Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 162

Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü

Tarih Anabilim Dalı

PEHLEVİ İRAN’INDA KADIN (1941-1965)

Sezin Cansu GÜRER

Yüksek Lisans Tezi

Ankara, 2020
PEHLEVİ İRAN’INDA KADIN (1941-1965)

Sezin Cansu GÜRER

Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü

Tarih Anabilim Dalı

Yüksek Lisans Tezi

Ankara, 2020
Bu çalışma; aileme, yol arkadaşlarıma ve yaşam hakkı elinden alınan tüm kadınlara ithaf edilmiştir.
4

ÖZET
GÜRER, Sezin Cansu, Pehlevi İran’ında Kadın (1941-1965), Yüksek Lisans Tezi, Ankara,
2020

Bu tez, 1925-1979 yılları arasında İran’da hüküm süren Pehlevi Hanedanı’nda kadının siyasi,

ekonomik ve toplumsal statüsünü 1941-1965 yılları özelinde ele almaktadır. Çalışmanın

birinci bölümünde İran’ın 19. yüzyılda değişmeye başlayan siyasi ve toplumsal gündeminin

İranlı kadının durumunu nasıl etkilediği ve kadınların bu gündemde teşkil ettiği konum

incelenecektir. Ancak Pehlevi rejiminden önce Kaçar Hanedanı tarafından gerçekleştirilen

Batılılaşma politikaları, ekonomik kriz ve 1905-1911 Meşrutiyet Devrimi süreci açıklanacak,

İranlı kadınların sürece aktif katılımı ele alınacaktr. İkinci bölümde; Rıza Pehlevi tarafından

Pehlevi Hanedanı’nın kurulması, yeni devlet sisteminin oluşumu ve İran’ın sosyo-kültürel

yapısında başlatılan modernleşme hareketinin muhafazakar toplum yapısında meydana

getirdiği çarpıklık anlatılacaktır. Bu inceleme sırasında kadınların büyük değişimlere basın-

yayın organları ve örgütler aracılığıyla geliştirdiği tepkiler incelenecektir. Üçüncü ve son

bölümde modern bir yönetim olan Pehlevi İran’ında Muhammed Rıza Pehlevi dönemi ve

kadının toplumda var olabilme mücadelesi, dönemin dinamikleri ve Beyaz Devrim’de kadının

statüsüne yer verilecek, 20. yüzyılda İranlı kadının değişen siyasi ve toplumsal taleplerini

şekillendiren süreç ele alınacaktır.

Anahtar Sözcükler

Pehlevi Hanedanı, Modernleşme, Kadın, İran, Reform, Beyaz Devrim


5

ABSTRACT
GÜRER, Sezin Cansu, Women in Pahlavi Iran (1941-1965), Master’s Thesis, Ankara, 2020

This thesis discusses women’s political, economic and social organization during Pahlavi

Dynasty which ruled Iran during 1925-1979 and specific to 1941-1965. In the first chapter of

the study, how Iran’s political and social agenda which started changing in the 19 th century

affected the situation of the Iranian women’s social status and the poisiton of women on this

agenda will be analyzed. At the same time, the westernization policy performed by Qajar

Dynasty, economic crisis and 1905-1911 constitution revolution will also be analyzed; Iranian

women’s active participation to the process will also be discussed. In the second chapter, it

will be discussed that the foundation of the Pahlavi Dynasty by Rıza Pehlevi, the development

of the new governance system and the deviancy on the traditional/conservative structure

which was caused by the modernization movement initiated on Iran’s socio-cultural structure.

During the analysis, reactions developed by women to major changes through media and

organizations will be analyzed. In the third and the last chapter, in the modern structure of

Pahlavi Iran, struggle of women to exist in society during Muhammed Rıza Pehlevi era, the

dynamics of the period and the women’s status in White Revolution will be covered; and it

will be discussed that the formative process of Iranian women’s changing political and social

demands and state notions in 20th century.

Keywords

Pahlavi Dynasty, Modernization, Woman, Iran, Reform, White Revolution


6

İÇİNDEKİLER
ÖZET........................................................................................................................................iv
ABSTRACT...............................................................................................................................v
GİRİŞ.........................................................................................................................................1
1.BÖLÜM: İRAN’DA 19. YÜZYILDA SİYASİ VE TOPLUMSAL GÜNDEM...............20
1.1: Kaçar Hanedanı (1796-1925)..........................................................................................21
1.2: Batılılaşma........................................................................................................................29
1.3: İran Meşrutiyet Devrimi’nde Kadın..............................................................................35
2.BÖLÜM: RIZA PEHLEVİ DÖNEMİNDE İRAN’DA BATILILAŞMA VE KADIN
(1925-1965)...............................................................................................................................44
2.1: Sopalı Modernleşme........................................................................................................48
2.2: Modernleşmeye Tepkiler.................................................................................................55
2.3: Muhalif Hareketlere Uygulanan Sansür (1929-1939)...................................................69
3. BÖLÜM: GELENEK VE MODERN ARASINDA: ŞAH MUHAMMED RIZA
PEHLEVİ’NİN KADINLARI (1941-1965)...........................................................................74
3.1: Şah Kontrollü Modernleşme (1941-1965)......................................................................80
3.2: Şah Muhammed Rıza Pehlevi Döneminde İran’da Kadın Hareketleri......................97
SONUÇ...................................................................................................................................106
KAYNAKÇA..........................................................................................................................112
EKLER...................................................................................................................................120
Ek 1: Muhammed Rıza Pehlevi’nin 3 Ekim 1940’ta (11.07.1319) İran İçişleri Bakanlığı
aracılığıyla örtünme zorunluluğunun olmadığına dair yayınladığı belge.......................120
Ek 2: “İran Vatandaşlarının Kıyafetlerini Ülke İçinde Düzenleme Yasası (‫قانون متحدالشکل‬
‫)نمودن البسه اتباع ایران در داخل مملکت‬, Birleşme Kanunu” 26 Ocak 1929 (6 Bahman 1307)...121
Ek 2.1: “İran Vatandaşlarının Kıyafetlerini Ülke İçinde Düzenleme Yasası (‫قانون متحدالشکل‬
‫)نمودن البسه اتباع ایران در داخل مملکت‬, Birleşme Kanunu” 26 Ocak 1929 tarihli kanun belgesi
(Türkçe).................................................................................................................................122
Ek 3: 16 Şubat 1936 (26 Bahman, 1314) tarihli İçişleri Bakanlığı tarafından gönderilen
“Devlet Memurlarına ve Eşlerine Yönelik Kılık Kıyafet Düzenlemesi” Belgesi.............123
Ek 4: 1941 yılında İranlı bir vatandaşın meclise sunduğu şikâyet dilekçesi...................124
Ek 5: Tahran’da bulunan Britanya Konsolosluğu’nun 20 Şubat 1936 tarihli yıllık
raporunda kadınlara uygulanan yasakların anlatıldığı belge..........................................125
FOTOĞRAFLAR..................................................................................................................126
Ek: Orijinallik Raporu.........................................................................................................150
7

Ek: Originality Report.........................................................................................................151


Ek: Etik Komisyon Muafiyet Formu..................................................................................152
Ek: Ethics Commission Form forThesis.............................................................................153
1

GİRİŞ
Bu tezin amacı, İranlı kadınların Pehlevi Hanedanı (1925-1979) yönetiminde geçirdiği sosyal
ve siyasi dönüşümleri, kadın mücadelesi ve mücadele kanalları üzerinden incelemektir.
Bununla birlikte İran’da hala kadının toplumdaki geleneksel-modern imajı üzerinden
sürdürülen çatışmaların, kadınların temel ve siyasi haklar mücadelesinin tarihsel evreleri
sunulacaktır. Son olarak, modern İran tarihinde politikalarıyla idealize edilen Pehlevi
Hanedanı’nın kadın politikasının göz ardı edilen ikiliği örneklerle açıklanacaktır.

Çalışmanın kapsamı, 19. Yüzyılda Kaçar Hanedanı’nın modernleşme politikaları ve


Meşrutiyet Devriminin kadın hareketlerine oluşturduğu temellerden başlamakta ve sırayla;
Rıza Pehlevi (1878-1944) dönemi kadın politikası ve modernleşme hareketleri, ardından
Muhammed Rıza Pehlevi (1919-1980) dönemi kadınların siyasi hak mücadelelerinden
oluşmaktadır. Bu olay örgüsü içinde İranlı kadınların, yöneticilerin kendileri üzerinde
uygulamaya çalıştığı kadın politikalarına karşı geliştirdikleri bireysel mücadelelere, öne çıkan
isimlere, muhalif yapılanmalarında seslerini duyurmak için oluşturdukları dernekler, örgütler
ve yayınlar ele alınacaktır. Çalışma boyunca kullanılan kişi, yayın ve kurum adları, Farsça
yerine Latin alfabesi kullanılarak aktarılmıştır. Özel adların paylaşılmasında, “w”, “sh”, “gh”
gibi Türkçe’de bulunmayan seslere rastlanacaktır. Bu durumun sebebi, özel adların geçtiği
kaynakların çok büyük bir kısmının İngilizce olması akabinde İngilizce telaffuzlarına göre
yazılması ve adların, kaynağın orijinaline sadık kalmak amacıyla doğrudan alınmış olmasıdır.
Sesleri Türkçeleştirmek yerine, parantez içinde tüm özel adların Türkçe karşılıkları
verilmiştir.

Tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapan İran, geniş yüzölçümü (1.643.000 km2)
ve kalabalık nüfusu ile dikkat çekmektedir (Naskali, 2000: 392). 19. yüzyılın sonu ve 20.
yüzyılın başında İran’ın demografik yapısına baktığımızda, bu döneme dair net rakamlar
vermek zor olmakla birlikte, İran’ın resmî olmayan kaynaklarına ve İran’da yaşayan
yabancıların verdiği bilgiler ışığında, 1850-1860’larda genel nüfusun dört ila 10 milyon
arasında değiştiği iddia edilmektedir (Karacan, 2013: 3). Coğrafi genişliğine ve kültürel
çeşitliliğine rağmen İran, tarih boyunca sınırları çok büyük değişimlere uğramadan, kimliğini
büyük oranda koruyabilmiş nadir ülkelerden biridir. Coğrafî konumunun ticari ve siyasi
etkinliklere elverişli olması İran’ı; Osmanlı İmparatorluğu, Fransa, Britanya ve Rusya gibi
büyük imparatorlukların rekabet alanı haline getirmiştir. İran, 1501 yılında Şah İsmail (1487-
2

1524) tarafından kurulan Safevi Hanedanı(1501-1736) ile birlikte İslam tarihinde ilk kez
müstakil bir siyasi kimliğe kavuşmuştur (Üstün, 2000: 400).

18. yüzyılda Avrupa’da yaşanan Fransız Devrimi (1789-1799), dünyada etkileri günümüze
dek süren köklü fikrîve işlevsel dönüşüm hareketlerini doğurmuştur. Bu hareketlerde Batı
tarzı tüketim, siyaset ve düşüncenin Doğu’ya akın ettiği ve Doğu’da Batı tarzı modernleşme
ilhamının doğduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Dabashi, Avrupa’nın bu dönemde
“Üçüncü Dünya Ülkerleri”ni yarattığını ve Avrupai idealizasyonun bu ilerlemeyle başladığını
savunmaktadır (Dabashi: 2007). Avrupa’nın idealize edilmesi özellikle Doğu devletleri için
bir örnek teşkil etmeye başlamış ve Avrupa tarafından öne sürülen fikrî ve görsel toplum
düzenleyici unsurlar, ideal kabul edilmiştir. Bu dönemde ortaya çıkan ve yönetimler üzerinde
tesiri en yüksek olan kavram, modernlik olmuştur. Modern ( ‫ نوگرا‬-, modernity) kavramı ilk
kez geç 5. yüzyılda artık Hristiyan olan yeni dönemi, Pagan ve Roma geçmişinden ayırt
etmek için kullanılmıştır(Özdikmenli, 2006: 30). Hristiyanlık kökeninden türetilen bu kavram,
Latince modernus olarak karşımıza çıkmaktadır. Anthony Giddens’a göre modernizm kavramı
“17. yüzyılda Avrupa’da ortaya çıkan ve daha sonra dünya çapında etkisi yayılan sosyal
yaşam veya kurum biçimidir.” (Giddens, 1996). Max Weber’e göre modernizm, kültürel bir
olgudur ve rasyonel aklın ürünü olan kültürel ilerleme ve değişimin temelidir (Weber, 2002).
Metin’e göre “Modernleşme kavramı, teorik olarak, tarihsel süreç içinde “eskimiş” olan
geleneğe dayalı toplumsal, kültürel, siyasal yapıların, değerlerin ve ilkelerin çözülerek
yerlerine “yeni ve daha iyi” olduğu düşünülen ölçütlerin geçirildiği bir evrim sürecidir”
(Metin, 2011: 27).

18. yüzyılın sonundan itibaren başta Fransa olmak üzere Avrupa’daki birçok devlet, toplum ve
modernleşme kavramını ön plana çıkartarak, bu kavramın gelişimini her alanda ilerlemeci
ideolojiyle desteklemişlerdir. Avrupa’da birçok devlet, toplumsal ve siyasi dinamikleri
birleştirerek özgün modernleşme sürecini başlatmıştır. Modernleşme fikrinin ekonomi, bilim
ve sanat gibi alanlarda da uygulanması, zamanla ileri rekabet kıstasları oluşturmaya
başlayarak bir yaşam standardı haline gelmiş ve Batı’yı 19. yüzyılda dünya tarihini Metin’in
ifadesiyle, “rakipsiz belirleyicisi” haline getirmiştir (Metin, 2011: 21). Modernleşme
fikri/kavramı, Batıda mevcut bir yönetimi, sistemi veya işleyişi değiştirmek üzerinden kabul
edilirken aynı durum kendini Doğu toplumlarında; geleneği muhafaza etmek koşuluyla
gerçekleştirilmeye çalışılan bir laiklik pratiği olarak göstermektedir. Yani Batı’da gerçekleşen
modernleşme projeleri organik (kendiliğinden gelişen, içsel olan) seyrederken; Doğu tarzı
3

modernleşme projesi çoğunlukla inorganik (tepeden inme, devlet eliyle olan)


gerçekleştirilmiştir.

Modernleşme fikrinin toplumsal hayatta öne çıkartılması, Doğu ve Batı arasında hâlihazırda
bulunan farkları çeşitlendirmiş; hukuk, siyaset, yaşam standartları ve kültür gibi alanlarda
gözle görülür farklılıklar yaratmıştır. Batı’nın ekonomik ve kültürel emperyalizm idealleri,
Avrupa’nın modernizm gerekçesiyle Doğu’ya yönelmesini meşrulaştırıcı görev görmüştür.
Ekonomik emperyalizm Doğu’yu hızla fakirleştirirken kültürel empeyalizm; Doğu toplumları
için güç ve modernlik algısının “Batı gibi olmak” fikriyle şekillenmesine ve çarpık
modernleşme pratiklerinin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Batı’nın hızla değişen imajı
Doğu toplumları tarafından rol model alınmıştır. Doğu’nun çarpık modernleşme örneklerinin
istinası Osmanlı Devleti ve ardından Türkiye Cumhuriyeti’dir. Her iki devlet de Doğu
kültürünün hâkim olduğu toplumlarda olmasına rağmen, modernleşme fikrini hâlihazırda
benimsemiş ve uygulama deneyimi kazanmış olması, süreci çarpıklaşmaktan korumuştur. Bu
bağlamda, devlet kurumunun ve toplumun anayasal hak ve özgürlüklerle şekillendirilmesi,
aniden gelişen ve hazırlıksız bir durum olmak yerine sürece yayılmış dengeli bir modernleşme
pratiği olarak karşımıza çıkmaktadır. Tarihin en eski medeniyetlerinden olan İran da bu
projenin bir parçası olmuştur. Nitekim İran modernleşmesi, süreç, hız ve politikalar
bağlamında Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti kadar sistemli gelişmemiştir.

İran’da 19. yüzyılda hanedan politikası olarak sarayda ve toplumda uygulanan modernleşme
fikri ve hareketleri, ağırlıklı olarak Kaçar Hanedanı’nda (1794-1925) saraya yakın/bağlı
kişiler ve hanedan mensupları tarafından hayata geçirilmiştir. Kaçar hükümdarlarının ve saray
eşrafının halkın ekonomik ve toplumsal sıkıntılarından uzak olması, uygulanmak istenen
modernleşme projelerinin ağırlıklı olarak saraya yakın kesimlerle sınırlı kalmasını ve yine bu
kesim lehinde işlerlik göstermesine sebep olmuştur. Hanedanın bu durumu, İranlı tarihçi Bijan
Cezani tarafından “Şehzadelerin ve onlara hizmet eden birçok kişinin büyük ve gereksiz
paralar aldığı, nüfuzlu din adamlarının ve yandaşların devlet hazinesinden geçim sağladıkları
bir hanedan” (Cezani, 2014: 51) olarak tanımlanmıştır. Çalışmanın sonraki bölümünde
detaylandırılacak olan, Şah Nasreddin Kaçar’ın (1831-1896) modernleşme projesinde
kadınları sahnede ve fotoğraflarda görmek istemesi (Scheiwiller, 2017: 58) dışında kadınlar,
yöneticiler tarafından, herhangi bir ilerlemenin parçası olarak görülmemişlerdir. Kaçar
Hanedanı modernleşme hareketlerinde geleneksel Şii kalıplar üzerinden günlük hayatını
sürdüren ve erkek egemen toplumun bir “gereği” olarak geri planda tutulan kadınlar, saray
tarafından yapılan modernleşme hareketlerinde de geri planda tutulmuşlardır. Buradan
4

hareketle, Kaçar Hanedanı tarafından uygulanmak istenen kısa modernleşme politikalarının,


kadınlar üzerindeki patriarkal yetkileri sınırlandırmadan modernleştirmeye ve devamını
sağlamaya yönelik oluşturulduğu yorumunu yapmak mümkündür. Nitekim 19. yüzyılın
sonunda İran’da kadınların da baskısıyla modernleşme hareketleri; anayasa, örtünme, medeni
haklar gibi toplumu doğrudan ilgilendiren alanlarda sosyal sınıflara yayılmaya başlamıştır
(Jahanbegloo, 2013: 11). Bu yayılma, 1906 Meşrutiyet Devrimi ile resmiyet kazanmıştır.
Meşrutiyet Devrimi’nin ürünleri olan anayasa ve vatandaşlık hakları olay olarak tek başına
önemli olsa da devrimi oluşturan olay örgüsü ve bu olay örgüsünde İranlı kadınların
mücadelesi, göz ardı edilemeyecek kadar büyüktür. Zira toplumsal cinsiyet rollerinin erkek
egemenliğinin sınırlarına göre belirlendiği bir toplumda, kadınların kendilerine çizilen
özgürlük sınırlarının dışına çıkabilmeleri, örgütlenme ve muhalefet oluşturma gücünü kanun
yapıcılar üzerinde kullanabildiklerini görmekteyiz. Bu sebeple Meşrutiyet Devrimi sadece
kadınların hak arayış mücadelesi değil, aynı zamanda toplumsal kısıtlanmalara
başkaldırılarıdır.

İran’da değişim hareketleri, 19. yüzyılda İngiltere, Rusya ve Fransa için ekonomik rekabet
alanı haline gelmesi ve akabinde bu ülkelerin İran içinde artan siyasi ve ekonomik otoritesiyle
İran’ın yarı sömürge durumuna düşmesiyle hız kazanmıştır. Kaçar hükümdarlarının toplumun
çoğunluğunu oluşturan tüccar ve çiftçi sınıfını zora sokacak şekilde İngiltere ve Rusya’ya
verdiği ticari imtiyazlar, İran-Rus savaşlarının (1804-1813 /1826-1828) ve savaşlar sırasında
alınan dış borçların halka yüklenen ağır vergilerle tahsil edilmesi, ekonomik istikrarsızlığa,
halkta ise siyasi huzursuzluklara sebep olmuştur. Üstelik ülkede otoritesi açıkça büyüyen
İngiltere ve Rusya’nın varlığı, İran halkında milliyetçi söylemlerin çıkmasına ve milliyetçi
tepkilerin artmasına sebep olmuştur. 1900lerin başında halk, hanedanın yönetiminden
duyduğu hoşnutsuzluğu dile getirmeye başlamıştır. Muhalefetin akabinde İran halkı, 1906
yılında ulema önderliğinde anayasa oluşturulması talebiyle sokaklara dökülmüş ve bu talep,
kısa süre içinde kadınların da siyasi talepleri için otoriteyle ilk büyük mücadelesini verdiği
Meşrutiyet Devrimi’ne evrilmiştir. 1906 Meşrutiyet Devrimi'nden 1979 İslam Devrimi'ne
kadar İran politikası, sosyo-politik çabalara ve hanedanların despotik egemenliklerine sınır
koymak için sivil mücadelelere sahne olmuştur (Jahanbegloo, 2013: 11).

Siyasi tarihinin, olayın öneminin ve halkın kazanımlarının dışında Meşrutiyet Devrimi’nin


İran tarihi için en önemli noktalarından biri, anayasanın ilanına dek saray kadınları dâhil
olmak üzere, İranlı kadınların protestolara aktif katılımlarıdır. Maruz kaldığı tüm ataerkil
otoriteye ve geleneksel yaşam tarzlarına rağmen İranlı kadınlar, hanedana karşı
5

gerçekleştirilen protestolarının organizasyonu, yeraltı örgütlenmesinin sağlanması,


devamlılığının takibi ve çoğunluğa direnen muhalif kişilerin etkisizleştirilmesi gibi birçok
konuda zaman zaman silahlanarak mücadele etmişlerdir. Kadınların protestolardaki işlevi
sadece bu etkinliklerle sınırlı kalmamıştır. Bu süre içinde kadınlar; kendilerinin de erkekler
gibi vatandaşlık statüsünde görülmesi, çok eşliliğin yasaklanması, eğitim, seçme ve seçilme
hakkı gibi temel taleplerini dile getirme fırsatı bulmuşlardır. Bu çalışmanın ilk bölümünde,
söz konusu dönemde İranlı kadınların Kaçar Hanedanı’nda temel hakları için verdikleri
mücadele ve mücadelenin olay örgüsü ele alınacak, 19. yüzyılda İranlı kadınların talepleri ve
düşünce yapısı incelenecektir.

Nitekim 1921 yılında Rıza Pehlevi’nin askerî darbesiyle 131 yıllık iktidarı sarsılan Kaçar
Hanedanı, 1925 yılında Pehlevi Hanedanı’nın kurulmasıyla resmen sona ermiş ve Pehlevi
Hanedanı, 20. yüzyılda gelişmekte olan ve Müslüman nüfusun ağırlıkta olduğu ülkelerin hızla
uyguladığı modernleşme projelerinin İran’daki temsilcisi olmuştur. Pehlevi Hanedanı’nda
Rıza Pehlevi’nin modernleşme projesi kapsamında öncelikli olarak devlet kurumları şer’i
hukukun bazı alanları (evlilik, çok eşlilik ve boşanma gibi) korunarak modernleştirilmiş,
ulemanın siyasi otoritesi kısıtlanmış, modern ticaret ve sanayi faaliyetleri başlatılmış,
eğitimde ve toplumsal yaşamda modern İranlılar yaratma amacı güdülmüştür. Bu kurumsal
değişimlerin yanı sıra ideolojik değişim de gerçekleşmiştir. Rıza Pehlevi’nin “öze dönüş”
fikriyle Pehlevi Hanedanı’nın Safevi Hanedanı ile kimlik ve özlük bağı olduğu iddiası
vurgulanmış, İranlılık olgusu ve millî birlik teması öne çıkartılmıştır. Pehlevi Hanedanı,
İran’ın hızla modernleşerek Doğu ülkeleri içinde ilerleme ve modernleşmenin temsilcisi
olmasını, yeni ve ideal vatandaşlık algısı oluşturarak gerçekleştirmek istemiştir. Bu amaçla,
devletin her alanında uygulanmaya çalışılan modernleşme projesi, oldukça radikal
yöntemlerle, İran halkının imajı ve yaşam tarzı üzerinde görsel olarak da uygulanmaya
çalışılmıştır. Şah Rıza Pehlevi 1927 yılında, ilhamını Türkiye Cumhuriyeti’nde Mustafa
Kemal Atatürk (1881-1938) öncülüğünde gerçekleştirilen ve Türkiye halkı tarafından hızla
benimsenen modernleşme hareketlerinden aldığı (Keddie, 2007: 87; Pehlevi, 2003), kıyafet
düzenlemesini sunmuştur. Çalışmanın ikinci bölümünde detaylandırılacak olan bu uygulama
ve yeni düzenlemelere göre İran halkından sarık, fes, çarşaf ve peçe gibi dinî aidiyetleri
sembolize eden geleneksel kıyafetlerin kadın-erkek fark etmeksizin terk edilmesi ve yerine
şapka, etek gibi Batı tarzı modern kıyafetlerin giyilmesi istenmiştir. Muhafazakâr-geleneksel
toplumlarda rastlanan erkek egemen otorite, ulemanın toplum düzenleyici misyonu ve kadının
konumunu belirleyen yegâne unsur “mahrem” kavramı göz önüne alındığında kıyafet kanunu,
6

toplumda büyük tepkiye sebep olmuştur. Bu düzenleme 1936’da kanunlaştırılana dek halkın
katılımı çok az olmuştur. (Cronin, 2010: 96). 1935 yılında ulema ve içlerinde kadınların da
olduğu bir grup, “çarşaf yasağının kişilik haklarına ve İslam’a saygısızlık olduğu” iddiasıyla,
İran’ın Meşhed kentinde bulunan Goharshad Camii’nde çıkan isyan ile Şah’a ilk
başkaldırısını gerçekleştirmiştir (Tulunay, 2006: 43). Ghoharshad Camii İsyanı olarak tarihe
geçen bu olayla ilk büyük muhalefetini yaşayan Şah Rıza Pehlevi, halkın muhalefetine sert bir
yaptırım olarak bu tarihe dek zorunlu olmayan kıyafet düzenlemesini, 7 Ocak 1936’da
kanunlaştırmıştır (Sancar, 2011: 20). Çarşaf yasağının kanunlaştırıldığı 7 Ocak günü, 1979’a
kadar Ruz-e Azadi Zanan (Kadınların Kurtuluş Günü) olarak kutlanmıştır (Hoodfar, 1999: 14).
Bu kanunlaştırmayla birlikte kıyafet düzenlemesinin uygulanması ve devamlılığı, kurala
uymayanlara cezai yaptırımlar uygulanmak suretiyle ve polis gücüyle desteklenmiştir. Bu
dönemde kıyafet düzenlemesi hususunda karşımıza çıkan en önemli detay, kadınlara
uygulanan polis şiddeti olmuştur. Kıyafet düzenlemesi, kıyafetlerini inançlarının olduğu kadar
içine doğdukları geleneksel yaşam tarzının da sembolü olarak kullanan, Batı tarzı kıyafetleri
mahremine saldırı olarak gören, İran’ın kırsallarında yaşayan kadınlar için travmatik
tecrübeler doğurmuştur. İkinci bölümde belgelerle detaylandırılacak olan, İranlı kadınlara
kıyafet düzenlemesi üzerinden uygulanan fiziksel ve psikolojik şiddet, toplumda sadece siyasi
ve ideolojik ayrılıklara değil, aynı zamanda kadınların da kendi içinde görsel ve fikrî olarak
ayrışmasına sebep olmuştur. Rıza Pehlevi’nin polis şiddeti ve dayatmayla birleştirilen
modernleşme projesi (Coll 28/9: 286/1038; Sancar, 2011: 199-200; Pehlevi, 2003: 120), kısa
süre içinde İranlı kadınların, eşleri de dâhil olmak üzere muhalif tepkilerine sahne olmuştur
(Haeri, 1989: 25). Muhalif tepkileri yansıtmak için başta Name-i Banuvan ve Zaban-e Zanan
olmak üzere birçok kadın gazetesi mevcutsa da sıkıyönetimde Şah tarafından 1934 yılında
kapatılmıştır (de la Camara, 2012: 17; Najmabadi, 2010: 214).

1941 yılında Rıza Pehlevi tahttan çekilene dek İranlı kadınlar, çarşaflarını çıkartmak
istemedikleri için ikinci sınıf vatandaş muamelesine, sokaklarda çarşaf ve örtülerle gezdikleri
için polis şiddetine maruz kalmışlardır. 1941 yılına kadar kadınlar için oluşturulan eğitim
fırsatları ve kadının toplumda ön plana çıkartılmaya çalışılması, hanedanı destekleyen
kesimlerce olumlu sonuçlar doğurmuştur. Bununla birlikte -Türkiye Cumhuriyeti’nde
yapılanın aksine- modernleşmenin sunduğu imkânlardan, Şah Rıza’nın çizdiği sınırlara
uymak koşuluyla izin verilmiştir. Bu kısıtlı ve kurallı modernleşme politikası, Pehlevi
Hanedanı’na ve özellikle Rıza Pehlevi dönemi modernleşmesine başka bir perspektiften
bakmayı gerekli kılmaktadır. Buna göre Rıza Pehlevi döneminde modernleşme düşüncesinin
7

ve yeni ideal vatandaşlık kavramının ortaya çıkışıyla rejim ve halk arasındaki ilişkinin
yeniden düzenlendiği çıkarımı yanlış olmayacaktır (Bora, 2010: 54-55).

1941 yılında Şah Rıza Pehlevi’nin tahttan çekilmesinin ardından İran, Rıza Pehlevi’nin oğlu
Şah Muhammed Rıza Pehlevi yönetiminde 1953’e kadar görece özgür bir politik dönem
yaşamıştır (Erden, 2017: 85). Halkın, babasının politikalarına ve sert tutumuna muhalefetini
göz ardı etmeyen Şah Muhammed Rıza, aynı yıl tahta geçmiş ve babası Rıza Pehlevi’nin
aksine daha ılımlı bir yönetim anlayışını benimsemiştir. İyi niyetinin göstergesi olarak
yorumlanabilecek olan 1941 yılında yayınlanan kararla, kıyafet düzenlemesi kanununun
kaldırıldığını, çarşaf yasağının olmadığını ve İran halkının kıyafetleri üzerinde devletin
herhangi bir yaptırımının olmayacağını beyan etmiştir (Bkz. Ek 1). Daha sonra bu beyanın
tam tersi durumlar ortaya çıksa da Şah Muhammed Rıza döneminde (1941-1979) İranlı
kadınlar, polis şiddetinden ve resmî makamlarca uygulanan baskıdan kurtulmuştur.

Şah Muhammed Rıza yönetimin vaad ettiği siyasi özgürlük ortamında kadınlar, Meşrutiyet
Devrimi’nden süregelen siyasi hak ve taleplerini yineleyerek mücadelelerine kaldıkları yerden
devam etmişlerdir. Bu hak ve taleplerinde yine boşanma, iş, eğitim, seçme ve seçilme hakkı,
velayet hakkı üzerine çalışmışlardır. Bu çalışmalarda kadınlar, 1953 yılına kadar, seslerini
duyurmak ve kendileri gibi haklarından mahrum bırakılan kadınlar için sorunları ele aldıkları
birçok dergi, gazete bastırmış ve kadın dayanışmasını öne çıkartan dernekler kurmuşlardır.
Devlet eliyle kadınlara uygulanan baskıların Şah Muhammed Rıza döneminde tamamen
sonlandığını düşünmek yanlış olmakla birlikte, bu baskının 1953 yılına kadar sonra örtülü bir
devlet kontrolü ile gerçekleştirildiğini bilmek önemlidir. 1953 yılına kadar, Rıza Pehlevi
tarafından kapatılan muhalif Jamait Nisvan Vatankha Iran (İranlı Yurtsever Kadınlar
Dergisi), Payke Sa’adat (Mutluluğun Habercileri), Dokhtaran-e Iran(İran’ın Kızları) gibi
kadınların hayatlarına ve fikirlerine yönelik yayınlar yapan dergi ve gazeteler tekrar yayın
hayatına başlamıştır. Shahidi, Muhammed Rıza Pehlevi’nin 1941 yılında tahta çıkışından
1953 yılına dek İran’da 2700 gazetenin basıldığını belirtmiştir (Shahidi, 2002: 75). 1950’lere
gelindiğinde İran’da İngiltere’nin siyasi ve ekonomik etkinliğinin giderek artması, Kaçar
Hanedanı döneminde olduğu gibi sol ve milliyetçi kitle hareketlerinin yoğunlaşmasına sebep
olmuştur. Dönemin milliyetçi kimliğiyle öne çıkan Başbakanı Muhammed Musaddık (1882-
1967) tarafından İran petrolünün millileştirilmesi gerektiği fikriyle (Abrahamian, 1982: 424)
Şah Muhammed Rıza’ya meclis içinde –ve büyük bir halk desteğiyle- ilk büyük muhalefeti
8

göstermiştir. Musaddık’ın kadın haklarının uygulanması için anayasal düzenleme yapma


projesi ise bu dönemde özellikle kadınların toplu/bireysel desteğini kazanmasına yardımcı
olmuştur. Halkın Muhammed Musaddık’a yoğun destek vermesi üzerine Şah Muhammed
Rıza tahtının ve müttefik Amerika Birleşik Devletleri ile ilişkilerinin bozulacağı endişesi ve
1953 yılında CIA destekli olduğu iddia edilen bir darbeyle Başbakan Musaddık’ı devirmiştir.
Darbenin ardından halkın muhalefetini de sıkıyönetim politikasıyla bertaraf etmeye çalışarak,
kendisine ve politikalarına karşı oluşabilecek herhangi bir muhalif hareketi önlemeye/kontrol
altında tutmaya çalışmıştır. 1953 yılından sonra meclisteki milliyetçi ve solcu grupların Şah
Muhammed Rıza tarafından etkisizleştirilmesiyle içinde kadın dernek/örgütlerinin de
bulunduğu birçok basın-yayın organında devlet baskısı gözle görülür şekilde artmıştır.

Şah Muhammed Rıza’nın 1953 yılından sonra büyük bir güvenlik ihtiyacıyla giderek
otoriterleşen iktidarı, Rıza Pehlevi’nin sıkıyönetimi ve yöntemleri kadar doğrudan baskı ve
şiddet içermese de bu dönemde açılan kurumlar, dergi ve gazeteler tekrar kapatılmıştır.
Özellikle bu dönemde Şah karşıtı propaganda ve manifestolar üretmesi muhtemel görülen
kadın dernek ve kulüplerinin faaliyetleri önlenmek istenmiştir (Erden, 2017: 169). Bu denetim
politikası kapsamında Showra-i Zanan (Kadınlar Şurası), Cemiyet-e Zanan (Kadınlar
Derneği) gibi birçok kadın derneği kapatılarak (Sancar, 2016: 204) Şah Muhammed Rıza’nın
kız kardeşi Prenses Eşref Pehlevi’nin (1919-2016) başkanlığında birleştirilerek, 1958 yılında
devlete bağlı Shoraye Aliye Jamiate Zanan (Kadınlar Örgütü) kurulmuştur (Sancar, 2016:
205). Sarayın tüm denetim ve baskısına rağmen ulema, Rıza Pehlevi döneminde kaybettiği
otoritesini, kırsal bölgelerde ve kentlerin bir kısmında Şah karşıtı söylemlerle ve Şah’ı din
düşmanlığı ile suçlayarak (Dehqani, 1999: 42) tekrar canlandırmaya başlamıştır. 1953
yılından 1979 İslam Devrimi’ne uzanan süreçte büyük şehirlerdeki kentli kadınlar, çarşaf
giyerek protestolara katılmaya başlamıştır. Protestolarda çarşaf, Şah’a ve Batı’ya karşı
milliyetçi bir sembol ve protesto aracı olarak kullanılmaya başlanmıştır (McEniry, 2018).
Şah’a muhalif hareketler ve Musaddık destekçisi grupların tepkisi devam ederken, 1963
yılında Şah Muhammed Rıza ve dönemin Başbakanı Asadollah Alam (1919-1978) tarafından
toprak sahipleri ve kırsal kesimde yaşayan İranlılara yönelik gerçekleştirilen Beyaz Devrim
ile ekonomik ve siyasi birçok düzenleme yapılmıştır. Bu adım İranlı kadınların Kaçar
Hanedanı’ndan süregelen talep ve haklara kavuşmalarını sağlamıştır. Beyaz Devrim, Mart
1963 tarihli bir kararname ile kadınların oy kullanma haklarının varlığını resmîleştirmiş,
akabinde gerçekleştirilen referandumda kadınlar ilk kez oy kullanabilmiş, 1968 yılında
meclise girebilmiş ve senatoya atanmıştır (Keddie, 2007: 110). Daha sonra 1967 Aile Koruma
9

Kanunu’nun taslağını hazırlayan Mehrangiz Manouchehrian, İran’da Şah tarafından senatoya


atanan, Birleşmiş Milletler’den insan hakları üzerine yaptığı çalışmalar sebebiyle ödül alan ilk
kadın olmuştur (Howard, 1959: 59). Bu kararla birlikte, İranlı kadınların 19.yüzyıldan itibaren
hükümdarlardan yegâne talebi olan seçme ve seçilme hakkı, Şah Muhammed Rıza döneminde
kadınlara sınıf ve statü fark etmeksizin verilmiştir.

Pehlevi Hanedanı’nın, modernleşme projesi kapsamında İran halkına ve kadınlara sunduğu


imkânların gerekliliği, inkâr edilemez bir gerçektir. Buna rağmen özellikle Rıza Pehlevi
döneminde modernleşme projesinin topluma tanıtılması, toplumun geleneksel dinamiklerini
ve değişimin özümsenmesi için gereken süreyi göz ardı etmiştir. Akabinde modernleşme
adımlarının devamlılığı, aşırılığa varan baskı ve şiddet ile sağlanmak istemiştir. Muhammed
Rıza Pehlevi’nin ise büyük bir güvenlik tehdidiyle karşı karşıya olduğu hissiyatıyla yönetimde
kaldığı süre boyunca, toplumun temel ihtiyaçlarını ve taleplerini göz ardı etmek pahasına
güvenliğini sağlamak üzerine çalıştığını görmek mümkündür. Halkın yönetim tarafından
ihmal edilmesi ve yöneticilerin baskısı halkı ulemaya doğru iterken, 1963 yılında Şah
Muhammed Rıza Pehlevi, Beyaz Devrim ile bu güç rekabetinin kazanan tarafı olmayı
hedeflemiştir. Şah Muhammed Rıza Pehlevi’nin Beyaz Devrim’e kadar kadınları ve
taleplerini kasıtlı olarak göz ardı etmesi, hanedanın İranlı kadınların dünyasıyla ilişkisini bir
problematik olarak karşımıza çıkarmaktadır.

Bu noktada şu soruları sormak gerekmektedir. 1906 Meşrutiyet Devrimi’nden süregelen


taleplerinin birçoğu karşılandığı halde kadınlar 1979 İslam Devrimi’nde hangi gerekçelerle
Pehlevi Hanedanı’na karşı muhalefet oluşturmuştur? Pehlevi İran’ında kadınların toplumsal
statüsü yöneticiler tarafından hangi gerekçelerle duraklatılmış ya da göz ardı edilmiştir? İranlı
kadınların Pehlevi İran’ında sahip oldukları yaşam koşulları İslam Devrimi’nin radikalizmi
karşısında ne kadar objektif değerlendirilmiştir? İranlı kadınlar, imajları ve yaşam tarzları
ısrarla değiştirilirken, imajlarının devlet itibarı için bu derece önem teşkil etmesine rağmen
neden medeniyetin gerçek simgesi olan siyasi haklarından mahrum bırakılmışlardır?

İran’da günümüzde hala geçerliliğini koruyan kadının toplumsal statüsü ve hak


ihlalleri/eksikleri sorununun temelleri, 20. yüzyılda Pehlevi Hanedanı tarafından,
modernleşme projesi adı altında devlet tarafından kadınlara uygulanan sistematik baskı ve
şiddetin yanı sıra kadının hukuken yok sayılması ile atılmıştır. İran’da etkisi günümüze dek
süren birçok ikilem, 19. ve 20. yüzyılda geçirilen bu dönüşümlerle başlamıştır. Bu çalışmada
Pehlevi İran’ında kadınların toplumsal statüsü, modernleşmenin yaşamlarına etkisi, hanedan
10

politikalarına muhalefetleri; monarşi-meşrutiyet, geleneksel-modern kavramları özelinde ele


alınacaktır.

Geleneksel bir toplumda yaşayan kadınlar, içinde bulundukları kültürel ve siyasal koşullara
göre farklı güçlenme stratejileri izlemişlerdir (Bora, 2010: 51). Bu nedenle, geleneksel
kadınları ve kadın hareketlerini İslam’ın kurbanları yahut bir açıdan da kurtardıkları olarak
görmektense, aktif toplumsal ve politik özneler olduklarını fark etmek, sosyal bilimler ve tarih
açısından çok daha ufuk açıcı olacaktır (Bora, 2010: 51). İran özelinde Pehlevi Hanedanı’nı
modern imajları sebebiyle tam anlamıyla idealize etmek ya da politik tutumları sebebiyle tam
anlamıyla yermek kadar, modernleşme algısının da tek taraflı değerlendirilmesi bütüncül bir
anlayıştan uzaklaşmak olacaktır. Bu sebeple İran’da kadının toplumsal konumunu, tarihsel
dönüm noktalarını, tarafları, taleplerini ve taleplerinin sürece bağlı olarak geçirdiği
değişimlerini, her açıdan incelenmeksizin sağlıklı çıkarımların yapılması olanaksızdır.

Pehlevi İran’ında kadınların geçirdiği sosyal ve siyasi dönüşümlerin kadın mücadelesi ile ele
alınacağı bu çalışma, ağırlıklı olarak büyük şehirlerde yaşayan, geleneksel ve modern
kadınların değişimini ve değişim sürecini inceleyecektir. Pehlevi İran’ında kadın konusunun
seçilmesinin nedeni, İran’a dair yapılan çalışmalarda Pehlevi Hanedanının modernleşme
politikalarının ve modern İranlı kadın imajının İslam Devriminin radikalizmi karşısında tek
taraflı olarak idealize edilmiş olmasıdır. Batıya uyum sağlamış olma fikrinin günümüzde hala
geçerliliğini koruyan bir “ideal” olması, muhalif hareketleri ve İranlı kadınların toplumsal
statülerinde geçirdikleri değişimleri özümseme sürecini ve bu süre içinde hanedan tarafından
göz ardı edilmiş oldukları gerçeğini ikinci plana koymuştur. Bu sebeple çalışmada hanedanın
siyasi ve toplumsal modernleşme çalışmaları kadar bu çalışmaların süreçleri ve kadınlara
etkileri de incelenecektir.

İran’ın 19. ve 20. yüzyılda geçirdiği modernleşme ve dönüşüm hareketi, Yakın Çağ tarih
araştırmalarında ve uluslararası ilişkiler disiplininde en çok araştırılan konulardan biridir.
Buna rağmen çalışmalar 1980’e kadar siyasi ve ekonomik alanlarda ilerlemiş, toplumsal
birçok ana ve alt başlık ihmal edilmiş veya yüzeysel kalmıştır. 1979 İslam Devrimi’nin
ardından medeni kanunda ve sosyal hayatta yapılan düzenlemeler, İranlı kadının toplumsal
statüsüne ve yaşam şartlarına dikkat çekmiş, bu yönde yapılan çalışmalar tarihsel arka planın
da incelenmesini gerekli kılmıştır. Yapılan çalışmalar, ağırlıklı olarak ABD’de yaşayan İranlı
11

araştırmacıların hatırat-analiz tarzında hazırladığı yayınlardan oluşmaktadır. Buna ek olarak


yakın geçmişte ve günümüzde İran ve kadın çalışmaları hızla devam etmektedir. İran özelinde
yapılacak kadın, modernleşme ve kadının toplumsal statüsü çalışmalarının henüz ele
alınmamış birçok problematiğinin olduğunu zikretmek mümkündür. Özellikle 1905-1979
yıllarını kapsayan 74 yıllık dönem; kadınların toplumsal değişim sürecinin anlaşılması
açısından; tarafların, süreçlerin ve perspektiflerin bütüncül bir çerçevede incelenmesini
gerektirmektedir.

İran çalışmalarına dair ele alınabilecek toplam dört temel sorun vardır. Bu sorunlardan ilki,
İran’ın ağırlıklı olarak 1979 Devrimi ve devrimin modern dünya sistemine geliştirdiği radikal
tezat üzerinden ele alınmasıdır. Bu durum esasen devrime giden tarihsel sürecin anlaşılmasını
geri plana atmış ve devriminin radikalizmi, kendisini oluşturan siyasi ve sosyal süreçleri
gölgede bırakmıştır. Oysa devrimi radikal kılan esas unsur, Kaçar Hanedanı ve Pehlevi
Hanedanı’nın uyguladığı evrensel uyumluluk ve modernleşme projelerine oluşturduğu
tezatlıktır. İran tarihinde devrimin öne çıkartılması, kendi içinde –özellikle kadınların laik-
şer’i kriterlerdeki değişimi temel alınarak- eksik ve manipüle edilmiş bir “ideal” algısının
oluşmasına sebep olmaktadır. Daha önce belirtildiği gibi, olayları süreçlerinden bağımsız
olarak ele almak sadece yanılsamalı bir perspektifi değil, aynı zamanda sübjektif temeller
üzerine oturtulmuş, yanlış sosyokültürel çıkarımları doğurmaktadır.

İkinci sorun, tarih disiplininde İran’ın ağırlıklı olarak karşılaştırmalı ve siyasî tarih ağırlıklı
olarak çalışılıyor oluşudur. Zira siyasi tarihin ve devlet oluşumlarına dair yapılan yoğun
çalışmaların katkısı yadsınamayacak kadar çok olsa da toplumsal arka planların ve özellikle
İran için sık sık mevzu bahis olan kadınların tarihi ihmal edilmektedir.

Üçüncü sorun, İran coğrafyasında birçok farklı dilin var olması, Fars dilinin zorluğu ve
hükümetin arşiv kaynakların paylaşımı konusunda tutucu olması, akabinde birinci el
kaynaklara ulaşmanın zorluğu gibi etkenlerin araştırmacılar için zorlayıcı olmasıdır.

Dördüncü ve son sorun, 20. yüzyıl İran tarihi araştırmalarının Türkiye’de çoğunlukla Mustafa
Kemal Atatürk’ün refomlarıyla karşılaştırmalı olarak ele alınmasıdır. Sadece İran
modernleşmesi üzerine yazılan eserler, çoğunlukla çeviri eserlerdir. Türkiye ve İran
modernleşmesinin karşılaştırılmasında tarafların amaç ve tutumlarının farklılığı sık sık göz
ardı edilmekte ve objektif perspektifler geri planda kalmaktadır. İran tarih yazımı için ele
alınabilecek birçok problem olmasına karşın, günümüzde ortak kültür mirası ve iş birliği
temalı görüşmelerin sağlanması, kadın hareketlerinin ve muhalefetin tekrar yaygınlaşması,
12

Farsça kaynaklara ulaşımın eskiye oranla kolaylaşması, İran tarihinde ihmal edilen
dönemlerin ve alanların üzerinde çalışmaların yaygınlaştırılmasını kolaylaştırmaktadır.

Çalışmanın bibliyografyası oluşturulurken; arşiv kaynakları, hatıratlar ve basılı telif eserler


kullanılmıştır. Arşiv kaynaklarında İran Milli Kütüphanesi’ne ulaşımın sınırlı olması ve eski
Farsça’nın zorluğu sebebiyle metinlere ulaşmak ve birebir çevirisini yapmak zor olsa da, İran
Meclisi’nin çevrimiçi kayıtlarına kısmî olarak ulaşılabilmektedir. Bunun yanı sıra dönemin
Britanya Büyükelçiliği’nin İran halkına ve devlet yapılanmasına dair gözlemlerinin yer aldığı
raporlar, British Library ve Katar Milli Kütüphanesi’nin ortak çalışmasıyla Qatar Digital
Library adı altında çevrimiçi erişime sunulmuştur. Bu arşivlere bağlı olarak İran’da Pehlevi
Hanedanı döneminde, İran toplumunun bölgesel analizlerinin yer aldığı “28/9” serisinden
yararlanılmıştır. Yine kaynakçada belirtilen İran İslam Cumhuriyeti uzantılı –resmî olmayan-
bazı çevrimiçi kaynaklardan, Pehlevi dönemi kılık-kıyafet yasalarına ve şikâyet bilgilerine
dair devlet belgelerinin dijital ortama aktarılmış görüntülerine ulaşmak mümkündür.
Çalışmada kullanılan bir diğer materyal, Muhammed Rıza Pehlevi’nin 1973 yılında İtalyan
gazeteci Oriana Fallaci ile yaptığı röportajdır. Bu röportajın önemi, devrimden kısa süre önce
yapılmış olması ve Muhammed Rıza’nın devletin her alanında uygulamaya çalıştığı
modernleşme projelerinin aksine, “geleneksel İranlı erkek” olarak kendini gösterdiği yayın
olmasıdır. Röportajın detaylarına çalışmanın ilerleyen bölümlerinde yer verilecektir.

Çalışmada kullanılan hatıratlar, ağırlıklı olarak Pehlevi Hanedanı’na mensup kişilere aittir. Bu
kapsamda son İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi ve kız kardeşi Eşref Pehlevi, Muhammed
Rıza Pehlevi’nin ikinci eşi Süreyya İsfendiyari Bahtiyari ve üçüncü eşi Farah Pehlevi’nin
hatıratlarına ulaşılmıştır. Bunun yanı sıra kullanılan diğer hatırat Kaçar Hanedanı’nda üst
düzey yöneticilerden Abdul-Husayin Mirza Farmanfarma’nın kızı Sattareh Fermanferma’ya
aittir. İran toplumunda kadınların geçirdiği dönüşümü ve sorunları sadece devletlerin resmî
kayıtlarını temel alarak incelemek, yüzeysel bir yaklaşım olacağından, şahsi anlatılar
çalışmaya derinlik katmaktadır.

Bu çalışmada son İran şahı Muhammed Rıza Pehlevi’nin Answer to History (Pahlavi, 1980)
adlı hatıratından yararlanılmıştır. Modern İran tarihinin ana aktörlerinden biri olan
Muhammed Rıza Pehlevi hatıratını, “ülkesi için can veren İranlı erkeklerin ve kadınların
anısına” ithaf etmiştir. Muhammed Rıza Pehlevi’nin eseri bu çalışmada oldukça önemli yer
teşkil etmektedir zira olay örgüsü ve analizler ne kadar incelikli olursa olsun, dönemin
koşullarını, hükümdar sıfatıyla verilen kararların altındaki esas gerçekliği ve en güvenilir
13

bilgiyi, hatıratlar yoluyla sağlamak daha sağlıklı sonuçlara ulaştıracaktır. Muhammed Rıza
Pehlevi hatıratında, İranlı kadınların direnişlerine ve siyasi katılımlarına çok az yer vermiştir.
Buna rağmen modernleşme hareketlerinin ve hanedanın ilerici ve modern devlet olma
misyonunun, bu misyonun gerçekleştirilmesinde etkili olan uygulamaların, 1963 Beyaz
Devrim’inin kazanımları ve halkın reformlardan duyduğu hoşnutluk eserde sıkça
zikredilmektedir. Muhammed Rıza Pehlevi’nin kısa hatıratı, çalışmanın devamında yer alan
devlet politikalarının motivasyonlarını ve amaçlarını anlamak için önemli bir kaynak olma
özelliğindedir.

Pehlevi Hanedanı’na mensup kadınların hatıratları, kadınların mercek altında olduğu bir
çalışmada hanedan mensubu kadınların düşüncelerini –telif eserlere nazaran- daha şeffaf
halde gözlemlemek için uygundur. Bu kapsamda incelenen ilk hatırat, Muhammed Rıza
Pehlevi’nin ikiz kız kardeşi Eşref Pehlevi’nin 1980 yılında sürgündeyken kaleme aldığı Faces
in a Mirror: Memoirs from Exile (Pahlavi, 1980) adlı eseridir. Eserinde Eşref Pehlevi, babası
Rıza Pehlevi’nin Kaçar Hanedanı’na darbesinden başlayarak çocukluk, gençlik ve yetişkinlik
dönemlerine dair anılarını paylaşmaktadır. Eser, hem hanedanın iç dinamiklerini anlamak hem
de İran’ın toplumsal gelişimini bir kadının gözünden öğrenmek için oldukça bilgilendiricidir.
Aynı zamanda bu hatırat, Eşref Pehlevi’nin gözünden hanedanın politikalarına getirdiği
eleştiriler ve savunular bir özeleştiri niteliği taşımaktadır.

İkinci hatırat, Soraya: The Autobiography of Her Imperial Highness (Esfandiary, 1964)
adıyla, Muhammed Rıza Pehlevi’nin ikinci eşi Süreyya İsfendiyari Bahtiyari’ye aittir.
Bahtiyari’nin eseri, kullanılan en eski hatırat olmakla birlikte, Pehlevi Hanedanı’nın kadın
politikasının sorunlu yanlarını görmek için kısıtlı da olsa imkân sunmaktadır. Eserde Süreyya
İsfendiyari Bahtiyari’nin Muhammed Rıza Pehlevi ile evliliği ve saray yaşantısına dair
bilgiler yer almaktadır.

Çalışmada yararlanılan bir diğer hatırat, Muhammed Rıza Pehlevi’nin 1959 yılında evlendiği
üçüncü eşi Farah (Diba) Pehlevi’nin Anılar (2003) adlı eseridir. Farah Pehlevi eserinde,
çocukluğundan başlayarak Muhammed Rıza ile olan evliliğini ve Pehlevi ailesinin İran’ı terk
ettiği 1979 yılına uzanan dönemi anlatmaktadır. Bu eser, Eşref Pehlevi’nin eseri kadar
özeleştiri ve hanedana dair tespitler içermese de Muhammed Rıza ile evlenmeden önce seçkin
sınıfına mensup bir vatandaş olarak; İran halkının yapısı, toplumda sınıflar arasındaki gözle
görülür fark ve maddi imkânsızlıklara ışık tutmaktadır. Böylece 20. yüzyılda İran toplumunun
sosyo-ekonomik durumunu, çalışmada çokça yer tutacak olan muhafazakâr-geleneksel kesimi
14

oluşturan toplumsal unsurlar, öncelikle seçkin sınıfına mensup bir kadının gözünden
aktarılmıştır. Eserde bir diğer önemli nokta, Farah Pehlevi’nin Muhammed Rıza ile
evlendikten sonra Şah’a, saraya ve saray yaşantısına uyum sağlama, hanedanı tanıma
sürecinden bahsettiği bölümlerdir. Bu bölümlerde yine hanedan yaşantısına dair birçok detay
paylaşılmakta ve zaman zaman Farah Pehlevi’nin bu yaşantıya eleştirileri karşımıza
çıkmaktadır. Anılar, Farah Pehlevi’nin Muhammed Rıza ile evlendikten sonra, Şahbanu
olarak, sıradan İranlı kadınların problemlerini gözlemlediği, bu kadınların koşullarını
değiştirmek için uğraşlarını görmek için de önem teşkil etmektedir. Nitekim bu sorunların
geçtiği bölümlerde, İranlı kadınların sınıfsal ve fikrî ayrılıklarının yanı sıra dayanışmalarını da
görmeyi sağlamaktadır. Anılar, İran halkının 20.yüzyılda şahit olduğu tüm siyasi, toplumsal
ve ekonomik dinamiklerin çeşitli bakış açılarından gözlemlenebileceği nadide eserlerden biri
olması hasebiyle, İran ve Pehlevi Hanedanı’na dair yapılacak çalışmalarda son derece
önemlidir.

İran tarihi araştırmalarında hatıratlardan sonra, 20.yüzyıl olay örgüsünün anlaşılması için bazı
temel eserler vardır. Bu eserlerin başında, Ervand Abrahamian’ın eserleri, İran tarihine dair
kapsamlı ve temel bilgilere ulaşmak için oldukça önemlidir. İran üzerine yapılacak
araştırmalar için siyasi, ekonomik ve sosyal birçok alanda detaylı analizler ve temel bilgiler
sunan Abrahamian’ın Iran Between Two Revolutions (Abrahamian, 1982) adlı eseri 1979
İslam Devrimi’nin tarihsel arka planı ve oluşum sürecini anlamak için idealdir. 11 bölümden
oluşan bu eser; 19. yüzyılda İran’ın toplumsal yapısı ve çatışan gruplardan Şah Muhammed
Rıza Pehlevi’nin İran’ı geri dönmemek üzere terk etmek zorunda kaldığı 1979 yılına dek
kapsamlı bir sosyal tarih incelemesi sunmaktadır. Abrahamian’ın İran tarihine dair
oluşturduğu bir diğer eser, Modern İran Tarihi’dir (Abrahamian, 2018). 6 bölümlük bu yayın,
Kaçar Hanedanı’nın 19. yüzyılda İran egemenliğinden başlamakta ve İslam Cumhuriyeti’nin
21. yüzyılına dek gelmektedir. Abrahamian’ın eserleri, bir İranlının gözünden devlet ve
toplum tarihinin her yönüyle kapsamlı olarak incelenebileceği temel kaynakların başında
gelmektedir.1

19. ve 20. yüzyıl İran çalışmalarında Stephanie Cronin’in eserleri, araştırmacıların dönem,
sınıf ve perspektif farklılıklarıyla tanışması için oldukça temeldir. Cronin, çalışmalarında
sadece olay anlatısı değil, aynı zamanda dönemi şekillendiren aşiretler, kültürel değişiklikler,
isyanlar başta olmak üzere bir ülkenin tarihini ve bir devletin politikalarını şekillendiren

1 Abrahamian’ın diğer eserleri için bkz.; Targeting Iran (Abrahamian, Chomsky, 2007), The
Iranian Revolutions Turns Thirty (Abrahamian, 2009), The Coup:1953 (Abrahamian, 2013).
15

birçok unsuru derin analizlerle ve farklı perspektiflerle ele almaktadır. Cronin’in çalışmaları
özellikle Kaçar Hanedanı ve Pehlevi Hanedanı üzerine yoğunlaşmakta, hanedanların
politikalarını ve gelişim süreçlerini halkın etkisini merkeze alarak incelemektedir. Bu
çalışmada da kullanılan Yukarıdan Reform, Aşağıdan Direniş: İran’da Yeni Düzen ve
Muhalifleri (1927-1929) adlı makale, Pehlevi Hanedanı’nın baskı politikalarına ve 20.yüzyıl
muhalefetine kısa bir zaman aralığında detaylı bir perspektif sunmaktadır. Bunun yanı sıra
The Making of Modern Iran (2003), Soldiers, Shahs and Subalterns in Iran: Opposition,
Protest and Revolt. 1921-1941 (2010) adlı eserleri, çalışmanın sonraki bölümlerinde de fark
edileceği üzere modern İran’ın oluşumunda etkili olan siyasi, toplumsal ve ekonomik birçok
unsuru incelikle ele almaktadır.2

İranlı Profesör Hamid Dabashi’nin İran: Ketlenmiş Halk (Dabashi, 2007) adlı eseri yedi
bölümden oluşmaktadır. İran halkının Meşrutiyet Devrimi’nden 2005 yılına dek geleneksel ve
modern kimlikler arasında çıkan çatışmanın tarihsel ve sosyolojik analizlerinden
oluşmaktadır. Dabashi’nin bu eseri, İran halkında ulus bilincinin gelişim süreci, İran’da kadın
haklarının evrimi ve devletin üstlendiği “Müslüman” kimliğinin modern dönemde karşılaştığı
çatışmalara değinmiştir. Dabashi aynı zamanda “Pehleviler” başlığı ile yayınladığı dördüncü
bölümde, Pehlevi Hanedanı’nı İran halkında kültür haline geldiğine inandığı gizli sömürge
modernliğinin sorumlusu/başlangıcı kabul etmektedir. İran ve İran toplumuna dair yazılan
eserlerde yazarın İranlı olması bir nevi hatırat özelliği taşımaktadır. Ketlenmiş Halk, bu
örneğin en önemli örneklerinden biri olmakla birlikte bugüne dek ihmal edilen İran halkının
dönüşümü ve ‘iç sesini’ yansıtmakta, 19. ve 20. yüzyılda İran toplumsal tarihi için zengin
sosyolojik zemin ve perspektif sunmaktadır.3

Bijan Cezani, İran Meşrutiyet Devrimi: Güçler ve Amaçlar (Cezani, 2014) adlı eseriyle İran
muhalefet ve devrim tarihinde türünün az örneği olan önemli bir esere imza atmıştır.
Meşrutiyet Devrimi’ne giden süreci halkın ve saray eşrafının perspektifinden eleştirel bir
üslupla kaleme alan Cezani, Meşrutiyet Devrimi’nden önce İran’ın iç ve dış politikası,
devrimin tarafları ve halkın durumu başta olmak üzere birçok detaya odaklanmıştır. Bu eserde
Cezani, Meşrutiyet Devrimi’nden önce Kaçar yöneticilerinin politikalarını, İran köy ve

2 Cronin’in diğer eserleri için bkz.; Armies and State-Building in the Modern Middle East:
Politics, Nationalism and Military Reform (Cronin, 2014), Tribal Politics in Iran: Rural
Conflict and the New State, 1921-1941 (Cronin, 2006), The Army and the Creation of the
Pahlavi State in Iran: 1910-1926 (Cronin, 1997), Reformers and Revolutionaries in Modern
Iran: New Perspectives on the Iranian Left (Cronin, 2004).
3 Dabashi’nin diğer eserleri için bkz.; Staging a Revolution (Dabashi, 1999), Close Up:
Iranian Cinema (Dabashi,2001), Persophilia: Persian Culture on the Global Scene
(Dabashi,2015), Iran Without Borders (Dabashi,2016)
16

şehirlerinin durumunu, devrimin taraflarını ve bu tarafların yöntemlerini, devrimin amaçlarını


tüm detaylarıyla okuyucuya sunmaktadır. Meşrutiyet Devrimi’nin tek başına ve detaylı olarak
ele alındığı nadir eserlerden biri olduğu için süreçlerin incelenmesinde başat öneme sahiptir.4

Spesifik olarak İran modernleşmesine dair yapılan en önemli çalışmalar, şüphesiz İranlı
araştırmacı-yazar Touraj Atabaki’nin derlediği eserlerdir. Atabaki’nin İran tarih çalışmalarında
önde gelen isimlerle birlikte hazırladığı yayınların ağırlık noktasını; 20.yüzyılda İran’ın
sosyopolitik durumunun yanı sıra İran ve Türkiye Cumhuriyeti’nin eş zamanlı olarak
uygulamaya koyduğu modernleşme ve yeniden yapılanma süreçlerinin her yönüyle
kıyaslanması oluşturmaktadır. Bu kıyaslar sonucunda, her iki devletin de modernleşme
projelerini toplumun tabanından başlayarak hızla yapmak istediği fakat bu kitlelerin sürecin
sosyal ve siyasî dönüşümlerinde geri plana itildiği yargısına varılmıştır (Atabaki,2010).
Atabaki’nin E.Zürcher ile hazırladığı Türkiye ve İran’da Otoriter Modernleşme: Atatürk ve
Rıza Şah dönemleri (Atabaki, Zürcher, 2012); Devlet ve Maduniyet: Türkiye ve İran’da
Modernleşme, Toplum ve Devlet (Atabaki, 2010) adlı eserler, Türkiye’de Cumhuriyet
rejiminin kuruluşu ve İran’da modern hanedanlık sisteminin eleştirisi gibi konularda kapsamlı
ve önemli bir kaynaktır. 5

Çalışmada özellikle Pehlevi Hanedanı’na dair yayınladığı eserlerinden yararlanılan İranlı


tarihçi Houchang Esfandiar Chehabi, İran tarihi ve siyasetine yönelik analizleriyle, 19. ve 20.
yüzyıllarda yaşanan değişim hareketlerinin dinamiklerini ele almaktadır. İran’da demokrasi ve
din teması üzerinden iki karşılaştırmalı eseri bulunan Chehabi, Pehlevi Hanedanı ve Humeyni
dönemlerinde gerçekleştirilen devlet projeleri ve bu projenin seyrini belirleyen siyasi, dinî ve
sosyal dinamikleri incelediği eserleri ile İran çalışmalarında önemli bir yere sahiptir.6

Modern İran üzerine yapılan çalışmalarda Türk akademisyenlerin de katkıları zaman içinde
artmaktadır. Türkiye’de modernleşme ve İran üzerine yapılan ve en tanınmış eser tarihçi Celal
Metin’in Emperyalist Çağda Modernleşme: Türk Modernleşmesi ve İran (Metin, 2011)
eseridir. Metin, daha önce bahsi geçtiği üzere Türkiye ve İran modernleşmesini karşılaştırmalı
olarak ele alan yazarlardan biridir. Genişletilmiş doktora tezi olan bu eserde, modernleşme ve

4 Cezani’nin diğer eseleri için bkz.; Capitalism and Revolution in Iran (Cezani,1980).
5 Atabaki’nin diğer eserleri içinb bkz.; Iran in the 20th Century: Historiography and
Political Culture (Atabaki,2009), İran and the First World War (Atabaki, 2006), Azerbaijan:
Ethnicity and Struggle for Power in Iran (Atabaki,2000)
6 Chehabi’nin diğer eserleri için bkz.: Iranian Politics and Religious Modernism: The
Liberation Movement of Iran under the Shah and Khomeini (Chehabi, 1990), Distant
Relations: Iran and Lebanon in the Last 500 Years (Chehabi, 2006), Iran’s Constitutional
Revolution: Popular Politics,Cultural Transformations, and Transnational Connections
(Chehabi, 2010).
17

batı dışı toplumlarda modernleşme üzerinden detaylı bir kavram ve süreç analizi yapılmıştır.
Daha sonra her iki devletin de tarihsel ve coğrafi özellikleri, toplumsal yapıları
karşılaştırılarak, modernleşme projelerinin ve liderlerin sirayetleri okuyucuya sunulmuştur.
Metin, bu eserinde Osmanlı Devleti’nin İran ile ilişkilerine dek uzanan tarihsel bir çerçevenin
ardından, Türkiye’de Mustafa Kemal Atatürk tarafından uygulamaya koyulan modernleşme
hareketlerinin İran’da Şah Rıza Pehlevi’ye olan etkilerinden bahsetmiştir. Karşılaştırmanın bir
diğer yönü de İran’daki siyasal muhalefetin Jön Türkler ve İttihatçılar olarak iki başlık altında
tarihsel süreciyle karşılaştırmasını yapmıştır. İran modernleşmesi üzerine Türkiye’de yapılan
en kapsamlı araştırma olması hasebiyle bu eser, İran toplumunu her yönüyle tanımak ve
modernleşme süreçlerinin Doğu kültürünün baskın olduğu toplumlarda nasıl şekillendiğini
görmek için yol göstericilik niteliği taşımaktadır.

Serpil Sancar, Türkiye’de İran modernleşmesi üzerine yapılan çalışmalara büyük katkı
sağlayan bir diğer yazardır. İlk baskısı 1991 yılında yapılan ve daha sonra genişletilerek 2016
yılında tekrar basılan Din, Siyaset ve Kadın: İran Devrimi (Sancar, 2016), ön planda
İslamcılığın İran’da siyasi bir harekete dönüşme sürecini ve devrimdeki din-siyaset ilişkisini
ele almaktadır. İslamcılığın tarihsel olarak ulema tarafından devlet içinde yükselişi ve bu
yükselişin muhalif geçmişine de değinen Sancar, Kaçar ve Pehlevi dönemlerinde ulemanın
güçlü muhalefetine ve destekçilerine de değinmektedir. Ulemanın yanı sıra toplumsal hayatta
İranlı kadına erkek egemen toplum ve din tarafından çizilen sınırlara İslam’dan dinî
referanslar vermekte, Şah Muhammed Rıza Pehlevi döneminden 1979 İslam Devrimine ve
2000li yılların başına dek İranlı kadınların toplumsal statüsünün zaman çizelgesini ortaya
koymuştur. Bu eseri alanında önemli kılan en büyük özellik, karşılaştırma tekniği
uygulanmadan, İran’ın ve kurumlarının tek başına ele alınmış olmasıdır. Bu eser İran, kadın
ve ulema özelinde detaylı bir kılavuz işlevi görmektedir.

İranlı kadınların tarihsel ve toplumsal dönüşümünü İranlı araştırmacıların perspektifinden


incelemek, neredeyse birinci el kaynaklara ulaşmak kadar önemlidir. Özellikle İranlı kadın
yazarların bu alanda çok sayıda olduğunu belirtmekle birlikte, tamamının incelenmesi oldukça
zordur. Bu çalışmanın konusuna dair en önemli isimler şunlardır; Afsaneh Najmabadi, Nikki
R. Keddie, Parvin Paidar, Janet Afary, Houcheng Chehabi, Camron Michael Amin, Farzaneh
Milani, Haideh Moghissi.

Afsaneh Najmabadi, İran’da kadınların 20. ve 21. yüzyılda geçirdikleri toplumsal


değişimlerin incelenmesi için en önemli isimlerden biridir. Najmabadi eserlerinde
18

modernleşme, tarihi süreçte cinsiyet algısının oluşumu ve değişimi, milliyetçilik ve cinsiyet


gibi İran toplumsal tarihinde cinsiyetin belirleyici rolü gibi başlıklar üzerinden İran tarihine
ışık tutmaktadır. Najmabadi’nin İran ve kadın konusunda en önemli eserlerinden ilki; 18. ve
19. yüzyılda İran toplumundaki güzellik, cinsiyet ve eşcinsellik algılarının 19.yüzyılın
sonunda geçirdiği değişimi, 20. yüzyılda milliyetçilik ve din olguları altında nasıl
şekillendirildiğini anlatan Women with Mustaches and Men without Beards: Gender and
Sexual Anxieties of Iranian Modernity’dir (Najmabadi, 2005). Üç ana bölümden oluşan bu
eserde Najmabadi’nin temel argümanı, İran toplumunda cinsiyet algısına uygulanan toplumsal
baskının “eril endişe” (male anxiety) temelli olduğu yönündedir. Najmabadi’nin 20.yüzyılda
kadın aktivizminin değerlendirmesini yaptığı ve Atabaki’nin derlediği Güç ve Fail: Rıza Şah
Dönemi Kadın Aktivizmini Yeniden Ele Almak (Najmabadi, 2010) adlı makale, İslam
Devrimi’nin ardından İran’da başlayan kadın aktivizmini Meşrutiyet dönemi ve Şah Rıza
dönemindeki kadın politikalarından yola çıkarak temellendirmektedir. 7

Nikki R. Keddie, bu alanda önde gelen bir diğer isimdir ve modern İran literatürüne büyük
katkılar sağlamıştır. Bu alanda yazdığı Women in the Middle East: Past and Present (Keddie,
2007) adlı eser, 20. yüzyılın ilk yıllarında İranlı kadınların muhalefet grupları, yayınları,
örgütlenmeleri ve tüm bu unsurların milliyetçilikle birleşerek İranlı çekirdek aile yapısı
üzerindeki etkilerini aktarmaktadır. Keddie, International Journal of Middle East Studies
dergisinde yayınlanan The Iranian Power Structure and Social Change 1800-1969: An
Overview adlı makalesinde ulemanın iktidar ve dış güçlerle girdiği yüz yılı aşkın güç
çatışmasını aktarmaktadır. Ulemanın İran toplumundaki azımsanamayacak gücü ve bu gücün
şekillenmesi için oldukça önemli bir kaynaktır. 8

Parvin Paidar’ın İranlı kadınların siyasi süreçlerini 19.yüzyıldan başlayarak 1979 devrimine
kadar incelediği Women and the Political Process in Twentieth Century Iran (Paidar, 1995),
kadınların muhalif hareketlerini ve cinsiyetin İslamiyet/Müslümanlık algısıyla nasıl
ötekileştirildiğini anlatan önemli bir eserdir. Bunun yanı sıra Paidar, İranlı kadının
milliyetçilik, modernleşme ve devrim dönemlerinde devlet eliyle nasıl politikleştirildiğinin de
kapsamlı bir portresini sunmaktadır.

7 Najmabadi’nin diğer eserleri için bkz.; Land Reform and Social Change in Iran
(Najmabadi, 1987), Professing Selves: Transsexuality and Same-Sex Desire in
Contemporary Iran (Najmabadi, 2013), The Story of the Daughters of Quchan: Gender and
National Memory in Iranian History (Najmabadi,1998)
8 Keddie’nin diğer eserleri için bkz.; Modern Iran: Roots and Results of Revolution
(Keddie,2003), Qajar Iran and the Rise of Reza Khan (Keddie,1999), Religion and Rebellion
in Iran: The Tobacco Protest of 1891-92 (Keddie,1966).
19

Değerlendirmesi yapılan kitapların yanı sıra yukarıda bahsi geçen birçok araştırmacının
eserlerine çalışmanın kaynakçasından ulaşmak mümkündür.
20

1.BÖLÜM: İRAN’DA 19. YÜZYILDA SİYASİ VE TOPLUMSAL


GÜNDEM

19. yüzyıl İran’da siyasi ve toplumsal dönüşüm yüzyılıdır. Bu dönemde Kaçar Hanedanı
yönetimindeki İran, yöneticilerin uygulamaya çalıştığı Batılılaşma ve modernleşme çabalarına
sahne olmuştur. Lakin bu modernleşmenin en önemli özelliği, yukarıdan aşağı olmasıdır, yani
İran şahlarının iradelerine göre şekillenmiştir. Fakat tüm batılılaşma hareketlerine rağmen
yönetimde bağımıszlığını İngiltere ve Rusya’nın müdahaleleriyle kaybeden Kaçar
Hanedanı’nın, halka yüklediği ağır vergiler, siyasi istikrarsızlık ve akabinde ekonomik
çöküntü, halkın sisteme isyanını kaçınılmaz kılmıştır. Devlet kurumlarının modernleştirilmesi,
savaş tazminatları ve yöneticilerin refahları sarayın gündemini oluştururken, İran halkı,
kendisine yüklenen ağır vergi ve baskılardan büyük bir toplumsal dönüşümün temellerini
hazırlamaktadır. Bu dönüşüm hareketi, birden fazla ve farklı kaynaktan beslenmiş, farklı
şekillerde İran halkının hayatına sirayet etmiştir. Bu çalışmada genel hatlarıyla ele alınacak
olan toplumsal dönüşümün gerçekleşebilmesindeki ana aktör, İranlı kadınlar ve
mücadeleleridir.

Kaçar Hanedanı’nda büyük yankı uyandıran kadın hareketleri, 19. yüzyıl İran’ında toplumsal
dönüşümün en temel özelliklerinden biridir. Bu dönemde Tahereh Kurretü’l-Ayn (1817-1852),
Zainab Pasha ve Dr. Kahhal başta olmak üzere birçok kadının devlet politikalarına, toplumsal
baskıya ve ekonomik krizlere karşı korkusuzca başkaldırdığını görmek mümkündür. Bu
başkaldırılarda eğitim, başörtüsü ve anayasal haklar ön plana çıkmıştır. Özellikle batı tarzı
modernleşmenin öne çıkartıldığı 19. yüzyılda halkın, Kaçar Hanedanı’nın ekonomik ve siyasi
politikalarına karşı ilk büyük muhalefetini oluşturmasında ve bu muhalefette İranlı kadınların
ön saflarda yer almasında, Tahereh Kurretü’l-Ayn ve Zainab Pasha kadın hareketlerinin öncü
sembolleri haline gelmiştir.

Meşrutiyet Devrimi’ne giden ekonomik ve toplumsal buhran halinde saray ve aydınlar


tarafından uygulanmak istenen modernleşme politikalarının, krizlerin gölgesinde kaldığını
söylemek mümkündür. Özellikle muhalif hareketlerde geleneksel İranlı kadın figürünün ön
saflarda ve doğrudan muhalif özneler haline gelmesi, devrimin dönüştürücü gücünün
vurgulandığı noktalardan biridir. Bu bölümde 19.yüzyılda Kaçar Hanedanı yönetimindeki
İran’ın, siyasi ve toplumsal gündemi, kadının toplumsal statüsü, batılılaşma hareketleri ve
Meşrutiyet Devriminde kadının rolü incelenecektir.
21

1.1: Kaçar Hanedanı (1796-1925)

1796 yılında Ağa Muhammed Han tarafından kurulan Kaçar Hanedanı, modern İran
tarihinin temel dinamiklerinin anlaşılması için oldukça önemlidir. Esas olarak bu dönemde
gerçekleşen Meşrutiyet Devrimi, 1979 İslam Devrimi’nin temelleri olarak görülmektedir
(Abrahamian, 1982). Meşrutiyet Devrimi’ne dair yapılan bu yorumların, her iki devrimde de
toplumsal cinsiyet rolleri geri plana atılarak karma bir örgütlenme oluşmasından ve bu
oluşumda ulema liderliğinin ön planda olmasından benzerlikler kurmak mümkündür. Kaçarlar
dönemi genel hatlarıyla İran’ın yabancı ülkelerle girdiği münasebetler sonucunda yarı-
sömürge halini alması, ekonomik kriz, modernleşme adımları ve Meşrutiyet Devrimi olmak
üzere tanımlanabilir. 1925 yılında feshedilene dek yedi hükümdar dönemi geçiren Kaçar
Hanedanı, uyguladığı ekonomi, siyaset ve modernleşme politikalarıyla kadınların toplumsal
rolünü incelemeye değer düzeyde etkilemiştir. Bu politikalar, İran’da kadın aktivizminin ve
kadın örgütlenmesinin başlamasına, Meşrutiyet Devrimi ile yükselmesine sebep olmuştur. Bu
sebeple meşrutiyetin ilanına kadar kadının toplumsal statüsü, devrimin oluşum sürecinde
kadının konumu, kısa fakat üzerinde durulması gereken bir konudur. İran halkının gündemini
sosyal ve ekonomik yaşam koşullarından bağımsız olarak düşünmek eksik bir yaklaşım
olacağından, ilk önce dönemin şartlarını anlamak hayati önem taşımaktadır.

Kaçar soyunun varlığı İran’da 15. yüzyıla dayandığı, aslen Bozok yöresine bağlı bir aşiret
oldukları ve 1492’de Gilan’a geldikleri bilinmektedir (Sümer, 2016: 700). Kurucuların Türk
olduğu konusunda çoğunlukla mutabık olunmakla birlikte Abrahamian Kaçar üyelerinin 14.
yüzyılda Orta Asya’dan göç ederek Kızılbaş ve Şii aşiretleriyle birleştiğini vurgulamıştır
(Abrahamian, 1982: 36). Kaçar Hanedanı, kendinden önce kurulan ve İran’da devlet geleneği
oluşturan diğer devletlerden birçok konuda farklılık göstermektedir. Bu farklılıkları, halkın ve
ulemanın hanedan otoritesini yok saymasına sebep olmuştur. Hanedan kurulduğunda yeni
iktidar, yerleşik Safevi kültür ve devlet geleneklerinin aksine, Farsî unsurlara ve Şii
geleneklerine atfedilmemiştir. İdeolojik meşruiyet kaynağı kendinden önceki hanedanlardan
farklı olmakla birlikte, Safevi Hanedanı’ndan sonra beş yüz yıllık yerleşik aşiret kültürüyle
kurulan en merkezi hanedan olma sıfatıyla meşruiyetini sağlamıştır. Nitekim Kaçar
Hanedanı’nın dinî vasıf iddiasında bulunmamış olması, hanedanın ve yöneticilerinin ulema
tarafından “dünyevi” ilan etmesine sebep olmuş, iktidarları geleneksel ve “ulvi” şekilde
onaylanmamıştır. Devlet yapılanmasında Şiilik vurgusuna rastlanmayışı, ulemanın da devlet
22

tarafından yok sayıldığının bir göstergesi niteliğindedir. Bu durum daha sonra kendini,
hanedan politikalarına karşı ulemanın çok daha rahat destek bularak örgütlenmesinde
göstermiştir. Hanedan’a özgü bir diğer farklılık, sarayın ve akabinde devlet dilinin Türkçe
olmasıdır. Safevi hanedanının çöküşü ve ilahi nitelikleri olmayan hükümdarların iktidara
gelmesiyle, Şii İslamiyet ile devlet arasındaki eski yakın ilişki sona ermiş ve Şii din kurumu,
devletten bağımsız olarak işlevini sürdürmüştür (Cleveland, 2015: 126). Devletten
bağımsızlaşma hali ulemanın idari başarısızlığının göstergesiyken, toplumsal itibar ve
örgütlenme içinde devam eden etkisi, başarısının göstergesi olacaktır. İran geleneğine göre her
aşiret, aile, birey bir ulemanın destekçisi ve öğrencisidir, yani ulemanın günlük hayatta İran
toplumuna etkisi, herhangi bir devlet kadar güçlüdür. Bu sebeple ulemanın onaylamadığı
herhangi bir kurumun/devletin halk tarafından da kabul edilmesi oldukça zordur. Ulemanın bu
gücü, 1905 yılında halkın anayasal taleplerini devlete kabul ettirmesi sırasında doruk
noktasına ulaşacaktır.

19. yüzyıla kadar İran temel olarak feodal bir toplum olmakla birlikte, sosyal yapı, aristokrasi,
toprak ağaları, dinî ve askerî liderler tarafından desteklenen bir hükümdar etrafında inşa
edilmiştir (Ashraf, 1984: 13). Coğrafi ve kültürel çeşitlilik, büyük şehirlerde ve merkezlerde
özgün geleneklerin ve sosyoekonomik koşulların oluşmasında etkili olmuştur ve 19. yüzyılda
İran’da köy ve kabile ekonomilerinin ticari ağırlığını da tarımsal ürünlerin oluşturmaktadır
(Abrahamian, 1982: 11; Bahramitash, Esfahani, 2011: 53). Siyasetten ekonomiye birçok
alanda etkili olan üretim zincirinde kadınların da endüstriyel ve tarımsal faaliyetlerde aktif
olarak katıldığı bilinmektedir. Tarımsal üretimin yanı sıra 19. yüzyılda İranlı kadınları arıcılık,
ipekböceği yetiştiriciliği, besicilik, el işleri ve halı dokumacılığı gibi doğrudan ekonomik
hayatın içinde görmek mümkündür (Bahramitash, Esfahani, 2011: 53; Moghadam, 2011: 39).
Halkın çok büyük bir kısmının aktif olarak katıldığı tarımsal üretim, 19. yüzyılda feodal
yapısında geçirdiği dönüşüm ile birçok ekonomik ve toplumsal sınıf ortaya çıkartmış ve bu
sınıflar kendi içinde etnik, dinî, bölgesel ve sosyo-ekonomik olarak bölünmüş olduğu da
bilinmektedir (Erden, 2017: 85). Bu dönemde toplumda üç ayrı sınıf olduğuna değinen
Abrahamian “İlki benzer gelir kaynakları, gelir seviyeleri ve yaşam tarzlarına sahip olan
bireyleri sıralamak için kullanılan basit sosyolojik bir kategori; ikincisi, sadece sosyal
hiyerarşide paralel pozisyonlarda yer almakla kalmayıp aynı zamanda benzer ekonomik,
sosyal ve politik tutumlar sergileyen bireyleri sınıflandırmak için karmaşık bir
sosyopsikolojik terim olarak” iki ayrı kategoriye ayırmıştır (Abrahamian, 1982: 33). Doğu
toplumlarında ikinci sınıfın daha yoğun olduğu çıkarımını yapmak mümkün olurken, aynı
23

şekilde nüfus ve nüfus dağılımını da kategorize etmek mümkündür. Abrahamian’a göre nüfus
dört büyük kategoriye ayrılır;

“İlk olarak, yerleşik üst sınıf (tabaqeh-i malek al- tava’if) merkezi bir elit ve birçok yerel elitten
oluşuyordu. Merkez elit Kaçar Hanedanı, prensler (Shahzadegan), saray mensupları (darbaris), büyük
tımar sahipleri (tuyuldars), devlet muhasebecileri (mustawfis), hükümet Bakanları (vazirs), Valiler
(farmanfarmas) ve rütbeli yetkililer (el-Saltanehs, el-Dawlehs -devlet adamları), al-Mulks ve el-
Memaliklerden oluşmuştur. Yerel elitler; büyük seçkinler (ayan), il aristokratları (ashraflar), aşiret
şefleri (hanlar) ve kalıtsal, rütbeli ve her zaman doğrulanmış kent yöneticilerinden (mirza) oluşuyordu.
Üst sınıfa yakından bağlı devlet tarafından atanan birkaç dinî görevli vardı: Cuma İmamları ( imam-e
jom'eh); Şeyh ül-İslamlar ve hâkimler (qazis), ana küçük mahkemelere başkanlık ederler. Bu merkezi ve
yerel seçkinler daha sonra aristokrasi (aristokrasi), büyücüler (bozorgan), iktidar daireleri (hayat-i
hakemeh) ve egemen sınıf (tabaqeh-i hakemeh) olarak tanındı. İkinci büyük sınıf, mülk sahibi orta
sınıftan oluşuyordu. Bu sınıf, kentsel tacirleri (tujjar) ve birçok esnaf ve küçük atölye sahiplerini
(pishevaran) içeriyordu. Bu iş adamlarının, tacir ve zanaatkârların çoğu camileri, okulları (maktab),
üniversiteleri (madrasa), tiyatro (takiya) ve hayır kurumlarını (vaqf) finanse ettiklerinden, ticaretle
uğraşan orta sınıf ulemaya bağlıydı. Vaizler (va'ez), Kur’an öğretmenleri (akhund), üniversite
öğrencileri (tullab), düşük rütbeli din adamları (mullah) ve yüksek rütbeli teologlar (mujtahed) da bu
sınıfa bağlıdır. Bu bağlar çoğunlukla evlilik bu yoluyla güçlendirilirdi, çünkü pek çok Seyyid
(Peygamber'in soyundan gelenler), mollalar, orta sınıf din adamları (hojjat al-islamlar) ve hatta yüksek
rütbeli din adamları Ayetullahların çarşı tüccarlarıyla aile bağları vardı. Üçüncü büyük sınıf, kentsel
ücretli çalışanlardan, zanaatkârlardan, çıraklardan, ev sahiplerinden, hamallardan, işçilerden ve inşaat
işçilerinden oluşuyordu. Son olarak, dördüncü büyük sınıf kırsal nüfusun büyük çoğunluğundan
(ra'iyat) — kabile kitlelerinden (iliyat) ve topraksız ve küçük toprak sahibi köylülerden (idehqanan)
oluşuyordu.” (Abrahamian, 1982: 33-34).

Oldukça geniş bir kesimi kapsayan orta sınıf, ekonomik ve toplumsal olarak oldukça büyük
bir dengeleyici güce sahiptir. Cezani, özellikle Şiraz, Tahran, Meşhed ve Reşt gibi büyük
şehirlerde ekonomik döngünün orta sınıf tarafından kontrol edildiğini belirtmiştir (Cezani,
2014: 72). Bu ekonomik gücüyle orta sınıf, ulemanın dinî otoritesinin ardından İran
toplumunda en güçlü sınıf orta sınıftır. Bu durum, orta sınıfın hanedana karşı ekonomik bir
güvencesi gibi görünse de diğer taraftan, hanedanın vergi yüklerinin büyük bir kısmının yine
orta sınıfın omuzlarında olduğu gerçeğini doğurmaktadır. Bunun yanı sıra ekonomik sınıfların
bu denli ayrımı, kısa süre sonra kadınların üretim alanlarından çekilerek evlere kapanmalarına
sebep olmuştur (Bahramitash, Esfahani, 2011: 54). Halkın bireysel olarak da oluşturulan
döngüye ve devlet kavramına bağlılığı uzun süre muhalif hareket geliştirilmemiş olmasının en
önemli sebebidir ki bu durum, despotik yönetimin doğmasını kaçınılmaz kılmıştır
(Abrahamian, 1982: 36). Bu dönemde toplumda en önemli birleştirici güç, ulemadır ki bu
durum, 19. yüzyılda İran tarihi birçok muhalif hareketin çıkış noktası olacaktır.

İran tarih yazıcılığında Kaçar dönemi keyfi, baskıcı, yolsuzlukların arttığı, toplumun görece
fakirleştiği, ülke içi ve dışı göçlerin arttığı, askerî başarısızlıkların ve siyasal yanlışların
çoğaldığı bir istibdat dönemi olarak görülmektedir (Metin, 2011: 94). Şah Feth Ali Kaçar
(1772-1834) döneminden Şah Muhammed Ali Kaçar (1872-1925) dönemine kadar Kaçar
24

iktidarı merkezî varlığını sağlamlaştırmaya odaklanmış; kırsal bölgelerde valiler, prensler ve


ordu aracılığıyla kontrol sağlamaya çalışmışlardır. Abrahamian’ın deyimiyle “askerî
güvenliği, idari istikrarı ve ideolojik meşruiyeti az olan Kaçarlar, tehlikeli muhalefetle
karşılaştıklarında sistematik olarak iki eşzamanlı politika izleyerek iktidarda kalmışlardır:
Geri çekilme ve tüm varyasyonları manipüle etme sanatıyla yapılan toplumsal manipülasyon”
(Abrahamian, 1982: 41). Hükümdarların sadece saray içindeki yaşamın idame ettirilmesi
üzerine kurduğu sistem, şahları, halktan kopuk olarak yorumlanabilecek bir döngünün içine
sokmuştur. Halkın, hâlihazırda meşruiyetini şaibeli bulduğu bir hanedanın merkezî kalmasına
karşılık olarak güvenilir ve geleneksel Şii ulemanın etrafında birleşmeye başlamıştır. Bu
durum, daha sonra ulemanın iddia edeceği mağduriyetlerinin daha da şiddetli olmasına, halkın
koşulsuz desteğine ve Kaçar Hanedanı’nın yaptırım gücünü kaybetmesine sebep olacaktır.
Ulemanın güç kazanması sadece iç dinamiklerden değil, aynı zamanda hanedanın kurduğu dış
ilişkilerden de beslenmiştir. Kaçar hükümdarları, 131 yıllık iktidarları boyunca İran’ın iç ve
dış politikasında etkisi uzun vadede sürecek birçok adım atmıştır. Bu adımlar dış politikada
İngiltere, Fransa ve Rusya başta olmak üzere yabancı devletlere ticari imtiyaz verilmesi, art
arda yaşanan savaşlar ve alınan yenilgiler yüzünden ödenen savaş tazminatları, iç politikada;
ekonomik kriz, saray eşrafının lüks yaşamı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu olay örgüsünde
Kaçar Hanedanı’nın 1804-1826 yılları arasında Rusya ile yaptığı savaşlar, ağır ekonomik
sonuçları ve yenilgisi bakımından İran için oldukça önemlidir. Savaşın sonunda İran’ın aldığı
yenilgi ve Rusya tarafından talep edilen savaş tazminatı, hanedan tarafından, halktan vergi
olarak talep edilmiş ve halkın ekonomik çöküşünün gözle görülür şekilde seyrettiği noktadır.
1813 yılında Rusya ile imzalanan Gülistan Antlaşması’nın hükümleri gereğince Rus gemileri
Hazar Denizi’nde ticaret tekeli ve İran iç politikasında söz hakkı elde etmiştir (Cezani, 2014:
20). Aynı şekilde 10 Şubat 1828 tarihinde imzalanan Türkmençay Antlaşması ile İran
(günümüzde Ermenistan sınırlarında bulunan) Erivan ve Nahcivan’dan çekilerek ilk büyük
toprak kaybını yaşamıştır (Cezani, 2014: 20). Hanedan yöneticilerinin bu kararları,
oluşturulan baskı nedeniyle toplumsal ve tazminatlar için talep edilen vergilerle ekonomik
krizlere sebep olmuş, halkın gözünden hanedan giderek itibarsızlaşmıştır. Hükümdar ve
ailesinin yönetimdeki üstün kontrolü profesyonel bürokrasi sınıfının oluşmasını engellemiş,
küçük nüfuslu bölgelerden büyük şehirlere kadar birçok bölgede adam kayırma ve rüşvet
yaygınlaşmıştır. Bunlara rağmen İran halkı için en sarsıcı etken, İngiltere ve Rusya’ya verilen
ticari imtiyazlar ve tekelleşme politikası olmuştur. İran’ın yerli üretim-tüketim dengesi, ticaret
tekelinin Batı’nın sanayi mallarının hiçbir engelle karşılaşmadan İran piyasalarına
girebilmesi, özellikle İngiliz ve Rus tüccarlara tanınan ayrıcalıklar ve “kapitülasyonlar”, İran’ı
25

Avrupa tüccarlarının karlı ticaret alanı haline getirmiştir (Sancar, 2016: 62). Yeni ticari
alternatiflerin çıkması, yerel üretim-tüketim dengesini bozmuş ve halk bu dengesizlik
halinden yöneticileri sorumlu tutmuştur. Tüm tepkilere rağmen yöneticiler, halkın talep ve
şikâyetlerinden kendilerini tecrit ederek iktidarları boyunca sürecek büyük bir muhalif
hareketi beslemişlerdir. Hanedanın ekonomik ve idari çıkarlarına zarar gelmediği müddetçe
Avrupa’nın dolaylı bir sömürgesi olmayı kabul ettiği varsayılabilecek olan Kaçar hanedanı
mensupları bu düşüncenin yanı sıra Avrupa tarzı yaşam ve ticari gerekleri yerine uygulayarak
Batılılaşma düşüncesini vurgulamışlardır. Çalışmanın bir sonraki bölümünde
detaylandırılacak olan Batılılaşma hareketinde reformistler tarafından göz ardı edilen en
önemli nokta; İran halkının Avrupai yaşam tarzına ve akabinde gelen kavramlara dair bilgisiz
olduğudur. Bu sebeple halk için atılan her reformist adım İranlılar için beklenen toplumsal ve
ekonomik ilerlemenin bir sonucu olmaktan uzak kalmıştır. Abrahamian’a göre Meşrutiyet
Devrimi’nin nedenlerini, uzun vadede 19. yüzyılda atılan adımlar; kısa vadede 1904-05 yılları
arasında devletin iflası, enflasyon ve ekonomik bunalımda görmek mümkündür (Abrahamian,
2018: 56).
1848 yılında tahta geçen Şah Nasreddin, Kaçar Hanedanı’na mensup olan ve Batılılaşma
adına büyük ve ciddi adımlar atan en önemli hükümdar olma özelliğine sahiptir. Nitekim
modernleşme adımları kadar ülkesinin İngiltere ve Rusya için stratejik öneme sahip olduğunu
fark ederek İran’ı yabancı yatırım alanı haline getirmiş olması da toplumdaki huzursuzluğun
göz ardı edilemeyecek sebeplerinden biridir. Ticari ve ekonomik çıkarlar ve akabinde
gelişebilecek muhtemel iyi ikili ilişkiler için İngiltere ve Rusya’ya ekonomik imtiyaz
anlaşmaları sunulmuştur. Bu imtiyazlar şunlardır;

 İngiltere imtiyazları; 1862 ve 185 Telgraf Hattı Antlaşmaları (İran telgraf yollarının
İngilizler tarafından sınırsız kullanılma açılması). Reuters İmtiyazı (İran’da demiryolu
yapım ve işletme hakkı- ki halktan gelen tepkiler üzerine iptal edilmiş ve İran
antlaşmanın süresinden önce feshedilmesi sebebiyle tazminat ödemiştir.). Kâğıt para
basma ve İran’da Imperial Bank’ın kurulması sözleşmesi (İran tarihinde ilk dış
borçlanma, Imperial Bank’tan alınmıştır). Lynch Kardeşler İmtiyazı(gemicilik ve
Karun Irmağı’nda ticaret yapma hakkı). 1890 Regie İmtiyazı ve Sözleşmesi(İran
sınırları içinde tütün yetiştirme, satma ve dağıtma tekelinin İngiltere’ye verilmesi).
1901 D’Arcy İmtiyazı (İran petrol yataklarının işletilmesi ve kullanılması haklarının
süresiz olarak William Knox D’Arcy (1849-1917)’ye devredilmesi).
26

 Çarlık Rusya imtiyazları; 1879 yılında İran’ın kuzeyindeki telgraf hatlarının yapımı ve
kullanımı Rus menşeili bir şirkete verilmiştir. 1888 yılında Rus Liyanazov Balıkçılık
Şirketi, İran tarafında bulunan Astara şehri ve Etrek Irmağı arasında kalan Hazar
Denizi’nde balıkçılık yapma imtiyazını elde etmiştir. 1891 yılında İran limanlarının
Rus gemilerine tamamen açık ve vergisiz hale getirilmesi için verilen taşımacılık
imtiyazı (Cezani, 2014: 56)

Halk için ekonomik refahın, halk ve saray arasındaki en önemli iletişim merkezi ve ticaret
ağı olan pazar (‫)بازار‬9 tekel antlaşmasıyla uğradığı zararı kaldıramayarak greve girmiş ve
imtiyazı protesto etmiştir. Avrupa devletlerine verilen tekeller zamanla pazar esnafının
ekonomik çöküşüne sebep olmuş ve devlete karşı örgütlenme bilinci oluşmaya başlamıştır.
Bu sebeple Meşrutiyet Devrimi süresince tüccar sınıfının statüsü oldukça önem
kazanmıştır. İranlı tüccar sınıfı 19. yüzyılın sonunda devletin ekonomik düzenlemelerine
ve yabancı sermayenin İran ekonomisine girişine karşı mücadele vermeye başlamış ve
1884 yılında Majlis-e Vokala-e Tojjar’ı (Tüccar Vekilleri Meclisi) kurmuştur. (Erden,
2017: 92). İngiltere ile yapılan Regie Sözleşmesi ve tütün imtiyazı, İran halkını -saray
mensupları dâhil olmak üzere- ayaklandıran anlaşmadır. Bu antlaşmaya göre İran sınırları
içinde tütünün üretimi, dağıtımı ve satışı tamamen İngiltere’nin kontrolüne girmiştir.
Tütünün İran kültüründeki en temel unsurlardan biri olması ve birçok kişinin bu ürünle
para kazandığı göz önüne alınırsa yerel üretimin yasaklanması İran halkı için ekonomik
ölüm anlamına gelmiştir. Tütün Protestosu hareketi ilk defa, Ramazan 1308’de (Mayıs
1891) Fars eyaletinde tütün tüccarlarının önde gelenlerinden Hacı Abbas Urdûbâdî’nin
tütün tekeline karşı Şîraz çarşısının kapatılmasına ön ayak olmasıyla başlamıştır
(Kurtuluş, 2012: 5). 1891 yılında “Tütün Protestosu/Tobacco Protest” olarak tarihe geçen
bu olayın Meşrutiyetin ilan edilmesinde –halkın saraya ekonomik yaptırım
uygulayabilmesi sebebiyle- payı büyüktür. Erden, tütün protestolarının İran
milliyetçiliğinin gelişmesinde, dış güçlere duyulan tepki özelinde karakteristikleştiğini
savunmaktadır (Erden, 2017: 123). İmtiyazın iptal edilmesi için saraya tepki gösteren İran
halkı, imtiyazın iptaline dek geçen sürede, geçimlerini devam ettirmek için gizli olarak
tütün üretimi ve satışı yapmaya çalışmış, İngilizler tarafından “kaçak tütün yetiştirip

9 Bu dönemde pazarlar sadece bir ticaret merkezi değil, aynı zamanda toplumun bir
aynası konumundadır. Pazar, halkın ve esnafın yönetimden ekonomiye birçok konuya dair
fikir alışverişi yaptığı hatta çoğu zaman örgütlenmeye başladığı yerlerdir. Halk ve saray
arasındaki ilişkilerin en belirleyici aktörlerinden biridir. Bu sebeple İran iç politikasında
pazarın dengesi ve esnafın genel durumunun anlaşılması oldukça önemlidir.
27

satmaya çalışmak” suçundan fiziksel ve hukuki şiddete maruz kalmıştır. 19. yüzyılda
İran’da yaşanan büyük kuraklık, fabrikaların çoğalması gibi etkenler kırsal kesimde
yaşayan köylüleri yeni iş imkânları için şehirlere göç etmeye yönlendirmiştir. Bu duruma
ek olarak hanedan tarafından yabancı devletlere verilen uzun vadeli imtiyazlar, halkı daha
da zorlamıştır (Cezani, 2014: 58). İmtiyazların İran ekonomisine verdiği zarar, halkın
çalışmak için komşu ülkelere göç etmeye başlamasıyla farklı bir boyut kazanmıştır.
Cezani bu dönemde Rusya, Güney Kafkasya gibi kuzey istikametine giden ziraatçı ve
zanaatkârları “evi barkı dağılmış fakirler” olarak nitelendirmekte ve halk için durumun
vahametini vurgulamaktadır (Cezani, 2014: 64).
Nasreddin Şah’ın iktidarda kaldığı 48 yıllık sürede İran, İngiltere ve Rusya’nın yarı-
sömürgesi haline gelmiş, sosyal ve ekonomik olarak çökmüş, toplumda muhalif hareketler her
geçen gün şiddetlenmeye başlamıştır. Şah Nasreddin’in ölümünün ardından tahta geçen Şah
Muzaffereddin (1853-1907) döneminde İran halkı, Şah karşıtı birçok gizli örgüt kurmuştur.
Bu örgütlerden bazıları şunlardır;

“Gizli Cemiyet (Secret Society), Gizli Merkez (Secret Center), Sosyal Demokrat Parti,
İnsanlık Cemiyeti (Society of Humanity) ve Devrimci Komite (Revolutionary
Committee) bu dönemde kurulan gizli örgütlerin en önemli beş tanesiydi. Bu örgütün
üyeleri, çoğunlukla entelektüeller, geleneksel orta sınıf ve ulema arasından, farklı
ideolojik ve politik düşüncelere sahip kişilerdi. Gizli Merkez ve Sosyal Demokrat
Parti, Rus Marksizminden etkilenen entelektüeller tarafından kurulmuştu. İnsanlık
Cemiyeti’ni ise Fransız düşünür Auguste Comte’un hümanizminden etkilenen
entelektüeller kurmuştu. Devrimci Komite despotizmi yıkmak için taktik ve stratejiler
geliştire daha radikal entelektüellerin örgütüydü.” (Abrahamian, 1982:76-80, Erden,
2017:93).
Bu sırada Muzaffereddin Şah’ın İran’ı Rusya’ya verdiği sosyal ve ekonomik imtiyazlarla daha
da yakınlaştırarak halkın öfkesini perçinlemiş ve halkta geri dönüşü olmayan bir isyanın
fitilini ateşlemiştir. İran’da hâkimiyeti ve kaynakları gözle görülür şekilde artan Rus etkisi,
1905 Rus-Japon savaşı sırasında İran ekonomisinin tamamen çökmesi üzerine daha da açık
hale gelmiştir. Saray ekonomik kaybın telafisini zaten kötü durumda olan İranlı tüccara ek
ticaret vergisi koyarak yapmak istemiştir. Saraydan halkın durumunu düzeltebilecek herhangi
bir iyileştirme göremeyen halk, ulema ve toplumun ileri gelenleri etrafında örgütlenmeye
başlamıştır. Bu sırada İran’ın önde gelen ulema ve aydınları, Batılı düşünce akımlarından
aldıkları ilhamla İslami çerçevede, modern bir toplum yaratmayı amaçlamışlardır. Halk
Cemaleddin Afgani (1838-1897), Seyid Muhammed Tabatabai (1804-1881) ve Hasan Şirazi
(1815-1895) başta olmak üzere birçok ulema ve aydının sorunları çözebileceği düşüncesini
oluşturmuştur. Bahsi geçen isimler, İslam Birliği temasıyla öne çıkarak saraya karşı
28

muhalefete katılmıştır. İslam birliği düşüncesinin temel ideali Cemaleddin Afgani’nin


Urvetu’l Vuska adlı eserinde dile getirdiği üzere; toplumda modernleşme adı altında yabancı
istilasının oluştuğu, modernleşmenin yalnızca Avrupaileşmek olmadığı, İslam’a ve
değerlerine bağlı kalarak da modern olunabileceği yönündedir. Ulemanın gücünün
direnişlerde ön planda olması hanedanı rahatsız etmeye başlamıştır. Hatta ulemanın hanedan
tarafından tehdit edildiği, önde gelen isimlere yine hanedana bağlı kişiler tarafından şiddet
uygulandığı, bu sırada halkın ve bütün tüccarların hanedana karşı ulemanın yanında saraya
karşı direnişe devam ettiği bilinmektedir (Cezani, 2014: 79). Yerli üretici ve tüccarla yakın
ekonomik ilişkileri olan ulemanın destek verdiği gösteriler; Tabatabai (1842-1920),
Behbehani (1840-1910), Fazlullah Nuri (1843-1909) gibi etkin dinî isimlerin liderliğinde
tüccar, esnaf ve medrese öğrencileri olmak üzere geniş bir halk hareketine dönüşmüştür. 1905
yılında başlayan ekonomik huzursuzluklar ve toplumsal ihmal edilmişlik hissiyatı, iki olayla
perçinlenmiştir. İlk olay, 1906 yılında şeker tacirlerinin ekonomik krizde fiyatları düşürmek
istemedikleri için Tahran Valisi tarafından falakaya yatırılması (Jahanbegloo, 2013: 35); ikinci
olay, Rusya’nın İran topraklarında kurmak istediği banka için Müslümanlara ait olan
kimsesizler mezarlığı arazisinde başlattığı çalışmalar, halkın kadın erkek fark etmeksizin aktif
direnişe geçmesinde kırılma noktası niteliğindedir (Abrahamian, 2018: 58). Müslümanlığa
alenen yapılmış bir saldırı gibi yorumlanan bu olaylar, ağırlığı ekonomik sebeplere dayanan
muhalif hareket ve tartışmalara dinî vasıf eklemiştir. Horasan, Tebriz, Fars ve Tahran
eyaletlerinde halk cami ve meydanlarda toplanmış, günlerce süren protestolardan sonra 1906
yılında Behbehani ve Tabatabai liderliğinde Kum şehrine göç başlamıştır. Akabinde
hanedanın halk tarafından keyfi olarak nitelendirilen yönetimine karşılık anayasa fikri
oluşmuştur. Bu fikrin temel kaynağı, 1876 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nda ilan edilen ilk
anayasa Kanun-i Esasi ve meşrutiyet yönetiminin İstanbul’da bulunan İranlı aydınlar
tarafından, İran’a yayılması isteğidir (Kılıç, 2002: 146). Bu ayaklanma ve uzlaşma süreci,
akabinde gerçekleşen Meşrutiyet Devrimi çalışmanın bir sonraki bölümünde
detaylandırılacaktır.
29

1.2: Batılılaşma
İran’ın Batı ile iletişimi Safevi Hanedanı döneminde başlamıştır. Şah I. Abbas (1571-1629)
döneminde (1588-1629) ticaret ağırlıklı ve çoğunlukla geçici temaslar kurulmuştur. Kaçar
Hanedanı için Avrupa ile temaslar ilk olarak 1797-1834 yılları arasında hükümdar olan Şah
Feth Ali Kaçar’ın özellikle Fransa ile kurduğu resmi ilişkiler ile görünürlük kazanmıştır. Bu
dönemde ülke içinde hızla artan Avrupalı nüfusu, 19. yüzyılda İran halkının Avrupa ile
tanışmasında en etkili unsurlardan biridir (Abrahamian, 2018: 50). İran tarihinde Kaçar
Hanedanı altında modernleşme adımları, 19. yüzyılda tam anlamıyla başlamış olmakla
birlikte, daha önce şahların kılık-kıyafet ve gündelik alışkanlıklar başta olmak üzere Batı tarzı
unsurları bireysel yaşamlarında daha öncesinde uyguladıkları bilinmektedir. Hanedan
mensupları tarafından uygulanan modernleşme politikası büyük oranda şahların, veliahtların
ve saraya yakın üs sınıfların özelinde seyrederken; saraya bağlı devlet adamlarının ve başta
Şah Feth Ali’nin (1772-1834) oğlu Prens Abbas Mirza (1789-1833) olmak üzere prenslerin
uyguladığı politikalar, halkın yaşam tarzı ve devlet teşkilatlanmasına yönelik olmuştur. Halka
dair yapılan modernleşme çalışmalarında halktan kadınların toplumdaki görünürlüğüyle doğru
orantılı olarak yapılan reform sayısı yok denecek kadar az olmakla birlikte, saraydaki
kadınların yaşamları modern ve Batı tarzı gündelik yaşama dair izler taşımaktadır. Çalışmanın
bu bölümünde 19. yüzyılda İran’da Batılılaşma hareketleri, öncüler ve reformlar incelenirken,
kadınların reformlardaki yeri de araştırılacaktır.

Abrahamian’a göre 19. yüzyılda Batı’nın İran üzerindeki etkisi, hanedan ve halk arasındaki
kırılgan ilişkiyi ekonomik nüfuz ve modernite üzerinden topluma yayılmaya başlayan
Batılılık algısı ile sağlamlaştırmak üzerine olmuştur (Abrahamian, 1982: 50). Bu algı, batı
tarzı eğitim kurumları ve entelektüel kuruluşlar yoluyla yayılmış ve İran halkını liberalizm,
milliyetçilik ve hatta sosyalizm gibi kavramlarla tanıştırmıştır (Abrahamian, 1982: 50). Bu
dönemde hanedana bağlı ve modernleşme yanlısı isimlerden bazıları şunlardır; Prens Abbas
Mirza, Mîrzâ Ebu’l Kasım Kaim Makam (1780-1836), Mîrzâ Tâki Hân Farahani (bilinen
unvanıyla Emir-i Kebir) (1806-1852), Mirza Malkom Han (1870-1908) ve Mirza Feth Ali
Akhundzade (Ahundov) (1812-1878). Modernleşme hareketleri ve yenilikler/iyileştirmeler
askeriye, ekonomi, devlet teşkilatlanması ve kültür-sanat alanlarında olmak üzere büyük
oranda 19.yüzyılda yapılmış olup, hanedanın resmi olarak son bulduğu 1926 tarihine dek
aralıklarla devam ettirilmiştir. Hanedanın içinde bulunduğu ekonomik ve siyasi karışıklıklar
bahsi geçen reformistleri öncelikle ekonomi ve devlet teşkilatlanması alanlarına
yoğunlaşmaya itmiştir. Buna göre Kaçar Hanedanı’nın ilk resmi modernleşme adımları, Prens
30

Abbas Mirza ve İran tarihinde Batı bilimleri ve Batı sanayisi eğitimi için öncülük etmiş ilk
kişi olan Mirza Bozorg Kaim Makam adıyla bilinen Mirza İsa tarafından, savunma sanayisine
yönelik atılmıştır. Buna göre Hanedan ordusunun teçhizat ve eğitmen konusundaki geri
kalmışlığı, Avrupa’dan getirtilen hocalar ve yine Avrupa tarzı hazırlanmış askerî müfredat ile
giderilmek istenmiştir (Cezani, 2014: 51).

Modernleşme yanlısı devlet adamlarından Mîrzâ Ebu’l Kasım Kaim Makam, Mîrzâ Tâki Hân
Farahani (Emir-i Kebir)(1806-1852) ve Mirza Malkom Han devlet teşkilatlanmasında attıkları
adımlarla önemli yere sahiptir (Cezani, 2014: 51). Özellikle Emir-i Kebir tarafından yapılan
yenilikler Emir’in otoritesi ve kontrolü altında uygulanmış ve devamlılığı sağlanmıştır. Bu
yenilikler; mali iyileştirmeler, emniyet, iktisadi ilerleme ve mezhep özgürlüğü üzerine
olmuştur. Emir-i Kebir’in ilk düzenlemesi devlet hazinesinin muhasebesi ve denetimini
sağlamak, ardından rüşveti bitirmek olmuştur. Şehir ve köylerde emniyet ve huzurun temini
için İran’da ilk bekçilik kurumu kurulmuş; ip, şeker, dokuma fabrikaları açılmış, bu
fabrikaların devamlılığı için Moskova, Petersburg ve İstanbul gibi büyük şehirlere
yetiştirilmek üzere öğrenci göndermiştir (Cezani, 2014: 53). Emir-i Kebir’in en önemli
yeniliklerinden biri, Batı tarzı eğitim veren Darülfünunun açılması olmuştur. Bu dönemde
nüfusun yaklaşık %90’ı okuma yazma bilgisinden zayıf veya noksandır (Ghanbarlou, 2018:
81). Emir, Avrupa’dan, Darülfünunda öğretmenlik yapması için tarih, tıp, mühendislik,
coğrafya ve askerî bilimler ile ilgili öğretmenler getirmiştir (Cezani, 2014: 55). 1837 yılında
Mirza Salih Şirazi tarafından Kağıd-ı Ahbar adlı gazete, İran’ın ilk gazetesi olarak
çıkartılmıştır (Ghanbarlou, 2018: 83). Gazetenin ideolojik olarak hanedana yakın olması ve
hanedan politikalarını savunması sebebiyle Kağıd-ı Ahbar halktan destek görmemiştir.

Toplumda kriz hali ve infial yayılırken, 48 yıl iktidarda kalacak olan hükümdar Şah Nasreddin
1848 yılında tahta geçmiştir. Kaçar Hanedanı’nda kültür-sanatın yayılması için atılan
adımların çoğu bu dönemde, Avrupa hayranı olan Şah Nasreddin ile atılmıştır. Şah Nasreddin
iktidarında (1848-1896) Avrupa’ya ilk kez öğrenci gönderilmiş, 1851 yılında çocukların
eğitimi için okullar (Maktaphaneh) kurulmuş, müzik, tiyatro, tasavvuf gibi sanatsal aktiviteler
yaygınlaşmıştır. Scheiwiller, Şah Nasreddin’i “en alçak ve en başarılı egemen” olarak
tanımlamıştır (Scheiwiller, 2013: 23). Şah Nasreddin döneminde İran’da fotoğrafçılık,
edebiyat, tiyatro gibi sanat dallarının ortaya çıkmıştır. Şah Nasreddin iktidarında Avrupa ile
kurulan kültürel etkileşim sayesinde yurt içinde ve yurt dışında Avrupalıların “egzotik doğu”
olarak tanımladıkları İran’ın turizmi hızla büyümüştür (Scheiwiller, 2013: 23). Şah, Avrupa’ya
düzenlediği seyahatlerle İran modernleşmesine hız kazandıracak şeyler keşfetmiş ve bu
31

keşifleri İran’da hayata geçirmek için adımlar atmıştır. Bu dönemde Nasreddin Şah’ın en
önemli adımı; İran’da Batı tarzı okulların artırılması ve tiyatroların açılması, kadınların bu
tiyatrolarda ilk kez sahneye çıkmış olmasıdır. Özellikle tiyatronun gelişmesinde modern Azeri
edebiyatının kurucusu olan Mirza Feth Ali Ahundzade (Ahundov)’nin Azeri Türkçesi’nden
Farsça’ya çevirdiği tiyatro eserleri modern İran tiyatrosunun temellerini atmıştır ( Algar,
1989: 187). Sadece tiyatronun değil, Akhundzade toplumda kadının statüsüne dair üstü kapalı
eleştiriler getiren ilk aydın olmuştur. Akhundzade oyunlarında İranlı kadınların toplumda geri
plana itilmiş, hayatlarının idaresi ellerinden alınmış olmasını eleştirerek iki oyun yazmıştır.
Oyunlardan ilki Vazir Khan-e Lankroan (Lankoran’ın Büyük Bakanı), ikincisi Vokala-ye
Morafe’eh (Avukatların Çekişmesi)’dir ve zorla evlendirilmek üzere olan genç kızların
direnişlerini konu etmiştir (Amin, 2002: 27). İran tiyatro tarihi ile ilgili eserler
Akhundzade’nin piyeslerinin 19. yüzyılda sahnelendiğine dair hiçbir kayıtta bulunmuyorsa da
bunların yaygın şekilde okunmuş olduğu, diğer basit ve realist yazı örnekleriyle birlikte
Farsça’da yeni bir nesir üslubunun doğuşuna katkıda bulunduğu konusunda şüphe yoktur
(Algar, 1989: 190). Akhundzade, 1865 yılında Seh Maktub (Üç Mektup) adlı eserinde, hayali
bir Hint prensinin Kaçar prenslerine “emrinde çalışan bir bakanın karısına el koyan prensten”
bahsetmekte ve Kaçar toplumunun kadınlar üzerindeki despotik otoritesini Türkmenlik ve
İslamiyet’in gerçek bir karışımı olduğunu iddia etmektedir (Amin, 2002: 26). Akhundzade’nin
dönemin koşullarına göre oldukça sert ve alışılmadık eleştirilerinin sarayda veya toplumda
yaratması gereken infial karşılık bulmamıştır. Oyunlarında kadınların içine itildiği toplumsal
baskıyı görüp teşhis etmesine rağmen, Akhundzade’nin kadınların koşullarını iyileştirmek
üzerine herhangi bir tezine rastlanamamıştır. Yani, Kaçar Hanedanı döneminde aydınlar eliyle
getirilen eleştirilerde dahi kadınların sorunlarını ne kadar derinlemesine teşhis etseler de bu
sorunları iyileştirmek için herhangi bir çalışma yapma gereği duyulmamıştır. Bu durum,
toplumdaki ataerkilliğin her kademede bulunduğunun fakat farklı şiddette sirayet ettiğinin
göstergesidir.

Batılılaşma konusunda Şah Nasreddin, Kaçar Hanedanı için modern dönemin bir örneği
niteliğindedir. Şah Nasreddin’in haremindeki kadınların fotoğraflarını çekmek gibi büyük bir
hobisinin olduğu ve bu fotoğraflarda kadınların çarşafsız, vücutlarını sergilemekten
çekinmedikleri Scheiwiller’ın bu konuda yaptığı detaylı çalışmada zikredilmiştir (Scheiwiller,
2017: 58). Haremdeki kadınların sıradan kadına göre görece özgürlüğü, daha sonra Şah Feth
Ali Kaçar’ın kızı Ashraf-al Saltaneh’in hatıratında da belirtilmektedir. Buna göre Ashraf-al
Saltaneh “hayatının çoğunun tıp ve tarih kitapları okumakla geçtiğini, saraydaki olayları,
32

ulusal ve uluslararası olayları bizzat takip ettiğini, aşçılık ve satrança ilgi duyduğunu”
belirtmiştir (Amin, 2002: 24). Saraydaki kadının ve sıradan İranlı kadının özgürlüğü bu
derece büyük ayrımlara sahne olurken, saraydaki özgürlük temel alınarak yapılan hangi
modernleşme hareketi halkta aynı tesiri gösterebilir miydi?

Halkın Batı değerleriyle tanışması 1875 yılında, bu misyonu üstlendiğini iddia eden, İran ve
İstanbul’da Farsça yayınlanan, modernleşme yanlısı Ahtar ve Sur-i İsrafil gazeteleri ile
başlamıştır (Ghanbarlou, 2018: 83). Özellikle Ahtar gazetesinin tarzı, İranlı aydınların büyük
ilgisiyle karşılaşmıştır;

“Ahtar gazetesini önemli kılan husus, birtakım özgürlükçü ve aydın yazarların yurt
dışında bu gazetenin etrafına toplanması ve ayrıca İran’dan gönderilen bazı
makalelerin yayınlanmasındaydı. … Ahtar, 1875’te İstanbul’da dönemin İran elçisinin
yardımı ve Muhammed Tahir Tebrizi’nin yönetiminde yayına başladı. Bu gazete
yayınladığı yazılarda İran’ın geri kalmışlığını ve diğer ülkelere kıyasla daha kötü bir
durumda olmasının nedenini istibdat ve kanunsuzlukta buluyordu.” (Ghanbarlou,
2018: 84).

Gelişen kültür-sanat etkinlikleri, halkın üst sınıflarında yeni bir entelektüel sınıf oluşmuştur.
Bu sınıf kendini önce münevverü’l fikren, ardından ruşenfikren olarak tanımlayan aydın fikirli
insanlardan oluşmaktadır ve Abrahamian, bu yeni aydın sınıfını “Çarlık Rusya’sında
entelijansiya terimine bağlı olarak geliştirilen, Fransız aydınlanmasını rol model alan ve
hükümdarlığa değil, halk egemenliğine inanan bir topluluk” olarak tanımlamıştır
(Bahramitash-Esfahani, 2011: 58; Abrahamian, 2018: 49).

19. yüzyılda İran’da iki önemli hareket gelişmiştir; ilki, Şeyh Ahmed el Ahsai (...-1826)
tarafından 1810 yılında ortaya çıkartılan Şeyhilik (Shaykism)10 ve 1844 yılında Seyyid Ali
Muhammed (1819-1850) tarafından ortaya çıkartılan Babilik (Babism)11 hareketi
(Abrahamian, 1982: 17). Daha sonra Bahaizm olarak anılacak bu hareketin kutsal kitabı el-
Beyan’dır (Fığlalı, 1991: 464). Babilik hareketi 19. yüzyılda İran’ın muhafazakâr-geleneksel
toplum yapısında dönüm noktası niteliğindedir. Kurucusu Seyyid Ali Muhammed; kadın-
erkek eşitliği, din-dil- ırk ayrımlarının ortadan kaldırılması gerektiği, insanlık âleminin birliği,
bütün dinlerin birliği ve dünya barışı, zorunlu eğitim, herkesin kullanabileceği milletlerarası
10 Şeyhilik anlayışı, Ortodoks Şiilik ve Sufilik ögeleri içeren anlayıştır. Bu anlayış daha
sonra Keşfiyye olarak anılmaya başlanmıştır.
11 Kurucusu Seyyid Ali Muhammed’in on ikinci kayıp imam olduğu iddiasıyla ortaya
çıkmış ve Muhammed tarafından kendi yolu, Allah’a açılan kapı (Bab)dır. Bu anlayış daha
sonra Bahailik olarak anılmaya başlanmıştır.
33

bir dil ve mahkemenin kurulması gibi çağının ve toplumunun oldukça ötesinde görülebilecek
konuları gündeme getirmiştir (Fığlalı, 1991: 465). Hâlihazırda toplumdaki hoşnutsuzluk ve
“haksızlığa maruz kalmışlık hali” ve Babilik düşüncesinin vadettiği refah, hareketin hızla
popülerleşmesine ve birçok taraftar toplamasına sebep olmuştur. Babilik inancının hızla
yayılması hanedanı rahatsız etmeye başlamıştır ve Şah Nasreddin’in emri ile Seyyid Ali
Muhammed 1850 yılında idam edilmiştir (Abrahamian, 1982: 17).

Şah Nasreddin döneminin bir diğer modernleşme yanlısı düşünürü, Mirza Hüseyin Han
Sipehsalar’dır. İran’ın İstanbul büyükelçisi olarak görev yapan Sipehsalar, Osmanlı
Devleti’nin Meşrutiyet hareketi sırasında bölgede bulunduğundan, harekete tanıklık etme
fırsatı bulmuştur. Sipehsalar’ın reformları çoğunlukla devlet teşkilatlanmasına dairdir.

Nasreddin Şah döneminin en önemli reformistlerinden biri Mirza Malkom Han (1870-
1908)’dır. Malkom Han, İran ve İngiltere arasındaki diplomatik ilişkilerin sağlanmasında ve
İran’da ilk telgraf hattının kurulmasına öncülük etmiştir. Malkom Han, Fransa’da Aguste
Comte’nin felsefesinden ve Avrupalı düşünürlerin siyasi fikirlerinden etkilenerek çok sayıda
risale yazmıştır (Karadeniz, 2011: 105). Malkom Han’ın yazdığı risalelerden ilki İran
yönetiminin ıslahına dair yazdığı Defter-i Tanzimat (Cezani, 2014: 58); ikinci risalesi alfabe
değişikliğine gidilmesi ve devlet teşkilatlanmasında Batılılaşmanın gerekliliğine vurgu yaptığı
Kitabçe-yi Gaybi’dir (Algar, 2005: 164)12. 1889 yılında Londra’da Mirza Malkom Han
tarafından çıkartılan ve zaman zaman Şah Nasreddin’in alenen eleştirildiği Kanun gazetesi
çıkartılmaya başlanmıştır (Ghanbarlou, 2018: 84). Bunun yanı sıra Malkom Han, Kanun
gazetesinde kadınları “saygı duyulması gereken, erkeklere hümanizm konusunda ilham
olması gereken kişiler” olarak ele almıştır (Amin, 2002: 33).

Şaha doğrudan muhalif olan bu gazetenin İran halkına ulaşmasıyla halk, Şahın politikalarının
eleştirilebileceğini anlamıştır. Şah Nasreddin döneminde, Avrupa ile kurulan siyasi, ticari ve
kültürel ilişkiler daha sonra Avrupa’nın İran üzerindeki kontrolünün artmasına sebep
olmuştur. Bu durum halkta yabancı karşıtı fikirlerin ve özgürlükçü hareketlerin çıkışının temel
sebebidir (Özgüdenli, Pira, 2006: 406). Şahın tüm Batılılaşma adımlarına rağmen Babilik
hareketini bitirmek amacıyla engellemiş olması, bu dönemde özgürlük ve gelişmişlik fikrinin
sarayın kontrolünde geliştirilmeye çalışıldığının bir göstergesi olarak görülebilir. Nitekim Şah
Nasreddin, 1 Mayıs 1896 tarihinde Rey yakınlarındaki Şah Abdülazim Türbesi’nde Babilik

12 Malkom Han’ın yazdığı diğer eserler; Refik ve Vezir, Meclis-i Tanzimat, Destgah-ı Divan,
Defter-i Kanun, Sırratü’l-Müstakim, Nida-i Adalet, İştiharname-i Ula-i Ademiyet ve
Medeniyet-i İran’dır. Bkz. Karadeniz, 2011: 106)
34

müridi Mirza Rıza-i Kirmani (1854-1896) tarafından gerçekleştirilen bir suikastla


öldürülmüştür (Özgüdenli, Pira, 2006: 405).

Şah Muzaffereddin tahta çıktığında (1896-1907) İran’da hanedanın merkezi otoritesi giderek
zayıflamış ve muhalif hareketler artmıştır. Şahın iktidarda kaldığı 11 yıllık süre içinde
Rusya’dan üç defa borç alması, Rusya’nın İran içindeki ekonomik imtiyaz ve kontrolünü
artırmıştır (Cezani, 2014: 70). Hanedana karşı tepkilerin yayılmasıyla birlikte, Şahın öncelikli
olarak ekonomik ve kültürel iyileştirmeler/yenilikler yapmaya çalıştığını görmek mümkündür.
Bu iyileştirmeler/yenilikler bazıları şunlardır;

“Birçok temel tüketim maddesinin (şeker-çay gibi) fabrikaları açıldı, şehirlerarası


yollar yapıldı, Tahran’a daktilo getirildi, fotoğraf makinesi, telefon gibi basit
elektronik aletlerin kullanımı yaygınlaştı. Elektrikli lambalar evlerde kullanılmaya
başladı, buharlı otomobil kullanıldı.” (Cezani, 2014: 65)

Şah Muzaffereddin döneminde daktilonun kullanımı ve hanedanın kültürel gelişmelere


verdiği önem birçok gazete ve okulun açılmasına vesile olmuştur. Şah Muzaffereddin
dönemindeki gazete ve okulların kısmi listesi şu şekildedir;

“…Edib Gazetesi, en önemli yazarı olan Edib-ül Memalik ile yayın hayatına
başlamıştır. Diğer gazeteler; Ettela Gazetesi, Terbiyet Gazetesi, Sureyya Gazetesi El-
hadid Gazetesi, Nevruz Gazetesi, Encümen-i Ehvet Gazetesi, İhtiyaç, Maarif, Davet-ül
Hak, Sur-i İsrafil, Müsavahat, Tenbih, Nida-i Vatan, Keşkul, Muhakimat, Elcemal,
Nirazam, Temeddün, İrak-ı Acem, Şahen Şahi, Ruh-ul Kudüs, Ruh-ul Emin, Tedeyyün,
Eybnüma, Okyanus, Meclis, Rehnuma, Mekteb-i Rüstiye, Tahran, Bamdad, İstibdad,
Hukuk, Habl-ül Metin, Subh-ı Sadık, Helm Amuz, Şeref ve Şerafet,Marifet, Felahet,
Cefeng Mefeng, Daniş-i Belediye, Şura-yı Beledi ve İttihat, Bidari, Zeşt ve Ziba,
Hilaset-ül Havadis…” (Cezani, 2014: 68)

19. yüzyıl boyunca devlet teşkilatları, ticaret, askeriye ve sanat alanlarında yapılan yenilikler,
İran halkının Avrupa kültürü ile tanışmasının ilk adımı olmuştur. Fakat bu Batılılaşma ya da
modernleşme girişimleri İran halkına sosyo ekonomik bir refah getirmediği gibi temel hak ve
özgürlükleri de sağlamamıştır. Bu da 1905 yılında başlayan Meşrutiyet Devrimi’ne yol açmış
ve hanedanın otoritesi halkın talebiyle kısıtlanmıştır.
35

1.3: İran Meşrutiyet Devrimi’nde Kadın


İran toplumunda Meşrutiyet Devrimi’ne kadar toplumda kadının konumu geleneksellik ve
Şiilik vurgusu etrafında, muhafazakâr çizgilerde olmuştur. Kadınların toplumda erkekler
eliyle ikinci plana itilmesi, dinî ve geleneksel referanslarla temellendirildiğinden, erkek
egemenliği meşrulaştırılmış ve kadının toplumdaki rolünü düzenleyen en belirleyici
unsurlardan biri olmuştur. 20. yüzyılın başında İranlı kadınların kendilerini üç çeşit kimlikle
tanımladıklarını görüyoruz: Haheran-ı vatani (Vatanperver Kız kardeşler), haheran-ı dinî
(Dindaş Kız kardeşler) ve haheran-ı nevi (Hemcins kız kardeşler); İran anayasalcı söylemi
içinde kadınlar İranlılık ve İslamcılık alanlarında yerlerini alarak vatandaşlık hakkı iddia
etmişlerdir (Najmabadi, 2010: 207). Kadının konumunda belirleyici olan unsurlardan bir
diğeri, yerleşim yerleri ve bu yerlerin gelenekleridir. Saraydaki, Tahran, Tebriz ve Kum gibi
büyük şehirlerdeki kadınlar kılık-kıyafetten gündelik alışkanlıklara kadar Avrupa tarzına
aşinayken; aynı şehirlerdeki geleneksel kadınların daha tecrit halinde ve geleneksel kurallarla
yaşadıkları bilinmektedir. Yani İran coğrafyasının büyüklüğü ve etnik çeşitliliği kadınların
hayat tarzı ve görünüşlerine de yansımıştır. Paidar’ın tasviriyle;

“Kırsal kesimlerde, pirinç yetiştiriciliğiyle bilinen Gilan, Mazenderan ve Hazar


Denizi’nin kuzeyinde kadınlar renkli kıyafetler giyer, pirinç ekim zamanında
pantolonlarla dolaşır ve gülüp şarkılar söyleyebilirler. Diğer bölgelerde izin
verilemeyecek kadar erkeklerle bir arada yaşayabilirler. Diğer kırsal alanlarda ise
kadınlar başörtülerinin üstüne kalın çarşaflar giyerek ve sadece halı dokumayla meşgul
olarak, tecrit edilmiş bir hayat yaşamışlardır.” (Paidar, 1995: 37).

Batılılaşma hareketlerinin başlamasıyla İranlı kadınların tarım ve çiftçilik etkinlikleri


kısıtlanmış ve kendilerine çizilen yeni toplumsal rollerle daha çok büyük şehirlerde
hamamlarda veya evlerde çalışmaya başlamışlardır (Bahramitash, Esfahani, 2011: 56). Kaçar
Hanedanı’nın Şiraz valisi Abdül Hüseyin Mirza Fermanfermaian (1857-1939)’nın kızı
Sattareh Fermanfermaian (1921-2012), saraya yakın İranlı kadının genel halini şu şekilde
özetlemiştir;

“Yakından korunan ve yakın akrabaları dışında hiçbir erkeğin girmesine izin


verilmeyen duvarlı alt bölmelerde, rahat nakışlı korseleriyle kadın hizmetçiler, dar
pantolonlar, uzun sallanan etekler ve dökümlü başörtüsü veya neşeyle renkli çarşaflar,
depodan getirilmiş yatak takımları veya saklanmış yiyecekler getirilirdi, avlu
mutfaklarında yemekler hazırlanır, açık tuğla havuzlarda giysiler yıkanır, zerdeçal ve
36

diğer ot ve baharatların dalları verandalarda kurumaya bırakılırdı.” (Farmaian, 1992:


7).

Tüm farklarına rağmen birçok kadının Kaçar Hanedanı döneminde protestolara katıldığını ve
bir amaç için örgütlendiğini görmek mümkündür. Meşrutiyet sürecinde daha önce bahsi geçen
Babilik Hareketi, bu durumun ilk örneğidir. 1840’ların başında ortaya çıkan bu hareketin İran
toplumunda ilk kadın temsilcisi ve İran’ın ilk feministi olarak kabul edilen Kurretü’l Ayn
Tahiri (1814-1850)’dir. Kadınların hakları, statüleri, çok eşliliğin yasaklanması ve eğitim
hakkı gibi unsurlarla toplumda görünür kılınmalarını savunan Tahereh Kurretü’l-Ayn (1817-
1852) kadın özgürlüğü adına hanedana ve topluma karşı birçok eylemin öncüsü olmuştur.
Esas adı Fatemeh Baraghani olan Kurretü’l-Ayn, dönemin önde gelen mollalarından Molla
Muhammed Salih Baraghani (1753-1855)’nin kızı, şair ve İran’ın ilk muhalif
feministlerindendir (Mamouri, 2015). İran ve Irak’taki Şii din okullarında eğitim alan ve
hafız olan Kurretü’l-Ayn, Şii ilahiyatı ve fıkhında bilgi sahibiydi, ona göre reform ancak
şeriatın tümden terk edilmesiyle mümkündü (Mamouri, 2015).

“Baskıların zamanının bittiğini, çarşafını çıkardığını ve 1848'de İran'ın sokaklarında


erkek kıyafetleriyle, atlı ve elinde bir kılıçla ortaya çıktığını savundu. Bu halkta
öylesine şok yarattı ki, bir Babi onu çarşafsız gördüğü için intihar etmeye
çalıştı.”(Jestice, 2004: 300).

Döneme aykırı düşünceleri sebebiyle kocası tarafından terk edilen ve 1852 yılında Şah
Nasreddin tarafından hapse atılan Kurretü’l-Ayn, Babilik hareketinde kadın-erkek eşitliği ve
kadın hakları vurgusunun canlı örneği olarak görülmüştür (Jestice, 2004: 300). Kurretü’l-Ayn
daha sonra Nasreddin Şah’ın Tebriz’de kurşuna dizdirdiği Babistler ile birlikte öldürülmüştür
(Fığlalı, 1991: 465). İlerleyen yıllarda İranlı kadınları birlik olmaya ve örgütlenmeye iten şey,
ekonomik bunalımlar olmuştur. Çoğunluğu aydın kesimden olmakla birlikte 1905 yılında
başlayan Meşrutiyet dönemi kadın hareketi, İran’da kadın hareketlerinin ilk büyük işareti
olmuştur. 1905-1911 yılları arasında anayasa talebiyle gerçekleşen ayaklanmalara kadınlar bu
anayasanın kadın haklarını da koruyacağı düşüncesiyle aktif şekilde gösterilere katılmışlardır
(Sinkaya, 2010: 48). Daha önce de bahsi geçtiği üzere, devrimin oluşum süresinde kadınların
toplumda ilk başkaldırısı, saray eşrafından kadınların da katıldığı Tütün Protestosu ile
gerçekleşmiştir. Protesto sırasında kadınlar, ulema ve diğer erkeklerle birlikte hareket ederek
hem pazarı boykota çağırmış hem de yasaya tepki olarak mahkeme önünde nargilelerini
kırmışlardır (Fazaeli, 2017: 12). Grev ve gösteriler hızla büyürken son olarak Şah
37

Nasreddin’in karısı Enisü’l Devle’nin (1842-1897) tütün protestosunda muhalif safta yer
alması, Şah’ın imtiyazı iptal etmesine sebep olmuştur (Scheiwiller, 2017: 66). Tütün
protestosunun ardından İran-Rus savaşlarının önemli ölçüde etkili olduğu ekonomik krizde
karaborsacılık hızla yükselmiş ve meşhur “Tabrizi kahramanı” Zeinab Paşa, valilere ve gıda
maddelerini biriktiren, kıtlıklara ve fiyatların yükselmesine neden olan tüccara karşı birçok
isyan başlatmıştır (Paidar, 1995: 51). Atabaki’ye göre bu kıtlığın sebebi, “ Aras Nehri’nin
kuzeyindeki tarım arazileri ve bilhassa Nahcivan’ın Rusya tarafından ilhak edilmesi, yani
ülkenin tahıl ambarının kaybedilmesi”ydi (Atabaki, 2010: 46). Bu isyan ile kadınlar ulemadan
büyük destek görmüş, pazarın grevini denetlemiş, kepenk kapatmayan esnafa zorla kepenk
kapattırmışlardır. Şehirdeki kadınlar ulema ile bir araya gelerek saraya karşı muhalefetini
güçlendirirken bu sırada ekonomik sıkıntılar sebebiyle taşrada birçok kadının Rusya
sınırlarında sezonluk işçilik yapmaya gittiğinden bahseden Atabaki, “Bakü başta olmak üzere
Kafkaslarda 16.745, Orta Asya’da 4.736” kadının varlığından bahsetmiştir (Atabaki, 2010:
58).

Halkın yöneticilerin keyfi tutumlarına, kötü ekonomiye ve sarayın zulmüne karşılık meşruti
rejim talebi, İran için büyük bir dönüşüm başlatmıştır. Kadınların evlerin duvarları dışındaki
bu eylemlerinin arkasındaki dinî destek, bu başlangıcın radikal bir tavır olarak algılanmasını
engellemiş; dinin harekete geçirici etkisi altında kalan kadınlar, anti emperyalist sloganlarla
sokaklarda yürümüşlerdir (Sancar, 2016: 190). Kadınlar bu süreçte “bilgi ve haber yayma,
muhbir ve ulak olarak rol oynama, gösterilere katılma ve silahlı protestolarda yer alma” gibi
pek çok siyasi etkinlikte bulunmuşlardır. (Paidar, 1995: 52). Yine de asayiş mercileri kadınları
değil, “onlardan sorumlu olan eşlerini” tutuklayarak cezalandırmışlardır (Tulunay, 2006: 36).
Nasreddin Şah’ın antlaşmayı iptal etmesine sebep olan büyük gösteriler ve boykot kadınların
İran toplumunda arka planda bırakılmış bir otorite kaynağı olduğunun kanıtı niteliğindedir.
Scheiwiller, Meşrutiyet Devrimi’nde kadınların konumunu şöyle tasvir etmiştir;

“Meşrutiyet Devrimi sırasında genel olarak İranlı kadınların katılımı, erkekler


tarafından aktif direniş sembolü haline gelmiş ve kadınlar; İran’ın anneleri,
vatandaşları ve kurtarıcıları olarak görülmüştür.” (Scheiwiller, 2017: 80)

Kadınlar, meşrutiyet devriminde sosyal haklarını talep etmiş ve çok eşlilik, erkeklerin
boşanma durumundaki tek taraflı otoritesi ve oy hakkı gibi konuları dile getirmiş, hatta bazı
erkek şairlerden destek görmüşlerdir (Shojaei, 2010: 259). Daha önce Kurretü’l Ayn ve
talepleri dışında, Nasreddin Şah’ın kızı Taj-ol Sultan’ın, haremden muhalif hareketlere
38

katılarak “kadının İran’da geri kaldığını, Batılı kadınlar gibi yaşamak istediklerini anlatan
edebi yazılar yazdığı fakat bu yazıların yayınlanmadığı bilinmektedir (Sancar, 2016: 189,
Vanzan, 2002: 89).

Öne çıkan birkaç aktivist kadın dışında, Meşrutiyetin ilanına giden sürede, gelenekselliğin bir
emaresi olarak görülen örtünme konusu, meşrutiyet talebi sırasında herhangi bir şekilde dile
getirilmemiştir. Nitekim İranlı kadınların örtünmesi köklü tarihsel geçmişi olan geleneklere
dayanmaktadır. Bu konuda Scheiwiller, örtünmenin Ahameniş Hanedanı'ndan (MÖ 550-330)
süregelen ve seçkin kadınların bir âdeti olduğundan bahsetmiş, hatta Llewellyn-Jones,
kadınların “kamuoyu önünde gösterilmekten onur duymadıklarını” ifade etmiştir (Scheiwiller,
2017: 32). Bunun yanı sıra Scheiwiller, Hz. Muhammed dönemine atıfta bulunarak şu
ifadelerle örtünmeyi mantıksal düzlemde açıklamaktadır;

“İran'da antik bir uygulama olan sadece elit kadınların örtünmesi, Hz. Muhammed'in
Müslüman kadınlar için namusluluk beyanı kadınları diğer farklı ve özel kadınlardan
ayırmak konusunda bir temel olarak tartışıldı, ancak tek başına, Hicaz'ın iklimi ve
ortamı, saçları, vücudu ve yüzü kaplamayı çok pragmatik hale getirdi.” (Scheiwiller,
2017: 33)

İranlı tarihçi Keddie’ye göre örtünmenin tarihi M.Ö. 13. yüzyıla dayanmakla birlikte sadece
Doğulu-Müslüman kadınlar arasında başlamamıştır;

“MÖ 13. yüzyılın Asur yasal metni olan örtünmeye ilişkin ilk bilinen referans, seçkin
kadınlarla sınırlıdır ve fahişeler için yasaklanmıştı. Başından itibaren, örtünme bir
statü işaretiydi. Atinalı seçkin kadınlar sık sık tecrit edilmişti ve Greko-Romen
dünyasında peçe biliniyordu. İslamiyet öncesi İran ve Bizans İmparatorluğu'nda
örtünme ve tecrit vardı, ilk Müslümanlar tarafından fethedilen iki alan vardı, ancak ne
kadar yaygın olduklarını bilmiyoruz.” (Keddie, 2007: 205)

Bunun yanı sıra Keddie için çoğunlukla zengin ve seçkin kadınların örtünmesi, Batıda
yerleşik olan “örtülü kadınların haklarından mahrum ve dezavantajlı oldukları inancına” ciddi
bir paradoks oluşturmaktadır (Keddie, 2007: 207). Bu bilgilerin ışığında, Meşrutiyet Devrimi
sırasında kadınların protestolar ve talepler sırasında gerek çarşaf giyerek gerek erkek kılığına
39

girerek askerlerle mücadele ettiği bilgisi temellenmektedir. 1911 yılında Rusya hükümetine
bağlı finansal danışman Shuster’ın ülkeden çıkartılmasına yönelik protestoların büyümesinin
ardından Şah, meclisi kapatmıştır. Meclisin kapanması protestoları daha da şiddetlendirmiş ve
1910 yılında Anavatan Kadınları Derneği’ne bağlı 300 silahlı kadın meclisi basarak İran’ın
özgürlük ve bağımsızlığı sağlanmadığı takdirde çocuklarını ve kocalarını öldürecekleri
yönünde tehditler savurmuşlardır (Tulunay, 2006: 36; Cezani, 2014: 135). Bu derneğin
kurucusu/kurucuları hakkında kesin bilgi olmamakla birlikte, Cezani tarafından aktarılan
Seyyid Ahmed Tabatabai’nin mektubunda kuruculara dair şüpheler aktarılmıştır;

“…Şimdi Şahlık avlusunda Sayın Seyit Reyhanullah’ın evinin önünde kadınlar bir
meclis kurmuş. Meclis başkanının kız kardeşlerinden biri Çiçek ve Bülbül’dür ki
geçen sene İran kraliçesini Batı’ya götürmüş, birisi de meşhur Mirza Hasan Rüşdi’nin
karısıdır ve diğeri de Bibi adında birisidir. Bunların üçü de Muhakkak-ül Babiye
adıyla tanınmıştır.” (Cezani, 2014: 135).

Sancar da kadınların zaman zaman örgütlenerek şiddete başvurduğunu, hatta halka açık
yerlerde yapılan bir toplantıda, anayasa karşıtı olan bir mollanın, bir kadın tarafından,
çarşafının altına gizlediği silahla öldürüldüğünü aktarmıştır (Sancar, 2016: 190). Kadınlar
daha sonra meşrutiyetin ilanına ve kabineye yerleştirilen, çoğu esnaf ve din adamlarından
oluşan delegelere büyük destek vermiştir. Hanedanın meşrutiyeti ilan etmesinin ardından,
yabancı devletlerden finansal destek alınmadan kurulacak olan İran Ulusal Bankası için
kadınlar şevkle para toplamış ve mücevherlerini bağışlamışlardır (Foreign Affairs Committee
of the National Council of Resistance of Iran, 1995: 13). Eliz Sanasarian’a göre 1905’te
başlayan Meşrutiyet Devrimi, kadın aktivizminin kökenlerine işaret etmekte ve muhalefetin
bir harekete dönüşmesi, 1932'de Yurtsever Kadınlar Birliği'nin tasfiyesiyle sona ermektedir
(Kia, 2005: 229). Kadınların Meşrutiyet Devrimi sürecine katkıları ve bizzat meşrutiyetin
ilanındaki rolü İran tarihinde yadsınamayacak kadar önemlidir. Buna rağmen 1906 yılında
kadınların en büyük iki talebi olan eğitim ile seçme ve seçilme hakkı verilmemiştir. 1907’den
1911’e kadar Kaçar döneminde kadın hareketleri daha örgütlüydü; örneğin Kadınların
40

Özgürlük Topluluğu, Kadın Birliği ve Devrimci Kadın Topluluğu başta olmak üzere birçok
dernek bu dönemde kurulmuştur (Shojaei, 2010: 259).

Meşrutiyet devrimi döneminde yükselen kadın hareketleri, kız çocuklarının eğitimi konusunu
da gündeme getirmiştir. Kadınlar için eğitim mutlak öncelik olmasına ve siyasi destek
kazanmasına rağmen geleneksel erken evlilikler ve batıl inançlar bu amaçla bir adım
atılmasını engellemiştir (Paidar, 1995: 75). Birçok Doğu toplumunda malum olduğu üzere kız
çocukları, temel eğitim almak üzere kısa bir süre okula gönderilmekte ya da hiç
gönderilmemektedir. İran’da kız okulları açılmadan önce, 1851’de, kızlar 7 yaşına kadar
Geleneksel Eğitim Merkezleri’ne gidiyor, 7 yaşından sonra ailelerine yardım etmeleri
gerektiğinden eğitimlerine devam edemiyorlardı (Tulunay, 2006: 37). Kız çocuklarının
eğitimi için İsfahan, Tahran ve Tebriz eyaletlerinde açılan Kız Okulları, eğitim faaliyetlerinin
yanı sıra kısa sürede kadınların toplanma merkezi haline gelmiştir. Kızlar için ilk ilkokul
1906’da Fransız asıllı bir İran vatandaşı olan Mr. Richard tarafından açılmış, ardından Safiye
Yezdi ve diğer İranlı kadınların kendi imkânları ile 1907’de önce Namus ve İffetiyye adlı iki
kız okulu kurulmuştur (Howard, 1959: 56; Sancar, 2016: 191). Najmabadi açılan kız
okullarını;

“Eğitim almayı arzulayan, kendilerini eğitimli anneler ve eşler olarak yenilemek,


evlilikten kaçmak ya da meslek sahibi olmak isteyen, evlilik ve boşanma kanunlarının
İslam’ın ruhuna uygun olduğunu düşündükleri bir surette yeniden düzenlenmesi
taraftarı olan tüm kadınların el birliğiyle inşa ettiği birer dayanışma ve ortak eylem
platformu” (Najmabadi, 2010: 229) olarak tanımlamıştır.

Kız okullarının kısa süre içinde yayılması ve öğrenci toplaması bu tanımlamanın


doğruluğunun ispatı niteliğindedir. Keddie kız okullarında Hristiyan, Müslüman ya da karma
kadın grupları tarafından eğitimin sürdürüldüğünü ve bu başarının devlete yeni okullar açması
için itici güç olduğunu vurgulamıştır (Keddie, 2007: 78).

Devrimin ardından kadınlar, erkekler tarafından, sosyal ve siyasal katılımcı olarak değil,
hareketi meşrulaştırıcı bir etken olarak görülmüşlerdir. Bu sebeple meclisin açılmasının
41

ardından kadınların hak talepleri ve bu taleplerin toplumda uyandırdığı yankı, küçük çaplı bir
organizasyon gibi görülmüştür. Ulema, müritler, Şah ve diğer yasa yapıcıların tamamının
erkek olması toplumda baskın olan ataerkil yapının işler halde kalmasını sağlamış, kadınların
taleplerini varlıklarından bağımsız olarak ataerkil uzlaşma konusuna dönüştürmüştür. Bu
sebeple kadınların kendilerine yaratmak istedikleri ve bu uğurda emek verdikleri özgürlük
alanı ataerkil sistemin kontrolünde kalmaya devam etmiş, sınırları belli bir özgürlükten ibaret
olmuştur. Toplumsal cinsiyet rollerinin geleneksel adetlerle ve dinî inançlarla desteklendiği,
kadınların içe kapanık ve toplumda daha az aktif; erkeklerin ise toplumda daha ön planda,
daha aktif ve otorite sahibi olmak zorunda olduğu bir ortamda, İranlı kadınların sisteme
muhalefeti çok daha derin anlamlar taşımaktadır (Connel, 1987: 49). “Kadınlar, anayasal
devrimden sonraki 10 yılda cinsiyet eşitliği talep ederek, İran toplumunun ataerkil yapısına
meydan okudular. Parlamenter demokrasi gibi siyasal ve toplumsal reform talepleriyle siyasi,
sosyal ve ekonomik alanlarda aktif rol oynadılar.” (Tulunay, 2006: 38). Bu amaçla birçok gizli
dernek kuran kadınlar, eğitim ve oy hakkı için örgütlenmeye başlamışlardır. Paidar, İranlı
kadınların devrim süresince; siyasi faaliyetler hakkında bilgi dağıtımı yapmak, habercilik,
greve girmeyen esnafı tespit etmek ve protestolara katılmak gibi önemli görevlerde yer
aldığını belirtmiştir (Paidar, 1995: 52). “Kadınlar bu dönemde gösterdikleri aktif katılım ve
başarılar sebebiyle Malkom Han’ın takdirini kazanmışlar ve hatta Malkom Han’ın İranlı
kadınlar için Ghanun gazetesinde; “İşlerin durumu böyle soylu kadınların birçoğunun
insanlığı teşvik etmede erkeklerin önüne geçtiğini gösteriyor. Kadınlar, insanlığın anlamını ve
avantajlarını erkeklerden çok, erkeklerden çok daha iyi anlıyorlar”dediği bilinmektedir
(Paidar, 1995: 52-53).
Bu sırada İran’da ilk kadın gazetesi Danesh (Bilgi) Dr. Kahhal adı verilen bir gözlükçü kadın
tarafından 1910 yılında çıkartılmış, gazetede “siyasi konulardan uzak durulacağı ve çocuk
bakımı, ev hanımlığı gibi konular üzerinde durulacağı” belirtilmiştir (Fazaeli, 2017: 30,
Shahidi, 2002: 70). Danesh gazetesi 1 yıl gibi kısa bir süre içinde kapanmış ve Shahidi bu ani
kapanmanın sebebini şöyle açıklamıştır;

“Bu zamanda birçok İranlı kadının okuma-yazması yoktu ve dergide “okuma-yazması


olmayan kadınlara saygıdeğer erkekleri her hafta gazeteyi okuyabilir ve onları bu
lütuftan yoksun bırakmamış olurlar” açıklaması yer alıyordu. Bu durum onları okuma-
yazma öğrenmeye itebilirdi, erkekler de bu konu üzerinde çok fazla durmamışlardı.”
(Shahidi, 2002: 71).
42

İkinci kadın gazetesi Shokufeh 1913 yılında Maryam Amid –daha sonra Anjoman Khavatin-e
Irani (İran Kadın Topluluğu) olarak örgütlenecek olan kadın derneğinin kurucusu- tarafından
kurulmuş ve yazılarında kadınların sorunlarına ve sosyal haklarının ihlallerine değinmişlerdir
(Fazaeli, 2017: 30, Paidar, 1995: 92). Gazetenin ilk sayısında “'Bir bireyin veya bir toplumun
talihsizliği, o bireyin veya toplumun cehaletinden ve aptallığından kaynaklanmaktadır.
Kadınların cehaletiyle mücadele etmek için, bu gazete yalnızca kadınlar için yayınlanacak.”
ibaresine yer verilerek cesur tavır açıkça ortaya konmuştur (Paidar, 1995: 94). Bu derneğin ve
yayınların bir kısmı Pehlevi Hanedanı’na dek sürdürülmüş, bir kısmı daha önce kapanmıştır
veya hanedan tarafından kapatılmıştır. 1907 Gizli Kadınlar Derneği, 1907 Kadınların
Özgürlüğü Derneği, 1910 Anavatan Kadınları Derneği ve 1919 Yurtsever Kadınlar Derneği
(Nesvan-e Vatankhah-e Iran), Kadınların Hürriyeti Derneği (Anjuman-ı Azadi-yi Zanan) ve
Millî Kadınlar Derneği (Anjuman-ı Mukadderat-ı Vatan) bunlardan bazılarıdır (Sancar, 2016:
190). Bu isimlere ek olarak, Sadigeh Dowlatabadi tarafından 1919’da çıkartılan Zaban-e
Zanan (Kadının Sesi) dergisi İsfahan’da aylık olarak yayınlanmaya başlamıştır ve zaman
içinde “erkeklerle siyasi tartışmalar yapan ve tartışmalarını belirli kadın meselelerine değil,
özgürlük ve otokrasi üzerine odaklayan tartışmalı bir gazeteye” dönüşmüştür (Shahidi, 2002:
72).

Meşrutiyet Devrimini doğuran ve halkı bir araya getiren esas mesele, İngiltere ve Rusya’nın
İran üzerinde kurdukları siyasi otorite ve buna bağlı olarak hanedanın dolaylı yoldan halka
uyguladığı ekonomik baskılardır. İranlı kadınların ilk aşamadaki talepleri doğrudan kendi
sorunları etrafında odaklanmamıştır; Batı’da olduğu gibi oy ve eğitim hakkı gibi daha
doğrudan kadın sorunlarından kaynaklanan bir eylemlilik söz konusu değildir (Sancar, 2016:
190). Bununla birlikte, daha önce de belirtildiği üzere Kaçar döneminde kadınların temel
talepleri arasında herhangi bir kılık-kıyafet düzenlemesi yoktur. Ancak gerek ayaklanmalar
gerek devrim süreci kadınların toplumda sosyal ve siyasi görünürlük adına kat ettiği yolu fark
etmesini sağlamıştır. Hak ve talepler oluşturulurken, örtünme adına herhangi bir başkaldırı
geleneksel kadınlar cephesinde yaşanmamıştır. Kadınların oy ve eğitim hakkı taleplerinin
meclis açıldıktan sonra da işlerlik kazandıktan sonra da karşılanmamış olması kadınları,
örgütlenme pratiğinde ileri taşıyacak motivasyonun temel kaynağı olmuştur. Paidar, “Habl ol-
Matin adlı bir kadın yazarın 1906 yılında yazdığı bir yazıda; “Neden anayasanın kadınların
haklarının alınmasını engellendiğinin açıklamasını istediğini” ve “kadınların, haklarının
çiğnenmesi için devrime katılmadıklarını” anlatan yazılar yazdığını belirtmiştir. Ayrıca Neda-
ye Vatan (Vatanın Sesi), Ettehadiyeh Gheybi Nesvan’dan (Kadınların Gizli Birliği)
43

derneklerinden gelen üyelerinden mevcut karmaşayı çözmelerini isteyerek, kadınlara dair Ek


Temel Yasa’yı mümkün olan en kısa sürede çıkartmalarını talep ettiğine dair bir yazı
yayınladığını” belirtmiştir (Paidar, 1995: 55). Anlaşılacağı üzere İranlı kadınların hanedanlara
muhalefeti korkusuz ve istikrarlı şekilde Meşrutiyet Devrimi’nden sonra da devam etmiştir.
Bu süreçten sonra Pehlevi Hanedanı ve İslam Cumhuriyeti yıllarından günümüze dek gelen
bir örgütlenme bilinci oluşmuştur. Örgütlenmeler kurumlar, gazete ve kız okulları vasıtasıyla
yasal-yasal olmayan yollarla gerçekleştirilmiştir.

Toplumda ikinci planda kalmaya mecbur bırakılan kadınlar yine de İran’da sonraki yıllarda
ortaya çıkacak kadın aktivizmi üzerine ciddi bir temel atmıştır. Devrimin ardından 1907’de
iktidara gelen Şah Muhammed Ali Kaçar (1872-1925) ve 1909’da yönetimi devralan Şah
Ahmed Kaçar (1898-1930) dönemlerinde halkın talep ve sorunlarına çözüm getirilmemiştir.
Ayrıca İngiltere ve Rusya’nın İran içindeki etkinliğinin devam etmesi, halkta hem
milliyetçiliği hem de yabancı karşıtlığını ortaya çıkartmıştır.
44

13

13Rıza Han ve Peçe Yasağı; İslam’da Kadının Önemi ( ‫ اهمیت تاج‬/‫مروری کوتاه بر قانون کشف حجاب رضاخان‬
‫)بندگی زنان در دین اسلما‬, https://www.yjc.ir/fa/news/6365956 (Erişim Tarihi: 16.10.2019)
45

2.BÖLÜM: RIZA PEHLEVİ DÖNEMİNDE İRAN’DA BATILILAŞMA VE


KADIN (1925-1965)

Pehlevi ailesinin İran tarihindeki varlığı, 1921 yılında, dönemin Kazak Tugayı 14 Komutanı
Rıza Pehlevi’nin (1878-1944), son Kaçar hükümdarı Ahmed Şah’a yaptığı askerî darbe ile
başlamıştır. Rıza Pehlevi’nin 1926 yılında Gülistan Sarayı’nda gerçekleştirilen taç giyme
töreni ile İran’da Pehlevi Hanedanı resmî olarak kurulmuştur. Pehlevi Hanedanı kurulana dek
İran’da hâkim olan söylem, Kaçar Hanedanı’nda “klasik padişahlık” (Beşiriye, 2009: 63)
iken, Pehlevi Hanedanı’nın kurulmasıyla antik İran uygarlıklarındaki “Şahlık” sistemine
dönmüştür. Bu sistemin gereği olarak Şah Rıza; İran’ın, hâlihazırda güçlü ve modern devlet
teşkilatlanmasını gerçekleştirmiş olan Avrupa gibi güçlü ve modern devlet kurumları
oluşturulmasına karar vermiştir. Şah Rıza’nın iktidarında (1926-1941) İran için öngörülen
temel hedefler; ekonomik büyüme, idari ve toplumsal modernleşme, siyasi istikrar gibi temel
konular üzerinden kurulmuştur. Devlet modernleşmesinin yanı sıra halkın da hızla
modernleştirilmesi projenin diğer maddesi olmuştur. Hedeflenen projelerin ekonomik ve idarî
boyutları hızla başarıya ulaşırken; toplumsal modernleşmenin devamlılığı için devlet
tarafından halka uygulanan baskılar, Pehlevi Hanedanı’nı bu uygulamasıyla sıkça tartışma
konusu haline getirmiştir.

20. yüzyılda İran’da hâkim olan ideolojik söylem Beşiriye tarafından; otorite, modern
rasyonalizm, İran milliyetçiliği, üniter devlet ve sınaî kalkınma üzerinden tanımlanmıştır
(Beşiriye, 2009: 64). Şah Rıza’nın modern ulus-devlet oluşturma projesi hem devlette hem de
toplumda köklü ve hızlı bir değişimi amaçlamıştır. Yeni modern monarşinin ilham
kaynaklarından biri, şüphesiz eş zamanlı olarak İran’ın yakın sınırlarında Osmanlı
İmparatorluğu’nun yıkılması ve akabinde Mustafa Kemal Atatürk (1881-1938) tarafından
modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıdır. Bu eş zamanlılık hali birçok kez Rıza
Pehlevi’nin Türkiye Cumhuriyeti’ne ve Mustafa Kemal Atatürk’e olan büyük hayranlığının
bir sonucu olarak yorumlanmıştır. Nitekim sadece Türkiye Cumhuriyeti özelinde değil,
çalışmanın devamında detaylandırılacak olan Alman ve Fransız devlet yapısı dâhil olmak
üzere birçok unsur, Rıza Pehlevi için ilham olmuştur (Bahramitash, Esfahani, 2011: 59;
Keddie, 2007: 87). Bu bilgiler ışığında Rıza Pehlevi’nin; Napoleon, Hitler ve Mussolini gibi
otoriter, milliyetçi ve askerlik bağı olan devlet adamlarına ilgisi olduğunu düşünmek yanlış
14 İran’da Şah Nasreddin döneminde (1879), Çarlık Rusya’nın Kazak birliği örnek alınarak
kurulan süvari birliğidir. 1920 yılına kadar Rus memurlar tarafından kontrol edilen bu
birlik, ağırlıklı olarak Kafkas halklarından ve İranlılardan oluşmaktadır.
46

olmayacaktır. Bu sebeple Mustafa Kemal Atatürk ve reformlarının Şah Rıza’ya ilham olduğu
düşüncesi doğru olmakla birlikte, Pehlevi monarşisinin her alanında tek başına hâkim olduğu
düşüncesi gerçeği yansıtmamaktadır.

Şah Rıza’nın toplumsal modernleşme projesi kapsamında; İran halkının gündelik


alışkanlıklarından mesleklerine, kılık-kıyafet alışkanlıklarından yaşam tarzlarına kadar birçok
alanda Avrupa tarzı modernleşme uygulanmaya çalışılmıştır. Nitekim devlet kurumlarının
düzenlenmesi ve modernleştirilmesi, Şah otoritesi altında hızla ve başarıyla
gerçekleştirilirken; topluma yönelik düzenlemeler halkın muhalefeti sebebiyle aynı hızda
gerçekleştirilememiştir. Modernleşme adımlarında önemli olan, toplumun veya devletin,
geleneksel durumun modern kurumlar karşısında yetersiz kaldığının görülmesidir (Metin,
2011: 34). Bu yargının en uygun örneği, İranlı kadınların modernleşme adımları karşısındaki
duruşudur. Çünkü geleneksel toplumlarda kadına atfedilen kutsallık ve namus algısı, İran’da
da kadınlara yönelik modernleşme hareketlerinde en büyük sorunlardan birini oluşturmuştur.
Kadının toplumdaki konumu ve imkânları da bir devletin gelişmişlik seviyesi için yazılı
olmayan bir gösterge olduğundan, Şah Rıza Pehlevi, modern bir hanedan olduğunu, kadınlara
ağır baskısılar uygulayarak gerçekleştirmeye çalışmıştır. Kadınların çoğu zaman geleneksel
geçmişlerinden gelen çarşafın yasaklanması, Batı tarzı kıyafetlerin giyilmesi için şiddetli
baskılar ve kadının toplumda daha görünür hale getirilmye çalışılması, büyük şehirlerde
yaşayan geleneksel kadınların şiddetli direnişiyle sonuçlanmıştır. 1905 Meşrutiyet
Devrimi’nden sonra kadınların devlete karşı ikinci büyük muhalefeti olarak
nitelendirilebilecek olan bu direniş, Kaçar dönemindeki kadınlar arası ikiliği burada da ortaya
çıkartmıştır. Bu dönemde Pehlevi Hanedanı’nın modernleşme reformlarına ilk günden itibaren
destek veren, hanedanın modern kurumlarında her türlü imkândan faydalanmaya çalışan
kadınların varlığı kadar, modernleşme düzenlemelerine katı bir direnişle karşılık veren,
çarşafsız olmaktansa yıllarca evinde kapalı kalmayı tercih eden kadınlar da olmuştur. Buna
rağmen İranlı kadınları birleştiren en önemli ortak amaç, modernleşme düzenlemelerinden
ziyade, Meşrutiyet Devriminden süregelen vatandaşlık, tek eşlilik, boşanma ve oy hakkı gibi
konular üzerine yapılan tartışmalar olmuştur. Nitekim Pehlevi Hanedanı, 20. yüzyılda modern
İranlı kadın imajının sadece görsel düzenlemelerle sınırlı kalmasında bir sakınca görmeyerek,
tüm modernleşme söylemlerine rağmen kadınları temel siyasi haklarından mahrum
bırakmıştır. 20. yüzyılda kadınlar, hanedanın modernleşme projesinin “vitrini” ve
meşrulaştırıcısı olarak kullanılmıştır. Dahası, modernleşme uygulamaları, saraya yakın, “elit”
kadınlar dışında –ki bu sınıflar hâlihazırda Avrupa tarzı yaşam ve eğitimi deneyimlemiş
47

insanlardır- geleneksel kadınların dönüşüme uyum sağlama süreci devlet tarafından göz ardı
edilmiştir. Pehlevi Hanedanı’nın modern vatandaşlar yaratmak amacıyla oluşturduğu bu proje,
toplumda iki farklı “kadınlık algısı” oluşturmuştur; zihinsel olarak gelenekselliğini koruyan,
görsel olarak Batı ve modernite arasına sıkıştırılmış geleneksel kadınlar; Batı tarzına aşina ve
muhalif hemcinslerini yadırgayan saraya yakın elit kadınlar. Pehlevi Hanedanı’nın
modernleşme projelerinin yarattığı bu ikilik, İranlı Sosyolog Hamid Dabashi tarafından
“korku ve coşkunluk” olarak tanımlamış ve şöyle açıklamıştır;

“Bütün bir ulusun kolektif belleğine hakkedilen Pehlevi hükümdarlığı iki kelimeyle özetlenebilir;
korku ve coşkunluk- halkı sistemin bütününe nüfuz eden yalancılıkla yöneten bir tiranlığın yarattığı
korku ile tiranlıktan sonra neyin mümkün olabileceğini düşlemenin verdiği bir coşkunluk” (Dabashi,
2007: 128).

İranlı geleneksel kadınlar ve Şah arasında geçen bu çatışma hali, Pehlevi Hanedanı’nın en
belirleyici sorunlarından biri olmasına rağmen, modernlik konusunun daima pozitif bir imaj
olarak kabul görmüş olması, İranlı kadınlara uygulanan fiziksel ve psikolojik şiddetin
varlığını reddetmektedir. Kadınların direnişi ulema tarafından desteklenmiş olup Pehlevi
Hanedanı’nın başat sorunlarından biri haline gelmiş, 1979 İslam Devrimi’ne dek etkileri
devam etmiştir. İslam Devrimi’nin yorumlanmasında Pehlevi Hanedanı’nın iktidarı sık sık
modernleşme projesi temel alınarak idealize edildiğinden, projenin gerçekleştirilme
aşamasında meydana gelen sorunlar olumsuzluklar göz ardı edilmiştir. Zira çalışmalarda
Pehlevi Hanedanı’nın da İslam Devriminin de toplumsal koşullar adı altında kadının konumu
üzerinden yorumlanıyor olması, İranlı kadınların iradesi dışında kendisine dayatılan
ikilemlerin bir kanıtı niteliğindedir.

Pehlevi Hanedanı tarafından atılan adımların bütüncül bir perspektifte anlaşılması, İran’da
hala geçerliliğini koruyan kadına yönelik toplumsal tartışmaların temelinin anlaşılmasına
yardımcı olacaktır. Hala oluşum sürecinde olan bir hareketi anlamak için bu dönemde İran
toplumunun, bu toplumda yaşayan kadınların ve devletin koşulları anlaşılmalı, başka bir
deyişle, kadınların hangi gücün karşısında ve hangi argümanlarla, ne için savaşmak zorunda
kaldıkları incelenmelidir (MirHosseini, 2014: 118). Çalışma boyunca Pehlevi Hanedanı’nın
modernleşme adımlarına verilen tepkilerin incelenmesi, göz ardı edilen sonuçların üzerine
eğilmektir ki burada ulaşılacak sonuç; geleneksel İranlı kadınların rızaları dışında ve temel
hakları devlet tarafından “modernleştirme” adı altında ihlal edilerek modernleşme
politikasının meşrulaştırıcı görsel objeleri haline getirilmiş, bir anlamda modernleşmeye
maruz bırakıldıkları olacaktır. Bu bölümde, Pehlevi Hanedanı’nın Şah Rıza Pehlevi
48

iktidarında İran’da uyguladığı kadına yönelik modernleşme çalışmaları ve bu çalışmalara


verilen muhalif tepkiler incelenecektir.
49

2.1: Sopalı Modernleşme

“Maxim”15

Rıza Pehlevi, 1878 yılında İran’ın Mazenderan bölgesinde, Alaşet köyünde doğmuştur
(Kurtuluş, 2008: 67). 1891 yılında Kazak Tugayına katılarak askerî hayatına başlayan Pehlevi,
üstün askerî becerileri sayesinde orduda kısa sürede yükselerek Tuğgeneral rütbesine
erişmiştir. 19.yüzyılda Kaçar Hanedanı’nın ülke içinde İngiltere ve Rusya’nın yarı sömürgesi
haline gelmesi İran halkında milliyetçi düşünceleri perçinlerken bu dönemde genç bir asker
olan Şah Rıza da milliyetçilik fikrini bu dönemde geliştirmiş, İran’a dair atılan adımların
öncelikle ulusçuluk idealine uygun olmasını öncelik edinmiştir. 1921 yılında Kaçar
Hanedanı’na darbe yaparak Tahran bölgesini ele geçirdikten sonra, son Kaçar hükümdarı
Ahmed Şah tarafından önce Kara Kuvvetleri Bakanı (‫ )وزیر نیروی زمینی‬ardından Savaş Bakanı
(‫ )وزیر جنگ‬ve Başbakan (‫ )وزیر نخست‬olarak atanmıştır.

Şah Rıza Pehlevi başa geldiğinde İran halkı, düzenli işlerliği olmayan bir meclisin varlığından
ve Kaçar hükümdarlarının lüks yaşamının devam etmesinden mustariptir. 1923 yılında Ahmet
Şah, halkın hoşnutsuzluğunu sık sık gösterilerle dile getirmeye başlaması üzerine meclisten
azlini istemiştir. 31 Ocak 1924 tarihinde meclis, bu sırada Avrupa’da bulunan Ahmed Şah’ı
gıyabında tahttan azlederek Kaçar Hanedanı’na son vermiştir (Kurtuluş, 2008: 67). Eş
zamanlı olarak çok yakın sınırda Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ve akabinde yapılan
reformlar, Rıza Pehlevi için yeni rejimin Cumhuriyet olabileceği düşüncesini doğurmuşsa da
meclis üyeleri ve ulema karşı çıkmıştır. Ulemanın mecliste oluşu, Meşrutiyet Devrimi ile gücü
doruğa ulaşan ulemanın, artık toplumda birleştirici bir güçten ziyade, yönetim unsurlarının bir
parçası haline geldiğinin göstergesidir. Bununla birlikte ulema, Kaçar Hanedanı’nın tüm keyfi
ve despotik yönetimi boyunca güçlendirdiği otoritesini devlet içinde doğrudan kaybedeceği
bir siyasal sistemi onaylamamıştır. Cumhuriyet fikrinin bertaraf edilmesi için parlamento, 31
Ekim 1925'te, Kaçar Hanedanı’nın resmen sonlandırılmasına ve tacın Rıza Pehlevi’ye
verilmesine karar veren bir toplantı düzenlemiş, bu taç giyme töreni, Safevilerin (1501-1722)
ve Nâdir Şah'ın (1736-47) krallık sembolleri (regalia) kullanılarak Tahran'daki Gülistan
Sarayı'nda gerçekleştirilmiştir (Asgar, Gohrab, 2015: 17). 12 Aralık 1925 tarihinde Rıza

15 Ervand Abrahamian’ın aktarımıyla Maxim, Rıza Pehlevi’nin iç savaş sırasında


başarılarından dolayı aldığı rivayet edilen lakabıdır (Abrahamian, 2018: 65)
50

Pehlevi’nin meclis tarafından Şehinşah ilan edilmesiyle Pehlevi Hanedanı kurulmuş ve Rıza
Pehlevi, 25 Nisan 1926 tarihinde Tahran’daki Gülistan Sarayı’nda taç giymiştir (Kurtuluş,
2008: 67). Şah, İran’ın İslamiyet öncesi ihtişamını ve görkemini ön plana çıkartarak, İslamiyet
öncesi dönemi temsil eden Pehlevi unvanını almıştır ve resmî olarak 12 Aralık 1925'te
“Pehlevi Hanedanı”nın ilk şahı olmuştur (Asgar, Gohrab, 2015: 17)16.

Şah Rıza’nın Cumhuriyet rejimi kurması ulema ve meclis tarafından engellenmiş olsa da
otoritesinin sertleştiği 1930’lara dek cumhuriyetçi ilerleme ve medeniyet kriterlerini hayata
geçirmeye çalışmıştır. Bu amaçla İran’a dair tüm; siyaset, ekonomi, toplum ve millî benlik
alanlarında çeşitli düzenlemelere gitmiştir. Şah Rıza başa geldiğinde milliyetçiler onu bir ulus
yaratma düşüncesi için takdir ederken ulema, Şah’ın, Mustafa Kemal Atatürk’ün laik
reformlarının İran’a yayılmasını önleyeceğini; solcular, arkaik tarım ilişkilerini ortadan
kaldıracağını ve sonunda sosyalizme yol açacak yeni bir kapitalist gelişme çağına gireceğini
umuyordu (Afary, 2009: 143). Rıza Pehlevi Şahlığını ilan etmiş olsa da, cumhuriyet rejimi
olmaksızın İran’ın 20. yüzyılın en gelişmiş ve güçlü ülkelerinden biri haline getirme ideali
baki kalmıştır. Bu durumda etrafındaki en yakın örnek olan Mustafa Kemal Atatürk’ün
Türkiye’de liderlik ettiği milliyetçilik, laiklik ve halkçılık politikaları ilgisini çekmiştir. Bu
sebeple Şah Rıza, İran’da ulus-devlet yaratmak, İran milliyetçiliğini diriltmek ve ekonomiden
topluma her alanda kısa sürede büyümek ideallerini hayata geçirmiştir.

Şah ve çevresinin modern devlet ve toplum yaratma umutlarını, “emperyalist güçlerin


aralarındaki rekabet ve geleneksel güçlerin ordu gücü ve kamuoyu oluşturma ile kontrolünün
sağlanabileceği inancı” yeşertmiştir (Metin, 2011: 288). Metin’in bahsettiği “geleneksel
güçler” kuşkusuz ulemanın toplumdaki otoritesidir. Nitekim Keddie, ulema’yı “Batı'nın
Ortaçağ Katolik topluluklarına benzeyen, I. Dünya Savaşı'ndan önce İran'daki en bağımsız,
bilinçli ve hükümet dışı güç merkezi” olarak tanımlamıştır (Keddie, 1971: 5). Kaçar
Hanedanı’ndan süregelen ulema güçlenmesine bakıldığında, ulemanın sadece halktaki aidiyet
duygularını perçinleyerek dahi gelebildiği noktada, Ortaçağ Katolik topluluklarından çok
daha ileri bir seviyede olduğu görülebilir. Zira İran halkı için din, sadece ruhsal bir bağ değil,

16 Pehlevi soyadı hususunda Abrahamian’ın üzerinde durduğu önemli bir nokta vardır.
Abrahamian’ın iddiasına göre Şah Rıza Pehlevi unvanı(1934’te soyadı olacak) alırken,
hâlihazırda bu unvanı kullanan bir aile vardır. Şah Rıza, aileyi uzun bir süre bu addan
vazgeçmeye zorlamış ve hatta Kaçar hanedanına mensup eski eşinden olan çocuklarına
da başka soyadı vermiştir Bkz.Abrahamian,2018: 104. Aynı konuda Muhammed Rıza
Pehlevi’nin eşi Farah Pehlevi, Şah Rıza’nın Pers Hanedanı döneminde dili ve yazıyı ifade
eden sembolik Pehlevi adını seçtiği bilgisini paylaşmıştır Bkz. Pehlevi, 2003: 124.
51

aynı zamanda geçmiş kökler ve gelecek nesiller tarafından, ilahi bir kutsanmanın kaynağı
olarak yer etmiştir.

Bu sebeple Şah Rıza Pehlevi, ilerlemenin en önemli aşaması olarak, ulemanın dâhil olmadığı
yeni bir birleştirici güç oluşturma yoluna gitmiştir. Şah’ın halk üzerinde kendi kontrol
mekanizması kurmanın yanı sıra benimsediği milliyetçilik ve laiklik ilkeleri, atacağı adımların
temel belirleyicileri olmuştur. Safevi Hanedanı’na ve İslamiyet öncesi İran kimliğine vurgu
yaparak ulemanın devlet içindeki etkisini kısıtlamak istemiştir. Bu düşünceyle, ulemanın ve
solcuların kendisinden kurmasını beklediği güç dengesinde bambaşka bir yola giden Şah
Rıza, ulemayı adım adım etkisizleştirmiştir.

İlk olarak 1928 yılında İran Meclisi, Fransız modeli yeni Medeni Kanun’u kabul etmiştir –ki
buna rağmen evlenme, boşanma, velayet gibi kadınların söz hakkı olmayan aile hukuku
kuralları hala dinî otoritelere bağlıydı- ardından 1936 yılında ulemanın hâkimlik yetkisi
kaldırılarak devlet mahkemelerindeki hâkimlerin Tahran Üniversitesi’nin hukuk bölümünden
mezun olmuş olma zorunluluğu getirilmiştir (Erden, 2017: 167). Devlet teşkilatlanmasının
modernleştirilmesinde, güçlü ordu ve bürokrasi projesi uygulanmıştır. Bu projenin ilk adımı,
devlet içinde neredeyse bağımsız bir güç kanalı sayılabilecek olan ulemanın yetkilerini
düzenlemek olmuştur. Berktay’a göre Pehlevi Hanedanı’nın yükselişi ulemayı zamanla
etkisizleştirmiş olsa da okullar, camiler, Kuran kursları, dernekler ve vakıfların yönetiminin
uzun süre ulemanın elinde kalması, ulemanın örgütlenmesine ve muhalif hareketlerin gelişim
sürecinde halk ile iletişim ağını canlı tutmasına sebep olmuştur (Berktay, 2012: 201).
Ulemanın devlet içindeki etkinliğinin kısıtlanması tek başına ulemayı etkisizleştirmek için
yeterli değildir. Günümüzde hala varlığını koruyan okullar, camiler ve vakıflar başta olmak
üzere birçok örgütlenme kanalı bulunan ulema, etkinliğini bu kanallar aracılığıyla
sürdürebilmektedir. Nitekim 1930’larda gerçekleştirilen bir düzenlemeyle ulemanın eğitim
kurumları, mahkemeler ve vakıf yönetimleri üzerindeki denetim yetkisi laik kurumlara
bağlanarak devlete devredilmiştir (Sancar, 2016: 67). Burada ulema- devlet arasında iki esas
vardır; ilki, laik Cumhuriyet rejimi yerine kendi otoritesini de muhafaza edebileceği monarşik
yönetimi teşvik eden ulema, monarşinin mutlak güç arayışı altında ezilmiştir. Bir diğer esas,
Şah Rıza Pehlevi, ulemanın yetkilerini elinden alırken, Kaçarlar döneminde ulemanın
muhtemel bir güç kaybında dahi toplumda birleştirici güç unsuru olarak yaratabildiği muhalif
infialleri göze alacak kadar askerî yatırımlarına güvenmektedir. İran’da modernleşme
52

hareketleri Türkiye’den sonra başlamış ve daha az ilerleme kaydedilmiştir. Bunun sebebi,


Türkiye’de monarşik yapıdan Cumhuriyet rejimine geçilirken halkın bağımsızlığı ve tam
hâkimiyeti ön plana çıkartılması, ulemanın ve dinî kurumların siyasi ve toplumsal gücünün
devlet kontrolünde tutulmasıdır. Oysa İran’da süregelen monarşi geleneği devam ettirilerek
ulemanın özgürlüğü ve gücü hem siyasi hem toplumsal mecralarda devam ettirilmiştir.
Bununla birlikte, her iki ülke de sınırları içinde ve yönetimde yabancı devletlerin etkinliğini
durdurmak, milliyetçi, modern ve güçlü bir devlet yaratmak ideallerini takip etmesi
bakımından benzerlik göstermektedir (Keddie, 2007: 76). Yabancı devletlerin ülke içinde
siyasi ve ekonomik etkinliklerini kısıtlayan Şah’ın Kaçar Hanedanı tarafından İngiltere ve
Rusya’ya verilen ticarî-ekonomik imtiyazları 1931 yılında tek taraflı olarak iptal etmesi bu
duruma örnek niteliğindedir. Bu radikal ve cesur olarak nitelendirilebilecek adım, Şah Rıza
Pehlevi’nin izlediği denge politikasının en ince detaylarından biridir. Ulemanın halktan
gördüğü desteğe ve geleneksel otoritesine rağmen devlet denetiminden el çektirilmesi, halkta
muhtemel bir infiale yol açma potansiyeline sahipti. Fakat Şah, milliyetçilik ve imtiyazlar
kozunu öne sürerek, halkın ulema sorunundan önce mustarip olduğu ekonomik buhran
ihtimalini devre dışı bırakmıştır. Akabinde halk, ulemaya yapılan bu “otorite tanımazlığı”
yabancı devletlere verilen imtiyazların iptal edilmesiyle göz ardı etmiştir.

Şah, Başbakan sıfatıyla hükümetin başında olduğu süre dâhil olmak üzere, İran’ın İslamiyet
öncesi devlet geleneğinin kutsallığını ön plana çıkartarak, İranlılık olgusunun altını çizmiştir.
Zira ulus-devlet oluşumunun en önemli aşamalarımdan biri, toplumu aynı ulusal kimliği
benimseyecek şekilde homojenleştirmektir (Erden, 2017: 9). Şah için bu homojenliği
mümkün kılan İranlılık olgusunun milliyetçilikle birleştiği ilk adım, İran kimliğinin
vurgusunda Fars dilini yabancı sözcüklerden ayırmak olmuştur. Halkın ulusal bilinci daha iyi
anlaması ve dil üzerine üzerine yapılan sadeleştirmelerin takip edilebilmesi için Fransız
Kültür Akademisi’ni örnek alan Ferhengistan Akademisi’ni kurmuş; Rehberlik Şubesi, İran-ı
Bastan, İttilaat ve Journal de Tehran adlı dergi ve gazeteler basılmıştır. (Abrahamian, 2018:
114). Bir diğer adım, 1 Ocak 1935 tarihinde ülkesinin adını Persia’dan İran’a çevirmek
olmuştur ve bu değişiklik, Şah’ın düşüncesinde; “iktidarını Kaçar döneminin uyuşuk, yoz
yönetim şeklinden ve milliyetçi aşağılamalardan ayırmak için yabancı hükümetlerin resmî
yazışmalarında kullanmak üzere” yapılmıştır (Axworthy, 2016: 282). Bu konuda öne sürülen
bir diğer görüş, Keddie’ye aittir. Keddie’ye göre “Persia yerine İran teriminin kullanılmaya
başlanması, bir Alman temsilcisinin İran ve Aryan kelimelerinin dilsel benzerlikler olduğuna
dikkat çekmesi” ile öne çıkartılmıştır (Keddie, 2007: 88). Şah’ın milliyetçilik söylemleri ve
53

İran adının yürürlüğe konması, Alman lider Adolf Hitler’in “Aryan ırk” propagandasında
Aryan ırkın anavatanının İran olduğuna yönelik savlarla daha da üstelenmiş ve Kesrevî’den
Afşar’a birçok İran aydını İran antik dönemini araştırarak İran’daki tüm toplulukların aryan
ırka dayandığı ispat etmeye çalışmıştır (Metin, 2011: 308).

Askerî gelenekten gelen Şah Rıza, bu noktaya kadar anlaşılacağı üzere güçlü ve modern bir
ordunun devlet teşkilatlanmasında, yönetim mekanizmalarının devamlılığının sağlanmasında
ne kadar önemli olduğunun farkındadır. İran gibi büyük bir coğrafyada modern devlet
teşkilatlanmasının daha kolay denetlenmesi için İran’ı oluşturan sekiz vilayeti bölerek;
Tahran, Azerbaycan, Fars, Gilan, Mazenderan, Hemedan, İsfahan, Kirman, Kirmanşah,
Horasan, Arabistan, Kürdistan, Luristan, Belucistan ve Körfez Limanları olmak üzere, on beşe
çıkartılmıştır (Abrahamian, 2018: 95; Axworthy, 2016: 278). Bu girişim ülkeyi bölmeye
yönelik amaçlar taşıdığı algısını oluşturmamalıdır. Zira daha önce de bahsedildiği üzere, İran
coğrafyasının büyüklüğü aşiretler, devlet ve halk arasında iletişim kopukluklarına ve özerk
aşiretlerin doğmasına sebep olmaktadır. Burada Şah Rıza’nın temel amacı, yönetiminde özerk
hareketlerin türemesini engelleyerek güvenliği sağlamak ve modernleşme adımlarının İran’ın
her bölgesine aynı şekilde sirayet etmesini sağlamaktır. Eş zamanlı olarak zorunlu askerlik
yasası yürürlüğe konmuş ve devlet gelirlerinin %40’ı orduya tahsis edilmiştir (Axworthy,
2016: 278). Orduya aktarılan paranın çoğu tank, ağır silahlar ve uçaklar gibi teçhizat için
kullanılmıştır. “Şah’ın saltanatı boyunca ordu 10 kat, bürokrasi ise yedi kat büyümüştür.
1921’de ordudaki asker sayısı 22.000’i geçmezken; 1925’te hepsi Savaş Bakanlığı’na
bağlanmış 40.000 asker bulunmaktaydı ve 1941 yılında 127.000 kişilik bir ordu vardı”
(Abrahamian, 2018: 90). Şah Rıza’nın orduyu güçlendirmeye başlaması, sadece özerkliğe
yatkın aşiretlerin denetlenmesi ve kontrol altında tutulması için değil, kısa süre sonra topluma
uygulanacak modernleşme projesinin devamlılığının sağlanması için de etkili bir araç
olacaktır. Zira bu uygulamalarda Şah’a ve politikalarına sadık bir ordu ve bürokrasi kolunun,
politikalara muhalif hareketlerinin bastırılmasında süreci hızlandırdığı aşikârdır.

Yeniden yapılandırılan ordunun ve Şah rejimine bağlı sivil bürokrasinin gücü, yurt içi ve yurt
dışında, çeşitli yayınlarda ve toplantılarda İran modernleşmesine dair fikrî çalışmalar yapan
laik ve milliyetçi aydınların da istediği üzere inkılap nitelikli adımlar atmaya yönelmiştir
(Metin, 2011: 300). Bu adımların fikrî altyapısı Başbakanlık döneminden atılmış olup
toplumun her alanında uygulanması öngörülmüştür. Çünkü Şah için İran’ın sadece askerî ve
54

ekonomik şartlarının iyileştirilmesi, beklenen ilerleme için yeterli değildir. İran halkı da bu
ilerlemeyi hayatının her alanında uygulamalı ve İran medeniyeti, modernliğiyle ilerlediğini
göstermelidir. 1925 yılından itibaren devlet kurumlarında ve toplumda Şah’ın doğrudan
kontrolünün olduğu toplumsal modernleşme hareketi başlatılmıştır. Şah’ın modernizm
söylemi; Avrupa tarzı kalkınma, İran milliyetçiliği, kültürel modernizm, modernist
rasyonalizm gibi 20. yüzyılda öne çıkan kavramlara vurguda bulunarak İran ulusu için
kuşatıcı bir kimlik tesis etmek ve önceki dönemin küçük etnik kimliklerini zayıflatmak
üzerine şekillenmiştir (Beşiriye, 2009: 79). Bu politika kapsamında kırsalda yaşayan birçok
aşiret –direniş ve isyanlarına rağmen- silahsızlandırılarak şehirlere yerleştirilmiş, aşiret
kimlikleri zayıflatılmaya çalışılmıştır (Erden, 2017: 84). Aşiretlere yönelik izlenen yerleştirme
politikasında esas hedefin Azeriler ve Kürtler olduğunu ileri süren Erden, Şah tarafından bu
aşiret dillerinin okullarda, resmî kurumlarda ve basında yasaklandığını vurgulamaktadır
(Erden, 2017: 85).

Modernleşme politikasının şehirlerdeki yansımasında; modern eğitim kurumlarının


oluşturulması, Medeni Kanun’un düzenlenmesi, kılık-kıyafet reformu olmak üzere birçok
adım atılmıştır. Bu adımlardan ilki, eğitim reformudur. Eğitim kurumları Şah Rıza döneminde
hala Kaçar geleneklerinin ve ulemanın büyük etkisi altındadır. Yeni ve modern eğitim
kurumları oluşturulurken eski izlerden arınması, şartlarının iyileştirilmesi ve kız çocuklarının
eğitime katılımı konusu modern bir toplumun gereği olarak öncelik edinilmiştir. Modern ve
laik eğitim kurumlarının halkta tanıtılmasıyla orta ve üst sınıf İranlılar, ilk kez kız çocuklarını
okula göndermeye başlamış, saraya yakın elitler bu okullarda aldıkları derslerle öğretmenlik
ve ebelik gibi meslek gruplarında öne çıkmaya başlamışlardır (Bahramitash, Esfahani, 2011:
60). “1922’de okullara katılım 55.131’den 1938’de 457.236’ya çıkmış, 1924 yılında 3300
olan ortaokul öğrenci sayısı 1940’a kadar 28.200’e ulaşmıştır.” (Axworthy, 2016: 279).
Okullarda kız çocuklarına dair rakamlar “1920’lerde İran’da bulunan 10 adet kız okulu ve bu
okullara katılım gösteren %17’lik bir kesim bulunmakta; bunun yanı sıra Tahran’da birçok
Amerikan ve Avrupalı misyoner - 3.200 Müslüman kızın bu okullarda eğitim aldığı
belirtilmiştir- okulu ve 58 modern özel okul vardır. 1933 yılında yapılan iyileştirmelerin
ardından 45.000 kız çocuğu ilkokul, lise ve kız okullarına kaydolmuştur” şeklindedir (Afary,
2009: 151). Anlaşılacağı üzere Rıza Şah’ın eğitim reformları zamana yayılmış olmakla
birlikte İranlı kadınların toplumda sadece anne-eş ve evlat vasfından ziyade meslek gruplarına
kazandırılması için, toplum yararına atılan en büyük adımlardan biri olmuştur. Kız
55

çocuklarının okutulması için yapılan bu düzenlemeler, 1925-1932 yılları arasında düzenlenen


Medeni Kanun ile güvence altına alınmak istenmiştir.

Kaçar Hanedanı’ndan süregelen medeni kanunda, kadınlar ikinci sınıf vatandaş sayılmakta,
evlilik, boşanma, velayet gibi konularda söz hakları bulunmamaktadır. Özellikle geleneksel
kadınların hayatının her alanında İslami kurallar ve ulemanın etkisi ağır basmaktadır.
Modernleşme projesine halkın hukuki haklarından başlayan Şah Rıza, 1925-1935 yılları
arasında Kaçar Medeni Kanunu üzerinde özellikle kadın haklarına dair birçok değişiklik
yapmıştır. 1935 Medeni Kanunu’na göre; “Eğer bir koca, karısının çalışmasına onay
vermiyorsa bunu ona söylemeli ve onun çalışmasını engellemelidir. Bu durumda kadın –
isterse- çalışmasının kocasının ve ailesinin onuruna zarar vermediğini, aile ve ev içi
görevlerini aksatmadığını mahkemeye kanıtlamak zorundadır.” (Shahidian, 2002: 48).
Böylece yeni ve modern sistemde artık kadınlar, “eşlerinin otoritelerine ve aile onuruna zarar
vermeyecek” işlerde çalışmaya başlamıştır. Kaçar Hanedanı döneminde kadınlar tarım ve
çiftçilikle uğraşabilirken, artık kadınlar çalıştığı işlerle topluma ve Pehlevi yöneticilerinin
tasavvur ettiği modern İranlı kadının imajına uyum sağlamaya çalışmıştır. Bu durum hem aile
içindeki egemen erkeklerde hem de üzerinde egemenlik kurulan kadınlarda, İranlı filozof
Daryush Shayegan’ın “yamalanma” olarak tanımladığı “iki karşıt ideolojinin harmanlanmaya
çalışmasıyla ortaya çıkan çarpık durum” olarak kendini göstermiştir (Shayegan, 2010: 91).
Böylece kadınlar, daha çok kadınlarla bir arada olabilecekleri, kadın hamamları, kuaförlük,
ebelik, şifacılık ve duacılık, bakıcılık, terzilik, çamaşırcılık gibi işlerde çalışmaya başlamıştır
(Bahramitash, Esfahani, 2011: 57). Yamalanma hali, İranlı kadınlar ve üzerlerindeki erkek
egemenleri arasında iş ve okul hayatında kendini göstermiş olsa da esas çarpıklaşma, kendini
medeni kanunun evlilik ile ilgili maddelerinde göstermiştir. Yeni kanunların hazırlanmasında
İtalyan ve Fransız anayasalarından etkilenildiği bilinmekle birlikte, yapılan düzenlemelerde
çok eşlilik, muta ve sigeh adı verilen geçici evliliklerin yasaklanması, kadınların oy kullanma
hakkı gibi her geleneksel toplumda ataerkil üstünlüğü pekiştiren kanunlarda düzenlemeye
gidilmemiştir. Bu durumun en açık ifadesi, daha önce de bahsi geçen kadının “devlet
politikalarının vitrini” olması yargısının kanıtıdır; Şah Rıza Pehlevi, modern ve güçlü bir
devlet yaratmak isteyecek kadar ilerici, fakat kadınlara –laik bir devlet gibi- temel hak ve
özgürlüklerini sağlayacak kadar eşitlikçi değildir. Yani kadınlar sadece mahkemeye
başvurarak masumiyetini ispatlama hakkı elde ederken erkekler, haber vermeden ve tek taraflı
boşanma, çocuklarının velayetini elinde tutma, 1’den fazla eş alma ve geçici evlilikler yapma
56

17
haklarını kaybetmemişlerdir . Paidar’a göre Medeni Kanun ve 1931 İran Evlilik Yasası,
kadınları sadece “erkeklere bağımlı varlıklar olarak yeniden şekillendirmiş ve ataerkil
ilişkileri yasalarla seküler hale getirmiştir” (Paidar, 1995: 112). Zira kadınların evlilik ve
çocuk konularında şer’î hükümlere bağlı bırakılması, hanedan tarafından aileyi oluşturan
modern ilişki kavramlarının göz ardı edildiğinin bir örneğidir. Buna göre “bir kocanın, yasal
olarak karısının hayatını ve seyahatlerini kontrol etmeye, çalışmasına izin vermemeye,
oturacağı evi seçmeye ve zina yapması halinde öldürmeye” hakkı vardır (Amin, 2002: 136).
Medeni Kanun’da yapılan ve ulemaya tezat oluşturan önemli değişikliklerden biri; evlenme
yaşının kızlar için 15’e, erkekler için 18’e yükseltilmesi ve evliliklerin devlete resmî olarak
beyan edilmesi zorunluluğunun getirilmesi olmuştur (Amin, 2002: 127; Sancar, 2016: 199).
Bunun yanı sıra; evliliklerde her iki tarafın da rızasının olması, kadınların ilk evliliklerinde
aile baba/büyükbaba gibi aile büyüklerinin onayını alması, Müslüman kadınların devlet izni
olmadan gayrimüslim erkeklerle evlenmesinin yasaklanmasına dair kanunlar yer almıştır
(Paidar, 1995: 109-110). Geleneksel gündelik yaşam içinde İran halkının bu kanunlara ne
kadar uyduğu ve kuralların denetiminin ne kadar yapılabildiği tartışmaya açıktır. Yine de
toplumda üstünde durulmayan ve uygulamada zayıf kalan bu kanun düzenlenmesi,
muhafazakâr İran toplumu için yaşam tarzlarında büyük farklılıklar oluşturmamıştır.

Pehlevi Hanedanı’nın ilk 20 yılında kadınların toplumsal ve hukuki statüsünü iyileştirmek


adına yapılan düzenlelemelerin, esasen kadınları modern imajlar altında geleneğe hukuken
hapsetmek olduğunu söyleyebiliriz. Zira sadece gündelik hayatta değil, aile ve çalışma
hayatında da kadınları ataerkil ve keyfi baskılardan koruma altına alan yasalar –evlenme
yaşının ileri çekilmesi hariç- oldukça azdır. Öyleyse İranlı kadınların Pehlevi Hanedanında
özgürleştiği ve modernleştiği, İslam Cumhuriyetinin gelişiyle “karanlığa gömüldüğü” algısını
oluşturan şey nedir? Bu algıyı oluşturan temel nokta, modernlik kavramlarının Doğu
toplumlarında önce görsellik üzerinden muhakeme edilmesidir. Şah Rıza Pehlevi’nin de
ataerkil geleneklerinden kopmadan sadece görselliklerde tahakküm kurma ısrarı bundandır.
Oysa İranlı kadınların 19. yüzyıldan itibaren yöneticilerden esas talepleri, modern devlet
olmak iddiasında olan herhangi bir devlette, muhakkak uygulanıyor olması gereken
vatandaşlık haklarından ibarettir. Şah Rıza Pehlevi rejimini tüm despotik ruhuyla İranlı

17 Geçici bir evlilik türü olan Sigeh kapsamında “bir erkeğin 1 ila 99 yıl boyunca sınırsız
sayıda eş almasına” izin verilmiştir. Medeni Kanun düzenlemelerinin detaylı aktarımı için
Bkz.Paidar,1995
57

kadınları, taleplerini duymak isteyecek kadar tanıma gereği görmeden projelerinde ana aktör
yapmaya başlamıştır.

2.2: Modernleşmeye Tepkiler


Medeni Kanun düzenlemesinin ardından İran halkını görsel olarak da modernleştirmek için
atılan bir sonraki adım, kılık-kıyafet düzenlemesi olmuştur. Şah'ın uygulamaya koyduğu kılık-
kıyafet düzenlemesi, bu zamana kadar statü, din ve hatta cinsiyetin bir sembolü olan kurallar,
“en dramatik iki girişim” olarak nitelendirilmiştir (Afary, 2009: 156). Fakat varlığıyla
dramatik görünen kurallar, sonuçları itibariyle çok daha dramatikleşecektir.

Şah Rıza Pehlevi, İranlıları modernleştirme projelerini bir röportajında şöyle açıklamıştır;

“İranlılardan bir Avrupalının kötü bir kopyasını yapmak niyetinde değilim. Buna gerek
de yok, arkalarında güçlü bir gelenek var. Kendi vatandaşlarımdan iyi İranlılar
yaratmak istiyorum. Ne Batılı ne de Doğulu olması gerekli değil, her ülkenin kendi
dökme kalıbı vardır.” (Metin, 2011: 299; Koloğlu, 1978: 125)

Geleneksel bir topluma uygulamak için oldukça cesur sayılabilecek kılık-kıyafet düzenlemesi,
Şah’ın henüz Başbakan olduğu dönemde, cumhuriyet rejimine dair herhangi bir uygulamanın
dahi devlet erkânında uyandırdığı olumsuzlukları kısa süre içinde göz ardı ettiği düşüncesini
doğurmaktadır. Zira 1923 yılında devletin cumhuriyet ve cumhuriyet imajı fikrine duyduğu
öfke bir yazarın hapse atılmasına sebep olacak kadar olumsuz karşılanmaktadır:

“1923 yılında önde gelen İranlı yazarlardan biri olan Ebrahim Khajehnuri, İranlı
kadınların Türk kadınlarını örnek alarak, çarşaf yerine fular/yemeni kullanması
gerektiğin anlatan bir makale kaleme almıştır. Bunun üzerine Tahran’da ayaklanma
çıkmış ve Eğitim Bakanlığı Dinî Danışmanı (Nazer-e Shari’at) tarafından Khajehnuri
dava edilmiş, ardından üç yıl hapis ve para cezasına çarptırılmıştır” (Chehabi, 1993:
212)

Alternatif fikirlerin ortaya çıkmasından rahatsızlığını açıkça belirten Şah Rıza, projelerini
hızlandırmaya başlamıştır. Akabinde, 26 Ocak 1929 yılında İran meclisinin yayınladığı “İran
Vatandaşlarının Kıyafetlerini Ülke İçinde Düzenleme Yasası (‫قانون متحدالشکل نمودن البسه اتباع ایران‬
‫ ”)در داخل مملکت‬ile geleneksel kıyafetlerin giyilmemesi emredilmiş, –kadın veya erkek fark
etmeksizin- bir çarşaf ve peçe başta olmak üzere kıyafetlerin bir kısmı ya tamamen
58

yasaklanmış ya da kısıtlamalara tabi tutulmuştur (Bkz. Ek 2). Yeni kıyafet düzenlemesine


göre resmî statüsü olan din adamları dışında İranlı erkekler, Kaçar Hanedanı döneminde de
giyilen sarık, fes ve cübbe gibi Şah için “geri kalmışlığı çağrıştıran” kıyafetlerin günlük
kullanılması dahi yasaklanmıştır18. Bunun yerine “Pehlevi başlığı” adı verilen, siperlikli ve
kısa şapkalar giyilmesi istenmiştir. Sadece halka değil, Pehlevi ordusuna da yeni üniformalar
tanıtılmış ve ordu modernizasyonu böylece büyük oranda tamamlanmıştır. Erkeklere yönelik
kılık-kıyafet reformunda bir diğer yenilik –ve tekrar statü göstergesi olan- sakalsızlığın teşvik
edilmesidir19. Sakal bırakmakta ısrar eden erkeklerin “Nasreddin Şah’ın lutilerinin aksine”
temiz ve bakımlı tutulması istenmiştir (Abrahamian, 2018: 111). Geleneksel toplumlarda statü
belirleyici olan kıyafetler, kısa süre içinde Pehlevi Hanedanı’na ve ulusa bağlılık anlamına
gelmiştir. Cronin, kılık kıyafet kanununun zaten Batı modasına ayak uydurma sürecinde olan
şehirli, eğitimli modern İranlılar tarafından memnuniyetle karşılandığını, fakat statülerinin ve
kimliklerinin küçümsendiğini düşünen mollalar ve alt sınıf vatandaşlar tarafından anlamsız
bulunduğunu belirtmiştir (Cronin, 2010: 96).

Düzenlemenin başında, kıyafet kuralına kadınlar dışında tepki gösteren iki büyük grup vardır;
sarıkları ile toplumda ayrıcalıklı statülere sahip olan aşiret reisleri, din adamları gibi
geleneksel kesimler ve bahsi geçen yasaklı kıyafetleri üreten, kural sebebiyle iflas eden tekstil
fabrikaları (Sirjani, 1992: 809). Kıyafet kurallarına uymamanın cezası, ironik şekilde, Batılı
kıyafetleri teklif ettiği için para ve hapis cezasına çarptırılan yazar Ebrahim Khajehnuri’ye
yapıldığı gibi kısa süreli hapis veya para cezası olarak belirlenmiştir. Birçok İranlı erkek statü
ve mesleklerini kaybetmemek için kısa sürede uyum sağlamak zorunda kalmıştır. Bu süre
içinde birçok kaynakta İranlı erkeklerin, Pehlevi başlığının siperliği sebebiyle namaz kılarken
zorlandığına dair devlete maruzat bildirdiği ve birkaç yıl sonra Pehlevi başlığı yerine keçe fötr
şapka kullanılmaya başlandığı bilinmektedir (Abrahamian, 2018: 112). Fötr şapka
alternatifinin sunulmasında Şah Rıza’nın 10 Haziran-7 Temmuz 1934 tarihleri arasında

18 İran İslam Cumhuriyeti İslam Parlamentosu Araştırma Merkezi, İran Uyruklu Kişilerin
Kıyafetlerini Ülke İçinde Tek Biçimleme Yasası, Onaylanma Tarihi: 06/10/1307 (26 Ocak
1929) https://rc.majlis.ir/fa/law/print_version/91874
19 Bu özelliği ile Atatürk reformları ile benzeştirilen düzenleme, esasen Çarlık dönemi
Rusya’sında modernleşme politikalarıyla öne çıkan Çar I.Petro (1672-1725)’nun reformları
ile benzerlik göstermektedir. Batı tarzı kılık-kıyafet ve özellikle “Sakal Yasağı” bu dönemin
ünlü reformlarındandır. I. Petro, Avrupa ziyaretlerinin ardından birçok Avrupalı erkeğin
modern kıyafetlerle dolaştığını, traşlı ve temiz olduğunu görür ve Avrupa medeniyetine
ulaşmak için modern kıyafetler giyilip traşlı dolaşılması gerektiği kanısına varır. Ülkesine
döner dönmez kadın-erkek kıyafetlerini değiştirir, sakal yasağı uygulamaya başlar.
Yasağına uymayan erkekleri cezalandırmış veya “sakal vergisi” ödemeleri karşılığında
sakal bırakmalarına izin vermiştir Bkz. Acar, 2009: 146.
59

Türkiye’ye yaptığı ziyaretin etkisinin olduğunu düşünmek yanlış olmayacaktır. Şah Rıza’nın
Türkiye’den dönüşünün hemen ertesi gününde, 8 Temmuz 1934 tarihinde, İranlı erkekler için
fötr şapka takmak zorunlu hale getirilmiş, kanuna uymak istemeyenlerin ücretsiz izne
ayrılmaları tebliğ edilmiştir (Chehabi, 1993: 215). Şah Rıza’nın Türkiye ziyareti, Avrupa tarzı
modernleşme adımlarının koşullar ve kültürel yakınlıklar da göz önüne alındığında en sağlıklı
inceleme ve örnek imkânı niteliğindedir. Fakat bu örnek, her durumun da aynı olduğu veya
Rıza Pehlevi’nin tam olarak Mustafa Kemal Atatürk’ü örnek aldığı çıkarımını yapmak için
birkaç açıdan hatalı ve yetersizdir. Bilakis, Rıza Pehlevi’nin ve Mustafa Kemal Atatürk’ün
düşünce yapıları, modernleşme fikirleri ve uygulamaları birbirinden, tek başına bir çalışma
konusu olabilecek kadar çok farka sahiptir. Bu farklardan ilki, Mustafa Kemal Atatürk’ün,
Rıza Pehlevi’nin aksine, monarşik yapılardan kaçınmış ve halk egemenliği ilkesini
benimsemiş bir yönetici olmasıdır. İkinci fark, Mustafa Kemal Atatürk’ün modernleşme
adımlarında siyasi ve toplumsal modernleşmeleri topyekûn uygulamaya çalışmış olmasıdır.
Bununla kast edilen şudur; Mustafa Kemal Atatürk kıyafet, harf ve kurumsal modernleşme
adımlarını atarken anayasadan ve özellikle Osmanlı Devleti’nden kalan medeni kanundan tüm
şer’i maddeleri kaldırmıştır. 1923 yılında resmen kurulan Cumhuriyet rejiminin 1926 yılında
kabul edilen Medeni Kanunu’na göre kadın ve erkek siyasi, hukuki ve toplumsal olarak eşit
sayılmış, çok eşlilik yasaklanmıştır (Zürcher, 2004). Yani Rıza Pehlevi’nin modernleşme
adımları Mustafa Kemal Atatürk’ün reformları ile kıyaslandığında ataerkil otoritenin büyük
bir kısmını muhafaza etmek suretiyle atılmış adımlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir diğer
fark, modernleşme konusunda en hayati detaydır. Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkiye halkına
sunduğu reformları, halkın Osmanlı Devleti’nin uygulamaya koyduğu (1839 Tanzimat
Fermanı ve 1856 Islahat Fermanı) fermanlar, daha sonra I. ve II. Meşrutiyet hareketleri, çok
kültürlü toplumsal yapının sağladığı yeniliğe açıklık hali ile III. Ahmet, II. Mahmut ve III.
Selim gibi reformist padişahlar ve Namık Kemal, Abdullah Cevdet, Celal Nuri, Fatma Aliye,
Nezihe Muhittin, Halide Edip Adıvar gibi önde gelen yazarlar aracılığıyla hâlihazırda aşina
olduğudur (Sancar, 2012: 86; Shaw, 2010; Zürcher 2004). Bu sebeple modernleşme
hareketleri Türkiye halkının çoğunluğu tarafından benimsenerek örnek olmuştur. Oysa Rıza
Pehlevi’nin halkına zor kullanmak suretiyle uygulamaya çalıştığı ve şiddete başvurarak
sürdürdüğü reformlar, halkın tanımadığı ve akabinde “uygunsuz ve yanlış” bulduğu girişimler
olarak görülmüştür. Yani İran ve Türkiye modernleşmesinde Türkiye, İran için bir örnek
niteliğinde olmuşsa da her iki ülke de kendi iç dinamiklerine ve yöneticilerinin düşünce
yapılarına göre farklı şekillerde bu durumu tecrübe etmişlerdir. Rıza Pehlevi’nin “sopalı
60

modernleşme”sinin Mustafa Kemal Atatürk reformlarının bir örneği olduğu düşüncesi,


Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti’nin modernleşme tarihleri ile örtüşmemektedir.

Kıyafet düzenlemesindeki bir diğer değişiklik, kadınlara yönelik olmuştur. İran tarihinde
etkisi uzun süre hissedilecek olan asıl radikal adım, çarşaf giymenin ve peçe takmanın
yasaklanmasıdır. Bu düzenlemeye göre; kadınların ayak bileklerine kadar uzanan, siyah
geleneksel çarşaf ve peçelerini çıkartmaları, başlarını açmaları, elbise, etek gibi modern
kıyafetler giymeleri istenmiştir. Rıza Şah’a daha önce Başbakan Qoli Hedayat (1864-1955)
tarafından çarşafı “daha oturaklı örtüler” olan rupush adlı, sadece yüzü açıkta bırakan
kıyafetleri önerdiyse de Şah, kıyafetlerde tam bir batılılaşma istediği konusunda ısrar etmiştir
(Chehabi, 1993: 217). Najmabadi’ye göre Şah, orduya yeni üniformaları verdikten sonra, halk
üzerinde yaptığı kılık-kıyafet düzenlemesiyle de bir nevi “sivil üniforma” oluşturmuş ve bu
adımların İran halkı için yaşam tarzı haline gelmesi, İran’ın medeni ve güçlü bir ülke olması
için “vatandaş-asker” yaratmak istemiştir (Najmabadi, 1991: 53).

Şah, kadınların toplumsal koşulları, medeni kanun ve kıyafetler üzerine yaptığı değişimlere
Nehzat-e Banuvan (Kadınların Uyanışı Projesi) adını vermiştir. Amin’in “devlet feminizmi”
olarak tanımladığı (Amin, 2002) Kadınların Uyanışı Projesi, kadınların tam olarak hangi
durumdan sıyrıldıkları/uyandıkları konusunda uygulanan bir algı projesidir ve çelişkiler
barındırmaktadır. Kadının kanunlar karşısında erkekle eşit haklara sahip olması, bireysel
özgürlüklerinin yasalarla güvence altına alınması gibi temel hak ve özgürlüklerinden mahrum
bırakılmalarına ve geleneksel ataerkil aile hayatındaki konumlarına hapsedilmelerine rağmen
görsellikleri üzerinden yapılan düzenlemelerin kendilerini süregelen büyük sıkıntı ve baskıdan
kurtardığı algısı yaratılmak istenmiştir. Projeye dair bilgiler, fotoğraflar ve İranlı kadının
ilerlemesi, Ettelaat adlı bir gazetede yayınlanmıştır (Amin, 2002: 98). Bu proje bir bütün
olarak değerlendirildiğinde, kadınların erkeklerden bağımsız bir irade olarak ortaya çıkması
zaten hanedan eliyle engellenmiştir. Yani özünde Nehzat-e Banuvan, kadınların toplumda
“yenilikçi” imajlarıyla (tajaddod-parvar) İranlı erkeğin yanında yer almasını ve yeni düzen
için hem zihinsel hem fiziksel olarak hazırlanmasını istemiştir (Amin, 2007: 359). Bu proje,
Şah’ın devlet ve kadınlar üzerinde yapacağı düzenlemeler için meşrulaştırıcı bir zeminden
ibarettir.

Şah; kadınların sokakta çarşafsız ve peçesiz özgürce dolaşmalarına, sinema ve lokantalara


girmelerine, akraba olmadıkları erkeklerle konuşmalarına, aynı faytona binmelerine polis
61

müdahalesinin olmaması ve kadınların gerek İranlı erkekler gerek kolluk kuvvetleri tarafından
rahatsız edilememeleri için talimat vermiştir (Abrahamian: 2018, 111). Hâlihazırda halkı
yeniliklere alıştırmak adına 1933 yılında sarayın desteğiyle, başı açık köylü kadın imajının
yansıtıldığı Duhter-i Lor (Lor Kızı) filminin ülke çapında gösterime girmesi, kadının başının
tamamen açılacağının habercisi olmuştur (Dabashi, 2007: 135). Şah Rıza’nın “geri
kalmışlığın bir diğer simgesi” olarak gördüğü çarşafın çıkartılması kuralı, 1927 yılından
itibaren uygulanmaya başlanmış ve daha 7 Ocak 1936’da (Fars takvimi ile 17 Dey 1314)
kanunlaştırılmadan birçok muhalif harekete sebep olmuştur. Katozian, çarşaf yasağını,
“Avrupalı kadınlara üstsüz dolaşmanın emredilmesi gibi bir kanun” olarak yorumlamıştır
(Katozian, 2004: 30). Bu yorum tartışmaya açık bir benzerlik ifadesi taşımakla birlikte,
geleneksel İranlı kadınların bir süre sonra “çıplak hissettiklerine” dair öne sürdükleri
düşünceleri destekler niteliktedir.

Ataerkil bir toplumda erkeklerin şapka ve cübbelerini değiştirmek, kadınların çarşaflarının


çıkartılmasına nazaran daha kolay ve uygulanabilir bir kanundur. Çünkü İran’da çarşaf, bir
kadının yalnızca “kocası ve cinsel çekim duymayacak erkek akrabalar tarafından”
görülebilmesi anlamına gelmekte, kadının görünürlüğü kocasına aittir yani bir anlamda kadın,
kocasının mülkiyetidir (Moghadam, 2011: 39). Yine de bir devletin ve halkın gelişmişliği,
çoğu zaman o halkın kadınlarının koşullarına bakılarak değerlendirilmektedir. Bu sebeple
kadınların görsel olarak modernleştirilmesi, İran’da modernleşme projelerinde altyapısı
hazırlanmaksızın, aceleci sayılabilecek şekilde öne çıkartılmıştır. Çünkü çarşaf, İran halkı için
sadece dinî gerekçelerle kullanılan bir kıyafetten ziyade toplumdaki cinsiyet ve davranış
hiyerarşisinin, kurallarının da bir emaresidir. Afary, Rıza Şah’ın modernleşme hareketlerinin
Türkiye’den ziyade, Sovyetlerin 1922 yılında Orta Asya’da uyguladığı tek eşlilik, çarşafın
çıkartılması, boşanma, oy hakkı reformlarına benzetmektedir ve verilen muhalif tepkilerin
normal olduğunu, Orta Asya’da da benzer şekilde halkın yasaları onaylayanlar ve
onaylamayanlar olmak üzere ikiye bölündüğünü vurgulamaktadır (Afary, 2009).

İranlı kadınlar, çarşaflarından vazgeçmemek için büyük çaba harcamış, sessiz protestolarında
siyah yerine koyu renkli çarşaflar giymeye çalışmışlardır. Oysa bu sessiz protestolar yine de
polisin sert müdahalesi ile sonuçlanmıştır. Esnaflara çarşaflı kadınlara satış yapılmaması,
arabalara bindirilmemeleri gibi konularda katı yaptırımlar uygulanırken, çarşaf yasağından
henüz haberi olmayan bir grup köylü kadın şehre çarşaflı geldiği için polis şiddetine maruz
kalmıştır (Beck, Nashat, 2004: 100). 1959 yılında Şah Rıza’nın veliahtı Muhammed Rıza
Pehlevi ile evlenecek olan Farah Diba (Pehlevi), hatıratında çarşafını çıkartmak istemeyen
62

kadınlara polis şiddeti uygulandığını doğrulamıştır. Bu uygulamayı hanedan mensubunun


doğrulaması, Şah Rıza’nın baskı politikasının anlaşılmasında hayati önem taşımaktayken,
saray mensubu bir kadının geleneksel kadınlara bakışını da gözler önüne sermektedir;

“Köktendinci ve aydınlık düşmanı bir kısım mollalar bundan hemen rahatsız olmuşlardı. Daha 1936
yılında kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olmasını isteyen Rıza Şah, çarşaf giyilmesini
yasaklayarak, ruhban sınıfının şimşeklerini üzerine çekmişti. Çelik gibi iradeli bir insan olarak Şah
bununla da yetinmemiş, tam da kendi doğasına uygun olarak daha ağır bir karar alıp polise, yasaya
uymayanların çarşaflarını yırtma emri vermişti.” (Pehlevi, 2003: 120).

Kadınlara yönelik düzenlemelerin ataerkil yargı mercileri üzerinden değerlendirilmesi ya da


meşrulaştırılması yanlış bir yaklaşım olacaktır. Nitekim kadınların yaşantılarında hanedan
eliyle gerçekleştirilen geleneksel ve modern yaşam ikilemi, bu dönemde göz ardı edilmiş ve
çözümsüz bırakılmıştır. İranlı kadınlar evlerinde ve eşlerinin/herhangi bir erkeğin etrafında
hukuken geleneksel konumunu devam ettirmek zorundayken, aile hayatının kapı eşiğinden
geçtiği an modern ve ileri görüşlü kadın kimliğine bürünmek zorunda bırakılmıştır. Bununla
birlikte, tekrar bir ataerkil gösterge olan “kurala uyulmadığı takdirde şiddet görme”
eyleminden kaçamamıştır. Aradaki tek fark, şiddeti gösteren öznenin eş değil, devlet olmasdır.
Süregeldiği üzere yine ataerkil otoritenin kendisine verdiği ilk kimliğini sürdürmek daha
kolay ve “normal” sayıldığından, birçok İranlı kadın değişime direnmeye çalışmıştır. Bu
direnişte otoritesini kaybetme tehlikesi gören ulema ve eşlerinden destek görmüşlerdir. Kadın,
istemediği koşulları belirtmek ve saydırmak için, tekrar ataerkil bir sözcüye ihtiyaç
duymuştur. Büyük şehirlerde ilk direniş, Tahran’da ortaya çıkmış fakat ordu ve polis desteği
ile bu küçük çaplı direniş bertaraf edilmiştir (Cronin, 2010: 96). Hanedanın yeni kanunlarına
art arda gelmeye başlayan protestolar, Şah’a bağlı kolluk kuvvetlerinin muhaliflere tepkilerini
sertleştirmesine sebep olmuştur.

Elbette İranlı kadınların tamamının kıyafet reformuna karşı geldiklerini söylemek yanlıştır.
Her olayda olduğu gibi, hanedanın modernleşme projesini ilk günden itibaren benimseyen ve
hayatında sorunsuzca uygulamaya koyan birçok İranlı kadın vardır. Çarşafsızlaşma politikası,
elitler ve saraya yakın sınıflar arasında, Tahran gibi büyük ve merkezi şehirlerde çok daha
hızlı uygulamaya konmuştur. Reformları hızla benimseyen kesim, özellikle Avrupai kültür
unsurlarına ve cinsiyet eşitliği kavramına aşina olan, ağırlıkla saraya yakın üst-orta sınıf
kadınlardır ve onlar için kıyafet reformu, “cinsiyet eşitliğinin sağlanmasına yönelik bir adım”
niteliğindedir. Shahidian, “Olive Suratgar gibi bazı tanıkların vurguladığı üzere askerler ve
polisler tam anlamıyla örtülü kadınların başörtüsünü yırtıp, başı açık olan her kadının kraliyet
63

tarafından tanınan özgürlüğünden zevk aldığından emin olduklarını” aktarmıştır (Shahidian,


1994: 225).

1927 yılında İsfahan ve Şiraz’da önce zorunlu askerlik uygulamasına, 1928 yılında Tebriz’de
kıyafet düzenlemesine tepki gösterilmiş ve kırsal bölgelerden gelenler dâhil olmak üzere
birçok muhalif gösteri düzenlenmiştir (Cronin, 2010: 96-97). Okulların da bu dönüşüm
sürecinde modernleştirilmesi, çarşaflarını çıkartmak istemeyen kadınların eğitimi bırakması
ya da çarşafını çıkartarak eğitim hayatına devam etmeye çalışan kadınların ortaya çıkmasına
sebep olmuştur. İranlı sosyolog Roksana Bahramitash, büyükannesinin de açılmaya karşı
çıkarak kendini eve kapattığını ve bu politikanın sebebinin “Rıza Pehlevi’nin geleneksel
değerlere saygısının olmadığı” olduğunu düşünmüştür (Bahramitash, Esfahani, 2011: 60),
Kısa süre içinde İranlı kadınlar arasında sınıf fark etmeksizin modern ve geleneksel kadın
ayrımı gözle görülür şekilde şekillenmiştir. Bu dönemde geleneksel olmayan bir kadın olmak,
reformları destekleyerek yükselen orta sınıflar için prestij faktörü haline gelmiştir (Ashraf,
1984: 149). Dehqani’nin bu dönemde kadınlar ve kadınların sınıf ayrımları üzerine tespiti,
farklı sınıflardan kadınların politikaları benimseme hızındaki farklılığın doğal bir sonuç
olduğu fikrini doğurmuştur;

“(Saraya ve elitlere yakın olan kadınlar) Bu kadınları nadir istisnalar dışında, evlerinden dışarıda
görmek sıra dışıydı, anonim olarak uzun şekilsiz çarşafların ve bazen de ince bir peçenin arkasına
gizlenirlerdi. Alt sınıf kadınlar ve kırsaldaki muadilleri, her gün daha çok çalışırken günlerini
tembellikle geçiren metropoldeki kadınlardan daha fazla özgürlüğe sahipti.” (Dehqani, 1999: 40).

Halkı bu yeniliğe alıştırmak, örnek oluşturmak ve kuralın uygulanmasını denetlemek


için 1928 yılında Şah’ın eşi ve kızları çarşafsız halde topluluk önüne çıktığı, birçok davet ve
etkinlik tertiplediği bilinmektedir. 1928 yılının Mart ayında, ulemanın merkezi olarak bilinen
Kum şehrindeki Ma’sumeh Camiinde Şah’ın eşi Tac-ol Moluk (doğum adı Nimtac Ayrımlı)
(1896-1982) ve saraydan birkaç kadının, başları açık olduğu gerekçesiyle bir din adamı
tarafından camiye alınmamaları üzerine ertesi gün Şah Rıza Pehlevi camiye bizzat giderek din
adamını darp ederek sakalını kestirmek suretiyle cezalandırmıştır (Cronin, 2014: 125).
Emirlerinin uygulanmadığını gören Şah Rıza, devlet bünyesinde çalışan İranlılar için
“resepsiyon” adıyla, her hafta denetim etkinlikleri düzenlemiştir. Sarayda düzenlenen
resepsiyonlarda Şah, İranlıları kıyafetlerini modernleştirmeye teşvik ediyordu ve yılın sonuna
doğru sarık takanları resepsiyona almamaya başlamıştı (Cronin, 2010: 105). Bu durumun bir
örneği, Erdebil’de yapılan ve devlet memurlarının katıldığı bir kaymakamlık toplantısında
tüm memurların eşleri ile birlikte gelmelerinin emredilmiş olmasıdır (Chehabi, 193: 218). Bu
emir daha sonra ülkenin tamamında uygulanmaya koyulmuş olup kendi içinde bir ihbar
64

sistemi gelişmiştir. 1928 yılında şehirdeki arabacıların yeni şapkaları giymeyi bırakmasının
ardından, polisler tarafından tutuklanarak kendilerinden yalnızca Pehlevi şapkası
giyeceklerine dair imza alınmıştır (Cronin, 2010: 107).

Kısa süre içinde yeni kıyafet kanununa uyabiliyor olmak, Şah Rıza’ya ve hanedana bağlılığın
sembolü haline gelmiştir. Bu dönemde saraya yakın elitler statülerinde yükselirken, Şah
yanlısı yeni bir orta sınıf oluşmaya başlamıştır. Yeni orta sınıfın;

“millî kimlik ve geleneklerinin modernleştirilmesi, ulemanın siyasetten uzaklaştırılması, millî


egemenlik temeli üzerine yeni siyasal kurumların teşkil edilmesi, karizmatik ve geleneksel devlet yerine
millî egemenliğe dayalı modern ulus devletin kurulması”

gibi talepleri olduğunu belirten Beşiriyye, Rıza Şah’ın daha sonraki adımlarında gördüğü
muhalif tepkilerin yarattığı boşluğu bu sınıfla doldurduğunu vurgulamıştır (Beşiriyye, 2009:
23).20 Şah’ın modernleşme projeleri sayesinde oluşan yeni orta sınıf, Şah Rıza için
sadakatinden şüphe duyulmayacak yeni bir destek mekanizması görevi görmüştür. Yeni orta
sınıf büyük oranda, Avrupai düşünceler ve kültürel unsurlarla iç içe geçmiş olan misyonerler,
diplomatlar, tüccar sınıfı, askerî öğretmenler ve okul öğretmenlerinden oluşmaktaydı
(Chehabi, 2019: 51). Şah’ın tüm modernleşme fikirlerini ve uygulamalarını günlük
hayatlarında uygulayan, bir anlamda modern İran toplumunun sembolleri olan bu sınıf, Şah
Rıza’ya verdiği destekle modernleşme adımlarının daha dayatmacı, denetimci ve hızlı bir
şekilde uygulamasına imkân vermiştir. Bu durumun ilk resmî yazılı örneği, İçişleri Bakanlığı
tarafından devlet memurlarına gönderilen bir emirdir. 16 Şubat 1936 (26 Bahman 1314) tarihli
İran İçişleri Bakanlığı’nın tüm devlet memurlarına gönderdiği bir emirde;

“Tüm devlet memurlarının düzenlenen etkinliklere eşleriyle birlikte gelmek zorunda


oldukları, toplantılar ve kamusal alanlar dâhil olmak üzere eşlerinin sade ve çarşafsız
olmak zorunda oldukları, eşlerinin çarşafsız hallerinin halkın kalanına cesaret
vereceği, aynı şekilde memur eşlerinin ay sonunda eşlerinin maaşlarını almak üzere
çarşafsız halde devlet dairelerine gitmeleri istenmiştir. Eşleri gelmeyen memurların
hiçbir mazeret kabul edilmeksizin açığa alınacağı” belirtilmiştir (Bkz. Ek 2).

Devletin “gizli denetimi” artık açıkça ilan edilmiş, halktan tepkiler gelmeye başlamıştır.
Ulema ve halk küçük çaplı bir örgütlenme ile çarşaf yasağı despotizmine tepki göstermiştir.
Bu durumun Şah Rıza Pehlevi’nin yeni orta sınıftan aldığı desteğin ve yaptırım gücünün
verdiği cesaretten kaynaklandığı çıkarımı yapılabilir. Fakat bu noktaya kadar Şah Rıza’nın

20 Orta sınıfın siyasi temsili ise İran Partisi, İran Halk Partisi, Özgürlük Hareketi, Emekçiler
Partisi ve Pan-İranist Parti yoluyla gerçekleştirilmiştir (Beşiriye, 2009: 23).
65

halkta büyük çaplı muhalif bir direnişin ortaya çıkmasından çekinmediği düşüncesi açıkça
görülmektedir. Artık Şah’ın emirleri, medenileşme ve modernleşme kavramları halk için
“İslam karşıtlığı, emperyalizme hizmet eden bir diktatör ve maşa” olarak görülmeye
başlanmıştır (Najmabadi, 2010: 210). Devlette etkisi yok denecek kadar azaltılan ulema,
kontrolü dışında ve dinin emrettiğinin21 tam tersi şekilde davranılmasını isteyen yeni kurala
büyük bir öfkeyle karşılık vermiştir. Ulemanın yanı sıra kadınlara dair yapılan düzenlemeler,
alt sınıf erkekler için de İslam dini tarafından onaylanan ve yüceltilen, erkeğin kadın
üzerindeki hakları ve ataerkil otoritesinin de sarsılması anlamına gelmiştir. Bunun üzerine
ulema ve aralarında kadınların da bulunduğu bir grup insan; Tahran’ın doğusunda bulunan
Meşhed eyaletinde, İmam Rıza Türbesi’nde Ağa Hüseyin Kumi liderliğinde örgütlenerek
Şah’ı protesto etmeye başlamıştır (Chehabi,1993: 216). Şah’ın modernleşme muhaliflerine
sergilediği tavizsiz tutum, iktidarının başından itibaren tüm yatırımlarla desteklediği orduyla
birleşmiş, Meşhed’de 151 kişinin öldüğü bir katliama sebep olmuştur. 13 Temmuz 1935’te
Şah, protestolara müdahale emri vermiştir. 13 Temmuz 1935 (20 Tir 1314) Cuma günü
güvenlik güçleri türbeye ve camiye saldırarak, göstericilerle çatışmaya girmiş, fakat yine de
onları bulundukları cami bahçesinden kovamamıştır (Chehabi, 1993: 217). İran tarihine
Goharshad Camii İsyani olarak geçen bu olay dört gün sürmüş, dört günün sonunda 150 ölü
olduğu ve Şah’ın muhalif kitlelerce “Yeni Yezid” olduğuna dair sloganlar atılmıştır
(Abrahamian, 2018: 125). Goharshad Olayı, sarayı ve halkı karşı karşıya getirmiş,
eylemcilerin ve muhalif fikirlerinin İran’da tanınmasına ve çok daha fazla yayılmasına sebep
olmuştur. Buna rağmen Rıza Şah’ın tam teçhizatlı ordusunun olaya sert müdahalesi, yeni
isyanları bir süre için engellemiştir. Chehabi’ye göre çarşafsızlaşma kuralı bu olayla ilk
kapsamlı kamuoyu tepkisini almıştır (Chehabi,1993:216). Goharshad İsyanı’ndan sonra Rıza
Şah, modernleşme adımlarının ulemanın halk üzerindeki kontrolü ve etkisiyle tehlikeye
gireceğini fark ederek, bu tarihe kadar kanunlaştırılmamış çarşaf yasağını, 7 Ocak 1936
yılında Çarşaf Yasağı Yasası ile resmen uygulamaya koymuştur. Yeni yasa ile birlikte
denetimler sıklaşmış, ilk dönemde uygulanan ılımlı tolerans yerini polis şiddetine bırakmıştır
(Bkz. Ek 3).

Paidar 20. ve 21. yüzyılda İran’da modernleşme hareketlerine kadın muhalefetinin kaçınılmaz
oluşunu; kuralların keyfi kaynaklardan beslenmesi, kadınların kurallara uymaları için
psikolojik ve fiziksel şiddete maruz kalması gibi temel sebeplere dayandırmıştır (Paidar:
1995: 356). Cronin, muhalif kesim ve prostestolar sırasında halkın hanedan değişikliği

21 Bkz. Kur’an-ı Kerim, Ahzab Suresi 59. ayet ve Nur suresi 31. ayet.
66

talebinin olmadığını, ancak önceki hanedanın pasif tutumunu değiştiren yeni devletin tüm
desteğine rağmen sıkı kontrol mekanizmasını eleştirdiğini kaydetmiştir (Cronin, 2010: 100).
Pehlevi hükümetinin dinamikleri (modernleşme, otorite, laiklik) ve geleneksel toplumun
dinamikleri (ulema, din ve aşiretler) karşı karşıya gelerek toplumda büyük bir kutuplaşmaya
sebep olurken (Beşiriye, 2009: 11), bu ataerkil çatışmaların nesnesi ve savaş alanı, istekleri ve
düşünceleri önemsenmeyen kadınlar olmuştur. Kadınların yönetici erk tarafından geleneklerle
bir çatışma alanı haline getirilmesi ve halkın da aynı çatışma alanında devlete karşılık
vermesi, İranlı erkeklerin otoritelerden bağımsız olarak, Meşrutiyet Devrimi’nde kendileriyle
omuz omuza çarpışmayı göze alan kadınlara en büyük ihaneti olmuştur. Oysa halkın kadının
toplumsal statüsünü bir “kabul ettirme” çekişmesine dönüştürmek yerine tıpkı Meşrutiyet
Devrimi’nde olduğu gibi farklı alternatifleri vardı.

Şah Rıza, modernleşme politikalarının uygulanması sürecinde halkın uyum


sağlamayan/direnen kesimlerini zor kullanarak, cezalandırarak uyum sağlamaya mecbur
bırakmıştır. Kanunun uygulandığı ilk etkinlik, 8 Ocak 1936’da Rıza Şah’ın açılışına bizzat
katılacağı, Tahran’ın yeni Öğretmen Okulu’nun (daneshsara-ye moqadddamati) mezuniyet
törenine öğretmenler ve yöneticiler dâhil olmak üzere çarşafsız katılmasını emrettiği ve kızları
Prenses Şems ve Prenses Eşref’i çarşafsız olarak törene götürdüğü mezuniyet töreni olmuştur
(Chehabi, 1993: 218; Cronin, 2014: 132). Dönemin Eğitim Bakanı Asghar Hikmat, daha sonra
Şah’a verdiği raporda, bazı öğrencilerin mezuniyet töreni olmak üzere karma etkinliklerde
çarşaf kuralına direndiğini belirtmiştir (Cronin, 2014: 132; Howard, 1959: 58). Yasak
sebebiyle kendini baskı altında hisseden ve sokağa çarşafsız çıkmayı reddeden birçok kadının
varlığı bilinmekle birlikte, durumu kabullenemeyerek intihar eden kadınların da olduğu iddia
edilmektedir ve hatta çalışma sırasında ismine ve bölgesine ulaşılamayan bir Vali eşinin de bu
sebeple intihar ettiği iddia edilmiştir (Abrahamian, 2018: 125). Milani ise birçok kadının
oturma eylemleri düzenlediğini, açlık grevine başladığını, ailesindeki erkeklerle birlikte
protestolara katıldığını ve hatta bazı kadınların çarşaf yasağının olmadığı sınır ülkelere (Irak
gibi) kaçmayı seçtiği iddia edilmiştir (Milani, 2011: 11). Bu noktada, Şah Rıza’nın toplumu
yeniden düzenleme ve sekülerleştirme amacı, kadınların toplumsal koşullarından daha
önemliydi.

Muhalif kadın grupları, gelenekselci ideolojik söylem ile direnişlerine devam etmişlerdir.
İranlı akademisyen Haleh Esfandiari, çarşaf yasağından sonra büyükannesinin çarşafsız dışarı
çıkmaktansa beş yıl boyunca evden çıkmamayı tercih ettiğinde bahsetmiştir (Esfandiari, 2009:
16). Bu sırada Şah, sokakta, hükümet binalarında, toplu taşıma araçlarında ve hatta
67

hamamlarda dahi çarşafı yasakladığını ilan etmiş, Britanya konsolosları karakollardaki birçok
tutuklanma vakasının çarşaf yasağı yüzünden olduğunu belirtmiştir22 (İran İçişleri Bakanlığı
Belge No 1786, Abrahamian, 2018: 125). Britanya’nın Tahran Konsolosluğu yıllık gözlem
raporlarında, çarşaf yasağı sırasında halka uygulanan baskı şu ifadelerle aktarılmıştır;

“Doktorların peçeli kadınları hastanelere kabul etmeleri yasaklandı; hamamlar,


sinema, toplu taşıma araçlarının kullanımı, polis koruması yasaklandı ve sonra, polis
devriyesi ve askerler acımaksızın çarşaflı kadınların ana caddeyi
kullanmasını/kullanmak için ısrar etmelerini reddettiler… Kadınlar, geleneksel peçeyi
zorunlu olarak terk ettiler, ancak çarşaflarını tamamen terk etmediler ve bu pasif
direniş tutumunu ne kadar sürdürebileceklerini görmek ilginç olacak. Yetkililer
kendilerini bir skandal içinde hissetmek zorundalar. Bu eşarpların bir düşmanlık
duygusundan giyildiğini biliyorlar, ancak bu soğuk havalarda bir kadın kendini sıcak
bir fularla iyi sararken, bu nesnelere nadiren itiraz edilebiliyor. Şu an için kadınlara
baskı uygulanmasından vazgeçilirse; Tebriz’de zaten resmi olarak çarşaf yasağı ilan
edildiğinden kadınların kanuna uyacakları ve bundan memnun olmaları muhtemeldir.”
23
(Bkz. Ek 3).
Ülke çapında yerel makamlara, din adamları başta olmak üzere kadın ve erkek fark
etmeksizin politikayı açıkça protesto edenleri tutuklayıp cezalandırma ve kısaca politikaya
karşı gelen herkesin günlük aktivitelerini imkânsızlaştırmak üzere emir verilmiştir (Chehabi,
1993: 219).

İranlı kadınlar Batılılaşmanın ve medeniyet kavramının değil, Şah’ın ulema ile giriştiği iktidar
rekabetinin ve hırsının sonuçlarını yaşamak zorunda kalmışlardır. Tüm bu deneyimlerin içinde
kadınları kendi içlerinde de ayrışmaya iten Şah’ın en vurucu uygulaması, Chehabi’nin de
vurguladığı üzere, hayat kadınlarının çarşaflarını muhafaza edebileceklerine dair çıkan yazısız
düzenleme olmuştur (Chehabi, 1993: 220). Bu uygulama ile kadın bedeni üzerinden
uygulanan zoraki modernleşme politikası yine kadın bedeni üzerinden “aşağılanmaya”
çalışılmış ve modern görünümlü kadınlar objeleştirilmiştir. Uygulamanın vermek istediği
mesaj; çarşaflı dolaşan kadınların herhangi bir polis müdahalesine maruz kalmadan
dolaşabilmesi için hayat kadını olması, değilse hayat kadını olarak algılanmayı göze alması
gerektiğidir. Tahran yönetimi, “hayat kadınlarının ancak evlenmeleri ve bir erkeğin
koruyuculuğunun altında saygıdeğer kadınlar gibi çarşaflarını açabileceklerini” ilan etmiştir
(Amin, 2002: 99). Kadınlar arasında oluşan ayrışmalar bu sırada sadece sınıf ve imkân
farklarıyla sınırlı kalmamıştır. Yani bu dönemde toplumsal bağlılıkları, inançları veya sadece
22 ‫( حجسساب کشسسف قسسانون نیمتخلسسف یردسسستگی دربسساره سسسندی‬Çarşaf yasağına uymayan kadınları
tutuklama emri), İçişleri Bakanlığı, Belge No: 1786, http://www.cafetarikh.com/News-
35715/‫حجاب‬-‫کشف‬-‫قانون‬-‫متخلفین‬-‫دستگیری‬-‫درباره‬-‫( سندی‬Erişim Tarihi: 10.10.2019)
23 20 Şubat 1936, Coll 28/9 ‘Persia; International Affairs; Shah’s Tours in Persia: General
Situation Reports’ [160r] (330/1038) British Library: India Office Records and Private
Papers, IOR/L/PS/12/3404.
68

fikirleriyle Şah’ın modernleşme politikalarını reddettikleri gerekçesiyle çarşafını giymeye


devam eden kadınlar, modernleşme düşmanı olarak görülerek modernleşme yanlısı
hemcinsleri tarafından geri kalmışlıkla itham edilerek aşağılanmaya maruz kalmışlardır
(Povey, 2016: 24). Örneğin,

“Kadınlar evden başörtüsüyle çıktılar ve okula, üniversiteye veya iş yerine girmeden


başörtülerini çıkarttılar. Ama birçoğu savunmacı bir yaklaşım benimseyerek ve adil
olmayan ekonomik, siyasi ve sosyal değişime bir çeşit protesto düzenleyerek
başörtülerini giymeye devam ettiler. Kendilerini geri kalmış addeden ve İslami
değerlere bağlılıklarından dolayı aşağılayan Pehlevi rejiminden iğrendiler. Kendilerini
ideolojik ve maddeten alçaltılmış, ötekileştirilmiş ve reddedilmiş hissettiler.” (Povey,
2016: 24).

açıklaması, kadınların kendi içinde yaşadığı ayrışmaları ve geleneksel kadının yaşadığı


buhran halini göz önüne sermektedir. Şah’ı destekleyen kadınların temel dayanağı, kadın
konusunun devlet tarafından ele alınması ve kılık-kıyafet düzenlemesi dışında diğer
imkânların da modern sisteme uygun hale getirileceği düşüncesi olmuştur. İran’da sosyal ve
siyasal hareketlerin Şah’ın kontrolünde var olabilme politikasının bir sonucu olarak; 1935’te
Şah’ın emriyle kurulan Kadınlar Derneği (Kanun-e Banovan) (Amin, 2002: 92; Sancar, 2016:
201), başta çarşaf yasağı olmak üzere Şah’ın attığı adımları desteklemek, devlet erkânıyla bir
araya gelerek İran Kulübü ve Derneği etkinliklerinde modern imajlarıyla boy gösterme
görevini üstlenmişlerdir (Chehabi, 1993: 216). Kadınlar Derneği’nin başlıca amaçları;
“kadınların entelektüel ve ahlaki eğitimini sağlamak, yuva kavramının bilimsel prensiplerini
öğretmek, kadınların fiziksel yapısına uygun olan sporlara yönlendirilmesini sağlamak, fakir
annelerin veya yetim çocukların bakımları için yardım kuruluşu açmak, yerli ürünlerle temel
yaşam standartlarına teşvik etmek.” (Cronin, 2014: 126).

Kadınlar Derneği’nin, 18 Ekim 1935’te Sepah Sokağı’nda bulunan binalarında yaptıkları


toplantıda meclis başkanı Hajj Mohtashem al Saltaneh Esfandiyari, kadınların ahlaki
görevlerini şöyle sıralamıştır; eğitim almak, topluma dâhil olmak, ev işleri ve eşe sahip
çıkılması (Husbandkeeping-Showhardari), ihtiyatlı çocuk yetiştirme ve protokollere katılım,
çalışmak ve pratiklik (Amin, 2002: 92). Kadınlar Derneği, modernleşme projesinin dolaylı bir
kuruluşu olarak ortaya çıkmıştır. Kendinden sonraki kadın dernek ve kuruluşlarıyla
kıyaslandığında, halka, kadınlara dayatılan ataerkil kısıtlamaların aslında dayatma değil,
kadınların kendi istekleri ve görevleri olduğunu göstermektir. Günümüzde hala İranlı
69

feministlerin öncülerinden kabul edilen Zandokth Shirazi (1909-1953) de Kadınlar Derneği


destekçilerinden biri olmakla birlikte (Najmabadi, 1991: 58), “Rıza Şah’ın, kadın konusunda
atacağı adımlar konusunda çok ümitli olduğu” gerekçesiyle, muhalif hareketlere rağmen
desteğini açıklamaktan çekinmemiştir. Bu iki zıt durumun temelinde yatan sebep, zaman
içinde modernizm kavramının bir tür “Pehlevizm” oluşturarak iç içe geçmesi, eş anlamlı hale
gelmesidir (Ansari, 2001: 3). Milani’ye göre geleneksel İran toplumunda bir zamanlar
alçakgönüllülük, dindarlık, güzellik ve ayrımın bir göstergesi olan çarşaf ve başörtüsü kısa
süre içinde geri kalmışlık, yoksulluk, dinî müstehcenlik ve karanlığın güçleri ile eş anlamlı
hale gelmiştir (Milani, 2011: 11). Kurallar ve otorite ne kadar despotik olursa olsun, her
yasağın zamanla kendi alternatiflerini yaratması kaçınılmazdır. Yasağın doğasında olan bu
alternatifler, İranlı kadınların çarşaf yasağında da karşımıza; sokakta polis şiddetine ve
modernleşme yanlısı, elit hemcinslerinin ayıplamalarına maruz kalmamak için çoğu zaman
uzun ve bol elbiseler, fularlar, kalın mantolar giyerek çıplaklık hissini azaltma denemeleri ile
çıkmaktadır. Yine de eşleri devlet görevlisi olan kadınlar için bu kanuna uymak -erkekler de
dâhil olmak üzere-çok daha zor olmuştur.

Birçok geleneksel İranlı erkek, ailelerindeki kadınlarının “kamuya açık” hale gelmesiyle, “aile
onurunu koruyamadıklarını” düşünmüştür (de la Camara, 2012: 12). Kadınların kendi içinde
mustarip oldukları ikiliklerden, erkekler de mustarip olmuştur. Sadece bu durum, kadınlarda
olduğu gibi erkeklerin kendilerine getirilen düzenlemelerden dolayı değil, yine kadınlar
üzerinden yaşanmıştır. Bazı erkekler, Şah’ın emrettiği üzere davetlere eşlerini
çarşafsız/başörtüsüz götürebilmişse de eşlerini çarşaflarını çıkartmaya ikna edemeyen veya
eşini çarşafsız dışarı çıkartmak istemeyen erkekler geçici evlilikler (mut’a ya da sigeh nikâhı)
yaparak geçici eşleriyle davete katılmışlardır (Haeri, 1989: 25). Çünkü bu davetlerde sadece
icabet etmiş olmak yeterli değildir, etkinlik boyunca karma oturma düzenine uymak,
aktivitelere katılmak ve hatta içki tüketmek gibi yazılı olmayan birçok kurala uyulması
gerekmektedir (Amin, 2002: 115).

Kaçar Hanedanı’nın prenslerinden biri olan Abdul Hüseyin Mirza Fermanferma’nın (1852-
1939) kızı Sattareh Fermaferma’nın (1921-2012) kaleme aldığı hatıratında, yasağın
ailesindeki geleneksel kadınlara sirayetini şöyle özetlemiştir;
70

“Annem peçesinin asırlık mütevazılığını kaybettiğini öğrendiğinde, kendisinden başka


bir insandı. O ve tüm geleneksel insanlar Reza'nın düzenini şimdiye kadar yapmış
olduğu en kötü şey olarak görüyorlardı.” (Farman-Farmaian, 1993: 95)

Şah Rıza’nın 1932 yılından sonra her geçen gün daha da otoriterleşen tutumu, İranlı
kadınların halkının en acı tecrübelerini yaşamalarına sebep olmuştur. İran toplumu şiddete
maruz kalmamak için bu uğurda görsel olarak “modernleşirken” aile ve kadın- erkek
kavramları ciddi kırılmalar yaşamıştır. Çarşaf yasağının ve denetiminin en sıkı olduğu 1936-
1941 yılları arasında sokak ve ev hayatı arasında ciddi bir ikilik meydana gelmiştir. Aile
hayatı modernleştirilmeye çalışılırken, hala birçok ailede çok eşlilik ve ataerkil düzen devam
etmektedir. Bu sebeple aile içinde çoğu zaman Batı karşıtlığı, “modernleşmenin ve
gerekliliklerinin din adına uygunsuzluğu”, “kız çocuklarının değerlerden uzaklaşması” ve
“namus kavramının zedelendiği” yönünde birçok çatışma yaşanmıştır. Oysa halka uyguladığı
tüm baskılara rağmen Şah Rıza’nın aile hayatında kendi kuralıyla çeliştiğini anlatan kızı
Prenses Eşref hatıratında; “babasının emirlerinden farklı davrandığını ve bir akşam yemeğine
kolsuz elbiseyle geldiği için üstünü değiştirmesini istediğini, annesi Tadj-ol-Molouk’un
batılılaşmayı reddederek erkeklerin yanında başını ve yüzünü kapattığını” aktarmıştır
(Pahlavi, 1980: 24; Cockcroft, 1988: 39). Muhammed Rıza Pehlevi’nin 1951 yılında evlendiği
ikinci eşi Süreyya Esfendiari de İranlı ailelerde kız çocuklarının hep geri planda kaldığını ve
Eşref Pehlevi’nin siyasi ve toplumsal rol model olarak öne çıkartılmasına rağmen aile
hayatında hep evlenene kadar Rıza Han’a koşulsuz itaat etmek zorunda olan kız evlat olarak
hayatını sürdürdüğünü söylemiştir (Esfandiary, 1964: 68). Şah Rıza, ailesinde eşine ve kız
evlatlarına vermek istemediği modern yaşamı, sokakta şiddetle sağlamaya çalışmıştır.

Kadınlar sokakta ve iş yerlerinde yalnızca yasaların gerektirdiği gibi çarşafsız, Batı tarzı
kıyafetlerle var olabilirken, evlerinde geleneksel kurallar ve İslami değerler arasında denge
kurmaya çalışmıştır ki belirtildiği üzere bunun en yakın örneği, Eşref Pehlevi’dir. Çarşafını
çıkartmayı reddeden birçok kadın, yalnızca düşük gelirli işlerde çalışarak geçimini sağlamaya
çalışmıştır (Bahramistash, Esfehani, 2011: 64). Sadık Hidayet’in romanlarında sıkça
karşımıza çıkan bu kadınlar, bu arada kalmışlık halini, evden başörtüsü ile çıkıp iş
yerinde/okulda başörtüsünü çıkartarak çözmeye çalışmışlardır (Moghadam, 2011: 39; Povey,
2016: 24). Bu ikilemi çözemeyen/erkekleri tarafından imkânları “geleneksel gerekçelerle”
kısıtlanan alt sınıf kadınlar zamanla eve kapanmak, göç etmek ya da okulu bırakmak gibi
71

yollara başvurmuşlardır. İstatistiklere göre Rıza Şah döneminde okula giden kadınların sayısı
bu sebeple ciddi bir düşüş yaşayarak 1925 yılında 3.467, 1930’lu yıllarda 1.710’a gerilemiştir
(Moghissi, 1996: 49). Kadınlar arasında hızla büyüyen uçurumu Najmabadi şöyle ifade
etmiştir;
“Çarşaf resmen yasaklanmaya başladıktan sonra sadece devlet şiddeti sahneye
girmekle kalmamış daha da önemlisi kadınlar arasında kapanması imkânsız bir
uçurum oluşmuştur. Kızlar okullardan alınmış ve evlerde tutulmuştur. Açılmak
istemeyen kadın öğretmenler işlerinden istifa etmiş ya da kovulmuştur ki bu da diğer
kadınlara kısa yoldan yükselme imkânı tanımıştır.” (Najmabadi, 2010: 228)

2.3: Muhalif Hareketlere Uygulanan Sansür (1929-1939)


Şah Rıza Pehlevi, otoriter yönetimine ve modernleşme politikalarına karşı ulemanın öncülük
ettiği birçok protestoya şahit olmuştur. Yazılı, sözlü ve kitle hareketleri olmak üzere İran halkı
tarafından gerçekleştirilen bu protestoların zamanla hanedanın varlığını tehlikeye atabileceği
düşüncesiyle sansür uygulaması başlamıştır. 1935 yılında gerçekleşen Goharshad Camii
Olayı’nın ardından sert müdahaleleri sebebiyle Şah Rıza’nın saltanat devri dicatatori-ye siah
dönemi yani “siyah diktatörlük” olarak anılmıştır (Moazami, 2018: 87). Moazami, bu
dönemde Şah Rıza’nın “muhalif hareketlere karşı modern hapishaneler ve siyasi polis
teşkilatını kurmasının yanı sıra işkence dâhil olmak üzere sistematik siyasi baskıya izin
verdiğini” savunmaktadır (Moazami, 2018: 87-88). Şah döneminde işkenceye dair herhangi
bir çalışma bulunmamakla birlikte, Şah’ın tutumunun her geçen yıl daha da sertleştiği göz
önüne alındığında Moazami’nin bu tezi tartışmaya açık ve kanıtlanması gereken bir ifadedir.

Şah’ın koyu bir idealizm ile uygulamaya çalıştığı modernleşme hareketleri, toplumun kentli
kesiminde büyük muhalif tepkilere sebep olmuş ve saraya yakın kişiler tarafından
desteklenmiştir. Bu muhalif hareketlerin en büyüğü olan Goharshad Camii Olayı dönüm
noktası olmakla birlikte, Şah’ın bu olayın ardından saray bürokrasisi ve ilk günden itibaren
büyük yatırımların yapıldığı askerî kuvvetleriyle desteklenen kontrol mekanizması, muhalif
hareketlerin yavaşlatılmasında hayati rol oynamıştır.

Kitle hareketlerini askerî kuvvetleriyle bastıran Şah Rıza, 1929 yılında yazılı protesto
araçlarına kısıtlama getirmiştir. Buna göre Şah, 1929 yılında önce dergileri 24 kapatmış,

24 Pehlevi döneminin yayınları; Nesvan-e Shargh (Doğulu Kadın), Rahnema-ye Banovan


(Kadın Rehberi), Gol-e Rana va Ziba (Şık ve Güzel Çiçek), Nur Afshan (Işıltılı), Dokhtaran-e
Iran (İran’ın Kızları), Rahnema-ye Zendegi (Yaşam Rehberi) Bkz. Tulunay, 2006: 50
72

ardından 1931’de komünizm propagandası yapan ya da monarşi karşıtı söylemleri olan tüm
parti ve siyasal hareketleri yasadışı ilan etmiş; çoğu resmî makamlar tarafından yayınlanan
reform destekçisi liberal yayınlar da dâhil olmak üzere İran’da yayımlanan dergi sayısını
50’ye düşürmüştür (Sancar, 2016: 198). Najmabadi, 1930’ların ortasında –ki bu tarih çarşaf
yasağının yasalaştığı sert döneme denk gelmektedir- Name-i Banuvan, Zaban-e Zanan,
Shoukufeh (1912-), Danesh, Alem-i Nesvan, Şafak-i Sorh, İran’ın ilk Komünist kadın dergisi
olan Peyk-e Saadet-e Nesvan (Elaheh, 2014: 73), Kaveh (1926-1922), Jahan-e Zanan,
Farangestan (1924-25), İranşah (1922-1927) ve Ayendeh (1925-1926) gibi birçok
gazete/dergi desteklediği siyasi görüşü ve desteği fark etmeksizin kapatılmıştır (Amin, 2002:
122; Katouzian, Shahidi: 84). Bu gazete/dergilerin çoğu muhalif ve dönemin ideolojik
çerçevesine hâkim olmakla birlikte, muhalif düşüncelerin halka aktarılmasında / projenin
teşvik edilmesinde öncülük etmişlerdir. Bununla birlikte; Anjuman Khavatin-i Irani, Cemiyet-
i Nisvan-ı Vatankhah ve Anjuman-i Nisvan gibi kadınları İranlılık, vatan ve kadın hakları
üzerine merkezleşen topluluklar da süresiz kapatılmıştır (Najmabadi, 1991: 56, Paidar, 1995:
56-70). Kapatılmadan önce, 1920 ve 1930larda Şafak-ı Sorh sayfalarında yürütülen
tartışmalarda çoğu erkekler tarafından kaleme alınan yazılar, “kadınları ev dışında istihdam
edilmesinin yanlış olduğunu ve bunun “bi-çadori olduğunu” savunmuştur 25 (Najmabadi, 2010:
213). Bu duruma benzer bir diğer ikiliği, ağırlıklı olarak ahlak, edebiyat, çocuk hijyeni gibi
günlük konularda kadınlara yönelik yazılar yayınlayan Shoukufeh adlı derginin yazarları olan
Şahnaz Azad ve Şems Kasmai’nin çarşafın kaldırılmasını destekleyen yazılar yazarken;
derginin sahibi ve editörü –aynı zamanda saray doktoru Aga Mirz Sayyed Razi Rais al-
Atebba’nın kızı-Mozeyyenü’l-Saltaneh’in çarşaf yasağına karşı çıkmış ve Kuran’ı referans
göstererek “Tanrı herkesi bir amaç için yarattı, herkes pozisyonuna ve yaratılış amacına uygun
davranmalı” görüşünü savunmuştur (Amin, 2002: 41; Najmabadi, 2010: 209). Mozeyyenü’l-
Saltaneh’in vurgusunda dikkat çekilmek istenen nokta, aynı dergide aynı yazıları yazan işçi ve
işveren kadınlar dahi Pehlevi Hanedanı’nın kadınları ayrıştırma projesinin kurbanları
olmuşlardır.

Muhalif yayınlar ve derneklerin sesi hızla bastırılırken, Najmabadi, kız okullarının da


“devletin çarşaf yasağını denetlemek, kadınları üniversiteye teşvik edilmesi ve kadınların
modern imajlarıyla topluma katılımlarını kontrol altında tutabilmek” adına kapatıldığını
belirtmektedir (Najmabadi, 1991: 56). Devlet desteği alamayan ve sansüre uğrayan/kapatılan
basın- yayın organları, kadın örgütlenmesinde muhalif süreci yavaşlatan hatta bazı
25 Bu derginin editörlüğünü Şah Rıza’ya yakınlığıyla bilinen Ali Deşti yapmaktaydı Bkz.
Najmabadi, 2010:213
73

durumlarda tamamen yok eden sebeplerden biri olmuştur. Fakat kız okulların kapatılması
konusunda dikkat çeken bir gerçek vardır. İslam Cumhuriyeti ilan edildikten sonra tüm
okullar, beş yıl süre ile devlet tarafından, tıpkı Pehlevi Hanedanında olduğu gibi empoze
edilen ideolojiyi denetlemek ve kontrol altında tutmak amacıyla kapatılmıştır. Yani, her iki
durumda da farklı ideolojilerin izledikleri yolları da, savaş alanları da kurbanları da aynıdır.
Sadece modernlik olgusu olayların perspektiflerini ve hitap ettikleri kitleleri seçmektedir.

1920’lerde komünist ve sosyalist kadın örgütlerinin varlığına dikkat çeken Keddie, bu


dönemde (İran Sosyalist Partisi'nin kurucusu olan Sulaiman Eskandari’nin eşi, aynı zamanda
bir Kaçar Prensesi olan) Muhtaram Iskandari’nin 1919 yılında kurduğu Jam'iyyat-i Nisvan-i
Vatankhah’ın (Yurtsever Kadınlar Partisi) etkinliklerinin kadın hareketlerindeki önemine
değinmektedir (Keddie, 2007: 86). Yurtsever Kadınlar Partisi, Şah’ın politikalarından
bağımsız olarak modernleşmeyi, çarşafın kaldırılmasını, kadınların eğitim ve bilimde öne
çıkmasını, toplumsal hayata kazandırılması ve uluslararası görünürlüğünün sağlanması
gerektiğini savunmuştur (Amin, 2008:18). Derneğin kısa süre içinde İranlı kadınlar arasında
hızla destek bulması ve yakaladığı başarı diğer kadın topluluklarına örnek olmuştur ve Amin
tarafından; “kadın örgütleri tarafından İranlı kadınlar için temsilci örgüt” olarak
tanımlanmıştır (Amin, 2008:18). Yurtsever Kadınlar Derneği, 1932 yılında Tahran’da
düzenlenen Kungrih-i Nisvan-i Sharq’a (Doğu’nun Kadınları Konferansı-The Conference of
the Women of the East) Eşref Pehlevi başkanlığında (Sancar, 2016: 201) sponsor ve temsilci
olmuş (Afary, 2009: 151) fakat yine de bağımsız herhangi bir kuruluş gibi bu kuruluş da 1934
yılında Şah tarafından kapatılmıştır. İranlı kadınların birlik olmasında ve üretmesinde elde
ettikleri bu başarıya ve hanedan mensubu Eşref Pehlevi tarafından desteklenmelerine rağmen
kapatılan Yurtsever Kadınlar Derneği’nden ayrılan birçok kadın Bidari-e Zanan (Kadınların
Uyanışı) adlı derneği kurarak komünizm destekçisi söylemlerle öne çıkmaya çalışmıştır
(Tulunay, 2006: 39). Muhalif hareketlerin ve yayın organlarının hanedan tarafından aşırı
kontrolüne rağmen Şah karşıtı yeraltı muhalif örgütlerin oluşması ve kadınların katılımı
engellenememiştir ve üstelik bu dönemde İranlı kadınlar örgütlenme ve muhalefet bilincini
öğrenmişlerdir. Kapatılan tüm dernek ve yayınların yerine 1939 yılında Şah tarafından,
hükümet destekli iki kurum oluşturulmuştur. Bu kuruluşlar; Sazeman-e Parvaresh-e Afkhar
(Düşünce Geliştirme Kuruluşu) ve Sazeman-e Tablighat (Propaganda Enstitüsü) adı altında;
radyo, dergi, gazete, tiyatro gibi kitle iletişim araçları vasıtasıyla Şah’a ve rejime bağlılık
propagandası yapmak üzere aktif hale getirilmiştir (Afary, 2009: 147).
74

İranlı sosyolog Dabashi, Rıza Pehlevi yönetiminin baskıcılığını şöyle tasvir etmiştir;

“İlk Pehlevi Şah’ının saltanatı süresinde İran, bir milletin sömürgecilik dönemi ve
sonrası durumunun timsali haline gelmişti: alenen sömürgeleşmiş bir ülke olmaktan
kurtulmuştu, ama bu tür bir sömürgeliğin en kötü sonuçlarını yaşamaktan
kurtulamamıştı. Zayıf ve istikrarsız bir ekonomisi, kötü durumdaki ekonomisine
yaraşır bir toplumsal yapısı vardı. Ama toplumsal yapı, bünyesinde barındırdığı çeşitli
kültürel projeler bakımından tiranlık ve sömürgecilikten evrensel kurtuluşun
koşullarını hazırlayan sömürgecilik karşıtı bir modernliğe tekabül ediyordu.”
(Dabashi, 2007: 13)

1941 yılında Şah Rıza tahttan çekilene dek, hanedanın sıkı denetimine girerek yayın hayatına
dönen dergi sayısı oldukça azdır. Bunun sebebi, İran halkının sansüre ve kapatılan kurumlara
karşı, kıyafet reformlarına gösterebildiği direnişi göstermemiş olmasıdır. Nitekim Şah Rıza
Pehlevi’nin iktidarının ilk gününden itibaren orduya ve şehirlerde denetimi sağlayacak olan
kolluk kuvvetlerine ayırdığı finansman hem güçlü hem de kendisine sadık bir ordu
yaratmasına imkân vermiştir. Direniş hareketlerinde halkın karşılaştığı şiddet, bir sonraki
adımlarında hep geri adım attırmıştır. Şah Rıza’nın anayasal reformları, modern ve ilerlemeci
bir devlet imajından ziyade, baskıcı ve yeni fikirlere toleransı olmayan, Najmabadi’nin deyimi
ile “şirketçi bir devletin inşası” olarak görülmeye başlanmıştır (Najmabadi, 1991: 56).

İran’da 1925-1941 yılları arasında, Rıza Pehlevi liderliğinde, devletin ve toplumun her
alanında radikal değişimler meydana gelmiştir. Bu değişimler Şah’ın modern ulus-devlet
yaratma projesinin bir parçası olup 1932 yılından itibaren despotik dayatmalara dönüşmüştür.
Modernleşme hareketlerinde Rıza Şah’ın milliyetçilik vurgusunun yanına Batı tarzı
modernleşmeyi koyması, bu hareketlerin zaman içinde, İran’da tekrar Batı otoritesinin ve
yayılmacılığının yerleşeceğine dair algıları ve düşmanlık duygularını perçinlemiştir. Bununla
birlikte tahta geçtiği günden itibaren İran’ın İslamiyet öncesi durumuna ve medeniyet
sembollerine vurgu yapması, ulemanın gücünü kısıtlaması gibi adımları muhafazakâr kesim
tarafından, Şah’ın “din düşmanı” olarak algılanmasına sebep olmuştur. 1936 yılında
kanunlaştırılan çarşaf yasağı, halkın bu endişelerini daha da kuvvetlendirmiştir ki 1930’dan
75

itibaren muhalif hareketlerin sıklaşmasında bu durumun etkisi olduğunu düşünmek yanlış


olmayacaktır.

Rıza Pehlevi, 1941 yılında II. Dünya Savaşı’nın (1939-1945) devirdiği otoriter liderlerden biri
olmuştur. Bu örtülü devrilmenin İngiltere ve Rusya tarafından yapıldığı bilinmekle birlikte,
birçok tarihçi tarafından Şah’ın iktidarı boyunca “sempati duyduğu” (Povey, 2016) Alman
devlet adamı A. Hitler’e duyduğu yakınlığın da etkili olduğu zikredilmektedir (Metin, 2011:
308; Keddie, 2007: 88; Kurtuluş, 2005; Povey, 2016: 20; Cockcroft, 1988: 37). Şah Rıza
Pehlevi, oğlu Muhammed Rıza Pehlevi’yi veliaht tayin ettiği bir mektupla 1941 yılında
Pehlevi Hanedanının tahtından çekilmiştir. Moazami’ye göre; Şah Rıza Pehlevi’nin başarısız
cumhuriyetçiliği ve hanedanın başarısı ulema ile hanedan arasındaki ilişkinin
belirleyicilerinden biridir ki bu başarısız cumhuriyetçilik, başarılı bir hanedanın temellerini
atmıştır (Moazami, 2018: 177). Şah’ın modernleşme projesinde özellikle geleneksel
alışkanlıklarını terk etmek istemeyen ya da yenilikleri henüz özümseyememiş İranlı kadınlara
uyguladığı fiziksel ve psikolojik şiddet, İran halkı için modern devlet ve modern vatandaş
kavramlarının ve bu kavramlarla gelen imkânların anlaşılmasını peşinen olumsuz yönde
etkilemiştir. Modernleşme projeleri ve akabinde uygulanan baskılarla birlikte Rıza Pehlevi
dönemi, İran’ın en hızlı geliştiği ve dünyaya en çok açıldığı dönem olmuştur. Bu dönemin
mimarı olan Şah Rıza Pehlevi, 1944 yılında Güney Afrika’da, sürgünde ölmüştür.
76

3. BÖLÜM: GELENEK VE MODERN ARASINDA: ŞAH MUHAMMED


RIZA PEHLEVİ’NİN KADINLARI (1941-1965)

II. Dünya Savaşı (1939-1945) devam ederken Rıza Pehlevi’nin tahttan feragat etmesi,
20.yüzyıl İran’ında siyasi ve toplumsal dönüşümün seyrini değiştirecek ilk adım olmuştur. Bu
feragatin ardından İran siyasi bağımsızlığını kaybederek İngiltere ve Sovyetler Birliği
tarafından işgal edilmiş, Rıza Pehlevi’nin “ailenin dikbaşlı üyelerini de yanında götürmesi”
(Abrahamian, 2018: 130) koşuluyla hayatına sürgünde devam etmesi kararlaştırılmıştır. Rıza
Pehlevi’nin yerine, ilk eşi Tac-ol Moluk’ten olan oğlu, 1926 yılında veliaht ilan edilen
Muhammed Rıza Pehlevi geçmiştir. 1941 yılında gerçekleşen bu taht değişimi, 1979 İslam
Devrimi’ne kadar Muhammed Rıza Pehlevi dönemi olarak adlandırılmaktadır.

Muhammed Rıza dönemi, birkaç açıdan önemlidir; ilk olarak, Rıza Pehlevi iktidarında
hanedanın ulema ve seçkinlerle kurduğu güç dengesi değişmiştir. Buna göre mecliste etkinliği
artan ulema ve seçkinler, hanedana önemli bir destek/muhalefet kanalı oluşturmuştur.
Akabinde, Kaçar Hanedanı’ndan sonra ilk kez, hanedanın yabancı devletlerle olan yakın
ilişkisi, muhalif milliyetçiliğin canlanmasına sebep olmuştur. İkinci olarak; Rıza Pehlevi
döneminde “modernleşme” adı altında Rıza Pehlevi’nin kadınları ataerkil devlet sisteminin
meşrulaştırıcı objeleri haline getirme projesinin şiddeti ve baskısı son bulmuştur. Bununla
birlikte, İranlı kadınların kendi hayatları ve toplumsal statüleri üzerinde iradelerini
kullanabilme, söz sahibi olma ve taleplerini sadece İran’ın siyasi mecralarında değil,
uluslararası platformlarda da dile getirme imkânı ortaya çıkmıştır. Muhammed Rıza’nın ılımlı
tutumu, babasının izinden gitmediği algısını yaratmak için yeterli olsa da ideal kadın ve anne
figürü hala “çarşafsız ve Batı kültürüne yakın, evine ve kocasına bağlı kadın” olarak kabul
görmeye devam ettirilmiştir. Kadınların gündelik hayatlarında kıyafetleri ve inançları
hususunda mücadele etmek zorunda kalmayışı, polis şiddeti korkusunun ve toplumsal
baskının yokluğu, kadınların tekrar esas taleplerine yönelmelerine ve muhalefet odaklarını
şekillendirmelerine imkân sağlamıştır. Bu dönemde kadınların talepleri -Meşrutiyet
Devriminde olduğu gibi- erkeklerle eşit vatandaşlık statüsü, seçme ve seçilme hakkı, eğitim
hakkı, çok eşliliğin yasaklanması gibi temel vatandaşlık konuları üzerine olmuştur.
Muhammed Rıza dönemini kadın örgütlenmesi ve kadının konumu bakımından önemli ve
incelenmeye değer kılan üçüncü nokta burada ortaya çıkmaktadır. Rıza Pehlevi dönemine
kıyasla kadınlara geri verilen serbestiyetler, siyasi ve toplumsal kargaşa halini durdursa da
77

saray politikalarına muhalif veya saraya yakın ilişkilerde olmayan kadınların taleplerini
yöneticilere duyurması kolaylaşmamıştır.

Muhammed Rıza dönemi siyasi ve toplumsal politikalarını, geçirdiği değişimler itibariyle


1941-1953 arası ve 1953 sonrası olmak üzere iki ayrı perspektifte incelemeyi
gerektirmektedir. 1941-1953 yılları arasında Muhammed Rıza’nın politikaları daha uzlaşmacı
ve özgürlükçü iken, 1953 yılından sonra katı bir kontrol mekanizması geliştirilmiş ve muhalif
gruplar, basın-yayın organları devlet kontrolüne alınmış veya tamamen durdurulmak
istenmiştir. Dönemin dördüncü ve son durumu burada ortaya çıkmaktadır. 1953 yılından sonra
kadın dernek/örgütlerinin ve basın-yayın organlarının kapatılması, muhafaza edilen kurum ve
yayın organlarının saraya bağlı hale getirilmesi, kadınlar arasında hâlihazırda bulunan ayrımı
sarayı merkezine alarak perçinlemiştir. Kadınlar artık geleneksel ve modern olarak değil,
saraya yakın veya muhalif olarak ayrılmışlardır. Saraya yakın, sarayın desteğini alan kadın
dernekleri ve yayın organları, halktan kadınların sorunlarını değil saraya bağlılıklarını ve
sarayın kadın politikasının İranlı kadınlar için ne kadar uygun olduğunun propaganda aracı
haline gelmiştir. Muhammed Rıza Pehlevi dönemi İranlı kadın, toplumsal var oluşlarından
siyasi özgürlük ve kendini ifade imkânlarına uzanan büyük bir ikiliğin içinde varlık
göstermişlerdir.

Muhammed Rıza Pehlevi dönemi, İranlı kadınların hem en çok geliştiği hem de otorite
tarafından en çok baskılandığı, kadın muhalefetinin ve örgütlenmesinin en sık görüldüğü
dönemdir. Diğer yandan, kadınların hak mücadelelerinde 1960’lara dek Şah tarafından göz
ardı edilmeleri, Şah’ın ılımlı politikalarıyla toplumda ataerkil baskının tekrar ortaya çıkması
kadınların muhalefetinin ve örgütlenmesini hızlandırmıştır. Bu muhalif örgütlenme kısa süre
içinde Şah Muhammed Rıza tarafından sıkı denetimlere tabi tutulmuş ve sansüre maruz
kalmıştır. Bu dönemde yine de Rıza Pehlevi’nin şiddetine rastlamıyor oluşumuz, Şah
Muhammed Rıza Pehlevi iktidarının Rıza Pehlevi’nin görece modern versiyonuna dönüştüğü
algısını yaratabilirse de Muhammed Rıza’nın babasının reformlarını devam ettirdiği savını
doğrulayamamaktadır. Bu bölümde, 1941-1965 yılları arasında İranlı kadınların siyasi ve
sosyal hakları için erkek egemen bir mecliste seslerini duyurma mücadelesi ve Muhammed
Rıza Pehlevi yönetiminde kadının konumu incelenecektir.

Şah Muhammed Rıza iktidarının ilk 12 yılında oluşturulan politikaların temeli; halk ve
yabancı müttefiklerle uzlaşmak, hanedanın ve iktidarının devamlılığını sağlayacak iş birlikleri
kurmak üzerine şekillenmiştir. Bu sebeple Şah’ın ilerleyen zamanlarda sıkça eleştirilmesine
78

sebep olacak olan İngiltere ve Sovyetler Birliği’nin fiziki işgallerine, ABD’nin İran üzerinde
siyasi ve ekonomik kontrolünü artırmasına izin verilmiştir. Bu dönemde İran; Kuzey’de
Rusya, Güneyde Britanya olmak üzere ikiye bölünmüş, bu iki bölgenin dışında kalan yerler ve
silahlı kuvvetlerin denetimi merkezî hükûmetin idaresinde kalmıştır (Ashraf, 1984: 59,
Keddie, 2007: 108). Bu durum her ne kadar dış politika kapsamında değerlendirilse de Şah
Muhammed Rıza döneminde halkın siyasi, toplumsal ve ekonomik şartlarının
26
şekillenmesinde, halkın gözündeki Şah imajının oluşmasında belirleyici olmuştur . Bunun
yanı sıra genç Şah’ın izin verdiği görece özgürlük atmosferini, iç politikada atılan adımlarda
daha net bir şekilde görmek mümkündür. Şah, toplumda yaşanması muhtemel infialin önüne
geçmek ve halkın kendisini benimsemesini sağlamak için babası Rıza Pehlevi’den süregelen,
monarşinin katı imajını kırmaya çalışmıştır. Bu amaçla halkla arasında çatışma yaratabilecek
unsurları bertaraf etmeye yoğunlaşmıştır. Bu çalışma kapsamında Şah;

“…tüm siyasi mahkûmlara af vererek 1.250den fazla muhalifi serbest bıraktı; siyasi
mahkûmları öldürmekle suçlanan iki yandaşı affetmeyi reddetti, dinî vakıflara ait toprakların
vakıflara iadesine karar verdi. Bunun yanı sıra Tahran Üniversitesi’nde teoloji bölümü açtı ve
toprak sahiplerinin miraslarını önceki sahiplerine dağıtılmasını emretti, kendisini demokratik
ve İsviçre’de eğitim almış, babasının otokrat yönetiminden her zaman rahatsız olmuş apolitik
bir genç olarak resmetmiştir” (Abrahamian, 1982: 176-177).

Şah Muhammed Rıza yeni idari düzenin özgürlükçü imajını vurgularken, halk, eski düzene
dönmek üzere harekete geçmiştir. İlk olarak, Şah’ın işgal kuvvetlerine gösterdiği tavizkâr
tutum, merkezî yönetimin aşiretler üzerinde etkisini zayıflatmış ve Rıza Pehlevi döneminde
baskıyla kentlere yerleştirilmeye çalışılan birçok aşiret, tekrar kırsal bölgelere göç etmeye
başlamıştır (Erden, 2017: 183). Aşiretlerin tekrar kırsal bölgelere çekilmesi, hanedanın
sempati toplamasından ziyade oluşabilecek özerklik hareketlerinin ve kırsal ayaklanmaların
tekrar başlayabileceğinin işareti olmasına rağmen saray tarafından yeterince üzerinde
durulmamıştır. Halkın bir sonraki adımı, Rıza Pehlevi döneminin en tartışmalı konularından
biri olan kadının toplumdaki konumu üzerine olmuştur. Önceki dönemlere kıyasla Şah
Muhammed Rıza döneminde kadınların toplumsal statüsü ve yaşam tarzına dair yapılan
düzenlemelerle bireysel irade ve özgürlük adına kayda değer değişimler meydana gelmiştir.
Bu düzenlemelerin en önemlisi, Şah’ın, babası Rıza Pehlevi döneminde toplumda hanedana
ve politikalarına karşıtlığın fitilini ateşleyen en önemli konu olan çarşaf yasağını 31 Ocak
26 Şah’ın dış politikadaki tutumu, Dabashi tarafından tavizkâr olarak nitelendirilmiş ve
“ABD’nin küresel hâkimiyet arzusunu doyurmak uğruna İran’ı sistematik şekilde ABD
üssüne dönüştürdüğü” gerekçesiyle eleştirilmiştir (Dabashi, 2007).
79

1941 yılında kaldırmış ve çarşaf kullanmayı, kadınların özgür iradelerine bırakmasıdır (Bkz.
Ek 1) (Howard: 1959: 59). Çarşaf yasağının kaldırılması Keddie’ye göre, Şah’ın onaylanma
çabasının yanı sıra “çarşafın kültürel bölünmenin bir parçası olduğu anlaşılmış” ve Şah
Muhammed Rıza’nın gelişiyle hanedan yanlısı/saraya yakın grupların popüler, Batı tarzı
kıyafet alışkanlıkları devam ederken- peçesiz, geleneksel çarşaflara dönen çok sayıda kadın
olmuştur (Keddie, 2007: 88). Keddie’nin ifadesiyle çarşafın kültürel bölünmenin bir parçası
olduğu konusu, ancak 1925 yılından 1941 yılına kadar geçen16 yıllık sürede kadınların
iradeleri ve inançları için mücadele verdikten sonra anlaşılmış olması, göz ardı edilemeyecek
kadar uzun bir süre zarfında kadınların hanedan tarafından yok sayıldığının ispatıdır. Nitekim
çarşaf yasağı kalkmasına rağmen örtünün zorunlu olması gerektiğini savunan Seyyid Nevvab
Safevi (veya Mücteba Mirluhi) (1924-1956) tarafından kurulan Fedaian-e Eslam’ın (İslam
Fedaileri) gibi muhafazakâr kimliğiyle öne çıkan gruplar, kadınların zorunlu olarak geleneksel
örtünmelerine geri dönmeleri gerektiğini savunmaya başlamıştır (Akhavi, 1980: 61).

Yeni dönemde kadın örgütlenmeleri, örtünme ve modernleşme politikalarına


muhalefetlerinden ziyade seçme ve seçilme hakkı, mecliste kadın iradesi, çokeşliliğin
yasaklanması, eğitim, eşit ücret ve cinsiyet eşitliği gibi talepler üzerinde gelişmiştir. Talepler
değişirken kadın örgüt/dernekleri kendinden önceki grupların aksine büyük oranda
bağımsızlıklarını muhafaza edemeyerek siyasi grupların bünyesinde faaliyet gösterebilmiştir
(Sancar, 2016: 201). Bu dönemde işçi sınıfı, milliyetçiler, solcular ve entelektüeller hızla
gruplaşmaya başladığından, kadınların destek kanalları da çoğalmıştır. Şah Muhammed
Rıza’nın özgürlükçü ara dönemi, İran tarihinde Füruğ Ferruhzad, Simin Danişver, Şehmus
Parssipur gibi önde gelen edebiyatçıların doğmasına da vesile olmuştur (Shahidian, 2002: 20).

Rıza Pehlevi döneminde kapatılan örgüt/dernek ve basın-yayın organları bu dönemde tekrar


açılarak sansürsüz halde halka ulaşmış; komünizm, sosyalizm gibi sol görüşlerin yayılmasına
zemin hazırlamıştır. Bu dönemde özellikle 1953 yılına dek Zan-e Emruz (Bugünün Kadını),
Bidar-e Ma (Uyanışımız), Zanan Pishrow (İlerici Kadınlar), Ghiyam-e Zanan (Kadınların
İsyanı) ve Houghug-e Zanan (Kadın Hakları), Banu (Kadın) gibi İranlı kadınlar ve kadınların
günlük yaşamları, sorunları ve talepleri üzerine birçok gazete/dergi yayınlanmaya başlamış
(Paidar, 1995: 142; Keddie, 2007: 108); Cemiyet-e Zanan-e Iran (1942-İran Kadınlar
Derneği), Cemiyet-e Zanan (1943-Kadınlar Derneği), Hizb-i Zanan (1944-Kadınlar Partisi)
başta olmak üzere çeşitli kadın dernekleri kurulmuştur (Sancar, 2016: 202; Tulunay, 2006:
47).
80

İran siyasetinde sol hareketin gelişmesinde oynadığı belirleyici rolü, açık Komünizm desteği
ve kadın hareketlerine verdiği destek ile bilinen Hizb-i Tude-i İran27 (İran Kitlelerinin Partisi-
TUDEH) -Sovyetler Birliği’nin ülkedeki siyasi varlığından güç alarak- 1942 yılında,
Süleyman Muhsin İskenderî başkanlığında bu dönemde kurulmuştur (Dabashi, 2007; Sancar,
2016). Görece özgürlük ortamında Sosyalist Parti, İran Partisi, Emekçiler Partisi gibi birçok
partiyle politik çeşitlilik oluşmuşsa da ortak payda ya da oluşuma dönüşememiştir (Erden,
2017: 183). 1953 yılına kadar İran’da sol hareketlerin varlığı hızla artarken, parlamento,
bakanlar, muhafazakârlar ve ulema da Rıza Pehlevi iktidarında kaybettikleri söz hakkı ve
yetkilerini kazanmaya başlamışlardır (Keddie, 2007: 88). Muhafazakârların mecliste tekrar
güç kazanması, Şah’ın iç politikada atacağı adımlarda ikinci bir onay mekanizması
yaratmıştır. Parlamentoda oluşan yeni çokseslilik, 1944 yılından itibaren İran petrol
hisselerinin Anglo-Iranian Oil Company’den alınarak millileştirilmesi gerektiğini savunan
(Sancar, 2016: 97) Başbakan Muhammed Musaddık’ın (1882-1967) 1951 yılında
Başbakanlığa yükselişi ile en parlak dönemini yaşamış ve 1953 yılında devrilişi ile sekteye
uğramıştır. Pehlevi Hanedanı’nın 1979 yılında yıkılışına dek Musaddık, İran milliyetçiliğinin
sembolü haline gelmiştir.

1953 darbesi ile Şah, iç ve dış politikada müttefiklerle ilişkileri ve hanedanın çıkarlarını
zedeleme potansiyeli taşıyan her türlü hareketi önleyebilmek için sıkıyönetim ilan etmiştir.
Sıkıyönetim boyunca, İran’da 1953’e kadar kurulmuş tüm dernek/kuruluş ve basın-yayın
organlarını sıkı bir denetime tabi tutmak ve sadece siyasilerde değil, sıradan vatandaşlar
arasında da muhalifleri tespit etmek üzerine şekillenmiştir. 1957 yılında Şah tarafından,
sıkıyönetim politikalarını destekleyen, kontrol eden ve vatandaşlar, yayınlar/kanallar üzerinde
denetim kuracak olan Sazeman-e Ettelaat va Amniyat-e Keshvar (Milli İstihbarat ve Devlet
Güvenlik Örgütü- SAVAK) kurulmuştur. SAVAK, Şah Muhammed Rıza sıkıyönetiminin
simgesi haline gelmiş ve 1979 İslam Devrimi’ne kadar etkinliğini sürdürmüştür. SAVAK’ın
kurulmasıyla, Şah yönetimine ve politikalarına muhalif olan basın-yayın organları yoğun
sansüre/kapatılmaya maruz kalırken; kadın-erkek fark etmeksizin birçok vatandaş SAVAK
tarafından hapsedilmiş, işkence görmüş, susturulmuştur (Cleveland, 2015: 326).
Sıkıyönetimin başlamasıyla 1941-1950 yılları arasında kurulan 14 kadın derneği ve bağlı
bulunan yayınları kapatılarak 1956 yılında Şah’ın kız kardeşi Eşref Pehlevi himayesinde
Kadın Örgütleri Yüksek Kurulu adıyla, devlet tarafından finanse edilen denetimli bir yapıya
dönüştürülmüştür (Najmabadi, 1991: 60). Sol aktivistlerin ve milliyetçilerin bastırılması,

27 Çalışmanın sonraki bölümlerinde kısaca TUDEH olarak bahsedilecektir.


81

ulemanın gücünü tekelleştirmesi için bir fırsat olmuştur ve özellikle 1953’ten sonra Şah,
ulemanın desteğini uzun bir süre elinde tutmuştur. 1956 yılında Şah’ın Sazeman-e Zaman
Taraftar-e Elamieh-e Hukuk Bashar’ın bir toplantısına katılması ve bu toplantıda kadınlara
mecliste “üç koltuk” vereceğini söylemesi ulemayı kızdırmış ve Şah’ı “eğer bunu yaparsa, bu
hareketin devamını getirmek için ortalıkta olmayabileceği” konusunda “uyarmıştır”; Şah,
harekete geçmemiştir (Afkhami, 2004). Nitekim 1979 İslam Devrimi’ne giden süreçte
ulemanın güçlenmesinin ve geniş halk kitlelerine hitap edebilmesinin en önemli sebeplerinden
biri, 1953 sonrasında ulemanın gücünü tekelleştirebilmiş olmasıdır. Bir diğer sebep; halkın
Rıza Pehlevi döneminde olduğu gibi, 1953 sonrasında hanedan tarafından şiddetli bir
sıkıyönetime ve denetime tabi tutulmasının akabinde dinî liderlerin otoritesine sığınması ve
Şah’a karşı ortak muhalefet oluşturma düşüncesinin gelişmesidir.

1959 yılında toprak reformu tasarısının öne sürülmesiyle toprak zengini olan ulemanın
desteğini kaybeden Şah ve Başbakanı Asadollah Alam (1919-1978), motivasyonunu
sıkıyönetimden sonra halkın hanedanı tekrar onaylamasını sağlamak ve isyan çıkmasını
önlemek (Dabashi, 2007: 146) üzerine kurduğu Beyaz Devrim’i 1963 yılında referanduma
sunmuştur. Beyaz Devrim’in İran halkına vadettiği toprak reformu büyük toprak sahiplerinin
ve aşiretlerin tepkisini çekerken, kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmesine dair yapılan
çalışmalar da ulemanın tepkisini çekmiştir. Şah Muhammed Rıza iktidarında kadınların çeşitli
platformlarda eğitim, seçme ve seçilme hakkı gibi konular da Beyaz Devrim tasarısı ile
gündeme gelmiştir. Kadınların seçme ve seçilme hakkına sahip olmasının İslam’a aykırı
olduğu gerekçesiyle düzenlemelere karşı çıkan ulema, hanedana cephe almaya başlamıştır.
Tüm muhalefete ve engellenmeye rağmen İranlı kadınlar, Meşrutiyet Devrimi’nden itibaren
mücadele ettikleri yegâne hak olan eğitim, eşitlik, seçme ve seçilme hakkını 1963 yılında elde
etmişlerdir (Shahidian, 2002: 43, Ashraf, 1984: 97, Sancar, 2016: 208). Kadınlar, Meşrutiyet
Devrimi’nin ardından ilk kez bu dönemde resmî otoritelerin desteğini alarak aktif şekilde
örgütlenebilmiştir. Propagandalar ve organizasyonlar 1953’e kadar açık, 1953 yılından sonra
yer altı muhalif örgütlenmesi şeklinde gerçekleşmiştir. Buna rağmen daha önce de belirtildiği
üzere yıllarca temel haklarını almak için mücadele eden kadınların sesi, 1963 yılında mecliste
yer alabilmelerini sağlayan bir politikanın dolaylı yoldan onaylanmasında araç olarak
kullanılmıştır.
82

3.1: Şah Kontrollü Modernleşme (1941-1965)


“Aryamehr”28

Muhammed Rıza Pehlevi, 27 Ekim 1919’da Tahran’da doğmuş, 1931 yılında İsviçre’de beş
yıl eğitim gördükten sonra 1936’da İran’a dönmüştür (Kurtuluş, 2005: 565). 1941 yılında
tahta geçtiğinde halk, 22 yaşındaki yeni Şah’ın çok genç olduğu gerekçesiyle, yönetici olacak
olgunluğun olmadığını ve dış güçlere tavizkâr tutumu sebebiyle olası krizlerle başa çıkma
konusunda yetersiz kalacağını düşünmüştür (Jahanbegloo, 2013: 17). Bu düşüncelere rağmen
Şah Muhammed Rıza halkın gözünde imajını değiştirmek için birçok adım atmıştır. Monarşi
sembollerinin halkta olumsuz etki bırakacağı düşüncesiyle mecliste sivil giysilerle yemin
ederek sık sık İsviçre’de eğitim görmüş modern bir yönetici olduğunun altını çizmiş, halkın
temel yasalarına saygılı olacağını ve meşruti monarşinin kurallarını ihlal etmeyeceğini beyan
etmiştir (Abrahamian, 2018: 132).

Şah Muhammed Rıza tahta çıktığında toplumda Rıza Pehlevi’nin sıkıyönetim politikalarının
etkisi devam etmektedir. Taht değişikliğinden hanedan yanlısı/saraya yakın İranlılar büyük
zarar görmezken; muhafazakâr-geleneksel İranlılar, sosyal hayattan dışlanmış, sıhhi ve
ekonomik yetersizliklerle karşı karşıya kalmıştır. Halkın sosyo-ekonomik durumu ve
toplumsal kriz hali, merkez bölgelerde bulunan Amerikan ve İngiliz temsilciliklerinin
raporlarına şöyle yansımıştır;

“İngiliz ve Amerikan temsilciler, tahttan çekilmenin hemen sonrasındaki yıllarda, varlıklılar ve


yoksullar arasındaki eşitsizliğin ulusal güvenliği tehlikeye attığı ve şehirlerde patlayıcı bir durum
yarattığı konusunda sürekli uyarıyorlardı. Kitleler arasındaki korkunç ve yoğun sıkıntı, alt sınıfın gıda,
yiyecek, ilaç ve eğitim eksikliğinden kaynaklanan hoşnutsuzluğu, tüccar ve toprak sahiplerinin istikrarlı
zenginleşmesi ile birleşince toplumun tüm dokusunu tehdit ederek yönetici sınıfa karşı şiddetli bir
devrime yol açabilirdi.” (Abrahamian, 1982: 172)

Bu tespitle birlikte, İran toplumu üzerine yapılan modernleşme çalışmalarının, halka herhangi
bir yatırım yapılmaksızın, sadece hanedanın imajını güçlendirmeye yönelik görsel proje
adımlarının atıldığı çıkarımını yapmak mümkündür. Zira 20.yüzyılın ikinci yarısında halk,
Farah Pehlevi ve Eşref Pehlevi gibi hanedan üyelerinin dahi hatıratlarında belirttiği üzere,
temiz su, ilaç, yol ve hastaneler gibi temel ihtiyaçlarını temin edememekte ve salgın
hastalıklarla mücadele etmektedir (Pehlevi, 2003: 28; Pahlavi, 1980: 76). Öyleyse Rıza
Pehlevi’nin hayalini kurduğu modern ve güçlü devleti oluşturan esas kriterin sadece

28 Şah Muhammed Rıza kendisine “Aryan Irkının Işığı” anlamına gelen bu unvanı, babası
Rıza Pehlevi’nin aryan ırk söylemini devam ettirmek düşüncesiyle vermiştir (Cockcroft,
1988: 37)
83

monarşinin güvenliğini sağlayacak güçlü bir ordudan ibaret olduğunu, bunun dışında
gerçekleştirilmeye çalışılan her düzenlemenin, ordu reformunu yalnız bırakmayacak küçük
detaylar olduğunu düşünmek mümkündür. Eşref Pehlevi’nin hatıratı Şah Muhammed Rıza
döneminde halkın durumunu kavramak için oldukça aydınlatıcı ve yer yer özeleştiri niteliği
taşıyan bir eserdir. Pehlevi, Muhammed Rıza yönetiminin ilk yıllarında birçok İranlının
geçimini sağlayamadığını, derme çatma barakalarda yaşayan çok sayıda insan olduğunu
kaydetmiştir; hatta fakir mahallelere yaptığı ziyaretlerde üzüntüden hastalandığının altını
çizmiştir (Pahlavi, 1980: 79). Aynı şekilde İranlı yazar Sohila Zanjani de hatıratında, 1940-
1950’li yıllarda İran’da zengin olmayan, orta halli aileler için sağlık eğitiminin yok denecek
kadar az olduğunu, sağlık hizmetinden faydalanamayan ailelerin hastalıkları batıl inançlarla
geçirmeye çalıştığını ve bu durumun halkı daha da ilkelleştirdiğinden bahsetmektedir
(Zanjani, 2016: 8). Halkın içinde bulunduğu yokluk hali, Şah’ın ilk projelerini altyapı
hizmetlerine yoğunlaştırması gerektiğinin işareti olmuştur. Böylece İran’da; alt yapı
hizmetleri, eğitim ve sağlık kurumları, fabrikalar ve karayolları inşaatları gibi kurumsal
modernleşme/iyileştirme adımları atılmıştır (Çevik, 2015: 49).

Yeni projeyle hem sağlık hem eğitim alanında birçok düzenleme yapılmıştır. Buna göre 15
yıllık bir süre içinde hemşirelik, ebelik gibi sağlık meslekleri açılan okullarla teşvik edilmiştir;
1944-1956 yılları arasında İran’da hemşire, ebe ve öğretmen olan kadınların sayısı %50’ye
yakın artış göstermiştir (Bahramitash, Esfehani, 2011: 64; Tulunay, 2006: 44). Özellikle sağlık
alanında yapılan altyapı çalışmalarının Muhammed Rıza’nın halktan destek görmesi için çok
önemli bir fırsat olduğunu aktaran Eşref Pehlevi, bu durumu daha da öne çıkartmak için Şah
propagandası yapan gazeteci ve yazarlardan destek aldığını belirtmiştir (Pahlavi, 1980: 76).

Kurumsal modernleştirmelerin yanı sıra Şah’ın özgürlükçü yaklaşımı, Rıza Pehlevi


yönetiminin en tartışmalı konularından biri olan kadın ve çarşaf yasağı konusunun da
güncellik kazanmasını sağlamıştır. 1941 yılında İçişleri Bakanlığı aracılığıyla yayınladığı bir
belge ile (Bkz. Ek 1) herhangi bir çarşaf yasağının olmadığını ve herkesin giymek istediğinde
özgür olduğunu ilan etmiştir. Yeni kanunda; camilerde imamların, vatandaşlara, kadınlarını
kapatmaları gerektiğine dair verilen vaazların durdurulması, camilerde ve toplu alanlarda
devleti kötüleyici konuşmaların yarattığı infialin önlenmesi istenerek, kadınların örtünüp
örtünmemesi konusunda herhangi bir zorlamanın olmadığı belirtilmiştir29. Bu kararın ardından
İranlı muhafazakâr-geleneksel kadınların yüz peçeleri olmadan tekrar örtünmeye başlamıştır
(Keddie, 2007: 88). Kentli muhafazakâr kadınlar, tekrar çarşaf giymeye geri dönse de yüzün

29 http://www.shafaf.ir/fa/news/130150
84

tamamen örtülü olduğu örtünme şekli tüccar ailelerin ve diğer dindar Müslümanların
kadınlarıyla sınırlı kalmıştır (Paidar, 1995: 120). Saray eliyle Rıza Pehlevi döneminde
oluşturulan ve bir bakıma sarayın sosyal politikalarının uygulayıcısı görevi gören saraya yakın
İranlılar, muhafazakâr ve çarşaflı kadınları geri kalmışlıkla itham etmeye devam etmiş,
okullarda ve hatta restoranlarda çarşaf yasağı devam etmiştir (Çevik, 2015: 51). Örtünme
yasağının devlet tarafından kalkması, çoğunlukla polis şiddetini durdurmuştur. Bunun dışında
1950 yılında, Muhammed Rıza’nın tüm özgürlükçü söylemlerine rağmen çarşaf konusunun
hala kadınların özgürlük/tutsaklık kıstaslarında değerlendirilmesi, hanedanın kadın
politikasındaki ilk büyük tutarsızlık olmuştur. Burada sorulması gereken soru; 20. yüzyılın
son yarısında, ekonomik, askerî ve ticari gelişmişlik kriterlerini sağlayan, modern ve ileri
görüşlü olduğunu her politikasında vurgulayan bir devlette kadınlar neden hala 1905
anayasasına tabi tutulmaktadır? 1905 yılından 1963 yılına kadar kadınların talepleri
değişmezken, kadınların toplumsal statüleri kendilerinden bağımsız olarak nasıl değişkenlik
göstermektedir? Her iki sorunun da cevabı, kurulduğu günden yıkıldığı 1979 tarihine kadar,
hanedanın gündemi hiçbir zaman kadınların taleplerini karşılamak, yaşam şartlarını veya
koşullarını iyileştirmek olmadığıdır. Hanedanın modernleşme fikrinin ağırlığı, ataerkil toplum
yapısına zarar vermeden devleti maddi ve askerî olarak güçlendirmek üzerine oluşturulmuştur.
Şah Muhammed Rıza iktidara geldiğinde babasının tam tersi olduğunu iddia ederek yurt
dışında eğitim görmüş modern İranlı erkek imajını, 1973 yılında İtalyan gazeteci Oriana
Fallaci’ye verdiği röportajda reddetmiştir. Şah’ın kadın kavramına bakışı ve kadınların
toplumdaki yeri konusundaki fikirleri, özünde Şah Muhammed Rıza’nın da herhangi bir İranlı
erkek kadar ataerkil olduğunu göstermektedir. Şah’ın röportajında kadınlara dair fikirleri
kendi cümleleriyle aktarılmıştır;

“Kadınlar bir erkeğin hayatında, sadece güzel, zarif oldukları ve kadınsı kalmayı bildikleri zaman yer
alabilirler .. Bu feministler ne istiyor? Ne istiyorsun? Eşitlik, öyle mi? Gerçekten! Kaba görünmek
istemiyorum, ama… Yasanın gözünde eşit olabilirsiniz, böyle söylediğim için afedersiniz ama kapasite
olarak eşit değilsiniz .. Hiç Michelangelo veya Bach üretmediniz. Hiç harika bir aşçı bile üretmediniz.
Bu yüzden fırsatlardan bahsetmeyin. Şaka mı yapıyorsunuz? Tarihe harika bir aşçı verme fırsatı
bulamadınız mı? Harika hiçbir şey üretmediniz, hiçbir şey! Söylesenize, böyle röportajlar sırasında ülke
yönetebilecek kaç kadın tanıdınız? ” (Fallaci, 1973).

Bu sebeple 1963 Beyaz Devrim’e kadar kadınların devlet ve yasalar önünde eşit haklara sahip
olmasına yönelik herhangi bir adım atılmaması hanedanın olağan politikasının ve hatta
yöneticilerin inandıkları toplumsal değerlerin devam ettiğini göstermektedir. Zira bu dönemde
kadınlar toplumun muhafazakâr kesimleri tarafından hala “Manzel (Yuva), Za’ijeh (Zayıf) ve
Mar-e Khoskhat-o Khal (Güzel ama sinsi yılan)” olarak tasvir edilmekte, günlük gazetelerde
85

kadınların dövülmesi/öldürülmesi üzerine meşrulaştırıcı söylemler yer almaktaydı (Sedghi,


1996: 116).

İranlı kadınlar Şah Muhammed Rıza döneminde taleplerini ve mücadeleleri; dergi, gazete,
dernek ve TUDEH gibi kadın hareketleri destekçisi siyasi partilerin kadınlar kolu aracılığıyla
halka duyurmaya çalışmışlardır. Dernek kurma, partilere üye olma ve basın-yayın
organlarında sansürün hafifletilmesi, Rıza Pehlevi döneminde kapatılan dernek/kuruluşların
açılması ve sansürlenen/süresiz kapatılan basın-yayın organlarının faaliyetlerine tekrar
başlaması, kadınların toplumsal ve siyasi alanda önceki dönemden daha büyük kitle
destekleri ve imkânlarla tekrar ortaya çıkmasını sağlamıştır. Kısa süre içinde İran’da kadınlara
dair birçoğu muhalif olan 23 gazete/dergi basılmaya başlanmış, bu dönemde politik
çeşitliliğin ve basın-yayın özgürlüğünün en verimli dönemi yaşanmıştır.

Pehlevi Hanedanı’na genel bir çerçeveden bakıldığında, 1953 yılına kadar İran’da kadınların
basın-yayın organlarında en aktif olduğu dönem, Şah Muhammed Rıza döneminin ilk çeyreği
olmuştur. 1953 yılına dek kadınların çıkarttığı gazete ve dergi sayılarının artışı tablodaki
gibidir;

Kadın Gazete ve Dergi Sayıları

Dönem Yayın Sayısı

Rıza Şah darbesi Öncesi (1913-21) 2

Rıza Şah dönemi (1921-1940) 10

Göreli demokratik dönem (1941-1952) 23

Muhammed Rıza Şah Diktatörlüğü (1953-1967) 10


Tablo 1: Pehlevi Hanedanı'nda kadın dergi ve sayılarının yıllara göre sayısal
verileri

(Sancar, 2016: 203-)

1953 yılına kadar İran’da çıkan bazı kadın dergileri şunlardır; “Sedigeh Ganjeh tarafından
kurulan, kadın hakları ve adalet üzerine haftalık yayınlanan Zanan-e Pishrow (İlerici
Kadınlar 1949), Soghta Aliabadi tarafından kurulan, kadınlara uygulanan toplumsal baskı
üzerine yayınlanan Ghiyam-e Zanan (Kadınların İsyanı 1949), Ebehaf Mostahaq
tarafından kurulan Hoghugh-e Zanan (Kadın Hakları 1951), Tahran’da bulunan İngiliz
Büyükelçiliği tarafından hazırlanan ve Zafardohkt Ardalan tarafından basılan Alam-e
86

Zanan (Kadınların Evreni)”. (Paidar, 1995: 142; Sancar, 2016: 202; Shahidi, 2002: 75;
Tulunay, 2006: 47; Fazaeli, 2017: 36)

Özgürlükçü dönem boyunca sadece kadınların kendi içlerinde kurdukları gruplar değil,
Muhammed Musaddık gibi kadın hareketlerine siyasi destek veren politikacılar da öne
çıkmıştır. TUDEH ve Milli Cephe gruplarının meşru siyasi varlıkları, kadınların mecliste ve
üst düzey makamlarda seslerinin duyulması ve desteklenmesi için önemli bir kanal görevi
görmüştür. Bu sayede milliyetçi ve solcu hareketlerin kadın sorunu etrafında birlik olmasının
yanı sıra kadın ve erkeklerin ortak seslerle taleplerini duyurma çabalarını görmek mümkündür
(Fazaeli, 2017: 20; Keddie, 2007: 102). Bu dönemde siyasi partilerin veya bağımsız olarak
liderlerin kadın hareketini desteklemesinin ardında gerçekten insani değerlerin ihlal edildiğini
düşündükleri için mi yoksa siyasi üstünlük sağlamak için bir basamak gibi mi görüldüğü
sorusu, netlik kazanmamakla birlikte, tek başına bir araştırma konusudur. Fakat nihai sonuç,
Şah Muhammed Rıza döneminde TUDEH, Milli Cephe gibi siyasi partilerin, kadın
mücadelesine ses oldukları ve süreci kadınlar adına hızlandırdıklarıdır.

Rıza Pehlevi döneminde siyasi otoritesini kaybeden ulema ve seçkinlerin, Muhammed Rıza
döneminde artan etkinliğiyle birlikte partilerde komünizm ve milliyetçiliğin yanı sıra
İslamcılık temaları öne çıkmıştır. Şah’ın iktidarının ve kontrolünün devletin ve toplumun tüm
kademelerine sirayet etmesinin önüne geçen bu gruplar (Çevik, 2015: 50) muhalif
kimlikleriyle halktan hızla destek görmüşlerdir. 1942 yılında eski Kaçar Hanedanı üyesi Şah
Ahmet’in eşi olan Badr-al Moluk Bamdad (1897-1979) Jamiyat-e Zanan-e Iran’ı (İranlı
Kadınlar Derneği) kurarak ve ardından derneğe bağlı olarak “Bizim yolumuz, sosyal devrimi
yaratmaktır” sloganıyla Zan-e Emruz gazetesini yayınlamış, İranlı kadınlara dair konuşulması
gereken yegâne konunun örtünme değil eğitim olduğundan bahsetmiştir (Bahramitash,
Esfehani, 2011: 64; Fazaeli, 2017: 36; Tulunay, 2006: 47); aynı şekilde Safiyeh Firuz daha
sonra Sazeman Zaman Taraftar Elamieh-e Hukuk Bashar (İnsan Hakları Beyannamesini
Destekleyen Kadınlar Derneği) olan Hezb-e Zanan-e Iran’ı (İranlı Kadınlar Partisi) ve partiye
bağlı olan Zanan-e Iran’ı (İran’ın Kadınları) kurmuştur (Afkhami, 2004; Povey, Rostami,
2012: 94; Keddie, 2007: 109).

Kurulduğu günden itibaren Şah yönetimini ve hanedanın ABD yanlısı politikalarını eleştiren
TUDEH; komünizm, kadın hakları ve toplumsal cinsiyet eşitliği gibi kadınların temel
87

taleplerine verdiği destekle öne çıkmıştır. 1943 yılında partinin kadın kolları Tashkilat-e
Zanan-e Iran’ı (İranlı Kadınlar Teşkilatı) ve Jamey-e Democrat Zanan’ı (Demokrat Kadınlar
Topluluğu) kurarak İran’da kadınların sorunlarıyla ilgilenen ilk siyasi parti olmuştur (Fazaeli,
2017: 20; Abrahamian, 1982: 335; Shahidian, 1994: 224). Kurucularını Jamile Sadighi, Zahra
Eskandari, Mehrangiz Eskandari, Azam Soroush, Akhtar Kambakhsh’ın oluşturduğu
Tashkilat-e Zanan-e Iran (Elaheh, 2014: 79); 1947’de Uluslararası Demokratik Kadın
Federasyonu’na katılarak orta gelirli ailelere mensup, hakları için hukuki mücadeleler veren
kadınların uluslararası görünürlüğünü sağlamıştır ancak 1949’da TUDEH ile birlikte yasadışı
ilan edilmiştir (Keddie, 2007: 108). Halkın her kesimine hitap edebilen ve halk için cesaret
ilhamı olan TUDEH, bu sebeple entelektüellerden farklı dinî grup ve milletten insanı,
bünyesinde toplayabilmiştir (Afary, 2009: 176). Kadınlar, TUDEH bünyesinde vatandaşlık
haklarının verilmesi, toplumsal cinsiyet eşitliği gibi konularda çalışmak üzere 1944 yılında
Tashkilat-e Zanan’ı (Kadın Derneği) ve bu derneğe bağlı olarak yayınlanan Bidar-e Ma
(Uyanışımız) adlı gazete ile İran’da kısa sürede hızla yayılan kadın sorununun ve muhalif
kimliğin öncülerinden biri haline gelmiştir. Bu çalışmalarıyla TUDEH, kadınları destekleyen
ilk siyasi parti olmasının yanı sıra, işçi hakları için mücadele eden ve sendikaları örgütleyen
fakir kadınları da işe alarak (Afary, 2009: 176) kadınların ekonomik hayata kazandırılması ve
örgütlenmenin siyasileşmesinde öncü olmuştur (Dabashi, 2007: 134; Keddie, 2007: 108).
Tashkilat-e Zanan’ın yanı sıra bu dönemde Hezb-e Sosyalist (Sosyalist Parti), Jamiyat-e
Democrat-e Zanan (Demokrat Kadın Derneği) de aktif çalışmaya başlamış, sosyal ve siyasi
haklar, evliliklerde kadınların korunması ve kadın işçilere eşit ücret gibi birçok toplumsal
konuyu gündeme taşımışlardır (Elaheh, 2014: 39; Keddie, 2007: 108). 1946’da TUDEH’ten
ayrılarak İran Kürt Demokrat Partisi’ni kuran bir grup aydın, 1960’lı yılların sonuna kadar
Sazman-i Marksist-Leninist-i Tofan (Tufan), Sazman-i İnkılab-i Hizb-i Tudeh olmak üzere
farklı muhalif gruplar oluşturmaya devam etmişlerdir (Sancar, 2016: 94). Buradan
anlaşılacağı üzere, Pehlevi Hanedanı’nın 20 yıla yakın süre içinde kadının toplumsal ve siyasi
statüsüne yönelik yapılmayan çalışmalar ve yatırımlar, ilk siyasi özgürlük ortamında büyük
bir açığı kapatmak için çaba sarf etmiştir. Bu çabaların devlet tarafından yok sayılması veya
desteklenmemesi, grupların ilk muhalif etkinliklerinde yasa dışı ilan edilmeleri, devletin
koşulları iyileştirmek bir yana mevcut imkânları da durdurmaya çalıştığının göstergesidir.

Hanedan, siyasi partileri ve kadın örgütlerini yasa dışı ilan ederken, 1943 yılında Tahran’da
gerçekleşen ve birçok lideri ağırlayan Tahran Konferansı’nın ardından Azerbaycan ve
Kürdistan bölgelerinde Sovyetler Birliği tarafından desteklendiği bilinen özerklik hareketleri
88

başlamıştır (Kurtuluş, 2005). Özerklik hareketi sürecinde Demokratik Azerbaycan Partisi’nin


kadınlara parti seçiminde oy hakkı vermesiyle 1944-1945 yıllarında TUDEH kadın kolları,
TUDEH’i kadın haklarını savunma ve mücadelede başarısız ilan etmiştir (Afary, 2009: 176).
Sol görüşlü Demokratik Azerbaycan Partisi’nin önderliğinde 1947’ye kadar özerk yönetimini
sağlayan Azerbaycan Geçici Hükümeti, daha sonra Şah Muhammed Rıza’nın bölge üzerinde
kontrolünü geri kazanmasıyla birlikte dağılmıştır (Keddie, 2007: 108). Özerk hükümetler krizi
halkta ve mecliste, Şah’ın dış politikada –Sovyetler Birliği ve İngiltere’ye tavizkâr tutumuyla
30
birlikte- başarısız olduğu algısını yaratırken, 12 Kasım 1949 yılında Muhammed Musaddık
tarafından kurulan Cephe-i Milli-i İran31 (Milli Cephe/İran Milli Cephesi) ile seçkinler eliyle
oluşturulan ilk büyük muhalefetini yaratmıştır. Tıpkı Kaçar Hanedanında olduğu gibi, Pehlevi
Hanedanında da İran halkı, ülke içinde ve siyasetinde otoritesi gözle görülür şekilde büyüyen
yabancı devletlere karşı kendi milliyetçi örgütlenmesini başlatmıştır.

Milli Cephe; İran Partisi, Pan-İranist Parti, Çalışanlar Partisi, Tahran Pazar Ticareti
Derneği İran Halkı Partisi, Mücahidin-i İslam Partisi ve zanaatkâr loncaları gibi çeşitli
grupların bir araya gelmesiyle oluşmuştur (Abrahamian, 2018: 152; Sancar, 2016: 97).
Seçkin çevresinden siyasi desteği büyük olan Musaddık, Şah yönetiminin Sovyetler Birliği ve
Britanya’ya verdiği imtiyazların İran’ın varlığını ve bütünlüğünü tehlikeye attığını, hükümetin
petrolü millileştirerek Anglo-Iranian Oil Company’ye el koyması gerektiğini ve hanedanın
imtiyazlara son vererek antlaşmaları feshetmesi gerektiğini iddia etmiştir (Abrahamian, 2018:
151, Sancar, 2016: 97). “Musaddık’a göre İran’ın ihtiyacı olan, katı ideolojik sınırları olan bir
parti değil, belirli bir amaç doğrultusunda farklı güçlerden kurulmuş daha esnek yapılı bir
koalisyondur” (Erden, 2017: 124). Milli Cephe hareketinin aktivizmiyle İran’da dört politik
blok oluşmuştur; tüccar, aristokratlar ve büyük toprak sahipleri ilk bloğu, Marksist ve
Sosyalistler ikinci bloğu, milliyetçiler ve Azadikhahan adı verilen liberal, Muhammed
Musaddık destekçileri üçüncü bloğu ve orta sınıf esnaflar dördüncü bloğu oluşturmuştur
(Jahanbegloo, 2013: 17). İran’ın ticari ve siyasi desteğinin çoğunu karşısına almış olan Şah’ın
özgürlük programında İran siyaseti; TUDEH, Demokratik Parti ve Milli Cephe’nin etrafında
şekillenmeye başlamıştır (Najmabadi, 1991: 58). 1949 yılında Şah Muhammed Rıza’ya
düzenlenen bir suikast, görece serbestiyet döneminin sarsılmasına sebep olmuştur. Suikastın

30 Muhammed Hidayet Musaddık, Feth Ali Şah’ın torunu Mültac Hanım’ın ve Mirza
Hidayetullah Aştiyani’nin oğludur. Soylu bir aileden gelmekle birlikte Tahran
Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi dalında hocadır. Görev hayatı boyunca Fars Valisi,
Azerbaycan Valisi, Dışişleri Bakanlığı ve Başbakanlık makamlarında bulunmuştur (Pira,
Özgüdenli, 2006: 228-229).
31 Çalışmanın ilerleyen bölümlerinde Milli Cephe olarak bahsedilecektir.
89

arkasında TUDEH ve komünistler olduğuna inanan Şah, sıkıyönetim ilan ederek TUDEH
/TUDEH’e bağlı bulunan Tashkilat-e Zanan-e Iran ve Jamey-e Democrat-e Zanan kuruluşları
kapatılmış, yayınları süresiz durdurulmuştur (Abrahamian, 1982: 249-250).

TUDEH’in aktif siyaseti kısa sürmüş olsa da Abrahamian, “entelektüel ve kültürel etkisinin
İran için kalıcı bir miras bıraktığını ve kitlesel politikayı, kitle katılımını, parti hücre ve
kollarını, parti konferans ve kongrelerini, politbüroları, merkez komite ve kitlesel örgütlenme
anlayışı ile tanıştırdığını” vurgulamaktadır (Abrahamian, 2018: 149). TUDEH’in
kapatılmasıyla kadın sorununun meclisteki yankıları sekteye uğramıştır fakat milliyetçiler
çoğunluk olmuş ve Musaddık’ın yükselişi hızlanmıştır. Musaddık’ın hızlı yükselişi,
savunduğu milliyetçi politikaların yanı sıra İranlı kadınlar için umut olmuştur. 1951 yılında
İran petrollerinin millileştirilmesi kanunun meclisten geçmesini sağlayan Musaddık, elde
ettiği yeni gücün muhalefet ile büyümemesi için, Şah tarafından Başbakan olarak atanmıştır32
(Pira, Özgüdenli, 2006: 229). 1952 yılında Musaddık, monarşiyi ve toprak ağalarının
hükümetteki etkisini zayıflatmak için seçim reformuna gitmek istemiştir. Bu reform
kapsamında ilk kez mecliste bir devlet büyüğü tarafından kadınlara seçme seçilme hakkının
verilmesi planlanmış (Katozian, 2004: 180) fakat aynı yıl bu düzenlemeye karşı mecliste ve
Kum kentinde Ruhullah Musavi Humeyni’nin (1902-1989) öne çıktığı şiddetli bir ulema
muhalefeti başlamıştır (Sancar, 2016: 72). Musaddık, bu hareketiyle İranlı kadınların büyük
desteğini görmüş olsa da muhalefetin büyümesi sebebiyle toplumsal karmaşanın
büyümesinden çekinerek tasarıyı geri çekmek zorunda kalmıştır (Sancar, 2016: 202).
Musaddık gibi Şah’a devlet idaresi ve dış politika konularında bizzat başkaldırabilen bir
milliyetçinin, kadın hakları konusunda ulema sınıfından çıkabilecek olası bir muhalefette geri
çekilmesi, ulema sınıfının eski gücüne kavuştuğunun en büyük göstergesi olmuştur. Bu
tarihten itibaren, 1979 İslam Devrimi’nin ana aktörü Humeyni, her geçen gün büyüyen
desteğiyle ortaya çıkmaya başlamıştır. Kadın hakları tasarısının meclisten çekilişi,
Musaddık’ı ulemanın karşısında yenilgiye uğratmış olsa da Musaddık, kadın hakları
konusunda düzenlemeler konusunda yıldırmamış ve 1953 yılında devrilişine kadar kadınlara
desteğini devam ettirmiştir. Musaddık’ın siyasi kariyeri boyunca İngiltere’ye karşı sert siyasi
tutumu ve hanedanın otoriter kontrol politikasına verdiği mücadele ile Şah Muhammed Rıza
tarafından “kadın gibi ağlayan ve histerik tiradlarla şımartılan bir kişi” olarak tanımlanmıştır
(Milani, 2011: 20). Pehlevi Hanedanı’nın İran’ın modernleşmesi ve büyümesi için öncelikle
32 Muhammed Musaddık’ın güçlü bir muhalefet yürüttüğü Şah tarafından Başbakan
yapılmasında, Musaddık’ın halkın büyük kısmından ve seçkin sınıfından destekleniyor
olması ve Şah’ın, Musaddık’ın arkasına aldığı bu güçten çekindiği varsayımlar arasındadır.
90

kadının toplumsal imajı ve yaşantısı üzerine çalışmalar yapıldığı göz önüne alındığında,
Şah’ın kadın olmayı “aşağılama sıfatı” olarak kullanması politikalarıyla çelişmektedir.

Yeni düzenlemelerle Şah’ın devlet üzerindeki kontrolünü azaltan ve bir halk ayaklanması
çıkartmaya yetecek kadar desteklenen Musaddık’ın, Şah Muhammed Rıza ve CIA iş birliği ile
28 Mordad (19 Ağustos) tarihinde gerçekleştirilen darbe ile Başbakanlık görevine son
verilerek, yerine Fazlullah Zahidi (1897-1963) atanmıştır (Dabashi, 2007: 139; Pira,
Özgüdenli: 2006, 229). Musaddık’ın girişimleri İran tarihinde cesurluk ve vatanperverlik ile
anılmaya devam etmektedir 33.

Musaddık’ın halktan aldığı destek, Şah için, özgürlük ve demokrasi döneminin bitmesi
gerektiğine dair bir işaret niteliğinde olmuştur. Bu tarihten itibaren Musaddık’ın iç politikada
Şah, ordu ve meclise yönelik yaptığı tüm düzenlemeler geri alınmış ve 1957 yılında baskı ve
kontrolün devlet kurumu aracılığıyla gerçekleştirilmesi için (Dabashi, 2008:146) CIA ve
Mossad iş birliği ile Sazeman-e Ettelaat va Amniyat-e Keshvar (Milli İstihbarat ve Devlet
Güvenlik Örgütü- SAVAK) adlı bir istihbarat birimi kurulmuştur (Abrahamian, 2018:166).
Abrahamian SAVAK’ın işlevini şöyle tanımlamıştır;

“SAVAK, yüksek rütbeli subaylar dâhil bütün İranlıları göz hapsinde tutma, basına sansür
uygulama, resmi dairelerde iş başvurusu yapanlar, hatta üniversitelere atananlar hakkında
inceleme yapma ve siyasal muhalifleri alt etmek üzere işkence ve idam cezası uygulama dâhil
her türlü yola başvurma yetkisine sahipti. Çok geçmeden aydınların “19.yüzyılın Avrupalı
filozofu” diye söz edilen Marx’ın adının ağızlarına almanın yasak olduğu, Orwell’vari bir
ortam oluşmuştu.” (Abrahamian, 2018: 167)

Şah’ın görece özgürlük döneminde aktif siyaset izleyen kadın dernek/örgütleri de bu dönemde
kapatılmıştır. Hanedanın denetimi altına alınan kadın hareketleri, 1958 yılında Eşref Pehlevi
başkanlığında kurulan Shoraye Aliye Jamiate Zanan34 (Kadın Örgütleri Yüksek Konseyi) ile
sürdürülmeye başlanmıştır (Povey, 2016: 94). Bünyesinde Nesvan-e Vatankhah, Nedaye
Zanan, Banuye Iran ve Zanan-e Iran başta olmak üzere birçok kurum ve yayın bulunan bu
kuruluş, hanedanın gözetimi altında, hanedan destekli kadın hakları aktivizmine daha sınırlı
ifade özgürlüğü altında devam etmişlerdir (Paidar, 1998: 135; Povey, 2016: 95). Eşref Pehlevi
33 Milli Cephe, 1954 yılında Mahzat-i Mukavamet-i Milli (Milli Direniş Hareketi) adı altında,
Musaddık dönemi kabinesinden Kerim Sencabi, Şahpur Bahtiyar, Halil Maliki gibi ulusal
direniş kadrosunun önde gelen isimlerinden oluşan kadroyla yeniden ortaya çıkmıştır
(Sancar, 2016: 98)
34 Bu kuruluş 1966 yılında İran’da Sazeman-e Zanan-e Iran olarak anılmaya başlanmıştır
ve Fars literatüründe bu şekliyle mevcuttur. Aynı kuruluş uluslararası literatürde The
Womens Organization of Iran-WOI olarak mevcuttur.
91

bu kurumun amacını; “İranlı kadınları toplumun her alanına sokmak ve atalarımızın yüzyıllar
önce yaşadığı toplumsal şartları canlandırmak, ekonomik eşitlik ve mesleki eğitim
imkânlarının sağlanması, vatandaşlık hak ve sorumluluklarını geliştirmek” olarak açıklamıştır
(Pahlavi, 1980: 154). Eşref Pehlevi bu açıklamasıyla, kuruluşun ulemanın tepkisini
çekmeyecek ve kutsal aile müessesesini zedelemeyecek kadar kadın özgürlüğü sağlayacağını
ima etmektedir zira İranlı kadınların atalarının yüzyıllar önce yaşadığı toplumsal şartları geri
getirmek, 20.yüzyılda modernleşme iddiası olan bir devletin projelerinde ancak eski ve
geleneksel olana dönüş fikrini meşrulaştırmaktadır.

1953 darbesinden sonra Şah Muhammed Rıza sadece milliyetçilerin değil, aynı zamanda
Musaddık tarafından desteklenen, tüm örgütlenme kanalları bizzat Şah tarafından kapatılan
kadınların ve işçilerin de tepkisini çekmiştir. Toplumda meydana gelen bu gerginlik karşısında
Şah’ın, tahtının güvenliğini sağlamak için ilk büyük adımı İran’ın büyük güç kanallarından
biri olan ulemaya yönelmiştir (Jahanbegloo, 2013: 20). 1959 yılında toprak reformu tasarısı
ortaya sürülene dek İran’ın büyükşehirlerindeki cami ve medreselerden Şah yanlısı
propagandalar yapılmıştır (Sancar, 2016: 73). Şah’ın sadece ulemanın propagandası ile halkın
desteğini ve ekonomik gücünü kazanamayacağını gördüğü varsayımından yola çıkarak yeni
bir ekonomik program geliştirmiştir. Bu programla Şah, sıkıyönetimin halkta oluşturduğu
huzursuzluğu gidermek adına özellikle köylülerin ve düşük gelirli İranlıların ekonomik
koşulları lehine düzenlemeye gitmiştir. 1959’da topraksız köylünün toprak sahibi yapılması,
üretimin artırılması ve akabinde ekonomik kalkınma adımlarından oluşan toprak reformu
tasarısının meclise sunulmuştur. Büyük bir kısmı toprak sahibi olan ulema ve toprak sahibi
vekillerin maddi destekleriyle ayakta kalan vakıflar, Şah’ın yönetiminin ilk yıllarında
kendilerinde kalacağını teyit ettiği toprakları aldığı gerekçesiyle, Şah ile çatışmaya
başlamıştır (Akhavi, 1980: 97; Jahanbegloo, 2013: 20; Sancar, 2016: 73). Ulema otoritesinin
devlet eliyle herhangi bir alanda kısıtlanmaya çalışılması daha önce halk desteği bulduğundan
(Meşrutiyet Devrimi) Şah, kadınların seçme ve seçilme hakları talebini öne sürerek programın
daha büyük kitleler tarafından desteklenmesini amaçlamıştır.

1959 yılında Yerel Seçim Yasasının 92. ve 94. maddeleri gereğince “kadınlara seçme ve
seçilme hakkının verilmesi35, seçme ve seçilme için Müslüman olmak koşulunun kaldırılması
ve yasalarda Kur’an yerine Kutsal Kitap ibaresinin kullanılmasına” dair (PSRI 1996; Sancar,
2016: 75) öneri sunulmuştur. Kadınların seçme ve seçilme hakkı talebinin ekonomi temelli bir

35 Political Studies and Research Institute “‫“ تاریخچه شورای شهر در ایران‬
http://pahlaviha.pchi.ir/show.php?page=contents&id=18026
92

programda yer almasının iki muhtemel sebebi vardır. Bu sebeplerden ilki, 1953 darbesiyle
devlet içinde elde ettikleri destekten mahrum kalan kadınların Şah’a karşı ayaklanmasını
önlemek; ikincisi, ulemanın program başlıklarına gösterdiği muhalefetin toplumda
yayılmasını engelleyerek içinde kadın hakları destekçilerinin de olduğu birçok muhalif
grubun birleşmesini önlemek. Her iki koşulda da Şah’ın kadın hareketlerini devlet
politikalarını meşrulaştırıcı/hafifletici araçlar olarak kullandığı çıkarımını yapmak
mümkündür. Programın açıklanmasının ardından 1962 yılında Humeyni tarafından Şah’a
“kararı reddettiği ve tanımadığı, kararın derhal reddedilmesini talep ettiği” bir mektup
gönderilmiştir fakat Şah, “kararın iptal edilmeyeceğini, dinin siyasetten ayrı olduğunu ve dinî
vecibelerin yerine getirilmesinde kendisinin herkesten daha gayretli olduğunu” belirten bir
cevapla karşılık vermiştir (PSRI, 1996). Şah’ın, İran’ın en güçlü muhalif sınıfına verdiği bu
karşılık, Beyaz Devrim programının üzerine büyük bir rest niteliği taşımaktadır. Artık Şah ve
ulema savaşı yabancı devletler, milliyetçilik ya da İranlı kadınların yaşantısı üzerinden değil,
doğrudan esas taraflar arasında gerçekleşmeye başkamıştır. Yüz yılı aşkın süredir tabi
oldukları devlet tarafından istekleri göz ardı edilen, Meşrutiyet Devriminde destek verdikleri
gruplar (ulema ve seçkinler) tarafından yalnız bırakılan kadınlar, 1960 yılında erkeklerin
kendilerini üstü kapalı yardıma çağırarak hatırlamasıyla siyaset sahnesine çıkma imkânı
bulmuşlardır.

Ulemanın Şah’ın programlarına muhalefetini açıkça belirttiği bu dönemde, hükümet


tarafından 7 Ocak 1936’da Rıza Pehlevi tarafından ilan edilen çarşaf yasağının yıldönümü
kutlamaları için Ruz-e Azadi Zanan (Kadınların Kurtuluş Günü) organizasyonu36 tertip
edilmiştir. Bu organizasyonda ağırlıklı olarak hanedan yanlısı/saraya yakın gruplar şehir
merkezlerinde bir araya gelerek Rıza Pehlevi’nin mezarını ziyaret eder ve çiçekler
bırakırlardı37 (Zoghi, 2019). Organizasyon, çalışmanın önceki bölümlerinde belirtildiği üzere
İranlı kadınların çarşaftan ve geleneksel kısıtlamalardan kurtulduğu günü temsil etmekteydi.
Kadınların Kurtuluş Günü organizasyonları, hanedan tarafından desteklenen ya da doğrudan
hanedan üyeleri tarafından oluşturulmuş, hanedanın politikalarına hizmet eden gruplar
tarafından planlanmaktaydı. Bu gruplardan birkaçı; Süreyya Hayır Kurumları (Soraya
Charity Foundations), Sosyal Yardım Topluluğu (Social Assistance Association), Süreyya
Gençlik Klübü olmakla birlikte, daha sonra 17 Dey Topluluğu (17th of Dey Society) adıyla tek
36 Bu organizasyonun literatürdeki bir diğer adı, 17 Dey Günü’dür. Bu durumun sebebi,
kanunun geçerlilik kazandığı 7 Ocak 1936 yılının, İran’ın günümüzde hala kullandığı güneş
takvimi bazında 17 Dey 1314 tarihine denk gelmiş olmasıdır.
37 Kadınların Kurtuluş Günü’ne dair yapılan çalışmalarda Somayeh Zoghi’nin aynı isimli
kitabı sadece İran’da yayınlanmış ve Farsça olarak basılmıştır. Eserin tamamına ulaşmak
mümkün olmadığı gibi Türkçe/İngilizce çevirisi bulunmamaktadır.
93

çatı altında toplanmıştır (Binder, 1962: 197). Bu organizasyonun coşkusu ve kalabalığı


hanedana, rejime ve hanedanın kadın politikalarına bağlılığın bir simgesi haline gelmiş ve bu
sebeple kuruluşlar etkinliklere fazladan özen göstermişlerdir. Öyle ki, kuruluşlar tarafından
kutlamalarda dönemin eğitim bakanından bu güne mahsus kız okullarının tatil edilmesini ve
kızların sokak yürüyüşlerine katılmasına izin vermesi istenmiştir (Binder, 1962:198). Ruz-e
Azadi Zanan, Şah Muhammed Rıza Pehlevi’nin babası Rıza Pehlevi’nin halkta yarattığı
despot yönetimin izlerini silmek için ilk olarak çarşafı kaldırmıştır. Öyleyse Şah Muhammed
Rıza, babasının despotik yönetimini yurt genelinde “kurtuluş günü” olarak neden
kutlamaktadır? Bunun sebebi, kendisini hanedan geleneğinden destekleyen ve kuralları takip
eden İranlıların, sıradan halka karşı üstün/ayrıcalıklı konuma sahip olduğu algısını
yaratmaktır. Yani hanedanı destekleyen, hanedanın politikalarına uyum sağlayan ve bu
politikaların devamı için en önde çaba gösteren her İranlı kadın, devletin ayrıcalıklı
statüsünde ve kurtarılmış bir “kurban”dır. Kadınları “kurtarılan kurbanlar” olarak görmek,
esasen onları başka bir ataerkil oyunun kurbanları haline getirmekle eşdeğerdir. Bu
etkinliklerle Şah Muhammed Rıza’nın iktidarının ilk yıllarında şiddetle farklı olduğunu
vurguladığı babası Rıza Pehlevi’den esasen farkının olmadığı çıkarımını yapmak mümkündür.
Nitekim Eşref Pehlevi de hatıratında, kardeşi Muhammed Rıza’nın da kadınlara bakışı
konusunda babası Rıza Pehlevi’nin izinden gittiğini ifade etmiştir (Pahlavi, 1980: 110). Şah
Muhammed Rıza’nın aile tablolarının arka planında gerçekten de evlendiği eşlerine dahi
ataerkil bir üstünlük kuran, eşlerinin kıymetini doğurganlıklarıyla ölçen ve en önemlisi de ilk
iki eşini psikolojik şiddete başvurarak boşanmaya zorlayan bir Muhammed Rıza ile
karşılaşmaktayız. Şah Muhammed Rıza’nın bu yüzünün iki yakın örneği; 1939 yılında
evlendiği Mısır Kralı I. Fuad’ın kızı Fevziye Fuad ve 1951 yılında evlendiği Batı
Almanya’nın İran konsolosu Halil Esfendiari’nin kızı Süreyya Esfendiari’dir. Şah Muhammed
Rıza, ilk eşi Fevziye Fuad’ın kendisine erkek varis veremediği ve İran’a uyum sağlayamadığı
gerekçesiyle 1945 yılında ortak çocukları Şehnaz Pehlevi’nin velayetine el koyarak
boşanmıştır. Fevziye ve Şah’ın evliliklerine dair kapsamlı bir çalışmaya ulaşılamamakla
birlikte, Süreyya Esfendiari’nin hatıratında şu cümlelerle anlatılmaktadır;

“Fevziye ile evliliği başından beri mutsuzdu. Büyük bir lüksün içine getirildiği halde eski mütevazı
yaşamından sonra alışamadı. Hiçbir zaman Farsça öğrenmedi. Onun gözünde Tahran küçük, taşraydı ve
Kahire’deki parlak ışıklı sosyal hayatını çok özledi.” (Esfandiary, 1964: 66).

Şah’ın Fevziye Fuad’a anneliği üzerinden yaptırım uygulaması, tarih boyunca İranlı
kadınların neden boşanma, velayet ve çok eşlilik gibi düzenlemeler konusunda ısrar ettiğinin
kanıtıdır. Dolayısıyla 1967 yılında onaylanan Aile Koruma Yasası’nda Şah’ın kendisine
94

çizmek istediği modern ve eşitlikçi hükümdar imajı, gerçeği yansıtmamaktadır. Şah’ın ikinci
evliliği olan Süreyya Esfendiari, 1951-1958 yılları arasında sürmüştür. Süreyya Esfandiari
hatıratında, Şah ile evlendikten hemen sonra tahta varis vermesi hususunda baskı gördüğünü,
hatta hanedanın kendisine “İran İmparatoriçesi olarak 5 yıl içinde tahta varis verememesi
halinde evlilik antlaşmasının sonlandırılacağına veya Şah’ın ikinci bir eş alabileceğine” dair
bir antlaşma imzalattığından bahsetmektedir (Esfandiary, 1964: 157). Bununla birlikte,
çocuğunun olmadığı süre boyunca Şah Muhammed Rıza’ya da ikinci bir eşi alabileceğine dair
ailesinin destek verdiğine değinen Süreyya Esfandiari, 1958 yılında Şah Muhammed Rıza ile
evliliği hanedan tarafından baskıyla bitirilmiştir (Esfandiary, 1964: 157). Yani, Rıza
Pehlevi’nin de Muhammed Rıza Pehlevi’nin de devlet politikası olarak kadının konumunu
kullandığı aşikâr olsa da ne kanunen ne de hanedanın aile değerlerinde yönetici eşlerinin, kız
çocukların yeri, kırsalda yaşayan ve modernleşme kavramından haberi olmayan sıradan bir
İran ailesinden farklı değildir.

Beyaz Devrim ile resmiyet kazanan kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmesi konusu, 1962
yılında Asadollah Alam (1919-1978) tarafından onaylanmış fakat ulemanın birkaç gün süren
“İslam’a aykırılık” fetvaları ile infial çıkmaması amacıyla uygulanmamıştır (Sancar, 2016:
206). Şah ve ulema arasındaki bu ayrışma, Şahbanu Farah Pehlevi’nin hatıratında da yer
bulmuş ve Şahbanu dahi Beyaz Devrim reform programıyla kadınlara seçme ve seçilme hakkı
verilmesini dönemin koşullarına göre “çok ağır bir karar” olarak tasvir etmiş, ataerkil
otoritelerin bu kanuna hazır olmadığını vurgulamıştır (Pehlevi, 2003: 127).

7 Ocak 1963 yılında, Shoraye Aliye Jamiate Zanan üyeleri, Ruz-e Azadi Zanan kutlamalarını
boykot ederek başbakanlık sarayında oturma eylemi düzenlemiştir (Paidar, 1995: 144).
Oturma eylemi kısa süre içinde büyüyerek kadınların uzun zamandır direniş gösterdiği
konuların alevlenerek kadın işçilerin de katıldığı bir greve dönüşmüştür. Bu grev, ulemanın
yahut İranlı erkeklerin küçücük bir desteği ile büyük bir Şah protestosuna dönüşme
potansiyeline sahipti. Çünkü açıklanan reform paketine hâlihazırda büyüyen tepkiler varken,
kadınların protestosunun bu kıvılcımı ateşleyici görevi görmesi sadece bir an meselesiydi. Eş
zamanlı olarak saray tarafından kadın haklarına verilen destek ile dış politikada kazanacağı
bağımsızlığın, iç politikada kendi çıkarlarına hizmet edeceğini düşünen Şah (Ashraf, 1984:
96) 35.000 köylünün katıldığı Köylüler Kongresi’nde içinde kadın haklarının da bulunduğu
programı tanıtarak referanduma gidileceğini duyurmuştur (Paidar, 1995: 145). Esasen 1962
yılında Başbakan Ali Emini (1905-1992) ve Asadollah Alam (1919-1978) tarafından
tasarlanarak ‘aşağıdan’ gelebilecek bir Kızıl Devrim’i önleme amacı güden (Abrahamian,
95

2018: 173) Enghelab-e Sefid (Beyaz Devrim), 9 Ocak 1963’te Şah tarafından ulusçu, sosyalist
ve İslamcı güçlere karşı, Kennedy yönetiminden alınan ilham ile halka açıklanmıştır
(Abrahamian, 1982: 424; Dabashi, 2008: 146; Jahanbegloo, 2013: 20). Şah Muhammed Rıza,
bu dönemde İran halkı için Beyaz Devrim’in neden gerekli olduğunu, anılarında şöyle
gerekçelendirmiştir;

“Gelişme hedeflerini gerçekleştirmek için toprak reformunun yapılması; toprak ağaları ve köylü
arasındaki feodal sistemin kaldırılması şarttı; işçiler ve işverenler arasındaki ilişkinin emeğin
sömürülmemesi için düzenlenmesi gerekliydi. Nüfusun yarısını oluşturan kadınların hukuken artık
deliler ve suçlular ile kategorize edilmeden eşit davranılması gerekliydi; cehalet belasının kaldırılması
gerekliydi; hiç kimsenin hastalıktan ölmemesi, tedavi veya bakım eksikliği ile sefalet ve perişanlık
içinde yaşamaması, köylerde geri kalmışlığın sona ermesi gerekliydi; gelişmemiş kırsal bölgelerin
ulusun geri kalanıyla bağlantılı olması ve genel olarak, bugünün medeni dünyasıyla uyum içinde olan
koşullar geçerli olmalıydı.” (Pahlavi, 1980: 102).

Ulemanın ve geleneksel otoritelerin boykot çağrısı yaptığı (Jahanbegloo, 2013: 20) reform
programı şu altı maddeden oluşmaktadır;

“-Toprak reformu, devlet fabrikalarının özelleştirilmesi, ormanların millileştirilmesi,


kadınlara ve gayrimüslimlere oy hakkı verilmesi, sanayi karlarından işçilere pay
dağıtımı, eğitim reformu” (Abrahamian, 1982; Ashraf, 1984; Sancar, 2016;
Vatandoust, 1985: 113)

“Şah’ın dışında, Beyaz Devrim’in simgesi olan üç isim daha vardı: 1961-62 yılları arasında
Başbakanlık yapan Asadollah Alam, monarşi bazlı sosyo-ekonomik devrim olarak Beyaz
Devrim’in sunucusu Ali Amini ve Amini’nin Beyaz Devrim’i sadece monarşinin sosyo
ekonomik ‘cezası’ olarak gören hırslı tarım bakanı Hasan Arsanjani.” (Ansari, 2001). Beyaz
Devrim’de, toprak reformuna ilişkin düzenlemeler, halkın büyük kısmını ilgilendiren odak
noktası olmuştur. Esasen Ali Emini’nin tasarısında tek köyü kapsayan bu reform, Şah
Muhammed Rıza tarafından İran’ın her bölgesine yayılmak istenmiştir. Yeni düzenlemeye
göre; “toprak sahiplerinin köy mülkiyetlerini yakın akrabalarına geçirmesine, kendilerine
meyve bahçesi, ormanlık arazi, fidanlık, çiftlik ve teknik tarım alanları saklamalarına ve dini
kurum/vakıfların arazilerini ellerinde tutmalarına” (Abrahamian, 2018: 175) izin verilmiştir.
Toprak reformu Sancar’a göre nüfusun %40-50’sini oluşturan yoksul köylüyü toprak sahibi
yapmaktan ziyade, kırsal kesimde kapitalist tarım işletmeleri kurmak isteyen üst sınıfın
amaçlarına hizmet etmeyi amaçlamıştır (Sancar, 2016: 74). Bu tespitin sağlaması
Bahramitash’ın çalışmasında, Beyaz Devrim’in toprak mülkiyetini yine erkekler üzerinden
belgelendirerek erkeğin evin reisi, kadının evin hanımı konumunu pekiştirdiği ve çoğu kadın
olan topraksız köylüleri gözden kaçırdığı (Bahramitash, Esfahani, 2011: 62; Paidar 1995: 164)
96

eleştirisi ile yapılabilir. Beyaz Devrim’in kadınlara oy hakkı vaadinin hâlihazırda


meşrulaştırıcı araçlardan biri olduğunu daha önce de belirtmiş olmakla birlikte, mülkiyetlerin
tekrar erkekler üzerinden sağlanması toplumsal cinsiyet rollerinin de dolaylı yollardan
pekiştirilmeye çalışıldığını görmekteyiz. Toprak reformunun halkın yaşam tarzında gözle
görülür bir iyileşme sağlamadığı düşünüldüğünde, reformun ne siyasi, ne toplumsal ne de
ekonomik olarak alt-orta sınıfa hizmet etmediği çıkarımı geçerlilik kazanmaktadır.

Ulemanın referandum boykotu devam ederken, bakan Arsancani, devrimi onaylatmanın en


kısa yolu olarak tasavvur ettiği kadınlara seçme ve seçilme hakkını gündeme getirmiştir.
Arsancani kadınları, “oyları dikkate alınmasa bile kendi hazırladıkları seçim bürolarına
giderek oy kullanmaları için teşvik etmiştir.” (Pehlevi, 2003: 127). Arsancani’nin bu beyanı,
Beyaz Devrim’in onaylanmasında kadın sorunlarının araç olarak kullanıldığının ifadesi
olmuştur. Buna rağmen yıllardır seçme ve seçilme hakkının mücadelesini veren kadınlar,
senato önünde tüm kadınların oy kullanmasını istediklerini beyan ederek bir grev düzenlemiş
ve Şah’a isteklerini kabul ettirmişlerdir (Shahidian, 2002: 43). Zira referandumun kırsal
kesimde yaşayanların yanı sıra şehirlerde yaşayan halkın gözünde meşruiyetini ve desteğini
sağlayan yönü kadınların oy hakkıyken oylarının ‘dikkate alınmayabileceği’ beyanı kadınlar
için oldukça kışkırtıcı olmuştur. Grevden iki gün sonra, 26 Ocak 1963’te, İran halkının %90’ı
Beyaz Devrim’in lehine oy kullanarak ilkeleri onaylamışlardır (Shahidian,2002: 37; Pehlevi,
2003: 127; Sancar, 2016: 207).

Beyaz Devrim, kadın konusunda iki önemli adım daha atmıştır; bu adımlardan ilki 1963
yılında seçme ve seçilme hakkı olarak referandumla birlikte gerçekleşmiş, kadınlar meslek
kollarına teşvik edilmiştir. Böylece kadınlar seçme ve seçilme hakkıyla birlikte öğretmen,
avukat ve hatta yargıçlık yapma hakkına sahip olmuşlardır (Fazaeli, 2017: 21; Abrahamian,
2018: 177). Referandumun ardından İran’da “17 Eylül 1963’te yapılan genel seçimlerde
meclise 6 kadın milletvekili seçilmiş, 60 üyeli senatonun seçimle belirlenen 30 üyesi arasında
kadınlar seçilmemekle beraber Şah tarafından atanan 30 senato üyesi arasında 2 kadın senatör
yer almıştır.” (Sancar, 2016: 208). Bu durum, daha sonra Muhammed Rıza Pehlevi için –
kadınlara çarşaf yaptırımı sürecinin sancılı günlerinden bağımsız olarak- gurur duyulacak bir
girişim olmuştur;
97

“Çarşafın kullanımı sadece Beyaz Devrim'den bu yana İranlı kadınlar arasında yaygınlaşan faaliyetleri
engelleyebilir. Kadınlarımız kamu işlerini başarıyla yönetmiştir. Kabinede kadın bakanlar ve sekreterler,
büyükelçiler, kadın hâkimler ve üniversite profesörleri vardı; kadınlar belediye meclisleri,
milletvekilleri ve senatörler başkanlığına seçildi. Ayrıca cehaletle mücadelemizde ve Sağlık Gücü'nde
hayati bir rol oynadılar.” (Pahlavi, 1980: 118).

İkinci radikal adım, 1967 yılında Aile Koruma Kanunu ile boşanma, çokeşlilik, velayet gibi
konularda yapılan düzenlemelerden oluşmuştur; buna göre kadınlar çocuklarının velayetini
alabilecek, dilediklerinde boşanabilecek ve eşlerinin ikinci bir eş alıp almamasına karar
verebilecekti (Howard, 1959: 59; Sancar, 2016: 206). Hükümet, sosyal reformlarda eğitime
dair birçok düzenleme yapmıştır. Bu düzenlemelerde eğitim kurumları üç kat artmış ve
“çocuk yuvalarına kaydolanların sayısı 13.300’den 221.900’e, ilkokula kaydolanlar
1.640.000’den 4.080.000’e, meslek okullarına kayıt yaptıranlar 14.240’tan 227.000’ye,
üniversiteye girenler 24.885’ten 145.210’a” çıkmıştır (Shahidian,2002: 38; Abrahamian,
2018: 177).

Beyaz Devrim, İran halkı ve Pehlevi Hanedanı arasında yıllardır kurulamayan köprü görevi
gören bir girişim olmuştur. Bu program sayesinde kadınlar ilk kez hükümet eliyle
desteklenmiştir. Nitekim programın halka kabul ettirilmesi kolay olmuşsa da uygulanması ve
devam ettirilmesi dönemin toplumsal şartlarında oldukça zor olmuştur. Resmî rakamlara göre,
“1963 referandumunda kadınlar -yasal olmasa da- oy kullanmışlardır. Kadınlar için ayrı oy
sandıklarının hazırlandığı referandumda yaklaşık 5 milyon seçmen durumundaki kadının
sadece 271.000’inin oy kullandığı görülmüştür.” (Sancar, 2016: 208). Bununla birlikte,
yüksek katılım oranına rağmen programın sonuçları hükümetin de halkın da beklentilerini
karşılama konusunda yetersiz kalmıştır. Abrahamian, “programın kırsal kesimlere etki
etmediği, aksine durmadan genişleyen gecekondu bölgeleri yarattığı, birçok köylünün çok az
toprak alabildiği ya da hiç alamadığı; köylerin hala elektrik, su, yol gibi temel hizmetlerden
yoksunken tarım ürünlerinin fiyatlarında yaşanan artışın köy halkının aleyhine işlerken
şehirdeki sektörün giderek zenginleştiği” eleştirisini yapmıştır (Abrahamian, 2018: 186).
Bunun yanı sıra kırsal kesimlerde yaşayan halkın yaşam koşulları öylesine kötüleşmişti ki,
sağlık kuruluşları, kırsal kesimlerde yaşayan kadınların yaşam koşullarının iyileştirilmesi için
çalışmalara başlamıştır; çalışmalarda yer alan İranlı kadınların çoğu “devrimin yüzü”
olduğundan çarşafsız olarak görev yapmış ve birçoğu yerel halk tarafından bu sebeple şiddete
maruz kalmıştır (Bahramitash, Esfahani, 2011: 63). Bu da devrimin üst sınıf İranlılara hizmet
98

ettiği tezini desteklemektedir. Abrahamian, Beyaz Devrim’in ışıltısının kısa sürede


geçtiğinden bahsederken, tezini resmî rakamlarla savunmuştur;

“1970 yılına gelindiğinde “yetişkinlerin %68i hala okuma yazma bilmiyor, çocukların
%60ı ilkokulu bitirmiyor, ülke genelinde üniversiteye başvuranlardan ancak %30u
kendine bir yer bulabiliyordu” (Abrahamian, 2018: 186).
Beyaz Devrim’de halk, önceki dönemlerin aksine toplumsal koşulların iyileştirilmesi için
ulemanın muhafazakâr otoritesini değil, Şah’ın vaatlerini desteklemiştir. Devrim programının
çıkış noktasında öne sürdüğü iddialarını gerçekleştirememesi ve halkın beklentilerini
karşılayamaması, Pehlevi Hanedanı’nın halkın onayını kazanmaya dair tüm dayanaklarını ve
kozlarını ortadan kaldırırken, 1979 İslam Devrimi’ne giden büyük bir ideolojik istikrarsızlığa
yol açmıştır. Şah Muhammed Rıza 1980 hatıratında İran toplumunda yapmaya çalıştığı
değişimler ve üzerine Beyaz Devrim için şunları söylemiştir;

“Milletimiz, dünyanın dinamik, ilerici ve özgür ulusları döngüsünde kalmak istiyorsa,


toplumun arkaik düzenini tamamen değiştirmek ve geleceğini vizyonu ve ihtiyaçlarına uygun
yeni bir düzen üzerine yapılandırmaktan başka bir alternatifi yoktu. Bu, haksızlığa, zulme,
sömürüye ve ilerlemeyi engelleyen gerici güçlere son verecek derin ve köklü bir devrim
gerektiriyordu. Bu devrim, manevi ilkelere ve dinî inançlara ve bireysel ve sosyal
özgürlüklerin korunmasına dayanmak zorundaydı.” (Pahlavi, 1980: 101).
99

3.2: Şah Muhammed Rıza Pehlevi Döneminde İran’da Kadın Hareketleri


Şah Muhammed Rıza döneminde kadın örgütlenmeleri, Rıza Pehlevi dönemi kadın
hareketlerinden birçok noktada ayrılmaktadır. İlk olarak, Muhammed Rıza döneminde
kadınların toplumdaki görünürlüğü büyük oranda artmıştır. Önceki dönemin aksine
Muhammed Rıza’nın çarşaf yasağını kaldırmasıyla, muhafazakâr kadınlar da toplumda
şiddete maruz kalmadan yer edinebilmiştir. İkinci olarak, Rıza Pehlevi döneminde hâlihazırda
kadın muhalefeti ve örgütlenmesinin temelleri atılmış ve bilinci oluşturulmuştur. Bu birikimle
birlikte, Rıza Pehlevi tarafından sansürlenen/kapatılan örgütler, dernekler ve basın yayın
organları, Muhammed Rıza iktidarının ilk 10 yılında eskisinden çok daha işlevsel ve güçlü
halde etkinlik göstermişlerdir. Son olarak, Muhammed Rıza iktidarının 1953 yılından sonra
kadın hareketlerine ve örgütlenmesine uyguladığı sıkı kontrol ve sansür; İranlı kadınların
siyasi ve toplumsal taleplerini ortaya koyma şekillerini üçe ayırmıştır. Buna göre kadınlar
genel hatlarıyla; - taleplerinin ortak olmasına rağmen- hanedana yakın örgütler, yeraltı
örgütleri ve hiçbir siyasi görüş belirtmeden sadece toplumsal kadınlık algısı oluşturmaya
çalışan gruplara ayrılmışlardır. Bu süreçte üç grubun da ortak paydası, hanedanın sansür ve
baskısı altına girmiş olmalarıdır. Muhammed Rıza Pehlevi dönemi kadın örgütlenmesi, tıpkı
siyasette olduğu gibi 1953 öncesi ve sonrası olarak iki ayrı dönemde incelenebilir. Bu ayrımın
yapılmasının sebebi, 1953 yılına kadar Muhammed Rıza’nın sağladığı ifade serbestiyetinin,
daha sonra kadın muhalefetinin ve örgütlenmesinin, sıkıyönetim altında sansür ve kontrollü
örgütlenme olarak devam ettirilebilmiş olmasıdır.

Muhammed Rıza Pehlevi dönemi kadın örgütlenmesinde; örgütlenmenin yapısında, muhalefet


geliştirilen fikirlerde ve tüm bu unsurların beslenme kaynaklarında önemli değişiklikler
meydana gelmiştir. Bu dönemde kadın örgütlenmeleri, daha göz önünde gerçekleştirilmiş ve
sadece saraya yakın elit kadınların hanedan propagandasından çıkarak farklı bir kimliğe
bürünmüştür. Örgütlenme ve muhalefet bilincinin saraya yakın ve saray destekçisi kadınların
tekelinden çıkması, çarşaf konusunun kadının özgür iradesine bırakılmış olması, fikirlerde
özgün çeşitliliğin artmasına yardımcı olmuştur. Böylece kadınlar, toplumda nasıl görünmeleri
gerektiği sorunundan ziyade eğitim imkânlarının artırılması, çok eşliliğin kaldırılması,
boşanma ve velayet hakkı, seçme ve seçilme hakkı gibi temelleri Meşrutiyet Devrimi’nde öne
sürülen taleplerini tekrar gündeme taşımışlardır. Taleplerini beyan ederken kadınlar; 2700
gazete (Shahidi, 2002: 75), 70’in üstünde topluluk ve kadın derneğinin kurulmasını (Afary,
2009; Amin, 2008) sağlamıştır. Siyasi ve ekonomik taleplerinin karşılanmasının yanı sıra
100

medeni kanuna dair talepleri ile aile hayatını da demokratikleştirmeyi hedeflemişlerdir


(Erden, 2017: 169). Ashraf Muhammed Rıza döneminde muhalif kadın örgütlenmesinin,
Şah’ın özgürlük ve demokrasi söylemlerine rağmen sadece kendi imkânlarıyla
ilerleyebilmesinden dolayı bu dönemi “otomatik bir süreçten ziyade çatışma ve mücadeleler”
olarak tanımlamış ve hanedan-kadın çatışmasına dikkat çekmiştir (Ashraf, 1984: 9).

Çalışmanın önceki bölümlerinde de belirtildiği üzere, kadınların taleplerinin eğitim, seçme ve


seçilme hakkı gibi siyasi hak ve özgürlükler üzerine şekillendirilmesi, 1953 yılına kadar
TUDEH ve Milli Cephe gibi siyasi partiler ile birlik olmalarını sağlamıştır. 1953 yılına kadar
kadın örgütlenmeleri TUDEH ve Milli Cephe gibi solcu siyasi partilerin desteğini almış ve bu
taleplerini üst mercilere taşımak için, partilerin meclisteki ifade hakkından yararlanmışlardır.
Bu destek ile kadınlar zaman içinde partilerin kadın programlarının meclis dışındaki fiili
yardımcılarına dönüşmüşlerdir (Najmabadi, 1991: 58). Nitekim kadınların sadece
dernek/örgüt sıfatlarıyla mecliste seslerini duyurabilmeleri, dönemin ataerkil kurumsallaşması
sebebiyle oldukça zordur. Bu sebepledir ki İranlı kadınlar, mecliste seslerini duyurabilecek ve
haklarının koruyuculuğunu üstlenecek bir temsilci talebinde ısrar etmişlerdir.

Bünyesinde Yurtsever Kadınlar Derneği’nin Taj Eskandari, Maryam Firouz ve Aktar


Kambaksh gibi İranlı seçkin ailelerin üyelerini bulunduran (Tulunay, 2006: 47) Tashkilat-e
Zanan-e Iran; Bidar-e Ma gazetesinde kadınların birçok sorununa değinmiştir. Gazete;
cinsiyet ayrımcılığını kınadığı, “bu mecliste bizim de haklarımız var” sloganıyla (Elaheh,
2014: 84; Fazaeli, 2017: 37) kadınların siyasi örgütlenmeler için teşvik edilmesini
vurguladığı, seks işçiliği, fabrikalarda kadınlığın sömürüsünden bahsetmiş ve diğer kadın
dergileri hakkında temel bilgileri kadınlara ulaştırmayı hedeflemiştir (Elaheh, 2014: 39;
Keddie, 2007: 108; Sedghi, 2012; Sancar, 2016: 202). Bunun yanı sıra 1946 yılında Homayun
Eskandari tarafından yayınlanan “Kadınların İran Medeni Kanunundaki Yeri” başlıklı yazıda,
Eskandari, Şah Rıza Pehlevi’nin 1936 yılında yürürlüğe koyduğu çarşaf yasağını ve çok
eşlilik yasasının devamını eleştirmiş, kadınlara özgürlüklerini kullanmaları konusunda çağrıda
bulunulmuştur (Elaheh, 2014: 85-86). Amin tarafından “İran’da feminizmin canlanmasında
örgütlenmekten fazlasını yapan, İranlı erkekleri kadın haklarını tanımaya zorlayabilecek güce
sahip olan ve nihayet yeniden dirilen devlet feminizmi” olarak tanımlanan Tashkilat-e Zanan-
e Iran, 1947 yılında eşit haklar platformunun ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Tashkilat-e
Zanan-e Iran, kurulduğu günden kapatıldığı güne dek “İslami geleneklere karşı çıktıkları ve
101

evlerine/çocuklarına bağlı olma görevini yok saydıkları” gerekçesiyle ulemanın yoğun


muhalefetiyle karşı karşıya kalmıştır. Bu yoğun muhalefette Şah Muhammed Rıza’nın
ulemaya herhangi bir yaptırımı olmadığından, kurumun çalışmaları dolaylı yoldan
engellenmeye çalışılmıştır. Tashkilat-e Zanan-e Iran, 1949 yılından sonra adını değiştirerek
Jamey-e Democrat Zanan adıyla faaliyetlerini sürdürmüştür (Fazaeli, 2017: 20; Abrahamian,
1982: 335; Shahidian, 1994: 224). İranlı kadınların davalarını savunabilmeleri için erkek
egemen siyasette yine erkek egemen siyasi partilerin bünyesinde faaliyet göstermek zorunda
kalması ne kadar taleplerin temasına tezat oluştursa da partilerin kapatılması, kadın
hareketinin siyasi partilerin tekellerinden çıkarak kendi özgün propagandasını yapması için
bir fırsat olmuştur. Çünkü bu hususta herhangi bir siyasi partinin Şah ve rekabet söylemini
geri planda tutarak kadın sorununu, yüz yılı aşkın süredir mücadelelerini sürdüren kadınlar
kadar ele alması zayıf bir ihtimaldir.

Herhangi bir siyasi partiye bağlı olmayan fakat sol gruplara desteği bilinen Hezb-e Zanan-e
Iran’ın kurucuları Saffiyah (Namazi) Firuz ve İran’ın ilk kadın doktoru, Birleşmiş Milletler
İran delegesi Fatemeh Sayyah (Amin, 2002: 146; Sancar, 2016: 202), kadınların eğitim,
seçme ve seçilme hakkı gibi temel taleplerinin meclise taşınmasında önemli adımlar
atmışlardır. Şah’a ve meclise doğrudan oy hakkı talebinde bulunan Hezb-e Zanan-e Iran, bu
amaçla birçok protesto mitingi, dilekçe ve imza kampanyaları düzenlemiştir (Sancar,
2016:202; Tulunay, 2006: 47). 1944 yılında meclise sunulacak teklif için örgüt bünyesinde
lobi faaliyetleri göstermiştir (Paidar, 1995: 127). Bu dönemde Nayereh Saidi tarafından
kurulan Banu ve Zanan-e Iran gazetesinde Fatemeh Sayyah gelecekte İranlı kadınların
meclise girmesi, evlilik ve boşanma hakları, oy kullanma hakkı gibi konular üzerine kadınlara
tavsiyeler vermiştir. Sayyah’a göre;

“ İlk seçimde kadınlar azınlık olabilir, başka ülkelerde bu hakları çoktan elde etmiş
kadınlar için dikkate değer olmayabilir. Kadınlar meclise girmek istediğinde seçmenler
kadın adayların ahlakı, bilgileri ve uzmanlıkları üzerinde endişe edebilir ve esas bu
sebeple kadınlar tam ve bütün bir iradeyle birleşmelidir. Farklı partilerde olsalar dahi
erkeklere kıyasla daha düşük olan sayılarını telafi etmek için daha fazla dayanışma
gösterilmelidir.” (Fazaeli, 2017: 36; Shahidi, 2002: 75).
102

Sayyah’ın dayanışma mesajlarının ardından Hezb-e Zanan-e Iran, siyasi görüşleri fark
etmeksizin her görüşten kadını topluluğa dâhil etmek amacıyla 1946 yılında topluluğun adını
Showra-ye Zanan-e Iran (İranlı Kadınlar Şurası) olarak değiştirmişlerdir (Afary, 2009: 177;
Paidar, 1995: 127; Povey, Rostami, 2012: 94; Keddie, 2007: 109). Bu tarihten itibaren
1950lerin sonuna kadar kadınların dayanışma çağrıları ön planda tutulmuştur. Bu dayanışma
çağrısı ile Anjoman-e Moavamat-e Zanan-e Shahr ( Tahran Kadınların Refahı Topluluğu),
Anjoman-e Banovan-e Farhang (Kadın Öğretmenler Topluluğu), Kanon-e Banovan-e Pezesk
(Kadın Tıp Doktorları Merkezi) gibi birçok kuruluş bir araya gelerek;

“Bugünün eğitimli ve ilerici İranlı kadınları kendilerini toplumun geri kalanından soyutlamayı
düşünemezler. Kadınlar ilerlemeli ve kendi hakları için mücadele etmelilerdir”

açıklamasıyla davalarında kararlı olduklarını belirtmişlerdir (Sedghi, 2012). Hanedanın


politikalarıyla kimi zaman kıyafetleriyle kimi zaman ailelerinde ne kadar “kadın”
olabildikleriyle sürekli ayrıştırılmak suretiyle devlet politikalarının aracı haline getirilen
kadınlar, iradelerini ortaya koyabildiklerinde sadece dayanışma ve birlik olma mesajı
vermişlerdir. Üstelik bu süre içinde, saraya bağlı kadın grupları ve sınıflar, devam eden bir
üstünlük söylemi ile çarşafın statüleştirilmesine aracı olmuşlardır. Kadınların 20 yıl öncesine
kadar geleneksel ve toplumsal bağlılıklarıyla giydiği çarşaf, artık gerçek anlamıyla Hanedan
siyasetinin bir parçası haline gelmiştir. Öyleyse sadece birkaç yıl sonra İslam Devrimi’nin
aynı çarşafı kullanarak siyasi tahakküm iddia etmesi ne kadar olağandışı sayılabilir? 1943
yılında Tahran’da radikal İslamcı bir grubun, başı açık bir kadına saldırmasıyla çıkan
olayların ardından kadınlar, aralarında Ettelaat, Eqdam, Mardan-e Kar, Nehzat-e Melli gibi
popüler gazetelerin de olduğu 10 yerli gazeteye protesto yazısı ve Ahmed Qavam
hükümetinin olay hakkında açıklamasını isteyen bir metin göndermiştir (Amin, 2001: 352);

“Ah Şah [Muhammed Rıza]! Kral Kiros’un ve Hüsrev’in varisi! Başbakan [Ahmad Qavam],
Bozorgmehr’in varisi! Devletin bekçileri! Ulusun liderleri! Ah, ülkenin özgürlük-severleri! Halkın
ortalık karıştırıcı, oyun oynayıcı ve hilekârlarının bu ülkede politik sloganları bitti, şimdi kadim
ulusumuzun ve sizin onurunuzla ve namusunuzla oynamak istiyorlar! Namusumuzu “çarşaf”
oyununda bir koz olarak kullanmak istiyorlar. Onurumuzu kırmak istiyorlar. Siz, erkeklerimiz,
sessizce oturacak mısınız? Onurumuzu korumak için İran erkeklerine özgü cesaret ve gayreti
göstermeyecek misiniz?” (Amin, 2001: 352)
103

Kadınların çarşaflı ya da çarşafsız olmaksızın toplumda baskıya maruz kalmaları, devlet-


ulema ve kendi hayatları arasında sıkışmış bir İranlı kadın profili yaratmıştır. Bu profil, 20.
yüzyıl İranlı kadınını oluşturan unsurlardan belki de en önemlisidir. Açıklama talebinin
yayınlanmasından sonra, kadınların gazeteler aracılığıyla devlet adamlarına ulaşması daha da
kolaylaşmış, hatta İran’da bulunan büyükelçilikler dahi kadınların günlük hayatlarında
karşılaştıkları sorunlara ve baskılara değinen yayınlar hazırlamıştır. İngiltere Büyükelçiliği
tarafından yayınlanan, yurt içi ve yurt dışında kadınlara dair gelişmeleri anlatan Âlem-e
Zanan (Kadınlar Evreni) aylık dergisi, bu hızlanmaya örnek teşkil etmektedir; dergide, İranlı
Kadınlar Partisi açıkça desteklenmiş ve İran’da kadınlar için örtünme sorunundan ziyade
eğitimin tartışılması gerektiği sıkça vurgulanmıştır (Fazaeli, 2017: 36). 1952 yılında, Jamiyat-
e Zanan-e Iran, toplumda alenen gerçekleştirilen ilk eylemine imza atmıştır.

Anayasanın 45. yıldönümünde, Başbakan Musaddık’ın desteği ile kadınlara oy hakkı


verilmesi için 1 milyon imza toplamayı hedefleyen kadınlar, sadece 100.000 imza
toplayabilmiş ve tasarı meclise sunulduğu halde ulemanın baskısı nedeniyle kampanya ve
dilekçelerle birlikte askıya alınmıştır (Fazaeli, 2017: 20; Sancar, 2016: 202 ; Tulunay, 2006:
49). Başbakan Musaddık, anayasanın doğası gereği herkesi eşit gördüğünü söyleyerek
kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesini önerdiğinde, teoloji öğrencileri ve loncaların
desteğini alan ulema, Kashani önderliğinde; “dinî yasaların seçme hakkını erkekle
sınırladığını, hükümetin kadınların gerçek işlevi olan evde kalarak çocuk bakmayı devam
ettirip toplumda dinî yozlaşma ve anarşinin engellenmesi için oy kullanmalarına izin
verilmemesi gerektiğini” vurgulamıştır (Abrahamian, 1982: 276). Ulemanın baskısı ve
tasarının meclisten geri çekilmesi, kadınları yıllardır savundukları hakları için savaşmaktan
vazgeçirememiş ve örgütlenmeye tüm hızıyla devam etmiştir. Sokak protestoları, gazeteler,
dernekler ve öncü kadınların yoğun çalışmalarıyla seslerini duyurmaya çalışmışlardır. 1953
yılına kadar İran’da bu amaçla kurulan birçok dergi vardır;

“Sedigeh Ganjeh tarafından kurulan, kadın hakları ve adalet üzerine haftalık yayınlanan
Zanan-e Pishrow (İlerici Kadınlar 1949), Soghta Aliabadi tarafından kurulan, kadınlara
uygulanan toplumsal baskı üzerine yayınlanan Ghiyam-e Zanan (Kadınların İsyanı 1949),
Ebehaf Mostahaq tarafından kurulan Hoghugh-e Zanan (Kadın Hakları 1951), Tahran’da
bulunan İngiliz Büyükelçiliği tarafından hazırlanan ve Zafardohkt Ardalan tarafından basılan
104

Alam-e Zanan (Kadınların Evreni)”. (Paidar, 1995: 142, Sancar, 2016: 202, Shahidi, 2002: 75,
Tulunay, 2006: 47, Fazaeli, 2017: 36)

1953 darbesiyle birlikte sadece hükümet içindeki siyasi bir çatışma değil, bu siyasi çatışma ile
bağı bulunan diğer muhalif yapılanmaların faaliyetleri de durdurulmuştur. Sol gruplara
doğrudan/dolaylı yakınlığı bilinen Tashkilat-e Zanan-e Iran, Hezb-e Zenan, Zanan-e
Pishrow ve Showra-ye Zanan başta olmak üzere birçok kadın derneği kapatılırken; yeni
hükümet tarafından kadınları ev ve çocuk bakımı gibi geleneksel meşguliyetlerine
döndürmeyi hedefleyen Süreyya Yardım Derneği, Kadınlar ve Çocuklar için Refah Konseyi
gibi saray destekli kurumlar kurulmuştur (Keddie, 2007: 110; Sancar, 2016: 204). Darbeden
sonra hanedanın denetiminde Kanun-e Banovan ve Zaban-e Zanan, Sazeman Zaman Taraftar
Elamieh-e Hukuk Bashar (İnsan Hakları Beyannamesini Destekleyen Kadınlar Derneği) gibi
hanedanı destekleyen kurumlar (Sancar, 2016: 202- 204) ve bu kurumların yayınları öne
çıkartılmıştır. Bu dönemde çıkan kadın yayınları iki tema üzerinde yoğunlaşmıştır. Örneğin
Banu ve Zan-e Emruz gibi muhalif dergiler Şah rejimine siyasi taleplerini iletmeye devam
ederken; Rıza Pehlevi döneminden süregelen Zaban-e Zanan ve 1960’ların başında
yayınlanan Zan-e Ruz gibi Pehlevi ailesine görünmez bağlılıklarını ilan eden dergiler –
azınlıkta olmakla birlikte- apolitik formatları sürdürmüşlerdir. Bu yayınlarda; güzellik, moda,
dikiş, çocuk bakımı, Batılı yaşam tarzının ışıltısı ve kadınların ev hayatına yönelik tavsiyeler
ele alınmıştır (Fazaeli, 2017: 37). Üstelik kadınların –kendinden önceki toplulukların aksine-
hükümetin, kadınların ilerleme mücadelesinde attıkları her adımı desteklediği algısı
oluşturulmak istenmiştir. Sancar’ın tanımıyla kısa bir süre sonra bu örgütlenme,
“Majestelerinin Kadın Örgütü” haline gelerek otoriteye boyun eğmiş bir kadın grubu
yaratırken (Sancar, 2016), Najmabadi’nin tanımıyla bu örgüt kısa süre sonra Şah Muhammed
Rıza’nın “kadınları apolitikleştirme aracı” olmuştur (Najmabadi, 1991: 62). Şah Rıza Pehlevi
döneminden itibaren daimi olarak ‘medenileştirilmeye’ ve ‘modernleştirilmeye’ çalışılan
İranlı kadınlar, hükümetin kendileri için öngördüğü erkek egemen projenin özneleri olmak
yerine kendi yaşamları hakkında söz sahibi olmak için çabalamışlardır. Buna rağmen,
hükümetin herhangi bir çıkarına hizmet etmediği sürece kadınların, devletin herhangi bir
projesinin erkek egemenliğinden bağımsız özneleri olmalarına izin verilmemiştir. Bu yorumu
doğrulayan –hanedanın kadın politikalarının temsilcisi- Eşref Pehlevi, “itiraf ediyorum...”
diye başlayan anısında, hanedanın kadın politikalarının arka planını, hanedan mensubu
105

kimliğinden ziyade bir kadın olarak ailesi ve çevresi tarafından gördüğü baskıyı şöyle
anlatmıştır;

“İtiraf ediyorum ki çocukluğumdan beri eğitimimde ve özgürlüğümde kadın olmanın bedelini


ödedim…Hayatımı nasıl görüyorsam ona uyum sağladım, yenilgileri geldikleri gibi kabul edip
yoluma devam ettim. ” (Pahlavi, 1980: 153)

Bu dönemde Mehrangiz Dolatshahi (1917-2008) tarafından kurulan Jam'iyyat-i Rah-e Nou


(1956-Yeni Yol Derneği), Sazeman Zaman Taraftar Elamieh-e Hukuk Bashar ve Kadın
Avukatlar Birliği birleşerek 1958 yılında, Eşref Pehlevi’nin onursal başkanlığında, Showray-e
Aly-e Jam’iyat-e Zanan-e Iran’ı (İran Kadın Örgütleri Federasyonu) kurarak taleplerini Şah
hükümeti ile uzlaşarak almayı hedeflemişlerdir (Keddie, 2007: 109-110; Kia, 2005: 233;
Shahidian, 2002: 45; Sancar, 2016: 204; Najmabadi,1991: 61). Eşref Pehlevi, partinin kuruluş
amacı ve ideolojisinin yanı sıra, kadınların çalışma alanlarını çoğaltmak adına oluşturulan
parti kurallarına erkek otoritelerden tepki çekmemek için “… Kadınların ancak erkeklerin
onurunu zedelemeyecek bir işte çalışmalarının uygun olduğuna” dair bir fıkra eklendiğini
açıklamıştır. (Pahlavi, 1980: 156). Topluluk kurallarında en başından erkek egemen otoritelere
boyun eğen bir topluluğun, kadınların toplumsal statüsünü değiştirmek konusundaki
kararlılığı ve iyi niyeti topluluk otoritelerinin kadın hareketlerine manipülasyonunun olup
olmadığı şüphesi doğurmaktadır. Topluluğun açık olarak beyan edilen önceliği, kadınlar
üzerinde baskı kuran her mecranın bertaraf edilmesi, kadınların mevcut potansiyellerini
toplumda ve siyasi mecralarda özgürce kullanma imkânlarının verilmesi için uzlaşma
çalışmaları yapmak ise de Eşref Pehlevi, bu uzlaşma çalışmalarındaki ironik ilerlemesini
şöyle anlatmıştır;

“ Özgürlük hareketinin erkek egemen bir toplumda yer edinebilmesinin en önemli adımı meclisteki
mollalardan destek almaktı. Bu desteği sağlamak için toplu konuşmalarda Kadınların önceliklerinin her
zaman kocaları ve çocukları olduğunun farkındayız ve bunu tasvip ediyoruz ama… diye başlamak ve
mollaları yatıştırmak gerekiyordu.” (Pahlavi, 1980: 156)

Baskı ve sansürün geri gelmesine rağmen kadın örgütlerinin geçirdiği 12 yıllık örgütlenme
bilinci, kadınların muhalif örgütlenmesinin Rıza Pehlevi döneminde olduğu gibi tamamen
durmasına imkân vermemiştir. Nitekim hanedanın destek vermediği muhalif dernek ve yayın
organları büyüme imkânı bulamazken; eğitimli ve üst sınıf bazı kadınların kurduğu dernekler
meclisten bağımsız çalışmalar yürütmek zorunda kalmışlardır. Bu durum, kadın hakları
106

savunusunda süreci kadınlar aleyhine uzatmıştır. Buna rağmen aksi örneği teşkil eden
Showray-e Aly-e Jam’iyat-e Zanan-e Iran, İran kadın hareketleri tarihinde hükümet tarafından
en çok desteklenen en büyük dernek olma özelliğini korumaktadır, 1977 yılına gelindiğinde
Showray-e Aly-e Jam’iyat-e Zanan-e Iran, ülke genelinde 400 şube ve 70.000 üyeye
ulaşmıştır (Sancar, 2016: 205). Kuruluşun hükümet ile fazlaca bütünleştiği algısı, daha sonra
toplumsal ve siyasi hak talep eden kadınlar tarafından; erkek üstünlüğünü kabul ettikleri,
kendilerine yüklenen cinsiyet rollerini üstlendikleri gerekçesiyle tepki çekmiştir (Tulunay,
2006: 48). Showray-e Aly-e Jam’iyat-e Zanan-e Iran’ın hükümet desteği, 1959 yılında
onaylanan İş Kanunu’nda; kadınlara eşit ücret verilmesi, kadınlara ve çocuklara daha iyi
çalışma koşulları yaratılması, çocuk işçiliği gibi konularda başarı elde etmiştir (Ashraf, 1984:
81; Shahidian, 2002: 39). Najmabadi, örgütün hükümeti desteğine ve kontrolüne rağmen
“kadınların kendi inisiyatifleriyle yaptıklarını düşünecekleri tek bir yenilik yapılmasına dahi
izin verilmediğini” vurgulamıştır (Najmabadi, 1991: 62). 1959 yılında Pehlevi Hanedanı,
kadınların meclis içinde –uzlaşmacı- faaliyetlerine izin vermişse de muhafazakârların
çoğunlukta olması sebebiyle 1962 yılına dek herhangi bir gelişme kaydedilememiştir
(Shahidian, 2002: 39).

1962 yılında İsfahan Kent Konseyi seçimlerinde yer almak isteyen bir kadın,
muhafazakârların “bir kadının kent konseyini yönetecek yeterlilikte olmadığını” savunması
üzerine diskalifiye edilmiştir (Shahidian, 2002: 39). Eş zamanlı olarak Ayetullah Humeyni,
kadınların oy kullanmasının ya da meclise girmesinin “fahişelik” ile eşdeğer olduğunu
savunan bir fetva yayınlamış ve akabinde önce Irak’a ardından Türkiye’ye sürgün edilmiştir.
Kent meclisi seçimlerinden diskalifiye edilen seçmen kadının durumunda, kadınlara seçme ve
seçilme hakkının verildiği 1963 Beyaz Devrim’inden sadece bir yıl önce dahi mecliste
kadınların dikkate alınmadığını görmek mümkündür.

Şah Muhammed Rıza, 1963 yılında kadınlara verdiği anayasada kadınlara seçme ve seçilme
hakkı verirken, esasen 1905 Meşrutiyet Anayasası’ndan ciddi oranda ayrılan bir hamleye imza
atmamıştır (Ashraf, 1984: 97). 1963’te İranlı kadınlar meclise girdikten sonra, Mehrangiz
Doulatshahi, Farrokhrou Parsa ve Nayyareh Ebtehaj, Sami’i Hajar Tarbiyat, Shawkat Malik
Jahanbani ve Nizhat Nafisi olmak üzere altı kadın, İran meclisinde görev almak üzere
yetkilendirilmiştir, bu isimler günümüzde İran kadın hareketinde öncü olarak anılmaktadır.
1963 kanununun düzenlemeleriyle birlikte Şah Muhammed Rıza döneminde kadın
107

aktivizmine dair en önemli detaylardan biri, Keddie’nin de vurguladığı üzere, kadınların kendi
yaşam standartları üzerinde yapmak istedikleri değişimleri yine erkek egemen otorite
kanallarıyla, milliyetçilik/solculuk gibi kalıplara dâhil olmak şartıyla otoriteye iletebiliyor
oluşudur (Keddie, 2007: 102). 1967 yılında ilan edilen Aile Koruma Yasası ile çok eşlilik
yasaklanmış, boşanma ve velayet gibi yaptırımlarıyla kadınları doğrudan zarara uğratan
kanunlarda düzenleme yapılmıştır. Yeni düzenlemeyle kadınlar, boşanma, çok eşlilik
gerekçesiyle boşanma ve velayet hakkı kazanmıştır. Pehlevi Hanedanı’nın 1930’lu yıllardan
itibaren oluşturmaya çalıştığı modern kadın imajı bu kanunlarla, kadınları sadece görsel
olarak değil hukuki ve siyasi olarak da modernleştirmiştir. 30 yıllık modernleşmeci devlet
geleneğinde, kadının toplumsal statüsü ve imkânlarının iyileştirilmesi adına atılan en önemli
adım olup, kadınların sadece devlet politikalarını ya da ulemanın toplumdaki iradesini
meşrulaştırıcı görsel öznelerden ibaret olmadığı anlaşılmıştır. Yaşanan tüm bu sürecin
ardından, Pehlevi Hanedanı’nın son döneminde kadının siyasi ve toplumsal statüsünün ne
derece değiştiği sorusu, İranlı sosyolog Nazanin Shahrokni ile cevap bulmaktadır;

“Pehlevi Hanedanı’nın son yıllarında, kadınların sadece %35’i okur-yazardı; okullardaki öğrencilerin
çoğu erkekti ve iş hayatında da kadın ve erkeğin konumu net olarak ayrılmıştı. Devlet politikalarının
kadınları "teşvik ettiği işler, geleneksel olarak kadınların hâkim olduğu öğretmenlik ve hemşirelik gibi
feminen olarak etiketlenen pembe yakalı işlerdi. Kadınların iş hayatlarında liderlik pozisyonlarına
yükselmesi zordu .. Genel anlamıyla, İran toplumu tüm ‘gelişmişliğine’ rağmen oldukça muhafazakâr
ve ataerkil kaldı.” (Shahrokni, 2020: 9).

Pehlevi İran’ında yöneticiler tarafından hedeflenen modern ve gelişmiş toplum düşüncesi,


karşıt fikirlerin ve akabinde farklı bir erkek egemenliğinin güç çatışmasına dönüşmüştür.
Erkek egemenliğinin kendini en özgür ortaya çıkarttığı nokta kadınların yaşam alanı
olduğundan, İranlı kadınların yaşam alanlarında ikiliklerin ve sıkışmışlıkların yaşanması
kaçınılmazdır. Modernleşme adımlarından eğitime, medeni kanuna ve Beyaz Devrim’e
rağmen, kadınların konumlarında ve taleplerinde somut ilerlemeler gerçekleştirilememiştir.
Bu sebeple kadınların özgürlük mücadelesi, devletin ataerkil otoritesinin gölgesinde
bırakılmıştır.
108

SONUÇ

Pehlevi İran’ında Kadın başlıklı bu çalışmada, şu sorulara cevap aranmıştır; İran’da kadınların
toplumsal ve siyasi statüsünün tarihsel arka planını şekillendiren unsurlar nelerdir? Kaçar
Hanedanı ve Pehlevi Hanedanı’nın siyasi ve toplumsal modernleşme projeleri, İranlı
kadınların taleplerini karşılamak konusunda ne kadar yeterli olmuştur? İran’da kadın
örgütlenmesini ve taleplerin dönemlere göre farklılık göstermesinde unsurlar/olaylar/kişilerin
etkisi nedir? Kadınların toplumsal statüsünde ulema, devlet ve modernleşme kavramlarının
belirleyiciliği nedir? İranlı kadınların hanedana muhalif örgütlenme kanalları nedir ve bu
kanalların kadınların anayasal haklarını kazanmasındaki sürece etkisi nedir?

Çalışmada, 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyılın altmış beş senelik kesitinde İranlı kadınların içinde
yaşadıkları toplumda var olabilmek adına verdiği hukuki, siyasi ve kültürel mücadele sürecini
anlatmayı amaçlamıştır. Bu tarihlerde İran, geçirmekte olduğu idari ve siyasi değişimi
topluma modernleşme pratiği olarak yansıtmıştır. Esasen, yöneticilerin devlet kurumlarında
yaptığı reformların topluma sirayet etmemesi mümkün değildir. Fakat bu modernleşme
projesinin İran’da saraylı ve sıradan kadınların hayatlarına nasıl tesir ettiği, asıl problemi
teşkil etmektedir. Devlet içinde toplum hizmetine yönelik yapılan okullar, hastaneler ve yollar
genel olarak İranlılara, özel olarak kadınlara talep ettikleri özgürlükleri getirmemiştir.
Kadınların demokratik talepleri, ataerkil yönetimin keyfi idaresiyle göz ardı edilmiştir. Bu
minvalde, 20. yüzyıl İran kadınının durumu, “gelenek ve modern arasına sıkışmış” olarak
tanımlanabilir. Modernleşme projesine kadar geleneksel Şiilik ve ulemanın düzenlediği
toplumsal kurallar, modernliğin yeni kültür ve Batılı yaşam biçiminin yöneticiler eliyle
topluma uygulanmasıyla çatışmaya başlamıştır. Her iki oluşum da öncelik olarak, kadının dış
görünüşünün nasıl olması gerektiği sorununu merkeze almıştır. Modern ve geleneksel
çatışmasının yarattığı gerilim, İranlı kadınların, haklarını doğrudan veya aracılar yoluyla talep
etmesine engel olamamıştır.

İranlı kadınlar, tarih boyunca kendilerini yöneten hanedanların ve içinde yaşadıkları ataerkil
toplumun baskı ve yönetme politikasına karşı toplumda iradeleriyle var olabilmek için birçok
mücadele vermişlerdir. Bu mücadelelerin sonunda kadınlar kendilerini ayrıştırmaya çalışan
tüm politikalara rağmen birlik olmayı ve örgütlenmeyi öğrenmişlerdir. 19. yüzyılda toplumsal
ve siyasi hak taleplerini gerçekleştirmek için mücadele eden kadınlar, 20. yüzyılda
109

modernleşmeye çalışan Pehlevi İran’ında kendilerine yer bulmaya çalışmışlardır. Pehlevi


Hanedanı’nın şiddetli modernleşme projelerine, devlet tarafından hukuki, siyasi ve toplumsal
olarak “yok sayılmaya” muhalefet eden İranlı kadınların talepleri dönemin koşullarına göre
farklılık göstermiştir. Taleplerinde meydana gelen bu farklılıklar, kadınların aktif ve cesur
mücadelesini etkilememiştir. Bu mücadele geleneği, günümüzde İslam Cumhuriyeti’nin
kadını ötekileştiren muhafazakâr politikalarına direnen genç İranlı kadınlarda da kendini
göstermektedir.

İranlı kadınların mücadeleleri bu çalışmada Kaçar ve Pehlevi Hanedanlarının tarihsel


temelleri üzerinden aktarılmış ve 1941-1965 yılları arasına odaklanılmıştır. Çalışmada
kadınların ilk birlik olma bilinci ve erkek egemenliğine karşı kitlesel mücadelesi olarak
anlatılan Meşrutiyet Devrimi, İran halkının bağımsızlığı ve kadınların toplumda erkeklerle
eşit haklara sahip olmak için seferber olan İranlı kadının portresini çizmiştir. Devrim başarıya
ulaşana kadar zaman zaman silahlanarak erkeklere destek olan kadınlar, devrim başarılı
olduğunda yönetici erkler tarafından tekrar geleneksel ev ve aile yaşantısına hapsedilmiştir.
Üstelik 19. yüzyıldan itibaren eğitim, seçme ve seçilme hakkı, çok eşliliğin yasaklanması gibi
mücadelelerinin temelini oluşturan taleplerini yine de elde edememişlerdir.

Kadınların sürece sağladıkları katkı, geleneksel ataerkil toplumun erkek üstünlüğü söylemleri
ve ulemanın İslami referanslarla kadının konumunu belirlediği düzende göz ardı edilmiştir.
Meşrutiyet Devrimi süresince Kurretü’l-Ayn’ın çarşafını çıkartması, Zainab Pasha’nın
silahlanması ve Dr. Kahhal’ın kadın haklarını savunduğu yayınları, kadınların içinde
yaşadıkları toplumda erkek egemenliğine karşı iradelerini ortaya koyma çabalarının ilk
sembolleri olarak kalmışlardır. 1905 Devriminden sonra kadınların toplumda tekrar ikinci
plana itilmesi, kadın modernleşmesi konusunu tekrar başladığı geleneksellik noktasına
döndürmüştür. Pehlevi İran’ında kadınların bütünüyle geri plana itildiği veya
modernleştirildiği düşüncesi mutlak doğru olmamakla birlikte, İranlı kadınlar Kurretü’l-Ayn
Tahiri ile başlayan özgürlük hareketlerinde ivme kazanmışlardır. Buna rağmen, Pehlevi
yöneticilerinin kadının konumunu anne-eş ve kız evlat döngüsünden ibaret görmeleri, iş
hayatında daha ebelik, hemşirelik, öğretmenlik gibi “kadınsal” mesleklere yönlendirmeleri,
kadın mücadelesini çok daha uzun bir süreye yayarak zorlaştırmıştır. 1960’tan itibaren
kadınlara tanınan haklar, bir devletin vatandaşlarına çok önceden sağlaması gereken temel
haklardan ziyade mükâfat gibi verilmiştir. Beyaz Devrim örneğinde görüldüğü üzere,
kadınlara tanınan seçme ve seçilme hakkı, artık dış dünyaya giderek açılan İran için bir
110

zorunluluk olmuş, fakat sonrasında tekrar ataerkil otoritenin denetim mekanizmasında


sürüncemede bırakılmıştır.

Pehlevi Hanedanı’nın ilk yarısına dair en önemli husus, çalışmada da belirtildiği üzere İran’ın
modernleşme süreçlerinin ve modern İranlı kadın imajının ve sağlanan imkânların birçok kez
1979 İslam Devrimi ile kıyaslanarak değerlendirildiği ve bu durumun süreçleri, tarafları ve
argümanlarıyla bütüncül ve objektif bir yaklaşımı zorlaştırdığı olmuştur. Bilhassa Pehlevi
Hanedanı’nda Rıza Pehlevi tarafından modernleşme politikası, kadınlar üzerinden
oluşturduğu “Batılı ve ideal” algısı, İslam Devrimi’nin de yine kadınlar üstünden
gerçekleştirdiği koyu muhafazakâr düzenlemelerin keskin sınırları karşısında daha da
yüceleştirilmektedir. Oysa çalışmada da açıklandığı üzere, İranlı kadınlar Batılılaştırılma ve
ardından muhafazakârlaştırılma süreçlerinde, çoğu zaman sadece politikaların devamlılığı ve
işlerliğinin bir kanıtı olarak kanun yapıcılar tarafından edilmişlerdir. Şah Rıza Pehlevi kendi
benimsediği Batılı değerler için İranlı kadınların çarşaflarını çıkartırken; Ruhullah Humeyni
de kendi inandığı muhafazakâr gerekçelerle kadınları tekrar çarşafa sokmuştur. Her iki
durumda da iki devlet adamı halkın bir kesimi tarafından coşkuyla desteklenirken, diğer bir
kesim tarafından şiddetle eleştirilmiş ve protesto edilmiştir. Yani her iki yönetimin de
egemenlik kurduğu nesneler kadınlar olurken, politikalar sadece erkekler tarafından
belirlenmiştir. Pehlevi ailesinin yönetici erkleri ve İslam Cumhuriyeti’nin yönetici erkleri
arasında ideolojik farklılık dışında bir fark yoktur. İranlı kadınlar, her iki uç arasında “nesne”
olmaktan “özne” olmaya terfi edememişlerdir.

Modernlik olgusunun zamana, koşullara ve mekâna bağlı olarak algıda farklılık gösterebildiği
de bu çalışmanın bulgularından biridir. Nitekim 1925-1941 yılları arasında Rıza Pehlevi
tarafından uygulanan modernleşme politikasının kadınlara eğitim ve sosyal hayatta birçok
imkân sağladığı inkâr edilemez bir gerçek olmakla birlikte, politikaların ağırlıklı olarak saraya
yakın ve hâlihazırda Batı kültürünü tanıyan insanların koşullarına göre düzenlendiğini bilmek
önemlidir. Kadınlar arasında modernlik algısından doğan görsel ve fikrî ayrışmanın hızla
yayılması bir yana, politikalara uyum sağlamayan muhafazakâr/geleneksel İranlıların, devlet
tarafından fiziksel ve psikolojik şiddet uygulanarak bertaraf edilmeye çalışıldığı açıkça
görülmektedir. Şiddetten korunmak isteyen, ailevi gelenekleri/şahsi inançları ve alışkanlıkları
sebebiyle modernleşme adımlarına uymayan birçok kadın kendini eve kapatmak zorunda
kalmış ve günlük ihtiyaçlarını karşılayamaz hale gelmiştir. Böylece hanedanın politikalarına
uyum sağlayamayan İranlıların toplumdan giderek soyutlanması kaçınılmaz olurken,
modernleşme adı altında mevcut özgürlükleri de ellerinden alınmıştır. Bunun yanı sıra,
111

hanedanın modernleşme politikalarını benimseyen İranlı kadınların 1962 yılından itibaren


Gharbzadegi, yani batılılaşma mağduru/hasta olan, olarak tanımlanması esasen modernleşme
fikrini gerçekten imkânlarıyla benimseyen ve bu imkânlardan yararlanmak isteyen İranlı
kadınların da muhafazakârlar kadar toplumdan dışlandığının göstergesidir.

Rıza Pehlevi döneminde İranlı kadınlar, içinde bulundukları durumu ve saray politikalarına
muhalefetlerini örgütler ve basın-yayın organları aracılığıyla aktarmaya çalışmışlardır. Bu
yayınlarda ve beyanlarda görülen, Rıza Pehlevi döneminde sıradan kadınların talepleri
çarşaflarından kurtulmak değil, öncelikli olarak eğitim ve seçme seçilme hakkı üzerinden
şekillenmiştir. Yani kadınlar, yaşadıkları toplumda ve temel vatandaşlık haklarında söz sahibi
olma idealini devam ettirmişlerdir. 1935 Goharshad Camii İsyanı ile saray tarafından tüm
muhalifler bertaraf edilirken bu dönemde kadınların taleplerini dile getirdikleri platformların
yine devlet tarafından kapatılması ve birçok kadının hapsedilmesi, hanedanın politikalarına
kadın muhalefetini güçlendirmiştir. Kadınlar, yaşam standartlarında yapılacak olan görsel
modernleştirmelerin, öncelikli olarak yurttaşlık hakları üzerine yapılmasını talep etmişlerdir.
Bu sebeple, Pehlevi Hanedanı’ndan sonra geleneksel örtünmeye dönen İranlı kadınların İslam
Devrimi ile büyük bir zulme uğradığı algısı bütüncül bir yaklaşımda, gerçeği
yansıtmamaktadır. Bilakis, özellikle muhafazakâr/geleneksel İranlıların Rıza Pehlevi
politikalarına karşı –her ne kadar manipülatif ve faydacı yaklaşmış da olsa- ulemanın İslami
referansları ve otoritesi etrafında toplanmaya başlaması, 1979 İslam Devrimi’ne giden
süreçteki dinî tetikleyicilerin ilkini oluşturmaktadır. Rıza Pehlevi’nin modernleşme
projesindeki otoriter tutumu, halkta modernleşme kavramıyla eşdeğer görülmüş ve ulemanın
bu durumu kendi otoritesini güçlendirmek için kullanmasına sebep olmuştur. 1925-1941
yılları arasında kadınların maruz kaldıkları baskı ve şiddet, İran’da kadın hareketleri ve
muhalif örgütlenmelerde önemli bir örgütlenme bilinci yaratmıştır. Rıza Pehlevi döneminin
kadınları ailelerinde geleneksel muhafazakâr hayatlarını sürdürmek zorundayken, sokakta
hanedanın modern ve dışa dönük olmak zorundaydı. Bu durum, daha sonra geleneksellik ve
modernlik kavramlarının bağlamlarından sapmasına akabinde Shayegan’ın “yamalanma ve
kültürel şizofreni” adını verdiği üçüncü bir tarzın ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Üçüncü
tarz, orta yoldan ziyade bir toplumun kültürel travmalarının toplamı niteliği taşımıştır. Rıza
Pehlevi yönetimi, uygulamaların bu dönemde başlaması sebebiyle, İranlı kadınların yaşadığı
toplumsal ikilikleri ve toplumsal travmaları anlamak için başlangıç noktası niteliğindedir.

1941 yılında başlayan Muhammed Rıza Pehlevi iktidarı, İran’ın siyasi, ekonomik ve sosyal
dönüşümünün açık şekilde yaşandığı bir dönemdir. Bu dönemde İran halkı -hâlihazırda Rıza
112

Pehlevi’nin sıkıyönetiminin izlerini taşıdığından- 1953 yılına kadar toplumsal ve siyasi


serbestiyet, deneyimlemişlerdir. Şah Muhammed Rıza tarafından çarşaf yasağının
kaldırılmasıyla birçok İranlı kadın çarşaf giymeye geri dönmüş ve Meşrutiyet Devrimi’nden
beri mücadele ettikleri temel haklarını elde etmeye yönelik örgütlenmeye başlamışlardır.
Kadınların taleplerinin dönemin koşullarına bağlı olarak değişiklik gösterdiği savı, bu adımla
doğrulanmaktadır. 1953 yılına kadar İranlı kadınlar; seçme ve seçilme hakkı, eğitim hakkı,
toplumda ve siyasette cinsiyet eşitliği, kadının toplumda daha görünür olması talepleri üzerine
yoğunlaşmışlardır.

Örgütlenmelerinin en yoğun gerçekleştirilebildiği 1941-1953 yılları arasında kurulan


dernek/örgüt ve basın-yayın organları, mecliste başta TUDEH ve Muhammed Musaddık
olmak üzere mecliste bulduğu destek, 1953 sıkıyönetimi sırasında dahi kadınların
muhalefetlerine devam edebilmesine imkân sağlamıştır. Nitekim nasıl ki TUDEH kadınların
seslerini duyurmak için nasıl bir kanal işlevi gördüyse; TUDEH için de hanedan politikalarına
karşı güçlü bir muhalefet oluşturmanın en önemli adımı, kadınları yanlarında tutmaktı.
TUDEH’in kadın hakları savunucusu imajının altında esasen hanedan ile girilen güç savaşını
kazanma hırsı vardır. Bu durumun kanıtı, özellikle Azerbaycan’ın özerklik hareketleriyle daha
da belirginleşen, kadın hakları savunusunda partinin pasif kalmış olmasıdır. Hatta kadınlar,
dönem itibariyle kendilerini destekleyen tek meşru merciyi “kadın hakları savunusunda
başarısız” addetmiştir. Kadın muhalefeti, Pehlevi Hanedanı’nın baskı ve sansür politikalarına
rağmen engelleyemediği tek konu olmuştur. Muhalefetin hükümet tarafından denetlenemediği
noktalarda sansür ve kapatılmanın yanı sıra, kadın örgütlerini saray bünyesinde birleştirerek
denetim sağlanmıştır. Bu örgütler kısa süre içinde kadın örgütlenmesini saray politikalarının
meşrulaştırıcı propaganda kanallarına dönüştürmüştür. Muhammed Rıza Pehlevi döneminde
kadınların üzerinde durduğu tüm talepleri, başarılı bir örgütlenme sürecine rağmen yalnızca
1963 Beyaz Devrim projesi ile gündeme getirilmiştir.

Hanedanın Beyaz Devrim projesiyle ulemanın ve büyük toprak sahiplerinin tepkisini çekerek
meclisin büyük onay mekanizmalarını kaybettiğinden, kadınların seçme ve seçilme hakları
gündeme getirilerek siyasi destek açığı tamamlanmıştır. Bu tarihten itibaren kadınlar oy
kullanabilmiş, milletvekili olabilmiş ve 1967 Aile Koruma Yasası ile evliliklerinde adil
koşullar elde etmişlerdir. Başta 1967 Aile Koruma Yasası olmak üzere, Pehlevi Hanedanı
tarafından kadınlara sağlanan imkânlar, İslam Devrimi ile kaldırılmış ve 1979 sonrasında çok
daha adaletsiz düzenlemelerle yer değiştirmiştir. Pehlevi Hanedanı’nın 40 yıllık iktidarında
kadın haklarını gündemine almamış olması, buna dair taleplerin ve muhalefetin engellenmesi
113

bir yana, devletin çıkarlarını meşrulaştırmak ve yöneticilerin konumunu korumak için kadın
haklarını araç olarak kullandığı inkâr edilemez.

İran’da tarih boyunca kadınların toplumda var olma mücadelesinin erkek egemen kanun
yapıcılar ve sıkıyönetim otoritesi altında gerçekleştirilmeye çalıştığı, bu süre içinde kadınların
ciddi bir örgütlenme geleneği edindikleri aşikârdır. Pehlevi Hanedanının kadın politikasında
İranlı kadınlar için ideal olanın, yine erkekler tarafından karar verilmesi üzerinden
şekillendiği, buna rağmen kadınların toplumsal olarak kendilerine çizilen sınırlar içinde özgür
olabildiği, akabinde maruz kaldıkları siyasi toplumsal baskının da etkisiyle kitleler halinde
adalet ve demokrasi vaatleriyle güçlenen alternatiflere yönelmesine sebep olduğu bulgularına
ulaşılmıştır. 19. ve 20. yüzyılda İranlı kadınların kendi kaderlerini çizme yolunda attıkları
özgürlükçü adımlar, günümüzde İran’ın hala gündeminde olan kadının toplumsal statüsü
konusunda genç İranlı kadınlara mirastır. İranlı kadınlar için modernleşme tarihi, bir direniş
tarihidir. 1979 yılında Pehlevi Hanedanı yıkıldığında, hanedanın bu süreçte ayrıştırdığı ve
statü farklılıklarını sık sık devletin imkânlarına ulaşma kriteri olarak kullandığı kadınların
ortak oldukları bir nokta vardı. Artık İranlı kadınların neyi ya da kimi desteklediklerinin, türlü
mücadelelerle elde ettikleri hakların ve sınıf ayrımlarının önemi kalmamıştı, hepsi İran İslam
Cumhuriyeti’nin geri planında ve “sıfır noktası”ndaki kadınlardı. Eril modernleşme üzerinden
tartıştığımız bu süreç, kadının özgürlük mücadelesine odaklanmıştır. Bu mücadelenin
neticesinde kadınlar, siyasi ve toplumsal var oluş mücadelelerinde sınırlarını zorladıkları,
ancak aşamadıkları eril tahakkümün “nesneleri” olmaktan sadece “özne” olmaya terfi
edememiştir.
114

KAYNAKÇA

Arşiv Kaynakları
1. İran İslam Cumhuriyeti İslam Parlamentosu Araştırma Merkezi, İran Uyruklu Kişilerin
Kıyafetlerini Ülke İçinde Tek Biçimleme Yasası, Onaylanma Tarihi: 06/10/1307 (26
Ocak 1929) https://rc.majlis.ir/fa/law/print_version/91874 (Erişim Tarihi: 16.10.2019)

2. Katar Dijital Arşivi, Coll 28/9 ‘Persia; Internal affairs; Shah’s tours in Persia: General
Situation Reports’, (286/103838), British Library: India Office Records and Private
Papers, , IOR/L/PS/12/3404 https://www.qdl.qa
____ Coll 28/9 ‘Internal Affairs; Shah’s Tours in Persia: General Situation Reports’
[160r] (330/1038), British Library: India Office Records and Private
Papers, IOR/L/PS/12/3404

Çevrimiçi (Farsça) Arşiv Kaynakları

1. .‫( حجسساب کشسسف قسسانون نیمتخلسسف یردسسستگی دربسساره سسسندی‬Çarşaf yasağına uymayan kadınları
tutuklama emri), İçişleri Bakanlığı, Belge No: 1786, http://www.cafetarikh.com/News-
35715/‫حجاب‬-‫کشف‬-‫قانون‬-‫متخلفین‬-‫دستگیری‬-‫درباره‬-‫( سندی‬Erişim Tarihi: 10.10.2019)
2. .‫( حجاب کشف قانون یاجرا در نیمامور زور اعمال از جلوگیری یتقاضا‬Kolluk kuvvetleri tarafından
güç kullanımını durdurma talebi), http://www.cafetarikh.com/News-31390/-‫تقاضسسای‬
‫حجاب‬-‫کشف‬-‫قانون‬-‫اجرای‬-‫در‬-‫مامورین‬-‫زور‬-‫اعمال‬-‫از‬-‫جلوگیری‬, (Erişim Tarihi: 9.10.2019)
3. ‫( کسسسسسرد؟ چسسسسسه یچسسسسسادر زنسسسسسان بسسسسسا خسسسسسان رضسسسسسا‬Rıza Han çarşaflı kadınlara ne
yaptı?)http://www.shafaf.ir/fa/news/130150/‫سسسند‬-‫میکسسرد‬-‫چسسه‬-‫چسسادری‬-‫زنسسان‬-‫بسسا‬-‫خسسان‬-‫رضسسا‬,
(Erişim Tarihi: 9.10.2019)
4. ‫( تسسسسسسسسسساریخچه شسسسسسسسسسسورای شسسسسسسسسسسهر در ایسسسسسسسسسران‬İran şehir meclisi tarihçesi),
http://pahlaviha.pchi.ir/show.php?page=contents&id=18026 (Erişim Tarihi:
09.05.2020)

Telif Eserler
115

1. Abrahamian Ervand (1982). Iran Between Two Revolutions. Princeton University


Press.
____ (2009). Modern İran Tarihi (Çev. Dilek Şendil) İstanbul: İş Bankası Kültür
Yayınları.
2. Afary, Janet(2009). Sexual Politics in Modern Iran. Cambridge University Press.
3. Akhavi, Shahrough (1980). Religion and Politics in Contemporary Iran: Clergy-state
Relations in the Pahlavi Period. State University of New York Press.
4. Amin, Camron Michael (2002). The Making of the Modern Iranian Woman:
Gender,State Policy and Popular Culture. University Press of Florida.
5. Atabaki, Touraj (Ed.) (2010) Devlet ve Maduniyet: Türkiye ve İran’da Modernleşme,
Toplum ve Devlet (Çev. Serhan Afacan). İstanbul Üniversitesi Bilgi Yayınları.
6. Bahramitash, Roksana, Esfahani, Hadi (2011). Veiled Employment, Syracuse
University Press
7. Beck,L. Nashat, G. (Ed) (2004). Women in Iran from 1800 to the Islamic Republic.
University of Illinois Press.
8. Berktay, Fatmagül (2012). Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın, İstanbul: Metis
Yayınları.
9. Beşiriye, Hüseyin (2009). İran’da Devlet, Toplum ve Siyaset (Devrim Sonrası) (Çev.
Mehmet Koç). İstanbul: Ağaç Kitabevi Yayınları.
10. Binder, Leonard (1962). Iran: Political Development in a Changing Society.
University of California Press.
11. Cezani, Bijan(2014).İran Meşrutiyet Devrimi: Güçler ve Amaçlar (1906-1911) (Çev.
Ramin Cabbarlı-Türkan Urmulu). İstanbul:Kaynak Yayınları.
12. Cleveland, William L.(2015). Modern Ortadoğu Tarihi, İstanbul: Agora Kitaplığı.
13. Cockcroft, James D.(1988). Mohammed Reza Pahlavi, New York: Chelsea House
Publishers.
14. Connel, R.W. (1987). Gender&Power: Society, the Person and Sexual Politics. Polity
Press.
15. Cronin, Stephanie (2014). Anti-Veiling Campaigns in the Muslim Word Gender,
Modernism and Politics of Dress. Routledge.
16. Dabashi Hamid(2008). İran: Ketlenmiş Halk (Çev. Emine Ayhan). İstanbul: Metis
Yayınları.
17. Erden, Mustafa Suphi (2017). Türkiye ve İran’da Vatandaşlık ve Etnisite. İstanbul
Bilgi Üniversitesi Yayınları.
18. Esfandiary-Reza, Soraya (1964). Women in Place: The Politics of Gender Segregation
in Iran. University of California Press.
19. Esfandiari, Haleh(2009). My Prison, My Home “One Woman’s Story of Captivity in
Iran”. Harper Collins e-book.
20. Farman-Farmaian, Sattareh (1993). Daughter of Persia: A Women’s Journey from Her
Father’s Harem Through the Islamic Revolution. USA: Anchor Books.
116

21. Fazaeli, Roja (2017). Islamic Feminisms: Rights and Interpretations Across
Generations in Iran. New York: Routledge.
22. Giddens, Anthony (1996). The Consequences of Modernity, Cambridge: Polity Press.
23. Haeri, Shahla (1989). Law of Desire “Temporary Marriage in Shi’i Iran”. New York:
Syracuse University Press.
24. Howard, Jane (1959). Inside Iran: Women’s Lives. Mage Publishers.
25. Jahanbegloo, Ramin (2013). Democracy in Iran. Palgrave Macmillan.
26. Keddie, Nikki R. (2007). Women in the Middle East: Past and Present. Princeton
University Press.
27. Metin, Celal (2011). Emperyalist Çağda Modernleşme: Türk Modernleşmesi ve İran
(1800-1941), İstanbul: Phoenix Yayınları.
28. Milani, Farzaneh (2011). Words Not Swords: Iranian Women Writers and the Freedom
Movement. Syracuse University Press.
29. Moazami, Behrooz(2018). İran’da Devlet, Din ve Devrim: 1796’dan Bugüne (Çev.
Bahar Bilgen). İstanbul: İletişim Yayınları.
30. Moghissi, Haideh(1996). Populism and Feminism in Iran: Women’s Struggle in a
Male-Defined Revolutionary Movement. New York: St. Martin’s Press.
31. Pahlavi, Ashraf (1980). Faces in a Mirror: Memoirs from Exile. Prentice Hall.
32. Pahlavi, Mohammad Reza (1980). Answer to History. Stein and Day Publishers.
33. Paidar, Parvin (1995). Women and the Political Process in Twentieth-Century Iran.
Cambridge University Press.
34. Pehlevi, Farah (2003). Anılar (çev. Rukiye Öke). Dünya Kitapları.
35. Povey,T., Rostami-Povey, E. (Ed.) (2016). Women, Power and Politics in 21st Century
Iran, Routledge.
36. Sancar, Serpil (Ed.) (2011). Birkaç Arpa Boyu: 21.Yüzyıla Girerken Türkiye’de
Feminist Çalışmalar. Koç Üniversitesi Yayınları.
____ (2016). Din, Siyaset ve Kadın: İran Devrimi, Ankara: Nika Yayınevi.
37. Shahidian, Hammed (2002). Women in Iran: Gender Politics in the Islamic Republic.
London: Greenwood Press.
38. Shahrokni, Nazanin (2020). Women in Place: The Politics of Gender Segregation in
Iran. University of California Press.
39. Shayegan, Daryush (2010). Yaralı Bilinç “Geleneksel Toplumlarda Kültürel
Şizofreni”. Metis Yayınları.
40. Shaw, S., Shaw E. (2010). Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye. E Yayınları.
41. Scheiwiller Gem, Staci (Ed.) (2013). Performing The Iranian State: Visual Culture and
Represantations of Iranian Identity. Anthem Press.
____(2017). Liminalities of Gender and Sexuality in Nineteenth-Century Iranian
Photography “Desirous Bodies”. Routledge Press.
42. Zanjani, Sohila (2016). Scattered Pearls. Simon & Schuster Press
43. Zoghi, Somaye (2019). ‫( آزادی زنان‬Azad-i Zanan). İran: Rah-e Yar.
44. Zürcher, Erik Jan (2014). Modernleşen Türkiye’nin Tarihi. İletişim Yayınları.
117

45. Weber Max (2002). Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu (Çev. Zeynep Gürata).
Ankara: Ayraç Yayınları.

Tezler

1. Ashraf, Simin (1984). Economic Change, Educational Structure and the Social Role of
Ianian Women: A Historical Perspective. (Doktora Tezi)
2. Çevik, Elif (2015). Pehlevi Dönemi Kadın Modernleşmesi (1921-199). (Yüksek
Lisans Tezi) YÖKTEZ
3. de la Camara, Andrea(2012). Women’s Rights in Iran: During The Years of The Shah,
Ayatollah Khomeini and Khamanei. (Yüksek Lisans Tezi) YÖKTEZ
4. Ghanbarlou, Raheb Mohammadi (2018). İran’da Kaçar Devleti Dönemi
Modernleşmesi (1794-1925). (Doktora Tezi) YÖKTEZ
5. Karacan, Osman (2013). 1906 İran Meşrutiyeti. (Yüksek Lisans Tezi).YÖKTEZ
6. Özdikmenli, İlkim (2006). Jürgen Habermas’ın Modernite Savunusu Üzerine Bir
Değerlendirme. (Yüksek Lisans Tezi) YÖKTEZ
7. Tulunay, Zeynep Meral (2006). İran ve Mısır’da Kadın Hareketleri. (Yüksek Lisans
Tezi) YÖKTEZ
118

Makaleler

1. Afkhami, Mahnaz (2004). The Women’s Organization of Iran: Evolutionary Politics


and Revolutionary Change. s. 107-117. Beck,L. Nashat, G. (Ed) (2004). Women in
Iran from 1800 to the Islamic Republic. University of Illinois Press.
2. Amin, Camron Michael (2001). Selling and Saving “Mother Iran”: Gender and the
Iranian Press in the 1940’s. International Journal of Middle East Studies. Cilt: 3, Sayı:
33 s.335-361
____ (2007). Propaganda and Remembrance: Gender, Education and “the women’s
awakening” of 1936. Iranian Studies. Cilt: 3 Sayı:32, s.351-386
____(2008). Globalizing Iranian Feminism, 1910-1950. Journal of Middle East
Women’s Studies. Cilt: 1, Sayı: 4 (Special Issue: Early Twentieth Century Middle
Eastern Feminisms, Nationalisms and Transnationalisms) Duke University Press. P.6-
30
3. Ansari, Ali M. (2001). The Myth of the White Revolution: Mohammad Reza Shah,
‘Modernization’ and the Consolidation of Power. Middle Eastern Studies. Cilt: 37,
Sayı: 3 s.1-24
4. Arıkan Sinkaya, Pınar (2010). İran İslam Cumhuriyeti’nde Kadın Meselesi ve İslami
Feminist Hareket. Akademik Ortadoğu. Cilt: 5, Sayı:1, s. 43-65.
5. Asgar, A., Gohrab, S. (2015) The Political and Social Background of the Literature of
The Period (1900-1940). s.1-28. Yarshater, Ehsan (Ed.) (2015). A History of Persian
Literature XI: Literature of the Early Twentieth Century: From Constitutional Period
to Reza Shah. New York: I.B. Tauris.
6. Axworthy, Michael (2016). Pehleviler ve 1979 Devrimi, İran “Aklın İmparatorluğu,
Zerdüşt’ten Günümüze İran Tarihi’’ (Çev: Özlem Gitmez). s.275-321. İstanbul: Say
Yayınları.
7. Bora, Aksu (2010). Hatırlananlar ve Unutulanlar: İslam Coğrafyasında Modernleşme
ve Kadın Hareketleri. Bilig Dergisi. Sayı: 53, s.56-61.
8. Chehabi, Houchang E. (1993). Staging the Emperor’s New Clothes: Dress Codes and
Nation-Building Under Reza Shah. Iranian Studies. Cilt: 3/4, Sayı: 26, s.209-229
____(2019). The Rise of the Middle Class in Iran before the Second World War.
Motadel, Christof, Osterhammel, Jürgen (Ed.) (2019). The Global Bourgeoisie: the
Rise of the Middle Classes in the Age of Empire. Princeton University Press.
9. Cronin, Stephanie (2010). Yukarıdan Reform, Aşağıdan Direniş: İran’da Yeni Düzen
ve Muhalifleri (1927-1929). (2010) Devlet ve Maduniyet: Türkiye ve İran’da
Modernleşme, Toplum ve Devlet (Çev. Serhan Afacan). İstanbul Üniversitesi Bilgi
Yayınları. s.93-118
119

10. Hoodfar, Homa (1999). The Women’s Movement in Iran: Women at the Crossroads of
Secularization and Islamization. The Women’s Movement Series: Women Living
Under Muslim Laws nternational Solidarity Network.
11. Karadeniz, Yılmaz (2011). İran Batılılaşma Hareketinde Mirza Malkum Han’ın Rolü
(1833-1908). SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi. Sayı: 33, s.103-
111
12. Katozian, Homa (2004). State and Society Under Reza Shah. Atabaki T., Zürcher E.
(Ed.), I.B. Tauris & Co. s.13-43
13. Keddie, Nikki R. (1971). The Iranian Power Structure and Social Change 1800-1969:
An Overwiev. International Journal of Middle East Studies. Cilt:1, Sayı: 2 s. 3-20
14. Kılıç, Selda(2002). İran’da İlk Anayasal Hareket(1906 Meşrutiyeti). Ankara
Üniversitesi Tarih Araştırmaları Dergisi, Cilt:20, Sayı: 32, s.143-161
15. Kia, Mana (2005). Negotiating Women’s Rights: Activism, Class and Modernization
in Pahlavi Iran. Comparative Studies of South Asia, Africa and the Middle East. Duke
University Press. Cilt: 25, Sayı:1, s.221-244
16. Mir-Hosseini, Ziba (2014). Gerçekleştirilememiş Bir Proje: İran’daki Müslüman
Kadınların Eşitlik Arayışı. s.101-126. Ali, Zahra (Ed.) İslami Feminizmler İstanbul:
İletişim Yayınları.
17. Moghadam, Fatemeh Etemad (2011). Women and Social Protest in the Islamic
Repubic of Iran. Bahramitash, Roksana, Esfahani, Hadi (2011). Veiled Employment,
Syracuse University Press
18. Najmabadi, Afsaneh (1991). Hazards of Modernity and Morality: Women, State and
Ideology in Contemporary Iran. Kandiyoti, Deniz (Ed.) (1991). Women, Islam and the
State. London: Macmillan Publishers.
____(2010) Güç ve Fail: Rıza Şah Dönemi Kadın Aktivizmini Yeniden Ele Almak.
(2010) Devlet ve Maduniyet: Türkiye ve İran’da Modernleşme, Toplum ve Devlet
(Çev. Serhan Afacan). İstanbul Üniversitesi Bilgi Yayınları. S. 205-232
19. Sedghi, Hamideh (1996). Apprising Secular and Religious Gender Politics in Iran. The
Gendered New World Order, Militarism, Development and the Environment. Ed.
Jennifer Turpin and Louis Ann Lorentzen. S.113-125
20. Shahidian, Hammed(1994). The Iranian Left and the “Women Question” in the
Revolution of 1978-79. International Journal of Middle East Studies. Sayı:26, S. 223-
247
21. Shahidi, Hussain (2002). “Women and Journalism” Women, Religion and Culture in
Iran. Ansari Sarah, Martin, Vanessa (Ed.) (2002). Routledge.
22. Shojaei, Sayedeh Nosrat(2010). Women in Politics: A Case Study of Iran. Journal of
Poiltics and Law. Cilt: 3, Sayı: 2, s.257-268
120

23. Vanzan, Anna (2002). From the Royal Harem to a Post-modern Islamic Society: Some
Considerations on Women Prose Writers in Iran from Qajar Times to the 1990’s.
Women, Religion and Culture in Iran. Ansari Sarah, Martin, Vanessa (Ed.) (2002).
Routledge.
24. Vatandoust, Gholam Reza (1985). The Status of Women During the Pahlavi Regime.
Woman and the Family in Iran. Fathi, Asghar (Ed.). E.J. Brill

Ansiklopedi Makaleleri
1. Algar, Hamid (1989). Ahundzade, Mirza Feth Ali. Cilt: 2, s.186-190

____(2005) Mirza Melkum Han. TDV İslam Ansiklopedisi. Cilt: 30, s.164-166

2. Fığlalı ,Ethem Ruhi(1991). Bahailik. TDV İslam Ansiklopedisi. Cilt:4, s.464-468


3. Jestice, Phyllis G. (2004) Gender and Holy People. Holy People of the World; A
Cross-Cultural Encyclopedia. Cilt: 1, s. 297-300
4. Kurtuluş, Rıza (2005). Muhammed Rıza Şah Pehlevi. İslam Ansiklopedisi TDV. Cilt:
30, s.565-566
____(2008). Rıza Şah Pehlevi. İslam Ansiklopedisi TDV. Cilt: 35, s.67
____(2012) Tütün. TDV İslam Ansiklopedisi. Cilt:42, s.4-5
5. Naskali, Esko (2000). İran. TDV İslam Ansiklopedisi. Cilt: 22, s.394
6. Pira, Suad, Özgüdenli, Osman Gazi (2006). Nasırüddin Şah. TDV İslam
Ansiklopedisi. Cilt:3, s.405-406
____ (2006). Muhammed Musaddık. TDV İslam Ansiklopedisi. Cilt: 31, s.228-229
7. Sirjani, Ali-Akbar Saidi (1992). Clothing in the Pahlavi and post-Pahlavi Periods.
Encyclopedia Iranica. Cilt:8, s.808-11
8. Sümer,Faruk(2016). Kaçarlar. TDV İslam Ansiklopedisi. Cilt: Ek-1, s.700-701
9. Üstün, İsmail Safa(2000). İran: Safeviler’den Günümüze Kadar. TDV İslam
Ansiklopedisi. Cilt: 22, s.400-404.

Çevrimiçi Kaynaklar

1. Fallaci, Oriana (1973). The Shah of Iran: An Interview with Mohammad Reza Pahlevi.
New Republic. https://newrepublic.com/article/92745/shah-iran-mohammad-reza-
pahlevi-oriana-fallaci
2. Mamouri, Ali (2015). Contemporary Islamic Views Support Reform in Favor of
Women. Al Monitor Iraq Pulse. https://www.al-
monitor.com/pulse/originals/2015/02/muslim-arab-world-female-religious-
movement.html (Erişim Tarihi: 10.12.2019)
121

3. McEniry, Will (2018). Iran’s Hijab Protests. Australian Institute of International


Affairs. http://www.internationalaffairs.org.au/australianoutlook/protests-against-
hijab-in-iran/ (Erişim Tarihi: 4.12.2019)
4. (1995). Women, Islam and Equality. France: Foreign Affairs Committee of the
National Council of Resistance of Iran. http://www.iran-e-
azad.org/english/book_on_women/wi&e.pdf (Erişim Tarihi: 4.12.2019)
5. Sedghi, Hamideh (2012). Feminist Movements in the Pahlavi Period. Encyclopedia
Iranica. Cilt:9 s. 492-498. http://www.iranicaonline.org/articles/feminist-movements-
iii (Erişim Tarihi: 7.12.2019)
122

EKLER

Ek 1: Muhammed Rıza Pehlevi’nin 3 Ekim 1940’ta (11.07.1319) İran İçişleri


Bakanlığı aracılığıyla örtünme zorunluluğunun olmadığına dair yayınladığı
belge.
‫‪123‬‬

‫رضا‪-‬خان‪-‬با‪-‬زنان‪-‬چادری‪-‬چه‪-‬میکرد‪-‬سند‪http://www.shafaf.ir/fa/news/130150/‬‬
124

Ek 2: “İran Vatandaşlarının Kıyafetlerini Ülke İçinde Düzenleme Yasası (‫قانون متحدالشکل نمودن‬
‫)البسه اتباع ایران در داخل مملکت‬, Birleşme Kanunu” 26 Ocak 1929 (6 Bahman 1307)

https://rc.majlis.ir/fa/law/print_version/91874#
125

Ek 2.1: “İran Vatandaşlarının Kıyafetlerini Ülke İçinde Düzenleme Yasası (‫قانون متحدالش کل‬
‫)نمودن البسه اتباع ایسسران در داخسسل مملکسست‬, Birleşme Kanunu” 26 Ocak 1929 tarihli kanun belgesi
(Türkçe)
Kanun metninin tam çevirisi;

26 Ocak 1929 (6 Bahman 1307) tarihli belge.


İran Vatandaşlarının Kıyafetlerini Ülke İçinde Düzenleme Yasası
Birleşme Kanunu
İran vatandaşlarının ülke içinde giyimi
26 Ocak 1929
İlk Madde
Devlet içinde özel kıyafetle çalışmasını gerektirmeyen bir durumda olan tüm İranlı
erkekler ve tüm devlet çalışanlarının, adli veya idari olsun, devletin işinde iken özel veya adli
giysiler giymeleri gerekmektedir.
İkinci Madde
Aşağıda belirtilen sekiz sınıf, bu kanun hükmünden muaf tutulur:
1- Taklid mercii ile manevi işlerde bulunmaya yetkili Mücahitler.
2- Şeriat ve Kur'an-ı Şeriat otoriteleri sınavını geçen din adamları
3- Sünni Müftüler ve iki Sünni Müslüman müftüsü adına fetva iznine sahip olan cemaat.
4- Sunaktaki papazlar
5- İki yetkili mücahitten mücahitlik izni olan anlatıcılar.
6- İçtihat çalışan ve içtihat sınavlarını geçmiş olan alimler.
7- İçtihat âlimleri ve İlahi İlke ve Bilgelik alimleri.
8- Müslüman olmayan İranlıların din adamları
Üçüncü Madde
Bu yasaya aykırı davrananlar, şehirde ikamet ettikleri takdirde, beş rupi para cezasına
çarptırılabilir veya şehir sakini olmadıklarında mahkeme tarafından bir ila yedi gün hapis
cezasına çarptırılacaklar. Bu maddenin herhangi bir yerde belediye icrasından doğan suç
gelirleri, o yerin yetkililerine üniforma sağlamak için özel olarak kullanılacaktır.
Dördüncü Madde
Bu kanun 21 Nisan 1929 (1 Nisan 1308)’dan itibaren şehirlerde ve şehirlerde ve şehirlerin
dışında, 1 Nisan 1929'u geçmemesi koşuluyla uygulanabilir olduğu sürece uygulanır ve
hükümetin kanunları düzenleme ve uygulamadan sorumlu olması gerekir.
Dört maddeden oluşan yasa, 6 Ocak 1930’daki altıncı oturumunda Millet Meclisi tarafından
onaylandı.
Millet Meclisi Başkanı – Hâkim
126

İran Parlamentosu Araştırma Merkezi, https://rc.majlis.ir/fa/law/print_version/91874 (Erişim


Tarihi: 16.10.2019)

Ek 3: 16 Şubat 1936 (26 Bahman, 1314) tarihli İçişleri Bakanlığı tarafından gönderilen
“Devlet Memurlarına ve Eşlerine Yönelik Kılık Kıyafet Düzenlemesi” Belgesi.
127
128

Ek 4: 1941 yılında İranlı bir vatandaşın meclise sunduğu şikâyet dilekçesi. Dilekçeye göre
çarşaf yasasına uymayan bir kadın sokakta polis tarafından darp edilmiş, çarşafı kesilmiş ve
ardından vatandaşın evi basılmıştır. (Tarih: 23.7.1320/15.10.1941)

İran Meclis-i Şura-i …(okunamamıştır). Belge no: 5310, cilt: 23


129

Ek 5: Tahran’da bulunan Britanya Konsolosluğu’nun 20 Şubat 1936 tarihli yıllık raporunda


kadınlara uygulanan yasakların anlatıldığı belge
130

*20 Şubat 1936, Coll 28/9 ‘Persia; International Affairs; Shah’s Tours in Persia: General
Situation Reports’ [160r] (330/1038) British Library: India Office Records and Private Papers,
IOR/L/PS/12/3404. https://www.qdl.qa/archive/81055/vdc_100056316196.0x000083

FOTOĞRAFLAR

Kaçar döneminde çıkan Shokufeh dergisinden bir sayfa (Shojeaee, 2016: 5)


131

“Kaçar Hanedanı’nda bir grup kadın ve bir genç erkek”

( A GROUP OF WOMEN AND A YOUNG BOY, PERSIA, CIRCA 1870-90)

http://www.sothebys.com/en/auctions/ecatalogue/2011/c-welch-part-ii-l11227/lot.61.html
132
133

Meşrutiyet Devrimi öncesinde kadın

https://tarikhema.org/contemporary//16116/
134

Yerel polis teşkilatının katılımıyla 17 Dey Kadınların Kurtuluş Günü Kutlaması, 1936
https://www.mashreghnews.ir/news/183937/
135

Şah Rıza Pehlevi ve çarşafını çıkartan köylü kadın


https://www.mashreghnews.ir/news/183937/
136

Çarşaf yasağından sonra göçebe bir kadının ilk görüntüsü


https://www.mashreghnews.ir/news/183937/
137

http://www.iranreview.org/content/Documents/The-Removing-of-Hijab-in-Iran.htm
138

Kolah-e Pahlavi
(Pehlevi Şapkası)

http://www.iranicaonline.org/articles/clothing-xi
139

Şah Muhammed Rıza Pehlevi ve ailesi (1972)

( Şehnaz Pehlevi, Rıza Pehlevi, Farahnaz Pehlevi ve Ali Rıza Pehlevi)

https://www.alamy.com/royal-family-of-iran-mohammad-reza-shah-pahlavi-
image69458446.html
140

Tahran Üniversitesi’nin tıp bölümü öğrencileri, 1946 (Amin, 2002:143)


141

Vatansever Kadınlar Topluluğu üyeleri (Jamiyat-e Neswan-e Vatankhah) Soldan sağa:


Faḵr-Afaq Parsa, Moluk Eskandari, Kobra Canani, Mastura Afsar, Nos rṣ at Mosiri, S aṣ fyia
Eskandari, Es ṣmat-al-Moluk Sarifi, Eskandari, Banu &Ugra, Haida Afsar, Abbasa, Kodsiya
Mosiri, Bamdad.

http://www.iranicaonline.org/articles/feminist-movements-iii#prettyPhoto[content]/1/
142

Eşref Pehlevi (1919-2016) https://www.rouydad24.ir/fa/news/190833

Şah Muhammed Rıza Pehlevi’nin eşleri;

(Soldan sağa) Fevziye Fuad (1921-2013), Süreyya Esfandari Bahtiyari (1932-2001), Farah
Diba- Pehlevi (1938-)

https://i1.wp.com/fikir.news/wp-content/uploads/2019/12/Prensesler-ve-
sahbanu.jpg?resize=768%2C343&ssl=1
143

Fatemeh Sayyah (-)

https://women.ncr-iran.org/2015/08/18/dr-fatemeh-sayyah/

Bidar-e Ma gazetesinin Showray-e Aly-e Jam’iyat-e Zanan-e Iran’ın Şah Muhammed Rıza
Pehlevi ile uzlaşma politikasına gösterdiği tepki

https://www.cambridge.org/core/books/creating-the-modern-iranian-woman/circulation-commercialization-and-
state-intervention
144

“17 Dey 1314 Onun Anısıyla Kutlu Olsun”


Kadınların Kurtuluş Günü Afişi
https://libertyforiran.org/‫زن‬-‫آزادی‬-‫روز‬
145

Beyaz Devrim-1963
https://fa.wikipedia.org/wiki/‫حق_رأی_زنان‬
146

Şah Muhammed Rıza döneminde basına uygulanan sansürün ele alındığı bir karikatür.

https://iranpoliticsclub.net/cartoons/reza-pahlavi1/index.htm

“İran’ın Sesi Radyosu- Sesimiz ve Arkadaşlarımız! Bugünün konuğu II. Rıza Pehlevi”

-Rıza Pehlevi: Politik gruplar özgürce konuşabilir!

-Sunucu: Kim arıyor? Mücahidin mi Solcular mı? Ses bağlantısını kes!

-Sekreter: Siyasi bir grup musunuz? Lütfen -sonsuza kadar- hatta kalın
147
148

1936-1960 yılları arasında kadınların geçirdiği değişim (Afary, 2009)

1936’da çarşaf yasağının kanunlaştırılmasının ardından çarşaflarını tamamen terk etmeyen,


fakat daha açık şekilde kullanan kadınlar (Afary, 2009)
149

https://yazarpozar.files.wordpress.com/2013/09

1953-1332 Ettelaat-e Banovan


150

Ettelaat-e Banuvan (29 Ağustos 1960- 7 Şehrivar 1339 )

https://yazarpozar.files.wordpress.com/2013/09
151

Ettelaat-e Banovan Dergisi, hükümet tarafından çıkartılan dergi, kadınların hayatı, edebiyat
gibi konularda yazıyor. http://akaskhana.blogspot.com/2018/04/blog-post_2.html
152

https://ketabnak.com/book/47910

(7 Ocak 1968- Dey-1346) “Çarşaf Yasağı Devrimi, İranlı kadınların hayatına düzen geldi!”
153

“Bay Mühendis, ideal eşin kim?”

https://javanan56.com/13031/13002/9900005.jpg
154

https://www.alamy.com/many-organizations-parties-and-guerrilla-groups-were-involved-in-the-iranian-
revolution-some-were-part-of-ayatollah-khomeinis-network-and-supported-the-theocratic-islamic-republic-
movement-while-others-did-not-and-were-suppressed-some-groups-were-created-after-the-fall-of-the-pahlavi-
dynasty-and-still-survive-others-helped-overthrow-the-shah-but-no-longer-exist-marxist-groups-were-primarily-
guerrilla-groups-working-to-defeat-the-pahlavi-regime-by-assassination-and-armed-struggle-they-were-illegal-
and-heavily-suppressed-by-the-savak-internal-security-apparatus-they-included-the-tudeh-image344273511.html

https://jadvalyab.ir/blog/ejraye-hokm-ghanon-mane-hejab-az-janeb-mohamad-reza-shah-
cheghone-bod/
155

Sazeman-e Zanan-e Iran 1351 yılı posteri https://fis-


iran.org/en/women/organization/posters/poster1

You might also like