Professional Documents
Culture Documents
Şevki Yok Şerhi
Şevki Yok Şerhi
Şevki Yok Şerhi
C
MARMARA ÜNİVERSİTESİ
FEN-EDEBİYAT FAKÜLTESİ
YENİ TÜRK EDEBİYATI ANABİLİM DALI
METİN İNCELEMELERİ: TANZİMAT DÖNEMİ ŞİİRİ / TDE 1010.1
Hazırlayan:
Gökdeniz Baş
121319049
1
İçindekiler
Giriş..............................................................................................................1
I.BÖLÜM
Şiirin Orijinal Metni.........................................................................................1
Şiirin
2
Giriş: Bu çalışmada Recaizâde Mahmud Ekrem’in “Şevki Yok” adlı şiirini
Yorumsama kuramına göre inceleyerek, şairin şiirde kullandığı imaj ve
imgelemeleri -muteber kaynaklara da müsteniden- açıklamaya çalışacağız. Şiiri üç
katmanda inceleyeceğiz: 1- Arkaik dildeki kelimelerin sözlük anlamları, tamlama ve
terkipler, nesre çeviri 2- Şairin edebî ve şahsî kişiliği, düşünce dünyası, şiirin şekilsel
özellikleri 3- Şiirde bağlı kalınan geleneğin akisleri, imajlar ve edebî sanatlar, bu
göstergelerin ışığında şairin niyeti ve ruh hali. Şiirin iyice anlaşılmasına ilk engel şiirin
yazılmış olduğu arkaik dildir. Bu arkaik dil, kelimeleri, dolayısıyla da imgelemeleri
anlamakta işimizi zorlaştırır. Bu sebeple ilk önce, şiirin orijinal metniyle beraber,
arkaik kelimeleri, terkip ve tamlamaları izah edeceğiz.
I.BÖLÜM
3
(Pejmürde, Kostantiniye,1895/1311)
(Mehmet KAPLAN, İnci ENGİNÜN, Birol EMİN, Zeynep KERMAN, 1997)
Günümüz Türkçesi
1- Gül üzgün, sümbül perişan, bahçenin sevinci yok. Sürekli şakıyan bülbül
dertlenmiş, kalmamış neşesi. Başka bir şekilde çağlayan akarsunun artık neşesi yok.
Neşesi yok, ah eder inler yerinde duramayan rüzgar . Geldi ama neyleyim sensiz
baharın neşesi yok
2- Yeşillik ve çimendeki çiyin gözyaşıyla farkı yok, lâlenin billur kadehi hasret kanıyla
dolu. Ay bile aylanın kucağında ağlıyor! Gönlüme akıcı ateş (mecaz: şarap) bile etki
etmiyor. Geldi ama neyleyim sensiz baharın neşesi yok
3- Ruha, her bir bulut senin hasret haberini verdikçe, canıma ufku izlemekse sıkıntı
verdikçe, çimenler titreşiyor ve bin ıstırap gösteriyor! Hem tabiat ayrılığınla küskün,
hem de benim gönlüm yıkık! Geldi ama neyleyim sensiz baharın neşesi yok!
Vokabüler
4
Câm-ı safâ: Berrak kadeh, Câm (Far.): bardak, kadeh, Safâ (Ar.): saf, billur, berrak.
Meh (Far. mâhın muhaffef hâli): 1-Ay, 2-Ay kadar güzel sevgili.
Âgûş (Far.) : Kucak.
Hâle (Ar.): Ayın, bazen de güneş etrafında görülen parlak halka, ay ağılı, ayla
Te’sîr (Ar.) : Etki.
Âteş-i Seyyâle : Akıcı ateş, Seyyâl ( Ar. seyl kökünden mübalağa sigasında) : akıcı,
akan, akışkan
Peyâm-ı hasret : Hasret haberi, Peyâm (Far.) : Haber
Sehâb (Ar.) : Bulut.
Temâşâ-yi ufuk : Ufku izlemek, seyretmek. Temâşâ Far.): (İzlemek, seyretmek.
Pîç ü tâb (Fars.) : İç sıkıntısı, endişe, ıstırap.
İhtizâz (Ar.) : Titremek, titreşim.
İzhâr (Ar.) : Göstermek, açığa çıkarmak.
Izdırab (Ar.) : Acı, azap, eziyet, zahmet, sıkıntı.
Münfail (Ar. İnfiâlden ism-i fâil) : Alınmış, gücenmiş, içerlenmiş.
Hicr (Ar.) : Ayrılık
Harâb (Far.) : Kötü durumda, bitik perişan.
II.BÖLÜM
5
isteyen münevveri onunla tekrar muntazam memur hayatına” döndü (Tanpınar, 1988,
s. 476) Ekrem Bey, şâirliğinden çok bir “edebiyat eleştirmeni ve retorikçi” olarak ön
plandadır. Mekteb-i Mülkiye’de okuttuğu edebiyat derslerini “Ta’lîm-i Edebiyat”
isminde neşrettiği kitabında Batı edebiyatı etkisindeki Türk şiiri de göz önüne almış,
kitap klasik tasnife göre (meani-beyan-bedi’) göre yazılmamıştır. Bu kitap edebiyat
çevrelerinde büyük bir yankı uyandırmış bazı bahisler edebî tartışmalara sebep
olmuştur. Şâir bir rol model olarak gençler tarafından benimsenmiş ve “Servet-i
fünûn” gençlerince “Üstâd Ekrem” olarak anılmıştır. Ali Ekrem (Bolayır) Bey şâir
hakkında şöyle demiştir.
“Ekrem Beyin hayât-ı resmiyesinden maada bir hayat-ı siyasiyesi de var mıydı? Bu
suâle hayır cevabını vereceğiz. Recâizâdenin cihad-ı siyâsîsi “tenvîr-i şebâb
terkibiyle hülâsa edilebilir.” (İnal, 1969, s. 278 1. Cilt)
“İltizâm-ı ciddiyyette ifrâta varan” (İnal, 1969, s. 281 1. Cilt) Recâizâde Mahmud
Ekrem hakkında, Süleyman Nazif, İbnülemîn Mahmud Kemal’e hitaben şöyle
demiştir:
“Üstad, her söze, her şeye, dikkat eder, ilişir, fevkalade alıngan gayet titiz bir zat iken,
siz de andan geri kalmazken hüsn-i imtizacınıza hayret ederdik” (İnal, 1969, s. 281 1.
Cilt)
Hâsılı şâir kişilik bakımından alıngan ve ciddi, belki de yaşadığı kişisel felaketlerin de
etkisiyle, karamsar ve melankoliktir.
Şiiri
Recaizade, yukarda da temas ettiğimiz üzere, devrindeki şairlere kıyasla acemi bir
şâirdir. Aruza ve dile layıkıyla hakim değildir, Tanpınar’ın ifadesiyle “o muhayyilesiz
ve icat kabiliyetinden mahrum doğmuş olanlardandı” (Tanpınar, 1988, s. 478). Şâirin
üzerinde Lamartine’in etkisi büyüktür. Recaizade, yine Tanpınar’ın ifadesiyle
“layıkıyla idare edemediği o hüzünlü edayı” ondan almıştır. Sentimentalizm ve
romantizmin etkisiyle kitap sayfaları arasında bulunan bir çiçek bile, şâir için, şiir
ilhamıdır:
6
Tanpınar bu durumu şöyle açıklar; “hakiki ihtirası bulamıyan şâir, etrafındaki küçük
şeyleri bulur” (Tanpınar, 1988, s. 483) fakat bu durum şâirin “minnacık bir dünyaya
hicret” (Tanpınar, 1988, s. 483) etmesine sebep olur. Şâir muhayyilesinin yokluğu
sebebiyle “eşyayı saymakta kalan küçük bir realizme, hiçbir şey canlandırmayan bir
günlük şeyler dünyasına” (Tanpınar, 1988, s. 487) gitmiştir.
Recaizade Ekrem Bey, “hayatında çok, fakat hep ferdî felâket çektiğinden hemen
her şiirinde ölümden, mezarlıktan, mezardan ve yaşayışın hiçliğinden bahseder,
ağlar ve bizi de ağlatmıya çalışır.” (Gölpınarlı, 1945, s. 117). Girye-i Hasret’de;
Ekrem Bey, melankoliye tutkun bir insandır. Ahmed Hamdi’nin ifadesiyle “ “Melâlin”
bittiği yerde derhal “inkisar” ve “iğbirar” başlar. Denebilir ki hatırlamak ve darılmak için
sever” (Tanpınar, 1988, s. 482). Şâirin üzerindeki sentimentalizm ve romantizm etkisi
de bundandır. Şâir, “ağlamak ihtiyaciyle eski ve yeni hatıraları” (Tanpınar, 1988)
kurcalar. Hülâsa, şâir melankoliye ve nostaljiye meyyal bir insandır. Şiirinin menbaı
olarak gördüğü hisler dünyasını böyle diriltmeye çalışır (bknz. ihyâ-yı hâtırât). Fakat
dil ve vezni kullanımındaki başarısızlığı, muhayyilesinin cılızlığı, daha önce de
bahsettiğimiz gibi, şiirini vasat derecesine çekmiş buna rağmen edebiyatımızı bu yeni
ve samimi duyuşlarla zenginleştirmiştir.
7
ŞİİRİN ŞEKİLSEL ÖZELLİKLERİ
Vezin ve Kafiye
Vezin: “Şevki yok” şiir divan edebiyatı nazım şekillerinden muhammes nazım
şekliyle yazılmıştır. Şiirde aruzun Remel bahrinden “fâilâtün/ fâilâtün/ fâilâtün/ fâilün”
vezni kullanılmıştır.
Şiirde toplam 3 yerde med 12 yerde imale vardır. İmaleler kesre-i izafet denilen
Farsça tamlamalardaki “-i “lerde ve Türkçe kelime sonlarında yapılmış böylece
imaleler aruz kusuru olmaktan çıkmıştır.“Hazîn” gibi “nun” harfiyle biten uzun heceli
kelimelerde ise doğal bir zihaf vardır. Med harfi olan “yâ” harfi imla harfi gibi kısa
okunarak med olmaktan çıkarılır. İşte bu işleme “azl” adı verilir. Bu işlemin tersine,
yani imla harfinin med harfi gibi okunmasına da “istihlaf” denilir. Sonu nun ile biten
uzun hecelerde azl yapmamak bir kusur sayılır, bu kusuru işleyen şair eleştirilirdi.
Tâhir’ül Mevlevî, Ziyâ Paşa’dan bir beyit alıntılıyarak konuyu şöyle özetlemiştir:
“Böyle heceleri uzatmak sûretiyle istihlaf yapanlar ayıplanırdı. Nitekim Ziya Paşa
“Harabat”ında:
beytiyle bu gibi harekette bulunanları ta’n etmiştir” (Mevlevî, 1994, s. 21). Nitekim şair
de “hazîn” kelimesini “ma’zûl” olarak doğru şekilde kullanmıştır. Şâir bazen vezne
râm olmuş, mesela “Rûha verdikçe peyâm-ı hasretin her bir sehâb” mısraında za’f-ı
te’lif yapmıştır. Bu ifade ile şâirin kastı “her bir bulut senin hasretinin haberini ruha
8
verdikçe” ise de vezne uydurma kaygısı ile “peyâm-ı hasret” özne gibi görünmüş ve
1
iş içinden çıkılmaz bir hale dönmüştür. Şair zaten vezni emrine râm etme
hususunda zayıf bir şâirdir . Nitekim Abdülbaki Gölpınarlı şâir hakkında:
2
“Şişlide ölüp Göksuya gömülen bu Üstat his ve hayâl şâiri sayarlar. Kendisini üstat
hayâl etmişler, kendisi de kendisini böyle hissetmiş de her halde ondan. Hamit
tesirine kapılan Üstat şiirde pek yayadır. Lisanı daha doğrusu vezni bir türlü emrine
râm edemez. Kelimeleri çeker, ezer, büzer. Sıkıştı mı Farsça fiille yapılmış bir mefulü
alır, söze katıverir” (Gölpınarlı, 1945)
Kâfiye: Şiirin nazım şekli, Klasik Türk Edebiyatı nazım şekillerinden “Muhammes”
nazım şeklidir. Muhammes kelimesi sözlük anlamı olarak “beşli”, “beşlenmiş”, “beş
köşeli” gibi anlamalara gelir. Edebî ıstılahda “beş mısralı bendlerden oluşan nazım
biçimi” (SARAÇ, 2007) olarak tarif edilir. İncelemekte olduğumuz muhammes bir
“muhammes-i mütekerrir”dir. Bu tür bir muhammeste ilk bendin son mısraı diğer
bendlerde de, tekrar edilir. Kafiye şeması ise “aaaaA, bbbbA, ccccA” şeklindedir.
Klasik türden sayılabilecek bir şiirde kafiyeden bahsedeceksek bunun eski usûl ve
terminolojiyle yapılmasının daha isabetli olacağı kanaatindeyiz. Fakat bunu
yapmadan önce kısaca bazı terimleri açıklamak mecbûriyetindeyiz.
9
Başka bir hâletle çağlar cûybârın şevki yok..
Âh eder, inler nesîm-i bî-karârın şevki yok..
Geldi ammâ n’eyleyim sensiz bahârın şevki yok!
İlk bentteki bütün kafiyeler kafiye-i mürdefdir. Sondaki “ra” harfi revi harfidir önceki
harfi uzatan bir de elif harfi mevcuttur. İyelik eki olan “–ın” ekiyle beraber “şevki yok”
kelime grubu ise rediftir. Yani bu muhammes redifli “müreddef” bir muhammestir.
Bu bentte ise yine kafiye-i mürdefe vardır. Revi harfi yani “b” harfinden önce bir elif
harfi vardır.
Lafzın ma’nâ ile i’tilâfı, kullanılan kelimelerin şiirde bahsedilen mefhuma yahut
muhatabına uygun düşmesi demektir. Belâgatin asıl şartı da budur: muktezâ-yı hâl
ve makâma uygunluk. Eğer şair muhatabını galeyana getirmek isterse tabii ki kulağa
10
çarpan ve coşkunluk veren “elfâz-ı cezle”yi, eğer sevgiliye hitap edecekse onu
yormayan zorlamayan sevgilinin nazik doğasına uygun “elfâz-ı rakîka”yı kullanması
gerektir. Tabii ki bir şiirde bütün lafızların kulağa hafif ya da bütün lafızların kulağa
ağır olması beklenemez. Ama kullanılacak bir lafız bile durumu değiştirebilir. Muallim
Naci durumu şöyle açıklar:
İncelemekte olduğumuz şiir bir nevi mersiyedir. Şair sanki muhatabının mezarında,
muhatabına kendi halini anlatır. Şiirin temasının ayrılık, ölüm acısı olduğu aşikar,
şiirden de anlaşılacağı üzere şair yastadır ve buna mukabil de seçilen kelimeler rakik
kelimelerdir.Lafzın vezin ile i’tilafı ise kelimelerin vezne uygunluğu demektir. Yani
şâir, vezne uydurmak için uygun olmayan kelime kullanmamalıdır. Tıpkı Ziyâ
Paşa’nın aşağıdaki beytinde
Lafzın lafız ile i’tilâfı bu şiirde büyük bir yer tutar. Lafzın lafız ile i’tilafı şiirde birbirine
anlamca yakın kelimelerin kullanılmasıdır. Her bentte seçilen kelimeler birbirleriyle
ilintilidir, “gül, sünbül, cûy-bâr, nesîm, hezâr” kelimeleri klasik retorikte baharın ve
bahar bahçesinin vazgeçilmez unsurlarıdır. İkinci bentte ise kullanılan “lâle, jâle, hâle,
âteş-i seyyâle” kelimeleri ise yine birbirleriyle ilintilidir. Yine seçilen bu kelimeler
baharın ve bahar bahçesinin unsurlarıdır. Hattâ lâle-câm, âteş-i seyyâle-câm- lâle
arasında hem renk hem çağrışım bakımından bir tenasüp vardır.
Mananın mana ile i’tilâfı sentaks kusuru işleyip, şairin yanlış anlaşılmaya mahal
vermemesidir. İncelediğimiz şiirde son bendin birinci mısraında bu türden bir kusur
11
vardır. Şâir yukarda belirttiğimiz üzere za’f-ı telif yaparak anlamı bir faydası
olmaksızın ilk bakışta anlaşılmayacak bir noktaya itmiştir.
ŞİİRİN ŞERHİ
BİRİNCİ BENT
(Gül üzgün, sümbül perişan, bahçenin sevinci yok. Sürekli şakıyan bülbül dertlenmiş,
kalmamış neşesi. Başka bir şekilde çağlayan akarsunun artık neşesi yok. Neşesi yok,
12
ah eder inler yerinde duramayan rüzgar . Geldi ama neyleyim sensiz baharın neşesi
yok)
Şâirin gözünde baharın bütün unsurlarının; sevgiliye benzetilen gülün, güzel kokulu
sünbülün, güzel sesli bülbülün, ruha dinginlik veren akarsunun hoş hoş esen latif
bahar rüzgarının, ve “âşıkların bayramı” baharın, hiçbirinin, neşesi yoktur. Peki
neden? Nedenini açıklamaya Muallim Naci’den bir alıntıyla başlamadan
edemeyeceğiz.
Şâir de dünyada tıpkı gurbetteki yolcu gibi kalmıştır. Dostunun ayrılığıyla şâir için
her yer hüzün doludur. Nitekim bir Arap meselinde “El-garîbu men leyse lehu habîb”;
“Gurbette olan, garip olan, seveni/sevdiği olmayan kişidir” denmiştir. Dostunu
kaybeden şâir de böyledir. Süleyman Nazîf’i gurbette “ta’zîb eden tabîatin güzelliği”
şâiri de ta’zib eder. Artık bülbül ötse feryat gibi gelir kulağına, gül açsa, akarsu
çağlasa hoş hoş esse bahar rüzgarı, ne fayda.
Şâir son bendin dördüncü mısrasına kadar aslında dostunun olmadığı bir baharı
anlatır. Şâir için bahar mevsiminde bile bütün her şey yastadır, her şey şâire acı verir.
İlerde açıklayacağımız üzere, son bentte bütün bu hüznün sebebini açıklar.
Şâir kelimeleri bilinçli olarak seçer, bütün kelimeler “lafzın lafız ile i’tilâfı” bölümünde
de açıkladığımız üzere birbirleriyle alakadardır. Dolayısıyla şâir bu kelimeleri
kullanarak “tenasüp” (müraatü’n-nazîr) sanatı yapmıştır: “hezar, gül, sünbül, cûybâr,
13
nesîm, bahâr” bu unsurların hepsi baharla ve bahar bahçesiyle ilgilidir. Bentte
bahsettiği unsurlarda neşe olmadığını, gülün hazîn sümbülünse perişan olduğunu,
rüzgarın ah edip inlemekte olduğunu ifade etmesi de “teşhîs” (bir bakıma istiâre-i
mekniyye) sanatına örnektir.
Şâirin sünbül için perîşân kelimesini kullanması bilinçli bir seçimdir. “Perîşân”
kelimesinin iki anlamı vardır: “dağınık düzensiz” ve “muztarip, dertli kederli” şâir
perîşân kelimesini kullanarak tevriye sanatı yapmış zaten “perîşân” olan sünbül için
perişân demiştir.
Nesîm kelimesiyle sünbül arasında da bir tenâsüp vardır. Klasik Türk edebiyatında
nesim sevgilinin saçlarının kokusunu taşımaktadır, sünbül ise sevgilinin saçlarına
benzetilir.Şâir hafif hafif esen rüzgârı, yukarda da belirttiğimiz gibi, üzüntüsünden
dolayı huzursuz görür. Çünkü kendisi huzursuzdur.
İKİNCİ BENT
(Yeşillik ve çimendeki çiyin gözyaşıyla farkı yok, lâlenin billur kadehi hasret kanıyla
dolu. Ay bile aylanın kucağında ağlıyor! Gönlüme akıcı ateş (mecaz: şarap) bile etki
etmiyor. Geldi ama neyleyim sensiz baharın neşesi yok)
Şâirin dostunu kaybetmesinden ötürü gelen delilik hâli bu bentte de devam eder -
ilerde de bahsedeceğimiz üzere şâir üzüntüsünden düzgün düşünemez doğanın bu
halini dostunun ölümüne bağlayarak hüsn-i ta’lil yapar- şâir bütün yeşillikteki çiyi
gözyaşına teşbih eder. Laledeki kızıl rengin hasret kanından geldiğini , ayın
etrafındaki “hale”den, ayladan dolayı ağladığını iddia eder. Şarabın bile gönlüne etki
etmediğinden bahseder.
14
aldığını iddia etmiştir. Demin de bahsettiğimiz üzere şâir bir delilik hâlindedir ayı
halenin kucağında ağlıyor olarak görür.
Âteş-i seyyâle kelime anlamıyla, akıcı ateş demektir. Mecazen ise benzerlik
alakasıyla şaraptır. Renk konusunda şarap akıcı bir ateşe benzer. Şair ateş-i
seyyalenin şarabın bile kendine tesir etmeyeceğini söylüyor. Bu ifade bize Fuzulî’nin
şu feryadını anımsattı:
ÜÇÜNCÜ BENT
(Ruha, her bir bulut senin hasret haberini verdikçe, canıma ufku izlemek sıkıntı
verdikçe, çimenler titreşiyor ve bin ıstırap gösteriyor! Hem tabiat ayrılığınla küskün,
hem de benim gönlüm yıkık! Geldi ama neyleyim sensiz baharın neşesi yok!)
Şâir her yerde, nereye baksa kaybettiği dostunun acısını hisseder. Bulutlar onun
ruhuna hasret haberini verir, ufuktan cana sıkıntı gelir, çimen titreşir ve bin ızdırap
gösterir ve nihayet şiirin üstteki iki bendi de “Hem tabîat münfail hicrinle hem gönlüm
harab” mısraına bağlanarak şiirin her mısraında geçerli bir hüsn-i ta’lil sanatı yapılır.
Yani güya gülün hazin sünbülün perişan olmasının rüzgarın ah edip inlemesinin,
çimendeki çiyin göz yaşıyla fark edilememesinin, lalenin kan renginde olmasının ayın
ağlamasının, sebebi budur.
Sonuç: Şair, bütün bir dünyayı kaybı dolayısıyla ağlarken görmüştür. Bu durumu
Naci’den yaptığımız alıntıda anlatmıştık (bknz.s.12). Hüsn-i ta’lil gibi heyecanın
ürünü olan bir edebî sanatin bütün şiire teşmili, şiire lirizm katmıştır. His ve hayâl
şâiri Üstâd Ekrem’e de bu yaraşır. Kelime seçiminde i’tilafa uymuş, bir çok Klasik
edebiyat retoriğinden aşina olduğumuz edebi sanatları kullanmış, ve yine Klasik
15
edebiyattan alışkın olduğumuz kelime oyunları yapmıştır. Sürekli yapılan tenasüp
sanatıyla okuyucu için şiirdeki atmosferin tasavvuru kolaylaşmıştır Melankoli ve
nostaljiden zevk alan, darılmak veya üzülmek için seven, kendi kudreti miktarınca
hisli şiirler yazan, Ekrem Bey’in tam da kendi doğasına uygun olarak bu şiirinde
döneminin izin verdiği ölçüde nısbî bir lirizim hakimdir. Hep yaptığı gibi ölümün
acısını hisseder ve bize hissettirmeye çabalar
Kaynakça
DUMAN, H. H. (2007). Edebiyat Bilimi Açısından Yorumsama Kuramı. İstanbul: Civilacademy.
İnal, İ. M. (1969). Son Asır Türk Şâirleri. İstanbul: Milli Eğitim Basımevi.
Mehmet KAPLAN, İnci ENGİNÜN, Birol EMİN, Zeynep KERMAN. (1997). Yeni Türk Edebiyatı
Antolojisi IV. İstanbul: Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi.
Tanpınar, A. H. (1988). 19uncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi. İstanbul: Çağlayan Kitabevi.
UÇMAN, A. (2007). TDV İslam Ansiklopedisi. İstanbul: TDV İslam Araştırmaları Merkezi.
16
17