Professional Documents
Culture Documents
Cinsiyet Ve Millet - Nira Yuval-Davis
Cinsiyet Ve Millet - Nira Yuval-Davis
Cinsiyet Ve Millet - Nira Yuval-Davis
....J
....J
�
lJJ
>
1-
lJJ
>
(/)
z
()
•
vı
. ......
�
o1
-
�
�
tlS
"""
. ......
z
s
.....
(J'Yo
.....
......
�
-
-
NIRA YUVAL-DAVIS • Cinsiyet ve Millet
NIRA YUVAL-DAVIS lsrailli bir diaspora Yahudisidir. Uzun yıllar Londra'da
Greenwich Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Etnisite Çalışmalan ytiksek lisans
programının koordinatörlılğünıl yılrılten Yuval-Davis, şu anda East London
Üniversitesi Göç Araştırmalan Merkezi'nin koordinatörıldılr. Intemational
Sociological Association'ın Irk, Emisite ve Azınlık llişkileri Araşnrma Komisyo
nu'nun başkanlığım ytirılten Yuval-Davis, Women in Militarized Conflict Zones
(Askeri Çatışma Bölgelerinde Kadınlar), Women Against Fundamentalism
(Köktenciliğe Karşı Kadınlar) ve Londra'daki Women in Black (Siyahlı Kadınlar)
gruplannın kurucu ılyesidir. Nira Yuval-Davis, kadın, milliyetçilik, ırkçılık, köktend
incilik ve vatandaşlık meselelerinin kuramsal ve ampirik boyutlan ılzerine pek çok
çalışma yapmıştır. Floya Anthias ile birlikte yazdığı Racialized Boundaries'in
(Rouıledge, 1992) dışında derleyenleri arasında yer aldığı kitaplar vardır: Woman -
Nation State (Macmillan, 1989); Refusing Holy Ordm: Women and Fwıdamentalism
-
in Britain (Virago, 1992); The Gulf War and the New World Ordu (Zed Books, 1992);
Unsettling Settlcr Societies (Sage, 1995); Cross.fires: Nationalism, Racism and Gender in
Europe (Pluıo, 1995); Citizenship: Pushing the Boundaries (l 997) ve Women,
Citizenship and Difference (Zed Books, 1999), The Politics of Belanging (Sage
Publications, 201 1) Cinsiyet ve Millet, şu ana kadar aln dile çevrilmiştir.
Genderand Nation
© 1997 Nira Yuval-Davis
Bu kitabın yayın haklan Sage Publication Ltd.'den (Londra) alınmıştır.
Cinsiyet
ve Millet
Gender and Nati on
• t ' m
Bu kitabı, devam etmemi ve hatta bazen
dans etmemi sağlayan Gu/, Alain, Ora ve
diğer olağanüstü arkadaş/anma ithaf ediyorum.
Gender and Nation'm Türkçe basklSlnt,
çok özlediğim, öğrencim, arkadaşım ve yoldaşım
Tijen Uğuriş'in antsma ithaf ediyorum.
İÇİNDEKİLER
BiRiNCi BÔLÜM
Cinsiyet ve Milletin Kuramsallaştınlınası .......... ............... 17
Kadın ve Toplumsal Cinsiyet llişkilerini İncelemek.... .. ....24
Milletlerin ve Devletlerin Kuramsallaştınlması . ....... . . . ....
... .
........... . . . . . . . . .35
Milletlendirilmiş Cinsiyet ve Cinsiyetlendirilmiş Milletler ....... 54 .
iKiNCi BÔLÜM
Milletin Biyolojik Yeniden Üretimi ve Kadınlar ......... 61
Kan v e Aidiyet ................... .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............................ ................ 62
İktidar Olarak Halk ... ... ..... .. ... .... ..... . ... ... ............ . . . .. .... ..... . ... . .66
Ojenist Söylem . ... .... . ... ... .. .... . . . . ········· · ·· · · · · ....................................... 70
Malthusçu Söylem... ............. .. .. .. .... . . .. ...... ... ............... . .... . .... .... . ..... .....72
Toplumsal Bağlam .......... ................ .......... . . . . . .
............... ...... . . . . . ... ....... ... ..
..... ........ . .............. 77
Sonsöz: Üreme Haklan, Milletin Yeniden Üretimi
ve Feminist Siyaset ... ... ... .. ... . .. .... ..... ... ... .. ....................... ........ . . . .. .80
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Kültürel Yeniden Üretim ve
Toplumsal Cinsiyet İlişkileri.. ....................... . . ....83
Kültür Kavramı .................................. ....... . . . . ..... . . . . ···· ·· ······ .85
Kültürel Farklılık ve "Öteki" .. . .....................96
Irkçılık ve Cinsellik ............................. . · ·· ····· - · · ·· · · · ···· ··· · · · · ····· 1 04
Asimilasyon ve Aynlıkçılık ......................................... .... 1 08
Çokkültürcülük ve Kimlik Siyaseti.. .. ................ ..... ... . ......... .......... ...... 1 1 1
Kültürel Değişim ve Modemite ... . ... ... .... ............. .... .... ....... ... ...... 120
Köktencilik ve Modemite ·····- . . -··· .... .... .... .. ..... 122
Küreselleşme ve Kültür .. .... . .. ........... . . . . . . . . . . ........................... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 126
Sonuç ......................... ...................................... . ........... ..... 1 30
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Vatandaşlık ve Farklılık ... .. . 1 33
Vatandaşlık, Milliyetçilik ve Cemaat... ..... .. .. .. ......... . ........... 1 35
Toplumsal Haklar ve Toplumsal Farklılık .... ... . . . . . ... .. . .. .. . ... . . 14 2
Özel ve Kamusal .............................................. ... 151
Aktif/Pasif Vatandaşlık................................. ',,,,,..... ...... .. ..... ... . . .. ... 159
Vatandaşlık Haklan ve Ödevleri. ....... ..... ...... .......... . . .. .. .. .. 1 68
Sonuç............... . . .. ..... . . .. . . ..
. .... .. . . . . . ······· . .
. .. . · · · · · · · · · · · ·· · · · ·· ···· .. .. ..... 1 7 1
BEŞiNCi BÖLÜM
Cinsiyetlendirilmiş Ordular,
Cinsiyetlendirilmiş Savaşlar. ...... 1 75
Askerlik Hizmeti ve Vatandaşlık.... . .... ....... . ....... ...., ..... 1 78
Modem Savaş ve Kadınlann Askere Alınışı ..................... 183
Askerler Olarak Kadınlar..................... ................... . ...................... . ... 188
Askerlik Hizmeti ve Kadın Haklan ......... . .. ... . .... .... .. . .. ' . 1 96
Cinsiyetlendirilmiş Kurgular Olarak Savaşlar. . . .. ... ......... .. ........ . . . 1 99
........
Kaynakça ...
ÔNSÔZ
13
zenlenen Women, Citizenship and Difference (Kadınlar, Va
tandaşlık ve Farklılık) konulu daha büyük bir konferansta
(Feminist Review dergisinin konferans hakkındaki özel sayı
sına [Sonbahar 1997] ve Pnina Werbner ile benim Zed Bo
oks [ 1988] için derlediğimiz kitaba bakınız) , siyasi ve teo
rik açıdan yeni ve acil sorunlann ortaya çıktığı bir dönem
de, bu çalışma alanındaki anlayış ve bilinç artışını kutladık.
Yukarıdaki açıklamadan da anlaşılacağı üzere, kısa veya
uzun mesafelerdeki dostluklar olmadan, kişisel yolculuk
larımı, taşınmaları, iş değişikliklerini ve (kök salmak yeri
ne) "demirlemeleri" kapsayan yolculuğum gerçekleşemez
di. Burada herkesi anmam mümkün olmayabilir. Ancak
Khamsin kolektifinin diğer üyelerini, özellikle Avishai Ehr
lich'i; Gender and Ethnic Divisions (Toplumsal Cinsiyet ve
Etnik Aynmlar) projesinde ve birçok kitapta birlikte çalıştı
ğım dostum ve meslektaşım Floya Anthias'ı; Women Aga
inst Fundamentalism (Köktencilik Karşıtı Kadınlar) üyele
rini, özellikle Gita Sahgal ve Pragna Patel'i; kitaptaki fikir ve
anlatılann kurgulanışında payı olan diğer arkadaşlarımı ve
meslektaşlarımı anmak istiyorum. Alfabetik sırayla bunları
saymak istiyorum: Martha Ackelsberg; Alison Assiter; Gill
Bottomley; Avtar Brah; Stephen Castles; Amrita Chhachhi;
Cynthia Cockbum; Phil Cohen; Clara Connolly; Cynthia
Enloe; Robert Fine; Marieme Helie-Lucas; Deniz Kandiyoti;
Helam Lutz; Helen Meekosha; Maxine Molineux; Ephraim
Nimni; Ruth Pearson; ]indi Pettman; Annie Phizaclea; Ann
Phoenix; Shula Ramon; Nora Ratzel; Paula Rayman; lsra
el Shahak; Max Silverman; Elaine Unterhalter; Gina Vargas;
Peter Waterman ve Pnina Werbner. Aynca, kitabın Türkçe
çevirisini kontrol eden Dilşah Deniz ve Umut Özkınmlı'ya
da minnettanm.
Unsettling Settler Socities (Göçmen Toplumlan Yerleştir
memek) (Stasiulis ve Yuval-Davis, 1 995) kitabında birlik-
14
te çalıştığım ve bu kitabın taslak halini inceleyen Daiva Sta
siulis'e (kendisi Litvanya bağlantısındandır) özellikle teşek
kür ederim. Onun yanısıra dizi editörü Bryan Turner'ın ve
Sage editörleri olan Karen Phillips ve Kiren Shoman'ın yo
rumlan da kitabı çok geliştirmiştir. Greenwich Üniversite
si'nde Toplumsal Cinsiyet ve Etnisite Çalışmalarındaki yük
sek lisans öğrencilerime teşekkür etmek istiyorum. Ve ta
bii ki Lahey'deki Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde 1994 yılın
da Toplumsal Cinsiyet ve Millet dersini okuturken bu kita
bın çeşitli taslakları hakkında kendi bakış açılarından dene
yimlerini ve anlayışlarını benimle cömertçe paylaşan öğren
cilerime de teşekkür ederim. Ancak elbette işin tüm sorum
luluğu bana aittir.
Yapılması gerekenler bir yana, 1991 yılında London Sc
hool of Economics'deki Morris Ginsburg bursum ve 1992
yılında Lahey'de Sosyal Bilimler Enstitüsü'ndeki misafir
araştırmacı bursum bana birkaç ay rahat nefes aldırma
saydı ve Greenwich Üniversitesi (1993-6) Sosyal Bilim
ler Okulu'ndaki dönemlik iznim sayesinde birkaç haftalık
ders saatimden (Mike Kelly'nin yardımsever başkanlığın
da) kurtulmasaydım, bu kitabı yazmam mümkün olamaz
dı. Tüm bu kurumlara minnettarım. Kitabı yazarken ne za
man "tıkansam" , ilhamımın büyük bir kısmını, Norfolk
Happisburgh'da, "Romani"den denizin dalgalarını seyre
derken aldım.
En son ve belki de ilk teşekkürüm elbette her zaman ya
nımda olan Alain'edir. Ve elinden gelenin en iyisini yapan
Gul'a da teşekkür ederim. Ne yazık ki lngilizcem hiçbir za
man onun standartlarına ulaşamadı.
Kitap tutarlı bir bütün olarak yazılmış olmasına rağmen,
çeşitli bölümlerinden parçalar, ayn çalışmalar halinde baş
ka yerlerde yayımlanmıştır ( "Gender and nation" , Ethnic
and Racial Studies, 1993, 16(4): 621-32; "Women as biolo-
15
gical reproducers of 'the nation'", Women's Studies lntemati
onal Forum, 19(12) : 1 7-24; "Women, citizenship and diffe
rence", Feminist Review, 1997 (Sonbahar) ; "Women, ethni
city and empowemment" , Feminism and Psychology , 1 994,
4(3): 1 79-98).
16
BiRiNCi BÔLÜM
CİNSİYET VE MİLLETİN
KURAMSALIAŞTIRILMASI
delemizin devleridir. 2
17
mış olduğu (Haraway, 1990) ve tek bir bakış açısından kay
naklanan bilginin "tamamlanmayacağı" (Hill-Collins, 1990)
görüşünün kabul edilmesi temeline dayanmaktadır. Kitabın
yazımından önce ve yazım sırasında farklı bakış açılarından
birçok akademisyenin ve eylemcinin kitap ve makalelerini
okumama rağmen, kitabın perspektifinin kendi özel konu
mumdan kaçınılmaz olarak etkilendiğinin elbette farkında
yım. Birçok kuramsal noktayı açıklamak için seçtiğim somut
örneklerin büyük bir oranı, yaşadığım toplumlarda (esasen
lsrail ve İngiltere) veya (önsözde belirttiğim) yakın meslek
taş ve arkadaşlarımın yaşadıkları toplumlarda geçen olayla
ra dayanmaktadır. Bununla beraber " tamamlanmamış" ile
"geçersiz"in aynı olmadığına inanıyorum. Bu da bana kitabı
yazacak cesareti verdi.
Millet ve milliyetçilik konusundaki hegemonik kuram
ların çoğu (örneğin, Gellner, 1983; Hobsbawm, 1990; Ke
dourie, 1993; Smith, 1986; 1995) ve hatta kadınlar tarafın
dan yazılanlar da (örneğin Greenfeld, 1992), cinsiyet iliş
kilerini konuyla ilgisi yokmuş gibi ihmal etmiştir. Bu çok
dikkate değer bir şey çünkü önemli bir milliyetçilik oku
lu olan "ilkselciler" (primordialists) (Geertz, 1963; Shils,
1957; van den Berghe, 1979) millette akrabalık ilişkilerinin
"otomatik" bir uzantısı olan doğal ve evrensel bir fenomen
görmüşlerdir.
Milli "üretim" veya "yeniden üretim" konulan tartışılır
ken, milliyetçilik konusundaki literatür hala kadın konu
suyla pek ilgilenmemektedir. Onun yerine devlet bürokrat
ları ve entelektüellerle ilgilenmektedir. Amin (1978) ve Zu
baida'nınki (1989) gibi materyalist analizler, milli (ve etnik)
ideolojileri ve sınırlan oluşturmada ve bunları yeniden üret
mede devlet bürokrasisine ve diğer devlet aygıtlarına önce
likli olarak önem vermişlerdir. Sivil toplumda milliyetçi ve
etnik bölünmeler olmasına rağmen, hegemonik milli etho-
18
su belirleyen şey, farklı toplulukların devlete farklı şekilde
yaklaşmalarıdır.
Gellner (1983) ve Smith (1986) gibi diğer milliyetçilik ve
bilgi sosyolojisi teorisyenleri, entelektüellerin özellikle bas
kı altındaki cemaatlerin milliyetçi ideolojilerinin yaratılması
ve yeniden üretilmesinde sahip oldukları özel önemi vurgu
lamaktadırlar. Hegemonik entelijensiyadan dışlanan ve dev
let aygıtına kabul edilmeyen bu entelektüeller, "ortak hafı
zayı" "yeniden keşfediyorlar" ve halkın sözlü geleneklerini
ve dillerini yazılı hale dönüştürüyorlar. Aynca yeniden ku
ruluşu milliyetçi özlemlerin temelini oluşturan, uzak mitsel
veya tarihsel geçmişte kalan "ulusal bir altın çağı" betimli
yorlar.
Bununla birlikte bu kitabın ortaya koyduğu gibi, millet
leri, biyolojik, kültürel ve sembolik olarak yeniden üreten
(sadece?) bürokrasi ve entelijensiya değil, kadındır. Öyleyse
neden kadınlar milliyetçilik fenomeninin çeşitli kuramsal
laştırmalarında genellikle "gizlenmiştir"?
Pateman (1988) ve Grant (1991) bu konuyla ilgili olabi
lecek açıklamalar sunmaktadır. Carole Pateman, oldukça et
kili olan ve Batı'nın toplumsal ve siyasi düzenine dair yaygın
anlayışın temellerini atan "toplumsal sözleşme" hakkında
ki klasik teorileri incelemiştir. Bu teoriler sivil toplumu ka
musal ve özel alanlara bölmüştür. Kadınlar (ve aile), siyasi
açıdan önemsiz olduğu düşünülen özel alana yerleştirilmiş
tir. Pateman ve diğer feministler bu modelin geçerliliğini ve
hatta modelin kendi varsayımları içinde kamusaVözel ayrı
mını sorgulamaktadır. Pateman, bunu şu şekilde ifade et
mektedir.
19
yanlış yorumlanır. Sivil özgürlük ataerkil hakka dayanır.
( 1988: 4)
20
vis ve Anthias, 1989) kitabının giriş bölümünden alınan bu
pasajı şu kelimelerle takdim ediyorlar:
21
sosyal ilişkiler ve eylemlerle bağlantı şekillerini anlamlan
dırabilecek örgütsel, deneysel ve temsili biçimleri mevcut
tur (Anthias 1991; Brah, 1992) . Bunlar birbirlerine indirge
nemezler ve ontolojik temelleri farklıdır (Anthias ve Yuval
Davis, 1983; 1992).
Aynca gerçekten de "postmodern çağ"da olduğumuz ko
nusunda şüphelerim var. Postmodernizm, hepimizin "mo
dern çağ"ı atlattığımız şeklinde eleştirel olmayan bir varsa
yım içerir. Küreselleşme süreçlerinin hızlanmasına rağmen,
bu çok Batımerkezci3 bir varsayımdır (bu konudaki ayrıntı
lı tartışmalar için Üçüncü Bölüm'e bakınız) . Üstelik Rattan
si'nin de kabul ettiği gibi, -"postmodern çerçeveyi" destek
lerken (1994: 16-17)- kendisinin ve diğerlerinin postmo
dern çağa özgü diye nitelendirdikleri çeşitli özellikler, di
ğer toplum biçimlerinin de özellikleridir. Rattansi, "özne
lerin" ve "toplumsalın" merkezde ve özselci bir şekilde ta
nımlanmaması, "toplumsalın, öznelliğin ve kimlik kazan
dırma süreçlerinin kurucu özellikleri" olarak zamansallığın
ve uzamsallığın incelenmesi ve -her zaman her toplumun
feminist analizinde bir mihenktaşı olan- "cinsellik ve cin
sel farklılık meseleleri ile bağlantı kurma" yolunun aranma
sı ihtiyacı konulannda ısrarlıdır. Bu hususlar benim ve bir
çok kişinin de iddia ettiği gibi, iyi bir sosyolojik inceleme
de olması gereken hususlardır. Üstelik hem Kuzey'de hem
de Güney'de tüm dinlerde köktencilik hareketlerinin arttığı
bir dönemde, çağdaş toplumu büyük anlatımlann sona er
diği bir toplum olarak tanımlamak saçmadır. Öte yandan,
tarihsel toplumlardaki birçok hegemonik doğallaşmış bü
yük anlatımlann bile bu toplumlann farklı farklı konum
lanan üyeleri üzerinde hiçbir zaman homojen birleşik bir
kontrolü olmamıştır.
22
Bu gözlemlerden hareketle, kitabın amacı, cinsiyet ve mil
let konusundaki söylemlerin kesişme eğilimlerini ve bunla
rın birbirleri tarafından kurgulanma biçimlerini tartışmaya
ve incelemeye yönelik bir çerçeve sunmaktır. Ancak bu işe
girişmeden önce, her iki söylemin ayrı ayn ele alınması ge
rekmektedir. Bu bölümün sonraki iki başlığında bu konula
ra değinilecektir. "Cinsiyet" üzerine tartışmaların odağını,
"kadın" kategorisinin yanısıra "cinsiyet" (sex) ve "toplumsal
cinsiyet" (gender) kavranılan arasındaki ilişkiler üzerine ku
ramsal tartışmalar oluşturmaktadır. Bu tartışmaların anlaşıl
ması, kadın ve erkek arasındaki ilişkilerin, çeşitli milliyetçi
lik projelerini ve süreçlerini etkileme ve bunlardan etkilen
me biçimlerinin yanısıra, dişilik ve erkeklik kavramlarının
milliyetçilik söylemlerinde kurgulanma biçimlerinin ince
lenmesine yönelik çabalar için çok önemlidir.
"Millet" kavramı incelenmeli ve bir yandan milliyetçilik
ideolojileri ve hareketleri ile, diğer yandan devlet kurumla
rıyla ilişkilendirilmelidir. Milletler, özel tarihsel anlara yer
leştirilmiş ve hegemonya için mücadele eden değişik grup
laşmaların desteklediği değişen milliyetçilik söylemleri tara
fından kurgulanmıştır. Milletlerin cinsiyetlendirilmiş (gen
dered) karakteri ancak böyle bir bağlamda anlaşılabilir.
Bu iki başlığın arkasından bu bölümün sonunda, kitabın di
ğer bölümlerinde incelenen cinsiyet ve millet kavramlarının
kesişiminin ana boyutları ortaya konmaktadır. Bunu kadın
ların milletin biyolojik üreticileri olarak "doğallaştırılan" rol
lerinden, milletlerin kültürel oluşumundaki rollerine, oradan
da vatandaşlık haklan ve yükümlülükleri yoluyla milletin si
vil oluşumundaki rollerine, tüm bunların cinsiyete dayalı ya
pısını ortaya koyarak anlatacağım. Sondan bir önceki bölüm,
orduların ve savaşların cinsiyete dayalı yapılarına değinmek
tedir. Kimlik siyasetinin tuzağına düşmeden kadınlar arasın
daki milli ve diğer farklılıkları gözönünde bulundurarak, fe-
23
minist politika modeli olarak çaprazlama siyasetin (transver
sal politics) ve feminizm ile milliyetçilik arasındaki karmaşık
ilişkilerin incelenmesiyle, kitap sona ermektedir.
24
sal cinsiyet ilişkilerinin genelleştirilmiş tanımlamalan üze
rindeki etkisiyle ilgilidir. Bu sorunla ilk defa siyah ve etnik
azınlığa mensup kadınlar uğraşmıştır (hooks, 1981). Sorun
daha sonra feminist yapıçözümcü postmodemist analizlerde
yeralmıştır (Barret, 1987).
Bu bölümün yerini ve kapsamını gözönünde bulundura
rak, bu üç sorun hakkındaki tüm tartışmalan sistematik ola
rak gözden geçirmeye kalkışmayacağım. Bununla beraber,
bu kitapta değinilen meseleler hakkındaki tartışmalar, bun
lara ilişkin belli konumlan ifade ediyor ve bu konumlar ta
rafından besleniyor. Bu yüzden bunlara burada kısa da olsa
değinmek gerekiyor.
Kadınlara yapılan baskıya ilişkin açıklamanın büyük bir
kısmı, kadınlann erkeklerden farklı bir toplumsal alana yer
leştirilmeleriyle ilgilidir. KamusaVözel ve doğaVuygar alan
aynını bu türden ikili aynmlardır. Feminist literatürün bü
yük bir kısmı, bir yandan kadınlann "tarihten gizlendiğine"
işaret ederken ve buna karşı çıkarken (Rowbotham, 1973)
bir yandan da erkeklerin kamusal alandaki, kadınlarınsa özel
alandaki doğallaştırılmış yerlerini kabul etmektedir.
ÖzeVkamusal alan dikotomisine ilişkin sorunlar ve bu so
runlann kadınlann vatandaş olarak konumlandınlışı ile ilgi
si, vatandaşlık üzerine olan bölümde (Dördüncü Bölüm) ele
alınmaktadır. Bu bölünmenin, hem toplumsal cinsiyet hem
de etnik kimlik özelinde büyük ölçüde hayal ürünü oldu
ğu ve çoğunlukla bu bölünmenin kadınlan özgürlük ve hak
lardan dışlamak için kullanıldığı (Phillips, 1993: 63) öne sü
rülecektir. Üstelik, kamusal ve özel alan arasındaki çizginin,
sömürge sonrası milletlerde sivil toplumlann kuruluşunun
incelenmesi için tamamen yetersiz bir araç olduğu ve top
lumsal cinsiyet ilişkilerinin Batımerkezci olmayan analizinin
kamusal ve özel alan arasındaki sının verili kabul edemeye
ceği yönünde iddialar vardır (Chatterjee, 1990).
25
Bununla birlikte özel/kamusal dikotomisi, feminist lite
ratür de dahil olmak üzere bütün sosyal bilim literatüründe
kadının erkeğin zıt kutbuna yerleştirildiği dikotomilerden
yalnızca biridir. Bir diğer dikotomi ise, doğa/uygarlık ayrı
mıdır. Kadınların "doğa" ile özdeşleştirilmesi, sadece "uy
gar" kamu siyasi alanından dışlanmalarının ( Grant, 1991)
nedeni değil, aynı zamanda da tüm kültürlerde kadınlara
toplumsal olarak erkeklerden daha az değer verilmesinin de
bir açıklaması olarak düşünülmektedir. Simone de Beauvo
ir, şunu ileri sürmektedir:
26
rın konumlarına ilişkin genelleştirilmiş bu tip kavramların
ortaya çıkarabileceği sorunlara da işaret etmektedir. Bu tür
genellemeler farklı toplumların çeşitliliğini homojenleştir
mekle ve önemsizleştirmektedir. Ayrıca bunlar, "doğa"nın
"kültür"den daha aşağı oluşuna dair özgül Batılı kültürel
değerlerin, evrensel olduğunu ve tüm toplumlar tarafından
paylaşıldığını varsaymaktadır. Son olarak önemli bir husus
da, bunların kadın ve erkek arasındakiler de dahil olmak
üzere toplumun farklı fertleri arasında kendilerini ve diğer
cinsiyeti nasıl değerlendirdikleri konusunda hiçbir farklılık
olmadığını varsaymalarıdır. Bu şekilde, toplumsal çatışma,
tahakküm, direnme ve en önemlisi toplumsal değişim kav
ramları tanımlanmaya değer görülmemektedir. Üstelik ka
dınların ezilmesinin evrensel, "orijinal" nedeninin araştırıl
ması, dikkati farklı toplumlardaki cinsiyet ilişkilerinin tarih
sel olarak özgül kurgularından ve yeniden üretim biçimle
rinden uzaklaştırmaktadır.
Kadınlann konumlarına yönelik genelleştirilmiş kavram
lara yönelik bu eleştiri, kadınların toplumdaki ikincil konu
munun özerk sistemini tanımlamak için feminist kuramcı
lar tarafından yaygın olarak kullanılan "ataerkillik" kavramı
ile ilişkisini de içermektedir.
Feminist siyaset, l 970'lerde ve l 980'lerde net bir şekil
de liberal, sosyalist, radikal ve bazen de ikili-sistem feminiz
mi gibi farklı okullara ayrılmıştı (Walby, 1 990) . Bu düşünce
okulları arasındaki fark, temel olarak kadınların ezilmesinin
nedenine ilişkin açıklamalan ile bağlantılıdır: neden hukuk
mu, kapitalizm mi yoksa sadece ayrıcalıklanna tutunan er
kekler mi? Ayrıca Marksizm ile feminizm arasındaki "mut
suz evlilik" (Hartman, 1 988) ve ataerkil baskının sınıf sö
mürüsüyle bağlantısını kurarak kuramsallaştırma yöntemle
ri konusunda da birçok tartışma mevcuttu.
"Ataerkillik" kavramının kendisi sorunlu bir kavramdır.
27
"Ata"nın yani babanın kurallarının geleneksel olarak sade
ce kadınlar değil, genç erkekler için de geçerli olduğu kabul
edilse bile, bu durum sözkonusu kavramın genelleştirilmiş
feminist kullanımında genellikle önemli bir kavramsal rol
oynamamıştır. Aynı şey daha entelektüel kavramsal model
lerin geliştirdiği kullanımlar için de geçerlidir. Çalışma haya
tı, hane üretimi, kültür, cinsellik, şiddet ve devlet gibi fark
lı toplumsal alanlardaki çeşitli ataerkillik biçimlerini birbi
rinden ayıran Sylvia Walby'nin çalışması (1990) buna bir ör
nektir (aynca Sociology 1989, özel sayısına da bakınız) .
Ataerkillik, özel bir tarihsel döneme veya coğrafi bölge
ye atfedildiğinde, genelleştirilmiş kullanım kuralına istisna
lar bulunabilir. Örneğin Carole Pateman'ın çalışmalarında
(1988) , ataerkillik modemizm öncesi tarihsel döneme özgü
dür. Pateman'a göre sistem, modem liberal devlette ataerkil
likten kardeşliğe (jraternity) dönüşmüştür. Ataerkillikte ba
ba (veya baba figürü olarak kral) hem erkek hem de kadını
yönetir, kardeşlikte ise erkekler, kadınlan özel eviçi alanda
yönetme hakkına sahiptir ancak kamusal, siyasi alanda ken
di aralarında toplumsal eşitlik düzeni sözleşmesini kabul et
mişlerdir.
Diğer yandan Val Moghadam (1994), demografi uzma
nı John Caldwel'i takip ederek ataerkilliği, Kuzey Afri
ka'dan Ortadoğu boyunca Hindistan'ın kuzey düzlüklerine
ve Çin'in kırsal bölgelerine uzanan "ataerkil kuşak" şeklin
de özel bir coğrafi alana yerleştirmiştir. Bu "klasik ataerkil
lik" "kuşağında" (Kandiyoti, 1988), merkezi toplumsal bi
rim, yaşlı erkeğin herkesi yönettiği ve aile şerefinin, kadının
kontrol altındaki "erdemi" ile sıkı sıkıya bağlı olduğu ataer
kil geniş ailedir.
Ataerkilliği özel toplumsal kurumlarla, tarihsel dönemler
le veya coğrafi bölgelerle sınırlandırmak, farklı toplumlarda
çeşitli biçimlerdeki toplumsal ilişkiler arasında bir dereceye
28
kadar aynın yapmayı mümkün kılsa da, çok basit bir anali
tik araçtır. Örneğin, birçok toplumda bazı kadınlann, diğer
kadınlann yanısıra en azından kimi erkekler üzerinde de gü
cü olması gerçeğine yer vermez. Aynca belirli durumlarda
kadınlann baskı altında tutulmasının diğer toplumsal baskı
ve bölünmelerle içiçe olduğu ve bunlara eklemlendiği gerçe
ğini de dikkate almaz.
Floya Anthias ile benim başka yerlerde, ataerkillik kavra
mını, kapitalizm ve ırkçılık gibi diğer toplumsal sistem tür
lerinden bağımsız ayn bir toplumsal sistem olarak kabul et
mediğimizi belirtmemizin nedeni budur (Anthias ve Yuval
Davis, 1992: 106-9) . Bilakis kadınlann ezilişinin, iktidann
ve maddi kaynaklann toplumdaki dağılımıyla ilgili ilişkile
re özgü ve onlarla bağlantılı olduğunu iddia ediyoruz. Farklı
ontolojik temelleri ve söylemleri olsa da, toplumsal cinsiyet,
etnisite ve sınıf kavramlan somut toplumsal ilişkiler için
de birbirinin içine geçmiştir ve birbirleri tarafından eklem
lenmektedir. Bunlann hiçbiri diğerine ek (additive) olarak
düşünülemez ve soyut bir şekilde öncelik kazanamaz. Av
tar Brah'ın (1992: 44) önerdiği gibi, baskıyı bölümlere ayır
mamak gerekir. Ataerkillik kuramlannda -en gelişkin olan
da bile (Ramazanoğlu, 1989; Walby, 1990)- toplumsal cin
siyet ilişkileri, biyolojik cinsel farklılığın gerekli etkilerine
zımnen de olsa indirgenmiş ve tecrit edilmiştir. Oysa bunun
böyle olmadığı açıktır. Ataerkillik kavramının ifade ettiği
nin aksine kadınlar genellikle sadece pasif alıcı ve toplumsal
cinsiyet ilişkilerinin belirlenmesine katılmayan konumun
da değillerdir. Daha da önemlisi, aynı toplumda belli bir za
manda her kadın aynı şekilde, aynı ölçüde baskı altına alın
mamış ve/veya boyun eğdirilmemiştir.
Bununla birlikte bu durum, farklı toplumlarda ve bu
toplumlar içinde farklı yerleşimlerde, cinsel farklılığın ve
biyolojik yeniden üretimin örgütlenişiyle ilgili temsil bi-
29
çimleri oluşturan hegemonik toplumsal söylemlerin ve
uygulamaların olmadığı anlamına da gelmez. Gayle Ru
bin (1975) bunlara "biyolojik cinsiyet/toplumsal cinsiyet
sistemleri" demektedir. R.W. Connell (1987) ondan oni
ki yıl sonra, doğallaştırılmış biyolojik "cinsiyet" kavramı
nı, kendisinin benzer bir kavramı olan "toplumsal cinsi
yet rejimleri"nden ayırmıştır. Günümüzde, biyolojik cin
siyet/toplumsal cinsiyet tartışmalarının durumuna baka
rak bazıları, her ikisine birden veda ederek (Hood-Willi
ams, 1996), sadece farklılık kavramına odaklanmak gerek
tiğini iddia etmektedir.
Kadın ve erkek arasındaki farklılığın sabitliği meselesi, bu
farklılığın ontolojik temelleri konusundaki feminist tartış
manın merkezini oluşturur. Başından itibaren feminist siya
set, biyolojik cinsiyet ve toplumsal cinsiyet arasındaki fark
lılaşmaya dayanmaktaydı. Cinsiyete dayalı işbölümü, ikti
dar ve düzenlemelerin biyolojik (cinsiyet/sex) değil, sosyal
(toplumsal cinsiyet/gender) olarak kurulduğu iddialan, çe
şitli okullardan feministlerin, kadınlann toplumsal konum
lannın cinsel eşitliğe dönüşebileceğini/dönüştürülmesi ge
rektiğini savunmalannı sağlamıştır. Bu, "özneliğin toplum
sal, ailevi ve/veya söylemsel kuruluşuna yönelik izahlannın
temel açıklayıcı ve düzenleyici kategorisidir" ( Gatens, 1991:
139). Ve "biyolojik indirgemecilik tehlikesi"ne karşı savu
nulmaktadır.
Christine Delphy ( 1993), biyolojik cinsiyet ve toplumsal
cinsiyet konusundaki tartışmalann gelişimini, Margaret Me
ad'in çalışmasına, cinsel rollerin Parsoniyen kuramlanna ve
Ann Oakley'in Sex, Gender and Society (1985) adlı çığır açan
çalışmasına değinerek özetlemiştir. Kadın erkek arasında
ki işbölümü ve psikolojik farklılıklann doğal olduğu varsa
yımının zamanla çürütülmesi ve kültürel çeşitlilik vurgusu
sözkonusudur. Ancak Delphy'ye göre ne bu çalışmalar ne de
30
daha sonraki feminist çalışmalar, toplumsal cinsiyetin, do
ğal cinsel dikotomiye dayandığı varsayımını sorgulamamak
tadır. judith Butler buna, "biyolojik cinsiyetin" "doğa" tara
fından kuruluşu gibi "toplumsal cinsiyetin" de "kültür" ta
rafından kurulduğu düşünülürse, "biyolojinin değil, kültü
rün kader haline geldiğini" eklemektedir ( 1 990: 8).
Son derece önemli olan bu son nokta kültür konulu bö
lümde (Üçüncü Bölüm) ayrıntılı olarak tartışılacaktır. An
cak burada bağlantılı bir husus, aralarındaki büyük kuram
sal farklılıklara rağmen, hem Delphy'nin hem de Butler'ın
"toplumsal cinsiyetin biyolojik cinsiyetten önde yeraldığını"
ve toplumsal işbölümü (Delphy) ile anlamın (Butler) kültü
rel kuruluşu vasıtasıyla, cinsel farklılıkların doğal ve sosyal
leşme öncesi olarak kurulduğunu ve (kullanıldığını) belirt
meleridir. Bir insanın erkek mi kadın mı olduğunu belirle
mek için sözde "objektif' "bilimsel" testler, Y kromozomu
nun veya son zamanlarda bazı insanlardaki ampirik belirsiz
lik yüzünden SRY benzeri özel bir genin mevcudiyetini araş
tırmaktadır (SRY, 199 1'de Goodfellow ve ekibi tarafından
ortaya çıkarılmıştır) . Bununla birlikte Hood-Williams'ın işa
ret ettiği gibi, bu bilimsel proje kendi kendisini doğrulayan
döngüsel bir mantığa sahiptir: bilim adamları "genetik ola
rak doğrulamadan önce, erkek olmanın (toplumsal) olarak
ne anlama geldiğini zaten biliyor olmalı" ( 1 996: 1 1 ) . Fouca
ult (l 980a) ve Laqueur'ün (1990) belirttiği gibi, her insanı
erkek veya kadın olarak kurma ihtiyacı tarihsel ve bu yüz
den de kültürel anlamda özgüldür.
Floya Anthias ile birlikte (Anthias ve Yuval-Davis, 1983:
66), cinsel farklılıkların veya biyolojik üremenin zaruri "do
ğal" toplumsal etkileri olmadığını ve bu yüzden de bunların,
üretimin sınıf için oluşturduğu maddi temele eşdeğer bir te
meli toplumsal cinsiyet için oluşturmadığını iddia etmekte
yiz. Üreme ilişkilerinde feminist bir materyalizm keşfetme-
31
ye çabalayan analizlerde, materyalist bir projenin, kendi re
ferans noktalannı uygunsuzca yeniden üreterek, farklı bir
nesneye dayatıldığını gördük.
Toplumsal cinsiyet, erkek ve kadın arasındaki "gerçek"
toplumsal farklılık olarak değil, toplumsal rollerinin, eko
nomik konumlan veya etnik ve ırksal topluluklara mensu
biyetlerinin aksine cinseVbiyolojik farklılıklarıyla tanım
landığı özneler grubuna ilişkin söylem tarzı olarak anlaşıl
malıdır. Aynca cinsel farklılıklar, toplumsal özne gruplan
nın sahip oldukları farklı cinseVbiyolojik kurulmalarla ta
nımlandıkları söylem tarzı olarak da anlaşılmalıdır. Baş
ka bir ifadeyle, "toplumsal cinsiyet" ve "biyolojik cinsiyet"
kavramlan, farklı gündemlere sahip söylem tarzlan olarak
incelenebilir.
Anlamın söylemsel kuruluşu ve "biyolojik cinsiyet" ile
"toplumsal cinsiyet" kavramlarının gayri tabii ve özsel ol
mayan doğası konusundaki ısrar, bu iki kurulma arasındaki
sınırın bulanmasını da beraberinde getirmiştir. İngilizce ko
nuşulmayan ülkelerde feminist siyasette yeralanlann bildiği
üzere, feministlerin en önde gelen ve en acil görevi "gender"
kelimesi için yerel dilde bir kelime "icat etmektir." "Biyolo
jik cinsiyet" ve "toplumsal cinsiyet" söylemleri arasında bir
aynın olmasaydı, o toplumun politik ve ahlaki söyleminde
biyoloji kader olarak kurulurdu.
Bununla birlikte, sınırlann bulanmasına karşı itiraz, poli
tik olmasının yanısıra kuramsal da olabilir. Gatens, biyolojik
cinsiyet ve toplumsal cinsiyete özsel olmayan bir kuramsal
yaklaşımın, "beden ve psişenin doğum sonrası edilgen bir ta
bula rasa (boş satıh) olduğuna dair akla dayanmayan, tartış
masız varsayımı" içerebileceğine işaret etmektedir.
32
lumsal "derslerin" kaydedildiği beyaz bir sayfadır. Onla
nn gönişüne göre beden, bu kayıtların edilgen bir aracısı
dır. ( 199 1 : 140)
33
daha kişisel ve bedene ilişkin farklılıklann yanısıra sınıf, et
nisite, "ırk" ve millet gibi makro toplumsal aynmlann da bu
süreçte önemi büyüktür. Benzer şekilde, aynaya bakan bir
oğlan veya kız, kendinden farklı olan kişilerle yan yana bu
lunmamışsa, kendisinin erkek mi, dişi mi olduğunu bileme
yecektir. Öznel kimlikler sadece cinsel değil, bütün bu bo
yutlar açısından daima ötekilerle ilişki içerisinde konumla
nırlar. Çocukların somut toplumsal dünyalannda mikro ve
ya makro ötekilik, nadiren dikotomiye dayalı ve/veya sade
ce cinsiyetle sınırlıdır.
Bütün kadınların durumlarının temelde aynı olduğunu
mensuplarına "keşfettirmeyi" amaçlayan 1970'lerdeki femi
nist beyaz orta sınıf "bilinç yükseltme gruplarında" olduğu gi
bi, "kadın" kategorisi -tüm diğer farklılıklar bastırılırsa- bü
tünlüklü bir kategori olarak algılanabilir (Yuval-Davis, 1984).
Kadınlar birbirlerinden farklıysa eğer, birçok postmoder
nist feminist, o zaman "kadınlar" kavramının ne derece an
lamlı olduğunu sormaktadır. Denise Riley, "kadınlan" sabit
lenemeyen kimlikler (fluctuating identity) olarak görmekte
ve "kadınlar" kategorisinin, kendileri de değişen diğer kate
gorilerle daimi bir ilişki içinde tarihsel ve söylemsel olarak
kurulduğunu iddia etmektedir ( 1987: 35) . Bununla birlikte
Elizabeth Weed şunu öne sürmektedir:
34
düğünü belirlemektedir. Ancak Elizabeth Spelman, kadın
lar arasındaki benzerliklerin, kendi aralarındaki farklılık
lar bağlamında varolduğunu belirterek şunu iddia etmekte
dir: "bu farklılıkların benzerlikler üzerindeki etkilerine iliş
kin bir tartışma süregelmektedir, . . .bu tartışmadaki tarafla
rın hepsi eşit bir ifade alanı bulamamış veya eşit yetkiyle do
natılmamıştır" ( 1988: 159).
Bu yüzden, ne sadece farklı toplumsal konumlanmalar
içindeki kadınların ortak yanlan ne de kadınlar arasında za
ten var olan farklılıklar sözkonusu edilmemelidir. Asıl konu,
yukarıda belirtilenlerin tümünü ele alacak bir politik femi
nist seferberliğin nasıl kurulacağıdır. Kitabın son bölümünde
(Altıncı Bölüm) , bu konu ele alınmaya çalışılacaktır.
Kadınlar arasındaki en önemli farklılıklardan biri -ki bu
da kitabın konusunu oluşturmaktadır- onların etnik ve mil
li topluluklara mensubiyetleridir. Kadınlar arasındaki di
ğer farklılıklar gibi, farklı topluluklara mensubiyetleri de ta
hakküm yapılan içinde ve diğer toplumsal ilişkilerle eklem
lenmiş şekilde anlaşılmalıdır. Bunlar sadece bazı kadınların
kendi topluluklarındaki veya başka topluluklardaki kadınla
ra karşı statülerini ve gücünü değil, aynı zamanda da toplu
luk mensubiyetlerinin "zorlama bir kimlik" (jorced identity)
(Amrita Chhachhi'nin terminolojisiyle, 1991) oluşturma öl
çüsünü de etkileyebilir. Veya kimliğin postmodemist "ser
bestçe yüzen göstereninden" biraz daha ileri gidebilir (Wex
ler, 1990). Belirli tarihsel koşullardaki milletler ve devlet
ler arasındaki ilişkiler, bu kurgularda merkezi bir rol oyna
maktadır.
35
saymaktadır. Tabii ki bu, her yerde gerçekten hayal ürünü
dür. Belli bir toplumda ve devlette yaşayıp da, hegemonik
milletin mensubu sayılmayan kişiler (çoğunlukla kendile
ri de kendilerini o milletin mensubu olarak görmezler) her
zaman olmuştur. Aynca diğer ülkelerde yaşayıp da bir mil
li topluluğun üyesi olanlar olduğu gibi, hiçbir zaman devleti
olmamış milletler (Filistinliler gibi) veya birkaç devlet ara
sında bölünmüş milletler (Kürtler gibi) de mevcuttur. Yine
de milliyetçi ideolojilerin temelinde bu kurgu yatmaktadır.
Gellner, milliyetçiliği şu şekilde tanımlamaktadır:
36
olarak ayırmak gerektiğini tartışmaktadır. Daha sonra mil
li projelerin özgüllüğü ve bunların devletle ne şekilde ilişkili
olduğu tanımlanacaktır. Efsanevi ortak köken (Volknation)
kavramıyla ilgili, ortak kültür mitiyle (Kulturnation) ilgili
ve devletlerde eşit vatandaşlık mitine dayalı milletlerle (Sta
atnation) ilgili milliyetçi projelerin farklı boyutlarının kısa
ca tartışılmasıyla bu kısım sona erecektir.
Devlet ve Toplum
37
Devlet, farklı kuramsal perspektiflerden, çok farklı yol
lardan incelenmiştir (bazı değerlendirmeler için bkz. Held,
1 984; Peterson, 1992; Yuval-Davis ve Anthias, 1989) . Örne
ğin, uluslararası ilişkilerde devletlerin genellikle tek, birey
sel kimlikler olarak ele alınmalan ilginçtir. Öte yandan dev
let ve toplum arasındaki ilişkileri incelerken, devletler her
şeyi kapsayan varlıklar olmasa da daha heterojen hale gel
mektedir. Geniş bir etkisi olan ve devlet ile topluma ilişkin
yaygın anlayışın temellerini atan klasik "toplumsal sözleş
me" kuramlan, Carole Pateman (1988) tarafından incelen
miştir. Bu kuramlar sivil toplumu, kamusal ve özel alanla
ra bölmektedir. Kadın (ve aile) politik olarak addedilmeyen
özel alana yerleştirilmiştir. Milliyetçilik ve milletler genel
likle kamusal siyasi alanın bir parçası olarak tartışıldıklann
dan, kadınların bu alandan dışlanmaları, bu söylemden de
dışlanmalarını beraberinde getirmiştir.
George L. Mosse'un çalışması ( 1985; ve aynca Parker vd.,
l 992'nin giriş bölümündeki tartışmaya bakınız) bu açıdan
hoş bir istisna oluşturmaktadır. Mosse, burjuva aile ahlakı
nın yükselişini, Avrupa'da 18. yüzyılın sonunda milliyetçi
liğin yükselmesine bağlamaktadır. Bir anlamda Mosse, top
lumsal cinsiyet ilişkileri ve toplumsal tutunum arasındaki
merkezi bağların farkında olan Levi-Strauss'un ( 1 969) an
tropolojik geleneğini izlemektedir. Levi-Strauss, kadınların
mübadelesini, farklı akrabalık birimlerinden gelen erkekler
arasındaki toplumsal dayanışmayı yaratmaya yönelik oriji
nal mekanizma olarak ve daha büyük topluluklann kurul
masının temeli olarak düşünmektedir. Ancak toplumsal dü
zenin temelindeki şey, kadınlann mübadelesi değil, kadın
ların kontrol altında tutulmalarıdır (veya Pateman'ın ter
minolojisiyle ikincil konuma atılmalarıdır) (Yuval-Davis,
1980). Bununla birlikte, siyaset kuramının, uygun bir hayal
ürününden öte bir şey olmayan "erkeklerin sözleşme önce-
38
si doğal durumları"na niyet belirlemeden dayanmaktan zi
yade antropolojik literatüre daha açık olması oldukça yarar
lı olurdu. Aynca milliyetçilik fenomenini, dar Batımerkezci
sınırların ötesine yerleştirmeye de yardım ederdi (Yuval-Da
vis, 199 lb) .
Devlet hakkındaki tartışmaların ana konularından birisi,
devletin ne dereceye kadar toplumdan bağımsız düşünülebi
leceğidir. Devleti sadece "yönetici sınıfın" çıkarlarının yan
sıtıcısı olarak gören kaba Marksist yaklaşımlardan, Dahl'ın
Polyarchy'sinde (197 1 ) olduğu gibi devleti birbiriyle çekişen
çoğulcu çıkar gruplarına aracılık eden bağımsız bir kuruluş
olarak gören yaklaşımlara kadar, konumlar değişmektedir.
Bu iki yaklaşım arasındaki aynın zannedildiği kadar büyük
değildir. Çünkü Lenin ( 1 977) bile, modem devletin doğu
şunu, göreli bir özerklik kazanmış "sınıf antagonizmalarının
uzlaşmazlığının bir ürünü ve manifestosu" olarak görmekte
dir. Devletin doğası hakkındaki Marksist görüşü ifade eden
Engels'ten şu alıntıyı yapmaktadır:
39
nomi ve refahın yanısıra eğitim ve medya gibi çeşitli kurum
ları içeren bir şey olarak düşünülebileceğidir (Althusser,
1971; Balibar, 1990a) . Bununla birlikte, devletin ne derece
ye kadar içinde farklı parçaların farklı yönlerde, hatta bazen
çatışabilen farklı ideolojik yönelimlerle işlediği bir varlığın
aksine homojen ve tutarlı bir "varlık" olarak düşünülebile
ceği sorusu da bununla doğrudan ilgili bir husustur. Irkçılık
karşıtı mevzuatın ve ırkçı göçmen kanunlarının birarada yer
alışı buna bir örnektir.
Foucaultcu ve postmodemist paradigmaların artan hege
monyasıyla beraber, yukarıdaki husus birçoklarının üniter
devlet fikrini tamamen reddetmelerine ve onun yerine dev
lete indirgenmeyen heterojen ögeler olarak sosyal politika
lar, hukuk, kurumsal düzenlemeler ve söylemlere odaklan
malarına yol açmıştır. Foucault'nun (1980b) perspektifinde,
toplumun her düzeyinde yatay iktidar şebekeleri bulunmak
ta ve direnişle karşılaşıldığında bunlar harekete geçmektedir.
Bununla birlikte anlamlı bir analitik kategori olarak dev
leti dikkate almayan kuramsal perspektifler, devlete ve dev
let iktidarına daha fazla erişimi amaçlayan sivil toplumda
ki mücadelelerin merkeziliğini açıklayamamaktadır. Ayn
ca bu perspektifler, erkek ve kadınların, akrabalık birimle
rinin ve çeşitli etnik toplulukların (aynca sivil toplumdaki
diğer gruplaşmaların) devlete farklı erişimlerinin ne ölçüde
bunların farklı konumlanışlarını belirlediğini de açıklaya
mamaktadır. Bu yüzden hem analitik hem de politik olarak
devlet, sivil toplumdan ayrılmalıdır. Bununla birlikte devlet,
uygulamalarında, projelerinde veya etkilerinde bütüncül de
ğildir. Floya Anthias ile başka yerlerde geliştirdiğimiz şekil
de devlet şöyle tanımlanabilir:
40
merkezi şekilde örgütlenen kurumlar bütünü . . . Farklı dev
let biçimleri, devletin yerleşik özelliği olan denetim/baskı
ikizi arasındaki farklı ilişkileri kapsayacaktır. (Anthias ve
Yuval-Davis, 1989: 5)
41
deki aynı devlet), denetim güçlerinin merkezi bir hükümet
te veya yerel hükümetlerde toplanma ölçüsüne göre farklı
lık arzeder. Aynca merkezi hükümetteki hegemonik proje
lerle uyuşmazlık içindeki farklı siyasi projelere gösterdik
leri hoşgörüye göre de devletler birbirlerinden aynlmakta
dırlar. Devletin farklı bileşenlerinin veya katmanlarının si
yasi projelerdeki mütekabiliyeti, birtakım sorulan içermek
tedir. Bunlar, hangi mekanizmalar aracılığıyla bu projele
rin yeniden üretildiği ve/veya değiştirildiği, devlet kontrolü
nün bir katmandan diğerine nasıl geçebileceği; ve muhteme
len en önemlisi sivil toplum ve aile alanlarından bölümlerin
ve gruplaşmaların devletin baskı ve kontrol yetkilerine na
sıl eriştikleri sorulandır. Farklı biçimlerdeki etnik gruplaş
malar ve devlet arasındaki ilişkinin yanısıra, "milletler" ve
"devletler" arasındaki ilişki de bu bağlamda incelenmelidir.
Bu, kadınların bu süreçlerle etkileşim biçimlerini anlamak
için bir önkoşuldur. Bu nedenle, "ulus-devlet" kavramından
ayn ideolojik ve siyasi bir yapı olan "millet" kavramını ince
lemeye geçebiliriz.
Milletler Kavramı
42
keklerin "kadınveçocuklan" (Cynthia Enloe'nun terimiyle,
1990) koruduğu, doğal cinsel işbölümüne dayanmaktadır.
Bu doğallaştırılmış imgeye karşı, Benedict Anderson
(1983) artık klasikleşmiş "millet" "hayali bir cemaattir" kur
gusunu sunmaktadır. Anderson ve öteki "modernistler"e
göre (örneğin Gellner, 1983; Hobsbawm, 1990) , millet
ler ebedi ve evrensel bir olgu olmayıp, moderndir ve Av
rupa tarihindeki belli gelişmelerin doğrudan bir sonucu
dur. Anderson'a göre milletler sadece teknolojik yenilik
ler, "matbu kapitalizmi" (print capitalism) kurduğunda,
okuma-yazma seçkin sınıftan öteki sınıflara yayıldığında
ve insanlar klasik dinsel diller yerine kendi dillerinde ga
zete vb. yayınlan okumaya başladıklarında ve böylece dil
sel milli "hayali cemaatler" oluşturduklarında ortaya çıka
bilirdi. Yine de Anderson, insanların bir milletin "doğal"
olarak ferdi olduklarını, bunu seçmediklerini hissetmele
rinin önemini vurgulamaktadır: "Bu tip bağlar seçilmediği
için, bunların etrafında bir çıkardan arınmışlık halesi var
dır" (1991: 143). Anderson'a göre bu yüzden tıpkı aile gibi
millet de -ölme ve öldürme de dahil olmak üzere- fedakar
lık talep edebilir. Kitching (1985) , Anderson'un milliyet
çilik yaklaşımının, insanların milletlerine bağlılıklarında
ki tutkuyu (çıkarlardan ayırmak için) açıklamaya başladı
ğına işaret etmektedir.4
Gellner (1983), milliyetçi tutkuları biraz farklı açıklamak
tadır. Milliyetçiliğin gelişim izlerini, modem toplumların ak
saksız işleyebilmeleri için gereken kültürel homojenlik ih
tiyacında aramaktadır. Bu ihtiyaç karşılandığında, destekçi
si modern ulus-devlettir; ancak karşılanmadığında bu du
rum, alternatif ulus-devletlerin kurulmasını isteyen dışlan-
43
mış gruplaşmalar (hegemonik kültürde eritilemeyenler) ara
sında ideolojik hareketlerin büyümesini teşvik etmektedir.
Millet çalışmalanna bir başka etkili yaklaşımsa, "milletle
rin etnik kökenleri"ni inceleyen Anthony Smith'in ( 1986)
yaklaşımıdır. Smith, milliyetçiliğin bir ideoloji ve hareket
olarak tamamen modem bir olgu olduğu konusunda "mo
demistlerle" aynı fikirde olduğu halde, şunu iddia etmek
tedir:
44
dir. Toplulukların kuruluşundaki tarihsel özgüllüğün in
celenmesi önemli olduğu halde, etnik ve milli topluluk
lar arasında (bazen ölçülerinde bir farklılık olsa da) doğal
bir farklılık bulunmamaktadır: ikisi de Andersoncu "haya
li cemaatler"dir.
Topluluğun siyasi açıdan ayn bir şekilde temsil edilme ta
lebi, milliyetçi proje ve söyleme özgü bir şeydir. Bazı devlet
ler ikili veya çokuluslu prensiplere dayansa da (Belçika ve
Lübnan gibi) , Avrupa Birliği benzeri bazı devletüstü (sup
ra-state) siyasi projeler, belli tarihsel anlarda devlet özellik
leri geliştirebilse de, ayn bir şekilde temsil edilme talebi, sık
sık ayn bir devlet ve/veya toprak talebine dönüşebilir. Mil
liyetçi talepler, lskoçya veya Katalonya örneklerinde oldu
ğu gibi, ayn bir devlet yerine bölgesel özerklik kurma ama
cına yönelebilir; ya da Kuzey lrlanda'daki cumhuriyetçi ha
reket veya Pakistan ile birleşmeye yönelik Keşmir hareketin
de olduğu gibi, kendi devletlerini kurmak yerine komşu bir
devletle birleşme taraftan olabilirler. Devlet ve toprak birbir
lerine sıkı sıkıya bağlı olsa da, faaliyette bulundukları yer
den farklı bir yerde devlet kurma iddiasında olan milliyetçi
hareketler de vardır. Hem (lsrail devletini kuran) Yahudi Si
yonist hareket, hem de (Liberya'.yı kuran) siyah Siyonist ha
reket, üyelerine yaşadıkları ülkelerden kitlesel göç çağrısın
da bulunmuştur. Ötekiler ulusal bağımsızlıkları için belli sı
nırlar telaffuz etmemiştir. "Siyah Ulus" , öteki "siyah cema
at eylemcileri"nden veya küresel lslam milleti "Halifeliği" is
teyenleri, öteki adanmış Müslümanlardan ayıran şey, siyasi
egemenlik talebidir. Avusturyalı Marksist Otto Bauer (1940;
bkz. Nimni, 1 99 1 ; Yuval-Davis, 1987a) , Avusturya-Macaris
tan lmparatorluğu'nu oluşturan topraklardaki toplulukların
umutsuz karışımına tek geçerli çözüm olarak, milliyetçili
ğin ve devletin birbirinden ayrılması çağrısında bulunmuş
tur. Bugün çok benzer bir durum, Sovyet lmparatorluğu'nun
45
çökmesiyle ve sömürge sonrası dünyada birçok yerde (Ru
anda gibi) ortaya çıkmaktadır.
Bununla birlikte birçok örnekte, milliyet ve devlet ayrı
mı mevcuttur. Dünyanın birçok yerinde, "anavatanlan"na
veya daha açıkçası kendilerinin, ailelerinin ya da atalarının
geldikleri milli topluluklara kültürel ve siyasi olarak "aidi
yetlerini" sürdüren göçmen topluluklar vardır. Bu "adanmış
diasporalar"ın yükselişini, birtakım faktörler birlikte belirle
mektedir. Öncelikle, nesiller-arası kültürel ve dilsel yeniden
üretimi sağladıkları için, uluslararası seyahat, medya ve ile
tişim araçlarındaki teknolojik ilerlemeler, anavatan ile bağ
ların korunmasını kolaylaştırmıştır. Örneğin "etnik video
lar" , en büyük video piyasasını oluşturmakta ve yaşadıkla
rı ülkelerin kitle iletişim araçlarına erişimi az veya hiç ol
mayan kişilerce tüketilmektedir. Kablolu yayın sistemi ve
ya çanak antenler, birçok insanın kendi milli ve etnik med
yasına doğrudan erişimini sağladığı gibi, dağınık yeni etnik
toplulukların (uluslararası Güney Asya topluluğu gibi) olu
şumunu da sağlamaktadır. Deutch (1966) ve Schlesinger'in
(1987) işaret ettiği gibi:
46
çokktilttirctiltik, ttim sorunsallığıyla birlikte (Üçtincti Bö
ltim'deki tartışmaya bakınız) , göçmenlerin asimilasyonuna
yönelik baskıları bir ölçtide hafifleten hegemonik bir ideo
loji haline gelmiştir. Farklı toplulukların sadece kendi dev
letlerinin iktidarına ve kaynaklarına erişim için değil, aynı
zamanda bu devletlerin kurucu doğaları için de rekabet et
tikleri sömtirge sonrası dünyada stiregelen birçok milliyet
çi mücadele de buna yardımcı olmaktadır. Örneğin diaspora
lrlandalı toplulukların, özellikle de ABD'dekilerin mali, si
yasi ve benzer yardımları olmadan, İrlanda Cumhuriyet Or
dusu'nun (IRA) stiregiden milliyetçi mticadeleleri dtiştinü
lemez. "Yerleşik" en eski diaspora olan Yahudi diasporası
örneğinde, Siyonizmin hegemonyası, birçoklarının bırakın
orada yaşamayı oraya hiç gitmeseler de, lsrail'i ex post facto
-sonradan- "anavatan"larına döntişttirmeleri anlamına gel
mektedir. Ve uluslararası Yahudi desteği, lsrail'in kurulu
şunda ve gelişiminde hayati bir rol oynamıştır (Yuval-Davis,
1987b) . Anderson'un ( 1995) da eleştirdiği gibi, gtintimtiz
deki milliyetçi mticadelelerde diaspora topluluklarının rolü,
yeterli ilgiyi görmemektedir.
Bununla birlikte "diaspora cemaatlerinin" (Brah, 1 996;
lavie ve Swedenburg, 1996; Lemelle ve Kelly, 1 994) ve siya
si stirgtinlerin birbirinden ayırdedilmesi gerekmektedir. Si
yasi stirgünler, genellikle anavatanlarındaki siyasi mticade
lelere katılan bireyler veya ailelerdir; kimlikleri ve topluluk
lara mensubiyetleri, sadece veya en azından öncelikle ana
vatanlarına yönelmeyi stirdtirmektedir ve siyasi durum de
ğişir değişmez "geri dönme" amacındadırlar. Diğer yandan
lrlanda'ya cephane göndermek veya Aralık l 992'de yakılan
Ayodhya camisinin yerine Hindu tapınağı inşa etmek için
"altın tuğla" göndermek de dahil olmak tizere, diaspora ce
maatlerinin, anavatandaki milli mticadelelere katılımı, top
luluğa mensubiyetlerinin bir doğrulaması olarak milliyet-
47
çi söylemden ziyade etnik bir söylem içinde gerçekleştirile
bilir. Kaderleri esasen -melez olarak her iki milli topluluğa
hem ait olmalarına hem de bunların dışında yer almalarına
rağmen- memleketlerinden ziyade, yaşadıkları ve çocukları
nın yetiştiği ülkeye bağlıdır. Muğlaklıkları daha şiddetlidir
ama bununla beraber, göç ettikleri ülkedeki etnik topluluk
ları daha ırksallaşmıştır.
Bhabha (1990) , melezler gibi milli marj inlerdeki insan
ların, kendi karşı-anlatılarını üretmek suretiyle, milletlerin
sürekli yeniden kurulmasındaki özgül rollerini anlatmak
tadır. Nora Ratzel (1994), göçmenlerin Heimat'ı (yurdu) ,
"yerli halk"tan daha az fiziksel bir yer ama daha çok kendi
lerini rahat hissettikleri ve en yakınlan ile sevdiklerinin ya
şadığı yer olarak düşünmeye eğilimli olduklarını ortaya koy
muştur. Öte yandan siyasi sürgünlerin anavatanlarına bağlı
lıkları, sık sık ülkenin iklimi, kokulan ve diğer fiziksel özel
likleri üzerinde yoğunlaşmaktadır ve devlet bir yana insan
lara karşı bile duygulan daha muğlaktır.
Eğer "milletler" , "ulus-devletler" ile özdeşleştirilmeye
cekse, milletin millet olarak kabul edilebilmesine yöne
lik "objektir' özelliklerin olup olmadığı sorulmalıdır. "Mil
letlerin kendi kaderlerini tayin etme hakkı" ile ilgili olarak
Birleşmiş Milletlerce desteklenen yaygın görüşbirliği gözö
nünde bulundurulduğunda, bu soru bütünüyle kuramsal
sayılmaz.
"Millet"in birçok tanımı vardır. Bazıları alışveriş listesi gi
bidir. Stalin'in Ekim Devrimi'nden önce Bolşevikler arasında
"milli sorun uzmanı" olarak geliştirdiği "millet"in bu etkili
"reçete tanımı" buna bir örnektir. Stalin'e göre:
48
Diğer tanımlar, bu alışveriş listesini tamamen gereksiz kıl
maktadır. Örneğin Greenfeld, şu inandıncı iddiada bulun
maktadır:
49
Tüm bu tanımlarda eksik olan şey, Otto Bauer'in vurgu
ladığı ( 1 940: Yuval-Davis, 1987a) , milletlerin kurulmasın
da hayati öneme sahip "ortak kader" hususudur. Bu husus,
geçmişten ziyade geleceğe yönelmiştir ve belirli bir millette
ki bireysel ve toplumsal asimilasyondan daha fazlasını açık
layabilmektedir. Bu, bir yandan bir ortak köken mitinin pay
laşılmadığı göçmen toplumlar ve sömürge sonrası devlet ör
neklerindeki gibi topluluklara ve milletlere halkın öznel
bağlılık duygusunu açıklayabilmektedir (Stasiulis ve Yuval
Davis, 1 995) . Aynı zamanda da, milli bir topluluğun dina
mik yapısını ve göç, doğallaştırma, değişme ve benzeri top
lumsal ve siyasi süreçler vasıtasıyla bu topluluklar içindeki
sınırların sürekli yeniden kurulma süreçlerini de açıklaya
bilmektedir.
Greenfeld'in olası bir millet olarak gördüğü "Dünyanın
Birleşik Devletleri"nin, milli bir topluluk olarak gelişmeden
önce, öteki (galaksiler arası?) ortak kaderlerden ayırdedilen
bir kader duygusunu paylaşması gerekir. Çünkü topluluk
lar, dünyayı "biz" ve "onlar" şeklinde ayıran sınırlar çevre
sinde örgütlenmektedir.
Son iki yüz yıldır dünyada ortaya çıkan çeşitli tipteki mil
liyetçi ideolojileri ve hareketleri sınıflandırma yönünde bir
çok çaba mevcuttur (örneğin Smith, 1971: Sekizinci Bölüm;
Snyder, 1968: Dördüncü Bölüm) . Bazı sınıflandırmalar, bi
limsel "tarafsızlığı" korumaya çalışmış ve (yalnızca Avru
pa'ya odaklı) tarihsel sınıflandırmaları ya da (çeşitli toplum
sal yerlere ve ayrılıkçılığı, pan-milliyetçi kurtuluşu ve ben
zerlerini amaçlayan milli hareketlerin özel hedeflerine odak
lı) toplumsal sınıflandırmaları geliştirmiştir. Milliyetçi pro
jenin özel karakterine dayalı ve hem "etnik soykütüksel"
50
hareketi, hem de "vatandaşlığa ve toprağa bağlı" hareke
ti kapsayan etkili bir sınıflandırma, Anthony Smith (1971;
1986) tarafından geliştirilmiştir. Bu sınıflandırma, ulus-dev
leti, devlet-ulusundan veya Alman terminolojisini kullanır
sak, Kultumation'u Staatnation'dan ayırmaya eğilimli Alman
geleneğini sürdürmektedir (bkz. Neuberger, 1986; Stolcke,
1987).
Michael Ignatieff (1993) ve julia Kristeva (1993) tarafın
dan milliyetçilik konusunda yazılan en yeni kitaplar, bu di
kotomik sınıflandırmayı temelde korumaktadırlar ancak
buna Smith'ten daha fazla, "iyi" ve "kötü" milliyetçilik şek
linde apaçık ahlaksal bir özellik atfetmektedirler. Ignatieff,
"vatandaşlığa bağlı milliyetçiliği" , bireylerin bir cemaate ait
olma ihtiyaçları ile kendi yaşamlarını şekillendirme hakları
nı uzlaştırmalarını sağlayan bir milliyetçilik olarak teşvik et
mektedir (1993: 4). "Vatandaşlığa bağlı milliyetçiliğin" des
teklenişini, dışlayıcı, otoriter ve ırkçı nefret tarafından tü
ketilen "etnik milliyetçiliğin" yükselişine yönelik baskıları
azaltacak bir yol olarak görmektedir. Bu tip baskılar genel
likle Sovyet lmparatorluğu'nun çöküşü gibi kriz ve geçiş dö
nemlerinde artmaktadır.
Kristeva da benzer şekilde, etnik milliyetçiliği ve köken
kültünü, derin bir milli kimlik krizinin tetiklediği bir nef
ret tepkisi olarak görmektedir. Ona göre, demokratik milli
yetçilik, kendi içinde iyi bir şey olmamakla birlikte, bir mil
liyeti olmayan insanların genellikle vatandaşlıktan ve hak
lardan mahrum bırakıldığı modem dünya gerçeği gözönüne
alındığında, en iyi seçenektir. Robert Fine (1994), bu yakla
şımları ve "yeni milliyetçilik" paradigmasına dahil ettiği Ha
bermas'ın (1992) yaklaşımını eleştirmektedir. (Fine, Haber
mas'ın "post-milliyetçi" vatanseverlik kavramının nihaye
tinde Ignatieff ve Kristeva'nın "yeni milliyetçilik" kavram
larından çok da farklı olmadığını iddia etmektedir.) Fine,
51
(iki savaş arasındaki dönemde Avnıpa'daki siyasi değişimle
ri tartışan Hannah Arendt'in [ 1975] bazı görüşlerini kulla
narak) bu iki milliyetçilik biçimi arasında karşılıklı dışlayıcı
kolaycı bir ayrım olamayacağına işaret etmektedir. Hannah
Arendt, temsili hükümetlerin bizzat vatandaşlann çoğunlu
ğunun siyaset yaşamından dışlanması üzerine kurulu olma
sı nedeniyle, modem demokratik ulus-devletin zıtlıklannın
kendi yapısında mevcut olduğunu savunmaktadır. Dördün
cü Bölüm'de ayrıntılı olarak tartışılacağı üzere, vatandaşlığın
bizzat kendisi dışlayıcıdır ve bu nedenle etnik dışlamacılı
ğın tam karşıtı olamaz. Fine'mn öne sürdüğü gibi: "Bu ("ye
ni milliyetçilik"), kendisini etnik bilinçliliğin panzehiri ola
rak sunmaktadır ancak masumiyetin modem siyasi hayatta
yeri ve zamanı yoktur" (1944: 441).
Bir milliyetçilik kuramının hem "iyi" hem de "kötü" mil
liyetçiliği içermesi gerektiğinin ve belli bir milliyetçi hare
ketin bunlardan hangisine girdiğinin kolaylıkla ayırdedile
memesinin farkedilmesi, Thomas Nairn'in (1977) milliyet
çiliği, "modem janus" olarak nitelendirmesine yol açmış
tır. İnsanların evlerinin kapısında duran Roma tanrısı ja
nus'un iki yüzü vardı: aynı anda hem ileriye hem de geri
ye bakar.
Ayrıca farklı tarihsel dönemlerde bir versiyonu diğerleri
ne göre çoğunlukla daha hegemonik olmasına rağmen, mil
liyetçi projeler genellikle çok yönlüdür. Topluluğun farklı
fertleri, az veya çok dışlamacılığa eğilimli, sosyalizm ve/ve
ya din gibi farklı ideolojilerle bağlantılı, çekişme halindeki
kurguları desteklemeye eğilimlidirler. Bütün farklı devletle
ri ve toplumları, değişik tipteki milliyetçilik projelerine gö
re sınıflandırma çabalan, bütün bu tipteki toplumsal feno
men sınıflandırmaları gibi, tarih dışı, imkansız ve yanıltıcı
bir misyon oluşturmaktadır. Bu "tipleri" daha ziyade, milli
yetçi ideoloji ve projelerin belli tarihsel olaylar içinde birbi-
52
rine farklı şekillerle bağlanmış farklı temel boyutları olarak
ele almamız gerekir.
Yukarıdaki yazarlar tarafından ileri sürülen dikotomik sı
nıflandırmaları kullanmak yerine, milliyetçi projelerin üç
temel boyutunu birbirinden ayırmak isterim (Yuval-Davis,
1993) . Bana göre, köken kavramı ile kültür kavramına da
yalı milletlerin kurulmalarından çıkan mülahazaların bir
biriyle karıştırılmaması çok önemlidir. Ayrıca her ikisinin
de, devlet vatandaşlığına dayalı millet kurgusundan analitik
olarak ayırdedilmesi gerekmektedir. Kitap boyunca ayrıntılı
bir şekilde işleneceği üzere, toplumsal cinsiyet ilişkilerinin
farklı yönleri, milliyetçi projelerin her bir boyutunda önem
li rol oynamaktadır ve bunların geçerli şekilde kuramsallaş
tırılması için çok önemlidirler. Kitapta toplumsal cinsiyet
ilişkileriyle ilişkilendirilecek olan milliyetçilik projelerinin
temel bir boyutu, halkların (veya ırkların) özel kökeni etra
fında kurulan soykütüksel boyuttur (volhnation) . Ortak kö
ken veya paylaşılan kan/gen miti, "milletin" en dışlayıcı/ho
mojen biçimlerini kurma eğilimindedir (bkz. ikinci Bölüm).
Milliyetçi projelerin bir başka temel boyutu da, dil ve/veya
din ve/veya başka gelenek ve görenekler tarafından sağlanan
sembolik mirasın, "milletin" "özü" olarak kurulduğu kültür
boyutudur (Kultumation) . Bu tip bir inşa asimilasyona izin
verse de, "organik olmayan" çeşitliliğe karşı fazla hoşgörü
lü değildir (bkz. Üçüncü Bölüm) . Milliyetçilik projelerinin
vatandaşlık boyutu, milletin sınırlarını belirleyen vatandaş
lığa odaklanmakta ve böylece onu devlet egemenliği ve belli
bir toprağa bağlılık ile doğrudan ilişkilendirmektedir (bkz.
Dördüncü Bölüm).
53
Milletlendirilmiş Cinsiyet ve
Cinsiyetlendirilmiş Milletler
54
ferdi olmalanyla ilgilidir. Değişik milli projelere göre, belli ta
rihsel koşullarda, çocuk doğurabilecek yaştaki kadınlann ba
zılan veya hepsi kimi zaman rüşvetle ve hatta kimi zaman da
zorla, daha az veya çok çocuk doğurmaya davet edilmektedir.
ikinci Bölüm'de tartışılan ve bu örneklere uygulanan üç te
mel söylem şunlardır: milli topluluğun nüfusunun korunma
sını ve genişletilmesini milli çıkarlar için hayati olarak gören
"iktidar olarak halk" söylemi; ilk söylemin aksine çocuk sa
yısının azaltılmasını, gelecekteki milli felaketleri önlemenin
yolu olarak gören Malthusçu söylem; ve köken ve sınıf açı
sından "uygun" olanları daha çok çocuk sahibi olmaya, diğer
lerini ise olmamaya teşvik ederek, "milli stokların kalitesi"ni
artırmayı amaçlayan öjenist söylem.
1994 tarihli Nüfus ve Kalkınma Politikaları konulu BM
Kahire Konferansı'ndaki ve öncesindeki sıcak tartışmaların
da gösterdiği gibi bu politikalar, hem Kuzey'de hem de Gü
ney'de günümüz siyasetinin merkezinde yer almaktadır. Bu
milli boyutu dikkate almayan kadınların üreme haklarına
ilişkin tartışmalar, ciddi biçimde eksik kabul edilebilir. Ay
nı zamanda nüfus politikalarının cinsiyetlendirilmiş karak
teri dikkate alınmadığı sürece, kalkınma, ekonomi, refah,
vb. ile ilgili ulusal (ve uluslararası) politikaların tartışılma
sı, eksik olacaktır.
Bu politikaların önemli bir boyutu, az veya çok oranda
milletin "genetik havuz"una ilişkin görüşlerdir. Milli toplu
luğun en temel örgütlenme ilkesi olarak soykütüğü ve kö
kene odaklanan milliyetçi projeler, öteki milliyetçi projeler
arasında dışlamacılığa en eğilimli olanlardır. Sadece belir
li bir topluluk içinde doğmuş olmakla, onun tam üyesi olu
nabilir. Milliyetçi gündemde evliliğin, döllenmenin ve dola
yısıyla cinselliğin denetlenmesi eğilimi yüksektir. "Irk" kur
guları, ortak genetik havuz kavramına eklendiğinde, soy ka
rışımı (miscegenation) korkusu, milliyetçi söylem için mer-
55
kezi hale gelmektedir. Bu kendi aşırılığı içinde, "adi ırkın"
fertlerinin "bir damla kanı"nın bile, "üstün ırkın" kanını
"lekeleyebileceğini" ve "kirletebileceğini" kabul ettiren "tek
damla kuralını" (Davis, 1993) kapsamaktadır.
56
re) "kadınların kurtuluşu" veya "kadınların geleneği takip
etmesi" meselelerine ilişkin söylem ve mücadeleler, birçok
modemist ve anti-modemist milliyetçi mücadelenin merke
zinde yer almaktadır.
Toplumsal cinsiyet ilişkilerinin milliyetçi projelerdeki
merkezi rolünü anlayabilmek için, farklı projelerde farklı şe
killerde ve toplulukta farklı konumlanmış kişiler tarafından
kullanılabilen, ihtilafa yol açan dinamik bir kaynak olarak
kültürün incelenmesi gerekir. Üçüncü Bölüm, çağdaş küre
selleşme süreçleri içinde, bir yandan çokkültürlülük proje
lerine, diğer yandan kültürel ve dinsel köktenciliğe ait hu
susları araştırmaktadır. Aynca bunların, toplumsal cinsiyet
ilişkileri ile kültürel kimlikler ve toplumsal farklılık kavram
ları üzerindeki belli etkilerini de tartışmaktadır.
Vatandaşlık ve Farklılık
57
göç ve iltica mevzuatında erkeklere yönelik olandan fark
lı düzenlemeler öngörme eğilimi vardır. Son onbeş yıldır,
Batı'daki eşit fırsat mevzuatı, bu keskin ayrımcılığı azalt
mış olsa da, hiçbir şekilde yok edememiştir (Bhabha ve
Shutter, 1994) .
Bununla birlikte kitapta vatandaşlık kavramı, sadece ya
sal olarak pasaport taşıma veya belirli bir ülkede oturma
hakkından daha geniş bir anlamda ele alınacaktır. T.H.
Marshall'ın (1950; 1975; 1981) medeni, siyasi ve toplum
sal hak ve sorumlulukları içerecek şekilde "bir cemaate tam
üyelik" biçimindeki vatandaşlık tanımı izlenmektedir. Bu
nedenle vatandaşlık, yerli, etnik, devlet ve çoğunlukla da
devlet ötesi cemaatlerle ilişkili, çeşitli ve çok-katmanlı ola
rak algılanmaktadır. Kadınların bu cemaatlerdeki vatandaş
lığının, genellikle ikili bir yapısı vardır: bir yandan kadın
lar, genel vatandaşlar bütününe dahildir; diğer yandan her
zaman kadınlara özgü kurallar, düzenlemeler ve politika
lar mevcuttur.
Elbette toplumsal cinsiyet, insanların vatandaşlığını etki
leyen tek faktör değildir. Etnisite, sınıf, biyolojik cinsiyet,
yetenek, ikametgah yeri vb. de bunu etkilemektedir. Vatan
daşlığın ne ölçüde bireysel veya kolektif bir nitelik olarak
görülmesi gereği ve bunun vatandaşlık haklarının dağılımı
nı ve kuruluşunu nasıl etkilediği, Dördüncü Bölüm'de ince
lenen konulardır.
Dördüncü Bölüm ayrıca, kadınların özel alandaki, erkek
lerin de kamusal alandaki klasik yerlerini ve bunun vatan
daşlık kurgularını ne şekilde etkilediğini incelemektedir.
Benzer şekilde, özel/kamusal dikotomisi gibi, vatandaşlı
ğın karşılaştırmalı tipolojisine bir temel teşkil eden pasif
ve aktif vatandaşlık kavramlarını da araştırmaktadır (Tur
ner, 1990).
58
Cinsiyetlendirilmiş Ordular, Cinsiyetlendirilmiş Savaşlar
59
yanısıra mücadelelerinin altında yatan değer sistemlerinin
de tanınacağı bir koalisyon politikası olarak bir çaprazlama
siyaset modeli geliştirmeye başlamıştır. Çaprazlama siya
set modeli, Elizabeth Spelman'ın şu uyarısına katılmaktadır:
60
iKiNCi BÖLÜM
MİLLETİN BİYOLOJİK YENİDEN ÜRETİMİ
VE KADINLAR
61
alınacak olan nüfus ve üreme haklanna ilişkin özel sayısının
editoryal yazısında, "biyoloji, evlilik ilişkileri ve akrabalık
yükümlülüklerinin, kadınların kendi doğurganlıklan konu
sunda karar verme özgürlüğünün önüne geçebileceği" belir
tilmektedir (1994: 4) . Bu bölümün iddiası, kadınlann ken
di etnik ve milli topluluklanndaki ve yaşadıklan ve/veya va
tandaşı oldukları devletlerdeki konumlanışlannın ve bu et
nik ve milli cemaatlere ve devletlere karşı yükümlülükleri
nin, onların üreme haklarını etkilediği ve bazen de bu hak
ların üzerinde tasarruf sahibi olabildiğidir.
Ancak çeşitli milliyetçi söylemlerde kadınlan "topluluğun
taşıyıcıları" olarak kurmak için sıkça kullanılan özgül yolla
n tartışmaya başlamadan önce, kadınlann üretken rolleri ile
millet kurgulan arasındaki kesişmeler incelenecektir.
Kan ve Aidiyet
62
luluk mensupları arasındaki cinsel ilişkilerle de ilgilenme
leri tesadüf değildir. Benzer biçimde, İsrail faşist partisi
Kach'ın lideri Rabbi Kahana'mn İsrail Parlamentosu üye
siyken verdiği ilk (ve tek) yasa teklifi, Yahudilerle Arap
lar arasında cinsel ilişkinin yasaklanmasına ilişkindi. Gü
ney Afrika hükumetinin apartheid'ı (ırk ayrımı) kaldırma
yolundaki en önemli adımlarından biri, farklı "ırklardan"
insanların cinsel ilişkilerine ve evlenmelerine yasal olarak
izin vermekti.
Milli bir topluluğa yeni bir bebeğin katılımı, elbette sadece
biyolojik bir mesele olmaktan uzaktır. Farklı din ve örf-adet
kurallarına göre, çocuğun üyeliği, sadece babanın (Müslü
manlıktaki gibi) veya annenin (Yahudilikteki gibi) üyeliğine
bağlı olabilir veya her ikisininkine ya da gönüllü seçime açık
olabilir. Çocuklar "karma ebeveynden" doğarak topluluğun
parçası haline geldiklerinde ve aksi durumda çeşitli kural ve
düzenlemeler yürürlüktedir. Bunlar Güney Afrika'daki gi
bi ayn bir toplumsal kategori; kölelik zamanlanndaki gibi,
"alt" bir topluluğun parçası ya da -daha nadir olmasına rağ
men- Meksika'da İspanyol yerleşimcilerle, aristokrat kızıl
derililer arasındaki evliliklerdeki gibi, daha "üst" bir cemaa
tin parçası sayılabilirler (Gutierrez, 1995) . Toplumsal gele
neklerin yamsıra yasal düzenlemeler de burada hayati önem
taşımaktadır. 1 970'lerde Ganalı bir adam, İngiltere Göçmen
Kanunu'nun babalık maddesini öne sürerek ve Afrikalı bü
yükannesinin İngiliz büyükbabası ile yasal olarak evlendiği
ni belirterek, kendisinin İngiliz kökenli olduğunu iddia et
meye çalışmıştır. O dönemde hiçbir İngiliz erkeğin Afrikalı
bir kadınla gerçekten evlenmeyeceğini öne süren hakim, id
diayı reddetmiştir (WING, 1985).
Milletlerin örgütleyici ilkesi olan "ortak köken"in önemi
duruma göre değişmektedir. İsviçre ve Belçika gibi bazı mil
letlerde, birtakım belli etnik gruplaşmalar "millet"i oluştur-
63
maktadır. ABD veya Avustralya gibi göçmen toplumlarda,
"ortak köken"den ziyade "ortak kader" , "millet"in kurulu
şunda önemli bir faktör olabilir. Ancak yine de göçmenlik ve
doğum politikalannı da kapsayan millet kurma süreçlerinin
temelini oluşturan "köken" ve kültürün açıkça olmasa da
zımnen bir arzu edilebirlik hiyerarşisi mevcuttur (Stasiulis
ve Yuval-Davis, 1995). Kadınlann yurtiçi, yurtdışı göçmen
ve mülteci olarak konumlan, sınırların milliyetçi kurguları
tarafından derinden etkilenirken, ayrımcı milli doğum poli
tikaları da "millet" içindeki tüm kadınların hayatlarını etki
leyebilmektedir.
"Ortak köken" , özgül milliyetçi projelerin en önemli bo
yutu olmadığında bile, "gerçek" kökenini bilmek, kişinin
kimliğini ve belli etnik ve milli topluluklarla özdeşleşmesi
ni derinden etkileyebilmektedir. Marilyn Strathem (l 996a;
1 996b), çocuk kavramının (sürekli bir katılım sürecinden
ziyade) tek bir cinsel eylemin sonucu olduğu fikri gibi, bu
nun da özgül bir Avro-Amerikan kültürel kurgusu olduğu
nu iddia etmektedir. Evlatlık ve yapay döllenme yoluyla do
ğan çocukların -onlara bakan ve besleyip büyüten ebevey
nini kabul etmek yerine- "hakiki" ebeveynini arayışlan, Ba
tı modeli kimlik kuruluşunun ışığında değerlendirilmelidir.
Bu konuda ilginç bir örneğe, 1 995 yılında İngiliz basınında
yer alan bir haberde rastlanmaktadır: Bu haber, bebekken
Yahudi bir aile tarafından evlat edinilen ve evlatlık işlem
lerine ilişkin belgelere ulaşmasına izin verildiğinde aslın
da "Yahudi" değil "Arap" olduğunu öğrenen bir adama iliş
kindir. Londra'daki öğrencilikleri sırasında tanışan bir İn
giliz kadını ile Kuveytli bir adamın ilişkisi sonucunda doğ
muştur. Adam, "biyolojik" babasının kendisiyle hiçbir şekil
de ilgilenmediğinin farkında olmasına karşın, Kuveyt vatan
daşlığını elde etmek için (muhtemelen nafile) bir yasal sava
şa girişti. Bir ailenin yanısıra etnik ve milli bir topluluk üye-
64
liği, bu köken arayışının nihai hedefiydi. Bu konudaki her
hangi bir belirsizliğe izin vermemek için, lsrail'deki taşıyı
cı anneliğe ilişkin kanun, taşıyıcı anne ile "hakiki" anne
nin dinsel kökenlerinin aynı olması gerektiğini belirtmekte
dir (Ma'ariv, 10 Temmuz 1996) . 1980'li yıllarda lngiltere'de
birçok yerel otoritenin ırklararası velayet ve evlat edinmeye
izin vermeme çabası, bireysel kimlik, aile üyeliği ve toplulu
ğun aşılamaz sınırlan arasında özselci doğrusal bir ilişki ol
duğunu varsaymaktadır.
Genetik mühendisliğindeki yeni gelişmeler ve belirli has
talıklara yakalanma ihtimalimizi ve bunun yanısıra ahlaki ve
toplumsal yeteneklerimizi belirlediği varsayılan çok sayıda
ki genin tanımlanışı, biyolojik kökeni bilme ihtiyacı için ye
ni tıbbi sebepleri öne çıkarmaktadır. Bununla birlikte gene
tik zeka kuramlanna ilginin yeniden canlanması (Herrnste
in ve Murray, 1 994) , sözde bilimsel çıkarlar ve toplulukla
nn ırka dayalı kurgulan arasındaki karşılıklı yakın ilişkiyi
bir kez daha göstermektedir.
Bir yanda insanlann "hakiki" biyolojik kökenlerini keşfet
me ihtiyacı ve bunun kimlik kurgulan üzerinde doğrudan
etkileri yer alırken diğer yanda tıbbi ve genetik mühendis
lik gelişmelerinin insan -ve son zamanlarda da hayvan (do
muz)- bedeninin parçalannın naklini sağlaması gülünçtür.
Kalp gibi hayati ve sembolik önemi olan organlar sözkonu
su olduğunda bile, bu gelişmelerden ikincisi, insanlann ken
dilerinin -ve ötekilerin- kim olduğuna dair algılamalannı et
kiliyor gibi gözükmemektedir. Bu biyoloji/kimlik söylemin
de, bedenin bazı bölümleri ötekilere göre kimlikle daha doğ
rudan bağlantılı görülmektedir. Yapay döllenme ve "taşıyıcı
annelik" meselelerine ilişkin ahlaki ve yasal tartışmalar, "döl
yatağı olarak kadın" ve düşük ekonomik ve etnik konumda
ki kadınlann üreme yetisinin metalaştınlması tartışmalannın
merkeziliğini kanıtlamaktadır (Rayınond, 1 993).
65
Bu metalaştırma aynı zamanda, kadın ve bebek ticaretin
de ve araştırma ve organ nakli amaçlı, insanı dehşete düşü
ren, cenin ve çocuk organı ticaretinde uluslararası bir boyu
ta sahiptir (1993: 187). Buradaki ilişki sadece ekonomik ka
zanç sağlamak veya bir çocuğa sahip olmak için yanıp tutu
şan, üreme "ürünleri" satan ve alan tek tek bireyler arasında
değil, aynı zamanda yüksek ve düşük milli doğum oranlarına
sahip güçlü ve güçsüz milli topluluklar arasındadır.
Kadınların çocuk sahibi olmaya ya da -özellikle de doğum
öncesi uygun testlerin gelişimiyle birlikte- istedikleri cinsi
yetten çocuğa sahip olmaya teşvik edilmeleri, bundan vaz
geçirilmeleri, bazen de bu konuda baskı görmeleri ile taşı
yıcı annelik ve evlat edinme de, milliyetçi projeleri belli ta
rihsel dönemlerde kuran hegemonik söylemlere bağlıdır. Üç
temel söylemden birisi veya birden fazlası, milliyetçi nüfus
kontrol politikalarına egemen olma eğilimindedir. Bu söy
lemler, "iktidar olarak halk" dediğim söylem; öjenist söylem
ve Malthusçu söylemdir. Bu politikaların uygulanma süreç
leri ve kadınların bunlara tepkilerinin ayrıntılı incelenmesi
bu kitabın kapsamını aşsa da, sözkonusu söylemler bu bölü
mün ileriki kısımlarında anlatılacaktır.
66
üçüncü çocuğu içinse bunun iki katını ödül olarak sunmak
tadır. Japonya, bugünlerde tarihinin en düşük doğum ora
nına sahip olduğu için endişelenmektedir (çocuk yetiştirme
koşullan çok kötü olduğu için Japon kadınlarının "doğum
grevi"ne gittikleri yönünde bir söylenti mevcuttur) . TV rek
lamları, insanlara hararetle "Çocuğunuz için bir erkek (ve
ya kız) [sici kardeş getirin" tavsiyesinde bulunmaktadır. Bu
kampanyanın resmi gerekçesi "millet"in refahıdır: Japon
ya'nın nüfusunun azalması, "işgücü kıtlığına, ekonominin
yavaş büyümesine ve yaşlılara yönelik sosyal hizmetleri des
teklemek için daha büyük vergi yükü"ne yol açacaktır. Yine
de bu kampanya, Japon imparatorluğunun iyiliği için ger
çekleştirilen 1 930'lann baskıcı "üre ve çoğal" kampanyasını
anımsatmaktadır (WGNRR, 199 1 ) .
Avustralya gibi göçmen toplumlarda, "çoğal veya yok ol"
çağrısı yapılmaktadır (deLepervanche, 1989) . Oradaki "mil
let yaratma" sürecinin yaşayabilmesi için, halkın belli bir
"kritik" sayıda olmasının hayati olduğu düşünülmektedir.
Bu hedefi gerçekleştirmenin hızlı bir yolu olarak dışardan
göç teşvik edilmekte, ancak "san tehlike" olarak yorumla
nan Asyalılar gibi, "istenmeyen ögeler"i dışarda tutacak ön
lemler baştan alınmaktadır. lsrail'de de insanların ülkeye
yerleşmelerini sağlamak için, dışardan göç yoğun bir şekil
de teşvik edilmektedir. Bu örnekte tercih edilen göç daha
da dışlayıcıdır - yani Eşkenazi (Batılı) ve Mizrakhi (Doğu
lu) gibi az çok "tercih edilebilir" Yahudi topluluklarını da
hil etse de, Yahudi göçüdür. Bununla birlikte Avustralya'da
ki seyrek Aborijin nüfusunun aksine, yerli Filistin nüfusu,
Siyonist Yahudi yerleşim projesine şiddetle karşı koymuş ve
"millet yaratma" sürecinin askeri boyutu ağır basmıştır (Ab
do ve Yuval-Davis, 1995; Ehrlich, 1987) . Yahudi kadınlan
daha fazla çocuğa sahip olmaları yönünde teşvik etmek için,
çocuk ödenekleri, doğum izni ve devletin kuruluşundan
67
sonraki yıllarda (Sovyetler Birliği'ndeki benzer bir politika
yı izleyerek) on veya ondan fazla çocuk sahibi olan "kahra
man anneler" için ödül ilanını da kapsayan çeşitli politika
lar geliştirilmiştir.
Filistinlilerle yapılan "demografik yarış", İsrail tarihinde
önemlidir (Portuguese, 1996; Yuval-Davis, 1989) . İsrail Dışiş
leri Bakanı olarak İsrail'in (1967 savaşından beri işgal altında
olan) lşgal Altındaki Topraklardan (çok kısmi olarak) çekil
mesi yönündeki istekliliğini açıklayan Şimon Perez'in, "Poli
tika, coğrafya değil, nüfus meselesidir" demeci İsrail basının
da (Ekim 1993) yer almıştır. Lübnan, Kıbrıs ve (eski) Yugos
lavya gibi aynı topraklar için mücadele eden iki milli grup ara
sında milli anlaşmazlıkların olduğu başka toplumlarda, "de
mografik denge"ye benzer bir önem verilmektedir. Örneğin
Slovenya'da en büyük parti olan Demos platformu 1991'de,
açıkça "kadınların milletin gelecekteki askerlerini kürtajla al
dırma hakkı olmamalıdır" beyanında bulunmuştur. Polon
ya'da 1989'da kürtajın suç sayılmasına yönelik argümanlar
dan birisi, büyük nüfus ihtiyacına kanıt olarak, Polonya'nın
Kızıl Ordu karşısında 1920'deki zaferine atıfta bulunmaktadır
(Fuszara, 1993) . Aynca Kuzey İrlanda sorununa çözüm bu
lunmasına yönelik baskıların, büyük ölçüde Katoliklerin çok
geçmeden oradaki en kalabalık nüfus haline gelecek olması
yüzünden arttığına ilişkin iddialar mevcuttur.
"Demografik yarış" , sadece mücadele edilen topraklar için
milli bir anlaşmazlık olduğunda değil, aynı zamanda hege
monik topluluğun hegemonyasını elde tutmak için etnik bir
çoğunluğun hayati göıülmesi durumunda da oluşabilir. An
gela Davis, 1906'da Başkan Roosevelt'in "kasti kısırlaştırma
ya -ki cezası milli ölüm, ırkın intihan olan tek günah- baş
vuran beyaz iyi aile kadınlarını nasıl uyardığını" anlatmak
.
tadır ( 1993: 35 1 , aktaran Portuguese, 1996: 33-4) . Son za
manlarda Bulgaristan'da hükümet benzer kaygılarla, daha
68
yüksek doğum oranına sahip olan Türk ve Romen azınlık
larla "demografik yarış" içindeki etnik Bulgar kadınlarını
daha çok çocuk sahibi olmaları yönünde teşvik edecek pol
tikalar uygulamaktadır (Petrova, 1993) .
Kadınların daha çok çocuk yetiştirmeleri yönündeki bas
kı, milli bir felaketin üstesinden gelmek için kullanılan mil
li bir strateji de olabilir. Örneğin Rusya'daki doğum-yanlı
sı politikalar, devrim ve iç savaş sonrasında nüfusun tüken
mesine doğrudan bir karşılıktı (Riley, 198lb: 193, Portu
guese içinde, 1996: 48) . Benzer şekilde lsrail'de de doğum
yanlısı ideolojiler sadece Siyonist yerleşim projeleri ile değil,
6 milyon Yahudinin öldüğü Nazi Soykırımı ile de bağlantı
lıdır. Çocuk sahibi olmamak -veya Yahudi cemaatinin "dı
şından" biriyle evlenmek ve çocuk yapmak bile- "demogra
fik Soykırım"a bir katkı olarak düşünülmektedir. l 980'le
rin başında İçişleri Bakanlığı'ndan kıdemli bir memur, yasal
kürtaj üzerinde düşünen Yahudi kadınlarına, "yaşam-yanlı
sı" hareket görüntüleriyle hem ceninlerin öldürülen bebek
ler olarak gösterildiği hem de Nazi toplama kamplarındaki
Yahudi çocukların görüntülerinin yeraldığı bir videoyu zor
la seyrettirme girişiminde bulunmuştur (neyse ki becereme
miştir) (Yuval-Davis, 1989: 99) .
Tabii ki kadınların, millet uğruna çocuk doğurmaya zor
lanmalarının doruk noktası, SS erkeklerin "saf stok" için Ari
kadınlardan mümkün olduğunca çok çocuk sahibi olma
ya teşvik edildikleri Lebensborn programı ile Nazi Alman
yası'nda gerçekleşmiştir. Erkeklerin kadınlarla evlenmesi
beklenmiyordu ve çocuklar devlet tarafından yetiştiriliyor
du (Koontz, 1986: 398-402) . Bununla birlikte Naziler, bel
li Alman kadınlarını çocuk sahibi olmaya zorlarken, bazıla
rını da olmamaya zorlamıştır. Bu, onların milli üremeye iliş
kin öjenist söylemlerinin bir parçasıdır: "Erkeklerin kadın
lar için mücadelesi, sadece en sağlıklılara çoğalma hakkı-
69
nı veya fırsatını verir" (Hitler, Mein Kampf, aktaran Koon
tz, 1986: 402).
Ôjenist Söylem
70
tır ve bu tür programlar, ABD'nin bazı Güney eyaletlerinde
1970'lere kadar resmen uygulanmıştır. Eylül 1 994'te Kahi
re'de düzenlenen BM Nüfus ve Kalkınma Politikaları Konfe
ransı'nın Sivil Toplum Örgütleri Forumu'ndaki bildirilerde,
hem Kuzey hem de Güney'deki birçok ülkede engelli kişile
ri hedef alan benzer yapıdaki (resmi politikalar olmasa da)
pratikler anlatılmıştır. Genetik mühendisliğinin, bu eğilimi
gelecekte daha da teşvik etmesi muhtemeldir.
Ancak öjenist milli üreme kurguları, gelecek neslin fizik
sel "sağlığı"ndan daha öte bir şeyle ilgilenmektedir: "ulu
sal stok" ve kültürel özelliklerin biyolojikleştirilmesi. lngil
tere'de Kraliyet Nüfus Komisyonu l 949'daki raporunda şu
açıklamada bulunmuştur:
71
sırlaştınlmayı kabul ettikleri takdirde 10.000 dolarlık nakit
ödül verilmiştir (Heng ve Devan, 1992). Her zaman bariz ol
masa da ve her yerde aynı ölçüde rastlanmasa da birçok ül
kede, nüfusun (sınıf, etnisite, "ırk" ve çoğunlukla bunların
hepsine birden dayalı) farklı katmanlarına yönelik ayrımcı
bir şekilde, çocuk doğurmaya teşvik ve caydırma politikala
rı mevcuttur.
Örneğin Tamar Lewin (WGNRR, 1991) Kansas'ta (uzun
dönemde yavaşça kana karışan kimyasal gebelik önleyici
içeren) Norplant çubuklarının deri altlarına yerleştirilme
si için, sosyal yardım alan annelere (çoğu siyah) 500 dolar
artı yılda 50 dolar ödenmesine dair bir plandan bahsetmek
tedir. Sağ kanattan bir "yaşam hakkı" temsilcisi tarafından
önerilen program, "sosyal yardım alan siyah anneler arasın
da artan yoksulluk yüzünden" yerli bir gazetedeki başyazı
da desteklenmişti. Norplant ile ilgili geniş çaplı deneylere
-Norplantın verildiği kadın grupları dikkatle seçilmiştir
katılan Kuzey'deki tek ülke ABD'dir. Kötü şöhrete sahip De
po-Pravera enjeksiyonu (hayatı tehdit edici yan etkileri yü
zünden birçok ülkede yasaklanan uzun dönemli gebelik ön
leyici) ve (Quinacrine benzeri onaylanmamış cerrahi olma
yan kısırlaştırma yöntemlerini de kapsayan [Berer, 1995 ] )
kısırlaştırmalar gibi güvenli olmayan gebelik önleme araçla
rının, lngiltere'den Avustralya'ya birçok Batılı ülkede mün
hasıran yoksul ve azınlık kadınlarına verildiği yaygın ola
rak bilinmektedir (Reproductive Rights Campaign bülten
leri, 1981-3) .
Malthusçu Söylem
72
de nüfusun kontrolsüz bir şekilde sürekli artışının ("patla
masının") ulusal (veya uluslararası) bir felaket getirebilece
ği korkusu vardır (Hartman, 1987). Buralardaki nüfus kon
trol politikalarının temel hedefi genel büyüme oranının dü
şürülmesidir. Bu tür politikalar için kadınlar çoğunlukla
"tutsak" hedef nüfustur. Örneğin Brezilya'da sezaryen yapı
lan kadınların %45'inin kısırlaştırıldığı bildirilmiştir (Bradi
otti vd. , 1994: 144) ve bu tür hikayelere başka yerlerde de
rastlanmaktadır. Hindistan'da 1970'lerde "olağanüstü hal"
sırasında, kısırlaştırma politikaları temelde erkekleri hedef
almıştı. Bu, Kongre Partisinin bir sonraki seçimlerde ken
di kalesinde yenilgiye uğramasının ana nedenlerinden bi
ri olarak düşünülmüş ve bunun sonucu olarak kadınlar nü
fus kontrol politikalarının neredeyse tek hedefi haline gel
miştir. Kadınların özellikle hastanelerde doğum yaparken
kısırlaştırılmasına dair yıllık hedef rakamlar bulunmasına
karşın, erkeklerin meni kanalı ameliyatı ( vazektomi) nere
deyse ortadan kalkmıştır ( 1994'teki BM Kahire Konferan
sı'ndaki sözlü sunuş) .
Bir İngiliz din adamıyken ekonomist olan Thomas Malt
hus, 1800 yılından önce, gezegenin küresel gıda kaynakla
rından daha hızlı artan insan nüfusunu uzun süre besleye
meyeceği kehanetinde bulunmuştur. Bunu, insan nüfusu
nun her nesilde geometrik hızla artmasına karşın, gıda arzı
nın sadece aritmetik hızla artışı ile açıklamaktadır. Savaşla
rın ve katliamların yanısıra, yoksulluğun, kıtlığın ve salgın
hastalıkların yol açtığı sefalet, insan nüfusunu kontrol altın
da tutabilirdi. Bununla birlikte Hartman'ın yorumladığı gi
bi ( 1987: 13-14), Malthus iki temel hususta yanılmıştır. Bi
rincisi nüfus artışı, sadece "doğal" felaketlerle değil, bireyle
rin gönüllü seçimleriyle de yavaşlayabilir ve sonunda denge
lenebilir. İkincisi Malthus, gezegenin artan insan nüfusunu
besleme kapasitesini ve bunun sonucunda ortaya çıkan in-
73
san üretimi ile üreme oranlan arasındaki çok farklı ilişkile
ri gözardı etmiştir.
Bununla birlikte Malthusçu tarzdaki kehanetler, gittik
çe daha çok Üçüncü Dünya ülkelerine odaklanmasına rağ
men, düzenli aralıklarla işitilmeye devam etmektedir. Stan
ford Üniversitesi biyoloğu Paul Ehrlich tarafından 1968 yı
lında yazılan The Population Bomb adlı kitap bu açıdan çok
etkilidir. Üçüncü Dünya'daki nüfus artış hızına odaklana
rak, Batılı olmayan "ötekiler" tarafından "yutulma"ya iliş
kin ırkçı korkuyu, sömürge sonrası dönemde Üçüncü Dün
ya ülkelerindeki yoksulluğun ve düşük yaşam standardının
sürüp gitmesine dair suçlu Batılı liberal vicdanlara yönelik
kolaycı bir açıklama ile birleştirmiştir. Yine de hepsinden
önemlisi, Malthusçu söylem, sadece ideolojik bir söylem ol
mayıp, birçok Üçüncü Dünya ülkesinde, ülkenin ekono
mik ve toplumsal sorunlarını çözmede temel bir strateji ola
rak nüfus politikalarının mihenktaşı haline gelmiştir. "Kon
trol edilemez" nüfus artışının bir sonucu olarak işgücü arzı
ve talebi arasındaki denge ciddi biçimde tehdit edildiği tak
dirde, ekonomik ve politik sistemin istikrarsızlaşması kor
kusu mevcuttur.
Bu anlamda en ileri giden ülke Çin'dir. 1950'lerde Mao,
halkı milli iktidarın ve kaynakların bir parçası olarak görür
ken, 1 970'lerde politika tamamen tersine dönmüştür. Çin
li ailelerin birçoğunun birden fazla bebek sahibi olmama
ları için (bazı azınlıklara ve kırsal kesimden ailelere eğer
ilk çocukları kız ise, iki çocuk izni verilmiştir) sert önlem
ler alınmıştır. Bunlara uymaktan kaçınmanın en aşın ceza
sı, ebeveynin işsiz bırakılması ve çocuğun eğitimden mah
rum edilmesidir. Yine de kısmen ayrımcı politikaların sonu
cu olarak, kısmen de devlet kontrolünün şehirlerde ve ülke
nin merkezi bölgelerinde daha etkili olması yüzünden, bu
politikaların etkileri oldukça eşitsizdir. Bu durum, geri kal-
74
mış kırsal bölgelere ve azınlık gruplarına doğru demografik
bir kaymaya neden olmuştur. Buna tepki olarak Çin'in daha
öjenist nüfus kontrol politikalarına yöneldiğine dair işaret
ler mevcuttur: " Çin, 'düşük kalitedeki yeni doğumları önle
mek ve bütün nüfusun standartlarını yükseltmek' için kür
tajı, kısırlaştırmayı ve evlilik yasaklarını kullanacaktır" (ak
taran resmi Yeni Çin Haber Ajansı, Washington Post, 22 Ara
lık 1 993). Tibetliler gibi birtakım cemaatlere karşı sert nü
fus kontrol önlemleri alındığına dair haberler alınmaktadır
(Lentin, yayımlanacak) .
Malthusçu politikaların etkisi oldukça cinsiyetçidir. Ço
cuk sayısının kısıtlanması yönünde güçlü baskıların oldu
ğu ve erkek çocuklara toplumsal ve ekonomik nedenlerle
daha çok değer verildiği yerlerde, kürtaj ve bebek cinayetle
ri çoğunlukla kız bebeklere yönelmiştir. Malthusçu politika
lar uygulanmaya başladıktan sonra, Çin ve Hindistan'ın köy
lerinde doğan belli yaş gruplarının %100'ünün erkek oldu
ğuna dair söylentiler vardır. Aynca uluslararası evlat edin
me için kız çocuklara çoğunlukla daha kolay erişilmektedir.
Güney'deki katı nüfus kontrol önlemlerinin ardında ya
tan "milli çıkar" çoğunlukla hükümet inisiyatifinin bir so
nucu olmayıp, Kuzey'in (özellikle de ABD'nin) kendi "mil
li çıkarları"nı algılayışı yüzünden dışardan teşvik edilmek
tedir. Birkaç yıl önce dışarıya sızan bir CIA raporunda, yük
sek doğum oranlarının "Üçüncü Dünya'da siyasi istikrar
sızlığa yol açtığı ve bunun Birleşik Devletler için güvenlik
sorunları yaratabileceği" anlatılmaktadır (WGNRR, 199 1 ) .
Reagan yönetimi, "kalkınma" yardımının parçası olarak
nüfus kontrolü için 3 milyar dolar vermiştir ki bu john
son, Nixon, Ford ve Carter zamanında bu amaçla harca
nan toplam miktarın üç katıdır (Hıristiyan sağın baskıları
yüzünden, kürtaj hizmetlerini destekleyecek her türlü yar
dımı yasaklamalarına karşın) . Elizabeth Sobo'nun (WGN-
75
RR, 1 99 1 ) belirttiği gibi, Afrika halkının nüfus yoğunlu
ğu Avrupa'nın onda biri olmasına rağmen, Birleşik Devlet
ler Uluslararası Kalkınma Ajansı (USAID) , Sahra altı Afri
kası'ndaki 45 ülke (hepsi) ile içlerinde Meksika ve Filipin
ler de olmak üzere toplam 95 ülkeye, aile planlaması ama
cıyla para vermiştir.
Yeni Dünya Düzeninde, diğer kalkınma finansmanı tür
lerine uyguladığı baskı nedeniyle Dünya Bankası, nüfus po
litikalarının oluşumunda kilit bir rol oynamaktadır. Böyle
ce nüfus kontrol önlemleri, "yapısal uyum" paketinin par
çası haline gelebilmektedir. Kısırlaştırılmaları veya IUD'ler
den Depo-Pravera'ya, Norplant'a ve Quinacrine'e kadar di
ğer uzun dönemli gebelik önleyicileri kullanmaları yönünde
kadınlar (hemen her zaman sadece kadınlar, özellikle de se
zaryenle doğurduktan sonra kolay bir "tutsak seyirci" olan
kadınlar) üzerinde büyük bir baskı vardır. Bazen kullanılan
araçlar çok kurnazcadır. Görünüşe göre USAID, Nijerya'nın
en iyi müzisyenlerinden biri olan (ve kendisi 1 2 çocuk sahi
bi olan) King Sunny Aid'e aile planlaması ve daha az çocuk
sahibi olunması hakkında şarkı söylemesi için 350.000 do
lar vermiştir. Bu para "aile planlamasının kabulünü ve kulla
nımını etkilemeye yönelik uygun kültürel araçlar"a verilen
tepkileri iyileştirmek için johns Hopkins Üniversitesi'ndeki
Nüfus lletişim Hizmetleri Merkezi'nin Beş Yıllık Programı
için ayrılan 35.4 milyon doların bir bölümüdür (WGNRR,
199 1 ) . Siyasetçiler, bir şekilde hata yaptıklarını anlamış ol
malıydılar. 1980'de Mısır'ı ziyaretimde bunu açıkça gördüm.
Kahire'nin, bir adam, bir kadın, bir erkek, bir kız çocuk ve
transistörlü radyodan oluşan dev aile planlaması posterleri
ile kaplandığını gördüm. Bindiğim taksinin şoförünün bun
lara tepkisi şöyleydi: "zavallı aptallar - yaşlandıklarında on
lara kim bakacak?"
76
Toplumsal Bağlam
77
toplumsal faktör, kamusal sağlık altyapısının ve refah alt
yapısının yokluğu değildir. Kadınların kendi bedenlerini
kontrol edebilmeleri, onlar ve öteki dini liderler için ken
di otoritelerine doğrudan bir tehdit olarak algılanmaktadır.
Ve birçok kadın, kutsal dini kurallar ile örf ve adetlere iha
net olarak yorumlanacak herhangi bir şey yaparken durak
samaktadır. Bununla birlikte (Üçüncü Bölüm'de incelene
ceği üzere) dinsel otoritenin, "asli" ve "özsel" dini şartların
bir sonucu olmaktan ziyade, kadınlar ve üreme tercihleriyle
uyuşmazlık içindeki konumlan meşrulaştırmak için başvu
rulan bir şey olduğunun bu bağlamda vurgulanması önemli
dir (Makhlouf Obermeyer, 1994).
Üstelik kadınların toplumsal değerinin (ve özellikle de
yaşlandıklarında bazı toplumsal güçleri kullanma yetenek
lerinin) erkek çocuk sahibi olup olmamalarına bağlı olduğu
toplumsal ve kültürel sistemlerde, kadınların doğurdukları
çocuk sayısı, -Sonia Correa ve Ros Petchesky ( 1994) tara
fından kadınların toplumsal haklan olarak adlandırılan şey
lerle ilişkili olarak- eksiksiz ve her şeyi içine alan toplumsal
dönüşüm süreçlerine bağlı olabilir. Ekonomik, siyasi ve top
lumsal küreselleşme süreçleri de, kadınların doğurganlıkla
rı üzerinde çelişkili baskılar yaratmaktadır. Bir yandan ka
dınların işe gitmeleri için daha büyük bir baskı mevcuttur
ve çoğunlukla uluslararası yardım örgütleri sayesinde da
ha çok gebelik önleyiciye ulaşılmaktadır. Diğer yandan yük
selen etnik ve dinsel köktenci kimliğe dayalı ve siyasi hare
ketler, kadınlar üzerindeki kontrolü sıkılaştırmakta ve her
hangi bir üreme hakkına karşı muhalefeti "örf ve adet" adı
na artırmaktadır.
Bu genel bağlama ek olarak, Rani Bang ve Abhay Bang'ın
( 1992) işaret ettiği gibi yüksek teknolojiye sahip gebelik ön
leyicilerin kullanımının kadınların hayatı üzerindeki he
men beliren etkilerine de bakmamız gerekir. Birçok kadı-
78
nın jinekolojik koşullardan zarar gördüğü -kısırlaştınldık
lannda veya deri altlarına Norplant yerleştirildiğinde bakım
görmedikleri- toplumlarda, kadınların fiziksel rahatsızlık
ları da artmaktadır. Kadınların kanama geçirdikleri dönem
lerde (örneğin Norplant sık sık kanamaya yol açar) dini va
zifelerini yerine getirmelerinin yasak olduğu ve kocalarının
onlarla cinsel ilişkide bulunamadığı toplumlarda bu duru
mun, kocalan tarafından terkedilmek veya boşanmak da da
hil olmak üzere kadınların hayatında çetrefil sonuçlan ola
bilmektedir. BM Kahire Konferansı'nın Sivil Toplum Örgüt
leri (NGO) Forumundaki birçok bildiri bunu açığa çıkar
mıştır. Bu bildiriler, Norplant çıkarıldıktan sonra olan er
ken menapozun gecikmeli etkileri yüzünden kocalan tara
fından terkedilen kadınların hikayelerini de kapsamaktadır;
yani fiziksel yan etkiler kısa vadeli olabildiği gibi uzun vade
li de olabilmektedir.
Kadınların çocuk sahibi olup olmamaları yönünde baskı
ve bazen de güç kullananların hem dinsel (Katolik Kilisesi
gibi) hem de milli hükümet-dışı resmi ve gayri resmi grup
laşmalar olabileceğini de unutmamak gerekir. Örneğin bir
Filistinli kadının "Savaşıp ölmesi için bir oğlumuz, hapse
gitmesi için bir oğlumuz, para kazanmak üzere petrol ülke
lerine gitmesi için bir oğlumuz ve yaşlandığımızda bize bak
ması için bir oğlumuz olması gerekir" dediği gibi, Filistinli
kadınlar üzerinde, milli mücadele için birçok çocuk doğur
maları yönünde büyük bir baskı vardır. Yaser Arafat'ın "On
ayda bir Filistinli doğuran Filistinli kadın, .. .lsrail'i içerden
havaya uçurmakla tehdit eden biyolojik zamanlı bir bomba
dır" dediği bildirilmiştir (Portuegese, 1996: 311).
Öte yandan evlilik dışı ve daha da kötüsü, "uygun" din
sel ve milli sınırların dışında doğan çocukların, aileye utanç
getirdiği düşünülebilir ve "düşman"ın "dost"u olduğundan
şüphe edilen kadınlar ağır bir biçimde cezalandırılabilir. Ai-
79
lelerine ve etnik gruplarına verdikleri utanç yüzünden has
tanelerde ve yetimhanelerde terk edilen, savaş sırasındaki
tecavüzler sonucu doğan Bosnalı çocuklara ilişkin haberler,
bu konuda iyi bir örnek oluşturmaktadır (Beşinci Bölüm'de
ki savaş tecavüzlerine dair tartışmaya bakınız) .
80
zaman siyasi ve toplumsal bağlama bağlı olduğuna, belir
siz olduğuna ve insanların ait olduğu toplumsal kategorile
re ve topluluklara bağlı olduğuna işaret etmektedirler. Bil
hassa kadınların üreme haklarıyla ilgili olarak uluslararası
kuruluşlarca bu tip sloganların seçilmesinin ve Hakkın, ta
mamen soykırımsal olmasa da, siyahların ve Üçüncü Dün
ya halklarının büyümesini ve güçlenmesini engelleme ama
cında olan "demografik savaş"ın bir parçası olmasına yöne
lik son birkaç yıldır "beyaz olmayan kadınlar" arasında ar
tan bir ilgi vardır (tartışmaların özeti için bkz. Petchesky ve
Weiner, 1990) . Ama sadece bunlar değil. Roza Tsagarousi
anou'nun ( 1 995) ileri sürdüğü gibi, kürtajın yasaklanması
(ve ayrıca kadınların diğer üreme haklarının kontrolü) ka
dınlara devlet malı gibi davranıldığının sinyalini vermekte
dir. Öte yandan, 1994'teki Viyana BM lnsan Haklan Konfe
ransı'nda olduğu gibi anti-bireyci kaygılar, kadınların üreme
haklarına ilişkin herhangi uluslararası yasal bir güvenceyi,
milletlerin kendi "kültür ve geleneklerini" uygulama hakkı
nı da içeren kolektif insan haklarına bir müdahale olarak gö
ren ve bu yüzden bu türde güvencelere itiraz eden milliyetçi
ve dinci köktenciler tarafından benimsenebilir.
Yukarıda belirtilen bazı meselelerin tazammunları, ileri
deki bölümlerde ayrıntılı şekilde incelenecektir. Üreme hak
larına dair feminist siyasetin yukarıdaki tuzaklan da dikkate
alan tam bir çerçevesini geliştirmek için çok yer lazım. Bu
nunla birlikte böyle bir çerçeve, kadınların sadece "birey
ler" olmadığını, aynı zamanda özel bir sınıf, cinsiyet ve ya
şam döngüsü konumunun yanısıra milli, etnik ve ırksal ce
maatlerin de mensubu olduklarını dikkate almalıdır. Ka
dınlar sadece bireyler olmadıkları gibi, kendi toplulukları
nın eyleyicileri de değillerdir. "Üreme haklan" kampanyala
rı, çağdaş toplumdaki farklı topluluk ve gruplaşmaların ay
rımcı iktidar boyutunu gözden kaçırmadan, bu toplumdaki
81
kimliklerin çeşitliliğini ve çok boyutluluğunu dikkate alma
lıdır (bkz. Dördüncü Bölüm).
Bu tip kampanyalar, "kültür"ün özselci ve homojen bir
gelenekler ve adetler bütünü olmadığını, bunun yerine ge
nellikle iç çelişkilerle dolu zengin bir kaynak, özgül iktidar
ilişkileri ve siyasi söylem içindeki çeşitli etnik, kültürel ve
dinsel projelerde her zaman seçici olarak kullanılan bir kay
nak olduğunu kabul etmelidir (bkz. Üçüncü Bölüm) .
Özetle "üreme haklan" kadınların özgürleşmeleri için da
ha genel bir mücadelenin hayati parçası olarak görülmeli
dir. Bu, toplumdaki insanların farklı konumlanışını dikka
te alması gereken toplumun demokratikleştirilmesine yöne
lik daha genel mücadelenin olmazsa olmaz bir parçası ola
rak görülmelidir (bkz. Altıncı Bölüm).
12
ÜÇÜNCÜ BÔLÜM
KÜLTÜREL YENİDEN ÜRETİM VE
TOPLUMSAL CİNSİYET İLİŞKİLERİ
83
da siyahlar ve kadınlar gibi marjinalleştirilmiş gruplaşmalar
arasında siyasi güçlendirme aracı olarak ortaya çıkmaya baş
layan kimlik siyaseti, yeni bir hegemonik söylem oluştur
mak üzere ulusal ve uluslararası çokkültürcülük politikala
nyla birleşmiştir.
Bu kültürelleşmiş söylemde, cinsiyetlendirilmiş bedenler
ve cinsellik, milletlerin ve öteki toplulukların anlatılannın
topraklan, işaretleyicileri ve yeniden üreticileri olarak mer
kezi bir rol oynamaktadır. Bu bölümde inceleneceği üzere,
toplumsal cinsiyet ilişkileri, toplumsal kimliklerin ve toplu
lukların kültürel kurgularının yanısıra birçok kültürel an
laşmazlığın ve mücadelenin de merkezinde yer almaktadır.
Feminizm, gerçekleşen bu süreçlerin yanısıra bunlara karşı
direnç hakkındaki farkındalığımızı artırmıştır.
Bu bölümde, "kültürün yeri" (location of culture) (Bhab
ha, l 994a) , kültürel çeşitlilik ve kültürel değişimler incelen
mektedir. Bu kapsamda, cinsiyetlendirilmiş söylem ile top
lumsal cinsiyet ilişkilerinin eklemlenme biçimleri incelen
mektedir. "Kültür"ün dinamik olduğu ve çeşitlilik ve deği
şim kavramlarını içerdiği aşağıda da ileri sürülecek ancak
konuyu daha anlaşılır bir şekilde sunmak amacıyla, kültü
rün farklı yönlerini ayn ayn tartışacağım. Bu bölümün ilk
kısmında, "kültür" kavramının yanısıra bunun "medeniyet" ,
"etnisite" ve "kimlik" kavramlanyla ilişkisi de incelenmekte.
Daha sonra kültürel farklılığın, "ötekilik" ve sınır yönetimi
kavramlanyla ilişki biçimleri tartışılmakta. Kültürel farklılık
kavramı, iktidar ilişkilerinin çekişmelerine ve mücadeleleri
ne ırkçılık, asimilasyonculuk, çokkültürcülük ve melezleş
me gibi birtakım kurgular aracılığıyla katılır. Bu bölüm, cin
sellik ve cinsiyetlendirilmiş iktidar ilişkilerinin yanısıra er
keklik ve kadınlık kavramlannın, bu süreçlerin bir parçasını
oluşturma biçimlerini değerlendirmektedir. Toplumsal cin
siyetin ifade edilişi, kültürel değişim, modemite, postmoder-
84
nite ve küreselleşme süreçleri ve kültür ile dinin özselleştiri
lişi ile ilişkili olarak incelenecektir.
Kültür Kavramı
85
sek kültür"ün aksine popüler kültür, ancak son zamanlar
da meşru bir çalışma konusu haline gelmiştir. Aynca "kül
türel farklılık"ın özselleştirilmiş kurgulan, çağdaş popüler
ırkçılığın temel biçimlerinden birini oluşturmaktadır (Mo
dood, 1994; Stolcke, 1995).
Kültür kavramının gelişimi uzun süredir, Friedman'ın,
evrensel ve göreceli kültür paradigmalannı savunanlar ara
sındaki döngüsel tartışma olarak tanımladığı tartışma tara
fından belirlenmektedir. llk perspektife göre, farklı insanla
nn ve gruplaşmalann çoğunlukla evrimsel kavramlarla an
latılan "gelişme düzeyleri"ne göre belli bir aşamada olduk
ları genel bir insan kültürü mevcuttur. Bu, farklı medeni
yetlerin kendi koşullan içinde anlaşılması/yargılanması ge
reken farklı kültürlere sahip olduklarını savunan görece
lilik perspektifini taşıyanlarca reddedilmektedir. Örneğin
Geertz, aslında genel bir kültürün olmadığını, özgül kül
türlerin olduğunu iddia etmektedir (Friedman'da alıntılan
mış, 1994: 73).
Bu iki perspektif arasındaki farklılığa ve daimi tartışma
ya rağmen Chatterjee'nin (1986) de işaret ettiği gibi bunlar,
özgül milli ve etnik topluluklann kültürünü bütünlüklü ve
sorunsuz bir şekilde kuran semboller, davranış biçimleri ve
yapıntılardan oluşan özgül sabit "kültürel şeyler"e sahiplik
anlamında özselci bir "kültür" görüşünü paylaşmaktadırlar.
Konumlanışlardaki iç farklılaşmalar ve farklılıklar, her iki
yaklaşımla da açıklanamaz.
Kültürü kuramsallaştırmanın daha kullanışlı bir yöntemi,
son birkaç yılda geliştirilmiştir. Bunda, kültürlerin, milli ve
etnik topluluklann tüm fertleri için geçerli statik somutlaş
tınlmış homojen bir olgudan, farklı seslerin dünya kavrayış
lannın az çok hegemonik olduğu mücadele alanlannda işle
yen dinamik toplumsal süreçlere dönüştüğü ve hem Grams
ci hem de Foucault'dan esinlenen söylem analizleri kulla-
86
nılmaktadır (Bhabha, 1 994a; Bottomley, 1 992; Friedman,
1 994) . Kültürel söylemler, paylaşılan bir hareket noktasın
dan ziyade, anlamın savaş alanına benzemektedir. Bu görüş
teki kültürel homojenlik, hegemonya kurmanın bir sonucu
dur ve taşıyıcılarının sosyal konumlanışlanndan etkilenerek
her zaman sınırlı ve sosyal çeperlerden ziyade merkezde da
ha belirgindir. Gill Bottomley'in iddia ettiği gibi:
87
müzdeki tüm kültürlerin sentetik doğasının, sembolik ya
pıntılarını ve anlamlarını öteki medeniyetlerden alıp kullan
dıklarının ve kendi iç heterojenliklerinin daha çok farkında
dır (Bhabha, 1994a).
Kültürlerin işleyişinde birarada varolan birbirine zıt iki
unsuru fark etmek önemlidir: bir tarafta istikrar ve devam
lılık eğilimi, diğer tarafta daimi direnç ve değişim eğilimi.
Her iki eğilim de, iktidar ilişkileri ile kültürel pratikler ara
sındaki yakın ilişkiden doğmaktadır (Bourdieu, 1977; Bot
tomley, 1992) . Friedman'ın (1994: 76) da işaret ettiği üzere,
kültürler sadece keyfi bir değerler, yapıntılar ve davranış bi
çimleri toplamı değildir. Kültürler az ya da çok, kendi top
lumsal yeniden üretim pratiklerinde mevcut "istikrar kazan
dırıcı özellikler" elde etmiştir. Bu toplumsal yeniden üretim
pratikleri, yalnızca klonlama süreçleri olmayıp, motivasyon
ve arzunun rolünün olduğu toplumsal etkileşim süreçleri
dir. Sonuç olarak kültürel modeller, öznel deneyimle yankı
lanır hale gelir. Bunlar, bireylerin kendilerini, topluluklarını
ve dünyayı deneyimleme tarzları haline gelir.
Dinsel alan ile kültürel alan birbirlerine indirgenemese
ler de, yakın ilişki içindedirler. Din, kutsalın, nihai anlamın
alanına ilişkindir (Beyer, 1 994; Durkheim, 1965; Geertz,
1 966; Luckman, 1967; Tillich, 1 957) . Din, belli toplumsal
ve tarihsel bağlamlar içinde insanların boğuşmak zorunda
kaldığı üç temel varoluşsal soruya açık veya kapalı cevap
lar vermektedir: hayatın anlamı/amacı nedir? ; insanlar öl
düklerinde onlara ne olur? ; ve iyi ve kötü nedir? Günlük
yaşam dünyası ile kutsal dinsel alan arasındaki ilişki genel
likle dolaylıdır. Luckman'ın "derecelendirilmiş anlam taba
kaları" (graduated strata of meaning) ( 1967: 58) olarak nite
lendirdiği şeylerin birçoğu, önemsiz ve "dindışı" (profane)
olan ile bir biyografinin veya bir toplumsal geleneğin "ni
hai'' önemi arasında aracılık yapmaktadır. Ve çoğulcu bir
88
toplumda, bunların hepsi aynı dinsel kaynaklardan gelmek
zorunda değildir. Belli dinsel kurumlar ve tanrı(lar) inan
cı yaygındır ama hiçbir şekilde bu açıdan tanımlanan dinin
gerekli bir parçası değildir. Bununla birlikte Luckman'ın
terminolojisiyle (1967: 25) , bir kez bu "aşkın, üstün yasak
ve bütünleyici anlam yapıları toplumsal olarak nesneleşti
rildiğinde" , çoğunlukla paradoksal bir durum oluşur. Esas
anlamları yüzünden, bunlar belli topluluk sınırlarının ve
kültürel geleneklerin en inatçı ve katı sembolik sınır muha
fızları haline gelebilirler - öyle ki Durkheim (1965) dinde,
sembolik olarak toplumun kendi "kolektif bilinci"ne tapın
dığı en temel toplumsal tutunum eylemini görmüştür. Ay
nı zamanda dinler, çoğunlukla belli bir topluluğun men
suplarına değil tüm insanlık durumuna ait cevapları sundu
ğu için, içlerinde yayılmacı bir misyoner unsur taşıma eği
limindedirler. Bu, kültürel ve siyasi açıdan başka şekillerde
dışlanan öteki toplulukların mensuplarının, gönüllü ya da
gönülsüz olarak değiştirmeleri için uğraşmak anlamına ge
lebilir. Genellikle olan şey, aynı dinin (Hıristiyanlık, Müs
_
lümanlık ya da Budizm) farklı toplulukların hegemonik ge
leneklerine içerilmesi ve kendisini bu topluluklarla özdeş
leştirecek belli kültürel gösterenler edinmesidir. Aynı za
manda bu dinsel alan tanımı, resmileşmiş dinsel kodlara ve
kurumlara boyun eğmeden ve özerk bir şekilde bireylerin
kimliklerinin ideolojik olarak kurulmasını da kapsamakta
dır. Bir başka deyişle, modemite ve laikliğin doğuşuyla iliş
kilendirilen ideolojik kurgular, bu yaklaşımda açıkça dinsel
olarak düşünülmektedir.
Din ve kültür söylemi analitik olarak, iktidar ilişkilerinden
uzak olsa da (Assad, 1993) , somut ve tarihsel olarak her za
man bunların içindedir. Bu sadece dinsel ve kültürel kurum
lardaki iktidar hiyerarşileri ve bunların toplumdaki daha ge
nel sınıf ve iktidar yapılan ile ilişkileri açısından değil, aynı
89
zamanda da dinsel ve kültürel muhayyileler ile bunların arzu
edilebilirlik hiyerarşisinin yanısıra içine alma ve dışlama kur
guları açısından da doğrudur. Cinsellik ve toplumsal cinsiyet
burada merkezi bir konumdadır (King, 1995).
Aynca toplumsal yeniden üretimin kültür açısından mer
kezi önemi yüzünden, toplumsal cinsiyet ilişkilerinin, ço
ğunlukla nesilden nesile geçecek yaşam biçimi olarak kül
türlerin "öz"ünü oluşturduğu düşünülegelmiştir. Burada
etik ve estetik tüm bir dünya görüşünün doğallaştırılabil
diği ve yeniden üretilebildiği ailedeki yetişkinler arasında
ki ve yetişkinlerle çocuklar arasındaki ilişkileri, yemek pi
şirme ve yeme, ev işi ve oyun tarzları ile uyku öncesi hika
yelerini de içeren "yuva" (home) kurgusu özellikle önemli
dir. Bununla birlikte Floya Anthias ile birlikte (1989: 7-8)
işaret ettiğimiz üzere, sorunlu 'yeniden üretim' kavramına,
sadece büyüme, inişe geçme ve dönüşüm süreçleri dahilse,
yaslanılabilir.
Kültürler, zaman boyutundan ayn olarak anlaşılamaya
cak toplumsal ve uzamsal bağlamlarda işlemektedir (Mas
sey, 1994). Farklı toplumsal ve coğrafi konumlanışlar, kül
türlerin, toplulukların içinde ve dışında eklemlenme ve kul
lanılma biçimlerini etkiler. Gerd Bauman'ın (1994) işaret et
tiği gibi egemen söylem, kültür ve cemaatin uygunluğunu
varsaymasına rağmen, halka ait söylem bunu inkar eğilimin
dedir. Bu tür bir "halka ait" söylemin en bariz örneği, Sout
hall Black Sisters'ın ve Women Against Fundamentalism'in
Southall'deki eviçi şiddet karşıtı gösterilerde ve Rüşdi karşı
tı lslami tepkilere karşı dile getirdikleri slogandır: "Gelene
ğimiz, teslimiyet değil direniştir! "
Bununla birlikte "kültürel malzeme" , sabit ve homojen
gelenek ve görenek bütünü olmaktan ziyade, topluluğun
içindeki ve dışındaki belli iktidar ilişkileri ve siyasi söylem
lerde yer alan çeşitli toplumsal projelerdeki farklı sosyal ey-
90
leyiciler tarafından seçici bir şekilde kullanılan ve genellikle
içsel çelişkilerle dolu olan zengin bir kaynak şeklinde tanım
lanmalıdır. Toplumsal cinsiyet, sınıf, bir topluluğa mensubi
yet, yaşam döngüsünün bir aşaması, yetenek, bunların hepsi
bu kaynaklara ve bunların kullanıldığı belli konumlanışlara
erişimi ve bunların mevcudiyetini etkilemektedir.
Yine de kültürel söylem, kimlik anlatılan ve etnik süreç
lerin ayrıştırılması ve çakışmalardan kaçınılması önemlidir
(Anthias ve Yuval-Davis, 1992; Yuval-Davis, 1994b) . Kim
likler -bireysel ve kolektif-, ben ile ötekiler arasındaki fark
lılıkları ve ortaklıkları, bunların toplumsal konumlanışları
nı az çok sabit biçimde yorumlayarak kuran belli kültürel
anlatı biçimleridir. Bunlar çoğunlukla (tarihsel olarak ge
çerli olabilecek veya olamayacak) ortak köken mitleri ve
ortak kader mitleriyle ilişkilidir. Martin ( 1 995: 10) , bu an
latıların şu özelliklerini belirtir: stratejik senkretizm; öz
gürleştirici bellek kaybı sayesinde gerçekleşen gelenek ica
dı; ve değişiklikleri meşrulaştırma gayretleri. Martin, kim
lik anlatılan ve siyasi süreçler arasındaki yakın ilişkiye işa
ret etmektedir:
91
Kimlik anlatıları, etnik projelerin temel araçlarını oluş
turmaktadırlar. Etnisite, topluluk sınırlan politikasıyla bağ
lantılıdır ve kimlik anlatılarını kullanarak dünyayı "biz" ve
"onlar" arasında bölmektedir. Etnik proj eler, topluluklar
içindeki belli konumlanışlardan, topluluğu destekleme ve
ya onun avantajlarını devlet ve sivil toplum güçlerine erişim
aracılığıyla sürdürme amaçlı mücadele ve müzakere süreçle
rine sürekli katılmaktadır (Yuval-Davis, 1 994b) .
Bu tanıma göre etnisite, sadece topluluğun toplumdaki
ötekilerle bağlantılı genel konumlanışının değil, aynı zaman
da da "etnik politika"ya girişenlerin o topluluk içindeki öte
kilerle belli ilişkilerinin sonucu olarak, topluluğu ve "onun
çıkarlan"nı kuran, temelde siyasi bir süreçtir. Toplumsal cin
siyete ve sınıfa dayalı ayrımlar, siyasi, dini ve öteki farklılık
lar, özgül bir etnik siyasetin kuruluşunda merkezi rol oyna
maktadır. Aynı topluluğun farklı etnik projeleri, hegemonik
konumlar için yoğun rekabetçi mücadelelere girişebilirler.
Bu projelerin bazıları, topluluğun mevcut sınırlarının fark
lı kurulmasını içerebilir (örneğin, lngiltere'deki "siyah" ce
maatinin sınırlan hakkındaki tartışmadaki gibi [Brah, 1992;
Modood, 1988; 1994] ). Etnisite, ezilen ve azınlık olan grup
laşmalara özgü değildir. Aksine, hegemonik etnisitelerin ba
şarısının bir ölçüsü de, kendi toplumsal ve kültürel kurgula
rını "doğallaştırma"yı başarma düzeyleridir.
Etnik projeler, kendi gelişimleri için eldeki tüm ilgili kay
naklan seferber ederler. Bu kaynaklardan bazısı siyasi, ba
zısı ekonomik ve diğerleri de -geleneklerle, dille, dinle ve
öteki kültürel yapıntılarla ve anılarla ilişkili olarak- kültü
reldir. Sınıf, toplumsal cinsiyet farklılıkları ile siyasi ve kişi
sel farklılıklar, topluluk içinde farklı konumlanan insanla
rın belli etnik projeleri yürütürken, bazen zıt siyasi hedef
leri desteklemeye yönelik aynı kültürel kaynaklan kullan
dıkları anlamına gelir (örneğin Mısır'daki gibi, doğum kon-
92
trolü yanlısı veya karşıtı politikaları haklı çıkarmak için
çeşitli Kuran surelerini kullanarak veya lngiltere'deki gi
bi aşırı sağın lehine veya aleyhine insanları seferber etmek
için rock müziğini kullanarak) . Diğer zamanlarda, toplulu
ğun rakip etnik projelerini meşrulaştırmak için farklı kül
türel kaynaklar kullanılmaktadır - Bundistlerin, kimlik sı
nırları Doğu Avrupa Yahudiliği olan bir etnik-milli projede
esas Yahudi dili olarak Yidiş'i kullanmaları ve Siyonistlerin,
tüm dünyadaki Yahudileri projelerine dahil etmek için (da
ha önce sadece dinsel amaçlarla kullanılan) modem lbra
nice'yi (yeniden) icat etmeleri gibi. Benzer şekilde, lngilte
re'deki farklı etnik-ırkçı siyasi projelerde aynı insanlar "Pa
kistanlılar" , "siyah Asyalılar" ve "Müslüman köktenciler"
olarak kurgulanabilir.
Yukarıda anlatılanlar gözönüne alındığında, etnisitenin
neden kültüre indirgenemeyeceği ve "kültür"ün neden sa
bitlenmiş, özselci bir kategori olarak düşünülemeyeceği
açıktır. Aleksandra Alund'un dediği gibi, "etnisite ve kül
türü çakıştırma eğilimi, etnik farklılığın siyasi dinamikle
rine dikkat etmemeye yol açar" (1995: 17). Üstelik kültür,
kimlik ve etnisiteyi bu şekilde tanımlamak ve ayrıştırmak,
"otantiklik" kavramına ilişkin tartışmaların önüne geçer.
Otantiklik, sabitlenmiş, özselci ve bütüncül kültür, kimlik
ve gruplaşma kurguları varsayar. "Otantik sesler" , grubun
"gerçek" temsilcileri olarak algılanmaktadır. Kimlik siyaseti
ni ve çokkültürcülüğü tartışırken göreceğimiz üzere, "otan
tiklik" , özgül etnik projelerde siyasi ve ekonomik bir kay
nak haline gelebilir; ancak aynı zamanda, Kubena Mercer'ın
(1990) "temsil yükü" ve Amrita Chhachhi'nin (1991) farklı
bir bağlamda "zoraki kimlikler" dediği şeyin ortaya çıkma
sına neden olabilir.
Kadınlar, topluluğun kimlik ve şerefinin, hem bireysel
hem de kolektif olarak sembolik taşıyıcıları şeklinde kurul-
93
dukları için, çoğunlukla bu "temsil yükü"nü taşımaları özel
likle onlardan beklenmektedir. Claudia Koontz (1986: 196) ,
Hitler Gençlik hareketi içinde kızlara ve erkeklere sunulan
farklı sloganları aktarır: Kızlarınki "lnançlı ol; saf ol; Alman
ol" ; erkeklerinki ise "lnançlı yaşa; cesurca dövüş; gülerek
öl". Erkeklerin milli görevleri, millet için yaşamak ve ölmek
ti. Kızların ise bir şey yapması gerekmiyordu: onlar milletin
beden bulmuş hali olmalıydı.
Bir kadın figürü, çoğunlukla da bir ana, ister Rusya Ana,
ister lrlanda Ana veya Hindistan Ana olsun, birçok kül
türde topluluğun ruhunu simgelemektedir. Fransız Dev
rimi'nde bunun sembolü "La Patrie" idi, yani bebek doğu
ran kadın figürü. Kıbrıs'ta yol kenarındaki posterlerdeki
ağlayan kadın mülteci, Kıbrıslı Rum topluluğun Türk işga
linden sonraki acı ve öfkesinin görüntüsüydü. Köylü top
lumlarda, insanların "Toprak Ana"nın bereketine bağlılık
ları, şüphesiz topluluk toprağı, topluluk kimliği ve kadın
lık arasındaki bu yakın ilişkiye katkıda bulunmaktadır. Bu
nunla birlikte kadınlar, topluluğu başka biçimlerde de sim
gelemektedir. Cynthia Enloe'nun (1990) işaret ettiği gibi,
erkeklerin "kadınlarveçocuklar" uğruna savaşa gittiği var
sayılır. Kadınlar kolektif muhayyilede çocuklarla ve dola
yısıyla, ailevinin yanısıra, kolektif gelecekle de birlikte dü
şünülmektedir. Ancak bu sadece savaş sırasında olmamak
tadır. Örneğin geçenlerde, Bradford'daki Müslüman genç
lik arasında patlak veren ayaklanmalarda ayaklanmacılar
dan birisi, muhabire eylemlerinin ardında yatan motivas
yonu şöyle açıklamıştır:
94
Topluluğun kimliğinin ve gelecekteki kaderinin kadın
ların üzerindeki "temsil yükü", kadınların topluluk şerefi
nin taşıyıcıları olarak kurgulanmalarını da beraberinde ge
tirmektedir. Manar Hasan ( 1994) , birçok Filistinli kadının,
ailelerine ve cemaatlerine "utanç" veren davranışları yüzün
den kendi erkek akrabaları tarafından öldürüldüklerini an
latır. 1 994'te kamuoyunun dikkatini çekip, kampanyalara
yol açan vaka, lsrail ordusunda asker olan küçük erkek kar
deşi tarafından öldürülen 38 yaşındaki Dürzi bir kadın, lh
las Basam vakasıdır. Kadının "günahı", kısa etekli (çok kı
sa olmamasına rağmen) Batılı giyim tarzıyla, rujla ve rengi
açılmış saçla lsrail televizyonunda röportaj yapılırken gö
rünmesidir. Kendisiyle röportaj yapılmasının nedeni, New
York'ta yaşarken Dürzi cemaati için etkileyici bir para top
lama kampanyasını henüz tamamlamış olmasıydı. Cemaa
tin "ileri gelenleri"nin onunla o gün erkenden buluştuğu ve
para için minnettar oldukları söylenmektedir. Bununla bir
likte aynı "ileri gelenler" , katili kınamayı reddetmiştir. lh
las'ın cinayetine tanık olan kız kardeşlerinden birisi sinir
krizi geçirmiş ancak, ailenin geri kalanının, erkek karde
şin "görev"ini yapmasından gurur duydukları bildirilmiş
tir. "Dinimizi, kültürümüzü korumak zorundayız. O, çiz
giyi aştı."
"Uygun" davranışlar içindeki kadınlar ve "uygun" giysile
ri, topluluğun sınırlarını gösteren çizgiyi somutlaştırmakta
dır. Birçok başka toplumdaki kadınlara da, zina, evden kaç
ma ve erkek akrabaları ve cemaatleri için şerefsizlik ve utanç
verici addedilen öteki kültürel kural ihlalleri yüzünden ken
di akrabaları tarafından işkence yapılmakta veya bu kadın
lar öldürülmektedir (örneğin bkz. Chhachhi, 199 1 ; Rozario,
199 1 ) . Kolektif şerefe ihanet eden kadınlara karşı daha zayıf
bir misilleme de, lkinci Dünya Savaşı'ndan sonra çeşitli Av
rupa ülkelerinde, savaş sırasında işgalci Nazi ordusuna dost-
95
luk göstermekle suçlanan kadınların toplu olarak saçlarının
kazınmasıdır (Warring, 1996).
lşler bu kadar aşırı ve istisnai boyutlara ulaşmadığın
da bile, kültürel gelenekler ve geleneklerin (yeniden) ica
dı (Hobsbawm ve Ranger, 1983) çoğunlukla kadınların de
netim ve baskı altında tutulmasını meşrulaştırma yolu ola
rak kullanılmaktadır. Erkeklerin tek tek ve toplulukların
tümden, "ötekiler" tarafından tehdit edildiklerini hisset
tikleri durumlarda, bu olgu şiddetlenebilir. Verity Staffu
lah Khan (1979) , İngiltere Bradford'da ve Bradford göçmen
lerinin geldiği Bangladeş'in köylerinde kadınların tesettü
rü (purdah) hakkında karşılaştırmalı bir çalışma yapmış ve
Bradford'da tesettür uygulamasının Bangladeş'ten daha aşı
n ve katı olduğunu bulmuştur. Bu, diasporik cemaatlerde
ki daha genel katılığın ve kültürlerin "donduruluşu"nun sa
dece bir yüzüdür.
96
Bauman'ın ahlak tanımı, sınır kurgusunun idaresini ve
denetimini, çeşitli kültürel ahlak sistemlerinin merkezine
yerleştirmektedir. Tüm toplumların, içinde "ötekiler" im
gesinin ve bunlara nasıl davranılacağına ilişkin "kurallar"ın
bulunduğu kültürel gelenekler, kolektif bellek ve "sağdu
yu" havuzu vardır. Elbette herhangi bir kültürel üretim
deki gibi "ötekilik"in kültürel kurguları da dinamiktir, çe
lişkilerle doludur ve farklı toplumsal kategorilere ve grup
laşmalara ayrımcı bir şekilde açıktır. Genellikle milli ve et
nik "hayali cemaatler"in (Anderson, 1983) , toplumsal cin
siyeti, sınıfı, bölgesel ve diğer farklılıkları aştığı varsayılsa
da, bunlar çoğunlukla en azından kısmen farklı bir stoktan
gelmiş gibi kurulan "ötekilik"in gösterenleri haline gelebil
mektedirler.
Kadınlar genellikle topluluk içinde muğlak bir konu
ma sahiptir. Bir yandan yukarıda da belirtildiği üzere, ço
ğunlukla topluluğun birliğini, şerefini, savaşa gitmek gi
bi belli milli ve etnik projelerin varoluş nedenlerini simge
lerler. Diğer yandan çoğunlukla beden siyasetinin kolek
tif "biz"inden dışlanırlar ve özneden ziyade nesne konumu
nu muhafaza ederler (bkz. Dördüncü Bölüm'deki bu mese
leye ilişkin tartışma) . Kadınlık kurgusu bu açıdan, "öteki
lik" özelliğine sahiptir. "Uygun kadın"ın nasıl olacağına dair
katı kültürel kodlar, çoğunlukla kadınlan, bu aşağı güç ko
numunda tutmak üzere geliştirilmiştir. Bu durumu meşru
laştırmak için kullanılan kolektif "akıllar", "ötekiler"i dışla
mak, aşağılamak ve boyun eğdirmek için kullanılan -"ka
dınlar aptaldır" , "kadınlar tehlikelidir" veya "kadınlar kirli
dir ve bizi kirletebilirler" gibi- diğer "yaygın" ifadelere çok
benzemektedir.
"Ötekiler"in birçok farklı türü vardır. Farklı durumlarda
ve etnik projelerde topluluk sınırları, bazı "ötekiler"i kap
sayabilir, diğerlerini dışlayabilir. Günümüz Avrupası'nda
97
"öteki" , örneğin bir göçmen, bir zenci, "eski" veya "yeni"
bir azınlığın mensubu, başka dinden birileri, başka aksan
la konuşan birisi, farklı bir bölgeden gelen birisi olabilir: ba
zı durumlarda ve bazı insanlara göre, yukarıdakilerden biri
si, tümü veya hiçbirisi "öteki" haline gelebilmektedir. Başka
bir deyişle, kültürel olarak algılanan herhangi bir gösterge,
dünyayı "biz" ve "onlar" olarak bölen bir sınır göstereni ha
line gelebilir (Anthias ve Yuval-Davis, 1992).
Birden çok olan sadece "ötekilik"in taşıyıcıları değildir.
Onlarla geliştirilebilecek ilişki kalıplan da birden çoktur.
Aleksandra Alund (1995), literatürde "yabancı" olarak tas
vir edilenle, içinde yaşadıkları topluluklarla farklı ilişkile
ri olan "yabancılar"dan oluşan iki modeli birbirinden ayırır.
"Yabancı" , "bir yakınlık ve uzaklık sentezi" (Simmel, 1950:
407) olarak ve ortodoks yönelim noktalarının duyarlılıkları
na bir tehdit olmasa da, bir meydan okuyuş olarak tanımlan
mıştır. Alfred Schutz ( 1976) tarafından tasvir edilen "yaban
cı" , evden bir kaçış, bir sığınak ihtiyacındadır. O (bu litera
türde yabancı genellikle "he" [ erkek 3. tekil şahıs] olarak
kurulmaktadır) tipik olarak kendini silmekte ve bu yeni or
tamında bir yabancı olmayı bırakarak asimile olmanın yolla
rını aramaktadır. Bununla birlikte onun ve yerli halkın ara
sında aşılmaz bir "kültürel ve psikolojik farklılığın doğallaş
tırılmış ihlali" (Alund, 1995: 312) olduğu için, bu asimilas
yoncu proje başarısızlığa mahkümdur. Kendi özselci farklı
lığını saklarken, yasal olarak kendisinin olmayanı devralabi
leceği korkusu yüzünden bu farklılığın görünmezliği, niha
yetinde yararsızdır: o bir yabancıdır ve ilelebet yabancı kala
caktır. Yahudilere karşı komplo teorisi, bu türden bir "öte
kilik" kurgusunun örneğidir.
lkinci "yabancı" modeli, George Simmel (1950) tarafın
dan geliştirilmiştir. Onun bahsettiği yabancı, Schutz'un ya
bancısından daha iyi bir iktidar konumundadır. O, yerli top-
98
luluk içinde gözden kaybolmak değil, onunla diyalog arayışı
içindedir. Grupla, ortak köken mitini paylaşmamasına rağ
men, kendisine grup dayanışması hakkı kazandırabilecek
yeni özellikleri gruba getirebilir. Ancak, bu yabancı ile top
luluk arasında gerilim de doğabilir çünkü 'yabancı, bir bi
reyden ziyade yabancılığı sembolize ederek "kendisi" haline
gelebilir' (1950: 403) .
Toplumsal ve kültürel icatçı olarak "yabancı"nın rolü, da
ha sonra melezlik kavramı tartışılırken incelenecektir. Yu
kanda tanımlandığı üzere "yabancı" olmak için, kişinin ül
ke içinden veya dışından gelen bir göçmen olarak toplu
ma yeni katılımının gerekmediğini vurgulamak önemlidir.
Her zaman orada olan aborijin halklar da dahil olmak üzere
"eski"nin yanısıra "yeni" azınlıklar da, bu "yakınlık ve uzak
lık sentezini" oluşturmaktadır. Üstelik yabancının yakınlığı,
sadece coğrafi olmak zorunda değildir, duygusal da olabilir.
Efendi ile kölesi arasındaki ilişki kadar yakın olabilecek ve
aynı zamanda da nihayetinde ötekilik olarak tanımlanabile
cek muhtemelen çok az ilişki bulunur.
Ayrıca şimdiye kadarki tartışmada "yabancı" , sadece
azınlık konumunda değil, aynı zamanda da en azından gö
receli olarak güçsüzleştirme konumunda tasvir edilmiştir.
Bununla birlikte, "cemaat" ve "yabancı" arasındaki ilişkile
rin Batımerkezci olmayan tartışması, azınlıkta da olsa hiç
bir şekilde güçsüzleştirilmiş konumda olmayan fatih, sö
mürgeci ve yerleşimci benzeri egemen yabancılarla ilişki
leri de kapsamalıdır. Bu durumlarda da sınırların kurulma
ve idare süreçleri, yerli nüfusun yerleşme ve/veya direniş
süreçlerinin parçaları olarak gerçekleşmektedir ( Chatter
jee, 1986; Stasiulis ve Yuval-Davis, 1995) ve sömürgeleşti
rilmiş "öteki" kadınlar, bu süreçlerde özel roller oynamak
tadır Qayawardena, 1995) . Aynı zamanda da egemen azın
lıklar için, nüfusun çoğunluğu "yabancılık" ve "ötekilik"
99
özelliğini kazanabilir. Güçsüzleştirilen azınlıklar da ha
yatta kalma ve sınır idaresi stratejileri geliştirmelidir. Bun
lar bazen muhalif dışlama ve şeytanlaştırma kurguları bi
çimini alabilir (örneğin Yahudilerin Putperestlere (Genti
les) tavrı konusunda bkz. Shahak, 1994; siyahların beyaz
lara ve Yahudilere tavrı konusunda bkz. Gilroy, 1996) . Bu
açıdan kimin "ait olduğu" ve kimin olmadığı konusunda
ki kurallar ve düzenlemeler kadar, köken ve kaderin kim
lik anlatıları da hayati önem taşımaktadır. Evlilik ve bo
şanmayla ilgili dinsel ve öteki kültürel kodlar, bu sınırların
kurulmasında çok önemlidir.
"Ötekilik" kurgusu, değişmez "öteki"ni dışlamak ve/ve
ya sömürmek için kullanıldığı zaman ırkçılık meydana ge
lir (Anthias ve Yuval-Davis, 1983; 1992) . Michel Wievior
ka, "ırkçılık alanı" ( 1994: 182) dediği şeyin, birincisini kim
likler ve farklılık meselelerine bağladığı, ikincisini de mo
demite ve eşitsizlik meseleleriyle ilişkilendirdiği iki unsu
ru içerdiği konusunda ısrarlıdır. Günümüz dünyasında yay
gın olan dört ırkçılık (ideal) tipini birbirinden ayırmaktadır.
Birincisi, ötekileri modem olmama veya modem öncesi ol
ma ithamıyla aşağılayan evrensel tiptir. Diğeri, modem sa
nayi dünyasının maddi kazançlarını kaybetme ve bunlardan
dışlanma endişelerinden türeyen, bunun için ötekileri suçla
yan ve Wieviorka'nın "zavallı beyaz tepkisi" olarak nitelen
dirdiği tiptir. Üçüncü tip, anti modemist boyutlara sahiptir:
cemaatin, dinin ve milletin geleneklerine başvurur ve aşı
n "modem" olduğu düşünülenleri şeytanlaştınr. Dördün
cü tip, özgül tarihleri olan ve modemite koşullarıyla karma
şık, birbiriyle kesişen ilişkilere sahip grup-içi özgül düşman
lıklardan doğar. Irkçılığın aynı nesneleri, farklı ve hatta zıt
ırkçılık tiplerinin hedefi olabilirler. Örneğin Yahudiler, hem
aşın modem (Marx'ın nitelendirmesiyle "kapitalizm ruhu")
hem de modem öncesi (kabileci, dinsel, milliyetçi) olmakla
1 00
suçlanmaktadırlar. Ancak, "öteki"nin kimliği ve özgül "öte
kilerle" özdeşleştirilen özgül gelenekler ve kolektif bellekle
rin yanısıra ayrımcı toplumsal konumlanmalar da, mevcut
özgül ırkçılıklann hem içeriklerini hem de yoğunluğunu et
kilemektedir.
Irkçılık her ne kadar "ırk" kurgularına indirgenemese de,
her ırkçı kurgu en azından belli oranda "öteki"nin mitsel
beden buluşunu içerir. Bu, bedenin herhangi bir parçasıy
la bağlantılı olabilir. ABD'de 1920'lerde "Onu Nasıl Teşhis
Edebiliriz? " başlıklı anti-semitik bir posterde, kötü şöhre
te sahip "Yahudi burnu"na ek olarak "Yahudi" dirsekleri ve
dizleri de, belirtilen beden parçalan arasındaydı!
Bununla birlikte deri rengi, mitsel ırkları "kırmızı" , "sa
rı" , "beyaz" ve "siyah" olarak kurarak, temel ırkçı gös
teren haline gelmiştir. Örneğin Avustralya'da , "beyaz
Avustralya"nın göçmen yasalarının birçoğunun, Güney
doğu Asyalıların "sarı tehlikesi"ne karşı benimsenmesine
(de-Lepervanche, 1989; Pettman, 1995) karşın, Batılı kül
türel geleneklerde "beyaz"ın, "iyi" ile, "siyah"ın da "kö
tü" ile özdeşleştirilmesi, siyahlığın hem bir gösteren ola
rak hem de ırkçı ideolojilerin ve pratiklerin meşrulaştırıcı
sı olarak kuruluşuna özel bir hassasiyet kazandırmaktadır.
Tajfel'in işaret ettiği gibi:
1 01
ğin (de la Campagne, 1 983) ifadesidir. Bu da Avrupalılar'ın
kültürel kaynaklarının ve mirasının bir parçasını oluşturur.
"Siyahlık" ile "siyahlar"ın gerçek deri rengi arasındaki zayıf
ilişki, örneğin 3. kategorinin "zenci tiplerini (açık renkli ve
ya Beyaz-derili olabilir)" gösterdiği [ ( 1 987'de bir Metropo
litan Halkla Ilişkiler Memuru'nun bana verdiği) ] Metropoli
tan Polisi "Kimlik Kod Anahtan"nda görülebilir (Anthias ve
Yuval-Davis, 1992: 146) . F. james Davis Who is Black ? (Kim
Siyah?) (1993) adlı kitabında, ABD'de (ve lngiltere'de) "si
yah kanın" (elbette bunu görmek mümkün değildir) "tek
damlası"nın bile bir kişiyi bu toplumda siyah olarak kurma
ya yeterli olduğu anlamına gelen "tek-damla kuralı"nın işle
diğine işaret etmektedir. judy Scales-Trent'in ( 1 995) de işa
ret ettiği gibi, siyahlıkla uğraşırken, ırk ve rengi birbirinden
ayırmak gerekir. Ayrıca Sander Gilman'ın ( 199 1 ) belirttiği
üzere siyahlık, Yahudiler ve Faslılar (Moors) (ve Çingenele
ri de ekleyebilirim) gibi "siyah olmayan" azınlıklara ırksal
laştırılmış siyahlık çağrışımı katmak için, bu azınlıkların bir
özelliği olarak kurulmuştur. Ancak öteki ırkçı kültürel gös
terenler gibi siyahlık da, karalanacak ve ayrımcılığa uğraya
cak olan insan kategorisini işaretlemektedir. Bununla birlik
te negatif olmasının ve çizdiği etnik sınırların ötesinde, ırk
sal klişeleştirmelerin özgül içerikleri sabit veya tutarlı olmak
zorunda değildir. Farklı özgül ırkçı imajlar, farklı "siyah" et
nik azınlıklara bağlanabilir ve bunların özgül içerikleri çe
lişkili bile olabilir ("vahşi" Afro-Karayipli ve "çelimsiz" As
yalı adam gibi).
Siyahlık, kötülük, canavarlar ve adi cinsellik ile ilişkilen
dirilmektedir. Rudyard Kipling'in klasik şiirine göre Viktor
ya zamanında "Beyaz Adamın Yükü" olan "somurtkan in
sanlar" , "yan şeytan, yan çocuk"tur. Winthrop D. jordan'ın
işaret ettiği üzere:
1 02
lngiliz algısı, cinselliği siyahlıkla, şeytanla ve insanı sadece
"Meleksi" değil, aynı zamanda da "beyaz" yaratan Tann'nın
hükmüyle bütünleştirmektedir. ( 1 974: 23)
1 03
"aklı-selim" ırkçılık karşıtı stratejilere karşı birtakım derin
köklere sahip direnişin bir kısmını açıklamaktadır.
Irkçılık ve Cinsellik
1 04
ne To Kill a Mocking Bird romanı, 1960) ] . Bu anlatıdaki he
gemonik topluluğun erkekleri, bir yandan "öteki"ni aşağı ve
uygarlaşmamış görürken, bir yandan da ona cinsel iktidar
ve şehvet atfederek ondan korkmakta ve onu kıskanmak
tadırlar. Siyah adamların bu söylemde yalnızca tecavüz ola
rak kurgulanabilecek olan, beyaz kadınlarla bazen gerçek,
çoğunlukla ise bir mitten ibaret olan cinsel ilişkileri, onları
linç etmenin yaygın bir rasyonelleştirilişidir. Tecavüzcü ola
rak "öteki" miti, birçok ırksallaştırılmış bağlamda yaygın bir
hikayedir. Theresa Wobbe'nin (1995: 92) öne sürdüğü gibi,
yabancının temsil ettiği cinsiyet yüklü meydan okuyuş, ırk
çı vahşetin anlaşılmasında merkezi yere sahip fiziksel-duy
gusal bir boyutu oluşturmaktadır. Bu, şerefi savunulması ge
reken "kadınlanmız"ı taciz ve tehdit eden veya onlara ger
çekten tecavüz eden erkek yabancı klişeleştirmesi etrafında
kurulmaktadır.
Bir tecavüzcü olarak "Yabancı" mitinin yaygınlığı bizi yi
ne de tecavüzün öteki ırksallaştırılmış topluluklardan ka
dınları (ve bazen de erkekleri) hedefleyen yaygın bir vah
şet pratiği olduğunu idrak etmekten alıkoymamalıdır (bkz.
Beşinci Bölüm'deki tartışma) . Aynca Theresa Wobbe'nin de
işaret ettiği üzere, "biz" ve "onlar" arasında kurulan toplu
luk sınırları, toplumsal yükümlülükler ve kuralların sınırla
rını ve kesişimlerini de göstermektedir (1995: 94). Ötekile
re karşı toplumsal sorumlulukların olmayışı çoğunlukla ih
lal ve saldın özgürlüğü anlamına geldiğinden Wobbe, bunu
ırkçı şiddetin ve günlük hayatta kadınlara karşı şiddetin an
laşılmasında merkezi bir boyut olarak görmektedir. Bu tür
saldınlann hedefleri sadece "onların" kadınlan değil, karışık
evliliklerin kadınlan gibi "vatan hainleri"dir de.
Bununla birlikte, ırksallaştırılmış ötekiler arasındaki iliş
kiler, her zaman sadece şiddete gömülmüş değildir. Cynthia
Enloe (1989: İkinci Bölüm) , -Tayland, Güney Kore ve Fili-
1 05
pinler gibi Amerikan ordusunun "dinlenmesi ve eğlenmesi"
için tesadüfen aynlmış yerlerdeki- bitmez tükenmez cinsel
zevk ve "egzotik" cinsel nesne havuzlarına ilişkin erkek or
yantalist düşlerin, yoksullaştırılan sömürge sonrası bireyle
rin ve cemaatlerin ekonomik olarak hayatta kalışlarının te
mel kaynağı haline geldiği seks turizmi endüstrilerini an
latmaktadır (1989: 36) . Bu ilişkiler bazen sadece cinsel ol
manın ötesine geçer. Oryantalist -güzel, uysal, çalışkan ve
bağımlı- kadınların yalnız ve çekingen Batılı erkekler için
"mükemmel eşler" olarak kurulması yüzünden "posta sipa
rişiyle gelin bulma" şirketleri gelişmektedir. Bu tür evlilik
ler, bu kadınlar (ve çoğunlukla da aileleri) için kendi geldik
leri toplumlardaki inanılmaz zor hayatlarından kaçmak için
tek fırsat olarak görülebilir. Son zamanlarda, "posta sipari
şiyle gelin bulma" pazarı, ekonomik ve ırkçı nedenlerin bir
leşmesiyle Doğu Avrupa'ya kaymıştır.
Kadınların turist olduğu "Shirley Valentine" olgusu, bu
rada erkek jigololuğu biçimindeki yasal fahişeliğe sadece
tesadüfi olan veya olmayan sekse rıza göstermekten daha
nadir rastlansa da, erkeklerinkine bir şekilde benzerdir. Bu
radaki alışveriş, zevk karşılığı paradan ziyade karşılıklı zev
ke dayanmaktadır. Batılı kadın turistler, evden uzaktayken
cinsel macera ve deneyim arayışındadır ve yerli erkekler de
katı toplumsal denetim altındaki yerli kadınların sağlaya
mayacağı bedava seksi elde etmektedirler. Bazen bu cinsel
ilişkiler, aşk ilişkisine ve eşlerden birinin göç ettiği evlilik
lere dönüşebilir. Yine de bazen başka dürtüler daha önem
li olabilir. Erkeklerin dürtülerinin çoğunlukla "posta sipa
rişiyle gelin bulma" sendromundakine benzer olabileceğini
-vize veya "yeşil kart" kazanma ve göç etme fırsatı- göste
ren çalışmalar mevcuttur (Cohen, 1971) . Doğu Kudüs'teki
dükkan sahipleri arasında yapılan bir başka çalışma (Bow
man, 1989) , yerli erkeklerin hüsran ve güçsüzleştirme duy-
1 06
gulanndan çıkış şeklindeki başka dürtülerine işaret etmek
tedir.
Bowınan ( 1 989) , dükkan sahipleri ve turistler arasındaki
cinsel ilişkileri incelemiştir; bu ilişkilerde erkekler kadınlaş
mış ve seyahat edebilen, zengin ve güçlü olan kendileri ol
duğu için kadınlar da klasik erkek rollerini üstlenmiştir. Bu
nunla birlikte bu analiz çerçevesi çok basitleştiricidir. Birin
cisi kadın turistler, güçlü, görece zengin ve seyahat edebi
lir olsalar da cinsel irtibatı başlatanlar genellikle, -sınırlı ol
duğu için tehdit edici olmayan bir bağlamda- "maçoluklan"
kadınlar için ana çekicilik kaynaklarından birisi olan erkek
lerdir (bu mesele hakkındaki bir TV programında gösterildi
ği gibi: "Esther" , BBC2, 21 Ağustos 1995). ikincisi Bowınan,
kadınlaştırmayı erkeklikten uzaklaşma (emasculinization)
ve güçsüzleştirme ile eş saymaktadır. Bu, dişilin erilin nega
tif pasif simetriği olduğu bir modeldir. Elbette ki (Freud "bi
le" bunun farkına varmıştır) dişilik en boğucu toplumsal sis
temlerde bile asla bu değildir.
Öteki yazarlar (Meaney, 1993; Nandy, 1983 gibi) sömür
geleştirilmiş toplumlara daha genelleştirilmiş kadınlaştırıl
mış bir imaj atfetmektedir:
107
rilmiş" kadınların güçsüzleştirilebilmesi bu bağlamda müm
kündür.
Asimilasyon ve Aynlıkçılık
1 08
Bununla birlikte, işaret edildiği üzere (Balibar, 1 990b) ,
varsayılan bu evrensel kapsayıcılık çok yanıltıcı olabilir.
tık olarak resmi bir dışlama kriteri olamayacağından, top
luluğun doğasına ilişkin varsayımlar, asimilasyonun basit
çe mümkün olamayacağı şeklinde olabilir. Paul Gilroy'un
( 1 987) işaret ettiği gibi, eğer "lngiliz Bayrağında Siyahın
Yeri Yok"sa ve Britanyah ya da en azından İngiliz olabilmek
için beyaz olmak gerekiyorsa, hiçbir siyah lngiliz topluluğa
gerçekten asimile edilemez. Ayrıca Cathy Lloyd'un ( 1 994)
işaret ettiği gibi, yeni sağ tarafından geliştirilen, Aydınlan
ma'dan türeyen evrenselliğin kuruluşu, insanların yalnızca
kendi (milli-kültürel) "tür"ünden olanlarla etkileşim için
de olmayı sevdiklerini muhtemelen zorla kabul ettiren ev
rensel insan doğasına yönelik iddialan kapsamaktadır. Asi
milasyon mümkün olsa veya prensipte hoşgörülse bile, bu
evrensellik yanıltıcıdır çünkü yeni-gelenlerin formel veya
enformel destek ağları, dilin bilinmesi, "doğru eğitim tü
rü" gibi karşılarına yığılan birçok görece dezavantajları ol
maktadır.
lkinci olarak, asimilasyonun evrensel kapsayıcılığı ya
nıltıcıdır çünkü bireyler bu temelde hegemonik toplulu
ğa girebilse de, kolektif kimlikleri girememektedir. Sartre
( 1 948) , Yahudilerin, Yahudi olmayı bırakmaları şartıyla bir
halk olarak kabul edilebilecekleri "liberal antisemitizm"i
tartışmaktadır. 1 950'lerde Aborijin çocukların Avustral
ya'dan toplu olarak sökülüp alınarak beyaz Avustralyalı
lar olarak yetiştirilmeleri zalim eyleminin ardında da ben
zer bir mantık yatmaktadır. lsrail'de bugünlerde, öldükleri
söylenerek annelerinden çalınan ve orta sınıf Eşkenazi ai
lelere evlatlık verilen yüzlerce Yemenli Yahudi bebeğe iliş
kin suçlamalarla ilgili resmi soruşturmalar yürütülmekte
dir. Cemaatleri ve aileleri bölerek, çocukları ebeveyninden
ayırmak, zorla asimilasyon uygulamalarının çoğunlukla
1 09
merkezinde yer alır. Bu tür politikalar, azınlıkları güçsüz
leştirir ve bunların boyunduruk altındaki konumlanışlan
nın sürekliliğini sağlar.
Ayrılıkçılık, çoğunlukla hem ırkçılığa hem de asimilasyo
na bir direniş stratejisidir. Ayrılıkçı projeler, topluluğun gö
reli konumlanışını iyileştirmeyi amaçlayan genellikle güç
süzleştirilmiş azınlıkların etnik projeleridir. Bu yüzden top
luluğun sınırlarının, kolektif kimliğinin, sosyal tutunumu
nun ve toplumsal, ekonomik ve siyasi kendine yeterliliğinin
güçlendirilmesini teşvik ederler. Ayrılıkçı projeler, çoğun
lukla belli bir kültürel ethosu -dinsel, milliyetçi veya ırk
çı- kendi amaçlan için kullanan, topluluk içindeki belli bir
gruplaşma tarafından desteklenmektedir. Bu tip birden çok
ethosu birleştiren ayrılıkçı bir projeye örnek Amerikan -ve
ayrıca artık İngiliz- siyah "lslam Milleti"dir. Bu topluluk,
üreticiler ve tüketiciler olarak siyah ekonomik kendine ye
terliliğin gelişimini ve siyahlar olarak iddialı bir şekilde ken
di kendilerini kimliklendirmelerini, siyahların, sömürgeci
Hıristiyan geleneğine bir Üçüncü Dünya alternatifi olarak
(Müslüman köle tüccarlarına rağmen) lslam'a dönüşleri ile
birleştirmektedir. "lslam Milleti"nin lideri Louis Farrakhan
tarafından başlatılan ve önderlik edilen ve jesse jackson gi
bi önceden ayrılıkçılığı reddeden önemli siyah liderlerin bir
çoğunun katıldığı 1995 tarihli, Washington D.C.'ye "Milyon
Erkek Yürüyüşü" , bu tip bir hareketin ne kadar baştan çıka
rıcı ve güçlü olabileceğini göstermiştir.
ideolojileri oldukça farklı olsa da, uygulamaları her za
man o kadar da farklı olmayan ayrılıkçı ve özerk hareketle
ri birbirinden ayırmak gerekir. Özerk hareketler, kendileri
ni daha muktedir ve güvenli hissettiklerinde ötekilerle işbir
liği yapabilecekleri bir başlangıç safhası olarak tabandan ge
len aktivizme, özerkliğe ve kendine yeterliliğe önem verir
ken, ayrılıkçı hareketler kendi sınırlarını mutlak olarak ku-
110
rar ve ötekileri ancak değişmeye hazırlarsa kabul eder (ya
ni asimile eder) . Ayrılıkçı politikalann temellerinden birisi,
topluluk mensuplan ile ötekiler arasındaki cinsel ilişkilerin
çoğunlukla yasaklanışıdır.
Güçsüzleştirilmiş gruplaşmalar arasında özerk ve ayrılıkçı
hareketlerin artışı, kimlik politikalannın ve çokkültürcülük
ethosunun yükselişiyle yakından bağlantılıdır.
111
göçmenlerin ve mültecilerin yerleşmesi için temel bir yön
tem olarak lngiltere'de geliştirilmiş ve Kanada ve Avustral
ya gibi eski emperyal yerleşimci toplumların yanısıra ABD'de
de bu amaçla geliştirilen mevzuat biçimlerini ve siyasi proje
leri belirlemiştir. Tüm bu ülkelerde, milli topluluğun homo
jen ve asimilasyoncu tarzda sürekli kurulmasını isteyenler
ile etnik çoğulculuğun kurumsallaşmasını ve etnik azınlıkla
rın kendi kültürlerinin milli projenin meşru parçalan olarak
korunmasını talep edenler arasında, çokkültürcülüğe iliş
kin daimi bir tartışma mevcuttur. Bununla ilgili tartışmalı bir
mesele de kolektif kimliklerin ve kültürlerin korunmasının
kendisi için mi önemli olduğu yoksa sadece kolektif iradenin
bir sonucu mu olduğudur. Bir başka mesele ise, kültürlerin
korunmasını amaçlayan projelerin, bu kültürlerin maddeleş
tirilmelerine ve özselleştirilmelerine meydan verip vereme
yeceğidir. Floya Anthias'ın tespit ettiği üzere:
112
1992: 122). Etnik köken ve topluluk mensuplarının rengin
den ziyade kolektif kültürel kimlik, bu kurgularda hayati
faktör olarak görülmektedir.
Bununla birlikte çokkültürcülüğü destekleyenlerin tüm
kültürel kimliklerin eşit meşruluğa sahip oldukları bir sivil
ve siyasi topluma inandıklarını varsaymak hata olur. Örne
ğin Avustralya'da çokkültürcülüğe ilişkin hükümet raporu,
"çokkültürcülüğün sınırlarını" vurgulamaktadır (Office of
Multi-cultural Affairs, 1989) . Çokkültürcülüğün resmi po
litika olduğu tüm devletlerde, hegemonik çoğunluğun kül
türel geleneklerine öncelik verilerek, hem yasa dışı hem de
gayri meşru görülen kültürel gelenekler (poligami ve uyuş
turucu kullanmak gibi) mevcuttur. Üstelik çokkültürcü po
litikalarda, azınlık kültürleri somutlaştırılır ve normatif in
san davranışından farklılaştınlırken, Batılı hegemonik kül
türün doğallaştırılması sürmektedir.
john Rex çokkültürcülüğü, "kültürel çeşitliliğin tanınma
sının demokrasiyi zenginleştirdiği ve güçlendirdiği" geliş
miş bir sosyal devlet biçimi olarak tanımlamaktadır (1995:
31). Bunun üç temel faktörün bir sonucu olduğunu iddia et
mektedir. Bunlar; toplumun bütününü zenginleştirebilecek
önemli değerlere sahip olabilecek özgül kültürlerin değer
leri; azınlık cemaatlerinin toplumsal örgütlenişinin bunla
ra duygusal destek sağlaması; ve toplumsal örgütlenişin da
ha çok kaynak elde etmelerinde ve kendi kolektif haklarını
savunmalarında onlara daha etkili araçlar sağlamasıdır. Yine
de hem bu kolektif hakların doğasına hem de devletin hete
rojen nüfus içindeki bireylere ve topluluklara karşı alması
gereken özgül önlemlerin neler olduğuna dair sorular orta
ya çıkmaktadır. jayasuriya burada iki ayn meselenin sözko
nusu olduğuna işaret etmektedir: Bir tanesi, kolektif refahın
sağlanmasında ihtiyaçların merkeziliği, öteki ise kişinin hak
iddiasında ihtiyacın sınırlarıdır (1990: 23).
1 13
Dördüncü Bölüm'de etraflıca tartışılacağı üzere bu prob
lemin en sorunlu tarafı, refah uygulaması (provision), iş ola
nakları ve refaha kabul edilmede farklı muameleye tabi tu
tulmayla ilgili hükümler olarak değil de, farklı etnisitelerin
farklı kültürel ihtiyaçları olarak savunulduğunda ortaya çı
kar. Jayasuriya ( 1990), temel olan ve bu yüzden de devletin
karşılaması gereken ihtiyaçları, kamu sektörü dışında kalan
ve özel alanda gönüllü biçimde karşılanması gereken istek
lerden ayırmaktadır.
Kamusal sahanın hem devleti hem de sivil toplumu içer
mesine yeterince dikkat edilmemesine rağmen, kamusal ve
özel sahalar arasındaki ayrım, literatürde vatandaşlığın sı
nırlarının çizilmesinde (Dördüncü Bölüm'de de tartışılacağı
üzere) merkezi bir rol oynar. Örneğin Turner ( 1990), ken
di vatandaşlık tipolojisini, devletin özel sahaya girmesi veya
buna girmekten kaçınması ölçüsüne göre tespit etmiştir. Yi
ne de yukarıdaki örneklerin gösterdiği gibi, dikotomik özeV
kamusal kurgusu içinde özel ve kamusal alanlar hem kültür
hem de cinsiyet belirlenimlidir (Yuval-Davis, 199lb) . Çok
kültürcülük hakkındaki bütün tartışma, toplumsal hakların
sınırlarının yanısıra farklılık sınırlarının da (aslında belki de
evrensel olmayan evrensel terminolojiyi kullanan) özgül he
gemonik söylemlerle belirlendiği gerçeği karşısında tökez
lemektedir. Yukarıda da belirttiğim gibi, atıfta bulundukla
rı kişilerin farklı konumlanışlarını dikkate almayan evren
sel söylemler, çoğunlukla ırkçı (cinsiyetçi, sınıfçı, yaşlılara
ve engellilere karşı aynmcıyı vb. de ekleyebilirim) kurgula
rı da gizlemektedir.
Belli bir kültürü somutlaştıran ve homojenleştiren çok
kültürcü bir perspektifin başta gelen örneklerinden birisi,
1 993 yılında UNESCO tarafından yayımlanan Multi-Cul
tural Planet ( Çokkültürlü Gezegen) adlı kitaptır (Laszlo,
1 993) . Kitapta dünya "Avrupa kültürü" (ama aynca "Rus ve
1 14
Doğu Avrupa kültürü"), "Kuzey Amerika kültürü " , "Latin
Amerika", "Arap" , "Afrika" vb. Gibi, aralannda diyaloğun
ve açıklığın geliştirilmesi gereken, kültürel açıdan homojen
bölgelere ayrılmıştır.
Çokkültürcülük genellikle kendi destekleyicileri tarafın
dan ırkçılık karşıtı temel bir strateji olarak kabul edilmesi
ne rağmen, iktidar ilişkilerini gözardı etmesi, azınlık halk
lannın temsilcileri olarak o cemaatin çoğunluktaki üyele
rinden çok farklı sınıf ve iktidar konumlanna sahip kişile
ri kabul etmesi ve bu halklan ırkçılığın, ezilmenin ve eko
nomik sömürünün benzer açmazlannı kendileriyle payla
şan öteki siyahlarla (her şeyi kapsayıcı siyah/beyaz ikili ayrı
mı açısından) birleştiren şeylerden ziyade, onlann ayn kül
türlerini vurgulayarak bölücü olması yüzünden sol tarafın
dan eleştirilmektedir (Bourne ve Sivanandan, 1980; Mul
lard, 1980). Soldan gelen öteki eleştiriler, hem "çokkültür
cü" hem de "ırkçılık karşıtı" konumlara yöneltilmiştir (Rat
tansi, 1992; Sahgal ve Yuval-Davis, 1992) . Bu eleştiriler her
iki yaklaşımda da, özgül bir kültürel topluluğun tüm men
suplannın o kültüre eşit oranda bağlı olduğuna dair bir var
sayımın varlığına işaret etmektedir. Bunlar azınlık topluluk
larının mensuplarını temelde, bütünlüklü bir kültürel ve
ya ırksal sesle konuşur şekilde ve homojen olarak kurmaya
eğilimlidir. Bu sesler "farklı" olabilmek için (çokkültürcü
lük sınırlan içinde) çoğunluk kültüründen mümkün oldu
ğunca uzak kurulmakta; bu nedenle bu tip bir kurguda "ce
maatin temsilcilerinin" sesi ne kadar geleneksel ve çoğunluk
kültüründen ne kadar uzaksa, o kadar "otantik" olarak algı
lanmaktadır. "Anti-ırkçılık" içinde bu tür bir perspektif yay
gındır. "Siyah" ses, çoğunlukla beyaz Avrupa merkezci kül
türle özdeşleştirilebilecek her şeyi reddeden maço kurtancı
kahraman olarak kurulmaktadır.
Bu tür kurgular, azınlık topluluğunda sınıf, toplumsal
115
cinsiyet ve kültür düzeyindeki çatışmalar gibi iç iktidar ça
tışmalarına ve çıkar farklılıklarına yer vermemektedir. Üste
lik bunlar topluluk sınırlarını, gelişmeye ve değişmeye yer
vermeyecek şekilde sabitlenmiş, statik, tarih dışı ve özsel
ci varsayma eğilimindedir. Bu tür bir perspektif sosyal poli
tikaya çevrildiğinde, "otantiklik" , "cemaat"in temsilcisi ola
rak kabul edilenler tarafından devletten ekonomik ve diğer
kaynakları talep ederken kullanılacak önemli bir siyasi kay
nak haline gelebilir (Cain ve Yuval-Davis, 1990). Yeatman'ın
da gözlemlediği üzere:
116
virmiştir (avukat jacqui Bhabbha tarafından aktarılan olay).
Anne babasının sıkı denetimleri yüzünden evinden kaçan
ve sosyal hizmetler tarafından kendi isteğine ve Asian Wo
men's Refuge'nin (Asyalı Mülteci Kadın Sığınağı) savunma
sına karşın çok daha dindar bir başka Müslüman eve yerleş
tirilen genç bir Müslüman kızın durumu, bir başka örnektir
(Southall Black Sister -Southall Siyah Kızkardeşler- çalışan
ları tarafından aktarılan olay) .
Kadın sünneti, çocuk evlilikleri, vb. "atalardan kalma
pratikler"e "çokkültürel çeşitliliğin sınırları" olarak yoğun
laşan ve "etnik kadınlar namına" açıkça belirtilmeyen bir
takım Anglo aile normlarıyla benzer hale gelen "iyi top
lum" modeline karşı "etnik aile" uygulamalarının değerlen
dirildiği çelişkili çokkültürel bir uygulama, Jeannie Mar
tin ( 1991) tarafından anlatılmaktadır. Martin bu yaklaşımı
özellikle Avustralya'daki çokkültürcü kuramcılar arasında
ki "etnisistler"e özgü bir şey olarak anlatır ve onları hareke
te geçiren şeyin kadınlara ilişkin bir kaygı olmadığına işaret
eder - çünkü etnisistler, kadınların değersiz sayılışını ailenin
ön planda olduğu doğal düzenin bir parçası varsayarlar. Bu,
daha ziyade, -bu söylemde ideal pozitif model olarak kuru
lan- Anglo modelinden sapma düzeylerine göre erkekleri sı
nıflandırma aracıdır.
Alternatif dinamik bir kültürel çoğulculuk modeli, Homi
Bhabha tarafından geliştirilmiştir ( 1 990; l 994a; l 994b) .
Bhabha, mekan/zaman ve yapı/süreç ayrımını kaldırarak
ve milli "hayali cemaat"in kurulmuş sınırlarının ve bunun
kolektif kültürel söylemlerini oluşturan anlatıların sürekli
değişen ve ihtilaflı doğasını vurgulayarak, milletin marjin
lerinden, göç veya sürgün yüzünden birden fazla kültürde
yaşamakta olan milli ve kültürel "melezler"den çıkan kar
şı-anlatılara işaret etmiştir. Bu tür "melezler" , kendilerini
kabul eden milletin "bütünleştirici sınırları"nı hem oluş-
117
turur hem de yok ederler. Elbette bu tür karşı-anlatıların
göçmen azınlıklardan çıkması şart değildir. Örneğin yer
li halkların yükselen sesi, içerden duyulan bir karşı-anlatı
örneğidir. Aynca "millet"in sınırları hakkındaki karşı-an
latılar, eski Yugoslav ve Sovyet milletlerini dağıtmıştır; ve
öteki milli cemaatlerdeki kadar radikal olmamakla birlikte,
milletin ve sınırlarının kuruluşu her yerde sürekli bir tar
tışma konusudur. Bu bağlamda Homi Bhabha'nın; "karşı
anlatılar"ın şekil açısından radikal olsalar bile mesajlarında
ilerici olmak zorunda olmamalarını hesaba katmayı ihmal
ettiğini belirtmek önemlidir. Anna Lowenhaupt Tsing'in
(1993: 9) iddia ettiği gibi, bu tür karşı-anlatılar, yerel risk
leri ve özgüllükleri tanıyarak daha geniş anlam ve iktidar
tartışmaları içine yerleştirilmelidir.
Bhabha'nın yaklaşımındaki bir başka tehlike ise özselcili
ği arka kapıdan içeri alabilmesidir: yani toplulukların eski
"çokkültürcü" özselci ve homojenleştirici kurguları, içinden
"melezler"in çıktığı homojen topluluklara atfedilmektedir
ve böylece toplumun "eritme potası" olarak mitsel imajının
yerini toplumun "karışık salata" mitsel imajı almaktadır. Vi
yana'daki Irkçılıklar ve Feminizmler Konferansı'nda (Ekim
1994) Trinh Minh-ha'nın kendisini, sanki bu iki kültürün
her biri Trinh Minh-ha'nın kendi kurgularının dışında ho
mojen sabit varlıklarmış gibi, "kıyıda kalmış ve hem çoğun
luk hem de kendi grubunun kültürüne karşı koyan biri" ola
rak tanımlaması, bu tür bir konuma özgüdür.
Yine de Bhabha, kişinin kimliğinin kısmen de olsa, "otan
tik" sömürgecilik öncesi deneyime dayanarak gerçekten
kurulamayacağının farkındadır. Bhabha, bunu yapmaya ça
lışan melezlerin sonuçta kolayca özselleştirilmiş bir nostal
jiye kayma tehlikesi ile karşı karşıya olduklarına işaret et
mektedir. Bu şekilde melezlik, egemenleşen Avrupa merke
zi taklitçiliği şeklini almaktadır. Smadar Lavie (1992: 92),
118
bu melez modelini Gloria Anzaldua'nın ( 1 987) geliştirdi
ği model ile karşılaştırmaktadır. Lavie, bu iki modelin, mil
let ve imparatorluk arasındaki iç sınır bölgelerinde oluşan
melezin yaşanmış deneyiminin metinleştirilmesine (textua
lization) ilişkin zıt kutupları temsil ettiğini iddia etmekte
dir. Her iki model de, melezin millet ve imparatorluğa karşı
muğlaklığının, bunlar arasındaki karışık sınır bölgelerinin
haritasının yeniden çıkarılmasını hızlandırdığı iddiasında
dır. Bununla birlikte Bhabha'nınki melezliğin tepki yöne
limli bir modelidir. Bu model, melezi muktedir kılmayarak,
eyleyicilikten mahrum kalmaktadır. Anzaldua, melezler
geçmişlerini araştırmaya giriştiklerinde, bunun illa ki özsel
leştirilen nostalji veya "kirletilmemiş" sömürgecilik öncesi
bir geçmişin kurtarılışı olmak zorunda olmadığını öne sür
mektedir. Tam tersine geçmişi yeniden çalışmak, kendi me
lezliğini meydana çıkarır ve bu melez geçmişi şimdi açısın
dan tanımak ve kabul etmek, cemaati muktedir kılar ve ona
eyleyicilik verir. Cemaati vurgulayışı, Bhabha'nın parçalan
mış birey olarak melez varsayımıyla ve Minh-ha'nın ken
disini tanımlayışıyla kesin bir şekilde çelişmektedir. Me
lezlerin bireyleşmeyi reddi, onları cemaat olarak eyleyici
liğe (elbette bunun içerdiği tüm sorunsallarla beraber; Yu
val-Davis, 199lb; aynca bkz. Dördüncü Bölüm'deki tartış
ma) ve sadece Avrupa merkezinin egemenliğine direnerek
değil, aynı zamanda sınır bölgesinde yeni bir yaratıcı alan
açarak da, onun egemenliğine karşı çıkmaya muktedir kıl
maktadır.
jan Nederveen Pieterse'nin ( 1 994) , günümüz dünyasın
daki küreselleşme süreçlerinin altında yattığını düşündüğü
şey, bunu artan homojenleşme olarak betimlemeye eğilimli
daha yaygın küreselleşme modelinden ziyade bu tür bir top
luluksal melezleşmedir.
119
Kültürel Değişim ve Modemite
1 20
nı zamanda modernleşme ve mili bağımsızlığı da simgele
mek zorunda oldukları için muğlaktır. Olsa olsa taklit (mi
micry) süreci sınırlıdır.
tlgili tartışmaların odak noktalarından birisi, moderni
zasyonun Batılılaşma ile ne ölçüde bir tutulması gereğidir.
Sömürgeleştirilmiş dünyanın birçok milli liderine göre mil
liyetçilik ve sosyalizm, Avrupalı sömürgeci düşmanı başa
rıyla yenmek için benimsemeleri gereken modernite ölçü
leriydi. Örneğin, Chatterjee'nin (1986) sömürge sonrası
dünyadaki milliyetçiliği, türemiş bir söylem olarak görme
sinin nedeni budur. Yine de bu, ikisinin bir tutulması anla
mına gelmez. Anzaldua'nın ( 1987) muktedir kılınmış me
lezleşme kolektif modeli, süreci tanımlamanın daha iyi bir
yoludur. Birçok yerli kültürel ve dinsel gelenek, en azın
dan sembolik olarak, milli amblemleri ve kimliğin sembo
lik "sınır muhafızları"nı kuracak bir kaynak olarak tahsis
edilmiştir.
Sömürge sonrası dünyada modern ulus devletin hege
monyası çok sınırlı olduğu ve çoğunlukla kent merkezleri
ve üst sınıflarla sınırlandığı için, kültürel ve dinsel gelenek
lerin sembolik sınır muhafızları olarak kullanılması, toplu
mun "modem" merkezinin modem-öncesi kısımlarıyla sü
rekli birlikte varoluşunu sürdürmesini büyük ölçüde sağla
mıştır. Aynca bu, daha sonraki bir dönemde birçok durum
da, aynı gelenek ve göreneklere dönebilecek ve çok farklı
tipte milli ve etnik projeleri geliştirebilecek yeni nesil lider
lerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Eski projelerde ilerleme
ve moderniteyi sembolize eden şey, şimdi bu tür projelerde,
Avrupalı kültürel emperyalizm olarak kurulmaktadır. Top
luluğun "gerçek" kültürel özünün köktenci kuruluşu, alter
natif olarak empoze edilegelmiştir. Bununla birlikte bu kur
gular, ne bu toplumlarda insanların tarihsel olarak alıştıkla
rı yaşam biçimlerine önceki "milli kurtuluş" kurgularından
121
daha benzerdir, ne de modemiteyi ve onun modem med
ya ve yüksek teknoloji silahlan gibi aletlerini terk etmiştir.
Kadınlar bu projelerde bir kez daha önemli bir yer işgal
etmektedir. Kadınlar, değişimin sembolleri olarak görül
mek yerine, "geleneğin taşıyıcıları" olarak kurulmaktadır
lar. Özgürleştirici projelerde merkezi rol oynayan sembo
lik peçe açış hareketine örneğin devrim-sonrası lran'da ol
duğu gibi, şimdi zorunlu örtünme kampanyaları baskın gel
mektedir. Hindistan'daki sati gibi uygulamalar bile kökten
ci hareketlerin odağı haline gelebilmektedir; ki bu hareket
ler, "ötekilik"i kurmak için bu uygulamalara odaklanmış
sömürgeci bakışla tamamen aynı şekilde kadınların bu ge
lenekleri izlemesinde milli kültürel özün koruyuculuğunu
görmektedir (Chhachhi, 199 1 ; Mani, 1989) .
Köktencilik ve Modernite
1 22
lir. Köktencilik bir ortodoksluk biçimi olarak, "gelenek
sel değerler"in korunması olarak, veya "orjinal kaynaklara
dönüş"te dinin kirli ve bozuk yanlarını bertaraf eden uyanış
çı radikal bir olgu olarak ortaya çıkabilir. Örneğin İsrail'de
ki Yahudi köktenciliği, devletin çok farklı anlamlara geldi
ği temelde iki biçimde ortaya çıkmaktadır: İsrail devletinin
kuruluşunun bizzat kendisinin pozitif bir dinsel eylem ol
duğu bir sağ-kanat Siyonizm biçimi; ve İsrail devletini ken
di Yahudilik versiyonunu teşvik edecek ekonomik ve siya
si iktidarı kazanmak için uygun bir kaynak olarak gören Si
yonizm karşıtı olmasa da Siyonist olmayan bir hareket. İs
lam' da köktencilik, Kuran metnine (medrese köktencili
ği) ve din hukukuna, şeriata (ulema köktenciliği) bir dönüş
olarak ortaya çıkmaktadır. ABD'de Protestan köktenci hare
ketler, hem orijinal anlamda köktencileri -yani kutsal kitap
metinlerine dönüşü isteyenleri- hem de duygusal dini de
neyimlere daha çok dayanan "yeniden doğan Hıristiyanlar"ı
kapsamaktadır (bkz. Sara Maitland, 1992) .
Toplumda evrensel yetki isteyen devlet içindeki egemen
çoğunlukların köktenci hareketleri (ABD'deki misyoner ye
ni sağ, Humeyni İran'ı veya Sırp Yugoslavyası gibi) ile, ge
nellikle etnik kavramlarla tanımlanan kendi özgül yapıla
rında kendi düsturlarını desteklemek ve empoze etmek için
devleti, medya güçlerini ve başka kaynakları kullanmayı
amaçlayan köktenci azınlık hareketlerini (Lubavitche Has
sid'in Yahudi köktencileri ve İngiltere'deki Hindu ve Sih
köktencileri gibi) birbirinden ayırmak önemlidir. Bunun
la birlikte köktenci hareketlerin heterojen çeşitlerinin teşhi
si, "köktenci" kavramının özgül toplumsal olguları tanım
layacak şekilde kullanımını geçersiz kılmaz. Milli, sosyalist
ve feminist hareketler gibi temel tüm toplumsal hareketler,
benzer şekilde heterojendir.
Köktenciliğin son zamanlardaki yükselişi, modemitenin
123
-aydınlanma, akılcılık ve ilerleme ilkelerine inanca dayalı
toplumsal düzenlerin- krizine bağlanmıştır. Hem kapitaliz
min hem de komünizmin, kişilerin maddi, duygusal ve ruh
sal ihtiyaçlarını karşılayamadıkları ortaya çıkmıştır. Genel
umutsuzluk ve yolunu kaybetmişlik duygusu, insanlara aş
kın dinleri bir teselli kaynağı olarak açmıştır. Bunlar, insan
lara istikrar ve güven duygusunun yanısıra tutarlı bir kim
lik de kazandıran bir pusula ve çapa sağlamaktadır. Bunlar,
anlamın yapılaştırılışının merkezini bireyden dinsel liderle
re ve kurumlara kaydınr.
Kadınların denetimi ve ataerkil aile, genellikle toplumsal
düzenlerin köktenci kurulmalarında merkezi bir yere sahip
tir. Bunlar, çoğunlukla tüm toplumsal hastalıkların ilacı ola
rak görülür:
1 24
min Ali, 1992; Elaine Foster, 1992; Sara Maitland, 1992;
ve Nira Yuval-Davis, 1 992a). Dinsel kurumlarda kadınla
rın genellikle ikincil bir yeri olmasına rağmen, bunların ak
tif üyelerinin çoğunluğunu kadınların oluşturması iyi bi
linen bir olgudur. Bu, sadece baskı altındakilere bir teselli
kaynağı olarak dine değil, aynı zamanda da toplumsal cin
siyetler arasındaki duygusal işbölümüne de bağlı düşünüle
bilmektedir ve bu işbölümünde rollerinin bir parçası ken
di aile fertlerinin duygusal ve ahlaki sağlığının koruyuculu
ğu olan kadınlar, dinsel alanlarda da aktif olabilirler (Beth
Halakhmi, 1996) . Aynca dinsel bir hareket içinde aktif ol
mak, kadınlara, kamusal alanda öteki türlü kendilerine ka
palı olabilecek meşru bir yer sağlamaktadır; belli koşullarda
kadınlar bu yeri, genç kızlar ve ebeveyni arasındaki ilişki
de olduğu gibi kendileri yararına çevirebilirler. Bu, aynı za
manda tehditk�r olmasa da bir meydan okuyuştur ve nite
liksiz, çalışan sınıf kadınlarını ve yılmış orta sınıf kadınları
nı cezbedebilecek bir kişisel başarı alanıdır. Aynca bu, ırk
sal ve etnik azınlık kadınlarına, hem kendilerini savunacak
ları hem de ırkçı hegemonik kültürü hiçe sayacakları araç
ları da sağlayabilmektedir. Bununla birlikte köktenci hare
ketler, kadınların rollerini ve eylemlerini kısıtlayarak ve ta
nımlayarak ve önceden kararlaştırılan sınırların dışına çık
tıklarında onları resmen baskı altına alarak kadınlara çok
zarar vermektedir.
Köktenci siyasetle birleştirilen kimliklerin somutlaştırılı
şı ve özselleştirilişi, küreselleşme süreçlerine savunmacı bir
tepki olarak sunulmuştur. Hem Stuart Hall ( 1 996) , hem de
Verena Stolcke ( 1 995) , (değişmez topluluk sınırlarına güç
lü vurgusu da dikkate alınarak, buna etnik köktencilik de
mek daha tercih edilebilir olmasına rağmen) kültürel kök
tencilikten bahsetmektedirler. Siyasi özerklik ve bağımsız
lığın gittikçe daha az anlam ifade ettiği siyasi dünya siste-
1 25
minde küresel kapitalizmin yükselişi ve artan güçsüzleştir
me duygusu gözönünde bulundurulursa, gittikçe daha çok
insan gelecekle yüzleşmek için Stuart Hall'un geçmişe sem
bolik bir sığınma dediği ihtiyacı hissetmektedir. Ortak kö
ken miti ve topluluk kültürünün sabitlenmiş, tarihdışı ve
homojen kuruluşu, dinsel köktenciliktekine benzer bir şe
kilde kullanılmaktadır. Aslında din, çoğunlukla bu kültürel
köktenci kurgularda kültürel gösteren olarak merkezi bir rol
oynamaktadır.
Verena Stolcke'nin işaret ettiği gibi, modern liberal ethosta,
hiçbir insanın dışlanmamış göründüğü genellik fikrini içeren
bir paylaşılmış insanlık duası ile milli kavramlara çevrilen
kültürel tikelcilik arasındaki açık zıtlığın üstesinden ideolo
jik olarak gelinmiştir. Aynı ortak köken fikrini paylaşmayan
göçmen veya öteki cemaatlerin bir ferdi, kültürel "öteki" , bir
yabancı olarak ve hem milli hem de kültürel bütünlüğümü
zü ve eşsizliğimizi tehdit eden potansiyel bir "düşman" ola
rak kurulur. Daha ileri bir ideolojik çarpıtmada ise, kültürel
tikellik olarak yorumlanan milli kimlik ve aidiyet, prensip
te insanlar için doğal bir şey olan iletişimin önünde aşılmaz
bir engel haline gelir. Tercihen mekansal olan tüm ayrım, in
sanın ortak refahı için hayati olarak düşünülmektedir. Alek
sandra Alund'un (1995) işaret ettiği üzere, insanoğlu "sınır
lan olmayan, sınır oluşturan varlık"tır. insanlığın kendi eş
siz varlığına kültürel sınırlar çekme ihtiyacı ile insanlar ara
sındaki sınırlan toplumsal ihlal yeteneği arasında anlaşılma
sı zor diyalektik bir ilişki mevcuttur.
Küreselleşme ve Kültür
1 26
olmayan ilişkilerin yer aldığı bir dünya ekonomisinin ge
lişimi açısından açıklamaktadır. Öteki küreselleşme mo
delleri (örneğin Peter Beyer, 1994; john W. Meyer, 1980;
Roland Robertson, 1 992; ve Bryan Turner, 1 994) bu mo
dele küresel bir siyasanın, küresel bir kültürün ve küresel
bir toplumun niteliklerini eklemiştir. Küreselleşme süre
cinin gelişiminde , bilgi teknolojilerinin gelişimi ve bunun
sonucunda ortaya çıkan zaman/mekan sıkışması özellik
le önemlidir (Cohen, 1995) . Aynı zamanda, küresel farklı
lıkları, Batı modeline götüren yoldaki farklı yerler/aşama
lar olarak gören modernizasyon söyleminde anlaşıldığı şe
kilde, küreselleşme sürecinin ille de bir homojenleşme sü
recine yol açmak zorunda olmadığının anlaşılması önem
lidir. ]an Nederveen Pieterse'nin ( 1994) işaret ettiği üzere,
bu daha ziyade melezleşmeye yol açmaktadır. Birçok küre
selleşme sürecinin (ekonomik, siyasi, toplumsal ve kültü
rel) işbaşında olduğu gözönüne alınarak, küreselleşmeyi,
yapısal melezleşme, yeni karışık işbirliği biçimlerinin orta
ya çıkışı, kültürel melezleşme ve yerelaşın karışım (trans
local melange) kültürlerinin gelişimi olarak görmek gere
kir. Talal Assad ( 1 993) , antropolojik "tarih" kavramını ve
Avrupa yayılmacılığı ve küreselleşme bağlamlarında her
hangi bir "özerk tarih" nosyonunun ne ölçüde kurulabile
ceğini araştırmıştır. Pieterse gibi Assad da küreselleşme ve
kültürel alımın tümden homojenliğe yol açtığı tezini saç
ma bulmaktadır. Bunun yerine çeviri kavramını önermek
tedir. Çeviri, kimliğin asla basitçe yeniden üretimi değildir
ve çevirinin gerçekleştiği (zorla empozeden gönüllü alıma
kadar) biçim ve koşullar, üretilen ve yeni im�anlar açan ik
tidar çeşitlerini etkilemektedir.
1 27
nın özgül biçimleri de Batılı ve Batılı olmayan toplumlarca
gittikçe artan bir şekilde paylaşılmaktadır. (1993: 13)
1 28
maatlerle teması sürdürmeleri her zamankinden daha kolay
dır. Videolar, radyo, televizyon ve intemetin yanısıra hızlı
ve ucuz uluslararası seyahat imkanları, dilin ve popüler kül
türün yeniden üretilmesinin yanısıra "anavatan"da ve öte
ki ülkelerdeki diasporik cemaatlerde neler olduğunun eski
sinden daha kolayca "izlenmesini" sağlamaktadır. Bu, kendi
üzücü paradokslarını yaratabilir. Phil Cohen (Doğu Lond
ra Üniversitesi'nin Yeni Etnisiteler Biriminde 1 996'daki yıl
lık konferansında) , isle of Dogs'da görüştükleri, e-posta ara
cılığıyla Bangladeş'teki kendi köy cemaatine bağlı hissettiği
ni ancak ırkçı saldın korkusundan kapısını açmaya korktu
ğunu söyleyen Bangladeşli adamdan bahseder.
"Ülkesiz cemaatler"in bir başka boyutu ise, Güney Asya
ve Ortodoks Yahudi cemaatleri gibi, ayarlanmış evliliklerin
olduğu cemaatlerdeki, farklı diasporik cemaatler ve bunlar
la "vatan" arasındaki "gelin değiş tokuşu" olgusudur. Bu, ya
kın bağların ve "cemaat"in sınırlarının kapsayıcı şekilde ku
rulmasının sürdürülmesinde güçlü bir araçtır. Bunlar fark
lı coğrafi alanların sınırlarını ve bu diasporik cemaatlerin
vatandaşı oldukları farklı devletlerin siyasi sınırlarını enine
kesmektedir.
Yeni iletişim teknolojileri, küresel siyasi değişimlerin et
kisine katkıda bulunmaktadır (Afrika'nın dekolonizasyonu
ve Siyonizmin lsraiVFilistin'deki zaferi gibi) . Bunun sonucu,
birçok nesilden beri geldikleri ülkeyle bağlan daha çok sem
bolik bir anlam taşıyan Yahudiler ve siyahlar gibi diaspora
lar için "vatan"ın üstlendiği daha merkezi ve somut yeni rol
dür. Yine de küreselleşme ve uluslararası göç süreçleri, An
dersoncu ( 1 983) "hayali cemaat"in sınırlan ve özgül toprak
arasındaki güçlü bağlantıyı zayıflatmamıştır. Aksine diaspo
ralar, "çokkültürcü" ve çoğulcu toplumlarda toplumsal ve
siyasi meşruiyet elde ederken, çeşitli diasporalarda ortaya çı
kan siyasi projelerin pek çoğu, ister İrlanda, İsrail, Hindistan
1 29
isterse Ruanda'da olsun vatanı "ôtekiler"den "kurtarma"yı
amaçlayan siyasi ve askeri mücadeleleri desteklemekle ilgi
lenmektedir. Bu tür projeler, Batı'da günümüz ırkçılığının
yaygın bir biçimi olarak yukanda tartışılan "kültürel kök
tenciliğin" doğuşuyla ilintilidir. Önemli bir şekilde, küre
selleşme süreçlerine savunmacı tepkiler olarak incelenen bu
kültürel köktenci hareketler, kültür ve toprak arasında do
ğal bir bağlantı olduğunu varsayar. Bu bağlantı, çok sık ola
rak "vatan" veya Almanca'da daha doğru olarak ifade edilen
Heimat kavramı çevresinde kurulmaktadır (Ratzel, 1994) .
Phil Cohen'in ( 1995) işaret ettiği üzere "vatan" , cinsiyetlen
dirilmiş bir yapıdır - bu, toplumsal cinsiyet ilişkileri ve top
lulukların kuruluşu arasındaki derin bağlantının bir başka
yüzüdür. En kötü ihtimalle bu tür kurgulardan çıkan "etnik
temizliğin" cinsiyetlendirilmiş karakteri (bkz. Beşinci Bö
lüm'deki tartışma), özselleştirilmiş kimlik siyaseti ile diğer
yönlere çeken siyasi ve ekonomik gerçeklik arasındaki zıt
lıklan "çözme" çabasıdır.
Sonuç
1 30
sürekli (yeniden) kuruluşunda hayati bir rol oynamaktadır.
Burada kültür, somutlaştırılmış sabitlenmiş bir "şey"den zi
yade sürekli değişen, farklı konumlanan toplumsal ve siya
si eyleyicilerin farklı biçimlerde kullandığı içsel çelişkiler
le dolu dinamik bir süreç olarak algılanmaktadır. Bununla
birlikte, "kültürel malzeme"nin farklı kullanım ve anlamla
ra karşı koyma becerisi, hegemonik kültürel projelerin do
ğallaştırılmış hale gelişini kolaylaştırmaktadır. Toplumsal
ötekilerle ilişki içinde olmaya yönelik temel toplumsal, si
yasi ve ahlaki ihtiyaç, çoğunlukla farklı kültürleri tamamen
farklı ve ayrı olarak kurma ihtiyacını şiddetlendirmekte
dir. Yine de tarihsel olarak günümüz kültürlerinden hiçbiri
si, öteki kültürlerden tamamen izole bir şekilde gelişmemiş
tir (Lowenhaupt Tsing, 1993) ve etkilerin yönü Doğu-Batı
ve Güney-Kuzey'in yanısıra bunların tersidir de. Benzer şe
kilde, farklı konumlan işgal edenlerin desteklediği projele
rin çoğulculuğu ve karşı anlatılar, "post modemist çağ"a öz
gü değildir.
Bu bölümde, kültür kurguları ve kimlik anlatılan ve bun
ların hem dışlayıcı hem de kapsayıcı şekilde sınır idaresin
de nasıl kullanıldıkları incelenmiştir. Aynca kültürel deği
şim, dekolonizasyon ve küreselleşme süreçlerinin, değişik
melez ve köktenci politika biçimlerine ne şekilde bağlı oldu
ğu incelenmiştir.
Kimliğin ve farklılığın kültürel kuruluşunda, toplumsal
cinsiyet ilişkilerinin ve cinselliğin merkeziliği, bölümde tar
tışılan tüm konularla ilişki içinde anlatılmıştır. Hegemo
nik kültürler, dünyanın anlamı ve toplumsal düzenin do
ğası hakkında özgül bir görüş sunarlar. Bu tür bir perspek
tif için kadınlar ve erkekler arasındaki ilişkiler hayatidir ve
bu yüzden birçok toplumda kadınların erkekler tarafından
denetlenmesi de hayatidir. Kadınlar çoğunlukla topluluğun
ve topluluk sınırlarının kültürel sembolleri olarak, toplulu-
131
ğun "şerefi"nin taşıyıcıları olarak ve topluluk kültürünün
nesillerarası yeniden üreticileri olarak kurulurlar. Genel
likle kimin/neyin "uygun erkek" ve "uygun kadın" olduğu
nu tanımlayan ve topluluk fertlerinin kimliklerine merkezi
olan özgül kodlar ve düzenlemeler geliştirilmiştir. Sömür
geleştirme ve boyunduruk altına alma süreçlerinden kay
naklanan güçsüzleştirilme duygulan, sömürgeleştirilmiş er
keklerce hadım edilme ve/veya kadınlaştınlma süreçleri ola
rak yorumlanmaktadır. Direniş ve kurtuluş süreçlerinde er
keklerin -ve çoğunlukla da daha . önemli olarak kadınlann
rollerinin (yeniden) kuruluşu, bu tür mücadelelerin çoğun
da merkezidir. Yine de kültürler homojen olmadığından ve
kültürlerin özgül hegemonik kuruluşları, topluluğun için
deki egemen liderliğin çıkarlarıyla yakından ilgili olduğun
dan, bu hegemonik kurgular kendilerini bu hegemonik pro
jelere karşı çoğunlukla muğlak bir konumda bulan kadınla
rın çıkarlarına karşıdır.
Kadınların vatandaşlığı ve toplumsal farklılıkla ilişkili ola
rak bir sonraki bölümde tartışılan da bu muğlaklıktır.
1 32
DÖRDÜNCÜ BÔLÜM
VATANDAŞLIK VE FARKLILIK
133
sal ve ulusötesi- çeşitli topluluklara üyeliklerine uygulanan
çok-katlı bir kurgu olarak tartışacağım. Bu bölümün temel
iddiası, karşılaştırmalı bir vatandaşlık çalışmasının, kadın
vatandaşlığı meselesini, sadece erkek vatandaşlığı ile zıtlığı
nı ortaya koyarak değil, aynı zamanda da kadınların egemen
veya ezilen gruplara bağlılıklarını, etnisitelerini, kökenleri
ni ve kırda mı kentte mi yaşadıklarını dikkate alması gereği
dir. Böyle bir çalışma, bu vatandaşlıkların küresel ve ulusüs
tü konumlanışlarını da dikkate almalıdır.
Bu bölümde bunu gerçekleştirirken dört ana mesele dik
kate alınmaktadır. Öncelikle bireysel bir olgu olarak vatan
daşlıkla kolektif bir olgu olarak vatandaşlık arasındaki iliş
ki ve bunların milliyetçilik ve "cemaat" kavramlarıyla bağ
lantısı incelenmektedir. Bunu müteakip, toplumsal haklar
ve toplumsal farklılık kavranılan ve bunların çokkültürcü
lük ve toplumsal cinsiyet ilişkileriyle ne şekilde bağlantılı ol
dukları incelenmektedir.
Bryan Tumer (1990) , iki boyuta dayalı -kamusaVözel ve
aktif/pasif eksenler- karşılaştırmalı bir vatandaşlık tipolojisi
kurmuştur. llginç bir şekilde, Tumer'ın tipolojisi, toplumsal
cinsiyet körü olmasına rağmen (Yuval-Davis, 199lb; Walby,
1 994) , bu iki boyut genelde toplumsal cinsiyet farklılıkları
nı ve özelde kadınların vatandaşlığına ilişkin farklılığı açık
lamakta kullanılmaktadırlar (Grant ve Newland, 199 1 ; Pa
teman, 1988) . Bu nedenle bu bölüm, bu iki boyutu ve cinsi
yetlendirilmiş vatandaşlığın karşılaştırmalı, Batımerkezci ol
mayan bir analiz çerçevesini kurma çabası içinde bunların
nasıl kuramsallaştınlması gerektiğini incelemeye devam et
mektedir. Bu bölümde ele alınan üçüncü ana mesele, kamu
saVözel dikotomisinin aile, sivil toplum ve devlet arasındaki
aynmlarla ilişkisi hakkındadır.
Bölümün sonunda, aktif vatandaşlık kavranılan ile sağ ve
sol tarafından siyasi ve toplumsal alanlarda bunların han-
1 34
gi yollarla kuruldukları ve bunların vatandaşlık haklan ve
ödevleriyle ne şekilde ilişkili oldukları incelenmektedir.
Bununla birlikte, bu bölümde ele alınan çeşitli meselele
rin incelenmesinden önce bir uyanda bulunmak şartır. Va
tandaşlık kavramıyla uğraşırken, Floya Anthias ile önceden
de belirttiğimiz gibi (Yuval-Davis ve Anthias, 1989: 6), vatan
daşlık kavramının ne kendi başına toplumsal hayatın farklı
alanlarında gerçekleşen bütün kontrol ve müzakere boyutla
rını yeterince özetleyebildiğini ne de devletin kendisinin si
yasi projesini oluşturma biçimlerini yeterince ele alabildiği
ni hatırlamak önemlidir. Bununla birlikte, vatandaşlık çalış
mak, bireyler, topluluklar ve devlet arasındaki karmaşık iliş
kilere ilişkin bazı temel meselelere ve toplumsal cinsiyet iliş
kilerinin (ve öteki toplumsal ayrımların) bu meseleleri etki
leme ve bunlardan etkilenme biçimlerine ışık tutabilir.
1 35
Bu haklar ve sorumluluklar, medeni, siyasi ve toplumsal
haklarla ilgilidir. Marshall, sahip olduklan haklann türleri
gibi haklan elde eden çevrenin de tarihsel olarak genişlediği
evrimci bir vatandaşlık modeli geliştirmiştir. Marshall, me
deni haklann oluşma dönemi olarak 18. yüzyılı, siyasi hak
lar için 19. yüzyılı ve toplumsal haklar içinse refah devleti
nin gelişimiyle 20. yüzyılı saptamaktadır.
Bu iki tanım arasındaki en önemli farklılık, liberal tanı
mın vatandaşı bir devletin bireysel ferdi olarak, Marshall'ın
tanımının ise vatandaşı bir cemaatin ferdi olarak kurgulama
sıdır. Bu önemlidir çünkü Marshall'ın tanımı, devlet altı ve
üstü topluluklara çok-katlı vatandaşlık olasılığının yanısıra,
bu topluluklann devletle olan ilişkileri meselesini de ortaya
çıkarmaktadır.
Hall ve Held (1989) , vatandaşlığı "devlet"ten ziyade "ce
maat" ile ilişkilendiren ve geniş toplumsal tanımı içinde ba
sitçe ulus-devletle özdeşleştirmekten kaçınan Marshall'ın ta
nımının yararına işaret etmektedirler. Vatandaşlık, aslında
kentlerle sınırlandırıldığı Yunan şehir devletinde (polis) bir
ideoloji olarak ortaya çıkmıştır. Bugünlerde bile vatandaş
lığı, yerel siyasetle özellikle de l 980'lerde lngiltere'de yerel
devlet ile yerel nüfusun farklı katmanlan arasında yeni so
rumluluk mekanizmalan geliştiren Greater London Council
( GLC - Londra Büyükşehir Belediyesi) ve öteki radikal yerel
otoriteler gibi girişimler etrafında ilişkilendirebilme ihtiya
cı mevcuttur. Benzer şekilde birçok ülkede devlet, sivil top
luma nüfuz etmeyi kısmen becermiştir. Oralarda geleneksel
etnik cemaatlerin kısmi özerkliği vardır ve bunlann kuralla
n ve düzenlemeleri günlük hayatın birçok boyutunu kurar
(Suad joseph, 1993). Aynı zamanda da Avrupa Birliği'nin ve
ulus-devletlerin özerkliğini kısıtlayan ekonomi ve iletişim
alanındaki küreselleşme süreçlerinin yanısıra kitlesel gönül
lü veya mecburi göç süreçlerinin gelişimiyle birlikte, vatan-
1 36
daşlığın küresel olmasa da uluslararası açıdan da incelenme
si gerekir. Aynca "küresel vatandaşlık" , ekolojik meseleler
le ilgili artan uluslararası bağımlılıkla, Yeni Dünya Düzeniy
le ve Birleşmiş Milletler'in artan siyasi, askeri ve yasal rolüy
le ilişkisi içinde belirtilmektedir.
Marshall'ın tanımında kullanılan "cemaat" kavramı, bir
köyden "küresel köye" genişletilebilecek kadar muğlaktır ve
bu yüzden vatandaşlığın bu çok boyutluluğunu yansıtabil
mektedir. Bununla birlikte vatandaşlık tanımındaki "cema
at" kavramı, aynı zamanda güçlü bir "aidiyet duygusu"nu
ve vatandaşlığın sağlayabileceği milli kimliği akla getirmek
tedir. "Hayali cemaat" olarak Andersoncu millet kavramı
( 1 983) ve Marshallci vatandaşlık cemaati, sorunsuz bir bi
çimde birleştirilmiştir. Bu, "cemaat" ve devlet arasındaki
ilişki ve bunun kişilerin vatandaşlığını nasıl etkilediği so
rusunu gündeme getirmektedir. Literatürde "liberaller" ve
"cemaatçiler" (örneğin bkz. Avineri ve Shalit, 1992; Daly,
1993; Nimni, 1 996; Phillips, 1993) ve "cumhuriyetçiler"
(Oldfield, 1 990; Peled, 1992; Roche, 1 987; Sandel, 1 982)
arasındaki tartışmalar bu meselelere ilişkindir.
Roche'nin ( 1 987) açıkladığı gibi, liberal gelenekte tek tek
vatandaşlann eşit statüye, eşit haklara ve yükümlülüklere
sahip olduklan varsayılır ve böylece toplumsal cinsiyet, et
nisite, sınıf veya öteki bağlamlardan kaynaklanan eşitsizlik
ilkelerinin, bu tür bir vatandaşlık statüsüyle bağlantılı oldu
ğu varsayılmaz. Bu nedenle vatandaşlar, birbirleri hakkında,
yerine getirilmediğinde devlet tarafından yerine getirilebi
len, karmaşık bir varsayımlar ve beklentiler bütününü pay
laşmalanna rağmen, "cemaatin fertleri" olarak değil de, bir
birlerine yabancı insanlar olarak kurulurlar.
Yine de hak ve yükümlülük kavramlannın yanısıra eşitlik
ve mahremiyet kavramlannın da özgül cemaatler bağlamı
nın dışında bir anlamı olmadığını iddia eden "cemaatçiler"
1 37
tarafından, bu liberal benlik soyutlaması eleştirilmektedir
(Ackelsberg, yayımlanacak) . Bu göreceli argümanı bu bö
lümde daha sonra da tartışacağız (Üçüncü Bölüm'deki çok
kültürcülüğe ilişkin tartışma da bu konuyla bağlantılıdır) .
Bununla birlikte farklı gerekçelerle, Sandel ( 1 982) gibi cum
huriyetçilik destekçileri, vatandaşlığın bireyselci kurgusunu
oldukça yetersiz bulmaktadırlar. Bu tür bir kurgunun, "or
tak iyi" kavramının bireysel vatandaşlık seçimine göre ön
celikli olduğu bir "ahlaki cemaat"e üyeliği kuran vatandaş
lık olasılığını yadsıdığını iddia etmektedirler. Sandel'e göre
liberal vatandaşlık kurgusu, "hakkın iyiye" önceliği olduğu
nu varsayar. Diğer yandan cumhuriyetçilik, vatandaşlığı sa
dece bir statü olarak değil, aynı zamanda da "ortak iyinin"
belirlenmesi, uygulanması ve teşvik edilmesi"ne aktif bir ka
tılma aracı olarak da kurar. Katılım isteği ve kapasitesi, ki
şinin vatandaşlık erdemini (civic virtue) kurar ve bunlar sa
dece bir vatandaşlık ifadesi olmakla kalmayıp bir vatandaş
lık koşuludur da.
Bununla birlikte Peled'in yorumladığı gibi "Bu, cumhuri
yetçi [ahlaki] cemaatin nasıl kurulduğu ve buna aktif katı
lım için hangi niteliklerin gerektiği sorusunu gündeme ge
tirir" ( 1 992: 433). Peled'e göre, cumhuriyetçiliğin bugün
kü yeniden canlanışında iki ayn cemaat kavramı görülebi
lir: üyeliğin özsel olarak gönüllü olduğu zayıf bir cemaat ve
üyeleri tarafından oluşturulmayan ama keşfedilen tarihsel,
güçlü bir cemaat. Güçlü bir cemaatte, cemaatin "süregelen
varoluşu, kendi içinde ve kendisinin önemli bir değeridir"
ve "ahlaki cemaat"in en önemlisi olmasa da, önemli zorun
luluklarından birisi haline gelmektedir.
Bununla birlikte "güçlü bir cemaat"e üyelik, tam bir gö
nüllülük veya bir seçim meselesi değildir, ve üyeler her za
man olmasa da çoğunlukla bir ortak köken mitinin sonucu
olan "sürekli sevgi bağı" ve ortak bir kader miti ile birbirle-
1 38
rine bağlanmaktadır. Bir başka ifadeyle, bu "güçlü cemaat" ,
milli "hayali cemaat"tir. Güçlü bir cemaat olarak cumhu
riyetçi "ahlaki cemaat" kurguları ile Gemeinschaft-benzeri
"milli cemaat" kurguları arasında fark yoktur. Cemaatçiler,
"Bir cemaati kuran bireylerden söz etmek anlamsızdır: aksi
ne cemaatler bireyleri kurarlar" iddiasında bulunacak kadar
ileri gitmektedirler (Ackelsberg, yayımlanacak: 5).
O zaman "cemaat"in tam üyeleri olamayan veya olmayan
sivil toplum üyelerine ne olacağı sorusu ortaya çıkar. Nere
deyse bütün günümüz devletlerinde göçmenler ve mülteci
ler, "eski" ve "yeni" azınlıklar vardır ve (sömürgeci proje
lerin, yeni bağımsız milli toplulukları kurduğu: Stasiulis ve
Yuval Davis, 1995) yerleşimci toplumlarda aynca hegemo
nik milli cemaatin bir parçası olmayan yerli halklar da var
dır. Buna ek olarak, Evans'ın ( 1 993) "toplumun marjinal
matriksi" dediği şeyin içinde tamamen veya kısmen yer alan
ve "cemaat"in ortak köken mitini paylaşsalar da, nüfusun
çoğunluğuyla cinsel, dinsel ve öteki alanlardaki hegemonik
değer sistemlerini paylaşmayan ve bu yüzden de en azından
kısmen "ahlaki cemaat"in parçası olmayan sivil toplumun
birçok öteki üyesi vardır.
Peled'e göre ( 1 992) , "güçlü milli cemaatler"in süregelen
tarihsel varoluşunda bu, bütün "dışardakiler"in sürekli dış
lanması anlamına gelse bile, kendi içinde ahlaki bir zorun
luluk gören cumhuriyetçi konumu reddetmeye yetmemek
tedir. Peled'in çözümü (Oldfield'ı izleyerek, 1990) iki-kat
manlı bir vatandaşlık kurgusudur: dahil edilebilecekler için
"güçlü cemaat"e tam üyelik ve dahil edilemeyenler için bir
haklar bohçası olarak "liberal vatandaşlık kavramına benzer
şekilde artık, kırpılmış bir statü. Bu vatandaşlığın taşıyıcıla
rı, ortak iyiye hizmeti paylaşmaz ancak asli insan haklan ve
medeni haklar olarak düşündüğümüz şeylere sahip olmak
anlamında da güvendedirler."
1 39
Bir başka ifadeyle Peled, sivil toplumun sınırlan ile hege
monik milli topluluğun sınırlan arasındaki çelişkiyi çözme
biçimi olarak dışlayıcı iki-katmanlı bir vatandaşlık sistemi
nin kurumsallaştırılmasını önermektedir. Bu çözüm elbet
te ki, siyasi açıdan tatmin edicilikten uzaktır çünkü açık
ça milli temellerde, vatandaşların ayrımcılığa ve ırksallaştı
nlmaya tabi tutuluşuna göz yummaktadır (Peled, bu tür bir
sistemi idare etmeyi başarmış ideal bir devlet olarak lsra
il'i ve 1948'den beri bu devletin, vatandaşlan olan Filistin
lere karşı davranışını örnek vermektedir). Aynca bu kuram
sal açıdan da tatmin edici değildir, çünkü nüfusu iki homo
jen topluluğa ayırmaktadır - milli topluluğun içinde ve dı
şında olanlar. Bunu yaparken, vatandaşlığın yanısıra bire
yin kuruluşu için de hayati olduğunu savunduğum toplum
sal cinsiyet, millet-içi etnisite, sınıf, cinsellik, yetenek, ya
şam döngüsü içindeki safha vb. gibi toplumsal konumlanış
lann ve toplumsal ayrımların öteki boyutlarını dikkate al
mamaktadır.
Yine de tüm bunlar saklı kalmak kaydıyla, yukarıdaki ko
num en azından, bireysel veya komünal, kapsayıcı veya dış
layıcı olarak vatandaşlığın potansiyel olarak çelişkili doğası
nı kabul etmektedir. Marshall'ın çalışmalarında (1950; 1975;
1 98 1 ) bu meseleler hiç sorun haline getirilmemiştir ve si
vil toplumun sınırlan ile milli cemaatin sınırlarının çakış
tığına dair otomatik bir varsayım mevcuttur. Theodor Sha
nin ( 1 986) , öteki dillerin (Rusça veya lbranice gibi) aksine
lngilizce'de, devlette resmi vatandaşlıkla eş olan tabiyetten
ayn olarak, etnik milliyetçilik kavramını ifade eden bir teri
min olmadığını belirtmiştir. Farklı devletlerde ve toplumlar
da bu ikisi arasındaki ilişki muazzam bir farklılık arzeder ve
tek veya birkaç hegemonik etnik/milli topluluğa öncelik ve
recek şekilde; bu tür bir üyeliğin kişinin kimliği için temel
de önemli olduğu veya olmadığı bir şekilde; üyelere bir dizi
1 40
toplumsal, ekonomik ve siyasi olanağa daha kolay veya daha
zor erişim sağlayacak şekilde; farklı topluluklardaki üyelere
farklılaşmış bir dizi medeni, siyasi ve toplumsal vatandaşlık
hakkını kanunen verecek ya da vermeyecek şekilde, resmen
veya gayri resmi olarak kurgulanabilir. Örneğin toplumsal ve
medeni haklann çoğunun verildiği ama siyasi milli oy kul
lanma hakkının verilmediği "denizen" (yan-vatandaşlık) sta
tüsü, Avrupa'da yaygın bir statüdür. Paradoksal bir şekilde,
Marshall'ın vatandaşlık kuramı bu hususlann hiçbirisiyle il
gili olmamasına rağmen, onun devletten ziyade cemaate üye
lik olarak kavramsal vatandaşlık tanımı, insanlann etnik ce
maatlerinde, yerel cemaatlerinde, devletlerinde ve bugünler
de daha sık olarak ulusüstü örgütlerde sahip olduklan özgül
farklı çok-katmanlı vatandaşlık olgulannı çalışmak için bize
bir çerçeve sunabilir.
Burada yine de bir uyanya ihtiyaç var. Başka yerlerde de
aynntılı bir şekilde değerlendirmiş olduğum gibi ( Cain ve
Yuval-Davis, 1 990; Yuval-Davis, 199 lb) , "cemaat"i kişinin
ya ait olabildiği ya da olamadığı verili doğal bir birim olarak
görmemek önemlidir. Chantal Mouffe'un doğru bir şekilde
belirttiği üzere, "Siyaset, siyasi cemaatin kuruluşuyla ilgili
dir, onun içinde yer alan bir şey değildir" ( 1 993: 8 1 ) . Top
luluklar ve "cemaatler" , sınırlan, yapılan ve normlan sürek
li mücadele ve müzakere süreçlerinin ya da daha genel top
lumsal gelişmelerin bir sonucu olan ideolojik ve maddi kur
gulardır (Anthias ve Yuval-Davis, 1992) . Eğer Stuart Hali ve
David Held'in ( 1989) işaret ettiği gibi, reel politikada son za
manlara kadar vatandaşlık meselelerinin en azından Batı'da
canlı kaldığı, tek olmasa da temel arenanın, ırk ve göç me
seleleriyle, başka bir ifadeyle, milletler ve devletlerle ilişkili
olarak "cemaat"in hem kimliğine hem de sınırlanna meydan
okuyan meselelerle, bağlantılı olduğunu dikkate alırsak, bu
özellikle önem kazanır.
141
Bununla birlikte sorunlar sadece dış sınırlarla ilgili değil
dir. Verili bir "doğal" toplumsal birim olarak "cemaat" için
deki herhangi bir iç farklılık kavramı, bu yüzden bu organik
kurguya dahil edilebilir. Farklılığın, "cemaat"in düzgün ve
verimli işleyişine katkıda bulunması için, bu tür bir farklı
lık işlevsel bir ihtiyaca atfedilebilir. Aksi takdirde farklılık
lar, cemaati tehdit eden patolojik bir sapma, bir anormallik
özelliğini kazanır. Bu yüzden "cemaat" kavramı, toplumsal
cinsiyet aynmlannı ve belli bir ölçüye kadar sınıfsal işbölü
münü bile bünyesine dahil edebilmesine rağmen, kültürel,
siyasi ve cinsel çeşitliliklere karşı hoşgörüsüzdür.
Bu nedenle "cemaat için iyi olanı" , cemaatin ayn bir top
luluk olarak sürekli varoluşuna bir destek olarak yorumla
yan cumhuriyetçi ahlaki koşul ile bireylerin toplumsal ku
ruluşunu, geleneksel "komünal değerler"in bir desteği ola
rak yorumlayan cemaatçi kolektif argüman, herhangi bir iç
veya dış değişimi bir tehdit olarak gören aşın muhafazakar
ideolojiler haline gelebilirler. Bu, milliyetçilik ile ırkçılık
arasındaki bağlantının en kuvvetli olduğu yerdir. Bununla
birlikte buna karşı olan siyasi mobilizasyonlar, halkın kim
liğinin topluluklarla bağlantılı olarak kurulduğunu dikka
te almalıdır. Aynca bunlar, insanlann üyesi olduklan farklı
topluluklann genellikle devletle ilişkili olarak farklı konum
landıklannı da dikkate almalıdır.
Marshall'ın vatandaşlık kavramı farklılık kavramlarına
uygulandığı zaman ortaya çıkan bazı meseleleri şimdi ince
lemeye geçebiliriz.
142
şO.nO.r. Bu görO.ş, "Yahudi sorunu" na ilişkin makalesin
de geliştirdiği O.zere, Marx ( 1975) tarafından da tesadO.
fen paylaşılmaktadır. Diğer taraftan toplumsal haklar kav
ramının bO.tO.nO., refah devletinde geliştiği ve Marshall ve
ötekiler tarafından tanımlandığı O.zere, toplumsal ihtiyaç
lar tarafından belirlenen bir farklılık kavramını varsayar.
Edwards'ın ifadesiyle: "Benzer ihtiyaçları olanların, ben
zer kaynakları ve farklı ihtiyaçları olanların farklı kaynak
ları elde etmesi gerekir ya da -daha özetle- eşit muamele
den ziyade eşitler olarak muameleyi elde etmeleri gerekir"
( 1 988: 135) .
llk önce Beveridge ( 1942) ve ötekiler tarafından tasavvur
edildiği gibi, toplumsal refah haklan, doğrudan sınıf farklı
lığına bağlıdır. Refah haklan, işçi sınıfının yaşam kalitesinin
yanısıra kapitalizmin dO.zgün işleyişini de iyileştirme ama
cında idi. Marshall ( 1981 ) buna, içinde kapitalist bir ekono
mi, refah devleti ve modem devletin gerekleri arasında kaçı
nılmaz gerilimlerin bulunduğu "tireli (-'li) toplum" demek
tedir (Afrikalı-Amerikan ya da TO.rk-Alman gibi, bireyle
rin tek kimlikle bağlı olmadığı toplum biçimi kastediliyor -
e.n.). Refah, Harris'in (1987) tanımladığı gibi, vatandaşların
siyasi cemaati içinde toplumsal dayanışmanın kurumsallaş
tırılmış tanınması olarak dO.şünO.lmO.ştü.
Evans'ın işaret ettiği gibi bu toplumsal dayanışma, toplu
mun marjinal matriksinde yer alan etnik, ırksal, dinsel ve
cinsel gibi çeşitli gruplaşmalar tarafından tehdit edilmek
tedir:
143
Etnik ve ırksal azınlıkların vatandaşlığı çerçevesindeki
tartışmalar (Paul Gordon, 1989; Hall ve Held, 1 989), vatan
daşlığın bütün düzeylerine -sivil, siyasi ve toplumsal- de
ğinmektedir. Bununla birlikte yukarıda da belirtildiği üzere,
ilgili birçok mücadelenin ve tartışmanın temel kaygısı, da
ha temel bir hakka ilişkindir - yani giriş hakkı ya da bir kez
girdikten sonra, belli bir ülkede kalma hakkı. Etnik ve ırk�
sal ayrımların yanısıra sınıf ve toplumsal cinsiyet ayrımla
rıyla da ilgili çeşitli kapsayıcı ve dışlayıcı kriterlere göre sı
nırlar kurmak, Marshallcı vatandaşlık kuramlarının günde
minin tamamen dışında kalan vatandaşlıkla ilgili temel mü
cadele alanlarından birisidir. "Avrupa Topluluğu'ndaki do
laşım özgürlüğü" , lsrail'e Dönüş Kanunu (Law of Return)
ve lngiliz göçmen mevzuatındaki babalık maddesi - bunla
rın hepsi, bazıları için sınırsız göçe izin veren, ötekiler için
se bunu tamamen engelleyen ideolojik, çoğunlukla da ırkçı
sınır kurgularının örnekleridir.
Giriş ve yerleşim sorunları çözülse bile, etnik azınlık hal
kının kaygılan, toplumun öteki üyelerinin kaygılarından
farklı olabilir. Örneğin bunların resmi vatandaşlık hakkı,
geldikleri ülkenin yanısıra yaşadıkları ülkenin de kuralları
na ve düzenlemelerine ve aynca ikisi arasındaki ilişkiye da
yanabilir. Bu nedenle yıllardır lngiltere'de yerleşik bulunan
bazı Karayip adalarından gelen insanlara, lngiliz pasaportu
na sahip olamayacakları söylenmiştir. Çünkü geldikleri ülke
çifte vatandaşlığı kabul etmemektedir ve geldikleri ülke ba
ğımsızlığını kazandıktan sonra vatandaşlıktan çıkma niyet
lerini zamanında bildirmemişlerdir. Akrabalarla ilgili kay
gılar ve geldikleri ülkeyi ziyaret etmelerine izin verilmeme
korkusu, ötekileri Oranlılar ve Türkler gibi) orijinal vatan
daşlıklarından vazgeçmekten alıkoymaktadır. Bu nedenle
yaşamlarının geri kalanını başka bir ülkede geçirseler de, en
iyi ihtimalle burada sınırlı siyasi haklara sahip olurlar (bu,
144
toplumsal hakların her zaman medeni ve siyasi haklan takip
ettiğini söyleyen Marshall'ın evrimci modeliyle çelişmekte
dir) . Başka ülkelerde çocukları olan kadın işçilerin öteki an
neler gibi çocuk yardımı almaya uygun bulunmamaları, göç
men kadınların kampanyalarının özgül odağı olan bir hu
sustur. Aynca tabiyet kanunlarının özgül kombinasyonları
gözönünde bulundurulursa, çocuklar İsrail ve İngiltere gi
bi ülkelerde devletsiz olarak doğabilir. Bu tür ülkeler, vatan
daşlığı, ülkede doğanlardan ziyade ebeveyni vatandaş olan
lara vermektedir.
Göçmenler de toplumun öteki üyelerinin sahip olduğu
toplumsal haklardan mahrum edilebilirler. Bir ülkeye gi
riş hakkı çoğunlukla göçmenin ne kendisinin ne de ailesi
nin öteki üyelerinin devletten sosyal yardım talep etmeyece
ği taahhütünde bulunması -ki bu akrabalarının ana bakıcı
sı haline gelen göçmen kadınların konumunu özellikle etki
leyebilir- koşuluna bağlıdır. Çoğu durumda bankada el ko
nulabilecek servet gibi üst sınıftan olunduğuna dair bir gös
terge, bir ülkeye yerleşme hakkına ilişkin milli/ırkçı kotaları
aşmakta kullanılabilir. Kanada'daki yabancı ev işçileri olan
kadınlarla ilgili olarak Bakan ve Stasiulis'in ileri sürdüğü gi
bi, vatandaşlık kurgularının şu şekillerde yeniden kavram
sallaştırılması gerekmektedir:
145
sizlikleri paralelinde eşitsiz dağılımı bulanıklaşmakta ve
vatandaşların çok büyük bir oranının kronik yoksulluk ve
yoksunluktan çektiği karşı konum içinde düşünüldüğünde
önemini yitirmektedir. ( 1 994: 26-8)
146
lıkçı hareketlerde, (daha az ırksallaşmış olsa da) benzer mü
cadeleler mevcuttur.
Kimlikler hala tikelleştirilmiş ve toprağa bağlı olarak algı
lansa da, bu hal, bireysel ve kolektif hakların yalnızca devlet
tarafından belirlenmediği mevcut durumun bir belirtisi ola
rak görülebilir. Yasemin Soysal'ın (1994) ileri sürdüğü gibi
bu durum, emek piyasalarının uluslararasılaştırılması ve ge
niş çaplı dekolonizasyonlar gibi birtakım faktörlerin sonucu
olarak lkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde meydana gel
miştir. Geniş çaplı dekolonizasyonlar, yeni göç akış biçim
lerine neden olmuştur. Daha da önemlisi bunlar, evrenselci
parametrelerde haklarını ileri süren ve BM ve UNESCO gi
bi uluslararası örgütlere ve uluslararası insan haklan söyle
minin yanısıra mevzuatının da geliştirilmesine katılan yeni
devletleri kurmuşlardır. Bu uluslararası insan haklan söyle
mi, hem kadınlar, siyahlar, Dördüncü Dünya halkları, en
gelliler vb. gibi toplumdaki çeşitli marjinal sektörlere ve top
luluklara yönelik ayrımcılığı ve hem de bunların dezavan
tajlı durumunu protesto eden Kuzey'deki ve Güney'deki ye
ni toplumsal hareketlerin gelişimiyle büyük ölçüde güçlen
dirilmiştir. Aynı zamanda da bu uluslararası hak kodlarının
uygulayıcıları ve uluslararası kuruluşların üyeleri halen dev
letlerdir ve hiçbir uluslararası örgüt, öteki devletlerin "iç iş
lerine karışma" hakkına sahip değildir.
Irksal ve etnik azınlıklar için vatandaşlık haklarının en so
runlu yönleri, bunların toplumsal haklarına ve çokkültürcü
lük kavramına ilişkindir (örneğin bkz. Bhikhu Parekh, 1990;
Laksiri jayasuriya, 1990; Yuval-Davis, 1 992b) . Bazıları için
(Harris, 1987; Lister, 1990 gibi) sorun, farklı da olsalar, tek
tek vatandaşların alanındadır. Harris'in iddia ettiği gibi:
147
etkili bir şekilde tanımlayabilecek kültürel çeşitliliklerin te
melini oluşturan ortak ögeler vardır. ( 1987: 49)
148
masına kadar bir çeşitlilik gösterebilir. Aborijinlere ilişkin
tartışmalar ya da Müslüman azınlıklar ve Rüşdi Olayına iliş
kin tartışmalar gibi en aşırı örneklerde, azınlıkların kendi
geleneksel ve dinsel yasal sistemlerine göre davranmalarına
izin verilmesi yönünde çağrılar mevcuttur. Karşı argüman
lar, bunun, bilfiil bir apartheid sisteminden toplumsal birlik
ve siyasi hegemonyaya kadar uzanan bir yelpazeyi ifade edişi
arasında değişirken, bu iddialan destekleyenler, bunu azın
lıkların toplumsal ve siyasi haklarının doğal bir uzantısı ola
rak düşünürler. Bu, vatandaşların haklarının sınırlarının ne
şekilde tanımlandığı sorununu ortaya çıkarır.
Will Kymlicka ( 1 995) , "iki çeşit grup hakkı"nın birbirin
den ayrılmasını önermektedir: birisi grubun kendi üyelerine
karşı hak talebini içereni, diğeri de grubun daha geniş top
luma (veya devlete) karşı hak talebini içereni. Kymlicka, ilk
türden taleplerin desteklenmesinde devlet güçlerinin kulla
nılmasına karşıdır çünkü grubun içindeki bireylerin çok sık
olarak kültür ve gelenek adına baskı göreceği şüphesini ta
şımaktadır. Diğer yandan ikinci durumda da mesele, deza
vantajlı bir grubun ötekiler tarafından korunmasıdır: böyle
bir durumda, devlet müdahalesi hoş karşılanmak zorunda
dır. Kymlicka'nın iddiası, o grupların sınırlarını somutlaş
tırmakta ve doğallaştırmaktadır ve gruplar içinde özgül ikti
dar konumlanışları olan (homojen olmayan ve farklı ve çeli
şen çıkarları olabilen) insanları ve "grubu" birbirinden ayır
mamaktadır.
Aynı sorunla uğraşırken az çok farklı bir terminoloji kul
lanan jayasuriya ( 1 990) , temel olan ve bu nedenle devle
tin karşılamasını gerektiren ihtiyaçlar dediği şey ile kamu
sektörünün dışında kalan ve özel alanda gönüllü bir şekil
de karşılanacak olan isteklerin birbirinden ayrılmasını öner
mektedir.
Sivil toplumdaki özgül alt-toplulukların temel ve temel ol-
149
mayan kültürel talepleri arasındaki objektif farklılıklar ola
rak "istekler" ve "ihtiyaçlar" arasındaki ayrım, elbette ol
dukça şüphelidir. Kültürler ve kültürel ihtiyaçlar, topluluk
ların sabit tarihsel olmayan temel özellikleri değildir. Üçün
cü Bölüm'de ayrıntılı olarak incelendiği üzere kültürler, öz
gül toplulukların üyeleri tarafından desteklenen, farklı etnik
projelerde seçici ve çoğunlukla da çelişkili şekillerde kulla
nılan oldukça heterojen kaynaklardır. Bu projeler, hem top
lulukta etnik projeleri destekleyenlerin özgül konumlanış
lanndan hem de topluluğun devlete karşı özgül konumlanı
şından etkilenmektedir. Kadınlar, eğitim, evlilik ve boşan
ma ve kadın sığınakları gibi konularda "cemaatin kültürel
ihtiyaçlan"nı neyin oluşturduğuna dair devletin kabul etti
ği tanımdan çoğunlukla zarar görürler (Sahgal ve Yuval-Da
vis, 1 992) . Güney Afrika'da ANC'nin kadın üyeleri, "gele
nek ve göreneklere saygı" ilkesi üzerinde daha üstün anaya
sal bir yetkiye sahip olmak üzere "cinsiyetçi olmayan Güney
Afrika" ilkesini kabul ettirmek (anayasanın kabulünden sa
dece 24 saat önce) için sıkı ve uzun bir mücadele vermişler
dir. Farklı sömürge sonrası devletlerden gelen ve bağımsız
lıktan sonra yerli kültür adına vatandaşlık haklarının ken
dilerinden nasıl alındığı konusunda tanıklık eden kadınla
n biraraya getiren özel bir konferans düzenlenmiştir (Amy
Biehl, 1 994).
jayasuriya, devlet hizmetlerinin kamusal ve özel alanlar
arasındaki sınırını sanki bu sınır doğal ve statikmişçesine
kurmaktadır. Bununla birlikte bu sınır oldukça sorunludur
ve hem toplumsal cinsiyete hem de kültüre özgüdür (Kan
diyoti, 199la; Yuval-Davis, 199 lb). Bir sonraki kısımda, ka
musaVözel dikotomisi ve bu dikotominin bileşenlerinin top
lumsal cinsiyet ilişkileri ve işbölümünün yanısıra farklı va
tandaşlık türlerini kurmakta nasıl kullanıldıkları incelen
mektedir.
1 50
Özel ve Kamusal
1 51
ğın parçası olarak dışlanmışlardır. Öyleyse devlet vatandaş
lığı kavramının doğuşunun temelinde yatan toplumsal fel
sefe, evrensel olmaktan uzaktır ve "erkek hakları" açısın
dan kurulmuştur (siyah insanların köleleştirilmesi için as
lında "beyaz adamın haklan" olarak; Pateman'a göre, 1989,
bu hikayenin nadiren anlatılan bir bölümüdür).
Ursula Vogel (1989) , Marshall'ın evrimci modelindeki gi
bi, kadınların basitçe vatandaşlık haklarını geç elde eden
ler olmadıklarını gösterir. Kadınların dışlanması, "vatandaş
lık statüsünü bireylere değil de, ailenin üyeleri ve temsilcile
ri olarak erkeklere veren" (yeni bir grup vatandaş olmayan
insana) demokratik katılım hakkının erkeklere veriliş kur
gusunun temel kısmıdır ( 1 989: 2) . Ve aslında lngiltere'de
Viktorya zamanında, kadınlar evlendikleri zaman vatandaş
lıktarını kaybediyorlardı; 1 948'e kadar "yabancılarla" ev
lendikleri takdirde kaybetmeye de devam ettiler; ve kadın
lar 198l'e kadar kendi vatandaşlıklarını çocuklarına geçir
me hakkını elde edememişlerdir (Bhabha ve Shutter, 1994;
WING, 1985) - bununla birlikte lngiltere'de vatandaş olma
yan ya da yerleşimci annelerden doğan bebekler, İngiliz va
tandaşlığı haklarını tümden yitirmişlerdir.
Yukarıda adı geçen jayasuriya'nın ( 1990) yazılarındaki
özelin, aile alanı olarak kurulmasının aksine, özel alan, dev
let tarafından finanse edilmeyen ve/veya kontrol edilmeyen
ve örneğin dinsel kurumlan da kapsayan alandır. Bryan Tur
ner ( 1 990) kamusal/özel dikotornisini kendi vatandaşlık ti
polojisinin eksenlerinden biri olarak kullanır ve kendini ge
liştirme ve öteki boş zaman faaliyetlerinin yanısıra ruhsal fa
aliyetleri de özel alana dahil eder. Sylvia Walby ( 1 994: 383)
onu "özel"in iki anlamını -bireyin özerkliğiyle ilgili olanı ile
devlet müdahalelerinden bağımsız olmakla ilgili olanı- tek
görüşte birleştirerek, "erkek bakışını" benimsemekle eleştir
mektedir. Walby, aile devlet müdahalesinden bağımsız ola-
1 52
bilse de olamasa da, ailenin kadınlar için özerk ve özgür bir
alan olmadığını ve kocaların ve kanların (ben buna geniş
aileler durumunda çocukları ve öteki akrabaları da ekliyo
rum) farklı toplumsal konumlanışları, aile içinde farklı güç
leri ve çıkarları olması yüzünden ailenin tek bir dizi çıkara
sahip olmadığını iddia etmektedir.
"Özel"i, bireyin özerk olduğu alan olarak kabul edersek,
insanların -sadece kadınların değil- toplumsal yapıların ve
toplulukların getirdiği tüm kısıtlamalarla birlikte bunların
bir parçası olarak ve ister ailede, ister sivil alanda isterse si
yasi alanda olsun, özerk bireysel eyleyiciler olarak davrana
bildikleri tüm toplumsal alanlarda az ya da çok, bu uygu
lanabilir. Benzer şekilde insanların tercihlerine ve hobile
rine dayanarak boş zaman ve kendini geliştirme faaliyetle
ri, aileyle veya öteki kişisel arkadaşlarla, sendikayla, kilisey
le ya da etnik spor dernekleriyle ya da yerel yönetimde mec
lis üyesi olarak geçirilebilir. Aynı zamanda da özellikle mo
dem sosyal devlette, devlet müdahalesinden korunan hiçbir
toplumsal alan yoktur. Doğrudan müdahale olmadığı du
rumlarda bile, kendi müdahale etmeme sınırlarını aktif ve
ya pasif olarak çoğunlukla kuran da devlettir. Başka bir ifa
deyle, kamusal ve özel arasındaki sınırın kuruluşu, bizzat si
yasi bir faaliyettir. Her toplumsal alanda, siyasi iktidar iliş
kileri kendi dinamikleriyle mevcuttur. Feminizmin toplum
sal kurama en önemli katkısı, iktidar ilişkilerinin hem birin
cil toplumsal ilişkilerde hem de sivil ve siyasi alanların da
ha gayri şahsi ikincil toplumsal ilişkilerinde işlediğini kabul
etmesidir.
iktidar kanallarının yatay ve dikey olarak işlediğinin ka
bulü, devleti ayn bir üniter alan olarak kuramsallaştırma ih
tiyacı olamamasına dair Foucaultcu perspektifin doğuşu
na neden olmuştur. Yine de Birinci Bölüm'de tartışıldığı gi
bi devlet, uygulamalarında, niyetinde veya etkilerinde üniter
1 53
olmasa da, devleti ayn bir alan, "emrinde veya temelinde ve
rili bir yürütme aygıtı olan ve denetimin amaçlılığı çevresin
de merkezi şekilde örgütlenmiş bulunan kurumlar bütünü"
olarak ele alma ihtiyacı vardır. Farklı devlet biçimleri, "dev
letin mevcut özelliği olan denetim/baskı ikizleri" arasındaki
farklı ilişkileri içerecektir (Anthias ve Yuval-Davis, 1989: 6) .
Devlet güçleri, hem uluslararası hem de ulus-içi az çok özerk
olabilse de ve eğitim ve medya gibi ideolojik üretim de dev
letin hem içinde hem de dışında bulunabilse de, bireysel ve
kolektif hakların kullanılışı devlete bağlı olmayı sürdürmek
te (Soysal, 1994) ve devlet üzerindeki denetim, öncelikli si
yasi hedef olmaya devam etmektedir.
Bryan Tumer ( 1990) , yukarıda da belirtildiği gibi, kamu
saVözel dikotomisini, karşılaştırmalı vatandaşlık modeline
yönelik ana eksenlerden birisi olarak kabul etmiştir. Ancak
Tumer özellikle bu dikotomiyi, "siyasi faaliyetin kamusal
yerini yaratmak açısından ahlaki faaliyetin kamusal ve özel
tanımları" olarak tanımlamaktadır ( 1 990: 209) . Bu tanım,
gerçekte vatandaşlığın bireyseVkolektif kuruluşuna ve "ah
laki cemaat"in ve "ortak iyi"nin bireylerin haklan karşısın
daki göreli yerine ilişkin önceden tartıştığımız şeylerle ya
kından bağlantılıdır.
Özel alanın belirlenmesindeki tüm bu tutarsızlıkları ve
karışıklıklan dikkate alarak, kamusaVözel ayrımını koru
mak yerine, üç ayrı alanı birbirinden ayırmayı öneriyo
rum: devlet, sivil toplum ve aile ile akrabalık ilişkileri ala
nı. Walby'nin işaret ettiği üzere, Tumer birey ve aileyi bir
leştirdiği için, vatandaşlığın kuruluşunda bu alanlardan her
birinin göreceli önemine odaklanan farklı vatandaşlık tür
lerinin önemli karşılaştırmalı ilave boyutunu gözden kaçır
maktadır.
Karşılaştırmalı refah devleti analizine yönelik Esping-An
dersen ( 1 990) , Ann Orloff ( 1 993) ve julia O'Connor ( 1 993)
1 54
tarafından yapılan feminist eleştiriler, ülkelerin refah sunu
munu örgütleme biçimlerini incelerken aile alanını, devlet
ve piyasa alanına dahil etme ihtiyacına işaret etmektedirler.
Bu önemli bir düzeltmedir. Bununla birlikte aile alanı, siyasi
örgütlenme ve iktidara yönelik farklı konumlar tartışılırken
de dahil edilmelidir. Eğer vatandaşlığın karşılaştırmalı aralı
ğını, Tumer'ın kullandığı çok sınırlı Batılı örneklerin ötesi
ne geçireceksek, bu özellikle önemlidir.
"Modem ulus-devlet"in doğuşunda "modem-öncesi" dev
letlerden tamamen farklı bir toplumsal örgütlenme biçimi
görmek yanıltıcıdır. Birçok devlette, özellikle sömürge son
rası devletlerde örneğin geniş aile ve akrabalık ilişkilerinin,
ideolojik siyasi partiler olarak kurulduklarında bile, sada
kat ve örgütlenme odaklan olarak kullanılmaları devam et
miştir. Siyasi, toplumsal ve muhtemelen medeni haklar bi
le, belli bir vatandaşın ailevi konumlanışına dayanabilmek
tedir (Suudi Arabistan veya Ürdün bu tür devletlere muh
temelen en iyi örneklerdir, ancak daha sulandırılmış bir bi
çimde bu olgu özellikle de yönetici partilerin elitleri arasın
da çok daha yaygındır) . Bu devletlerde, geleneksel toplum
sal ve özellikle ailevi ilişkiler işlemeye devam etmektedir ve
çoğunlukla ya kadınların resmi vatandaşlık haklan hiç yok
tur ya da bu haklar çok asgari düzeydedir. Yine de paradok
sal bir şekilde ailevi ilişkilerin bir ülke siyasetinde önemli ol
duğu yerlerde, örneğin Hindistan alt kıtasında olduğu gibi,
siyasi liderlerin dul eşleri veya kızlarının, siyasi lider olma
şansları çok yüksektir.
Aile/sivil toplum/devlet eyleyicileri egemenlik çizgisinin
öteki aşırı ucunda, sivil -ve belli bir ölçüye kadar ailevi
alanların tüm yönlerini devlete dahil etme çabasında olan
eski Sovyet bloğu devletleri bulunmaktadır. Tüm siyasi,
ekonomik ve kültürel faaliyetlerin devlet tarafından denet
lenmesi amaçlanmaktaydı; devlet (ve Komünist Parti) çiz-
1 55
gisini izlemeyen tüm örgütlenme veya ifade biçimleri, bas
kıya uğrama ve denetlenme eğilimindeydi; ve partiye üye
lik, daha yüksek sivil, siyasi ve toplumsal hakları berabe
rinde getirmişti. Aynca aile alanında, aile hukuku, kadınla
rın neredeyse tamamen iş gücüne alınışı (çoğunlukla erkek
lerden daha düşük konumlarda olmalarına rağmen: Voroni
na, 1 994: 733), resmi yasal ve siyasi eşitlik (kadınların Po
litbüro tarihi boyunca merkezi Politbüro'da yer almamaları
na rağmen), ve çocuk bakım olanakları ve kamu kantinleri
gibi ev-içi emeğin farklı yönlerinin kolektifleştirilmesi (ka
dınların kendi iş yüklerine ek olarak bir yığın ev-işi yapma
yı sürdürmelerine rağmen) açılarından çok önemli değişik
likler olmuştu. Bu konuyu yorumlayan Natalya Kosmarska
ya ( 1995) , -erkekler kendi iş yerlerinin "özel alanı"na kilit
lenirken, alışverişi vb. yapanlar kadınlar olduğu için- Rus
ya'da kamusal alanda görünenlerin kadınlar olduğunu iddia
etmektedir.
Örneğin İskandinavya ülkeleri gibi Batılı refah toplumla
rında, devlet, kadınların emek piyasasına girmeleri için ev
den çıkabilmeleri amacıyla ev-içi sorumluluklarına ve ço
cuk bakımına yardımcı olmak üzere kamusal olanaklar sağ
lamaktadır. Kadınlar, kamusal sektörde erkeklerden daha
çok çalışmaktadır ve eski Sovyet bloğundakinin tersine, da
ha yüksek siyasi temsil oranına sahiptirler. Bununla birlikte
Helga Hemes (1987) ve Anne Showstack Sassoon'un ( 1987)
ileri sürdükleri gibi Norveç benzeri ülkelerde en önemli
ekonomik ve toplumsal güçleri elinde bulunduranlar, sivil
toplumdaki birliklerdir ve bunlar erkekler tarafından denet
lenme eğilimindedir.
Refah toplumları, hem siyasi hem de ekonomik gücün ye
ri açısından sivil toplum etkisinin en yüksek olduğu yerler
olarak düşünülmektedir. Marshall (1981) kapitalist toplu
mu, kapitalist bir ekonomi ile refah devleti arasında kaçınıl-
1 56
maz gerilimlerin bulunduğu "tireli" bir toplum olarak tanım
lamaktadır. Esping-Andersen (1990) , piyasa güçlerinin veya
devletin egemenlik mücadelesinde piyasa güçlerinin mi dev
letin mi belirleyici olduğuna bağlı olarak farklı sosyal devlet
rejimleri arasındaki varyasyonları tanımlamaktadır.
Yine de sivil alanın sadece piyasa olmadığını unutmamak
önemlidir. Burada işleyen ve devleti bilgilendiren ve dev
let tarafından bilgilendirilen sadece ekonomik ilişkiler de
ğil, siyasi ve toplumsal ilişkilerdir de aynı zamanda. Siya
si partiler, toplumsal hareketler ve sendikalar, çoğunluk
la devlet üzerine örgütlenmiş ve faaliyetlerini devlet üzeri
ne odaklamış olsalar da, devletin parçası değillerdir. Eğitim
ve medyaya devlet sahip olabilir de olmayabilir de ve bunla
rın az ya da çok ölçüde devletten özerk olan ideolojik pro
jeleri olabilir.
Burada bizim için özellikle önemli olan şey, özgül etnik/
ırksaVmilli toplulukların üyeleri tarafından ve onlar için ör
gütlenen sivil toplumdaki resmi ve gayri resmi örgütler, der
nekler ve kurumlardır. Aynca herhangi bir karşılaştırmalı
devletler modeli, bu tür topluluklann devlet politikalannın
kuruluşunda ve ülkenin toplumsal ve siyasi ilişkilerinde az
ya da çok rol oynadığı devletleri birbirinden ayırmalıdır. Ti
to'nun hayatının son yıllannda onayladığı tadil edilmiş ana
yasada Yugoslavya'daki farklı bölgelerin yönetimce etnikleş
tirilmesi, o ülkenin tarihinde temel bir gelişmeydi ve daha
sonraki gelişmelerin ve ülkenin dağılışının kısmi bir açık
lamasıydı. "Çokkültürcü toplumlarda" çeşitli toplumsal ve
eğitim hizmetlerinin, kamuya çeşitli etnik örgütler aracılı
ğıyla verilmesi gereğinin ölçüsü, birçok ülkede bir siyasi tar
tışma konusudur.
Yukarıdaki örnekler genel olarak, farklı alanlann -fark
lı devletlerde ve toplumlarda değişen ailevi, sivil ve devlet
eyleyicilerinin alanlannın- münhasıran öyle olmasa da, va-
1 57
tandaşlann toplumsal, siyasi ve sivil haklarının belirlenişin
deki göreceli önemini göstermektedir (örneğin devrim son
rası Çin'de, devlet kurumlan ve ailevi yapılar, tarih boyun
ca bir egemenlik yanşı içinde olmuşlardır) . Tabii ki bu alan
ların hiçbiri asla homojen değildir: devletin farklı bölümle
ri öteki bölümlere zıt bir şekilde hareket edebilir ve bunla
rın toplumdaki farklı etnik, sınıf, toplumsal cinsiyet ve öteki
gruplaşmalar üzerindeki etkileri farklı olabilir. Örneğin İn
giltere ve ABD gibi bir ülkenin göç yetkilileri, göçmenlerden
kendi toplumsal haklarından feragatlerini imzalamalarını is
teyebilirler. Böylece devletten ziyade ailevi alandaki öteki ki
şiler, eğer sivil ekonomik alanda başarılı olamazlarsa, bun
ları desteklemekle sorumlu olurlar. Başka bir örnek de, belli
bir dinden olan din adamlarının kıydığı evlilikler çoğunluk
la devletin resmi onayını otomatikman elde ederken; öteki
ler tarafından kıyılan evliliklerin geçersiz olması ve bunların
yetkilendirilmiş otoriteler tarafından kıyılmasının gerekme
sidir. Sovyetler Birliği'nde, farklı milli kökenlerden gelen in
sanlara "anayurtlan"nda öncelik verilen belli alanlar (örne
ğin yüksek eğitim kurumlarındaki yerler) vardı. Diğer yan
dan farklı bölgelerde siyasi iktidar üzerindeki denetime sa
hip olanlar Rus "yerleşimciler"dir çoğunlukla. Sovyet blo
ğunun çöküşünün ve bağımsız cumhuriyetlerin doğuşunun
sonucunda, bazı petrol ülkelerinde yıllardan beri mevcut
olan bir durum ortaya çıkmaktadır ki bu, resmi devlet va
tandaşlığının sadece nüfusun azınlığına -"doğru köken"den
olanlara- verilebilen imtiyazlı bir statü haline gelmesidir.
Bu yüzden karşılaştırmalı herhangi bir vatandaşlık kura
mı, kendi ailelerine, sivil toplum örgütlerine ve devlet eyle
yicilerine karşı (farklı toplumsal cinsiyet, etnisite, bölge, sı
nıf, yaşam döngüsü safhası vb.den olan) vatandaşlara tanı
nan bireysel özerkliğin bir analizini de içermelidir.
1 58
Aktif/Pasif Vatandaşlık
1 59
şimci toplumlardaki yerli halklar değil, ABD'de büyük ölçü
de siyah, İngiltere ve öteki ülkelerde ise büyük oranda be
yaz olan ve yalnız annelerin oranının gittikçe arttığı "altsı
nıP' olarak bilinenler de yer almaktadır (Lister, 1990; Lydia
Morris, 1 994) . İnsanların kendi cemaatleriyle ve devletle
riyle olan ilişkisini belirlemede, toplumsal cinsiyet, cinsel
lik, yaş ve yeteneğin yanısıra etnisite ve sınıf da önemli fak
törlerdir.
"Aktif vatandaş" kavramı, son yıllarda özellikle İngilte
re'de hem "sol" hem de "sağ"da tartışmaların ve politikala
rın odağıdır. Sol da vatandaşlığa olan ilginin son yıllardaki
artışı, refah devletinde sağlık, eğitim, emeklilik, çocuk yar
dımları vb. alanlarda verili görülen toplumsal hakların bir
çoğunun tehlike altında olduğuna dair işaretler belirdiği bir
zamanda, refah devletinin büyüyen kriziyle çakışmıştır. Bu
kriz, bazı Batılı ülkelerde işçi sınıflarının önemli katmanları
nın muhafazakarlara oy vermeye başlamasıyla ve Sovyet blo
ğunun çöküşü ve devlet sosyalizminin sona erişiyle aynı za
manda olmuştur.
Yine de sol (ve merkez) , toplumsal haklara yoğunlaşmak
yerine vatandaşlığı, siyasi mobilizasyon ve katılıma bir çağ
rı olarak kullanmıştır. Thatcher hükümeti gibi radikal sağ
cı bir hükümet, kişiler ve devlet arasındaki ilişkiyi değiştire
mesin diye İngiltere'de bu, vatandaşlık hakkının verilişinin
kutsallaştırıldığı yazılı bir anayasa için ( Charter 88) yürütü
len bir kampanyanın parçası haline gelmiştir.
Vatandaşlık lisanı, sağın da temel bir söylemi olmuştur.
İngiltere'de "aktif vatandaş" , -ekonomik açıdan başarılı bir
orta sınıf ailenin erkek reisi olarak kurulan- "vatandaş"ın,
boş vaktini ve parasını "cemaat"e vererek vatandaşlık görev
lerini yerine getirdiği refah devletine bir alternatif olarak ile
ri sürülmüştür (Evans, 1993; Lister, 1990) .
Bununla birlikte bu söylemde vatandaşlık, siyasi bir söy-
1 60
lem olmaktan çıkmış ve pasif vatandaşlar olarak kurulan
yoksulların toplumsal haklarının, hak kazanmadan hayır
işine en azından kısmen dönüştürüldüğü sivil topluma gö
nüllü bir katılım haline gelmiştir. Lister ( 1 990: 14) , aktif va
tandaşlığı, girişim kültürünün gerekli bir tamamlayıcısı ola
rak tanımlayan muhafazakar bakan Douglas Hurd'den alın
tı yapmaktadır: "Kamu hizmeti, bir zamanlar elitin göreviy
ken, bugün harcayacak zamanı ve parası olanlann sorumlu
luğudur" . Ve Lister, toplumsal tutunum adına yükümlülük
lerin, vergi ile finanse edilen yardımlann ve hizmetlerin ka
musal alanından, hayır işi ve gönüllü hizmetlerin özel alanı
na kaydığını iddia etmektedir. Ve hayır işi çoğunlukla yar
dımın yapıldığı kişilerin bağımlılığını ve pasifliğini varsayar.
Haklar armağan haline gelmiştir ve aktif vatandaşlık yuka
ndan-aşağıya bir vatandaşlık kavramını varsaymaktadır. Ti
pik olarak seçilmekten ziyade atanan, hükumetin oluştur
duğu yasal haklara sahip özel kurumlar, sağlık ve refah gibi
çeşitli kamu hizmetlerinin idare edildiği araçlar haline gel
mişlerdir.
Vatandaşlık kavramının depolitizasyonu, 1992'de hükü
metin Vatandaşlık Bildirgesinin yayınlanmasıyla artmıştır.
Bu bildirge, vatandaşlan, temel haklan kamu ve özel sektör
lerde yüksek kaliteli mal ve hizmetlere yönelik bilgili seçim
ler yapma özgürlüğüne sahip olmak olan ve "mahremiyetle
rine, itibarlarına, dinsel ve kültürel inançlarına" göre davra
nılan tüketiciler olarak kurmaktadır (Evans, 1 993: 10). Ba
uman'ın ( 1988: 807) iddia ettiği üzere "Günümüzde birey
ler (ahlaki olarak toplum, işlevsel olarak da toplumsal sis
tem tarafından) her şeyden önce üreticiden çok tüketici ola
rak davranmaktadır". Vatandaşlık haklannın dengesi, sosyal
refah haklanndan, belediye evleri ve hisseleri vb. satın alma
hakkı gibi ekonomik türden (pazara girişle ilgili) medeni
haklara kaymıştır. Aynca bu tür bir vatandaşlık kurgusunun
1 61
vatandaşlık tanımına hala dahil edilip edilemeyeceğine dair
bir taruşma (Oliver, 1 995) mevcuttur. Çünkü bunun amacı
birey ile cemaat arasındaki ilişkiden ziyade, bireysel kişilik
ve özerkliği desteklemektir (yukarıda anlatılan liberal vatan
daşlık biçimine açıkça girmesine rağmen). Yine de açık olan
şey, bu vatandaşlık kurgusunun oldukça sınıf temelli oldu
ğu ve Edwards'ın ( 1988) öne sürdüğü gibi "eşit muamele
den ziyade eşitler olarak muamele"yi amaçlayan refah dev
letindeki vatandaşlık kurgusunu geçersizleştirdiğidir. Yeni
sağ tarzı vatandaşlığa göre, Peter Golding'in (Lister'a önsö
zünde, 1990: xii) dediği gibi "Yoksul olmak, koşullu vatan
daşlığı sürdürmektir" .
Tüketimcilik olarak Thatcherist vatandaşlık kavramı, ev
rensel retoriği bir yana tamamen serbest piyasa modeline da
yanmamaktadır. Ruth Lister'ın yorumladığı gibi,
1 62
Evans ( 1993), cinsel azınlık gruplannın, kendi kimlikleri çev
resinde değişen karmaşıklık derecelerinde, sosyo-ekonomik
"cemaat" altyapılarını nasıl geliştirdiklerini anlatmaktadır.
Bunlar, daha çok konut, sigorta, tıbbi haklar, ebeveyn haklan,
evlilikte eşlere tanınan haklar vb. elde etmek için örgütlenmiş
ler ve gelirlerinin önemli bir kısmını örneğin gay mamullerine
ve belli toplumsal ve cinsel gay bölgelerinde farklı yaşam tarz
lanna harcamışlardır (1993: 8). Evans'a göre:
1 63
iris Young (1989), temsili demokrasinin insanlara birey
ler olarak değil de bazılannın ötekilere göre daha çok bas
kı gördüğü gruplann üyeleri olarak muamele etmesi gerek
tiğini söylemektedir. Young, bu farklılıklan önemsemeyen
evrensel vatandaşlık söyleminin, zaten egemen olan grup
lann egemenliğini genişleteceğini ve marjinal ve baskı gö
ren gruplan susturacağını iddia etmektedir. Bu nedenle, bu
gruplan grup olarak temsil edecek özel mekanizmalann ku
rulması gerektiğini belirtmektedir. iris Young'ın farklılı
ğın ve farklılaşmış iktidar ilişkilerinin, vatandaşlık pratiğin
de tanınması gerektiği konusundaki ısran çok önemli olsa
da, yaklaşımı birçok açıdan sorunludur. Başka yerlerde de
aynntılı olarak incelendiği üzere (Anthias ve Yuval-Davis,
1992; Cain ve Yuval-Davis, 1 990; Phillips, 1993) bu tür bir
yaklaşım, gruplann homojen olarak ve sabit sınırlarla kur
gulandığı kimlik siyasetinin tuzaklanna kolayca düşebilir.
Gruplar içinde özgül konumlarda konumlanan kişilerin çı
karlan, illa ki tüm grubun çıkarlannı temsil edecek şekilde
kurulacaktır ve özgül grubun ötekilere karşı gücünün artışı,
vatandaşlıkla ilgili ve bağlantılı siyasi faaliyetlerin bütünüy
le temel amacı haline gelmiştir.
Nitekim Anne Phillips şunu iddia etmektedir: ·
1 64
1987) siyasetin kamusal alanına katılımın, aşkınlıktan ziya
de, kişinin mevcut alanının ötesine geçmesine, "dönüşüm"
dediği şeye, dayandırılması gerektiğini önermektedir. Dö
nüşümü, yerelleşmiş ve özgül kimliklerin sınırlarını doğru
bir şekilde vurgulamak olarak, aşkınlığı ise bunu tüm grup
farklılıklarını ve kaygılarını atma noktasına kadar götürmek
olarak görmektedir. Arendt'in siyasi olana yaklaşımını tartı
şırken john Lechte ( 1994) , Kristeva'nın semiotik ve sembo
lik arasındaki ilişki kuramının, farklılık alanı olan özel alanı
ve kamusal siyasi alanı zıtlar çifti olarak değil, ona özgül an
lamını veren birincinin, ikincinin maddiliği olduğu şeklin
de kullanılabileceğini öne sürmektedir. Başka bir ifadeyle,
her bireysel farklılık tartışması, kamusal alanı zaten kapsar.
Young'ın "baskı gören gruplar" kurgusu, öteki siyasi söy
lemlerden daha "doğal" değildir ve dönüşüm/aşkınlık süre
ci, adlandırma edimine içkindir.
Vatandaşlık haklan ve toplumsal farklılık sorunuyla uğ
raşmaya kalkışan öteki feministlerin ve aktivistlerin önerile
ri, farklılık gösteren bir şekilde toplumsal ve siyasala odak
lanmıştır. Örneğin Correa ve Petchesky ( 1994), siyasal hak
ların toplumsal haklarca genişletilmesi gerektiğini savun
maktadır. Haklar söylemini terk etmekten ziyade, onu top
lumsal cinsiyet, sınıf, kültür ve öteki farklılıklar gibi farklı
lıkları açıkça belirtmesi ve toplumsal ihtiyaçları kabul etme
si için yeniden kurmamız gerektiğini iddia ediyorlar. Özel
"özgürlükler" veya "seçimler" olarak anlaşılan cinsel ve üre
me (veya diğer) haklan, bunların gerçekleşebilmesini sağ
layacak koşullar olmayınca özellikle yoksullar ve haklar
dan yoksun bırakılanlar için anlamsızdır. Bu tür bir yakla
şım, Young gibi kolektif dezavantajların ve ayrımcılığın ha
yati önemini kabul ederken, bunlar, siyasi öznelerin kuru
luşunda somut hale gelmemekte ve bunlardan ayırdedilebil
mektedirler. Londra'da GLC sonrası bir dönemde bazı siyah
1 65
ve öteki radikal aktivistler, orada kaynak dağıtımının teme
li olarak uygulanan kimlik siyasetine karşı kitlevi bir tepkiy
le, bu engelleyici koşullan göğüslemek anlamına gelen deza
vantaj politikasının, grup siyasetine alternatif olması gerek
tiği sonucuna varmışlardır. Argüman şudur: eğer siyahlar,
işsizlikten daha çok mağdur oluyorsa, işsizliğe odaklı siyasi
söylem de, özellikle onlara yönelik olmazsa, siyahların çıka
rına olmayacaktır. Bununla birlikte bu yaklaşım öteki işsiz
leri dışlamaz ve onlar için bir "ötekilik" kurgusu yaratmaz
(Wilson, 1987).
Zillah Eisenstein'ın farklılık meselelerine yaklaşımı şöy
ledir:
1 66
1 994b) , siyasi aktörlerin özgül konumlanışlannın tanındı
ğı ve dikkate alındığı koalisyon oluşturmanın çaprazlama
siyasetine odaklanmışlardır. Altıncı Bölüm'de ayrıntılı ola
rak inceleneceği üzere bu yaklaşım, her konumlanışın ta
mamlanmayan bilgiden başka bir şey olamayacak özgül ola
rak yerleştirilmiş bilgiyi ürettiğinin epistemolojik tanınışı
na dayanmaktadır. Bu yüzden de ortak bir perspektife ulaş
mak için farklı olarak konumlandınlanlar arasındaki diya
log gerçekleşmelidir. Çaprazlama diyalog, kökleştirme (ro
oting) ve kaydırma (shifting) ilkelerine dayanmalıdır - ya
ni kişinin bir yandan kendi deneyimlerine merkezlenirken,
bir yandan da diyaloğun taraflarının farklı konumlanışları
na karşı empati içerisinde, katılımcıların, hegemonik tünel
vizyonundan farklı bir perspektife ulaşmalarını sağlayabi
lir. Diyaloğun sınırlarını mesajı iletenlerden ziyade mesajın
kendisi belirler. Diyaloğun sonucu, farklı konumlanmış ki
şilere ve gruplaşmalara yönelik farklı projeler olabilir ancak
bunların dayanışması, uygun bir değer sisteminin destekle
diği ortak bir bilgiye dayanır. Bu nedenle diyalog asla sınır
dan bağımsız değildir.
Elbette tabandan gelen toplumsal hareketlerin aksine "re
el politika" içinde, çoğunlukla sürekli yoğun diyaloğa za
man yoktur. 1 980'lerin başında GLC'deki Kadınlar Biri
mi bu tarzda çalışmayı denediklerinde sonuç, çok hızlı ça
lışan hiyerarşik karar alma yapılan tarafından bunun tama
men ihmal edilmesi olmuştur. Çaprazlama siyaset, siyasi de
legeler, özgül toplumsal kategori ve gruplaşmaların temsil
cilerinden ziyade destekleyicileri olduğu sürece ve mesajları
çaprazlama diyalogların bir sonucu olduğu sürece delegas
yon ilkesine zıt olarak görülmemelidir.
167
Vatandaşlık Haklan ve Ödevleri
1 68
yan ve örfi hukuka uymak, sadece üyelerin ödevi değil sınır
ların işaretleyicileri haline gelir ve bunlara uymayanlar ita
atsizlik yüzünden cezalandınlmanın yanısıra cemaatten de
kovulabilirler.
Kişinin kendi cemaatini ve ülkesini savunması -anayurt
veya millet uğruna ölmenin (yanısıra öldürmek)- en bü
yük vatandaşlık ödevi olarak görülmektedir (Yuval-Davis,
1985; 199 lb). Bu ödev, Kathleen jones'un ( 1990) beden,
vatandaşlık tanımında önemli bir boyuttur iddiasının çıkış
noktasıdır. jones, vatandaşlığın geleneksel olarak milli sa
vunma için silahlı mücadelede yer alma yeteneğiyle bağlan
tılı olduğunu; bu yeteneğin erkeklikle, kadınlığın ise zayıf
lık ve erkek korumasına ihtiyaçla eş tutulduğunu iddia et
mektedir.
Bazı feminist örgütler (ABD'deki Kadınlar Milli Örgütü -
NOW-, Nikaragua'daki ANMLAE ve ötekiler) , kadınların
erkeklerle en büyük vatandaşlık ödevini -kişinin ülkesi için
ölmesi- paylaşırlarsa, erkeklerle eşit vatandaşlık haklan ka
zanabileceklerini iddia ederek, orduda erkeklerle eşit konu
ma gelmeleri için mücadele etmişlerdir. Yakın zamandaki
Körfez Savaşı'nda kadınlar, Amerikan Ordusunda hem üni
formalar açısından hem de başka açılardan hemen hemen
ayırdedilemeyecek biçimlerde erkeklerle beraber savaşmış
lardır: bu üniformalar ABK (atomik, biyolojik ve kimyasal)
savaşı için tasarlanmıştır ve içindeki insanın "vücut" "tipi"
farkedilmemektedir. Bu deneyim, bu tür bir savla ilgili birta
kım uyarıcı düşünceler doğurur.
Birincisi, arkalarında küçük bebeklerini (çoğunlukla ko
calan da orduda hizmet ettiğinden kendi annelerinin bakı
mına) bırakmak zorunda kalan bazı kadınların deneyimle
ri, feminist eşit fırsat sloganlarının kadınların haklarını teş
vikten ziyade onlara daha çok baskı yaratmak için kullanıla
bileceğini göstermektedir. lkinci olarak onların deneyimle-
1 69
ri, cinsel taciz dahil olmak üzere erkekler ve kadınlar arasın
daki eşitsiz iktidar ilişkilerinin askeri alanda da sürdüğünü
göstenniştir ve o yüzden bu, kadınlan doğrudan muktedir
kılma olarak düşünülemez. Üçüncü olarak bu argüman, or
dunun ve onun kullanımının genel toplumsal ve siyasi bağ
lamını gözardı etmektedir. Kadınların erkeklerle eşit düzey
de küresel polisi oynamaları için güçlendirilmesi, feminist
lerin (en azından sosyalist anti-ırkçı feministlerin) uğraşma
sı gereken bir konu değildir.
Burada konumuz için muhtemelen daha da önemlisi, Kör
fez Savaşı'nda Batılı müttefikler tarafında savaşan askerlerin
hiçbirisinin gerçekte milli hizmetin bir parçası olarak bunu
yapmamış olmasıdır. Hem kadınlar hem de erkekler, orduyu
kendi mesleki kariyerleri olarak gören profesyonel askerler
di. Bu konuyu başka yerlerde daha ayrıntılı olarak ele aldım
(Yuval-Davis, 199 lb; aynca bkz. Beşinci Bölüm'deki tartış
ma) ancak modern savaşlarda, savaşmanın artık çoğunlukla
bir vatandaş ödevi olmadığı da açıktır.
En başta vatandaşlık, mülk sahibi olma koşuluna bağlıy
dı ve bu nedenle evrensel ödev, vergi ödemekti. Vatandaşlı
ğın farklı sınıflara yayılmasıyla birlikte bu ödev, artık kişinin
kazanç miktarına bağlıdır ve bu nedenle de yine evrensel bir
ödev olarak görülemez.
Mülksüzler için, kazanç istihdama bağlıdır. Carole Pa
teman ( 1 989) , refah devletinin mimarlarının erkekleri ek
mek kazanan işçi, kadınlan ise bağımlı eş olarak kurdukla
n bir dönemde, Marshall'ın bir vatandaşlık hakkı olarak "is
tihdam hakkı"nı belirttiğine işaret etmektedir. Feminist ha
reketin temel mücadelesi, istihdamda eşit ücret ve eşit fır
satlar içindir. Bu alandaki belli başarılara rağmen, toplum
sal cinsiyet farkına dayalı aynın ve bölünmüş emek piyasa
sı büyük ölçüde baki kalmıştır ve kadınlann öncelikle eş ve
anne olarak kuruluşu sünnüştür. Emek piyasasında ırkçı ve
1 70
etnik gruplaşmalar için yapılan ayrımcılığa karşı mücade
lede de benzer ama çoğunlukla daha başarısız sonuçlar el
de edilmiştir.
Üstelik eşit fırsat politikalarının sadece emek piyasası
na girmiş olanlar için etkili olabileceği açığa çıkmıştır. Yu
karıda "aktif vatandaşlıkla" ilgili tartışmada belirtildiği gi
bi, vatandaşlık ödevleri, imtiyazlı olanın işareti haline gele
bilmektedir. Elbette bu tarihsel olarak, vatandaşlıktan dışla
nan kadınlar, köleler ve yan-vatandaşlar pahasına vatandaş
lık haklarının ve ödevlerinin, az sayıda insanın imtiyazı ol
duğu Yunan şehir devletinde vatandaşlığın ortaya çıkışı ile
birbirini tutmaktadır.
"Refah"ın ikamesi olarak "iş güvencesi"ne ilişkin son tar
tışmalar, vatandaşlık ödevleri söylemini, vatandaşlık hak
lan için bir koşul olarak kullanmakta ve "cemaat hizmeti",
"yoksun olan"lann kendi ödevlerini yerine getirebilme bi
çimi olarak kurulmaktadır. Muhtemelen bu değişimi iste
yen insanların çoğunun niyeti olumludur (elbette pek çoğu
nun da olumsuz) ve ebedi bağımlılık, mahrumiyet ve yaban
cılaşma döngüsünü kırmaya yönelik samimi bir isteğe da
yanmaktadır. Bununla birlikte iş güvencesi -zorlayıcı ve se
çici doğasına ve tatbikinin emek piyasasındaki öteki kesim
lere getirebileceği yan-etkilere ek olarak- vatandaşlık tartış
masının temel zeminini siyasi alandan toplumsal alana, kişi
sel ve kolektif muktedir kılmadan, niteliksiz ve zorla çalıştı
rılan işgücüne kaydırır.
Sonuç
1 71
Vatandaşlığın çok-katmanlı kuruluşu bu türden bir hu
sustur. Eğer vatandaşlık "bir cemaate tam üyelik" olarak ta
nımlanırsa, o zaman insanlar birden çok cemaate, alt-üst
ve-hatta pek çok devlete üyedir. Vatandaşların belli bir dev
lete karşı haklan ve yükümlülükleri, çoğunlukla belli bir et
nik, ırksal, dinsel veya bölgesel topluluğa üyeliklerine ara
cılık etmektedir ve büyük ölçüde buna bağlıdır. "İnsan hak
lan" ideolojilerinin ve kurumlarının geliştirilmesi aynı za
manda, en azından ideolojik olarak devletin her zaman va
tandaşlık haklarının kuruluşunda tam kontrolü olmadığı
anlamına gelir; aynca çoğunlukla uygulamaya koyması için
bu, devlete bırakılır. Bu açıdan insanların kendi toplulukla
rında ve devletlerinde eşit konumlandırılmadıklarını, top
lulukların devlet içinde ve uluslararası olarak eşit konum
landırılmadıklannı ve devletin öteki devletlerle eşit olarak
konumlandınlmadığını unutmamak önemlidir. Örneğin İs
rail vatandaşı olan bir Filistinli kadının vatandaşlığını çalış
mak için, onun İsrailli Filistin cemaati içindeki üyeliğini,
İsrailli Filistin cemaatinin İsrail ile ilişkisini -ayrıca öteki
Filistinli ve Arap cemaatlerle ilişkisini- ve hem İsrail devle
tinin hem de "Arapların" uluslararası konumlanışını çalış
mak önemlidir.
Bununla birlikte vatandaşlık sadece cemaat(ler)e üye ol
mak veya olmamak meselesi değildir. Farklı toplumsal ni
telikler, insanların belli toplumsal kategorilerdeki cemaatler
içinde ve karşısındaki özgül konumlanışlarını kurar. Çalış
mak istediğimiz vatandaşlığın, İsrailli Filistin vatandaşlığı ol
ması önemlidir ve radikal bir biçimde bu vatandaşlığın tüm
katmanlarını etkiler. Yine de onun toplumsal cinsiyeti, sınıf
konumu, dini, şehirden veya bir köyden oluşu, yeteneği, ya
şam döngüsünde bulunduğu safha vb. gibi öteki faktörlerin
hepsi de onun vatandaşlığını belirler. Bu farklı niteliklerin
birçoğu, farklı topluluklara eşit veya rastgele bir şekilde ya-
1 72
yılınamışur, ama özgül bir topluluğa üyelik bu sıfatlann biri
sine �ğer indirgenecekse- nadiren indirgenebilir.
Bu yüzden vatandaşlık tamamen bireysel veya kolektif bir
olgu olarak incelenemez. Çoğunlukla toplulukların, top
lumlann ve devletlerin sınırlan sürekli yeniden kurulsa da,
bunlara üyelik ve kimlikler gönüllü olmaktan ziyade zorla
dır (Chhachhi, 1 99 1 ) . Devletlere, topluluklara ve bireylere
ilişkin önemli bir mesele, bunların özerklik dereceleridir -
bunlann rollerinin ve faaliyetlerinin öteki toplumsal eyleyi
ciler tarafından belirlenmeme ölçüsüdür.
Eğer mahremiyet, özerklikle eş tutulursa, o zaman aile
alanı özel olarak tanımlanamaz. Birçok ailenin birçok üye
si, genellikle de çocuklar, hastalar, yaşlılar ve kadınlar, bıra
kın aile dışını, aile alanlan içinde bile kendi yaşamlannı çok
az belirleyebilirler. Bu yaşamlar, hem aile içinde daha güçlü
olanlar tarafından hem de kısmen veya tamamen sivil top
lum alanına ve/veya devlete yerleştirilmiş dışardaki ideoloji
ler ve uygulamalar tarafından belirlenir.
Yine de üzerinde düzenleme yapılan sadece aile alanı de
ğildir. Farklı toplumlarda ve devletlerde, özellikle elit kesim
de aile bağlılıklan ve yapılan, devlet ve sivil toplumdaki ya
pıyı ve iktidar ilişkilerini az çok belirleyebilir. Bu olduğunda
kadınlar gibi aile içindeki göreceli olarak güçsüz olanlar bile,
devlet üzerinde bütünüyle bir iktidar konumu kazanabilirler
ve kraliçeler veya başbakanlar haline gelebilirler.
Bir toplumu yönetirken, sözkonusu meselelerin birçoğu,
siyasi eyleyicilerin geldikleri topluluklann ve toplumsal ka
tegorilerin özel meselelerinin ötesine geçebilir veya bunlar
la alakası bile olmayabilir. Yine de bu, insanlann farklı ni
teliklerinin ve toplumsal konumlanışlannın önemsenmedi
ği ve bir kez siyasi alana katıldıklannda artık bunlann ilgisi
nin kalmadığı ve kendi ideolojilerini ve uygulamalannı bil
gilendirmedikleri ve etkilemedikleri veya bilgilendirmek ve
1 73
etkilemek zorunda olmadıkları anlamına gelmez. Siyasette,
bilimde olduğu gibi "fildişi kuleler" yoktur.
Farklı konumlandırılmış insanlar tarafından kökleştirme
ve kaydırma teknikleri kullanılarak yapılan diyaloğun ka
zandırdığı bilgiye dayalı çaprazlama siyaset, ister taban dü
zeyindeki isterse devletteki ve devlet üstü iktidar merkezle
rindeki her tür siyasi aktivizme yönelik siyasi rehber ilke
ler olmalıdır.
Vatandaşlık haklan, hem toplumsal hem de siyasi alanlara
demir atmıştır. Toplumsal koşulları "uygun kılmadan" , si
yasi haklar manasızdır. Aynı zamanda da yükümlülükler ol
maksızın vatandaşlık haklan, insanları pasif ve bağımlı ola
rak kurmaktadır. Bu nedenle vatandaşların en önemli öde
vi, kendi siyasi haklannı kullanmaları ve kendi toplulukla
rının, devletlerinin ve toplumlarının gidişatının belirlenişi
ne katılmalarıdır.
1 74
BEŞiNCi BOLÜM
C1NSİYETLEND1RlLM1Ş ORDULAR,
C1NS1YETLEND1RlLM1Ş SAVAŞIAR
1 75
Buna rağmen, orduların ve savaşların asla sadece "erkek
bölgesi" olmadığı, bu bölümün savıdır. Kadınlar bunların
içinde çoğunlukla hayati, -ama genellikle erkeklerin rolleri
ne eşit olmayan ve farklı bir temelde- belli rolleri her zaman
yerine getirmişlerdir. Ordudaki cinsel işbölümü sivil sektör
dekinden çoğunlukla çok daha resmileştirilmiş ve katıdır.
Bu önemlidir çünkü hem feministlerin hem de onlara kar
şı çıkanların kadınların orduya girişinin, kadınların tam va
tandaşlık haklarını elde etmelerinin önkoşulu olduğuna yö
nelik savlan mevcuttur. Kişinin ülkesi için hayatını feda et
mesi, en büyük vatandaşlık ödevi olduğu için, vatandaşlık
hakları bu ödevi yerine getirmeye hazır olmasına bağlıdır.
Yine de kadınların sivil emek piyasasına girişleri gibi, askeri
emek piyasasına girişleri -ve daha sonra da göreceğimiz üze
re, resmi eşitliği elde ettikleri durumlarda bile- cinsel işbö
lümünün ve iktidar dağılımının bağlamını değiştirmiş ancak
bunları yoketmemiştir.
Bu bölümde, kadınların hem gayri resmi kurtuluş müca
delelerine hem de modern ordulara katılımı incelenmek
te ve bunun kadınların toplumdaki konumuna yönelik da
ha geniş sonuçlan ele alınmaktadır. Toplumsal cinsiyetin ve
milletin tüm diğer taraflarında olduğu gibi, ordudaki kadın
lar ve erkekler homojen varlıklar değillerdir. Farklı erkek ve
kadın gruplaşmaları, farklı bir şekilde konumlandırılmıştır
ve ordulara ve savaşa farklı şekilde katılmaktadırlar. Tüm
toplumsal ayrımlarda erkeklerin savaşçılar olarak (ve kadın
ların kaygılananlar olarak?) kuruluşlarının doğallaştırılması
nedeniyle, savaşla ilgili öteki birçok yönden daha çok bu yö
nün üzerinde durmak önemlidir.
Yine de bu, -Amazonlardan, Körfez Savaşı'ndaki Ame
rikalı kadın askerlere- tarih boyunca kadınların savaşçılar
olarak kurgulanmadıkları ve tahayyül edilmedikleri anlamı
na gelmez. Bu tahayyüller, genellikle ya savaşçı olarak kadın
1 76
kurgusunun iğretiliğini pekiştirmiş ya da kadın savaşçıların
geldiği toplumdaki daha genelleştirilmiş kadınlık ve erkek
lik kavramlarıyla birlikte işlemiştir.
Günümüz toplumlarında, sivil ve askeri alanlar içiçe geç
miştir. Ve bu sadece kadınlık ve erkeklik kavramları ve
temsilleriyle ilişkili değildir. Örneğin generallerin ve ordu
nun başındakilerin savaş başlatmada en ihtiyatlı kişilerden
oldukları bilinen bir olgudur (Giddens, 1989) . Modern or
dular, çoğunlukla sadece savaşın yoğunluğu ve öngörüle
mezliği tarafından düzgün işleyişleri bozulabilecek büyük
bürokratik örgütlenmelerdir (askeri aygıtın liderlerinin ba
kış açısından, yeni silahların yanısıra iletişim ve insan ör
gütlenmesi gibi askeri operasyonun öteki boyutlarını test
etmek için Körfez Savaşı gibi küçük "güvenli" savaşların
çok faydalı bir şekilde kullanılabilmesine rağmen) . Günü
müzde Miriam Cooke'un ( 1993: 181) "post-modern savaş
lar" dediği savaşlar özellikle önemlidir - savaşan tarafların
genellikle devletler arasında değil devletin içinde bulundu
ğu Lübnan, Somali ve eski Yugoslavya'daki savaşlar gibi. Bu
savaşlar ve bunların içindeki rakip savaşan taraflar çoğun
lukla sürekli yeniden müzakere edilir ve yeniden tanımla
nır. Bunlar sömürgeciliğin ve Soğuk Savaşın sonunun doğ
rudan veya dolaylı bir sonucu olarak görülebilirler. Bu bö
lümde hem orduların hem de savaşların cinsiyetlendirilmiş
bazı boyutları incelenmektedir. Özellikle savaşlar son za
manlara kadar Qones, 1 994) çok az sayıda sistematik çalış
manın konusu olmuştur.
Erkekler doğal olarak savaşla bağlantılı kurulurken, ka
dınlar doğal olarak barışla bağlantılı kurgulanmaktadır. Sa
vaşa karşı koyan kadınlar imgesi, en azından l.Ö. 5. yüz
yılda Atina'da Lysistrata'nın ilk sahnelenişinden beri Batı
lı kamusal muhayyilede mevcuttur. Aristo'nun bu Yunan
komedyası, Atinalı, Spartalı ve Korintli kadınların biraraya
1 77
gelerek, kocalan birbirleriyle savaşmayı kesene kadar on
lara karşı seks grevi ilan edişlerini anlatır. Feminist hare
ket içindeki temel bir tartışma, feminist aktivizmin ne öl
çüde otomatik olarak banş aktivizmine bağlanması gerekti
ğine ilişkindir. Bu bölüm, bu tartışmanın ve bunun kadın
ların vatandaşlığına ilişkin tazammunlannın incelenmesiy
le sona ermektedir.
1 78
Bununla birlikte eğer "savaş cephesi" ve "yurt cephesi"
veya "arka cephe" arasında bariz bir aynın yoksa, savaştaki
bariz cinsel işbölümü de çoğunlukla ortadan kalkar (Yuval
Davis, 1985). Örneğin İspanyollar, lnkalara karşı mücade
lede erkeklerin yanında sapan kullanarak savaşan kadınlan
gördüklerini bildirmişlerdir. Bununla birlikte, Penny Dran
sart'ın ( 1987: 62-77) belirttiği gibi, bu toplumda sapanlar,
çobanlık işi için çoğunlukla hem erkekler hem de kadın
lar tarafından yaygın olarak kullanılmıştır ve bu nedenle bu
ölüm-kalım savaşı sırasında kadınların savaşma biçiminin,
lnka kadınlarının rutin askeri rolünü temsil ettiği varsayıla
maz. Benzer şekilde Kudüs'ün Romalılar tarafından işgali sı
rasında Yahudi kadınlar mücadeleye Romalı askerlerin üze
rine kaynar yağ dökmek gibi faaliyetlerle katılmışlardır ve
bu, yine kadınların olağan toplumsal rollerinin rutin bir par
çası değil, bir adaptasyonudur.
"Ön" ve "arka" arasında bir aynın olduğunda ve toplum
sal grup, savaşı sürdürebilecek ve 'yurt cephesi'nde savaşçı
olmaması ile başedebilecek yeterli artı değeri biriktirdiğin
de, komşu kabilelere ve köylere kısa süren mevsimlik bas
kınlarda bile, orduda erkekler ve kadınlar arasında daha ru
tinleştirilmiş cinsel işbölümü ortaya çıkmaktadır.
Boadicea veya jeanne d'Arc gibi erkekleri savaşa sevke
den mitsel veya tarihsel kadın figürleri, Batılı kolektif mu
hayyilede yüzyıllardır mevcuttur. Bununla birlikte Amazon
lar gibi bunların da temel işlevi, genellikle kadınların da er
kekler gibi savaş kahramanlığı yapabileceklerine işaret et
mek değil, onları romantik değilse bile doğal olmayan ka
dınlar şeklinde kurgulamaktır (tabii eğer cadı olarak görül
müyorlarsa) . Yine de 20. yüzyılda kadınların ister milli kur
tuluş ordularına isterse ulus devlet ve imparatorluk ordula
rına resmi olarak alınmaya başlamasıyla, kadın kahraman
lara ilişkin romantik imgeler daha yaygınlaşmıştır. Öme-
1 79
ğin lsrail'de lkinci Dünya Savaşı sırasında İngilizler tarafın
dan paraşütle düşman hatlarının gerisine indirilen, yakala
nan, işkenceye uğrayan ve sonunda da idam edilen Macar
Yahudi Siyonist yerleşimci şair Khana Senesh, Siyonistler
ce Nazilerin yaptığı temizliğe "direnmeden giden kurbanlık
koyun" olarak nitelendirilen milyonlarca Yahudi imgesine
karşı bir kahraman imgesi olarak yüceltilmektedir. Rusya'da
lrina Sibrova, lkinci Dünya Savaşı sırasında Almanlara karşı
1006 uçuşta hayatta kalan bombacı bir pilottu ve Filistin'de
Leila Khaled, 1970'lerin başında Amerikan uçaklarının Ür
dün'ün Amman şehrine kaçırılmasının ardındaki kahraman
olarak yüceltilmişti.
Yine de ordudaki herhangi bir toplumsal cinsiyet ilişki
si düşüncesinin, ordunun içindeki veya dışındaki özgül rol
leri yerine getirenlerin toplumdaki tüm erkekler ve tüm ka
dınlar olmadığını gözden kaçırmaması gerekir. Bu rollere ki
min dahil edilip kimin dışlandığını belirlemekte etnisite, sı
nıf, yaş ve yetenek hayati rol oynar. Yukarıda da belirtildiği
gibi elbette savaş, "yurt cephesi"nde sürdürüldüğünde, bu
ayrımlar muğlaklaşmaktadır. Örneğin Rus ordusunun 1994-
S'te Çeçenistan'a saldırısına ilişkin raporlar, operasyon, milli
bağımsızlık isteyen Çeçenlere yöneltilmiş olsa da, yerel nü
fusun tümüne yöneltilen sistematik katliamdan yerli Rusla
rın kaçamadıkları gerçeğine işaret etmiştir.
Cynthia Enloe'nun öncü çalışmalarından birisi Ethnic Sol
diers'tır ( 1 980) . Enloe bu kitapta, özgül etnik ve ırksal azın
lıkların ordular tarafından özgül biçimlerde nasıl kullanıl
dıklarını gösterir. Ve farklı azınlıklar, çok farklı biçimlerde
kullanılabilirler. Örneğin Alison Bernstein, Amerikan yerli
lerinin lkinci Dünya Savaşı'nda (Amerikan japonlarının ya
nında) ABD'deki öteki etnik veya ırksal gruplaşmalara göre
en yüksek çarpışma oranlarından birine nasıl sahip oldukla
rını anlatmaktadır. Bu, savaş sırasında gerçekten cepheden
1 80
dışlanan siyah Amerikalılann durumunun tamamen tersidir
(WREI, 1992: 86) . lsrail'de Dürzi etnik cemaatinden asker
ler çoğunlukla düşük statüdendir ancak sınır muhafızlannın
oldukça tehlikeli birimlerine mensupturlar. lsrail vatandaşı
olan ve öteki etnik/dinsel gruplaşmalardan olan Filistinliler,
tamamen ordudan dışlanırken, Bedeviler iz sürücüler olarak
kullanılmaktadır.
Farklı imparatorlukların ordulan çoğunlukla etnik ola
rak özgül birimlerden oluşmuştu. Bu birimler genellikle im
paratorla anlaşması olan kendi özgül komutanlanna sadıktı.
Bu komutanlar, imparatorun yendiği orduların parçası bile
olabilirdi. Örneğin Büyük lskender'in ordusunda Persli ge
neraller, bazı önemli Yunan generallere karşı büyük bir nü
fuz kazanmışlardı. Ordu büyüdükçe, kendine katılan sayısız
milliyetler ve gruplaşmalann içerildiği birimler daha da he
terojenleşmektedir.
Yine de emperyal ordu, ideolojik veya parasal nedenler
le sadece gönüllü katılıma dayanmıyordu. Çoğunlukla etnik
veya bölgesel topluluklar, ordu için belli "harcanacak asker"
kotalan üretmek zorundaydılar ve yeterli gönüllü çıkmadı
ğında Türkler, Ruslar, Fransızlar veya İngilizler, zorlayıcı
taktikler kullanıyorlardı (Peled, 1994: 61-78) .
Bu tarihsel gerçeklik önemlidir çünkü orduya katılımın,
otomatikman vatandaşlık haklarına erişim sağladığı şek
lindeki ideolojik kurguyu sorgulama imkanı tanımaktadır.
Vatandaşlık haklarının, orduya katılıma bağlanması, Yu
nan şehir devletinin geleneklerini sürdürerek, Fransız lh
tilali'nden bu yana mevcuttur. Yine de Fransız lhtilali'nden
önce ve sonra orduda hizmet, devletin ülkesinde yaşayan
tüm nüfusu gerçekte hiç de kapsamayan devletin vatandaş
lan arasında bile hiçbir zaman evrensel olmamıştır. Vatan
daşlık haklan, tümüyle olmasa da sadece kısmen aktif hiz
mete tekabül eder. Aksine cepheden dönenlerin, kendileri-
111
nin yoksun bırakıldıkları ekonomik ve siyasi kaynaklan ge
ride kalanların toplamayı becerdiklerine yönelik şikayeti,
vatandaş askerler arasında bile savaşların sonucunda tek
rarlanan bir temadır.
Askeri güç, devletlerin belli topraklan ve halkları yönetme
iddialarının meşruluğunu içerde ve dışarda iddia ettikleri ve
bunun için mücadele ettiği zorlayıcı kuvvetin temelini oluş
turur. Bu nedenle özellikle devletin meşruiyetinin sallantı
da olduğu ülkelerde idareciler ve hükümetler, orduyu tama
men yabancılaştırmayı göze alamamaktadır yoksa ya dev
rimlerle (Rusya'da Birinci Dünya Savaşı'nda olduğu gibi) ya
da daha doğrudan askeri müdahalelerle (çoğunlukla sömür
ge sonrası Afrika ve Latin Amerika'da 1 950'lerden beri oldu
ğu gibi) kendi konumlarını kaybetme riskini alırlar. "Halk
ordusu" kurmak veya zorunlu askerlik, geniş çeşitlilikte bi
reyler ve gruplaşmaların gözünde özgül rejimleri ve hükü
metleri meşrulaştırmanın temel bir yoludur.
Bununla birlikte orduya katılım ve vatandaşlık hakla
n arasında doğrudan bir bağlantı hala yoktur. Kişinin top
lumdaki haklarını ve konumunu belirleyen şey, onun ordu
ya katılıp katılmaması değil, hangi kapasitede ve ne türde al
ternatif sivil güç kaynaklarına sahip olduğudur. Gruplaşma
ların bazen askere yazılmaktan kaçma becerisi, kendilerinin
artan toplumsal ve siyasi direnç güçlerinin bir göstergesi
dir - örneğin İngilizler lrlandalılarla çatışmaktan kaçınmaya
karar verdiklerinde, onları Birinci Dünya Savaşı'nda ordu
ya zorla yazdırmadılar. Diğer yandan ABD ordusundaki Af
rikalı Amerikalıların artan sayılan ve konumlan, onların sa
dece genel sivil konumlarının güçlendirilmesinin değil, ay
nı zamanda Amerikan sivil toplumunda, içerisinde zaman
la yükselebilecekleri kariyer seçeneklerinin kısıtlılığının da
bir göstergesidir. tlginç bir şekilde, Belgrad'daki Women in
Black (Siyahlı Kadınlar) Sırp ordusuna alınan ilk kadınla-
182
rın mülteci kamplarındaki kadınlar olduğunu bildirmekte
dir (Zajovic, 1 994) .
Kadınların resmi olarak orduya alınışı, kendi toplumsal
güçlendirilişleriyle ancak kısmen ilişkili olabilir ve bu, top
lumsal değişimi beraberinde getiren siyasi projenin doğası
na dayanmaktadır. Batılı ordularda, özellikle de ABD'de, ka
dınların katılım kalitesi ve oranı sorununun, askerlik hizme
tinin vatandaşlığın bir göstereni oluşu -yani askerliğin mec
buri oluşu- sona erdiğinde ortaya çıkması, bu açıdan an
lamlıdır.
1 83
leridir; ancak ikincisi ve muhtemelen daha da önemlisi, mil
li topluluğun tüm üyelerinin en azından sembolik olarak as
kere alınmasıdır.
Ordudaki kadınların bu kapsayıcı kuruluşu, örneğin on
ların özellikle ABD'de NATO ordularına alınışlarından çok
farklıdır. Orada zorunlu askerlik durdurulduğunda ve or
du tamamen profesyonelleştirildiğinde, çok sayıda kadının
orduya girişi teşvik edilmeye başlanmıştır. Kadınlar bu ör
nekte, toplumsal açıklığın sembolleri değil, yedek gücün
en istenmeyen insan havuzudur. Amerikan ordusuna kit
lesel kadın alımı kararının en önemli nedenlerinden biri
si, Vietnam Savaşı'na karşı halkın başkaldırısının yinelen
mesini önlemek için, askerliğin zorunlu olmasından ziya
de gönüllülü� esasını devam ettirmektir. Başka bir ifadey
le kadınların askere alınışı onların vatandaşlıklarını geliş
tirmekten ziyade, askerlik hizmetini vatandaşlık ödevle
rinden bir "mesleğe" dönüştürmeyi ve bunu -kadın ve er
kek- tüm vatandaşların işbirliğine daha az bağımlı kılma
yı amaçlar.
Cynthia Enloe (Yuval-Davis, 199la'da belirtilen kişisel ya
zışma), ordunun "gönüllülere" dayandırılma kararını müte
akip, Amerikan ordusu rütbelerinin kadınlara açılmasındaki
en önemli faktörlerden birisinin, ordunun siyahların "akını
na uğramasını" önlemek olduğunu iddia etmektedir.
1 84
Bu tür bir cinsiyetçi, ırkçı düşünce, yaygın bir olgudur.
bell hooks ( 1 98 1 ) bu tür bir kurgulamadaki, tüm siyahla
rın erkek ve tüm kadınların beyaz olduğu varsayımına işa
ret eder. Şu anda Amerikan kadın askerlerin %48'i siyahtır.
Bununla birlikte kadınların gittikçe daha fazla askeri gö
reve daha büyük sayılarda girişini sağlayan en önemli fak
tör, modem savaşın değişen doğasıdır. Yukarıda da tartışıl
dığı üzere, kadınlar her zaman orduda hayati ve özgül rol
leri oynamış ancak kamusal askeri alandan dışlanmışlardır.
Modem savaş her şeyden önce ordunun beslenme ve destek
leme kanallarını resmileştirme ve denetleme ihtiyacını be
raberinde getirmiştir. Napolyon'un "Ordu midesi üzerinde
yürür" dediği söylenir. Ordunun modernleştirilmesiyle bir
likte, beslenme, giyinme, hastabakıcılık, yazışma ve iletişim
hizmetleri, mühimmat üretimi ve cinsel hizmetleri sağlayan
ların en azından bir ölçüye kadar orduyla resmi ilişkiler kur
ması gerekmiştir.
Üstelik askeri teknolojinin süregelen gelişimiyle, yüz yü
ze mücadeleye girişmek, askeri aktivitenin gittikçe küçük
bir parçası haline gelmiştir. Bu nedenle erkekler ve kadın
lar arasındaki fiziksel güç farklılıkları, kadınların orduya
eşit konumda katılımını engellemede bariz bir şekilde daha
önemsizleşmiştir.
Tüm ordular kadınlan alırken aynı rotayı takip etmemiş
tir. Başka yerlerde de tartıştığım üzere (Yuval-Davis, 1985:
32), ordulan ve içerdikleri kadın sayısını kıyaslamayı zorlaş
tıran faktörlerden birisi, neyin sivil, neyin askeri bir görev
olduğunun sınıflandınlışının bir ordudan diğerine değişme
sidir. Örneğin 1 980'de Batı Almanya'da askeri tıbbi memur
lardan sadece 50 kadın, ordunun resmi unsuru sayılırken,
orduya hizmet eden kadın memurların hepsi sivil sayılmak
taydı (Chapkis, 198 1 : 89). Diğer taraftan lsrail'de tüm me
murlar ordunun parçası sayılırken, doktorlar ve hemşire-
1 85
ler sivil olabiliyordu. Bir başka deyişle, ordudaki kadın sa
yısındaki bariz değişiklikler, sadece silahlı kuvvetlerin sı
nırlarının bürokratik veya ideolojik yeniden tanımlanışının
bir yan etkisi olabilirdi. Başka bir örnek de, kurtuluş sonra
sı Cezayir'indeki gibi kıdemli asker kayıtlarına dayalı istatis
tiklerdir. Helie Lucas'ın ( 198 7) belirttiği gibi, kayıt taleple
rine bağlı karmaşık dokümantasyon gerekleri, okuma yaz
ma bilmeyen köylü veya işçi sınıfının kaydolmasını çok zor
laştırmıştır. Büyük bir oranının okur-yazar olmaması ve kıs
mi toplumsal kapatılışları, hem de kayıt olmanın ardındaki
temel motivasyonun kadınlann çoğunu ilgilendirmeyen üc
retli istihdam faydalan olması yüzünden bu, özellikle kadın
lar için geçerlidir.
Ordudaki silahlar, ulaşım ve iletişim sistemleri ne kadar
gelişmiş olursa; bürokrasinin de o kadar ayrıntılı olması, si
lahlı kuvvetler üyelerinin o kadar uzmanlaşması ve profes
yonelleşmesi gerekir ve ordu örgütlenişi iyice büyük sivil
şirketlerin örgütlenişine benzer hale gelir. Kapsayıcı "halk
ordusu" tanımı, bu koşullar altında uygunsuz ve gereksiz
hale gelebilir. Vatanseverlik ve militarizm arasındaki bağ
lantının modası geçmiştir. Örneğin bu tür bir tartışma şu an
da "küçük ama kuvvetli" , daha profesyonel bir ordu lehin
de, sözde evrensel askerlik mecburiyetini (özellikle de ka
dınlarınkini) sona erdirmek için seslerin yükseldiği Israil'de
yapılmaktadır.
lsrail'de nispeten küçük profesyonel ordu ile büyük dü
zenli ordudan oluşan silahlı kuvvetler, milletin oluşumunda
ve yeniden üretiminde her zaman merkezi bir rol oynamış
tır. Erkekler iki ya da üç yıllık düzenli askerlik hizmetinden
sonra, 50 yaşına kadar yılda bir ya da iki ay yedek hizmet için
çağnlırlar. Kadınlar da kanunen genellikle erkeklerden daha
kısa süreyle mecburi olarak askere alınırlar ve yedek asker
lik hizmetleri genellikle asgari düzeydedir ve evlendiklerin-
186
de veya hamile kaldıklarında tümden sona erer. Başka yer
lerde de incelendiği üzere (Yuval-Davis, 1985) , İsrail ordu
su İsrailli Yahudi erkekler için bile asla evrensel ve kapsayı
cı olmamıştır. Aşın Ortodoks Yahudi erkeklerin dinsel öğre
nimlerini devam ettirerek askerlik hizmetinde bulunmama
larına izin vermek, İsrail Yahudi milletinin -laik ama sınırla
n için ortodoks dinsel tanıma bağımlı olan- kuruluşundaki
temel bir çelişkinin tartışılma ve sınırlandırılma (yıllar boyu
bu uygulama kendi çelişkilerini üretse de) yollarından birisi
dir. Aslında zorunlu askerlik, askere alınma yaşındaki Yahu
di kadınların %60'ından fazlasını ve devletin Yahudi olmayan
vatandaşlarının hiçbirisini resmen kapsamaz. Bariz bir şekil
de kadınlar sadece (farklı etnik ve sınıf çevrelerinden kadın
lan farklı derecelerde etkileyen) milli, dinsel ve üreme bazın
da değil aynı zamanda "kalite" bazında da dışlanmıştır. Mil
li hizmete çağrılmak için kadınlardan erkeklerinkinden daha
yüksek bir eğitim düzeyi istenmektedir. Ordu erkeklerin eği
timine yatırmaya hazır olduğu parayı, kadınlarınkine yatır
mak için asla hazırlıklı değildir.
Yine de son zamanlarda erkeklerin ve kadınların İsrail or
dusuna alınışlan arasındaki bu farklılıklar bile yeterli sayıl
mamaktadır. Orduda memurlara olan talebi radikal şekil
de azaltan bilgisayar ve öteki teknolojik gelişmeler de gözö
nüne alınarak, kadınların zorunlu askere alınışlarının kal
dırılmasını isteyen, bunu ordudaki gizli işsizliğin ve verim
sizliğin temel nedenlerinden birisi olarak gösteren bazı ses
ler ordunun içinde ve dışında yükselmeye başlamıştır. İsra
il ordusunun "halk ordusu"ndan, "ihtiyaç duyduklarını" as
kere alan ayrımcı bir orduya dönüştürülmesinin gerekip ge
rekmediğine dair tartışma, Dışişleri ve Güvenlik Parlamento
Komitesi'nin gündeminin parçası haline gelmiştir. Bu tür bir
değişime karşı olan en önemli savlardan birisi şudur:
1 87
son beş yıldır 700 bin yeni göçmeni benimseyen bir top
lumda, ordu lsrail toplumuyla özdeşleşme ve onun tarafın
dan benimsenme sürecinin parçası olarak önemlidir. (Or,
Dışişleri ve Güvenlik Parlamento Komitesi Başkanı, Da
var'dan alıntı, 13 Şubat 1995)
1 88
layca dahil edilemez. Irkçılığa karşı yürütülen Güney Afri
ka'daki mücadelenin ( 1 992) her iki yakasındaki asker ka
dınlan çalışan jacky Cock, Güney Afrika ordusunda kadın
lara ve eşcinsellere yönelik nefretin erkek askerlerin eğiti
minin nasıl aktif bir parçası olduğunu anlatır: Performan
sı standardın altında olan acemi askerler çoğunlukla "ibne
ler" , "homolar" veya "yumuşaklar" olarak etiketlenir; ve on
lara "annelerine dönmeleri ve kızlarla oynamaları" söylenir
(WREI, 1992: 65) . Sandra Gilbert (1983: 436) , Birinci Dün
ya Savaşı'nda asker kadın hemşirelerin, bakıcı melekler ola
rak betimlenmelerinin yanısıra, sonsuz iktidar ve kötülük
imgesini nasıl çağnştırdıklannı da (erkek ölümü kadın hem
şirelere mi bağlı?) anlatır.
Kadın askerlere ilişkin bu dikotomik imgeler, kadınla
rın genellikle askere alınma biçimlerinde merkezi önem ta
şır. Dişilikleri vurgulanarak denetlenmez ve erkek askerler
den ayrılmazlarsa tehdit edici olurlar. Örneğin milli bir plan
dahilinde kadınların düzenli olarak askere alındığı tek ülke
olan lsrail'de, kadınlar kıtasının adının baş harflerinden olu
şan kelime "Khen"dir ve bu da lbranice'de "çekicilik" anla
mına gelmektedir. Bir lsrail ordu sözcüsünün anlattığı gi
bi Khen mensuplarının resmi ödevlerinden birisi, "birim
lerin moralini düzeltme ve birimlerdeki askerlere göz ku
lak olma"dır (Yuval-Davis, 1985: 661 ) . Ayn kadın kıtalan
nın ve görevlerinin büyük ölçüde kaldırıldığı Amerikan or
dusundaki, yüksek tecavüz ve cinsel taciz oranının (basın
daki son raporlar, tecavüz oranını kadın askerlerin üçte bi
ri olarak bildirmektedir) erkek askerleri iktidarlı kadın as
kerden uzak tutmak ve ona ilişkin korkularını güvenceye al
mak amaçlı olduğu tartışılır.
Kuvvetlerin hiyerarşik ve örgütsel çatısının daha az res
mi olduğu milli kurtuluş ordularındaki güçlü ortak bir ide
olojik tutum, özellikle kadınların özgürleşiminin bütün hal-
1 89
kın özgürleşimini simgelediği düşünülen yerlerde, bu ge
rilimlerden bazılarını aşmaya yardımcı olabilir. Yine de sı
kı "kardeşçe davranmama" (non-fraternization) kuralları ya
da tecavüzden suçlu bulunan askerlerin infazı, örneğin Erit
re milli kurtuluş ordusundaki gibi, "siyaseten doğruluğun"
ideolojik ögelerini genişletmek için gerekli unsurlar olarak
düşünülebilirler (Zerai, 1 994; aynca bkz. Urdang, 1989).
Çok az sayıda kadın askerin kendilerini erkek muhayyile
sinin onları yerleştirebileceği "hadım etme" rolünde gördü
ğünden şüphem olmasa da, kadınların orduya katılmasında
ki temel motivasyonlardan birisinin, kendilerini hem fizik
sel hem de duygusal açıdan güçlendirme fırsatı olduğu açık
tır. Gilbert'ın işaret ettiği gibi,
190
dedilmiş hisseden, kurtuluşu Amerikan ordusuna katılmak
ta ve sert askeri eğitime dayanmakta bulan "zavallı küçük
zengin kızın" hikayesini anlatır (bununla birlikte Er Benja
min ile Eritre veya Tigre ordularındaki kadınlar arasındaki
fark, Er Benjamin'in ordudaki konumunun Amerikan ordu
sunun yaptıkları bağlamından ziyade tamamen kişisel açı
dan ifade edilmesidir -bu konuya daha sonra değineceğim) .
Er Benjamin'deki ordu, Batılı orduların çoğunun propagan
da kampanyalarındaki gibi, tamamen iyi bir kariyer atılımı
açısından görülmektedir- eğitim, dünyayı görme ve öteki
mesleklerden daha fazla para kazanma fırsatı.
Elizabetta Addis'in ( 1994) bir çalışması, gerçekten de ka
dınların asker olmaktan genellikle ekonomik, bireysel ve
kolektif olarak fayda sağladıklarını göstermiştir. Addis, or
dunun genellikle maaşlar açısından eşit fırsatlar sağlayan bir
işveren olduğunu ve kadın askerlerin göreceli faydasının, si
vil emek piyasasında erkekler ve kadınlar için farklılaşmış
ödeme düzeylerine bağlı olduğunu iddia etmektedir. Erkek
askerler asker olarak böyle bir maaş faydasına sahip olmadı
ğı için, kadınların asker olmaktaki marjinal faydalan bu ne
denle erkeklerinkinden daha yüksektir. Üstelik kadınlar or
dudan ayrılıp da sivil emek piyasasına girdiklerinde, eğitme
fırsatı elde ettikleri ve yükseldikleri ölçüde, kadın askerler
emek piyasasındaki kadınlar için tümden kolektif fayda el
de ederler.
Addis'e göre, kadınların orduya hizmette erkeklerden da
ha fazla fayda sağlamalarının nedenlerinden bir başkası da
muharebe kuvvetlerine katılmaları yasaklandığı için öldü
rülme veya sakat kalma risklerinin erkeklerden daha düşük
olmasıdır. Hem zamanla ve savaş teknolojisinin gelişimiy
le aktif mücadele tanımının daha darlaşması ve anlamsızlaş
ması hem de teknoloji, savaş cephesinde vurulma şansının
geri cephede vurulma şansından hiç de daha yüksek olma-
1 91
<lığı anlamına geldiği için bu, tartışmalı bir noktadır. Körfez
Savaşı'ndaki Amerikan kayıplannın birçoğu, bizzat Irak'ta
ki vuruşlardan ziyade bir Irak füzesinin Suudi Arabistan'da
ki bir sığınağı vurmasının sonucudur.
Ordudaki kadınların eşit hakları için mücadele eden fe
ministler, kadınların muhabere kuvvetlerinden dışlanışı
nın, kadınların ordudaki (ve sonuçta ordunun dışındaki)
terfi imkanlanndan erkeklere eşit düzeyde faydalanmalan
nı engellediğini öne sürmektedirler. Son günlerde ABD'de,
kadınların muhabere kuvvetlerine katılım haklanna ilişkin
özellikle de kadın pilotların düşmanı bombalama hakları
na ilişkin tamamen yasal bir savaş çıkmıştır; bu uzun ve çe
tin siyasi lobi sürecinin ve bu konuyu araştırmak için baş
kanlık komisyonunun kuruluşunun ardından Clinton yö
netimi, kadınlann piyade ve denizaltılar dışındaki tüm aktif
mücadele konumlanna katılma haklarını kabul etmiştir. Bu
politikalann karada ne ölçüde uygulanacağı özellikle Cum
huriyetçilerin Kongre'deki zaferinden sonra hala ucu açık
bir sorudur.
Bu gelişmenin ABD'deki kadınlann haklan için yeni temel
bir haşan olarak görülmesi gerekliliği, kadınlann ABD'deki
konumlanndaki genel gerileme dikkate alınarak değerlen
dirildiğinde, biraz şüpheli hale gelmektedir (Faludi, 1992) .
Aynca ikinci Dünya Savaşı'nda Rus kadın pilotlann binlerce
bombalama uçuşunu başanyla gerçekleştirdikleri ve hikaye
yi anlatmak üzere birçoğunun hayatta kaldığı hatırlanacak
olursa, konuya farklı bir gözle bakılabilir. Belki hiç de şa
şırtıcı olmayan bir şekilde bunların takma isimleri "gece ca
dılan" idi (Yevgenny Kaldei'nin sergisi, Riverside Stüdyola
n, Londra, Mayıs 1995). Bununla birlikte bu hikayede muh
temelen daha da önemlisi, ikinci Dünya Savaşı'ndan sonra
Sovyetler Birliği'nde kadınların önemli konumlardan gittik
çe dışlanmalandır.
1 92
Savaş veya milli kurtuluş gibi bir milli krizden sonra ka
dınların orduya katılma biçimlerinin tamamıyla değişme
si, nadir rastlanan bir şey değildir. Yine de kurtuluş ordu
lan, başlangıçta kadınlan mücadeleye dahil etme biçimleri
ne göre birbirinden aynlırlar. Valentine Moghadam (yayım
lanacak) , iki tür devrimci hareketi birbirinden ayınr: kadın
lann aktif olarak orduya katılmaya teşvik edildiği ve kurtu
luş ve modernleşme sembolü olarak kullanıldığı hareket; ve
kadınların resmi katılımdan gerçekten dışlandığı ve destek
leyici rollerinin oldukça kontrol altında olduğu, başvurula
cak milli kültürün ve geleneğin bir sembolü olarak kullanıl
dıklan hareket.
Kadınların ordudaki konumunu muhabere kuvveti/ge
ri hizmet ve ön/arka cephe dikotomileri etrafında kurmak,
onlan muharebeye sokmanın nesnel zorluklarına dayana
rak alınmış kararların bir yansımasından ziyade, toplum
daki ideolojik kadınlık ve erkeklik kurgulannın bir sonu
cudur. Füzeyi veya bombayı atmak üzere düğmeye basa
bilmek için özellikle erkek kaslarının gerekmediği düşü
nülebilir. Yine de Caroline Cohn'un ( 1 993: 227-46) Ku
zey Amerikalı nükleer savunma görevlileri ve güvenlik iş
leri analistlerinden oluşan bir toplulukta alan çalışması ya
parken keşfettiği gibi, sözde erkek değerlerinin en yüksek
değerler olarak kabul edildiği ve "nesnel" duygu ve ahlakla
ilişiği olmayan düşüncelere bağlı kalmayanlann, kibirli bir
şekilde "mızmızlar" veya "pisicikler" olarak etiketlendiği
toplumsal cinsiyet söylemi, Amerikan milli güvenlik poli
tikasına nüfuz etmiştir.
Kadınlann orduya katılımına ilişkin çözümlenmeyen tar
tışmalardan birisi de, kadınlann sadece kadınlardan oluşan
birimlerin parçası olmalarının mı yoksa genel (yani erkek)
askeri birimlere girmelerinin mi onlar için daha iyi olaca
ğıdır. Bir yandan ayrı kadın kıtalarından birleşik birimle-
1 93
re geçiş, kadınların belli askeri ödevleri yerine getirmeleri
nin (ve bunlara bağlı uygun ödül ve terfi elde etmelerinin)
önündeki resmi engellerin birçoğunun kalkması ve kadın
ların askerler olarak eşit potansiyellerinin tanınması anla
mına gelmektedir. Örneğin bu gelişmenin göstergelerinden
birisi, belli askeri muharebe görevlerine uygunluğu belir
lemek için yapılan testlerin askerin cinsiyetinden bağımsız
değil, buna bağlı olarak yapılmasıdır. Bununla birlikte bu
alanda deneyimi olanların yorumladığı gibi (WREI, 1992:
43) bu, kendi içinde erkekler ve kadınlar için eşit bir şan
sı garantilemeyebilir çünkü hangi testlerin belirleyici test
ler olarak seçileceği, çoğunlukla siyasi olarak belirlenir. Ör
neğin kadınların erkeklerden daha iyi olduğu esneklik stan
dartları düşürülürken, erkeklerin daha iyi olduğu fiziksel
güç standartları yüksek tutulur. Bu becerilerin her ikisinin
de, gemilerdeki lombar ağzından çıkmak gibi belli bir as
keri görevi başarıyla yerine getirmek için gerekebileceği id
dia edilebilir.
Ayrı kadın birimlerinin kaldırılmasına karşı çıkanlar, bu
birimlerin kadınlar için çoğunlukla güvenli ve rahat top
lumsal ortamlar sağladığına işaret ederler. Kadınların, özel
likle de karışık birimlerde azınlıkta olabilecekleri için, er
keklerle eşit olduklarını göstermek amacıyla onlardan daha
fazla kendilerini kanıtlamaları gerekmektedir. Örneğin Pal
makh'ta (Hagana'nın askeri birimleri, işçi Siyonizminin dev
let öncesi askeri birimleri) karışık savaş birimlerine dahil ol
ma hakkını uzun bir mücadele sonunda başarıyla kazandık
tan sonra kadın askerler, yeniden toplandılar ve karışık bi
rimlerdeki deneyimleri ışığında ayrı kadın birimlerini talep
etme karan aldılar (Yuval-Davis, 1 985).
Bunun ötesinde, karışık birimlerle daha bağlantılı bir hu
sus, elbette cinsel tacizdir. lsrail ordusundaki kadın asker
lere yönelik koruma önlemlerinden birisi, en azından ka-
1 94
dınlan disipline etmekten sorumlu subaylann kadın olması
ve böylece tacizlerinde hayal kınklığına uğrayan subaylann
kaprislerine kadınlann daha az bağımlı kılınmalandır. Bu
tür bir kısmi veya resmi bölünmenin bir alternatifi de, kar
deşçe davranmaya yönelik katı kurallar koymaktır. Örneğin
Eritre kurtuluş ordusunda (Zerai, 1994) , erkeklerle kadınla
nn kardeşliği katı bir biçimde yasaklanmıştır ve tecavüzün
cezası idamdır.
Ayrı kadın kıtalarıyla ilgili olarak literatürde belirtilen
başka bir faktör de (Gilbert, 1983: 440-1 ) , bu kıtalann rahat
bir lezbiyen alt kültürünün gelişimi için daha uygun olma
sıdır. Lezbiyenlik ve erkek homoseksüelliği, son zamanlarda
Batı ordulannda temel tartışma konusudur ve ABD ve İngi
liz ordulannda gay olduğu "keşfedilen" herkesin düzenli bi
çimde azledilmesi uygulamalan, eşit haklar temelinde mah
kemede geçersiz sayılmaktadır.
Homoseksüellik konusu, insanlann -ama özellikle kadın
lann- evlilik ve annelik gibi "normal hayatının" öteki yüz
lerinin orduya girişine dair Batı'daki genel tartışmalann en
yenisidir. lngiltere'de ordu, hamile kalan kadınlann ordu
dan otomatikman ihracına karşılık kadınlara tazminat ola
rak milyonlarca pound ödemek zorundadır. Uzun yıllardan
beri birçok ordu, öteki destekleyici rollerin yanısıra askerle
rin çocuklannı doğurmalan ve yetiştirmeleri için "ordu eş
lerine" güvenmiştir. Eritre ve Filistin'deki gerilla savaşlann
daki gibi bazı durumlarda, savaşçılann çocuklannı ve yetim
lerini kolektif olarak yetiştirme işini kurtuluş ordulan ken
di üstlerine almışlardır. Ancak, pek çok orduda kadın asker
ler için anneliği "normalleştirmek" , ordunun profesyonel
leşmesi ve askerliğin, (erkek vatandaşlann) nihai vatandaş
lık görevinden herhangi bir profesyonel mesleğe dönüşme
sinin bileşenlerinden biridir.
1 95
Askerlik Hizmeti ve Kadın Haklan
1 96
maatlerdeki sivil nüfusun günlük yaşamlarıyla ilişkisinin ve
bunlara olan etkisinin oldukça değişken oluşudur. ABD'de
Körfez'e bazı cemaatlerden hiç insan gönderilmezken, öteki
cemaatlerden gönderilenler nüfusun önemli oranlarını oluş
turmuştur. Örneğin siyah aktivistlerin, Körfez'e savaşmaya
giden "erkek ve kız kardeşlerini savunmak için" savaş karşı
tı harekete karşı çıkışları, Körfez Savaşı sırasında gerçekleş
miştir. Aynca nispeten yüksek oranda erkek ve kadının or
du mensubu olduğu birkaç belli yerel cemaat vardır. Ordu
da üyesi olmayan veya az sayıda üyesi olan cemaatlere göre,
bu tür cemaatlerin devletin siyasi/askeri merkeziyle muhak
kak ki çok farklı ilişkileri vardır.
Nüfusun farklı kesimlerini orduyla farklı ilişkiler içinde
konumlandıran bu toplumsal olgu, zorunlu askerliğin sona
erişinin ve silahlı kuvvetlerin profesyonelleştirilmesinin so
nucudur. Bu, kadınlar arasında erkeklerden daha yaygındır
çünkü lsrail haricindeki her yerde, hatta erkeklerin zorunlu
askere alındığı ülkelerde bile, kadınların askerlik için gönül
lü olmaları istenmektedir.
Sivil nüfusun çok sayıda akrabasının orduda olduğu ve
ya milislere dahil olduğu cemaatlerin, çoğunlukla büyük as
keri üsleri çevreleyen yerlerde ortaya çıktıklarını varsaymak
oldukça akla yakındır. Körfez'e gönderilen ve çocukları olan
Amerikalı kadın askerlerin birçoğunun kocalarının da ordu
da olduğu belirtilmiştir (Wheelwright, 1991). Ebevenyleri or
talıkta olmayan çocuklara bakma sorumluluğunu alan, baba
dan ziyade çoğunlukla büyükanneydi. Aynca ordunun uzun
süre yerleştiği yerlerde birçok cinsel partnerliklerin ve hatta
evliliklerin gerçekleştiği bilinen bir olgudur. Örneğin ikinci
Dünya Savaşı sırasında siyah Amerikalı askerlerden olma ço
cuklar doğuran yerli İngiliz kızlarının toplumsal etkisi hak
kında birçok hikaye anlatılmıştır ve benzer şeyler Alman
ya'da, Vietnam'da, vb. yerlerde olmuştur.
1 97
Elbette evlilikler ve gönüllü cinsel partnerlikler, ordu
nun uzun dönemli kaldığı yerlerdeki askerlerin cinselliğinin
doğurabileceği etkinin sadece bir yüzüdür. Cynthia Enloe
( 1983; 1 989) , Filipinler'de genelevlerin kuruluşunun yer
li cemaatler üzerindeki uzun vadeli etkisi hakkında yazmış
tır. Tabii ki askeri üs ile komşu sivil nüfus arasındaki ilişki
nin kesin doğası ve biçiminin belirlenişi, öteki şeylerin ya
nısıra bunların nispi siyasi ve ekonomik iktidar ilişkilerine
de dayanır. Son günlerde japonya'da 18 Amerikan askerinin
1 2 yaşında bir kıza tecavüz etmekten yargı önüne çıkarılış
larının ardından buradaki Amerikan üslerine karşı bir kam
panya yürütülmüştür (The Guardian, 30 Eylül 1995) . Kıb
ns'ta bir turiste tecavüz edip öldüren askerlerin yargılanışı
nın ardından lngiliz üslerine karşı burada da benzer duygu
lar ifade edilmiştir.
Nüfusun militarize oluşunun, çoğunlukla toplumdaki ev
içi şiddetin ve öteki şiddetin genel düzeyini yükselttiği orta
ya konmuştur. Ordu ile modem gelişmiş sanayi kompleksi
arasında artan benzerliğe rağmen, ordu açıkça saldırganlık
ve itaat prensipleri çerçevesinde örgütlenmiştir. Ordu top
lumda önem kazandıkça, kişisel kimlikler ve kişiler arası ve
cinsiyetler arası davranış biçimleri, ister istemez sivil toplu
ma yayılır.
Asker olmanın kadınlar için potansiyel faydalan tartışılır
ken, ordunun sivil emek piyasasının aksine nihai işlevinin
savaşmak olduğu çoğunlukla unutulmaktadır. Savaşlar in
san yaşamlarının, toplumsal dokuların ve fiziksel çevrelerin
kitlevi yıkımını doğurur. Farklı askeri mücadeleler ve savaş
lar birbirlerinden büyük ölçüde farklı da olsa, etkileri her
zaman cinsiyetlendirilmiş olma eğilimindedir.
198
Cinsiyetlendirilmiş Kurgular Olarak Savaşlar
199
ma (Boose, 1 993) , ikinci Dünya Savaşı'ndaki ve Körfez Sa
vaşı'ndaki bombardıman pilotlarının deneyimlerini kıyasla
mış ve ikinci Dünya Savaşı pilotlarına egemen olan duygu
dehşet iken, Körfez Savaşı pilotlarına egemen olan duygu
nun kemerli bir pasajda oyun oynamanın heyecanı olduğu
nu keşfetmiştir.
Yukarıda belirtilen ve bu farkı yaratan şey sadece sofisti
ke teknoloji değil, Cohn'un ( 1993) üzerinde çalıştığı milli
güvenlik söylemidir. Bu, doğrultulan füzelerin sadece önce
den belirlenen hedefleri vurabileceği, tıpkı kemerli bir pa
sajda imişçesine bu hedeflerin kesin yerinin tam olarak bi
lindiği ve insanlardan ziyade nesneleri vurmakla ilgili bir
şey olduğu yanılsamasını yaratmıştır. Gerçekte ise, resmi
söylem asla vurulan insanlardan değil, "tali zarar"dan bah
setmiştir.
Körfez Savaşı'nın resmi söylemi, önceki savaşlarınkine na
zaran toplumsal cinsiyet açısından çok daha nötrdür. Da
ha önce işaret edildiği üzere, savaş giysileri giymiş kadın as
kerleri, bütün bu koruyucu katmanların altında erkeklerden
ayırdetmek neredeyse imkansızdı. (Benzer imgeler, Bosna'ya
yollanan İngiliz kuvvetleriyle de ortaya çıkmıştı.) Ayrıca
olağan savaş söyleminin tersine, bu savaş erkeklerin "kadın
larveçocuklar" uğruna savaştığı bir savaş olarak kurgulan
mamıştı (Enloe, 1990) ancak "oğullarımız ve kızlarımız" ta
rafından gerçekleştirilmişti. Aslında bu, lsrail'de "oğulların"
savaşamayıp, kadınlar ve çocuklarla beraber mühürlü odala
ra kilitlendiği ilk savaştı. Bu, hızla baskı altına alınan derin
bir milli travma yaratmıştır. Aynı zamanda da lsrail'deki evi
çi şiddet ve öteki şiddet hakkındaki kayıtlar önemli ölçüde
artmış, İsrailli savaşçıların yenilmez süper kahramanlar ola
rak erkeksi imajları ciddi yara almış ve Rabin hükümetinin
FKÖ ile sınırlı ve gizli de olsa "barış süreci"ne girişini muh
temelen sağlayan ortam yaratılmıştı.
200
Yine de birçok savaş, Körfez Savaşı'ndan çok farklı dene
yimlenir. Gelişmiş teknoloji mevcut olsa bile, Bosnalı Sırp
lar için birkaç BM görevlisini yakalayıp, kalkan olarak kul
lanmak, teknolojik söylemi tamamen atıl kılmak ve hava
bombardımanını durdurmak için yeterli olmuştu. Düşman
insanlıktan çıkabilse de (bazıları ister istemez çıktığını söy
lüyor) , kendi "oğullarımız"dan "kalkan" yapılınca, durum
farklıdır.
"Kişinin oğulları"na sadakat duygusu, savaşan erkekle
rin deneyiminde merkezi bir rol oynar. Savaşın bağlamı ve
büyüklüğü ne olursa olsun bu, 'savaşçı yoldaşlığıdır'. Buna
ayrıca savaşın içerdiği müthiş çaba ve acıya askerlerin na
sıl dayandıklarını tartışan herkesçe neredeyse evrensel ola
rak vurgulanan "erkek dayanışması" da denilir. Bir yanda
ideolojik vatansever inançlar, diğer yanda maddi kazançlar
ve statü ödülleri, farklı savaş deneyimlerinde az ya da çok
önemli olabilse de, savaşçıların günlük hayatlarındaki sü
rekli besleyici duygu olarak belirtilen şey, her zaman için
yaşam ve ölüm durumlarında dost askerlere ve karşılıklı sa
dakate güvenebilme duygusudur. lsrail'de dost askerlere bu
ihanet isteksizliği, lsrail'in Filistin topraklarını sürekli işga
line veya Lübnan'a saldırısına karşı olmalarına rağmen bir
çok İsrailli tarafından yedek orduya hizmete devam edişleri
nin temel nedeni olarak gösterilmektedir.
AynışekildeAmerikalı generaller, "erkek dayanışması"nın
bozulacağı korkusunu neden göstererek, kadınların ordu
da (o zamana kadar sadece erkeklerin yer aldığı) muha
rebe kuvvetlerine alınmasına karşı çıkmaktadırlar. Aslın
da her iki cinsiyetten birçok askerin sosyalleşmesinin do
ğasına bakılırsa, bu tür bir dayanışma duygusunu sadece
erkek veya sadece-kadın gruplaşmalarında elde etmek da
ha kolaydır. Yine de her ne kadar bu oranda yoğun bağlı
lığı nadiren içerse de sivil emek piyasasındaki durum gibi,
201
uzun ortak eğitim ve profesyonelleşme vurgusu, bu duy
guları önemli ölçüde nötrleştirme eğilimindedir. Kardeş
çe davranmayı yasaklayan kuralların bu süreçleri ne ölçü
de genişleteceği veya karmaşıklaştırabileceği, ucu açık bir
sorudur.
Bununla birlikte savaşa katılma deneyimi, tıpkı savaşta
değilken askeri hayatlardan uzak olma durumu gibi, fark
lı savaşlarda çok farklı olabilir. Bu, kısa, düzenli "göreve gi
diş" dönemlerini içerebilir; siperlerde veya sığınaklarda ay
larca yaşamayı içerebilir; ve hayatta kalmak için savaşmak,
sakat bırakmak ve bırakılmak, öldürmek ve öldürülmek gi
bi umutsuzca karmakarışık ve cehennemi durumları içere
bilir. Ayrıca savaş alanında veya bunun uzağında asıl dö
vüşe destek rollerde çalışmayı da içerebilir. Bir çalışma Oa
nowitz, 199 1 : 41), lkinci Dünya Savaşı'nda askerlerin sade
ce % 15'inin bir kez olsun ateş ettiklerini bulmuştur. Modem
savaş teknolojisinin doğası dikkate alınırsa, bu oran şim
di muhtemelen çok daha küçüktür. Gerilla ve öteki küçük
çaplı savaşlarda elbette durum tamamen farklıdır ve savaş
madıkları zamanlarda örneğin yemek hazırlamak ve eğitim
vermek gibi destek rollerinin birçoğunu savaşçıların bizzat
kendilerinin yerine getirmeleri gerekebilir.
Savaşlar, "vatan cephesi"ndeki insanların yaşamlarım da
birçok farklı şekillerde etkileyebilir. Bir uçta, savaş eğer va
tan cephesinden uzaktaysa, sözkonusu ordu profesyonelse
ve çok az zayiat varsa, etkisi hiç olmayabilir veya çok az ola
bilir. Sömürgeci ülkelerin deneyiminin çoğu, bu türdendir.
Bazı kadınların kendilerini zaman zaman ziyaret eden özel
likle subay asker kocalan olsa da, cinsiyetlendirilmiş destek
şebekesinin büyük bölümü ordunun içinde veya dışında yer
li halktan ve az sayıda sömürgeci kadından oluşmuştur.
Öteki uçta ise, savaş ülkedeki insanların yaşamlarım ta
mamen dönüştüren ve çoğunlukla da yıkan topyekOn bir
202
deneyim haline gelir. İnsanın savaştan önceki günlük haya
tının birçok ve hatta tüm bileşenleri ve bireysel kimliği, bir
kaç saat içinde yokolabilir: iş yeri, eşyalar, evler, kişisel etki
ler ve en kötüsü de arkadaşlar, akrabalar ve aile üyeleri. İn
san düşman tarafından yaralanmasa, kötü muamele veya iş
kence görmese bile, yakın olan ve sevilen her şeyden vah
şice mahrum edilmek, insanların hayatlannı sürekli olma
sa da uzun dönemli olarak harap eder. Yaşam sadece hayat
ta kalmaktan ibaret hale gelir.
Mülteci olmak, cinsiyetlendirilmiş bir deneyimdir. Top
lam mülteci nüfusunun %80'i (Batı'ya yönelen -çoğunlu
ğu erkek olan- göçmenlerin yüzdesi bir yana) kadınlardan
ve çocuklardan oluşur. Adam j ones'un ( 1 994) işaret ettiği
gibi bu, öldürülme ve öldürmenin savaşta cinsiyetlendiril
miş oluşunun bir sonucudur. Bu, kadınlann ve çocuklann
öldürülmemesi meselesi değildir -eski Yugoslavya'daki et
nik temizlik sırasındaki gibi- öldürme seçici olduğunda, se
çilip götürülenlerin ve sonra bazen bir toplama kampında
çoğunlukla da toplu bir mezarlıkta bulunmak üzere (Sreb
renika'daki gibi) "ortadan yok olanlar"ın erkekler oluşun
dan ileri gelir.
Erkekler seçici şekilde yakalanmadığında ve/veya öldürül
mediğinde bile ("meşru savaşlann" resmi söylemine düşerek
neredeyse "infaz edildiklerinde" yazıyordum), savaş yerel ol
sa bile, erkekler savaş birimlerine bağlı olduklan ve/veya ya
kalanmamak için saklandıklan için çoğunlukla ortada bu
lunmazlar (1994: 1 20-9). Eve ve çocuklara bakmak, toprağı
işlemek ve cemaatin sosyal dokusunu devam ettirmek üzere
kadınlar ve yaşlı erkekler köylerde bırakılırlar.
Geride bırakılan kadınlar, düşman askerlerinin tecavü
züne karşı savunmasız kalırlar. Özellikle Bosnalı Sırplarca
kadınlara yapılan sistematik tecavüz medya tarafından açı
ğa vurulduğundan beri, savaş tecavüzü hakkında son bir-
203
kaç yıldır çok şey yazılmıştır (örneğin Uluslararası Af Ör
gütü, 1995; Pettman, 1 996; Zajovic, 1 994) . Benzer haber
ler Ruanda'daki (Bonnet, 1995) ve 1 98 l 'de Bangladeş'te
ki savaşlara ilişkin de duyulmuştur (3 Mayıs 1995'te Chan
nel 4'da oynatılan Gita Sahgal'ın The War Crimes Files -Sa
vaş Suçlan Dosyalan- filmi) . 1994'te Viyana'da yapılan BM
insan Hakları Konferansı'nın Sivil Toplum Örgütleri Foru
mu'ndaki tartışmalarda Rhonda Kopelon gibi feminist in
san hakları aktivistlerinin işaret ettikleri gibi tecavüz, Ce
nevre Sözleşmesi'nde, bir işkence biçiminden ziyade "şerefe
karşı işlenen bir suç" olarak tanımlanmıştır. Buradaki "şe
ref' , kadınların kendi şereflerinden ziyade erkeklerin ve ce
maatin şerefidir.
Yine de eski Yugoslavya'daki Women in Black'in işaret et
tiği gibi (Zajovic, 1994) savaşta tecavüz, savaşın cinsiyetlen
dirilmiş etkilerinin en uç örneği olmasına rağmen; kadınlar
için tecavüzden ziyade, tüm önceki yaşam temellerinin kay
bının, en yıkıcı savaş deneyimi olduğunun kabul edilmesi
gerekir. Bununla birlikte bu tecavüzlerin sonucunda hami
lelikler ortaya çıktığında, etkiler daha da yıkıcı hale gelebilir
çünkü paradoksal olarak hamilelikler herkesçe bilindiğinde,
kadınlar geleneksel şeref ve utanç kavramlarının bir sonu
cu olarak, hayatta kalan ailelerinin ve cemaatlerinin saygı ve
desteğini yitirebilirler. Bildirilen sistematik tecavüz vakalan
nın ezici çoğunluğunun, deneyimlerini çoğunlukla kendile
rine saklamayı tercih eden evli kadınlardan ziyade dul veya
bekar kadınlara ait oluşunun nedeni budur.
Yerinden edilen kişi olma deneyimi birbirinden çok fark
lı olabilir. Geride birtakım maddi kaynaklarla kalan veya ül
kenin başka bir yerinde veya denizaşırı bir ülkede mülteciyi
ve onun hayatta kalan ailesini kabul ve himaye etmeye ha
zır bir aileye sahip olan, uluslararası yardım örgütlerinin ba
ğışlarından başka ek kaynağı olmadan duygusal ve fiziksel
204
kaynaklannın çoğunu günlük hayatta kalma mücadelesine
harcadığı bir mülteci kampına mahküm olana kıyasla, reha
bilite edilmiş yeni yaşama çok daha kolay geçebilir (Forbes
Martin, 1992) . Yine de kaç yıllık olursa olsun kurulmuş ye
ni yaşamın asla yerini alamayacağı savaştan önceki yaşamın,
kimliğin ve yerinden edilişin bir geçerlilik ve süreklilik sta
tüsü kazandığı "sürekli geçicilik" durumu, kişisel koşullan
ne olursa olsun birçok mülteci arasında yaygın bir olgudur.
Yeni yaşam yerinde sürekli şekilde "dışardaki" olmak, bu tip
bir duyguyu besler. Bu çoğunlukla ikinci nesle aktanlabile
cek bir duygudur. Örneğin Lübnan'daki mülteci kamplann
da doğan Filistinli çocuklar, memleketlerini ailelerinin ter
ketmek zorunda kaldığı köy olarak tanımlayabilirler. O köy
30-40 yıldır ortada olmasa bile, "dönüş" hayali, kişinin etra
fında kimliğinin kurulduğu tutkulu bir duygudur.
Savaşı ve müteakip etkilerini tartışırken, bunun genellik
le ne kadar cinsiyetlendirilmiş ve sınıfa dayalı bir deneyim
olduğunu hatırlamak önemlidir. Örneğin Birinci Dünya Sa
vaşı'nda kız ve erkek kardeşlerin deneyimlerini karşılaştıran
bir çalışma, bu faktöre dikkat çekmiştir (Woollacott, 1993;
Lübnan'daki savaşın cinsiyetlendirilmiş karakteri hakkında
aynca bkz. Accad, 1 990) .
Erkekler ve kadınlar arasında değişik olan tek şey savaş
deneyimleri değildir. Cynthia Enloe'nun ( 1 989; 1 993) ve
ötekilerin işaret ettiği gibi, savaştaki militarize dişilik imge
leri -ister kadınlan evde oturmaya ve iyi eşler ve anneler ol
maya, isterse askeri sanayiye gönüllü "Perçinci Rosie - Rosie
the Riveter" olmaya çağırsınlar- kendileri de değişken ola
bilen militarize erkeklik imgeleri için gereklidirler. Savaşla
nn "kadınlarveçocuklar" uğruna yapıldığı düşünülür ve sa
vaşan erkekler, "kadınlannın" aile ocağının ateşini yakma
yı sürdürdükleri ve onlann eve dönüşünü bekledikleri bilgi
siyle rahatlarlar ve güven tazelerler.
205
Araştırılması gereken ilginç sorunlardan birisi de, savaş
söylemi için çok gerekli olan bu dişilik imgeleri arasındaki
ilişki ve feminist ve öteki savaş karşıtı hareketler için mer
kezi olan, kadınlar ve barış arasındaki bağlantıdır.
206
sırasında, Sessizliğe Karşı Anneler adı altında örgütlenen bir
grup, oğullarını savaşa gönderen ve lsrail'in hayatta kalına
sı için hayati olduğuna inanmadıkları bir işgal uğruna oğul
larının yaşamlarını harcayan devleti daha fazla destekleme
ye hazır olmadıklarını belirtmişlerdir.
Annelik, feminist anti-militer düşüncede çok önemli bir
rol oynamıştır. Bu kamptaki en gelişmiş ve kuramsal açıdan
en sofistike seslerden birisi, annelik ideolojisinin ve uygu
lamasının tabiatında bulunan bazı özelliklerin anti-milita
rist bir hareketin temeli haline gelebileceğini iddia eden Sa
ra Ruddick'tir ( 1 983; 1989) . Buna "anneliğe özgü şiddet kar
şıtlığı: oluşmakta olan gerçek" demiştir (1989: Yedinci Bö
lüm) . Ruddick'e göre, annelik ödevinde yaşamın korunma
sının merkeziliği, barışma pratikleriyle işbirliği yapar ve ha
yat yıkmaya karşıdır.
Sara Ruddick, iddialarının özselci olduğunu inkar etse de,
Greenham Common'da banş hareketinin ilk günlerinde bu
radaki Amerikan füze üssünün çitlerinin bebek bezleriyle
dekore edilmesinde olduğu gibi, iddialarının özselci bir ren
gi vardır. Ruddick'in anneliği anti-militarizmle ilişkilendiri
şinde özellikle sorunlu olan husus, hayatın korunmasını ak
rabalık sistemine bağlayışıdır. Tıpkı ilham aldığı Carol Gil
ligan ( 1 982) gibi Ruddick de, kadınların ahlakı kurgusunda
belli bir paradoks sunmaktadır. Ruddick bir yanda kadın
ların özellikle de annelerin psişesini tarihsel anlamda etni
site, sınıf, yaş, kültür, vb. tarafından kurgulanmamış ve ev
rensel olarak sunar. Tüm kadınların onun istediği gibi dav
ranmadığını kabul etmesine rağmen, (şiddet karşıtlığının
peşine düşen birçok kadın için) Ruddick, "dikkate alınma
yan" "kadınlar" ifadesini kendisinin "stilistik tembellik" de
diği şey kadar çok kullanır ( 1 989: 163-4) . Ruddick'in ( 1989:
164) "haşan deyimi" dediği bu şeyde, erkeklerin dünya gö
rüşünün kurulduğunu iddia ettiği daha soyut evrensel yol-
207
dan farklı tikelci bir yoldan kadınların dünyayı gördükle
ri ve yargıladıkları varsayılır. Yine de eğer kadınların dünya
göıiişü bu kadar tikelciyse, o zaman kendi aileleri, cemaat
leri, etnik ve milli toplulukları onlar için erkekler için oldu
ğundan daha fazla önem taşımalıdır. Savaş zamanında tek il
gilendiği ve mücadele ettiği şey kendi çocuklarının hayatta
kalması olan Bertolt Brecht'in Cesaret Ana'sı, bu tip bir an
nelik kurgusu örneğidir. Olabildiğince kahramanca bu tür
bir "koruyucu anne sevgisi"nin (Ruddick'in kelimeleriyle) ,
sadece kendi çocuklarının değil, "düşman"ın hayatı da dahil
olmak üzere insan hayatı için duyulan genel kaygı yüzün
den savaşa karşı çıkan kadın anti-militarist barış hareketinin
temelini oluşturması çok zordur.
Gerçekte elbette "koruyucu sevgileri" kendi çocukları
na duydukları sevgiyi aşan birçok kadın ve anne mevcuttur.
Bunun son örneği, kendi oğullarına, Rus askerlerine, Çeçe
nistan'daki mezalimi durdurmaları için yalvarmaya Mosko
va'dan Çeçenistan'a giden -ancak bu askerler tarafından dal
ga geçilen ve defedilen- Çeçenistan'daki askerlerin anneleri
dir ( 1 995 tarihli Milli Barış Konseyi broşürü).
Barış hareketlerinde kadınların özgül konumlanışı, kadın
ların anneler olarak biyolojik ve toplumsal kuruluşlarından
çok başka bazı akıl yüıii tmelerin bir sonucu olarak açıkla
nabilir. Birincisi, erkeklerin aksine kadınlar, hiçbir yerde as
lında mecburi askere alınmamıştır ve onaylamadıkları savaş
larda savaşmaya zorlanmamıştır. Orduya her zaman gönül
lü olarak katılmışlardır. Mecburi askere alındıkları lsrail'de
bile, ne ordunun büyük bölümünü oluşturan yedek orduya
alınmışlar ne de ön cephede hizmet etmelerine izin verilmiş
tir. Milletvekili Geula Cohen (Yuval-Davis, 1 985) , lsrail'de
kadınlar asker değilse bile askerlerin anneleri, kız kardeşleri
veya eşleri oldukları için askeri sistem içine iyice yerleştikle
rine işaret etmektedir. Yine de sivil kadınlar, ordu mensup-
208
lan olan kadınların maruz kaldığı baskılara ve yaptırımla
ra maruz kalmaksızın militarizmi ve savaşı protesto etmekte
biraz daha serbesttirler.
ikincisi bazı kadınlar, daha genel feminist inançlarının
parçası olarak, savaş-karşıtı ve anti-militarist hareket için
de özerk olarak örgütlenmeyi tercih ederler ki böylece daha
iddiacı olabilecek ve karışık bir organizasyonda erkeklerce
gölgelenemeyecek ve yıldınlamayacaklardır. Yine de benzer
siyasi hedefleri olan erkek gruplarla, karışık gruplarla ve ör
gütlerle işbirliğine ve yakın çalışmaya yatkındırlar.
Üçüncüsü bazı kadın anti-militarist ve savaş-karşıtı grup
lar, erkek maçoluğu ve şiddetinin egemen olduğunu düşün
dükleri ataerkil toplumsal sisteme karşı toptan mücadelele
rinde, kendi anti-militarist mücadelelerini öncü olarak gö
rürler. Greenham Common kadınlarının sloganlarından bi
risi olan "oğlan çocukların elinden oyuncaklarını alın" slo
ganı, bu tür bir yaklaşımı simgeleştirebilir.
Bu tür bir görüş, feminizm, anti-militarizm ve pasifizm
arasında otomatik bir bağlantıya yol açabilir (Feminizm
ve Şiddet Karşıtı Çalışma Grubu, 1983). Birinci ve Üçüncü
Dünya feministlerinin biraraya geldikleri uluslararası kon
feranslarda bu mesele etrafında çoğunlukla tartışma çıkar.
Üçüncü Dünya'dan feministler, basitleştirmeci evrenselleş
tirilmiş "terörist" kavramına ve şiddet kampanyalarının ki
min tarafından ve neden yürütüldüğüne bakılmaksızın şid
detin her türünün otomatikman kınanmasına haklı olarak
karşı çıkarlar (Robyn Morgan, 1 989) . Ayrıca baskı altın
daki insanlar milli kurtuluş sadece silahlı mücadele yardı
mıyla kazanılabileceği için, anti-militarist olma lüksünü gö
ze alamadıklarını öne sürerler. Ilginç bir şekilde Sara Rud
dick ( 1 993) bu iddiaya sıcak bakmaktadır çünkü "güçsüz
veya damgalanmış bir grup için savaşma hakkı... önemlidir"
( 1983: 472) der. Böyle bir taviz, Ruddick'in genel politika-
209
sından çok uzak görünen, şiddet kullanarak ataerkilliğe di
renmek için kadınlan teşvik olarak yorumlanabilir.
Bunu ayrıntılı olarak tartışmak için burada yeterli yeri
miz yok. Bununla birlikte Üçüncü Bölüm'de tartışıldığı üze
re, şiddet yoluyla "erkekliklerine sahip çıkmaya" davet edi
len baskı altındakilerin bu Fanoncu ideolojisi, kadın nefre
ti duygusunun birçok yorumuyla beslenen maço ideoloji
lerden çeken birçok siyah kadının ve Üçüncü Dünya kadı
nının zarannadır. Güçsüzler, toplumdaki iktidar ilişkileri
ni dönüştürmekten ziyade iktidar kazanmak için mücade
le ettiği sürece, sözde "milli kurtuluş", çoğunlukla yeni top
lumsal düzende kadınlara ve öteki dezavantajlı gruplaşma
lara sadece daha çok baskı getirir. Bazen baskı ve işgale kar
şı mücadelede tek açık yol silahlı mücadele yolu olsa da, bu
mücadelelerin örgütlenme biçimleri, hedefleri ve toplumsal
örgütlenişleri hayatidir. Bunlar sonraki bölümde tartışılacak
hususlardan bazılandır.
Sonuç
210
nilikler, muharebe kuvvetlerinde fiziksel gücü daha önem
siz kılmakla kalmamış, aynı zamanda kadınların orduda ge
leneksel olarak yaptıkları memurluk rollerinin çoğunu da
ortadan kaldırmıştır.
Bununla birlikte bu düşünceler, günümüzün birçok sava
şında özellikle de Cooke'un (1993) postmodem dediklerin
de, hala sadece marjinal kalmaktadır. Bu savaşlarda savaş
mak ve ölmek üzere seçilenler erkeklerdir ve vahşi saldırıla
rın ve tecavüzün ardından kendilerinin ve çocuklarının ha
yatta kalması için mücadelelerini sürdürmek zorunda olan,
kendilerini yerlerinden edilmiş mülteciler olarak bulan ve
toplumsal hayatın tüm öteki veçhelerini yaşatmaya devam
edenler de kadınlardır.
Feministler, sağlayabileceği toplumsal güç ve kaynaklara
eşit erişim kazanmak ve böylece Marshalkı anlamda "cema
atin tam üyeleri" olmak için kadınların erkeklerinkine eşit
düzeyde orduya girmeleri için feministler olarak mücadele
edip etmeme gereği konusunda bölünmüşlerdir. Bazıları, fe
ministler olarak kendi cemaatlerini ve devletlerini militariz
me ve savaşa karşı etkilemek yönünde özel bir rolleri oldu
ğunu iddia ederler. Sara Ruddick gibi bazıları ise, -kadınla
rın ordunun militarist oluşuna son vermek üzere orduya gö
nüllü girmeleri için- her ikisini de gerekli bulurlar.
211
Bu elbette umutsuzca idealleştirilmiş bir kadınlık kavra
mıdır. Çünkü defalarca keşfedildiği üzere (ve sadece Marga
ret Thatcher'a işaret ederek değil) kadınların konumlanışla
rı, iktidar açısından erkeklerinkinden farklı değilse, davra
nışları da farklı olmaz.
Yine de bu, kadınların ordudaki varlığının, ordunun top
lumsal ve siyasi rolünü etkileyemeyeceği anlamına gelmez.
Eğer savaşlar "kadınlarveçocuklar" uğruna yapılıyorsa (En
loe, 1 990) , kadınların erkeklerin yanında eşit konumda
oluşları, en azından bu mazohist mitin bir kısmını zayıfla
tabilir (Stiehm, 1989) . Birçok feministin yaptığı gibi, kadın
ların "vatansever görevlerini yerini getirmek" ve tam vatan
daşlık hakkını kazanmaları arasında gerekli bir bağlantı gör
müyorum. Yine de cemaate tam üyelik anlamında, vatan
daşlığın da özgül bir tarihsel bağlam içinde mecburi asker
liği kapsayabilecek sorumluluklar ve ödevler içerdiğini ve
içermesi gerektiğini ve ordudan dışlanmanın tıpkı gece nö
betlerinden ve sivil emek piyasasındaki öteki sözde tehlike
li mesleklerden dışlanmak gibi, patemalist olduğunu ve ço
ğunlukla kadınların toplumsal konumlanışlarına zarar ver
diğini düşünüyorum.
Bununla birlikte ordudaki toplumsal cinsiyet ilişkilerine
dair hiçbir tartışma, "kadınlar" ve "erkekler" tartışmasının
bu genel düzeyinde kalamaz. Ordularda ve savaşlarda öz
gül kadın bireylerin ve kadın gruplaşmalarının konumlanış
ları için milliyet, etnisite, ırk, sınıf, bölge, yaş ve yetenek ay
rımları -erkeklerinki gibi- hayatidir. Ve bu özgül toplum
sal ilişkileri incelemeden, kadınların ve erkeklerin bu temel
toplumsal ve siyasi arenalarda nasıl etkilendiklerine ve etki
lediklerine dair anlayışımız sadece kısmi ve yanıltıcı olabilir.
212
ALTiNCi BÔLÜM
KADINLAR, ETN1S1TE VE GÜÇLENDİRME:
ÇAPRAZLAMA SİYASETE DOGRU
213
etnik azınlık kadınlarının çocuk sahibi olmasını mümkün
olduğu kadar engelleyen öjenist söylemde bu aynın, en aşı
n ifadelerle formüle edilir.
Yine de kadınlar milletin sadece biyolojik yeniden üre
ticileri olmayıp, aynı zamanda da kültürü çocuklara ilet
mekten ve "yuva"yı özgül bir kültürel biçimde kurmaktan
sorumlu "kültür" muhafızları olma görevi verilmiş, mille
tin kültürel yeniden üreticileridir. Üçüncü Bölüm'de, "kül
türün" çeşitli etnik ve milli projelerde bir kaynak olarak
kullanılma biçimleri ve bu tür projelerde kadınların mil
li "öz"ün, birliğin ve özgürleşmenin sembollerinin yanısı
ra etnik, milli ve ırksal farklılığın sınır muhafızları olarak
nasıl kuruldukları incelenmiştir. Bu kadınlık kurguları, ço
ğunlukla milli egemenlik ve direniş ilişkilerinin kaynaklan
olarak kullanılmaktadır.
Herhangi bir toplumdaki tüm kadınlar aynı biçimde ku
rulmazlar. Etnisite, ırk, sınıf, yaş, yetenek, cinsiyet ve başka
şeylere dayalı diğer toplumsal ayrımlar cinsiyet aynmlanyla
çakışır; böylece kadınlar farklı eyleyiciler tarafından erkek
lerden farklı olarak kurulsa ve muamele edilseler de "erkek
ler" de "kadınlar" da toplumsal eyleyiciler veya toplumsal
nesneler olarak homojen kategoriler oluşturmazlar. Bu ko
nu, vatandaşlık ve farklılık hakkındaki Dördüncü Bölüm'de
incelenmiştir. "Cemaate tam üyelik" olarak tanımlanan va
tandaşlık, kişinin yerel, etnik, milli ve ulusüstü cemaatle
re üyeliğinin, (buna indirgenemese de) cinsiyetlendirilmiş
devlet vatandaşlığını kurduğu çok katmanlı bir kurgu ola
rak incelenmiştir. Aynca o bölümde, vatandaşlık türlerinin
özeVkamusal ve pasif/aktif olarak kabul edilmiş bazı aynm
lan da incelenmişti.
Vatandaşlık hem haklan hem de ödevleri kapsar. Nispe
ten son zamanlara kadar resmen erkek vatandaşların öz
gül alanı olan insanın vatanı için ölmeye hazır olması, er-
214
kekliklerin kuruluşunda merkezi bir yer işgal eden en yük
sek vatandaşlık görevi sayılmıştır. Beşinci Bölüm'de ordu
ların ve savaşların cinsiyetlendirilmiş karakteri ve -önce
ki bölümlerdeki gibi- bunların toplumda farklı konumlan
dırılan kadınlar ve erkekler üzerindeki farklılaşmış etkile
ri incelenmiştir.
Bu sonuç bölümünde, önceki bölümlerdeki incelemeler
den çıkarılabilecek siyasi sonuçların bazılarını incelemek is
tiyorum. Daha özelde ise kadınların toplumsal ve özellikle
de milli bölünmeleri dikkate alındığında feminist dayanış
manın ne ölçüde mümkün olduğunu incelemek istiyorum.
Bunu yapabilmek için, önce milliyetçi ve feminist hareketler
arasındaki karşılıklı ilişkileri inceleyeceğim. Sonra da farklı
lığın ötesinde genel dayanışma meselesini inceleyip, çapraz
lama siyaset kavramını tanıtacağım.
Feminizm ve Milliyetçilik
215
ğu karşılığını vermektedir: kendi erkekleri baskı altınday
ken, nasıl erkeklerle eşitlik için mücadele edebilirler ki? Bu
bir sağırlar diyaloğuydu. Hegemonik bir topluluğun üyele
ri olan Batılı feministler için, topluluğa üyelikleri ve bunun
kendi konumlanışlarına olan etkileri çoğunlukla görünmez
kılınırken, Üçüncü Dünya kadınları boyun eğdirilmiş bir
topluluğun parçası olmayı şiddetle deneyimlemiş ve çoğun
lukla kendilerine feministler olarak örgütlenmek için özerk
bir alan bile bulamamışlardır. Batılı feministlerin kendi mil
li topluluklarına bağlılıkları ölçüsünde, bu zıt bir bakış açısı
idi. Bu kadınlar, "bir kadın olarak vatanım yoktur" iddiasın
daki Virginia Woolfa katılmakla kalmayıp, Vietnam Savaşı
karşıtı hareket, medeni haklar mücadelesi ve öteki sömürge
karşıtı ve solcu hareketler ve daha sonra da Greenham Com
mon'dakine benzer kadın barış hareketleri gibi hükümet
karşıtı siyasi hareketlere katılmışlardır. Bu durum, bireysel
kadınlar ve bunların toplulukları -ve o zamanki hükümetle
ri- arasındaki ilişkiler hakkında her iki tarafta da çok farklı
varsayımlar doğurmuştur.
Üstelik bu diyalogsuzluk içinde, Üçüncü Dünya kadınlan
Batılı kadınların onlara barbarca gelenekler ve boyun eğiş gi
bi görünen açılardan kendilerini kurduklarını ve içinde bu
lundukları toplumsal ve ekonomik bağlamı dikkate alma
dıklarını hissederler. Üçüncü Dünya kadınları, muhayyel
özgür beyaz liberal demokrasiyle bağlantılı olarak, "sorunla
rı" veya "kazanımları" açısından tanımlanmaktadır. Bu, on
ların (ve "liberal demokrasi"nin) tarihten çıkarılması, on
ların zaman ve uzamda dondurulması ve Batılı feminist et
hosunda eğitilmesi ve terbiye edilmesi gereken siyaseten ol
gunlaşmamış kadınlar olarak sürekli kurulmaları etkisine
sahiptir (Amos ve Parmar, 1984 : 7) .
Örneğin Mohanty (1991: 57-8) , feministlerin yazılarında,
Üçüncü Dünya kadınlarının, kadın sünneti ve çeşitli erkek
21 6
şiddeti biçimleri gibi meselelerin tartışılmasında nasıl ör
nek kurbanlar olarak "dondurulduklarını" anlatır. Lata Ma
ni ( 1989) , Hindistan'daki sati ile ilgili olarak benzer bir olgu
hakkında yorumda bulunmuştur. Belli toplumsal ve kültü
rel uygulamalara onları soyutlayarak odaklanmak, belli uy
gulamaların süregelen varlığının bu toplumlardaki kadınla
rın hayatları üzerinde sahip olduğu uzlaşmaya dayalı alışve
rişleri gözardı eder. Örneğin kadınların kendi başlarına ya
şamalarına izin verilmeyen ve boşanmanın/terkedişin erkek
ler için kolay olduğu bir toplumda, süregelen mevcut çokeş
lilik, bu tür bir sistemde kendi toplumsal statülerini ve rızk
larını kaybetmeyen yaşlı kadınlar için, kendi erkek kardeş
lerinin ailelerinin insafına terkedildikleri tek-eşliliğe kıyasla
çok daha iyi bir seçenek olabilir.
Kumarijayawardena'nın kitabı, "feministler" ve "milliyet
çiler" arasındaki bu açmazda muhtemel bir sona işaret et
miştir. Kitap, kişinin milli kurtuluş hareketine sadakatinin,
illa da kendi toplumlarındaki kadınların konumlarım iyileş
tirmek ve dönüştürmek için mücadele etmemeleri anlamına
gelmediğini Batılı feministlere göstermiştir. Kitap aynı za
manda feminizmin özgül olarak Batılı bir olgu olmadığına
da işaret etmiştir.
l 980'lerde ve l 990'larda uluslararası feminist sahne hem
Batı'da hem de Üçüncü Dünya'da tıpkı bunların arasındaki
ilişki gibi önemli değişikliklere maruz kalmıştır. Büyük öl
çüde Batılı feministlerin etnosantrizmine, çoğunlukla ırkçı
lığına içerden meydan okuyan (bkz. örneğin Feminist Revi
ew, 1 984; hooks, 1 98 1 ; Mohanty vd. , 199 1) siyah feminist
217
ramlann gelişimi de buna çok yardımcı olmuştur (Nichol
son, 1 990; Weed, 1989) . Bununla birlikte, bu farklılığa kar
şı duyarlılık, çoğunlukla tüm sorunsallığıyla çokkültürcülü
ğün feminist bir versiyonu halini almıştır.
218
"keşfedilen" homojen gerçekliğe dair varsayımlar genellik
le işlemeye devam etmiştir. "Kimlik siyaseti" toplumsal ka
tegorileri ve gruplaşmaları sadece homojenleştirmeye ve
doğallaştırmaya değil, aynı zamanda değişen kimlik sınır
larını, iç iktidar farklılıklarını ve çıkar çatışmalarını inkar
etmeye de eğilimlidir. Paul Gilroy'un yaptığı gibi ( 1 994 ta
rihli The Black Atlantic kitabının özsözünde) , bu tür bir öz
selci kurgunun Gayatri Spivak (1993) türü "stratejik özsel
ciliğin" bir sonucu olabileceğini vurgulamak önemlidir. Bu
tür kategorilerin siyasi mobilizasyon açısından "keyfi kısıt
lamalar" (Stuart Hall'un kullandığını duyduğum bir ifadey
le) içerdiği kabul edilirken, bu kategoriler, toplumsal hare
ketler ve devlet politikaları uygulamaları aracılığıyla somut
hale gelirler. Kategorilerin bu tür somutlaştırılmış kurgu
sunun reddedilişi, bireysel ve kolektif konumlanış mülaha
zalarının topluluklar arasındaki ve içindeki iktidar ilişkile
rinin ve bunların sahip oldukları kültürel, siyasi ve ekono
mik kaynakların, herhangi bir siyasi ittifakın kuruluşunda
taşıması gereken temel önemi inkar etmez.
Bu "keyfi kısıtlamaların" , saklamaya yardımcı olduğu
farklılıklardan birisi, sınıf farklılıklarıdır. Bunlar basitçe, Ba
tılı feministlerin, kendi toplumlarındaki kadınların bile (sık
sık işaret edilen) çok özgül "kadın çıkarlarını" temsil eden
yüksek eğitimli beyaz orta sınıf kadınlarca temsil edilmesiy
le sınırlı değildir. Üçüncü Dünya kadınlan, çoğunlukla ken
di toplumlarında çok daha yüksek tabaka çevrelerden gelen
kadınlarca temsil edilirler: sömürge sonrası toplumlarda,
çoğunlukla yönetici elitlerin ailelerinden gelirler. Bununla
birlikte, Birinci ve Üçüncü Dünya feminist kadınlan arasın
da çok nadir belirtilen farklılıklardan birisi, Üçüncü Dünya
kadınlarının, ev hizmetçilerinin Batılı feministlerin evlerin
dekinden daha yaygın bir uygulama olduğu ailelerden gel
meleridir. Aynı zamanda da elbette Batılı orta sınıf meslek
219
sahiplerinin, çoğunlukla ezilmiş etnik ve göçmen topluluk
lardan gelen çocuk bakıcılarını, dadıları ve kahyaları ücret
li çalıştırma uygulaması da gittikçe yaygınlaşmaktadır. Mil
li ve uluslararası kimlik siyasetine özgü diğer bir sorun da,
temsil sorunudur. Başka yerlerde de tartıştığım gibi (Cain ve
Yuval-Davis, 1990; aynca bkz. Dördüncü Bölüm'deki tartış
ma) , feminist ve öteki cemaat aktivistlerinin bu tuzağa düş
memelerinin tek yolu, kendilerini kendi gruplarının temsil
cilerinden ziyade taraftan olarak görmeleridir. Yine de taraf
tar olarak bile, kendi özgül konumlanışlarının hem kendi
toplumlarındaki öteki kadınlara hem de karşı karşıya geli
nen öteki katılımcılara ilişkin olarak çokkatmanlılığının bi
lincinde olmaları gereği önemlidir.
220
dm STÖ'leri, geleneksel düşünceler etrafında örgütlenme
ye başlar, daha sonra Peru şehirlerinde kadınların komünal
mutfakları gibi, tabandan gelen güçlü siyasi örgütlenmele
re dönüşürler. Ötekiler ise Hindistan'da Andhra Pradesh
eyaletindeki ve Brezilya'daki kadın polis karakolları gibi
"kadın-dostu" devlet kurumlarının kuruluşu için baskı uy
gular veya hala ülkenin "geleneklerinin" sınırları dahilin
de kabul edilebilir görülen ama kadınların haklarını garan
tileyen kanuni değişiklik için kulis yaparlar (örneğin Sri
Lanka'daki durum gibi; bkz. Helie-Lucas, 1993; Sri-Lanka
lı kadın örgütlerinin savaştaki rolü hakkında bkz. Abeye
sekera, 1994) . Bu STÖ'lerin birçoğunun uzun süre ayakta
kalabilmesini ve yerel baskılardan nispeten özerkliğini sağ
layan şeylerden birisi, denizaşırı yardım örgütlerinden sağ
lanan fonlar ve öteki ülkelerdeki feminist örgütlerin ve ağ
ların daha kişisel desteği ve dayanışmasıdır (örneğin Wo
men Living Under Muslim Laws ve Women in Black ağla
rı gibi) . Bu durum çoğunlukla, bu örgütlerin faaliyetleri
ne karşı olan özellikle yerel ataerkil grupların, bu örgütle
rin hain ve Batı emperyalizminin maşasından başka bir şey
olmadıklarına dair suçlamalarını tahrik etmektedir. ikinci
Bölüm'de de tartışıldığı gibi, kadınların üreme haklan me
selesiyle ilgili olarak bu örgütlerin bazıları aslında, birçok
kadına çok zarar veren nüfus kontrol araçlarından başka
bir şey olmadıklarını kanıtlamışlardır. Yine de 1 994 tarihli
BM Kahire Konferansı'nda açığa çıktığı üzere, birçok öteki
STÖ, tamamen bu tür politikalara karşı koymak üzere ör
gütlenmiştir. Öteki siyasi örgütler gibi STÖ'lerin de toptan
olumlu veya olumsuz bir şeyden ziyade kendi özgül pro
jelerine ve uygulamalarına göre değerlendirilmesi gerekir.
Bununla birlikte Güney'deki STÖ'lere üye kadınlan, Batılı
feministlerin kuklaları olarak görmek, Batımerkezci bir kli
şe olur. 1 993 Rio Çevre Konferansı, 1994 Viyana insan Hak-
221
lan Konferansı, 1994 Kahire Nüfus ve Kalkınma Politikala
rı Konferansı ve 1995 Pekin Kadın Konferansı gibi son za
manlardaki BM Konferanslarında en örgütlü, en açık siyasi
gündemle çalışanlar, özellikle Güney Asya ve Latin Ameri
ka gibi sömürge sonrası ülkelerden gelen kadın grupları ol
muştur. Aynı zamanda kendilerininkiyle uyumlu gündem
leri olan Batılı kadın gruplarıyla işbirliği düzeyleri de artmış
tır. "Kadın haklan, insan haklarıdır" sloganı etrafında Viya
na, Kahire ve Pekin'de düzenlenen kurullar, bu tür bir işbir
liğinin güzel örnekleridir. Bu kurullar, lkinci Dünya Sava
şı "fahişelerinin" tazmini için yürütülen Japon kampanya
sı; Perulu Flora Tristan örgütü; erkekler ve kadınlar arasın
daki eşitliği destekleyen Cezayir derneği; Pakistan Lahor'da
ki Shirgat Gah merkezi; ve daha birçoklarını da içeren Ku
zey'deki ve Güney'deki çeşitli kadın örgütleriyle yakın iş
birliği içinde ABD'deki Rutgers Üniversitesi'ndeki Kadınla
rın Küresel Liderliği Merkezi tarafından düzenlenmiştir. Bu
grupların kampanyalarının bir sonucu olarak, bu tür "ka
dın meseleleri" BM insan haklan gündeminin resmi parçası
haline gelmiştir ve örneğin savaşta tecavüz artık sadece bir
"şeref suçu" olarak gönllmemekte, işkence biçimlerine da
hil edilmektedir.
Bununla birlikte yukarıdaki tablo, günümüz dünyası fe
minist hareketlerinin ve kadınların durumunun güllük gü
listanlık olduğu izlenimini verebilir. Oysa durum bundan
oldukça uzaktır.
Geri Tepme
222
nu hakkında bir derleme yayına hazırlamışlardır) . Ancak
bu, ABD, lngiltere ve hatta tüm Batı'dan çok daha uzaklar
da gerçekleşen bir olgudur. Bu senaryonun büyük bölümü,
erkeklerin feminizmden, kendi kadınlan üzerindeki kon
trollerini yitirmekten ve kadınların önceden sadece erkekle
rin alanı olan konumlara ve rollere erişim kazandıkları top
lumda genel olarak daha az kolektif iktidar sahibi olmaktan
korkmalanyla ilgilidir. Bununla birlikte Üçüncü Bölüm'de
tartışıldığı üzere bu durum, modernite kriziyle, dinsel ve et
nik köktenci hareketlerin doğuşuyla ilişkilendirilen tikelci,
özselci kimliklerin ve kültürlerin yeniden icadı ve kadınla
rın kontrolünün bu kurgular içindeki kendi sembolik top
lumsal düzenleri eksenindeki merkezi yeriyle de çok ilgili
dir. 1994 BM Kahire Konferansı'ndaki en önemli siyasi geliş
melerden birisi, kadınların üreme haklarına karşı ortak mü
cadelede Katolik Papa ile lslamcı Iran arasındaki kutsal (ol
mayan) ittifaktı.
"Eşit fırsatlar" mevzuatının yürürlükte olduğu ülkelerde
kadınların iktidar konumlarına ilerleyişi "cam tavan" ola
rak bilinen şey tarafından durdurulurken, refah devletleri
nin krizi ve yeniden yapılandırılması, önceki mücadelelerde
kadınların elde ettikleri toplumsal hakların ister çocuk ba
kımı olanakları ve sosyal sigorta imkanları, isterse sağlık ba
kımı olsun, birçoğunun kaybedildiği anlamına gelir. Bu açı
dan -hem siyasi hem de sembolik olarak- kadınların üre
me haklan ve özellikle de yasal kürtaj haklan çok önemli
dir. Ancak mesele bundan çok daha kapsamlıdır. "Yeni libe
ralizmin" paradokslarından birisi, "serbest piyasa" ve "mini
mal devlet"in izinde, bir yandan "özgürlük" ve "demokra
siyi" resmen teşvik ederken (eski Sovyetler Birliği ülkeleri
nin yanısıra sömürge sonrası ülkelerdeki gibi) bir yandan da
refah devletinin ciddi anlamda zayıflatılışını sağlayan gele
neksel ailevi ideolojileri desteklemesidir. Elbette uygulama-
223
da bu, kadınlann bu "demokrasilere" tam katılımdan dışlan
malan anlamına gelir (Molineux, 1 994) . Örneğin birkaç yıl
önce Amerikan diplomatlann, Müslüman köktencilerin te
rörist kampanyalan ve askeri bir hükümet arasında hırpala
nan Cezayir'e gittikleri zaman, "kamu sektörünün yıkılaca
ğı" hususunda teminat aldıklan sürece, destekledikleri Ce
zayirlilerin özgül ideolojisinVdinini umursamadıklarının
açıkça bilinmesine izin verdiklerine dair bir söylenti mev
cuttur (SWASWA üyeleri olan londra'daki Cezayirli kadın
lardan duydum) .
1985 Nairobi ve 1995 Pekin BM Kadın Konferansları ara
sında en çok gözlenen farklılıklardan birisi, Pekin Kon
feransı'nda köktenci, dinci ve öteki "gelenekçi" grupların
yaygınlığı ve örgütlenişiydi. Örneğin Konferans sırasında
günde en az 7 tane Islamcı atölye olduğu ve Kurtuluş Or
dusu gibi örgütlerin bile Pekin Konferansı'nda bulunmak
ve kulis yapmak için çok enerji sarfettiği söylenmişti ba
na. Görünen o ki, önce modernleşen milli kurtuluş hare
ketleri daha sonra da özellikle feministler için özgürleşme
yi ve ilerleyişi simgeleyen "kadın" kategorisi, şimdi "farklı
lığa karşı eşitlik" tartışması versiyonu, feminist konumlann
en özselci versiyonlanndan bile çok uzak olan köktenciler
ve öteki anti-modernist kuruluşlar tarafından (yeniden) sa
hiplenilmektedir.
Şüphesiz bu gelişmelerin bir kısmı, bugünlerde "kadın
meselelerine" ayrılan kaynaklar için rekabet eden bu ör
gütlerle ilgilidir. Southall Black Sisters'tan (SBS) aktivist
ler, londra'daki Asyalılar arasında ev içi şiddet meselele
ri üzerinde çalışmaya başladıklarında, "cemaat liderleri
nin" , böyle bir şey olmadığı, olsa bile ırkçılara koz verme
mek için ifade edilmemesi gerektiği bahanesiyle faaliyetle
rine nasıl karşı çıktıklannı anlatırlar. Yine de hem bu alan
da SBS'nin çalışmasının "cemaat" içinde geleneksel kontrol
224
ağlanm tehdit edecek şekilde ne kadar önemli ve başanlı ol
duğu, hem de yerel otoriteden gelecek bir para kaynağı ol
duğu açıkça ortaya çıktığında, birkaç yıl içinde bunlann ta
vırlan tamamen değişmiştir. SBS'nin "cemaat"in "otantik"
temsilcileri olmadığım iddia ederek, bu paralar için rekabet
etmeye ve bu tür kadınlar için alternatif, çok daha üyeliğe
dayalı danışmanlık hizmetleri örgütlemeye başlamışlardır.
(Sahgal ve Yuval-Davis, 1992; Southall Black Sisters, 1 990) .
Benzer şekilde öteki yerlerde de "cemaat liderleri" ve "kök
tenciler" , yukarıda anlatılan bazı kadın STÖ'lerinin nispi si
yasi ve ekonomik özerkliklerinin kendilerini tehdit ettiğini
hissetmektedirler.
Özerk kadın örgütlerine karşı olan ve bunları baskı altın
da tutmak isteyenlerce çoğunlukla öne sürülen neden, bu
örgütlerin cemaatin "gelenek ve göreneklerine" ihaneti tem
sil etmeleridir. Hem feministler ve ötekiler arasında hem de
özellikle Güney'dekiler ve diğer feministler arasında, söy
lemlerinin ne ölçüde bu gelenek ve görenekler tarafından
kurgulanması gerektiğine dair süregelen bir tartışma mev
cuttur.
Postmodemist Feminizm?
225
va'nın Adem'in kaburga kemiğinden yaratılışı hakkındaki
mit yer almaz ve Kuran'da Adem, başlangıçta insanlık bö
lünmediği için hem erkek hem de dişiyi tanımlamak üzere
genel insanlık kavramı olarak kullanılmaktadır. tslam'da ka
dınlara karşı önyargı, her zaman otantik olarak düşünülme
yen ve Kuran doğru anlaşıldığında karşı çıkılabilecek Hadis
lerden kaynaklanır.
Çokeşliliğe açıkça karşı çıkmadan bundan kurtulma yo
lunu öneren Güney Afrikalı avukat, başka bir örnektir. Bu
bayan, 1 993'te yani Güney Afrika anayasası tamamlanma
dan kısa bir süre önce, ANC'de bazı aktivistlerin "cinsiyet
çi olmayan Güney Afrika" ve "gelenek ve göreneklere say
gı" ilkelerine eşit ağırlık vaadedildiğini farkettikleri ve ilk il
kenin ikincisine feda edilmesinden korktuklan zaman, dü
zenledikleri kadınlar konferansında konuşmuştu. Avukat,
(konferansa katılan birçok kadının özellikle de "anavatan
lardan" gelenlerin, kadınlar üzerindeki sömürücü ve küçük
düşürücü etkileri açısından acı bir şekilde şikayet ettiği) ço
keşlilik geleneğinin zorla veya hukuki olarak kaldırılmama
sı gerektiğini öne sürmüştür. Ancak evlilikte kadının, çiftin
mülkünün %50'si üzerinde hakkının olduğuna dair bir ka
nunun benimsenmesi gerekir. Erkek yeniden evlenirse, ye
ni kansıyla sadece kendi %50'sini paylaşabilir ve bu böyle
ce devam eder.
Örneğin Müslüman feministlerin, kadınlann yargıç ol
mak gibi, kamu dairelerine daha eşit katılımını savunduk
lan lran'daki benzer mücadele stratejilerine Afsane Najrna
badi ( 1 995) , "postmodem feminizm" der (benzer bir argü
man Haleh Afshar tarafından da geliştirilmiştir, 1994) . Rif
fat Hassan'ınkinden biraz farklı olan Najmabadi'nin argüma
nı, "modem feminizm" ve "lslamcılık" dediği şeyler arasın
da taktik işbirliği için bile çakışan hiçbir nokta olmayışıdır.
Diğer yandan "postmodem feminizmin" "parça odaklı" yak-
226
laşımı, kadınların eşitliği veya kadın haklanna yönelik ge
nelleştirilmiş iddialarda bulunmaksızın özgül meseleler et
rafında işbirliğini sağlar:
221
tünden) bazı Mısırlı feministler, WLUML'nin politikalarını
genellikle desteklemelerine rağmen, başlığında "Müslüman"
kelimesinin göründüğü bir örgütle ilişkilendirilmenin, Müs
lüman kökenli olmayan Kıpti ve diğer Mısırlı kadınlan ör
gütün tam üyesi olmaktan dışlama etkisi yaratacağını hisset
tikleri için, kendilerini WLUML ile resmen ilişkilendirmeyi
reddederler. Gita Sahgal ( 1992) , farklı cemaatlerden kadın
ların kendi geleneklerinin hangi ögelerini (ve bu gelenekle
rin hangi yorumlarını) saklayıp, hangilerini bir kenara ayı
racaklarını seçecekleri alana ve özerkliğe sahip olarak bi
rarada varolabilecekleri ve birlikte mücadele edebilecekle
ri (Homi Bhabha'nın l 994b, "madun laikliği" adını verdiği)
"laik alanlar"a yönelik ihtiyacı tartışır.
Farklı toplumlarda, devletlerde ve cemaatlerde, kadın
ların bu tür "laik alanlar"a girme ihtimallerinin çok değiş
ken olması anlamında, bu tartışmanın tek bir "doğru" tak
tiksel cevabı muhtemelen yoktur. Örneğin Mısır'da ne ka
dar küçük ve tehdit edici olsalar da, laik alanların mevcu
diyeti prensibi hakkında şu anda önemli bir mücadele veri
lirken, lran'da bu mücadele en azından şu an için kaybedil
miştir. Özgül tarihsel koşullar, tek tek feminist mücadelele
rin biçimini ve özünü belirlemede dikkate alınmalıdır. Fark
lı toplumlarda ve aynı toplumda farklı konumlandırılmış fe
ministler arasındaki işbirliği ve dayanışma, bu farklılıkla
ra duyarlı olmalıdır. lşte çaprazlama siyaset, buna ilişkindir.
Çaprazlama Siyaset
221
ki'deki Birleşmiş Milletler Üniversitesi'nde Valentine Mog
hadam tarafından düzenlenen bir konferansta, içinde "çeşit
lilik içinde evrensellik" deyimini kullandığım, kimlik siya
setinin eleştirisi niteliğinde bir tebliğ sundum (Yuval-Davis,
1994a: 422; aynca bkz . Jayawardena, 1995: 10). Bologna'da
ki özerk solun belli bir kesimi tarafından uzun yıllardır açık
ça desteklenen çaprazlama siyaset, aynı fikri az çok hantal
ca ifade etmektedir.
Dördüncü Bölüm'de de belirtildiği üzere, çaprazlama si
yaset, modemist/postmodemist feminist tartışmanın merke
zinde yer alan evrensellik/görecelik dikotomisine bir alter
natif olma amacındadır. Bu politika, yapıçözümcü kuram
ların iddia ettiği gibi hepimizin farklı olduğunu kabul eder
sek/ettiğimizde, nasıl ve kimle çalışmamız gerektiğine dair
hayati kuramsaVsiyasi sorulara cevap bulmayı amaçlar.
Etienne Balibar ( 1 990b), evrensel kuralların uygulandı
ğı varsayılan kişilerin farklı konumlanışlarını gözardı eden
sözde "evrenselliğin" tabiatındaki ırkçılığa ve etnosantrizme
işaret eder. bell hooks, sözde evrensel feminist kızkardeşlik
fikriyle ilgili bu gerçeğe işaret etmiştir. Ona göre:
229
cı veya koruyucu toplumsal bir kurum olan "aile"ye karşı al
maları gereken tavırlara; isterse kadınların şiddetin tüm bi
çimlerine karşı çıkma ya da orduya katılıma yönelik kam
panyalarda bulunma ölçüsüne ilişkin olsun, feminist siya
setin tüm alanlarında bu meselelere ilişkin tartışmalar bu
lunabilir (Anthias ve Yuval-Davis, 1983; 1992; Hill-Collins,
1 990; Kimble ve Unterhalter, 1982; Spelman, 1988) .
Belli etnik, milli ve ırksal topluluklara üyeliğe, sınıf, cin
sellik ve yaşam döngüsünün aşaması gibi kadınlar arasın
daki kimlik ve farklılığın öteki boyutlarını da eklersek,
postmodemist yapıçözümcü bir bakışa ve "herkesin farklı
olduğu"nun farkındalığına ulaşmak çok kolaylaşır. Bu, ge
nelde kolektif bir siyasi eylemin, özelde de feminist kolektif
eylemin, bu tür bir yapıçözümcü analitik bakış açısı geçer
li kabul edildiğinde mümkün olup olmayacağına dair şüp
heler uyandırır (bkz. Michele Barret ve Mary Mclntosh'un
( 1 985) Anthias ve Yuval-Davis [ 1983] eleştirisi, aynca bkz.
bell hooks, 199 1 ) . Etkili siyaset ve yeterli kuramsal analiz
ler doğal olarak birbirine zıt mıdır? Bu soruya esas cevabım,
Gayatri Chakravorty Spivak'ınkiyle aynıdır. Spivak şunu id
dia eder:
230
lamalarımızı yeterince esnek ve açık tutar. Aynı zamanda
da siyasi olarak felce uğramamamızı sağlar. Bu, somut ola
rak tüm feminist (ve diğer tarzda demokratik) siyasetin, ka
dınlar arasındaki farklılıkların tanındığı ve bu farklılıkların
seslerini duyurabildikleri bir koalisyon siyaseti biçimi ola
rak görülmesi gerektiği ve bu siyasi "birimler"in içerisi ve
dışarısının ve bu koalisyonun sınırlarının, "kim" olduğu
muz değil, neyi başarmak istediğimiz dikkate alınarak ku
rulması gerektiği anlamına gelir. Caryn McTighe Musil'in
dediği gibi:
231
linç yükseltme geleneğinin olağan modelinde çalışmaktay
dı. Pheterson şu sonuca ulaşır:
232
ki sınıf, yaş ve öteki toplumsal boyut farklılıklannı grup için
doğal olarak önemsiz sayar.
Bu tür bir yaklaşım, son zamanlann Batılı feminizminde
çok merkezi olan yukanda tartışılan, farklılığa dayalı "kim
lik siyasetinin" tipik özelliğidir. Bu "kimlik siyasetinde" bi
reysel kimlik, kolektif kimliğe eş hale gelir, farklılıklar ka
bul görmekten ziyade hareket içinde hegemonik gücü elin
de tutanlar tarafından yükseltilmiş bilincin farklı safhala
nnın yansımaları olarak yorumlanır ve gruplararası farklı
lık da otantik ve önemli bir şey olarak algılanır. Linda Gor
don'un işaret ettiği gibi, bu tür özselci farklılık kavramları
oldukça dışlayıcıdır:
233
Kişinin kendi kimliği üzerinde düşünmesi, "öznel"e dö
nüş, Brunt için politikadan çekilmeyi değil, tam aksini ima
etmektedir: yani bir yandan sadece dik olmayıp yatay da
olan iktidar ve direniş ağlannı Foucaultcu şekilde yerleştir
meyi, bir yandan da eylemin siyasi çerçevelerini heterojen
ve akışkan tutmayı. Brunt, "geniş demokratik ittifaklar" ve
"gökkuşağı koalisyonlan" mantığını reddeder çünkü siya
si eylemin, "çeşitlilikteki birliğe" dayandınlması gerektiğini
ve bunun da ortak paydadan ziyade şu temeller üzerinde ku
rulması gerektiğini öne sürer:
234
öteki çokkültürcülerle paylaşır. Yukarıda da tartışıldığı üze
re, böyle bir inanç, köktenci liderlerin yükselişi için bir alan
yaratmış ve 1980'lerde "gökkuşağı koalisyonu"nun baş des
tekçisi olan ]esse jackson'ın (Toni Morison da dahil olmak
üzere birçok öteki ilerici siyah aktivistin yanısıra) , 1990'lar
da köktenci, ırkçı ve cinsiyetçi "lslam Milleti"nin düzenle
diği Washington DC'ye yapılan "Milyon Adam Yürüyüşü"ne
katılmasına neden olmuştur.
Tartışmak istediğim bir başka örnek ise, bu tür varsayım
ların ötesine geçen feminist siyaset örneğidir. Rüşdi olayı
nın ardından hem tüm dinlerin bu tür köktenci liderliklerine
hem de kendilerini köktenci karşıtı olarak gösteren ırkçılık
tezahürlerine karşı mücadele etmek için Londra'da düzenle
nen Köktenciliğe Karşı Kadınlar (WAF) politikasıdır bu.
WAF çeşitli dinsel ve etnik kökenlerden kadınlan (Hıris
tiyanlan, Yahudileri, Müslümanları, Sihleri, Hinduları vb.)
kapsar. Aynca üyelerinin birçoğu, Southall Siyah Kızkardeş
ler (SBS), Yahudi Sosyalist Grubu ve lrlandalı Kürtaja Des
tek Grubu gibi daha özgül etnik bağlan olan öteki örgütle
re mensuptur. Bununla birlikte WAF'ın kuruluşuna örgüt
sel ve ideolojik olarak önayak olan SBS'nin haricinde, kadın
lar oraya herhangi bir grubun veya etnik kategorinin temsil
cilerinden ziyade bireyler olarak gitmiştir. Öte yandan fark
lı geçmişlere sahip kadınlan "asimile" etmeye yönelik bir ça
ba olmamıştır. Etnisite ve görüş farklılıkları -ve bunların so
nucunda farklı gündemler- kabul ve saygı görmüştür. Ancak
köktenciliğe ve ırkçılığa karşı "üçüncü yol"u savunan WAF
üyelerinin ortak siyasi tutumu takdir edilir.
Bu "üçüncü yol" Patricia Hill-Collins'in Black Feminist
Thought (Siyah Feminist Düşüncesi) ( 1 990) adlı kitabında
ifade edilen bazı fikirlerle uyuşmaktadır. Hill-Collins bu ki
tapta, farklı gruplaşmaların gerçekliği farklı konumlanışlar
dan gördüğünü kabul etmenin önemini tartışır. Hill-Col-
235
lins'in analizi (Donna Haraway, 1988 tarafından ayrıntılı ola
rak incelenen "bakış açısı kuramı"nın (standpoint theory) fe
minist epistemolojik perspektifini büyük ölçüde izler) , WAF
üyelerine rehberlik eden gündemi yansıtmaktadır:
236
log, Gail Pheterson tarafından anlatılan daha yaygın "kim
lik siyaseti" türünden diyalogdan yüzeysel olarak çok farklı
görünmemektedir. Ancak birtakım önemli farklılıklar mev
cuttur.
Gruplaşmaların sınırlan, özselci bir farklılık kavramı de
ğil, somut ve maddi siyasi bir gerçeklik tarafından belirlen
mişti. Ayrıca farklı gruplara dahil kadınlar, basitçe kendi
gruplaşmalannın temsilcileri olarak algılanmamıştı. işgalci
ve işgal edilen toplulukların üyeleri olarak bağlılıklarına iç
kin farklılaşmış iktidar ilişkileri de dahil konumlanışları ve
geçmişleri kabul ve saygı gören ve diyaloğa katılmaları için
aranan tüm kadınlar kendilerini "mevcut iktidar ilişkileri
nin yeniden üretimine bilinçsizce katılımı reddetmeye" ve
"anlaşmazlığa adil bir çözüm bulmaya" adamışlardı {ltalyan
ilk davet mektubu, Aralık 1990).
Diyaloğun temel perspektifi, Patricia Hill-Collins'inki
ne çok benzerdir. Ancak terminolojisi biraz farklıdır. İtal
yan kadınlar, anahtar kelimeler olarak "kökleşme" ve "kay
dırma" kelimelerini kullanmışlardı. Fikir şuydu: diyaloğun
her katılımcısı, kendi üyeliği ve kimliğindeki kökleşmeyi
de beraberinde getirir, ancak aynı zamanda da farklı üye
lik ve kimliğe sahip kadınlarla yer değiştirmek için kendi
sini kaydırmayı dener. Bu diyalog türüne -homojen bir çı
kış noktası varsayarak kapsayıcı değil dışlayıcı hale gelen
"evrensellik" ten ve farklı çıkış noktalan yüzünden, ortak bir
anlayışın ve gerçek diyaloğun asla mümkün olmadığını var
sayan "görececilik"ten ayırmak amacıyla- "çaprazlamacılık"
demişlerdir.
Çaprazlamacı perspektifi geliştirirken iki husus hayati
dir. Birincisi kaydırma süreci, benlik-merkezsizleştirilme
sini, yani kişinin kendi kökleşmesini ve değerler bütününü
kaybedişini içermemelidir. Elsa Barkley Brown'un iddia etti
ği üzere buna ihtiyaç yoktur:
237
Herkes başka bir deneyim içinde merkezleşmeyi, bunu ge
çerli kılmayı ve kıyaslamaya ihtiyaç duymaksızın veya bu
çerçeveyi kendisininkiymiş gibi benimsemeye ihtiyaç duy
maksızın bunu kendi standartlan içinde yargılamayı öğre
nebilir. . . başka birisini merkezleştirmek için, bir başkasını
"merkezsizleştirmek" gerekmez; sürekli şekilde merkez et
rafında dengede durmak gerekir. ( 1989: 922)
238
Kişi, ister kendi -bireysel veya grubu- isterse ötekilerin
uğruna savaşsın, ezilenlerin güçlendirilmesi, feminist ve
öteki baskı karşıtı siyasetin tek başına hedefi olamaz. Örne
ğin son birkaç yıldır eski üyelerin biyografileri, özellikle de
Elaine Brown'ınki, American Black Panthers'in günlük ger
çekliğinin parçası haline gelen "disipliner" vahşet ve şiddet
uygulamalarına ışık tutmuştur (Walker, 1 993) ; ve iddiaya
göre Winnie Mandela'nın da taraf olduğu bir gencin öldü
rülmesi olayı, eski "iktidar çürütür" önermesinin korkunç
bir göstergesidir. Aynca bu, önceden güçsüzleştirilmiş in
sanların iktidarı ve sadece nispi ve belli durumlara bağlı olan
iktidar için de geçerlidir.
"Güçlendirme" ideolojisi, "pozitif' iktidarı "bir şeyin ikti
darından" ziyade "bir şey üzerinde iktidar" ile sınırlayarak bu
ikilemden kaçmaya çalışmışur (Bystydzienski, 1992: 3). An
cak bunu yaparken, güçlendirme, bireysel ve toplumsal ara
sındaki sınırlan kaldıran bir süreç olarak kurulmuştur. Book
man ve Morgan'ın işaret ettiği gibi, güçlendirme kavramı
anlamına gelir.
Bu türde kurgulamalar, yukarıda da tartıştığımız gibi, kay
dırılan sınırlan, iç iktidar ilişkilerini ve çıkar çatışmalarını
inkar ederek, toplumsal kategorileri ve gruplaşmaları homo
jenleştiren ve doğallaştıran özgül bir "kimlik politikası"nı
varsayar. Ayrıca böylesi bir yaklaşımda, kültürler ve gele
nekler, heterojen bazen de çatışan kaynak haznelerinden,
birleşik, ahistorik ve değişmeyen öze dönüşürler.
Bu kitapta, bu türden "kimlik siyasetinin" bir alternatifi
olarak "çaprazlama siyaset" fikrinin ileriyi göstereceği öne
239
sürülmektedir. "Çaprazlama siyaset"te birlik ve homojen
liğin yerini, hem kendilerine katılanların özgül konumla
nışlarını hem de her bir yerleştirilmiş konumlanışın suna
bileceği "bitmemiş bilgiyi" kabul eden diyaloglar alır. Yine
de çaprazlama siyaset, diyaloğun sınırsız olduğunu ve her
çıkar çatışmasının uzlaşabilir olduğunu -]indi Pettman'ın
işaret ettiği üzere "canayakın ya da en azından hoşgörü
lü kişisel, toplumsal ve siyasi birliktelik imkanı neredeyse
her zaman mevcut olmasına ( 1 992: 1 57)" rağmen- varsay
maz. Çaprazlama bir diyaloğun sınırlan, mesajı iletenden
ziyade mesajın kendisi tarafından belirlenir. Başka bir ifa
deyle çaprazlama siyaset, toplumsal kimlikleri ve toplumsal
değerleri birbirinden ayırır ve ortak değer sistemlerini pay
laşan ve Alison Assiter'ın "epistemolojik cemaatler" dediği
şeyin ( 1 996: Beşinci Bölüm) ayn konumlanışlann ve kim
liklerin ötesinde de varolabileceğini varsayar. Baskı ve ay
rımcılığa karşı mücadelenin, belli bir kategorik odağı olabi
lir (ve çoğunlukla da vardır) ancak bu, asla sadece bu kate
goriyle sınırlı değildir.
Sadece herhangi feminist bir kampanyanın içinde yürütü
lebileceği özgül tarihsel koşullar birbirinden birçok farklı
lık arzedebileceği için değil, aynı zamanda da aralarında çok
ciddi görüş aynlıkları olabilecek kendini feminist olarak ta
nımlayanlar arasında da birçok bağ olması yüzünden, femi
nist "epistemolojik cemaati"nin ve koalisyon siyasetinin sı
nırlarının ne olması gerektiği, zor bir sorudur. Üstelik An
gela Davis'in işaret ettiği gibi (Davis ve Martinez, 1994: 47),
1 970'lerde kendisinin hapsedilmesine karşı yürütülen mü
cadele, sadece onun politikasını paylaşanlarla sınırlı olsaydı,
kampanya asla başarılı olamazdı. Aynca bütün siyasi kam
panyalar da aynı değildir. Sıkı bir resmi örgütlenmeden, gev
şek gayri resmi ağa, ideolojik ittifaktan, tek meseleye daya
lı koalisyona kadar çakışan değer sistemlerinin ve ortak si-
240
yasi çalışmanın farklı düzeyleri mevcuttur. Bununla birlik
te koalisyon siyaseti biçimlerinin ve yoğunluklarının çok çe
şitliliği, bizi kendisine "her şeyin uyduğu" postmodem "ser
bestçe yüzen gösterenler"e (Wexler, 1990) dönüştürmemeli�
<lir. Mücadelenin önerilen hedefleri, eşitsiz iktidar ilişkileri
ni korumak veya teşvik etmek olduğu ve özselleştirilen kim
lik ve farklılık kavramlarının, toplumsal, siyasi ve ekonomik
dışlama biçimlerini doğallaştırdığı noktada, çaprazlama siya
set yoktur. "Kaydırma" ve "kökleştirme" süreçleri, bağlam ve
terminoloji arasındaki farklılıkları ve değer ve hedef farklılık
larını ayırdetmeye yardımcı olabilir. Bunun "ötekilik" etiket
leri ve klişeleriyle ilgisi çok az olabilir.
Eğer kadınların güçlendirilişi, bu kitapta tartışılan tuzak
lardan bazılarını aşmaksa, o zaman Gill Bottomley'in uyarı
sına bağlı kalmak belki de akıllıcadır:
Sonsöz
241
li olmak için bir yol ve içinde yaşadığımız ve davrandığımız
sürekli değişen siyaset, ekonomi ve çevre bağlamları içinde
bir eyleyicilik sunabilir.
Yapmaya kalkıştığımız şeyleri asla bitiremeyeceğimiz için
üzerinde düşünmemiz gereken en önemli ödevlerden birisi,
mücadele ederken bir yandan da hayatlarımızı nasıl sürdüre
ceğimiz ve eğlenerek nasıl kutlayacağımızdır! Emma Gold
man'ın dediği gibi, "Eğer onun yolunda dans edemiyorsam,
bu benim devrimim değildir" . ileri ırkçılık, empoze kimlik
ler, etnik temizlik ve milli mücadeleler ve savaş durumları
dikkate alındığında bu duygu, bazen çok hafif ve baştan sav
ma görünebilir. Ancak yine de bu, tamamen böyle olmayabi
lir. " Çaprazlama" arkadaşlarımdan birisinin bana gönderdiği
bir kartpostal üzerinde yazan bir Zimbabwe atasözünde be
lirtildiği gibi, "Eğer konuşabiliyorsan, şarkı da söyleyebilir
sin; eğer yürüyebiliyorsan dans da edebilirsin! "
242
KAYNAKÇA
Abdo, Nahla ve Yuval-Davis, Nira ( 1995) 'Palestine, lsrael and the Zionist settler
project', O. Stasiulis ve N.Yuval-Davis (der.), Unsetıling Setıler Societies içinde.
Londra: Sage. s. 291-322.
Abeyesekera, Sunila ( 1994) 'Organizing for peace in the midst of war: experiences
of women in Sri-1..anka'. Gender and Naıion dersi için hazırlanan yayımlanma
mış çalışma, lnstitute of Social Studies, Lahey.
Accad, Evelyne (1990) Sexuality and War: Literary Mask of tht Middle East. New
York: New York University Press.
Ackelsberg, Martha (yayınlanacak) 'Liberalism' ve 'Community politics'. Encyc
lopedia of Women's Studies için yazılan maddelerin taslağı. New York: Simon
and Schuster.
Addis, Elizabetta ( 1994) 'Women and the economic consequences of being a soldi
er', Elizabetta Addis, Valeria E. Russo ve Loranza Sebesta (der.), Women Soldi
ers: lmages and Realities içinde. Londra: Macmillan/St Manin's Press .
Afshar, Haleh ( 1 994) Women and the politics of fundamentalism in Iran', WAF
(Women Against Fundamentalism) ]oumal, no. 5: 1 5-21.
Afshar, Haleh ve Dennis, Carolynne (der.) ( 1992) Women and Adjustment in the
Third World. Londra: Macmillan.
Ali, Yasmin (1992) 'Muslim women and the politics of ethnicity and culture in
northem England', G. Sahgal ve N. Yuval-Davis (der.), Re.fusing Holy Orders:
Women and Fundamentalism in Britain içinde. Londra: Verso, s. 101-23.
Ailen, Sheila ve Macey, Marie ( 1990) 'At the cutting edge of citizenship: race and
ethnicity in Europe 1992'. New Issues in Blach Politics konferansında sunulan
tebliğ, University of Warwick, Mayıs.
243
Althusser, L. (197 1 ) 'Ideology and state ideological apparatuses', Lenin and Philo-
sophy and Other Essays içinde. Londra: New Left Books.
Alund, Aleksandra (1995) 'Alterity in modemity', Acta Sociologica, 38: 31 1-22.
Anthias, Floya ( 199 1 ) 'Parameters of difference and identity and the problem of
connections - gender, ethnicity and class', Revue lnternationale de Sociologie,
no.2: 29-52.
Anthias, Floya (1993) 'Rethinking categories and struggles: racism, anti-racisms
and multi-culturalism'. Racism and Anti-Racist Movements atölyesinde sunulan
tebliğ, University of Greenwich, Eylül.
Anthias, Floya ve Yuval-Davis, Nira (1983) 'Contextualizing feminism: gender, et
hnic and class divisons', Feminist Review, no. 14: 62-75.
Anthias, Floya ve Yuval-Davis, Nira ( 1989) 'Introduction', Nira Yuval-Davis ve Flo
ya Anthias (der.), Woman-Nation-State içinde. Londra: Macmillan.
Anthias, Floya ve Yuval-Davis, Nira ( 1 992) Racializ:ed Boundaries: Race, Nation,
Gender, Colour and Class and the Anti-Racist Struggle. Londra: Routledge.
244
Bakan, Abigail B. ve Stasiulis, Daiva ( 1 994) 'Foreign domestic worker policy in
Canada and the social boundaries of modem citizenship', Science and Soci
tty, 58(1): 7-33.
Balibar, Etienne ( 1990a) 'The nation form - history and ideology', New Ltft Rtview,
Xlll (3, summer) : 329-6 1 .
Balibar, Etienne (l 990b) 'Paradoxes o f universality', D.T. Goldberg (der.), Anatomy
of Racism içinde. Minneapolis, MN: University of Minnesota Press .
Bang, Rani ve Bang, Abhay (1992) 'Contraceptive tehchnologies - experience ofru
ral Indian womenn, Manushi, no. 70: 26-3 1 .
Barker, Martin (1981) The N ew Racism . Brighton: junction.
Barkley Brown, Elsa (1989) 'African-American women's quilting: framework for
conceptualizing and teaching African-American women's history', Signs,
14(4): 921-9.
Barrett, Michelle (1987) 'The concept of difference', Feminist Rtview, no. 26.
Barrett, Michelle ve Mclntosh, Mary ( 1 985) 'Ethnocentrism in socialist feminist
theory', Feminist Rtview, no. 20.
Barret, Michelle ve Phillips Anne (der.) ( 1992) Destabilizing Theory: Contemporary
Feminist Debates. Cambridge: Polity Press.
Beveridge, William ( 1942) Report on Social lnsurance and Allied Strvices. Lond-
ra: HMSO.
Beyer, Peter (1994) Rtligion and Globalization. Londra: Sage.
Bhabha, Homi (der.) ( 1 990) Nation and Narration. Londra: Routledge.
Bhabha, Homi ( l 994a) Tht Location of Culıure. Londra: Routledge.
Bhabha, Homi ( 1994b) 'Subaltem secularism', WAF (Womtn Against Fundamtnta
lism) }orunal, no. 6: 5-8.
Bhabha, jacqueline ve Shutter, Sue (1994) Women's Movement: Womtn under lm
migration, Natonality and Refugee Law. Stoke-on-Trent: Trentham Books.
245
Biehl, Amy (1994) 'Custom and religion in a non-racial, non-sexist South Africa',
WAF (Women Against Fundamentallsm) ]oumal, no. 5: 51-4.
Bonnet, Catherine (1995) 'Rape as a weapon of war in Rwanda', European Forum of
I...cft Feminists Newsletter, july.
Bookman, Ann ve Morgan, Sancha (der.) (1988) Womm and the Politics of Em
powermmt. Philadelphia: Temple University Press.
Boose, Lynda E. ( 1993) 'Techno-muscularity and the "Boy Etemal": From the quag
mire to the Gulr, Miriam Crooke ve Angela Woollacott (der.), Gmdering War
Talh içinde. Princeton, Nj: Princeton University Press.
Bottomley, Gill (1991) 'Culture, ethnicity and the politicslpoetics of representati
on', Diaspora, 1(3): 303-20.
Bottomley, Gill ( 1 992) From Another Place: Migration and the Politics of Culture.
Cambridge: Cambridge University Press.
Bottomley, Gill (1993) 'Post-multiculturalism? The theory and practice of hetero
geneity'. Post-colonial Formations: Nations, Culture, Policy konferansında sunu
lan tebliğ, Griffith University, Queensland (Haziran).
Bourdieu, P. (1977) Outline of a Theory of Practice. Cambridge: Cambridge Uni
versity Press.
Boume,j. ve Sivanandan, A. (1980) 'Cheerladers,and ombudsmen: the sociology of
race relations in Britain', Race and Class, 2 1 (4).
Bowman, Glenn (1989) 'Fucking tourists: sexual relations and tourism in jerusa
lem's Old City', Critique of Anthropology, ix, 2: 77-93.
Bradiotti, Rosi, Chazkiewlez, Ewa, Hausler, Sabine ve Wieringa, Saskia (1994)
Wo
mm, the Environmmt and Sustainable Developmmt: Towards a Theoretical Syn
thesis. Londra: Zed.
Brah, Avtar (1992) 'Difference, diversity and differentatiton" , j. Donald ve A. Rat
tansi (der.) , Race, Culturt and Di.ffermce içinde. Londra: Sage.
Brah, Avtar (1996) Cartographies of Diaspora: Contested ldmtitles. Londra: Rout
ledge.
Brunt, Rosalind (1989) 'The politics of identity', S. Hail ve M. jacques (der.) , New
Times içinde. Londra: Lawrence and Wishart.
Bumey, Elizabeth (1988) Steps to Social Equality: Positive Action ,in a Negative Cli
mate. Londra: Runnymede Trust.
Butler,j. ( 1990) Gender Trouble: Feminism and the Subversion of ldentity. New York:
Routledge.
Bystydzienski,jill M. (der.) (1992) Womm Transforming Politics: Worldwide Strate
gits for Empowermmt. Bloomington, iN: lndina University Press.
Clain, Harriet ve Yuval-Davis, Nira (1990) '"The equal opportunities comnunity"
and the anti-racist struggle', Critical Social Policy, no. 29 (Autumn): 5-26.
Chapkis, Wendy ( 1981 ) Loaded Questions: Women in the Military. Amsterdam:
Transnational lnstitute.
246
Chauerjee, Partha ( 1 986) Natlonallst Thought and the Colonlal Wo,-ld: A Derivate
Discour-se. Londra: Zed.
Chauerjee, Partha (199 1 ) 'The nationalist resolution of the women's question', K.
Sangari ve S. Vaid (der.), Recasting Womrn: Essays in Colonial History içinde.
New Brunswick, NJ: Rutgers University Press.
Chhachhi, Amrita ( 1991) 'Forced identities: the state, communalism, fundamen
talism and women in India", D. Kandiyoti (der.), Womrn, lslam and the State
içinde. Londra: Macmillan. s. 144-75.
Clifford, James (1988) The Predicamrnt of Cultu,-e. Cambridge, MA: Harvard Uni
versity Press.
Cock,jacklyn ( 1992) Womrn in War in South Africa. Londra: Open Letters.
Cohen, Eric (1971) 'Arab boys and tourists girls in a mixedjewish-Arab city', lntu
national]ournal of Comparative Sociology, 12(4): 21 7-33.
Cohen, J. (1982) Class and Civil Society: the Limits of Marxian Critical Theory. Am
hurst, MA: University of Massachusetts Press.
Cohen, Phil (1988) 'The perversions of inheritance', P. Cohen ve H.S. Bains (der.),
Multi-Racist Britain içinde. Londra: Macmillan.
Cohen, Phil (1995) 'Out of the melting pot into the fire next time: locaVglobal ci
ties, bodies, texts'. Contested Cities BSA konferansında sunulan tebliğ, Essex
University, 1 1 -13 Nisan.
Cohn, Caroline ( 1 993) 'Wars, wimps and women: talking gender and thinking
war', Miriam Crooke ve Angela Woollacou (der.), Grndering Wa,- Talk içinde.
Princeton. NJ: Princeton University Press.
Connell, R.W. ( 1987) Grnder and Powef". Cambridge: Polity Press.
Contrntion (1995) Special issue CompaF"ative Fundamrntalisms, no. 2 (Winter).
Cooke, Miriam (1993) WO-man, retelling the war myth', Miriam Cooke ve Ange-
la Woollacou (der.) , Grndering Wa,- Talk içinde. Princeton, NJ: Princeton Uni
versity Press.
Correa, Sonia ( 1994) Population and Reproductive Rights: Feminist Per-spectives from
the South. Londra: Zed in association with DAWN.
Correa, Sonia ve Petchesky, Rosalind (1994) 'Reproductive and social rights: a fe
minist perspective', G. Sen, A. Gennain ve L.C. Cohen (der.), Population Po
licies Considued içinde. Cambridge, MA: Harvard University Press . s. 107-26.
Cox, Robert W. (1995) 'Civilizations: encounters and tansfonnations', Studies in
Political Economy, no: 7: 7-32.
Dahi, R. ( 1971 ) Polya,-chy. New Haven, CT: Yale University Press.
Daly, Markate (1993) Communitarianism: Belonging and Commitmrnt in a Plurnlist
Democracy. Wadsworth.
Davis, Angela (l 993) 'Racism, birth control and reproductive rights', L. Richard
son ve V. Taylor (der.), Feminist Frontiers l l içinde. New York: McGraw-Hill.
Davis, Angela ve Martinez, Elizabeth (1994) 'Coalition building among people of
247
color", M. Ochoa ve T. Teaiwa (der.) , Enunciating Our Tenns: Women of Color
in Collaboration and Conjlict. lnscriptions 7. Sanıa Cruz, CA: Center for Cultu
ral Studies, University of Califomia.
Davis, F. James ( 1 993) Who Is Blak? One Nation's Definiton. Pennsylvania State
University Press.
de la Campagne, C. (1983) L'lnvention du racisms - antique et moyen 4ge. Paris: Uni
versity of Paris Press.
deLepervanche, Marie ( 1980) 'From race ıo eıhnicity", Australian and New Zealand
]ournal of Sociology, 16(1).
delepervanche, Marie (1989) 'Women, nation and the sıate in Australia', N. Yu
val-Davis ve F. Anthias (der.), Woman-Nation-State içinde. Londra: Macmil
lan. s. 36-57.
Delphy, C. (1993) 'Rethinking sex and gender', Women Studies lnternational Fo
rum, 16( 1): 1-9.
Deutch, K.W. (1966) Nationalism and Social Communications: an Enquiry into the
Foundations of Nationality. Cambridge, MA: MiT Press.
Dickanson, Olive P. (1992) Canada's First Nations. Toronto: McClelland and Sıanley.
DielZ, Mary G. (1987) 'Contexl is ali: feminism and theories of citizenship', Dae
dalus, 1 16: 4.
Donald, James (1993) 'How English is it? Popular literature and national culture',
Erica Carter, Donald James ve judith Squires (der.), Space and Place: Theori
es of Idrntity and Location içinde. Londra: Lawrence and Wishart in associati
on with New Formations.
Dransart, Penny (1987) 'Women and ritual confiict in Inka society', Sharon Macdo
nald, Pat Holden ve Shirley Ardener (der.), lmages of Women in Peace and War
içinde. Londra: Macmillan.
Durkheim, Emile (1965) Elementary Fonns of Rdigious Life. New York: Free Press.
Edwards,J. (1988) 1ustice and the bounds of welfare , joumal of Social Policy, no. 18.
'
Ehrlich, Avishai (1987) 'Israel: confiict, war and social change', Colin Creighton
ve Martin Shaw (der.), The Sociology of War and Peace içinde. Londra: Mac
millan.
Ehrlich, Paul ( 1968) The Population Bomb. Sıanford, CA: Sıanford University Press.
Eisenstein, Zillah (der.) (1979) Capitalist Patriarchy. New York: Monthly Revi
ew Press.
Eisenstein, Zillah (1989) The Female Body and the Law. Berkeley, CA: University
of Califomia Press.
Eisenstein, Zillah ( 1993) The Color of Gender - Reimaging Democray. Berkeley, CA:
University of Califomia Press.
Enloe, Cynthia ( 1 980) Ehnic Soldiers: State Security in Divided Societies. Har
mondsworth: Penguin.
Enloe, Cynthia (1983) Does Khaki Become You? Londra: Pluto Press.
248
Enloe, Cynthia (1989) Bananas, Beaches, Bases: Making Feminist Sense of Intemati
onal Politics. Londra: Pandora.
Enloe, Cynthia (1990) 'Womenandchildren: making feminist sense of the Persian
Gulf Crisis', TheVillage Voice, 25 September.
Enloe, Cynthia (1993) The Moming After: Sexual Politics at the End of the Cold War.
Berkeley, CA: University of Califomia Press.
Esping-Andersen, Gosta (1990) The Three Worlds of Welfare Capitalism. Cambri
dge: Polity Press.
Evans, David T. ( 1993) Sexual Citizenship: the Material Constnıction of Sexualities.
Londra: Routledge.
Faludi, Susan (1992) Bachlash: the Undeclared War against Women. Londra: Chat
to and Windus.
Fanon, Franz (1986) Black Skin, White Masks (1952). Londra: Pluto.
Feminism and Nonviolence Study Group (1983) Piecing it Together: Feminism and
Nonviolence. Londra: Calven.
Feminist Review (1984) Special issue Many Voices, One Chanı: Black Feminist Per!>
pectives, no. 1 7 (Autumn) .
Fine, Roben (1994) 'The "new nationalism" and democracy: a critique of pro pat
ria', Democratization, 1 (3): 423-43.
Fisher, Jo (1989) Mothers of the Disappeared. Londra: Zed.
Focus on Gender (1994) Special issue Population and Reproductive Rights, 2 (2, Ju
ne), Oxfam.
Forbes Martin, Susan (der.) ( 1 992) Refugee Womrn. Londra: Zed.
Foster, Elaine (1992) 'Women and the inverted pyramid of the Black Churches in
Britain', G. Sahgal ve N. Yuval-Davis (der.), Re.fusing Holy Orders: Womrn and
Fundamentalism in Britain içinde. Londra: Verso. s. 45-68.
Foucault, M. (1980a) Herculine Barbin. New York: Colophon.
Foucault, M. (1980b) Power!Knowledge: Selected lnterviews 1 972-77 (der. C. Gor
don). Brighton: Harvester.
Friedman, Jonathan (1994) Cultural ldentity and Global Process. Londra: Sage.
Fuszara, Malgorzata (1993) 'Abortion and the formation of the public sphere in Po
land', N. Funk ve M. Mueller (der.), Grnder, Politics and Post-Communism için
de. Londra: Routledge.
Gaitskell, Deborah ve Unterhalter, Elaine (1989) 'Mothers of the nation: a compa
rative analysis of nation, race and motherhood in Afrikaner nationalism and
the African National Congress', N. Yuval-Davis ve F. Anthias (der.), Woman
Nation-State içinde. Londra: Macmillan.
Gans, H.J. (1979) 'Symbolic ethnicity: the future of ethnic groups and cultures in
America', Ethnic and Racial Studies, 2(2).
Gatens, M. (199 1 ) 'A critique of the sex/gender distinction', S. Gunew (der.), A Re
ader in Feminist Knowledge içinde. Londra: Routledge. s. 139-57.
249
Geertz, Clifford (der.) (1963) Old Societics and New Statcs. New York: Free Press.
Geertz, Clifford ( 1 966) 'Religion as a cultural system', M. Bainton (der.), Anthropo-
logical Approaches to tht Study of Rtligion içinde. Londra: Tavistock.
Gellner, E. (1983) Nations and Natlonalism. Oxford: Basil Blackwell.
Giddens, Anthony (1989) Sociology. Cambridge: Polity.
Gilbert, Sandra (1983) 'Soldiers' heart: literary men, literary women and the Great
War', Signs Sptcial lssuc on Womrn and Violmce içinde, 8(3): 422-50.
Gilligan, Carol (1982) in a Dilftrmt Voicc: Psychological Thtory and Womrn's Devc
lopmmt. Cambridge: Cambridge University Press.
Gilman, Sander L. (1985) Diffı:rrncı: and Paıhology: Sıcrcoıypycs of Scxuality, Ract
and Madncss. Ithaca, NY: Comell University Press.
250
Hali, Stuan (1984) 'The state in question', D. Mclennan, D. Held ve S. Hali (der.),
The idea of the Modem State içinde. Milton Keynes: Open University Press.
Hali, Stuan ( 1987) 'Minimal selves', Identity, the Real Me içinde, ICA Document 6.
Londra: ICA. s. 44-6.
Hali, Stuart (1992) 'New ethnicities', j . Donald ve A. Rattansi (der.), 'Race', Culture
and Difference içinde. Londra: Sage.
Hali, Stuart (1996) 'Who needs "identity?"', introduction to S. Hali and P. du Gay
(der.) , Questions of Cultural Identity içinde. Londra: Sage.
Hali, Stuart ve Held, David (1989) 'Citizens and citizenship', Stuart Hali ve Manin
jacques (der.), New Times içinde. Londra: Lawrence and Wishan.
Haraway, Donna ( 1 988) 'Situated knowledge: the science question in feminism
and the privilege of panial prespective', Feminist Studies, 14(3): 575-99.
Harraway, Donna (1990) Simians, Cyborgs and Women: the Reinvention of Women.
Londra: Free Associaton Books.
Harding, S. (1986) The Science Question in Feminism. Ithaca, NY: Comell Univer
sity Press.
Harris, D. ( 1987) ]ustifying State Welfare: the New Right v. the Old Left. Oxford: Ba
sil Blackwell.
Hartman, Betsy ( 1987) Reproductive Rights and Wrongs: the Global Politics of Popu
lation Control and Contraceptive Choice. New York: Harper and Row.
Hartman, Heidi 1. (1981) 'The unhappy marriage of Marxism and feminism:
towards a more progressive union', L. Sargent (der.), Women and Revolution
içinde. Londra: Pluto.
Hartman, Heinz ( 1995) 'Clash of cultures, when and where: critical comments on
a new theory of confiict - and its translation into German', lntemational Soci
ology, 10(2): 1 15-25.
Hasan, Manar (1994) 'The murder of Palestinian women for family "honour" in ls
rael', master tezi, Gender and Ethnic Studies, University of Greenwich.
Hassan, Riffat (1993) 'The issue of women's and men's equality in the lslamic tra
dition', L. Grob, R. Hassan ve H. Gordon (der.), Women's and Men's Liberation
Testimonies of Spirit içinde. Greenwood.
Held, D. ( 1984) 'Central perspectives on the modem state', D. Mclennan, D. Held
ve S. Hali (der.), The idea of the Modem State içinde. Milton Keynes: Open Uni
versity Press .
Helie-Lucas, Marieme ( 1 987) 'The role of women during the Algerian liberation
struggle and after'. Women and the Military System konferansında sunulan teb
liğ, Siunto Baths, Finlandiya, Ocak.
Helie-Lucas, Marieme ( 1993) 'Women living under Muslim laws', ]. Kerr (der.) ,
Ours by Rights: Women's Rights as Women's Rights içinde. Londra: Zed.
Heng, Geraldine ve Devan, Janadas ( 1992) 'State fatherhood: the politics of nati
onalism, sexuality and race in Singapore', Andrew Parker, Mary Russo, Do-
251
ris Somner ve Patricia Yaeger (der.), Nationalisms and Sexuallties içinde. New
York: Routledge. s. 343-64.
Hemes, Helga Maria (1987) 'Women and the welfare state: the transition from pri
vate to public dependence', A. Showstack Sassoon (der.), Womm and ıhe Sıaıe
içinde. Londra: Hutchinson. s. 72-92.
Hermstein, Richard ve Murray, Charles A. (1994) The Beli Curve: Inıelligmce and
Class Strucıure in American Life. New York: Free Press.
Black Feminist Thoughı: Knowledge, Consciousness and
Hill-Collins, Patricia ( 1 990)
ıhe Poliıics of Empowermcnı. Londra: HarperCollins.
Hobsbawm, Eric (1990) Nations and Nationalism since 1 780. Cambridge: Cambri
dge University Press.
Hobsbawm, Eric ve Ranger, Terance (der.) ( 1 983) The lnvention of Traditions.
Cambridge: Cambridge University Press.
Hood-Williams, John ( 1 996) 'Goodbye to sex and gender', Sociological Review,
44( 1 ) : 1 - 1 6.
hooks, beli ( 198 1 ) Ain't l a Woman: Black Women and Feminism. Londra: South
End Press.
hooks, beli ( 1 99 1 ) Yeaming: Race, Gender and Cultural Politics. Londra: Tuma
round.
Hutchinson, John and Smith, Anthony D. (der.) ( 1994) Nationalism - ıhe Reader.
Oxford: Oxford University Press.
Hyman, A. ( 1 985) Muslim Fundamenıalism. Institute for the Study of Culture,
no. I 74.
Ignatieff, M. ( 1 993) Blood and Belonging: ]oumeys into the New Nationalisms. Lond
ra: BBC Books/Chatto and Windus.
Jakubowicz, Andrew (1984) 'State and ethnicity: multiculturalism as an ideology',
Ausıralia and New Zealand]oumal of Soclology, 17 (3).
Janowitz, Morris ( 1 99 1 ) The Professional Soldiers: a Social and Political Portrait.
New York.
Jayasuriya, L. ( 1990) 'Multiculturalism, citizenship and welfare: new directions for
the 1990s'. 50th Anniversary Lecture Series'de sunulan tebliğ, Department of
Social Work and Social Policy, University of Sydney.
Jayawardena, Kurnari ( 1 986) Femlnlsm and Nationallsm in the Third World. Lond
ra: Zed.
Jayawardena, Kumari ( 1 995) The White Woman's Other Burden: Wesıem Womm
and South Asla during British Rule. Londra: Routledge.
Jones, Adam ( 1 994) 'Gender and ethnic conflict in ex-Yugoslavia', Ethnic and Ra
clal Studles, 17(1): 1 1 5-29.
Jones, Kathleen B. ( 1 990) 'Citizenship in a wornan-friendly polity, Signs, 15: 4.
Jordan, W.D. ( 1974) The White Man's Burdm: Historical Origins Racism in ıhe Uni
ıed Sıates. Oxford: Oxford University Press.
252
Joseph, Suad ( 1 993) 'Gender and civil society', Middle East Report, no. 183: 22-6.
Kandiyoti, Deniz ( 1 988) 'Bargaining with patriarchy', Grnder and Society, 2(3):
274-90.
Kandiyoti, Deniz ( 199 la) 'Identity and its discontenıs: women and the nation', Mil
lrnnium, 20(3): 429-44.
Kandiyoti, Deniz (der.) ( 199lb) Womrn, Islam and the State. Londra: Macmillan.
Kazi, Seema (1993) Women and militarization: a gender perspective'. Master te
zi, 155, Lahey.
Keane, John (der.) ( 1 988) Civil Society and the State: New European Perspectives.
Londra: Verso.
Kedourie, Elie (1993) Nationalism (1960). Cambridge: Blackwell.
Kimble, Judith ve Unterhalıer, Elaine ( 1 982) '"We opened ıhe road for you, you
must go forward": ANC Women's Struggles, 1912- 1982', Feminist Review, no.
1 2: 1 1 -36.
King, Ursula (der.) ( 1 995) Religion and Gender. Oxford: Blackwell.
Kitching, Gavin (1985) 'Nationalism: the instrumental passion', Capital and Class,
25: 98- 1 16.
Knight, Chris ( 199 1 ) Blood Relations: Mrnstruation and the Origins of Culture. New
Haven, CT: Yale University Press.
Knopfelmacher, Professor ( 1984) 'Anglomomorphism in Australia', The Age, Mel
boume, 31 March.
Koontz, Claudia ( 1 986) Mothers in the Fatherland: Women, the Family and Nazi Po
litlcs. Londra: Cape.
Kosmarskaya, Natalya ( 1995) 'Women and eıhnicity in former day Russia - thou
ghıs on a given theme', H. Lutz, A. Phoenix ve N. Yuval-Davis (der.), Crossfi
res: Nationalism, Racism and Grnder in Europe içinde. Londra: Pluto.
Kosofsky Sedgwick, Eve ( 1 992) 'Nationalisms and sexualities in the age of Wilde',
A. Parker, M. Russo, D. Sommer ve P. Yaegger (der.), Nationalities and Sexua
lities içinde. Londra: Routledge.
Kristeva, Julia ( 1 993) Nations Without Nationallsm. New York: Columbia Univer
sity Press.
Kymlicka,Will ( 1995) Multicultural Citizenship: a Liberal Theory of Minority Rights.
Oxford: Clarendon Press.
Lacan, ]. ( 1 982) 'The meaning of the phallus' (1958) , ]. Mitchell ve ]. Rose (der.),
Femlnlne Sexuality: ]acques Lacan and the Ecole Freudirnne içinde. Londra:
Macmillan.
Laqueur, T. (1990) Malıing Sa:. Cambridge, MA: Harvard University Press.
Laszlo, Ervin (der.) ( 1 993) The Multi-Cultural Planet. Oxford: One World.
Lavie, Smadar ( 1 992) 'Blow-ups in ıhe borderzones: 3rd world Israeli auıhors' grou
ping for home', New Formations, special issue on Hybridity, no. 18, Kış.
253
Lavie, Smadar ve Swedenburg, Ted (der.) ( 1 996) Displacrnımt, Diaspora and Geog
raphies of Idcntity. Ourham, NC: Duke University Press.
Lechte, john ( 1994) 'Freedom, community and cultural frontiers'. Citiz:mship and
Cultural Frontiers konferansında sunulan tebliğ, Staffordshire University, Sto
ke-on-Trent, 16 Eylül.
Lemelle, S. ve Kelly, R. (der.) ( 1994) Irnagining Home: Class, Culture and Nationa
lism in the African Diaspora. Londra: Verso.
Lenin, V. ( 1 977) The Staıe and Revolution (191 7). Moskova: Progress.
Lentin, Ronit ( 1 995) 'Woman - the peace activist who isn't there: lsraeli and Pales
tinian women working for peace'. Irish Peace Institute Research Centre için ya
zılan tebliğ, University of Limerick.
Lentin, Ronit (yayınlanacak) 'Genocide'. Womm's Studies Enyclopedia için yazılan
maddenin taslağı. New York: Simon and Schuster.
Leonard, Micaela di ( 1 985) 'Morals, mothers, militarism: antimilitarism and femi-
nist theory', Frnıinisı Studies, 1 l (3, Autumn): 599-6 18.
Levi-Strauss, Claude (1969) The Elemmtary Structures of Kinship. Boston.
Lewis, Reina (1996) Gmdering Orimıalism. Londra: Routledge.
Lister, Ruth ( 1 990) The Exclusive Society: Citiz:mship and the Poor. Londra: Child
Poverty Action Group.
Lloyd, Cathy ( 1 994) 'Universalism and diflerence: the crisis of anti-racism in the
UK and France', A. Rattansi ve S. Westwood (der.), Racism. Modemity and Dif
fermce içinde. Cambridge: Polity.
Lowenhaupt Tsing, Anna (1993) in ıhe Realms of ıhe Diamond Quem. Princeıon,
Nj : Princeton University Press.
Luckman, Thomas ( 1 967) The Invisible Religion. Londra: Macmillan.
Lutz, Helma ( 1991 ) 'The myth of the "Otherft: westem representation and images
of migrant women of so-called "Islamic background"', International Review of
Sociology, New Series, no. 2 (April): 1 21-38.
Macdonald, Sharon, Holden, Pat ve Ardener, Shirley (der.) (1987) Images of Wo
mm in Peace and War. Londra: Macmillan.
McTighe Musil, Caryn (1990) Lisa Albrecht ve Rose M. Brewer (der.), Bridges of
Power: Womm's Mulıi-Cultural Alliances içindeki sunuş yazısı. New York: New
Society.
Maitland, Sara ( 1992) 'Biblicism: a radial rhetoric?', G. Sahgal ve N. Yuval-Da
vis (der.), Refusing Holy Orders: Womm and Fundammtalism in Britaln içinde.
Londra: Verso. s. 26-44.
Makhlouf Obermeyer, Carla ( 1994) 'Reproductive choice in lslam: gender and the
state in Iran and Tunisia', Women Living Under Muslim Laws (der.), Womm's
Reproducıive Righıs in Muslim Communities and Countries: lssues and Resources
içinde. NGO Forum için hazırlanan dosya, BM Nüfus ve Kalkınma Politihala
n konferansı, Kahire.
254
Mangan, j.A. (der.) ( 1 996) Tribal Identities: Nationalism, Europe, Sport. Londra:
Frank Cass .
Mani, Lata ( 1 989) 'Contentious traditions: the debate on Sati in colonial India', K.
Sangari ve S. Vaid (der.), Recasting Women: Essays in Colonial History içinde.
Yeni Delhi: Kali for Women.
Marsden, G. ( 1 980) Fundamentalism and American Culture. Oxford: Oxford Uni
versity Press.
Marshall, T.H. ( 1950) Citi:z:enship and Social Class. Cambridge: Cambridge Uni
versity Press .
Marshall, T.H. ( 1 975) Social Policy in the Twentieth Century ( 1 965). Londra: Hut
chinson.
Marshall, T.H. (1981) The Right ıo Welfare and Other Essays. Londra: Heinemann.
Martin, Denis-Constant ( 1 995) 'The choices o[ identity', Social Identities, 1 ( 1 ) :
5-16.
Martin, jeannie ( 199 1 ) 'Multiculturalism and feminism', G. Bottomley, M. deLe
pervanche ve ) . Martin (der.), Inıersexions içinde. Sydney: Ailen and Unwin.
Marx, Kari ( 1975) 'On thejewish question', Early Writings içinde. Harmondsworth:
Penguin. s. 2 1 1 -42.
Massey, Doreen ( 1 994) Space, Place and Gender. Cambridge: Polity.
Meaney, Geraldine ( 1 993) 'Sex and nation: women in lrish culture and politics',
E. Smyth (der.), Irish Womrn's Studies içinde. Dublin: Attic Press. s. 230-44.
Meekosha, Helen ve Dowse, Leanne (1996) 'Enabling citizenship: gender, disabi
lity and citizenship'. Womrn, Citi:z:enship and Difjerence kon[eransında sunulan
tebliğ , University of Greenwich, Temmuz.
Melucci, A. (1989)Nomads of ıhe Presenı: Social Movemenıs and Individual Needs in
Conıemporary Society. Londra: Verso.
Mercer, Kubena ( 1 990) Welcome to the jungle: identity and diversity in postmo
dem politics', ]. Rutherford (der. ) , ldentity, Community, Culture, Difference
içinde. Londra: Lawrence and Wishart.
Meyer, john W. ( 1 980) 'The world polity and the authority of the nation-state',
A. Bergesen (der.), Studies of ıhe Modem World Sysıem. New York: Academic.
Meznaric, Silva ( 1 995) 'The discourse o[ endangered nation: ethnicity, gender and
reproductive policies in Croatia'. ESRC seminer serilerinde sunulan tebliğ,
Grnder, Class and Ethnidty in Post Communist Sıates, düzenleyen Maxine Mo
lineux, University o[ London.
Minh-ha, Trinh T. ( 1 989) Woman, Native, Other. Bloomington, iN : Indiana Uni
versity Press.
Modood, Tariq ( 1 988) '"Black": racial equality and Asian identity', New Commu
nity, 14(3).
Modood, Tariq (1994) 'Political blackness and British Asians', Sociology, 28 (No
vember): 859-76.
255
Moghadam, Valentine ( 1994) Gmder and National ldentity: Women and Politics in
Muslim Societits. Londra: Zed.
Moghadam, Valentine (yayınlanacak) 'Revolution'. Women's Studies Enyclopedia
için yazılan madde taslağı. New York: Simon and Schuster.
Mohanty, Chandra Talpade (1991) 'Under westem eyes: feminist scholarship and co
lonial discourses', C.T. Mohanty, A. Russo ve L Torres (der.), Third World Wo
men and the Politics of Feminism içinde. Bloomington, iN: lndiana University
Press.
Mohanty, Chandra Talpade, Russo, Ann ve Torres, Lourdes (der.) (1991) Tiıird World
Women and the Politics of Feminism. Bloomington, iN: lndiana University Press.
Molineux, Maxine ( 1 994) 'Women's rights and the international context: some ref
lections on the post-communist sıates', Millennium, 23(2): 287-3 14.
Moore, H. ( 1 988) Feminism and Anthropology. Oxford: Polity.
Morgan, Robyn ( 1 989) The Demon Lover: on the SfXllality of Terrorism. Londra:
Methuen.
Morris, Lydia ( 1994) Dangerous Classes: the Underclass and Social Citizenship.
Londra: Routledge.
Mosse, George L. (1985) Nationalism and Sexuality: Middle Class Morality and Sexu
al Norms in Modem Europe. Madison, WI: University of Wisconsin Press.
Mouffe, Chanıal (1993) 'Liberal socialism and pluralism: which citizenship?', J .
Squires (der.), Principled Positions içinde. Londra: Lawrence and Wishart.
Mullard, Chris ( 1980) Racism in Society and Schools. Londra: lnstitute of Educati
on, London University.
Naim, T. ( 1 977) Tiıe Brealı-Up of Britain. Londra: Verso.
Najmabadi, Afsane ( 1 995) 'Feminisms in an lslamic republic: "years of hardship,
years of growth"'. SOAS'ta sunulan tebliğ, University of London.
Nandy, Ashis ( 1 983) Tiıe lntimate Enemy: Loss and Recovery of Self under Colonia
lism. Oxford: Oxford University Press.
National Peace Council (1995) 'Peace action in Russia and Chechnya' (broşür) .
Londra: NPC.
Nederveen Pieterse, jan ( 1994) 'Globalization as hybridizaton'. Working paper no.
1 52, lnstitute of Social Studies, Lahey.
Neuberger, Benjamin ( 1 986) National Self-Determlnation in Post-Colonial Africa.
Boulder, CO: Lynne Rienner.
Nicholson, Linda j . (der.) (1990) Feminism/Postmodemism. Londra: Routledge.
Nimni, Ephraim ( 1991) Marxism and Nationalism. Londra: Pluto.
Nimni, Ephraim ( 1 996) 'The limits to liberal democracy'. University of Greenwi
ch, Sociology Subject Groups bölüm seminerinde sunulan, yayımlanmamış
tebliğ, Londra.
Oakley, Ann ( 1 985) Se:x, Gender and Society ( 1972). Londra: Temple Smith.
256
Oakley, Ann ve Mitchell, Juliet (der.) ( 1 997) Who's Afraid of Feminism. Har
mondswonh: Penguin.
O'Connor, Julia S. ( 1 993) 'Gender, class and citizenship in the comparative analy
sis of welfare state regimes: theoretical and methodological issues', British}our
nal of Sociology, 44(3): 501-18.
Office of Multi-Cultural Affairs ( 1 989)
National Agmda for a Multi-cultural Austra
lia. Canberra: Australian Govemment Printing Service.
Oldfield, Adrian ( 1990)
Citizmship and Community: Civic Rebuplicanism and the
Modern World. Londra: Routledge.
Oliver, Michael ( 1995) Understanding Disability: from Theory to Practice. Basings
toke: Macmillan.
Orloff, Ann Shola ( 1 993) 'Gender and the social rights of citizenship: the compa
rative analysis of gender relations and welfare states', American Sociological Re
view , 58 Oune): 303-28.
Ortner, S. ( 1974) 'Is female to male as nature is to culture?', M. Rosaldo ve L.
Lamphere (der.), Women, Culture and Society içinde. Stanford, CA: Stanford
University Press.
Parekh, Bhiku ( 1 990) 'The Rushdie affair and the British press : some salutary les
sons', Free Spcech içinde. CRE seminerinin raporu, Londra.
Parker, Andrew, Russo , Mary, Sommer, Doris ve Yaeger, Patricia (der.) ( 1 992) Na-
tionalisms and Saualities. New York: Routledge.
Pateman, Carole ( 1 988) The Sexual Contract. Camhridge: Polity.
Pateman, Carole (1989) The Disorder of Women. Cambridge: Polity.
Peled, Alon (1994) 'Force, ideology and contract: the history of ethnic conscripti
on', Ethnic and Racial Studies, 17(1): 61-78.
Peled, Yoav ( 1992) 'Ethnic democracy and the legal construction of citizenship: Arab
citizens of thejewish state', American Political Science Review, 86(2): 432-42.
Petchesky, Rosalind ve Weiner, jennifer ( 1 990) Global Feminist Perspectives on
Reproductive Rights and Reproductive Health. Konferans raporu, Hunter Colle
ge, New York.
Peterson, V.S. (der.) ( 1 992) Gerıdered States: Feminist (Re) Visions of Inıernational
Relations Theory. Boulder, CO: Lynne Rienner.
Petrova, Dimitrina ( 1 993) 'The winding road to emancipation in Bulgaria', N .
Funk v e M. Mueller (der.), Gerıder, Politics and Posı-Communism içinde. Lond
ra: Routledge.
Pettman, jan Jindi ( 1 992) Living in ıhe Margins: Racism, Sexism and Feminism in
Australia. Sydney: Ailen and Unwin.
Pettman, Jan Jindi ( 1 995) 'Race, ethnicity and gender in Australia', D. Stasiulis ve
N. Yuval-Davis (der.), Unseııling Seııler Societies içinde. Londra: Sage.
Pettman,janjindi (1996) Worlding Women: a Feminist Inıernational Politics. Lond
ra: Routledge.
257
Pheterson, Gail (1990) 'Alliances between women - overcoming intemalized opp
ression and intemalized domination', L. Albrecht ve R. Brewer (der.) , Bridges
ofPower: Women's Multi-Cultural Alliances içinde. New Society.
Phillips, Anne (1993) Dernocracy and Difference. Cambridge: Polity.
Phillips, Derek ( 1 993) Communitarian Thought. Princeton, Nj: Princeton Univer
sity Press.
Phillips, Melanie (1990) 'Citizenship sham in our secret society', The Guardian,
14 September.
Portuguese, jackie (1996) 'The gendered politics of fertility politics in Israel'. Ya
yımlanmamış doktora tezi taslağı, University of Exeter.
Ramazanoglu , Caroline ( 1 989) Feminism and the Contradictions of Oppression.
Londra: Routledge.
Rattansi, Ali (1992) 'Changing the subject? Racism, culture and education', j. Do
nald ve A. Rattansi (der.), Race, Culture, Difference içinde. Londra: Sage.
Rattansi, Ali ( 1994) '"Westem" racism, ethnicities and identiıies in a "postmodem"
frame' Ali Rattansi ve Sally Westwood (der.) , Racism, Modernity and ldentity: on
the Westenı Front içinde. Cambridge: Polity. s. 1 5-86.
RAtzel, Nora (1994) 'Harmonious "Heimat" and disturbing "Auslander", Ferninism
and Psychology, Ozel sayı Shi.fting ldentities, Shifting Racisms (der. K. Bhavnani
ve A. Phoenix), 4(1): 81-98.
Raymond, janice G. ( 1993) Women as Wombs. San Francisco: Harper.
Rex, john (1995) 'Ethnic identity and the nation state: the political sociology of
multi-cultural societies', Social ldentities, 1 ( 1 ) : 2 1 .
Riley, Denise (1987) 'Does sex have a history? Women and feminism', New Fomuı
tions, no. 1 (Spring).
Riley, Denise (198la) 'The free mothers', History Workshop]ounıal: 59-1 19.
Riley, Denise (198lb) 'Feminist thought and reproductive control: the state and
the "right to choose", Cambridge Women Studies Group (der.), Women in So
ciety: lnterdisciplinary Essays içinde. Londra: Virago.
Robertson, Roland (1992) Globali:zation: Social Theory and Global Culture. Lond
ra: Sage.
Roche, Maurice (1987) 'Citizenship, social theory and social change', Theory and
Society, no. 16: 363-99.
Rosaldo, Renate (1991) 'Reimagining national communities'. Colonial Dlscourses:
Postcolonial Theory sempozyumunda sunulan tebliğ, University of Essex, 7-10
Temmuz.
Roseneil, Sasha ( 1995) Disarming Patriarchy: Ferninism and Political Action at Gre
mham. Buckingham: Open University Press.
258
Rozario, Santi ( 1 99 1 ) 'Ethno-religious communities and gender divisions in Bang
ladesh: women as boundary markers', G. Bottomley, M. delepervanche ve j.
Manin (der.) ( 1 991) lntersaions: Gerıder/Class/Culture/Ethnicity içinde. Syd
ney: Ailen and Unwin.
Rubin, Gayle ( 1 975) 'The trafik in women: notes on the "political economy" o[
sex', Rayner Rapp-Reiter, Towards an Anthropology of Women içinde. New
York: Monthly Review Press.
Ruddick, Sara ( 1983) 'Paci[ying the forces: drafting women in the interests of pea
ce', Sigrıs, 8(3): 490-531 .
Ruddick, Sara ( 1 989) Matemal Thinking: towards a Politics of Peace. Londra: The
Women's Press.
Sahgal, Gita ( 1992) 'Secular spaces: the experience of Asian women organizing', G.
Sahgal ve N. Yuval-Davis (der.), Refusing Holy Orders: Women and Fundamen
talism in Britain içinde. Londra: Virago.
Sahgal, Gita ve N. Yuval-Davis (der.), Refusing Holy Orders: Women and Fundamen
talism in Britain. Londra: Virago.
Said, Edward ( 1 978) Orientalism. Londra: Routledge.
Sandel, Michael j. (1982) Liberalism and the Limits oflustice. Cambridge: Cambri
dge University Press.
Sartre, jean-Paul ( 1948) Anti-Semite and]ew. New York: Schoken.
Scales-Trent, judy (1995) Notes ofa White Blıu:k Woman: Rıu:e, Colour, Community.
Penssylvania University Press.
Shierup, Carl-Ulrik (1995) 'Multiculturalism and universalism in the USA and EU
Europe'. Nationalism and Ethnicity atölyesi için tebliğ, Beme, Man.
Schlesinger, Arthur M., jr. (1992) The Disuniting of America: Reflections on a Multi
cultural Soclety. New York: Nonon.
Schlesinger, Philip (1987) 'On national identity: some conceptions and misconcep
tions criticized', Social Science lnformation, 26(2).
Schutz, AUred ( 1976) 'The stranger: an essay in social psychology' (1944), A. Bro
dersen (der.), Alfred Schutz:: Studies in Social Theory; Collected Papers il içinde.
Lahey: Maninus NijhoIT. s. 91-106.
Seifen, Ruth (1995) 'Destructive constructions: the military, the nation and gen
der dualism', Erika Haas (der.) , Feminismus und Dekonstruktion içinde. Mü
nib: Profil Verlag.
Shahak, lsrael ( 1 994) ]ewish Religion: the Burden of 3000 Years. Londra: Pluto.
Shanin, Theodor ( 1 986) 'Soviet concepts o[ ethnicity: the case of a missing term',
New Left Rtview, no. 158: 1 13-22.
Shils, Edward ( 1957) 'Primordial, personal, sacred and civil ties', British]oumal of
Sociology, 7: 1 1 3-45.
Showstack Sassoon, Anne (der.) (1987) Women and the State: the Shifting Boundari
es of Public and Private. Londra: Hutchinson.
259
Siboni, Daniel ( 1974) Le nom et le corps. Paris: University of Paris Press.
Siboni, Daniel (1983) La juive - une transmission inconscient. Paris: University of
Paris Press.
Signs (1983) Ôzel sayı Women and Violence, 8(3).
Simmel, George (1950) 'The Stranger', H.K. Wolff (der.) , The Sociology o George
Simmd içinde. New York: Free Press of Glencoe. s. 402-9.
Smith, Anthony (1971) Theories ofNationalism. Londra: Duckworth.
Smith, Anthony ( 1986) The Ethnic Origin of Nations. Oxford: Basil Blackwell.
Smith, Anthony (1995) Nations and Nationalism in a Global Era. Cambridge: Polity.
Synyder, L.L. (1968) The Ncw Nationalism. Ithaca, NY: Comell University Press.
Sociology (1989) Ôzel sayı Patriarchy, 23(2).
Southall Black Sisters (1990) Against ıhe Grain: a Cdebration of Survival and Stru
ggle. Londra: SBS.
Soysal, Yasemin ( 1994) Limits of Citizı:nship: Migrants and Postnational Mı:mbership
in Europe. Chicago: University of Chicago Press.
Spelman, Elizabeth (1988) lnessenıial Woman: Problı:ms of Exclusion in Feminist
Thought. Londra: The Women's Press.
Spivak, Gayatri Chakravorty (1991) 'Refiections on cultural studies in the post-co
lonial conjuncture', Critical Studies, special issue Cultural Studies Crossing Bor
ders, 3(1): 63-78.
Spivak, Gayatri Chakravorty ( 1993) Otsicle in ıhe Teaching Machine. Londra: Rout
ledge.
Staffulah Khan, Verity (der.) (1979) Minority Families in Britain: Supporı and Stress.
Londra: Macmillan.
Stalin, J.C. (1972) The National Question and Leninism ( 1 929). Kalklita: Mass Pub
lications.
Stasiulis, Daiva ve Yuval-Davis, Nira (der.) (1995) Unseııling Seııler Societies: Arti
culations of Geneler, Race, Eıhnicity and Class içinde. Londra: Sage.
Stiehm, judih Hicks (1989) Arms and the Enlisted Woman. Philadelphia: Temple
University Press.
Stolcke, Verena (1987) 'The nature of nationality'. Women and the State konferan
sında sunulan tebliğ, Wissenschaftsinstitut, Berlin.
Stolcke, Verena (1995) 'Talking culture: new boundaries, new rhetorics of exclusi
on in Europe', Currenı Anıhropology, 16( 1): 1-23.
Strathem, Marilyn ( 1996a) 'Enabling identity? Biology, choice and the new repro
ductive technologies', S. Hali ve P. du Gay (der.) , Questions of Cultural Identity
içinde. Londra: Sage. s. 37-52.
Srathem, Marilyn ( 1996b) 'Kinship knowledge'. Goveming Medically Assisted Hu
man Reproduction uluslararası sempozyumunda sunulan tebliğ, University of
Toronto, Şubat.
260
Tabet, Paola (1996) 'Natura! rertility, forced reproduction', D. Leonard ve L. At
kins (der.), Sa:: in Question: Frrnch Maurialist Frnıinism içinde. Londra: Tay
lor and Francis.
Tajfol, H. (1965) 'Some psychological aspects o[ the colour problem', R. Hooper
(der.), Colour in Britain içinde. Londra: BBC.
Thomton Dili, Bonnie (1988) 'The dialectics or black womanhood', Sandra Har
ding (der.), Frnıinism and Methodology içinde. Bloomington, iN: Indiana Uni
versity Press.
Tillich, Paul ( 1957) The Dynamics of Faith. New York: Harper and Row.
Tsagarousianou, Roza (1995) '"God, patria and home": "reproductive politics" and
nationalisı (re)definitions or women in East/Central Europe', Social Idrntiti
cs, 1(2): 283-3 13.
Tumer, Bryan ( 1 990) 'Outline or a theory on citizenship', Sociology, 24(2): 189-
218.
Tumer, Bryan ( 1 994) Orirnıalism, Posımodcmism and Globalism. Londra: Routle
dge.
Urdang, Stephanie (1989)And Stili They Dance: Womrn, War and thc Struggle for
Change in Mozambique. New York: Monthly Review Press .
Van den Berghe, P. ( 1979) The Ethnic Phrnomrnon. New York: Elsevier.
Vargas, Virginia (1995) 'Women's movement in Peru: rebellion into action', S. Wi
eringa (der.), Subversive Womrn içinde. Londra: Zed.
Vogel, Ursula ( 1989) 'Is citizenship gender specific ?'. PSA Yıllık Konreransı'nda su
nulan tebliğ, Nisan.
Voronina, Olga A. ( 1994) 'Soviet women and politics: on the brink or change', B.J.
Nelson ve N. Chowdhury (der.) , Womrn and Politics Worldwide içinde. New
Haven, CT: Yale University Press. s. 722-36.
Walby, Sylvia ( 1990) Theorizing Patriarchy. Oxford: Blackwell.
Walby, Sylvia (1994) 'Is citizenship gendered?', Sociology, 28(2): 379-95.
Walker, Martin (1993) 'Sisters take the wraps off ıhe brothers', The Guardian, 6
May.
Wallerstein, Immanuel ( 1974) The Modem World Systrnı: Capitalist Agriculturc
and the Origins of thc European World Economy in the 1 6th Crntury. New York:
Academic.
Wallerstein, lmmanuel (1980) The Modem World Systrnı ll: Mercantilism and the
Consolidation of the World Economy 1 650-1 750. New York: Academic.
Wallerstein, Immanuel (1989) The Modem World Systrnı lll: the Second Era of Gre
at Expansion of the Capitalist World Economy 1 730-1840. New York: Cambrid
ge University Press.
Warring, Annette ( 1996) 'National bodies: collaboration and resistance in a gender
perspective'. European Social Science History konferansının Women and War
toplantısında sunulan tebliğ, Hollanda, Mayıs.
261
Weed, Elizabeth (1989) Coming to Trnns: Feminism, Theory, Polltics. Londra: Rout
ledge.
Werbner, Pnina ve Yuval-Davis, Nira (der.) (1988) Women, Cizitenship and Diffe
rence. Londra: Zed Books.
Wexler, Philip (1990) 'Citizenship in a semiotic society', Bryan Tumer (der.), The
ories of Modenıity and Postmodenıity içinde. Londra: Sage.
WGNRR ( 1991 ) Women's Global Network for Reproductive Rights, Newsletter,
no. 35 April-june.
Wheelwright, julie (1991) Women at war', The Guardian, 24 january.
Wieringa, Saskia (der.) (1995) Subversive Women: Women's Movements in Africa,
Asia, Latin America and the Caribbean. Londra: Zed.
Wieviorka, Michel ( 1 994) 'Racism in Europe: unity and diversity', A. Rattansi ve
Sallie Westwood (der.) , Racism, Modernity and Identity içinde. Cambridge: Po
licy.
Williams, Raymond (1983) Keywords. Londra: Fontana.
Wilson, William ] . (1987) The Truly Disadvantaged. Chicago: Universicy of Chi
cago Press.
WING ( 1 985) World Apart: Women under Immigration and Nationality Laws, Wo
men, Immigration and Nationality Group. Londra: Pluto.
Wobbe, Theresa (1995) 'The bondaries of community: gender relations and raci
al violence', H. Lutz, A. Phoenix ve N . Yuval-Davis (der.), Cross.fires: Nationa
lism, Racism and Gender in Europe içinde. Londra: Pluto.
Woollacott, Angela (1993) 'Sisters and brothers in arrns: family, class and gende
ring in World War 1 Britain' M. Cooke ve A. Woollacott (der.), Gendering War
Talk içinde. Princeton, Nj: Princeton University Press .
WREI ( 1992) Women in the Military: lntemational Perspectives, Women Resear
ch and Education lnstitute. Konferans bildirileri, Washington, DC, 30 Nisan.
Yeatman, Anna ( 1992) 'Minorities and the politics of difference', Political Theory
Newsletter, 4( 1): 1 - 1 1 .
Young, i ris Marion (1989) 'Polity and group difference: a critique o f the ideal of
universal citizenship', Ethics, 99.
Yuval-Davis, Nira (1980) 'The bearers of the collective: women and religious legis
lation in Israel', Feminist Review, no. 4: 15-27.
Yuval-Davis, Nira (1984) 'Anti-semitism, anti-Zionism and the stnıggle against ra
cism', Spare Rib, April.
Yuval-Davis, Nira (1985) 'Front and rear: the sexual division of labour in the lsra
eli army', Feminist Studies, 1(3): 649-76.
Yuval-Davis, Nira ( 1 987a) 'Marxism and jewish nationalism', History Worhshop
]oumal, no. 24 (Güz).
Yuval-Davis, Nira ( 1987b) 'Thejewish collectivity and national reproduction in ls
rael', Khamsin (der.) , Women in the Middle East içinde. Londra: Zed.
262
Yuval-Davis, Nira (1989) 'National reproduction and the "demographic race" in Is
rael', N. Yuval-Davis ve F. Anthias (der.), Woman-Nation-State içinde. Lond
ra: Macmillan, s. 92-109.
Yuval-Davis, Nira ( 199la) 'The gendered Gulf War: women's citizenship and mo
dem warfare', Haim Bresheeth ve Nira Yuval-Davis (der.) , The Gulf War and
the New World Order içinde. Londra: Zed.
Yuval-Davis, Nira ( 199lb) 'The citizenship debate: women, the state and ethnic
processes' , Feminist Review, no. 39: 58-68.
Yuval-Davis, Nira (199lc) 'Aglomorphism and the construction or ethnic and ra
cial divisions in Australia and Britain', R. Nile (der.), fmmigration and the Po
litics of Ethnicity and Race in Australia and Britain içinde. Canberra: Bureau of
Immigraton.
Yuval-Davis, Nira (1992a) '.Jewish fondamentalism and women's empowerment',
G. Sahgal ve N. Yuval-Davis (der.), Re.fusing Holy Orders: Women and Funda
mentalism in Britain içinde. Londra: Verso. s. 198-226.
Yuval-Davis, Nira ( 1992b) 'Multi-culturalism, fundamentalism and women',. J. Do
nald ve A. Rattansi (der.), Race, Culture and Difference içinde. Londra: Sage.
Yuval-Davis, Nira ( 1 993) 'Gender and nation', Ethnic and Racial Studies, 16(4):
621-32.
Yuval-Davis, Nira ( 1994a) 'ldentity politics and women's ethnicity', V.M. Mogha
dam (der.), fdentity Politics and Women içinde. Boulder, CO: Westview Press.
Yuval-Davis, Nira ( 1994b) Women, ethnicity and empowerment', K. Bhavnani ve
A. Phoenix (der.), Shifting ldentities, Shifting Racisms içinde, özel sayı Feminism
and Psychology, 4(1): 1 79-98.
Yuval-Davis, Nira ve Anthias, Floya (der.) (1989) Woman-Nation-State. Londra:
Macmillan.
Zajovic, Stasa (der.) (1994) Womenfor Peace. Belgrad: Women in Black.
Zerai, Worku (1994) Women in the Eritrean military'. Gender and Nation dersi için
hazırlanan yayımlanmamış çalışma, Institute of Social Studies, Lahey.
Zubaida, S.(1989) 'Nations: old and new. Comments on Anthony D. Smith's "The
myth ofthe 'modem nation' and the myths of nations"'. Anthropology Seminar
Series'de sunulan tebliğ, University College, Londra.
263
oplumsal cinsiyet ilişkilerinin milliyetçi proj eler
T
deki yeri son derece önemlidir. Bunu görmek için
iLETi Ş i M 861
ARAŞTIRMA
iNCELEME 135
9
1 1 1 111 11 1 1 11111111 1111
789750 500947