırp, Hırvat, Slovak, Çek, Polonya vb.)
sayısı takribi on altı milyon, Ulah ve Boğdanlılar iki, Macarlar ve İtalyanlar ise beş milyon
civarındadır. 1848 İhtilâli’yle Avrupa’da değişen dengeler Macarların bağımsızlıkları için
ayaklanmasına neden olmuştur. Yaşam koşulları Habsburg idaresi altında yaşayan diğer
milletlerden çok daha kötü olan Slavların büyük çoğunluğu ise Macar topraklarında
yaşamaktadırlar. Macar İhtilâli’nin başlamasıyla kendilerini tehlikede gören Slav aydınlar, Slav
milletinin haklarını savunmak ve daha iyi şartlar elde etmek amacıyla kültürel bir hareket olan
Panslavizm hareketini başlatmış, 2 Haziran 1848’de Prag’da kongre düzenlemişlerdir. Osmanlı
Devleti için giderek tehlikeli bir hal almaya başlayan Slav Kongresi’ne katılanların çoğu Sırplardır

105
Bilhassa Macarların Avusturya’da ayaklanması ve hemen ardından Sırpların da
faaliyete geçmesi, eyalette ihtilâl kaynaklı ayaklanmaların çıkabileceği olasılığını
daha da arttırmıştır (Yenidoğan, 2018: 75-77).

O dönem içinde Bosna’da Sırplar ve Hırvatlar haricinde tehlike


oluşturabilecek farklı gruplar da bulunmaktadır. Bölgede yaşayan Müslüman
toprak sahipleri ve yöneticiler de bu toprakların kendilerine ait olduğunu iddia
etmişlerdir (Glenny: 2012: 57-58; İnalcık, 2012: 13). Bu kapsamda da Bosnalı
Müslüman reisler ve eşkıyalar, fırsat buldukları her an hem ahaliyi kışkırtmış hem
de çıkan olayların büyümesine destek vermişlerdir. Söz konusu olaylar
neticesinde ise gayrimüslim köylüler Müslüman toprak beylerinin hâkimiyetine
karşı başkaldırmış, bu durumda birçok sorun yaşanmıştır. Dolayısıyla ihtilâl
öncesinde de Bosna’da bir karmaşa hakimdir. 1848 İhtilâli, Bosna ve Hersek’teki
mevcut durumun daha da karmaşık hale gelmesine yol açmıştır (McGowan, 2004:
788; Aksan, 2017: 457).

Bölgedeki bu kargaşa ortamından faydalanmak isteyen Sırplar ve


Hırvatların planları, 1848 İhtilâli’yle daha ciddi bir sorun haline gelmiştir. Çünkü,
aradıkları fırsatı ihtilâlin Bosna’ya yayılmasıyla elde edebileceklerini ve
amaçlarına ulaşabileceklerini düşünmüşlerdir. Nitekim Osmanlı yönetiminin
endişelerinin yersiz olmadığı kısa bir süre sonra Bosna Valisi Tahir Paşa’dan
gelen raporlarda da açıkça görülmüştür.

Tahir Paşa, ihtilâlin etkilerinin hissedilmeye başladığı ilk zamanlarda


Bâbıâli’ye gönderdiği yazıda Bosna’da bazı olayların çıkmasını beklediğini ama
mevcut durumda asayiş ile ilgili bir sorun yaşanmadığını aktarmaktadır. Öte
yandan herhangi bir olay yaşanmamasına rağmen Avrupa’daki ihtilâlleri fırsat
olarak gören bazı kimselerin ahaliye kötü davranmalarından dolayı birtakım
şikayetler alındığını belirtmiştir. Sorun yaşanan bölgelerde önlem alınarak asayiş
sağlanmış olmasına rağmen Tahir Paşa, yeni bir ayaklanma ihtimaline karşı

(Kutlu, 2018: 67). Ancak Moskova altınları veya St. Petersburg ajanları tarafından desteklenen
Slav hisleri ve Panslavizm tüm Avrupa’daki en büyük tehlikedir (Robertson, 1952: 275). Prag’daki
bu kongre başlangıçta sadece Avusturya Slavları için tasarlanmışken Rusya, Avusturya ve
Osmanlı yönetimi altında bulunan tüm Slav topluluklarından delegelerin katıldığı büyük bir
kongreye dönüşmüştür (Maggach, Jones, 2018: 411). Marx’a göre Panslavist hareket Avusturya
Devleti sınırları içinde tehlikeli değildir. Ancak 1848 İhtilâli’nden ve bu kongreden sonra ihtiyacı
olan birliği, kuvveti ve merkezi Osmanlı topraklarında bularak buraya kaydığını belirtmiştir
(Marx, Engels, 1977: 637-638).

106
bölgedeki asker sayısının yeterli olmadığını düşünerek Bâbıâli’den takviye kuvvet
talep etmiştir (İ. MSM, 67: 1947: 1 Temmuz 1848). Çünkü Tahir Paşa’ya göre
Bosna ahalisinin büyük bölümü ihtilâlin ne demek olduğunu bilmemektedir ve
tahrik edilmeye müsaittirler. İlaveten Avusturya sınırındaki ecnebi milletlerin
faaliyetleri ihtilâl riskini daha da arttırmaktadır. Bu nedenle Bosna bölgesinin
tümünde ek tedbirler alınması gerekmektedir (İ. MSM, 82: 2329; 16 Ekim 1848).
Tahir Paşa’nın bu talebine karşılık, Bâbıâli’de neredeyse Rumeli bölgesinin
tamamında; özellikle Bulgaristan ve Yenişehir’deki hassas durumlardan dolayı
bölgeye asker yollanabileceği seçeneği üzerinde durulmuştur (İ. MSM, 67: 1947;
1 Temmuz 1848).

Bosna’dan Bâbıâli’ye ulaşan ilk bilgiler; bölgede henüz bir ayaklanma


olmadığı yönündedir. Bu aşamada ihtilâlin etkisi duyumlardan öteye gitmemiştir.
Lakin Tahir Paşa’nın Bâbıâli’ye yolladığı sonraki raporlarda mevcut durumun
değiştiği görülmektedir. Söz konusu yazılarda Sırp, Hırvat, Bulgar ve
Karadağlıların bölgede ihtilâlin yayılması için aktif roller üstendiklerini ve bu
esnada Müslüman reayanın da 1848 İhtilâli sırasında nasıl bir tehdit haline
geldiğini görmek mümkündür.

Bâbıâli’ye gönderilen bu raporlarda başka bölgelerden gelen kişilerin


Hırvat bölgelerine yakın yerlerdeki ahaliyi ayrılıkçı fikirlerle kışkırttıkları,
Bosna’da durumların kötüleştiği ve ahali arasında memnuniyetsizliğin ortaya
çıktığı anlaşılmıştır. Ayrıca Avusturya Devleti’ne karşı ayaklanan Sırp, Hırvat ve
Dalmaçyalıların yaşadığı bölgelerdeki ihtilâl yanlıları Bosna ve Hersek’teki
ahaliyle de iletişime geçmiş; Avusturya’da yaşayan Hırvatların, Osmanlı
topraklarında bulunan Hırvatlarla iş birliği yapıp Osmanlı tebaasını kışkırtarak bir
isyan başlatmaya çalıştıklarına dair haberler gelmiştir. Bosna idarecilerine ulaşan
bu haber üzerine yetkililer, bilginin doğruluğunu anlamak için gizlice bir
araştırma başlatmış; Bosna’da ve Avusturya’da yaşayan Hırvatların birbiriyle
görüştüğü açığa çıkmıştır36.

36
19. yüzyılın başlarında Ljudevit Goj tarafından kurulan “İllirya Hareketi” ortak etnik köken ve
benzer diller nedeniyle Güneydoğu Avrupa’daki tüm Slav milletlerini özerk tek bir devlet
idaresinde bir araya getirmeyi amaçlamıştır. İllirya milletleri için ortak dil olarak bir Hersek şivesi
kabul edilince hareketin bölgesel kapsamı da değişmiştir. Bu bağlamda Hırvatistan, Bosna- Hersek
halkları açıkça Sırp milletinden görülmüştür. Bu nedenle Bosna-Hersek’i geri almak ve kurulacak
Büyük Sırbistan topraklarına katmak hedef haline gelmiştir (Adanır, 2015: 308-309; Robertson,
1952: 274-277).

107
Bosna’da yaşanan huzursuzluk ve Hırvatların mevcut faaliyetleri üzerine
Travnik Meclisi’nde görüşmeler yapılmış ve Dersaadet’ten bir an evvel bölgeye
bir bölük nizamiye ve iki bin başıbozuk asker ile askerî malzeme yollaması
istenmiştir. Çünkü yerel idareye göre iki devlet Hırvatları birlik olup bir ihtilâl
hareketi başlatırsa bölgede bulunan askerler ve burada yaşayan tüm Müslümanlar
bir araya gelse de olayları bastırmak pek mümkün olmayacaktır. Buna karşın
Bosna’da hem asker hem de teçhizat eksikliği bulunmaktadır. İlaveten bölgedeki
kalelerde de barut miktarı savunma için yeterli değildir.

Travnik Meclisi’nde gündeme gelen hususlardan bir diğeri de Bosna


eyaleti sınırlarında bulunan ahalinin Avusturyalı Sırp ve Hırvatlar ile
Dalmaçya’daki Slavlarla, merkezi Belgrad olan bir Slav Krallığı kurma düşüncesi
hakkında başlattıkları görüşmelerdir. Elde edilen bilgilere göre söz konusu kişiler
Sırp, Bulgar ve Bosnalıları kendi yanlarına nasıl çekeceklerine, planlarını nasıl
harekete geçireceklerine ve Bosna’da ikamet eden yandaşlarıyla ve milletleriyle
nasıl iletişim kuracaklarına dair ayrıntılı değerlendirmeler yapmışlardır. Bu
kapsamda da ilk önce basın yayın faaliyetlerinin kullanılmasına karar vermişlerdir
(İ. MSM, 67:1947;1 Temmuz 1848). Bu bilgiyi Viyana Sefiri Mehmet Şekib
Efendi’nin Bâbıâli’ye gönderdiği Bağımsız Slav Birliği kurulacağına dair rapor da
doğrulamaktadır (İ. HR, 45: 2100/2; 4 Nisan 1848).

Bosnalı yetkililer dış kaynaklı bu tehlikeyi de Bâbıâli’ye aktarmış ve


eyaletin coğrafî konumunun hassasiyetini de vurgulayarak Dersaadet’ten
istedikleri askerî yardımların bir an önce yollanmasını talep etmişlerdir. Zira
Bosna eyaletinin iki tarafında Hırvatlar, bir tarafında Sırplar, bir diğer tarafında
ise Karadağlılar bulunmaktadır. Bu durumun, yardımların Bosna’ya ulaşmasında
problemlere yol açabileceğine de ayrıca dikkat çekmişlerdir (İ. MSM, 67: 1947; 1
Temmuz 1848).

Tahir Paşa, 16 Ekim 1848 tarihli raporunda Bosna sınırları dahilinde


bulunan bölgelerdeki emniyet ve asayişin yeniden sağlandığını ifade etmiştir.
Fakat bu sırada Saraybosna bölgesinde yaşayan ve eskiden beri ihtilâle meyli olan
bazı ayrılıkçı ve bozguncuların memleketin asayişine zarar vermek için harekete
geçtiğini, yalanlarla ahaliyi tahrik edip yeni ayaklanmalara neden olduklarını

108
bildirmiştir. Saraybosna’da çıkan bu ayaklanma, ahali ve askerler arasında
geçmişte yaşanan gerginliği fırsat olarak değerlendiren ihtilâlci grupların
kışkırtmasıyla ve ayrılıkçı fikirleri yaymalarıyla meydana gelmiştir. Bahsi geçen
ayaklanmaları durdurmak üzere bölgeye Nizamiye askerlerinin gelmesi olayların
daha da büyümesine neden olsa da ayaklanmalar kontrol altına alınmıştır. Yapılan
araştırmada kargaşaya katılanlar arasında ihtilâl çıkarma niyetinde olanların
dışında daha önceleri herhangi bir olaya karışmamış kişilerin de bulunduğu açığa
çıkmıştır. Dersaadet’ten gelen emirler doğrultusunda ayaklanmaya karışanlar,
idareciler tarafından uyarılarak evlerine yollanmıştır. Ancak Tahir Paşa’ya göre,
yaşanan bu olaydan sonra Saraybosna bulunan ihtilâl cemiyetleri girişimlerini
durdurmamış, ahali arasında her türlü argümanı kullanarak ihtilâli yaymaya
devam etmişlerdir.

Nitekim bir süre sonra Tahir Paşa’nın da aktardığı gibi Saraybosna’da


ikamet eden ihtilâl yanlıları, tekrar bir araya gelmiş ve ihtilâl çıkartmak için bazı
planlar yapmışlardır. Buna göre Bosnalı yetkililerin asayiş için çağırdıkları
Osmanlı askerleri bölgeye ulaşınca meydanlara dökülmüş ve ayaklanma
çıkarmışlardır. Ancak ihtilâlcilerin bu girişimi başarılı olamamış, olaylar
kolaylıkla bastırılmış, asiler tutuklanarak bölgenin asayişi yeniden sağlanmıştır.
Tutuklanan kişilerin soruşturmaları tamamlandıktan sonra Girit’e sürülmeleri
kararlaştırılmıştır (İ. MSM, 82: 2329/2; 10 Eylül 1848).

Tahir Paşa, bu raporda kimi Bosna meclis azaları ve bölgenin ileri


gelenleriyle iletişim halinde olan bazı kimselerin şüpheli davranışlar sergilediğini
gerekçesiyle haklarında soruşturma başlattığını aktarmıştır (İ. MSM, 82: 2329/5;
26 Eylül 1848). Özellikle Tahir Paşa’nın bu dönemde Tanzimat’ın ilkelerini
uygulamaya yönelik ciddi çalışmalar yapması bölgedeki yerel güçlerin tepkisine
yol açmış, Bosnalı Müslümanların direnişini arttırmıştır. Tanzimat öncesi eski
imtiyazlarını yeniden elde etmek isteyen bu güçler, 1848 İhtilâli esnasında
Bosna’yı Osmanlı’dan ayırmaya çalışan Sırp ve Karadağlı liderlerle ittifak
kurmuşlardır (Palairet, 1997: 133).

Tahir Paşa’nın bu soruşturmayı başlatmasında bölgenin ileri gelenlerinin


tutumları da etkili olmuştur. Zira bu kişiler, ihtilâl sırasında ulemayla iş birliği
yaparak ahaliye daha da kötü davranmaya başlamışlardır. Öte yandan bilhassa

109
şehir ve kasabalara yerleşmiş olan Müslüman sipahi takımı ve eyalet erkanından
bazı kimselerin vergilerini vermemesi de maddi açıdan sıkıntı yaşayan
gayrimüslim reayanın tepkilerine neden olmuştur. Nitekim gerek
gayrimüslimlerin yaşadıkları sorunlar, gerekse bölgenin ileri gelenlerinin ahaliye
kötü davranması ihtilâlci reaksiyonlara sebep olmuş, durumlarından memnun
olmayan halkın Bosna’da yaşanan ayaklanmalara katılmasına yol açmıştır (İ.
MSM, 82: 2329/5; 26 Eylül 1848).

Tahir Paşa’nın aktardığı bu bilgiler, Bosna’daki imtiyaz sahibi


Müslümanların 1848 İhtilâli döneminde Osmanlı Devleti için tehlikeye
dönüştüğünü göstermiştir. Ayrıca Tanzimat Fermanı’yla altı çizilen tüm halkların
eşitliği ilkesinin uygulamada tüm tebaa arasında hoş karşılanmadığını ortaya
koymuştur. Bosna Müslümanlarının ihtilâl sırasında sergiledikleri bu davranışlar,
yine Tanzimat’ın birleştirici unsurunun, değil gayrimüslimleri, Osmanlı’nın sadık
tebaası diye tanımlanan Müslüman reayayı dahi devlete bağlamada yetersiz
olduğunu açığa çıkarmıştır (İ. MSM, 82: 2329/5; 26 Eylül 1848).

Bosna’da yaşanan bu sıkıntılar yetkililer tarafından bilinse de eyalet


yönetiminin bir bölümü söz konusu kişilerin37 elinde olduğu için, Bâbıâli’nin
harekete geçmesini engellemektedir. Ancak ihtilâl döneminde ayaklanmaların
artması üzerine bu kişilere devlet tarafından verilen bazı ayrıcalıklar kaldırılmıştır.
Bâbıâli’nin bu adımı, “eyalet erkânı” diye tabir edilen bahsi geçen kişilerin
öfkesinin daha da artmasına sebep olmuştur. Tahir Paşa, Bâbıâli yetkililerine,
askerî desteğin gecikmesi durumunda eyalet erkânı, tüccar ve çiftlik sahiplerinin

37
Osmanlı’da merkezi otoritenin zayıflamasına paralel olarak toprağın işletim sistemlerinde
bölgesel farklılıklar meydana gelmiştir. Bu ise toprakların belirli bir zümrenin elinde toplanmasına
yol açmıştır. Bu değişimin tezahürü, Rumeli’de toprakların bazı farklılıklar olmakla beraber başta
sipahiler ve yerel güçler olmak üzere genellikle Müslüman halkın eline geçmesi şeklinde olmuş ve
çiftlikleşme süreci başlamıştır. Çiftlikleşme, kimi zaman sipahilerin tımarlarını çiftliğe
dönüştürmesiyle, kimi zaman ise yeniçerilerin veya güçlü devlet idarecilerinin topraklara el
koyarak buradaki reayaya belli şartlarda koruma sağlamasıyla gerçekleşmiştir. Bosna ve Hersek de
bu yerlerden biridir. “Esbab-ı alaka” diye adlandırılan bu kesim, toprakların büyük bölümünü ele
geçirmiştir ve bölgede yaşayan reayanın büyük kısmı bu kişilerin emrinde çok ağır şartlarda
çalışmaktadır. Çiftlik sahiplerinin reayaya davranış şekli insafsızlık boyutuna ulaşmıştır. Bosna’da
toprak sahibi ve reaya asarındaki durum bir nevi Orta Çağ feodal sisteminin devam niteliğindedir.
Halk angaryalar nedeniyle günlük işlerinde dahi çalışamaz duruma gelmiştir. Bâbıâli, Bosna’daki
bu adaletsizliği ortadan kaldırmak maksadıyla bazı değişiklikler yapmıştır lakin yerel güçler yeni
kurallara riayet etmemiştir. Hatta baskıların artması üzerine reayadan yabancı devletlere kaçanlar
olmuştur. Bilhassa 1840’lardan itibaren ağır angaryalardan şikâyetçi olan reaya, Avrupa’daki
köylü isyanlarının da etkisiyle kendi konumlarında yeniden düzenlemeler yapılması için
ayaklanmalara başlamıştır. Balkan topraklarında bu tarihten itibaren dini ve etnik farklılıkların da
devreye girmesiyle köylü isyanları devletin en önemli sorunlardan birine dönüşmüştür (Güran,
Uzun, 2006: 867-877).

110
daha önce verdikleri sözde durmayacaklarını, asiler ve halka zulmeden eşkıyalarla
iş birliği yaparak ihtilâl yanlılarına destek verip ayaklanma çıkaracaklarını
bildirmiştir (İ. MSM, 82: 2329/5; 26 Eylül 1848).

Tahir Paşa’ya göre bu kişilere uygulanacak yaptırımlar daha önceki gibi


sadece uyarıyla sınırlı kalmamalıdır. Bu yüzden öncelikle, eyalet erkanı hakkında
karar alınırken yavaş ve akıllıca davranılmalıdır ve bağlayıcılığı olan bazı
kanunlar konulmalıdır. Çünkü nasihat ve uyarıların bu kişiler üzerinde hiçbir
etkisi olmayacağı gibi, ahaliye kötü davranmaya da devam edeceklerdir. Üstelik
maddi anlamda kaybettiklerini geri almak için verdikleri sözlerden tekrar geri
dönecek, zafer kazanmak ümidiyle her türlü ayrılıkçı faaliyete hem destek verecek
hem de bizzat kendileri bunu teşvik edeceklerdir. Fakat bu kişilerin görevlerinden
alınmaları halinde devlet ve eyaletin on beş bin akçeden fazla zarar edeceği de göz
önünde bulundurulmalıdır. Hazinedeki bu açığı reaya kapatmak zorunda kalacağı
için de ahali arasında refah ve huzur ortamı hiçbir zaman oluşmayacaktır (İ.
MSM, 82: 2329/5; 26 Eylül 1848).

Tahir Paşa ayrıca Bâbıâli’den Tanzimat Fermanı’nın uygulamalarına


devam edilip edilmeyeceğinin de netleştirilmesini istemiştir38. Ancak Tahir
Paşa’ya göre eyalet erkanının, tüccarların ve çiftlik sahiplerinin tutuklanması
halinde on beş bin kese akçe zararın reaya tarafından karşılanmasına ek olarak
Tanzimat’ın yürürlüğe konması, reayadan birkaç bin kese fazladan akçe
alınmasına neden olacaktır. Bu yüzden Tanzimat’ın hükümleri, bazı yönleriyle
Müslüman ahali de dahil olmak üzere halkın düşüncelerine ters düşecektir ve
nihayetinde Tahir Paşa, tüm bu sebeplerden ötürü Tanzimat’ın uygulanmasının
kolay ve kabul edilir olmayacağının unutulmaması gerektiğini vurgulamıştır (İ.
MSM, 82: 2329/5; 26 Eylül 1848).

Tanzimat meselesinde Tahir Paşa’nın vurgulamaya çalıştığı nokta, ihtilâl


yanlılarının uygulamaları bahane ederek ahaliyi kandırma ihtimalidir. Söz konusu

38
Tanzimat’ın ilan edilmesi beklenmedik tepkilere yol açmıştır. Özellikle Bosna Müslümanları
arasında yeni vergi sisteminden memnun olmayan Müslümanlar, ayrıcalıklarını ve pozisyonlarını
kaybedecekleri düşüncesiyle birçok ayaklanmanın çıkmasına yol açmışlardır (Kutlu, 2018: 70)
Aynı zamanda bu toprakları işleten reaya, Ferman’dan sonra toprakların kendilerine verileceği
düşünmüş lakin bekledikleri gerçekleşmeyince istediklerini zorla elde etmeye çalışmıştır (Gölen,
2002: 911). Bosna’daki Tanzimat uygulamasının, Bâbıâli ve Tahir Paşa arasındaki yazışmaların ve
alınan kararların ayrıntıları için bkz: İnalcık, H. (1942). Bosna’da Tanzimat’ın Tatbikine Ait
Vesikalar, Ankara: Maarif Vekâleti

111
ihtimalden hareketle Tahir Paşa, Bâbıâli yetkililerini alacakları kararı, eyaletin
nüfus yoğunluğunu dikkate alarak belirlemesi konusunda uyarmıştır. Çünkü Tahir
Paşa’ya göre Tanzimat uygulaması sebebiyle ayaklanma çıkarsa, asker ve
isyancılar arasındaki çatışmalar ciddi boyutlara ulaşacak, bölgenin tamamını
etkileyecektir. Paşa, yazısının devamında Bâbıâli yetkililerine tüm bu sorunları
ortadan kaldırmanın tek yolunun eyalet erkanındaki asileri bir bahaneyle bölgeden
çıkarmak olduğunu düşündüğünü de belirtmeyi ihmal etmemiştir (İ. MSM, 82:
2329/5; 26 Eylül 1848).

Bâbıâli ve Tahir Paşa arasında müzakereler devam ederken, bu defa


Travnik’te ihtilâlci ayaklanmalar patlak vermiştir. Yapılan araştırmalarda
buradaki asilerin daha öncede ayaklanmalara katıldıkları, fakat affedildikleri
ortaya çıkmıştır. Zira Bosna valisine göre bu asiler için ihtilâlci olmak ya da
ihtilâlci olarak anılmak bir övünç kaynağı olarak algılanmaktadır ve dolayısıyla
devletlerine ihanet ettiklerini düşünmemektedirler. (İ. MSM, 82: 2329/5; 26 Eylül
1848). Bahsi geçen ihtilâl yanlıları aslında 1789 Fransız İhtilâli öncesinde de
ayaklanan dağlı Hristiyanlardır ve tıpkı Karadağ Hristiyanları gibi asi bir yaşam
tarzı ve geleneğe sahiptirler39. Dolayısıyla 1848 İhtilâli bu kişilerin istedikleri
fırsatı ve ortamı sunmuş; isyanlarının ideolojik bir hal almasını sağlamıştır.

Bu arada Bosna’da ihtilâl yanlılarının sayısı artmış, ihtilâl cemiyetleri


halkı kışkırtmak için bazı faaliyetlerde bulunmaya başlamışlardır. Bu kapsamda
da Osmanlı ordularına Bosna eyaletinden yeni asker alınacağı ve Tanzimat’ın
icra40 edileceği gibi yalan haberlerin olduğu ilanlar bastırarak dağıttıkları,
kamuoyunu yanıltmaya ve gerilimi tırmandırıp ihtilâl çıkarmaya çalıştıkları açığa
çıkmıştır. Hatta bölgenin asayişi için yollanan dört tabur askerin Yenipazar
hududundan içeri girdiği haberi gelince cemiyet mensupları bir araya gelip
askerlere saldırmaya karar vermiş ama son anda buna cesaret edemeyip
vazgeçmişlerdir (İ. MSM, 82, 2329/4; 26 Eylül 1848).

Bosna ahalisi ve askerler arasında sürekli sorun yaşanması nedeniyle


Bosna valisi, eyalet merkezinden Travnik’e gönderilen askerlerin birkaç mahalle

39
Ayrıntı için bkz: Temizer. A. (2015), Karadağ Ekonomisine Farklı Bir Bakış ve Osmanlı Mirası,
Balkanlar'da Osmanlı Mirası ve Defter-i Hâkânî, C.1, İstanbul: Libra Yayınları
40
Bosna’da Tanzimat Fermanı’nın tatbik edilmesi ve tebaa üzerindeki yansımalarının ayrıntıları
için bkz: Halil İnalcık, (1964). Tanzimat’ın Uygulanması ve Sosyal Tepkileri, Belleten, Cilt
XXVIII- Sayı 112, ss. 623-690.

112
uzakta bir yerde konaklamasını uygun görmüştür. Böylece hem taraflar arasında
olayların yaşanmasına hem de ihtilâlci grupların çevreye dağılmasına engel
olmaya çalışmıştır. İlaveten Travnik’e gönderilen askerlerin bir arada kalmasını,
ihtilâlcilerin saldırı riskini aza indirdiği için stratejik acıdan doğru bulmuştur.
Tahir Paşa, bölgeye gönderilen askerlerin devriye yerlerini başkalarının teklifiyle
değiştirmelerini ve geçici de olsa herhangi bir yerde konaklamalarını da
yasaklamıştır. Askerlerin dinlenmek için durması, ihtilâl yanlılarının Osmanlı
askerlerinin yorgun olduğu dedikodusunu yapmasına ve söz konusu durumun
ihtilâlciler tarafından halkı kışkırtmak ve ayaklandırmak için kullanılmasına
neden olacağını düşünmüştür. Ek olarak askerlerin yola çıktıktan sonra herhangi
birileriyle temas kurmalarının yasaklandığı belirtilmiştir. Çünkü cemiyet üyeleri
ya da aracılarının askerlerden bilgi almak için girişimde bulunma ihtimalleri
vardır (İ. MSM, 82, 2329/4; 26 Eylül 1848). Tahir Paşa’nın askerlerin
konaklaması, kimlerle iletişim kurmaları ve kimlere güvenilmemesi gerektiği gibi
konularda dikkatli davranması; Bosna’daki ihtilâl yanlılarının kimler olduğunun
bilinmediği ya da tehlikenin nereden geleceğine dair net bilgiye sahip
olunmadığını göstermektedir. Bu ise aslında Bosna’daki herkesin potansiyel bir
ihtilâl yanlısı olmaya müsait olduğunu da işaret etmektedir.

Nitekim daha sonra gerçekleşen olaylar Tahir Paşa’nın haklılığını ortaya


çıkarmaktadır. Bunu yaşanan bir olayla örneklemek mümkündür. Mirliva Mustafa
İzzet Paşa, Bosna valisinin kararlarını dikkate almayarak askerî çadırları şehrin
dışında bir yerde kurarak birliği durdurmuştur. Bunun üzerine bölgenin ileri
gelenlerinden bazı kişiler Travnik’teki karargâha giderek kumandanla görüşüp
çadırlarının kaldırmasını istemiş fakat Mustafa İzzet Paşa’nın talebi kabul
etmemesi üzerine aralarında büyük bir tartışma çıkmıştır. Tartışma neticesinde
ihtilâl yanlısı olduğu anlaşılan bu kişiler tutuklanmıştır. Bu olayın hemen ardından
Travnik’in merkezinden birkaç asker, Mustafa İzzet Paşa’nın çadırlarını kurduğu
yere gelerek, buradaki yetkililere sakin bir şekilde ve vakit kaybetmeden
karargâha gelip soruna yol açan ihtilâl yanlılarını merkezden çıkartmalarını ve beş
altı günlük mesafedeki karakola göndermelerini istemişlerdir (İ. MSM, 82,
2329/4; 26 Eylül 1848)

Mustafa İzzet Paşa ve Bosna erkanı arasında çıkan bu münakaşa aslında


bilinçli bir şekilde çıkarılmıştır. Çünkü iki grup arasında tartışma yaşandığı

113
haberleri etrafa yayıldıktan sonra olaylar yeniden patlak vermiştir. İlk etapta çıkan
karmaşa bastırılmasına rağmen daha sonra “fesad tayfasının” tehditkâr hal ve
davranışları olayların yeniden patlak vermesine ve Travnik’in merkezindeki
çarşının dahi kapanmasına yol açmıştır. Özellikle esnaf grubunun, dikbaşlı bir
biçimde daha önce yasaklanmasına rağmen ayaklanmalara sebep olan kimselerle
iş birliği yaptığı açığa çıkmıştır. Dahası girişimlerini etkili kılmak amacıyla her
sınıfı temsilen kethüdalar belirlenmiş, bu kethüdalardan ayaklanmalara katılmaları
için insan toplamaları istenmiştir. Ayrıca söz konusu esnaf grubu, çatışmalar
sırasında ahali arasında büyük huzursuzluk çıkarmaya çalışarak olayların
büyümesine ve asayişin bozulmasına neden olmuştur (İ, MSM, 82, 2329; 26 Eylül
1848).

Travnik’teki olayların büyümesi üzerine ihtilâlcileri uyarmak amacıyla


yerel meclis ve ahali içinden Osmanlı Devleti’ne sadık olan esnafla iş birliği
yapılmış ve yirmi sekiz kişi arabulucu olarak kethüda seçilmiştir. Kethüdalar,
yetkililerden habersiz hareket etmeyecek, verilen emirlerin dışına çıkmayacak,
aralarında sözlü ya da fiili olarak ihtilâle cesaret eden olduğu tespit edilirse
itirazsız tutuklanacak ve hükümete teslim edilecektir. Eğer ahaliyi kışkırtıp
asilerin tutuklanmalarından rahatsız oldukları ve herhangi bir ayaklanmaya
önayak oldukları anlaşılırsa, olayları durdurmak için gelen askerlerin tüm
masraflarını kendileri ödemek zorunda kalacaklardır. Kethüdalarla yapılan
anlaşma sonucunda Travnik’teki ayaklanmalar bastırılmış, isyancılar geri çekilmiş
ve asayiş yeniden sağlanmıştır. Olayları bastırmak için gelen dört tabur askerden
ikisi önlem amacıyla ayaklanmanın çıktığı yerlere yakın mahallerde kalmış, diğer
ikisi ise eyalet merkezine geri dönmüştür (İ, MSM, 82, 2329; 26 Eylül 1848).

Bosna valisi, Bâbıâli’ye olaylar hakkındaki gelişmeleri aktardığı


raporunda, Travnik’te ihtilâl çıkaran kişilerin olaylardan sonra asla
durmayacaklarını söylediklerini, yeni bir ihtilâl çıkarmak için hazırlık yaptıklarını
belirtmiştir. Travnik’i merkez olarak seçmelerinin nedeninin bölgenin büyük
olması ve ihtilâl hareketinin buradan yayılmasının kolay ve hızlı olmasından
kaynaklandığına dair bilgilere ulaştığını ifade etmiştir. Ayrıca Bosna ahalisinin
tavırları ve hareketleri baz alındığında da ihtilâlin eyaletin tamamına yayılması ve
büyük bir ayaklanma çıkma olasılığının çok yüksek olduğunun altını çizmiştir.
Tahir Paşa, Bosna sınırındaki Avusturya’da ihtilâl bitmediği sürece bölgedeki

114
ayaklanmaların ve ihtilâl yanlılarının faaliyetlerinin bitmeyeceğini ve tehlikenin
boyutunun sürekli arttığını ifade ederek, Bâbıâli’nin bir an evvel bölgede aldığı
tedbirleri arttırmasını istemiştir. Çünkü Paşa’ya göre Bosna eyaletinde şimdiye
dek bu kadar çok olay yaşanmamıştır. Bu yüzden Rumeli ordusuna bağlı ve
Dersaadet’te bulunan başıbozuk askerlerden bir birliğin bölgeye gelmesini
istemiştir. Ancak askerlerin eyalet hazinesine yük olmaması için ilk etapta beş yüz
kadarının yollanmasını, geri kalanlarının ise hazır halde bekletilmesini ve ihtiyaç
duyulduğunda gönderilmesini talep etmiştir. Bâbıâli, Tahir Paşa’nın bu talebini
kabul etmiş, ayrıca hazinedeki yükü hafifletmek için başıbozuk askerlerin
aylıklarını ve tayinat masraflarını da Maliye Nezareti’ne devretmiştir (İ, MSM,
82, 2329; 26 Eylül 1848).

Bosna’daki ihtilâl yanlıları hakkında ne yapılması gerektiği konusu da


Bosna Yerel İdaresi ve Bâbıâli için büyük bir sorun olmuştur, çünkü ihtilâl
hareketine katılanlar arasında bölgenin emlak, çiftlikat ve ticaret erbabından
kişiler de bulunmaktadır. Ayrıca geri kalan kişiler de bu gruplar tarafından hem
maddi hem de manevi olarak desteklenmişlerdir. Dolayısıyla söz konusu kişiler
hakkında verilecek karar oldukça hassas bir mevzudur. Zira bu kişilerin bölgedeki
güçleri hâlâ oldukça fazladır ve tutuklanmaları halinde dışarıdaki destekçileri
sayesinde Bosna’da yeniden ayaklanmalar çıkarabilecek bir güce sahiplerdir.
Üstelik Eyalet Meclisi’nde mahkemeleri görülürse ki bölgenin ileri gelenlerinin
çoğunun ihtilâlleri desteklediği söylemleri mevcutken, doğru bir karar çıkması
mümkün değildir. Böyle bir durumun ise Meclis’in zayıf olduğuna yönelik
eleştirilere ve alınan kararlardan şüphe duyulmasına yol açma ihtimali mevcuttur.
Özetle meclis hangi kararı alırsa alsın bir kesim bundan memnun olmayacaktır ve
bu ahvâl, ahaliyi tahrik ederek ihtilâl çıkarmak isteyenlerin çıkarına olacaktır.
İlaveten mevcut şartlarda tutuklanan tüm ileri gelenlerin ceza almasının Bosna
eyaletinin coğrafî konumu düşünüldüğünde stratejik bir hata olabileceği durumu
mevcuttur. Bu gerekçelerden ötürü tutuklananlar hakkında karar verilmesi
Bâbıâli’ye bırakılmıştır (İ, MSM, 82, 2329; 26 Eylül 1848).

Bâbıâli, söz konusu meseleyi görüşerek bu kişilerin ihtilâle maddi yönden


gizlice destek verdiklerine, ihtilâl yanlılarına gerek sözlü gerekse fiziki olarak
aralıksız yardım ederek ayaklanmalar çıkmasına ve ihtilâlin yayılmasına katkıda
bulunduklarına ve suçlu olduklarına kanaat getirmiştir. Ayrıca tabiiyetlerine;

115
başka bir deyişle Osmanlı Devleti’ne bağlılıklarına ve İslam’a mugayir
davranışlar sergilediklerini vurgulayarak konuyu yeniden eyalet meclisine havale
etmiştir. Bâbıâli’nin verdiği bu karar üzerine Bosna’da yapılan mütalaalardan
sonra tutuklananların mahkemesinin eyalet meclisinde yapılması fikrinden
vazgeçilmiş, onun yerine bu kişilerin tek tek sorgulanmasına ve alınan cevaplara
göre hareket edilmesine karar verilmiştir. Ancak sorgu sırasında, tutuklananlar;
suçlarını başkalarına atmış, kendilerinin suçsuz olduklarını iddia etmişlerdir. En
nihayetinde ise suçlu bulunanlar kendi istekleriyle Anadolu’da uygun bir yere
gitmeyi kabul etmişlerdir. Bosnalı yetkililere göre bu şartı kabul etmelerinin tek
sebebi, kendi elleriyle yarattıkları ihtilâl ortamında en ufak bir ayaklanma veya
kargaşa çıkarsa ilk olarak tutuklanıp ceza alacak kişilerin kendileri olacaklarını
bilmeleridir. Bosna’daki durum ve dengelerin hassas olması nedeniyle bu
kişilerden herhangi bir soruna mahal vermeden sessizce ve süratle toparlanmaları
istenmiş, daha sonra ise bu kişiler Anadolu’ya gönderilmişlerdir (İ. MSM,
82:2329/4; 26 Eylül 1848). Ayrıca daha önce Tahir Paşa’nın başlattığı gizli
soruşturma neticesinde meclis azası olan beş kişi ve bir Kadiri Şeyhi’nin bölge
ahalisini ihtilâle katılmaları için kışkırttıkları ortaya çıkmıştır. Bu kişilerin de
Saraybosna’da ihtilâl çıkartıp tutuklanarak sürgün edilen kişiler gibi Girit
Adası’na gönderilmelerine karar verilmiştir. (İ, MSM, 82, 2329/6; 26 Eylül 1848).

Bâbıâli ve Tahir Paşa arasında yapılan yazışmalara bakıldığında Bosna


eyaleti için en büyük tehlike bölgenin ileri gelenleri olmuştur. Söz konusu kişiler,
tüm bu süreçte çıkan isyanların neredeyse tamamında yer almış, halkı kışkırtmış,
hatta gerekirse devletin kendilerine verdiği imtiyazı dahi kullanarak halka eziyet
etmiş ve ahaliyi ayaklanmalara katılmaya mecbur bırakmışlardır. Ayrıca çıkarları
doğrultusunda devleti bölmeye çalışıp kendi devletlerini kurmaya çalışan Sırp ve
Hırvatlarla iş birliği yapmaktan geri durmamışlardır. Söz konusu bu kişiler, yine
çıkarları doğrultusunda ayaklanmalarına sebep oldukları kişilere karşı Osmanlı
idaresiyle anlaşmalar yapmaktan da çekinmemişlerdir. Her ne kadar bölgede
ayrılığa ya da ilhak edilmeye yol açacak derecede büyük olaylar yaşanmamışsa da
Türk ve Müslüman nüfusun ağırlıkta olduğu bir bölgede idareye karşı başlatılan
ihtilâl girişimi azımsanmamalıdır. Zira harekete geçmek için bölgedeki dengenin
bozulmasını büyük bir hevesle bekleyen ve Bosna sınırının hemen ötesinde
bulunan iki milletin varlığı unutulmamalıdır.

116
2. 1. 4. İşkodra: Karadağ Bölgesi

Karadağ, Osmanlı Devleti’ne bağlı, bazı gayriresmi imtiyazları olan ve iç


yönetiminde “vladika” adında dini görevlilerin idaresi altında bulunan bir bölgedir
(Heyet, 1972: 3016). Çoğunluğunda Slav uyrukluların yaşadığı bölge, Osmanlı
Devleti adına ise Bosna ve İşkodra mülki idarecilerinin sorumluluğunda yer
almaktadır. Osmanlı Devleti ve Avrupa devletleri arasında stratejik bir konumda
olan Karadağ, taraflar arasındaki yapılan savaşların etkilerinin yoğunlukta
hissedildiği bir bölge olmuştur. Bilhassa bölgenin söz konusu özelliği Venedik ve
Osmanlılar arasında çıkan çatışmaların ana nedeni olmuştur. Nitekim Girit’in fethi
sırasında Venedikler, Karadağlıları isyana teşvik ederek bölgede huzursuzlukların
çıkmasına yol açmışlardır (Anderson, 2001: 180-186). Daha sonraki dönemlerde
bölgede Osmanlı hakimiyetine karşı çıkan isyanlar bir sürerlilik içinde devam
etmiş; bu olaylarda Rusya, Fransa ve Avusturya da etkin rol oynamıştır (Çakır,
2022: 6-9). Bölgedeki söz konusu huzursuzluk sosyal yapının şekillenmesinde de
etkili olmuş, özellikle eşkıyalık faaliyetlerinin ortaya çıkmasına sebebiyet
vermiştir (Temizer, 2015: 633-334). Dolayısıyla 1848 İhtilâlleri sırasında Karadağ
bölgesindeki gelişmeler, Bâbıâli için oldukça önemli hale gelmiştir. Bu dönemde
Karadağ bölgesinden sorumlu olan İşkodra Mutasarrıfı Mazhar Osman, Bâbıâli’ye
bir rapor yollayarak bölgedeki gelişmeleri aktarmıştır.

Bâbıâli’ye yollanan raporda yer alan bilgilere göre, Karadağ bölgesinde


ayrılıkçı düşünceye sahip kimselerin olduğu ve ihtilâlin etkisiyle bazı olayların
dahi çıktığı anlaşılmaktadır. İşkodra Mutasarrıfı Mazhar Osman, Bâbıâli’ye
yaşanan olaylar nedeniyle tahkikatlar yaptırdığını ve mevcut şartlarda
yaşananların Osmanlı Devleti için tehdit oluşturacak nitelikte büyük meseleler
olmadığını bildirmiştir. Mazhar Osman, yazısında Karadağ bölgesindeki ihtilâl
kaynaklı olayların büyümemesi için Osmanlı Devleti’ne bağlı olan memurların
bölgede yaşayan Hristiyan tebaanın rencide olmasına yol açacak davranışlarda
bulunulmaması noktasında uyarıldıklarının altını çizerek, çok fazla çaba sarf
edilmesine rağmen özellikle Hristiyan reayanın eski sakinliğini kaybettiğini
aktarmıştır. Bu nedenle bilhassa dışarıdan bazı propagandistlerin gelip zaten
huzursuz olan halkı kışkırtmalarını engellemek amacıyla bölgeye gelip gidenlerin
kontrol edildiklerini, ayrıca yabancı matbuatlar aracılığıyla halka ihtilâl fikrinin

117
aşılanmasından çekinildiği için tüm yazılı kaynakların ve ilaveten gümrük ve
iskelelerdeki evrakların dahi incelendiğini vurgulamıştır. Öte yandan Mazhar
Osman, Bâbıâli yetkililerine ihtilâlin göstergelerinin olup olmadığını anlamak
amacıyla yapılacak araştırmaların Hristiyan tebaa üzerinde olumsuz etki
bırakmasından endişelendiğini ifade etmiştir. Bu nedenle her türlü soruşturmanın
ve güvenlik önlemlerinin gizlice yapılmasının daha doğru olduğunu belirtmiştir.
Ek olarak bölgede tedbir alınmış olmasına rağmen esasında alınabilecek en doğru
tedbirin hem Müslüman hem de Hristiyan milletlerin devlete olan bağlılıklarını
arttırmak ve reayayı ihtilâl düşüncesinin onlar için faydalı olmayacağına
inandırmak olduğunun altını çizmiştir (A. MKT, 123: 82/1; 27 Nisan 1848).

Karadağ bölgesindeki gelişmeleri Bâbıâli’ye ileten Mazhar Osman’ın


raporunda yer almayan fakat bölgede gerçekleşen olayların ve ihtilâl
girişimlerinin arkasında yer alan kişiler hakkındaki bilgileri ise Viyana Sefiri
Şekib Efendi Bâbıâli’ye ulaştırmıştır. Karadağ’daki olaylar patlak vermeden
hemen önce bölgenin iç işlerinden sorumlu “Karadağ piskoposunun” diğer bir
ifadeyle vladikasının Viyana’ya geldiğini haber alan Şekib Efendi, bilginin
doğruluğunu tespit etmek için bir araştırma başlatmıştır. Araştırma neticesinde
haberin doğru olduğunu anlayınca da piskoposun bulunduğu yeri öğrenip, gizlice
buraya birkaç adam yollayarak piskoposun faaliyetlerini, kimlerle görüştüğünü
öğrenmiştir. Şekib Efendi’nin araştırması sonucunda din adamının Viyana’da bir
grup Hırvat ile görüştüğü ve asıl amacının Avusturya Sırplarını Karadağ’da ihtilâl
çıkarmaları için tahrik etmek olduğu anlaşılmıştır. Hatta Viyana’ya gitmeden önce
Tuna kıyılarında bulunan bir kasabayı ziyaret etmiş, buradaki reayayı
ayaklanmaları için kışkırtmak istemiş ancak başarısız olmuş ve kasaba ahalisi
tarafından kovulmuştur. Bu olayın hemen ardından bir grup Karadağlı eşkıya
Avusturya sınırına saldırmış, taraflar arasında yaşanan çatışmalarda her iki taraf
da büyük zarar görmüştür. Tıpkı bu olaylarda olduğu gibi Karadağ’da gerçekleşen
ayaklanmaların da piskoposun kışkırtmaları neticesinde çıktığı tespit edilmiştir.
Şekib Efendi’nin Bâbıâli yetkililerine aktardığına göre Karadağ piskoposunun söz
konusu olayları çıkarması sadece bir ön hazırlık olmuştur. Asıl hedef, yandaşlarını
ve Avusturya Sırplarından oluşan bir grup Belgrad’daki Sırplarla birleştikten
sonra Bosna’nın alınmasıyla Karadağ’ın da dahil olduğu bağımsız, milli bir devlet
kurmaktı (İ. HR, 45: 2100/2; 4 Nisan 1848).

118
Ayrıca Viyana Sefiri yetkililere, Karadağ piskoposunun niyetinin
bağımsız bir devlet olduğunu öğrendikten sonra Belgrad Sırplarının konu
hakkında ne düşündüğüne dair de bir araştırma yaptığını, bu araştırma sonucu
Osmanlı tebaasından olan Sırpların da bu fikre sıcak baktıklarını hatta bu konuda
şayet knezleri kendilerine muhalif olursa onu dahi ortadan kaldırmaya söz
verdikleri bilgisine ulaştığını belirtmiştir. Ancak Şekib Efendi’ye göre Slav
Krallığı sevdasında olan bu komite oldukça eski bir örgütlenmedir ve Batı Avrupa
kaynaklı ihtilâlci fikirlerin etkisiyle yeniden bir araya gelmişlerdir; ancak bahsi
geçen düşüncelerini ciddiyete dönüştürecek kadar güçlü bir hareket değillerdir (İ.
HR, 45: 2100/2; 4 Nisan 1848).

Her ne kadar Karadağ piskoposunun siyasî bir yönü de olsa, bu dönemde


dini kimlik taşıyan birinin ihtilâl yanlısı bir tavır takınmasının sebeplerinden biri
de Balkan topraklarında ulusçuluğun doğuşunda ve yayılmasında kilise
bürokrasisinin başat rol oynaması ve din adamlarının milli kimliğin inşası
sürecinde önemli roller üstlenmiş olmalarından kaynaklanmaktadır (Sadoğlu,
2016: 6). Zira Hobsbawm’ın da vurguladığı gibi 1848 İhtilâli’ne kadar topluma
dayanan milliyetçi hareketler, bu tarihten sonra büyük oranda kiliseyle
özdeşleşmiş ve dinin bütünleştirici yanından faydalanarak ilerlemiştir
(Hobsbawm, 2012: 153).

1848 İhtilâli sırasında Osmanlı Balkanlarında da dini milliyetçilik41


bağlamında din adamlarının halk arasında ihtilâli yayma çalışmalarını pek çok kez
görmek mümkündür. Tüm bu süreçte özellikle Karadağ piskoposu aktif rol
üstlenmişse de bu konuda başka din adamlarının da faaliyetlerine rastlanmıştır.
Mesela Hersek valisinin Bâbıâli’ye yolladığı bir yazıda, Hersek’te bir din
adamının faaliyetlerini gösteren raporlar yer almaktadır. Vali, Hristiyan din
adamının Hersek ve Viyana’da ihtilâle taraftar aradığını belirterek, piskopos
olduğunu düşündüğü din adamıyla görüşmek amacıyla iki ecnebi askerin
Hersek’e geldiğini belirtmiştir. Piskopos, iki asker dışında eşkıya ve isyancıların
reisleriyle de görüşmüş ve onlarla birlikte ahaliyi isyana teşvik etmeye çalışmıştır

41
Dini Milliyetçilik, 1848 İhtilâli’nden sonra Osmanlı Devleti’nin de kullanacağı bir argüman
olmuştur. 1850’lerden sonra Osmanlı idaresi altında bulunan İslam toprakları Batılı devletlerin
idaresine girmeye başlayınca devleti bir arada tutmak için İslamcılık siyasetiyle Müslümanları…
Ayrıntıları için bkz. Özcan. A. (2001). İslâmcılık, İslâm Ansiklopedisi, (C.23, ss.70-71). Ankara:
Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları.

119
(A. MKT, 194: 75; 1 Ocak 1849). Dolayısıyla piskopos, Hersek’teki reayayı
olumsuz yönde etkilemiş ve irili ufaklı ayaklanmaların başlamasına neden
olmuştur. Hersek valisi bölgede bulunan askerin olayları durdurmakta yeterli
olmadığını vurgulayarak Bâbıâli’den Bosna’da bulunan askerlerden bir kısmının
takviye kuvvet olarak bölgeye gönderilmesini talep etmiştir (A. AMD, 6: 67; 3
Şubat 1848). Bu noktada din ve milliyetçilik hakkında bir parantez açmakta fayda
vardır; böylelikle dini milliyetçiliği ve 1848 İhtilâli esnasında din adamlarının
faaliyetleri daha anlaşılır olabilir. Din ve milletçilik ilişkisi aslında oldukça
karmaşıktır. Zira milliyetçiliği dini görmezlikten geldiği ya da yerini doldurmaya
çalıştığı veyahut birbirlerinden beslendiği dönemler olmuştur. Balkan
milliyetçiliği de bu son seçeneğe uygun ilerlemiştir. Özellikle Batı tezlerinde 1789
Fransız İhtilâli’nin kiliseye karşı başlatılan bir başkaldırı olarak da görülmesi, 19.
yüzyılda ulus devlet inşa sürecinde sekülerizmin benimsenmesine ve dine karşı
baskıcı bir yol izlenmesine neden olmuştur. Ancak bu durum Balkan
milliyetçiliğinde değişmiş ve din ve milliyetçilik ideolojisi birbirini beslemiştir.
Örneğin Bulgarlar kendileri asimile etmeye çalışan Rumlara karşı başlattıkları
mücadelede kiliseden destek almıştır. Yine bu bağlamda Osmanlı Sırpları
kimliklerini millet sistemi gereğince müstakil kiliseleri sayesinde
koruyabilmişlerdir. Kısacası Balkanlarda din, milliyetçi unsurların korunmasına
katkı sağlayarak, Slavlar, Bulgarlar ve Rumların bağımsızlık kazanmasına etkin
rol almıştır (Kökce, 2021: 2777-2782). Dolayısıyla 1848 İhtilâli, din adamlarına
kendi kiliseleri merkezli isyan hareketini tetiklemek ve kışkırtmak için bir
enstrüman olmuştur. Ancak bu dini milliyetçilik için geçerlidir; zira kilisenin en
büyük düşmanı, yapısı ve ideolojisi gereği ihtilâl fikirdir.

1848 İhtilâli sırasında Karadağ’da büyük olaylar yaşanmamış olsa da 1848


yılı haziran ayında Almanya başta olmak üzere Batılı devletlerde, Osmanlı
Devleti’nin büyük bir hevesle Karadağ’a asker çıkarmak için altmış bin ila yüz bin
kadar askerî birliğin toplandığına ve bu birliğin harekete geçeceğine dair haberler
dolaşmıştır (The Times, 22.06.1848: 3). Özetle ihtilâl sırasında Karadağ bölgesi
için alınan tedbirler, yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. Ahmed Cevdet Paşa,
1848’in hemen sonrasında devletin Karadağ politikalarının büyük zararlara yol
açtığının hatta bunun da konu hakkında ricali uyaran Mustafa Reşit Paşa’yı haklı
çıkardığının altını çizmiştir (Ahmed Cevdet, 1991: 14-15). 1848 İhtilâli ile İkinci

120
Fransa Cumhuriyeti’nin başına geçen Louis Napoleon, rejim değişikliğine gidip
hemen akabinde başta Almanya ve İtalya’nın milli birlik meselelerine olmak
üzere neredeyse kıtada çıkan tüm milli birlik ayaklanmalarına destek olmuştur. Bu
bağlamda özellikle 1789 İhtilâli’nden sonra milliyetçilik fikrinden yoğun olarak
etkilenen Karadağlıların da III. Napoleon’un yardımını almış olması oldukça
muhtemeldir (Çakır, 2022: 7-8). Nitekim 1848 İhtilâli’nin etkilerinin henüz kıtada
görüldü 1850 yılında başlayan ve Karadağ’ın bağımsızlığını kazanmasını sağlayan
isyanlar da Karadağlıların 1848 İhtilâli’nden yoğun şekilde etkilendiğine işaret
etmektedir.

2. 1. 5. Vidin

14. yüzyılın sonunda Osmanlı idaresine girmiş ve 18. yüzyıla kadar bir
millet olarak adı geçmeyen Bulgarlar,42 Balkan sıradağlarının her iki yanında
bulunan köylerdeki Hristiyan reayanın büyük bir bölümünü oluşturmuştur
(Karpat, 2015: 50-51). Ancak 19. yüzyıl ile beraber Bulgar milli uyanışının ilk
emareleri görülmeye başlanmış, aynı yüzyıl itibariyle Bulgar topluluklarının
huzursuzlukları isyanlara dönüşmüştür. Milliyetçi temelli olmasa dahi Bulgarlar
arasındaki en önemli isyanlar 19. yüzyılda başlarken 1848’e kadar olan süreçte en

42
Bulgarların milli kimliğinin uyanışı Avrupa’daki milliyetçilik süreçlerine ve özelliklerine
sahiptir. Bu bağlamda Bulgar milliyetçiği komşu halkların yani Yunanlar ve Sırpların
ulusçuluğuna benzemektedir. Bulgar ulusal devrimcilerinin ideolojisi üzerine araştırmalarda,
yabancı ulusal hareketlerin, özellikle İtalyan ve Yunan (Filiki Eterya) etkisinin; Fransız İhtilâli ve
1848 İhtilâli fikirlerinden daha etkili olduğu kanıtlanmıştır (Daskalov 2004: 13). 19. yüzyılın ilk
yarısındaki Bulgar isyanlarının tarihi geçişine bakıldığında da bu anlaşılmaktadır. Bulgarların ilk
isyanı 1821-1829 Yunan İhtilâli dönemine denk gelmektedir. Küçük bir Bulgar grup devlete karşı
isyan başlatmış lakin bu teşebbüs Edirne Antlaşması şartlarına uymak zorunda olan Rusya
tarafından durdurulmuştur. Bir süre sonra Tırnova’da bir grup tüccar öncülüğünde Bulgaristan’ının
bağımsızlığı için ayaklanma tertip edilmişse de Bâbıâli’nin erken müdahalesi sayesinde fiiliyata
dönüşmeden sonlandırılmıştır (Selimoğlu, 1987: 20-21). Bu iki cılız hareketten sonra Bulgarlar ilk
ciddi isyanlarını 1841’de Niş’te başlatmışlardır. Niş’teki ayaklanmaların altında Sırp Knez
Miloş’un ilhak ettiği topraklarda artan Sırp nüfusun, Müslüman reayanın memnuniyetsizliği,
Tanzimat uygulaması ve buna riayet etmeyen memurların etkisi gibi birçok neden bulunmaktadır
(İnalcık, 1992: 28-33). Bu isyanda Sırplar, Slavlık bağları ekseninde Bulgarları bağımsızlık
yönünde kışkırtmıştır (Toprak, 2019: 254-259). Daha fazla ayrıntı için bkz: Mead Osmani, XIX.
Yüzyılda Niş Sancağı, Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayınlanmamış Yüksek
Lisans Tezi), 2011; Bulgar Milliyetçiliğin doğuşu, Osmanlı Devleti’yle Bulgar halkı ilişkileri ve
Sırpların etkisine dair ayrıca bkz: Charles-Barbara Jelavich, The Establishment of the Balkan
National States, 1804-1920, University of Washington Press, Seattle and London,2000, s.128-140:
Ana-Teodora Kurkina, State Boundaries in the Minds of Men: Bulgarian Intellectuals Dividing the
Balkans in the Mid-19th Century, Colloquia Humanistica 8 (2019), S.17-36: Tanzimat
Fermanı’nın Bulgar milliyetçiliğine tesadüfi katkısı ve nasıl Bulgar devrimine katkı sağladığına
dair bkz: Cyrus Hamlin, Among the Turks, New York American Tract Society, 1877, s.267-268.

121
büyük ayaklanma 1843 Niş İsyanı olmuştur. 1848 İhtilâli’nin hemen sonrasında
yaşanacak 1849 Vidin İsyanı ise diğer bir önemli ayaklanma olacaktır.

19. yüzyılda Bulgarlar arasında filizlenen milliyetçi duygular ve 1843’te


Bulgar nüfusun ağırlıkta olduğu Niş’te çıkan isyan, 1848 İhtilâli sırasında
Bâbıâli’nin Bulgar topluluklarının yaşadığı bölgeler hakkında endişe duymasına
neden olmuştur. Söz konusu bölgelerin başında Vidin gelmektedir. Vidin, Tuna
bölgesindeki coğrafî konumu ve özellikle Tuna Nehri üzerinde stratejik bir güce
sahip olduğu için Osmanlı Devleti için önemli bir eyalet olup devletin kuzey
sınırlarını korumak maksadıyla askerî üs43 haline getirilmiştir (Kayapınar, 2004:
119).

1848 İhtilâli’nin henüz başlarındayken Vidin Müşiri Hüseyin Paşa,


Osmanlı Hükümeti’ne yolladığı yazıda Hristiyan reayanın tavırlarında ihtilâl
düşüncesiyle ayaklanmaya dair bir hareket olmadığını ifade ederek mevcut
şartlarda tek sorunun dış kaynaklı tehditler olduğunu vurgulamıştır. Bu kapsamda
Vidin ahalisini bu tarz tehlikelerden korumak amacıyla, Vidin’deki halkın başta
devlete kırgınlığı olan ve Vidin idaresiyle sorunları bulunan Hristiyan reayanın,
ardından ise diğer ahali içinde ayrılıkçı fikirlere sahip kimselerin hedefi haline
gelmesini engellemek için bir dizi tedbir alındığını ifade etmiştir (A. MKT, 123:
6/1; 23 Nisan 1848).

Vidin’deki bu durum 1848’in sonuna doğru değişmiş, huzursuzluklar


başlamıştır. Hüseyin Paşa Bâbıâli’ye yolladığı rapor aracılığıyla, Balkanlar’da
bulunan Hristiyan reayanın Osmanlı idaresi altında memnun olmalarına rağmen
ihtilâl girişiminde bulunduklarını iletmiştir. Paşa, Vidin’de gerçekleşen olayların
ayrıntısına değinmemekle beraber, bölgede cereyan eden olayların benzerinin
Balkanlardaki diğer bölgelerde de yaşandığını belirtmiştir. Hüseyin Paşa’nın
Tırnova Muhassılı Ömer Faiz Paşa ve Sofya Muhassılı Şakir Bey’den edindiği
bilgilere göre Rumeli’deki Rum ve Bulgar milletlerin “fesad” diğer bir deyişle
ihtilâl niyetiyle bazı ayaklanmalar çıkardıkları, aynı problemin Filibe’de de
yaşandığına dair duyumlarının olduğu ortaya çıkmıştır. Filibe’de bulunan ihtilâl
yanlısı metropolit ve kocabaşlar, ahaliyi yanlarına çekmek amacıyla bazı köylerde
maddi durumu kötü olan kimselerin samanlıklarını yaktırmış, mallarını çaldırtmış

43
Osmanlı Devleti’nin Vidin’i askerî amaçlarla kullanması bölgenin burada asker yoğunluğuna ve
askerî yapıların artmasına neden olmuştur (Aydın, 2015: 13).

122
ve bazı kişileri ise öldürtmüşlerdir. Bölgede yaşanan olayları durdurmak için bazı
girişimlerde bulunulup önlemler alınsa da metropolit ve diğer ihtilâl yanlısı
gruplar, tüm uyarılara rağmen faaliyetlerini durdurmamış; halka eziyet ederek
devlete karşı ayaklanmaları için faaliyetlerine devam etmişlerdir. Üstelik ihtilâl
fikrini daha geniş bir bölgeye yaymak için harekete geçmiş ve Bulgar milletlerin
Osmanlı yönetimine kızmasına yol açacak bazı konularda ilannâmeler bastırıp
dağıtmış, halkın kendilerini desteklemesi için yazılı olarak propaganda yapmaya
başlamışlardır (I. MTZ, (04), 1: 13/2; 5 Ocak 1849). Bu bilgilerden hareketle
Vidin’de de ihtilâl yanlısı grupların ahaliyi ayaklanması için kışkırttıkları ve
bunun neticesinde ise bazı olayların yaşandığı görülmektedir.

Yine Bulgarların karıştığı olaylar nedeniyle Bâbıâli’ye bir tahrirat yollayan


Filibe Valisi Mehmed İsmail, Bulgarların yol açtığı olaylar ve Rumeli’de çıkan
ayaklanmalar hakkında Rusya’nın Bükreş’teki askerî komutanın kendisine
mektup yazdığını belirterek konu hakkında bilgi istediğini iletmiştir (I. MTZ,
(04), 1: 13/2; 5 Ocak 1849). Bu tarihten sonra Vidin’den Dersaadet’e yollanan
raporların çoğu 1849 yılındaki Vidin İsyanı ile alakalıdır. Halil İnalcık “Tanzimat
ve Bulgar Meselesi” adlı çalışmasında, 19. yüzyılın ilk yarısında tek millet
ülküsüyle büyük bir girişime başlayan Bulgarların liberal ve nasyonalist bir
hareket olan 1848 İhtilâllerinden etkilendiğini ve ihtilâlin dolaylı olarak 1849’da
çıkan Vidin İsyanı’nda rolü olduğunu vurgulamaktadır. İnalcık, isyan sırasında
daha önce de bu topraklarda faaliyet gösteren, 1848 İhtilâli’ni açık bir şekilde
destekleyen gerek ayaklanmalarda gerekse diğer problemlerde aktif olarak yer
alan bazı Sırplar ve Rusların 1849 İsyanı’nda da rol almış olma ihtimalinin yüksek
olduğunun altını çizmiştir. Ayrıca Eflâk ve Boğdan’daki ihtilâl girişiminin Bulgar
milletleri üzerinde oldukça etkili olduğunu belirtmiştir (İnalcık, 1992: 11-14).

Osmanlı arşiv kaynaklarında var olan bazı bilgiler, Halil İnalcık’ın


aktardıklarını destekler niteliktedir. Bâbıâli, Silistre valisinin yolladığı bir
rapordan hareketle, 1849 yılında Vidin, Filibe ve Niş valiliklerine, Şubat 1848
İhtilâli’nden kaynaklı bazı girişimlerin olabileceği hakkında bir ihtarnâme
yollayarak bazı uyarılarda bulunmuştur. Söz konusu raporda, Bükreş’te bulunan
Rus kumandanın Yorgi adında tercümanını ve yaklaşık on kişilik bir grubu
Avrupa’daki ihtilâli yayması için Rumeli kıtasında bulunan Rum ve Bulgar
milletlerinin yaşadığı yerlere yolladığı ve onlardan buralardaki ahalinin fikirlerini

123
değiştirip, onları kışkırtarak ayaklanmalar çıkarmalarını istediği bilgisi yer
almaktadır (A. MKT, 167: 94/1; 7 Ocak 1849).

Vidin valisi, kendisine ulaşan ihtarnâmeye istinaden sadarete yolladığı


yazıda, Avusturya Devleti’nde bulunan ve Osmanlı Devleti’ne karşı düşmanlık
besleyen bazı Slavların Bulgar bölgesindeki ahaliyi de kışkırtmak ve tıpkı
Avusturya’da olduğu gibi bir ihtilâl çıkarmak için sözleştiklerini ve çalışmalara
başladıkları bilgisine ulaştığını ifade etmiştir. Vali, bu bilgi doğrultusunda
gereken tüm önlemleri aldığını, herhangi bir soruna karşı teyakkuz halinde
olunduğunu vurgulayarak Avusturya tarafından Osmanlı topraklarına Slav
ırkından ihtilâlcilerin girmesine mâni olmak için huduttan geçen her Slav’ın
takibe alınması emrine harfiyen uyulduğunun altını çizmiştir. Aslında Avusturya
Slavlarının Bulgar topraklarına geçerek, buralarda ayaklanma çıkarma yoluyla bir
ihtilâl başlatma düşüncelerine dair bilgiler Osmanlı idarecileri tarafından da
bilinmektedir. Zira Bâbıâli, daha önce Avusturya sınırlarında yer alan
eyaletlerindeki yetkilileri bu konuyla ilgili uyarmıştır (A. MKT, 167: 94/1; 7 Ocak
1849).

Bu bilgilerden de anlaşılacağı gibi 1849 Vidin Ayaklanması, bir köylü


ayaklanması haricinde 1848 İhtilâli’nin yol açtığı bir ayaklanma olarak telakki
edilebilir. Bu bağlamda çalışmanın konusu gereği 1849 yılında Vidin’deki
olaylara da kısaca bakmakta fayda vardır. Böylece 1848 İhtilâli’nin isyanlarda
etkisinin olup olmadığına dair emareleri anlamak daha kolay olacaktır.

2. 1. 5. 1. 1849 Vidin

1849’daki Vidin İsyanının en büyük nedeni, memurların sebep olduğu


yüksek vergi meselesidir. Köylülerin hasat ettiği mahsullerin gerçek miktarının
üzerinde oynanması, halktan fazla vergi tahsil edilmesi hatta beş yaşındaki
çocuktan dahi cizye alınması gibi pek çok kalemde usulsüzlükler yapılması, reaya
arasında büyük huzursuzlukların çıkmasına yol açmıştır. Halk, yasal yollarla
duruma çözüm bulmaya çalışmışsa da edilen tüm şikayetler idare tarafından
görmezden gelinmiştir. Neticede bu duruma daha fazla dayanamayan Bojnica
köylüleri, nisan ayında harekete geçerek ayaklanmıştır (Toprak, 2019: 260).

124
Vidin’de başlayan ayaklanmaların ayrıntılarının yer aldığı rapora göre
Sırbistan’dan gelen silahlı yedi eşkıya, Vidin’e bağlı Bojnica köyüne giderek aynı
görüşte olduğu ve huzursuzluk çıkarmaya meyilli kişilerle birleşerek köyün
Subaşı’nı kovmuş, “Sırbistan’dan on bin asker geliyor,” diyerek ahaliyi isyana
çağırmış ve ayaklanmalara katılmayı reddettikleri takdirde köyü yakmakla tehdit
etmişlerdir. Huzursuzluk çıkarmak isteyen bu isyancıların tehditlerine boyun
eğmeyen bir kısım köylü, devlete ihanet etmek yerine ailelerini alıp dağlara
kaçarak köyü boşaltmışlardır. Bojnica’da ayaklanma çıktığını haber alan Vidin
metropoliti bir papaz, iki çorbacı44 ve birkaç subayı bölgeye yollamak suretiyle
eşkıyayla ittifak yapan kişilere uyarılarda bulunarak çıkan ayaklanmayı bastırmış,
olaylar sırasında korkudan dağlara kaçan köylüleri geri getirmiştir. Ayaklanmalar
sırasında eşkıyalarla iş birliği yapanlara olayların büyümemesi için bir ceza
verilmemiş fakat eşkıyaların geri gelmesi halinde onları hemen askerlere teslim
etmeleri istenmiştir. Söz konusu ayaklanma sonrası bölge yetkilileri, önlem almak
ve Vidin’deki Hristiyan Sırpların ve benzer grupların tahriklere kanmalarını
engellemek için köylerin ileri gelenlerini ve papazlarını çağırarak yaşadıkları
yerlerdeki Hristiyan reayayı ayrılıkçı fikirlere kanmamaları noktasında
uyarmalarını istemiştir (I. MTZ, (04), 1: 17/2; 3 Mayıs 1849).

Neticede yetkililerin olayları durdurmak için aldığı önlemler ve yapılan


uyarılar işe yaramamış, Sırplar tarafından kandırılan reaya, tekrar ayaklanarak
bazı dernek ve karakollara saldırmıştır. Askerler ve isyancı gruplar arasında çıkan
çatışmalardan korkan Sırp elebaşılar, olayların yaşandığı bölgeden kaçarak başka
köylere gidip buralardaki ahaliyi kışkırtmışlardır. Çıkan olayları durdurmak
maksadıyla bölgeye gönderilen Sahra Nahiye Müdürü, Zaptiye Başı, Rum din
adamının görevlendirdiği bir papaz ve köylülerin ileri gelenlerinden iki kişi,
ayaklanan ahaliyi sakinleştirmeye çalışmışlardır. Ancak reaya, köylerinde bulunan
askerlerin hemen gitmesini isteyerek anlaşmaya yanaşmamıştır (I. MTZ, (04), 1:
17/3; 3 Mayıs 1849).

Bu arada Vidin’deki ayaklanmaların arkasında Sırpların olduğu söylemleri


üzerine Sırbistan idaresi, hükümet üyelerinden Avram Kâhya aracılığıyla
Bâbıâli’ye bir yazı göndererek Sırpların bu olaylarla ilgisinin olmadığını ve
44
Bulgar soylularının ileri gelenleri bkz: Ali Yaycıoğlu, 2016). Partners of the Empire The Crisis
of the Ottoman Order in the Age of Revolutions, Redwood City- Kaliforniya: Stanford University
Press. s.187

125
yaptıkları araştırmalar neticesinde söz konusu Sırpların kimler olduğunu tespit
ettiğini bildirmiştir. Buna göre eskiden beri Belgrad’da yaşayan ve ihtilâl yanlısı
olduğundan şüphelenilen birkaç kişi ile Niş’de ikamet eden ihtilâl yanlısı birkaç
Bulgar, Belgrad’da bir araya gelerek sorun çıkarmak için Vidin bölgesine
gitmişlerdir. Avram Kâhya bu kişilerin batıl düşüncelere kapılarak ihtilâl
çıkarmak niyetinde olduklarının altını çizmiş ve Aleksandar Karadordeviç’in bu
girişimden haberdar olmasının ardından olaya hemen müdahale ettiğini ve asileri
yakalattırarak hapse attırdığını aktarmıştır (I. MTZ, (04), 1: 17/4; 3 Mayıs 1849).

Avram Kâhya yazısında, bu asilerden birinin Vidin’e bağlı Bojnica


köylülerinden olduğunu ve zamanında Aleksandar Karadordeviç’in tütüncülüğünü
yaptığını ve daha önce de kendi köyündeki ahaliyi kışkırtarak ayaklanma
çıkmasına neden olduğunu bildirmeyi de ihmal etmemiştir. Avram Kâhya Vidinli,
bu asinin Sırp başknezinin kendisini desteklediğini söyleyerek ahaliyi kandırdığını
ve bunun kesinlikle doğru olmadığını ifade etmiştir. Hatta Zayçar adındaki bir
yerden bazı kişiler gelip söz konusu bilginin doğruluğunu teyit ettirmeye dahi
çalışmıştır. Ayrılıkçı düşüncelere sahip bu kişilere, haberin kesinlikle yalan
olduğu, ayaklanmaları durdurmadıkları halde asla affedilmeyecekleri ve
başlattıkları ayaklanmaların kesinlikle vahametle neticeleneceği vurgulanarak
Sırpların kendilerine asla yardım etmeyecekleri söylenmiştir (I. MTZ, (04), 1:
17/4; 3 Mayıs 1849).

Kâhya, ihtilâl amacı güden insanlara, birinin dahi bölgeden gitmeye


kalkışması halinde derhal tutuklanıp zindana atılacakları uyarısında
bulunulduğunu belirtmiştir. Ayrıca Vidin ve Niş’in güvenliği için buralara gitmek
isteyen kişilerin kontrol edildiği ve daha önce herhangi bir olaya karışmamış
kişiler ve tüccarlar haricinde hiç kimsenin seyahatine izin verilmediğini
vurgulamıştır. Ayrıca Kâhya, bu ayaklanmaların korkulduğu gibi bir şey olmadığı
ve olayların yakında durulacağı görüşünde olduğunu da ifade etmiştir. Lakin
bölgede yaşananlardan dolayı bir an önce karakollar kurulması ve olaylar
karşısında paniğe kapılmadan akıllıca davranılması gerektiğinin altını çizmiştir (I.
MTZ, (04), 1: 17/4; 3 Mayıs 1849).

Her ne kadar Sırp Hükümeti isyanlarla ilgisinin olduğunu reddetse de


Miloş Obrenovic’in ve Sırpların Büyük Slav Devleti’ni kurmak amacıyla

126
Bulgarları Bâbıâli’ye karşı kışkırtarak Vidin’deki köylü ayaklanmalarını
desteklediklerine dair kesin bilgiler bulunmaktadır. Gerçekte, Sırplar ve Bulgarlar
arasında karşılıklı çıkar ilişkisi mevcuttur; çünkü Bulgarlar, bağımsızlıklarını
kazanmak için Sırpların desteğine ihtiyaç duyduklarını bilmektedirler (Toprak,
2019: 260-261).

1848 sonlarında ve 1849’da Bâbıâli’ye yollanan yazılara bakıldığında


Bulgarların, Balkanların birçok yerinde ihtilâl çıkarmak istedikleri görülmektedir.
Bu noktada da Bojnica’da çıkan olaylara yol açan nedenlere, bunun arkasındaki
kişilere ve halkı kışkırtmak için kullanılan argümanlara bakıldığında 1849 Vidin
İsyanı’nı sadece vergi meselesi sebebiyle çıkan köylü ayaklanması olarak
değerlendirmek eksik bir yorum olacaktır.

2. 1. 6. Niş

19. yüzyılın başından 1848’e kadar geçen süreçte Osmanlı’da Bulgarların


yol açtığı en büyük ayaklanmanın Niş’te yaşandığına daha önce değinilmiştir.
Dolayısıyla 1848 İhtilâli döneminde Bâbıâli, Bulgarların yaşadığı Niş’e ayrıca
yoğunlaşmıştır. Çünkü 1841 yılında bölgede çıkan ayaklanmalar sonrasında eski
düzen bozulmuş, yerini huzursuzluk almıştır. Bundan ötürü 1848 İhtilâli’nin Niş’e
sirayet etmemesi oldukça önemlidir. İhtilâlin patlak vermesinin ardından bölgeden
gelen raporda, ihtilâl çıkarmak amacıyla bazı olaylara teşebbüs edildiği ancak
herhangi bir olayın yaşanmadığı anlaşılmaktadır. Niş valisinin aktardığına göre
halk arasında, ihtilâl yanlılarının Niş’te ayaklanma çıkaracağına yönelik bazı
dedikodular yayılmıştır. Vali, duyumlar üzerine bazı memurlar görevlendirerek
gizli araştırmalar başlatmıştır. Soruşturmalar neticesinde Sırbistan yönetimi
altında bulunan birkaç kalenin dışında kırsalda yaşayan Müslümanların kale
içlerine nakledileceklerine dair bazı bilgilere ulaşılmıştır. Niş valisi bu durumu
ihtilâl riskinin yüksek olmasına bağlamış, bu nedenle bölgenin kontrolünü elinde
tutmak maksadıyla Hristiyanların her hareketinin gizlice takibe alındığını
belirtmiştir (İ. HR, 45: 2134/7; 1 Mayıs 1848).

Niş valisinin Sırbistan’a dair aktardığı bu bilgiler, Avusturya


konsolosunun Sırbistan bölgesindeki Müslümanların tehlikede olduğuna dair
verdiği bilgiler sonrasında Osmanlı Hükümeti’nin konu hakkında harekete
geçtiğini göstermesi bakımından oldukça önemlidir. Zira Bâbıâli’nin gelen

127
bilgileri, sadece duyumdan ibaret olsalar da dikkate aldığını ve gerekenleri
yaptığını göstermektedir.

2. 1. 7. Tırnova

Osmanlı topraklarında Bulgarların yoğunlukta bulunduğu Vidin ve Niş’in


dışında başka yerler de bulunmaktadır. Bir dönem Bulgar Krallığı’nın başkenti
olan Tırnova sancağı da Bulgarların en az Vidin ve Niş kadar yoğun olarak
yaşadıkları yerlerdendir. Bu dönemde nüfusun büyük bölümü Hristiyan olan
Bulgarların ihtilâlden etkilenip ayaklanma çıkarma olasılıkları da oldukça fazladır.
Dolayısıyla Osmanlı Hükümeti, Tuna Nehri civarındaki bölgelere ve Belgrad’a
Dâr-ı Şûrâ-yı Askerî Azası Vamık Efendi’yi, Bulgarların durumunu araştırması
için göndermiştir (İ. HR, 45: 2134/3; 29 Nisan 1848).

Bâbıâli’nin emriyle bölgeye gizlice giden Vamık Efendi, Tırnova


idaresinden sorumlu Vidin Valisi Hüseyin Paşa’yla görüşerek ihtilâl sırasında
Tırnova’daki gelişmelere dair bilgi almıştır. Vidin valisi, Vamık Efendi’ye
bölgedeki hassas dengenin farkında olduklarını, bu bağlamda da reaya ile olan
ilişkilere bilhassa dikkat edildiğini ve Tırnova bölgesinde devlete karşı muhalefet
eden ayrılıkçı düşüncelere sahip kişilerin bulunduğuna dair istihbarat aldığını
belirtmiştir. Bu nedenle Tırnova’daki karyelerin sık sık teftiş edildiğini ve halkın
ayrılıkçı fikirlere sahip bu kişilerden etkilenmemesi için çalışıldığının altını
çizmiştir (İ. HR, 45: 2134/3; 2 Mayıs 1848).

Tırnova’daki gelişmeler hakkında Bâbıâli’ye bilgi veren diğer bir isim


Tırnova Muhassılı Ömer Faiz’dir. Ömer Faiz, Dersaadet’e yolladığı yazısında
Tırnova’da yaptığı araştırmalarda köylerde ihtilâl yanlılarının bulunduğunu ve
gizlice faaliyetler yürütülmesine rağmen ihtilâl niteliği taşıyan bir olayın
yaşanmadığını, gelecekte neler yaşanabileceğini ve var olan sükûnetin ne kadar
devam edeceğinin bilinmediğini ifade etmiştir. Ayrıca bu kişilerin henüz harekete
geçmemelerini, bölgedeki yetkililerin titiz çalışmalarından dolayı soruna yol
açabilecek en ufak bir bahane bulamamalarına dayandırmış ve Tırnova’daki
memurların layıkıyla çalıştığının altını çizmiştir (İ. HR, 45: 2134/3; 2 Mayıs
1848).

128
Vamık Efendi ve Ömer Faiz’in Bâbıâli’ye gönderdikleri raporların
üzerinden bir süre geçtikten sonra bu defa Filibe Valisi Mehmed İsmail, Bâbıâli’yi
Tırnova’da ihtilâl yanlılarının bulunduğuna dair uyarmıştır. Mehmed İsmail Paşa,
Tırnova Muhassılı Ömer Faiz ile yaptığı görüşmede, Rusya’nın Eflâk’ta asker
sayısını arttırmasının ardından Tırnova reayasının Osmanlı Devleti aleyhine
tavırlarının değiştiğini öğrenmiştir. Dahası Tırnova’daki Kazak Müslümanların
çoğu silahlı olarak dolaşmaya başlamıştır. Öyle ki Kazakların bazıları Osmanlı
Devleti için tehdit unsuru haline gelmiştir. Kazaklara yerel idareciler tarafından
sert uyarılar yapılsa da bu uyarılar dikkate alınmamıştır. Dolayısıyla Tırnova’daki
gelişmeler bu bölgede yaşayanların dikkatlerini üzerine çekmeyi başarmıştır.
Tırnova’da yaşananlar, bölge ahalisini de huzursuz etmiştir, hatta bazı
Müslümanlar ve Osmanlı idaresinden memnun olan gayrimüslimler, ihtilâlin
bölge asayişini bozmasına engel olmak için gönüllü olarak yerel savunma
güçlerine katılmışlardır (I. MTZ, (04), 1: 13/3; 5 Ocak 1849).

2. 1. 8. Selanik

Osmanlı Devleti’nin Rumeli’deki en önemli şehirlerinden biri olan


Selanik, Osmanlı dünyasının tarihi süreç boyunca kozmopolit ideoloji merkezi
olmuştur. Bir yandan karadan Avrupa merkeziyle bağlantılı olması diğer yandan
denize konumu nedeniyle önemli bir liman olması buradaki ticari hareketliliği
olduğu gibi fikri hareketliliğinde sürekli canlı kalmasına sebebiyet vermiştir.
Bilhassa Tanzimat Fermanı’nın ilanından sonra Avrupa devletleriyle kurulan
bağlardan ötürü şehir, hızlı bir şekilde büyümeye ve değişmeye başlamıştır
(Gounaius, 1994: 103-118; Anastassiadou, 1998: 15-48). Osmanlı Devleti’nin
İngiltere ile imzaladığı 1838 Balta Limanı Antlaşması’ndan sonra deniz
ticaretinde etkinliği daha da artmış, Selanik limanları birçok Avrupa ticaret
gemilerinin uğrak noktası haline gelmiştir (Yıldız, 2012: 32). Dolayısıyla Selanik
yapısı itibariyle yeni fikirlere ve ideolojilere açık bir düşünce merkezi gibiydi.
Haliyle ihtilâl fikirlerinden en fazla etkilenen Osmanlı eyaletlerinden biriydi.
Bahsi geçen özellikleri ve Yunanistan’a sınırı olması münasebetiyle 1848 İhtilâli
sırasında Osmanlı Hükümeti için oldukça önemli bir eyalet olmuştur. Ancak bu
özellikler ihtilâl sırasında büyük bir dezavantaj haline gelmiş; eyalet, ihtilâlin
kolaylıkla yayılabileceği bir alana dönüşmüştür. Bu bağlamda ihtilâl esnasında

129
mevcut düzenin bozulmaması ve öteden beri ayrılıkçı bir tutum sergileyen
Rumların burada herhangi bir soruna yol açmaması oldukça önem teşkil etmiştir.
Söz konusu nedenlerden dolayı Bâbıâli de Selanik’te yaşanan gelişmeleri
yakından takip etmiştir (İ. HR, 45: 2108/1; 13 Nisan 1848).

Selanik Valisi Mustafa Hıfzı’nın Dersaadet’e yolladığı rapor da


Bâbıâli’nin bölgeyi takibe almasını destekler niteliktedir. Zira Balkan
topraklarının hemen hepsinde olduğu gibi burada da ihtilâl yanlısı diğer bir
deyişle “erbâb-ı fesâddan” olan bazı kişilerin olduğu ortaya çıkmıştır. Ayrılıkçı
düşünceye sahip bu kişiler, Selanik’te ihtilâli yaymaya uygun bölgelere dağılmış
ve halkı kışkırtmak için faaliyete geçmişlerdir. Bu noktada eyalette Osmanlı
idaresinden şikâyetçi olan tebaanın varlığı da, ihtilâl yanlılarına propaganda
yapmak için fırsat sunmuştur. Mustafa Hıfzı yazısında, bu küskün tebaa arasında
ihtilâl hareketinden etkilenen kişiler olmakla birlikte yönetime karşı ayaklanmayı
düşünmeyen kişilerin de bulunduğunu ifade etmiş ve mevcut durumda atılması
gereken en doğru adımın adil davranmak ve reaya arasında huzursuzluğa yol
açacak meselelerden sakınmak olduğunu vurgulamıştır. Dolayısıyla reaya ile idare
arasında güven ortamı oluşturulması oldukça önemli hale gelmiştir. Bu nedenle
Mustafa Hıfzı yazısında, Bâbıâli yönetimine halk arasında alacağı bütün önlemleri
gizli tutması tavsiyesinde bulunmuştur. Çünkü ona göre reayanın, devlet
tarafından takibe alındığını anlaması durumunda tabiiyetlerinin sorgulandığı
hissine kapılıp idareye karşı ayaklanma ihtimali mevcuttur. Üstelik halk arasında
devletin casuslarının dolaştığı anlaşılırsa, bu durum ihtilâli yaymak isteyenler için
de bir koz olacaktır (İ. HR, 45: 2108/1; 13 Nisan 1848).

Mustafa Hıfzı’nın Bâbıâli’ye aktardığına göre Selanik’te ihtilâli yaymak


isteyen kişiler arasında yerel idarede görevli, bölgenin ileri gelenlerinden de bazı
kimseler bulunmaktadır. Mustafa Hıfzı, söz konusu kişilerin ihtilâlci gruplara
yardım ettiğine dair ellerinde kesin kanıtlar olmasına rağmen, ihtilâlcilerin yerel
meclise kadar sızdıklarına dair dedikoduların çıkmaması ve huzursuzluğu
önlemek adına bu bilginin halktan gizlendiğini belirtmiştir. Bu kapsamda da şayet
Selanik ve çevresinde ihtilâl çıkacağına dair herhangi bir haber yayılırsa yerel
idare tarafından bunun yalan olduğu, ayrıca Osmanlı Devleti’nde ihtilâl
çıkacağına dair en ufak bir belirtinin dahi olmadığı halka söylenerek asayiş

130
sağlanması yönünde karar alınmıştır. Hatta bunun de için eyaletin iç bölgelerine
güvenilir bazı memurlar dahi yollanmıştır (İ. HR, 45: 2108/2; 13 Nisan 1848).

Selanik valisi, yazısında mevcut şartlarda eyalette tehdit unsuru olan iki
grup bulunduğunu belirtmektedir. Bunların ilki Selanik merkezinde ve civarında
ikamet eden ecnebilerdir45. Zira Avrupa ile sıkı iletişim ağları bulunan bu kişilerin
gazete alışkanlıkları güçlüdür; Avrupa’da meydana gelen her türlü gelişmeden
anında haberdar olmakta ve ulaştıkları bilgileri kendi aralarında hızla
yaymaktadırlar. Dolayısıyla ihtilâlin gidişatının ve ayaklanmalara yol açan
fikirlerin bilincindedirler (İ. HR, 45: 2108/2; 13 Nisan 1848). Bu noktada Selanik
valisinin gazete vurgusu oldukça önemlidir. Çünkü 1848 İhtilâli’nin Avrupa’da
hızla yayılmasının ve her kesimden destekçi bulmasının ana faktörlerinden biri,
basının 1848 İhtilâli propagandasını üstlenmesidir (Price, 2000: 55). Öyle ki 1848
İhtilâli’nin Paris’te baş göstermesinin akabinde bir hafta içinde üç yüz kadar yeni
gazete yayın hayatına başlamıştır (Ambroise, Rendu, A, 1999: 3)

Vali’nin değindiği diğer tehdit unsuru ise bölgede sayısı oldukça fazla
olan Yunanlardır. Çünkü bu dönemde Selanik ve çevresinde bulunan köy ve
kasabalara Yunan vatandaşı olan ve ayrılıkçı düşünceler barındıran birçok grubun
geldiği tespit edilmiştir. Bu kişilerin köyleri ve kasabaları dolaşarak ahali arasında
karmaşa çıkarmaya çalıştıkları ortaya çıkınca, eyalet idarecileri hızla gerekli
düzenlemeler yaparak ihtilâlci grupları Selanik’ten yollama kararı almışlardır (İ.
HR, 45: 2108/2; 13 Nisan 1848).

Selanik yönetiminin “serseri” diye adlandırdıkları Rum grupları sınır dışı


etmesi ve kendi istekleriyle Osmanlı’dan ayrılıp Yunan vatandaşlığına geçen
Rumlara ücretsiz cizye evrakı verilmemesi, Selanik’teki Yunan konsolosunun
tepkisine yol açmıştır. Bu nedenle Konsolos, Selanik valisine gönderdiği bir
yazıda “Dersaadet’te on beş bin kişiyi aşan Yunan tebaası bulunduğunu,
dolayısıyla Selanik’teki kişilerin de cizye evrakı uygulamasının dışında
bırakılması gerektiğini” ve Yunanların haksız yere sınır dışı edildiklerini
belirtmiştir. Bunun üzerine vali, Yunan konsolosuna bir mektup göndererek

45
Selanik, demografik yapı bakımından bir mozaiği andırmaktadır. Şehir Müslüman, Yahudi ve
Hristiyan halktan oluşmakta; Türk, Arnavut, Yunan, Ulah, İngiliz, Fransız, Alman, İtalyan, Ermeni
vb. birçok ırktan insanı barındırmaktadır (Veinstein, 2001: 27-28). Dini ve etnik bir birleşimin
olduğu Selanik’te nüfusun büyük çoğunluğunu Yahudiler, geri kalanını ise Müslüman ve
Hristiyanlar oluşturmaktadır (Anastassiadou, 2001: 55-71).

131
“Dersaadet’te bulunan Yunan vatandaşlarının misafir olarak ikamet ettikleri,
rahatsız olunan konuda karar verme yetkisinin Bâbıâli’yi ilgilendirdiğini”
vurgulamış ve Selanik’teki Yunan tebaasının çoğunun emlak ve arazi sahipleri
olduğunu, dolayısıyla üstlerine düşeni yapmak zorunda olduklarını belirtmiştir.
Selanik valisi mektubunda bu kişilerin, Yunan ihtilâl yanlılarını da gizlice
desteklediklerinin altını çizmiştir. İlaveten sınır dışı edilen kişilerin, topraklarının
her yerinde serbestçe gezdiklerini ve amaçlarının Osmanlı aleyhine halkı
kışkırtmak olduğunu söyleyerek bu nedenle sınır dışı edildiklerini eklemiştir (İ.
HR, 45: 2108/3; 13 Nisan 1848).

Selanik idaresinin Yunanları bir tehdit unsuru olarak görmelerinin somut


nedenleri de bulunmaktadır. Çünkü elde ettikleri istihbaratlara göre Selanik’teki
Yunanlar, reayayı ayaklanma çıkarmaya ikna etmek amacıyla bir ihtilâl topluluğu
kurmak için faaliyete geçmiştir (İ. HR, 45: 2108/3; 13 Nisan 1848). Ayrıca
Selanik metropoliti de ihtilâl yanlısı olduğunu gösteren bazı tutumlar
sergilemiştir. Bahsi geçen din adamı ihtilâlin başında Selanik’teki nüfuzlu bazı
kişilerle görüşerek Osmanlı Devleti’ne sadık olduğunu söylemiş olmasına
rağmen, daha sonraki dönemlerde bazı yerlerde uygunsuz hareketlerde bulunarak
ihtilâli destekleyen konuşmalar yaptığı ortaya çıkmıştır. Bunun üzerine vali
tarafından bir araştırma başlatılmış ve tahkikatın ardından ihtilâlcilerle empati
kurduğu, kimi zaman da fitnecilere yardım ettiği anlaşılmıştır. Araştırmalarda
ayrıca metropolitin Meclis’in işlerine karıştığı, rüşvet almayı alışkanlık haline
getirdiği, bu yüzden reayanın kendisinden “tiksindiği” hatta kocabaşların
metropolitin “şerrinden” rahatsız oldukları fakat korkularından yetkililere şikâyet
edemedikleri de tespit edilmiştir (A. AMD, 4: 15;19 Nisan 1848).

Selanik yönetimi, metropolitin hareketlerini ve düşüncelerini devlete karşı


sadakatsizlik olarak değerlendirmiş olmasına rağmen, hem politik olarak
Metropolit ile karşılıklı konuşmayı uygun görmemiş hem de ihtilâl döneminde
herhangi bir soruna yol açabileceği endişesiyle ilk etapta herhangi bir yaptırımda
bulunmamıştır. Lakin Selanik’te reayadan bazılarının Yunan pasaportu edindikleri
ortaya çıkınca Metropolit idare merkezine çağırtılmış ve kendisine olayın gerçek
yüzü sorulduğunda ise Metropolit, herhangi bir bilgisinin olmadığı cevabını
vermiştir. Bunun üzerine yerel idareciler, metropolitten konuyu araştırmasını ve
edindiği bilgileri paylaşmasını istemiştir. Fakat metropolitin hem konuyu

132
araştırmadığı hem de bu işe karıştığı tespit edilen kişileri tanıdığı ortaya çıkmıştır.
Selanik valisine göre Metropolit de tıpkı Selanik’teki diğer ayrılıkçı Rumlar gibi
Yunaniyet46 iddiasında bulunmaktadır (A. AMD, 4: 15;19 Nisan 1848).

Tüm bunlara ek olarak bu din adamının bazı yerlerde çirkin ve yersiz


konuştuğu hatta Yunan tebaasından olan Siroz metropolitinin Osmanlı’ya
sadakatini ve bunun için sarf ettiği gayreti ayıplayarak din adamını küçümsediği
ortaya çıkmıştır. Böylece bahsi geçen metropolitin Osmanlı Devleti’ne, reayasına
sadık olmadığı ve Osmanlı menfaatlerine ters davranışlar sergilediği net olarak
anlaşılmıştır. Vali Mustafa Hıfzı, Selanik’teki durumların hassasiyetini göz
önünde bulundurarak Bâbıâli’den memuriyet sıfatına uygun olmayan bu din
adamının görevden alınmasını talep etmiş, yerine ise rütbesi aynı seviyede olan ve
sadakatinden emin olunan başka bir bölgenin metropolitinin Selanik’e
yollanmasını istemiştir (A. AMD, 4: 15; 19 Nisan 1848). Selanik’ten gelen bu
bilgiler doğrultusunda Dersaadet’te bazı görüşmeler yapılmış, metropolitin
azledilmesi ve ihtilâlci fikirleri yaymak isteyen grupların derhal bölgeden
çıkarılmasına yönelik çalışmaların başlatılmasına karar verilmiştir (İ. HR, 45:
2108/4; 23 Nisan 1848).

Selanik’ten gelen bilgilerden anlaşıldığı üzere Rumların tüm çabalarına


rağmen bölgede herhangi bir ayaklanma ya da karmaşa çıkmamıştır. Ayrıca
Balkan topraklarında batıya doğru yaklaştıkça ihtilâli yaymak isteyen kişilerin
değiştiği de görülmektedir.

2. 1. 9. Silistre

İhtilâl döneminde Hristiyan din adamlarının kimi yerlerde halkı


kışkırttığına dair mevcut bilgilerin bir örneği de Silistre’de yaşanmıştır. Silistre’de
bulunan birkaç keşiş, halk arasında ayrılıkçı düşünceleri yaymak için bazı
dedikodular çıkarmış fakat başarılı olamayınca Babadağ kazasına giderek
buradaki Kazakları kışkırtmış ve bazı karışıklıklara yol açmıştır. Söz konusu
olaylar yetkililerin müdahalesi sayesinde daha büyük ayaklanmalara dönüşmeden
bastırılmıştır (A. MKT, 121: 50; 17 Nisan 1848). Kazakların Silistre’deki

46
Yunanlık kavramı, 1829’da kurulan Yunanistan Devleti’nin sınırlarını Bulgarlar, Sırplar,
Makedonyalılar, Latin Ulahları gibi Slavların büyük bir bölümünü içine alacak şekilde genişletme
ve Helenleştirme politikasına karşılık gelmektedir (Karpat, 2017: 12); ayrıca çağdaş Yunan
kimliğinin oluşmasında önemli katkıları vardır (Eren, 2019: 77-85).

133
olaylarda yer alması, Tırnova Muhassılı Ömer Faiz’in Kazakların ihtilâl sırasında
Osmanlı Devleti’ne sorun oluşturdukları ifadesiyle örtüşmektedir. Özetle Silistre
ve Tırnova özelinde ele alındığında gayrimüslimlerden ziyade Müslüman ahali
ihtilâlcilerin çıkarları doğrultusunda kullanılan unsurlar haline gelmiştir.

Bâbıâli, Silistre’de keşişlerin faaliyetleri sonucu karmaşa çıktığına dair


haberleri alınca Silistre valisine bir yazı göndererek gayrimüslim ahali arasında
huzursuzluğa yol açsa dahi söz konusu keşişlerin bir an önce Silistre’den
sürülmesini istemiştir (A. MKT, 121: 50; 17 Nisan 1848). Bâbıâli’nin bu kararı,
ihtilâlin başından itibaren gayrimüslimlerin kışkırtılmaması hususuna yönelik
kararıyla çelişmektedir. Ancak bu çelişki, Silistre’deki olayların yazılanın
ötesinde bir ciddiyete sahip olduğunu göstermesi açısından önemlidir.

2. 1. 10. Tırhala

Rumeli bölgesinde yer alan ve Yunanistan’a sınır olan Tırhala, konumu


nedeniyle ihtilâlin yayılma ihtimali yüksek olan yerlerden biridir. Zira Tırhala
Mutasarrıfı Mehmet Münib Paşa’dan Dersaadet’e gelen raporlar da bunu destekler
niteliktedir. Münib Paşa, yazısında açıkça 1848 İhtilâli’nin bölgeyi etkilediğini
ifade etmektedir. Avrupa’da ihtilâl patlak verdiği haberi Tırhala’ya ulaşır ulaşmaz
bölgede huzursuzluk çıkarmak isteyenler tarafından hırsızlık olayları başlatılmış,
reaya da yaşananlardan dolayı tedirgin olmuştur. Ayrıca Yunan ihtilâl yanlısı
gruplarla ilişkisi olan kişilerin bölgeye izinsiz girip çıktığı fark edilmiştir (A.
MKT, 122: 68/1; 12 Nisan 1848).

Münib Paşa, Tırhala’daki tehlike üzerine araştırma başlatarak özellikle


ihtilâl döneminde tehlikenin merkezi haline gelen kilise gibi birçok yere,
memurlar arasından iyi derecede lisan bilen ve güvenilir kişileri casus olarak
yerleştirmiştir. Bu casusların araştırmaları neticesinde ihtilâl yanlılarının
Tırhala’da halkın sıkıntılı olduğu yerlerde ahaliyi iğfale çalıştıkları lakin reayayı
istedikleri gibi kandıramadıkları, aksine tepkilerden dolayı bu faaliyetlerini
durdurdukları ortaya çıkmıştır (İ. HR, 45: 2134/4; 29 Nisan 1848).

Tırhala’nın içinde bunlar yaşanırken sınır ötesinden de bölgedeki ihtilâl


yanlılarına destek verilmiştir. Bunun en açık göstergesi, Tırhala’ya bağlı Armiye
[Ermiye] Kazası Müdürü Hüseyin Ağa’nın Bâbıâli’ye gönderdiği yazıdır. Hüseyin

134
Ağa yazısında; eskiden Armiye’de yaşayan ve işi nedeniyle Yunanistan’a giden
bir kaptanın dönüşünde yanına geldiğini, Yunanistan’a gittiğinde bir grup Yunan
tüccar ve Mejele kasabasından olan bir tacirin kendisini beklediğini ve iki beygir
yük karşılığında Osmanlı topraklarında bulunan ihtilâlcilere verilmek üzere beş
yük cephane, orada yaşayan Yunanları heveslendirmek ve teşvik etmek amacıyla
para götürmesini istediğini anlatmıştır. Ayrıca söz konusu grubun İzdin civarında
bulunan Yunan askerlerinden bazılarına vermek için yanlarında büyük miktarda
para taşıdıklarına, askerlere aylık yüz ellişer veya iki yüzer kuruş para
verdiklerine dair ihbarda bulunduğunu Bâbıâli’ye bildirmiştir (A. MKT, 115: 32;
13 Mayıs 1848).

Rum ihtilâlcilerin Osmanlı topraklarında ihtilâli yaymak için bir plan


yaptıkları açığa çıkmıştır. Buna göre Yunanların malî olarak destekledikleri kişiler
Osmanlı topraklarına giderek, burada ayrılıkçı fikirlerin propagandasını yapacak
ve ihtilâlin çıkmasına sebebiyet vereceklerdir. Rumlar başlatacakları bu
ayaklanmaların da askerler tarafından püskürtülmesi oldukça zor olacağı
düşüncesindedirler. Zira para alan kişiler verdikleri sözü tutmak için sonuna kadar
mücadele edeceklerdir. Dahası Osmanlı yönetimi, topraklarında meydana gelen
karmaşada Yunanların yardımları olup olmadığını araştırsa dahi herhangi bir
bilgiye ulaşamayacaktır. Böylece ayaklanmaların etkisiyle çıkan huzursuzluk tüm
halkı etkileyecek ve ihtilâl başarıya ulaşacaktır (A. MKT, 115: 32; 13 Mayıs
1848).

Tırhala idaresinin aldığı tüm önlemlere rağmen bir süre sonra Tırhala’ya
bağlı Ağrafa ve Galos nahiyeleriyle Lesin ve Ermiye kazalarındaki Hristiyan ahali
ayaklanmış, taraflar arasında çıkan çatışmalarda ölen ve mallarını kaybedenler
olmuştur. Paskalya gününe denk gelen bu olayın ardından Münib Paşa, Yunan
tebaaya hitaben bir yazı kaleme almıştır. Münib Paşa yazısında, “Paskalya
günlerinizde ırz ve edebinizle davranıp, ilerideki refahınız için kuvvetli
sebepleriniz olması amacıyla güçlü ve sağlam durmanız gerekmektedir; ki bu
tutum insanlığın iyiliğinedir. Altı yüzlerde Mora vakasında meydana gelen fetretin
altı yüz yedi senesinden, şimdiye kadar Yunan’a dahil olan soydaşlarınızın, hiç
zerre kadar rahat yüzü görmediklerine şahit değil miyiz? Ve bundan böyle de
görmeyeceklerini, maziye baktığımızda anlamamız mümkün değil mi?” (İ. HR, 45:
2134/4; 23 Nisan 1848) şeklinde hatırlatma yaparak, Osmanlı Devleti’ne karşı

135
ayaklanıp Yunanistan hakimiyetinde yaşayan Rumların kötü şartlarda
yaşadıklarına ve bunun ceremesini çektiklerine değinmiştir. Ardından bu kişileri
geçmişte yaşadıklarını unutmakla suçlamıştır. Aynı yazının devamında “Osmanlı
Devleti sayesinde Hristiyan sınıfına mensup tebaanın malları, canları, ırzları,
namusları koruma altına alınmış ve refah içinde yaşamaktadırlar. Eşitlik elde
etmek sebebiyle ‘enîkaca politikî’ yani Avrupalıların eşitlik elde etmek için kan
döktükleri şeyleri Osmanlı Devleti Tanzimat-ı Hayriyye ve mülki düzenlemeleriyle
1840 yılında zaten tebaasına vermiştir; hatta diğer tüm devletler, Osmanlı Devleti
tebaasının sekiz yıl önce hürriyetlerini kazanmış olmalarına şaşırmıştır. Bu
cihetle size noksansız adil ve yumuşak davranılmıştır ve sultan sayesinde rahat
davrandığınız da aşikârdır. Hatta bu eşitliği, hürriyet ve adaleti her zaman
gördünüz. Bu surette şayet bu kadar hürriyet ve eşitlikten sonra şükrünü
bilmezseniz Mesih’in size gazap edeceğini bilip fesatlıktan, tahriklerden ve
ayaklanma düşüncelerinden sakının. Avrupa’da gerçekleşen ihtilâl hareketine
bakmayın ve içinizden bazı kendini bilmez varsa onlara ırz ve edeplerini
takınmaları ve rıza göstermeyeceğimiz ters davranışlarda bulunmamaları için
uyarılmalıdır. Özellikle yönetimin gücünü gözeterek, Paskalyanızı kesinlikle hiç
kargaşa çıkarmadan merkezde kutlayınız.” diye Hristiyan reayayı vefasızlıkla
suçlamıştır (İ. HR, 45: 2134/4; 23 Nisan 1848). Münib Paşa bu açıklamalarıyla
bölgede yaşayan gayrimüslimlere ihtilâl yanlılarının vaatlerine kanmamaları
uyarısında bulunmuştur. Bu amaçla gerek geçmişte yaşadıkları sıkıntıları
hatırlatarak gerekse ihtilâl fikrinin Hristiyanlıkta dahi günah olduğunun altını
çizerek gayrimüslimlere ayrılıkçı faaliyetlerin kendilerine daha ziyade zarar
vereceğini hatırlatmıştır.

Tırhala Mutasarrıfı, 1849 yılında Osmanlı Hükümeti’ne yolladığı raporda,


Yunanların bölgede hala Osmanlı tebaasını kışkırtmaya çalıştıklarını ve ihtilâl
çıkarmak isteyen bazı kimselerin Yunanistan’da birtakım girişimlere teşebbüs
ettiklerine dair bazı evrakların kendisine ulaştığını bildirmiştir (A. MKT, 199: 38;
22 Mayıs 1849). Bu arada Tırhala’daki tek tehdidin Rumlar olmadığı ortaya
çıkmıştır. İtalya tarafından Yunanistan’a geçerek buradan Selanik, Tırhala ve
Yanya üzerinden Rumeli’ye altmış kadar ihtilâl yanlısının girmek istediği
öğrenilmiştir. Bu kişiler aynı zamanda Macaristan’daki ihtilâle destek verme
amacı gütmektedirler. Dolayısıyla sadece Osmanlı toprakları için değil, yabancı

136
devlet toprakları için de tehlikeli arz etmektelerdir. Mehmet Münib Paşa, söz
konusu ihbarı alınca ihtilâlcilerin Osmanlı sınırına gizlice gireceklerini düşünerek
sınırlardaki muhafızlara ve iskele müdürlerine haber vermiştir. Hatta ihtilâlcilerin
yakalanması halinde sınır dışı edilmemelerini, Yenişehir'e gönderilerek gözlem
altında tutulmalarını istemiştir (A, MKT, 218:1/1; 9 Ağustos 1849).

2. 1. 11. Yanya

Rumeli’de yer alan Yanya’da da ihtilâl çıkarmak için bazı girişimlerin


olduğu, Yanyalı yetkililer tarafından Bâbıâli’ye bildirilmiştir. Buna göre ihtilâl
yanlısı bir grup, fitne çıkarmak için reaya arasında dolaşmakta ve ihtilâl fikirlerini
yaymaya çalışmaktadır. Hatta ahaliye bütün hazırlıkların tamamlandığına ve
ihtilâle başlayacaklarına dair söylemlerde bulunarak onlardan yardım da
istemişlerdir. Öte yandan Yunanistan’dan Yanya’ya ihtilâl yanlısı bazı kişiler
gelmiş ve bölgede ahaliyi huzursuz edecek bazı dedikodular yaymışlardır. Yanyalı
yetkililer, bu kişilerin faaliyetleri nedeniyle bölgedeki reayanın ihtilâl fikrinden
etkilenme ihtimalinin bulunduğunu bildirmişlerdir (A. MKT. 122, 25: 6/1; 10
Nisan 1848).

Bu haberin Dersaadet’e ulaşması üzerine Rumeli Ordu Müşirinden ve


Atina’da bulunan Osmanlı Sefiri Kostaki’den sınırlarda var olan eksiklerin
giderilmesini istemiştir. Ancak Yanya Müşiri Dersaadet’e bir yazı göndererek
önlemler alınırken dikkatli olunması gerektiği konusunda Bâbıâli’yi uyarmıştır.
Bu kapsamda da Osmanlı idaresinin halkın tepkisine yol açacak uygulamalardan
kaçınılması gerektiğinin altını çizmiştir. İlaveten her ne kadar ahalinin
ihtilâlcilerden etkilendiğine dair emareler bulunsa da şimdilik ayaklanma
olasılığının düşük olduğunu bildirmiştir. Buna rağmen Yanya Müşiri yazısının
sonunda aksi bir durumda bölge ahalisinin devlete karşı ayaklanabileceğini de
vurgulamayı ihmal etmemiştir (A. MKT. 122, 25: 6/1; 10 Nisan 1848). Özetle
Yanya ahalisi ihtilâl düşüncesinden etkilense de, idarenin aldığı önlemler
sayesinde burada da tıpkı Selanik’te olduğu gibi ihtilâlcilerin çabaları sonuçsuz
kalmış, ihtilâle yol açabilecek bir olay yaşanmamıştır.

2. 2. İhtilâlin Adalara Etkisi

137
Osmanlı idaresi, 19. yüzyıldan itibaren Rum nüfusun ağırlıkta olduğu
adalardaki gayrimüslim reayanın güvenini kazanarak onları devlete bağlama
politikası yürütmüştür. Ancak 1821 Mora İsyanı’ndan sonra Kıbrıs, Sakız, Girit
ve Adalar Denizindeki adalarındaki tehlike daha da netleşmiştir (Tansuğ, 2017:
56-58). Zira var olan sorunlar neticesinde Osmanlı’dan ayrılmak isteyen
Rumların süreçte buna katkı sağlayacak tüm dini ve ideolojik akımları
desteklemeleri oldukça olağandır. Dolayısıyla Bâbıâli için adaların 1848
İhtilâli’nden etkilenmemesi, ziyadesiyle önemli bir konu olmuştur. Zira bir süre
önce Osmanlı tebaasından olan Rumların önemli kısmı, çıkardıkları ihtilâl
neticesinde bağımsızlıklarını kazanmışlardır.

Bununla birlikte Akdeniz ve Adalar Denizindeki47 adalarda hem


Osmanlı’nın Batılı devletlerle deniz ticareti yaptığı güzergahlar üzerinde yer
alması hem de coğrafî açıdan yakın bir mesafede bulunmasından ötürü bölgenin
ihtilâlden etkilenme olasılığı oldukça yüksektir. Dolayısıyla Bâbıâli’nin, ihtilâl
sırasında tedbirler kısmında da ele alınacağı gibi, askerî anlamda en çok önlem
aldığı yerlerden biri de adalar olmuştur. İhtilâlin başında itibaren Bâbıâli ve
adalardaki idareciler arasında yapılan yazışmalar sayesinde Limni, Kıbrıs, Girit ve
Midilli gibi adalarda neler yaşandığını öğrenmek mümkün olmuştur.

2. 2. 1. Limni

1846’dan itibaren Limni Adası, Yunanların Megali İdea’yı


gerçekleştirmek için aktif olarak çalıştıkları ve propagandalarını yaptıkları bir yer
olmasından dolayı 1848 İhtilâli esnasında daha da hassas bir mevki olarak
görülmüştür. Öyle ki bu tarihten sonra Ada’ya gelen Yunan konsolosları dahi
ancak Yunanca bilen bir Osmanlı zaptiye çavuşu eşliğinde Ada’ya girebilmiştir
(Tansuğ, 2017: 96).

1848 İhtilâli sırasında Limni Kaymakamı’nın Sadaret’e gönderdiği bir


yazıdan anlaşıldığı üzere Yunanistan’dan Ada’ya ihtilâl yanlısı olduğu tespit
edilen kişiler gelmiştir. Ancak Limni’ye gelenler sadece Rumlar değildir. Hangi
devletlerden geldiği bilinmeyen ayrılıkçı düşüncelere sahip olan yabancılar da
gizlice adaya girmişlerdir. Üstelik Limni ahalisi arasında ihtilâl fikrinden etkilenip

47
Ege Adaları

138
ayaklanma çıkarma potansiyeli yüksek olan kişilerin de olduğu anlaşılmıştır. Bu
nedenle Limni Kaymakamı, ayrılıkçı kişilerin reayayı etkilemelerine ve ihtilâle
dair faaliyetlerine engel olmak için bir dizi çalışma başlatarak ihtilâl yanlısı
Rumları ve Ada’ya gizlice gelen yabancıları tespit edip sınır dışı etmeye
çalışmıştır. Ayrıca reaya arasında hoşnutsuzluğa yol açacak olaylardan
sakınılması için adada görevli memurlara gerekli uyarılarda bulunmuştur (A.
MKT, 123: 95; 29 Nisan 1848).

2. 2. 2. Girit

Akdeniz’deki adaların en önemlilerinden biri olan Girit’te Osmanlı


hâkimiyetine girdikten sonra oluşan bazı küçük sorunlar dışında, Napolyon’un
Mısır Seferi ve Rus İmparatoriçesi Katerina’nın “Bizans yolu hayaline” dek ciddi
sorunlarla karşılaşılmamıştır. 1814’te Bizans İmparatorluğu’nu yeniden
canlandırma projesi ve 1821 Mora İsyanı, Ada’daki bu dengeyi bütünüyle
bozmuş, Girit Rumları Osmanlı idaresine karşı ayaklanmıştır. 1821 ayaklanmaları
neticesinde bağımsızlığını kazanan Yunanlar, hedefleri doğrultusunda Girit
Adası’ndaki ahaliyi kışkırtmaktan vazgeçmemişlerdir. Hatta 1841’de Giritli
Rumlar, Yunanistan’a bağlanmak amacıyla tekrar ayaklanmış ama başarılı
olamamışlardır. Ancak bu durum, Girit’teki ahalinin Osmanlı’dan ayrılma
düşüncesini değiştirmeye yetmemiştir (Banoğlu, 2005: 222-227). Mevcut
şartlarda 1848 İhtilâli, Ada için büyük bir tehlike arz etmiştir. Zira burada ihtilâle
katılmaya hazır bir topluluk bulunmaktadır. İhtilâlin patlak vermesinin ardından
1841 yılındaki Girit İsyanı’nın bastırılmasında büyük bir rolü bulunan Girit Valisi
Mustafa Naili, Bâbıâli’ye Ada’nın durumu hakkında bir rapor yollamıştır.
Mustafa Naili bu raporunda, Ada’yı kendisine vatan edinmiş Hristiyanların
durumunda herhangi bir tuhaflığın fark edilmediğini, Hristiyan ahalinin
halihazırda herhangi bir şikayetlerinin olmadığını ve Girit reayasının günlük
işlerle ve din işleri ile meşgul olduklarını ifade etmiştir. Şu ana kadar bir sorun ve
karmaşanın yaşanmadığını lakin coğrafi olarak Avrupa’ya ve Yunanistan’a yakın
olunması nedeniyle adadaki Hristiyan ahaliye her zamankinden daha fazla dikkat
edilmesi ve iyi davranılması görüşünde olduğunu vurgulamıştır. Ayrıca adadaki
memurlar ve askerlerin, halkın bölgedeki ihtilâl yanlılarının tahriklerine

139
kanmalarını önlemek için her an tetikte olduklarını belirtmiştir (A. MKT, 136:
26/2; 25 Haziran 1848).

Gerçekte ihtilâl yanlılarının Girit’te görülmemesi ve burada bir ayaklanma


çıkmama sebepleri 1841 yılında Girit çıkan isyana dayandırılabilir. Zira bahsi
geçen isyan oldukça kanlı bir şekilde bastırılmıştır ve dolayısıyla isyan ve ihtilâl
arasında geçen süre zarfına bakıldığında ada halkının yeniden böyle bir hadiseye
başvurması beklenen bir durum değildir. Elbette bu sessizlikte adanın idaresinden
sorumlu olan ve 1841 İsyanlarını büyük bir başarıyla bertaraf eden Mustafa
Naili’nin katkısının olduğunun da gözden kaçırılmaması gerekmektedir. Öte
yandan adalıların barındırdıkları bağımsızlık fikri kısa bir süre sonra bölgede
yeniden hareketlenmeye yol açacak ve bağımsızlıkla neticelenecektir.

2. 2. 3. Kıbrıs

Akdeniz’deki en büyük Osmanlı adası olan Kıbrıs da ihtilâl sırasında en az


Girit kadar tehlike altındadır. Eterya Cemiyeti, her seferinde Osmanlı
Hükümeti’nin engeliyle karşılaşsa da Hristiyan reayayı isyana teşvik etmek için
aralıksız çalışmalar yürütmüştür (Hill, 2015: 110).

Kıbrıs Adası Muhassılı İsmail Adil, Bâbıâli’ye gönderdiği yazıda Avrupa


ve Yunanistan’da ihtilâlin boyutunun günden güne arttığını, adanın ihtilâlden
etkilenmemesi için Dersaadet’ten gelen emirler doğrultusunda önlemler alındığını
belirtmiştir. Bu kapsamda adada sık sık kontroller yapıldığını ve asayişin yerinde
olduğunu ifade etmiştir. Ayrıca ihtilâlin Ada’ya yayılmamasının asıl sebebinin
ahalinin çalışmaları olduğunu vurgulamayı ihmal etmemiştir. İsmail Adil
yazısında, Avrupa’daki “uğursuz” ihtilâlin şu ana kadar Kıbrıs’ta bir soruna yol
açmadığını ancak ufak da olsa bir girişim olduğunu bildirmiştir. Bu girişim
Kıbrıs’ın Limassol Limanı’na kayıklarla gelen bir grup Yunan tarafından
gerçekleştirilmiştir. Yunan grup, liman kenti olan Limassol ahalisine, Avrupa’ya
dair görüş beyan etmiş olmalarına rağmen bölge esnafı ve tüccarlar tarafından
destek bulamamıştır. Çok geçmeden ihtilâlci fikirlere sahip gruptan bir Rum,
limanın iç kısımlarına ulaşıp silahla birkaç el ateş açarak küçük çaplı kargaşa
çıkarmıştır (A. MKT. MHM, 6: 12; 29 Haziran 1848).

140
Yaşananlardan rahatsız olan reayadan bazıları müdüriyet konağına giderek
Yunanistan konsolos vekiline bu tarz kötü niyetli kimselerle bir daha alışveriş
yapmak istemediklerini, dolayısıyla Yunanistan’dan gelen bu kişilerin iskelelerini
ve kasabalarını terk etmelerini istediklerini ifade etmişlerdir. Halkın tepki
göstermesi üzerine konsolos vekili, kayıkçı reisini yanına çağırıp olayları sormuş,
akabinde sorun çıkaran bu kişilerin planlarından haberi olmadığını söyleyerek
reayayı sakinleştirmeye çalışmıştır. Bunun üzerine Yunan provokatörler,
Ada’daki memurlara bundan sonra herhangi bir olaya veya fesada
kalkışmayacaklarına dair güvence vermiş fakat yetkililer ihtilâl sırasında böyle bir
risk almayı doğru bulmayarak bu kişilerin adaya giriş izinlerini tedbiren iptal
etmişlerdir (A. MKT. MHM, 6: 12; 29 Haziran 1848).

İsmail Adil, Bâbıâli idaresine Kıbrıs’taki asıl tehlikenin ihtilâl yanlılarının


çıkaracakları sorunlar olmadığını, Avrupa İhtilâli nedeniyle ticaretteki
durgunluğun adayı daha çok etkilediğini ifade etmiştir. Çünkü alışverişin azalması
ahaliyi oldukça tedirgin etmiş, bu ise halkın ayaklanma ihtimalini arttırmıştır (A.
MKT. MHM, 6: 12; 29 Haziran 1848). Bu noktadan bakıldığında 1848 İhtilâli’nin
tetikleyici unsurlarından olan ekonomik sıkıntı, Kıbrıs için de tehlike arz etmiştir;
fakat Avrupa’daki ekonomik sıkıntı ihtilâl öncesi bir sorunken, Kıbrıs’ta ihtilâlin
etkisi ile çıkan bir sorun olmuştur.

2. 2. 4. Midilli

Osmanlı’nın Akdeniz’deki en büyük üçüncü adası olan Midilli, Girit ve


Kıbrıs’a göre ihtilâl sırasında daha az risk altında olan bir bölge olmuştur. Ancak
Midilli Kaymakamı Mehmet Salih’in Dersaadet’e yolladığı yazı sayesinde bahsi
geçen adalara kıyasla burada daha çok sorunun çıktığı görülmüştür. Midilli
halkının ihtilâl fikrine yatkın olabileceği düşüncesinden hareketle ihtilâl yanlısı
olduğu anlaşılan biri, Hristiyanların dini ayinindeki bir konuşma sırasında halkı
kışkırtmak amacıyla, “yöneticilerin dinine mensup” ifadesini kullanarak başka bir
deyişle İslamiyet’e atıfta bulunarak ada reayasından bazılarını rahatsız etmiş ve
olayların çıkmasına sebebiyet vermiştir (İ. HR, 45: 2134/2; 29 Nisan 1848).

Mehmet Salih, bu olayı Hristiyan ahaliyi yönetime karşı kışkırtarak


Avrupa’daki ihtilâli Ada’ya yaymak maksadı taşıyan bir girişim olarak
değerlendirmiştir. Zira Mehmet Salih’e göre Ada’daki Hristiyan tebaanın Osmanlı

141
yönetimine karşı ayaklanması, devletin farklı bölgelerinde fesad niyetiyle dolaşan
ihtilâlci gruplar tarafından fırsat olarak değerlendirilecektir. Ayrıca bu gruplar
arasındaki kişilerin çoğunun Rum olmasını ve adanın Yunanistan’ın yakınında yer
almasını da göz önünde bulundurarak bu olayın Rumlar tarafından kasti olarak
çıkartıldığı düşüncesinde olduğunu ifade etmiştir. Midilli’deki bu olay beklendiği
gibi sonuçlanmamış; burada yaşayan Hristiyan halk, provokatörlerin söylemlerine
kanmamıştır ve olaylar kısa bir süre içinde sonlanmıştır (İ. HR, 45: 2134/2; 29
Nisan 1848).

2. 3. İhtilâlin Diğer Bölgelere Etkisi

Osmanlı devlet adamları, Müslüman nüfusun ağırlıkta bulunduğu Anadolu


ve Orta Doğu topraklarında 1848 İhtilâli’nin yayılmasından endişe etmişlerdir. Bu
doğrultuda ihtilâl sonrası kaleme alınan genelge; Diyarbakır, Trabzon, Erzurum,
Halep, Lübnan gibi eyaletlere de yollanarak bu bölgelerde gerçekleşme ihtimali
olan bir ihtilâl hareketine karşı yerel idareciler uyarılmıştır (A. MKT, 123: 69; 27
Nisan 1848).

Dersaadet’ten buralara yollanan genelgede bilhassa Hristiyan gayrimüslim


tebaaya dikkat edilmesi vurgusu yapılmıştır. 1848 İhtilâli’nin çıktığı coğrafya ve
halkın inanışı göz önünde bulundurulduğunda, “Neden Hristiyanlar?” sorusuna
yanıt bulmak pek güç değildir. Öte yandan devletin dağılma paranoyası Osmanlı
gayrimüslimleri üzerinde ciddi etkisi olmuştur. Ancak bu daha çok Balkanlar
Rumeli ve Levant coğrafyası için geçerlidir. Devlet, gayrimüslim tebaayı bekası
ve toplumsal huzuru ve ahengi için potansiyel bir tehlike olarak görmeye
başlamıştır. Dolayısıyla söz konusu genelgenin devletin doğusunda yer alan
bölgelere gönderilmesi de aslında bu paranoyadan kaynaklanmaktadır. Bu
noktada bazı eyalet idarecilerinden Dersaadet’e gönderilen kimi raporlara
bakmakta fayda vardır. Böylece 1848 İhtilâli sırasında özellikle Anadolu
topraklarındaki Hristiyanlar başta olmak üzere gayrimüslim tebaanın Osmanlı için
bir tehlike unsuru oluşturup oluşturmadığını ve devletin bu korkusunda haklılık
payı olup olmadığını bir nebze olsun anlamak mümkün olacaktır.

Trabzon Valisi İsmail Rahmi, Bâbıâli’ye gönderdiği raporunda ihtilâl


yanlısı ve ayrılıkçı fikirler barındıran bazı kişilerin bölgeye geldiği belirtilmiştir.
Eyalet yetkililerine ulaşan istihbaratlara göre bu kişiler, ihtilâl propagandası

142
yaparak halkı devlete karşı kışkırtmayı ve ayaklanma çıkarmayı
hedeflemektedirler. Buna karşın İsmail Rahim yazısının devamında eyalette ihtilâl
kaynaklı bir ayaklanma çıkma ihtimalinin olmadığını ifade ederek, bu öngörüsünü
de bölgede yaşayan Osmanlı öncesi Hristiyan halkın, daha önce burada hâkimiyet
sürmüş yöneticilerin48 zulüm ve eziyetlerine maruz kalmalarına ve akıllarında hâlâ
o dönemin hatıralarını barındırmalarına dayandırmıştır. Bu nedenle eskiye
nazaran şimdiki Osmanlı yönetiminden ve var olan düzenden memnun olan
Hristiyan reayanın, ayrılıkçı bir girişimde bulunma olasılığının görülmediğini
vurgulamıştır (A. MKT, 122: 79/2; 23 Nisan 1848).

İsmail Rahmi Bey, bölgedeki Hristiyan reayanın devletten memnun


olmasının bir başka nedenini ise Tanzimat Fermanı’na bağlamaktadır. Çünkü
Tanzimat uygulamasının getirdiği eşitlik hükümleri gereğince, Hristiyan tebaanın
önde gelenleri yerel meclislerde azalık görevi üstlenmiş ve yönetimde söz sahibi
olmuşlardır. Trabzon valisine göre bu durum, Trabzon’daki Hristiyan tebaa
arasında memnuniyetle karşılanmakla birlikte, görevin getirdiği iftihar ve lütuf
nedeniyle bu zümrelerin Osmanlı Devleti’ne karşı olası isyan teşebbüslerini yok
denecek kadar azaltmıştır. İlaveten Tanzimat düzenlemesiyle vergiler konusunda
yapılan yenilikler de Hristiyan reayanın devlete karşı ayaklanmaması noktasında
önemli bir etkendir. Çünkü yeni vergi düzenlemesi bölgedeki Hristiyanların
durumlarına ve nüfuslarına göre belirlenmiştir. Hane başına elli kuruştan az vergi
düşmesi ve bu miktarın neredeyse Müslümanlarla aynı olması eyaletteki
gayrimüslimler tarafından memnuniyetle karşılanmıştır ve dolayısıyla bu
ayrıcalığı kaybetmeyi göze alamayacaklardır (A. MKT, 122: 79/2; 23 Nisan
1848).

Bu bağlamda Vali İsmail Rahmi, ihtilâl yanlılarının eyalette taraftar


bulması noktasında hiç şanslarının olmadığı düşüncesindedir. Ayrıca
Trabzon’daki gayrimüslim tebaanın Müslüman nüfusa oranla ancak yüzde beş
kadar olması da bölgede ihtilâlci bir ayaklanmaya karşı avantaj olarak
görülmektedir. Zira ihtilâl kaynaklı olası bir isyanda Müslüman nüfusun fazla

48
Trabzon Osmanlı Devleti egemenliğine girmeden önce, bölge Trabzon Rum İmparatorluğu
hâkimiyeti altındaydı. Trabzon Rum İmparatorluğu, 1204 yılında IV. Haçlı Seferi sırasında henüz
İstanbul Latinler tarafından işgal edilmeden önce, Bizans İmparatoru I. Andronikos’un kaçan
torunları tarafından Doğu Karadeniz’de aynı yıl kurulmuştur. İmparatorluk 257 yıl boyunca Fatih
Sultan Mehmed’in bölgeyi fethine kadar devam etmiştir (Keçiş, 2009: 143-162).

143
olmasının da avantajıyla karmaşa kolaylıkla bertaraf edilebilecektir. Fakat tüm
bunlara rağmen Trabzon’da ihtilâl yanlılarının bulunduğunun altını çizen İsmail
Rahmi, ihtilâlcilerin şimdiye kadar fikirlerini açıkça ifade etmediklerini belirterek,
Bâbıâli yetkililerine bundan sonraki süreçte “fesadcıların” harekete geçip,
bölgede bir ayaklanma çıkarmalarına izin verilmeyeceğini vurgulamıştır (A.
MKT, 122: 79/2; 23 Nisan 1848).

Diyarbakır valisi Mehmed Bey’in merkeze gönderdiği raporda ise eyalette


bir ayaklanma ya da ihtilâl benzeri bir ayrılıkçı hareketle karşılaşılmadığı
anlaşılmaktadır. Diyarbakır valisi bunu tıpkı Trabzon Valisi İsmail Rahmi gibi
bazı nedenlere bağlamıştır; bunlardan ilki Diyarbakır’da yaşayan gayrimüslim ve
yabancıların Bâbıâli idaresinden ve yerel yönetimden memnun olmasıdır. Buna
rağmen gayrimüslim ahalinin ihtilâl sırasında herhangi bir sorun çıkarmasına
engel olmak için devlet dairelerinde işleri bulunan gayrimüslimlere bir dizi
esneklik sağlanarak mevcut durum korunmaya çalışılmıştır. Bölgede ihtilâlci bir
girişimde bulunulmamasının diğer bir sebebi de yabancı devlet memurlarının
olmamasıdır (A. MKT, 123: 69; 27 Nisan 1848). Trabzon ve Diyarbakır
valilerinin raporlarına bakıldığında bu dönemde Anadolu toprakları üzerinde
yaşayan gayrimüslimlerin 1848 İhtilâli sırasında henüz bir tehlike oluşturmadığı
görülmektedir.

Öte yandan Anadolu’daki başka bölgelerde 1848 İhtilâli’nin etkileri farklı


açılardan hissedilmiştir. Örneğin, 1839 Tanzimat Fermanı’nın maddeleri
doğrultusunda yürürlüğe konan uygulamalar, Anadolu’da problemlere yol açmış
ve bazı ayaklanmalara neden olmuştur (Uzun, 2002: 23). Temelinde vergi
meselesi bulunan ve 1848 İhtilâli’nin yaşandığı döneme denk gelen Anadolu’daki
söz konusu isyanlar, Bâbıâli’nin buralara asker takviyesi yapamaması nedeniyle
kimi zaman gereğinden fazla uzamış, ahalinin mağdur olmasına yol açmıştır (İ.
MVL, 12:18). Dolayısıyla 1848 İhtilâli bölgenin asayişinin bozulmasına yol açmış
ve Anadolu’daki kimi yerlerin dolaylı olarak ihtilâlden etkilenmesine sebebiyet
vermiştir.

Orta Doğu’da ise özellikle Lübnan, Bâbıâli’nin dikkatini yönettiği önemli


eyaletlerden olmuş; ihtilâlin başlamasının ardından yapılan müzakerelerde
Lübnan’a dair endişeler yönetimin gündemine gelmiştir. Özellikle Fransızların

144
Beriyyetüşşam’da etkili olan politikaları nedeniyle ihtilâli fırsat bilerek burada
ayaklanma çıkarma olasılıkları oldukça yüksek olduğu düşüncesi hâkim olmuştur.
(İ. MSM, 67: 1927/4; 28 Mart 1848). Nitekim Fransa Sefiri Süleyman Paşa’nın
Fransa’da ihtilâl yanlısı Alphonse de Lamartine’in geçici olarak Dışişleri Bakanı
atanmasından sonra Bâbıâli’ye yolladığı bir tahrirde de neden Lübnan’a önem
verilmesi gerektiğini anlamak mümkün olmuştur. Süleyman Paşa, Bâbıâli
yetkililerine daha önce Lamartine’in Cebel-i Lübnan hakkında kamaralardaki
konuşmaları sonucunda Fransızların galeyana geldiğini hatta bunun akisleri
sonucunda Lübnan’da ayaklanmaların çıktığını ve Osmanlı Devleti’nin bu olayı
bastırana kadar çok zorluk çektiğini hatırlatmıştır. Bu bağlamda Lamartine’in
Lübnan’ı yeniden karıştıracağı ihtimalinin olduğunu, Lübnan’da bulunan bazı
ihtilâlci kimselerin, Lamartine’in desteğini arkalarında hissedip tekrar
ayaklanabileceklerini vurgulamıştır (HR. MKT, 19, 65: 1/2; 1 Mart 1848).

Ayrıca Diyarbakır valisi de Dersaadet’e yolladığı yazısında asıl dikkat


edilmesi gereken yerin Beriyyetüşşam bölgesi olduğunun altını çizerek askerlerin
bu bölgeye yollanmasını uygun gördüğünü ifade etmiş ve aldığı bu kararla
haddini aşmış olsa dahi bölgenin güvenliği için söz konusu uyarıyı yapmayı
zorunluluk olarak gördüğünü vurgulamıştır (A. MKT, 123: 69: 1/1; 27 Nisan
1848). Dolayısıyla Bâbıâli yetkilileri harekete geçmiş ve Arabistan Ordu Müşiri
Namık Paşa’ya ve Sayda Valisi Mustafa Paşa’ya bölgede araştırmalar yapmaları
ve en ufak bir meselenin dahi dikkatlice irdelenmesi uyarısında bulunmuşlardır (İ.
MSM, 67: 1927/4; 28 Mart 1848).

2. 4. Yunanların 1848 İhtilâli’ni Osmanlı Topraklarına Yayma


Çabaları
1821 yılı itibariyle Osmanlı Devleti’nde isyan başlatan Yunanlar, bu
dönemden itibaren Osmanlı Devleti’ni kendi topraklarını işgal ettiği gerekçesiyle
bir düşman olarak nitelendirmişlerdir. Bu kapsamda bağımsızlıklarını
kazanmalarının akabinde, Megali İdea hedeflerine ulaşmak; Yunanların hakkı
olduğunu iddia ettikleri toprakları ele geçirmek amacıyla yıkıcı faaliyetlerine ara
vermeden devam etmişlerdir (Özsüer, 2015: 168). Bu noktadan bakıldığında 1848
İhtilâli, Yunanlar açısından bulunmaz bir fırsat olarak görülmüştür. Nitekim Atina
Sefiri Kostaki’nin Osmanlı Hükümeti’ne yolladığı yazılar da bunun doğruluğunu
ispat etmektedir. Kostaki’nin yazılarında hem Osmanlı Devleti’nin Rumeli

145
sınırlarında gerçekleşen olaylara hem de Yunanistan’daki ihtilâle ve iki devletin
diplomatik faaliyetlerine dair bilgilere ulaşmak mümkündür. Atina Sefiri
Kostaki’nin Bâbıâli’ye yolladığı raporlarda özellikle Yunanların Osmanlı
topraklarında ihtilâli yayma düşüncesinde olduğu açık bir şekilde görülmektedir
(A. MKT, 122: 25/3; 9 Nisan 1848).

Atina Sefiri Kostaki, ihtilâlin başlamasından sonra Bâbıâli’ye yolladığı


raporunda İtalya, Fransa, Avusturya, Bavyera ve Prusya’da olduğu gibi
Yunanistan’da da yönetimin değişme ihtimali olduğunu belirtmiştir. İlaveten
Rumların bir ihtilâl hareketi başlatma niyetlerinin olduğunu, bu amaçla da göreve
bazı Fransız yanlısı devlet adamlarının getirildiğini ve cumhuriyetin ilan
edileceğine dair haberlerin arttığını vurgulamıştır. Buna rağmen Atina Sefiri
Kostaki’ye göre Yunanistan’da karmaşa yaratarak ayaklanma çıkarmak
isteyenlerin asıl maksadı Osmanlı Devleti’ni rahatsız etmektir. Bu doğrultuda
1841 yılında49 olduğu gibi, Osmanlı topraklarında yer alan komşu sancaklarda
ayrılıkçı fikirler yayarak bir kargaşa çıkarmak istemektedirler. Hatta bu amaçla
ihtilâl yanlısı Rumlar küçük bir ordu kurmuş, para toplamış, bazı kitaplar basmış
ve bunları reayayı Osmanlı Devleti’ne karşı kışkırtmak ve ihtilâl çıkarmak için
Yenişehir, Selanik ve Rumeli’ye göndermişlerdir (A. MKT, 122: 25/3; 9 Nisan
1848).

Kostaki, yazısında Rumların bu faaliyeti neticesinde Osmanlı reayasından


bazılarının fikirlerinin değiştiğini ve kısmen de olsa Rumların amaçlarına
ulaştığına dair bilgilerin kendisine kadar geldiğini aktarmıştır. Durumun ciddiyeti
üzerine olayların iç yüzünü anlamak amacıyla birkaç defa Yunanistan Dışişleri
Vekili’nin evine gittiğini ifade eden Atina Sefiri, görüşmeler sırasında Osmanlı
Devleti’ne sığınmacı olarak giren kişiler arasında firari kaptanlardan eski Başvekil
General Çavlas, eski askerî kumandan Binbaşı Viko, Maliye Muavini Yanyalı
Tamitoz ve Selanikli Hekim Damyanoz gibi isimlerin de bulunduğunu, bunların
Osmanlı ve Yunanistan arasındaki barışı bozmak ve ihtilâli yaymak için Osmanlı
sınır sancaklarına gittiklerini öğrendiğini belirtmiştir (A. MKT, 122: 25/3; 9 Nisan
1848).

49
1841 Girit olayları esnasında Yunanistan’dan Ada’ya ahali arasında nifak çıkarmak ve Rumları
isyana teşvik etmek için Yunanistanlı Rumlar gönderilmiştir. Ayrıca 1841’de Girit valiliğine
atanan Mustafa Naili’nin yaptığı araştırmalarda Ada’ya gizlice gelen silahlı yabancıların dış
devletlerden izin aldığı açığa çıkmıştır (Değirmenci, 2019: 40-59).

146
Bu görüşme sırasında Yunan yetkili, Osmanlı topraklarında bulunan
ihtilâlcilerin Yunanlarla zerre kadar alakalarının olmadığını; Yunan Hükümeti’nin
bu tarz söylemleri ve hareketleri kabul etmediğini hatta genel bir bildirge ile halka
ihtilâlci girişimlere izin verilmeyeceğinin ilan edileceğini belirtmiştir. Bu
bağlamda düşmanca girişimlerin yasaklanması ve dahli olanların sınır dışı
edilmesi için bazı düzenlemeler dahi yapıldığını vurgulamıştır (A. MKT, 122:
25/3; 9 Nisan 1848).

Atina’da bulunan gizli ihtilâl cemiyetlerinin broşürler ve kitapçıklar


bastığı, bunları Tırhala, Yanya, Selanik, Edirne ve diğer Rumeli eyaletlerindeki
reayayı isyana davet etmek için yollayacakları haberi Dersaadet’e ulaşmıştır.
İhtilâl fitnesini barındıran bu yazıların ayrılıkçı düşüncelere sahip olduğu bilinen
Yunan şair Aleksandar Suço tarafından kaleme alındığı ve sadece Yunanistan’da
değil bütün Osmanlı topraklarında gizlice basıldığı bilgisine de ulaşılmıştır (İ.
MSM, 67: 1964/6;18 Nisan 1848).

Rumeli topraklarında Yunanların ihtilâl çıkaracağı haberi üzerine Osmanlı


Hükümeti, Rum tarafına, ihtilâlcilerin destek aldığı Yunan sınırlarında taraflar
arasındaki iletişimin kesilmesi için iki devletin birlikte hareket etmesi gerektiğini
belirtmiş ve iş birliği esnasında çıkacak olan masrafların ortaklaşa karşılanmasını
teklif etmiştir. Yunan yetkililer, ihtilâl yanlısı Rumların Osmanlı sınır
sancaklarında ayaklanma çıkaracaklarına dair haberleri yalanlamamışlardır.
Ancak korkulacak bir şey olmadığını, bu gibi hareketlere teşebbüs edenler
hakkında gereken kanuni işlemlerin yapılacağını ve alınacak tedbirler için
hükümete bilgi verildiğini, hatta ihtilâl yanlısı taşra görevlilerinin ikaz edildiğini
belirtmişlerdir (A. MKT, 122: 25/3; 29 Nisan 1848).

Rum yetkililerin bu vaadi üzerine Atina Sefiri Kostaki, asiler ve isyancılar


hakkında bir ceza kanunnâmesi çıkarılmadığı ve bu kişiler görevlerinden
azledilmedikleri sürece, Bâbıâli’nin Yunan Hükümeti’nin olaylarla bağlantılarının
bulunmadığına ikna olmasının mümkün gözükmediğini Rum tarafına bildirmiştir.
Zira Kostaki’ye göre ihtilâlciler, hükümetin yaptırım kararı almamasını
kendilerine destek olarak algılayacaklardır ve bu durum onları daha da
heveslendirecektir. Öyle ki bu algı Yunan hükümet binasında, diğer bir deyişle

147
mecliste dahi ihtilâl için hazırlıklar yapılmasına sebep olacaktır (A. MKT, 122:
25/3; 29 Nisan 1848).

Kostaki Musurus, Rum yetkililere ayrıca Osmanlı Hükümeti’nin,


Yunanistan vatandaşı Rumların ve vekillerin sınırlardaki Osmanlı gayrimüslim
tebaası arasında soruna neden olmaları halinde, Devlet-i Aliyye’nin yönetim
tarzına ve ılımlı politikasına uymayacak şekilde sert önlemler alınmasına karar
verdiğini aktarmıştır. İlaveten Yunanistan’ın tedbir almamasının milletler
hukukuna aykırı olduğunun altını çizerek, bu şartlarda Osmanlı Devleti’nin kendi
topraklarını korumak için her türlü önlemi alma ve ihtilâlcileri ortadan kaldırmak
için gerekeni yapma hakkına sahip olduğunu vurgulamıştır (A. MKT, 122: 25/3;
29 Nisan 1848).

Bâbıâli, Atina Sefiri aracılığıyla Yunan yetkilileri uyarmasına rağmen


Yunan Hükümeti tarafından fiili olarak bir önlem alınmamıştır. Öte yandan bu
sıralarda Yunanistan’da ayaklanmalar çıkmıştır. Kostaki bu ayaklanmaları,
Osmanlı reayasını etkileyeceği düşüncesiyle büyük bir “esef ve keder” olarak
nitelendirmiştir. Çünkü Kostaki’ye göre Osmanlı topraklarındaki ihtilâl taraftarları
ve karmaşa peşinde olanların Yunanistan’a girip, buradaki ihtilâle katılıp ardından
Devlet-i Aliyye’de ayaklanma çıkarmak için geri dönme ihtimalleri oldukça
yüksektir (A. MKT, 122: 25/3; 29 Nisan 1848).

Yunanistan’da çıkan ihtilâlin sonrasında Kostaki, Bâbıâli’ye bir uyarıda


bulunarak sınırlardaki güvenliğin arttırılması gerektiğini bildirmiştir. Atina
Sefiri’ne göre sınırlardaki görevliler, söz konusu bölgelerdeki halkın hareketlerini
gözlem altına almalıdır. Bu bağlamda da Yunanistan’dan Osmanlı topraklarına
gizlice girip çıkmaya çalışan kişilere; bunların kimlerle iletişim kurduklarına,
ahbaplık ettiklerine; ayrılıkçı fikirde olduğundan şüphe edilen kimselerin
mektuplarına dikkat edilmesi gerektiğini belirtmiş ve herhangi bir olay karşısında
şiddete başvurmadan duruma hâkim olunmasının zorunlu olduğunu ifade etmiştir
(A. MKT, 122: 25/3; 29 Nisan 1848).

Bu arada Osmanlı’ya iltica eden ve yukarıda da bahsi geçen bazı Yunan


din adamları ve askerler, Yunanistan’daki ihtilâl girişiminin ardından kral
tarafından affedilerek geri çağrılmışlardır. Fakat bu kişilerden yüksek rütbeli bir
asker, Yunan tarafına geçtikten sonra ailesinin yanına gideceğini söyleyerek

148
gruptan ayrılmış, bir süre sonra iki yüz kadar silahlı Yunanlı ile isyan başlatarak
kralın ve hükümetin görevden ayrılmasını istemiştir. Neticede bu isyan hareketi
özellikle sınır bölgeleri başta olmak üzere Yunanistan’da hızla yayılmıştır. Yunan
ordusundan yaklaşık iki yüz askerin olaylara müdahale etmek için harekete geçtiği
esnada Selanik çevresinde bulunan altı yüz firari de Yunan ihtilâlcilere katılmıştır
(İ. MSM, 67: 1964/4; 18 Nisan 1848).

Bu gelişme, iki devlet arasında sorunlar çıkmasına neden olmuştur.


Yunanlar, bu isyanlarda Osmanlı topraklarından gelen ve Yunan eşkıyalarla
birleşenler arasında Osmanlı Arnavutların da olduğunu ileri sürerek sınırdaki
Osmanlı subaylarının görevlerini tam olarak yapamadıkları gerekçesiyle
Bâbıâli’yi suçlamışlardır. Suçlama üzerine Atina Sefiri, Yunan idaresine giderek
iddiaların doğru olmadığını, ayaklananlar arasında Müslümanlar varsa dahi
bunların daha önce Yunanistan’a iltica etmiş firari Arnavut eşkıyaları olduklarını
belirtmiştir (İ. MSM, 67: 1964/4: 18 Nisan 1848). Yunanistan’ın olaylarda
Osmanlı Hükümeti’ni sorumlu tutmasından ötürü Münib Paşa, İzdin 50 sınırına
Nizamiye askeri yerleştirerek hem eskiden Osmanlı tebaasından olan
Müslümanların hem de Nasara Arnavutlarının sınırdan geçmesini engellemeye
çalışmıştır. Yunanlar da Valensa’dan Osmanlı topraklarına girmek isteyen
eşkıyalara karşı bölgeye kendi askerlerini yerleştirmişlerdir.

Yunanistan’daki olayların ardından Hariciye Nezareti’nden Rum


Hükümeti’ne bir yazı gönderilerek Yunanistan’daki ihtilâlcilerle Osmanlı
Devleti’nin bir bağlantısı bulunmadığını, bu tarz bir ihtilâl hareketine asla
tenezzül edilmeyeceğini ve asıl amacın farklı olduğunu bildirmiştir. Bu bağlamda
Rumeli Ordu Müşiri ve Tırhala Mutasarrıfı Münib Paşa’ya Yunan “serserilerin”
ihtilâl çıkarma niyetinde oldukları için sınırdan geçmelerine asla izin verilmemesi
ve ek önlem alınması hususunda uyarılarda bulunulmuştur. Öte yandan
Tırhala’daki gelişmeleri yakından takip etmesi için Bâbıâli’den bir memurun
olmasına karar verilmiş ve bu amaçla Selanik’teki Bâbıâli Tercüme Odası’nda
kalem memuru olan Sami Efendi buraya yollanmıştır (HR. MKT, 20: 71/1; 31
Mayıs 1848).

50
1832 yılına kadar Osmanlı Devleti topraklarına dahil olan İzdin’nin nüfusunun büyük bölümünü
Müslüman halk oluşturmaktadır. 1815’te 1810 haneden 1060’ı Müslümanlara aittir (Kiel, 2001:
505).

149
Yine bu kapsamda Yunan yetkililer, Bâbıâli’ye; isyana katılan bazı asilerin
Osmanlı Devleti’ne iltica etmek istediklerini ve eğer bu taleplerine olumlu bir
yanıt alırlarsa daha önce Tırhala’da kabul edilen Yunanlar gibi hareket
edeceklerini, böyle bir durumda ise hem Osmanlı’da hem de kendi topraklarında
isyana ve fesada yol açacaklarını iletmişlerdir. Öte yandan ihtilâlcilerin iltica
taleplerinin kabul edilmesinin hem Eterya Cemiyeti’nin amacına ulaşması hem de
cemiyet faaliyetlerine daha kararlı bir şekilde devam edilmesi anlamına geldiğinin
altı çizilmiştir. Zira cemiyet, ihtilâl hareketini Osmanlı topraklarına yaymayı
hedeflemektedir. Dolayısıyla Bâbıâli’den, hiç olmazsa buna engel olmak için dahi
iltica taleplerinin kabul edilmemesi istenmiştir. Gerçekte Atina Hükümeti’nin
Eterya Cemiyeti’nin faaliyetlerini açığa çıkarması, cemiyetin Yunanistan’daki
ayaklanmalarda rol almasından kaynaklanmaktadır. Özetle Eterya Cemiyeti ve
Rum Hükümeti, 1848 İhtilâli sırasında karşı karşıya gelmiştir (İ. MSM, 67, 1964:
4/2: 18 Nisan 1848).

Valensa’daki ayaklanmadan sonra Yunanistan’da asilerin çoğunun


Müslüman Türkler olduğu haberleri yayılmıştır. Yunan Hükümeti, bunun daha
büyük sorunlara yol açacağı endişesiyle, isyanın Müslümanlar tarafından
çıkarılmadığı, bu tarz haberlerin kastî olarak yayıldığı ve ihtilâlcilerin asıl
maksadının halkı yalan haberle manipüle ederek Osmanlı’ya karşı düşmanlık
oluşturmak olduğu hakkında bir bildiri yayımlanmasına sebebiyet vermiştir.
Bildiride olayların bu şekilde lanse edilmesinin halk arasında nefret tohumları
ekmeye zemin hazırlamak ve Yunanlara zarar vermek dışında başka bir işe
yaramayacağının altı bilhassa çizilmiştir (İ. MSM, 67: 1964/4; 18 Nisan 1848).

Eterya Cemiyeti’nin51 Osmanlı topraklarında ihtilâl çıkarmak amacıyla


harekete geçtiğine dair bilgiler, Atina Sefiri Kostaki’nin Bâbıâli’ye yolladığı

51
Filiki Eterya (Dostluk Cemiyeti) 1814’te Odesa’da Rum ve Bulgar tüccarlar tarafından
kurulmuştur. Mason cemiyeti usulleri benimsenerek gizlilik esas alınmıştı. Kurulduktan kısa bir
süre sonra cemiyetin başkanlığı Rus Çarı’na teklif edilmiş olsa da Eterya’nın başkanlığına Çar’ın
yaveri Aleksandr Ypsilanti Filiki getirilmiştir. İhtilâlci bir karakteri olan cemiyetin üyelerinin çoğu
zenginler ve eğitimli kişilerdir. Halk üzerindeki etkilerinden dolayı Hristiyan din adamları,
propagandalarını yaymakla görevlendirilmiştir. Mora, Yunanistan, Adalar, Sırplar, Bulgarlar ve
Tuna boylarına kadar yayılarak Osmanlı topraklarının birçok yerinde şubeler kurmuşlardır.
Görünürde cemiyetin amacı Osmanlı Hristiyanları arasında eğitimin önemini yaymak ve teşvik
etmektir. Lakin asıl hedef Fener Rum Patrikhanesi’ne bağlı olacak şekilde Bizans (Helen)
İmparatorluğu’nu kurmaktır. Bu amaca ulaşmak için Osmanlı’da özellikle Balkan coğrafyasındaki
Hristiyanların ırk ayrımı gözetmeden devlete karşı ayaklanmaları sağlanmalıdır. Üyeleri ve iş
birlikçileri arasında Osmanlı’nın büyük paşaları ve bürokratları da bulunmakla beraber Rusya
başta olmak üzere yabancı devletler tarafından da desteklenmektedir. 1814’te kurulduktan sonra

150
raporlarda da yer almaktadır. Yunan bir binbaşı ve Müslüman bir gencin de
bulunduğu otuz kişilik heyet, Livadiye yakınlarında Yunan eşkıyaların
saldırılarına uğramış, binbaşı dahil birçok kişi hayatını kaybetmiştir. Bu haberin
Kostaki’ye ulaşmasının ardından yapılan araştırmada Yunanlı binbaşının ihtilâl
taraftarı bir Eterya Cemiyeti üyesi olduğu ve cemiyetten on bin kuruş aldığı ortaya
çıkmıştır. Kostaki’ye göre bu hadise, Allah’ın bir adaletidir. Zira binbaşı ve
gruptaki diğer ihtilâlcilerin ölümü sayesinde, Osmanlı tebaasının tamamı
ayaklanmalardan kurtulmuştur. Kısacası Kostaki’ye göre, Osmanlı Devleti’ne
suikast planı yapan ve ihanet eden, Osmanlı’da devlete düşman olanlarla ittifak
halinde olan bu ihtilâl yanlısı grup hak ettiğini bulmuştur. Bununla birlikte Eterya
üyeleri, Yunan bir mebusun idam edilmesini bahane ederek ayaklanma başlatmayı
düşünmüşlerdir. Fakat ahali tarafından aleyhlerine bir tavır olduğu açığa çıkınca
ve iş birliği yaptıkları asi Arnavutlarla iletişimleri kesilince, planladıkları
ayaklanmayı gerçekleştirememişlerdir. Böylelikle cemiyetin planları bir kere daha
bozulmuş, Osmanlı topraklarında ihtilâl çıkarmayı başaramamışlardır (İ. MSM,
67, 1964/6; 18 Nisan 1848).

Öte yandan Yanya’da gerçekleşen bir olay, Yunan yetkililerin ilticacılar


hakkında söylediklerini haklı çıkarır nitelikte olmuştur. Yanya’ya mülteci olarak
gelen ihtilâl yanlısı bir general, Preveze Limanı yakınlarında on Rum arkadaşıyla
beraber Osmanlı bayrağı taşıyan bir gemiyle Seb’a52 adasından Ayamavra’ya53
gitmek üzere hareket etmiş fakat niyetinin Karlı-ili’ne54 saldırmak olduğu ortaya
çıkınca, generalin gidişi son anda engellenmiştir. Böyle bir durumda generalin
bindiği gemi Osmanlı bayrağı taşıdığı için Osmanlı Devleti zan altında kalacak ve
Yunanlar çıkan olayları Osmanlı’dan bilecek, hatta karşı bir girişimde
bulunacaklardır. Aslında general, Osmanlı yetkililerinin de topraklarında
istemediği biridir ve başlarda Yanya ve Manastır’da kalmasına karşı çıkılmıştır.
Generalin planı ifşa olunca da kendi limanları üzerinden Osmanlı toprağını terk
etmesine izin verilmemiştir. Fakat İngilizlerin generale kefil olmasıyla Preveze

Osmanlı Devleti topraklarında patlak veren birçok isyanın ve ayaklanmanın arkasında Filik-i
Eterya cemiyeti bulunmaktadır (Günay, 2005: 263-287). Ayrıntı için bkz: Harun Fikret Alasya,
Megali Etniki Eterin'nın Yeni Uzantısı Filiki Eteria, Türk Kültürü Dergisi, 1975, 25-31.
52
Gelibolu.
53
Lefkada.
54
Karlı-ili Tepedelenli Ali Paşa’nın sert tutumları nedeniyle 1821’de çıkan ayaklanmalarda
Yunanlara katılarak Osmanlı idaresinden ayrılmıştır. Adalara giden trafiğin kontrolü bakımından
oldukça stratejik bir öneme sahiptir (Kiel, 2001: 449).

151
Limanı’ndan gitmesine müsaade edilmiştir. Münib Paşa bu haberi alınca hemen
Kostaki’yi bilgilendirmiş, meselenin iki devletin arasını açabileceği konusunda
uyarmıştır (İ. MSM, 67: 1964/5; 18 Nisan 1848).

Yunanlar başta olmak üzere ihtilâl yanlılarının Rumeli bölgesindeki ihtilâl


çıkartma gayretlerinin tamamı boşa çıkmıştır. İhtilâl yanlıları, Tırhala haricinde
herhangi bir yerde ayaklanma çıkarmayı başaramamışlardır. Tüm girişimlere
rağmen Rumeli bölgesinde ayaklanma çıkmaması, buradaki ahalinin büyük
bölümünün Osmanlı yönetimden memnun olduğunu göstermektedir ki Münib
Paşa’nın da vurguladığı gibi eski idarecilerine kıyasla Osmanlı Hükümeti
gayrimüslimlere birçok hak vermiştir. Dolayısıyla ahali tıpkı Trabzon’da olduğu
gibi bu statülerini ve ellerindeki hakları kaybetmek istememektedirler. Öte yandan
bu ihtilâlci faaliyetlerin püskürtülmesi Bâbıâli tarafından alınan tedbirlerin işe
yaradığını da göstermektedir.

2. 5. 1848 İhtilâli’nin Osmanlı Ekonomisine Etkileri

1848 İhtilâli’nin Osmanlı Devleti üzerindeki iktisadî etkilerine geçmeden


önce kısa da olsa 19. yüzyılda Osmanlı ekonomik hayatına ve Avrupa’daki malî
sorunların ihtilâlin patlak vermesindeki rolüne değinmekte fayda vardır. 1848
İhtilâli’ne dair yapılan günümüz çalışmalarında, ihtilâli tetikleyen unsurların neler
olduğu sorularına yanıtlar aranmaktadır. Özellikle ihtilâl sonrası 1848
Almanya’sını, Avusturya’sını ve Macarlılarını anlatan bilimsel nitelikteki geniş
literatür çalışmalarında, “Neden?” sorusunun cevaplarından biri olarak ekonomik
nedenler işaret edilmiştir. Birçok çağdaş araştırmacı da 1845-1847 yılları arasında
kıtayı sarsan, özellikle İrlanda, Flandre ve Silezya’da görülen kıtlığın, gıda
eksikliğine yol açarak Avrupa’daki açlık isyanlarını tetiklediği ve ihtilâle neden
olduğuna dair genel bir kanı oluşmuştur. Öte yandan Avrupa’da yaşanan
ekonomik sıkıntılar ile ihtilâlci faaliyetler arasında coğrafî eşleşme olduğu fark
edilmiştir. Bu savunuyu destekleyenler arasında W. W. Rostow, Eric Hobsbawm,
Richard Tilly gibi isimler bulunmaktadır (Berger- Spoerer, 2001: 293-295).

Gerçekte de ekonomik sorunların tezahürü, kendini 1847’de Avrupa’daki


halk arasında grevler, gösteriler, artan suç oranı ve ayaklanmalar şeklinde
göstermiştir. İdareciler nezdinde alınan önlemler ve malî sorunları çözme çabası
bir türlü olayları dindirmeye yetmemiştir. İşverenlerin iflası, köylülerin

152
topraklarını kaybetme korkusu ve halkın dinmeyen protestoları karşısında
hükümetlerdeki ılımlıların giderek artan öfkesi, sadece tehlikenin boyutunu
arttırmaya yaramıştır (Price, 2000: 24-27). İktisadi hayattaki bu sorun, ihtilâl
patlak verdiğinde işçilerin ve malî sıkıntılar yaşayan insanların ayaklanmalarda en
ön safta yer almasına neden olmuştur (Timur, 2019: 37-38). Bu noktada
Osmanlı’daki iktisadî hayata bakmakta fayda vardır. Böylece ihtilâlin Osmanlı’da
görülmesinin nedenleri arasında malî sorunların olup olmadığı ortaya çıkacaktır.

Osmanlı ekonomik yapısı, 19. yüzyılda klasik yapısından sıyrılmış ve


farklılıklar yaşamıştır. Devlet bu yüzyılda birçok alanda olduğu gibi ekonomi de
Batı’nın iktisadî yapısına ve kapitalist sisteme açılmıştır. Sanayi Devrimi’yle
birlikte Avrupa ekonomisinde büyük bir sıçrama yaşanırken Osmanlı Devleti,
merkezi otoriteyi yeniden tesis etmeye çalışmaktadır. Bu sırada büyük devletlerin
Osmanlı ticaretinden pay alma çabaları neticesinde verilen imtiyazlar ve yapılan
antlaşmalar, yerel beylerin devletin gelirlerinin büyük bölümüne el koyması, artan
savaşlara paralel gelen yenilgiler, dünya iktisadî hayatında çağdaş devletlere karşı
kaçırılan rekabet gibi temel nedenlerden dolayı Osmanlı ekonomisinde büyük
sıkıntılar başlamıştır. Tanzimat Fermanı’yla başlayan reform hareketi
çerçevesinde yeni bir ekonomik politikaya gidilmiştir. Fakat bu politikaya
devletin siyasî, askerî ve malî öncelikleri yön vermiştir. Örneğin 19. yüzyılda
başlayan Osmanlı sanayileşmesinin hedefinde modernleşmeye giden ordunun ve
devlet kurumlarının ihtiyaçlarını karşılamak vardır. Yüzyılın başında devlet eliyle
kurulan imalathanelerde kullanılan makineler, Sanayi Devrimi öncesinden
kalmadır ve yeni teknolojik makineler ancak 1830’lar ve 1840’larda ithal
edilebilmiştir. Devlet eliyle kurulan fabrikalardaki üretim de yine devletin
ihtiyaçlarına yöneliktir. Bu dönemlerde Osmanlı sermayedar sınıfından veya yerli
üretimin korunması gibi konulardan bahsetmek pek mümkün değildir. Malî
krizlerin etkisiyle 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren başlayan vergi artışları,
1830’larda daha da yükselmiştir. İç ticarete ve yerli üretime destek vermek
amacıyla iç gümrüklerin kaldırılması gibi bazı girişimlerde bulunulsa da 19.
yüzyılın ilk yarısında Osmanlı ekonomisi pozitif yönde bir ivme kazanamamış,
iktisadî sorunlar derinleşmiştir (Pamuk, 2007: 90-202). Ancak her ne kadar
ekonomik sıkıntılar yaşansa da bu sorunlar Avrupa’dakine benzer değildir.
Örneğin, sanayi henüz tam anlamıyla gelişmediği için ihtilâlde büyük rol oynayan

153
işçi sınıfının55 varlığından ve dolayısıyla işçi problemlerinden bahsetmek
mümkün değildir.

1848 yılına gelindiğinde Avrupa’daki ekonomik sorunların da etkisiyle


çıkan ayaklanmalar ihtilâle dönüşmüş, kıtanın neredeyse tamamında ihtilâl
başlamıştır. 1848 İhtilâli’nin başlamasının nedenleri arasında yer alan ekonomik
sorunlar, ihtilâl sürecince daha da artmış; devletler arası ticarette büyük
aksaklıklar ortaya çıkmıştır. Örneğin İngiltere’de ihtilâlin başlamasının ardından
Avrupa kıtasıyla yapılan işlerin neredeyse tamamı askıya alınmış, ticaret durma
noktasına gelmiş; dolayısıyla İngiliz pazarında büyük bir durgunluk açığa
çıkmıştır. İç pazardaki ürün fiyatları normal olmasına rağmen dış pazardaki
gerginlik iç pazara hizmet eden küçük işletmeleri dahi etkilemiş, birçok küçük
işletmeci işlerini askıya almıştır. Halka açık pazarlar ve depolara gelen alıcı sayısı
yok denecek kadar azalmıştır (The Times, 20.05.1848: 6). Bu dönem İngiltere’de
bulunan Galata bankerlerinden Baltazzi de ihtilâlle birlikte İngiltere’de birçok
işletmenin iflas ettiğine, tedavülde olan para sirkülasyonunun azlığından dolayı
sıkıntılar yaşandığına değinerek ihtilâlin kıtada yarattığı ekonomik sıkıntıya
dikkat çekmiştir (Al, 1997: 84).

Avrupa kıtasında ihtilâlin etkisiyle yaşanan ekonomik sorun, halihazırda


var olan Osmanlı iktisadî problemlerinin daha da derinleşmesine neden olmuş;
ticarette durgunluk, gelirlerin azalması, nakit sıkıntısı ve maaş ödemeleri gibi
birçok kalemde kendisini göstermiştir. Mevcut sorunlar karşısında yetkililer
ihtilâlin en çok hissedildiği aylarda hazinenin aylık hesaplarını inceleyerek
durumu kontrol altına almak için bazı çözüm yollarına gitmiştir. Ancak söz
konusu çözümler kalıcılıktan uzak, daha ziyade geçici olmuştur. Örneğin,
Nizamiye askerlerinin mart ayı maaşları ve bazı diğer ödemeler için Osmanlı’daki
bankerlerden biri olan Baltazzi’den on beş bin lira borç alınmış, ilk etapta sorun
giderilmiştir. Fakat ilerleyen aylarda benzer sıkıntılar yaşanmaya devam etmiştir.

55
Osmanlı Devleti 19. yüzyılda yaptığı ekonomik antlaşmalar ve Gülhane Hattı ile beraber liberal
ekonomiye yasal zemin oluşturarak açık pazar ekonomisinin önündeki engeli kısmen kaldırmıştır.
Osmanlı’daki fabrikalaşma süreci ve modern manadaki Osmanlı işçisinin ortaya çıkışı da bu
tarihlere denk gelmektedir. Osmanlı’daki bu yeni sınıfın devlete karşı ayaklanmasının ilk
görüldüğü zamanlar ise 1839 ve 1851 yıllarıdır. Ancak bu ayaklanmalar Avrupa’daki işçi
olaylarıyla aynı karakterde değildir (Çetinkaya-Alkan, 2021: 62-72).

154
Haziran ayına gelindiğinde ise bu defa Alléon56 ve Baltazzi’den57 memur maaşları
için otuz bin lira borç alındığı görülmüştür (İ. MSM, 22: 535; 19 Eylül 1848).

Bâbıâli’nin aldığı önlemlere rağmen ihtilâlin etkisiyle 1848’in temmuz ve


ağustos aylarında bütçe açığı iki yüz bin liraya kadar ulaşmıştır. Aslında bu rakam
devletin ekonomik sorunları çözmek için ihtiyaç duyduğu miktarın çok altındadır.
Gerçekte, ilk etapta üç yüz yirmi beş bin liraya ihtiyaç vardır. Sadece ilerleyen ilk
dört ay için dahi bir milyon iki yüz bin lira gereklidir. Ancak Bâbıâli yetkilileri
geniş çaplı bir çözümdense daha önceki aylarda olduğu gibi sadece temmuz ve
ağustos aylarındaki sorunları gidermeye odaklanmıştır. Bu nedenle yüz yirmi bin
liralık evrak-ı nakdiyye çıkarılmış, Alléon ve Baltazzi’den yüz bin lira borç
alınmış, on beş bin liralık da esham çıkarılmasına karar verilmiştir. Ancak iki
bankerin borçlarına karşılık olarak verilen Mısır vergisini kabul etmemesi
sorunlara yol açmış, Meclis-i Vükelâ’nın toplanmasına neden olmuş, yapılan
görüşme neticesinde Alléon ve Baltazzi’nin isteği doğrultusunda başka bölgelerin
gelirleri verilmiştir (Manav, 2009: 100-101). Bu arada Sultan Abdulmecid’in dış
borçlanmaya karşı olmasına rağmen ihtilâl nedeniyle yaşanan sıkıntıdan dolayı
Bâbıâli yetkilileri; Paris ve Londra bankalarıyla bir anlaşma yaparak elli beş
milyon franklık borç almayı düşünmüştür. Ancak daha sonra bunun Avrupa’da da
devam eden kriz nedeniyle mümkün olmayacağı düşünülerek vazgeçilmiştir
(Akyıldız, 2003: 67-68). Bu örneklerde de görüldüğü gibi mart ayından itibaren
Osmanlı hazinesi ancak alınan borçlar sayesinde devletin harcamalarını
karşılayabilmiştir.

Uluslararası krize yol açan ihtilâl, kambiyo58 kurunda da büyük


dalgalanmaların yaşanmasına neden olmuştur. Kriz öncesinde bankerler ayda üç,

56
Fransız asıllı Jacques Alléon, 19. yüzyıl Galata bankerlerinden biridir. Uzun süre Darphane-i
Amire ve sefaretleri sarraflığı yapmıştır. Dersaadet Bankası kurucularındandır. Osmanlı’daki diğer
bankerler arasından sıyrılarak farklı bir konuma gelmiş, ekonomik hayatta önemli bir yer
edinmiştir. 1789 Fransız İhtilâli’nin ardından Osmanlı Devleti’ne sığınmıştır. Ailenin en büyük
oğludur (Manav, 2018: 91).
57
Manoloki Baltazzi (Baltacı) 19. yüzyılda Osmanlı ekonomik hayatında elli yıldan fazla önemli
bir rol oynamış bankerlerin başında gelir. Dersaadet Bankası’nın kurucuları arasında yer alır.
Osmanlı tebaasından olmadığı halde mülk sahibi ilk yabancıdır. Büyük bir servet sahibi olmuştur
(Kazgan, 2005: 35).
58
Latince “cambiane” sözcüğünden gelen “kambiyo”, değiştirmek manasına gelmekte olup kâğıt
ve madeni para gibi tüm para birimlerinin yabancı paralarıyla, bu paralarla ödenebilen çek, bono,
poliçe gibi araçların tümüne karşılık gelip özetle bu parasal birimler arasında yapılan değişimdir
(Bengisu, 2016: 104-108). Osmanlı’da kambiyo, 1848 öncesi ve sonrası kambiyo sözleşmeleri ve
ayrıntıları için bkz; Al, H. (1997). Tanzimat Dönemi Bankacılık Teşebbüsleri, 1840-1852

155
dört defa poliçe çekerken 1848 İhtilâli döneminde Bâbıâli, bankerlerden bu sayıyı
en fazla üçe indirmelerini istemiştir. Çünkü ihtilâlin ardından Avrupa’ya çekilen
poliçeler karşılıksız kalmaya ve fiyatlarda düşüşler yaşanmaya başlamıştır. Tüm
bu olumsuzluklar Osmanlı ekonomik hayatında önemli bir yere sahip olan iki
bankerin kurdaki dalgalanmaları kontrol edebilmek için hükümetten altı ay
müddetle sermaye için borç istemesine dahi sebep olmuştur (Al, 1997: 82-85).

Ekonomik sıkıntılar sadece bankerler için geçerli değildir; Anadolu ve


Rumeli Kumpanyaları sarraflarının da işleri ihtilâlden büyük oranda etkilenmiştir.
Bu durum, devletin gelirlerinin daha da azalmasına yol açmıştır. Zira sarraflar,
hazineye ödemeleri gereken vergi miktarının ancak dörtte birini verebilmişlerdir.
1848 İhtilâli, yukarıda da değinildiği üzere en çok uluslararası ticarette
durgunluğun başlamasına sebep olmuştur. Dolayısıyla Osmanlı Devleti de bundan
etkilenmiştir; malların fiyatları düşmüş, ihracat oranlarında daralmalar
yaşanmıştır. İhracatın azalması ve ihtilâl nedeniyle devletler arasında
yenilenemeyen gümrük tarifeleri, Osmanlı Devleti’nin gelirlerinin azalmasına yol
açmıştır; buna paralel olarak Osmanlı’nın ihtilâlin toprakları üzerinde yayılmasını
önlemek amacıyla aldığı askerî ve diğer tedbirler, maliyeyi daha da sıkıntıya
düşürmüştür (Al, 1997:84-89).

Ticarî durgunluk ise, Maliye Nezareti’nin zamanında vergi toplamasına ve


ödemelerin yapılmasına engel olmuştur. Bu bağlamda Sadaret’ten temmuz ve
ağustos ayı harcamalarını içeren bazı masraf defterleri istenerek bütçenin nasıl
denk getirileceğine dair görüşmeler yapılmıştır. Bu defterlerde gelirler, ödeme
yapılacak yerler, önlem amaçlı saklı tutulacak gelirler, yapılacak masraflara denk
gelecek miktarda akçe temininin nasıl yapılacağına dair bilgiler bulunmaktadır.
İlaveten eylül ayında yapılacak olası masraflar ve taksitler için sarraflardan alınan
para miktarının ayrıntılarını kapsayan defter bulunmaktadır (İ. MSM, 22: 532/9;
13 Eylül 1848). Gelir ve gidere ait harcamaları gösteren bazı masraf defterlerinde
yer alan veriler aşağıdaki tablolardaki gibidir:

(Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi) İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
İktisat Fakültesi, Türk İktisat Tarihi Anabilim Dalı, İstanbul.

156
Tablo 2. 1:1848 Yılının Ağustos Ayında Rumeli ve Anadolu Kumpanyalarında Bulunan
Toplam Kuruş Miktarı

Kumpanya Açıklama Kuruş Miktarı


Rumeli Kumpanyası Ağustos ayının başından 1.376.625
sonuna kadar
Anadolu Kumpanyası Ağustos ayının başından 741.432
sonuna kadar
Toplam Miktar 2.118.570
Kaynak: İ. MSM, 22: 532/2 (13 Eylül 1848)

Tabloda da görüldüğü gibi iki kumpanyaya ait toplam para miktarı


2.118.570 kuruştur. Ayrıca Rumeli kumpanyasının Anadolu’ya oranla aylık
gelirinin daha fazla olduğu görülmektedir. İki şirketin gelirleri arasındaki fark,
Rumeli topraklarında yapılan ekonomik faaliyetlerin farklılığını açığa çıkarmakla
beraber kumpanyaların Osmanlı hazinesi için önemli bir yeri olduğunu
göstermektedir. Ayrıca ihtilâlin en çok Balkan topraklarında hissedilmiş olması,
Rumeli kumpanyasının ve Osmanlı hazinesinin etkilenmesi manasına
gelmektedir.
Öte yandan söz konusu defterler arasında bulunan temmuz ve ağustos ayı
poliçelerine de bakıldığında eylül ayında poliçelerden gelen gelirin bir önceki aya
kıyasla neredeyse yarı yarıya düştüğü görülmektedir59. Yine bu bağlamda ağustos
ayına ait bazı masraf defterlerine60 bakıldığında da bütçenin denkleştirilemediği
ve hazinenin bütçe açığı verdiği görülmektedir. Bu ayda ödemeler için ilk etapta
32101 keseye ihtiyaç vardır. Fakat hazinede 28520 kese bulunmaktadır e
dolayısıyla hazine 3581 kese acık vermektedir. Hazinedeki 28520 keseye ağustos
ayı kumpanya geliri ve emaneten hazinede bulunan paranın da dahil edilmesiyle
bütçe açığı 789 kese kadar düşürülmüştür. Ancak söz konusu açığa rağmen askerî
lojistik için bazı inşaların yapımına devam edilmesi dikkat çekici olmakla beraber,
bu durum Osmanlı idaresinin yaşanan sıkıntılara rağmen orduya önem verdiğine
işaret etmektedir (İ. MSM, 22: 532/5; 13 Eylül 1848).

59
Ek 6, 7 1848 yılı temmuz ve ağustos ayına ait Poliçeler
60
Ek 8, 9 1848 yılı ağustos ayında hazineye ait bazı masraf defterleri.

157
Tablo 2. 2: 1848 Yılının Eylül Ayında Maliye Hazinesinden Farklı Yerlere
Aktarılması Gereken Miktar

Ödenek ayrılması gereken Ödenmesi gereken Miktar Açıklama


yerler
Cebel-i Lübnan hazinesi 1000 kese Daha önce Bâbıâli
tarafından buradaki
yerel hazine için borç
verilmesi takayyüt
edilen miktarın eksik
kalan kısmına
“Reddedilebilir” notu
düşülmüştür.
Fabrikalar Nezareti 1500 kese Ağustos ayında geri
ödenmesi şartıyla
Hazine-i Hassa-i
Şahane tarafından
istenmiş fakat bütçe
yetersizliğinden eylül
ayına ertelenmiştir.
Nizamiye hazinesi 18901 Kese -
Nizamiye hazinesi 1450 kese Nizamiye’nin eylül
maaşları olarak
istenmiştir.
Tersane hazinesi 1402 kese Daha önce ödenmesi
kararlaştırılmış fakat
ödemesi eylüle
ertelenmiş ödenektir.
Asakir-i Hassa ve Nizamiye 1750 kese Örtülü masrafları
hazineleri içindir.
Evkaf-ı Hümayun ve Haremeyn 5079 kese Caminin tadilatı için
hazineleri ve Ayasofya Camii eksik olan miktar 500
kesedir; geri kalan
miktar hazinelere
aktarılmıştır.
Harbiye 1910 kese Harbiye Nezareti’nin

158
marttan mayıs ayına
kadarki bütçelerinin
açığıdır.
Hazine 9661 kese Mukataa ve
tımarlardan
Dersaadet’e verilen
eylül taksitleridir.
Selimiye Kışlası 500 Kese Bina yapımı için eylül
ayında ihtiyaç
duyulan tutardır.
Darülfünun 300 kese Bina yapımı için eylül
ayında ihtiyaç
duyulan tutardır.
Cidde eyaleti 24821 kese Cidde eyaleti masrafı
için gerekli olan
miktardır fakat en az
4000 keseye daha
ihtiyaç vardır.
Ebniye-i Hassa ve Miriyye 943 kese Halihazırda
Müdürlükleri müdürlüklerin
hazinesinde bulunan
miktardır.
İran Sefiri Namık Efendi 150 kese Hediyedir.
Kuyumcubaşı 5497 kese Verilmesi gerekendir.
Esham ve evrak-ı nakdiye 5411 kese Esham ve evrak-ı
nakdiyenin temmuz
faizlerinin eksiği ve
eshamının ağustos ve
eylül faizleridir.
Bazergan Baltazzi 5000 kese Ertelenen borçtur.
Süfera-ı Devlet-i Aliyye 2472 kese 1000 kesesi daha
maaşları ve Bazergan Alléon önce verilmiştir.
Fransa tebaası 1260 kese Trablus'tan dolayı
Fransa tebaasına
temmuz, ağustos,
eylül

159
Vükela-ı izamın eylül ayı maaş 10476
ve tayinatları
Toplam 103483 kese
Kaynak: İ. MSM, 22: 532/6 (13 Eylül 1848)

Eylül ayının masraflarını gösteren bu deftere bakıldığında bankerlere,


kuyumculara ve faiz ödemelerine yüklü miktarda bütçe ayrıldığı görülmektedir.
Buna karşın mukataa ve tımar gelirleri, bu üç kaleme yapılan ödemelerin çok
altında kalmıştır. Maliye hazinesindeki mevcut paranın büyük bölümü yine bazı
nezaret hazinelerinin ödemelerine giderken, bazılarının bütçe açığı için ödenek
ayrılmış; kimisine ise bir sonraki aya vermek üzere para aktarımı yapılmamıştır.
Maliye hazinesine ait bu verilerde bazı özel harcamalar dikkat çekmektedir.
Bunlar Trablus’ta yaşanan bazı olaylardan ötürü mallarını kaybeden Fransızlara
verilen aylık tazminat ve İran Sefiri’ne verilen hediyedir.
Tablo 2. 2: 1848 Yılının Eylül Ayının Başında Hazineye Gireceği Düşünülen
Miktar

Kişiler ve Para Gelecek Gelen Miktar Eksik Olan Miktar


Yerler Kese Kuruş Kese Kuruş
Darphane-i Amire 11395 476 61593 308
Aşar bedelinden 36741 234 - -
Rüsumat bedelinden 24852 74 - -
Meclis-i Askerî ve Sarraf 89147 478 16157 094
Misak'ın aşâr bedelinden
Kaynak: İ. MSM, 22: 532/7 (13 Eylül 1848)

Eylül ayı içerisinde hazineye girmesi gereken miktarın yer aldığı


defterdeki verilere bakıldığında ise tahmini gelirin beklendiği gibi olmadığı
görülmektedir. Zira ödeme beklenen bazı yerlerden taahhüt edilen rakamda gelir
elde edilememiştir. Bu durum ekonomik sıkıntının birçok alanda hissedildiğini
göstermektedir. Buna karşın ödenmesi gereken miktar 103.483 kesedir. Ödeme
yapılması gereken yerlerin ayrıntılarına dair bilgiler aşağıdaki gibidir:
Tablo 2. 4: 1848 Yılının Eylül Ayında Ödeneceği Tahmin Edilen Miktar

160
Tahsilattan Ödenmesi Gereken Ödemesi Ertelenebilir Olunan

Kese Kese

Dersaadet hasılatından 5000 Cebel-i Lübnan 1000

Kumpanyalardan 5000 Örtülü masraf 1750

Cidde masrafı için Alyon ve 10.000 Cidde masrafı -


Baltacı bankerlerden borç alınan

Sözleşmelerden gelecek olan 40.000 Kuyumcubaşı ve Süfera’yı 10.479


Devlet-i Aliyye
masrafından dolayı
Alyon'un matlubundan
Baltacı Bazerganın
matlubu
Ara Toplam 60.000 12.32961

İlk etapta gereken miktarın toplamı 72.329

Ancak eylül ayında ödenmesi gereken 103483


miktarın tamamı

Eksik olan 31.114

Kaynak: İ. MSM, 22: 532/8 (13 Eylül 1848)

Eylül ayına ait tablolarda görüldüğü gibi bütçedeki açık ağustos ayınınkine
kıyasla misliyle artmıştır. Ağustos’ta 789 kese bütçe açığı varken bu sayı eylül
ayında 31.114’e kadar çıkmıştır. Toplamda yapılacak harcama yüz üç bin dört yüz
seksen üç akçedir. Buna karşılık eylül ayında devletin eline geçecek kesin miktar,
havale edilecek olan haricinde yetmiş iki bin kese kadardır.

Eylül ayında ticaretteki durgunluk ve bazı yerlerde kolera salgınının


çıkması, ihtiyaç duyulan miktarın vaktinde tahsil edilememesine yol açmıştır. Öte
yandan kumpanyalara taşralardan geleceği düşünülen miktarda akçe gelmemiş,
aşar vergisi toplanamamış, sarraflar eylül ayı için verdikleri taahhüdü yerine

61
Hazinedeki yazıcı, bu defterde hesap yaparken ödemesi ertelenebilir kısımda toplama hatası
yapmış, 12.329 kuruş yerine ara toplamı 18.040 kuruş olarak kaydetmiş ve bu hatası daha sonraki
hesaplamalara da yansımıştır.

161
getiremeyeceklerini belirtmişlerdir. Bunun üzerine Sadaret, Maliye Nezareti’nden
meselenin özünün ve sarrafların gerekçelerinin ne olduğunun öğrenilmesini
istemiştir. Şayet ihtilâl nedeniyle ticaretteki durgunluk veyahut ellerindeki
mahsulleri satamadıklarından doğan bir mazeret sunarlarsa, sarraflara
durgunluğun kalkacağı belirtilerek, itirazlarının kabul edilmediği ve sözleşmede
belirlenen miktarı vaktinde ödemeleri gerektiği söylenecektir. Maliye Nezareti’nin
bu kararına rağmen Bâbıâli, mevcut durumda işlerin aksamaması için sarraflara
baskı yapılmasını doğru görmemiştir. Bunun üzerine Meclis-i Vâlâ’da bir
görüşme yapılmış ve sarrafların eylül ayında ödemek zorunda oldukları miktarın
yarısını eylül ayı içinde, geri kalanını ise sonraki bir buçuk-iki ay zarfında
ödemeleri şartıyla sarrafların erteleme talebi kabul edilmiştir (İ. MSM, 22: 532/8;
13 Eylül 1848).

Meclis-i Vâlâ’daki bu müzakerede, rüsumat mukataalarının kapsamındaki


bazı gümrük tarifeleri için alınan kararın netice vermeyeceği ve yine bazı
mazeretler sunulabileceği de gündeme gelmiştir. Gümrük vergilerinden gelecek
miktarın altmış bin kese akçe kadar olacağı hesap edilerek eylül ayında Maliye
hazinesinde yapılacak harcama tutarına bu miktar da dahil edilmiştir. Buna
rağmen bütçede kırk bin kese açık olduğu tespit edilmiştir. Ancak masraf
defterlerinde yapılan tetkikin ardından, bu ay içinde yapılması gereken
harcamaların çoğunun zorunlu ödemeler olduğu ve bunların ertelenmesi veya
bırakılması gibi bir durumun mümkün olmadığı görülmüştür. Bu nedenle
Meclis’te yapılan görüşmede, yapılabilecek tek şeyin bazı kalemlerdeki
ödemelerin ileri bir tarihe ertelemek olduğuna karar verilmiştir. Ertelenen ödeme
miktarının toplamı ise on sekiz bin keseye denk gelmiş ve bütçe açığı yaklaşık
yirmi beş bin keseye düşürülmüştür. Dolayısıyla yetkililer, bütçe açığını kapatmak
için farklı çözümler üzerinde mütalaa etmiştir ve banknot basımı seçeneği
gündeme gelmiştir. Fakat daha sonra bunun tedahüldeki banknotun değerini
düşüreceği göz önüne alınarak karardan vazgeçilmiştir (İ. MSM, 22: 532/8; 13
Eylül 1848).

Yetkililer arasında yapılan görüşmeyle Alléon ve Baltazzi’den borç


alınması planlanan on beş bin kese akçenin, geri ödemesinin taşradaki devlet
mallarından verilmesi kararlaştırılmıştır. İlaveten Alléon ve Baltazzi, kambiyo
nedeniyle sermaye olarak para istemiş olsalar da, mümkün mertebe bu kişilerle

162
uzlaşma yoluna gidilerek borç alınmasının mümkün hale getirilmesi üzerinde
anlaşılmıştır. Bu bağlamda iki bankere sunulacak teklifin ayrıntıları ise şöyledir:
Bu tekliflerden ilki, istenen borcun taksitle ödenmesi seçeneğidir. İkincisi ise
istenen miktarın bir kısmının verilmesi, geri kalan kısmınsa taşra malları
üzerinden ödenmesidir. Her iki seçenek de bankerlere sunulacak ve bu kişiler ikna
edilmeye çalışılacaktır. Böylece hazinede var olan otuz bin keseden yerine
koymak şartıyla on beş bin kese alınabilecek ve bu tutar kimi harcamalarda
kullanılabilecektir (İ. MSM, 22: 532/8; 13 Eylül 1848).

1848 İhtilâli’nin iktisadî etkisi iyice hissedilince, Sadrazamlık’tan gerekli


kurumlara hem ihtilâlin etkisine hem de devletin içinde bulunduğu malî sorunlara
dair bir yazı gönderilmiştir. Mecliste yapılan tartışmalar neticesinde memurlar
hakkında bazı bölgelere yazılar gönderilerek uyarılarda bulunulmuştur. Bu
yazılarda tebaaya iyi davranılması halinde tahsilatta artış sağlanacağının, bunun
ise kumpanyalara fazla para getireceğinin altı çizilmiştir. Dolayısıyla memurlar,
halkı incitmemeye özen göstermeli ve kötü davranışlarını terk etmelidirler.
Halihazırda tek çözümün memurların halkın güvenini kazanması olduğunun altı
özellikle çizilmiştir. Ayrıca 1848 yılına özgü olmak kaydıyla her bir sancağın
vergi ve bazı yerlere ihale karşılığı olan aşar gelirlerinden sancağın masrafları
çıkartıldıktan sonra kalan miktar ve tutulan masraf defterinin Maliye Nezareti’ne
bağlı bir görevliye teslim edilmesi ve bölge idarecilerinin tasarruflu davranması
istenmiştir (İ. MSM, 22: 532/9; 13 Eylül 1848).

İhtilâlin ardından ortaya çıkan iktisadî zorluklara paralel olarak devlet


işlerinde bariz aksamalar ortaya çıkmıştır. Örneğin, Dersaadet Bankası’nın
açılmasının durdurulması gündeme gelmiştir. Banka projesinin karşılaştığı bu
problemin Bâbıâli’nin destek sözüyle ortadan kalkmasına rağmen para sıkıntısı
aşılamamıştır. Bu sorun, ilerleyen zamanlarda Dersaadet Bankası kurucularının
uygun olmayan yöntemlere başvurmalarına, nakit sorunları yaşandıkça piyasaya
yeni kaime sürmelerine ve madeni sikke iskonto miktarlarını keyfi olarak yüksek
tutmalarına neden olmuştur (Akyıldız, 2003: 61-62). Öte yandan bu dönemde
devam eden imar işleri, başka bir deyişle hastane ve kışla inşası gibi büyük
harcamalar yapılan kalemler de devlet için ekstra masrafa ve zorluklara sebebiyet
vermiştir. Bu kapsamda bunların bazılarının durdurulmasına karar verilirken

163
bazıları için ise çıkarılacak olan evrak-ı nakdiyyenin bir kısmı tahsis edilmiştir (İ.
MSM, 21: 530; Mac Farlene, 1850: 180).

1848 İhtilâli, Osmanlı’da gümrükleri ve dolayısıyla gümrük mültezimlerini


de oldukça fazla etkilemiştir. İhtilâl İzmir Emtia gümrüğü, Beyrut, Bosna, Hersek,
İşkodra ve civar gümrüklerinde dahi etkili olmuştur. Buralardaki gelirlerden
kazancı olan mültezimler ve sarrafların tamamı, yaşadıkları sıkıntılardan dolayı
oldukça zorluk yaşamıştır. Osmanlı Hükümeti, sarraf ve mültezimlerin daha önce
yapılan anlaşma ile kararlaştırılan miktarın yüzde yirmi aşağısında ödeme
yapacaklarını anlayınca, Bâbıâli yetkilileri bir araya gelerek konu hakkında bir
görüşme yapmışlardır. Görüşme neticesinde bu kişilerin düşündükleri indirimin
kabul edilemeyeceği sonucuna varmışlardır. Zira böyle bir durum Osmanlı
hazinesini sıkıntıya sokacaktır. Ayrıca taviz, sarraf ve mültezimlerin bundan sonra
da anlaşmalarındaki miktarın altında para vermelerine sebep olacaktır (C. ML, 13:
577; 29 Haziran 1848).

İhtilâlin patlak vermesinin hemen sonrasında Osmanlı Devleti’nde


bulunan İngiliz ve Fransız elçiler memleketlerine dönmüştür. Dolayısıyla gümrük
tarifeleri yenilenememiş, mültezimler tahsilat yapamamış ve zarar etmişlerdir. Bu
durum üzerine mültezimler yaşadıklarını Sadaret’ten eski tarife üzerinden gümrük
vergisi tahsil edilmesi için izin istemiştir. Çünkü gümrüklerdeki tarife
belirsizliğinin uzun süre devam etmesi halinde, yeni tarifede güncel piyasa
uygulaması şartı zorunlu olarak uygulanacaktır. Fakat malların alındığı
dönemdeki fiyatların bilinmemesi ve ertelenmiş vergi borçlarından ötürü bu
uygulama daha çok zarar etmelerine neden olacaktır. Aslında taraf devletlerle yeni
tarife için daha önce müzakere başlatılmış fakat ihtilâl yayılınca görüşmeler
ertelenmiştir. İngiliz ve Fransız elçileri, Dersaadet’ten ayrılmalarından önce kendi
yokluklarında yabancı tüccarların tek başına müzakerelere katılmayacaklarını
beyan ederek yeni tarifenin belirlenememesine sebebiyet vermişlerdir (A. MKT,
126: 53/1; 9 Mayıs 1848).

Bâbıâli, mültezimlerin yeni tarife düzenlemeler konusundaki isteğini,


ihtilâl devam ettiği için reddetmek zorunda kalmıştır. Çünkü Bâbıâli tarafından
yeni bir tarife belirlense dahi taraf devletler onaylamadığı sürece bu tarife geçerli
sayılmayacaktır. Daha önce buna benzer bir tarife değişikliğinde Osmanlı

164
Hükümeti büyük devletlerle olan dostluğuna güvenerek yeni bir düzenleme
yapmıştır fakat anlaşmada yer alan devletler mağdur olduklarını ifade ederek
yapılan düzenlemeyi kabul etmemişlerdir. Diğer bir seçenek olarak sunulan
gümrük vergilerinin yeni tarife üzerinden sonra ödenmesi fikri ise gelirlerin
gecikmesine ve hazinenin sıkıntıya düşmesine yol açacağı düşünülmüştür. Ayrıca
yabancı tüccarların bazılarının kaçma, vefat ya da iflas ihtimalleri karşısında
ödemeleri gereken vergiler hiçbir zaman alınamayacaktır. Tüm bunlar göz önüne
alınarak ihtilâl dönemi geçinceye ve İngiltere, Avusturya ve Fransa devletleri ile
yeni bir tarife belirleninceye kadar eski tarife üzerinden ticarete devam edilmesine
karar verilmiştir (A. MKT, 126: 53/1; 9 Mayıs 1848).

Osmanlı Devleti’nin ticarette yaşadığı durgunluğa dair somut bilgilere


Dersaadet’te bulunan Avusturya elçisi tarafından kalem alınan bir raporda da
rastlamak mümkündür. Yazısında Fransa ve İtalyan devletlerindeki ihtilâlin Doğu
ticareti üzerinde baskı oluşturduğuna değinen Avusturya elçisi, limanlarda
gemilerin mal için uzun kuyruklar oluşturduğunu ve İzmir’de bulunun iki önemli
ticarethanenin ödemeleri durdurduğunu aktarmıştır. 1845-1850 yılları arasında
Selanik Limanındaki gemi hareketliliği de ticaretin ihtilâlden etkilendiğini
göstermesi açısından önemlidir. 1845’te toplam ticaret hacmi 11,515,591, 1846’da
18,455,905, 1847’de 18,966,638, 1848’de 16,888,914, 1849’da 17,437,760,
1850’de ise 32,905,530’dur. Bu verilere bakıldığında Selanik’teki ticari etkinlik
1848 yılında önemli düşüş yaşadığı görülmektedir (Dumanlı, 2019: 268-293).

İhtilâlin etkisiyle bozulan iktisadî durum, Osmanlı Devleti’nin hemen her


yerinde hissedilmiştir. Ayrılıkçı fikirlerden dolayı çıkan ayaklanmalardan fiili
olarak etkilenen Bosna’da, iktisadî açıdan da sıkıntılar yaşanmıştır. Bosna
ekonomisindeki kötü gidişat yabancı basına da yansımış, bölgedeki ticaretin
tamamen durduğu ifade edilmiştir (The Times, 22. 07. 1848: 6). Çünkü o yıllarda
Osmanlı Devleti’nin Avusturya ile yaptığı ticaret ve alışverişin çoğu Bosna
üzerinden gerçekleşmektedir. Ancak Avusturya’nın neredeyse bütün bölgelerine
yayılan ihtilâl sebebiyle her iki devletin tüccar ve halkı da alışveriş yapmayı
bırakmış; bu durum ise ticaretin durmasına ve Bosna gümrük gelirlerinde büyük
bir eksikliğin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Konu hakkında Bâbıâli’ye bir yazı
gönderen Bosna Valisi Tahir Paşa, Osmanlı Hükümeti’ne, ihtilâlin biraz daha
devam etmesi halinde bölgedeki mültezimlerin gümrük bedellerini ödemede

165
güçlük çekeceğini belirterek, bu soruna en kısa sürede çözüm bulunması
gerektiğini vurgulamıştır. Ayrıca devletin yaşadığı malî sıkıntıları bildiğini fakat
Bosna’daki masraflar ve zorunlu ödemeler için paraya ihtiyaç duyulduğunu
belirtmiş ve Bâbıâli’den yardım istemiştir (MB. İ, 3: 5; 5 Eylül 1848). Aynı
yazıda Tahir Paşa, 1848 İhtilâli’nin uzun süre devam edeceğini düşündüğünü
altını çizerek, ekonomik sıkıntıların artmaması için ticarete devam edilmesi
gerektiğini, bunun için ise ticaretteki durgunluğa acilen bir çözüm bulunmasının
şart olduğunu vurgulamıştır. Aksi halde mültezimler çok daha fazla zarar edecek
ve gümrük bedellerinin ihtilâl öncesi duruma dönmesi zor olacaktır. Gelişmeler
üzerine Bâbıâli, yerel idareden Bosna’daki gümrük gelirlerinin durumunu
anlamak amacıyla eyaletteki en büyük gümrük olan Ahlona gümrüğünün üç aylık
hasılatının da açıklandığı bir rapor istemiştir ((MB. İ, 3:5 ; 5 Eylül 1848; A. MKT,
MVL, 9, A: 62/2; 18 Haziran 1848). Raporda, coğrafi olarak Bosna’ya yakın olan
İtalya, Dobra ve Venedik’teki ihtilâlin şiddeti günden güne arttığı için Bosna
eyaleti yönetimi altında bulunan Ahlona’ya bağlı iskele ve büyük geçitlerde
şimdiye kadar devam eden emtia, bazı mallar ve hayvan gibi birçok ürünün
ticaretinin oldukça azaldığı belirtilmiştir. Ayrıca ihtilâl tüccarların can ve mal
güvenliğini tehlikeye attığı için bölgedeki ticaretin durma noktasına geldiği ifade
edilmiştir. Dolayısıyla Ahlona gümrüğünün 1848 Mart ve Mayıs ayı geliri, bir
önceki yılın aynı aylarına oranla neredeyse yarı yarıya düşmüştür. Özetle
gümrüğün üç aylık geliri doksan dokuz bin kuruş olmuştur. Bu raporda ayrıca,
ihtilâlin devam etmesi halinde garantörlüklerini üstlendikleri mültezimlere yapılan
harcamaların boşa gideceğinin altı çizilmiştir (A. MKT. MVL, 9, A: 62/3: 18
Haziran 1848).

1848 İhtilâli, Bosna’da iktisadî alanda mültezimlerin büyük sorunlar


yaşamasına neden olmuştur. Ticaretteki durgunluk en çok onları etkilemiş ve
devlete vermeleri gereken vergileri ödeyemez duruma düşmüşlerdir. Bu sebeple
Tahir Paşa’ya bir dilekçe yazarak Bâbıâli’nin mevcut durumları göz önüne alarak
kendilerini koruma altına alması talebinde bulunmuşlardır (A. MKT, MVL, 9, A:
62/1; 18 Haziran 1848)

Bosna’daki iktisadî sorunların benzeri Eflâk’ta da yaşanmıştır. Özellikle


Tuna su yolunun geçtiği bölgelerdeki ihtilâl, nehir üzerindeki ticaretin zarar
görmesine neden olmuştur. Bu ise söz konusu su yolunun duraklarından biri olan

166
Eflâk ve Boğdan’daki ticari faaliyetlere yansımıştır (Dumanlı, 2019: 268). Yine
bu bağlamda 1846 yılında Eflâk tuzlasının iltizamını alan iki gayrimüslim,
Bâbıâli’ye bir dilekçe yazarak ihtilâl nedeniyle işlerinin durma noktasına geldiğini
ve büyük bir zarar içinde olduklarını söylemişlerdir. Dolayısıyla kontratta yer alan
miktarı ödemelerinin imkânsız olduğunu, hatta tuzla işletmesinin masraflarının
çok olmasından ötürü yardım istediklerini belirtmişlerdir (HR. MKT, 21: 67: 7
Eylül 1848).

Berlin Sefiri Sami Efendi’nin Dersaadet’e yolladığı bir yazı, Osmanlı


Devleti’nin yaşadığı malî sıkıntıyı daha spesifik bilgilerle aktarması bakımından
önemlidir. Sami Efendi yazısında, sefarethanenin kandil masrafı, ihtilâl esnasında
ölenlerin cenazelerinin kaldırılması ve yaralananlara yapılan yardımlar için
harcanan miktar ve bu gibi durumlar için verilen paranın tamamının yaklaşık bin
[tabere] olduğunu ancak bu parayla sadece sefaret çalışanlarının maaşları ve bazı
masrafların karşılanabildiğini belirtmiştir. Dahası bu ödemelerin gizlice
yapıldığını, zira bazı ödemelerin yapılamadığını vurgulamıştır. Bu nedenle eksik
kalan tutarın Hazine-i Celile tarafından karşılanmasını talep etmiştir. Sami Efendi,
söz konusu borçların poliçelerinin Bâbıâli’ye verilmek üzere Alléon tüccarlarına
verildiğini ve talep edilen paranın Dersaadet’te bulunan Arham’a teslim
edilmesini üzülerek istediğini ifade etmiştir (İ. HR, 45: 2092/2; 25 Mart 1848).
Berlin Sefiri, birkaç hafta sonra Dersaadet’e tekrar bir yazı göndererek
ihtilâlden dolayı can korkusu yaşadığını, bu nedenle şuurunun bir kat daha
gittiğini ve emekliliğine izin verilmesini istemiş, çok düşük miktarda bir maaşa
dahi razı ve müteşekkir olacağını belirtmiştir. Öte yandan önceden kendisine
verilen harcırah ve Berlin’de bulunduğu sürede verilen maaşın kâğıt akçeden
olması nedeniyle oldukça zarar gördüğünü, dolayısıyla verilecek harcırahın da
Arham’a yollanmasını rica etmiştir.
Bâbıâli, yaşanan sıkıntılara rağmen talep edilen paranın Hazine tarafından
karşılanmasına karar vermiştir. Ayrıca Sami Efendi’nin ihtilâl sırasındaki
ayaklanmalardan korkması ve bundan sonraki süreçte Berlin’deki olayları daha
fazla kaldıramayacağı göz önünde bulundurularak emekli olmasına izin
verilmiştir. Sami Efendi’nin yerine ise uzun süre Prusya Devleti’nde sefaret
tercümanlığı ve maslahatgüzarlığı vazifesi yapan, bölgenin durumuna ve lisanına

167
tam olarak hâkim olduğu düşünülen David Karabet maslahatgüzarlık göreviyle
tayin edilmiştir (İ. HR, 45: 2092/3; 13 Nisan 1848).
Osmanlı Devleti, yaşanan tüm ekonomik sorunlara rağmen tebaasından
olan ya da olmayan kişilere birebir yardım etmeyi de ihmal etmemiştir. Buna dair
birçok örnekler bulmak mümkündür. Bunlardan biri Rusçuk’tan gelen bir yardım
talebine verilen karşılıktır. Eflâk ihtilâline katılan Eliyad adında biri, ihtilâl
girişiminin başarısız olması neticesinde Fransa’ya kaçmış, eşi ise Rusçuk’a
geçmiştir. Ancak kadın ve çocukları burada günlük ihtiyaçlarını dahi
gideremeyecek derecede fakir düşmüşlerdir. Bu nedenden ötürü ihtilâl firarisinin
eşi, yetkililere bir yazı göndererek aslında eşinin eskiden beri Osmanlı Devleti’ne
sadık olduğunu ve ihtilâlcilerle herhangi bir ilgisinin olmadığını belirtmiş, malî
durumları düzelene kadar kendisi ve ailesine yardım edilmesi ricasında
bulunmuştur. Bâbıâli yetkilileri yaptıkları değerlendirme sonrasında eşinden
dolayı kadın ve çocukların cezalandırılamayacağı sonucuna vararak Rusçuk
emvalinden geçici olarak aylık üç yüz kuruş maaşın kadına verilmesine karar
vermiştir (A. AMD, 11: 63; 23 Ekim 1848).
Yine Sardunya Devleti ticaret gemilerinin Macarlı seksen mülteciyle
birlikte gizlice Akdeniz Boğazı’na girdiğinin tespit edilmesinin ardından
yetkililer, bu kişilerin Osmanlı Devleti topraklarında hiçbir yere indirilmeden,
aynı gemilerle geldikleri yere geri gönderilmesi yönünde karar almıştır. Fakat
yapılan araştırmalarda gemi içinde bulunan mültecilerin iaşelerini dahi
karşılayacak paralarının olmadığı, aşırı derecede sıkıntı yaşadıkları ortaya
çıkmıştır. Bunun üzerine yetkililer, kimseye duyurulmadan gizlice Mal
Sandığı’ndan Sardunyalı kaptana Macarlıların iaşelerini karşılaması için yedi bin
beş yüz kuruş akçe yollamıştır (A. MKT, 222: 34/2; 5 Eylül 1848). İlaveten
Venedik’in ileri gelenlerinden biri, Venedik’te çıkan ihtilâl münasebetiyle aşırı
derecede fakir düşmesinin ardından, daha önce Osmanlı Devleti tarafından
kendisine verilen devlet nişanını geri verip bunun karşılığında para verilmesi için
Maliye Nezareti’ne başvuruda bulunmuştur. Yetkililer, Venedikli bu kişinin
talebini ihtilâlden zarar görmesini göz önüne alarak değerlendirmiş ve müspet bir
karar almıştır (A. AMD, 11: 77; 5 Kasım 1849).
1848 İhtilâli’nin Osmanlı ekonomisini olumsuz yönde etkilediğini 1848
yılı öncesi ve sonrası bütçelerine bakıldığında da açıkça görmek mümkündür.
1847, 1848 ve 1849 yılı bütçeleri karşılaştırıldığında 1847 yılında bütçe açığı

168
25.168.435 kuruş iken, 1848 yılında 88.225.456 kuruşla neredeyse üç buçuk katı
kadar artmıştır. Etkiler devam ettiği için bu açık 1849 yılında ancak 78.893.647
kuruşa gerilemiştir (Gürkan, 2003: 8-26).

Nitekim 1849’a gelindiğinde ihtilâlin Batı’da yarattığı mali buhranının


etkileri Osmanlı ekonomisi üzerinde henüz hissedilmektedir. Bu neden Bâbıâli
masrafları karşılamak amacıyla kamuoyundan gizli olarak seksen bin yeni
kaimeyi piyasaya sürüp sorunları hafifletme kararı almıştır (İ. DH, 195: 11061;19
Haziran 1849). Aslında bu tür gizli uygulamalar zaman zaman bütün devletler
tarafından yapılmaktadır ve ekonomik açıdan değerlendirildiğinde piyasaya
gizlice para sürülmesinin temel nedeni paranın itibarının korunmaya çalışılmasıdır
(Akyıldız, 2003: 73). Aslında 1849 yılında ihtilâlin Avrupa’daki bazı devletlerde
devam ettiği ve ihtilâlin tetikleyici faktörleri göz önünde bulundurulduğunda, bu
gizliliğin farklı nedenleri olması da muhtemeldir. Bunlardan ilki şüphesiz ki
devletin itibarının zedelenmesinin önüne geçilmeye çalışılmasıdır. İkincisi
ihtilâlin ekonomik kökenli çıkmış olmasıdır ki bu, Osmanlı yetkililerinin gizlilik
konusunda doğru bir karara vardığını göstermektedir. Zira bu durumun tebaa
arasında devletin güçsüz olduğu izlenimi uyandırabilme, halkı endişeye sevk
ederek huzursuzluklara yol açabilme ihtimali mevcuttur. Son olarak ise ihtilâli
Osmanlı Devleti topraklarına yaymak isteyen kişilerin eline halkı kışkırtmak için
istenen kozu vermekten sakınmaktır.

Genel olarak bakıldığında 1848 İhtilâli’nin Osmanlı’ya ekonomik olarak


etkisi doğrudan olmaktan ziyade dolaylı olmuştur. Zira Osmanlı’nın mali
krizlerde iç borçlanmaya gitmesi 17. yüzyıldan itibaren başlamış ve bu durum
Kırım Harbi ve sonrasında 1858’ye kadar devam etmiştir. Söz konusu durum,
aynı zamanda bütçe açıklarıyla da doğrudan ilintilidir. Ancak iç borçlanma da dış
finansörler üzerinden sağlandığı için Osmanlı Devleti’nin alışık olduğu borçlanma
yönteminde sorunlar yaşanmıştır. Zira Osmanlı bankerlerini besleyen Avrupa
finans çevrelerinin para akışını durdurmuştur. Bu durumda Osmanlı maliyesi kısa
süreliğine de olsa maaşları dahi ödeyemez duruma gelmiştir (Alper- Anbar, 2010:
28-45). Ancak Osmanlı’nın antrepo görevi gören Balkanları doğrudan
etkilemiştir. Çünkü isyanlar dolayısıyla antrepoda yaşanan sıkıntılar bölgedeki
eyaletlerin ve ahalisinin ekonomik durumunu olumsuz etkilemiştir. Bu ise
Balkanlar özelinde Osmanlı maliyesine doğrudan yansımıştır.

169
2. 6. Osmanlı’da Mülteci Meselesi

1848 İhtilâli, Osmanlı Devleti için bir de mülteci sorununun çıkmasıyla


neticelenmiştir. Aslında yabancı milletlerin ve farklı dinlere inananların Osmanlı
Devleti’ne sığınmaları daha önce de birçok kez karşılaşılan bir durumdur. 16.
yüzyılda İspanya’nın zulmünden kaçan Yahudiler bunun en basit örneğidir (Efe,
2018: 1920). Bunun altındaki en büyük etken şüphesiz ki Osmanlı’nın hoşgörü
politikasıdır. Bu durum 19. yüzyılda da devam etmiş, ihtilâl gibi devletleri büyük
kaosa sürükleyen ve kendisi için de en büyük tehlike olan milliyetçilik ideolojisini
benimseyen ihtilâlciler dahi Osmanlı idaresi tarafından reddedilmemiştir. 1848
İhtilâli sırasında Avusturya’ya karşı ayaklanan Macarlar ve onları bağımsızlıkları
konusunda destekleyen Lehler62, Avusturya ve Rusya’nın zulmünden kaçmak için
Osmanlı Devleti’ne sığınmışlardır. Bu mesele Osmanlı için büyük bir uluslararası
krize yol açmış, iki büyük devlet neredeyse savaşın eşiğine gelmiştir.

2. 6. 1. Macar ve Leh Mülteciler

Avrupa’daki ihtilâller, aralarında cumhuriyetçilerin, sosyalistlerin, ılımlı


liberallerin, muhafazakârların bulunduğu bir kısım insanın yarattığı siyasî bir göç
dalgasına neden olmuştur. 1848 yılının ilkbaharından 1849’un sonbaharına kadar
Württemberg, Baden ve Avusturya’dan binlerce kişi ihtilâl hareketine katıldıkları
gerekçesiyle topraklarını bırakıp başka devletlere sığınmışlardır. 1848 İhtilâli’nin
hemen sonrasında Macar ve Leh mültecilerin iltica ettiği devletlerin başında
Osmanlı Devleti yer almıştır. 1849’a kadar Macar ordusunun beş binden fazla
askeri ve kamplarındaki yandaşları Habsburg İmparatorluğu’ndan kaçmış, geçici
olarak Osmanlı Devleti sınırına yakın bir yere yerleşmişlerdir. Ancak Bâbıâli
idaresi Avusturya ve Macaristan arasındaki mücadelelerin ardından sınırlarına bir
mülteci akınının olacağını tahmin edememiştir. Bu nedenle Osmanlı Hükümeti,
iltica haberleri Dersaadet’e ilk ulaştığında nasıl bir yol takip etmesi gerektiğine
dair bir plandan yoksundur (Tóth, 2014: 15-21).

Macarları iltica etmeye zorlayan süreç, 1848 yılında idaresi altında


bulundukları Avusturya Devleti’ne karşı ayaklanıp bağımsızlıklarını ilan
etmeleriyle başlamıştır. 1848’de Viyana’da ihtilâlin ilk dönemlerinde Avusturya
62
Osmanlı Devleti, Polonyalılara “Lehler” diye hitap ettikleri için yazının bundan sonraki
sürecinde Polonyalılar için “Lehler” ifadesi kullanılacaktır.

170
Hükümeti’ne karşı başlattıkları mücadelelerinde büyük bir başarı elde eden
Macarlar, 1848 yılının sonundan itibaren neredeyse 1849’un sonuna kadar sürecek
olan zorlu bir bağımsızlık mücadelesine girmiştir. 1848 yılında Macarların
bağımsızlığını tanıyan Avusturya İmparatoru’nun yerini alan Francis Joseph’in
yeni Macar Devleti’ni tanımayı reddettiğini açıklaması üzerine harekete geçen
Avusturya orduları, Macarların merkezi olan Budapeşte’yi yeniden Avusturya
topraklarına katarak bağımsız bir Macar Devleti’ne izin vermeyeceklerini
göstermişlerdir. Avusturya’nın bu saldırıları, Macarların yıllardır hayalini
kurdukları bağımsızlık mücadelesinin başlamasına ve Macar Hükümeti’nin Ocak
1849’da Debrecen’e taşınmasına sebep olmuştur. Böylece 1848’de başlayan
Macar İhtilâli, Macar Bağımsızlık Savaşları’na dönüşmüştür (Kann, David, 1984,
346).

Artúr Görgey’in 31 Mart 1849’da Macar Ulusal Muhafızları’nın başına


getirilmesinin ardından Avusturya ve Macarlar arasındaki mücadelelerin yönü
önemli ölçüde değişmiş, Görgey’in komutanlık yaptığı askerî birlikler Avusturya
ile girilen hemen her mücadeleden başarıyla çıkmıştır. Ulusal Muhafızların bahar
ayları boyunca düzenledikleri seferler sayesinde Avusturya’nın işgal ettiği
Budapeşte dahil olmak üzere neredeyse bütün topraklar yeniden Macarların
kontrolüne geçmiştir. Macar ordularının bu zaferi bir yandan halk arasında büyük
bir coşkuya neden olurken, bir yandan da Macar Meclisi’nin radikal bir kararla,
14 Nisan’da bağlı bulundukları Habsburg hanedanının görevden alındığını ve
yerine Kossuth’un Hükümet Başkanı olarak seçildiğini ilan edilmesine yol
açmıştır (Fodor, 2002: 50). Macarların giderek güçlenmesi karşısında Avusturya
İmparatoru Francis Joseph, Rusya’dan yardım istemiştir ve Rus Çarı I. Nicolas’ın
9 Mayıs 1849’da Avusturya’nın ittifak teklifini kabul etmesiyle iki devlet orduları
Macarlara karşı birleşmiştir (Gángó, 2001: 43-43). Ayrıca Macarların bağımsızlık
hareketinden rahatsızlık duyan Güney Slavları; diğer bir ifadeyle Hırvatlar,
Slovenler ve Sırplar, Transilvanya bölgesinde yaşayan Alman ve Romenler,
Avusturya ordusuyla beraber Macarlara karşı harekete geçmiştir. Kısa sürede
Macarlara duyulan nefret, Avusturya’nın en büyük müttefiki haline gelmiştir
(Armaoğlu, 2003: 152).

Rusya’nın savaşa girmesi Macarlar için ihtilâlin seyrini değiştirmiş ve


Avusturya ordusu gücü yeniden ele geçirmiştir. Bu esnada 1830 Polonya

171
Ayaklanmasının liderlerinden biri olan General Joseph Bem, Macarların
bağımsızlık mücadelesine destek vermek amacıyla Macarlara katılmıştır. General
Bem’in savaşa katılmasının ardından, olaylar kısa süreli de olsa Macarların lehine
dönmüştür. Ancak yaz aylarında başlayan bir dizi çatışma ile işler yeniden tersine
bir hal almıştır. Nihayetinde Temaşavar Savaşı’nda Macar ordularının yenilmesi,
Macar bağımsızlık mücadelesinin sonunu getirmiştir (Cayley, 1856: 188-194).
Macar ordularının dağılması, Kossuth ve General Bem’in iletişim sorunu
nedeniyle bir araya gelememesi, Avusturya Devleti’ne karşı başlatılan bağımsızlık
mücadelesinin bitmesine ve umutların tükenmesine sebebiyet vermiştir. Bu
yenilginin ardından 11 Ağustos 1849’da Macar lider Kossuth, istifasını vererek
görevini General Görgey’ye devretmiştir (Cayley, 1856: 190-195; Nazır, 2016:
33-35).

Temeşvar yenilgisi sonrası bir süre daha mücadele eden Macarlar,


Görgey’in Ruslara teslim olmasıyla Avusturya ile anlaşmak zorunda kalmıştır.
Ancak bu durum, Macar ihtilâlciler için yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur.
Macar, Leh ve İtalyanlardan oluşan ihtilâlci gruplar, Osmanlı Devleti’ne sığınmak
için sınırlara doğru harekete geçmişlerdir. Sayıca askerlerin fazla olduğu bu
kişilerin iltica etme kararlarında, alacakları cezanın boyutu ve Osmanlı’nın
desteğiyle tekrar güçlenip mücadelelerine devam etme umutları etkili olmuştur
(Nazır, 2016: 39-40).

Macarlardan Osmanlı’ya iltica eden ilk grup, Eflâk’ın Kinin mevkiindeki


Osmanlı askerlerine sığınan ve aralarında Leh General Bem’in de bulunduğu bin
yüz yirmi kadar asker olmuştur. Macarların sığınma meselesi Osmanlı’da ilk önce
yerel idarecilerin gündemine gelmiş, nasıl hareket etmeleri gerektiğine dair
sorunların çözümü için Bâbıâli’ye yazılar yazılmıştır. Bunun üzerine Bâbıâli,
konuyla ilgilenmesi için Fuat Efendi’ye bir yazı göndererek mültecilerden silahlı
olanların kesinlikle kabul edilmemesi, Devlet-i Aliyye’ye sığınanlara kötü
davranılmaması, bu kişilere ne olacağına dair karar gelinceye kadar sığınmacıların
korunması gerektiğini bildirmiştir. Aslında mültecilere ne olacağı meselesi sadece
Bâbıâli için belirsiz değildir. Zira Fuat Efendi’nin aktardığı bilgilere göre Rusya
ve Avusturya’nın da bir bilinmezlik içinde olduğu anlaşılmıştır. Fakat mevcut
durumda iade edilirlerse idam da dahil olmak üzere çok ağır cezalar alacakları da
kesindir (Saydam, 1997: 348). Osmanlı’nın uzun zaman hakimiyeti altında

172
bulunan Macarları kabul etmesi aslında bir bakıma Macarları hala kendi tebaası
gibi gördüğüne de işaret etmektedir. Ayrıca Bâbıâli idaresinin Macarları
gereğinden fazla desteklemesinde Avusturya’yı hasım devlet olarak görmesinin
etkisi olduğunu söylemekte mümkündür. Zira bu aşamada Macar ve Leh
sığınmacılar Osmanlı için değil, daha ziyade Avusturya ve Rusya için bir tehdit
unsuru oluşturmaktadırlar.

İlk mülteci grupların Osmanlı topraklarına girmesi üzerine Avusturya ve


Rusya idarecileri, Belgrad Antlaşması’nın 18. maddesi gereğince ihtilâlin
liderlerinin tutuklanması ve iadesi için Bâbıâli’yle iletişime geçmişlerdir. Macar
mültecilerin Osmanlı tarafından iadeleri meselesi, Rusların Leh mültecileri
istemesiyle daha ciddi bir hal almıştır. Ancak Osmanlı sultanı, “köklü
misafirperverlik geleneğine uygun olmayacağı” gerekçesiyle hem Avusturya’nın
hem de Rusya’nın talebini reddetmiştir. Üstelik mülteciler de Osmanlı sınırından
geçer geçmez Bâbıâli’den sığınma ve iltica talebinde bulunmuşlardır. Dolayısıyla
Osmanlı Devleti için ciddi bir tehlike arz etse de iki devletin talebi de Ağustos
1849 tarihli “Bu askerler, yüce padişahın soylu kanatları altına sığındıkları için
iadeleri ve buradan teslim edilmeleri yerleşik geleneğe uymamaktadır”
açıklamasıyla reddedilmiştir (Karpat, 2002: 171-172; A. MKT, 225: 72; 20 Eylül
1848).

Öte yandan Osmanlı Devleti’ne iltica eden mültecilerin sayısı da giderek


artmıştır. Yeni gelenler arasında, Macar özgürlük mücadelelerinde büyük başarılar
kazanmış General Mor Perczel ile kardeşi de yer almıştır. General Mor Perczel ve
beraberindekiler, sığınma talebinin ardından bir süre daha Osmanlı Devleti
sınırlarına girmeyip sınıra yakın bir bölgede bekleme kararı almışlardır. Bu süre
zarfında kendilerine, içinde gazetecilerin de bulunduğu başka Macarlar da
katılmıştır. Üstelik bu defa aileleriyle birlikte gelenler de bulunmaktadır. Öte
yandan Eski Arsava’daki Leh ve Macar mültecilerin sayısı da giderek artmıştır.
Bu grupların sınırı geçmemesinin nedeni, bu sırada devam eden savaşı Macarların
kazanması umudu olmuştur. Lakin beklenen haberin gelmemesi üzerine General
Perczel, yanında bulunan bazı kişileri alarak 16 Ağustos’ta Osmanlı Devleti’ne
iltica etmiş ve Osmanlı yetkilileri tarafından Turnu-Severin’e gönderilmiştir
(Nazır, 2016: 43-46).

173
General Perczel’in sınırları geçmesinin hemen ardından ihtilâlin başından
itibaren Macar ihtilâlcilerin ve devletin lideri olan Kossuth, 17 Ağustos’ta
Osmanlı sınırlarına giriş yapmıştır. Kossuth ilk önce Turnu-Severin’e, ardından
ise 22 Ağustos’ta Osmanlı yetkililerinin kararıyla Vidin’e nakledilmiştir.
Kossuth’u takiben Leh ve İtalyan lejyonlarından olan 27., 67., 78. taburlardan
gruplar halinde kaçanlar da mülteci olarak Osmanlı’ya sığınmıştır. Vidin
Kampı’nda çıkan salgın hastalıkların yol açtığı ölümlerden ötürü tam sayı
bilinmese de Osmanlı’ya yaklaşık 5000 ilâ 5500 kadar mülteci sığınmıştır. Kasım
ayına gelindiğinde ise 1690 kadar mülteci daha kampa giriş yapmıştır (Hatipli,
2002: 805).

Osmanlı Hükümeti’nin mültecileri vermeyeceğini açıklaması, Avusturya


ve Rusya’yı daha da kızdırmış ve bu, iki devletin Bâbıâli’ye politik ilişkileri
keseceklerine dair bir nota vermesine yol açmıştır (Heyet, 1972: 3009). Buna
karşın Avrupa kamuoyunda liberalizmin ve ihtilâlciliğin yükseldiği bir dönemde
Osmanlı’nın ihtilâlcilere karşı takındığı bu tavır, Avrupa toplumları ve kamuoyu
nezdinde büyük takdir görmüş, hatta Kırım savaşında safların belirlenmesinde de
başat rol oynamıştır.

Avusturya, mültecilerin iadesini Belgrad Antlaşması’nın 18. maddesine


dayandırırken, Ruslar ise Küçük Kaynarca Antlaşması’nı öne sürmüştür. Rus
Sefiri Tifot, Bâbıâli’yi mültecilerin Osmanlı ve sınır devletler için tehlikeli
olacağı hakkında uyarmış, Eflâk ve Boğdan’da ihtilâl sonrası kurulan düzenin
yeniden bozulacağını bildirmiştir. Ancak bu, Bâbıâli, mültecileri iade etmeme
konusundaki tavrını değiştirmemiş; hatta kış ayları yaklaştığından mültecilere
barınmaları için yer tahsis etmeye başlamıştır. Ağustos ayında Vidin’e
yerleştirilen Kossuth ve beraberindeki heyet, hem kış ayı olması hem de Rusların
saldırısı tehlikesiyle Şumnu’daki kışlaya yerleştirilmişlerdir. Bu arada Osmanlı’ya
sığınan İtalyanlar da Selanik üzerinden memleketlerine gönderilmişlerdir (Gümüş,
2010: 262-263).

Rusların ve Avusturyalıların baskıları giderek artarken iade edilme


korkusu taşıyan mülteciler, Osmanlı yetkililerini İslamiyet’e girmekle tehdit
etmişlerdir. Mültecilerin Müslüman olma düşüncelerindeki amaçları, uluslararası
antlaşmalarda Müslümanların iade edilmeyeceği maddesidir. Başlarda sadece

174
söylemden ibaret olan bu tehdit, General Bem ve yaklaşık iki yüz elli altı
mültecinin İslamiyet’e girmesiyle gerçeğe dönmüştür. Ancak bu durum
Avusturyalı ve Rus yetkililerin Osmanlı aleyhine propaganda yapmalarına yol
açmış, Osmanlı idaresi mültecilere zoraki din değiştirttiği gerekçesiyle
suçlanmıştır. Bu söylentiler Kossoth’un Lord Palmerston’a bir mektup yazarak
ondan yardım istemesine yol açmıştır. Kossoth’un mektubu Avrupa’daki
gazetelerde yayınlanmış, kamuoyunda büyük bir yankı uyandırmıştır. Avrupa’da
Osmanlı aleyhine çıkan olaylar Bâbıâli’yi harekete geçirmiş; Bâbıâli’nin
mültecilerin İslamiyet’e girmelerine zorlandıklarına dair haberlerin doğru
olmadığı, zira bunun dini kurallarca yanlış olduğu hakkında bir açıklama
yapmasına neden olmuştur. Açıklamada mülteciler arasında böyle bir söylemin
gündeme gelmesinin sebebinin iade edilme korkusu olduğunun altı özellikle
çizilmiştir. Kısa bir süre sonra ise Kossuth yeni bir mektup yazarak söylentilerin
yalan olduğunu duyurmuştur (Saydam, 1997: 351-352).

Nitekim mültecilerin din değiştirdiğine yönelik kara propagandanın


gerçeği yansıtmadığı ortaya çıkınca, Osmanlı Devleti’nin mültecilere karşı
sergilediği tutum, Avrupa kamuoyunda Osmanlılar lehine haberlerin yayılmasına,
Fransa ve İngiltere’nin Osmanlı’dan yana tavır almalarına yol açmıştır. Fransa ve
İngiltere’nin mülteciler meselesine dahil olmasıyla konu uluslararası bir sorun
haline gelse de Bâbıâli, mültecileri iade etmek yerine gerekirse Avusturya ve
Rusya’ya karşı savaşma kararı almıştır (Uçarol, 1995: 192). Gerçekte Osmanlı
Devleti, mültecileri iade etmeyerek büyük bir risk almıştır. Zira devletin yapısı
Rusya ve Avusturya’nınkine benzer özellikler taşımaktadır. Üstelik söz konusu
mülteciler, hem 1848 İhtilâli’nin en büyük propagandistleri hem de ulus
bağımsızlıklarını talep etmek için ayaklanmış kişilerdir. Bu şartlarda bilhassa
Balkanların demografik yapısı, Eflâk ve Boğdan’daki ihtilâl göz önüne
alındığında, mültecilerin iade edilmemesinin stratejik bir hataya dönüşebilme
ihtimali mevcuttur. Bu bir noktada Osmanlı idarecilerin ihtilâlin özünü
kavrayamadıklarını ya da Avrupa düşünce dünyasına pek de vakıf olmadıklarını
da göstermektedir.

Bahsi geçen olaylardan sonra Avusturya ve Rusya, Bâbıâli’ye verdikleri


nota doğrultusunda elçilerini Dersaadet’ten çekme kararı almışlardır. Bunun
üzerine Bâbıâli, Avrupa’da yayımlanmak üzere bir rapor hazırlamış ve

175
mültecilerin iade edilmesinin, alacakları cezalar düşünüldüğünde insan haklarına
uymadığı gerekçesiyle kendisine sığınanları vermeyeceğini açıklamıştır. İki
devletin elçilerini geri çekme kararı üzerine İngiltere ve Fransa, Osmanlı’ya
yardım edeceklerini ve mültecilerden yana taraf olduklarını belirtmişlerdir (Karal,
2007: 216-217).

Avusturya ve Rusya ile olan münasebetlerin daha fazla gerginleşmesini


politik çıkarları doğrultusunda doğru bulmayan Bâbıâli, mülteci meselesinin kesin
çözümü için harekete geçmiş; müzakereler için Fuat Efendi’yi görevlendirmiştir.
Rus çarıyla görüşmek üzere Petersburg’a giden Fuat Efendi, önce Kont Nesslerod
ile görüşmüş ve mültecilerin iade edilmesinin devletin şeref meselesi olduğunu,
bu nedenle Çar’ın insafına müracaat edildiğini bildirmiştir. 16 Ekim’de Çar ve
Fuat Efendi arasında yapılan görüşmede, Fuad Efendi Çar’ın talep etmesi halinde
Osmanlı idaresinin mültecilerin tamamını bir yere toplayarak gözetim altında
tutacağını aktarmıştır. Çar I. Nicholas, görüşmede Osmanlı Devleti’nin mülteciler
meselesindeki tutumundan rahatsızlık duyduğunu fakat yine de Osmanlı
sultanının kendisine müracaat etmesinden son derece memnun olduğunu belirtmiş
ve kararını sonra açıklayacağını ifade etmiştir. Osmanlı ve Rusya arasında yapılan
müzakerelerde, Rusya’nın sunduğu ilk öneri, Fuat Efendi tarafından kabul
edilmesi mümkün olmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Sonraki görüşmelerde ise
Macaristan ihtilâline katılan Polonyalıların bir daha geri dönmemek koşuluyla
Osmanlı Devleti tarafından sınır dışı edilmeleri, İslamiyet’e geçenlerin ise Halep
ve Konya’ya yerleştirilmeleri üzerinde anlaşmaya varılmıştır. Rusya’nın Osmanlı
Hükümeti’yle anlaşma yapması Avusturya yönetiminin direncini kırarak onları
Osmanlı’yla anlaşma yapmak zorunda bırakmıştır (Heyet, 1972: 3010; Gümüş,
2010: 266-268, Ahmed Cevdet, 1991:12).

Bâbıâli’de mülteci meselesinin diplomatik ayağı devam ederken,


Şumnu’ya gönderilen mültecilere, bölge valisinin başkanlığında kendi
komitelerini ve yargı sistemlerini kurma izni verilmiştir. Fakat bir süre sonra
mülteciler arasında çıkan fikir ayrılıkları ve gruplaşmalar, silahlı çatışmalara yol
açan sorunlara neden olmuştur. Şumnu’da mülteciler arasında bu problemler
yaşanırken, nihayet Osmanlı ve taraf devletler anlaşmaya varmış ve mültecilerin
nerelerde iskân edileceklerine yönelik kararlar alınmıştır. Buna göre Macarların,
Avusturya ve Rusya sınırından uzak olacak şekilde Konya ve Kütahya’ya;

176
İslamiyet’e ve Osmanlı vatandaşlığına geçen Lehlerin, Halep’e gönderilmesine
karar verilmiştir. Antlaşma gereği yurtlarına dönmek isteyenlere izin verilirken,
Leh uyruklu olup Osmanlı’ya ve İslamiyet’e tabi olmayanlar ise bir daha geri
dönmemek şartıyla sınır dışı edilmişlerdir. Macar İhtilâli’nin öncüsü ve devletin
devrik lideri Kossurt, küçük bir grupla beraber 15 Şubat 1850’de önce Bursa’ya,
buradan da Kütahya’ya geçmiştir (György, 2002: 806-807; Nazır, 2016: 146-204).

Osmanlı idaresine sığınan mülteciler için Avusturya ve Rusya tehlikesi


bitmiştir ancak bu, mültecilerin ihtilâl fikrinden vazgeçtiği anlamına
gelmemektedir. Hatta söz konusu kişilerden bazıları mülteci meselesinin
üzerinden çok zaman geçmeden harekete dahi geçmişlerdir. Macar, İtalyan ve
Lehlerden oluşan bir grubun, yeni bir ihtilâl çıkarma niyetiyle Vidin, Rusçuk,
Tulca ve Sünne bölgesinde toplandığı ortaya çıkmıştır. Bu durum Bâbıâli’yi
büyük bir endişeye sevk etmiştir; çünkü Avusturya ve Rusya ile yapılan
antlaşmalar doğrultusunda mültecilerin Tuna sahillerinde ve Avusturya Devleti
sınırına yakın yerlerde bulunmaları yasaklanmıştır. Dolayısıyla eğer faaliyete
geçer ve ufak dahi olsa bir sorun çıkarırlarsa mülteci meselesinin yeniden
gündeme gelmesine neden olacak ve Osmanlı Devleti’nin itibarının
zedelenmesine yol açacaklardır. Bu nedenle Osmanlı idaresi, haberi alır almaz
hemen harekete geçmiştir; bahsi geçen bölgelerdeki yerel idarecilerden ihtilâlci
grupların hepsini yakalayıp Dersaadet’te yollamalarını ve Avusturya konsolosuyla
da irtibata geçip mültecilerin sorun çıkarmayacaklarını iletmeleri istenmiştir (HR.
MKT, 360: 73; 24 Aralık 1850). Özetle Avusturya ve Rusya ile biten mülteci
sorunu, Osmanlı’ya resmen kabullerinin ardından hem iç mesele olarak hem de
uluslararası boyutta Kırım Savaşı’na kadar devam eden bir konu olmuştur63
(Ortaylı, 2018: 128).

2. 6. 2. Sırp Mülteci Meselesi

1848 İhtilâli sırasında Osmanlı Devleti’ne sığınmayı talep edenler sadece


Macar ve Leh mülteciler olmamış, benzer bir talep Avusturya Sırplarından da
gelmiştir. Macarların bağımsızlıklarını ilan etmesiyle, Macar idaresi altına giren

63
Macar ve Leh mültecilerin etkisini sadece 1848 İhtilâli boyutunda değerlendirmek eksik bir
tanım olacaktır. Çünkü gerek orduda gerek kültürel anlamda Osmanlı Devleti’ne birçok katkı
sağlamışlardır. Örneğin edebi ve kültürel anlamda katkıları için bkz: Mahmut Çetin, (2020).
Boğaz’daki Aşiret, Ankara: Biyografi Net Yayıncılık.

177
bazı Sırplar bu durumdan rahatsız olarak Osmanlı’ya iltica etmek için Bâbıâli’ye
başvurmuştur. Ancak söz konusu mevzu Macar ve Leh mülteciler gibi diplomatik
sorunlara yol açmadığı için daha çok Belgrad ve Bâbıâli arasındaki küçük bir iç
mesele olarak kalmıştır. Aslında bu grup Avusturya Devleti’nden değil,
bağımsızlıklarını ilan eden Macarların hâkimiyetinde yaşamak istemeyenlerden
oluşmaktadır. Dolayısıyla iltica talepleri Avusturya yetkililerinin olumlu
yaklaşacağı bir durumdur, zira Macarlara karşı başlatılan her girişim Viyana
Hükümeti’nin desteğini almaktadır.

Belgrad Muhafızı aracılığıyla Bâbıâli’ye iletilen bahsi geçen istek için


Belgrad’daki meclis reisi aracı olmuştur. İltica etmek isteyen Sırplardan birkaç
sözcü meclis başkanına gelerek, 1848 İhtilâli’nin etkisiyle Avusturya devlet
düzeninin bütünüyle bozulduğunu; Sırp milletinin güvenliğinin tehlikede
olduğunu bu nedenle kendilerini koruyacak büyük bir devlete ihtiyaçları
olduklarını belirterek Osmanlı’ya sığınmak istediklerini söylemişlerdir (A. MKT,
MHM, 7: 9; 17 Ekim 1848).

Sırpların kendilerine koruyucu olarak Osmanlı Devleti’ni seçmesi,


Avusturya’da bağlı bulundukları Patrik’in etkisiyle olmuştur. Patrik, kendisine
başvuran Sırplara, mevcut durumda Sırpları koruyacak tek devletin Osmanlı
Devleti olduğunu söylemiş ve dolayısıyla bir an evvel Belgrad’a gidip sığınma
talep etmelerini önermiştir. Patrik’in tavsiyesi üzerine Avusturya Sırpları
meclislerini toplayarak konuyu müzakere etmiş ve hem Osmanlı topraklarının
Avusturya sınırlarında olmasının hem de buradaki idarecilerin ahaliye eşit
davranmasının etkisiyle Osmanlı Devleti’nin hükmü altına girmeye karar
vermişlerdir (A. MKT, MHM, 7: 9; 17 Ekim 1848).

Belgrad Meclis Reis’ine gelen Sırp müzakereci grup, şayet iltica istekleri
kabul edilirse bunun Osmanlı Devleti için soruna neden olmayacağını çünkü
gerektiği zaman ihtiyaç duyulan iltica izinlerini Viyana Hükümeti’nden
alabileceklerini ifade etmişlerdir. Dahası meclis başkanından Bâbıâli yetkililerine,
devletler arası bir problem çıkarmayacaklarına dair teminat dahi verebileceklerini
iletmesini talep etmişlerdir. Ayrıca Osmanlı Hükümeti mevzu bahis olan Sırpların
sığınma isteklerini kabul ederse, bu kişiler Avusturya’da bulunan diğer Sırplarla
da görüşüp, onların da Osmanlı’ya iltica etmelerini isteyeceklerdir. Osmanlı

178
Devleti hakimiyetine girdiklerindeyse, iç işlerini idare edebilecek bir knezin
idaresi altında, bölge valisinin kontrolüne gireceklerini ve Osmanlı’ya bağlı
kalacaklarını ifade etmişlerdir (A. MKT, MHM, 7: 9; 17 Ekim 1848).

Belgrad Muhafızı, yazısında sığınma talep eden kişilerin sayısının yaklaşık


olarak Belgrad’da bulunan Sırpların üç katı kadar olduğunu ve gerekli hazırlığın
yapıldığının altını çizmiş ve bu kişilerin Osmanlı’ya kabul edilmesi halinde
ödeyecekleri verginin hazineye büyük katkı sağlayacağını vurgulamıştır. İlaveten
Belgrad Muhafızı, gereken araştırmaları yaptığını, bu nedenle Sırpların kabul
edilmesinin herhangi bir soruna yol açmayacağını belirtmiştir (A. MKT, MHM, 7:
9; 17 Ekim 1848). Belgrad Muhafızı Mehmet Paşa’nın Avusturya Sırplarının
Osmanlı’ya sığınma talebini daha ziyade ekonomik açıdan ele aldığı
görülmektedir. Halbuki bu bölgedeki Sırpların iç içe geçmişliği ve yek vücud
haline gelmeleri müstakil bir devlet kurma yönünde önemli bir tehdit olarak
algılanabilirdi. Dolayısıyla 1848 İhtilâli’nin bir yansıması olarak mülteci meselesi,
Osmanlı Devleti için ironiktir. Çünkü Osmanlı Hükümeti, bir yandan ihtilâl süresi
boyunca idaresi altında bulunan milletlerin ihtilâlden etkilenmesini engellemek
için büyük çaba sarf ederken, bir yandan da kendi mozaik yapısına uyumsuz ve
tehlike oluşturabilecek uygun olmayan çelişik bir politika etmiştir. Bağımsızlıkları
için mücadele eden milletlerin koruyucusu haline gelmiş ve onları korumak
uğruna gerekirse savaşa girmeyi göze alabilecek kadar büyük diplomatik
sorunlarla mücadele etmiştir 64.

2. 7. İhtilâlin Yabancılar Üzerindeki Etkisi

Osmanlı Devleti’nin yayıldığı coğrafya, devletin kozmopolit bir yapıya


sahip olmasına neden olmuştur. Bu yapısına ilaveten 19. yüzyılda ticaret ve
sanayinin önem kazanmasına paralel olarak özellikle Dersaadet ve İzmir gibi
büyük merkezlerde ikamet eden yabancıların sayısında artış görülmüştür.
Dolayısıyla 1848 İhtilâli patlak verdiğinde Dersaadet’te yaşayan yabancıların
burada sorun çıkarma ihtimali gündeme gelmiştir. Nitekim ihtilâl haberlerinin

64
Arşiv kaynaklarında yapılan araştırmalarda, Avusturya Sırplarının iltica taleplerine verilen
cevaba dair bir belgeye rastlanamamıştır. Dolayısıyla burada ihtilâl sırasında Avusturya Sırplarının
bir bölümünün Osmanlı’ya sığındığına dair net bir ifade kullanmak mümkün değildir. Ancak
belgede yer alan bilgilerden hareketle Osmanlı’ya iltica etmek isteyen Sırpların sayısının Belgrad
Sırplarının üç katı kadar olduğu göz önünde bulundurulursa böyle bir başvurunun kabul edilmediği
tahmin edilebilir.

179
Osmanlı topraklarına ulaşmasının hemen ardından, burada yaşayan İtalyanlar ve
Avusturyalılar arasında huzursuzluklar ortaya çıkmış, hatta İtalyanlar tarafından
Avusturya Elçiliği’ne bir saldırı dahi düzenlenmiştir. Çiğdem Dumanlı, 1848
İhtilâli’nin Osmanlı Devleti’ne etkilerini ele aldığı çalışmasında, 1848 İhtilâli’nin
Paris ve Alman şehirlerine ulaşmadan önce Osmanlı topraklarında görüldüğünü
belirtmiş, bunu da İtalyanların Dersaadet’te çıkardıkları söz konusu olaylara
dayandırmıştır (Dumanlı, 2019: 119-120).

Osmanlı arşiv kaynaklarına bakıldığında da Dumanlı’nın bu savını


destekleyen bilgilere rastlanmıştır. Örneğin, Avusturya’da ihtilâl çıktığına dair
haberlerin Dersaadet’e ulaşmasının akabinde burada yaşayan İtalyanlar, Galata
sokaklarına içeriği tam olarak bilinmeyen İtalyanca broşürler asmışlardır. Bu
olayın duyulmasının hemen ardından yetkililer, karmaşaya mahal vermemek
amacıyla Beyoğlu polisini Galata’ya göndererek asayişi sağlamaya çalışmışlardır
(C. ZB, 76: 3794; 2 Mart 1848). Her ne kadar asılan ilanların ayrıntısına dair
bilgiler tespit edilemese de bu olayın ardından Karaköy’de toplanan
Avusturyalılar ve İtalyanlar arasında çatışmalar çıkmış, olay zaptiyelerin devreye
girmesiyle durdurulmuştur. Bahsi geçen olayın araştırılması üzerine İtalyanların
bir broşür dağıtarak, tüm vatandaşlarını bazı mühim konular hakkında görüşmek
üzere toplantıya davet ettiği anlaşılmıştır (A. MKT, 113: 7; 5 Mart 1848). 1848
İhtilâli boyunca İtalya ve Avusturya’nın karşıt görüşlere sahip olduğu
düşünüldüğünde, sokaklara asılan ilanların içeriği ve sonrasında iki grup arasında
çıkan çatışmaların ihtilâlden kaynaklandığı yüksek ihtimaldir (Price, 2000: 91-
93). Bu kapsamda Osmanlı yöneticileri de İtalyanlar ve Avusturyalılara karşı
tetikte olunması gerektiğine karar vermiş; hatta ihtilâlin iki devlette de
hissedilmesinin hemen sonrasında Bozcaada’ya yanaşan Avusturya ve İtalyan
gemilerinin detaylı bir şekilde kontrol edilmesi kararı alınmış ve bu milletler
tarafından ihtilâlin Osmanlı topraklarına yayılmasının önüne geçilmeye
çalışılmıştır (A. MKT, 133: 61; 11 Haziran 1848). Özetle ihtilâlin Osmanlı
topraklarındaki yabancı milletler üzerindeki etkisi, ulaşılabilen bilgiler
doğrultusunda İtalyanlar ve Avusturyalılar arasında çıkan lokal çatışmalardan
öteye gitmemiştir.

2. 8. Osmanlı Entelijansiyasının 1848 İhtilâli İmgelemi

180
Avrupa kıtası, 18. yüzyılın sonundan itibaren 19. yüzyıl boyunca gerek
kıtalar arası, gerekse lokal ihtilâllerle karşı karşıya kalmıştır. Avrupa’daki bu
ihtilâller Osmanlı Devleti açısından Avrupa’nın ya da Hristiyanların iç problemi
olarak görülmüş, hatta bu durum Osmanlı idaresi tarafından memnuniyetle
karşılanmıştır. Söz konusu ihtilâllere dair haberler Osmanlı topraklarında duyulsa
da herhangi bir olaya neden olmadığı gibi başlarda düşünsel boyutta bir etki de
bırakmamıştır. Dolayısıyla ihtilâllerle birlikte ortaya çıkan “eşitlik” ve “özgürlük”
gibi kavramlar başlarda Osmanlı zihin dünyasında imgeye dönüşmemiştir. Bunun
en büyük göstergesi, 1789 İhtilâli sonrasında Fransızlar için özgürlüğün simgesi
sayılan ve Dersaadet’te neredeyse herkesin görebileceği bir konuma ekilen
“özgürlük ağacı”na ahalinin hiçbir tepki vermemesi olmuştur (Yeşil, 2015: 409)

1789 İhtilâli’ndeki bu durum, 1848 İhtilâli’ne gelindiğinde de değişmemiş;


olaylar reaya tarafından yakından takip edilse de ihtilâl, Eflak ve Boğdan’a
sıçrayana kadar Hristiyanların ve Avrupa’nın iç sorunu olarak değerlendirilmiştir
(Mac Farlene, 1850: 125-395). Ancak Bâbıâli’nin ihtilâl sırasında tedbir amaçlı
aldığı önlemler, 1789’daki algının politik düzlemde değiştiğinin işareti olmuştur
(A. MKT, 116: 30; 23 Mart 1848: A. MKT, 121:5; 14 Nisan 1848).

Öte yandan 1848 İhtilâli sırasında Osmanlı’da Avrupa’daki siyasi


gelişmeleri kaleme alan bir zümreden bahsetmek pek mümkün değildir ve
dolayısıyla ihtilâle dair detaylı bir aydın yorumlaması bulmak da oldukça zordur.
Ancak aynı statüyü temsil eden Osmanlı bürokratlarından olan elçilerin gelişmeler
hakkında Bâbıâli’ye yolladıkları raporlarda yer alan ihtilâl hususundaki yorumları,
dönemin entelektüel zihniyetine ışık tutması bakımından önemlidir. Fakat elbette
ki burada söz konusu kişilerin siyasi kimlik taşıdıkları da unutulmamalıdır. Zira
bu kişilerin ihtilâlle birlikte gündeme gelen ideolojilerin karşılık geldiği değerler
ve talepler hakkındaki düşüncelerini objektif bir şekilde aktarmaları pek mümkün
değildir (Düzcü, 2016: 55-56). Buna rağmen siyasi düzlemde ihtilâlin neye
karşılık geldiğine dair genel bir bakış açısı sunmaları bakımından elçilik
raporlarında yer alan bilgiler oldukça değerlidir.

Mevzu bahis olan elçilerin başında gelen Viyana Sefiri Mehmed Şekib
Efendi, yazılarında 1848 İhtilâli’ni kısaca “kuru gürültü ve ayak patırtısı” olarak
nitelendirmiştir. Bu noktada ihtilâl yanlılarının isteklerini gereksiz; söylemlerini

181
ise manasız iddialar olarak görmüştür. Üstelik Şekib Efendi’ye göre ihtilâl ne
kadar büyürse büyüsün, bu heyecan eninde sonunda sönmeye mahkûmdur. İhtilâl
sırasında Bâbıâli’ye birçok rapor gönderen Şekib Efendi, ihtilâlci hareketi
tanımlarken en çok “fesad” diğer bir ifadeyle ihtilâl kelimesini kullanmıştır. Bu
tanımını ihtilâl sonucunda kurulan hükümetleri işaret ederken de kullandığı
görülmektedir. Örneğin Eflâk’taki ihtilâlin ardından kurulan yönetimi “fesad
hükümeti” olarak adlandırmıştır (İ. HR, 46: 2156/ 3; 25 Mayıs 1848; HR. MKT.
22: 7; 19 Eylül 1848). Kavramın ilk ve en yalın hali, sözlükte “tabiî” olandan
başka bir deyişle doğal olandan ayrılmama manasına karşılık gelmektedir. Yine
bu bağlamda yaygın şekliyle kargaşa ve asayişi bozma anlamında
kullanılmaktadır (Devellioğlu, 2006: 262-913-986-1059). Bu çerçeveden
bakıldığında Şekib Efendi’ye göre 1848 İhtilâli, doğal olan düzeni bozmaya
yönelik çıkarılan karmaşa ve kargaşadan ibarettir. Nitekim ihtilâl esnasında
Bâbıâli’yle olan yazışmalara bakıldığında en çok “fesad” kelimesiyle
karşılaşılmaktadır.

İngiltere Sefiri Mösyö Kalamiki’nin Bâbıâli’ye gönderdiği rapora


bakıldığında Şekib Efendi’yle aynı minvalde bir düşünceye sahip olduğu
görülmektedir. Mösyö Kalamiki, 1848 İhtilâli’ni bir “afet” olarak
değerlendirirken, ihtilâlcilerin talep ettikleri siyasi düzenlemeleri, diğer bir deyişle
yönetimde söz sahibi olma isteği ve eşitlik gibi fikirleri ise bir hayal ve heves
olarak nitelendirmiştir. İlaveten bu tarz düzenlemelerin sonunun mutlak
vahametle neticeleneceğinin de altını özellikle çizmiştir. İhtilâllerin Avrupa
kıtasında yaşanmasının Avrupa’nın sosyolojik yapısından kaynaklandığını
vurgulayan Mösyö Kalamiki, Osmanlı Devleti’nin ihtilâlden etkilenmeyeceği
düşüncesindedir. Çünkü ona göre Avrupa’dakinin aksine Osmanlı’da sınıf ayrımı
gibi toplumu katmanlara ayıran bir yapılanma bulunmamaktadır. Üstelik
Tanzimat Fermanı’ndan sonra yapılan düzenlemeler sayesinde tebaa arasında
eşitlik sağlanmış ve bazı haklar daha da güvence altına alınmıştır (İ. HR, 47:
2229; 4 Temmuz 1848).

İşkodra Mutasarrıfı Mazhar Osman ise ihtilâl gibi devletlerin bekasına


zarar vermeye yönelik olayların Osmanlı idaresi altındaki Müslümanlar ve
Hristiyanlar için yasaklandığının altını çizerek, tıpkı daha önceki ihtilâllerdeki
gibi 1848 İhtilâli’ni de Avrupa’daki devletlerin problemi olarak değerlendirmiştir.

182
Ona göre ihtilâlin amacı “serbestîyet” fikridir. Mazhar Osman, bu tarz düşünceleri
ve girişimleri uygunsuz olarak nitelerken, bunların sonucunun ise ancak fesada
yol açacağını vurgulamıştır (A. MKT. 123: 82; 27 Nisan 1848).

1848 İhtilâli sırasında Berlin’de bulunan Maslahatgüzar Mösyö Davet


Karabet, Bâbıâli’ye gönderdiği raporlarda ihtilâli cumhuriyet sevdası içinde
olanların çıkardığını ve bunun ise ancak fitne ve fesat anlamına geldiğini
belirtmiştir (HR. MKT, 21: 19; 5 Eylül 1848). İhtilâl taraftarlarına “sosyalist
takımı” diye hitap eden Karabet, milli birlik idealleri etrafında birleşen insanların
hızla gruplaşmaya başladığını vurgulayarak söz konusu düşünceleri “harap
fikirler” olarak değerlendirmiştir (HR. SYS, 204: 4/20; 26 Ekim 1848). Bahsi
geçen isimlerin 1848 İhtilâli’ne dair bakış açıları ele alındığında, ihtilâl
kavramının akıllarda daha çok düzensizliği, kargaşayı ve kaosu sembolize ettiği
görülmektedir. Cumhuriyet yönetimi ve serbestîyet fikri gibi yönetim şekilleri ise
hayali birer imgeden ibarettir.

1848 İhtilâli’ne müteakip Bâbıâli tarafından halkı ihtilâl söylemlerinden


korumak için tüm idari yetkililere uyarılarda bulunulmuş ve matbu yayınları
kontrol altına alınmıştır. Bu kapsamda gazetelerde yayımlanan yazıların içerikleri
de bu politika çerçevesinde şekillenmiştir. 1848’de yayın hayatında olan Takvim-i
Vekâyi ve Ceride-i Havadis deki yazılar da alınan tedbirler minvalinde
şekillenmiş ve Avrupa’daki ihtilâllere dair haberler haricinde devletin sınırları
dahilindeki olaylara neredeyse hiç yer verilmemiştir. Mesela devletin resmi basın
organı olan Takvim-i Vekâi’de Eflak ve Boğdan’daki ihtilâlci girişim
durdurulduktan sonraki gelişmelerin aktarıldığı tek haber yayımlanmış ve 1848
İhtilâli “garip olaylar” olarak karakterize edilmiştir (Karasu, 2000: 234). Ceride-i
Havadis gazetesinde ise 1848 Eylül ayından 1850’ye kadar 1848 İhtilallerine dair
haberlere yer verilmiştir. Ancak bu haberlerde Osmanlı topraklarında yaşananlarla
ilgili bilgiler bulmak mümkün değildir. Dolayısıyla ihtilâl hakkında bir yorum
bulunmamaktadır. Ceride-i Havadis muharrirleri, Avrupa’daki ihtilâllere ve
sosyalizme dair haberleri gazete sütunlarına taşırken, ihtilâlin çıkmasında önemli
roller üstlenen kişileri ve ihtilâl yanlılarını “komünist takımı” diye
nitelendirmişlerdir (Ceride-i Havadis, 18.10.1848: 28.11.1849: 5.12.1849). Özetle
Osmanlı basınında 1848 İhtilâli’nin nasıl algılandığı hakkındaki bilgiler oldukça
sınırlıdır. Fakat Ceride-i Havadis’teki sosyalizm ve komünizm gibi tanımlar,

183
Osmanlı toplumunun Avrupa’daki ideolojileri takip noktasında pek de geride
olmadıklarını göstermeleri bakımından önemlidir. Ayrıca bu dönemde Bâbıâli’nin
basına uyguladığı sansüre rağmen 1850’ye kadar sosyalizme dair haberlere
müsaade etmesi henüz bu türden fikri hareketleri tehdit olarak görmediğinin
kanıtıdır.

Yine bu bağlamda Tanzimat ve modernleşme döneminin önemli


isimlerinden olan Ahmed Cevdet Paşa’nın 1848 İhtilâli’ne dair yorumlarına
bakmak gerekmektedir. Osmanlı Devleti’nde gerek siyasetin gerekse
entelijasiyasının önemli bir figürü olan Ahmet Cevdet Paşa, 1848 İhtilâli’ni
Fransızlar nezdinde, hukuk düzenine ve birliğine aykırı davranılan “bir fikr-i
batıl” olarak değerlendirmiştir. Paşa’ya göre 1848 İhtilâli “soysuz ve fena”
kimselerin cumhuriyet isteğiyle başlattıkları bir girişimdir ki cumhuriyet rejimi de
“adî” bir rejimdir, yönetim şekli ise “akılsızlıktır”. Öyle ki bu istekler, başta
Avusturya’da olmak üzere halk arasında “serbestîyet” düşüncesinin ortaya
çıkmasına yol açmıştır. Söz konusu düşünce şekli İslamiyet’te ve Osmanlı
Devleti’nde karşılık bulmayacak fikirlerdir (Ahmed Cevdet, 2018: 23-24). Bu
noktada Ahmed Cevdet Paşa’nın İşkodra Mutasarrıfı Mazhar Osman ve Şekib
Efendi’yle paralel düşüncelere sahip olduğu görülmektedir. Ancak her ne kadar
Ahmed Cevdet Paşa geleneksel muhafazakâr bir siyasi düşünceye sahip olsa da bu
yorumlar Mazhar Osman ya da Cevdet Paşa’nın objektif değerlendirmelerinden
ziyade dönemin devlet politikasının bir yansıması olarak görülebilir.

Cemil Meriç, Ahmed Cevdet Paşa’nın “Fransız İhtilâli’nin en kâmil ve -


aşağı yukarı-en tarafsız izâhını yapan ve Avrupa’yı kucaklayan o büyük
sarsıntının içtimaî sebeplerini derin bir sezişle anlayan ve anlatan ilk -ve belki de
son- tarihçisi” olduğunu belirtmiştir. Yine bu bağlamda Paşa’nın 1848 İhtilâli
taraftarlarını “mantıktan uzak ve doğa kanunlarına aykırı” girişimde bulunan bir
kesim; istenen cumhuriyet yönetimini ise “aşırı sol” bir talep olarak gördüğü
düşüncesindedir. Ancak Meriç, Cevdet Paşa’nın 1848 İhtilâli’ni uzaktan izlediğini
ve biraz ön yargılı olduğunu belirtmeyi ihmal etmemiştir (Meriç, 2018: 119-177).

Osmanlı’nın Batılı anlamda ilk aydınları olarak nitelendirilebilecek


fikirlerini kaleme alan zümrenin ortaya çıkması ise 1848 İhtilâli’nden sonraki
yıllara denk gelmektedir. Bu kapsamda kısa da olsa bu kesime değinmekte fayda

184
vardır. Öncelikle bahsi geçen zümre içinde yer alanlar, Osmanlı için dönemin
eğitim merkezi olarak kabul edilen Fransa’da eğitim almış ve dolayısıyla buradaki
düşünce sistemine maruz kalmış kişilerdir. 1830’dan sonra Bâbıâli tarafından
desteklenen bu kişiler, öğrenci olarak Fransa’ya gönderilmeye başlamış ve başta
askeri olmak üzere teknik ve sosyal bilimler alanlarında eğitim almışlardır ve
dönüşleri sonrasında Osmanlı modernleşme hareketi içerisinde önemli roller
üstlenmişlerdir. Osmanlı entelijansiyasının en önemli isimlerinden olan Şinasi,
Namık Kemal ve Osman Hamdi bunların sadece birkaçıdır (Düzcü, 2016: 63).

Ebuzziya Tevfik, kaleme aldığı “Yeni Osmanlılar Tarihi” adı eserinde,


1848 İhtilâli patlak verdiğinde ileride Genç Osmanlılar hareketinin en önemli
savunucularından biri olacak Şinasi’nin Paris’te olduğunu ve ayaklanmalar
sırasında ihtilâl yanlılarının yanında yer alarak arkadaşı Sait Sermedi65 ile ihtilâlin
simgesi olan üç renkli ulusal Fransız bayrağını taşıdıklarını iddia etmiştir
(Ebuzziya Tevfik, 1973: 225). Ancak Adnan Şişman “Tanzimat Döneminde
Fransa’ya Gönderilen Osmanlı Öğrencileri” isimli çalışmasında Şinasi’nin 1849
yılında Fransa’ya gittiğini belirtmektedir (Şişman, 2004: 17). Bu nedenle
Şinasi’nin 1848 İhtilâli’ne katılmış olması pek mümkün değildir. Lakin Şinasi’nin
Tercüman-ı Ahval’de yayımladığı “Mukaddime” adlı makalesinde Türk dilinin
sadeleştirilmesine yönelik sözleri, “millileşme” hareketinin ve dolayısıyla
ihtilâllerle kökleşen milliyetçilik ideolojisinin Osmanlı aydını nezdinde de karşılık
gördüğünün bir göstergesi olarak varsayılabilmektedir. Bu bağlamda Şinasi
özelinden hareketle Osmanlı Devleti’nde ‘zihniyet dönüşümü’nün başladığı
çıkarımına gitmek de mümkündür (Dumanlı, 2017: 43-46).

Namık Kemal de tıpkı Şinasi gibi modern Osmanlı aydını zümresinin ilk
temsilcilerindendir ve fikirlerini ancak 1848 yılının çok sonrasında kaleme
alabilmiştir. Yön Dergisi’nde yayımlanan ve yabancı bir kaynağa dayandırılan
bilgiye göre Namık Kemal’in 1789 İhtilâli’nin fikirlerini benimsediği, 1848
İhtilâli’ni ve taraftarlarını, hatta büyük Fransız istiklâlini desteklediği iddia
edilmiştir. Öte yandan İbret gazetesindeki yazar arkadaşlarıyla beraber Paris
komününün sözcülüğünü üstlendiği vurgusu yapılmıştır (Baladuroğlu, 1962: 13;
Cerrahoğlu, 1975: 276). Nitekim Namık Kemal’in Hürriyet gazetesinde kaleme
65
Sait Sermedi ismine dair teferruatlı bir bilgi bulunmamakla birlikte tanzimat döneminin en önde
siyasetçilerinden biri olan Sadrazam Ali Paşa’ya karşı bir suikast girişimi olduğu iddia
edilmektedir (Koray;1987: 193-204).

185
aldığı makalelerindeki düşünceleri de bunu destekler niteliktedir. 21 Haziran
1869’da Hürriyet gazetesindeki “Fransız İhtilâli” başlıklı yazısında, bu tarihlerde
Fransa’nın bazı şehirlerinde patlak veren olaylara değinerek yaşananların nedenini
yaklaşık yüz yıl öncesine diğer bir deyişle 1789 İhtilâli’ne dayandırmıştır. Zira
ona göre Fransızlar, 1789 İhtilâli’yle gaflet uykusundan uyanıp hukuk-ı
hürriyetlerini tanımaya ve millet-i hakimiyetlerini istemeye başlamışlardır. Namık
Kemal, Fransa’daki bu olayların ve isteklerin yakın zamanda yani 1848 yılında da
yaşandığını ve şimdiki taleplerle aynı bir rejim sistemi istendiğini; bunun
sonucunda cumhuriyetin kurulduğunu ancak çok uzun sürmediğini ve III.
Napoleon’un 1851’de mutlakiyeti yeniden tesis ettiğini vurgulamıştır. Zira ihtilâl
neticesinde kurulan ikinci cumhuriyet dönemi müddetince reform talepleri, seçim
sistemi ve işçi hakları gibi konularda düzenlemeler yapılmadığı gibi iç ve dış
siyasette de sorunlar yaşanmaya devam etmiştir. Dolayısıyla Namık Kemal’e göre
halihazırda yaşanan olaylar 1848 İhtilâli’nin devamı niteliğindedir. Çünkü halk
hiçbir zaman hükümet-i milliye ve hürriyet taraftarı olmaktan vazgeçmemiştir. Bu
kapsamda 1848 İhtilâli, insanları ileri bir seviyeye taşımıştır. Namık Kemal,
yazısının sonunda bir metaforla ihtilâl durumunu tanımlamıştır: Monarşik devlet
bir baba, halk ise evlattır. Babalar çocuklarının kendi arzuladıkları karaktere
bürünmelerini ister; evlatlar ise kimi zaman tabiiyet durumunu sorgulamaya
başlar. Bu noktada babalar, evlatlarını zor kullanarak terbiye ederler. Fakat zaman
geçtikçe büyüyen ve şiddet durumunu özümseyen çocuklar, babalarını diğer
babalarla kıyaslayarak; insan olup olmadıklarını, ihtiyaçlarını ve oy hakkı gibi
haklarını sorgulamaya başlarlar. En nihayetinde düzeni değiştirmek için harekete
geçerek babalarına başkaldırırlar. Baba ve çocuk arasında bu münakaşa ve şiddet
durumu ihtilâldir. Namık Kemal, insanların artık eskisi gibi olmadıklarını,
bilinçlendiklerini ve eski yönetim tarzlarının toplumu idare etmekte yetersiz
olduğunu vurgulayarak eski düşünce tarzlarının gaflet olduğunu iddia etmiştir.
Fakat Namık Kemal bu noktada baba figürünün diğer bir deyişle padişahın
tamamen devre dışı bırakılması taraftarı değildir. Daha ziyade evladın da söz
hakkının olduğu bir ilişkiden yanadır (Namık Kemal, 21. 06. 1869: 3). Dolayısıyla
Namık Kemal, monarşinin ortadan kaldırılması taraftarı değildir. Bu düşünce
Osmanlı Devleti özelinde ele alındığında Namık Kemal, padişah ve halk temsil
eden bir meclisin birlikte hareket ettiği bir yönetimden yanadır. Hatta bu

186
düşüncesini gerçekleştirmek amacıyla kendisiyle aynı düşünceye sahip olan Yeni
Osmanlılara katılmıştır (Alan, 2018: 65-66).

Ancak yaklaşık bir yıl sonra “Arif” ismiyle kaleme aldığı yazısında yine
1789 Fransız İhtilâli üzerinden bir yorumlamaya giderek “Fransa milleti dahi
ayniyle bizim gibi bir idare-i keyfiye altında esir ve mazlum idi…. Yani
Fransızların da Bâbıâlileri, Âli ve Fuad Paşaları var idi.” sözleri ilginçtir.
Fransızların bu durumdan 1789 ve 1848 İhtilalleriyle kurtulmaya çabaladıklarının
ve halihazırda devam eden sorunların altında yatan sebebin cumhuriyet yönetimi
talebi olduğunun altını çizmiştir. Namık Kemal, yazısının devamında cumhuriyet
yönetiminin tek kişilik idare sisteminden daha iyi olduğunu ifade ederek
Fransa’da özgürlüğün Osmanlı’dakinden daha fazla olduğuna vurgu yapmıştır
(Namık Kemal, 01.05.1870: 2).

1919 yılında İrade-i Milliye gazetesinde yayımlanan “İzmir Fecâyi’i” adlı


yazı dizininde bu dönemde İngiltere, Fransa ve Rusya gibi devletlerin
Osmanlı’daki sorunları kullanarak devleti yıkmaya çalıştıklarına, bu kapsamda
öteden beri ihtilâlleri bir fırsat olarak gördüklerine hatta 1848 İhtilâli sonrasında
Macar Mülteci Meselesi’nin dahi bu amaçla kullanıldığına yer verilmiştir.
İlaveten bu ihtilâller neticesinde Osmanlı Hristiyanlarının Türklerden
soğuduklarının da altı çizilmiştir (İrade-i Milliye, 07.09.1919: 3).

187
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

3. OSMANLI DEVLETİ’NİN 1848 İHTİLALİ’NE KARŞI


ALMIŞ OLDUĞU ÖNLEMLER

Osmanlı Devleti, 18. yüzyılın başından itibaren gerilemeye başlamıştır;


devletin mevcut kurumlarında bozulmalar meydana gelmiş ve yüzyılın sonralarına
doğru ise Osmanlı Devleti, açık bir şekilde millet sorunlarıyla karşı karşıya
kalmıştır. Bu sorunlar 19. yüzyılda katlanarak artarken, devletin bünyesindeki
milletler, gerek iç mücadelelerin bir tezahürü olarak gerekse hak ve bağımsızlık
istekleri doğrultusunda ayaklanmaya başlamışlardır. Dolayısıyla 1848 İhtilâli’nin
kıtada hızla yayılmaması, Bâbıâli’nin pratikte harekete geçmesine; siyasi, sosyal,
askeri ve ekonomik konular başta olmak üzere ihtilâle karşı bir dizi tedbir
almasına neden olmuştur (Düzcü, 2016: 66).

3. 1. Genel Tedbirler

Fransa’da büyük ayaklanmalara neden olan 1848 İhtilâli’nin etkileri, kısa


süre içerisinde Avrupa’nın hemen her yerinde görülmüştür. İhtilâl haberlerinin
Osmanlı Devleti’ne ulaşmasının akabinde Bâbıâli, Avrupa’daki gelişmeleri yakın
takibe almıştır. Zira ihtilâl yanlıları, fikirlerini rahatlıkla yayabilecekleri Osmanlı
gayrimüslimlerinin yoğunlukta oldukları bölgelerde çoktan faaliyete geçmişlerdir.
Bu kapsamda da özellikle Osmanlı tebaasından olup daha önce yönetimle sorun
yaşamış, kışkırtılmaya ve yönlendirilmeye müsait, ihtilâl fikri zihinlerine çabucak
işleyecek ve bunu uygulamaya koyabilecek kişiler hedef alınmıştır (A. MKT, 123:
95: 29 Nisan 1848). Nitekim Bâbıâli tarafından ihtilâl süresi boyunca en çok
gayrimüslim unsurlara karşı dikkat edilmiş, bilhassa Hristiyanlar arasında kaosa
neden olabilecek davranışlardan uzak durulmaya çalışılmıştır (Düzcü, 2016: 66).

3. 1. 1. Siyasî Tedbirler

1848 İhtilâli’nin patlak vermesinin hemen ardından Bâbıâli, Osmanlı


coğrafyasında bazı önlemler alınması gerektiği üzerinde durmuştur. Bu kapsamda
Avrupa’da henüz endişeye mahal verecek bir olay yaşanmasa da ihtilâlin
Avrupa’nın farklı yerlerine yayılması halinde bunun önünün alınamayacağı
düşünülmüş ve bu nedenle bir dizi askerî tedbir seçeneği Bâbıâli’nin gündemine

188
gelmiştir. Osmanlı idaresi yanlış anlaşılmalara mahal vermemek ve güçsüz bir
imaj çizmemek için yabancı devletlere karşı ihtiyaç duyulan tedbirlerin alınması
gerektiğini düşünmüştür. Hususiyetle de ihtilâl hareketini çıkarları doğrultusunda
kullanmak isteyen ayrılıkçı unsurların bahane teşkil edebilecekleri meselelere dair
önlemler alınmaya çalışılmıştır. Söz konusu tedbirler kapsamında Sadrazam
Mustafa Reşid Paşa, Serasker Paşa, Fethi Paşa, Kaptan Paşa ve Maliye Nazırı gibi
birçok bürokratın bir araya gelip ihtilâli etraflıca değerlendirmeleri ve raporlarını
Osmanlı sultanına bildirmeleri istenmiştir (İ. MSM, 67: 1925/1; 10 Mart 1848).
Bu maksatla kısa bir süre sonra Osmanlı sadaretinde bulunan Mustafa Reşid Paşa,
konuyu müzakere etmek için devletin ileri gelenlerini bir araya toplamıştır. 1848
İhtilâli’ni alelade bir girişim olarak değerlendirmeyen Mustafa Reşid Paşa,
uluslararası siyaset dolayısıyla Osmanlı Devleti’nde de ihtilâlin etkilerinin
olacağını; siyasî, askerî ve mali birtakım önlemlerin alınması gerektiğini
vurgulamıştır (Türkgeldi, 1928: 29). Aslında ihtilâlin Avrupa’da patlak verdiği
sıralarda Osmanlı Devleti’ni doğrudan doğruya etkilemeyeceğini düşünen Bâbıâli
idarecileri, ilerleyen dönemde durumun, tasavvur ettiklerinin ötesinde olduğunu
görmüşlerdir (A. MKT, 116: 30/1; 23 Mart 1848).

Gerçekleştirilen müzakereler neticesinde Mustafa Reşid Paşa ve


beraberindekiler şu değerlendirmelerde bulunmuşlardır:66

- 1848 İhtilâli bütün dünyanın zihnini işgal eden büyük bir olaydır ve
insanoğlunun tahmin edebileceği bir noktada değildir. Zira Avrupa’da yaşanan bu
buhran ve politikada görülen belirsizlik her an bir fırtınaya dönüşebilir.

- İhtilâl sadece Fransa’da bir hükümet değişikliğine yol açmış ve sonuçları


itibariyle sadece Fransızları ilgilendiriyor olsa da, mevcut şartlarda dünyada
politik bir huzursuzluğa neden olduğu ortadadır (HSD. AFT, 1: 38/7; 25 Mart
1848).

- Ayaklanmalar neticesinde başa gelen ihtilâl yanlısı Fransız siyasetçiler


söz konusu olaylara neden olan cumhuriyetçilik ve milliyetçilik gibi
düşüncelerinde ısrarcı olurlarsa büyük bir dünya savaşına neden olabilirler.

66
Ali Fuat Türkgeldi, 1928 yılında bir araya getirerek oluşturduğu Ricâl-i Mühimme-i Siyâsiyye
adlı eserinde de yer vermiştir. Kitap 19. yüzyılın Osmanlı siyasetinde önemli roller üstlenen ricalin
görüşlerini ve kısmen de hayatlarını konu almaktadır. Bkz. Ali Fuad Türkgeldi, (1928). “Ricâl-i
Mühimme-i Siyasiyye”, İstanbul: Yeni Matbaa

189
Halihazırda siyasî birliklerini tamamlamaya çalışan ulus ve devletlerin de mevcut
ihtilâl ortamından istifadeyle bu düşüncelerini gerçekleştirmeye çalışacakları da
yüksek ihtimaldir. Dolayısıyla devletlerin, kendilerini ihtilâl öncesi durumlarıyla
kıyaslamaları boş bir çabadır.

-Fransa’da ilan edilen cumhuriyet yönetiminin Osmanlı tarafından


kabulü67 tartışmalıdır. Aslında Avrupa’nın merkezinde böyle büyük ve kuvvetli
bir nüfusun cumhuriyete geçmesi, Osmanlı Devleti’nin tasvip edeceği bir durum
değildir. Çünkü böyle bir dönüşüm, bazı devletlerin yönetim tarzında değişikliğe
sebebiyet verebilir. Ancak Fransızların yeni yönetim usulünün tanınması
konusundaki girişiminin reddedilmesi, Osmanlı ve Fransa arasında bir husumete
yol açabileceği gibi politik açıdan da doğru değildir.

-Osmanlı Devleti’nin Fransa Cumhuriyeti’ni tanıması halinde, Fransa’nın


dışarıdan gelecek tehlikelere karşı kendisine teminat verip vermeyeceği önemlidir.

-Fransa’da ilan edilen yönetim şeklinin İngiltere tarafından tasdik edildiği


söylemleri henüz resmiyet kazanmamıştır. Buna karşın Avusturya Kabinesi;
İngiltere, Rusya, Prusya ve Osmanlı Devleti’ni yeni rejimin kabulü noktasında iş
birliğine davet etmektedir. Ancak Fransa’daki rejimin tanınması hususunda
İngiltere’nin kararı beklenmelidir.

- Bu bağlamda Osmanlı Devleti’ni ihtilâlin maddi ve manevi yönde


oluşabilecek her türlü zararından korumak amacıyla önlemler alınmalıdır.
Bilhassa ihtilâlin ciddiyeti iyi kavranmalı, muhtemel sonuçları analiz edilmeli ve
devletin bekası için mülki ve hukuki tedbirler bir an önce hayata geçirilmelidir.

67
Osmanlı Devleti, 1848 İhtilâli’nin ardından Fransa’da ilan edilen cumhuriyet rejimini tanıma
sorunuyla uzun bir süre mücadele etmiştir. Bu süreçte Fransa’dan gelen talebe kesin bir cevap
vermemiş, başta İngiltere olmak üzere diğer büyük devletlerin yeni Fransız rejimini tanımaları
beklenmiştir. Çünkü eğer Osmanlı yönetimi Fransa’daki cumhuriyeti kabul eder de diğer büyük
güçler buna karşı çıkarsa bu durumun daha büyük sorunlara neden olabileceğinden endişe
duyulmuştur. Ancak yapılan müzakereler sonucunda Fransa’daki yeni rejim resmen tanınmıştır ve
bu karar Bâbıâli tarafından Osmanlı coğrafyasının farklı bölgelerinde bulunan eyaletlerine
bildirilmiştir. Böylelikle yeni tanınan ve Osmanlı’ya görevlendirilen konsolos ve vekillerinin
devlet geleneğine göre karşılanacağı belirtilmiş, harp gemilerinin donanma kaidelerine göre kale,
sur ve tabyalardan karşılıklı top atışlarıyla karşılanmaları istenmiştir. Söz konusu yazı Fransız
konsoloslukların bulunduğu Sayda, Kıbrıs, İzmir, Yanya, Silistre, Cidde, Kale-i Sultaniye, Halep,
Tekfurdağı, Tırhala, Trablusgarp, Adana, Bozcaada, Midilli, İstanköy, Limni, Girit, Rodos, Mısır,
Selanik, Ayvalık, Sakız gibi yerlere yollanmıştır (HR. MKT, 22:12; 20 Eylül 1848).

190
-1848 İhtilâli’nin mevcut düzeni bozması halinde savaş çıkarmak isteyen
kimi devletlerin Osmanlı boğazlarından donanmalarını geçirmek istemeleri
karşısında izlenecek yol haritası müzakere edilmelidir.

-Osmanlı Devleti’nin 1848 İhtilâli karşısında iç ve dış politikada alması


gereken tedbirlerin kritiği yapılmalıdır (HSD. AFT, 1: 38/7; 25 Mart 1848).

1848 İhtilâli’nin yayılmaması için Avusturya’nın Batılı devletlerle yaptığı


ittifak girişimi, Bâbıâli’nin üzerinde en fazla durduğu hususlardandır. Osmanlı
yöneticilerine göre, Avusturya’nın ihtilâli önlemeye çalışması, Osmanlı
Devleti’ne fayda sağlamayacaktır. Dolayısıyla en doğru yolun Osmanlı
Devleti’nin kendisini muhafaza etmek amacıyla her türlü önlemi alması olduğu
düşünülmüştür. Çünkü ihtilâlin sebebiyet verdiği kargaşadan ötürü Avrupa’nın
düzenini koruyan İngiltere, Rusya, Fransa, Avusturya, Prusya gibi devletlerde
dahi büyük sıkıntıların çıkma olasılığı mevcuttur. Bu bağlamda Bâbıâli idaresi, dış
politikada dost ve yakın devletlerle müşterek hareket edilmesi, ihtilâli
derinleştirecek olaylardan kaçınılması gerektiğine karar vermiştir (HSD. AFT, 1:
38/7; 25 Mart 1848).

Devlet ricaline göre şayet bir ihtilâl çıkarsa, Osmanlı askerî kuvvetleri ilk
etapta saldırıları durdurabilecektir; fakat sonrasında düzeni ve asayişi yeniden
sağlamak için mutlaka müttefiklerin desteğine ihtiyaç vardır. Bu arada söz konusu
tarafsızlık halini ihlal edip durumu lehine çevirmeye çalışan bazı potansiyel
güçlerin saldırılarına karşı da tetikte olunmalıdır. Tüm bunlara karşın ihtilâl bir
dünya savaşına evrilirse ve Fransızlar Rusya’yı vurmak amacıyla Karadeniz’e
geçmek ya da Ruslar kendilerini savunmak için Osmanlı boğazlarını kullanmak
istediklerini belirtirlerse Osmanlı Devleti, Boğazlar Sözleşmesi’nin hükümlerini
uygulamaya koyarak buna izin vermeyecektir68. Ayrıca böyle bir savaş halinde

68
Osmanlı Devleti, sahip olduğu coğrafî konumundan dolayı ticarî açıdan önemli bir avantajı
elinde bulundurmaktadır. Bu özelliği nedeniyle birçok devlet, Osmanlı topraklarında ticarî
faaliyetleri yürütebilmek amacıyla bazı imtiyazlar istemiştir. 1798’e kadar Akdeniz’de üstünlüğü
elinde bulunduran Fransa bu gücünü İngiltere’ye kaptırmış, İngilizler sömürgelerine giden yollarla
bağlantısı bulunan Osmanlı sularında imtiyaz elde edebilmek için Osmanlıya yaklaşım siyasetini
değiştirmiştir. Osmanlı Devleti’nin giderek azalan gücü karşısında sahip olduğu coğrafî avantajı,
rekabet halindeki Avrupa devletleri arasında büyük bir sorun haline gelmiştir. Bilhassa 19.
yüzyılda İngiltere ve Fransa ile rekabet edecek derecede güçlenen Rusya’nın bu deniz yolları
üzerinde planları bulunmaktadır. Rusya’nın 18. yüzyılın ikinci yarısında sıcak denizlere inme
hedefi paralelinde Osmanlı boğazları, uluslararası sorun haline gelmiştir. Mısır Meselesi
neticesinde sekiz yıl süreyle yürüklükte kalacak Hünkâr İskelesi Antlaşması imzalanmış; Ruslar
boğazlardan gelebilecek bir tehlikeye karşı kendilerini koruma altına alarak bir nevi boğazların

191
geniş coğrafî sınırlara sahip olan Osmanlı Devleti’nin politik olarak tarafsızlığını
ilan etmesi, en doğru seçenek olarak düşünülmüştür (HSD. AFT, 1: 38/7; 25 Mart
1848).

Osmanlı Devleti’nin ihtilâl boyunca uluslararası siyasette izleyeceği


yöntem, mümkün mertebe herhangi bir devletten yana tavır almamak, alınması
gereken kararlarda hemen görüş bildirmemek ve düşman kazanmadan ılımlı bir
politika sergilemektir. Bu amaç doğrultusunda karadan ve Akdeniz üzerinden,
bilhassa Fransa’dan gelebilecek tehlikelere karşı önlemler alınacaktır. Ancak
Fransızlar Akdeniz’de ihtilâli yayma konusunda başarılı olurlarsa Osmanlı
Devleti’nin ihtilâli püskürtme konusunda bir müttefik araması zorunlu hale
gelecektir. Bâbıâli yetkilileri sadece bu ihtimale binaen Fransızlarla iyi
geçinmenin ve onlara karşı dikkatli davranılmasının altını çizmişlerdir (İ. MSM,
67: 1927/4; 28 Mart 1848).

Osmanlı bürokratlarına göre gerek iç siyasette gerekse uluslararası arenada


birçok tedbire ihtiyaç vardır. Öncelikle, Osmanlı Devleti’nin kendini savunma
hakkına sahip olduğu İstanbul Boğazı ve Çanakkale Boğazı’nda hazırlıklar
yapılmalıdır. Ancak bu hazırlıklar yapılmadan önce, donanma kuvvetlerinin
denizlerden gelebilecek saldırılara karşı buralara yardıma gönderilmesi
vurgulanmıştır. Dolayısıyla bu havalide bulunan kale ve siperlerin tamiratlarının
tamamlanması, asker sayısının artırılması kaçınılmaz görülmüştür (İ. MSM, 67:
1927/4; 28 Mart 1848).

Osmanlı Devleti’ne karadan bir saldırı olması halinde ise askerî


kuvvetlerin Dersaadet’te toplanması ve gereken bölgelere sevk edilmesi
kararlaştırılmıştır. Bilhassa ordu mensuplarının nakli için her an harekete hazır

kontrolünde söz sahibi olmuştur. Fakat bu durumdan özellikle rahatsız olan İngiltere, yeniden
patlak veren Mısır sorununu Rusların boğazlar üzerindeki avantajını tersine çevirmek amacıyla
fırsat olarak değerlendirmiştir. Mısır sorununun bertaraf edilmesinin hemen ardından, 1841’de,
Londra’da Osmanlı Devleti; İngiltere, Fransa, Rusya, Avusturya ve Prusya temsilcileriyle
“Boğazlar Sözleşmesi’ni” imzalamıştır. Böylece boğazlar sorunu uluslararası bir statü kazanmıştır.
Antlaşma ile Akdeniz’e inmek düşüncesinde olan Rusya, Karadeniz’in güneyinde kalmış ve
yayılmacı politikası büyük oranda sekteye uğramıştır. Ayrıca boğazlar, ticaret gemileri dışında
savaş gemilerine kapatılmıştır ve bu, Avrupa Devletler Hukuku’nun temel prensiplerinden biri
haline getirilmiştir (Acar, 2019: 114-119). Kırım Savaşı’na kadar devam edecek bu antlaşma ile
barış zamanı haricinde boğazlar tüm savaş gemilerine kapatılmış, sadece yabancı elçilerin hizmeti
altında bulunan hafif savaş gemilerinin geçişine müsaade edilmiştir (Üçok, 1975: 94). Dolayısıyla
Osmanlı Devleti’nin temel dayanağı, uluslararası bir savaşta hukuki olarak boğazları kapatma
hakkıdır. İhtilâl olasılığı nedeniyle çıkacak bir savaşta devleti korumak adına boğazları kapatmak
için hukuki hakkı bulunmaktadır.

192
vapurların bulundurulması, lojistik açıdan oldukça önemli görülmüştür.
Dersaadet’te toplanan ordu mensuplarının dışında Nizamiye ve 40.000 redif
askerinin seferberliğine ihtiyaç duyulmuştur. Toplanan redif birlikleri, hassa ve
Dersaadet ordusunun talep ettikleri bölgelere gönderileceklerdir. Öte yandan
ordunun teçhizat eksikliğini gidermek maksadıyla Avrupa’ya satılmak üzere hazır
halde bulunan tüfekler satın alınmalıdır. Ordu giderlerinin artacak olması,
Bâbıâli’yi yeni finansal kaynaklara sevk etmiştir. Bu kapsamda çok mühim imar
faaliyetleri haricindekilerin durdurulması, yapılan tahsisatların geri alınması, gider
kalemlerinin düşürülmesi, ihtiyat akçesinden 11-12 bin kesenin ayrılması ve mali
açıkların bir sonraki yılın gelirleriyle dengelenmesi kararlaştırılmıştır (İ. MSM,
67: 1927/4; 28 Mart 1848).

Osmanlı devlet adamlarının 1848 İhtilâllerine karşı alınacak tedbirlere


ehemmiyet verdiklerinin önemli bir göstergesi de 23 Mart’ta alınan kararların
üzerinden çok geçmeden 4 Nisan’da yeni kararların alınmış olmasıdır. Çünkü
ihtilâlin hızla yayılmasına paralel olarak durumun ciddiyeti de artmıştır. Bu
kapsamda ihtilâlin Batı’daki etkisine dair bir değerlendirme yapan Bâbıâli,
öncelikle mevcut durumda dış politikada cereyan eden olaylar neticesinde ortaya
çıkan senaryoları ele almıştır. Buna göre Fransa, olası bir cihan savaşı riskine
karşı sadece İngiltere ile anlaşma yapacak ve ardından üç büyük devletle
savaşacak ya da Avusturya, Almanya ve Rusya ile ittifak kurup İngiltere ile
savaşacaktır. Ancak her iki senaryoda da büyük belirsizlikler bulunmaktadır.
Dolayısıyla Osmanlı idaresinin hangi tarafta yer alması gerektiğine dair de büyük
bir bilinmezlik hâkimdir.

Nitekim Viyana’da ihtilâlin patlak vermesi, Avrupa’daki devletlerde


olduğu gibi Osmanlı’nın politikasında da değişikliğe yol açmıştır. Öte yandan
Avrupa’da neler olacağı bilinmese de Batılı üç büyük devlet arasında yapılan
ittifakta69 belirlenen olası bir harp durumunda birlikte hareket etme hükmü
ortadan kalkmıştır. Çünkü Avusturya yönetiminin Rusya’dan yardım alması,

69
Kutsal İttifak yani Holly Allience, 1815 Viyana Kongresi sonrasında Avusturya, Rusya ve
Prusya arasında yapılan birlikte hareket etme anlaşmasıdır. İngiliz siyasetçi Lort Palmertson’un
1848 İhtilâli esnasında mecliste yaptığı tanımlamasıyla Avrupa'nın anayasal kurumlarının
ilkelerinin benimsenmesinde herhangi bir ilerleme kaydedilmesini önlemek için diğer ülkelerin iç
işlerine etkili bir şekilde müdahale etmeyi amaçlayan ayrı güçlerin bir birliğiydi (HC Deb 16 May
1848 vol. 98 cc.1109-39.).

193
Avusturya halkının tepkilerine yol açmıştır. Hatta Fransızlardan kendilerine bir
saldırı olsa dahi Ruslarla birlikte hareket etmek yerine Fransızlara boyun eğmeyi
tercih ettiklerini protestolarla göstermişlerdir (İ. MSM, 67: 1930/1: 4 Nisan 1848).

Rusların Avusturya ile ittifak yapması, hem Osmanlı devlet adamlarını


rahatsız etmiş hem de Avrupa’daki gerginliğin artmasına sebep olmuştur. Fakat
Bâbıâli’ye göre oldukça düşük bir ihtimal olmasına karşın, Rusların Avrupa’da
tek başına etkili olabilmesi, Almanya ile ittifak yapılmasıyla mümkün
görülmektedir. Zira Alman halkı da tıpkı Avusturyalılar gibi Rusya ile ittifak
yapılmasına karşı çıkmaktadır. Dahası Alman yöneticiler de Ruslarla anlaşıp
Fransa’ya karşı yapılacak bir savaşta başarılı olmayacakları düşüncesine
sahiptirler. Buna karşın Osmanlı devlet adamları; Rusya, Almanya ve Avusturya
ittifakının tetikleyeceği bir genel savaşın başlarda düşünüldüğü kadar hafif
olmayacağını, aksine Osmanlı Devleti için ağır sonuçlara yol açacağını
öngörmüşlerdir. Uluslararası arenada ihtilâle karşı farklı değerlendirmeler yapılır
ve tedbirler alınırken bağımsızlık düşüncesi bütün Avrupa’ya yayılmış, muhalif
devletler mevcut halk hareketlerine başka bir deyişle ihtilâle uymak zorunda
kalmışlardır. Bu bağlamda Osmanlı yetkilileri de kendi topraklarına dışarıdan
gelebilecek olası saldırıların ya da bağımsızlık isteklerinin engellemesinin
mümkün olmayacağı görüşündedirler. Zira hızlı bir şekilde yayılan bağımsızlık
söylemlerini önlemenin oldukça zor olduğunu düşünmektedirler. Dolayısıyla
Bâbıâli, devletin mevcut durumunun muhafaza edilmesine öncelik vermiş ve
ihtilâle karşı alınan tedbirlerde bu durum gözetilmiştir (İ. MSM, 67: 1930/1; 4
Nisan 1848).

İhtilâl süresince Osmanlı tebaası içinde en çok Hristiyan reaya tehlike


oluşturmuştur. Fakat Bâbıâli yetkilileri, eğitimli ve siyasi usulleri bilen Osmanlı
Hristiyanlarının yabancı devletlerin kışkırtmasıyla herhangi bir ihtilâl hareketine
kalkışmayacakları düşüncesindedirler. Dolayısıyla yönetim, ilk önce Avrupa’daki
ihtilâlcilerden ve bilhassa Fransızların hürriyet ve milliyet söylemlerinden
etkilenebilecek, eğitimsiz ve kolay manipüle olabilen gayrimüslimlere dikkat
edilmesi gerektiğine karar vermiştir (İ. MSM, 67: 1930/1; 4 Nisan 1848). Aslında
Osmanlı idaresinin bu düşüncesi, Osmanlı ricalinin ihtilâlin mahiyetini tam olarak
kavrayamadıklarına işaret etmektedir. Zira ihtilâl fikirleri daha çok eğitimle hem

194
hal olanlar üzerinde bir etki sahiptir ve eğitimsiz kimseler için bu tarz ideolojiler
daha ziyade düzeni yıkmaya yönelik hareketlerdir.

Öte yandan Akdeniz’deki adalar ahalisi ve Frenkler de Osmanlı Devleti


için en az ihtilâlciler kadar tehlike arz etmektedir. Bu nedenle Osmanlı Devleti’ne
öteden beri düşman olan Yunanlarla dostluk ilişkileri olan adalardaki hareketlere
daha fazla dikkat edilmesi gerektiği üzerinde durulmuştur. Bu bağlamda
Bâbıâli’de, böyle bir ittifakın yol açacağı ayaklanmaları engellemek amacıyla her
türlü tedbirin alınmasına; olası bir kargaşanın ya da ayaklanmanın sebebi ne
olursa olsun derhal bastırılmasına ve ayaklanmaların büyümesine izin
verilmemesi için adalara asker gönderilmesine karar verilmiştir (İ. MSM, 67:
1930/1; 4 Nisan 1848).

Osmanlı devlet adamlarının ihtilâli değerlendirdikleri ve tedbir kararları


aldıkları bu iki görüşmeden kısa bir süre sonra Osmanlı Hükümeti; Balkanlar,
Anadolu, Adalar, Arap ve Afrika topraklarındaki eyalet ve sancaklarına, ihtilâle
karşı alınacak önlemlere dair bir genelge yollamıştır. 14 Nisan 1848 tarihli bu
genelgede, yerel idarecilere Avrupa’da ihtilâl çıktığı, Osmanlı tebaası içerisinde
de ayrılıkçı fikirlere meyilli kişilerin olduğu ve dolayısıyla daha dikkatli
davranılması gerektiği uyarısı yapılmıştır. Ayrıca tedbirler alınırken özellikle
Hristiyan ahalinin haklarına özen gösterilmesinin ve taleplerinin eksiksiz yerine
getirilmesinin altı çizilmiştir. İhtilâl benzeri bir girişim olursa da kıvılcımların
yayılmasına izin verilmeden ayaklanmaların hızlı bir şekilde bastırılması istenmiş
ve lüzum görülürse de bölgeye askerî kuvvetler sevk edileceği bildirilmiştir. Söz
konusu genelgede ihtilâl yanlılarına, Osmanlı Devleti’nin ihtilâlci hareketleri
bastırabilecek güce sahip olduğunu göstermesi açısından olayların hızla
sonlandırılmasının önemli olduğu ifade edilmiştir (A. MKT, 121: 5/2; 14 Nisan
1848).

Öte yandan devletle daha önceki dönemlerde husumetleri bulunan ve


ihtilâli fırsat bilip intikam almak isteyenlerin, devlete karşı cephe almış olanların
ve hallerinden memnun olmayan Hristiyanların da ihtilâl fikrine sıcak bakmaları
ihtimal dâhilindedir. Bu bağlamda Bâbıâli, yerel idarecilere ihtilâl hareketine
katılabilecek potansiyele sahip kişileri tespit etmesi için çalışmalara başlanması
uyarısında bulunmuştur (A. MKT, 121: 5/2; 14 Nisan 1848). Zira halk,

195
Avrupa’dakine benzer bir yöntemle ve hızla bir araya gelirse, Osmanlı
topraklarında da büyük bir ihtilâlin patlak vermesi ihtimali söz konusudur.
Tedbirler kapsamında genelgenin yollandığı bölgeler aşağıdaki tabloda yer
almaktadır:

Tablo 3. 1: 1848 Yılındaki Genelgenin Anadolu, Balkan ve Adalar’da Yollandığı


Yerlerin Listesi

Anadolu Balkanlar Adalar


Edirne Belgrad Filibe Sakız
İzmir Bosna Üsküp Rodos
Silistre Selanik İşkodra Girit
Kürdistan Niş Varna Limni
Hüdavendigar Erdel Rumeli Bozcaada
Erzurum Hersek Midilli
Aydın Vidin Bahr-i Sefid
Trabzon Sofya Kıbrıs

Elviye-ı Selase Tırhala İstanköy

Kaynak: A. MKT, 121: 5/2 (14 Nisan 1848)

Tablodan da anlaşılacağı üzere genelge, Osmanlı Devleti toprakları


üzerinde yer alan toplam otuz iki adaya yollanmıştır. Bu yerlerden bazıları vilayet
ya da sancak iken bazılarının ise ada olduğu görülmektedir. Genelgenin geniş bir
coğrafyaya ve farklı idari taksimatlara gönderilmesi, 1848 İhtilâlleri karşısında
Bâbıâli’nin duyduğu endişenin büyüklüğünü göstermesi açısından oldukça
önemlidir. Osmanlı arşiv belgelerine bakıldığında 1789 Fransız İhtilâli70 ve 183071
İhtilâlleri esnasında Osmanlı Devleti’nde bu tarz bir tedbir alındığına hâlihazırda
rastlanmamıştır.
70
1789 İhtilâli, Bâbıâli idarecileri tarafından Avrupalının iç meselesi sayıldığı için Osmanlı
Devleti’nde herhangi bir korkuya yol açmamıştır. İhtilâlin etkisi daha çok yeni kurulan rejimin
kabulü tartışması ve Beyoğlu’nda bazı ihtilâl yanlısı Fransızların gösterileriyle sınırlı kalmış ancak
ihtilâlin dolaylı olarak bazı yansımalarını görmek mümkün olmuştur (Armaoğlu, 2003: 81-82).
Örneğin Avrupa’daki ihtilâl nedeniyle Rusya’nın Baltık’ta bulunan donanmasının Akdeniz'e
gelmesi, bu dönemde Devlet-i Aliyye için kötü duruma düşeceği, İngiltere ve (Nedarlande)
Hollanda Hükümetleri’nin Rus donanmasının Akdeniz'e gelmesinin yasaklanması yönündeki
diplomatik girişimleri ve bilhassa Prusya Hükümeti’nin vaatlerine inanılmaması, bkz: (C.HR, 76:
3755). İhtilâlden dolayı bazı Fransızların Osmanlı Devleti’ne iltica etmek istemeleri… ayrıca bkz:
(HAT, 1397: 56119) gibi meseleler 1789’daki etkiler arasındadır ancak bu durumların hiçbiri
Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğüne zarar verecek mevzular olarak değerlendirilmemektedir.
71
Arşiv kaynaklarına bakıldığında Osmanlı Devleti’nin 1830 İhtilâli öncesindeki Avrupa
ihtilâllerine dair herhangi bir önlem aldığına rastlanmazken, ihtilâlin Avrupa’da hızla
yayılmasından dolayı askerlerin sınırlardan ve Dersaadet’ten uzak yerlere dağıtılması tedbir
açısından uygun görülmemiştir (HAT, 461: 22625).

196
Alınan tedbirlere rağmen ihtilâlin etkilerinin Osmanlı’da hissedilmesinin
ardından Mustafa Reşit Paşa ve bazı nazırlar görevden alınmıştır. Beklenmeyen
bu ani değişiklik neticesinde Adalet Divanı Başkanı İbrahim Sarim Paşa
sadrazamlığa yükseltilmiştir72 (New York Herald, 01.06.1848: 3). Ancak Sarim
Paşa’nın bu görevi çok sürmemiş, kısa süre sonra Reşid Paşa yeniden eski
görevine getirilmiştir (The Times, 13.09. 1848: 2; Ahmed Lütfi, 1999: 1259).

3. 1. 2. Sosyal Tedbirler

Osmanlı devlet adamları, 1848 İhtilâli esnasında alınan siyasî önlemlere ek


olarak ihtilâlin halk arasına yayılma riskine karşılık bir dizi sosyal tedbir almayı
da zorunlu görmüştür. Bu amaçla özellikle devletle halk arasındaki bağlantıyı
sağlayan ve sosyal düzeni korumada önemli bir unsur olarak görülen
memurlardan çalışmalarını aksatmamaları ve mesaiye kalmaları istenmiştir.
Devlet memurlarına gönderilen bir yazıda, yabancı ülke vatandaşlarından Osmanlı
topraklarına gelmiş olan ihtilâl yanlısı gruplara dikkat edilmesi, pasaport ve mürur
tezkeresi olmayanların ülkeye sokulmaması gerektiği vurgulanmıştır. Ayrılıkçı
unsurların ellerinde bulunan ihtilâl içerikli kitap ve benzeri her türlü basılı
materyalin toplatılması, gümrük ve iskelelerde ise zararlı matbu metinlerin ülkeye
girişinin engellenmesi, alınan sosyal tedbirler kapsamındadır. Öte yandan
denetimler esnasında ele geçirilen ihtilâl propagandası barındıran tüm
materyallerin de Dersaadet’e gönderilmesi istenmiştir (A. MKT, 121: 5/2; 14
Nisan 1848).

Osmanlı coğrafyasının hemen her bölgesinde alınan tedbirlerde


Bâbıâli’nin yerel idarecilere baskı ve şiddete başvurulmaması gerektiği uyarısı
yaptığı, belgelerden anlaşılmaktadır. Aksi bir durumda, halka zulmeden kişilerin
görev ve sorumlulukları ne olursa olsun cezalandırılacaklarının altı çizilmiştir73.
Öte yandan raporlarda Anadolu ve Rumeli’de ihtilâle karşı alınan tedbirlere

72
Mustafa Reşit Paşa’nın görevden alınması esasında ihtilâl nedeniyle değildir; daha ziyade ihtilâl,
görevden alınması için bir bahane olarak kullanılmıştır. Zira Mustafa Reşid Paşa’ya karşı gelişen
muhalefet çok daha önce başlamış, ihtilâlin patlak vermesiyle paşanın Frenk yanlısı olduğu ve çok
yakında Osmanlı’da da cumhuriyeti ilan edeceği söylemleri çıkmıştır ve dolayısıyla Paşa,
görevden alınmıştır…ayrıntılar için bkz: Mufassal Osmanlı Tarihi, C.VI. Güven Basımevi,
İstanbul, 1972. s. 3000-3001.
73
Ağras kazası Kadısı Ahmet Naim’in yetkililere yolladığı raporda, reayayı zulüm ve
saldırılarından korunmak ve rahatlarının bozulmasına neden olacak sorunlara engel olmak için
talimatlara göre tedbirler alındığı yer almaktadır (A.MKT, 120: 19; 11 Nisan 1848).

197
gerekli hassasiyetin gösterilmesi vurgulanmışsa da ihtilâlin sıçrama ihtimali en
yüksek yer olan Osmanlı’nın Balkan topraklarına daha fazla ehemmiyet verildiği
anlaşılmaktadır. Nitekim Hüdâvendigâr müşirine, Rumeli ve Tırhala
mutasarrıfına, Tırnova ve Filibe muhassıllarına, Tire valisiyle Midilli
kaymakamına Bâbıâli’den gönderilen telgraflarda, devlet memurlarına ihtilâlin
engellenmesi konusunda ciddi uyarılar yapılmıştır ve bölgenin denetiminden ve
geleceğinden idareciler sorumlu tutulmuştur. Daha önce sorun çıkarmış
memurların ihtilâlvari hareketlerden etkilenme potansiyelleri göz önünde
bulundurularak gözaltına alınmaları dahi kararlaştırılmıştır. Düzeni sağlayan
memurların ise reayaya karşı adil olmaları, yöneten-yönetilen ilişkilerindeki
hassas dengeyi kaybetmemeleri, sağduyulu olmaları ve elde ettikleri bilgileri
peyderpey merkeze bildirmeleri defaatle vurgulanmıştır (A. MKT. MHM, 5:
50/1;18 Mayıs 1848: MB. İ, 2: 50; 9 Mayıs 1848). Zira bu yerler gerek coğrafî
yapısı gerekse demografik özellikleri nedeniyle Anadolu ve Şark mevkilerinden
daha farklı niteliklere sahiptir. Söz konusu bu farklılıklar, bölgeye ihtilâlin
sıçramasını ve yayılmasını kolaylaştıran faktörlerdir. Dolayısıyla ihtilâlin en çok
Balkanlara yayılmasından korkulduğu anlaşılmaktadır. Bâbıâli için bölgede en
önemli tehdit unsuru ise Yunanlar olmuştur. Bu sebepten ötürü bölgedeki
memurlardan, ayrılıkçı düşünceye sahip Rumların Osmanlı topraklarına
girişlerinin engellemeleri için ciddi çaba sarf etmeleri istenmiştir (A. MKT, 199:
38; 2 Haziran 1848). Hatta bu amaçla yerel yöneticilerden ziyade özel olarak
yetkilendirilen memurlardan da istifade edilmiştir. Liyakat sahibi olmalarına
dikkat edilen bu memurlardan ilk etapta, görevlendirildikleri bölgelerde ihtilâlin
etkilerinin boyutunu ve nasıl tedbirler alınması gerektiğini araştırmaları
istenmiştir. Örneğin Osmanlı Hükümeti, Bosna seraskerinin de görüşlerini dikkate
alarak Dâr-ı Şûrâ azalarından Selami Efendi’yi Bosna eyaletine görevlendirmiştir
(A. MKT, 117: 80/1; 1 Nisan 1848). Bâbıâli’nin yerel idarenin fikrini alarak
görevlendirme yapması, ihtilâl döneminde yerel idarecilerle de polemikten
kaçınıldığı ve uyum içinde çalışılmak istendiğini göstermektedir.

Bâbıâli yetkililerine göre birçok milleti ve dini grubu bünyesinde


barındıran Osmanlı Balkanlarını ihtilâlden korumanın tek yolu, devletin yönetim
anlayışının bölge reayasına iyi tanıtılmasına bağlıdır. Böylelikle ihtilâlin Osmanlı
topraklarına yayılmasının engellenebileceği düşünülmüştür (A. MKT, 117: 80/1; 1

198
Nisan 1848). Her ne kadar devletin idari yaklaşımının tebaaya tanıtılması fikri
önemli bir girişim olsa da, ihtilâli engellemek için yeterli bir adım olarak
görülmemiş ve Balkan topraklarının neredeyse tümünde bazı somut tedbirler
alınmıştır. Buna paralel olarak alınan askerî ve sosyal tedbirlerin doğru uygulanıp
uygulanamadığı da Bâbıâli tarafından denetlenmiştir. Dersaadet yetkilileri ve
Rumeli Eyaleti Mutasarrıfı Mehmed Ziya arasında yapılan bir yazışma buna örnek
verilebilir. Mehmet Ziya’nın Dersaadet’e yolladığı raporda, Avrupa’da görülen
ihtilâlin ciddi boyutlara ulaşmasından dolayı istenilen tüm önlemlerin alındığı,
hatta bazı ek tedbirlerin uygulamaya konulduğu belirtilmektedir. Mehmet Ziya
yazısında, Rumeli’de henüz ihtilâlin çıkmamasının nedenini alınan önlemlerden
ziyade bölgede yaşayan Hristiyan Osmanlı reayasının vatanlarını sevmelerine
bağlamıştır. Ancak Hristiyan halkın ihtilâl düşüncesinden etkilenmeye
başlamasıyla bu duruma bel bağlanmaması gerektiğinin de altını çizmektedir (İ.
HR, 45: 2134/1; 21 Nisan 1848).

Osmanlı Devleti’nin jeopolitik konumu itibariyle birçok liman ve ulaşım


ağına sahip olması, ihtilâl hususunda ciddi bir dezavantaj oluşturmuştur. İhtilâlin
Selanik Limanı üzerinden Balkanlara; İzmir, Dersaadet ve Beyrut gibi büyük
limanlar üzerinden ise neredeyse tüm Osmanlı topraklarına yayılma riski ortaya
çıkmıştır. Dahası, Osmanlı’nın 1848 İhtilâli’nin patlak verdiği Fransa ve İtalya
gibi devletlerle denizler aracılığıyla bağlantısının bulunması, tehlikenin boyutunu
daha da arttırmıştır. Mevcut şartlar Bâbıâli’nin dikkatini denizlere çevirmesine yol
açmıştır, böylece hem donanma ve nakliye gemilerinin hem de ecnebi bandıralı
tüccar gemilerinin Dersaadet’e gelmeden önce nerelere uğradıklarının, gemilerin
isimlerinin ve taşıdıkları yüklerin ayrıntılarının yetkililere bildirmesi gerektiği
yönünde ciddi çalışmalar yapılmıştır (TS. MA, e. 56: 9; 3 Mayıs 1848).

Bu verilerden hareketle Osmanlı Devleti’nin 1848 İhtilâli’ni ciddiye aldığı,


halkın olası bir ihtilâl hareketine kalkışmasına engel olmak için en üstten en alta
kadar neredeyse tüm yönetim merkezlerinde tedbir almayı ihmal etmediği
söylenebilmektedir. Bilhassa daha önce ifade edildiği gibi memurlara devleti
temsil eden aracı unsurlar olduklarını hatırlatan uyarılar yapılmış, böylece
memurların tebaaya kötü davranması engellenerek bunun devlet otoritesinin halka
zulmü olarak görülmesi gibi istenmeyen olayların önüne geçilmesi amaçlanmıştır.

199
3. 1. 2. 1. Mürur ve Pasaport Uygulaması

Sosyal tedbirler kapsamında özellikle üzerinde durulan uygulamalardan


biri de mürur tezkeresidir. Zira oldukça geniş bir coğrafyaya ve etnik çeşitliliğe
sahip Osmanlı Devleti’nde ister Müslüman ya da gayrimüslim ister yabancı her
kim olursa olsun seyahat etmek için mutlaka devletten izin almak zorundadır.74
Bâbıâli’nin yol tezkiresi uygulaması konusundaki hassasiyeti aslında her dönemde
görülmektedir. Ancak bazı dönemlerde bu uygulamaya olağanın üstünde dikkat
etmiştir. Dolayısıyla önlemler kapsamında mürur tezkeresinin kontrolü meselesi,
ihtilâl döneminde oldukça önemli bir konu haline gelmiştir. Söz konusu uygulama
üzerinde yapılacak sıkı denetim sayesinde Osmanlı topraklarında kimlerin devlet
kontrolü ve izniyle seyahat ettiği, kimlerin izinsiz dolaştığı tespit edilebilecek;
ihtilâl yanlılarının faaliyetlerine ve reayayı etkilemelerine engel olunabilecektir.
Uygulama kapsamında ihtilâlin patlak vermesinin hemen ardından tezkere sahibi
olmayanların Osmanlı topraklarında seyahat etmeleri yasaklanmıştır (İ. HR, 45:
2134/6; 16 Nisan 1848). Diyarbakır, Sivas, Harput, Musul, Ankara ve Amasya
gibi bölgelere gönderilen resmi yazılarda, devletin sınırları dâhilinde seyahat
etmek isteyen ya da yurtdışına çıkmak isteyen kişilere cinsiyet ayrımı75 fark
etmeksizin mürur tezkeresi verilmeden önce haklarında detaylı araştırmalar
yapılması gerektiği vurgulanmıştır. Dahası mürur tezkeresi uygulamasını yürüten
memurların kesinlikle esneklik göstermemelerinin altı çizilmiştir (A. MKT, 131:
21; A. MKT, 126: 43). Yine bu kapsamda bir başka yazıda ise Dersaadet,
Diyarbakır ve Musul arasında yapılacak seyahatlerde yolcuların malum durmadan
başka bir ifadeyle ihtilâlden ötürü mürur tezkerelerinin ve eşyalarının titizlikle
kontrol edilmesi gerektiği belirtilmiştir (C. DH, 246: 12297; 22 Aralık 1848).

Osmanlı yetkililerinin mürur tezkeresi konusunda tedbir almasına karşın


birçok zafiyet yaşandığı görülmüştür. Örneğin İşkodra Muhafızı Mazhar Osman,
ihtilâlci fikirleri savunan ve bu amaçla Dersaadet’e gitmek isteyen çok sayıda

74
16. yüzyılda “yol hükmü” denilen bu belgeye 19. yüzyılda “mürur tezkiresi” adı verilmiştir
(Kütükoğlu, 2006: 60). Asayiş sorunun artması, ekonominin bozulması, nüfus artışı ve buna
paralel olarak kalabalıklaşan şehirlerin korunması gibi meseleler yüzünden 19. yüzyıl itibariyle
mürur tezkeresi uygulamasında büyük bir artış yaşanmıştır (Demirtaş, 2009: 739-741). Ayrıca
Osmanlı Devleti mürur tezkeresini 18. ve 19. yüzyıldan sonra kendi tebaasına sıkı bir şekilde
uygulamıştır. Yabancı devlet vatandaşları ise elçileri aracılığıyla ancak birkaç işlemden sonra izin
alarak Osmanlı topraklarında serbestçe dolaşabilmiştir (Fevzioğlu, 2003: 105-124).
75
Örneğin Varna’dan gelen Müslüman bir kadına yapılan soruşturmalar neticesinde kadının
tehlikeli olmadığı anlaşılınca izin verilmiştir (A. MKT, 126: 43).

200
kişinin mürur tezkeresi almasına izin vermemiştir. Ancak bir süre sonra bu
kişilerin hileli yollarla temin ettikleri pasaportlar vasıtasıyla deniz yolu üzerinden
Dersaadet’te gitmeyi planladıkları ortaya çıkmıştır (A. MKT, 129: 30; 19 Mayıs
1848). Bu durum, devlet çalışanlarının da zaman zaman görevlerini kötüye
kullandıklarını göstermektedir.

3. 1. 2. 2. Propaganda Evraklarına Sansür

1848 İhtilâli’nin Avrupa’da hızla yayılmasının ardında yatan temel


sebeplerin başında kitap, gazete, dergi ve broşür gibi ihtilâl içerikli yazılı
materyallerin kullanılması gelmektedir. İhtilâlin başlamasının hemen ardından
ihtilâlin çıktığı devletler başta olmak üzere Avrupa devletlerindeki gazetelere,
broşürlere, el ilanlarına ve pankartlara uyguladıkları sansür ortadan kalkmış; yazılı
materyallerin sayısında ve tirajlarında büyük artışlar yaşanmıştır. Gazeteler,
Avrupa başkentlerinde ve daha büyük şehirlerde yaşanan ihtilâllerle ilgili
haberleri, kitlesel gösterileri ve büyük siyasî bölünmeleri sütunlarına taşımış; tüm
gelişmeleri kamuya aktarmıştır. Bu sayede Avrupa’nın diğer bölgelerindeki
olaylar daha önce hiç olmadığı kadar erişilebilir hale gelmiştir. Örneğin
Viyana’da ihtilâlin hemen başlangıcında on dokuzu siyasi içerikli olmak üzere
yetmiş dokuz gazete vardır. 1848 yılı içinde bu sayı, üç yüz altısı siyasî içerikli
gazete olmak üzere üç yüz seksen sekize yükselmiştir (Jørgense, 2012: 210).
Dolayısıyla yazılı kaynaklar, Osmanlı Devleti açısından ciddi bir problem haline
gelmiş; Bâbıâli, hukuki yetkisinin de vermiş olduğu güçle basılı kaynakların
yasaklanmasını kararlaştırmıştır (A. MKT, MHM, 11: 65; 15 Mart 1849). Bu
kapsamda bir dizi önlem alan Osmanlı idarecileri, neredeyse tüm idari birimlerine
ve gümrüklere gönderdikleri yazıda, ecnebi tebaaya ait ihtilâlci fikirleri barındıran
kitap ve gazete gibi matbu materyallerin hepsinin toplatılmasını istemişlerdir (İ.
HR, 45: 2134/6: 16 Nisan 1848).

Osmanlı Devleti’nde gayrimüslimleri yönetime karşı ayaklandırmak


isteyen Yunanlar da yazılı kaynakların gücünü kullanarak Osmanlı topraklarında
ihtilâli yaymayı hedeflemişlerdir. Nitekim Devlet-i Aliyye’nin aleyhine ve ahaliyi
ihtilâle kışkırtmak niyetiyle Rumca yazılmış birkaç sandık dolusu kitabın
Atina’dan Kıbrıs Adası’na gönderildiği ve Beriyyetüşşam civarında da benzer
kitapların dağıtıldığı tespit edilmiştir. Ayrıca yapılan araştırmada ihtilâl yanlısı

201
Yunanlar ve ayrılıkçı düşüncelere sahip kişilerin, yazılan kitap ve risaleleri
Osmanlı coğrafyasının tamamına göndermek istedikleri ortaya çıkmıştır. Bu
kapsamda yapılan araştırmalar neticesinde çok daha önceden de ihtilâl
propagandası yapan yayınların bölgeye dağıtıldığı anlaşılmıştır. Bunun üzerine
tedbir kapsamında kitapların yollandığı düşünülen Beyrut ve Sayda bölgesindeki
gümrük memurlarından, dışarıdan gelecek evrak ve kitapları denetlemeleri, bu
evrak ve kitapların her birinin güvenilir kişilere okutulması, içeriği zararlı olan
eserlere el konulması ve bunların birer nüshasının da Dersaadet’e yollanması
istenmiştir (A. MKT. MHM, 11: 65: 15 Mart 1849). Ayrıca Aynaroz İskelesi
yakınlarında bulunan bir Yunan gemisine baskın yapılarak içeriği devlet aleyhine
olan Rumca kitaplara el konulmuştur. Dersaadet ve İzmir’de Fransızca ve Rumca
beş gazetenin gizlice çıkarılmaya çalışıldığı da öğrenilmiş ve duruma müdahale
edilmiştir (A. MKT. MVL, 9: 93; 17 Ağustos 1848; HR. SYS, 1703: 1; 11
Ağustos 1848).

Tanzimat Dönemi’nin önemli diplomatlarından biri olan ve 1848


İhtilâli’nin patlak vermesinin ardından Atina’ya sefir olarak atanan Kostaki
Musurus Paşa’nın kardeşi Yanko Musurus’un çıkardığı Rumca bir gazetenin de
ihtilâl sırasında propaganda amaçlı kullanıldığı anlaşılmıştır. Yunanların, Yanko
Musurus ve muavinine yayımlaması yasaklı bazı yazılar gönderildiği ortaya
çıkınca konu hakkında soruşturma başlatılmıştır. Araştırma sonucunda Atina
sefareti başkatibinin söz konusu yazıları gönderdiği bilgisine ulaşılmışsa da
yetkililerin yaptığı ikinci bir soruşturmada, yazıları gönderenin Atina sefirinin
ikinci kâtibi olduğu ortaya çıkmıştır. Gelişmeler üzerine daha detaylı bilgi almak
amacıyla sorguya çağrılan gazete muavini Atina’ya kaçmıştır. Bu durum
karşısında Bâbıâli yetkilileri Atina sefaretine bir yazı yazarak firarinin bulunup
Dersaadet’e yollanmasını istemiştir (A. MKT, 160: 13; 26 Kasım 1848; A. MKT,
142: 10:1 Ağustos 1848; HR. MKT, 21: 40).

Avrupa’da yaşanan gelişmelerden hareketle Osmanlı yetkilileri, ihtilâl


sırasında yabancıların gazete çıkarmasını da yasaklamıştır. Örneğin İzmir’de
yaşayan Fransız gazeteci Mösyö Odor gazete çıkarmak için yetkililere başvuruda
bulunmuş, lakin ihtilâl gerekçe gösterilerek buna müsaade edilmemiştir (HR. TO,
410: 42: 15 Aralık 1848).

202
Osmanlı Devleti idarecilerinin ihtilâl döneminde yabancıların76 gazete ve
benzeri yayınlar çıkarmalarına izin vermemeleri ve tüm matbu kaynakların
incelenmesi yönünde uyarılarda bulunmalarının haklı gerekçeleri vardır.
Böylelikle hem Osmanlı tebaası arasında ihtilâl düşüncesinin yayılmasına hem de
Osmanlı topraklarında yaşayan yabancılar arasında huzursuzlukların çıkmasına
engel olunmaya çalışılmıştır. İtalyanların ihtilâlin hemen başında Galata
sokaklarına astıkları broşür sonrası Avusturyalılar aralarında çıkan sorunlar buna
örnek olarak gösterilebilmektedir (C. ZB, 76: 3794; 2 Mart 1848; A. MKT, 113:
7; 2 Mart 1848).

3. 2. Diplomatların Tedbir Çağrısı

Osmanlı Devleti’nde 1848 İhtilâli’ne en yakın olan ve ihtilâle birebir şahit


olmuş devlet adamlarının başında Osmanlı elçileri gelmektedir. Fransa ve
Avusturya gibi ihtilâlin en yoğun yaşandığı devletlerde görev yapan bu elçiler,
Avrupa’da yaşanan ihtilâle dair gelişmeleri raporları aracılığıyla Bâbıâli’ye
aktarmışlardır. Yönetim ve elçiler arasında yapılan diplomatik yazışmalara
bakıldığında kimi zaman ihtilâlin Osmanlı topraklarında yayılmasının önüne
geçmek için görüş bildirdikleri anlaşılmaktadır.

Viyana Sefiri Şekip Efendi, Berlin’den Sami Efendi ve Paris’ten


Maslahatgüzar Süleyman Re’fet Paşa bunlardan bazılarıdır. Diplomatların
Bâbıâli’ye gönderdikleri raporlarda, bir yandan ihtilâlden dolayı çıkan olaylar boş
vukuatlar olarak değerlendirilirken diğer yandan Avrupa’nın durumu da göz
önüne alınarak Bâbıâli’nin Osmanlı Devleti’nde de tedbir almasının şart olduğu
ifade edilmiştir. Üstelik uygulamaya konulacak tedbirlere çok fazla dikkat
edilmesi gerektiği de ayrıca vurgulanmıştır (İ. HR, 45: 2100/7; 15 Nisan 1848).

Dersaadet’e en çok rapor gönderen isimlerin başında gelen Şekib Efendi,


Bâbıâli’ye Viyana’da bilhassa Bosna ve Sırbistan ile ilgili bazı söylentilerin

76
Osmanlı idaresi her ne kadar basın faaliyetleri konusunda sert tedbirler uygulamış ise de bu,
yabancı basını tamamıyla yasakladığı anlamına gelmemektedir. Örneğin, İzmir’de Rumca bir
gazete çıkarılması için bazı girişimlerde bulunduğu görülmektedir. Hatta bunun için İskibi adlı
kişiye gazetenin ancak politika dışı konulara dair olmakla beraber haftada bir yayımlanması
kaydıyla müsaade verileceği bildirilmiştir (HR. MKT, 23: 26). Yetkililerin bu şartını kabul eden
İskibi’nin gazeteyi ancak 1849’un sonunda çıkardığı ve ayrıca basılacak gazetenin bir nüshasının
mutlaka kontrol edilmesi maksadıyla İzmir’deki yetkililere yollanması şartının konulduğu
görülmüştür (A. MKT, 182: 30).

203
olduğunu bildirmiş ve dolayısıyla bu yerlerde daha fazla önlem alınmasını ve her
türlü olaya karşı tedarikli olunmasını tavsiye etmiştir. Şekib Efendi’ye göre,
devletin teyakkuz halinde olma durumu sadece Osmanlı Balkanları için değil
devletin tüm toprakları için geçerli olmalıdır. Ayrıca ihtilâlin Avrupa’daki
etkilerini gözlemlediğinde, 1848 İhtilâli’nin Osmanlı Devleti’ne de yayılma
ihtimalinin bulunduğu düşüncesinde olduğunu belirtmiştir. Bu nedenle Şekib
Efendi, Bâbıâli’ye tedbir politikalarında aksaklıkların yaşanmasına müsaade
edilmemesi gerektiğine dair uyarıda bulunmuştur (İ. HR, 45: 2100/7). Avusturya
basınında 1848 İhtilâli’nin etkilerinin azaldığı haberleri çıkınca, bu yazıların
Bâbıâli tarafından ciddiye alınıp tedbirin elden bırakılacağından endişelenen
Şekib Efendi, Dersaadet’e bir mektup göndererek, ihtilâlin etkisinin azaldığına
dair haberlerin sadece görünüşten ibaret olduğunu belirtmiş ve dolayısıyla basında
yer alan haberlerin etkisiyle rehavete kapılmanın hatalı olacağı konusunda
Bâbıâli’yi uyarmıştır (HR. MKT, 21: 62/2; 5 Eylül 1848).

Mösyö Kalamiki ise Dersaadet’e yolladığı bir raporunda Avusturya ve


Almanya’da yaşananlar hakkındaki anekdotları paylaştıktan sonra “Dünyanın
içinde bulunduğu bu kargaşa esnasında Sultanımızın tüm tebaalarına merhameti
sayesinde Osmanlı Devleti, ihtilâl vakitlerini asayiş içinde rahatlıkla
atlatacaktır.” diyerek Osmanlı Devleti’nin 1848 İhtilâllerinden etkilenmeyeceği
düşüncesinde olduğunu belirtmiştir. Bunun gerekçelerini ise Osmanlı’da sınıf
ayrımının olmaması; özellikle Tanzimat Fermanı’ndan sonra yapılan
düzenlemeler sayesinde tebaanın eşitlik kazanması ve bazı haklarının güvence
altına alınması şeklinde açıklamıştır. Fakat buna rağmen Osmanlı topraklarındaki
ahaliyi itaat altına almak amacıyla mülkiyede bazı tedbirler alınmasının ve
ahalinin hoşnut tutulması gerektiğinin altını çizmeyi ihmal etmemiştir. İlaveten
Bâbıâli’yi hariciye politikası konusunda uyarmış ve atılacak adımlarda tarafsızlık
vurgusu yapmıştır (İ. HR, 47: 2229/2;15 Ağustos 1848).

1848 ihtilâlcilerini “ölçüsüz ve uygunsuz davrananlar” olarak niteleyen


Niş Valisi Mehmed Vasıf ise Bâbıâli’yi ihtilâlin etkilerinin günden güne arttığı
konusunda uyararak, ihtilâlin neyle sonuçlanacağının meçhul olduğunu, Osmanlı
Devleti’nde de benzer durumların yaşanmaması için tedbir alınmasının zorunlu
olduğunu aktarmıştır. Bu kapsamda alınacak tedbirler öncesinde araştırmalar
yapılmış ve hangi hususlarda önlem alınması gerektiği belirlenmiştir. Niş valisine

204
göre bu ön çalışmanın maksadı yanlış ve gereksiz alanlarda tedbir alınmasını
önlemektir. Zira ancak bu şekilde Osmanlı Devleti ihtilâl tehlikesini daha rahat
savuşturabilecektir (A. MKT. MHM, 5: 81/1;28 Mayıs 1848).

Fransa Sefiri Süleyman Re’fet Paşa, 1848 İhtilâli’nin tüm kıtada sadece
fikirleri değil yönetimleri de etkileyecek güçte olduğunun altını çizerek Bâbıâli’yi
üç konu hakkında uyarmıştır. Bunların ilki, ihtilâlin Rumeli topraklarında
Yunanların kışkırtmasıyla Bulgarlar üzerinde hissedilmesinin çok muhtemel
olduğudur. Zira Süleyman Paşa’ya göre Bulgarların içinde uzun zamandır böyle
bir olayın çıkmasını arzulayan kişiler bulunmaktadır ve bu kişiler ihtilâli bir fırsat
olarak görmektedirler. İkinci konu, ihtilâl yanlısı Fransız idarecilerinin çıkarları
doğrultusunda Lübnan’da sorun çıkma ihtimalinin oldukça yüksek oluşudur.
Dolayısıyla Lübnan’ın asayişi sürekli kontrol edilmeli ve her an tetikte
olunmalıdır. Bâbıâli’nin dikkat etmesi gereken son konu ise 1848 İhtilâli’nin
Fransa’da rejim değişikliğine yol açması üzerine başlayan İkinci Fransız
Cumhuriyeti’nin kabulü meselesidir. Süleyman Re’fet Paşa’ya göre bu noktada en
doğru strateji İngiltere’nin siyasetini takip etmektir. Çünkü güç dengesi açısından
İngiltere büyük bir güce sahiptir ve Osmanlı Devleti, politik menfaatleri için
İngilizleri takip etmelidir (HR. MKT, 20: 17; 21 Nisan 1848; HR. MKT, 19: 65;
22 Şubat 1848).

3. 3. Askerî Tedbirler

1848 İhtilâli’nin patlak vermesiyle birlikte Osmanlı yönetiminde hem


karada hem de denizlerde ne yapılacağına ve nasıl bir politika izleneceğine dair
soru işaretleri oluşmuştur. Çünkü ihtilâl, beraberinde büyük bir siyasî karmaşa
getirdiği gibi mevcut düzeni de bozmuştur. Dolayısıyla söz konusu durum,
Bâbıâli’nin harekete geçmesine ve tedbirlerin boyutunu genişletmesine yol
açmıştır. Bu doğrultuda Rumeli, Anadolu ve Arabistan ordu müşirliklerine
gönderilen resmi telgraflarda ihtilâle karşı hazırlıklı olunması gerektiği
vurgulanmıştır. Hatta bölgede yaşanan gelişmelere dikkat çekilerek nasıl bir
strateji belirlenmesi gerektiği konusunda tavsiyelerde bulunulmuştur (A. MKT,
116: 30/1; 23 Mart 1848).

205
Rumeli ordu müşirine yollanan yazıda Avrupa’da ihtilâlin ciddi boyutlara
ulaşmasının ve özellikle İtalya’nın iç politikasında görülen karışıklığın dikkate
alınarak bölgede yapılması ve izlenmesi gerekenler belirtilmiştir. Öncelikle her ne
kadar Osmanlı Devleti tarafsızlık ve karşılıklı barış politikasından ayrılmayı
tasarlamasa da ihtilâl döneminde devleti dış tehditlerden korumak için tetikte
olunması gerektiği vurgulanmıştır. Zira 1848 İhtilâli’nin Avrupa’da hızlı bir
şekilde yayılması; işçi, köylü, soylu veya burjuva fark etmeksizin her kesimden
destekçi bulması, çok uluslu Osmanlı tebaası için de büyük risk teşkil etmiştir.
Dahası dış kaynaklı propagandaların da etkisiyle ihtilâlin emareleri ahali üzerinde
açıkça görülmeye başlamıştır. Dolayısıyla Rumeli’deki Osmanlı tebaası arasında
tehlikenin boyutu daha da fazladır. Çünkü hem ihtilâlin etkilediği coğrafyaya
sınırları bulunmaktadır hem de gayrimüslim nüfus yoğunluktadır. Özetle bölge,
ihtilâl ideolojisini benimseyenlerin fikirlerini yayması için oldukça uygun bir
zemine sahiptir. Bu noktadan hareketle Bâbıâli, Rumeli ordu müşirinden Osmanlı
topraklarında barışın muhafaza edilmesini ve dışarıdan gelen ayrılıkçı hareketleri
durdurmak amacıyla bazı gizli araştırmalar başlatmasını istemiştir. Bâbıâli’ye
göre bu kapsamda öncelikle Rumeli’de yaşayan ve duyguları kolaylıkla manipüle
edilebilecek ya da ihtilâl fikrine meyli olabilecek kişilere dikkat edilmesi
gerekmektedir. Bu kapsamda da özellikle böyle vakitleri dört gözle bekleyen
Rumların reayayı kışkırtmasına engel olmak amacıyla önlemler alınmalıdır.
Ayrıca Yunanistan’a sınır olan Osmanlı eyaletlerinde, Bulgaristan’da, Rumeli’nin
orta kesimlerinde ve Tuna sahillerindeki bölgelerde yaşanan olayların gerçek
sebebinin incelenmesi ve ahalinin durumuna dair daha detaylı bilgilere ulaşılması
için bir araştırma başlatılmalıdır. Böylelikle hem yabancı milletler aracılığıyla
gelebilecek ihtilâle karşı önlem alınmış olacak hem de olası bir karışıklıkta
izlenecek yönteme dair doğru bir planlama yapılabilecektir (A. MKT, 116: 30/1;
23 Mart 1848).

Bâbıâli’nin direktifi doğrultusunda kurulan inceleme ekibinde görev alan


kişiler, orduda ve benzer mevkilerde görev yapan dirayetli, yüksek rütbeli zabit ve
memurlar arasından seçilmiştir. Bu kişilerin devletin iç politikası hakkında
bildiklerini ahaliye doğru şekilde aktarabilme yetisine sahip olmalarına dikkat
edilmiştir. Müşir tarafından bizzat seçilen görevliler, adı geçen yerlerde hem
dışarıda hem de içeride ihtilâl çıkarmaya yönelik gizli faaliyetlerin olup

206
olmadığını araştırmışlardır. Öte yandan Rumeli’deki Yunan grupların ve varlığı
tespit edilen diğer ihtilâlcilerin kimlerle iletişim halinde olduklarını ortaya
çıkarmaya çalışmışlardır. Araştırma neticesinde elde edilen bilgiler başta
Sadrazam olmak üzere Rumeli ordu müşiri, Tuna’da bulunan Silistre valisi,
Belgrad muhafızı ve siyasî bilgiye sahip bazı kişiler tarafından değerlendirilmiş ve
buna göre tedbirler alınmıştır.

Bâbıâli ayrıca, Rumeli ordu müşirinden idaresi altında bulunan kara ve


deniz ordularını hazırlamasını, eksik olan teçhizatı temin etmesini ve gerekli
gördüğü önlemleri almasını istemiştir (A. MKT, 116: 30/1; 23 Mart 1848).
İlaveten Rumeli’ye asker yollanması zorunluysa da Dersaadet’in ve iktidarın
başka bir ifadeyle hanedanın güvenliğinin sağlanması öncelikli olduğu için evvela
buradaki asayişin sağlanacağı, daha sonra kalan fazla askerî birliklerin ise yardım
ve takviye için Rumeli bölgesine yollanacağı belirtilmiştir (A. MKT, 128: 87/1;17
Mayıs 1848). Bâbıâli’nin Balkanlardaki ihtilâlin etkilerine yönelik araştırmaları
gizlilik içerisinde yürütmesinin nedeni, ihtilâl söylemlerinin halk nazarında
karşılık bulma olasılığının yüksek olmasına dayandırılabilir. Nitekim bölgenin
Kıta Avrupa’sında yer alması, demografik yapısı ve 19. yüzyılın başından itibaren
devam eden sorunların kısmen milliyetçi karakterde olduğu da göz önüne alınırsa,
Bâbıâli’nin böyle düşünmesi yüksek ihtimaldir.

Zira 1848 İhtilâli’nin başlardaki liberal niteliği, Orta ve Doğu Avrupa’ya


yayılmasının akabinde milliyetçi bir forma dönüşmüştür (Kutlu, 2018:65). Üstelik
1789 Fransız İhtilâli’nden sonra, 19. yüzyılda artış gösteren milli kimlik ve birlik
ideolojisi, 1848 İhtilâli’nin Osmanlı’nın Avrupa’ya sınır olan topraklarının
haricinde de büyük bir tehlike arz etmiştir. Bu yüzyılda Osmanlı Devleti’nin
neredeyse tüm topraklarında büyük güç kaybına uğramış olması da Osmanlı
yöneticilerinin 1848 İhtilâli’ne karşı alınan tedbirlerde daha hassas olmasında
etkili olmuştur (A. MKT, 128: 87; 17 Mayıs 1848).

Bâbıâli’nin Arabistan Ordu Müşiri Namık Paşa’ya yolladığı yazıda ise


Arabistan bölgesinde bulunan orduya takviye asker yollanmasına gerek
görülmediği, aksine Namık Paşa’nın komutası altında bulunan askerî
kuvvetlerden bazılarının bir an evvel Rumeli’ye sevk edilmesi gerektiği
belirtilmiştir. Bâbıâli’de yapılan müzakereler neticesinde daha önce

207
Beriyyetüşşam’ın asayişi için geçici süreyle yollanan askerî birliğe karşılık,
Osmanlı ordusuna sonradan alınmış ve Arabistan ordusunda göreve başlamış olan
iki taburun da Rumeli’ye gönderilmesine karar verilmiştir. Ancak daha sonra
Rumeli’ye sevk edilmesi düşünülen askerî birliklerin Kudüs-i Şerîf ve Lazkiye
gibi Arabistan’ın en önemli bölgelerinin güvenliğinden sorumlu olduğu
anlaşılınca bundan vazgeçilmiştir. Zira bahsi geçen yerler, hem dini hem de liman
bölgeleri olması açısından oldukça önemlidir. Bu nedenle Namık Paşa’ya
buradaki birliklerin çekilmesinin oldukça tehlikeli olacağı bildirilerek Rumeli’ye
gönderilecek taburların Kudüs-i Şerîf ve Lazkiye’den değil, başka mevkilerden
yollanması istenmiştir (A. MKT, 128: 87; 17 Mayıs 1848).

Dersaadet’ten Namık Paşa’ya gönderilen yazıda, lüzumlu görmesi halinde


boşalan mevkiler için başıbozuk asker toplayabileceğine dair de izin verilmiş
fakat gerçekte bunun tercih edilmediği özellikle vurgulanmıştır. Bâbıâli idaresi,
başıbozuk askerlerin istenmeme sebebini ise bu askerlerin genel anlamda nizam
ve rabıtadan uzak olmalarına dayandırmıştır Dahası başıbozuklara verilen maaş ve
tayinatlar, ihtilâl zamanında gereksiz bir maddi kayıp olarak değerlendirilmiştir
(A. MKT, 128: 87/2; 17 Mayıs 1848) Hobsbawm’a göre ihtilâlci fikir akımları
dünyanın her yerindeki terör eylemlerinde önemli bir etken olmuştur. Buna karşı
söz konusu isyanları bastırmada da şiddet iki taraf içinde patolojik bir sorun haline
gelmiştir (Hobsbawn, 2008: sy). Dolayısıyla Bâbıâli de nizamsız askerlerin şiddeti
daha da arttıracağından korkarak nizamı birlikleri göndermeyi doğru bulmuştur.
Buna ek olarak Bâbıâli, Arabistan’da başıbozuk askerlerin orduya alınmalarını
ihtilâlin ciddi boyutlara ulaşmasına ve vükelanın buna izin vermesi şartına
bağlamıştır (A. MKT, 128: 87/2; 17 Mayıs 1848). Özetle ifade etmek gerekirse
Namık Paşa kendisine verilen izni ancak bazı şartlar altında kullanabilecek, hatta
bu izni kullanmak için ikinci bir izin dahi alacaktır.

Başıbozukların askere alınması meselesi, bahsi geçen sebeplerden ötürü


Bâbıâli’nin sıcak bakmadığı bir konudur. Ancak bu seçenek hiçbir zaman
bütünüyle elenememiş, askerî tedbirler meselesi kapsamında birçok kez gündeme
gelmiştir. Öte yandan Namık Paşa’ya gönderilen yazıdan hareketle asıl asker
ihtiyacının Balkanlarda olduğu da açıkça görülmektedir. Her ne kadar Arabistan
ordu müşirliğinin idaresi altında bulunan coğrafyadaki demografik yapı tıpkı

208
Balkanlardaki gibi farklı olsa da burada ulusçu bir ayaklanmanın çıkacağı
endişesinin daha az olduğu aşikârdır (A. MKT, 160: 15/1; 26 Kasım 1848).

Osmanlı yetkililerinin askerî tedbirler kapsamında Anadolu ordu müşirine


gönderdiği tahriratta ise Avrupa’nın içinde bulunduğu durumdan dolayı
Anadolu’da ihtilâlci bir olaya karşı her an hazırlıklı olmanın oldukça önemli
olduğu vurgusu yapılmıştır. Ayrıca Balkanlar’daki tehlikenin daha ciddi
boyutlarda olması nedeniyle de buraya yollanmak üzere Anadolu ordusuna bağlı
bir kısım askerin hazırda bekletilmesi istenmiştir. Zira Bâbıâli, Dersaadet
ordusunun Balkan topraklarına sevk edilmesini stratejik olarak doğru bulmamıştır
(A. MKT, 160: 15/1; 26 Kasım 1848).

Yine bu bağlamda Anadolu’nun asayişinde bir sorun olmadığı kanaatine


varan Bâbıâli, Bedirhan meselesinden77 ötürü Sivas’a gönderilerek Anadolu
ordusunun emrine verilen, Hassa ordusuna bağlı iki tabur piyade ile Diyarbakır
havarisinde bulunan, Dersaadet ordusuna bağlı Piyade İkinci Alayı’nın Rumeli’ye
gönderilmesine karar vermiştir. Osmanlı devlet adamlarının asker tedariği
konusunda yaptıkları müzakereler sonucunda Anadolu ordu müşirinden, söz
konusu bölgedeki askerlerin çekilmesiyle oluşan açığın kapatılması için zaptiye
sayısını artırması istenmiştir. Aslında ilk önce zaptiyeler yerine başıbozuk asker
toplaması için Anadolu ordu müşirine izin verilmiş, fakat tıpkı Arabistan ordu
müşirine de yazıldığı gibi daha sonra bu fikirden vazgeçilmiştir. İlaveten, Anadolu
ordu müşirinden ileride mecburiyet halinde Ordu-yu Hümayun için ne kadar asker
toplanabileceğini hesaplaması ve elde ettiği verileri Dersaadet’e göndermesi
istenmiştir. Bu sayıya Anadolu’daki başıbozukların da dâhil edilmesi gerektiği de
ayrıca belirtilmiştir (A. MKT, 160: 15/1; 26 Kasım 1848). Dersaadet’ten Anadolu
ordu müşirine verilen emirlere bakıldığında Osmanlı idaresinin her ihtimale karşı
hazırlık yaptığı görülmektedir.

77
Bedirhan Meselesi, 1840’tan itibaren uygulamaya konmaya başlanan Tanzimat düzenlemeleri
belli bir plana sahip olmadığı için halka tarafından yanlış anlaşılmış ve bazı tepkilere yol açmıştır.
Bu belirsizlik birçok eyalette olduğu gibi Diyarbakır’da da uygulamaya konduğunda özellikle
Cizre ve Hakkâri yöresinde büyük bir tepkiyle karşılanmıştır ve bu durum, devlete karşı isyana yol
açmıştır. Bu isyanın önderliğini ise yüzyıllardır bölgenin idaresinden sorumlu olan ailelerden
birine mensup Bedirhan Bey üstlenmiştir… Ayrıntıları için bkz: Doğan, C. (2010). Bedirhan Bey
İsyanı Tanzimat’ın Diyarbakır ve Çevresinde Uygulanmasına Karşı Bir Tepki Hareketi. Süleyman
Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2(12), 15-38.

209
İhtilâl sürecinin tedbir noktasında Bâbıâli’nin gündeminde olan en önemli
mevzuların başında Dersaadet’in güvenliği gelmiştir. Gerek Anadolu gerekse
Arabistan veyahut Rumeli topraklarında alınan askerî tedbirlerde öncelik, daima
Dersaadet’in korunmasına verilmiştir. Buna Arabistan Ordu Müşiri Namık
Paşa’ya gönderilen yazı örnek gösterilebilir. Söz konusu yazıda bölgeye asker
gönderilmesinin ancak “Dârul-Hilâfeti’l-Aliyye’nin” kalbi olan Dersaadet’in
güvenliğini tehlikeye atmayacak şekilde önlemlerin alınmasıyla mümkün
olabileceği vurgulanmıştır (A. MKT, 128: 87/1; 17 Mayıs 1848: Düzcü, 2016: 73-
74).

Öte yandan, özellikle Boğazlar’ın korunması için uygulanacak tedbirlerin


planlanması doğrultusunda araştırma yapılması gerektiğine karar verilerek,
Boğazlar’daki kale ve tabyalara memurlar gönderilmiş ve eksiklerin neler olduğu
tespit edilmiştir. İncelemelerin ardından elde edilen sonuçlar Tophane-i Âmire
Meclis-i Askerî’sinde müzakere edilmiş ve alınacak önlemler belirlenmiştir.
Görüşmeler neticesinde sorumlulardan bir an evvel Çanakkale Boğazı’nın
Anadolu yakasında bulunan Kale-i Sultaniye ile Kumkale arasındaki ve Rumeli
tarafındaki Maydos Karyesi civarındaki yerlerin istihkam edilmesi; Rumeli’de ise
Bigalı, Değirmenburnu, Kilidbahir ve Anadolu’da da Köseburun’daki tabyaların
yenilenerek sağlamlaştırılması istenmiştir. Ayrıca Çanakkale Boğazı’nın
güvenliği için iki alay süvari, beş alay piyade nizamiye ve iki bölük süvari ve altı
bölükte topçu askeri yerleştirilmesi uygun görülmüştür. Karadeniz Boğazında ise
Anadolu ile Rumeli taraflarında Telli Tabya, Macar, Kavak kaleleri ve Kılburnu
ve Elmas tabyalarının kuvvetlendirilmesi kararlaştırılmıştır. Tophane-i Amire
Meclis-i Askerî’sinde yapılan bu görüşmede yetkililer, Karadeniz Boğazı’ndaki
kale ve tabyaların merkeze yakın olmasından dolayı Çanakkale Boğazı’ndaki gibi
fazla asker konuşlandırmaya gerek olmadığına karar vererek, bu mevkilere sadece
bir alay piyade nizamiye ve Tophane-i Amire’den bir alay istihkâm askerinin
yollanmasını yeterli görmüşlerdir (İ. MSM, 67: 1937; 22 Nisan 1848).

Bâbıâli, Boğazlar’daki önlemler nedeniyle Kaptan Paşa’nın görüşüne de


başvurmuştur. Paşa, Boğazlar’da tedbir alınmasını zorunlu görmekle beraber,
adalarda da tedbir alınması gerektiğini vurgulamıştır. Bu tavsiye üzerine adalarda
alınacak askerî tedbirler için Meclisi-i Has ve Umumi’de bir görüşme yapılmıştır.
Müzakereler sırasında adalar arasındaki ulaşımı sağlayan otuz üç vapurun ve on

210
dört sefine-i hümayunun iki gruba ayrılıp Boğazlar ya da adalarda ihtiyaç duyulan
yerlere gönderilmesi düşünülmüştür. Fakat daha sonra bu vapurların hangi amaçla
kullanılacağı sorusu gündeme gelmiştir. Neticede bu gemileri ikiye ayırmanın
doğru olmadığı ortaya çıkmış ve donanmanın toplu halde Haliç’te hazır
bekletilmesi ve ihtiyaç halinde istenen yere gönderilmesi kararı alınmıştır. Ayrıca
iletişim amacıyla bir vapur Girit’te bekletilirken, Osmanlı sefaretiyle
haberleşmeyi kolaylaştırması açısından diğer bir vapurun da Atina’da bekletilmesi
uygun görülmüştür (İ. MSM, 67: 1938; 30 Nisan 1848).

Bâbıâli ihtilâle karşı hazırlıklarına devam ederken Avrupa’daki ihtilâlin


etkisi ve kapsama alanı artmaya devam etmiştir. 1848 İhtilâli, büyük Sicilya
Adası’ndan Napoli Devleti’nin78 İtalya kıyılarında yer alan bölgelerine yayılarak
bir hayli şiddetlenmiştir. Bu durum ise Osmanlı için yeni tehlikeleri gündeme
getirmiştir. Örneğin, ihtilâl nedeniyle Süveyş bölgesinde bir karışıklık çıkarsa, bu
durum Osmanlı Devleti’ne zarar verebilecektir. Gerçekte, adı geçen bölgenin
Osmanlı’yla doğrudan doğruya bir bağlantısı bulunmamaktadır. Fakat Bâbıâli
idarecilerine göre büyük devletlerin siyasi menfaatleri birbirine ters düştüğü
takdirde bölge, kasti bir şekilde sorunlara dâhil edilebilecektir. Böyle bir durumda
da Osmanlı Devleti olayların içine bilinçli bir şekilde sürüklenebilecektir. Çünkü
son dönemlerde büyük devletler arasında bazı nedenlerden dolayı zıtlaşmalar ve
rekabet ziyadesiyle artmıştır. Ayrıca daha önce büyük devletler arasında yaşanan
çekişmelerde Osmanlı Devleti buna benzer durumlarla karşılaşmıştır (İ. MSM, 67:
1925; 10 Mart 1848).

Mevcut konjonktürde dikkatli olunması gerektiği düşüncesinde olan


Bâbıâli, herhangi bir devletle ve tarafla muharebeye ya da soruna yol açabilecek
olaylardan uzak durulmasına karar vermiştir. Dolayısıyla Osmanlı Devleti’nin de
tıpkı diğer devletlerdeki gibi sulh ve tarafsızlık anlaşmasına zarar verilmeyecek
şekilde harp hazırlığı yapması uygun görülmüştür. Bu bağlamda ordu nizamını
sekteye uğratmayacak şekilde askerî düzenlemeler yapılmış; redif askerlere dair
tasarlanmış maddelerin bir an önce fiiliyata geçirilmesine gayret edilmiştir. Ayrıca
yetkililerden bahriye kuvvetleri güçlendirilmesi, denize indirilen ve indirilecek

78
Bu dönemde henüz İtalyan devletleri birleşmemiştir ki 1848 İhtilâli İtalya’nın birleşmesinin
başlangıcı olmuştur (Armaoğlu, 2003: 143-144).

211
olan Osmanlı vapurları ivedilikle tamamlanması istenmiştir (İ. MSM, 67: 1925;10
Mart 1848).

Bâbıâli’de askerî düzenlemelere dair görüşmeler yapılırken, ihtilâl


nedeniyle Avusturya ile İtalya arasında çıkan sorunlar çatışmalara dönüşmüştür.
İki devlet arasında yaşanan olayların Arnavutluk ve Adriyatik’e sıçrama ihtimali
açığa çıkmıştır. Bu ise Osmanlı Devleti için sorun teşkil etmiştir (Feyzioğlu,
2006: 52). Ortaya çıkan tehlike karşısında Bâbıâli; Kaptan Paşa ve diğer askerî
komutanların fikirlerinden hareketle, Arnavutluk kıyıları ve Preveze Limanı’na
tedbir maksatlı birkaç vapur yollamaya karar vermiştir (İ. MSM, 67: 1937; 22
Nisan 1848).

Avrupa’da ihtilâlin hızla yayılması, Osmanlı topraklarına dahil adalarda


başka tedbir uygulamalarının devreye sokulmasını zorunlu hale getirmiştir. Çünkü
bu dönemde ihtilâlden istifade etmek isteyen kişilerin adalardaki ahaliyle sık sık
görüştükleri ortaya çıkmıştır. Bu kapsamda öncelikle söz konusu kişiler tespit
edilerek hareketlerinin gözetim altında tutulması, çıkabilecek olaylara anında
müdahale edilmesi ve asayişi sağlamak amacıyla adalara yeteri miktarda asker
yollanması üzerinde anlaşılmıştır (İ. MSM, 67: 1942; 15 Nisan 1848).

Osmanlı idarecilerinin adaların korunmasına yönelik alınması gereken ilk


önlemleri belirlemiş olmalarına rağmen bu defa da adalara yollanacak asker
mevzusu ayrı bir sorun olarak Bâbıâli’nin karşısına çıkmıştır. Aslında bölgeye
yollanacak askerlerin düzenli ordudan olması tercih edilmiştir. Fakat mevcut
şartlarda düzenli orduların Dersaadet’ten ayrılması tehlikesi göz önüne
alınmamıştır. Bu yüzden adalara farklı birliklerin yollanması gerekliliği ortaya
çıkmıştır (A. MKT, 119: 15/1; 7 Nisan 1848). Bu durum karşısında Bâbıâli iki
seçenek üzerinde yoğunlaşmıştır. Bunlardan ilki redif birliklerinin, ikincisi ise
daha önce de gündeme gelmiş olan başıbozuk askerlerin toplatılması olmuştur (İ.
MSM, 67: 1942: 15 Nisan 1848).

Lakin redif birliklerinin sadece savaş zamanı toplanmasına dair bir


nizamnâme bulunmaktadır. Her ne kadar daha önce zor dönemlerde Anadolu’ya
mahsus olmak üzere redif birliklerinin toplatıldığı görülse de, mevcut durumda
yeni rediflerin toplatılması mümkün olmadığı anlaşılmıştır. İlaveten Rumeli’de
bulunan redif birliklerinin adalara yollanması da mümkün görülmemiştir (A.

212
MKT, 119: 15/1; 7 Nisan 1848). Bâbıâli’nin redif birliklerinden vazgeçmesinin
tek sebebi, söz konusu birliklerin yedek askerlerden kurulması ve sadece zaruri
hallerde toplatılması değildir. Bu kararda ihtilâlin hızla yayılmasının birliklerin
kısa süre içerisinde toplatılmasını imkânsız hale getirmesi de etkili olmuştur. Zira
rediflerin tertip edilmesi aylarca sürmektedir (A. AMD, 4: 42/1; 21 Mayıs 1848).
Özetle ihtilâlin hızla yayılıyor olması devlete yeni redif birliklerini teşkil edip
adalara yollama imkânı vermemiştir. Ayrıca belgelerden anlaşıldığı kadarıyla,
Bâbıâli için bu aşamada redif birliklerinin toplatılmasını gerektirecek bir durum
da yoktur. Diğer bir deyişle ihtilâlin devlet üzerindeki etkisi redif birliklerinin
toplatılmasını gerektirecek derecede değildir.

Redif birliklerinin toplatılması gündemden kalkınca bir başka seçenek olan


başıbozuklardan oluşturulacak bir ordunun adalara gönderilmesi üzerinde
yoğunlaşılmıştır. Görüşmelerin başında başıbozuklardan oluşturulmuş askerî
birliklerin böyle hassas ve sıkıntılı mevkilere yollanması, başka olaylara neden
olabileceği düşüncesiyle oldukça sakıncalı görülmüştür; ancak ilerleyen
aşamalarda mevcut durumda başka bir seçenek olmadığına kanaat getirilmiştir.
Bâbıâli’de yapılan görüşmelerde, başıbozuk birliklerin sayısının ve her adaya kaç
asker yollanması gerektiğinin önce dönemin kaptanıderyasına sorulmasına,
ardından Meclis-i Hass’tan ve Dâr-ı Şûrâ-yı Askeriye’den çıkan sonuç
doğrultusunda bir yol izlenmesine karar verilmiştir (A. AMD, 4: 42/1; 21 Mayıs
1848).

Meclis-i Hass’ta ve Dâr-ı Şûrâ-yı Askeriye’de yapılan görüşmenin


ardından daha önce adalara gönderilmesine karar verilen başıbozukların eğitimsiz
oluşları, söz konusu seçeneği yeniden Bâbıâli’nin gündemine getirmiştir. Bu
nedenle müzakerelerde başıbozuk askerlerin idare altına alınmasına yönelik bazı
düzenlemeler yapılmıştır. Bin kişilik başıbozuk askeri bir tek kişinin
kumandasında tutmak sağlıklı olmadığı için her bin kişiye bir binbaşı, yüz nefere
bir yüzbaşı, mülâzim, çavuş ve onbaşı tayin olunması kararlaştırılmıştır.
Böylelikle başıbozuk askerlerin mümkün mertebe kontrol altında tutulacağı
düşünülmüştür. Bu tedbire ek olarak düzenli orduya mensup ve içinde emeklilerin
de yer aldığı bir kısım askerin adalarda bulundurulmasının başıbozukları tertip
etmede ve düzeni sağlamada işe yaracağı düşünülmüştür. Her ne kadar adalara
gönderilecek askerî birliklerin başıbozuklardan oluşturulmasına karar verilmiş ise

213
de yetkililer aldıkları bu kararı son anda tekrar değiştirmek zorunda kalmışlar;
ihtilâlin ciddiyeti karşısında başıbozuk askerlere güvenme riskini göze
alamamışlardır. Son anda yapılan değişiklikle adalara Nizamiye ordusuna mensup
askerlerin gönderilmesi hususunda mutabakata varılmıştır (A. AMD, 4: 42/1; 21
Mayıs 1848). Aslında adalara yollanacak asker mevzusunda başıbozukların bu
kadar gündemde kalması, bize Osmanlı Devleti’nin ihtilâl sürecindeki
çaresizliğine ve korkusuna da işaret etmektedir. Zira başıbozuk birlikler, uzun
zamandır devlete faydadan çok zarar veren birlikler haline geldikleri için
istenmemektedir.

Bâbıâli yetkilileri ayrıca her adaya aynı miktarda asker yollanmasının da


stratejik olarak doğru olmadığına karar vermiştir. Çünkü adaların hepsinde aynı
anda karmaşa çıkma ihtimali bulunmamaktadır. Bu nedenle en iyi yöntemin
Anadolu sahilinde, adalara yakın bir yere askerî birlikler konumlandırmak ve
adaların hangisinde olay çıkarsa birlikleri oraya sevk etmek olduğuna karar
vermişlerdir. Örneğin, Sakız Adası’nın karşısındaki Çeşme’ye ya da onun gibi
uygun mevkide bulunan bir adaya askerî birlikler yerleştirilebilecek ve bunların
sevki için bir gemi hazırda bekletilebilecektir. Bu arada adalar nöbetçi askerler
tarafından sürekli kontrol edilecek, olası bir tehlike anında ise kumandana haber
verilerek gerektiği kadar askerin buralara sevk edilmesi sağlanacaktır. Hem
böylece İzmir’deki bir tabur ve Ayvalık’taki dört bölük asker de ihtiyaç halinde
kolayca Dersaadet’e yollanabilecektir. Yine bu kapsamda ihtilâl yanlılarının
kışkırtmalarına kanabilecek ve herhangi bir olay karşısında hemen taraf
değiştirebilecek kişilerin yaşadığı adalara tecrübeli askerlerin ve topçuların
yerleştirilmesi kararlaştırılmıştır (İ. MSM, 67: 1942/4; 15 Nisan 1848).

Bâbıâli’ye göre bu planın en büyük avantajı, askerî kuvvetlerin bir arada


tutulacak olmasıdır. Böylece hem olası bir ayaklanmaya yapılacak müdahaledeki
başarı oranı artmış olacak hem de asker sayısının yeterli olup olmadığı endişesi de
kısmen giderilmiş olacaktır (İ. MSM, 67: 1942/4;15 Nisan 1848). Müzakereler
sonucu hangi adaya ne kadar asker yollanacağına dair bilgiler aşağıdaki tablodaki
gibidir:

Tablo 3.2: 1848 Yılında Adalara Gönderilen Asker Miktarını Gösteren Liste

Adalar Asker Sayısı Açıklama

214
Girit Alay Tabur Bölük Halihazırda
Bir Alay Girit’te bir alay
asker olduğu için
ancak ihtiyaç
halinde bir alay
daha yollanmasına
karar verilmiştir.
Karpot Adası _ _ _ Karpot Adası’nda
çobanlar yaşadığı
için asker
göndermesine
gerek
görülmemiştir.
İpsara Adası _ _ _ Sakız Adası’ndaki
mevcut asker
yeterli görüldüğü
için İpsara
Adası’na takviye
kuvvet
göndermeye gerek
görülmemiştir.
Limni Adası İki Bölük
Bozbaba Adası _ _ _ Limni Adası’ndaki
mevcut asker
yeterli görüldüğü
için Bozbaba
Adası’na takviye
kuvvete gerek
görülmemiştir.
Kıbrıs Adası Bir Tabur
Patinos Adası Bir Bölük
Kaşot Adası Üç Bölük
İleryoz Adası Bir Bölük
Kerpe Adası Dört Bölük
İncirli Adası Bir Bölük
Meis Adas Bir Bölük
Sönbeki Adası Bir Bölük
Sakız Adası Dört Bölük
Ayvalık Bir Bölük
Bozcaada Bir Bölük
İmroz Adası Bir Bölük
Semadirek Adası Bir Bölük
Taşöz Adası - - -
Herke Adası Yarım
Bölük

215
Midilli Adası Bir Tabur Bir Bölük
Topçu
İstanköy Adası İki Bölük
Sisam Adası Bir Tabur Bir Bölük
Topçu
Rodos Adası Bir Tabur
Kalmiyoz Adası İki Bölük
Kaynak: İ. MSM, 67: 1942 (10 Nisan 1848)
Yukarıdaki tabloda da yer verildiği gibi adalara toplamda bir alay, dört
tabur ve yaklaşık yirmi dokuz bölük asker yollanmıştır. Yirmi altı ada içerisinden
Karput Adası’na asker gönderilmesine gerek görülmemiş, İpsala Adası’nın
Sakız’daki, Bozbaba ve Taşöz Adaları’nın ise Limni’deki askerî birlikler
tarafından kontrol edilmesine karar verilmiştir. Geri kalan yirmi iki adaya ise
önemi, büyüklüğü, dahili meseleleri ve adanın ihtilâl bölgesine coğrafi yakınlığı
göz önünde bulundurularak farklı sayıda asker yollanmıştır.

Bâbıâli, adalarda alınacak tedbirler konusunda deniz kuvvetlerinde


tecrübeli ve bölgeyi teferruatıyla bilen kişilerin görüşlerini dikkate almayı da
ihmal etmemiştir. Görüşmelerin ardından askerlerin iaşe ve barınmaları
konusunda yapılacak hazırlıkların belirlenmesi için bir ekip oluşturulmuş ve bu
ekip adalara gönderilmiştir. Ayrıca elde edilen bu bilgilerin hızlı bir şekilde
Bâbıâli’ye ulaştırılması maksadıyla da sadece bu meselede kullanılmak üzere
küçük bir de vapur ayarlanmıştır (İ. MSM, 67: 1942/2; 10 Nisan 1848).
İncelemeler neticesinde Girit, Kıbrıs, İstanköy, Midilli ve Sakız dışında kalan
adalarda askerlerin barınması için uygun yerlerin bulunmadığı anlaşılmıştır.
Dolayısıyla ordunun yaz aylarında çadırlarda kalması, kış gelmeden ise uygun
yerlerin ayarlanması zorunlu hale gelmiştir. Tedbir amaçlı olarak irili ufaklı tüm
adalara fazladan çadır hazırlatılmıştır (İ. MSM, 67: 1942/2; 10 Nisan 1848: A.
AMD, 4: 42/1; 21 Mayıs 1848).

Adalara gönderilecek askerî kuvvetlerin barınmaları kadar iaşeleri de


oldukça önem arz etmiştir. Öyle ki adalardaki suyun miktarı, akarsuların olup
olmadığı ve Rodos’a bağlı olan adalardaki çeşme ve tatlı su kuyuları gibi hemen
her türlü ayrıntı üzerinde durulmuştur. Osmanlı askerlerinin adalara gönderilmesi
halinde iaşe konusunda sıkıntı çıkmaması için askerlerin zahirelerini yanında
götürmesi gerektiği vurgulanmıştır. Zira adalardaki ahalinin yetiştirdikleri

216
mahsuller kendi ihtiyaçlarını dahi karşılamadığından ana karadan takviye
alınmaktadır (İ. MSM, 67: 1925/1; 10 Mart 1848).

Öte yandan Bâbıâli idaresi, donanmadaki eksikliklerin giderilmesi


amacıyla da bir dizi çalışma başlatmıştır. Fakat Osmanlı’yı yönetenler, Tersane-i
Amire Hazinesi’nin gelir ve giderlerinin istenen düzenlemeleri yapmaya yeterli
olmayacağını görmüştür. Bundan ötürü Maliye Nazırı’ndan Tersane-i Amire’nin
masraflarını karşılayabilecek alternatif bir yol bulması istenmiştir. Zira bu
dönemde Hazine-i Celile’nin masrafları ciddi derecede artmıştır. Bâbıâli’nin talebi
üzerine Maliye Nazırı, Tersane-i Amire masrafları için daha önce tedbir
maksadıyla yapılan düzenlemelere giden bazı ödemelerden kısarak, 1848 yılının
bütçesine de denk gelecek şekilde Tersane-i Amire hazinesine yetecek miktarda
akçe tanzim edilmesini sağlamıştır (İ. MSM, 67: 1925/1; 10 Mart 1848). Ayrıca
askerî tedbirler kapsamında daha önce Heybeliada’da inşasına ve tamiratına
başlanmış olan iki askerî binanın yapımının hızlandırılması amacıyla Kaptan Paşa
ve Maliye Nazırı’yla iletişime geçilerek binaların bir an evvel bitirilmesi
istenmiştir; inşanın bitmesi için gereken yüz bin kuruşun Maliye Nezareti’ne
Hazine-i Amire tarafından verileceği belirtilmiştir (A. MKT. MHM, 21: 41; 10
Temmuz 1848). Bu arada diğer bir önemli husus olan çeşitli askerî
mühimmatların üretimine hemen başlanması, bunun dışında kalan tüm askerî
eksiklerin giderilmesi için de harekete geçilmiştir. Tüm bunların yanı sıra
Osmanlı Devleti’nin 1839’da yürürlüğe koyduğu Tanzimat uygulaması meselesi
de Dâr-ı Şûrâ-yı Askeriye’de de yapılan müzakerede gündeme gelmiştir ve
yetkililer, ihtilâlin Tanzimat düzenlemelerini bazı noktalarda sekteye uğratacağı
endişesini dile getirmişlerdir (İ. MSM, 67: 1942/4; 15 Nisan 1848).

2. 4. Ekonomik Tedbirler

1848 İhtilâli, şüphesiz ki Osmanlı ekonomisini de olumsuz yönde


etkilemiştir. Ticaretteki durgunluk nedeniyle tahsilat ağırlaşmış, ihtiyat amacıyla
alınan tedbirler Osmanlı’nın iktisadi hayatını daha da kötüleştirmiştir. Söz konusu
sorun Osmanlı hazine bütçesinde de açıkça görülmüştür. Gelirlerden elde
edileceği tahmin edilen miktar ve hazineye giren para öngörüldüğü gibi çıkmamış,
düşünülenden daha fazla bütçe açığı verilmiş ve bazı konulara ayrılması gereken
ödenekler ayrılamamıştır. Tüm bunlara paralel olarak alınacak önlemlerin mevcut

217
masrafların karşılanmasını zorlaştırdığı gibi söz konusu masrafların ne kadar
olacağına dair de herhangi bir tahmin yapılamamıştır (MB. İ, 3: 5/1: 5 Eylül
1848). Osmanlı hazinesindeki bu bütçe açıkları ve öngörülemezlik 19. yüzyıl
boyunca devam edecektir (Akdemir, Yeşilyurt, 2018: 245-248). Bunu 1848
İhtilâli gibi dönemlerde devletin galata bankerleri üzerinden Avrupa’dan tedarik
ettiği para kaynaklarında kesintinin yaşanmasıyla birincil dereceden olan maaş
giderleri bile ödenemez hale gelmiştir. Buna karşın vergiler de de ciddi bir düşüş
yaşandığı için daha fazla vergilendirme yoluna gidilmiş ancak bu, mevcut soruna
çözüm üretmekten uzak kalmıştır. Kısa süreliğine de olsa 1848 İhtilâli borçlar
üzerinden de olsa devletin işleyen çarkı için bir engel teşkil etmiştir.

Askerî tedbirler için yapılan harcamalar, masrafların başında yer almıştır.


Mesela Çanakkale ve Karadeniz Boğazları’nda bazı kale ve tabyaların
sağlamlaştırılması için yapılan inşaların masrafı için dahi tahminen beş veya altı
bin yük kadar kuruşa ihtiyaç duyulmuştur. Öyle ki Meclis-i Tophane-i Âmire’de
yapılan müzakerelerde bu miktarın dahi yeterli gelmeyeceği anlaşılınca Maliye
Nezareti’ne bilgi verilmiş, lakin masrafların fazla olacağı düşünülerek konu
Meclis-i Vâlâ’ya devredilmiştir (İ. MSM, 67: 1937; 22 Nisan 1848).

İhtilâlin etkisiyle gümrük vergilerinin yenilenememesi de devlet ve


mültezimler için büyük bir sorun teşkil etmiştir. Gümrüklerde yapılan alışverişte
başlarda 1847 yılı tarifesi uygulanarak sorun çözülmeye çalışılmıştır. Fakat daha
sonra Bâbıâli tarafından bu uygulamanın sorunları çözmede yeterli olmayacağı
düşünülmüş ve gelir kaybına neden olan bu problemi ortadan kaldırmak amacıyla
dokuz ay yürürlükte kalacak yeni bir tarife belirlenmiştir. Bu kapsamda
gümrükçülere uygulamanın yürürlüğe girdiği tarihten sonra gelen ithal malların
yeni defterlere kaydedilmesi uyarısında bulunulmuş ve böylece eski tarife
üzerinden gelen mallarla karıştırılmasının önü alınmıştır. Bu karar gümrük
emareti ve sefaretlere bildirilmiş ve yeni uygulamanın taşra gümrüklerinde de
aynen tatbik edilmesi istenmiştir (A. MKT, 126: 53/1; 9 Mayıs 1848). Böylelikle
hem devletin hem de mültezimlerin kısmen de olsa zarar etmesinin önüne
geçilmeye çalışılmıştır.

Ne var ki Osmanlı Hükümeti’nin gümrüklerde aldığı bu tedbir kararı


istenen şekilde sonuçlanmamıştır. Gelen malların yeni deftere kaydedilmiş

218
olmasına rağmen tüccarlar, getirdikleri malların vergisinin yeni tarife üzerinden
alınmasından rahatsız olmuşlardır. Tüccarlar, mallarını Osmanlı’ya ya da kendi
memleketlerine naklederken ücret alınacağının kendilerine bildirilmediğini öne
sürerek konuyu gazetelere taşımış, yeni gümrük vergilerindeki hata nedeniyle çok
zarar ettikleri, durumlarının perişan olduğu ve diğer devlet hazinelerinin de bu
tarifeden etkileneceği haberlerinin çıkmasına neden olmuşlardır. Yabancı
tüccarların şikayetleri yerli ahaliye de sirayet etmiş, gümrük mültezimleri zarar
ettikleri gerekçesiyle aşırı derecede yakınmaya başlamıştır. Örneğin İzmir
gümrükçüsü Abdulkadir Paşa, ihtilâlden dolayı yenilenemeyen 1847 tarifesi
neticesinde çok zarar ettiğini iddia ederek 1848’de ödenmesi istenen vergi
miktarının da yüksek olduğunu belirtmiş ve yaptığı anlaşmanın feshini istemiştir
(A. MKT, 126: 53/1; 9 Mayıs 1848).

Akdeniz’e kıyıları olan devletlerde yaşanan ihtilâl, denizlerdeki güvenliğin


azalmasına sebep olmuştur. Dolayısıyla özellikle ticaret gemilerinin ihtilâl
nedeniyle zarar görmesi Osmanlı Devleti’ni zor durumda bırakmıştır. Bu noktada
Bâbıâli için, ihracat gemilerinin deniz yollarında daha güvenli seyir almalarını
sağlamak ve deniz ticaretinde yaşanan azalmanın önüne geçebilmek önemli hale
gelmiştir. Bu nedenle Bâbıâli, Akdeniz’de bulunan bazı Osmanlı adalarına
gemiler göndererek ticaret gemilerini koruma altına almaya çalışmıştır. Devletin
bu hareketi, Akdeniz’de ticaret yapanlar tarafından büyük bir memnuniyetle
karşılanmıştır (HR. MKT, 21: 41; Temmuz 1848). Hatta bu bağlamda Osmanlı
Devleti’nde bulunan İngiliz Büyükelçisi de ticaret gemilerinin denizlerde ne gibi
zorluklarla karşılaştığını araştırmak ve ticareti kolaylaştırmaya yönelik
girişimlerde bulunmak için Bâbıâli’den izin istemiştir (A. DVN. DVE, 16: 79; 26
Kasım 1848). İngiliz Büyükelçisi’nin bu girişimi, Osmanlı Devleti’ndeki ticarî
faaliyetlerin durgunluğunun İngiltere’yi de oldukça fazla etkilediğini
göstermektedir. Çünkü daha önce İngiltere ve Osmanlı arasında yapılan ticaret
antlaşmasıyla79 İngilizler Osmanlı ticaretinde önemli bir paya sahip olmuştur ve
aslında ticaretteki durgunluğun giderilmesine katkı sağlamak istemeleri
İngiltere’nin menfaatine bir durumdur.

Ekonomideki kötü gidişat, Osmanlı Hükümeti’ni bütçenin denkliği


noktasında bazı tedbirler almaya itmiştir. Zira masraflar için ihtiyaç duyulan

79
Balta Limanı Antlaşması.

219
paranın bulunması ve ödemelerin yapılması gerekmektedir. Bu bağlamda yapılan
görüşmelerde Osmanlı idarecileri, yaşanan malî sıkıntıları “boşa giden gelirlere”
diğer bir deyişle tahsilatın yapılamamasına bağladıkları için, bütçe ve ekonomik
konularla alakalı ilk önce kısa vadeli tedbirler almayı uygun görmüşlerdir. Çünkü
onlara göre 1848 İhtilâli sadece tahsilatın gecikmesine yol açmıştır ve ihtiyaç
duyulan para, ihtilâlci çatışmaların eylül ayında durmasıyla birlikte kısa süre
içerisinde tekrar hazineye girecektir (MB. İ, 3: 5/1; 5 Eylül 1848).

Her ne kadar Osmanlı idarecilerinin düşüncesi ekonomik durumun kısa


süre içerisinde biteceği yönünde ise de bütçede yapılan hesaplamalarda sadece
1848 yılının Temmuz ve Ağustos aylarında harcanmak için dahi hazinede en az
yüz bin kese altına ihtiyaç olduğu ortaya çıkmıştır. Öte yandan kambiyo
kurundaki sıkıntılardan ötürü Alloéon ve Baltazzi’ye de otuz bin kese altın
verilmesi gerekmektedir. Fakat halihazırda Osmanlı hazinesindeki evrak-ı nakdiye
ve devletin iki aylık geliri olan akçe miktarı harcamaları karşılayacak miktarın çok
altındadır. Bu bağlamda eksik olan paranın bir kısmının bazı farklı yerlere
ödenmesi için ayrılan bütçenin yarısından alınmasına, kesilen ödeneğin yerine ise
eski değerinde faizli yeni kaime bastırılmasına ve eksik paranın diğer kısmı için
ise borç alınmasına karar verilmiştir. Yine ileride herhangi bir konuda paraya
ihtiyaç duyulması olasılığına karşı Alloéon ve Baltazzi’den borç vereceklerine
dair söz alınması konusunda anlaşılmıştır. Aslında devlet, her iki bankere de
büyük miktarlarda borçludur; dolayısıyla tekrar borç vereceklerine dair söz
alınması önemlidir. Zira daha önce yaşanan malî sorunlarda ihtiyaç duyulan
paranın borç olarak dahi bulunamadığının altı çizilmiştir (MB. İ, 3, 5; 5 Eylül
1848).

1848 İhtilâli’nin mali yansımaları, Osmanlı eyalet hazinelerini de ciddi


oranda etkilemiştir. Örneğin Trabzon Valisi İsmail Rahmi Bey, Maliye
Nezareti’ne gönderdiği bir yazıda bölgedeki askerî giderlerin eyalet hazinesindeki
akçe yetersizliği nedeniyle karşılanamayacağını bildirmiştir. Bunun üzerine
Bâbıâli’de sorunun çözümü için bazı müzakereler yapılmış ve masrafın Bafra ve
Samsun civarından tahsil edilen gümrük gelirleriyle karşılanmasına karar
verilmiştir (A. MKT, 114: 8: 2 Nisan 1848). Yine bu duruma benzer diğer bir
sorun ise Silistre’de yaşanmıştır. Silistre’nin bazı kazalarında yaşayan reaya ve
Kıptiyanların cizye ve vergileriyle emekliye ayrılmış Nizamiye askerlerinin

220
maaşları ödenmiştir (MAD. d. 20667; 30 Haziran 1848). Ancak elbette maaş
ödemeleri gibi sorunları doğrudan 1848 İhtilâli’nin ekonomi üzerinde yarattığı
olumsuzluğa bağlamak mümkün değildir. Zira bu problem, ihtilâl öncesi de var ol
olup artarak devam eden bir sorun olmuştur. Bu örneklerden hareketle Bâbıâli’nin
malî problemlere karşı uyguladığı tedbir politikalarının kalıcı olmaktan ziyade
geçici hüviyet taşıdığını söylemek mümkündür.

Öte yandan sadaretten, vergi memurlarına hitaben bir yazı gönderilerek


ihtilâl sırasında nasıl davranmaları gerektiğine dair uyarılarda bulunulmuştur.
Yazıda memurlardan taşralarda hasat edilen kıymetli ürünlerin ziyan edilmesini
engellemek için halka yardım etmeleri ve bunların vergilerini eksiksiz toplayıp
Dersaadet’e yollamaları istenmiştir. Bu kapsamda vergilerin sorunsuz toplanması
için ise herhangi bir neden olmaksızın ahalinin sıkıştırılmaması gerektiğinin altı
çizilmiştir. Çünkü Bâbıâli’ye göre bu tür baskılar halk arasında tepkiye yol
açabilecek ve dolayısıyla hazinenin mevcut durumunu daha da
kötüleştirebilecektir. İlaveten taşradaki görevlilerden sorumlu oldukları
bölgelerdeki tüm gelişmeleri bilhassa tahsilata engel olacak meseleleri ve maddi
anlamdaki sıkıntıları vakit kaybetmeden yetkili kurumlara bildirmeleri talep
edilmiştir (İ. MSM, 22: 532/1; 13 Eylül 1848).

Tüm bu süreçte ortaya çıkan ekonomik sorunlar elbette halka da yansımış,


1848 İhtilâli başladığı andan itibaren Osmanlı idaresinin ayrılıkçı fikirlerden
korumaya çalıştığı tebaayı hedef haline getirmiştir. Dolayısıyla Osmanlı
Hükümeti, reayayı ekonomik sorunlardan korumaya yönelik bazı önlemler
almıştır. Bu bağlamda Bâbıâli idaresi, Maliye Nezareti aracılığıyla mültezimlere
aşar vergisi alımlarında ahaliyi kışkırtacak ve haksızlığa neden olacak olaylardan
sakınılması ve olası sorunlarda çözüm odaklı bir yol takip edilmesi uyarısında
bulunmuştur. Bâbıâli aynı uyarıyı yerel idarecilerine de yapmış, soruna neden
olan kişilerin cezalandırılması emrini vermiştir. Örneğin Karahisar aşar mültezimi
Hoca Gazban kendisinden kefaretle zahire isteyenlerden usule aykırı bir şekilde
normalin çok üstünde faiz talep edince, mağdurlar tarafından Bursa müşirine
şikâyet edilmiştir. Bu haber üzerine müşir, eyalet memurlarından meseleyi
soruşturmalarını, eğer ortada bir haksızlık varsa gereğinin yapılarak halkın
mağduriyetinin giderilmesini istemiştir (A. MKT, 155: 81; 22 Ekim 1848). Yine
bu kapsamda Bâbıâli, ticaret canlanıncaya kadar taşradaki ahalinin ürün

221
satışlarından mümkün olduğunca kazanç sağlamasına yönelik de harekete geçmiş
ve yerel idarecilere konu hakkında dikkatli olması uyarısında bulunmuştur (İ.
MSM, 22: 532/1; 13 Eylül 1848).

Bâbıâli, gerek halkı 1848 İhtilâli esnasında yaşanan mali sorunlardan


korumak gerekse hazinedeki açığı kapatmak için farklı uygulamalara gitmiştir.
Örneğin bazı dönemlerde hazinede reaya vergilerine yaptığı indirimlerden doğan
açığı başka kalemlere zam yaparak telafi etmeye çalışmıştır. Ancak bu uygulama
reaya arasında tepkilere neden olmuş, söz konusu çözümün faydadan çok zarar
getirdiği anlaşılınca da iptal edilmiştir (A. MKT, 116: 75; 24 Nisan 1848).
Gelirlerin azalmasıyla Rumeli, Selanik ve Vidin gibi yerlerde vergilere yapılan
zammın ahalinin ödeyemeyeceği miktarda olmasıyla yeni zamların geri
çekilmesine ve eski usulden tahsilat yapılmasına karar verilmiştir (A. MKT, 111:
66; 21 Nisan 1848). Kimi durumlarda ise Bâbıâli, reayayı ekonomik sorunlardan
korumak için özel uygulamalar devreye koymuştur. Örneğin Vidin’de vergi
indirimi yapılmış, bu durum da reaya arasında büyük bir memnuniyetle
karşılanmıştır. Hatta bu memnuniyetlerini Vidin Valisi Hüseyin Paşa’ya dahi
bildirmişlerdir (A. MKT, 114: 79; 12 Mart 1848). Öte yandan vergi miktarları
zaten ağır olan yerlerdeki yeni vergi miktarlarında indirim yapılmasına yönelik
adımlar atılmış, ortaya çıkacak olan açığın ise hazine tarafından karşılanacağına
dair anlaşmaya varılmıştır (A. MKT, 116: 5; 22 Mart 1848).

1848 ve 1850 yılları arasındaki dönemine denk gelen yazışmalara ve


alınan tedbirlere bakıldığında, Osmanlı devlet adamlarının ihtilâli kısa süreli bir
durum olarak değerlendirdikleri görülmektedir. Dolayısıyla Osmanlı’nın mali
sorunları da kısa sürede çözülememiştir. Sorunu çözmeye yönelik getirilen
uygulamalar ise kalıcı olmaktan ziyade geçici olmuştur.

3. 5. Adli Tedbirler

Osmanlı Hükümeti, ihtilâl süresince birçok alanda tedbir alarak ihtilâlin


etkilerini minimum seviyeye indirmeye çalışmış, fakat bazı olayların yaşanmasına
ve ayrılıkçı fikirde olanların faaliyetlerine engel olamamıştır. Nitekim bu süreçte
ihtilâlci girişimde bulunan birçok kişi, devlet yetkilileri tarafından tutuklanmıştır.

222
Zira ihtilâl faaliyetlerine kalkışmak da Osmanlı Devleti’ne başkaldırmak
manasına gelen bir suçtur (Düzcü, 2016: 65-66).

Osmanlı’da devlete karşı işlenen ihanet suçunun karşılığı ise 1840 Ceza
Kanunnâmesi’ne göre: “Devlet-i Aliyye tebaasından olanlar, şer‘an tabi olduğu
padişahına ihanet etme, Devlet-i Aliyye aleyhine fitne uyandırma… gibi açık bir
harekete kalkışırsa, şer‘an ve kanunen ve açıkça yapılacak tahkikatı müteakip,
derecattan (?) geçirildikten sonra infazı cihetine gidilmesi gereklidir. (…) Devlet-i
Aliyye’ye, kanun ve nizamlara karşı hareketlere karşı kışkırtıcı tarzda sözler
söyleyecek olursa, bir seneden beş seneye kadar, kışkırtma derecesine göre, kürek
cezasına mahkûm edilmelidir. Karışıklık çıkarma fiilen olduğu takdirde, yani bir
kimseyi veya birtakım kimseleri anarşi ve isyana davet etmek ve onlara silah
barut temin etme gibi şeylere girişecek olursa, bu gibi kimselerin suçu pek büyük
olacağından, bunlar idam edilmelidir.” şeklinde belirlenmiştir (Ahmed Lütfi,
1997: 114-117). Dolayısıyla 1848 İhtilâli’ne fiili olarak katılmış veya halkı
kışkırtmaya çalışmış ihtilâl yanlıları, Osmanlı Devleti’ne ve yönetimine karşı
başkaldırıda bulunan ve düzeni yıkmaya çalışan kişiler olarak algılanmaktaydı. Bu
kapsamda Osmanlı idaresi de hukuki haklarını kullanarak ihtilâlde dahli olduğu
tespit edilen kişileri, 1840 Ceza Kanunnâmesi’ne göre cezalandırmıştır. Ancak
verilen cezalar kişinin ihtilâldeki rolüne ve aktif katılımlarına göre farklılık
göstermiştir.

Bilindiği üzere Memleketeyn olarak adlandırılan Eflak ve Boğdan


Rusya'ya ve Avusturya ya sınır olması hasebiyle 18. yüzyıl boyunca gerek
Nemçeliler ve gerekse de Ruslar tarafından kışkırtılmışlar kimi zaman Osmanlı’ya
karşı saflarını değiştirmişlerdir. Dolayısıyla bölgenin zaten Osmanlı karşıtı
isyanlara yatkınlığı vardır. 1848 İhtilâlleri de Memleketeyn’nin memnuniyetsiz
taifesi için yeni bir fırsat olmuş ve bu fikirlere de alet olmuşlardır. Her ne kadar
devlet daha önce olduğu gibi ihtilâl sırasında gerekli askeri tedbirler almaktan
çekinmese de Osmanlı Devleti’nde 1848 İhtilâli’ne en aktif katılım şüphesiz ki
Eflâk ve Boğdan’da yaşanmış ve dolayısıyla ihtilâl suçuyla cezalandırılanlar en
çok bu bölgelerden olmuştur. Ceza alanlar arasında ise hem sıradan ahali hem de
bölgenin ileri gelenleri diğer bir deyişle boyarlar bulunmaktadır. Bâbıâli, ihtilâl
hareketine katılan boyarlardan bazılarının merkeze yakın bir yerde gözetim altında
tutulmasını uygun görerek bu kişileri cezalarını çekmeleri için Dersaadet’e

223
getirtmiştir (A. AMD, 5: 38; 22 Temmuz 1848). Böylelikle ileride çıkabilecek
olası bir sorun ve ayaklanmada bu suçluların rol almalarının önü alınmıştır. Eflâk
ve Boğdan ihtilâlinin başlangıcı düşünülünce Bâbıâli’nin bu kararı gayet
yerindedir. Zira etki kısmında da belirtildiği gibi bölgede ihtilâl hazırlığı yapanlar
arasında daha önce sorun çıkarttıkları gerekçesiyle Eflâk ve Boğdan’dan sürülerek
Fransa’ya giden Rumenler de vardır.

Eflâk ve Boğdan’daki ihtilâl nedeniyle ceza alan kişilerin her ne olursa


olsun yerlerini terk etmeleri kesinlikle yasaklanmış ve bu konuda herhangi bir
müsamaha gösterilmemiştir. Ancak bu durumun bazı zorunlu hallerde esnetildiği
de görülmüştür. Örneğin, ihtilâlcilerden Boyarzade İstarja, Dersaadet’e geldikten
kısa bir süre sonra hasta olduğu gerekçesiyle başka bir yere gitmek için
Bâbıâli’den defalarca izin istemiştir. Ancak yetkililer Boyarzade’nin ihtilâlci
fikirlerini gerekçe göstererek başlarda buna müsaade etmemiştir. Fakat daha sonra
Boyarzade’nin hastalığı ciddi bir hal alınca, ancak adalarda devletin uygun
gördüğü bir yerde ve kontrol altında olması şartıyla nakline izin verilmiştir (A.
AMD, 5: 38; 22 Temmuz 1848).

Kimi durumlarda ise bazı boyarlar aldıkları cezaları hak etmediklerini


düşünerek Bâbıâli’ye talepte bulunmuşlardır. Örneğin Eflâk ihtilâline sebep
olmaları nedeniyle memleketlerinden sürgün edilen Kostantine Aristiya ve Nikola
İpatesko adlı boyarlar, ihtilâli yayan ve tahrik eden reislerle aynı derecede suçlu
olmadıklarını, ihtilâl hareketine katıldıkları için pişman olduklarını ve fakir
düştüklerini iddia ederek Eflâk voyvodasından aflarını istemişlerdir. Söz konusu
talep üzerine Eflâk voyvodası da Bâbıâli’ye resmi bir yazı göndererek bu kişilerin
affedilmesi isteğinde bulunmuştur (A. AMD, 14: 48; 15 Kasım 1848).

Bâbıâli, ihtilâlin bitmesini takip eden yıllarda ihtilâlden dolayı verdiği


cezalarda esneklik göstermeye başlamıştır. İhtilâle katılan ve çoğunlukla sürgün
cezasına çarptırılan Eflâkların, devletin bu uygulamasından faydalandığı
gözlemlenmiştir. Eflâklar Bâbıâli’ye sundukları dilekçelerde, ihtilâl hareketine
zaaflarından dolayı katıldıklarını, niyetlerinin asla Osmanlı Devleti’ne karşı
ayaklanmak ya da isyan etmek olmadığını belirterek suçlarının affedilmesini ve
memleketlerine gitmelerine müsaade edilmesini istemişlerdir. Bâbıâli bu kişilerin
taleplerine ancak yerel idarenin gözetimi altında tutulmaları şartıyla müsaade

224
etmiş ve memleketlerine gitmelerine izin vermiştir ( A. MKT, 208: 22; 22 Haziran
1849 ).

Sürgün cezası haricinde, kürek ile müsadere ihtilâl suçlularına verilen


cezalar arasındadır. Priştine’de ihtilâle katıldığı anlaşılan kişiler hem kürek
cezasına mahkûm edilmiş hem de bu kişilerin evlerine, mallarına, eşyalarına,
hayvanlarına ve varsa silahlarına el konmuştur. Fakat bu müsadere kalıcı süreyle
olmamış, bu kişiler kendilerine verilen cezalarını çektikten sonra tüm alınanlar
geri verilmiştir (A. MKT. UM, 25: 49; 4 Ağustos 1850). Bu örnekte de açıkça
görüldüğü gibi devlet kendisine karşı suç işleyen kişilerin dahi mağdur olmalarına
izin vermemiş, sosyal devlet anlayışını uygun hareket etmiştir.

Bâbıâli, ihtilâl dolayısıyla cezalandırılan kişilerin mahkumiyetleri bittikten


sonra da tedbiri elden bırakmamış, bu kişileri kontrol altında tutmaya devam
etmiştir. Örneğin cezaları bitmiş dört kişinin tahliye edilmelerinin ardından
Anadolu’ya yollanmasına karar verilmiştir. Fakat hocaları tarafından, yetkililere
bu kişilerin ilimlerini tahsil etmeleri için Dersaadet’te kalmalarına yönelik bir
arzuhal yollanmıştır. Bunun üzerine Meclis-i Vâlâ’da yapılan müzakereler
neticesinde, bahse konu olan kişilerin karmaşaya yol açacak olaylarda yer
almamaları ve hocalarının da kefil olması kaydıyla Dersaadet’te iskân etmelerine
ve eğitim almalarına izin verilmiştir. Ancak bu kişiler memleketlerine asla mektup
yollamayacak ve herhangi bir muharebeye katılmayacaklardır (A. MKT, 170: 54;
24 Ocak 1849).

Yine bu bağlamda küreğe mahkûm edilen ve daha sonra affedilen bazı


kişilerin sadece güvenli bölgelerde dolaşmaları, kendi işleriyle meşgul olmaları
şartıyla Dersaadet’te yaşamalarına izin verilmiştir. Her ihtimali göz önünde
bulunduran yetkililer, Dersaadet’te kalmasına izin verilen kişileri bazı dönemler
idareye çağırarak daha önce verdikleri sözlerini yeniletmişlerdir. Örneğin
dilekçeleri neticesinde affedilen on dört kişi ile Alvona ve Delvine ahalisinden
olan ve Dersaadet’te kalmalarına izin verilen dört kişiden, kefillerinin eşliğinde
Rumeli civarlarına firar etmeyeceklerine, sadece kendi işleriyle meşgul
olacaklarına, kendi memleketlerindeki kişilerle görüşmeyeceklerine ve herhangi
bir yazışma yapmayacaklarına dair yeniden söz alınmıştır (A. MKT, 174: 24/2; 12
Şubat 1849).

225
Bosna’da çıkan olaylarda yer alanların nasıl cezalandırılacağı konusu
ihtilâl sürecinde oldukça önemli bir mesele olmuştur. Çünkü Bosna’da ihtilâl
düşüncesini halka yayan ve ayaklanmalara sebep olan bu suçlular, bölgenin ileri
gelenlerindendir. Dolayısıyla verilecek cezanın ne olması gerektiği Bosna idaresi
için büyük bir problem oluşturmuştur. Zira belirlenen cezaların bölgede tekrar bir
ihtilâl girişimine neden olabilme ihtimali mevcuttur. Meselenin çözümüyle ilgili
Bâbıâli ve Bosna valiliği arasında yapılan görüşmeler sonucunda bu kişilerin
ayrılıkçı faaliyetlere katıldıkları gerekçesiyle cezalandırılmalarına ve Bosna’dan
Selanik’e, oradan da gemiyle Girit’e sürgüne gönderilmelerine karar verilmiştir.
Bahsi geçen kişiler sürgün yerlerine gönderilinceye kadar gerek Bosna, gerekse
Selanik merkezde ek tedbirler alınmıştır (A. MKT, MHM, 7: 28/2; 10 Kasım
1848).

Bu türden toplumsal hareketler kimi zaman mağduriyetlerin yaşanmasına


da neden olabilmekteydi. Örneğin, Balkanlarda tutuklatılarak önce Tersâne-i
Âmire zindanına konulan, sonra da Bursa ve Kütahya’ya gönderilen kişiler
arasında bulunan iki sipahinin ihtilâl yanlısı eşkıya takımından olmadığı, aksine
eşkıyaları Dersaadet’e getiren gruptaki iki kişinin yolculuk sırasında kaçması
sonucu tutuklanarak zindana konuldukları ortaya çıkmıştır. Olayı yeniden
araştırması için görevlendirilen Latif Efendi’nin Kaptan Paşa’ya gönderdiği
belgeden bu iki neferin aslında Arabistan’dan Balkan bölgesine gönderilen
memurlardan olduğu ve memleketlerine giderken Selanik yakınlarında Avrathisari
civarında kaçan iki ihtilâlci yerine yanlışlıkla tutuklandıkları anlaşılmıştır.
Dolayısıyla araştırma neticesinde masum olduğu anlaşılan bu kişiler serbest
bırakılmıştır (A. MKT, 157: 15; 28 Ekim 1848). 1848 İhtilâli sırasında Bâbıâli ve
yerel idareler arasındaki yazışmalara bakıldığında, Osmanlı idaresinin devletin
bekasını tehlikeye atan kişileri ölüm cezası gibi ağır bir suçla yargılamadığı
görülmektedir.

3. 6. Muhtelif Eyalet ve Adalarda Alınan Tedbirlere Dair Bazı


Örnekler
Osmanlı Hükümeti’nin ihtilâl nedeniyle uygulamaya koyduğu tedbir
politikası sonrasında Anadolu, Balkan ve Adalar’daki yerel idareciler, yönetimleri
altındaki merkezlerde aldıkları önlemlere dair Bâbıâli’ye bazı raporlar
göndermişlerdir. Dersaadet’e yollanan bu yazılara bakıldığında idari birimlerde

226
alınan tedbirlerin tek tip olmadığı; tedbirlerin ihtilâlin etkisine, bölgenin
özelliklerine ve ihtiyaçlarına göre farklılık gösterdiği anlaşılmaktadır.

3. 6. 1. Eflak ve Boğdan

1848 İhtilâli, Osmanlı topraklarında etkisini en çok Balkanlarda


hissettirmiştir. Dolayısıyla alınan tedbirlerde farklılıkların gözlemlendiği yerlerin
başında buradaki idari birimler gelmektedir. İhtilâlin Orta Avrupa’ya
yayılmasından sonra Eflâk, Boğdan ve Sırp eyaletlerinde gerek dış güçlerin
manipülasyonları gerekse ayrılıkçı düşüncelere sahip kişilerin faaliyetleri
nedeniyle huzursuzluklar başlamıştır. Bu gelişmeler karşısında Osmanlı
idarecileri, bahsi geçen bölgelerde, devletin hukuku ve menfaatleri çerçevesinde
bir dizi önlem almaya karar vermişlerdir. Bâbıâli’de yapılan görüşmede devlet
adamları, ihtilâlin engellenmesi için gerekirse devletin tüm imkânlarının seferber
edilerek ihtilâl ideolojisinin tebaa arasında yayılmasının önü alınması konusunda
fikir birliğine varmışlardır (A. DVN, 36: 62; 23 Mayıs 1848).

İhtilâlin tesiriyle ayaklanan Rumenlerin faaliyetleri Eflâk ve Boğdan’da


etkili olmaya başlayınca Bâbıâli, ihtilâl girişimini engellemesi ve asayişi yeniden
sağlaması için Talat Efendi’yi hususi memuriyetle bölgeye yollamaya karar
vermiştir. Bölgeye gönderilen Talat Efendi’ye, Hariciye Nezareti tarafından
alınması gereken önlemlere ve olası bir karmaşa halinde takip etmesi gereken
prosedüre dair bir de talimatnâme verilmiştir. Söz konusu talimatnâmeye göre
Talat Efendi’nin asıl görevi, Eflâk ve Boğdan’daki yerel idarenin gücünü
arttırarak Bâbıâli’nin mevcut yönetimi koruyacağını ve ihtilâlle başa gelebilecek
bir hükümetin Dersaadet tarafından kabul edilmeyeceğini ayrılıkçı görüşte
olanlara göstermektir (A. DVN, 36: 62; 23 Mayıs 1848).

Gerçekte Bâbıâli’nin Talat Efendi’yi bölgeye göndermesinde ihtilâl etkili


olmuşsa da esas tetikleyici sebep, Rusya’nın Eflâk ve Boğdan’daki ihtilâlcilerin
faaliyetlerine son verip düzeni yeniden sağlamak söylemiyle General Duhamel’i
özel görevli olarak bölgeye göndermesi olmuştur. Zira Bâbıâli’ye göre Rusya’nın
asıl amacı, bölgeyi kendi himayesine almaktır. Bâbıâli için tüm süreç boyunca iki
devlet arasındaki siyasî ilişkileri dengede tutmak ziyadesiyle önemli olup;
Osmanlı ile Rusya gibi mutedil devletlerin sorunlarını barışçıl yollarla çözmesi

227
gerektiği düşüncesindedir. Ayrıca bu, hem Eflâk ve Boğdan’ın korunması ve
asayişi için önemlidir hem de Osmanlı ve kefil devletlerin menfaatlerine bir
durumdur. Bu noktadan hareketle Bâbıâli, Talat Efendi’den Rus tarafına karşı
uzlaşmacı bir tutum içerisinde olmasını istemiş ve nasıl davranması gerektiğine
dair bazı talimatlarda bulunmuştur. Buna göre General Duhamel ile müşterek
hareket edilmeli ve bölgeye yapılacak askerî harekât görüşmelerinde dikkatli
davranılmalıdır. Ayrıca olaylarla mücadele etmekte yetersiz kalınırsa, Bâbıâli’nin
Rusya’dan yardım talep edeceği Talat Efendi tarafından General aracılığıyla Rus
tarafına iletmelidir. Aslında Osmanlı Hükümeti, bölgede ne Rusya’nın varlığını ne
de yardımını istemektedir. Ancak bunu açıkça belirtmenin ya da hissettirmenin
devletin çıkarlarına zarar vereceği düşüncesiyle Talat Efendi’den Rusya tarafına
iki devletin ihtilâle karşı birlikte hareket etmesinde bir sorun olmadığı izlenimini
vermesini istemiştir (A. DVN, 36: 62; 23 Mayıs 1848).

Bâbıâli, bölgede ihtilâl çıkması halinde askerî müdahalede bulunma


hakkına sahip olmasına rağmen olayları güç kullanarak bastırma taraftarı değildir.
Fakat her ihtimale karşı Talat Efendi’ye asayişi sağlaması için gerekirse bölgedeki
Osmanlı askerî güçlerini kullanma yetkisi vermiştir. Lakin bu yetkinin yanlış
kullanılmasından endişe eden hükümet yetkilileri, Osmanlı askerinin bölgede
kullanılmasını bazı şartlara bağlama gereği duymuştur. Bu kapsamda Talat
Efendi’ye, olası ayaklanmalarda öncelikle yerli ve milli kuvvetlerin kullanılması,
ancak olaylar engellenemez ya da yerel unsurlar yeterli gelmez ise o zaman
Osmanlı askerinin devreye sokulması gerektiği belirtilmiştir. Fakat evvela
havalideki Osmanlı askerî birliklerden yararlanması, mecbur kalırsa da Tuna
sahilleri üzerinde bulunan askerlerden yardım alması uyarısında bulunulmuştur.
Bâbıâli, bahsi geçen planını Tuna bölgesinde ve sahillerinde bulanan piyade ve
süvari komutanlarına da bildirmiş; bu komutanlardan askerî hazırlıklarını eksiksiz
tamamlamalarını ve Talat Efendi’yle sürekli iletişim halinde olmalarını istemiştir.
Yine bu bağlamda bölgelerdeki askerlerin lüzumlu hallerde olmak kaydıyla sevk
ve idaresi de bu dönem Talat Efendi’ye verilmiştir (A. DVN, 36: 62; 23 Mayıs
1848).

Talimatnâmede Talat Efendi’den Eflâk ya da Boğdan’da bir ayaklanma


başlaması halinde Rusların işe dahil olmasına izin vermemesi ve olayları hızla
sonlandırması istenmiştir. İlaveten Ruslar, “Osmanlı askerleri asayişi

228
sağlayamıyor,” gibi sözlerle bölgeye asker getirmeye kalkışır ve buna engel
olunamayacağı anlaşılırsa da Ruslardan daha hızlı hareket ederek Osmanlı
askerini hemen olay yerine göndermesi gerektiği vurgulanmıştır. Bu esnada ise
Rusya’nın tepkisini çekmemek için Talat Efendi’den, Osmanlı’nın Tuna
sahillerinde yeteri kadar askerinin olduğu ve gerekirse Rus ordularından yardım
alınacağını söyleyerek Rus tarafını ikna etmesi istenmiştir. Ayrıca Talat Efendi’ye
Ruslara askerî işlerde de siyasî konularda da Bâbıâli’nin kararlarına ve planlarına
dair bir şey söylenmemesi gerektiği belirtilmiştir. Bu noktada Bâbıâli yetkilileri,
Talat Efendi’yi Osmanlı’nın korktuğunu ve çekindiğini düşündürecek bir şekilde
davranmaması hususunda uyarmayı da ihmal etmemişler, herhangi bir zafiyet
göstergesinin Eflâk ve Boğdan’daki olaylara Rusların müdahale etmesine ve bir
şekilde Osmanlı’yı saf dışı bırakmasına neden olacağının altını özellikle
çizmişlerdir (A. DVN, 36: 62; 23 Mayıs 1848).

Bâbıâli, bir yandan Rusların bölgedeki etkinliğini denge politikasıyla idare


etmeye çalışırken diğer yandan Batılı devletlerin Osmanlı Hükümeti’nin
bölgedeki faaliyetlerini yanlış değerlendirmesine imkân verilmemesi gerektiği
düşüncesindedir. Bunun ise ancak Eflâk ve Boğdan’da bulunan konsolosların
Bâbıâli’nin bölgede yürüttüğü siyasetten memnun olmalarını sağlamakla mümkün
olabileceğini öngörmüşlerdir. Bu nedenle Talat Efendi’den yabancı devlet
temsilcileriyle görüşerek, Bâbıâli’nin kendisine verdiği görevin bölgedeki asayişi
korumak ve yerel yönetimde bulunan beyler arasındaki sorunları çözmek
olduğunu anlatmasını istemişlerdir (A. DVN, 36: 62; 23 Mayıs 1848).

Bâbıâli, söz konusu talimatnâme aracılığıyla bölge beylerine de bazı


uyarılar da bulunmuştur. Öncelikle siyasî açıdan kötü bir konumda olmalarına
rağmen Osmanlı Devleti’nin kendilerini desteklediğini, dolayısıyla gösterilen
kolaylığın ve iyi niyetin suiistimal edilmemesi gerektiğinin altı çizilmiştir. Daha
sonra olağanüstü bir dönemde olunduğu için hem ahaliyle hem de memleketin
ileri gelenleriyle hoşnutsuzluğa ve saldırganlığa yol açacak polemiklerden
kaçınmaları, itidalli ve insaflı hareket etmeleri gerektiği belirtilmiştir. İlaveten
beylerden bölgenin asayişi için yerel idarecilerle, ileri gelenlerle ve halkla iş
birliği yapmanın önemli olduğunu, aksi halde olayların kendileri aleyhine
sonuçlanacağını anlatmaları istenmiştir (A. DVN, 36: 62; 23 Mayıs 1848).

229
Bütün bunların yanı sıra Osmanlı Hükümeti, Talat Efendi’den Eflâk ve
Boğdan’ın genel durumunu sürekli kontrol etmesini; halkın düşünce ve
eğilimlerini, muhaliflerin dış bağlantılarını ve bunun boyutunu, konsolosların
düşüncelerini takip ederek Dersaadet’e bildirmesini istemiştir. Özellikle de
ihtilâlin daha fazla yayılmasını önlemek ve ihtilâli kontrol altına almak için hem
bölgede bulunan Yunanların hem de diğer ayrılıkçı grupların gizli toplanma
yerlerinin tespit edilerek bu kişilerin faaliyetlerinin inceleme altına alınmasının,
bağlantılarını açığa çıkarmanın öneminin altını çizmiştir (A. DVN, 36: 62; 23
Mayıs 1848).

Bâbıâli’nin Talat Efendi’ye verdiği talimatnâmedeki “Bu memuriyetin en


hassas noktası, tok gözlü ve dirayetli olunmasıdır” ibaresi oldukça dikkat
çekicidir (A. DVN, 36: 62; 23 Mayıs 1848). Bu cümleyle aslında Talat Efendi’ye
hata yapıp rüşvet sözlerine kanmaması uyarısı yapılmıştır. Bâbıâli’nin Talat
Efendi aracılığıyla Eflâk ve Boğdan’da da aldığı tedbirler ihtilâlcilerin
girişimlerini engellememiş, dolayısıyla önlem planından istenen verim
alınamamıştır. Öte yandan Eflâk’tan Bâbıâli’ye gelen istihbaratlara göre hem
Rusların bölgedeki girişimleri artmış hem de Bükreş’teki ihtilâlcilerin
faaliyetlerine tüm hızıyla devam ettiği ortaya çıkmıştır.

Bu gelişmeler üzerine Bâbıâli, bu defa Süleyman Paşa’yı komiser olarak


Memleketeyn’e göndermiştir. Süleyman Paşa da tıpkı Talat Efendi gibi Ruslar
konusunda uyarılmış, kendisinden Rusların bölgedeki etkinliğini minimum
seviyede tutması ve diplomatik açıdan elinden geleni yapması istenmiştir. Çünkü
Dersaadet’te Rusların Eflâk ve Boğdan’daki olaylara müdahale etmesiyle,
Osmanlı Devleti’nin itibarı ve idaresinin zedeleneceği düşüncesi hakimdir (A.
MKT, 152: 43; 8 Ekim 1848). Bölgedeki ihtilâlin ciddiyeti, Bâbıâli’nin buraya
Süleyman Paşa’yla birlikte daha fazla asker yollamasına da neden olmuştur. Fakat
Paşa’nın bölgeye gidişi sorunları gidermede yeterli olmadığı gibi bazı protestolara
da yol açmıştır (Macıu, 1971: 404-406).

En nihayetinde ise Divan-ı Hümayun Amedicisi80 olan Fuad Efendi, Eflâk


ve Boğdan’daki olaylara son vermesi amacıyla bölgeye Süleyman Paşa’nın yerine
gönderilmiştir. Lakin bu defa Rus ordularıyla birlikte hareket edilmiş ve

80
Amedici: Yazıcı.

230
Memleketeyn’deki 1848 İhtilâli’ne son verilmiştir (Aksan, 2017: 453; Ahmed
Cevdet, 1991: 12; Armaoğlu, 2003: 158-159). Aslında Bâbıâli, Eflâk ve
Boğdan’daki ihtilâl süreci boyunca sorunlar karşısında ılımlı bir politika
sürdürmeyi hedeflemişse de Rusların bölgedeki etkisi ve Osmanlı yönetimine
yaptığı baskılardan ötürü bu gerçekleşmemiş, askerî müdahale zorunlu hale
gelmiştir (Berindei, 1999: 137-138).

Bâbıâli, bölgeye yolladığı askerî birliklerin iaşe sorunuyla karşılaşmaması


amacıyla da önlem almayı ihmal etmemiştir. Örneğin Eflâk’taki ayaklanmalardan
dolayı Yergöğü’ne gönderilen birliklerin Bükreş’e gitmeleri gerektiğinde iaşe
sorunuyla karşılaşılmıştır. Zira ordunun Bükreş’e gidecek olması, Yergöğü’den
kendilerine yapılan erzak yardımını imkânsız hale getirmiştir. Bundan ötürü
Bâbıâli yetkilileri, Silistre valisinden, Rusçuk defterdarı veya ona muadil birini
Bükreş’e göndermesini ve nizamiye askerleri için ihtiyaç duyulan her şeyin
askerler bölgeye ulaşmadan önce satın alınmasını ve eksiklerin giderilerek tüm
hazırlıkların tamamlanmasını istemişlerdir (A. MKT. MHM, 753: 31; 1 Ekim
1848).

3. 6. 2. Belgrad

Osmanlı idaresi altında Eflâk ve Boğdan haricinde ihtilâl çıkma olasılığı


en yüksek yerlerin başında Sırpların yaşadığı Belgrad toprakları gelmiştir. Sırp bir
knez tarafından idare edilen bu topraklarda özerk bir yönetim sistemi
bulunmaktadır. Osmanlı toprakları haricinde Avusturya’da da büyük bir Sırp
nüfus yaşamaktadır. 1848 İhtilâli’nin Avusturya’ya sıçraması sonrasında buradaki
Sırplar da harekete geçmiş ve birçok bölgede yerel halk komiteleri ve “Halk
ordusu” adında askerî kamplar kurmuşlardır (C´irkovic, 2004: 202). Avusturya’da
yaşanan bu olaylar, ihtilâlin Belgrad’daki Sırplar arasında da karşılık bulma
ihtimalini arttırmış ve bölgeden gelen haberler, yerel idarecileri bazı tedbirler
almaya itmiştir.

Osmanlı Devleti’ni temsilen Belgrad’da bulunan ve bölgenin idaresinden


sorumlu olan Belgrad Muhafızı Mehmed Paşa, Sırpların bulunduğu bu topraklarda
da ihtilâlin fiiliyata dönüşmeye başlayacağı duyumlarının hemen ardından bir dizi
önlem almak için harekete geçmiştir. Bu sebeple bir araştırma ekibi
oluşturulmuştur; bu ekip, tebaayı ve bölgede yaşanan gelişmeleri takip etmesi için

231
görevlendirilmiştir. Böylece hem halk arasında ihtilâlci bir eğilimin olup olmadığı
öğrenilmeye hem de olası bir ayaklanmada nasıl bir yol izlenilmesi gerektiğine
dair ön bilgi elde edilmeye çalışılmıştır.

Öte yandan Belgrad Muhafızı Mehmed Paşa, bölgenin yerel idaresinden


sorumlu yönetimiyle de iletişime geçerek alınacak tedbirlerle ilgili istişarede
bulunmuştur. Bu kapsamda Paşa, ilk önce Sırbistan yerel yönetiminde önemli bir
yeri olan Avram Kâhya ile görüşmüş ve kendisine ihtilâlin bölgedeki Sırpları
etkilemesini önlemek amacıyla neler yapılması gerektiğine dair fikirlerini
anlatmıştır. İkili arasında yapılan müzakerenin sonrasında Avram Kâhya, yerel
mecliste yer alan bazı kişilerle iletişime geçerek Belgrad muhafızının konu
hakkındaki düşüncelerini aktarmıştır. Daha sonra taraflar arasında ikinci bir
görüşme yapılmış ve ihtilâle karşı alınacak önlemlerde birlikte hareket etme kararı
verilmiştir. Bu kapsamda ilk etapta Osmanlı Devleti sınırlarındaki önlemlerin ve
denetimlerin sıklığının arttırılmasına, denetimleri ise Müslüman Osmanlı
memurlarının değil Sırp memurların yapmasına karar verilmiştir. İlaveten
denetimler sırasında giriş izni olmayan kişilerin yine Sırp memurlar tarafından
tutuklanarak Osmanlı yetkililerine iade edilmesi üzerinde anlaşılmıştır. Böylece
hem Sırplar arasındaki tansiyonun yükselmesinin hem de bazı kesimlerin
Müslüman memurları bahane ederek reayayı kışkırtmasının önü alınacağı
düşünülmüştür (A. MKT, 124: 42; 1 Mayıs 1848).

Görüşmeler sırasında bölgeye karmaşa çıkarmak amacıyla gelen


yabancılara Osmanlı askerinin müdahale etmesinin halkta tepkiye neden
olabileceği gündeme gelmiş, bu olasılığı ortadan kaldırmak amacıyla bölgenin
ileri gelenleriyle ve yerel mecliste görev alan gayrimüslimlerle birlikte hareket
etme kararı alınmıştır. Son olarak mahalli meclis üyelerinden, Dersaadet’ten
kendilerine sadece Belgrad bölgesi değil Osmanlı Devleti’nin herhangi bir yerinde
görev teklif edilirse kabul edeceklerine ve fesat düşüncesinin Devlet-i Aliyye’de
etkili olmaması için ellerinden geleni yapacaklarına dair söz alınmıştır (A. MKT,
124: 42; 1 Mayıs 1848).

3. 6. 3. Bosna

Balkan topraklarındaki Bosna eyaleti, pek çok açıdan önemli merkezlerden


biridir. 1848 İhtilâli’nin Avrupa’daki birçok devlete sıçramasının akabinde,

232
bölgede ihtilâl yanlılarının olduğu haberleri Bâbıâli’ye ulaşmışsa da ilk gelen
bilgilere göre Bosna’da kayda değer ayrılıkçı bir olay yaşanmamıştır. Fakat gerek
bölgenin önemi gerekse ihtilâl öncesinde de yaşanan sorunlar, eyalette tedbir
alınmasını zorunlu hale getirmiştir. Zira var olan problemlerin, ayrılıkçı gruplar
tarafından propaganda aracı olarak kullanılabileceği düşünülmüştür. Bu kapsamda
Bosnalı yetkililer tarafından başlatılan araştırmalarda bölgeye gelen ihtilâl yanlısı
grupların ihtilâl fikrini halk arasında yaymak için çalışmalara başladığı tespit
edilmiştir. Bunun üzerine Bosna Valisi Tahir Paşa, ihtilâlci söylemlerin halk
arasında iyice yayılmasını engellemek maksadıyla bir önlem planı yapmıştır.
Bâbıâli’nin de onayına sunulan bu plana göre, Bosna eşrafından ve ileri
gelenlerinden biri olan Mustafa Paşa, Bosna’daki olası bir ihtilâl hareketini
bastırmakla görevlendirilmiştir. Şayet Mustafa Paşa görevinde başarısız olur ise o
zaman da bizzat Tahir Paşa’nın başında bulunduğu başıbozuklardan kurulmuş bir
grup Osmanlı askeri, ihtilâli yayan cemiyetlere müdahale edip sorunu ortadan
kaldırması ve benzer olayların tekrar etmemesi için gerekli önlemlerin alınması
kararlaştırmıştır.

Bosna’dan Bâbıâli’ye yollanan yazıda, söz konusu önlem planına verilecek


onayın gecikmesi ihtimaline karşı ise olayların yaşandığı yerlere süvari alayları ve
topçular gönderileceği belirtilmiştir. Böylelikle Dersaadet’ten beklenen izin
geldikten sonra vakit kaybedilmeden olaylara müdahale edilmiş olunacaktır.
Bosna yetkililerine göre, söz konusu tedbir planı sayesinde hem eyaletteki
sorunların büyümesinin önü alınacak hem de ihtilâl söylemleriyle halkı
kışkırtanlar kolaylıkla bertaraf edilip bölgenin asayişi yeniden sağlanacaktır.
Dersaadet’e gönderilen yazının devamında Tahir Paşa, Bosna’daki ihtilâlin bir an
evvel püskürtülmesi gerektiğinin altını çizerek Bâbıâli yetkililerinden bu işi
ciddiye alıp nasıl bir yol izleyeceklerine dair alınan kararların vakit
kaybedilmeden kendisine bildirilmesini istemiştir (A. AMD, 10: 13/1; 9 Ağustos
1848).

Tahir Paşa bir yandan Bosna’daki ihtilâl olasılığına karşı askerî stratejiyi
belirlerken diğer yandan lojistik sorunları gidermeye yönelik harekete geçmiştir.
Saray’da bir askerî kışla yapmanın doğru olduğunu düşünerek, bu fikrini
yetkililere bildirmiştir. Bâbıâli, Paşa’nın fikrine mevcut durumun hassasiyeti
nedeniyle oldukça sıcak bakmış, ayrıntılar için konuyu Meclis-i Vâlâ’ya havale

233
etmiştir. Bosna valisinin eyalette ortaya çıkan ihtilâl hareketini kolaylıkla
bastırması, asayiş düzenini yeniden kurması ve yerinde tedbir kararları alması,
Dersaadet’te bulunan yetkililerce takdir toplamıştır (A. MKT, MHM, 7: 28/4; 10
Kasım 1848).

1848 İhtilâli’nin Bosna üzerindeki etkileri bariz bir şekilde görülürken


Tanzimat Fermanı’nın81 esaslarının eyalette uygulamaya konmasının yarattığı
gerginlik de bölgede ziyadesiyle hissedilmiştir. Temelinde vergi ve toprak
meselesinin82 yattığı bu gerginlik, ihtilâlcilerin bölgedeki faaliyetlerine pozitif
yönde bir katkı sağlamış; ayaklanmaya ve sorun çıkarmaya hazır bir insan
kitlesinin ihtilâllerde piyon olarak kullanılmasına sebebiyet vermiştir (HR. MKT,
20: 14/2; 15 Nisan 1848). Söz konusu bu kitleyi, Osmanlı Hükümeti’nin reform
hareketleri ekseninde imtiyazlarını kaybeden bölgenin ileri gelenleri
oluşturmaktadır. İhtilâl yanlılarının düşüncelerine göre bölgedeki nüfuz sahibi
kişilerin devletin aleyhine bir davranış sergilemeleri, halkı ayaklandırmanın en
kolay yoludur. Dolayısıyla asıl hedefe ulaşmanın en kısa yolu, bu zümreleri
kullanmak olacaktır.

Bosna’daki bu hassas dengenin farkında olan Bâbıâli yetkilileri, Tahir


Paşa’dan alınacak tedbirlerin belirlenmesi için yerel meclisin bir an evvel
çalışmalarına başlamasını istemiştir. Mecliste alınacak kararların tüm kesimleri
kapsaması için eksik azaların tamamlanması şartının altını da özellikle çizmiştir.
Bölgedeki hassas durumu göz önünde bulunduran Dersaadet yetkilileri, azaların
seçimiyle ilgili de bazı uyarılarda bulunmuşlardır. Buna göre, meclisin yeni
üyelerinin, memleket meclisinde kabul edilmiş “nizamat esaslarına” göre diğer
bir deyişle “Saltanat-ı Seniyye’nin” çıkarlarını gözetenler arasından ittifakla
seçilmeleri gerekmektedir.

81
Bosna’da Tanzimat uygulamasının yol açtığı sorunların ayrıntısı için bkz: Zafer Gölen……
Ayrıca Tanzimat’ın eyalette uygulanma girişimlerine dair bkz: Halil İnalcık, Bosna'da Tanzimat’ın
Tatbikine Ait Vesikalar, Ankara: Maarif Vekâleti, 1942.
82
1263 yılında Bosna müşirliğine getirilen Tahir Paşa, görevine başlamasının ardından Bâbıâli’nin
Tanzimat direktifi doğrultusunda reform hareketlerine başlamış, toprak sahiplerinin köylülerden
ağır vergi almalarına engel olmak için 1848’de toprak mülkiyeti ilişkisini belirleyen yeni
düzenlemeler yapılmasına karar vermiştir. Ayrıntıları için bkz: (882-885) Tevfik Güran, Ahmet
Uzun. "Bosna-Hersek’te Toprak Rejimi: Eshâb-ı Alâka ve Çiftçiler Arasındaki İlişkiler (1840-
1875)”. Belleten LXX/ (2006). s.867-902; Bu bağlamda Tahir Paşa’nın, yerel idarecilerin ve
bölgenin ileri gelenlerinin ortaklaşa hazırladıkları yeni düzenleme, birçok toprak sahibinin önemli
bir gelir kaybı anlamı gelmiştir ve 1848 eyalette Müslümanların çıkarttıkları huzursuzlukların
temel nedenleri arasında yer almıştır (Palairet, 1997: 133-135).

234
Eksik azaların varlığına rağmen bir araya gelen Bosna yerel meclisinde,
bölgenin ileri gelenleri hakkında ve ihtilâl kaynaklı karmaşalara son vermeye
yönelik bazı kararlar alınmıştır. Söz konusu kararlar sırasıyla şöyledir:

-Öncelikle İslamiyet’in zimmeti ve tabiiyeti gereği Dersaadet’ten gelen


emirlere83 itaat edilecek ve hükümler harfiyen uygulanacaktır.

- Bölgenin huzuru ve istikrarı için meclisteki tüm kararlar ahaliyle


müzakere edilerek alınacak ve tebaadan devletin bekasına zarar vermek isteyen
fesad yanlılarının yakalanması için iş birliği yapılacaktır.

- Çoğunluğu toprak sahibi, tüccar ve esnaflardan oluşan bölgenin ileri


gelenleri, ihtilâl süresi boyunca gözetim altında tutulacaktır.

- Eksik olan azaların seçilmesinin ardından “Dersaadet’ten gelen sultanın


fermanı ve sadrazamın emirleri” yerel mecliste, ahalinin de yer aldığı
görüşmelerde okutulacak ve sonrasında yayımlanacaktır (İ. MSM, 82: 2329/3; 16
Ekim 1848).

Mecliste yapılan bu görüşmede alınan en önemli karar, bölgenin ileri


gelenlerini denetim altına almaya yönelik olanıdır. Müzakereler neticesinde bahsi
geçen grupların devlete karşı çıkabilecek bir isyan hareketine katılmalarını
engellemek amacıyla güvence uygulamasına gidilmesi kararı verilmiştir. Bu
kapsamda da grupların temsilcisi olarak tayin edilen kethüda ve ileri gelenlere,
herhangi bir baskı olmadan Osmanlı Devleti’ne bağlı olduklarına dair bir senet
imzalatılmıştır. Daha sonra alınan her senet yetkililerce değerlendirilmiş ve
senedin sahibi olan kişi hakkında görüşler eklenerek üst makamlara yollanmıştır.
Böylece kimlere karşı daha dikkatli olunması gerektiği belirlenmiştir. Tahir Paşa,
Bâbıâli’ye yolladığı raporda bu tedbir uygulaması sayesinde hem ahalinin
güvenliği ve asayişinin teminat altına alındığını hem de bölgedeki sorunların
azaldığını belirtmiştir (İ. MSM, 82: 2329; 16 Kasım 1848).

Meclisteki diğer bir gündem maddesi olan yakalanan ihtilâlcilere ne


olacağı mevzusu, tutuklanmamaları yönünde ortak bir kararla neticelenmiştir.
Çünkü yerel idareye göre bu kişilerin tutuklanmalarının ahalinin tepkisine neden
olabilmesi ve olası bir ihtilâlde halkın devletin karşısında yer almasıyla

83
Bahsi geçen ferman ihtilâlin hemen başında Bâbıâli’den gönderilen tedbir genelgesidir.

235
sonuçlanması ihtimali mevcuttur. Öte yandan bu mevzuyla ilgili manipülatif
haberlerin yayılmasının da önüne geçilmesi için her an tetikte olunmasına karar
verilmiştir. Ancak buna rağmen konuya dair yalan haberler yayılırsa ahaliye, bu
söylemlerin gerçek olmadığı ve meseleyle alakalı devlet görevlileri dışında
kimseye güvenmemeleri gerektiği söylenecek ve asayiş sağlanmaya çalışılacaktır
(İ. MSM, 82: 2329; 16 Kasım 1848).

Bosna’daki ihtilâl olasılığını en aza indirgemek amacıyla yerel idareciler


tarafından alınan sosyal ve askerî önlemlere ek olarak Bâbıâli’de devlet
politikalarından taviz verilmesi uygun görülmüştür. Bu kapsamda Osmanlı
idarecileri arasında yapılan görüşmelerde, Bosna’da Tanzimat düzenlemelerinin
yürürlüğe konması kararı ihtilâl nedeniyle ertelenmiştir. Çünkü mevcut şartlarda
Tanzimat’ın uygulanmasının bölgede ayaklanmalara yol açma ihtimali mevcuttur.
Bâbıâli idarecileri açısından değerlendirildiğinde, böyle bir ihtimal gerçekleşirse
diğer bölgelerdeki Osmanlı askeri Bosna’ya kaydırılacak; bu ise birçok yerin
savunmasız kalmasına neden olacaktır. Dahası diğer bölgelerden Bosna’ya sevk
edilecek askerlerin yerine Dersaadet’ten yeni askerler gönderilse dahi eski
birliklerin yerini alamayacak, bu yerlerdeki asayiş daha da bozulacak ve düzen
yeniden sağlanamayacaktır. Bilhassa Rumeli’nin hassas bir bölgede olması, bölge
genelinde tedbirler alınmasını lüzumlu kılmıştır. Dolayısıyla Tanzimat gibi büyük
bir düzenlemeye teşebbüs edilmesi yetkililerce mantıklı bir hareket olarak
görülmemiştir. Bâbıâli ricaline göre Avrupa’daki ihtilâl akılla izah edilemeyecek
hızla yayılmakla beraber bu ihtilâlin nasıl sonuçlanacağı da büyük bir belirsizlik
taşımaktadır (HR. MKT, 20: 14/2; 15 Nisan 1848). Aslında rical bu düşüncesinde
oldukça haklıdır. Zira ihtilâl düşünceleri her ne kadar dönem dönem artsa da
yüzyıl boyunca aralıklarla devam ederek dünyanın farklı noktasındaki ulusları
etkilemeye devam edecektir.

Bâbıâli’nin Tanzimat uygulamasına yönelik aldığı karar, Bosnalı yerel


idareciler tarafından uygun görülmüştür. Çünkü onlara göre de ihtilâl, yüz yıl süre
içerisinde gerçekleşmesi gereken olayların bir ay içerisinde meydana gelmesine
yol açmış; Avrupa’nın dengesini, hukukunu, politik usullerini ve coğrafyasını bir
anda alt üst etmiştir. Dolayısıyla ihtilâlin akıbetinin ne olacağına dair bir görüş
olmadığı gibi zihinleri de karıştırmıştır. Bu nedenle Bosna idarecileri için ahali
arasında tartışmalara yol açan Tanzimat uygulamasının ertelenmesi, mevcut

236
şartlarda oldukça doğru bir hareket olmuştur (HR. MKT, 20: 14/1; 15 Nisan
1848).

3. 6. 4. Vidin

1848 İhtilâli patlak verdiğinde, Bulgarların ağırlıklı olarak yaşadığı


Osmanlı topraklarında, Tanzimat reformlarından rahatsız olanlar tarafından
yaratılmaya çalışılan bir gerginlik mevcuttur. Söz konusu gerginlik, 1841’de
Bulgar nüfusun ağırlıkta olduğu Niş’te isyana yol açmışken, Vidin’de ise
ekonomik düzenleri bozulan Hristiyan liderlerinin ahaliyi devlete karşı
kışkırtmalarına neden olmuştur. Bölgede yaşayan Hristiyan liderler, Osmanlı
yönetimine karşı çıkarılan olaylarda önemli roller üstlenmiş, yurt dışında Osmanlı
Balkanlarındaki reformların milliyetçi davaya karşı bir saldırı olduğu
propagandasını yapmışlardır. Öte yandan ancak ortak bir muhalefetle devlete karşı
başarılı olunacağı düşüncesinden hareketle, muhalefetin tabanını genişletmek,
baskıcı Müslüman toprak ağalarına karşı koymak ve ekonomik reform
hareketlerine karşı çıkmak için yeni argümanlar türetmeye çalışmışlardır
(Hanioğlu, 2008: 88).

1848 İhtilâli tam da bu sorunların bölgede doruk noktaya ulaştığı esnada


patlak vermiştir. Dahası Bâbıâli’ye bölgede birçok ihtilâl yanlısı olduğu bilgisi
ulaşmıştır. Bu haber üzerine Osmanlı Hükümeti, yerel idareye Vidin’de önlem
alınması gerektiğine dair uyarılarda bulunmuştur. Vidin Müşiri Hüseyin Paşa,
Bâbıâli’ye yolladığı raporunda Dersaadet’ten gelen direktifler doğrultusunda
gereken tedbirlerin alındığını, özellikle Hristiyan reayanın gözlem altında
tutulduğunu, ihtilâle yol açacak en ufak bir bahaneye dahi izin verilmediğini ve
askerî kuvvetlerin kontrolü elinde tuttuğunu belirtmiştir. Gerçekte Hüseyin Paşa,
Avrupa’daki ihtilâl haberlerinin yayılmasından hemen sonra, yerel idarecilerle
beraber Vidin’deki Hristiyan reayanın ihtilâl düşüncesiyle ayaklanması ihtimaline
karşı hazırlıklar yaparak hem bölgede çıkabilecek olayların yayılmasını
engellemiş hem de daha sonra çıkabilecek büyük sorunlara karşı alınan tedbir
hareketini kolaylaştırmıştır.

Hüseyin Paşa, Bâbıâli’nin uyarıları doğrultusunda aldığı önlemlere ek


olarak Vidin ve civarında yaşayan Hristiyanların yaptıklarını daha yakından
kontrol etmek amacıyla tıpkı Belgrad muhafızı gibi gizli bir araştırma grubu

237
kurmuştur. Böylelikle gece ve gündüz takibe alınan tebaanın olay çıkarmalarının
önü alınmıştır. Bâbıâli için üzerinde durulması gereken en önemli konu, devletin
sınırları dâhilinde dolaşan yabancıların faaliyetleri olmuştur. Vidin idaresi bu
konu hakkında da bazı girişimlerde bulunmuştur. Mesela paskalya ve ruz-ı hızır84
günlerinde, sınır mahallelerine güya vergi tahsilatı yapmak maksadıyla güvenilir
ve işinin ehli kişilerden oluşan bir grup memur göndererek bölgeye gelip giden
ecnebilerin hareketlerini gizlice kontrol etmeye çalışmıştır. Hüseyin Paşa,
Bâbıâli’ye yolladığı raporda bu gizli araştırmasını sadece bölgede görev yapan
bazı memurlarla paylaştığını belirtmiştir (A. MKT, 123: 6; 23 Nisan 1848).
Dolayısıyla bölgede görevli olan memurlara dahi tam manasıyla güvenilmemiş,
ihtilâl yanlısı veya ayrılıkçı fikirlere sahip memurların varlığından şüphe
edilmiştir. Bu sırada Osmanlı Hükümeti’nin sorun çıkmasını beklediği Niş’te ise
yerel idareciler, Bâbıâli’nin talebi doğrultusundaki tedbir uygulamalarını devreye
koymakla yetinmiş, ayrıca bir önlem almaya gerek görmemişlerdir (A. MKT,
MHM, 5: 81/1; 28 Mayıs 1848).

3. 6. 5. Filibe

Vidin ve Niş haricinde Bulgar nüfusun ağırlıkta olduğu Filibe’de 1848


İhtilâli’ne karşı alınan tedbirler, Bâbıâli’nin önlem uyarılarından daha önce
uygulamaya konulmuştur. Bu bağlamda yerel idare, ilk etapta Filibe’deki genel
durumu öğrenmek amacıyla araştırmalar yaptırmış ve mürur tezkeresi
uygulamasına itina edilmesi gerektiği anlaşılınca bu konuda önlem almıştır.
Ayrıca Filibe valisi, eyalette bulunan kaza idarecilerinden bölgelerindeki
Hristiyanları gözetim altında tutmak için gizli bir tahkikat başlatmalarını ve olası
bir ayaklanma yaşanacağına dair bir ipucuna ulaşılırsa ya da harekete geçilirse
olayların büyümesine izin verilmeksizin soruna müdahale etmelerini istemiştir.
Fakat bu sırada halka kesinlikle zarar verilmemesi gerektiğinin çünkü karmaşa
sırasında şiddete başvurulmasının, olayları bitirmeyeceği gibi daha da
körüklenmesine yol açabileceğinin altını çizmiştir. Filibe Valisi Mehmed Şerif,
Dersaadet’e gönderdiği yazıda, Filibe’de herhangi bir olayın yaşanmamasını,
ihtilâlin ciddiyetini Bâbıâli yetkililerinden daha önce fark etmesine ve henüz
Balkanlarda ihtilâl emaresine rastlanmadan önlem alınmasına bağlamıştır (İ. HR,

84
Hıdırellez… Ayrıntıları için bkz: Ahmet Yaşar Ocak, “Hıdırellez”, TDV İslâm Ansiklopedisi,
1998 c. 17, s. 312-315.

238
45: 2134/5; 19 Nisan 1848). Filibe valisinin aldığı önlemlere bakıldığında
Bâbıâli’nin genelgede yer verdiği noktalarla paralellik içerdiği de görülmektedir.

Fakat bir süre sonra Filibe’de bazı ayaklanmalar başlayınca bölgenin


asayişi için başka tedbirlere de ihtiyaç duyulmuş, ilk önce çıkan olaylarda ihtilâl
yanlılarının rol oynayıp oynamadığı açığa çıkarılmaya çalışılmıştır. Bu kapsamda
bazı büyük köylere tahsilat memurları, bazı nahiyelere ise güvenilir kişilerden
oluşturulan gruplar yollanmış ve gizli araştırmalar başlatılmıştır. Ancak konunun
önemi ve kimlerin devlete sadık olduğu bilinmediği için bu kişilerden görevlerine
başlamadan önce devlete ihanet etmeyeceklerine dair yemin etmeleri istenmiştir.
Ayrıca söz konusu hafiyelerin reaya arasında fark edilmemesi için de mal sayımı
ve men-i mürur nizamından sorumlu kontrol memuru gibi davranmaları uygun
görülmüş ve böylelikle başlatılan araştırmada olaylarda kimlerin gerçekten ihtilâl
yanlısı olduğu tespit edilmeye çalışılmıştır (I. MTZ, (04), 1: 13; 5 Ocak 1848).

Öte yandan köy ve kasabalardaki olaylarda yer alan Hristiyan ahaliyle bir
dizi görüşme yapılmış ve neticede hem bu kişileri yeniden devlete bağlamak hem
de bir daha ayrılıkçı ayaklanmalara katılmalarını engellemek için taraflar arasında
bir anlaşma imzalanmıştır. Çıkan ayaklanmalarda rol almayıp bölge idarecileriyle
dayanışma halinde olan Müslüman reaya ise kefil sistemine bağlanmıştır. Ancak
daha sonra kefil mevzusunun Müslümanlar tarafından yanlış anlaşılacağı
düşünülerek, Hristiyanlara da kefil uygulaması getirilmiştir. Böylelikle Filibe’deki
ayaklanmalar sonlandırılmıştır (I. MTZ, (04), 1: 13; 5 Ocak 1848).

3. 6. 6. Tırhala

Tesalya bölgesi85 içindeki önemli merkezlerden biri olan Tırhala, 1848


İhtilâli sırasında Balkan toprakları üzerinde tehlikenin en çok hissedildiği
yerlerden biri olmuştur. Çünkü hem coğrafî konumu itibariyle Yunanistan’a
yakındır hem de bölgede yaşayan reaya arasında Rum nüfusun sayısı oldukça
fazladır. Dolayısıyla Yunanların etkinlik alanlarından biri olan Tırhala’da,
Rumların her türlü ayrılıkçı politik faaliyetleri hissedilmiştir (Gümüşsoy, 2008:
98-100). Bu bağlamda ihtilâlin yayılması için en büyük potansiyele sahip bölgeler
arasındadır. Bâbıâli, yayımladığı genelgede özetle Avrupa’da gerçekleşen ihtilâl

85
Tesalya günümüzde Yunanistan’ın orta kesiminde yer alan ve tarihi açıdan da oldukça önemli
bölgelerden birdir (Kiel, 2011: 522-526).

239
nedeniyle devletin zor ve hassas bir durumda olduğunu, bundan ötürü zorunlu
tedbir uygulamasına gidildiğini ifade etmiştir. Bilhassa hoşnutsuzluğa neden
olacak olaylardan sakınılması ve halkın sebebi bilinmeyen bir şekilde
toplanmasına karşı dikkat edilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Tırhala Mutasarrıfı
Mehmed Münib için de bu önlemler oldukça hayatidir; zira Tırhala’da,
Bâbıâli’nin genelgede altını çizdiği ayrılıkçı olaylar yaşanmakta ve dolayısıyla
reaya arasında gerginlik bulunmaktadır.

Mehmed Münib 22 Nisan 1848’de, Bâbıâli’ye yolladığı bu yazıda


Avrupa’da vuku bulan ihtilâl haberlerinin bölgeye yayılmasından hemen sonra
hırsızlık olaylarının arttığını ve bunun da ahali arasında huzursuzluk çıkmasına
neden olduğunu belirtmiştir. Bu bağlamda sınırdaki giriş-çıkışlar, seyahat
edenlerin tezkerelerine ve mazeretlerine bakılmadan yasaklanmıştır. Zira hırsızlık
haricinde ahaliyi etkilemek gayesiyle dışarıdan, bilhassa Yunanistan’dan ayrılıkçı
grupların başka bir deyişle ihtilâlcilerin geldiği tespit edilmiştir. Bu nedenle
bölgeye devlet izniyle giriş yapmış olanların dahi hareketleri takibe alınmış,
izinsiz girip yakalananlar hakkında ise gereken hukuki işlemler yapılmıştır.
Bâbıâli’nin matbu kaynaklar konusundaki tedbir talebine uygun olarak
araştırmalar yapılmış hatta bunun bir adım ötesine geçilmiş; gümrüklerdeki vergi
ve eşya kaçırma işlerini araştıran memurların mahremlerine yani özel
mektuplarının içlerine ve yazılanların içeriğine dahi durumun hassasiyeti
nedeniyle tedbir amaçlı bakılmıştır. Öte yandan Tırhala’daki bazı kazalarda
ihtilâlci faaliyetler neticesinde olaylar çıkmış, yapılan araştırmalar sonucunda
çıkan sorunlarda dahli olduğundan şüphelenilen kişilerin hareketleri ve
yazışmaları, kimlerle münasebette oldukları kontrol altına alınmış ve kim
olduğuna ve mevkilerine bakılmayarak usuller neyi gerektiriyorsa bu kişiler
hakkında gerekenler yapılmıştır (A. MKT, 122: 68/1; 22 Nisan 1848).

Münib Paşa, hem içeriden hem de dışarıdan gelebilecek casuslara karşı ise
ilk etapta bir dizi araştırmayı kapsayan önlemler almıştır. Daha sonra sadece
araştırma yapmayı yeterli bulmamış, hem casusları bulmak hem de ahalinin ne
düşündüğünü öğrenmek amacıyla gizli bir grup kurmuştur. Bu maksatla iyi
derecede yabancı dil konuşan ve özellikle daha önce herhangi bir soruna dahil
olmamış ve kendisinden şüphe duyulmayacak kişiler yağ satıcısı, çerçi ve papaz
kılığında; kiliselere, bazı hanelere ve diğer mahallere yollanmışlardır (A. MKT,

240
122: 68/1; 22 Nisan 1848). İlaveten Tırhala’da yaşayan Sırpların büyük Paskalya
günlerinde, reayanın zahire durumunu ve gizli faaliyetlerini öğrenmek maksadıyla
da bazı yerlere bir grup casus gönderilmiştir (İ. HR, 45: 2134/4; 29 Nisan 1848).

3. 6. 7. Edirne

Edirne’nin gerek Dersaadet’e gerekse Balkanlara yakın bir konumda yer


alması, 1848 İhtilâli sırasında bölgenin asayişini önemli bir mevzu haline
getirmiştir. Öyle ki Bâbıâli açısından Edirne’nin güvenliği Dersaadet’in
korunmasıyla eş değere sahip olmuştur. Bu nedenle yetkililer tarafından
Edirne’deki köy ve nahiyelere bir grup asker yollanarak tedbirler alınmıştır. Öte
yandan, daha önce bölgede görevli ondalık ağnam memurlarının maiyetinde
istihdam edilmek üzere gönderilmiş irtibat takımının halka eziyet ettiği
dedikoduları üzerine ayrı bir araştırma başlatılmıştır. Bilhassa ihtilâl döneminde
olunması bu mevzuyu daha da önemli hale getirmiş; hem bölge ahalisinin hem de
ayrılıkçı fikirlere sahip kimselerin Bâbıâli’ye karşı ayaklanma olasılığını
arttırmıştır. Görevliler tarafından yapılan soruşturma neticesinde ihtilâl
döneminde olunduğu da göz önünde bulundurularak reayaya eziyet eden
memurların tutuklatılmalarına karar verilmiştir. Konu hakkında Bâbıâli’de yapılan
görüşmeden sonra bölgede yaşananların ayrıntılarını açığa çıkarması için İsmail
Paşa’nın Edirne’ye gönderilmesi kararlaştırılmıştır (A. MKT, 120: 75; 13 Nisan
1848).

Osmanlı Hükümeti, tebaanın ihtilâlden etkilenmemesi için alınan


önlemlerde taviz verilmemesi noktasında oldukça hassas davranmıştır. Hatta bu
sebeple Edirne valisine ikinci bir yazı daha gönderilerek Osmanlı Devleti’nin
kırılgan bir dönemde olduğu ve suç gerektiren cezalarının affedilmesinin doğru
olmadığı vurgulanmıştır. Dolayısıyla yerel idarecilere hataları ne olursa olsun
suçları tespit edilen ya da herhangi bir suçla isnad edilen kişilere karşı asla taviz
gösterilmemesi ve bu kişilerin kanunlara uygun olarak cezalandırılmaları gerektiği
uyarısında bulunulmuştur (A. MKT, 160: 107; 26 Kasım 1848).

3. 6. 8. İzmir

Bâbıâli idaresi için İzmir gerek limanı, gerekse ticaretteki konumu


itibariyle oldukça önemli bir kenttir. Dahası birçok yabancı ülke vatandaşlarına ve
241
gayrimüslim tebaaya da ev sahipliği yapmaktadır. Eyaletteki bu kozmopolit yapı,
1848 İhtilâli’yle devlet açısından büyük bir dezavantaja dönüşmüştür. Zira
ihtilâlin yabancı menşeili olmasından ötürü ahalinin ihtilâle dair bilgisi daha
fazladır. Bu olasılık onları ihtilâlin en muhtemel aracısı yapmaktadır. Dolayısıyla
Bâbıâli, ihtilâlin İzmir’de etkili olmasını engellemek amacıyla yabancı
konsolosluklarla iş birliği yaparak ek tedbir almıştır. Hatta Hristiyanların özel
günlerinde karmaşa çıkabileceği endişesiyle tedbirler had safhaya çıkarılmıştır (A.
MKT, 122: 88; 23 Nisan 1848; İ. DH, 173: 1276 29, Nisan 1848).

3. 6. 9. Diyarbakır

1848 İhtilâli’nin Batı menşeili olması her ne kadar Bâbıâli’nin dikkatini


daha çok Batı topraklarına çevirmesine yol açmışsa da Bâbıâli, Doğu
eyaletlerinde de tedbirler almıştır. Bu eyaletlerin başında Anadolu’nun önemli
idari merkezlerinden olan Diyarbakır gelmiştir. Eyalet Valisi Mehmed Bey’in
Bâbıâli’ye yolladığı 27 Nisan 1848 tarihli resmi raporda, bölgedeki tedbirlerin
demografik özellikler göz önünde bulundurularak alındığı ifade edilmiştir.
Öncelikle ihtilâlin Diyarbakır’da sadece Hristiyan tebaa aracılığıyla
yayılabileceğini vurgulayan Mehmed Bey, söz konusu tehlikeyi bertaraf etmek
için gerekli önlemlerin alındığını belirtmiştir. Bölgedeki gayrimüslimlere karşı
başta memurlar olmak üzere Diyarbakır’daki Müslüman ahali dahi uyarılmış ve
böylece baskı unsurları ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır. Ayrıca söz konusu
ahalinin yerel idareyle olan resmi işlerinde kolaylıklar sağlanmış, zorluk
çıkmamasına itina gösterilmiştir (A. MKT, 123: 69/1: 27 Nisan 1848).

Diyarbakır valisi, Bâbıâli’ye gönderdiği yazıda olası bir ayaklanmayı


durdurabilecek askerî güce sahip olduklarını ancak asıl meselenin sorunlara yol
açacak isyancıların korunması ve yargılanması olduğuna değinmiştir. Bunun
haricinde ellerinde pasaportları veya tezkireleri bulunmayan ecnebilerin, diğer bir
deyişle yabancıların ve tebaadan olup eyalet dışından gelmiş kişilerin bölgeden
çıkartılması için Tezkire ve Karantina86 Müdürlükleri’ne bilgi verilmiştir. İlaveten

86
Karantina, kısaca bulaşıcı hastalıklar nedeniyle hastalığa yakanmış kişilerin belli bir süre için
tecrit altında tutulmasına denilmektedir. 19. yüzyılın başından itibaren ticarî faaliyetlerle birlikte
artan transit geçit bulaşıcı hastalıkların hızla yayılmasına yol açmış, yıkıcı etkiler bırakmıştır. Bu
sebeple Osmanlılar, diğer birçok devlet gibi 1830’lu yıllarda ilk kez karantina uygulamalarına
başlamıştır. II. Mahmud’un emriyle 1838’de Karantina Meclisi kurulmuş, süreç içerisinde devletin

242
yazılı materyaller konusunda sorumlu müdürlüklere uyarılarda bulunulmuştur. Bu
kapsamda, araştırmalar neticesinde, görevlilerin içeriğinin zararlı olduğuna kanaat
getirdikleri ve el koydukları tüm matbuatın valiliğe gönderilmesi istenmiştir. Öte
yandan eyalet yetkilileri ve bölgenin ileri gelenleri arasında yapılan müzakereler
sonucunda ihtilâl karışında iş birliği yapılması kararlaştırılmıştır (A. MKT, 123:
69/1: 27 Nisan 1848).

3. 6. 10. Erzurum

İhtilâl tehlikesinin baş gösterdiği Anadolu eyaletlerinden bir de Erzurum


olmuştur. İhtilâl sonucunda çıkan ayaklanmaların Avrupa’ya yayılmasının hemen
ardından Bâbıâli’ye, ihtilâl yanlısı bazı kişilerin Erzurum’daki Hristiyanların
arasına yerleştiği bilgileri ulaşmıştır. Haberler üzerine Erzurum Valisi Mehmed
Hamdi, Bâbıâli’ye bir yazı göndererek söz konusu haberin araştırıldığını ve net bir
bilgiye ulaşılmasa da ayrılıkçı fikirlere sahip bazı grupların Hristiyan reayayı
kışkırtmak niyetiyle bölgede bulunduklarının tespit edildiğini aktarmıştır. Bu
nedenle bölgede yaşayan Hristiyan tebaaya Dersaadet’in uyarılarının da ötesinde
iyi davranıldığını ifade etmiştir. Ayrıca Erzurum’daki ecnebilerin hareketlerine
ziyadesiyle dikkat edildiğinin ve ellerinde bulunan kitap, dergi ve broşür gibi
yazılı kaynakların içeriklerinin ne olduğuna bakıldığının da altını çizmiştir (A.
MKT, 123: 91/1: 29 Nisan 1848).

3. 6. 11. Halep

Osmanlı idaresi altında yer alan ve 19. yüzyılda konumu nedeniyle Batılı
devletlerce önemi giderek artan Halep, 1848 İhtilâl sırasında Bâbıâli’nin doğu
coğrafyasında dikkat ettiği merkezler arasında yer almıştır. Tarihi açıdan oldukça
eski bir yerleşim yeri olan bölge; Müslüman, Hıristiyan, Musevi, Süryani, Maruni
ve Keldaniler gibi farklı dinleri barındıran kozmopolit bir yapıya sahiptir (Öztürk,
2018: 22-28).

Halep’te Avrupa’daki ihtilâl düşüncesini benimseyenlerin harekete


geçerek ahali arasında ayrılıkçı fikirlerini yaymalarına ve yakında ihtilâl
çıkartacaklarına dair haberlerin Dersaadet’te ulaşmasının ardından Bâbıâli,

barındırdığı dini kimlikler de gözetilerek karantina merkezleri giderek yaygınlaşmıştır (Sarıyıldız,


1994: 329-376).

243
aralarında Halep valisi ve Arabistan ordu müşirinin de yer aldığı yerel idarecilere
bir yazı göndererek yetkilileri konu hakkında uyarmıştır. Öte yandan bölgede
alınması gereken tedbirler için Meclis-i Hâss-ı Vükelâ’ya bilgi verilmiş ve bu
konuda görüşleri istenmiştir. Meclis-i Hâss-ı Vükelâ’da yapılan görüşme
neticesinde 1848 İhtilâli’nden ötürü her yerde ehemmiyetli olunmasının altı
çizilerek Halep bölgesinde önlem alınması kararlaştırılmış ve hem Arabistan ordu
müşirine hem de Halep valisine alınan kararlar bildirilmiştir. Buna göre bölgenin
korunması ve olası bir ihtilâli bastırma görevi, Arabistan ordusunun
sorumluluğuna verilmiştir. Ancak bunun için bölgeye ek asker takviyesine gerek
görülmemiş, alınacak tedbirlerde bölgedeki asker sayısı yeterli görülmüştür.
Bilhassa Halep’teki bazı mühim dağlarda ek tedbir alınmasının zaruri olduğu
vurgulanmıştır87 (A. MKT, 125: 38/1; 7 Mayıs 1848).

Bu bilgilerden hareketle bölgede ihtilâl çıkma ihtimaline karşın Bâbıâli


idaresinin buradaki asker sayısını arttırmaması, aslında idarenin bölgede bir
ihtilâlin çıkma olasılığını düşük görmesinden kaynaklanmaktadır. Bu durum,
aslında var olan ayrılıkçı faaliyetlere rağmen Osmanlı idaresinin reayaya duyduğu
güvenin de göstergesidir.

3. 6. 12. Midilli

Bâbıâli idarecileri için 1848 İhtilâli’nin Osmanlı topraklarına yayılmasına


neden olacak iki büyük kapı vardır. Bunlardan ilki Balkanlar, diğeri ise adalar
denizi ve Akdeniz’deki Osmanlı adalarıdır. Özellikle liman kentlerinin başında
gelen Selanik ve İzmir kentleri arasındaki ticaret ve İzmir’den Selanik'e vasıl olan
gemilerin çoğunun güzergahtaki adalardan geçmesi bu noktaların düşünce
trafiğine yoğun olarak kalmasına neden olmuştur. Dahası adalar denizi ve
buradaki adaların devletin sınırlarına eklemlenmedeki tarihi süreçteki sıkıntılar ve
bu adalarda oturan sakinlerin çoğunluğunun gayrimüslim olması bahsi geçen
sorunların devam etmesine yol açmıştır. Dolayısıyla tüm ihtilâl sürecinde
Balkanlardan sonra en çok dikkat edilen yerler adalar olmuştur.

87
Halep bölgesi oldukça geniş bir coğrafyaya tekabül etmektedir. Dolayısıyla sınırları dâhilinde
stratejik açıdan önemli dağları barındırmaktadır… Halep Dağları ve Halep’e dair daha ayrıntılı
bilgi için bkz: hazırlayan Nuran Koltuk S. Atilla Sağlamçubukcu, Dündar Alikılıç, Mehmet Topal,
Mustafa Öztürk, (2018). Osmanlı Belgelerinde Halep, İstanbul: Türk Dünyası Belediyeler Birliği
(TDBB) Yayınları.

244
Midilli Adası da ihtilâl riskinin yüksek olduğu adalar arasında yer
almıştır. Zira ayrılıkçı ve ihtilâl fikrine sahip kişilerin adaya gelip reayayı
kışkırtarak ayaklanma çıkarması oldukça muhtemeldir. Çünkü ada demografik
açıdan değerlendirildiğinde, ihtilâl düşüncesinden etkilenme olasılığı yüksek bir
kesim varlığı göre çarpmaktadır. Bu bağlamda Midilli Kaymakamı Mehmet Salih,
ilk önce ihtilâl fikrinden etkilenme ihtimali yüksek olan reayanın yaşadığı yerleri
gözetim altına almış, ardından olası bir ayaklanmada vakit kaybetmeden olaylara
müdahale edilmesini sağlamak için bir grup askeri daima hazırda bekletmiştir.
Sonrasında ise bazı yerlerde gizlice tahkikatlar yapılarak adanın genel durumu
hakkında bilgi edinilmeye çalışılmıştır. Ada halkı gece gündüz gözlem altına
alınmasına rağmen ihtilâle dair bir ipucu bulanamadığı gibi aksine buradaki halkın
öncekinden daha sakin olduğu bilgisine ulaşılmıştır (İ. HR, 45: 2134/2: 29 Nisan
1848).

Osmanlı Hükümeti, adalarda Hristiyan reaya arasında sorun çıkmaması ve


en küçük olayda dahi itidalli davranılması konusunda oldukça kararlı hareket
etmiştir. Semadirek Adası’nda yaşanan bir olay, Bâbıâli’nin konu hakkındaki
ciddiyetini ortaya koymaktadır. İzmirli olup daha sonra Ada’ya yerleşen Hüseyin
Efendi adındaki bir Müslüman, gayrimüslim ve Müslümanlar arasında kargaşaya
sebebiyet verdiği için Meclis-i Vâlâ’nın kararıyla adadan uzaklaştırılmıştır
(Tansuğ, 2020: 80).

245
SONUÇ

İhtilâller, Avrupa kıtasını merkezine alarak 19. yüzyılda insanları siyasi,


toplumsal, ekonomik ve düşünsel olarak zorunlu bir değişime maruz bırakmıştır.
1789 sonrası giderek artan siyasi hak talepleri, eşitlik istekleri ve ekonomik
problemler 1848 yılında olgunlaşarak yüzyılın son ihtilâlinin patlak vermesine
neden olmuştur. Şubat ayında Fransa’da ihtilâl hareketine dönüşen olaylar,
aristokratların, burjuvanın, entelektüellerin, orta ve alt zümreden insanların,
öğrenciler ve işçilerin katılımıyla hızla büyük devletler üzerinde etkisini
göstermiş, şiddetli çatışmalara, ayaklanmalara ve kaosa yol açmıştır. 1848 İhtilâli
ortaya çıktıktan sonra liberalizm, sosyalizm ve milliyetçilik gibi ideolojilerle
şekillenmiş, farklı talepler doğrultusunda gelişme göstermiştir. Bu bağlamda
Fransa, Avusturya ve Alman devletlerinde siyasi, sosyal ve ekonomik hak
talepleri doğrultusunda başlayan ayaklanmalar, kimi yerlerde yönetim ve rejim
değişikliğine neden olmuştur. İtalyanlar, Macar ve Alman toplumları için ise tek
bir krallık altında birleşme ya da ulusal bağımsızlık mücadelelerinin başlamasına
sebebiyet vermiştir. Öte yandan, kıtadaki gelişmelerle karşılaştırıldığında Rusya
ve İngiltere gibi büyük devletlerde ise alınan önlemlerin de etkisiyle ihtilâl
etkinlik sahası dahi bulamamıştır. 1848 İhtilâli başlarda yayıldığı yerlerin çoğunda
başarıya ulaşmış, ancak takip eden süreçte ihtilâlciler zapt altına alınarak
yönetimler yitirdikleri güçlerini yeniden elde etmiş, ihtilâl müddetince yapılan
tüm reformlar teker teker ortadan kaldırılmış ve en nihayetinde 1848 İhtilâli 1852-
1853 yıllarında son bulmuştur.

Osmanlı yönetimi için 19. yüzyıl, devletin bekasını sağlamaya yönelik bir
dizi düzenlemeler ve iç kuvvetlerle mücadelelerle başlamıştır. Öte yandan
Osmanlı hâkimiyeti altındaki topraklar, bu yüzyılın başından itibaren batılı
devletlerin çıkarları ve emperyalist girişimlerinin odağı haline gelmiştir. Bu
yerlerin başında Balkanlar gelmektedir ve çok dinli ve uluslu bir yapıya sahip olan
topraklarda henüz 1789 Fransız İhtilâli’nin etkilerinin olmadığı bir dönemde dahi
sosyal ayaklanmaların yaşandığı görülmektedir. Örneğin Eflak, Boğdan ve
Karadağ gibi yerlerde asi Hristiyanlar sürekli isyan halindedir. Bunların temel
sebepleri arasında Osmanlı merkezi otoritesinin çözülmesi ve Avusturya ve Rusya
gibi rakip güçlerin galebe çalması neticesinde çok uluslu kavimleri kışkırtmaları
bulunmaktadır. Dolayısıyla 1848 İhtilâli’nin Osmanlı Devleti’ne yayılma olasılığı,

246
başta zaten belli nüvelerin bulunduğu Balkanlar olmak üzere, devletin sınırları
dâhilindeki topraklar için büyük bir tehlike arz etmiştir.

Nitekim 1848 İhtilâli kıtanın birçok yerinde ayaklanmalara yol açtıktan


hemen sonra Osmanlı Devleti’yle yönetimsel bağı bulunan Rumenlerin yaşadığı
Eflak ve Boğdan’da olayların çıkmasına neden olmuş ve Bâbıâli’nin ihtilâl
endişesini gerçeğe dönüştürmüştür. Bölgedeki ihtilâl, yayılma politikası
çerçevesinde hemen yanı başında bağımsız bir Rumen devleti istemeyen
Rusya’nın da araya girmesi neticesinde Osmanlı ve Rus askerlerinin müdahalesi
sayesinde durdurulmuştur. Eflak ve Boğdan’daki ihtilâl girişimi aslında
Yunanistan’ın bağımsızlığından sonra Osmanlı toprakları üzerindeki başka bir
milletin bağımsızlığa doğru attıkları ilk ciddi girişimidir denilebilir.

Öte yandan Rumenlerin başlattığı ihtilâl hareketi, Balkan topraklarında


yaşayan, Slav, Rum ve Bulgar milletlerin de ayaklanma olasılığını da gerçeğe
dönüştürmüştür. Zira ihtilâl patlak verdikten bir süre sonra eş zamanlı olarak
Belgrad, Bosna, Karadağ, Vidin, Tırhala ve Selanik gibi yerlerde huzursuzlukların
ortaya çıktığı görülmüştür. Özellikle öteden beri müstakil bir devlet kurma hayali
içinde olan bazı Sırplar, ihtilâl cemiyetleriyle iş birliği yaparak Belgrad
Paşalığında kimi ayaklanmalar çıkarmışlardır. Ancak buradaki faaliyetlere
Osmanlı ve Belgrad idaresinin iş birliği sayesinde ciddi bir hal almadan
durdurulmuştur. Belgrad’daki girişimlere bakıldığında, ihtilâlcilerin başta yönetim
olmak üzere Sırp reayadan istedikleri destek alamadıkları görülmektedir. Zira
geleneksel bir yapıya sahip olan Sırplar açısında ihtilâl, tasavvur ettikleri
bağımsızlık istekleri için uygun bir yöntem değildir. Ayrıca kargaşa ve düzenin
bozulmasını istemedikleri gibi zor olsa da Sırp knezleri üzerinden oluşturulmuş
bir otoriteye sahiptirler ve bunun sarsılmasından yana değildirler. Dolayısıyla bu
düşünce, ihtilâl sırasında Sırp idaresinin Osmanlıdan yana bir tavır almasında
etkili olmuştur. Yine bu bağlamda Sırbistan’daki ihtilâl girişimleri ciddi
seviyelere ulaşmamasında Sırpların kendi içinde bölünmüş ve ciddi bir
örgütlenmeye gidememiş olmasından da kaynaklandığını söylemek mümkündür.
Mesela hem Sırp hükümetinin tavrı hem de Sırplar üzerinde önemli bir nüfuzu
bulunan, Belgrat yönetiminin eski Başknezi Miloş Obrenovic ve oğullarının
bölgede karmaşa çıkarma girişimlerinde destek bulamamaları buna işaret
etmektedir.

247
İhtilâl yanlısı Slav unsurlar, Belgrad haricinde faaliyetlerini en çok
Karadağ bölgesinde yoğunlaştırmışlardır. Söz konusu gruplar, Karadağ’daki Slav
kökenli Hırvat reaya arasında huzursuzluğa ve asayişin bozulmasına sebebiyet
vermiştir. Gerçekte Karadağ bölgesi zaten uzun zamandır Osmanlı idaresi için
sorunların bulunduğu hassas bir yerdir. Dolayısıyla bölgenin siyasi hikayesine
bakıldığında 1848 İhtilâli’nin en çok karşılık bulması gereken yerlerden biridir.
Her ne kadar ihtilâl sırasında ayrılıkçı gruplar ihtilâl esnasında Karadağ’da önemli
bir gelişme elde edemeseler de bu, faaliyetlerinde başarısız oldukları anlamına
gelmemelidir. Zira bölgedeki Hırvatlar bilhassa 19. yüzyılda Napolyon savaşları
esnasında milliyetçilik ve bağımsızlık ideolojisiyle tanışmıştır ve bu bağlamda
düşünüldüğünde Karadağlıların milliyetçilik doktrininin önemli bir ivme
kazandığı 1848 İhtilâlinden etkilenmediklerini söylemek pek mümkün değildir.
Nitekim kısa denilebilecek bir süre sonra Karadağlılar, bağımsızlıkları için
ayaklanmalara başlamışlardır.

Vidin, Niş, Tırnova ve Filibe gibi Bulgar nüfusun yoğunlukta olduğu


Balkan eyaletlerinin de 1848 İhtilâli’nden etkilendiği açığa çıkmıştır. Adı geçen
yerlerdeki olaylarda Bulgar milliyetçilerinin, din adamlarının, yabancıların ve
ihtilâl yanlısı kişilerin rol oynadığı görülmüştür. İlaveten ihtilâl niyetiyle sorun
çıkaran Bulgarları, Slavlar ve Rusların da desteklediği ortaya çıkmıştır. Hatta
ihtilâl yanlısı Sırpların kışkırtmalarının da etkisi olduğu düşünülen büyük bir
köylü ayaklanması 1849 yılında Vidin’de patlak vermiş, büyük sorunlara yol
açmıştır. Yine bu kapsamda Avrupa’da karşı ihtilâl hareketinin güç kazanmasına
paralel olarak Rusların, Bulgar milletlerinin yaşadıkları bölgelerde karmaşa
çıkarmaya yönelik girişimlerde bulundukları anlaşılmıştır. Bu noktada Rusların,
Eflak ve Boğdan İhtilâli’nin bastırılması ve Sırbistan’daki ayrılıkçı hareketleri
engellemeye yönelik çabaları daha çok Karl Marx’ın Rusların Osmanlı
topraklarında kontrollü bir kargaşadan yana olduğu tezini desteklemiştir.

İhtilalin yayılmasının hemen akabinde uzun zamandır Osmanlı için tehlike


arz eden Rumların yaşadığı bölgelerde, bilhassa aralarında din adamlarının da
bulunduğu Yunanların ayrılıkçı faaliyetlere başladığı görülmüştür. Üstelik daha
önceki Rum ayaklanmalarında etkin rol oynayan Etnik-i Eterya Cemiyeti’nin
1848 İhtilâli sırasında da faaliyetlerine devam ettiği anlaşılmıştır. Gerçekte
bölgedeki Rumların en eğitimlilerinden ve ihtilâli anlayabilecek kişilerinden

248
oluşan bir yapıya sahip olan Etnik-i Eterya Cemiyeti açısında ihtilâl fikirleri
idealleri için ciddi bir can sibobu olmuştur. Dolayısıyla 1848 İhtilâli fikirlerinin
diğer uluslara göre Rumlar arasında daha çok kabul gördüğünü ve etki
gösterdiğini söylemek mümkündür. Öte yandan gerek Bulgar gerekse Slav
anâsırlar ve Rumlar arasında ihtilâli yayma faaliyetlerinde bulunanlar arasında
bazı Hristiyan din adamlarının etkin rol oynaması, kilisenin Osmanlı’daki
milliyetçi ayaklanmalarda rol almaya başladığını göstermektedir.

Eflak ve Boğdan’daki Rumen ihtilâlcilerin yabancı desteği bulma


çabalarının sonuçsuz kalması aslında diğer milletlerin de neden Osmanlı’ya karşı
ayaklanamadıklarının cevabı olarak varsayılabilir. Başka bir ifadeyle ihtilâl
yanlısı Slavların, Bulgarların ve Rumların da aslında büyük devletlerin
desteğinden mahrum olmaları Balkanlar ve Adalarda ihtilâl çıkma olasılığını aza
indirmiştir. Yine bu noktada batılı devletlerin ihtilâl sırasında kendi iç
problemleriyle meşgul olması da 1848 İhtilâli’nin Osmanlı topraklarında ciddi
sonuçlara ulaşamamasının bir diğer sebebi olarak görülebilir.

Balkanlar’daki diğer yerlere oranla Müslüman nüfusu daha yüksek olan


Bosna’da, ihtilâlden kaynaklı ayaklanmaların daha fazla olduğu görülmüştür.
Bölgede olayların çıkmasında farklı bileşenlerin olduğu anlaşılmıştır. Öncelikle
“İlirya ideali” kapsamında Slav milletleri ve yabancıların desteklediği ihtilâl
cemiyetlerinin faaliyetleri neticesinde ayaklanmalar çıkmış, asayiş bozulmuştur.
Öte yandan 1839 yılında ilan edilen Tanzimat Fermanı kapsamında ayrıcalıklı
konumlarını kaybeden Müslüman çiftlikat sahipleri ve malî açıdan bölgenin ileri
gelenlerini temsil eden bazı kimselerin, ihtilâl çıkarmaya yönelik girişimleri
olduğu açığa çıkmıştır. Zira 1848 İhtilâli, bu zümreler açısından Tanzimat
uygulamalarının geri çekilmesini sağlamaya yönelik bir araç olarak görülmüştür.
İlaveten bahsi geçen zümrelerin ağır iş yükünden kurtulmak isteyen köylülerin de,
ihtilâlden kaynaklı olayları fırsat olarak gördüğü ortaya çıkmıştır. Bu noktada
Avrupa’daki köylülerin toprak sistemi ve feodal yükümlülüklerinden kurtulmak
amacıyla başlattıkları ayaklanmalar ve Bosna’daki durum kısmen de olsa
benzerlik göstermiştir. Ancak Osmanlı’da Avrupa’dakine benzer feodal bir
sistemin varlığından söz etmek de doğru değildir. Buna karşın Bosna’da bu
tarihten sonra önemli ayaklanmalar yaşanacak, bölgedeki mevcut sorunlar Bâbıâli
için daha zor hale gelecektir. Ayrıca Bosna’nın yanı sıra Silistre ve Tırnova’daki

249
olaylarda rol oynayan Müslümanlar örneğinden hareketle ihtilâlin başından
itibaren sadece Hristiyanların tehlike unsuru olarak görülmesinin yanlış olduğu
anlaşılmıştır. Çünkü çıkarları çeliştiğinde Müslümanların da ihtilâlci faaliyetlere
katıldıkları ortaya çıkmıştır.

İhtilalin başından itibaren Osmanlı idaresi için Balkanlardan sonra en


dikkat edilmesi gereken yer olan Adalar Denizi ve Akdeniz’deki adalarda,
Balkanlara kıyasla neredeyse hiç sorun yaşanmamıştır. Bu da Osmanlı idaresinin
daha önceki sorunlardan dolayı adalarda yürüttüğü politikalarda başarılı olduğunu
ve bunun da faydasını 1848 İhtilâli sırasında gördüğüne işaret etmektedir.

Bâbıâli idaresi tıpkı Balkanlar ve Adalarda olduğu gibi devletin Doğu


topraklarında ihtilâl endişesi yaşamıştır. Nitekim ihtilâl sırasında Trabzon,
Diyarbakır, Erzurum ve Halep örneğinde görüldüğü gibi ayrılıkçı fikirde olan bazı
kimselerin faaliyetleri olacağına dair istihbaratlar alınmış lakin fiiliyatta herhangi
bir olay yaşanmamıştır. Bu noktada Balkanlarda özellikle Bosna’da ihtilâl
taraftarlarının bazı zümreleri kışkırtmak için kullandığı Tanzimat düzenlemesinin
Trabzon örneğindeki gibi Anadolu’da gayrimüslim reayanın ayaklanmaması için
bir sebep teşkil ettiği görülmüştür. Bir diğer ifadeyle ferman, Müslüman reaya
değil de gayrimüslimleri devlete bağlama noktasında görünürde başarılı olmuştur.
Aslında Osmanlı idaresinin bahsi geçen yerlerde ihtilâl çıkacağı korkusu daha
ziyade Bâbıâli’nin paranoyasının bir tezahürü olduğu söylenebilir. Zira bu
dönemde bahsi geçen topraklarda ilerleyen zamanlarda devlet için büyük
sorunlara yol açacak olan Ermeniler dahi Millet-i sadıka statüsündedirler.
Dolayısıyla söz konusu dönemde buralardaki ahali üzerinde ihtilâlin fikirsel bir
etkisi bulunmamaktadır. Ancak bu aşamada ihtilâl gibi ayrılıkçı düşüncelerin
tohumlarının atıldığını da söylemek mümkündür ki devletin dağılma nedenleri
arasında bulunan ulusçuluk ideolojisi, kendini 19. yüzyılın son çeyreğinde başta
Balkanlar olmak üzere Anadolu’da da açık bir şekilde gösterecektir.

İhtilal hızlı bir şekilde Avrupa kıtasındaki devletlere yayılınca, olayların


Osmanlı topraklarına sıçramasına engel olmak isteyen Bâbıâli, geniş çaplı siyasî,
sosyal, askerî ve ekonomik tedbirler almayı zorunlu görmüştür. Zaman ilerledikçe
Osmanlı Hükümeti’nin aldığı tedbirlerin gereksiz olmadığı ortaya çıkmıştır.
Alınan önlemler arasında bilhassa askerî tedbirlere oldukça önem verilmiş, öyle ki

250
harp alanlarında faydadan ziyade zararı dokunan başıbozukların dahi askere
alınması gündeme gelmiştir. İhtilalin patlak vermesinin hemen akabinde Bâbıâli
tarafından ordu müşirlerine bir tahrirat gönderilmiş, askerî tedbirlerin
sıkılaştırılması istenmiştir ki kısa bir süre sonra Balkanlardan peşi sıra gelen
haberler bunun doğru bir strateji olduğunu açığa çıkarmıştır

Hem sîyasi hem de sosyal alanlarda ihtilâlin olası etkilerine karşı ılımlı bir
tedbir politikası yürüten Osmanlı idaresi, uluslararası siyasette Avrupa’daki ihtilâl
hareketleri belli bir noktaya gelene kadar taraf olmaktan kaçınmış; Bâbıâli’de
yapılan uzun tartışmalar neticesinde denge siyasetinde karar kılınmıştır. Osmanlı
idaresinin bu kararı, bir yerde tıpkı daha önce ihtilâllerde olduğu gibi bu ihtilâli de
Hristiyan aleminin iç meselesi olarak varsaymasından kaynaklanmaktadır. Sosyal
açıdan ise reaya ve devlet ilişkilerinde özellikle hassas davranılmış, valilerden en
küçük idarî sorumluya kadar neredeyse yollanan her tahriratta, başta Hristiyanlar
olmak üzere tebaaya iyi davranması uyarısında bulunulmuştur. Böylece olası
ayaklanmalara teşkil oluşturabilecek bahaneler ve sebepler ortadan kaldırılmaya
çalışılmıştır. Önlemler hususunda en çok üzerinde durulan Hristiyan ahaliye
dikkat edilme uyarısı, aslında o döneme kadar millet sistemi içinde sorunsuz
yaşayan unsurların artık devlet için tehlikeli hale geldiği ve millet sisteminin
Osmanlı toplumsal yapılanmasındaki rolünün çözüldüğünün göstergesi olmuştur.
Öte yandan alınan tedbirlerde sadece bir alanda yani askeri veya siyasi değil,
politik, askeri ve sosyal tedbirlerin bir arada yürütülmesi başarı oranını
arttırmıştır. Bu başarıda Osmanlı Devleti’nin Balkanlar ve Adalarda daha önce
yaşanan isyanlarda tecrübe kazanması da etkili olmuştur. 1821 Yunan İsyanı,
1841 Girit İsyanı, 1841 Niş İsyanı ve 1845 Arnavut İsyanı buna örnek verilebilir.

Avrupa’daki ayaklanmaların yayılmasıyla eş zamanlı olarak ekonomik


sorunlar da artmış, bu durum zaten kötü olan Osmanlı ekonomisini daha da
etkilemiştir. Batıdaki olaylardan ötürü ticarette durgunluk yaşanmış, gümrük
vergileri belirlenemediği için hem devlet hem de tüccarlar zarar etmiş, vergiler ya
toplanamamış ya da istenilen miktarda gelir elde edilememiştir. Malî alandaki
problemlerin giderilmeye çalışılmasında daha geçici düzenlemeler yapılmış, kalıcı
çözümler bulmaktansa Avrupa’daki olayların sonlanmasını beklemek tercih
edilmiştir. Aslında 1848 yılında yaşanan mâli sorunları doğrudan ihtilâle
bağlamak doğru değildir. Çünkü söz konusu sorunlar hem ihtilâl öncesinde de

251
zaten yaşanmakta hem de hazineyi rahatlatmak için dönem dönem borçlanma gibi
uygulamalara başvurulmaktadır ki ilerleyen zamanlarda benzer durumlarla sıklıkla
karşılaşılacaktır. Dolayısıyla 1848 İhtilâli’nin Osmanlı ekonomisine etkileri
doğrudan olmaktan ziyade dolaylı olmuştur demek daha yerindedir.

Tüm çalışma boyunca elde edilen verilerden hareketle 1848 İhtilâli’nin


Osmanlı Devleti’ni teğet geçmediği, aksine Bâbıâli’nin endişesinde son derece
haklı olduğu ortaya çıkmıştır. Zira birçok bölgede ihtilâl yanlılarının faaliyetleri
nedeniyle bazı ayaklanmaların çıktığı ve ihtilâlin etkilerinin 1849 yılının
ortalarına kadar fiili olarak hissedildiği görülmüştür. Ancak bu daha ziyade
ihtilâlin kuluçka dönemine işaret etmektedir. Bir başka ifadeyle bu türden
fikirlerin sonrasında matbuatın ve eğitimin gelişmesinin de etkisiyle Rum,
Ermeni, Maruni, Sırp, Bulgar gibi milletleri etkilemeye devam ettiği, ayrıca Tuna
havzasının uluslararası ticaretin ve fikirlerin dolaşım merkezi haline gelmesiyle
ihtilâl fikirlerinin komitacılık hatta tedhişçilik gibi giderek daha da kök salmasıyla
sonuçlanacak bir sürecin başlangıcı olmuştur.

Öte yandan Balkanlar özelinde bakıldığında bölgenin zaten sürekli savaş


sahası halinde olması, ekonominin bozulduğu, yeniçeri, mültezim, ayan ve
başıbozuk güçlerin aralarındaki çekişmelerin bölge halkı üzerindeki olumsuz
yansıması, sosyal dengenin ve adaletin bozulmasına zemin hazırlamıştır.
Dolayısıyla böylesi bir ortamda sosyal adaletsizliğe ve geleneksel otoritelere karşı
başkaldırı ideolojisinde olan ihtilâl fikirlerinin bölgede zemin bulması ve
yayılması hem hayli kolay hem de muhtemeldir. Ancak bölge halklarının ihtilâli
kavrayacak düzeyde eğitim seviyesine ulaşması geç dönemlerde olduğu için 1848
İhtilâllerinin kısa süredeki sonuçları geleneksel otoritelerin baskısı karşısında pek
de başarılı olamamıştır denilebilir. Nitekim Fransız İhtilâli ve 1830, 1848
İhtilâllerinin Osmanlı Devleti’ndeki geleneksel isyanları daha da karmaşık bir
yapıya kavuşturduğu da aşikardır.

Bu ihtilâlin Osmanlı’ya en büyük etkisi yanı başındaki komşusu


Avusturya’nın ihtilâlcilere karşı uyguladığı sert önlemler olmuştur. Karşı ihtilâl
hareketinin kontrolü eline geçirmesinden sonra buradaki ihtilâlcilerin birçoğu sınır
devletlere kaçarak ya da sığınarak fikirlerini buraya taşımışlardır ki bunların en
önemlileri ise Osmanlı’ya sığınan Macar ve Leh mültecilerdir. Bu açıdan

252
bakıldığında Osmanlı kendi gayrimüslim tebaasına sirayet etmediği sürece
ihtilâlcilere kapısını açmaktan çekinmediğini göstermektedir. Dahası onlara askeri
görevler vermek suretiyle desteklemesi, bir noktada ihtilâle destek verdiği
manasına gelmektedir. Ancak bu aslında hem Osmanlı toplum yapısı için çelişkili
bir durumdur ve Bâbıâli ricalinin ihtilâlin özünü kavramadıklarına ve 1848
İhtilâli’nin kendileri için Avrupa’daki gibi yıkıcı bir etkiye sahip olmadığı
kanaatinde olduklarına da işarettir. Zira söz konusu sığınmacılar mutlakiyet ve
imparatorluk rejimlerine karşı meşrutiyet ve cumhuriyeti destekleyen zihniyete
sahip ihtilâlcilerdir. Bu kimseler ilerleyen zaman içerisinde beraberinde
getirdikleri fikir ve ideolojilerini zaten kırılgan olan Osmanlı toplumlarına
taşıyarak farkında olmadan mutlak merkeziyetçiliğe dayalı yapıyı daha da kırılgan
hale getirmişlerdir.

Bu aşamada ihtilâl girişimlerinin neden Osmanlı Devleti’nde ilk etapta tam


manasıyla karşılık bulmadığı ve Avrupa’dakine benzer değişikliklere yol
açmadığına da kısaca bakmak gerekmektedir. Bunlardan ilki ihtilâl tehlikesinin en
çok görüldüğü Belgrad, Eflak ve Boğdan gibi yerlerin yerel idarelerinin zaten bir
nevi bağımsız olmasıdır. İkincisi, kontrolden çıkabilecek kadar büyük derecede
isyanlar henüz görülmemiştir. Zira Avrupa’da ortaya çıkan fikirler ya da
ideolojilerin Osmanlı’ya etkileri uzun zaman sonra ortaya çıkmamaktadır.
Osmanlı toplumunda Avrupa’dakine benzer bir ihtilâl tecrübesi ve buna hazır bir
zümrenin olmaması, 1848 İhtilâli’nin Osmanlı topraklarında başarısız olmasına
neden olan bir diğer unsurdur. Yine bu bağlamda ihtilâl geleneğine sahip
olunmaması ve 1848 İhtilâli’nin neden olan problemlerin halihazırda Osmanlı
içinde görülmemesi de ihtilâlin tebaa arasında karşılık bulmamasına sebep
olmuştur. Dolayısıyla milliyetçilik haricindeki diğer unsurlar Osmanlı için
yabancı meselelerden öteye gitmemiştir.

Öte yandan ihtilâlin Osmanlı’da karşılık bulmamasının bir nedeni de


ihtilâl kavramının manasında yatmaktadır. Karmaşa ve düzeni yıkmaya karşılık
gelen bu sözcüğün fikri kalıbı, Osmanlı gibi geleneksel ve muhafazakâr çizgide
olan devletlerde karşılık bulmamaktadır. Zira daha çok sol ideoloji tarafından
benimsenen kavram, sihirli bir asa gibi görülmekle birlikte hürriyete kavuşmanın,
halkı mutlu etmenin yoludur. İhtilâl düşüncesi özellikle 19. yüzyıl itibariyle sol ya
da sosyalist cenahta keskinleşecek ve daha radikal hale gelecektir. Buna karşın

253
1848 tarihinde Osmanlı Devleti’nde henüz sosyalizmi temsil edecek bir zümre
bulunmamaktadır. Dolayısıyla ihtilâl düşüncesinin de toplum içerisinde karşılığı
yoktur. Fakat bu fikri, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı’daki milli
isyanların içerisine görmek mümkündür. Bu kapsamda da 1848 İhtilâlleri ve
komünist ihtilâlleri en çok Ermeni ve Bulgar komitacılar vb. cemiyetlerin
çıkardığı isyanlarda etkili olduğu söylenebilir. Nitekim seküler manada bir ihtilâl
ancak 19. yüzyılın sonuna doğru Osmanlı’da görülmüştür.

254
KAYNAKLAR
(Bu tez çalışmasında APA 6 atıf sistemi kullanılmıştır)

ARŞİV BELGELERİ

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı (Osmanlı Arşivi)

Ali Fuat Türkgeldi Evrakı (HSD. AFT) 1:38.

Bâb-ı Âsafî Divan-ı Hümayun Kalemi Defterleri: (A. DVN) 36:62.

Bâb-ı Âsafî Düvel-i Ecnebiye Defteri (A.DVN.DVE.), 16:79.

Cevdet Zabtiye (C. ZB) 76:3794.

Cevdet Hariciye (C.HR) 76: 3755.

Cevdet Maliye (C.ML) 13:577.

Hariciye Nezareti Siyasi Kalemi (HR.SYS) 204:4; 2933:70; 2920:103; 1703:1; 6:20.

Hariciye Nezareti Tercüme Odası Evrakı (HR. TO) 628:33; 284:8; 211:35; 410:42.

Hariciye Nezareti Mektubî Kalemi Evrakı (HR.MKT) 21:62; 360:73; 23:26; 22:12; 19:65; 20:71;
21:67; 21:40; 20:14; 20:17; 21:41; 22:7; 21:19.

Hatt-ı Hümayun (HAT), 461: 22625; 1397:56119.

İrade Dâhiliye (İ. DH) 195:11061; 173:1276.

İrade Meclis-i Vâlâ (İ. MVL) 12:18).

İrade Eyalet-i Mümtaze Bulgaristan Evrakı: (I.MTZ) (04),1:13; (04)1:17.

İrade-i Hâriciye (İ. HR) 46:2200; 45:2100; 47,2229; 48:2266; 45:2134; 45:2108; 45:2092; 46:
2156.

İrade- Mesail-i Mühimme (İ. MSM) 67:1964; 35:986; 67:1965; 67:194; 82,2329; 67:1947; 28:793;
22:532; 21:530; 67:1927; 67:1925; 67:1930; 67:1937; 67:1938; 67:1942.

Maliyeden Müdevver Defterler (MAD. d.) 20667

Mabeyni Hümayun Evrakı (MB. İ) 3:5; 2:50.

Sadâret Mektûbi Kalemi (A.MKT), 123:95; 121:5, 123:69; 122:79; 139:39; 124:42;123:82;
194:75; 167:94; 121:50; 122:68; 115:32; No:46.; 218:1; 199:38; 122,25; 136,26; 114:24;
125:38; 126:53; 113:7; 133:61; 116:30; 117:80; 131:21; 126:43; 129:3; 128:21; 160:13;
142:10; 120:75; 160:107; 122:88; 123:91; 160:15; 128:87; 119:15; 155:81; 116:75;
152:43; 111:66; 114:79; 116:5; 170:54; 174:24; 157:15; 222:34; 120;19; 182: 30; 126:43;
208: 22

Sadâret Mektubî Kalemi Mühimme Evrakı (A.MKT.MHM) 5:8; 6:12; 7:9; 7:50; 11:65.

Sadaret Mektubî Kalemi Meclis-i Vâlâ Evrakı (A. MKT.MVL) 14:94; 9, A: 62; 9:93; 753:31;
7:28; 21:41.

Sadaret Âmedî Kalemi Defterleri (A. AMD) 5:10; 5:51; 6:67; 4:15; 10:13; 4:42; 5:38; 14:48;
11:63; 11:77.

255
Sadaret Mektubî Kalemi Umum Vilayat Evrakı (A. MKT. UM) 25:49.

Topkapı Sarayı Müzesi Evrakı (TS.MA, e) 56:9.

Arhivele Nationale Serviciul Arhive Nationale Istorice Centrale Biroul Arhive Medievale,
Fonduri Personale Şı Colectıı, Inventer nr: 1120

İngiliz Parlamento Arşivi: House of Commons Hansard Archives: Hansard; HC Deb 16 May
1848 vol 98 cc1109-39; HL Deb 25 January 1821 vol 4 cc117-118

Polonya Arşivi: 1/388/0/-/071- Archiwum Główne Akt Dawnych.

56/678/0/-/40- Archiwum Państwowe w Przemyślu, C. K. Starostwo w Jaśle Collection.

53/290/0/7.8/10814- Archiwum Państwowe w Poznaniu, Naczelne Przezydium Prowincji


Poznańskiej Collection; Archiwum Głowne Akt Dawnych- Zbiór Ikonografii Oddziału IV
(Kossuth).

ARAŞTIRMA ESERLER

Acar, H. (2019). Boğazlar Sorunu Üzerine Jeopolitik Bir Değerlendirme: İstanbul’un Fethinden
Montrö Boğazlar Sözleşmesine, Türkiye Siyaset Bilimi Dergisi, 2 (1), 114-119.

Adanır, F. (2015). Osmanlı ve Balkanlar, Bir Tarih Yazımı Tartışması, (Der. Fikret Adanır-
Suraiya Faroqhi). İstanbul: İletişim Yayınları.

Ahmed Cevdet Paşa. (2018). Tarih-i Cevdet. (Haz. Mehmet İpşirli). C.1, Ankara: Türk Tarih
Kurumu Yayınları.

Ahmed Cevdet Paşa. (1991). Tezakir. (Yay. Cavid Baysun). C. 1-12, Ankara: Türk Tarih Kurumu
Yayınları

Ahmed Lütfi. (1997). Mir’ât-ı Adâlet Yahud Tarihçe-i Adliye-i Devlet-i Aliyye- Osmanlı Adâlet
Düzeni. (Sadeleştiren: Erdinç Beylem). İstanbul: Marifet Yayınları.

Ahmed Lütfi. (1999). Vak’anüvis Ahmet Lütfi Efendi Tarihi, VI. VII. VIII. (Haz. Yücel Demirel).
İstanbul: Tarih Vakfı- Yapı Kredi Yayınları.

Al, H. (1997). Tanzimat Dönemi Bankacılık Teşebbüsleri, 1840-1852 (Yayınlanmamış Yüksek


Lisans Tezi) İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İktisat Fakültesi,
Türk İktisat Tarihi Anabilim Dalı, İstanbul.

Alan, S. (2018). Tanzimat Edebiyatı’nda Milli Kimlik İnşası, Kurgu Kahramanları Örneği.
İstanbul: Kesit Yayınları.

Alkan, N. (2019). “Balkanlarda “Osmanlı Barışı’ndan Balkanlaşmaya” Osmanlı Millet Sistemi'nin


“Paradoksal” Etkisi. Doğu Batı Düşünce Dergisi, 22(90).

Alasya, H. F. (1975). Megali Etniki Eteria’nın Yeni Uzantısı Filiki Eteria. Türk Kültürü Dergisi,
25-3.

Akçura. Y. (2017). Tarih-i Siyasi 1926-1927-1928 Ders Notları. (Haz. Erol Kılınç) İstanbul:
Ötüken Yayınları.

Akçura, Y. (2018). Osmanlı Devleti’nin Dağılma Devri (XVIII. ve XIX. Yüzyıllarda). İstanbul:
Parola Yayınları.

Akyıldız, A. (2003). Para Oldu Pul, Osmanlı’da Kâğıt Para, Maliye ve Toplum. İstanbul: İletişim
Yayınları.

256
Aksan, V. (2017). Kuşatılmış Bir İmparatorluk Osmanlı Harpleri 1700-1870. İstanbul: Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları.

Armaoğlu, F. (2003). Siyasi Tarih (1789-1914). Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi.

Ambroise-Rendu, A. (1999). Les journaux du printemps 1848: une Révolution Médiatique en


trompe-l'œil. Revue d'histoire du XIX e siècle, 19, 35-64.

Amann, P. (2016). Revolution and Mass Democracy: The Paris Club of 1848. Princeton-Oxford:
Princeton University Press.

Anastassiadou, M. (2001). Selanik (1830-1912) / Tanzimat Çağında Bir Osmanlı Şehri. (Çev. Işıl
Ergüden) İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.

Anderson, M. S (2001). Doğu Sorunu (1774-1923), (Çev. İdil Eser). İstanbul: Yapı Kredi
Yayınları

Andrews, C. M. (1896). The Historical Development of Modern Europe from the Congress of
Vienna to the Present Time, I815-I850. London-New York. G. P. Putnam’s Sons.

Anscombe, F. F. (2012). The Balkan Revolutionary Age. The Journal of Modern History, 84 (3),
572-606.

Arendt, H. (2012). Devrim Üzerine. İstanbul: İletişim Yayınları.

Aslantaş, S. (2009). Sırp İsyanının Uluslararası Boyutu (1804-1813). Uluslararası İlişkiler, 6(21),
109-136.

Aslantaş, S. (2013). Sırp Knezliği’nde İktidar Mücadelesi: 1838 Türk Anayasası’nın (Turski
Ustav) İlânı, Büyük Güçler ve Osmanlı Devleti. Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi,
9(17). 3-27.

Ateş, T. (2018). Siyasi Tarih. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.

Aydın, M. (2015). Vidin Kalesi. İstanbul: Ötüken Yayınları.

Bainville, J. (1926). History Of France. (Translated by Alice Gauss, A.M. and Christian Gauss),
New York-London: D. Appleton And Company,

Baladuroğlu, K. (1962). 1871 Olayları ve Namık Kemal. Yön Dergisi, 35, 13.

Barton, H. A. (1967). The Origins of the Brunswick Manifesto. French Historical Studies, 5(2),
146-169.

Banoğlu, N. A. (2005). Tarihte Girit ve Osmanlılar Dönemi. İstanbul: Kırmızı Beyaz Yayınları.

Beecher, J. (2012). Writers and Revolution Intellectuals and the French Revolution of 1848, Santa
Cruz: University of California.

Bengisu, Z. B. (2016). Türkiye’de Para ve Kur Politikası, Türkiye’de Uygulanan Kambiyo


Rejimlerinin Tarihçesi, İstanbul: Der Yayınları.

Berger H., Spoerer M. (2001). Economic Crises and the European Revolutions of 1848. The
Journal of Economic History, 61 (2), 293-326.

Berkes, N. (2012). Türkiye’de Çağdaşlaşma, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları

257
Berlin, I. (1948). Russia and 1848: The Slavonic and East European Review. School of Slavonic
and East European Studies, The Modern Humanities Research Association and University
College London, 26 (67), 341-360.

Bezucha, R. J. (1983). The French Revolution of 1848 and the Social History of Work, Theory and
Society, 12(4), 469-484.

Beydilli, K. (1992). Boğazlar Meselesi, İslâm Ansiklopedisi, (C.6, ss.266-269). Ankara: Türkiye
Diyanet Vakfı Yayınları.

Beydilli, K. (1996). Hünkâr İskelesi, İslam Ansiklopedisi (C.18. S.488-490). Ankara: Türkiye
Diyanet Vakfı Yayınları.

Berindei, D. (1999). Osmanlı Devleti ve Eflak’taki 1848 İhtilali, XIII. Türk Tarih Kongresi, 04-08
Ekim 1999, III. Cilt-I. Kısım, (s. 133-138), Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları,

Beşirli, M (1999). Osmanlıda Modernleşme ve Aydınlar, 1789-1908, Dini Araştırmalar, 2(5), 131-
158

Bolsover, G.H (1966). 1815-1914 Arasında Rus Dış Politikasına bir Bakış. (Cev. Y.
Kurat). Belleten, 30 (118). 265-290

Brass, A. (2021), On the Barricades of Berlin: An Account of the 1848 Revolution. (Translated by
Andreas Weiland). Canada: Foreword by Peter Light Black Rose Books.

Bridge, F. R., Bullen. R. (2005). The Great Powers and the European States System 1814-1914.
Edinburg: Pearson Longman Publishing.

Britannica, T. Editors of Encyclopedia. (2008). Holy Alliance. Encyclopedia Britannica [Erişim


tarihi: 14. 03. 2022, https://www.britannica.com]

Budaille, T. (2013). La Révolution, les réactionnaires et l'inconnu, Paris: Hachette Livre

C´irkovic, S.M. (2004). The Serbs. New York: Wiley Blackwell.

Cayley, E.S.F. (1856). The European Revolutions of 1848. In Two Volumes Vol. II London:
Smith, Elder, & Co.

Carpenter, K. (1999). Refugees of the French Revolution Émigrés in London, 1789–1802. London:
Macmillan Press.

Cerrahoğlu A. (1975). Türkiye’de Sosyalizmin Tarihine Katkı, İstanbul: May Yayınları.

Çakır, İ (2022). Milliyetçilik Akımının Osmanlı Devleti’ne Etkileri: Karadağ’ın Bağımsızlığı,


LAÜ Sosyal Bilimler Dergisi (XIII-I). 1-18

Çapraz, H. (2015). I. Aleksandr Dönemi Rusya’nın Balkan Politikası (1801-1825). Güney-Doğu


Avrupa Araştırmaları Dergisi, 2(28), 45-75

Çetin, H. (2001). Liberalizmin Temel İlkeleri. Cumhuriyet Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler
Dergisi, 2(1), 217-235.

Çorlu, S. M. (ty). Viyana Kongresi (Eylül 1814- Haziran 1815). Yeni Türk Mecmuası, 2287-2303.

Daskalov. R. (2004). The Making of a Nation in the Balkans: Historiography of the Bulgarian
Revival. New York: Central European University Press (Budapest).

Değirmenci, K. (2019). 1841 Girit İsyanı Öncesi Girit Valisi Mustafa Naili Paşa’nın Adada Aldığı
Önlemler. Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 62, 40-59.

258
Demirtaş, M. (2009). XIX. Yüzyılda İstanbul’a Göçü Önlemek İçin Alınan Tedbirler: Men-i
Mürûr Uygulaması ve Karşılaşılan Güçlükler. Belleten, 73 (268), 739-754.

Doğan, C. (2010). Bedirhan Bey İsyanı Tanzimat’ın Diyarbakır ve Çevresinde Uygulanmasına


Karşı Bir Tepki Hareketi. Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Dergisi, 2(12), 15-38.

Doğan, Y., Alkan, M.Ö. (2021). Tanzimat’tan Günümüze Türkiye İşçi Sınıfı Tarihi 1839-2014,
İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.

Dowe, D., Haupt. H., Haupt. G., Langewiesche. D., Sperber. J. (2008). Europe in 1848:
Revolution and Reform. New York-Oxford: Berghahn Books.

Drace-Francis, A. (2001). Literature, Modernity, Nation: The Case of Romania, 1829-1890.


(Doctoral Thesis). London: University College London, London.

Duman, O. (2014). Lübnan’da Maruni Dürzi Çatışmaları ve Osmanlı’nın 19.Yüzyıl Orta-Doğu


Siyaseti. Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 4(8), 1-12.

Dumanlı, Ç. (2019). Siyasi, Askeri ve İktisadi Yönleriyle 1848 Devrimleri ve Osmanlı Devleti’ne
Etkileri. Ankara: Berikan Yayınevi.

Düzcü, L. (2016). Korku ile Tedbir Arasında Bir İhtilâli İzlemek: 1848 İhtilâli ve Osmanlı
Hükümeti. Süleyman Demirel Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler
Dergisi, (38), 51-78.

Ebuzziya Tevfik. (1973). Yeni Osmanlılar tarihi, (Bugünkü Türkçeye Uygulayan: Şemsettin
Kutlu). C.II. İstanbul: Hürriyet Yayınları

Efe. H. (2018). Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye’de Yaşanan Göçler ve Etkileri, Sosyal Bilimler
Metinleri Dergisi, 1, 16-27.

Eren, E. (2019). Yunan Milliyetçiliğinin Tarihsel Arka Planı ve Politik Yansıma Örneği Olarak
Batı Trakya Sorunu. İzmir Sosyal Bilimler Dergisi, 1 (2), 77-85.

Erkan, S. (2010). Savaş ve Barış Bağlamında XIX. Yüzyıl Uluslararası İlişkileri’nin Özellikleri.
SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, 22, 93-115.

Ertaş. K (2017). Batılı Seyyahların Gözüyle 19. Yüzyılda Diyarbakır, Uluslararası Sosyal Bilimler
Kongresi, Şarkiyat Bilim ve Hikmet Vakfı Yayını, Diyarbakır

Esenwein, G. (2004). Socialism; Intellectual History of Socialist İdeas and Socialist Movements in
Europe. New Dictionary of the History of Ideas. 2227-2235.

Evans, J. W., Strandmann, H. Pogge Von. (2002). The Revolutions in Europe 1848-1849 from
Reform to Reaction. Oxford: Oxford University Press.

Feyzioğlu, H. S. (2003). Osmanlı İmparatorluğu’nda Seyahat İzinleri (18-19.Yüzyıl), Ankara


Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü Tarih Araştırmaları Dergisi,
XXI (33), 105-124.

Feyzioğlu, H. S, (2006). 1848 İhtilâlleri Sırasında Osmanlı Devleti'nin Balkanlar ve Adalar’da


Aldığı Önlemler, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü
Tarih Araştırmaları Dergisi, c. XXV, S. 39. 49-64

Finlay, G. (2014). Sultan Mahmud and Ali Pasha of Joannina. In History of the Greek
Revolution (Cambridge Library Collection- European History, pp. 65-117). Cambridge:
Cambridge University Press.

259
Florescu, Radu R. (2012). The Wallachian Revolution of 1848. The Journal of Modern History,
84(3), 572-606.

Fodor, P. (2002). “19. Yüzyılın İlk Yarısında Macaristan’da Reform Hareketleri ve 1848-49
İhtilali.” (Ed. C. İnal, N. Güngörmüş), Doğumunun 200.yıldönümünde Lajos Kossuth
1848-1849 Macar Özgürlük Mücadelesi ve Osmanlı-Macar İlişkileri, (s. 43-53). Kütahya:
Dumlupınar Üniversitesi Rektörlüğü.

Fulbrook, M. (2019). A Concise History of Germany, London: Cambridge University Press.

Gángó, G. (2001). 1848-1849 in Hungary. Hungarian Studies, 15(1), 39-47.

Georgescu, V. (1991). The Romanians a History. (Edited: Matei Calinescu: Translated: Alexandra
Bley-Vroman). U.S.A.: Ohio State University Press.

Gershoy, L. (1957). The Era of the French Revolution 1789-1799. New Jersey: D. Van Nostrand
Company.

Giritli, İ. (1989). Fransız İhtilâli ve Etkileri. Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, (15) 539-549.

Glenny, M. (2012). The Balkans Nationalism, War, and the Great Powers 1804–2012. Canada:
House of Anansi Press.

Gölen, Z. (2002). 1849-1851 Bosna Hersek İsyanı. Belleten, LXVI, 905-930.

Gölen, Z. (2009). 1857-1859 Bosna Hersek İsyanı. Belleten, 73(267), 465-522.

Gölen, Z. (2014). Karadağ Devleti’nin Doğuşu: Osmanlı-Karadağ Sınır Tespiti (1858-


60), Belleten, LXXVIII, 659-698.

Goldstone, J. (2020). Revolution: Structure and Meaning in World History: Said Amir Arjomand.
International Journal of Middle East Studies, 52(2):1-2

Gould, R.V. (1995). Insurgent İdentities, Class, Community, and Protest in Paris from 1848 to the
Commune. Chicago- London: The University of Chicago Press.

Gounaius, B.C. (1994). Doğu Akdeniz’de Liman Kentleri 1800-1914. (Ed. Çağlar Keyder, Y. Eyüp
Özveren, Donald Quataert Çeviren: Gül Çağalı Güven, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt
Yayınları

Gümüş, M. (2010). 1848 Mülteciler Meselesinde 19. Yüzyıl Türk Diplomasisi. History Studies
Dergisi, 2 (2), 255-280.

Gümüşsoy, E. (2008). 1860-1861 Cebel-i Lübnan İsyanı ve Osmanlı Devleti, Askeri Tarih
Araştırmaları Dergisi, 6 (12), 67-83.

Günay, N. (2005). Filik-i Eterya Cemiyeti. Gazi Üniversitesi Kırşehir Eğitim Fakültesi Dergisi, 6
(1), 263-287.

Güran, T. Uzun, A. (2006). Bosna-Hersek’te Toprak Rejimi: Eshâb-ı Alâka ve Çiftçiler Arasındaki
İlişkiler (1840-1875). Belleten, 70 (259), 867-902.

Gürkan, T. (2003). Osmanlı Malî İstatistikleri Bütçeler 1841-1918. Ankara: Devlet İstatistik
Enstitüsü Matbaası.

György, C. (2002). Macar Mültecileri. (Çev. Erol Hatipli) Türkler, (c.12, ss. 805-812). Ankara:
Yeni Türkiye Yayınları.

Hahn, H. J. (2013). The 1848 Revolutions in German-Speaking Europe, Published by Routledge

260
Hami, İ. (2014). Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e Modern Türk Düşüncesinde Milliyetçilik (Haz.
Mehmet Kaan Çalen, Haluk Kayacı). İstanbul: Bilgeoğuz.

Hamlin, C. (1877). Among the Turks. New York: American Tract Society/ Robert Carter and
Brothers.

Hanioğlu, Ş. (2008). A Brief History of the Late Ottoman Empire, New Jersey: Princeton
University Press.

Harsin, J. (2002). Barricades: The War of the Streets in Revolutionary Paris, 1830–1848. New
York: Palgrave Macmillan Press.

Harison, C. (2009). The International Encyclopedia of Revolution and Protest France, June Days,
1848, (Ed. Immanuel Ness). vol.1. New Jersey: Wiley-Blackwell Publication.

Headrick, D. R. (1976). Spain and the Revolutions of 1848. European Studies Review, 6, 197-223.

Hill, J. R. (2005). The revolutions of 1848 in Germany Revolutions of 1848 in Germany, Italy and
France, (Senior Honors Theses & Projects) Ypsilanty-Michigan: Eastern Michigan
University History and Philosophy, Michigan.

Hitchins, K. (1994). Rumania 1866-1947. New York: (Oxford History of Modern Europe) A
Clarendon Press Publication

Hobsbawm, E. (2012). Devrim Çağı 1789-1848. Ankara: Dost Kitabevi.

Hobsbawm, E. (2017). Sermaye Çağı 1848- 1875. Ankara: Dost Kitabevi.

Horváth, E. (1934). Russia and the Hungarian Revolution (1848-9). The Slavonic and East
European Review,12(36), 628-645.

İnalcık, H., Quarter D. (2006). Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi 1600-1914.
C.2. İstanbul: Eren Yayımcılık.

İnalcık, H. (1942). Bosna’da Tanzimat’ın Tatbikine Ait Vesikalar, Ankara: Maarif Vekâleti,

İnalcık, H. (2005). Türkler ve Balkanlar, BAL-TAM Türklük Bilgisi 3, Prizren: 20-44

İnalcık, M., Seyithanlıoğlu. M. (2015). Tanzimat, Değişim Sürecinde Osmanlı İmparatorluğu.


İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

Işıksel, G. (2012). 16. Yüzyılın İkinci Yarısında Osmanlı-Safevi Sınırında Eşkıyalar: Bir
Çözümleme Denemesi. Kebikeç, 33, 35- 48.

Jelavich, C. Jelavich, B. (2000). The Establishment of the Balkan National States, 1804-1920,
Seattle-London: University of Washington Press.

Jelavich, B. (2020). Balkan Tarihi, 18. ve 19. Yüzyıllar, C.1. İstanbul: Küre Yayınları.

James, R. S. (1998). Metternich’s Theory of European Order: A Political Agenda for: Perpetual
Peace. The Review of Politics, 60, 121-126.

Jennifer, E. (2015). Sessions Colonizing Revolutionary Politics Algeria and the French Revolution
of 1848 French Politics. Culture & Society, 33(1), 75–100.

Jones, G.S. (1983). The Mid-Century Crisis and the 1848 Revolutions: A Critical Comment.
Theory and Society, 12 (4), 505-519.

261
Jørgensen, C.M. (2012). Transurban İnterconnectivities: An Essay on the İnterpretation of the
Revolutions of 1848. European Review of History-Revue europe´enne d’histoire, 19(2),
201–227

Judson, P. M. (2016). The Habsburg Empire: A New History Cambridge. Cambridge-


Massachusetts: Harvard University Press.

Kameriok, J.J. (1950). Great Britain and the Comiheirtal Revolutions of 1848. Iowa: by University
of Iowa Press.

Kann, R.A., David Z.V. (1984). The People of the Eastern Habsburg Lands, 1526-1918. Seattle
and London: University of Washington Press.

Karasu, C. (2000). 1848 İhtilâllerinin Osmanlılar Tarafından Algılanışı. Yeni Türkiye Yeni Türkiye
Yayınları, 33-37.

Karal, E. Z. (2007). Osmanlı Tarihi Nizam-ı Cedid ve Tanzimat Devirleri (1789-1856). C.6.
Ankara: Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Tarih Kurumu Yayınları.

Karpat, K. (1994). Eflak, İslâm Ansiklopedisi (C.10, ss.466-469). Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı
Yayınları.

Karpat, K. (2017). Osmanlı’da Milliyetçiliğin Toplumsal Temelleri, İstanbul: Timaş Yayınları.

Karpat, K. (2015). Balkanlar’da Osmanlı Mirası ve Milliyetçilik, İstanbul: Timaş Yayınları.

Karpat, K. (2002). Studies on Ottoman Social and Political History Selected Articles and Essays.
Leiden: Koninklijke Brill NV.

Kartal, M., Pesen, B. (2012). Osmanlı Dönemi’nde Diyarbakır İngiliz Konsolosluğu’nun


Ermenilerle Olan Münasebetine Genel Bir Bakış, Socrates Journal of Interdisciplinary
Social Studies, 7(8), 56-74.

Kayapınar, A. (2004). İki Balkan Şehri Tırnova ve Vidin’de Türkler (Bulgar Çarlığından Osmanlı
İmparatorluğuna). Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi,
2 (9), 117-141.

Kaymaz, C. (2012). Devrim Nedir? Devrim Kavramına Tarihsel Bir Bakış (Yayınlanmamış
Yüksek Lisans Tezi). Edirne: Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu
Yönetimi Anabilim Dalı, Edirne.

Kazgan, H. (2005). Galata Bankerleri. C.1. Ankara: Orion Yayınevi.

Keçiş, M. (2009). Trabzon Rum İmparatorluğunun Kuruluşunda Çevreyle Olan İlişkileri,” Tarih
Araştırmaları Dergisi, 28 (46), 143-162.

Kedourie, E. (1961). Nationalism. London: Auckland Bombay Toronto Johannesburg New York,
Hutchinson & CO

Khan, H. (2014). Brunswick Manifesto of 1792 Against the Revolutionary France: An Example of
Blatant Foreign Intervention with Counterproductive Consequence. Jhss, 5(2), 1-22.

Kiel, M. (2001). Karlı-ili, İslâm Ansiklopedisi, (C. 24, ss.499-502). Ankara: Türkiye Diyanet
Vakfı Yayınları.

Kiel, M. (2001). İzdin, İslâm Ansiklopedisi, (C. 23, ss.505-506). Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı
Yayınları.

Kiel, M. (2011). Tesalya, İslâm Ansiklopedisi, (C.40. ss.522-526). Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı
Yayınları.

262
Kitchen, M. (2006). A History of Modern Germany 1800-2000. New Jersey-Hoboken: Blackwell
Publishing.

Kohn, H. (1982). Nationalism Its Meaning and History, Florida: Robert E. Krieger Publishing
Company Malabar

Kokdaş, İ. (2015). 18. ve 19. Yüzyıllarda Aşağı Tuna’da Habsburg Politikaları ve Tuna Nehri
Ticaretinde İmparatorluklar Arası Rekabet. Ordu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi, 5 (12), 177-195

Koltuk. N., Sağlamçubukcu. S.A., Alikılıç D., Topal. M., Öztürk. M. (2018). Osmanlı
Belgelerinde Halep. No: 25. İstanbul: Türk Dünyası Belediyeler Birliği (TDBB)
Yayınları.

Koselleck, R. (2016). Kavramlar Tarihi: Politik ve Sosyal Dilin Sematiği ve Pragmatiği Üzerine
Araştırmalar, İstanbul: İletişim Yayınları.

Kökce, H. (2021) Din ve Milliyetçik İlişkisi: Kolaylaştırıcı mı Zorlaştırıcı mı? OPUS, 18/40 2776-
2796.

Krestić, V. D. (2014). Croatian Pretensions to Bosnia and Herzegovina Since 1848. Serbian
Academy of Sciences and Arts Belgrade, Balcanica XLV, 267-294

Kurkina, A. T. (2019). State Boundaries in the Minds of Men: Bulgarian Intellectuals Dividing the
Balkans in the Mid-19th Century. Colloquia Humanistica, 8, 17-36.

Kutlu, S. (2018). Milliyetçilik ve Emperyalizm Yüzyılında, Balkanlar ve Osmanlı Devleti,


İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.

Kütükoğlu, M. (2006). Mürur Tezkiresi, İslâm Ansiklopedisi (C.32. ss.60-61). Ankara: Türkiye
Diyanet Vakfı Yayınları.

Lee, S. (2019). Avrupa Tarihinden Kesitler 1789-1980. Ankara: Dost Kitabevi.

Leovac, D. (2022). Two Visits of Serbian Prince Mihailo Obrenovic to The Sultans in 1839/40 and
1867, (Haz. Semiha Nurdan-Muhammed Özler), XVIII. Türk Tarih Kongresi III. Cilt
Osmanlı Tarihi ve Medeniyeti, (s. 273-283). Ankara: TTK Yayınları.

McLaverty, P. (2005). Socialism and Libertarianism. Journal of Political Ideologies, 10(2), 185-
198.

Maggach, D., Stedman Jones G. (2018). The 1848 Revolutions and European Political Thought.
Cambridge: Cambridge University Press

Maier L. (2000). Maier: Lothar Maier, The Revolutions of 1848 in Moldavia and Wallachia, (in
Dieter Dowe et al., eds., trans. David Higgins) Europe in 1848: Revolution and Reform,
Oxford Press, pp. 186-209.

Manav, N. (2009). Devlet-Banker İlişkileri Çerçevesinde Baltazzi Ailesi, (Yayınlanmamış Yüksek


Lisans Tezi). İstanbul: Marmara Üniversitesi Türkiye Araştırmaları Enstitüsü Türk Tarihi
Ana Bilim Dalı Yakınçağ Tarihi Bilim Dalı, İstanbul.

Manav, N. (2018). 19. Yüzyıl Galata’sından Bir Banker: Darphane-İ Âmire ve Sefaretler Bankeri
Jacques Alléon. Osmanlı Medeniyeti Araştırmaları Dergisi, 4(7), 89-105.

Mardin, Ş. (2017). Türk Modernleşmesi, Makaleler 4. İstanbul: İletişim Yayınları.

Martin, G. (1967). 1848 Devrimi, (Çev. Sevim Belli). Ankara: Anadolu Yayınları.

Marx, K., Engels, F. (2010). Marx and Engels 1848-49, Volume 8, London: Lawrence & Wishart.

263
Marx, K. (2016) Fransa’da Sınıf Mücadeleleri 1848-1850, (Çev. Erkin Özalp). İstanbul: Yordam
Kitap

Marx, K., Engels, F. (1977). Doğu Sorunu [Türkiye], (Çev. Yurdakul Fincancı). Ankara: Sol
Yayınları.

Marx, K., Engels, F. (1992). Alman İdeolojisi [Feuerbach], (Çev. Sevim Belli). Ankara: Sol
Yayınları.

Meriage, P. M. (1978). The First Serbian Uprising (1804-1813) and the Nineteenth-Century
Origins of the Eastern Question. Slavic Review, 37(3), 421-439.

Mufassal Osmanlı Tarihi. (1972). (Haz. Heyet) C.VI. İstanbul: Güven Basımevi, İstanbul.

Molnár, M. (2001). A Concise History of Hungary, (Cambridge Concise Histories). (Trans. A.


Magyar). Cambridge: Cambridge University Press.

Nazır, B. (2016). Osmanlı’ya Sığınanlar Macar ve Polonyalı Mülteciler, İstanbul: Yeditepe


Yayınları.

Ocak, Ahmet Y. (1998). Hıdırellez, İslâm Ansiklopedisi, (C.17, ss.312-315). Ankara: Türkiye
Diyanet Vakfı Yayınları.

Osterhammel. J. (2009). The Transformation of the World a Global History of the Nineteenth
Century. (Translated by Patrick Camiller). Princeton and Oxford: Princeton University
Press.

Ortaylı, İ. (2018). İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İstanbul: Timaş Yayınları.

Ortaylı, İ. (ty). Gelenekten Geleceğe, İstanbul: Alkım Yayıncılık.

Özcan, A. (2001). İslâmcılık, İslâm Ansiklopedisi, (C.23, ss.70-71). Ankara: Türkiye Diyanet
Vakfı Yayınları.

Özçoşar, İ. (2008). 19. Yüzyılda Diyarbakır’da Hıristiyan Cemaatler. Sosyal Bilimler Araştırma
Dergisi SBARD, 12, 53-69.

Özcangaz, M. (2015). Avrupa Ahengi’nin Yapısal Özellikleri Çerçevesinde “Güç Dengesi” ve


“Politik Eşitlik” Kavramlarının Karşılaştırılması (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi).
İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Siyaset Bilimi ve Uluslararası
İlişkiler Anabilim, İstanbul.

Özsüer, E. (2015). Tarihin “Öteki” Yüzü: Türkiye ve Yunanistan Örneğinde Tarihi Yeniden
Algılamak. TUHED, Türk Tarihi Eğitimi Dergisi, 4(2), 165-201.

Özsüer, E. (2016). 19. Yüzyıl Avrupa Romantiklerinin 1821 Mora İsyanı Üzerindeki Siyasi ve
Kültürel Etkileri, Türkiyat Mecmuası, c.26/2, 325-344.

Pala, N. (2009). Eflak ve Boğdan’da Osmanlı Hakimiyeti ve Fuad Efendi’nin Layihası


(Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Kütahya: Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Yakınçağ Tarihi Bilim Dalı, Kütahya.

Palairet, M. (1997). The Balkan Economies c. 1800-1914, Cambridge: Cambridge University


Press.

Pamuk, Ş. (2007). Osmanlı-Türkiye İktisadî Tarihi 1500-1914. İstanbul: İletişim Yayınları.

Pelz, W.A. (2016). A People’s History of Modern Europe. London: Pluto Press.

264
Pıçak, M. Eroğlu, O. (2018). Osmanlı Döneminde Diyarbakır’ın Sosyo-Ekonomik Yapısı. Dicle
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 20, 70-82.

Pražák A. (1927), Czechs and Slovaks in the Revolution of 1848: The Slavonic Review, Published
by: the Modern Humanities Research Association and University College London, School
of Slavonic and East European Studies, 5 (15), 565-579.

Polisenský, J. V. (1980). Aristocrats and the Crowd in the Revolutionary Year 1848: A
Contribution to the History of Revolution and Counter-revolution in Austria. New York:
State University of New York Press.

Rath, R.J. (2013). The Viennese Revolution of 1848 Austin. Texas: University of Texas Press.

Rawls, J. (2007). Siyasal Liberalizm. (Çev. Mehmet Fevzi Bilgin) İstanbul Bilgi Üniversitesi
Yayınları.

Robertson, P. (1952). Revolutions of 1848, A Social History. Princeton-New Jersey: New


Princeton University Press- Oxford University Press.

Rude, G. (2018). Fransız Devrimi. İstanbul: İletişim Yayınları.

Sadoğlu, H. (2016). Balkanlarda Milliyetçilik ve Din. Uluslararası Politik Araştırmalar Dergisi,


2(1), 1-10.

Sancaktar, C. (2011). Balkanlar’da Osmanlı Hakimiyeti ve Siyasal Mirası. Ege Stratejik


Araştırmalar Dergisi, 2 (2), 27-47.

Sander, O. (2020). Siyasi Tarih İlk Çağlardan Günümüze 1918’e. Ankara: İmge Kitabevi.

Sarıyıldız, G. (1994). Karantina Meclisi'nin Kuruluşu ve Faaliyetleri. Belleten, 58, 329-376.

Saydam, A. (1997). Osmanlıların Siyasî İlticalara Bakışı ya da 1849 Macar-Leh Mültecileri


Meselesi. Belleten, 61 (231), 339-386

Selimoğlu, İ. (1987). Osmanlı Devrinde Bulgar İsyanları (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi).
Ankara: Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, Ankara.

Sewell, Jr. W.H. (1980). Work and Revolution in France the Language of Labor from the Old
Regime to 1848. Cambridge: University of Arizona-Cambridge University Press.

Smith, A. S. (2003). Nationalism and Modernism a critical Survey of Recent Theories of Nations
and Nationalism, Florida- New York- Philadelphia: Taylor & Francis Publishing.

Smith, D. M. (1988). The Making of Italy, 1796-1866, London-New York: Palgrave Macmillan-
Holmes & Meier Publishing.

Smith, F.B. (1977). Great Britain and The Revolutions of 1848. Labour History, 33, 65-85.

Spagnolo, John P. (1977). France & Ottoman Lebanon 1861-1914. London: Ithaca Press.

Sperber, J. (2005). The European Revolutions, 1848–1851, New York: Cambridge University
Press, New York.

Spencer, M. Di S. (2018). Italy from Revolution to Republic 1700 to the Present. New York-
London: by Routledge.

Sydney, N. F. (1952) Ottoman Feudalism and Its Influence Upon the Balkans. The
Historian, 15(1), 3-22.

265
Şıvgın, H. (2000). 19. Yüzyılın İlk Yarısında Ayıntap. OTAM Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi
Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi, 11 (11), 503-553.

Şimşek, K. (2021). Mehmet Ali Paşa ve Vehbiler. Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi,
21 (42), 19-46.

Şişman, A. (2004). Tanzimat Döneminde Fransa’ya Gönderilen Osmanlı Öğrencileri. Ankara:


Türk Tarih Kurumu Yayınları.

Tansuğ, F. (2017). Osmanlının Son Döneminde Adalı Rumlar: İmroz, Limni, Semadirek, Taşöz.
İstanbul: Pan Yayıncılık.

Taştan, Y. K. (2017). Balkan Savaşları ve Türk Milliyetçiliğinin Doğuşu. İstanbul: Ötüken


Neşriyat.

Taylor, A. J. P. (1976). The Habsburg Monarchy I809-I918 a History of the Austrian Empire and
Austria-Hungary, Fellow of Magdalen College, London: Hamish Hamilton.

Temizer. A. (2015), Karadağ Ekonomisine Farklı Bir Bakış ve Osmanlı Mirası, Balkanlar'da
Osmanlı Mirası ve Defter-i Hâkânî, C.1, İstanbul: Libra Yayınları

Tevfik, E. (1973). Yeni Osmanlılar Tarihi, C.1 (Çev. Şemsettin Kutlu). İstanbul: Hürriyet
Yayınları.

Thomson, Guy P. C. (2001). Garibaldi and the Legacy of the Revolutions of 1848 in Southern
Spain. European History Quarterly, 31 (3), 353-395.

Turan, Ş. (1994). Edirne Antlaşması, İslâm Ansiklopedisi, (C.10, ss.442-443). Ankara: Türkiye
Diyanet Vakfı Yayınları.

Todorova, M. (2010). Balkanlar’ı Tahayyül Etmek. İstanbul: İletişim Yayınları.

Toprak, S. (2019). 19. Yüzyılda Balkanlarda Ulusçuluk Hareketleri ve Avrupa Devletlerinin


Politikası. Ankara: Gece Akademi.

Tóth, H. (2014). An Exiled Generation German and Hungarian Refugees of Revolution, 1848-
1871. Cambridge: Cambridge University Press.

Tilly, C. (2016). Avrupa’da Devrimler. (Çev. Özden Arıkan) İstanbul: Alfa Tarih.

Timur, T. (2019). Devrimler Çağı, 1848-1871-1917, İstanbul: Yordam Kitap.

Timur, T. (2017). Mutlak Monarşi ve Fransız Devrimi, İstanbul: Yordam Kitap.

Tucqueville, A. (1995). Eski Rejim ve Devrim. (Çev. Turhan Ilgaz) İstanbul: Kesit Yayınları.

Tukin, C. (1996). Girit, İslâm Ansiklopedisi (C.14, ss.85-93). Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı
Yayınları.

Turan, H. (2019). III. Selim’den Tanzimat’a Osmanlı Devleti’nde Yeniden Yapılanma


Hareketleri. Aksaray Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 11(2), 37-
46.

Türkçe Sözlük. (1998). (Haz. Türk Dil Kurumu). Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.

Türkgeldi, A. F. (1928). Ricâl-i Mühimme-i Siyasiyye. İstanbul: Yeni Matbaa.

Uçarol, R. (1995). Siyasi Tarih 1789-1994. İstanbul: Filiz Kitabevi.

266
Uluerler, S. (2022). Fransa ile Rusya Arasında İmzalanan Tilsit Antlaşması’nın (1807) Osmanlı
Devleti'nin Dış Politikasına Etkileri. Bingöl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi,
23(1), 149-166.

Uygun, S. (2011). Sırp İsyanı ve Hurşid Ahmet Paşa, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi,
4(17), 416-436

Uygun, S. (2015). Aşağı Tuna’da bir Fransız Buharlı Nakliyat Kumpanyası ve Ticari Faaliyetleri,
Osmanlı Devleti’nde Nehirler ve Göller 1, (Haz. Şakir Batmaz, Özen Tok). Kayseri: Not
Yayınları. 349-369

Uzun, A. (2002). Tanzimat ve Sosyal Direnişler Niş İsyanı Üzerine Ayrıntılı Bir İnceleme (1841).
İstanbul: Eren Yayıncılık.

Üçok, C. (1975). Siyasal Tarih (1789-1960). Ankara: Sevinç Matbaası.

Ülman, H. (1963). 1840-45 Arasında Suriye’nin Durumu ve Milletler Arası Politika. Ankara
Siyasal Bilimler Fakültesi Dergisi, XVIII (3), 243-268.

Veinstein, G. (2001) Selanik 1850-1918 “Yahudilerin Kenti ve Balkanlar’ın Uyanışı”. (Çev.


Cüneyt Akalın). İstanbul: İletişim Yayınları.

Yaycıoğlu, A. (2016). Partners of the Empire The Crisis of the Ottoman Order in the Age of
Revolutions, Redwood City- Kaliforniya: Stanford University Press.

Yenidoğan, M. (2018). 1849-1851 Bosna İsyan (Yayınlamamış Yüksek Lisans Tezi). İstanbul:
İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Yakınçağ Bilim Dalı,
İstanbul.

Yeşil, F. (2015). Avrupalı İhtilalciler ve İstanbul, Antik Çağ’dan XXI. Yüzyıla Büyük İstanbul
Tarihi. (Ed. M. A. Aydın.). C. II/1. İstanbul: İSAM Yayınları. 409-415.

Yıldız, Ö. (2017). Ana Hatlarıyla Yakınçağ Tarihi. İstanbul: Yeditepe Yayınevi.

Yıldız, Ö. (2012). 20. Yüzyıl Başlarında Selanik Limanında Deniz Ticareti. Çağdaş Türkiye Tarihi
Araştırmaları Dergisi, 12 (24), 27-46.

Zinkina, J. Ilyin, I. Korotayev, A. (2017). The Nineteenth-Century Urbanization Transition in the


First World, Globalistics and Globalization Studies, 164–172; [Erişim Tarihi 06.01.2023,
https://www.sociostudies.org]

Zürcher, E. J. (2000). Modernleşen Türkiye'nin Tarihi. İstanbul: İletişim Yayınları.

Wallerstein, I. (2015). Modern Dünya Sistemi III (Çev. Latif Boyacı), İstanbul: Yarın Yayıncılık

Wilson. D.C.S. (2014). Arnold Toynbee and the Industrial Revolution the Science of History,
Political Economy and the Machine Past. History & Memory, 26(2), 133-161.

Wilkinson Sir J. G. (1848). Dalmatia And Montenegro, Vol. I, London, John Murray.
SÜRELİ YAYINLAR (gazetelerin tarih ve sayıları dipnotlarda gösterilmiştir)

Currier De Constantinopole

Ceride-i Havadis

Hürriyet

İrade-i Milliye

267
Jurnal De Constantinopole

New York Herald

Takvim-i Vekai

The Daily Union

The Times

Weekly National İntelligencer

268
EKLER
Ek 1: İhtilâlin Hemen Sonrasın Bâbıâli Tarafından Bazı Eyalet, Kaza ve Adalara
Gönderilen Genelge (A. MKT, 121: 5).

269
Ek 2: Eflâk ve Boğdan’daki İhtilâli Nedeniyle Bölgeye Gönderilen Talat
Efendi’ye Verilen Talimatnâme (A.DVN, 36: 62).

270
Ek 3: Avusturya Konsolosu Tarafından Belgrad’taki Olaylar Hakkında Bâbıâli’ye
Gönderilen Yazı (İ. MSM, 35: 986).

271
Ek 4: 1848 İhtilâli’nin Patlak Vermesi Ardından Alınması Gereken Tedbirler İçin
Bâbıâli’de Yapılan Müzakereye Ait Belge (İ.MSM, 67: 1927).

272
Ek 5: İhtilâl Nedeniyle Denizlerde Tedbir Alınması Gereken Tedbirler
Konusunun Kaptan Paşa’ya Devredilmesini Gösteren Belge (İ. MSM, 67:1930).

273
Ek 6: 1848 Yılı Temmuz Ayında Poliçelerden Gelen Toplam Kuruş Miktarı (İ.
MSM, 22: 532/3)

- Günler Kuruş Toplam


1 Perşembe 053508
2 Cuma 000000
3 Cumartesi 006260
4 Pazar 106601
5 Pazartesi 524729
- - - 691098
6 Salı 177273
7 Çarşamba 000000
8 Perşembe 000000
9 Cuma 000000
10 Cumartesi 149343
11 Pazar 274085
- - - 1291799
12 Pazartesi 0026912
13 Salı 0025686
14 Çarşamba 0025318
15 Perşembe 0423307
- - - 1693022
16 Cuma 000000
17 Cumartesi 0060653
18 Pazar 0228123
19 Pazartesi 000000
- - - 1981798
20 Salı 000000
21 Çarşamba 0475322
22 Perşembe 000000
23 Cuma 000000
24 Cumartesi 0179490
- - - 2636610
25 Pazar 0148311
26 Pazartesi 0124211
27 Salı 000000
28 Çarşamba 0005262. 20
29 Perşembe 0031910. 15
30 Cuma -
31 Cumartesi 0001920. 20
- - - 294,822,515
- - - Kese Küsurat
(Kuruş)
- - - 5896 225

274
Ek 7: 1848 Yılının Ağustos Ayının Başından Yirmi Beşinci Gününe Kadar
Poliçelerden Gelen Miktar (İ. MSM, 22: 532/3).
Günler Kuruş Toplam
1 Pazar 000000
2 Pazartesi 014400
3 Salı 107123
4 Çarşamba 004937
5 Perşembe 212945
- - - 339405
7 Cumartesi 000000
8 Pazar 344758
9 Pazartesi 273344
10 Salı 443756
- - - 1400263
11 Çarşamba 0090419
12 Perşembe 0080000
13 Cuma 000000
14 Cumartesi 0001650
15 Pazar 0043078
- - - 1615410
16 Pazartesi 000000
17 Salı 000000
18 Çarşamba 000000
19 Perşembe 000000
20 Cuma 000000 1615410
- - -
21 Cumartesi 0615624
22 Pazar 000000
23 Pazartesi 0110614
24 Salı 0010000
25 Çarşamba 0010000
- - - 1615410
- - - Kese Küsurat
(Kuruş)

- - - 4723 148

275
Ek 8: 25 Ağustos 1848’de Maliye Hazinesinde Mevcut Olan Miktar (İ. MSM, 22:
532/5).
Birim Maliye hazinesinde Ödenmesi Açıklama
var olan miktar gereken
miktar
Kese 32549 03779 Bu miktar ağustos ayı
içerisinde ödenmesi
zorunlu olan miktardır.
Bazı masraflar için
önceden ayarlanmış 7500
kese bunun dışında
bırakılmıştır.
Kese 00250 Eksik olan evrak-ı
nakdiye için ödenmesi
gereken miktardır.
Kalan 28520 Maliye hazinesinde söz
konusu iki kaleme
toplamda 4029 kese
ödeme yapılmıştır.

276
Ek 9: 1848 Yılı Ağustos Ayında Yapılan Masraf ve Ödenmesi Gereken Miktar (İ.
MSM, 22: 532/5).
Ödenek ayrılması gereken yerler Ödenmesi gereken Miktar Açıklama

Fabrikalar Nezareti 1500 kese Geri ödenmesi şartıyla


Hazine-i Hassa-i
Şahane tarafından
istenmiştir.

Nizamiye hazinesi 10691 kese Eksikten dolayı


istenmiştir.
Nizamiye 1450 kese Ağustos ayı için
önceden istenmiştir.
Sermaye hazinesi 1571 kese Eksikten dolayı
istenmiştir.
Evkaf-ı Hümayun ve Haremeyn 1600 kese Evkaf-ı Hümayun ve
hazineleri Haremeyn
hazinelerindeki açık ve
Hırka-i Şerife
binasının tadilatı için
istenmiştir.
Vükela-yı izam Ağustos maaşı ve 10476 kese
tayinatları
Harbiye 2140 kese Alacağa sayılmıştır.
Tophane 804 kese -
Nizamiye hazinesine 469 kese Bazı görevlilerin
temmuz ayı maaşları
için istenmiştir.
Selimiye Kışlası 400 kese Masraflar içindir.
Selimiye Kışlası 400 kese Tuğla ederidir.
Mekteb-i Harbiye binası 400 kese İnşası için eksik olan
tutardır.
Darülfünun binası 200 kese İnşası için eksik olan
tutardır.
Toplamda ihtiyaç duyulan miktar 32101 Kese
Hazinede bulunan miktar 28520 kese
Açık görünen miktar 03581 kese
Ağustos ayında Kumpanyalar kasalarında bulunan miktar 01758 kese
Emaneten hazinede bulunan miktar 01034 kese

Kumpanyalar ve emanet miktarının hazineye dahil edilmesi 00789 kese


sonucunda çıkan açık miktar

277

You might also like