Ihsan Nocak: Sünneti Reddeden

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 223

IHSAN ŞEJNOCAK

SÜNNETİ REDDEDEN

KITAlP
SÜNNETİ REDDEDEN

KUR'AN
MJSLUHAHL^I
İHSAN ŞENOCAK
Çekrâlevî Sünnet'i reddeden Kuran Mü^LL^m^^nlKjmn^/M^al^ciLiğin amen-
tüsünı^, İngilizler’den hem talimat, hem de nişan alan Seyyid Ahmed
Han'dan aldı. Buna göre Sünnet'i reddedenlerin bir kısmı doğrudan^, bir
kısmı da dolaylı yoldan Kilise’ye hizmet etmek^l^e^dh^.. .Bizdeki Mealcilerin
her ne iddiaları varsa tamamı Hindistan’da zuhur eden Kur’aniyyûn hare­
ketine aittir. Bu yüzden hadiseyi mukallitler üzerinden değil^, İngili^l^^r^'in
AR-GE’şjinde çalışan Çekrâlevî gibi “mucitler" bağlamında tahlîl ettik.

Meal^c^ilik;, Allah Rasûlü’ne mecnun diyen, insanları O’ndan uzaklaştır­


mak için O'na dair her nev’i yalanı uydurmayı vazife kabul eden, naaşım
kabrinden çıkarmak için özel adamlar gör-evlendiren fakat her seferinde
hüsrana uğrayan Kilise’nin^, aktörlerini Müslümanlar arasından seçtiği en
son ve en tehlikeli oyunuc^ı^n
İHSAN ŞENOCAK

Sünnet'i Reddeden
Kur'an Müslümanlığı

Hüküm
KİTAP
w

Hüküm Kitap 8
İhsan Şenocak Kitaplığı 8

Editör
Abdulhamid KILIÇ

Tashih
Cihad AYAN

Son Okuma
Selçuk ÇIKLA

Kapak Tasarım
Yunus KARAASLAN

İç Tasarım
Muhammed Fatih DEMİRTÜRK

Yayın Evi
Erdal Ulu - Hüküm Basın Yayın Dağıtım Pazarlama
Adres: Ali Kuşçu Mah.Fatih Cad. No: 15/2
Fatih / İstanbul

İletişim
Murat TÜRK +90 530 185 86 37
e-mail: info@hukumkitap.com
www.hukumkitap.com

Baskı
Mart 2017

Matbaa Adresi
İMAK OFSET
Merkez Mh. Atatürk Cad. Göl Sk. No:1
34197 Yenibosna / İstanbul /Türkiye

Matbaa Sertifika No: 12531

ISBN: 978-605-66081-7-9

Bütün hakları saklıdır.

Hüküm
Krw X
■ <

İÇİNDEKİLER

MUKADDİME..............................................................................................11 ;j
» Sahâbe’nin Sünnet Hassasiyeti.......................................................... 14
» Rivayet Sistemi............................................................................ 15

SÜNNET'İ REDDEDEN KUR'AN MÜSLÜMANLIĞI'NIN

ARKA PLANI...................................................................... 23 j|
» Kilise’nin Medine Operasyonu........................................................... 24
» "Kurtar Beni Nureddin!’’.................................................................. 24
» Kilise’nin Aktörlerini Müslümanlar Arasından Seçtiği Senaryo: Mealcililk 28 şi
» Böl, Parçala, Yönet......................................................................... 29
» Çelişkiler Mecmuası: Kur’an Müslümanlığı........................................... 30
is
i?!
KUR'AN MÜSLÜMANLIĞI NIN İDDİALARI ve GERÇEKLER 33 i|
» I. "Kur’an Bize Yeter" İddiası.............................................................. 33 ij
:S;
» Cevap: Kur’an Usûl, Sünnet Esastır...................................................... 34
» ll"SünnetVahiy Değildir"iddiası....................................................35 i|
» Cevap: Allah Rasûlü Heva ve Hevesinden Konuşmaz.......................... 35 iS
» lll.’’Sünnet’e’Vahiy’Demek Hadisleri Kur’an Seviyesine Çıkarır"İddiası............ 39 is
» Cevap: Kur’an, Sünnet; Sünnet de Kur’an Değildir................................... 39
» IV. Sünnetle Amel Etmek Şirktir iddiası................................................ 41
» Cevap: Tevhid Binasına Asılan"Şirk’’Tabelası........................................... 41 i?
» V. Sünnet Kaynak Olmadığından HadislerYazılmadı İddiası......................... 45
» Cevap: Yalanlar Üzerine Yazılan Masallar............................................... 45
» VI. Hadislerin Yerel ve Tarihsel Olduğu İddiası......................................... 43
» Cevap: Kur’an Müslümanlarının "Din Bizden Sorulur" Çıkışı.......................... 43 İj
» VII. İslâm’ı Müdafaa İddiası............................................................... 5q il
» Cevap: Kur’an-ı Kerim’den Bazı Âyetleri Çıkarmaya Aralanan Kapı.................. 5q i^
» VIII.’’Sünnet Ümmet’i Böldü" İddiası.................................................... 53 k?
» Cevap: İnsanların Hevası Adedince Din İcad Etme Projesi 53
» Hülasa............................................................ 55
SÜNNET-İ SENİYYE KARŞITLIĞI

KUR'AN MÜSLÜMANLARI NİÇİN BUHÂRÎ'YE SALDIRIYOR?! 59

» Buhârî IranlI'ların İntikam Memuru Muydu?! 60


» Ümmet, Buhârî'ye Kadar Sünnet-i Seniyye'den Habersiz miydi?! 63
» Buhârî'den Önce Tedvin Edilen Eserler............................................... 64
» Hülasa..................................................................................... 66

HZ. EBÛ BEKİR HADİSLERİ YAKTI MI? 71

SÜNNETİ REDDEDENLERİN
İTİKÂDÎ GÖRÜŞLERİ

I. MEHDİ GELECEK Mi?! 79


» Birine İstismar, Diğerine Taassub Hakim................................................ 80
» Daha Neler ve Neler Var!................................................................... 80
» Ahmed Emîn........................................................ 81
» Goldziher Etkisi ve Mehdi İnkarı......................................................... 81
» Lügatte Mehdî............................................................................. 82
» 30 Sahabînin Rivayetiyle Mehdî......................................................... 83
» Mehdî'nin Özellikleri....................................................................... 84
» Ulemanın Görüşü........................................................................... 85
» Mehdî Neden Kur'an-ı Kerim'de Yok?................................................... 86
» Buhârî Niçin Mehdî'den Bahsetmez?.................................................... 88
» İbn Mâce Hadisi............................................................................. 89
» Şia ve Ehl-i Sünnette Mehdî............................................................. 90
» Hakk'ın Şahitleri............................................................................ 91
» Akıl Tutulmaları ve Fasit Örgüler......................................................... 92
» Yahudi ve Hristiyan Kaynaklarında Mehdî............................................. 93
» Hülasa....................................................................................... 94
II. RÎSÂLETİN BÜYÜK ŞAHİDİ: ÜMMÎLİK 97
» İlim........................................................................................... 98
» Zarûrî İlim................................................................................... 99
» İstidlâlî İlim................................................................................. 99
» İlim ve Peygamberler..................................................................... 99
» Lisân ve Peygamberler.................................................................. 100
» Lisânın Oluşması......................................................................... 102
» Ümmî...................................................................................... 102
» Ümmî ve Cahil Arasındaki Fark........................................................ 104
» Kur'an'da Ümmî.......................................................................... 105
» Araplar ve Ümmîlik...................................................................... 105
» Allah Rasûlü ve Ümmîlik.......................................................... 107
» Yahudiler ve Ümmîlik................................................................... 108
» DELİLLER.................................................................................. 109
» I. Âyetler.................................................................................. 109
» II. Hadisler................................................................................ 112
» III. Sahâbe'nin Tanıklığı.................................................................. 114
» IV. Tarihi Deliller.......................................................................... 115
» V. Aklî Deliller............................................................................ 117
» Hikmeti.................................................................................... 119
» Ümmî Olmadığını İddia Edenlerin Delili.............................................. 120
» Hülasa...................................................................................... 122

III. MUCİZELER ya da HİÇ Mİ KUR'ÂN-I KERİM

OKUMUYORSUN İSLAMOĞLU? 125


» Kuşatma........................................................................... 125
» Kur'âniyyûn'un Mucize Telakkisi............................................... 126
» Mucizeler................................................................................. 127
» Kur'ân-ı Kerîm'in İ'caz Haritası.......................................................... 127
» Şâir Mucizeler............................................................................ 129
» Mucize, Müminlere Ne Söyler?!.................................. v.................. 130

■W...............
-W
» Mucize TeTıfâtı............................................................................ 131
» Sihirbaz Aklı ve Derin Çarpıtma........................................................ 132
» Kur'ân-ı Kerimin Mucize Sistemi...................................................... 133
» Mekkeliler Niçin Mucize İstedi?!....................................................... 134
» İslamoğlu Kur'ân'a Niçin Bu Kadar Yabancı?! 135
» Ay Yarıldı mı. Yarılacak mı?! 137
» Mucize İkiyüz Yıl Sonra mı İmal Edildi?............................................... 140
» Hangisi Kur'ânin Sistemi İslamoğlu? 141
» İşte Kur'ân-ı Kerimin Sistemi İslamoğlu! 142
» Üç İhtimal................................................................................. 144
» Kur'ân-ı Kerîmi İnkâr Eden Mekkeliler Niçin Helak Olmadı?! 145
» Mucize Sünnetullah mı, Sünnetullah'a Muhalefet mi?! 145
» Niçin Herkes Görmedi?................................................................. 146
» Meleklerin İnmesi........................................................................ 148
» Bedir Mucizeleri.......................................................................... 149
» Hülasa.................................................................................... 151

SÜNNETİ REDDEDENLERİN
MESCİD-İ AKSA RAHATSIZLIĞI

YÜREKLERDEKİ AKSA DÜŞERSE SELAHADDİNLER KUDÜS'TEKİ

AKSA'YA MUHAFIZ OLUR MU? 157


» Kudüs, Direnen Çocuklar ve Alfred Guillaume 158
» İdeolojik Okumaya Şaheser Olmaya Namzet Bir Çarpıtma 160
» Tahrifin Sidre-i Müntehâsı.............................................................. 161
» Akademik Ünvanları İptal Ettirecek Bir Tahrif:
Hadislerde Mescid-i Aksa Meselesi................................................... 162
» Beyt-i Makdisin Mescid-i Aksa'dan Başka Bir Yer Olduğunu Söyleyen
Bir Âlim Var mı?.......................................................................... 164
» Üç Mescid Hadisi ve Akademyadan Manzaralar 166
» İşte Buyrun Cinayet!..................................................................... 167
» Bütün Ünvanların İadesine............................................................ 168
W S9A.l>»**.Vl'A«>'*je\'AR;9«*'y»^'nQ0CZi4a.*S&V3

» Siyeri Farklı Okuyayım Derkerr......................................................... 168


» "Emevî Sempatizanı" Kim?!........................................ 169
» Kim Söylemiş"Mevâli'nin Hadisi Alınmaz"Diye?.................................... 169
» Uydurulan Dinin, Uydurma Delilleri................................................... 170
» Yerler Gök, Gökler de Yer Oldu.......................................................... 171
» İbn Şihab ez-Zührî Üzerinden İşlenen Bilim Cinayetleri 172
» Bir Şia Klasiği: Ya'kubî................................................................... 173
» Nerelerdesin Ey İnsaf!............................................................. 175
» İbn Şihab ve Hadis Uydurmacılığı...................................................... 175
» Müslümanlara "Mürtedlik" İftirası..................................................... 176
» Tarih Hakem Olsun!...................................................................... 177
» Beş Tarik, Dört Rivayet.................................................................. 178
» Bu İddiaya Hadis Mecmuaları Şöyle Dursun Tarih Bile Yol Vermez 179
» Sarayı Sarsan Muhaddis................................................................ 180
» Mescid-i Aksa Nerede?.................................................................. 181
» Yazar'ı Destekleyen Tek Bir Rivayet Yok!............................................... 183
» Hülasa............. ........................................................................ 185

EHL-İ SÜNNET Mİ, EHL-İ BEYT Mİ?

ŞİA, EHL-İ BEYT Mİ? 193


» "Ali Aranızda mı?".................................... 195
» Neden Hz. Ali?.................................................. 196
» Yahudi Faktörü: İbn Sebe............................................................... 197
» Muhabbet Mecrası....................................................................... 197
» Takiyye Stratejisi......................................................................... 198
» Humeynî.............. ... ................................................................. 199
» Hâl Çaresi................................. 200
» İslamoğiu............. ... ...................................................... 201
-Wiî-

BİR KUR’AN MÜSLÜMANIYLA KONUŞMA

REVASINA "İNDİRİLEN", İSLÂM'A "UYDURULAN DİN" DİYEN

MÜSLÜMANLIK KİMİN PROJESİ?! 207


» Allah Rasûlü ^"Uydurulan Dine"Göre mi Abdest Aldı?! 209
» Namazda Niçin "Subhaneke"yi Okuyorsun?!......................................... 213
» Kur'an'da "Fatiha Okuyunuz!" Emri Var mı?!.......................................... 214
» İlim Talebesi: Her rek'atta "Fatiha Suresini" tilavet eder misin? 214
» "Tahiyyât"! Niçin Okuduğumu da Bilmiyorum....................................... 215
» Yedi Şavtın BirTavaf Olduğu Kur'an'da Var mı?...................................... 215
» Beni Bu Dalaletten Kurtaran Allah'a Hamd Olsun 216

MUSTAFA İSLAMOĞLU’NUN FİKİR KÖLELİĞİ PROJESİ 219


» Temayül Marazı.......................................................................... 220
» Ehl-i Sünnet İslâm'ın Kendisidir....................................................... 220
» Tenkit İnsaf Sınırını Aşınca.............................................................. 223
» İlim Saraylarından İbtidâî İlim Çadırına.............................................. 224
» Fikir Köleliği............................................................................... 226
» Sohbet Hocalığı Israrr................................................................... 'İTİ
y» Münazara Vesilesiyle.................................................................... 227
» Ehl-i Sünnet ve Hesaplaşma............................................................ 229

KİTABİYÂT...............................................................................................233
o*

MUKADDİME

slâm’la savaşanlar; Kur’an-ı Kerim’in küresel

I güçleri tehdit eden, dirilten, hükmeden özel­


liğini fasid tevillerle yok etmek için, açıkla-
yıcısı/mübeyyini olan Allah Rasûlü’nün
etrafında kapsamlı bir algı operasyonu yürütüyor.
Sünneti

Bu ameliyelerine “Kur’an Müslümanlığı” adını ve­


rerek, Müslümanları da bu savaşa katmayı, dışardan
olduğu gibi, içerden de İslâm’ı vurmayı hedefliyorlar.
Farklı zaviyelerden Sünnet’e yöneltilen tenkitler­
le Kur’an-ı Kerim’in Sünnet’le irtibatı koparılmakta,
böylece herkesin Kur’an-ı Kerim’i arzusuna göre an­
lamasının yolu açılmaktadır.

* Kudemâ, kağıdın yere atılması endişesiyle mektuplarında Allah


Teâlayı zamiri, besmeleyi hamdeleyi Efendimiz’e
salâtı selamı ise harfleri ile remz ederdi.

-11
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

Oryantalizma İslâm’la doğrudan savaşarak ilerle-


yemediğini görünce Sünnet’i reddeden Kur’an Müs-
lümanlığı’yla “ihyacı” görünerek, “imhaya” çalışıyor.
Doğrudan Allah Rasûlü’nü tenkid etmenin Müs­
lümanların nefretini üzerine çekecek olmasını hesaba
katarak, sahîh hadisleri, Allah Rasûlü’nün huku­
kunu koruyor görünerek reddediyor.
Allah Teâlâ’nm, Kur’an’ı Kerim’i Efendimiz’e onu
açıklamak üzere indirmiş olması, esasında meselenin
hangi mecrada ele alınması gerektiğini de tayin etmek­
tedir. “Beyân” vazifesinin Allah Rasûlü’ne verildi­
ğinin ilanı, Kur’an’ı Kerim’in de açıklanmaya muhtaç
olduğu hakikatini ihtiva eder. Kur’an’la Sünnet’in,
“Beyân münasebeti” bağlammda zikredilmesi, biri
gibi diğerinin de İlâhî koruma altında olduğunu gös­
terir.* Âyette geçen “zikir” kelimesi umumi anlamda
ele alındığında Allah’ın korunmasını vaat ettiği risâ-
let ya da îslâm Şeriatı olarak anlaşılır. Nitekim Allah
Teâlâ’nm kâfirler istemese de tamamlayacağını vaad
ettiği “nurullah” terkibf “îslâm Şeriatı” anlamında­
dır. Her ne kadar bazı müfessirler âyette geçen “zikir”
kelimesinden Kur’an-ı Kerim’i anlasa da, bu durum
Allah Azze ve Celle’nin Sünnet’i korumayı tekeffül et­
mediği anlamına gelmez. Zira Kur’an-ı Kerim’le amel
edilebilmesi anlaşılmasına, anlaşılması da Sünnet’in

* Bkz: Hicr, 15/9; Sabri, Mustafa, Mevhfu’l-Akli ve7 İlmi vel-


Âlem min Rabbi’l-Âlemîn ve İbâdihi’l-Murselîn, IV, s.74. Dâru't-
Terbiyye, Dimeşk, 2007.
2 Tevbe, 9/32.

-12
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

varlığına bağlı olduğuna göre Kuranın “mübeyyini”


olan Sünnet’in de Kur’an bağlamında korunması ge­
rekir. Çünkü beyân edilenin korunması beyân edenin
doğru bir şekilde muhafaza edilmesine bağlıdır.
Kur’an-ı Kerim’in anlaşılabilmesinin Sünnet’e olan
ihtiyacını yakın planda müşahede eden Sahâbe, Ki­
tab’m Sünnet tarafından açıklanan hiç bir yönünün
kapalı kalmaması için, Allah Rasûlü’nün yemeden
içmeye, uyanıklık hâlinden uykuya, oturmadan kalk­
maya kadar hayatının bütün detaylarını rivayet etti.
Nitekim hadis mecmuâları Sahâbe'nin hiçbir detayı
atlamadan Allah Rasûlü’nden sadır olan her şeyi
rivayet ettiği hadislerle doludur.’
Kur’an-ı Kerim’in ravileri olan Sahâbe aynı zaman­
da Sünnet’in de ravisi olma vazifesini üstlenmiş, bir­
birlerini de sorgulayarak, Sahâbe'nin adaletiyle ala­
kalı bütün şüpheleri izale etmişlerdir. Zira başta Hz.
Ömer(r.a.) olmak üzere Sahâbe'nin hadis sorgulaması
hep beraatle sonuçlanmış, böylece de sonraki dönem­
lerde yapılacak ithamlar iftira kapsamında değerlen­
dirilmiştir.
Allah Rasûlü’nün hadislerine hiç bakmadan
Sünnet’e rağmen hüküm verenler, “Niçin böyle yapı­
yorsunuz?” sorusuna muhatap olduklarında hevala-
rma uymayan hadisler mütevatir derecesinde de olsa
mevzu olduklarını iddia edebiliyorlar. Bu durumda
akla şöyle bir soru gelmektedir: Kur’an Müslüman-
’ îbn Salâh, Ebu Amr Osman b. Salahaddin, Ulûmu’l-Hadîs, (thk.
Nureddin Itr), s.l2, yy.,1981.

-13
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

lan “Neden Sahâbe’nin rivayet ettiği Sünnet’i inkâr


ediyor da, onların naklettiği Kur’ân’ı alıyor? Onlar
Kur’an-ı Kerim’i rivayet ederken güvenilir de, hadis­
leri naklederken mi -hâşâ- ihanet içerisindedirler?!
Onların her bir nassı muhafaza yöntemi aynı değil
midir? Kur’an-ı muhafaza ederken başarılı olanlar,
niçin O’nun mübeyyini olan ve korunması kendisi­
nin muhafazasına bağlı olan Sünnet’i hıfzetme nok­
tasında aciz kalsınlar?!

Sahâbe’nin Sünnet Hassasiyeti


Allah Rasûlü’nün hadislerini himaye edebilmek
için ilk rıhleleri Sahâbe başlatmıştı. Bu çerçevede Ca-
bir b. Abdullah tek bir hadisi almak için Medine’ye
bir aylık mesafede olan Şam’a Abdullah b. Üneys’e
gitti. İbn Hacer, Sahâbe’nin hadis muhafazasının ka­
nıtlarından olan Cabir’in bu rıhlesini kıymetlendi­
rirken şöyle der: “Cabir b. Abdullah’ın, Abdullah b.
Üneys’ten kendisine rivayet edilen hadisle iktifa et­
meyip, onu bizzat Abdullah b. Üneys’ten dinlemek
için kalkıp Şam’a gitmesi, Sahâbe’nin âlî isnada ver­
diği önemi gösterir.” Bu noktada Ebu’l-Âliye de şöyle
der: “Biz Allah Rasûlü’nün Ashâbmdan nakledi­
len hadisleri dinler, buna razı olmayıp kalkar onlara
gider, bizzat hadisi kendilerinden alırdık. Münferit
olarak ya da cemaat hâlinde hadisleri müzakere eder;
bu şekilde unutmaya engel olurduk.”^ Ebû Hureyre

îbn Hacer, Şihâbuddin Ebu'l-Fazi Ahmed b. Ali b. el-Askalânî,

-14-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

(r.a) da geceyi üçe böler; üçte birinde namaz kılar,


üçte birinde uyur, üçte birinde de Allah Rasûlü’nün
hadislerini okurdu? Sahâbe, tabiûna da, hadisle­
ri muhafaza noktasında kendi aralarında “müzakere”
yapmayı önermiştir. Bu noktada Enes b. Malik öğren­
cilerine şöyle derdi: “Biz Allah Rasûlü’nün huzu­
runda hadisi dinler, kalktığımızda da hıfz edene kadar
onu tekrar ederdik.” Nitekim Atâ b. Ebî Rebah da îbn
Abbas’m konuyla alakalı şöyle dediğini rivayet etmek­
tedir: “Benden bir hadis duyduğunuzda onu aranızda
müzakere ediniz.”^ Sahâbe’nin hadis müzakeresi ve bu
noktadaki telkinleri, tabiûn döneminde hadis halka­
larının yaygınlaşmasına zemin hazırladı. Daha sonra
ise, hadisin sahihini zayıf ya da mevzusundan ayıran,
sened-metin tahlili yapan muhaddisler geldi. Allah
Teâlâ bir şevki İlahîyle Kur’an-ı Kerim gibi Sünnet’i
de muhafaza edecek bir neslin yetişmesi için vesileler
halketti.

Rivayet Sistemi
İnsan hayatının tecessüsü haram olmasına^ rağ­
men muhaddisler, “sahih” hadisi “zayıf” ya da “mev-

Fethul-Bârî, I, s.210, Dâru'l-Fikr, Beyrût, 2000.


5 Hatib el-Bağdâdî, Ebu Bekir Ahmed b. Abdülmecid, el-Câmi’
li-Ahlâki’r-Râvî ve Âdâbi’s-Sâmi’, II, s.399, Mektebetu’l-Mearif,
Riyad, 1989.
® el-Hâkim, Ebu Abdillah Muhammed b. Abdillah, el-Müstedrek,
îlim, H. No: 324, Dârül-Kütübi'l-îlmiyye, Beyrût, 1990.
Hucurât, 49/1.

15-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

zu’sundan ayırabilmek için rivayet sistemi içerisinde


yer alan her bir ravinin hayatını detaylı bir şekilde in­
celemiş ve bu bağlamda onbinlerce insan kayda geç­
miştir. Bir halkada hadis rivayet edilirken, alana vâkıf
olanlar rivayet zinciri içerisinde yer alan râvîleri tanır;
hemen hepsi hakkında hükmünü verebilirdi. Mücte-
hid imamların içtihat halkalarında da muhaddisler
yer alırdı.
Bazı sahâbilerin bir rivayeti naklederken “ jj jaiî jh
4UI /Sanki şimdi Allah Rasûlü’ne bakıyorum.”
şeklinde ifadeler kullanması, hem hâdiseye verdikleri
önemi, hem de hadis ilmine ayrıntısıyla vâkıf olduk­
larını gösterir.
Peki, Sahâbe neden Sünnet’i koruma noktasın­
da olağanüstü bir gayret içerisinde olmuş, her gitti­
ği yerde Allah Rasûlü’nden bahsetmiştir? Çünkü
Kur’an-ı Kerim pek çok âyet-i kerîmede Allah Rasû­
lü’ne ittibâ etmeyi emretmektedir. Allah Teâlâ’nın
korunmayacak bir Sünnet’e ittibâ etmeye çağırması,
sonra da hurafelerle amel edenlerden bunun hesabını
sorması adalet-i İlâhîye sığmaz. Hangi Müslüman Al­
lah Teâlâ’ya böyle bir isnatta bulunabilir? Bu durum­
da Allah Rasûlü’ne itaat etmeyi emreden her âyet
Sünnet’in korunmuş olduğunu da ilan eder.
Kur’an-ı Kerim’de en fazla vurgulanan talimatlar­
dan biri de Allah Rasûlü’ne itaattir. Pek çok sûrede
bu hususu ihtiva eden âyetler vardır. Bir gurup insan.

-16-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

“Ey Muhammed! Biz rabbimizi seviyoruz” deyince;®


Allah Teâlâ temelinde “peygambere ittiba” olmayan
mücerred bir sevginin hükümsüz olduğunu beyân
noktasında şöyle buyurmuştur: )De ki: 'Al­
lah'ı seviyorsanız bana uyun ki karşılığında Allah da
sizi sevsin ve günahlarınızı affetsin.”^ Allah Rasûlü’ne
ittibâ, İlâhî sevgiye nâiliyete; muhalefet ise azaba
sebep olur. İnsanların İlâhî merhamete nail olmala­
rı gibi, Cennet’e girmeleri de Allah Azze ve Celle’ye
itaatin yanında Allah Rasûlü’ne itaate bağlanmış­
tır.^® Allah Rasûlü’ne itaati emreden her âyetten
sonra şu hakikati tekrar etmeli: “Mademki Sünnet’in
İlâhî koruma bağlamında olmadığını savunuyorlar,
bu durumda bugün aramızda Sünnet-i Seniyyesi ile
yaşayan Peygamber’e nasıl itaat edileceği sorusuna da
fasid tevillere gitmeden cevap versinler.”
Kur’an-ı Kerim’in, Allah Rasûlü’ne itaati, Al­
lah’a itaatle aynı cümlede ve birini diğerine atfederek
vermesinden, ikisinin de farklı şeyler olduğu, dola­
yısıyla Peygamber’in tebliğ ettiği Kur’an gibi, Sünne-
ti’nin de esas alınması gerektiği anlaşılır. Mademki
Allah Rasûlü Rabbinden aldıklarını tebliğ ediyor,
o halde getirdiği de, bildirdiği de Rabbi’ni razı edecek
hakikatler bağlamında değerlendirilir. Bu durum, Al­
lah Rasûlü’ne itaat etmeyi, Allah’a itaat etme sevi-

**Abdulmehdî b. Abdulkadir, el-Medhal ile’s-Sünne, s.79, Dâru’l-


İ’tisâm, Kahire, 1998.
’ Âl-i İmrân, 3/31.
Âl-i İmrân, 3/132; Nisâ, 4/13.

17-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

yesine çıkarır. Zira ‘‘Kim Rasûle itaat ederse muhakkak


ki Allaha itaat etmiş olur.”'^ buyrulmaktadır.
Şeriat, Allah Rasûlü’nün Sünnetiyle kâmil ol­
duğundan, Müslümanlar aralarında hükmetmek için
Allah’a ve Rasûlü’ne çağrıldıklarında “İşittik ve itaat
ettik.” derler. Allah Teâlâ, Sünnet’e ittibânm kaçınıl­
maz olduğunu Müslümanlara öğretme bağlammda,
gerçekte hüküm kendisine ait olduğu halde,
kelimesindeki zamiri “tesniye” yerine “müfred”
olarak zikrederek Allah Rasûlü’nün yalnız başına
hükmedeceğine işaret etmiştir. Nitekim ulemâ Sün­
net’in; Kur’an’m mücmelini açıklayan, mutlakım tak-
yid eden, umumiyet ifade eden, nazmını tahsis eden
yönü yanında, hükmü Kur’an-ı Kerim’de beyân edil­
meyen mevzularda müstakil olarak hüküm koyan bir
kaynak olduğunu belirtmiştir.
Namazların hangi vakitlerde, kaçar rek’at ve nasıl
kılınacağı, hangi rükünlerde nelerin okunacağı, oru­
cun nasıl tutulacağı, zekâtın hangi mallardan ve ne
kadar verileceği, haccm nasıl yapılacağı gibi hususlar
Kur’an’da olmadığından Allah Rasûlü’nün Sünne­
tiyle beyân edilmiştir. Fıkıh kitaplarında yer alan hü­
kümlerin önemli bir bölümünün çözümüne hadisler
üzerinden ulaşılmıştır. Sünnet aynı zamanda Kur’an-ı
Kerim’de yer almayan pek çok meselenin hükmünü
de belirtmiştir. Bir kadının âdet hâlinde namaz kıla-
“ Nisâ, 4/80.
Nûr, 24/51.
i’Nûr, 24/51.

18-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

mayacağı ve oruç tutamayacağı, buna mukabil sadece


tutamadığı oruçları kaza edeceği, şuf’a hakkı ile ilgili
hükümler, ninenin mirastan alacağı pay gibi husus­
lar Sünnet tarafından belirtilmiştir?'* Pek çok hadisin
doğrudan; özürlü on kadının da Allah Rasûlü’ne
gelip, “Bu halde namaz kılalım mı Ya Rasûlallah?”
diye sormaları dolaylı olarak göstermektedir ki bu
kadınlar âdet kanı gördüklerinde namaz kılmıyorlar­
dı ki, özrü de âdet bağlamında değerlendirip, Allah
Rasûlü’ne sorma ihtiyacı hissetmişlerdi. Kadınla­
rın âdet hallerinde ibadet etmeleri gerektiğini savu­
nanların neredeyse tamamının “Kur’an Müslümanı”
olması aslında niçin Sünnet’i inkâr ettiklerinin de
cevabıdır. Allah Rasûlü’ne rağmen hüküm koyan­
ların, masum bir Peygamber’in Sünneti’nin önemli
bir kısmını Kur’ana aykırı bulup reddetmeleri, kendi­
lerine masumiyet isnat etmeleri anlamana gelir. Gü­
nahkârların hüküm koyduğu bir zamanda, masum bir
Peygamber’in müstakil olarak hüküm vermesinden
niçin rahatsızlık duyulur?
Allah Rasûlü’ne muhalefet etmeyi yasaklayan
âyetler de, Peygamber’e rağmen bir İslâm’dan bahset­
menin dünyada sapıklığa, Ahirette ise Cehennem’e
girmeye sebep olduğunu belirtmektedir: “Allah ve

Nisâ Sûresinin 23. âyet-i kerîmesinde karâbet, rada ve sıhriyet


yoluyla evlenilmesi haram olan kadınlar zikredilmiş, bir sonraki
âyette ise bu kadınlardan başkaları ile evlenmenin helal olduğu
beyân edilmiştir. Fakat bir erkeğin hanımı üzerine onun teyzesi
ile evlenemeyeceği hususu ise Sünnet tarafından tayin edilmiştir.

-19
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

Rasûlü bir meselede hüküm verdiğinde, inanmış bir


erkek ve kadın için o meseleyi kendi isteklerine göre
seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Rasûlü ne karşı
gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.”^^ Kur’an-ı
Kerim’i, Allah’ın muradı yerine, insanın hevası çer­
çevesinde anlamanın yolu Sünnet’in sistem dışına
itilmesiyle açılacağından, Efendimiz’in Sünneti’ne
isyan, “sapıklık” bağlamında zikredildi ve Allah
Rasûlü’ne başkaldırı aynısıyla Allah’a başkaldırı
olarak tavsif edildi. İhtilaf edilen bir hususta Allah
Rasûlü’nü hakem yapmayanların Müslüman ola­
rak kabul edilemeyeceği belirtildi. Allah’a, Rasû­
lü’ne ve Müslüman idarecilere itaat etmeyi, ihtilaf
durumunda ise mevzuyu Allah’a ve Rasûlü’ne arz
ederek ilâhı ya da nebevi talimatlara göre çözmeyi
emreden âyeti kerîme de*^ geçen j| ifadesinden
Allah’ın Kitab’ı; ifadesinden de Allah Rasû­
lü’nün Sünneti anlaşılmaktadır.*® Ayrıca
Jjb 4İJI âyetinde zikredilen
şeklindeki emir fiilinin “Allah” ve “Rasûl” kelimele­
rinden önce zikredilmesi, buna mukabil “ulu’l-em-
r”den evvel zikredilmemesi, Allah Rasûlü’nün
Kur’an-ı Kerim’i tebliğ bağlamı dışında, beyân et­
tiği hususlarda da müstakil olarak itaat mercii ol-

‘5 Ahzâb, 33/36.
‘®Nisâ, 4/65.
Nisâ, 4/59.
İbn Abdilberr, Ebu Ömer Yusuf b. Abdillah, Câtniu Beyâni’l-
îlm, I, S.765, Dâr-u Îbni’l-Cevzî, 1994.

20-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

duğunu bildirir. Nitekim “ulu’l-emr”den önce


fiilinin hazfedilmesi ve “Rasûl” kelimesi üzerine at­
fedilmesi, idarecilerin müstakil olarak itaat mercii
olmadıklarını ve bu yüzden de onlara itaatin ancak
Paygambere ittibâ etmeleri şartıyla doğru olacağı,
aksi takdirde ise hiçbir şekilde idareciler için itaatin
söz konusu olmayacağını isbat eder.”
Allah Rasûlü’nün Sünneti’nin “vahiy” olduğunu
beyân eden Kur’an-ı Kerim O’na itaatten yüz çevirme­
yi de küfür olarak nitelemektedir.Nitekim Âl-i îm­
rân Sûresindeki âyet-i kerîmede Allah’a ve Rasûlü’ne
itaat emredildikten sonra, ikisinin arası ayrılmadan,
yüz çevirenlerin kâfir olduğu belirtilmektedir.
Kur’an-ı Kerim çok sayıda âyette Allah Rasûlü’ne
ittibâyı emretmekte, ona muhalefeti “küfür” ola­
rak nitelemekte ve kulların İlâhî muhabbete muhatap
olabilmelerinin yolunun da Efendimiz’e ittibâ oldu­
ğunu beyân etmektedir. Bugün Allah Rasûlü ara­
mızda olmadığına, Kur’an’m âyetleri de bütün zaman
ve mekânı kuşattığına göre insanlar Allah Rasûlü’ne
itaat emrini, O’nun Sünnetiyle amel ederek yerine
getirecektir. Kur’an-ı Kerim’in, Sünnet-i Seniyye ışı­
ğında anlaşılmasını “uydurulan din” olarak gören ve
Sünnet’in Kur’an-ı Kerim gibi korunduğu hakikatini
reddedenler bu hâlleriyle “Allah’ın, Rasûlü’ne itaati

Îbnu’l-Kayyım el-Cevziyye, Ebû Abdillah Muhammed b. Ebi


Bekr b Eyyyub, Î'lâmu’l-Muvakkıîn, I, s.48, Dârül-Kitâb el-
Arabî, Beyrût, 1996.
Âl-i İmran, 3/32.

-21-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

emreden âyetlerinin, Müslümanları sahihi mevzu-


undan ayrılamayan hurafeler mecmuası olan Sün­
nete uymayı emrettiğini” savunmaktadırlar.
Kur’an tarihsel olmadığına ve her bir âyet zaman
ve mekân üstü hakikatleri içerdiğine, Allah Rasûlü
aramızda olmadığı hâlde şu kadar âyet-i kerîme
ümmeti Peygamber’e itaat etmeye çağırdığına, aksi
bir hâlin “küfür” olduğu icmaya medâr olduğuna
göre, “Rasûle itaat ediniz.” şeklindeki âyet-i kerîme­
lerin tek bir izahı olur ki; o da, Sünnet-i Seniyye’nin
vahiy kabul edilmesidir.
Allah Teâlâ, Kitabının murad-ı İlâhî çerçevesin­
de anlaşılmasını temin için O’nun mübeyyini olan
Rasûlü’nün Sünneti’ni de muhafaza etti. Aksi bir
durum Kur’an’ın -hâşâ- uydurulmuş hadislere ittibâ-
yı emrettiğini iddia etmek olur ki bu da söyleyen için
felakettir.

ıjtsJI 4JUb SI3 J^s»- il


(SbJb l'j'^

Mart 2017
İhsan ŞENOCAK

-22
SÜNNETİ REDDEDEN KUR'AN MÜSLÜMANLIĞI NIN
ARKA PLANI**

ilise, tarih boyu Kur’an-ı Kerim’le Allah

K Rasûlü üzerinden hesaplaştı; O’nun


şahsına dair yalanlar uydurdu; sonra da
o yalanları “hakikat” niyetine asırlarca ders kitapla
rında okuttu. Efendimiz’e “hasta”, “yalancı peygam­
ber”, “deccal” gibi atılan iftiralar hiç sorgulanmadan
Kilise koridorlarında tekrar edildi. İslâm, doğrula­
rıyla mahkûm; Batı ise yalanlarıyla kahraman oldu.
“Sömürünün keşif kolu” olan Oryantalizm de aynı
yalanlardan beslendi. Bu yüzden Montgomery Watt,
tarihî süreç içerisinde hiçbir büyük şahsiyet Hz. Mu-
hammed’in Batı’da kötülendiği kadar kötülen-
memiştir, dernektedir.^^ Kilise’nin Allah Rasûlü’ne
dair uydurduğu yalanlarına kanıp İslâm’la sava-
Montgomery Watt, Muhammad at Madina, Oxford University
Press Oxford, s. 324,1956.

* Ayet-i Kerîmelerin bir kısmının manası, Tefsirli Meal şek­


linde verilmiştir. Bazı Hadîs-i Şerifler de bu şekilde tercüme edil­
miştir.
-23-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

şanlar fetihlerle İslâm’ın adaletini görünce hakikatle


yüzleşti, Müslüman oldu. Dünya genelinde yürütü­
len misyonerlik çalışmalarına rağmen hiçbir Müs­
lüman irtidat edip İslâm’dan Hristiyanlığa geçmedi.
Lâkin Mısır, Suriye, Anadolu başta olmak pek çok
bölgede insanlar Sahâbe'yi görür görmez ihtida edip
Müslüman oldu.

Kilise'nin Medine Operasyonu


İslâm’ın kendi topraklarında intişarına mani ola­
mayan Kilise, gayr-i ahlaki hamlelerini hayatın hemen
her alanına taşıdı; bu çerçevede, özel yetiştirip Me­
dine’ye gönderdiği adamları vasıtasıyla Allah Rasû­
lü’nün naaşım kaçırmak için dahi çalışma yaptı.

"Kurtar Beni Nureddin!"


Selçuklu Atabeyi Nûreddin Mahmud Zengi’nin
karşısında bozguna uğrayan Haçlılar Müslümanları
moral cihetiyle çökertebilmek için Allah Rasûlü’nün
mübârek bedenini mezarından kaçırıp Avrupa’ya
götürmek için iki kişiyi görevlendirdi. İyi derece
Arapça konuşan ve Mağribli kıyafetiyle Medine’ye gi­
den bu iki şahıs orada Ravza-i Mutahhara’nm kıble ta­
rafına yerleşti; emellerine ulaşabilmek için haftalarca
her şeyi tam bir Müslüman gibi yaptı. O kadar ki, Nu­
reddin Zengi sorduğunda, Medineliler şöyle diyerek
onları tezkiye edecekti: “Bunlar sürekli oruç tutar, beş
vakit namazı Ravza’da kılar, Efendimiz’in kabrini

-24-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

ziyaret eder. Her sabah, içinde on bin Sahâbe yatan


Bâkî’ Kabristanına; her cumartesi de Küba Mescidi’ne
gider ve asla hiçbir dilenciyi geri çevirmezler.”
Kıtlık yılında yaptıkları intaklarla Ehl-i Medine’nin
güvenini kazanan bu iki Hristiyan, her gece evlerin­
den Allah Rasûlü’nün kabr-i şerifine doğru tünel
kazmakta, çıkan toprağı da üzerlerinden hiç çıkar­
madıkları Mağribîlerin giydiği abanın içinde kamuf­
le ederek Bakî’ mezarlığına götürmekteydiler. “Ne
yaptıklarını soranlara ise, mezarlığı ıslah ettiklerini
söylemekteydiler. Tünelin, Allah Rasûlü’nün kab­
rine yaklaştığı günlerde Nureddin Zengi teheccüdü
kılıp evrâd-u ezkârmı okuduktan sonra istirahate çe­
kilir. Uykuya daldığı esnada rüyasında Allah Rasûlü
zuhûr edip bu iki kumral adamı gösterir ve “Bana
yardım et, beni bu iki adamdan kurtar!” buyurur. Nu­
reddin Zengi korkuyla uyanır, abdest alır, namaz kı­
lar ve tekrar uyur. Aynı rüyayı görür, uyanır, namaz
kılar ve uyur. Ardından rüyayı üçüncü defa görünce
kalkar, “Uykum kaçtı.” der. Gece, veziri Cemâleddin
Mevsılî’ye adam gönderip çağırtır, rüyasını ona anla­
tır ve görüşünü sorar. Vezîr de, “Neden duruyorsunuz
ki? Medine-i Münevvere’ye hareket ediniz, gördükle­
rinizi de kimseye anlatmayınız Sultanım!” der. Nu­
reddin Zengi gecenin devamında yol hazırlığı yapar,
kimseye duyurmadan yanında veziri, Medine halkına
dağıtılmak üzere çok sayıda mal ve 20 süvâri olduğu
halde Şam’dan Medine’ye doğru yola çıkar. 16 günde

25-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

Medine’ye ulaşır. Şehrin dışında gusül abdesti alır,


sonra Ravza’ya gidip namaz kılar ardından da Allah
Rasûlü’nün kabrini ziyaret eder. İnsanların mescit­
te toplandığı, onunsa ne yapacağını bilmez bir halde
oturduğu bir esnada vezir Cemâleddin şöyle diyerek
halka seslenir: “Sultan, Efendimizi ziyârete geldi.
Ehl-i Medine’ye de sadaka babından mühim hediye­
ler getirdi. Şimdi tüm Medîne’lilerin isimlerinin yazılı
olduğu bir liste hazırlayınız!” Yetkililer halkın tama­
mının olduğu bir liste hazırlar. Sultan da hediyelerini
almaları için listede adları bulunanların huzura çık­
malarını emreder. Herkes listeye göre gelip Sultanın
huzuruna çıkıyor, hediyesini alıp gidiyordu. Bu sırada
Sultan hediye almak için huzura çıkanların yüzüne
dikkatle bakıyor, Allah Rasûlü’nün rüyada kendi­
sine gösterdiği o iki adamı arıyor lâkin bulamıyordu.
Hediye verdiğine ayrılmasını söylüyor, alanı boşaltı­
yor, dikkatlice bakıyor fakat yine de rüyadaki gibi bir
adama gözleri ilişmiyordu. Nihâyet herkes hediyesini
aldı, listede adı olanlardan kimse kalmadı. Lâkin Sul­
tan hâlâ rüyasındaki iki kişiyi göremedi. Bunun üze­
rine çevrede bekleyen Medineliler’e, “Sadaka almayan
kimse kaldı mı?” diye sordu. Onlar da, “Hayır” dedi.
Sultan, “İyice düşünün!” dedi. Bunun üzerine, “Hiç
kimseden bir şey almayan Faslı iki kişi var. Onlar da
muhtaçlara çokça sadaka veren salih ve zengin iki zat­
tır.” dediler. Sultan bunları duyunca rahatladı. “O iki
kişiyi derhal bana getirin.” diye emretti. Az bir zaman

-26-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

sonra iki kişi getirildi. Mağribîler Sultanın huzuruna


girince ortalığı derin bir sessizlik kapladı. Nureddin
Zenginin karşısında Allah Rasûlü’nün işaret bu­
yurup, “Beni bunlardan kurtar!” dediği iki kumral
adam duruyordu. Sultan bir müddet sonra toparlandı;
onlara nereli olduklarını sordu. Onlar da “Mağrib’te-
niz. Hacc için geldik ve bu seneyi Allah Rasûlü’nün
yanında geçirmek istedik.” dediler. Bunun üzerine
Sultan, “Bana doğru söyleyin!” diye onları ikaz etti.
Onlar ise ısrarla doğru söylediklerini iddia ettiler.
Sultan, “Peki eviniz nerede?” diye sordu. “Mescidin
yakınında bir ribatta kalıyoruz.” dediler. Sultan ikisini
derdest edip birlikte onların evine gitti. Evde her şey
normaldi. Medineliler de onların hayır sahibi olduk­
larına şehadet etmekteydi. Nureddin Zengi, “Subha-
nallah! Rüyada gördüklerimden bir şey ortaya çıkma­
dı.” diye mırıldandı. Evin içerisinde dolaşırken yerde
serili bir hasır gördü; eğilip kaldırdı. Tam bu noktada
Allah Rasûlü’nün kabrine doğru giden bir tünel
gördü. Kilise’nin bu iki görevlisi suçlarını itiraf edince
Nureddin Zengi de onları idam etti.^^
Kur’an-ı Kerim’le Allah Rasûlü üzerinden he­
saplaşan Kilise, merkezinde Peygamber olmayan bir

^^Bkz: es-Samhûdî, Nureddin b. Ali b. Ahmed, Vefâul-


Vefa bi Ahbari Dâri’l-Mustafa, II, 648-652, Dâru’l-Kütübi’l-
îlmiyye, Beyrût, ty.; îbnül-îmâd el-Hanbelî, Abdülhayy b.
Ahmed, Şezerâtuz-Zeheb, VI, 830, Dâru'l-Kütübi'l-îlmiyye, ty.;
Abdulğani, Muhammed îlyas, Tarihu’l-Mescidi’n-Nebeviyyi’ş-
Şerif s. 176-179, Medine, 2003.

-27-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

dinin dağılacağını düşündüğünden her vesileyle okla­


rı Allah Rasûlü’ne çevirdi. Lâkin “Allah seni insan­
ların (tuzaklarından) koruyacaktır. Şüphesiz ki Allah
o kâfirler topluluğunu (hakkında kurdukları planlar
noktasında) gayelerine ulaşmaktan mahrum bıraka­
caktır^^ âyeti tecelli etti; Peygamberini yaşarken ko­
ruyan Allah Azze ve Celle, vefatından sonra da O’nu
muhafaza etti. Madde planında hedeflerine yaklaştık­
ları anda Nureddin Zengi’yi vasıta kılarak onlara ölü­
mü tattırdı.
Nureddin Zengi hadisenin bir daha tekrar etme­
mesi için Allah Rasûlü’nün kabri etrafına derin
bir hendek kazdırdı. Sonra da bu hendeğe eritilmiş
kurşun döktü; Kilise görevlilerinin açtığı tünel de ka­
patıldı. Medine’de Müslümanlar rahatladı; Kur’an-ı
Kerim’le Allah Rasûlü üzerinden hesaplaşan Kili-
se’nin payına ise matem düştü.

Kilise'nin Aktörlerini Müslümanlar Arasından


Seçtiği Senaryo: Meaicililk
Her hamlesinde yalanları ve tuzakları elinde kalan
Kilise yine de Kur’an-ı Kerim’le hesaplaşmaktan geri
durmadı. Tarihi süreç içerisinde mücadele usulü de­
ğişti lâkin kin, öfke ve komplo teorisyenliği hep aynı
kaldı.
Kiliseden ödüllü Seyyid Ahmed Han’ın ikliminde
19. yüzyılın sonlarında Hindistan’da ortaya çıkan ve

Mâide, 5/67.

-28
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

Sünnet-i Seniyye yi reddedip yalnızca Kur’an-ı Kerim’i


esas alan Kuraniyyûn hareketi/Mealcilik de Kur’an’la
Peygamber üzerinden hesaplaştı. Hareketin omurga­
sını oluşturan, bu yüzden de kurucusu kabul edilen
Abdullah Çekrâlevî Kur’ân’m anlaşılması ve hayata
tatbik edilmesi noktasında risaletin rolünü inkâr etti.
Başlangıçta Kur’aniyyûn’un iki lideri vardı. Bun­
lardan Mühibbu’l-Hak Azimâbâdî Hindistan’ın do­
ğusunda; Çekrâlevî ise Lahorda düşüncesini yaymak­
taydı. Azimâbâdî zahirde Müslümanlara muhalefet
etmiyor; lâkin bütün hükümleri Kur’an-ı Kerim’den
çıkarıyordu. Çekrâlevî ise ne yapmak istediğini ilk
yıllarda izhar etti. Adı “Ehlü’z-Zikri ve’l-Kur’an” olan
bir fırka oluşturdu.

Böl, Parçala, Yönet


Hindistan’da 1857 yılında başlayıp, 1858’de bastırı-
labilen ayaklanma ile îngilizler ciddi anlamda sarsıl­
mış ve itibarlarını kaybetmişti. Müslümanların birle-
şip tek bir sancak altında tekrar taarruza geçmelerini
önlemek için Pakistan ve Bangladeş’i Hindistan’dan
koparmanın altyapısını hazırlayan îngilizler, Müslü­
manları birbirinden kalın çizgilerle ayırabilmek için
farklı fırkaların oluşması noktasında hiç boş durmadı.
Ehl-i Sünnet karşısında tarih olan mezheplere dair ne
kadar hurafe varsa hepsi arşivlerden ilim meclislerine
taşındı. Ulema iç çatışmanın içine çekilerek, ön aça­
cak kurucu metinler yazmaktan mahrum edildi.

-29
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

“Bize Kuran yeter!” iddiasıyla Sünnet’i reddeden


Kur’aniyyun hareketi, Müslümanlar içerisinde bir bö­
lünmeye sebep olması cihetiyle îngilizler’in “llj
Böl, parçala, yönet” anlayışına hizmet etti.
Hindistan’da daimî olarak kalmayı hedefleyen İn­
giltere, Seyyid Ahmed Han gibi îngilizlerin menfa­
atleri için dini vasıta yapmaktan imtina etmeyecek
isimler bulmakta zorlanmadı. îngilizler, işbirlikçi­
lerine maddi anlamda yardımcı olduğu gibi, itibar
görmeleri noktasında da onlara ciddi manada katkı
sağladı. Gulam Ahmed Kâdiyânî ya da Çekrâlevî gibi
isimleri de ya doğrudan ya da dolaylı olarak yetiştirdi.
Ne var ki bunların sayılarının artması Müslümanların
birbirleriyle olan ihtilaflarının daha da derinleşmesi­
ne sebep oldu. Böylece ilim talebeleri İngiliz işgaliyle
değil de dinini tahrif eden adamlarla mücadele etmek
zorunda kaldı.
Kur’âniyyûn da diğer bütün fırkalar gibi Ümmet’in
tek safta toplanması talebiyle meydan yerine çıktı.
Tevhitten bahsetti; lâkin kendileri gibi olmayanları
şirke düşmekle itham etti.

Çelişkiler Mecmuası: Kur'an Müslümanlığı


Ashab-ı Kiram, İslâmî hükümleri Kur’an-ı Ke­
rimden ve Allah Rasûlü’nün O’nu beyan eden Sün-
neti’nden almıştır. İslâm uleması da Sünnet’in ikinci
kaynak olduğu noktasında icma etmiştir. Namaz,
zekât, hac vb. Kur’an-ı Kerim’in kalın çizgilerle ifade

30
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

buyurduğu hususları Sünnet tafsil etmiştir. Bu nokta­


da Sünnet, Kur’an-ı Kerim’i o derece beyan etmiştir
ki, “Eğer Sünnet olmasaydı Kur’an’ın bir kısmı anlaşıl­
maz, namaz, zekât, hac dahil pek çok husus müminle­
rin ne olduğunu tam olarak idrak edemeyeceği emir­
ler olarak kalır ve edaları imkansız olurdu.” demek hiç
de mübalağa olmaz. Bunun içindir ki Allah Azze ve
Celle, “İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için
sana bu Kuram indirdik.’^'^ buyurmaktadır. Ne var ki
Sünnet’i reddederek Kur’an-ı Kerim’i anlaşılmaz hâle
getirmek, sonra da O’nu küresel sömürü sisteminin
menfaatlerini tehdit etmeyecek bir muhtevada hevâ
kalıplarına döküp şekillendirmek isteyen Mealciler,
Allah Kelâmı’nm ne olduğunu ulemanın ders halka­
larında öğrenmediklerinden, O’nu idrak etmekten de
mahrum olmuşlardır. Yaşanan bu mahrumiyetin te­
mel nedeni ise, “doğru’nun ne olduğunu bilmedikle­
rinden, Kur’an-ı Kerim’e dair ilk duyduklarını “doğru”
kabul etmeleridir. Bu yüzden aşağıda tahlil edeceği­
miz vehimlere, “Mealciliğin omurgasını oluşturan de­
liller” olarak sarılıp Sünnet’e hasım oldular.

2'* NahI, 16/44.

-31-
KUR'AN MÜSLÜMANLIĞI NIN İDDİALARI
ve GERÇEKLER

I. "Kur'an Bize Yeter" İddiası


Kur’an Müslümanları’na/Mealciler’e göre,
Kur’an-ı Kerim’de her şey vardır. Her konuda o bize
yeter. Müslümanlar İslâm’a göre bir hayat yaşamak
için Sünnet’e muhtaç değillerdir. Bu noktada Çekrâ­
levî şunları söylemektedir: “Kur’an-ı Kerim dinde
kendisine ihtiyaç duyulan her şeyi, her cihetten ay­
rıntılı bir şekilde beyan etmiştir. O halde Sünnet’e
neden ihtiyaç olsun?”^^ Başka bir vesileyle ise şöyle
demektedir: “Allah’ın kitabı kamil olmakla birlikte
tam olarak da açıklanmıştır. Anlaşılmak için ne şer­
he, ne Muhammed’in O’nu tefsir etmesine ihtiyacı
vardır.”2^

Çekrâlevî, Mecellet-u Îşâati’l-Kur’an, sy. 3, s. 49,1902,


25 Hâdim Hüseyin İlahî Bahş, el-Kufaniyyûriy s. 211.

-33
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

Cevap: Kur'an Usûl, Sünnet Esastır


Kur’an-ı Kerim’de İslâm’ın temel esaslarını muh­
tevi pek çok âyet olduğu bir hakikattir. Lâkin O’nun
küçük büyük her şeyi ihtiva ettiğini söylemek ise
normal bir aklın ürünü olamaz. Böyle bir Kur’an,
ezberlenmek şöyle dursun, okunamaz da. Hakikaten
Çekrâlevî’nin iddia ettiği gibi Kur’an-ı Kerim, Sün­
net’e muhtaç değilse, bu Ümmet beş vakit namazın
ne olduğu ve nasıl kılınacağı noktasında hangi âye­
te müracaat edecekti? Her bir farz namaz kaç rekat
olmalıdır? Namaz kılan ayakta, rukuda, secdede ne
okuyacak... Koyunun, ineğin, devenin zekatı ne ka­
dar olacak? Bütün bunların ayrıntısını Allah, Rasû­
lü’ne bıraktı. O da Ümmet’e beyan etti.
Allah Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’de daha çok ana esas­
lardan ve kaidelerden bahseder. Ara ara da cüzi mese­
lelere girer. Kur’an -daha çok- usûl. Sünnet ise o usûl
üzerine ibtina eden tebyîndir.

***

-34
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

II/'Sünnet Vahiy Değildir" İddiası


Mealciler, Sünnet-i Seniyye’nin “vahiy” değil, Allah
Rasûlü’ne yalan-yanhş olarak isnad edilen bir takım
sözler olduğunu iddia etmektedir. Bu noktada Çekrâ­
levî de, “Biz yalnızca Allah’ın indirdiği Kur’an’a ittiba
ile sorumluyuz. Bazı hadislerin kat’i bir şekilde Pey­
gambere ulaştığı farz edilse de yine bağlayıcı olmazlar.
Çünkü hiçbiri Allah’tan gelen vahiy değildir.” der.

Cevap: Allah Rasûlü Heva ve Hevesinden


Konuşmaz^^
1. Kur’an-ı Kerim’i insanlara Allah Rasûlü teb­
liğ etti, O açıkladı, O hayata taşıdı. Allah Teâlâ neyi,
nasıl emrettiyse O da, o şekilde ve o surette beyan
etti. Muhal farz... Aksi durumda olacakları Kur’an
şöyle beyan etmektedir: “Eğer Peygamber bize atfen
bazı sözler uydurmuş olsaydı, elbette Onu kıskıvrak
yakalardık. Sonra da Onun can damarını koparırdık.
Hiçbiriniz buna mani olamazdınız!"^^
Bu âyeti tebliğ eden bir Peygamber’in helal-haram
koyma^’ yetkisi olmasaydı, helal ve haramlara dair
koyduğu ölçülerden dolayı hayatta kalamazdı.^® La-
Tahrîm Sûresi 3. âyet bağlamında Sünnet'in vahiy olduğu­
na dair diğer bir delil için Bkz: İhsan Şenocak, Tahrîm Sûresi,
https://www.youtube.com/watch?v=VMZ7eVWollM (Dk. 01:00-
24:00)
Hâkka, 69/44-47.
A’râf, 7/157.
“ Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanları, "Ey peygamber! Eş­
lerinin rızasını arayarak, Allah’ın sana helâl kıldığı şeyi sen ni-

-35-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

kin bu noktada bir derdest etme hâli olmadığına göre


Allah Rasûlunün bütün ameliyelerini Şer’i ölçüler
çerçevesinde yaptığı ortaya çıkar. Âyete göre Peygam­
ber-i Ekber’in din adına konuştuğu her şey Allah
Teâlâ’nın muradına uygun olmalıdır. Bu da ancak Al­
lah’ın, Rasûlü’ne bildirmesiyle mümkündür. Bu du­
rumda doğrudan dine taalluk eden Sünnet de vahiydir.
Zira Sahâbe ve sonraki kuşaklar da Sünnet’i vahiy ka­
bul etmiştir. Eğer Sünnet vahiy olmasaydı -hâşâ- Al­
lah’a rağmen konuşan bir Peygambere ittiba ettiklerin­
den dolayı Sahâbe Allah’ın Kitabı’nda övülmezdi.’^
Sahâbe hem Kur’anı anlama noktasında hem de
şâir hususlarda Sünnet’in sahibine iktida ettiğinden
âyet-i kerimelere muhatap olma noktasında büyük
mesafeler aldı. Dünya düzenini değiştirdi, Hakk’ı
hakim kıldı. Devrin iki büyük imparatorluğundan
birini ortadan kaldırdı, diğerini küçük bir alanda ya­
şamaya mahkum etti. Peygamber’in izinde yürüyen
Sahâbe'nin helak edilmemesi, bir musibetin onları
dağıtmaması, Peygamber’den söz ve fiil planında sa­
dır olan rivayetlerin’^ vahiy olduğunun delilidir. Aksi

çin kendine haram ediyorsun?"(Tahrîm Sûresi 66/1.) âyetinden


yola çıkarak, Allah Rasûlü'nün helal ve haramlara dair ölçüler
koyamayacağını iddia etmekteler. Bu bağlamda Tahrîm Sûre-
si'ndeki bu âyeti nasıl anlamamız gerektiğine dair bkz: Tahrîm
Suresi 1. Ayeti Nasıl Anlamalıyız? (https://www.youtube.com/
watch?v=rwwVMOTwRJQ)
Fetih, 48/10.

Allah Rasûlü’nün beşeri yönünün şerî açıdan hüccet olup


olmamasına dair Bkz: Zeydan, Abdülkerim, el-Vectz fi Usûli’l-

-36
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

takdirde Allah Teâlâ, Sünnet’in sahibi olan Efendi-


miz’i ve O’na iktida eden Sahâbe'yi helak ederdi.
Kur’an-ı Kerim -miras gibi birkaç husus dışmda-
ahkamı ana batlarıyla belirledi. Tafsilatı ise Kur’an’ı
beyan etme vazifesi kendisine verilen^’ Allah Rasû­
lü’ne bıraktı. Müminlere de O’na itaat etmeyi
emretti.
II. Sünnet-i Seniyye, Kur’an-ı Kerim’in vahyedil-
mesiyle başlar. Allah Rasûlü’nün Medine-i Mü-
nevvere’de on altı ay Mescid-i Aksa’ya doğru namaz
kılması, arzu etmesine rağmen yüzünü Kabe’ye çe-
virememesP'* Beyt-i Makdis’i kendi arzusuyla kıble
yapmadığını göstermektedir. Zira aksi olsaydı, vahiy
beklemez, Kabe’ye dönerdi. Fakat dönmedi, bekle­
di. Kur’an-ı Kerim’de Beyt-i Makdis’e doğru namaz
kılmayı emreden bir âyet olmadığına, Müslümanlar
Kabe’yi istemelerine rağmen, âyet gelmediğinden do­
layı Kudüs’e doğru namaz kılmaya devam ettiklerine
göre, demek ki Kudüs’e yönelmelerini emreden Kur’an
haricinde bir nass var. Bu nass da Kur’an-ı Kerim’de
olmadığına göre Allah Rasûlü’ne gelen buyruklar,
bir “Vahy-i Metluv” dediğimiz Kur’an-ı Kerim, bir de
“Vahy-i Gayr-i Metluv” dediğimiz Sünnet diye iki şe­
kilde anlaşılmalıdır.
III. Benû Nadir kabilesi kuşatılıp askeri önlem
gereği ağaçlar kesilince Yahudi ve münafıkların
Fıkh, Müessesetü’r-Risâle, Beyrût, 2003, s. 165.
’’ Nahi, 16/44.
Bakara, 2/144.

-37-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

menfi propagandası üzerine Allah Teâlâ ağaçların


kendi izniyle kesildiğini haber vermiştir?^ Lâkin
Kur’an’da böyle bir izne delalet eden bir âyet yoktur.
Bu durum da göstermektedir ki Allah Rasûlü
vahy-i metlüv dışında ayrı bir kanaldan da Rabbin-
den vahiy almaktaydı.

Haşr, 59/5.

-38-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

lll/'Sünnet'e 'Vahiy' Demek Hadisleri Kur'an


Seviyesine Çıkarır" İddiası
Mealcilere göre İslâm’ı beyan noktasında Peygam­
berden sadır olan Sünnet’i “vahiy” kabul etmek, onu
Kur’an-ı Kerim’in seviyesine çıkaracağı gibi Kur’anı
da Sünnet’in derecesine düşürür.

Cevap: Kur'an, Sünnet; Sünnet de Kur'an


Değildir
Allah Rasûlü Kur’an’la Sünnet’in birbirinden
ayrılması noktasında fevkalede hassas davranmış;
âyetleri deri parçaları üzerine yazan Sahâbe sayfala­
rın kenarına hadisleri de yazınca, onlarda bir Kur’an
melekesi oluşana kadar yazmayı yasaklamıştır. Lâ­
kin daha sonra devlet başkanlarma gönderdiği mek­
tuplar dahil olmak üzere pek çok hadisi bizzat yaz­
dırmış; mesela “Ebu Şah için yazın.”^^'’ buyurmuştur.
Ulema da Kur’an’la Sünnet’i kesin çizgilerle birbi­
rinden ayırmıştır:
♦ Kur’an-ı Kerim lafzı/nazmı itibariyle mucizedir.
Lâkin Sünnet böyle değildir.
♦ Kur’ân’m tilavetiyle ibadet olunur. Fakat Sün­
net’in böyle bir hususiyeti yoktur.
♦ Allah Azze ve Celle Kur’an-ı Kerim’i değişmek­
ten ve tahriften korumayı bizzat üzerine almıştır.
(Sünnet’in Kur’an-ı Kerim’i beyan etmesi cihetiyle,
hadis-i şeriflerin de umumî manada korunduğu bir

Buhârî, İlim, 39; Ebû Dâvud, H. No: 3646.

-39-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

hakikattir.)
♦ Kuranı, -Sünnet’te olduğu gibi- mana üzere riva­
yet etmek caiz değildir.
♦ Kişinin abdestsiz bir şekilde Kur’an-ı Kerim’i tut­
ması haramdır.
♦ Kur’an-ı Kerim’in lafzı gibi manası da Allah’a ait­
tir. Sünnet ise sadece mana cihetiyle vahiydir.^^
Bu ve benzeri farklardan dolayıdır ki fıkıh usu­
lü, hükümlerin delillerini tadat ederken ilk olarak
Kur’an-ı Kerim’i, ikinci olarak da Sünnet’i tahlil etmiş
ve her birini kendi bağlamında değerlendirmiştir. İs­
lâm irfan tarihinde “Kur’an-ı Kerim ve Sünnet eşittir.”
diyen tek bir âlim yoktur.

***

Ayrıntı için bkz. el-Kâsımî, Cemalüddin b. Muhammed Said,


Kavâidut-Tahdis, s.64, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut, 2004; el-
Hatib, Muhammed Acâc, Usûlü’l-Hadîs, s.29, Dâru'l-Fikr,
Dimeşk, 1967.

-40-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

IV. Sünnet'le Amel Etmek Şirktir İddiası


Mealciler, Sünnet-i Seniyye’nin hüküm koymada
belirleyici olduğunu kabul etmenin ''Hüküm ancak
Allah’ındır!'^^ mealindeki âyete aykırı olduğunu ve
“şirk” bağlammda değerlendirileceğini iddia etmekte­
dirler. Konuyla ilgili Hoca Ahmeddin şunları söyle­
mektedir: “İnsanlar şirki canlandırmak için pek çok
farklı yol ihdas etti. Asıl itaat edilecek olanın Allah
Teâlâ olduğuna inanıyoruz diyorlar; fakat itaat ma­
kamı olan Allaha itaate bağlı olarak Rasûlü’ne de
uymayı Allah’ın bize emrettiğini söylüyorlar. Bu fasid
delile dayanarak da her nev’i şirki tashih ediyorlar.”^^
Bütün mealcilerin aynı merkezden idare edildiği ya
da birbiriyle derin bir dayanışma içerisinde olduğunu
resmetme noktasında M. îslamoğlu’nun Diyanet’in
bir hutbesi üzerine twitter hesabına yazdığı ibare
önemlidir: “Diyanet’in bugünkü hutbesini yazan zat,
Tevhid dini olan İslâm’ı, Allah ile Peygamber’in ortak­
laşa kurduğu limited şirket zannediyor. Kellâ!”'^”

Cevap: Tevhid Binasına Asılan "Şirk" Tabelası


Şirki ortadan kaldırmaya memur olan, Mekke’de
ilk olarak “Lâ ilâhe illallah/Allah’tan başka ilah yok­
tur.” diyen bir Peygambere itaat etmeyi Kur’an-ı Ke-

En’âm, 6/ 57.
’’ Hoca Ahmedüddin, Tefsîr-u Beyani’n-Nas, II, 395-495, ty.
^“İstanbullu, Halit, Kemalistleri Kendine Hayran Bırakan
“Müseccel Sünnet Düşmanı’ndan En Yeni Oryantalist Masalları,
Hüküm Dergisi, sy. 45, s.32, 2016.

-41-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

rim “tevhid”in gereği; Mealciler ise “şirk”in bizzat


kendisi olarak nitelemektedir. Bugün yeryüzünde
Allah’tan başka ilah olmadığını söyleyenler, yalnızca
“Muhammed Allah’ın Rasûlü’dür. diyen Müslü-
manlardır. Onlar Allah Rasûlü’ne itaat etmeyi de
Kur’an-ı Kerim’den öğrenmişlerdir.
Mealcilerin bu ifadeleri tarihin en büyük çelişki­
lerinden biridir. Kur’ana göre amel ettiklerini iddia
edenler, Kur’ân’m talimatı gereği Allah Rasûlü’nün
buyruklarına itaat etmeye “şirk” diyor. Bu husus en
hafif ifadeyle Allah Azze ve Celle ile birlikte O’nun
Rasûlü’ne de itaat etmeyi emreden âyetleri inkâr
etmektir: “Bir mümin erkek veya kadının, Allah ve
Rasûlü hüküm verdiğinde artık işlerinde bundan baş­
kasını seçme hakları yoktur. Allah'ın ve Rasûlunün
emrine isyan edenler doğru yoldan açıkça sapmışlar­
dır."^^
Âyet-i kerîmede “dj-j j dUi/Allah ve Rasûlü” ifadesi
geçmekte ve “Rasul” kelimesi “Allah” lafzına “muğâ-
yeret” ifade eden “vâv” harfi ile atfedilmektedir. Buna
göre Allah ve Rasûlü iki ayrı şey, iki ayrı hakikattir.
İnsanlar hükmü doğrudan Allah Teâlâ’dan alamadık­
larına göre “Allah” lafzından Kur’an-ı Kerim, Rasul
lafzından da “Sünnet” anlaşılır.
“Hayır! Rabbine yemin olsun ki, aralarında çıkan
ihtilaf hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin
hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı hissetmeksizin onu

** Ahzâb, 33/ 36.

-42-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

kabullenmedikçe ve boyun eğip teslim olmadıkça iman


etmiş olmazlar.”^^ Kuran, kadm-erkek her mümini
Peygamber-i Ekber’in hükmüne uymaya davet
ediyor. Allah Azze ve Celle de zatına yemin edip, “Ey
Peygamber! Senin verdiğin hükme razı olmayan, ka­
rarından dolayı rahatsızlık duyan iman etmiş olamaz.”
buyuruyor. Buna göre bir davanın çözümünde Allah
Rasûlü’ne müracaat edip verdiği hükümle amel et­
mek Mealcilerin iddia ettiği gibi şirk mi, yoksa tevhid
mi olur?! Ne var ki, yüz yıldır yapılan tahribatlar ne­
ticesinde “İman ve İslâm Atlası”ma yabancılaştırılan
millet, kendi yerleşkesinde yabancılar gibi dolaşıyor
ve “hidâyet” diye “dalâlet”e çağrıldığını fark edemiyor.
Ne Kur’ân’ı ne de Sünnet’i tanıyor. Şirk tabelasının,
tevhid binasına; tevhid tabelasının da şirk binasına
asıldığını anlayamıyor. Mealcilere göre şirk olan Allah
Rasûlü’ne itaat, Kur’an’a göre ise bizzat tevhiddir.
Kur’an-ı Kerim’in kıyamete kadar geçerli; âyetlerin
de bütün zamanlarda karşılığı olduğuna göre; yaşar­
ken Allah Rasûlü’nün kendisine, vefatından sonra
da sahih hadislere müracaat etmek bizzat Kur’an-ı
Kerim’in emridir. Sahih bir hadisin hükmüne razı ol­
mak, bizzat Allah Rasûlü’nün risaletine razı olmaktır.
Eğer Allah Teâlâ, bütün zaman ve mekânlarda Efendi­
miz’in hakemliğine başvurmayı murat etmemiş olsay­
dı, âyet-i kerimedeki hakem yapıyorlar”'^^

«Nisâ, 4/65.
«Nisâ, 4/65.

-43-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

fiiline “Kâfu’l-Hitâb”m; “cJ-âl/Hüküm verdin’ fiili­


ne de “Tâu’l-hitâb”ın bitişmesi doğru olmaz; bilakis
âyetin şöyle olması gerekirdi: “jî^ı ^/Kur’an’ı
hakem yapıncaya kadar” ve “jî^ı 4^ u-/Kur’an*m
verdiği hükümden” şeklinde olurdu. Mesele açık­
tır. .. Topyekûn bütün insanlığın kurtuluşu Allah’a ve
O’nun Rasûlü’ne itaate'*'^; iman ya da inkârları da,
itaat edip etmemelerine bağhdır.'^^ Sünnet’i devre dışı
bırakmak insanlığın hidâyetine karşı düzenlenen bir
suikasttır.
Kur’an-ı Kerim daha pek çok âyette insanları Al­
lah ve Rasûlü’nün hükmüne itaat etmeye davet eder.
Bugün aramızda olmadığından dolayı Efendimiz’in
hükmüne ancak hadis mecmualarına müracaat ede­
rek ulaşabiliriz. Eğer hadislerin sahih olanları mevzu­
larından ayırt edilmeyecek olsa, Allah da onlara ittiba
ile Ümmeti sorumlu tutsa ve bundan dolayı da hesaba
çekseydi şüphesiz ki bu, O’nun adaletine uymazdı. O
halde Allah Rasûlü’ne itaati emreden âyetler umu­
mi manada Sünnet’in de korunacağının teminatıdır.
Mealcilerin, “Hüküm ancak Allah’ındır”^^ âyetiyle
istidlal etmeleri de doğru değildir. Çünkü Allah Rasû­
lü bizzat Allah Teâlâ tarafından Kur’an-ı Kerim’i açık­
lamakla memur kılınmış'*^, bu noktada söyledikleri
de bizzat Allah Teâlâ tarafından kendisine vahy edil-
«Nûr, 24/51.
Nûr, 24/47.
En’âm, 6/57.
^’Nahl, 16/44.

-44-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

miştir/8 Dolayısıyla sahih hadislerin ihtiva ettiği hü­


kümler Allah Rasûlü vasıtasıyla bizzat Allah Teâlâ’dan
alınmıştır. Bu yüzdendir ki Allaha ve Rasûlü’ne
itaatP’ emreden Kur’an-ı Kerim, “Rasûle itaat eden
Allaha itaat etmiştir.”^^ buyurmaktadır.
Buna göre Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye
bütünlüğünü şirk kabul etmek, şirktir. Çünkü Allah
Teâlâ kullarını kendisinden aldıklarını tebliğ eden
Sünnet’in sahibine itaat etmeye çağırıyor^’; Kur’ana ve
Sünnet’e itaatten yüz çevirenlerin ise kâfir olduklarını
belirtiyor.52 Sünnet’le amel etmeye “şirk” demek Allah
Azze ve Celle’ye rağmen hüküm koymaktır ki, bu da
şirkin ta kendisidir.

** Bkz: Kıyâme Sûresi 19.


Âl-i imrân, 3/32.
“Nisa, 4/80.
5’ Nûr, 24/56.
“ Âl-i İmrân, 3/32.

-45-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

V. Sünnet Kaynak Olmadığından Hadisler


Yazılmadı İddiası
Allah Rasûlü’nün sadece Kur’an-ı Kerim’i yaz­
dırdığını iddia eden Mealciler, “Eğer Sünnet hüccet
olsaydı Allah Rasûlü O’nu da yazdırırdı. Yazdır­
mamış olması Sünnet’in kaynak olmadığını gösterir.”
demektedir.

Cevap: Yalanlar Üzerine Yazılan Masallar


Kur’an-ı Kerim, “İçinizden Allaha ve Ahiret Gü­
nüne kavuşmayı arzulayanlar ve Allah'ı çokça anan­
lar için şüphe yok ki, Rasulullah’ta güzel bir örnek
vardır."^^ buyurmaktadır. Allah Teâlâ, Sünnet’e ittiba
etmeyi Cennet’e ulaşma ve rızasına nâil olma yolu
olarak göstermektedir. Allah Rasûlü’nün de, “Be­
nim namaz kıldığımı gördüğünüz gibi siz de öyle na­
maz kılınız.”^'^ ve “Haccın menâsikini benden alınız”
buyurması, Sahâbe’nin bizzat Sünnet’le amel ettiği­
nin delillerinden sadece iki misaldir. Sahâbe Allah
Rasûlü’nün Sünnet'ine derin bir alâkayla ittiba
etmiş, hadisleri muhafaza edebilmek için de uzun ve
yorucu rıhleler yapmıştır.
Mealcilerin hadislerin yazılmadığıyla alakalı
cümleleri, ideolojik bir okumanın kurbanı olan ifa­
delerdir. Zira Medine’nin ilk yıllarında hadislerin
Kur’an-ı Kerim’le karışmasından endişelenip onla-

» Ahzâb, 33/21.
Buhârî, Ezan, 18.

-46
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

rı yazmayı yasaklayan Allah Rasûlü bu durum


ortadan kalkınca yazılmalarına izin vermiştir. Hü­
kümdarlara yazılan mektuplar, Sahâbe’nin hadis sa-
hifeleri, Hudeybiye musalahası metni gibi hususlar
hadislerin yazıldığıyla alakalı misallerden sadece
birkaçıdır.55

“ Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz: İstanbullu, Halit,


Kemalistleri Kendine Hayran Bırakan “Müseccel Sünnet
Düşmanı’ndan En Yeni Oryantalist Masalları, Hüküm Dergisi, sy.
45, s.29-32,2016.

-47-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

VI. Hadislerin Yerel ve Tarihsel Olduğu İddiası


Mealciler Allah Rasûlu nün, Kur an-ı Kerim’i mu­
hataplarını dikkate alarak tefsir ettiğini, bunun da
din merkezli konuşmalarının yerelliği ve tarihselli-
ğinin kanıtı olduğunu iddia etmektedir. Bu noktada
şöyle demektedirler; “Allah Rasûlü’ne itaat, kendi
zamanıyla sınırlıdır. O’nun verdiği hükümleri uygu­
lamanın sınırları da kendi hayatından öteye gitmez.”^^
Sahih hadislere itiraz edemeyen Mealciler açıkça şunu
söylemektedirler: “Allah Rasûlü’nün hadisleri, ashabı­
nın yaşadığı şartlara uygundu. Eğer biz de o zaman­
larda yaşasaydık O’nun sünnetine uymak bize de va­
cip olurdu.”57

Cevap: Kur'an Müslümanlarının "Din Bizden


Sorulur" Çıkışı
Sünnet’in yerelliği iddiası, esasta tarihselcilerle
mealcilerin aynı masalı söylediklerinin bir kanıtıdır.
Zira Kur’ân’m da, Sünnet’in de kaynağı vahiydir. Eğer
Sünnet tarihselse, Kur’an da tarihseldir. Sünnet, ev­
renselse Kur’an da evrenseldir. Kur’anı beyan etme
yetkisi Allah Rasûlü’ne verildiğine göre, Kur’ân’m
açıklanmaya ihtiyacı vardır. Zira Kur’an ancak Allah
Rasûlü’nün beyanıyla apaçık olur ve o zaman kendi­
siyle amel edilir. Muhal farz... Sünnet’in tarihsel ol­
duğu iddiası kabul edilse, bu durumda Kur’ân’m pey-
“Mecelletu’l-Beyan, 1951, s. 32.
” Hadim Hüseyin İlahi Bahş, el-Kur’aniyyun, s. 231,
Mektebetu's-Sıddık, 1989.

-48-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

gamber tarafından izah edilen hususlarını kim tefsir


edecek?! Bu noktada ya mealcilerden biri çıkıp, “Bun­
dan sonra din benden sorulur.” deyip peygamberlik
iddiasında bulunacak ya da “Kur’an anlaşılmadığın­
dan dolayı çağa söyleyecek sözü kalmamıştır.” diyerek
tarihselciler gibi adavetini açıkça izhar edecektir.
Mealcilerin iddia ettiği gibi Peygamber sa­
dece kendi zamanına konuştuysa, bu durumda, “De
ki: Ey İnsanlar! Ben göklerin ve yerin sahibi olan
Allah’ın hepinize gönderdiği elçiyim.”^^ âyetini nasıl
anlamak gerekir?! Söyledikleri tarihsel ve yerel olan
bir peygamber nasıl bütün insanlığın peygamberi
olabilir?! Ayrıca, Allah Teâlâ’nın kuluna muhabbet
etmesine vesile olan peygambere ittibanm^’ bir kar­
şılığı olur mu?
İslâm’a “uydurulan din”, dini bizzat tahrif etmeye
ise “indirilen din” diyen Mealciler -ilk planda- Allah’ın
bütün insanlığa müjdeci ve uyarıcı olarak^” gönderdi­
ği Peygamberi yaşadığı döneme hapsederek, Kur’an-ı
Kerim’in de hapsedilmesinin yolunu açmaktadırlar.
Bir farkla ki; tarihselciler bunu açıkça, Mealciler ise
“Kur’ân’ı Anlama” kılıfı altında yapmaktadırlar.

58 Arâf, 7/158.
5’ Âl-i imrân, 3/31
5° Sebe, 34/ 28.

-49-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

VII. İslâm'ı Müdafaa İddiası


Mealciler, Buhârî ve Müslim gibi sahih hadis mec-
mularındaki birkaç hadisi ekranlarda kendi düşünce
dünyalarına hizmet edecek şekilde yorumlayıp, “İs­
lâm’a karşı yapılan en kapsamlı ve sarsıcı saldırıların
temelinde akla aykırı olan bu hadisler vardır. Üm­
met’in geri kalmasının temel nedenlerinden biri de bu
hadisleri sahih kabul edip, onları koruma adına sor­
gulayıcı aklı öldürmektir.” gibi iddiaları ileri sürerek
Sünnet’i reddetmektedirler.

Cevap: Kur'an-ı Kerim'den Bazı Âyetleri


Çıkarmaya Aralanan Kapı
Sahâbe, Allah Rasûlü’nün hayatını bütün yönle­
riyle rivayet etmiştir. İnsanlara mahrem kalan aile
hayatı da eşleri vesilesiyle anlatılmıştır. Ne var ki
ilerleyen yıllarda -farklı saiklerle- belli gruplar Pey-
gamber’e rağmen hadis uydurmaya başlamış, “haki-
kat”in içine “hurafe” sokmaya çalışmıştır. Önce Hz.
Muaviye’nin taraftarları, daha sonra da Hz. Ali’nin
bağlıları bu iki Sahâbe'nin haberi olmadan hadis
uydurdu. Kaderiyye, Mürcie, Cehmiyye gibi fırka­
ların birbirleriyle olan mücadelelerinde de karşılıklı
hadisler uyduruldu. Zındıklar, kıssacılar, hariciler,...
derken mutaassıblar da aslı olmayan önemli sayıda
rivayete “hadis” dedi. Muhaddisler bu uydurma faa­
liyeti karşısında tepkisiz kalmadı; sahih hadisi zayıf
ya da mevzudan ayıracak esasları tesbit etti, bu nok-

50
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

tada eserler kaleme aldı. Bir hadis, bu esaslar çerçe­


vesinde kabul edildi ya da reddedildi. İsnad sistemi
bütün bu saldırıların önünde muhteşem bir kale gibi
durdu; hakikati, hurafeden ayırdı, sahih hadisleri
muhafaza etti.®^
Mealcilerin hadis inkârına kılıf bulabilmek
ve kendilerini de masum gösterebilmek için “Biz
Kur’an’a aykırı olduğundan ve de İslâm’ı müdafaa
edebilmek için bu hadisleri inkâr ediyoruz.” nevin­
den sarf ettikleri hilâf-ı hakikat davalarına misal
olarak zikrettikleri bir hadisi tahlil ederek meseleyi
müşahhas hâle getirelim: “Eğer Benî İsrail olmasay­
dı et bozulup kokmazdı!’^^ hadisi ulemaya müracaat
etmeden anlaşılabilecek bir rivayet olmadığından,
önce oryantalistlerin, sonrada yerli oryantalistlerin
ilgi alanına girmiş ve saf zihinleri bulandırabilmek
için üzerinde uzunca konuşulup, yazılmıştır. Yerli
Oryantalistler bu ve benzeri rivayetleri ekranlar­
da tartışmaya açıp, “Bunlar akla da Kur’an’a aykırı
rivayetlerdir.” diyerek dinleyici/okuyucu üzerinde
etkili olmaya çalışmıştır. Ulemanın farklı şekillerde
izah ettiği mezkûr hadisle alakalı hakikate en yakın
beyan ise şudur: Kur’an-ı Kerim’de ifade buyruldu-
ğu gibi kendilerine kudret helvası ve bıldırcın gön­
derilen^’ Yahudiler bıldırcını biriktirmeyip yiyecek
el-Umeri, Ekrem Ziya, Buhus fi Tarihis-Sünneti’l-Müşerrefe,
S.20, Mektebetü'l-Ulûm-i vel'l-Hikem, Medine, 1415.
Buhârî, Enbiya 1; Müslim, Rada, 63.
« Bakara, 2/57.

-51-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

ya da tasadduk edecekti. Onlara Şeriatları bunu


emretmesine rağmen, cimrilik yapıp eti biriktirdi­
ler; bundan dolayı da et koktu. O ana kadar insanlar
hayvan keser, av yapar; fakat eti biriktirmez, hemen
tüketirlerdi. îlk defa biriktirme Yahudi tarafından
yapıldığından dolayı, eti biriktirmeye bağlı olarak
kokma hadisesi de onlar vesilesiyle oldu. Tıpkı el
yapımı bomba imalatında yeni bir model geliştiren
bir terör örgütü vasıtasıyla yayılan bomba düzene­
ğiyle alakalı emniyet birimlerinin raporunda, “fa­
lan terör örgütüne ait bomba düzeneği” denmesin­
den “ilk olarak falan örgüt tarafından kullanılan ve
bu sebeple de yayılan bombanın” anlaşılması gibi,
hadisten de “eti biriktirmeye bağlı ilk bozulmanın
Yahudi vasıtasıyla olduğu” anlaşılmaktadır.
Mealcilerin, “hadisler üzerinden İslâm’a saldı-
rılmasmı” hadis inkârına gerekçe yapmaları, an­
cak onların Kur’an’a ne kadar yabancı olduklarını
ispat etmektedir. Dün olduğu gibi bugün de pek
çok kâfir varoluş gayesini Kur’an’a adâvetle temel­
lendiriyor, yalanlar üzerine iftiralar bina ediyor.
Buna göre mealciler, kâfirler hangi âyetleri tenkid
ediyorsa, onlara şirin görünme adına o âyetleri de
Kur’an’dan mı çıkaracaklar?

-52-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

VIII. "Sünnet Ümmet'i Böldü" İddiası


Mealciler, Kur an-ı Kerim’in tek bir millet örgü­
sünden bahsettiğini; ne var ki Sünnet’in, Müslüman­
ların fırkalara, gruplara bölünüp parçalanmasına se­
bep olduğunu savunmaktadır. Bu noktada Abdullah
Çekrâlevî şöyle demektedir: “Müslümanlar Amr’m,
Zeyd’in rivayeti gibi isnad kültürüne bağlı kaldıkları
müddetçe parçalanmışlıktan kurtulamaz, tek sancak
altında toplanamaz, bir fikir ocağı onları bir araya ge-
tiremez.”^**
Kur’an Müslümanları/Mealciler açıkça şunu söy­
lemektedirler: “Peygambere itaat çerçevesinde uydu­
rulan hadisleri^5 ihtiva eden kitapları terk etmedikçe
Müslümanların iki yakası bir araya gelmez.’’

Cevap: İnsanların Hevası Adedince Din İcad


Etme Projesi
İslâm Ümmet’i en ağır darbeleri “vahdef’ten bah­
seden çevrelerden yemiştir. Bugün Irak’ı ve Suriye’yi
Şiileştiren ve bu süreçte onbinlerce Müslümanı katle­
derek mezhep katliamında Şah İsmail’e dahi rahmet
okutan İran da, Humeyni’yle Müslümanların karşısı­
na “vahdet” temasıyla çıkmış; “Ne Şiilik, ne Sünnilik!
Yaşasın İslâm Birliği!” demişti.
Eğer iddia edildiği gibi Sünnet’in devre dışı bıra-

Mecellet-u İşâati’l-Kur’an, Şa’ban, 1321, s. 39.


Sünneti Reddeden Kur'an Müslümanları, “uydurulan
hadisler” ifadesiyle aslında “sahih” olan hadisleri
kastetmektedirler.

-53
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

kılması Müslümanların saflarını birleştirecek olsaydı,


Mealciler yekvücut olur, kısa zamanda pek çok fırkaya
ayrılmaz, liderlerinden birbirine aykırı görüşler sadır
olmazdı.
Sünnet’in Ümmet’i parçaladığını söyleyenler bu­
gün bir ilmihal kitabı yazmaktan aciz oldukları gibi
namazın kaç vakit olduğu noktasında dahi ittifak ede­
memişlerdir. Bir kısmı namazın beş, diğeri dört, üç,
başka bir grup da iki vakit olduğunu savunmaktadır.
Tekbirle başlayıp selâmla biten salâtı/namazı ıstılahî
muhtevadan lügat anlamına nakleden Nur Ahmed
şunları söylemektedir: “Salat/namaz Allah’tan olursa
‘rahmet’; mahlûkattan, meleklerden, insanlardan ve
cinlerden olursa kıyam, ruku’, dua ve teşbih anlamın­
dadır. İşte Kur’an’m ruhuna uygun olan namazın anla­
mı budur.”^^ Nur Ahmed’in bu ifadesi Sünnet-i Seniy-
ye’yi reddetmedeki esas gayelerini izhar etmektedir. O
gaye de namazın vakitleri gibi Ümmet’in icma’ ettiği
bir hususta da dört ayrı fırkaya bölünüp, “vahdet” slo­
ganıyla Ümmet’i paramparça etmek, insanların “he-
va”sı adedince din icad etmektir.
Kur’an-ı Kerim’i Sünnet-i Seniyye ile anlayan Ha­
nefi, Şafii, Maliki ve Hanbeliler’den oluşan Ehl-i Sün-
nefin yekünü ise namaz vakitlerinde ihtilaf etmek
şöyle dursun ne rek’atlarmda ne de rükunun ve secde­
nin şeklinde ihtilaf etmiştir. Sadece bu husus bile Sün-
nef in bölen değil, birleştiren olduğuna misal olmaya

Muhammed Fadıl Siyalkûtî, Burhanu ’l-Furkan, s. 45.

-54-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

kâfidir. İşte Kilise bunun için, Kur’an-ı Kerim’le Sün­


net üzerinden savaşmaktadır. Eğer Kuranın “Namaz
kılınız!” buyruğunun nasıl anlaşılması gerektiğini
Allah Rasûlü Ümmet’ine göstermeseydi, bugün her­
kesin hevasma göre bir “namaz” şekli olacaktı. Kimi
“salâf’tan dua etmeyi, kimi mücerred bir halde Allah’a
yönelmeyi anlayacak; kimi namaza ayakta, kimi otu­
rarak başlayacak; kimi her rek’atta bir secde, kimi üç
secde yapacaktı. Kimi farzları bir, kimi iki rek’at kıla­
caktı. Ne var ki Allah Azze ve Celle kullarına rahmet
etti, Peygamber-i Ekber’i gönderdi; o da Sünnetiy­
le İslâm’ı derin ihtilaflara medâr olmaktan korudu.

Hülasa
Çekrâlevî Sünnet’i reddeden Kur’an Müslüman-
hğmm/Mealciliğin amentüsünü, İngilizler’den hem
talimat, hem de nişan alan Seyyid Ahmed Han’dan
aldı. Buna göre Sünnet'i reddedenlerin bir kısmı doğ­
rudan, bir kısmı da dolaylı yoldan Kilise’ye hizmet
etmektedir. Bizdeki Mealcilerin her ne iddiaları varsa
tamamı Hindistan’da zuhur eden Kur’aniyyûn hareke­
tine aittir. Bu yüzden hadiseyi mukallitler üzerinden
değil, İngilizler’in AR-GE’sinde çalışan Çekrâlevî gibi
“mucitler” bağlamında tahlîl ettik.
Mealcilik, Allah Rasûlü’ne mecnun diyen, insan­
ları O’ndan uzaklaştırmak için O’na dair her nev’i
yalanı uydurmayı vazife kabul eden, naaşım kabrin­
den çıkarmak için özel adamlar görevlendiren fakat

55-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

her seferinde hüsrana uğrayan Kilisenin, aktörlerini


Müslümanlar arasından seçtiği en son ve en tehlikeli
oyunudur.

56
SÜNNET-İ SENİYYE
KARŞITLIĞI
KUR'AN MÜSLÜMANLARI NİÇİN
BUHÂRÎ'YE SALDIRIYOR?!

slâm’ın insanlığın umudu olması, İslâmi hü­

I kümlerin önemli bir bölümünün de Muham­


med b. İsmail el-Buhârî’nin(v. 256) “el-Câ-
mius-Sahîh”inde rivayet ettiği hadisler üzerine ibtina
etmesi, Buhârî’yi hem içerde hem de dışarda hedef hâ­
line getirmiş; hariçte Oryantalizma, dahilde ise onun
yerli mümessilleri Buhârî üzerinde yoğunlaşmıştır.
Bu çerçevede, onun, Müslümanlar karşısında yeni­
lip dağılan İran İmparatorluğu adına (intikam almak
için) hadis uydurduğunu ya da el-Câmius-Sahîh\ Al­
lah Rasûlü’nün vefatından iki asır sonra tedvîn etti­
ğini, bu yüzden eserinin muteber olmayacağını iddia
etmekte; “Bu Ümmet Buhârî ortaya çıkana kadar iki
asır Sünnetsiz mi yaşadı?!” gibi sorular sorarak zihin­
lerde şüpheler oluşturmaktadırlar.

-59
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

Buhârî IranlI'ların İntikam Memuru Muydu?!


İmam Buhârî’nin îran İmparatorluğu adına, İs­
lâm’dan intikam almak için hadis uydurduğu iddiası­
nın ne aklî ne de naklî bir delili vardır. Zira Buhârî,
Farisî değil, Özbek’tir. Doğup, yaşadığı şehirse bugün
Özbekistan sınırları içerisindeki Maveraünnehir böl­
gesinde yer alan Buhara’dır. Buhârî, ait olmadığı bir
millet adına İslâm’dan ya da Araplar’dan intikam al­
mak için niçin hadis uydursun?! Ne var ki ilk mek­
tepte okutulan tarih ve coğrafya kitaplarında yer alan
şehir ve şahıs isimlerinden hareketle bile anlaşılabi­
lecek basitlikte bir mevzu, söz konusu îslâm olunca
çarpıtılmakta; bilim adamı olduğunu zannedenler,
uydurmalar üzerine dev yalanlar inşa edebilmektedir.
Muhal farz... Buhârî Farisî olsaydı bile Farisîliği
İslâm’dan intikam almak için hadis uydurmasına ge­
rekçe teşkil etmezdi. Çünkü Horasan ve Maveraun-
nehir bölgesi gibi îran halkı da kendi isteğiyle İslâm’a
girmişti. îran imparatorluğu ya da bölge devletlerinin
baskıcı yönetiminden usanan tebaa Müslümanların
adaletini duyunca, îslâm devletine elçiler gönderip,
îslâm ordularını davet etmiş, kendi rızalarıyla îslâm
devletine katılmış, Müslüman olmuştu. Fetih yoluy­
la alınan bölgelerde de insanları rahatsız edecek bir
durum yaşanmamıştı. Zira halk ne şehirlerinden sü­
rüldü ne mallarına el konuldu ne de katliama maruz
kaldı. Köyde olan köyde, şehirde yaşayan da şehirde
hayatına devam etti.

60
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

Muhal üzerinde faraziyelere devam edersek şunu


söylemek gerekir: Buhârî iddia edildiği gibi Araplar
tarafından ortadan kaldırılan İran Devletinin intika­
mını almak ve İslâm’ın yayılmasına mani olmak için
hadis uydurmuş olsaydı, Arapları yeni Müslüman
olan Farisîler ve Türkler nezdinde küçük düşüren
ya da Farîsileri yücelten hadisler uydururdu. Lâkin
Buhârî de durum bunun tam tersidir. Zira Buhârî’de­
ki “Kitâbu’l-Menâkıb”m ikinci bâbı “Menâkıb-u Ku-
reyş/Kureyş’in Menkîbeleri” hakkındadır. Buhârî’nin
bu bâbda rivayet ettiği ilk hadis ise şu şekildedir: "Bm
emir(Hilafet) Kureyşte’dir. Onlar dini ikame ettiği müd­
detçe kim onlara düşmanca davranırsa Allah onu yü­
züstü yere vurur.”^^ Buhârî, el-Câmius-Sahîh'inde Ku-

Buhârî, Menâkıb, 2. Allah Rasûlü Hilafet’in Kureyş’te


olduğunu “haber sîğasıyla ifade etmiştir. Haber sigasının
karinelerle “emre” delalet etmesi söz konusu olsa da burada emre
delalet edecek bir karine olmadığından ihbarı olan ifadeden kesin
bir taleb çıkarılamaz. Bu cihetle bu ve benzeri rivayetler, Hilafet’in
Kureyş’e aidiyeti noktasında bütün zamanları kapsayacak şekilde
vücubiyet ifade etmez. Halife’nin Kureyş’ten olması vacip değil,
ancak menduptur denebilir. Bu yüzden Kureyşîlik Halife’nin
in’ikad şartlarından değil, tercih gerekçelerinden olabilir. Ayrıca
Allah Rasûlü “Benden sonra Hilafet 30 yıldır. Sonra saltanat
başlayacak.” buyurmuştur. Başka bir rivayette ise “Allah Teâlâ
saltanatı dilediğine verir.” buyurmaktadır. Hz. Ebu Bekir, Ömer,
Osman, Ali ve Hz. Haşanın altı ay kadar olan Hilafetlerinin
toplamı 30 yıl yapar. Sonrasında ise Hz. Muaviye ile saltanat başlar.
Buna göre Allah Rasûlü’nün Hilafet’in Kureyş’te olduğunu
bildiren ifadesiyle murad edilen, Saltanat’m başlamasına kadar
sürecek 30 yıllık “raşid halifeler” dönemidir. Nitekim bu 30 yılda
Halifeler Kureyş’tendir (Bkz: Aynî, Ebu Muhammed Bedruddin
Mahmud b. Ahmed, Umdetu'l-Kâri Şerh-u Sahîhi'l-Buhârî,

-61-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

reyş’in menkıbelerine müstakil bir bab ayırmıştır?®


Buhârî, Kur’an-ı Kerim’in Kureyş’in lisanı üzere
indiğini ifade ettiği Kitabu’l-Menâkıb’m üçüncü ba­
bında ise şu rivayeti nakleder: Hz. Osman Kur’an-ı
Kerim’i çoğaltıp Mushaf-ı Şerifleri büyük vilayetlere
göndermeye karar verince, Hz. Hafsa’nm evindeki
Kur’an-ı Kerim sahifelerini ister ve Ensar’dan Zeyd
b.Sabit, Kureyş’ten ise Abdullah b. Zübeyr, Saîd b. el-
As ve Abdurrahman b. el-Haris’ten oluşan dört kişilik
heyete Hz. Hafsa Mushâfmı esas alarak Kur’an-ı Ke­
rim’i çoğaltmayı emreder. Kureyş’ten olan üç üyeye
de, Zeyd b. Sabit’le bir harfin yazımı ya da bir kelime­
nin irabında ihtilaf ettiklerinde onu Kureyş’in lisanıy­
la yazarak ihtilafı gidermelerini söyler. Gerekçe olarak
da, Kur’an-ı Kerim’in Kureyş’in lisanı üzere indiğini
zikreder. Onlar da buna riayet eder.^’
Buhârî iddia edildiği gibi İran İmparatorluğu adına
İslâm’dan intikam alsaydı, rivayet ettiği hadisler. Pars­
ları yücelten, Arapları ise tahkir eden rivayetlerden
oluşurdu.

XVI, 103, Dârul-Kütübi‘l-İlmiyye,Beyrut, 2001.). Sonrası ise


saltanattır. Hadis-i şerif şu şekilde de anlaşılabilr: 30 yıllık dönem
hilafet-i kamile, sonrası ise hilafet-i nakısadır.
Allah Rasûlü’nün Abdullah b. Revaha, Zeyd b. Hârise,
Usame b. Zeyd gibi Kureyş’ten olmayan Sahâbe'yi emir olarak
atması da göstermektedir ki. Halifenin Kureyş’ten olduğunu
bildiren hadisler “vucûbiyet” değil ‘ evleviyet” ifade eder.
Buhârî, Menâkıb, 3; Aynî, a.g.e., KVI, 109.

-62-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

Ümmet, Buhârî'ye Kadar Sünnet-i Seniyye'den


Habersiz miydi?!
Sünnet-i Seniyye, Kur’an-ı Kerim’in vahyedilme-
siyle başlar. Allah Rasûlü’nün Medine-i Münevve-
re’de on altı ay Mescid-i Aksa’ya doğru namaz kılması,
arzu etmesine rağmen yüzünü Kabe’ye çevirememe-
sf° Beyt-i Makdis’i kendi arzusuyla kıble yapmadığı­
nı göstermektedir. Zira aksi olsaydı, vahiy beklemez,
Kabe’ye dönerdi. Fakat dönmedi, bekledi. Kur’an-ı
Kerim’de Beyt-i Makdis’e doğru namaz kılmayı em­
reden bir âyet olmadığına, Müslümanlar Kabe’yi iste­
melerine rağmen, âyet gelmediğinden dolayı Kudüs’e
doğru namaz kılmaya devam ettiklerine göre, demek
ki Kudüs’e yönelmelerini emreden Kur’an haricinde
bir nass var. Bu nass da Kur’an-ı Kerim’de olmadığına
göre Allah Rasûlü’ne gelen buyruklar, bir “Vahy-i
Metluv” dediğimiz Kur’an-ı Kerim, bir de “Vahy-i
Gayr-i Metluv” dediğimiz Sünnet diye iki şekilde an­
laşılmalıdır.
Sahâbe, Allah Rasûlü ile birlikte yaşar, O’nun
sözüne itaat eder, hareketlerini de örnek alırdı. Sün­
net, satırlardan önce sadırlarda muhafaza edildi.
Sonra yazıya aktarıldı ve Sahâbe de dahil olmak üze­
re her asırda pek çok Müslüman Allah Rasûlü’nün
hadislerini kuşaktan kuşağa aktardı. Buhârî henüz
okurken de, hadis tedvin ederken de ortada Sünnet-i
Seniyye ile alakalı çok sayıda müstakil hadis kitabı

Bakara, 2/144.

-63-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

vardı. Bir kısmı da fıkıh ve tefsir kitapları içerisinde


yer almaktaydı.
îmam Buhârî’den önce Sünnet-i Seniyye ile alaka­
lı tedvin edilen bu kitapların tarihi Allah Rasûlü’ne
kadar uzanır. Bizzat Allah Rasûlü’ne talebelik
yapan Abdullah b. Amfin “Sahîfe”si, Zeyd b. Sabit’in
'"Kitabul-Ferâiz”i bunların en önemlilerindendir.
Bazı Sahâbeler de bizzat kendileri için hadis mecmu­
aları telif etmişti. Tâbiûn da aynı çizgide çalışmalar
yapmıştı. Hemmam b. Münebbih “es-Sahîfetus-Sahî-
ha'yı tedvin etti. Hemmam’m basılan mecmuasının el
yazması kütüphanelerde mevcuttur. İmam Muham­
med’in bir kısmını doğrudan Ebû Hanife, bir kısmını
da Ebû Yusuf yoluyla Ebu Hanife’den aldığı fıkhî me­
seleleri ihtiva eden “Zahirur-Rivaye” kitaplarında da
hadisler senetleriyle zikredilmektedir. Bu cihetle ilk
dönem fıkıh kitapları da bir cihetle hadis çalışmasıdır.
îmam Ebû Hanife Hicri 150 tarihinde, Buhârî ise
256’da vefat etti. Yani Buhârî, Ebû Hanife’nin vefa­
tından 44 yıl sonra (h.l94) dünyaya geldi. Bu tarihi
hakikatlere rağmen "Buhârî’ye kadar hadis yoktu.” de­
mek, öğle vaktinde güneşi inkâr etmek ya da insan­
ların gözleriyle tanıklık ettiği bir mekanı yok saymak
gibidir.

Buhârî'den Önce Tedvin Edilen Eserler


îmam Malik Muvattayı^ Buhârî’nin doğumundan
54 yıl önce Hicri 140 tarihinde tedvin etti. Eserinin

-64-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

Allah Rasûlü’nden rivayet edilen hadisi şeriflerin


az bir kısmını ihtiva etmesi ve onun intişarıyla sair
bölgelerdeki muhaddislerin tedvin ettiği hadis mec­
mualarındaki rivayetlerin reddedilmesi muhtemel
olabileceğinden dolayı îmam Malik, Muvatta nın her
tarafa gönderilip esas alınmasına müsaade etmedi. Bu
durum da göstermektedir ki, îmam Buhârî talebey­
ken Muvatta da, diğer muhaddislerin eserleri gibi in­
tişar etmişti.
îmam Buhârî 10 yaşında iken vefat eden îmam Şa­
fiî hadis alanında Müsned'ı, fıkıhta el-Ümm'ü, usûl-u
fıkıh ve mustalahu’l-hadis alanında ise er-Risale adlı
eserini telif etmişti.^*
Hicri 241 tarihinde vefat eden Ahmed Hanbel,
30 bin hadis ihtiva eden Müsned'ıni Buhârî’nin do­
ğumundan ondört yıl önce (180) yazmaya başladı.
Müsned'ie alakalı, “Bunu, insanlar Allah Rasûlü’nün
Sünneti noktasında ihtilaf ettiklerinde müracaat
edecekleri bir başucu kitabı(imam) olarak tedvin et­
tim.” dedi.
Ebu Hanife, îmam Malik, Şafiî ve Ahmed b. Han­
bel, Buhârî’den önce yaşadı. Bu yüzden Buhârî bun­
lar içerisinde sadece Ahmed b. Hanbel’den doğrudan,
diğerlerinden ise talebeleri vasıtasıyla hadis rivayet
edebildi.
Buhârî’den önce meşhur dört imam dışında da pek

Şafiî’nin ‘er-Risale"si Sünnet’ten istifade etmeyi bir sistem


dahilinde ifade ettiğinden dolayı “mustalahu’l-hadis” alanında
yapılan ilk çalışma olarak da kabul edilebilir.

-65-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

çok alim hadis alanında eser verdi. Buhârî, bunlardan


Abdullah b. Mübarek’in (v. 181) Sünnet-i Seniyye ile
alakalı telif ettiği eserleri daha küçük yaşta ezberle­
mişti.
Ebû Dâvud et-Tayâlisî(v. 204), yazdı­
ğında Buhârî 14 yaşındaydı. Hicri Zll’de vefat eden
Abdurrazzak es-Sananî de “Musannefi telif etti.^^
Yukarıda bir kısmını zikrettiğimiz eserler de gös­
termektedir ki, Sünnet’i Seniyye Buhârî’den çok önce
telif edilmeye başlanmış; hadisleri yazma ve tedvin
etme faslından onları tasnif etme merhalesine geçil­
mişti. Buna göre “Buhârî, el-Câmius-Sahîh adlı eseri­
ni telif edene kadar geçen iki asırda Sünnet-i Seniyye
yoktu, Buhârî onu uydurdu.” demek, mesnetsiz bir id­
diadan öte bir anlam taşımaz.

Hülasa
Bugün Özbekistan sınırları dahilinde yer alan Bu-
hara’da dünyaya gelen İmam Buhârî’nin îranh olduğu
iddiasına hem tarihî hem de coğrafî gerçekler aykırı­
dır. Buharah bir muhaddisin çöken îran İmparatorlu­
ğu adına İslâm’dan intikam almak için hadis uydurdu­
ğu iddiaları tamamen çelişkilerle doludur.
Eğer Buhârî Farisiler adına İslâm’la savaşsaydı, Fa-
risilerin itibarını yükseltecek hadisler uydurur, bunla­
rı da yayardı. Lâkin o el-Câmius-Sahîh'inde Hilafet’in

Bkz: Abdulmehdî b. Abdulkadir, Def’u’ş-Şubuhât anis-


Sünneti’n-Nebeviyye, 240-243, ty.

-66-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

Kureyş’te olmasının daha evla olacağı anlamına gelen


hadisleri rivayet etti.
Buhârî hadisle hem ilim hem de amel cihetiyle ala­
kadar oldu. Cerh ve ta’dil ilmini en iyi bilenlerdendi.
Bu, onu hadis uyduranların tuzağına düşmekten mu­
hafaza etti. Buhârî’nin söz ve ameline yansıyan verâsı,
onu cerh ve tadilde mutedil çizgiyi oluşturmada da
öncü yaptı. Bekr b. Münîr “Buhârî’yi, ‘Allah Teâlâ’ya,
tek bir kişiyi dahi gıybet etmeden, beni hesaba çekme­
yecek bir halde varmayı umuyorum.’ derken işittim.”
demektedir. Buhârî, Allah Rasûlü’nün sünnetiyle
bizzat ona iktida etmek için de alakadar olmuştur. Ni­
tekim atıcılık ulemanın ilgi alanına girmediği halde
Buhârî, Sünnet olması hasebiyle onunla da alakadar
olmuştur. Atıcılıkta olan maharetinden dolayı attığı
oklar hedef şaşmazdı.^^
İslâm; İran, Horasan ve Maveraünnehir bölgeleri­
ne hakim olduğunda halk kendi ihtiyarıyla ihtida et­
miş, İslâm devleti de kimsenin elinden ne malını ne
emlakim almıştı. Buhârî’nin doğduğu şehri sınırları
içerisinde barındıran Maveraunnehr de kendi irade­
siyle Müslüman olduğundan halkta kin ve nefreti ge­
rektirecek bir durum olmamıştı.
Buhârî’den günümüze kadar yaşayan muhaddisler,
onun ilmi derinliği, emaneti, tayin edilen İlmî kriter­
lere sadakati gibi yönlerini dikkate alarak Buhârî’yi
hadis ilminde “Emîru’l-Muminîn” olarak kabul etti.

” Ahmed Ferîd, el-îmamul-Buhârt, 38.

-67-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

Fukaha da hadislerine alaka gösterdi. Sahih rivayet­


leri ihtiva ettiğinden dolayı müctehitlerin Kurandan
sonra başvuru kitabı oldu. Onun çökmesiyle, ondaki
rivayetlere dayanan içtihatların da hurafe olacağını
bilen oryantalistler Kur’an-ı Kerimden sonra en çok
ona saldırdı.
Buhârî, hadis tedvininde ilk değildi. O’ndan önce,
Allah Rasûlü’nün asrından başlayarak hadisle­
ri tedvin noktasında çok sayıda eser de telif edildi.
Abdullah b. Amr’m es-Sahîfetus-Sâdtkası, Zeyd b.
Sabit’in Kitabu’l-Feraiziy Hemmam b. Münebbih’in
Sahîfe'si, İmam Malik’in Muvatta sı^ Şafiî’nin eserle­
ri, Ahmed b. Hanbel’in Müsned i, Ma’mer b. Raşid’in
Camt iy Abdullah b. Mübarek’in eserleri, Ebû Dâvud
et-Tayâlisî’nin Müsnedi, Abdurrazzak’m Musannefi
bunların mühimlerindendir. Bütün bu müellifler
Buhârî’den önce yaşadıklarından, eserlerini de ondan
önce telif ettiler. Hâdise bu minvalde iken birinin kal­
kıp da “Sünnet, Buhârî’den önce yoktu. Buhârî onu bi­
lip görmediğimiz kaynaklardan telif etti.” demek, yaz
günü öğle vaktinde güneşin varlığını inkâr etmekten
farksızdır.

-68
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

HZ. EBÛ BEKİR HADİSLERİ YAKTI MI?

ryantalistler ve işbirlikçilerinin Müslü­

O manların Allah Rasûlunün hadis­


lerine olan itimadını sarsabilmek için
başvurdukları yollardan biri de kitaplardan mevzu
uydurma rivayetleri öne çıkarıp zihinleri karıştır­
maktır. Bu bağlamda hadis inkârcılarmm sıklıkla
dile getirdiği tahrib gücü yüksek tezviratlardan biri
de, Hz. Ebû Bekir’in Allah Rasûlü’nden rivayet
edilen hadisleri Hz. Âişe’ye yaktırdığı iddiasıdır.
Hadis inkârcıları bu iddia ile aslında şunu söyle­
mektedirler: “Kur’an bize yeter. Hadislerse şüpheli ol­
duklarından onlarla amel edilmez. Allah Rasûlü’nün
en yakını olan Hz. Ebû Bekir bile hadislerden bu
derece şüphe duyuyor ve onları yaktırıyorsa, Peygam­
berden asırlarca sonra gelen Müslümanlar o rivayet-
https://www.youtube.com/watch?v=gtxraQOIAYU (Dk: 02:00)

-71-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

lere nasıl itimat edebilir?! Sünnet’i, Hz. Ebu Bekir mi


yoksa ondan iki asır sonra gelen Buhârî mi daha iyi
bilir? Her gün Allah Rasûlü ile birlikte olan Ebû
Bekir’e uyup, hadisleri imha etmek gerekmez mi?”
Katıldığı bir televizyon programında din-devlet
ilişkisi bağlamında sarf ettiği sözlere binaen Kemalist
katılımcılar tarafından, “Mustafa Bey’in dediklerinin
altına imzamı atarım.” nevinden pek ziyade övgüler
alan müseccel Sünnet-i Seniyye düşmanı olan zât,
kendi kanalındaki programın bir bölümünde bu or­
yantalist iddiayı naklediyor.
îlgili bölümü dinlerken aklıma, bir Bektaşi’ye niçin
namaz kılmadığı sorulduğunda, “Ey iman edenler na­
maza yaklaşmayın.’’^^ mealindeki âyeti okuyarak cevap
vermesi geldi. Malum ya, Bektaşi’ye “Âyetin devamın­
da İçkili olduğunuz hâlde namaza yaklaşmayın.’ ifa­
desi de var.” denilince, Bektaşi, “Ben hafız değilim.”
demiş. Oryantalistlerin öne çıkardığı uydurma riva­
yetlerle Sünnet-i Seniyye’ye saldırmayı “ahlak” hâline
getiren bu zât da mevzuya dair ibareleri, siyak sibakın­
dan kopararak ya da hadis imamlarının ilgili rivayetle
alakalı değerlendirmelerini hazfederek (silerek) ya da
onları dikkate almayarak naklediyor. Nitekim, İmam
Zehebi, Hâkim’den Hz. Ebu Bekir’in, Hz. Aişe’ye 500
rivayeti getirtip yaktırdığı yönündeki iddiayı nakleder,
sonunda da ' iJuk/ Bu bilgi doğru değildir (yani
mevzudur).” der.^^ îbn Kesîr de söz konusu rivayetin
” Nisâ, 4/43.
Zehebi, Şemsüddin Muhammed b. Ahmed b. Osman,

-72-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

senedinde yer alan Ali b. Salih’in meçhul bir ravi ol­


ması hasebiyle, bu rivayetin merdud olduğunu söyler/^
Muhal farz; Zehebi’nin Hâkim’den yaptığı bu ri­
vayet doğru kabul edilse de, hadisleri yakma hadisesi
hadis inkârcılarmı teyit etmez. Çünkü rivayete göre,
Hz. Ebu Bekir hadisleri “ravilere güvenmediğinden
dolayı” değil, “onları kendine rivayet eden bir ravinin
doğruluğundan şüphelendiğinden dolayı” yaktırır.
Ayrıca Hz. Ebû Bekir kendisine bu hadisleri rivayet
eden kişiyi Sahâbe olmasından dolayı Allah Rasû­
lü’ne bilerek yalan isnat etmekle de itham etmez.
Adını vermediği raviden aldığı hadisleri yaktırması­
nın sebebi ise, unutkanlık, anlama problemi, gaflet,
yanılgı gibi durumlar olabilir.
Burada üzerinde düşünülmesi gereken mühim
hususlardan biri de şudur ki; binlerce Sahâbe’nin
Allah Rasûlü’nden hadis rivayet etmesini; O’nun,
Sahâbe'ye, “Ebu Şah için (hutbeyi) yazın.”^^ şeklinde
talimat vermesini; Abdullah b. Amr’m, “Ben Allah
Rasûlunden duyduğum her şeyi yazıyordum ki Ku-
reyş beni bundan menetti ve dedi ki: ‘Allah Rasûlü
gazab ve rıza hâlinde de konuşan bir beşer olduğu hal­
de ondan duyduğun her şeyi yazıyor musun?’ Bunun

Tezkiretu’l-Huffâz, I, 10-11, Dâru'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrût,


1419.
” el-Müttakî, Alâüddin Ali b. Hüsamüddin, Kenzul-Ummâl (thk.
Mahmud Ömer ed-Dimyâtî), H. No: 29446, Dâru'l-Kütübi'l-
îlmiyye, Beyrût, 2001.
^8 Buhârî, İlim, 39; Ebû Dâvud, H. No: 3646.

73
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

üzerine yazmaktan vazgeçtim. Daha sonra mevzuyu


Allah Rasûlü’ne aktardım. Parmağı ile ağzını işaret
etti ve şöyle buyurdu: ‘Yazi Nefsimi kudret elinde tutan
Allah’a yemin olsun ki, bu ağızdan haktan başka bir şey
çıkmaz! şeklindeki rivayetini, Medine Sözleşme­
sini, Allah Rasûlü’nün Hudeybiye Musâlahasını
yazdırmasını ve Sahâbe'nin tedvin ettiği hadis mec-
mularmı dikkate almayan kişilerin, Zehebî’nin mev­
zu olduğunu söylediği bir rivayet üzerinden hadisleri
inkâra yol araması, bir yalanı esas alarak mütevatir
tarihi hakikatleri inkâr etmek gibidir.
Kendi televizyonunda, “Ben Kur’an yeter dedim
mi! Bu memlekette en kolay iş M. İslamoğlu’na ifti­
ra atmaktır.” diyen bu zât ya milletin hafızasıyla alay
ediyor ya da ne dediğini hatırlamayacak kadar yaşlan­
dı. Diyanet’in, Sünnet-i Seniyye ile alakalı hutbesine
karşı attığı şu tweetle, “Diyanetin bugünkü hutbesini
yazan zat, Tevhid dini İslâm’ı, Allah ile Peygamber’in
ortaklaşa kurduğu limited şirket zannediyor. Kella!”
diyerek mürit ve müntesiplerini hutbeyi protesto adı­
na Cuma’ya gitmeyecek kadar tahrik eden, gelen tep­
kiler üzerine de sosyal medya hesaplarını bir müddet
donduran İslamoğlu, “Ben Kur’an yeter dedim mi!”
diyerek, kendiyle değilse kiminle alay ediyor?!

Ebû Dâvud, H. No: 3643.

74-
SÜNNET'İ REDDEDENLERİN
İTİKÂDÎ GÖRÜŞLERİ
I. MEHDİ GELECEK MI?!

ünün gecesi var diye gündüzüne karşı

G çıkmak, yaşı da kurunun yanında yak­


maktır. Ne var ki, tarihi süreç içerisinde
geceye bakarak gündüze kara çalınmış, yaş kurunun
yanında yanmıştır. Bugünlerde tam da bu süreci ya­
şıyoruz. Yanlışlar doğruya “emsal” olmuş; yüz yıldır
hocaya, hacıya, tekkeye, medreseye saldırmayı varo­
luşun gereği olarak görenler durumdan vazife çıka­
rarak “cemaat” adını kullanan bir yapıdan hareketle
bütün cemaatlere saldırıyor. “X yapısı bir cemaatti;
yarın diğer cemaatler de aynı kalkışmayı yapabilir.”
diyen süreç mühendislerinin nihaî amacı ise, “X ya­
pısı Müslümandı, bütün Müslümanlardan benzer
hamleler beklenir.” algısını oluşturmak.
Geceye kurban olan kavramlardan biri de “Meh-

79
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

dîlik”tir. Sahtesinden hareketle hakikatine bir taarruz


mu var ya da “hakikat” olarak bildiğimiz şey gerçekte
sahte midir? Esasında iki asırdır Müslümanlar en iyi
bildikleri mevzularda da bu derin şüphelere düştüler:
“O, o mudur; yoksa O, ondan başka bir şey midir?”

Birine İstismar, Diğerine Taassub Hakim


Hâlimiz ekranlarda... Hiçbir mevzuda mahremi­
yet kalmadı; havâs ne düşünüp konuşuyorsa, avâm da
aynı şeyler üzerine kafa yoruyor. Bir farkla ki havâsta
istismar; avâmda ise koyu bir taassub var.
Her sıcak gündemle dinden bildiği bir “hakikat”!
kaybeden ya da ondan şüphe duyan Müslümanların
götürülmek istendiği nihaî nokta ise, dinlerinin bo­
zulduğuna, asırlardır İslâm diye “uydurulan bir dine”
inandıklarına ve Allah’ın emri olarak kabul ettikleri
daha pek çok şeyin de “hurafe” olduğuna inanmaları.
Böylece her krizde kendilerine çıkış yolu gösteren İs­
lâm’a iltifat etmeyecek, bilakis hiçbir şeyden olmadığı
kadar ondan şüphe duyacaklar.

Daha Neler ve Neler Var!


Birileri, Mehdî tartışmalarını, Müslümanların İs­
lâm’dan kopuşuna vasıta yapma peşinde. Onun üze­
rinden daha derinlere inecekler. Yüz ifadelerinde, “Ey
Millet! Siz ne gördünüz? Daha neler ve neler var. Size
din diye yıllarca hurafe anlatmışlar.”

80-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

Ahmed Emîn
Mehdî ile alakalı Türkçe yazılan makalelerin kahir
ekseriyetinde Duha’l-îslâm sahibi Ahmed Emîn in et­
kisi var. Manzarayı görünce, “Biri yanlış bir yol be­
lirleyince ardından ne çok insan gidermiş” demekten
kendinizi alamıyorsunuz.
Aşağıdaki satırlar, son bir asırda Ahmed Emîn
çizgisinde Mehdî üzerine yazanların ortak kanaati:
Mehdî, sosyo-kültürel bağlamda uydurulan, “Renk­
li ve canlı süsleriyle birtakım maceraların, dünyevî
ve siyasî emel sahiplerinin ve çaresiz kitlelerin alaka
merkezi olan”®® bir teselli vasıtasıdır.

Goldziher Etkisi ve Mehdi İnkarı


İslâm coğrafyasının siyasi işgale paralel olarak ya­
şadığı zihnî ihtilal sürecinde en çok tartışılan mev­
zulardan biri olan Mehdî mevzuuna Oryantalistler
yakın alaka göstermiş; bu konuda sâfî zihinleri kendi
emelleri doğrultusunda yönlendirici çalışmalar yap­
mışlardır. Modernistlere tesiri itibariyle İslâm moder-
nizminin kurucu şahsiyetleri arasında zikredilmesi
gereken Goldziher’e göre. Mehdi anlayışı Yahudilik,
Hristiyanhk ve Maniheizm gibi dinlere ait bir inanç
olup, Ka’b’ul-Ahbar ve Vehb b. Münebbih tarafından
Hz. Peygambere atfedilen rivayetler yoluyla Müslü­
manlar arasında yayılmıştır.
Sahte mehdilerin yıkan, dağıtan faaliyetlerini ön
8° Fığlalı, E. Ruhi, “Mesih ve Mehdi İnancı Üzerine”, A.Ü.İ.ED.,
XXV, 214.

-81-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

plana çıkaran Modernist Müslüman yazarlar da, or­


yantalistlerin Mehdiliğin isnat merkeziyle alakalı Maz-
deizm, Mecusilik, Yahudi ve Hristiyanhk gibi tespit­
lerini onaylamaktadır?’ Ahmed Emine göre; Şia’nın
“Beklenen Mehdisi”, Emevilerin de “Süfyâni” lakabını
taşıyan kurtarıcısının olması Abbasilerin zoruna gider.
Bu çerçevede onlar için de Mehdi hadisleri uydurulur.®^
Ahmed Serdaroğlu da Diyanet mecmuasında neşre­
dilen, “Mehdi Hakkında” başlıklı yazısında, Kur’an-ı
Kerim’in Mehdi’den bahsetmemesini, Buhâri ve Müs­
lim’de de mevzu ile alakalı sarih bir rivayetin yer alma­
masını, Mehdi anlayışının İslâm’da olmadığına gerekçe
yapar.8’ Mehdi anlayışının Müslümanları İslâmiyet için
çalışmaktan mahrum bırakacağını da iddia eden bu
taife, rivayetlerin akla aykırı olduğunu da savunmak­
tadır.®^ İsnâaşeriyye Şiâsı’yla, Ehl-i Sünnet’in Mehdi an­
layışının özde birbirinden farklı olmadığını düşünen­
ler de, bu inancın Ehl-i Sünnet’e Şia’dan intikal ettiğinin
kuvvetle muhtemel olduğunu söylemektedir.®®

Lügatte Mehdî
Allah Teâlâ tarafından hidâyete erdirilmiş kişi

Hakyemez, Cemil, “Mehdî Düşüncesinin İtikadileşmesi


Üzerine \ G.Ü.Î.ED., 2004/1, III, sy: 5, s. 130.
“ Bkz: Ahmed Emin, Duhai-lslam, III, 173.
Serdaroğlu, Ahmet, “Mehdî Hakktnda”, Diyanet İşleri
Başkanlığı Dergisi (Dini, Ahlaki, Edebi, Mesleki Aylık Dergi),
Mayıs-Haziran, 1968, sy. 72-3, s. 127.
“ Serdaroğlu, a.g.m., s. 18.
85 DÎA, Mehdî, XXVIII, 373.
-82-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

manasında kullanılan Mehdinin, “Hâdî” şeklindeki


İsm-i Fâil kalıbının anlamı ise “yol gösteren” anlamın­
dadır. Kur’an-ı Kerim’de aynı kökten pek çok kelime
geçmesine rağmen “mehdî” zikredilmez. Lâkin Allah
Rasûlü, Hz. Ali’yi “Hâdî/Hidâyete vesile olan ve Meh-
dî/Hidâyete erdirilen”®^ sıfatlarıyla zikreder; Muaviye
için de, “Yh Rabbi! Onu doğru yola ulaştıran/Hâdî ve
ulaşanlardan/Mehdî kıl. Onunla insanları doğru yola
buyurmuştur. İstılahî manada. Mehdi ile alaka­
lı ise pek çok rivayet vardır.

30 Sahabînin Rivayetiyle Mehdî


Oryantalistlerin ve onlardan etkilenen yazarların
başka dinlerden ya da Şia’dan Ehl-i Sünnet’e geçtiği­
ni iddia ettikleri Mehdi’nin zuhûru noktasında ule­
manın icması vardır. Buna göre âhir zamanda Allah
Rasûlü’nün Ehl-i Beyti’nden Muhammed b. Ab­
dullah adında biri çıkacak, Müslümanlar ona tabi ola­
cak, İslâm’ı ve Müslümanları zafere taşıyacak, küfrün
belini kıracak, adaleti hakim kılacak.
Mevzuyla alakalı hadisler manevi tevatür derece­
sindedir. Suyutî bunların 4O’tan fazla olduğunu söyle-
mektedir.^8 Allah Rasûlü’nden Mehdi’nin zuhûruy­
la alakalı hadîs rivayet eden Sahâbe sayısı ise 3O’dan
fazladır. Bunlar arasında Osman b. Affân, Ali b. Ebî
8® Ahmed, Müsned, H. No: 817.
8^ Tirmizî, H. No: 3842.
88 es-Suyûtî, Celalüddin Abdurrahman b. Kemâl, el-Hâvî, II, 213,
Dâru'l-Kütübi'l-îlmiyye, Beyrût, 2000.

-83-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

Talib, Talha b. Ubeydullah, Abdurrahman b. Avf, Ab­


dullah b. Abbas, Abdullah b. Mesud gibi Sahâbeler
de yer almaktadır. Ebû Dâvud, Tirmizî, İbn Mâce,
en-Nesâî, Ahmed b. Hanbel, îbn Hibbân, Hâkim, Ta-
berânî gibi büyük hadis imamları da bu rivayetleri
eserlerine almışlardır.
Malum hadislerin bir kısmı sahîh, bir kısmı hasen,
bir kısmı da zayıftır. Bu yüzden “Tarih”inde Mehdi ile
alakalı rivayetlerinin tamamının zayıf olduğunu söy­
leyen İbn Haldun’un sözüne itibar edilmemiştir.®’
Otuz küsur Sahâbe’nin Allah Rasûlu nden ri­
vayet ettiği hadisleri mecmularma alan büyük hadis
imamları ve onlardan hareketle Mehdî’nin zuhûrunu
söyleyen ulemanın karşısında yer alanlar, bu sistemi
çürütecek bir delil ortaya koyamamışlar; makalelerin­
de -daha çok- zayıf hadislerin tahrîcini yaparak, san­
ki mevzuyla alakalı hadisler bu kadarmış gibi bir algı
oluşturarak Mehdî hakikatini inkâr etmişlerdir.

Mehdî'nin Özellikleri
Allah Rasûlü, Mehdî’nin hakikisini sahtesinden
ayırt edecek ölçüleri şu şekilde tayin etmiştir:
“Dünyada sadece bir gün kalsa -Zaide, hadisinde
şöyle dedi: Allah o günü uzatırda- (Sonra bütün raviler
ittifak ettiler.) o günde benden veya Ehl-i Beytimden,
adı adıma, babasının adı da babamın adına uyan bi-

8’ Azimâbâdî, Ebû Tayyib Muhammed Şemsulhakk, Avnu'l-


Mahûd Şerh-u Sünen-i Ebî Dâvud, XI, 282, Dârül-Fikr, Beyrut,
1995.

-84-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

rini gönderir.”^
'‘Yeryüzü zulüm ve düşmanlıkla dolmadan kıyamet
kopmaz. Sonra benim ailemden biri çıkar, yeryüzünü
zulüm ve düşmanlıkla dolduğu gibi adalet ve hakkani­
yetle de doldurur'^^
“Dünyanın ömründen sadece bir gün kalsa Allah
Azze ve Celle benim Ehl-i Beytimden bir adam gön­
derecek, o da dünyayı daha önce zulümle olduğu gibi,
adaletle dolduracak!’^^
“Mehdî benim neslimdendir. O açık alınlı ve burnu­
nun ortası kemerli olacaktır. Yeryüzünü zulümle oldu­
ğu gibi, adaletle dolduracak ve yedi yıl hüküm sürecek­
tir.”^^
“Mehdî benim ailemden, Fâtımanın neslinden ola­
caktır’^'^

Ulemanın Görüşü
Süfyan-ı Sevrî, Berbahârî, Ahmed el-Bustî, Ebû
Süleyman el-Hattabî, Beyhakî, Ebû Bekir b. Arabi,
Kadi lyaz, Suheylî, Îbnu’l-Cevzî, Kurtubî, Kastallanî,
Zehebî, Şâtıbî, Sehavî, Suyûtî, İbn Hacer Heytemî baş­
ta olmak üzere ulemanın cumhuru da bu hadislerle

’^’Ebû Dâvud: H. No: 4276.


” Ahmed, Müsned, H. No: 11331. Şuayb Arnavud, bu hadisin
isnadının Buhârî ve Müslim’in şartlarına göre sahih olduğunu
söylemektedir.
İbn Mâce, Fiten 34.
” Ebû Dâvud, H. No: 4279.
Tirmizî, H. No: 2230.

-85
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

istidlal etmiş ve Mehdinin zuhûr edeceğini söylemiş­


lerdir.
İbn Hacer, Beyhakî’den, Mehdinin zuhûruyla ala­
kalı hadislerin isnad cihetiyle son derece sahih olduk-
larmı’5; Berbahâri de Şerhus-Sünne’sinde, Hz. İsa’nın
inip Deccâl’ı öldüreceği, evleneceği ve Allah Rasû­
lunün ailesinden birinin arkasında namaz kılaca­
ğını zikreder.’^

Mehdî Neden Kur'an-ı Kerim'de Yok?


Allah Azze ve Celle müminlere hem Kur’ana, hem
de Sünnet’e ittiba etmeyi emretti. Haramların bir kıs­
mı âyetle, bir kısmı da hadisle sabit oldu. Kur’an-ı
Kerim Allah Rasûlü’nün de helal ve haram kılma
yetkisinin olduğunu bildirdi.’^ Bundan; biri “vahy-i
metluv” diğeri ise “vahy-i gayr-i metluv” olmak üze­
re iki tür vahyin olduğu anlaşıldı. Zira kıblenin Mes­
cid-i Aksa’dan Mescid-i Haram’a dönmesi sürecinde
Allah Rasûlü çok arzu etmesine rağmen^® “Artık
yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir.'”’’ âyeti gelene
kadar Beytullah’a yönelmedi. Eğer Mescid-i Aksa’ya
doğru namaz kılma noktasında bir vahiy olmasaydı.

İbn Hacer, Şihâbuddin Ebu'l-Fazi Ahmed b. Ali b. el-Askalânî,


Tehzîbu’t-Tehzîb, IX, 126, Dâru’l-Kutubi’l-îlmiyye, Beyrût, ty.
Berbahâri, Haşan b. Ali, Şerhu’s-Sünne, Dâr-u İbni'l-Kayyım,
Demmam, 1408; Muhammed İsmail, a.g.e., 81.
A’râf, 7/157.
Bakara, 2/144.
Bakara, 2/144.

-86-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

Allah Rasûlü beklemeyecek, dönecekti. Kur’an-ı


Kerim’de Mescid-i Aksa’ya doğru namaz kılmakla ala­
kalı bir emir olmadığına göre eski kıble “vahy-i gayrı
metlüv” ile sabittir. Yine Benû Nadir kabilesi kuşatı­
lınca askeri önlem gereği ağaçlar kesilince Yahudi ve
münafıkların menfî propagandası üzerine Allah Teâlâ
ağaçların kendi izniyle kesildiğini haber vermiştir.
Lâkin Kur’an’da böyle bir izne delalet eden bir âyet
yoktur. Bu durum da göstermektedir ki Allah Rasûlü
vahy-i metlüv dışında ayrı bir kanaldan da Rab-
binden vahiy almaktaydı.
Allah Rasûlü’ne itaati emreden^°\ ona itaat et­
menin Allah’a itaat etmek olduğunu bildiren^”^ ihti­
laf anında Allah’a/Kur’an’a ve Rasulullah’a/Sünnet’e
müracat yolunu gösteren âyetler’”’, “Allah Rasûlü,
size neyi verdiyse onu alm ve size neyi yasaklamışsa
ondan da uzak durun”^^'^ bağlamında değerlendirildi­
ğinde Mehdi’nin de dolaylı yoldan Kur’an’da yer aldı­
ğı anlaşılmaktadır. Zira Kur’an-ı Kerim Peygamber-i
Ekber’in sözlerine itaat etmeyi emretmektedir. Meh­
dî’nin zuhûru da Allah Rasûlü’nün bu bağlamda
zikrettiği hakikatlerdendir. Buna göre Allah Rasû-
lu nden sahih olarak rivayet edilen her hadisi tas­
dik etmek, Kur’an-ı Kerim’e ittiba gibidir. Mehdî’nin
Haşr, 59/5.
Âl-i İmrân, 3/132.
Nisâ, 4/ 80.
Nisâ, 4/59.
Haşr, 59/7.

87
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

zuhûruyla alakalı sahih hadisler de Kur’an’m kendi­


sine ittibayı emrettiği Peygamber-i Ekber’den vârid
olmuştur.
Taberî, Mescidlerde Allah’ın adını anma­
ya mani olan ve onların harab olması için ça­
lışanların akıbetlerini bildiren, “Onlar için
dünyada rezillik, Ahirefte de büyük bir azab var-
dır’^^^ âyetini tefsir ederken dünyadaki rezilli­
ği Mehdî’nin zuhurû olarak te’vîl etmektedir.

Buhârî Niçin MehdFden Bahsetmez?


Mehdî’nin zuhûrunu inkâr edenlerin istinat nokta­
larından biri de, Buhârî’de mevzuyla alakalı sarîh bir
rivayetin olmamasıdır.
Buhârî’yi itibarsızlaştırmak için yoğun bir faaliyet
içinde olanların bu çıkışının pek manidar olduğunu
bir tarafa bırakarak şunu söyleyelim: Bununla oluş­
turulmak istenen algı, en sahih iki hadis mecmuası
Buhârî ve Müslüm’in müellifleri Mehdî hadislerini
eserlerine almadıklarına göre, bu hadisler uydurma­
dır. Şu bilinmelidir ki, Buhârî ezberinde 300 bin hadis
olduğunu, bunlardan 100 binin sahih, 200 binin de
sahih olmadığını söyler. Buhârî de ise tekrarlarla

Bakara, 2/114.
et-Taberî, Ebu Cafer Muhammed b. Cerir, Camiul-Beyân fi
Tefsîri’l-Kur’an, I, 548, Dâru’l Kütübi’l ‘îlmiyye, Beyrût, 2005.
îbn Hacer, Şihâbuddin Ebu'l-Fazi Ahmed b. Ali b. el-Askalânî„
Hedyus-Sârî Mukaddimet-u Fethi’l-Bârî, s. 512, Dâru'l-Fikr,
Beyrût, 2000.

-88-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

birlikte 7275 hadis vardır. Görüldüğü gibi Buhârî sa­


hih hadislerin rakamını 100 bin olarak verirken kita­
bına aldığı hadis sayısı oldukça azdır.
Öncelikle şu bilinmelidir ki; Mehdî mevzuu
Buhârî’de mücmel, diğer hadis mecmualarında ise
mufassal olarak vardır. Nitekim Buhârî ve Müslim’in
rivayet ettiği hadisi şerifte Allah Rasûlü, “Meryem
oğlu îsa aranıza indiğinde ve imamınız da sizden ol­
duğu halde hâliniz nasıl olur?” buyurmaktadır.
Buhârî ve Müslim mühim pek çok meselede hadis
rivayet etmemesine rağmen ulema, diğer hadis mec­
mualarındaki rivayetler sahih ise onlarla fetva vermiş
ve de amel etmiştir. On Sahâbe'nin Cennetlik oldu­
ğunu bildiren hadisler Sünen kitaplarıyla Ahmed b.
Hanbel’in Müsned’inde vardır. Buhârî ve Müslim’de
olmamasına rağmen Ümmet onlarla amel etmiş;
akâid kitaplarında Aşere-i Mübeşşere zikredilmiştir.

İbn Mâce Hadisi


îbn Mâce ’nin rivayet ettiği, “Meryem oğlu İsa’dan
başka Mehdî yoktur.”^^^ hadisi de Mehdi’nin zuhû-
ruyla alakalı rivayetlerle tearuz etmez. Her şeyden
önce tearuz aynı seviyedeki rivayetler arasında olur.
Bir tarafta Mehdi’nin zuhûruyla alakalı mütevatir
hadisler, diğer tarafta ise îbn Mâce’nin Kütüb-u Sit-

îbn Mâce, H. No: 4039. Hadisin isnadında aşın derecede


zayıflık vardır. Zehebî münker olduğunu söyler. Bkz: Zehebi,
Şemsüddin Muhammed b. Ahmed b. Osman, Mizanul-hidal,
III, 535, Dârül-Ma’rife, Beyrût, 1963.

-89-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

te müellifleri arasında rivayetinde tek kaldığı hadis.


Hakim de, Müstedrek’te söz konusu rivayeti naklet­
tikten sonra, "Bu Hadisi Müstedrek’te, onunla istidlal
etmek için değil, hayretimi bildirmek için zikrettim.”’”’
der. Muhal farz... Bu hadis sahih kabul edilse bile, bu
durumda mana "kemâle” hamledilir: "Fatihasız na­
maz olmaz.” ya da "Mescide komşu olanın namazı
ancak mescitte olur.” hadisleri "Fatiha’sız namaz kâ­
mil olmaz.” ya da "Mescide komşu olanının namazı
ancak mescitte kâmil olur.” şeklinde anlaşıldığı gibi;
İbn Mâce’nin hadisi de "Kâmil Mehdi de yalnızca
İsa b. Meryem’dir.” şeklinde anlaşılmalıdır. Nitekim
İmam Kurtubî de hadisi, "Kâmil ve masum olan
Mehdî İsa b. Meryem’dir” şeklinde anlamaktadır.””

Şia ve Ehl-i Sünnet'te Mehdî


Ehl-i Sünnet ve Şia kaynaklarında geçen Mehdî-
lik sadece "Mehdî” adını kullanmada müştereklik arz
eder. Nitekim İsnaaşeriyye Şia’sına ait kaynaklarda yer
alan 200’ün üzerindeki rivayette, Mehdî’nin on ikinci
İmam Muhammed b. Hasen olduğu iddia edilir. Ona
"Mehdî el-Muntazar” da denir.
Şia’nın Mehdi’si olan on ikinci imam Muhammed
b. Hasen, babasının vefatından sonra insanlardan giz­
lendi ve bir daha onlara hiç görünmedi. Deccal’in or­
taya çıkmasından sonra Mekke’de zuhûr edip iktida-
el-Hâkim, a.g.e., s. 488.
el-Kurtubî, Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed, et-Tezkire fî
Ahvali'l-Mevtâ, 723, Dâru'l-Minhac, 1425.

-90-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

n ele geçirecek, zalimleri cezalandırıp adaleti hakim


kılacak. Diğer imamlar gibi on ikinci imam da ma­
sumdur. Şiiler imamların doğumlarından ölümlerine
kadar hata, yanılgı ve unutmadan masum olduklarına
da inanırlar."^ Nitekim Humeynî de mevzuyla alakalı
şunları söylemektedir: “îmamlarımızm ne mukarreb
meleklerin, ne de nebilerin ulaşamayacağı bir maka­
ma sahip olduklarına inanmak, mezhebimizin inanç
e s aslarm dan dır.”^ '2
Ehl-i Sünnet kaynaklarına göre ise Mehdi, Allah
Rasûlü’nün soyundan, Fatıma’nm neslinden gele­
cek, onunla her şeyde bereket olacak. İsa b. Meryem
arkasında namaz kılacak. Deccala karşı çıkacak lâkin
onu Hz. İsa öldürecek. Alnı açık, burnu kemerli ola­
cak. Yeryüzünü adaletle dolduracak. Adı Muhammed
b. Abdullah olacak.
Hadis mecmualarındaki Mehdi rivayetleri bizzat
Allah Rasûlü’ne, Şia kitaplarındaki nakiller ise Şi-
ilerin masum olduklarına inandıkları on iki imama
dayanır.

Hakk'ın Şahitleri
Mehdi mevzuunda Şia bir vadide, Ehl-i Sünnet
başka bir vadidedir. Biri hakkın şahidi, diğeri ise uy­
durma rivayetlerin müdafiidir. “Başka dinlerde ya da
Şia’da Mehdi var.” diye, Mehdi’nin zuhûrunu inkâr et-
Muhammed, a.g.e., s. 179.
el-Humeynî, Ruhullah b. Mustafa, el-Hukûmetu’l-îslâmiyye,
s. 52. yy, 1389.

-91-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

mek “batıl” var diye “hak”kı reddetmek ya da yalancı


peygamberlerin faaliyetleri var diye Allah Rasûlu nün
risaletini inkâr etmek gibidir. Aynı mantık örgü­
sünün umûma teşmil edilmesi durumunda ortada ne
din ne de diyanet kalır. Zira Şia’nın hurafelerini gerek­
çe gösterip, mütevatir hadislerle sabit olan bir hakikati
yok saymak, “Allah Teâlâ’nın sıfatlarını anlama nok­
tasında insanların bir kısmı ifrat ve tefrite gidip teş­
bih ve tecsîmi savundu, dolayısıyla Allah’ın yanlış an­
lamalara sebep olan sıfatları da inkâr edilmeli. ” gibi
müminlerin akidelerini sarsacak tehlikeli söylemlere
de kapı açar.

Akıl Tutulmaları ve Fasit Örgüler


Mehdi’nin zuhûrunu akla aykırı bulanlar da, Şia
kaynaklı olduğunu iddia edenler gibi -aynı mantık ör­
güsünden hareketle hüküm verdiklerinden- hata edi­
yorlar. Mehdiliğe Şia nazarından bakınca hem Şeriat’a
hem de akla aykırı pek çok mevzunun olduğu doğ­
rudur. Lâkin Ehl-i Sünnet’e göre ise Mehdi, adil her
devlet adamının yaptığını yapacak, zulme son verip
adaleti hakim kılacak. Bu, bütün nebilerin ve onların
yolunda yürüyenlerin vazifesidir. Bunun neresi akla
ve Şeriat’a aykırıdır?!
“Tarihte pek çok hareket Mehdi iddiasıyla ortaya
çıkıp, masum insanların kanının heder edilmesine
sebep olmuştur. Bu yüzden; inkârı, ikrarından evla­
dır.” denirse; bu durumda biri de kalkıp, “Yalancı Pey-

-92-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

gamber iddiasıyla ortaya çıkıp büyük fitnelere sebep


olan insanlar var. Bu yüzden Peygamberlik müesse­
sini toptan inkâr edelim.” diyebilir. Bu mantık gün
gelir, “tarih yazan” İslâm’ı, “tarih” yapar. Ümmet’i bu
fitnelerden kurtarmak, Allah Rasûlü’nün zuhur
edeceğini haber verdiği Mehdî’yi inkâr etmekle değil,
İslâm’ı Kur’an-ı Kerim ve Sahih Sünnet çerçevesinde
anlamaya çalışmakla mümkündür.

Yahudi ve Hristiyan Kaynaklarında Mehdî


Oryantalizm, Ehl-i Sünnet’in ilzam edip arşive kal­
dırdığı mezhepleri ya da onların görüşlerini yeniden
gün yüzüne çıkarma ya da tasavvuf, Nuzûl-ü İsa, Meh­
dî gibi pek çok mevzuyu başka inanç ya da düşünce
sistemlerine isnat etme noktasında nisbî başarılar elde
etmiş ve pek çok zihni karıştırmıştır. Onlardan biri de
Mehdî ile alakalı rivayetlerin Ka’bu’l-Ahbâr vasıtasıy­
la İsrailiyyât’a dayandığı iddiasıdır. Ne var ki. Mehdi
ile alakalı rivayetlerin hiçbirinde Ka’bu’l-Ahbâr yok­
tur. Ona isnad edilen rivayetlerin hiçbirinin senedi de
ona ulaşmamaktadır. Vehb b. Münebbih tarikiyle ise
tek bir hadis rivayet edilmektedir.Vehb. Münebbih
her ne kadar Tevrat ve önceki kitaplar hakkında de­
rin bilgiye sahip olsa da “sika/güvenilir” bir ravi kabul
edilmiştir."'*

el-Bestevî, Abdulalîm, el-Mehdiyyul-Muntezar, 379-80,


Dâr-u İbn Hazm, ty.
İbn Hacer, Takrîbu’t-Tezhîb, yy., 1045.

-93-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

Hülasa
Hâlâ etkisi devam eden bu büyük istismar hadisesi
karşısında ilim sahiplerinin yapması gereken, bir ha­
kikati bâtıla kurban etmek değil, hakikat müdafaası
yapmak ve istismar kapılarını kapatmaktır. Tarihte
insanları ilimle ifsad eden, tahrikle karşı karşıya geti­
ren hareketlerin varlığı, ulemayı nasıl zan altında bı­
rakmaz ve medreselerin kapatılmasını gerektirmezse,
aynı şekilde, sahte mehdilerle oluşturulan ifsad dalga­
sı da. Mehdinin inkârına vasıta yapılamaz.
Mehdi ile alakalı rivayetler Tevrat’a, Mecusiliğe ya
da Şia’ya değil bizzat Allah Rasûlü’ne dayanmakta­
dır. otuzdan fazla Sahâbe tarafından manevi tevatür
yoluyla nakledilmişlerdir.
Mehdi’nin zuhûrunun Kur’an’da sarahaten olma­
ması inkârına delil olamaz. Çünkü Kur’an-ı Kerim Al­
lah Rasûlü’nden gelen her şeyi almayı ve O’na itaat
etmeyi emretmektedir.Mehdi ile alakalı rivayetler
de Kur’ân’m kendisine ittibayı emrettiği Peygamber-i
Ekber’e dayanmaktadır.
Ehl-i Sünnet’in Mehdi anlayışıyla, Şia’nın Masum
Mehdi tasavvuru arasında geceyle gündüz kadar fark
vardır. Birinde rivayetler masum imamlara, Ehl-i
Sünnet’te ise Allah Rasûlü’ne dayanır.

Haşr, 59/7.

-94-
II. RİSÂLETİN BÜYÜK ŞAHİDİ: ÜMMÎLİK

ryantalistler ve onlarla pek çok konuda

O fikir birliği içerisinde olan “Sünneti Red­


deden Kuran Müslümanları” İlmî ve ta­
rihî verilere rağmen Allah Rasûlü’nün
olduğunu iddia etmektedirler. İddia sahipleri Allah
okur-yaz

Rasûlü hakkında Kur’an’da kullanılan “ümmî nebî”


ifadesinin okuma yazma bilmeyen anlamına gelme­
diğini, bütün müfessirler tarafından benimsenen
“ümmîlik yaftası”nm “din adamları sınıfı ağzı” oldu­
ğunu, gerçekte “ümmî” ve çoğulu olan “Ümmîyyûn”
kelimelerinin “halkın bağrından çıkan, genel halk”
gibi anlamlara geldiğini ileri sürmektedirler. Direkt
ya da dolaylı olarak Allah Rasûlü’nün okuma yaz­
ma bilmediğini haber veren âyetlerin ise yabancı dilde
bir metni okuyamaması şeklinde anlaşılması gerekti­
ğini savunmaktadırlar. Allah Rasûlü’nün -hâşâ-
Kur’an-ı Kerim’i önceki kitaplardan istinsah ettiği id­
diasına gerekçe üretmeyi hedef edinen bu yaklaşımın
akli ve nakli deliller karşısındaki değerini tartışmak
bu bölümün başlıca konusudur. Ancak ilahi bilgi ve

-97
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

ona ulaşmanın vasıtası olan vahiyle, beşeri bilgi ve


edevatı arasındaki farkı gölgeleyip “ümmî” kavramını
“cahirie aynileştiren Sünnet'i Reddeden Kur’an Müs­
lümanlarının, ümmiliği inkâr ederek Allah Rasûlu nü
müdâfaa eder bir görüntü içerisinde olmaları zi­
hinleri karıştırdığından öncelikli olarak bilginin ne
olduğunu ve ilahi bilginin beşeri olandan farkını izah
etmemiz gerekir.

İlim
Lügatta bilme, biliş, bilgi gibi anlamlara gelen il­
min mahiyetinin ne olduğu suali, âlimleri çokça meş­
gul etmiştir. İlmin tanımlanmaya ihtiyacı olmadığına
vurgu yapanlar olduğu gibi“^ Cüveynî ve öğrencisi
Gazzâlî gibi tarifini yapmanın güç olduğunu söyle­
yenler de olmuştur. Fahruddin er-Râzî ise mahiyeti­
nin kendiliğinden bilinmesi hasebiyle tarifinin müm­
kün olmadığını belirtmiştir.
îlmi tanımlayanlar onun akıl ve duyularla olan ir­
tibatına dikkat çekmişlerdir. Filozoflar ilmi; “bir şeyin
suretinin akılda oluşması” şeklinde tarif ederken; ke-
lamcılar, “aklın ve duyuların alanına giren her şeyin
(mezkûr) tanınmasını sağlayan sıfat”’”' ya da “bir şeyi
bulunduğu konumda idrak etmek””^ olarak tanımla-

el-Cürcânî, et-Tarifât, s. 157, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrût,


2000.
et-Taftâzânî, Şerhu’l-Akâid, s.60, Mektebetu’l-Buşrâ, Karachi,
2004,
“8 et-Cürcânî, a.g.e., s. 157.

-98-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

mışlardır.
İlim, insanda oluşması veya tahsil edilmesi bakı­
mından iki kısma ayrılır:

Zarûrîİlîm
Düşünmeden, delile müracaat etmeden, kendili­
ğinden ve kaçınılmaz bir şekilde oluşan bilgiye “zarûrî
ilim” denir. İnsanın “bir” sayısının “iki’nin yarısı (be-
dîhiyyât) ya da ateşin yakıcı olduğunu (müşâhedât)
bilmesi “zarûrî ilim” kapsamında değerlendirilir.

İstidlâlî İlim
Delile başvurmak anlamına gelen istidlâl, bilinme­
yeni elde etmek için bilinenleri uygun bir şekilde kul­
lanmaktır. “İstidlâlî ilme” aynı zamanda “kesbî ilim”
de denir. İnsan bu nevi ilme ancak öğrenme usûllerini
kullanarak ulaşabilir.
Ayrıca ilim, varoluşu itibarıyla de iki kısma ayrı­
lır: Allah Teâlâ’nın zatıyla kâim olana “kadîm”; son­
radan olan ve kullara aidiyeti ile bilinene ise “hâdis
ilim” denir.

İlim ve Peygamberler
Allah Teâlâ, hem “alîm(bilen)” hem de “muallim
(öğreten)dir”. Hz. Adem’e “esmâyı (isimleri)” o öğret­
miştir. Toprağı işlemeyi, gemiyi inşa etmeyi, demire
şekil vermeyi, kumaşı dikmeyi, hastayı tedavi etmeyi

el-Cürcânî, a.g.e., s. 157.

-99
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

de peygamberlere O vahyetmiştir. Her şeyi kuşatan en


üst bilgi O’na aittir. O, her şeyi bilendir. Medeniyetle­
rin kazanımları, insanların müktesebatı onun öğret­
tiklerinden neşet etmiştir. Kullarından dilediklerini
peygamber olarak seçmiş;^2o onların kalbine vahyi
unutmayacakları bir şekilde yerleştirmiştir. Nitekim
gelen âyet-i kerîmeleri, henüz okunmaları bitmeden,
Cebrail’le birlikte (unutma endişesiyle) tekrar eden
Allah Rasûlü ne hitaben şöyle buyurmuştur: “Onu
(vahyi) çarçabuk almak için dilini kımıldatma! Mu­
hakkak onu toplamak (kalbine yerleştirmek), okutmak
bize aittir. O halde biz onu okuduğumuz zaman, sen
takip et.”^^^ Şu âyet-i Kerîme de vahyin Allah Rasû­
lü’nün kalbinde korunduğunu bildirmektedir:
“Sana (Kuranı) okutacağız; artık Allah'ın dilediği ha­
riç, sen hiç unutmayacaksın.”^^^

Lisân ve Peygamberler
İnsanlar peygamberler vasıtasıyla gönderilen ilahi
bilgiyi okumak, anlamak, korumak ve geliştirmek için
yazıyı keşfetti. Yazı, bilgiye ulaşma aracı olarak işlev
gördüğünden onunla bilgi daha kalıcı ve kullanılır
hâle geldi.
Peygamberler ilahi bilginin doğrudan muhatapları
olduklarından, bilginin aracı olan yazının onlar tara­
fından bilinmesinin gerekliliği söz konusu olmamış-
Şûra, 42/13.
»2» Kıyâme, 75/16-17-18.
A’lâ, 87/6.

-100
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

tır. Bu durum diğer peygamberler içerisinde ümmî


vasfıyla temayüz eden Allah Rasûlu nde daha da
belirgindir. İmam Kurtubî’nin de ifade ettiği gibi,
Allah Teâlâ’nın Efendimiz’in kemal vasıflarından
biri olarak belirlediği ve ona sahip olmasından dola­
yı kendisini övdüğü “ümmîlik”, O’ndan başkası hak­
kında eksikliğe, O’nda ise ithamlardan korunmaya
işaret eden bir vasıftır. Çünkü insanı şerefli kılan ve
genellikle onun değerini yücelten yazı, eğitim ve öğ­
retim gibi ilme ulaştıran yollardandır. Fakat Allah
Teâlâ mucize olarak yazı ve eğitim faslı olmaksızın
Rasûlü’ne öncekilerin ve sonrakilerin ilmini ihsan
etmiştir. Bu, O’nun doğru olduğuna delalet eden,
O’na özel vasıflardandır. Başkası hakkında eksiklik
olan şey, O’nun hakkında kemal göstergesi olmuştur. ^^3
Allah Rasûlü’nün ümmî olması “İlahi bilgiyi
önceki kitaplardan aldı.” gibi töhmet kapılarının ka­
panmasını temin etmiştir. Allah Teâlâ ona, en cins
mütefekkirlerin yazıyla ulaşamayacakları gayb haber­
lerini vahy etmiştir. ^^4
Dili ve muhtevasıyla en büyük söz ustalarını hay­
rete düşüren Kur’an-ı Kerim’in, ümmî bir peygamber
tarafından tebliğ edilmesi uydurulmuş olduğu iddia­
larını bütünüyle geçersiz kılmıştır. Düz bir ovada yük­
selen dağ gibi, ümmîlikteki safiyet de Kur’an’ın i’cazmı
bedihi bir şekilde ortaya çıkarmıştır.
Kadı îyaz, İkmâlul-Mulim bi Fevâidi Müslim(thk. Dr. Yahya
İsmail), I, s. 335, Dâru'l-Vefâ, 2004.
*2'** Yûsuf, 12/102.

-101
Sünnet’i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

Lisânın Oluşması
Lisâniyâtçılar, dil icat etmezler; sadece mevcut dil
üzerinde incelemede bulunur, tesbitler yaparlar. Ka­
ideler ve kurallar da dili oluşturmaz, dilin içerisin­
den çıkarılırlar. Çünkü onlardan önce de diller vardı.
Nitekim Arapça bir isim cümlesinin iki unsuru olan
“mübteda“ ve “haber”in ne olduğunu bilmeyen nice
bedevi, bunların irablarmı doğru bir şekilde yapar. Bu
durum, diğer bütün lisânlar ve onları konuşanlar için
de geçerlidir.
Kelimeler, millet hayatının tabii akışı içerisinde
doğar ve tedavüle girerler. Onların delalet ettiği an­
lamları ve türevlerini en doğru o dili konuşanlar bilir.
Bu yüzdendir ki alimler bir kelimenin irabında ya da
delaletinde ihtilâf ettiklerinde dili en saf şekliyle ko­
nuşan bedevilerin hakemliğine başvururlardı. Diller
Lisâniyâtçı’ya değil, onu konuşan millete isnad edile­
rek anılırlar.
Apaçık bir Arapça olarak inen Kur an-ı Kerim’i an­
lamak da ancak Arap dilini bilmek ve gereğince amel
etmekle mümkün olur. Kur’an’da geçen “ümmî” keli­
mesinin hangi anlamlara geldiğini tesbit edebilmek
için de aynı yöntem izlenmeli, Arapların kullanımı
esas alınmalıdır.

Ümmî
Ümmî; anne, kaynak, asıl gibi anlamlara gelen
“ümm” kelimesinin ism-i mensup hâlidir. Buna göre

-102
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

ümmî; yazı yazmayı bilmeyen, annesinin dünyaya ge­


tirdiği şekilde kalan, bilgi edinmeyen kişi
gibi anlamlara gelmektedir. Yazı yazmayı öğrenmek
sonradan kazanılan bir ameliye olduğundan, onu bil­
meyen annesine nisbet edilmiştir.
Allah Rasûlü; “Biz ümmî bir ümmetiz. Ne yazı
yazmayı, ne de hesap yapmayı biliriz” buyurmaktadır.
Hadis-i şerif, ümmî kelimesini lügat anlamına uygun
olarak anneden dünyaya geldiği ilk hâl üzere devam
edip yazı ve hesabı öğrenmeyen ^^6 şeklinde ta­
nımlamaktadır.
Kur an-ı Kerim’in Allah Rasûlü'nü ya da bizzat
Efendimiz’in kendisini ümmî olarak nitelemesinin
nedeni noktasında alimler iki farklı ihtimal belirt-
mektedirler?27
1. Ümmî kelimesi ile anneye nisbet kastedilmiştir.
Sanki Allah Rasûlü annesinden doğduğu hâl üzere
kalmış;^28 bütün bilgilerini vahiy yoluyla almıştır.

‘^’îbn Manzûr, Ebu'l-Fadi Cemalüddin Muhammed b.


Mükerrem, Lisanu’l-Arab, XII, s.34, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye,
Beyrût, 2009..
İbn Manzûr, a.g.e, XII, s.34.
Bu iki ihtimal dışında itibar edilmeyen bir üçüncü görüş
daha vardır: “Ümmî Mekkeli anlamında kullanılmış olabilir.
Mekke’nin adlarından biri Ümmü’l-Kurâ idi.” Bkz. el-Kurtubî,
el-Câmi’u li Ahkâmi'l Kuran, s. 190.
el-Âlûsî, Mahmud Şükrî b. Abdillah, Rûhul-Meânî, Dâru’l-
Kütübi’l-İlmiyye, Beyrût, 2005. s.75.
'2’ er-Râzî, Fahruddîn, et-Tefsîrul-Kebîr, XV, s.20, Dâru'l-
Kütübfl-İlmiyye, Beyrût, 1990.

-103-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

2. Allah Rasûlü’nün okuma yazma bilmemele­


riyle temayüz eden Arap milletine mensup olduğuna
işaret edilmiştir?^”
Buna göre ümmîlik hangi kelimeden türetilir ya da
kime nisbet edilirse edilsin her iki durumda da ondan
Efendimiz’in okur-yazar olmadığı anlaşılmaktadır.

Ümmî ve Cahil Arasındaki Fark


İlme ulaşmanın farklı usûlleri vardır. İnsanların
çoğu ilmi, okuma ve yazma; bir kısmı da dinleme,
görme, his ve tecrübe gibi yollarla elde eder. Bu yüz­
den her okur-yazar âlim, her ümmî de cahil değildir.
Okur-yazar biri aynı zamanda cahil olabileceği gibi
âlimin de ümmî olması mümkündür. Nitekim ümmî
olduğu halde dinleme yoluyla çok sayıda kitap ezber­
leyen pek çok sayıda ümmî alim vardır.
Ümmî, okur-yazarm; âlim de cahilin karşıtıdır.
Binaenaleyh ümmî, cahil demek değildir. Nitekim
ümmî olan Allah Rasûlü Mekke toplumunun bil­
mediği, geçmişte yaşayan ümmetlerden, ahiretten,
haşirden, neşirden haber vermiş; bunu yaparken de
hiçbir insanın minneti altında kalmamış, hiçbir mek­
tepte hiçbir hocadan ders almamıştır. Ümmîlik O’nun
zihnini her tür kirli bilgiden korumuştur.

er-Râzî, a.g.e., XV, s.2O; Ebû Hayyan, Muhammed b. Yusuf, el-


Bahru'l-Muhît, IV, s.432, Dârul-Kütübfl-îlmiyye, Beyrut, 1993;
el-Âlûsî, a.g.e., V, s,75.

104
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

Kur'an'da Ümmî
Ümmî kelimesi Kur an-ı Kerim’de müfred (tekil) ve
cem’i (çoğul) kipleriyle altı âyet-i kerîmede geçmekte­
dir. Bunlardan üçü ümmî olmalarıyla temayüz eden
Araplar, ikisi Allah Rasûlü, biri de Yahudiler hak­
kındadır.

Araplar ve Ümmîlik
İslâm’ın doğuşuna kadar Araplarda yazı kültürü
oluşmadığından, tarihi birikim ve edebî ürünlerini
hafıza yoluyla paylaşırlardı. Onlarda yazı, Allah Rasû-
lü'nün dünyaya gelmesinden çok az önce veya he­
men sonra ortaya çıkmıştı. İmam Şa bî Arapça yazan
ilk şahsın Ebû Süfyan’m babası Harb îbn Ümeyye ol­
duğunu rivayet etmektedir. Harb ise yazıyı Enbar hal­
kından öğrenmiştir.^^’
Tarihi verilerden de anlaşıldığı gibi Mekke halkı­
nın neredeyse tamamı ümmî idi. Bu yüzden Kur’an-ı
Kerim onları, bu vasıflarıyla tanımlamıştır. İlgili âyet-i
kerîmeler şu şekildedir: "O, ümmîlere, içlerinden, ken­
dilerine âyetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara
kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderendir.
Halbuki onlar, bundan önce apaçık bir sapıklık içeri­
sindeydiler.”^^^
Allah Teâlâ te’vîle imkan vermeyecek bir şekilde
“ümmî” olan Araplara “içlerinden” onlar gibi okuma

*” Halil İbrahim Molla Hatır, en-Nehiyyu’l-Mustafâ, Mekke, ty.,


s. 174.
Cuma, 62/2.

-105-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

yazma bilmeyen bir peygamber gönderdiğini bildir­


mektedir.
“Seninle tartışmaya girişirlerse, de ki: ‘Ben, bana
uyanlarla birlikte kendi özümü Allaha teslim ettim!
Kendilerine kitap verilenlere ve ümmîlere de ki: ‘Siz de
İslâm'ı kabul ettiniz mi?’Eğer İslâm'a girerlerse hidayete
ermiş olurlar. Yok, eğer yüz çevirirlerse sana düşen şey
ancak tebliğ etmektir. Allah kullarını hakkıyla gören-
dir.”^^^
Âyet-i kerîmede önce “Ehl-i Kitab” sonra da “atıf
vâvı” ile “ümmîler” zikredilmektedir. Bu durum;
ümmîler kelimesi ile, Ehl-i Kitap’tan farklı bir toplu­
luk olan Arapların kastedildiğini belirtmek içindir.
Çünkü bir kelimenin öncesine atfedilmesi farklı oldu­
ğunu gösterir.
“Kitap ehlinden öylesi vardır ki, ona yüklerle mal
emanet etsen, onu sana (eksiksiz) iade eder. Fakat on­
lardan öylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet etsen,
tepesine dikilip durmadıkça onu sana iade etmez. Bu
da onların, ‘Ümmîlere karşı (yaptıklarımızdan) bize
vebal yoktur' demelerinden dolayıdır. Onlar, bile bile
Allah'a karşı yalan söylerler."^^^
Yahudilerin emanete ihanet etmelerinin arka pla­
nında “dinlerine göre, ümmî olan Arapların mallarını
yemelerinde bir mahzur olmaması ve Allah Teâlâ’nm
bunu kendilerine helal kıldığı inancf vardı. Nitekim
Âl-i îmrân, 3/20.
Âl-i îmrân, 3/75.
îbn Kesîr, Ebul-Fida İsmail b. Ömer, Tefsîr-u îbn Kesir, I,

-106-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

Yahudilerin -büyük gördüğü- âlimlerinden Fenhas b.


Âzura bir KureyşIi’nin kendisine emanet bıraktığı bir
dirhemi inkâr ettiği zaman mağduruna şöyle demiş­
tir: “Adam sende! Okuma yazması olmayanların hak­
kı mı olurmuş? Vesikası bulunmayan, hele dini ayrı
olan kimselerin hakkını yemek helaldir.”
Âyetlerde de görüldüğü gibi “ümmî” kelimesi,
okuma yazma bilmeyen insanların karşılığı olarak
kullanılmıştır.

Allah Rasûlü ve Ümmîlik


Allah Rasûlü’nün kavmi gibi ümmî olduğunu
bildiren âyet-i kerîmeler şu şekildedir: ‘‘Onlar, yanla­
rındaki Tevrat’ta ve İncilde yazılı buldukları Rasûle, o
ümmî peygambere uyan kimselerdir. İşte o peygamber,
onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder. On­
lara iyi ve temiz şeyleri helal, kötü ve pis şeyleri haram
kılar. Üzerlerindeki ağır yükleri ve zincirleri kaldırır.
O‘na iman edenler, ona saygı gösterenler. Ona yardım
edenler ve O’na indirilen nura (Kurana) uyanlar var
ya, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.”^^'^
Âyet, Allah Rasûlü’nün Tevrat ve încil’de yazılı
olan daimi sıfatlarından bahsetmektedir. Önceki ki­
taplarda onun ümmî bir Rasûl olarak geleceği bildiril­
mekte ve insanların O ümmî peygambere uyacakları

S.292, Beyrût, 1399.


Yazır, Elmalılı M. Hamdi, Hak Dini Kuran Dili, I, s.393.
İstanbul, ty.
A’râf, 7/157.

-107-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

ifade edilmektedir.
Allah Rasûlü’nün okuma yazma bilmemesi
Rasûl ve Nebî gibi değişmez sıfatları arasında yer al­
maktadır. O, peygamberler arasında ümmî sıfatıyla
bilinmektedir. Nitekim Hz. Musa, Miraç Gecesinde
onunla karşılaştığında ümmîlik vasfını öne çıkararak
“Merhaba ümmî peygamber” diyerek O’nu selamla-
mıştır.’^®
“(Ey Muhammed!) De ki: Ey insanlar! Şüphesiz ben,
yer ve göklerin hükümranlığı kendisine ait olan Allah’ın
hepinize gönderdiği peygamberiyim. Ondan başka hiç­
bir ilah yoktur. O, diriltir ve öldürür. O halde Allaha ve
onun sözlerine inanan Rasûlüne, o ümmî peygambere
iman edin ve O’na uyun ki doğru yolu bulasınız.”^^^
İslâm’ın evrensel olduğundan bahseden âyet ins ve
cinni, lekesiz dimağı vahy-i ilahiyle terbiye edilen, saf
bir ayna gibi gördüğü her hakikati, ondan hiçbir şey
eksiltmeden ya da ona ilave etmeden yansıtan ümmî
peygambere uyup kurtulmaya davet etmektedir.

Yahudiler ve Ümmîlik
“İçlerinde birtakım ümmîler vardır ki, Kitab’ı (Tev­
rat’ı) bilmezler. Bütün bildikleri bir sürü kuruntudan
ibarettir. Onlar sadece zanda bulunurlar.”^"^
Yahudiler ümmî olup olmama açısından iki gru­
ba ayrılmaktadırlar. Âyette ümmî olarak tavsif edilen
Ahmed, Müsned, I, 257.
A’râf, 7/ 158.
Bakara, 2/ 78.

-108-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

grup ise Yahudi âlimlerinin tahrifatını Tevrat zanne­


derek onlardan işittikleri batıl sözleri ve yanlış te’vîlle-
ri vahiy gibi gerçek kabul addedenlerdir.

DELİLLER
Önceki kitaplar Allah Rasûlü’nün “ümmî” ol­
duğunu belirtmiş, din adamları da beklenen peygam­
berin ümmî olacağını ifade etmişlerdir. Efendimiz’in
hayatının her anma tanıklık eden Sahâbe de O’nu
ümmî olarak anlatmıştır. Lisâniyâtçı, müfessir, mu-
haddis, siyer âlimi herkes onun ümmî olduğunda
ittifak etmiştir. Bunda ümmî kelimesinin geçtiği altı
âyetin dışında Allah Rasûlü’nün okur-yazar olma­
dığını bildiren diğer nakli ve akli deliller de etkili ol­
muştur.

I. Âyetler
Oryantalizmanm etkin bir şekilde varlığını his­
settirdiği yıllara kadar yapılan tefsîr çalışmalarında
“ümmî” kavramı okur-yazar olmayan kişi şeklinde
izah edilmiştir. Hatta rivayet tefsirlerinin Kur’an’la
Müslümanlar arasında perde oluşturduğunu iddia
eden Muhammed Abduh bile ümmî kavramını diğer
müfessirler gibi izah etmiştir.
I. Kur’an-ı Kerim, ümmî kavramının geçmediği

’** Hemen hemen bütün müfessirler ümmî kavramım “okuma


yazma bilmeyen kişi” şeklinde anladıklarından, birkaç sayfalık
yer kaplayacak olan benzer ifadeleri burada zikredip bu bölümü
uzatmaktan şarf-ı nazar ettik.

-109-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

fakat ümmîliği anlatan ifadelerin yer aldığı âyetlerle


de Allah Rasûlü’nün okur-yazar olmadığını belirt­
miştir. Mevzu ile alakalı bir âyet-i kerîmenin meâli şu
şekildedir: “Sen bundan önce ne bir yazı okur ne de
elinle onu yazardın. Öyle olsaydı bâtıla uyanlar kuşku
duyarlardı.”^'^^
Allah Rasûlü’nün herhangi bir kitabı okumadı­
ğına vurgu yapan âyet-i kerîme, yazmasını nefyeder-
ken “Ne de onu yazardın.” gibi maksadı ifade eden bir
cümle yerine, “Ne de elinle onu yazardın.” şeklinde
mecâz ihtimalleri de ortadan kaldıran bir söz dizimi
kullanmaktadır. Âyette “el” kelimesinin tasrih edilme­
sinin gayesi şu şeklide açıklanabilir: “El” kendisi ile
yazı yazılan bir uzuvdur ve burada zikredilerek, yazı
yazma ameliyesi bütünüyle Efendimizden uzak tutul­
muştur. Bu, kişinin (baktım)” yerine ‘
(gözümle baktım)” demesi gibidir. Âyette geçen “Sij
ifadesinin başında yer alan “nefiy lâ’sı” da şim­
diki ve gelecek zamanı olumsuzlaştırmaktadır. Buna
göre anlam; “Onu şimdi de gelecekte de yazmazsın.”
şeklinde olur.
Eğer Allah Rasûlü okuma yazma bilseydi, O’na
bühtan edip, “Bu Kur’ân’ı O uydurmuştur” diyen müş­
rikler iddialarına kendilerince mesnet bulmuş olacak­
lardı. Ayrıca Tevrat’ta son peygamberin ümmî olaca­
ğını gören Yahudiler de haklı olarak Allah Rasûlü’nün
nübüvvetinden şüphe edeceklerdi.
Ankebût, 29/48.
Her ne kadar Allah Rasûlü’nün risâletini inkâr ettilerse de

-110-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

II. Allah Rasûlü vahiyden önce ne Kitab’ı ne de


imanın alamet ve şartlarını ayrıntılı bir şekilde bil­
mekteydi. Bu durumun arka planında ümmî olması
vardır.
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “İşte böylece sana
da emrimizle Kuranı vahyettik. Sen kitap nedir, iman
nedir bilmezdin. Fakat biz onu, kullarımızdan diledi­
ğimizi kendisiyle doğru yola eriştirdiğimiz bir nur kıl-
dık:’^^^
Kur’an-ı Kerim, nazil olmaya başladığında yeryü­
zünde Yahudilik ve Hristiyanhk gibi vahiy merkezli
muharref iki din hüküm sürmekteydi. Bu durumu
çarpıtan İslâm karşıtları Kur’an’m gaipten ve önceki
ümmetlerden haber veren âyetlerinin mevcut dinler­
den iktibas edildiğini iddia ettiler. Olan gibi, olacak
olan her şeyi de bilen Allah Teâlâ bu nevi iddiaları işin
başında geçersiz kılmak için -öncekilerin aksine- son
peygamberinin ümmî kalmasını murat etmiştir. Bu
yüzden Tevrat ve încil, okur-yazar olan peygamberle­
re bir anda inerken, Kur’an-ı Kerim, ümmî olan Allah
Rasûlü’ne hıfzedebilmesi için parça parça yirmi üç
yılda nazil olmuştur. Mekkeli kafirlerin Kur’an’m bir
defada nazil olması yönündeki taleplerine Allah Teâlâ
şu şekilde cevap vermiştir: “inkâr edenler. Kuran Ona
bir defada topluca indirilmeli değil miydi? dediler. Biz
Onu senin kalbine iyice yerleştirmek için böyle yaptık

şüphelerini destekleyecek bir delil bulamadılar.


’**Şûrâ, 42/52.

-111
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

(parça parça indirdik) ve Onu tane tane okuduk^”145

II. Hadisler
1. Efendimiz “ümmî” kelimesini okur yazar olma­
yan, hesap yapamayan kişi olarak tefsir etmektedir.
Nitekim o şöyle buyurmaktadır: “B/z yazmayı ve he­
sabı bilmeyen ümmî bir ümmetiz. Ay şöyle, şöyledir.”^'^^
(Yani bazen yirmi dokuz, bazen otuz gün çeker.)
2. Kirada ilk inen âyetler Allah Rasûlunün
okur-yazar olmadığının en açık delillerindendir. Ni­
tekim Ondan okumasını talep eden meleğe bî L
(Ben okuma bilmem}”^'^^ şeklinde cevap vermiştir.
Allah Rasûlü Cebrâil’le Kirada okuma üzeri­
ne yaşadığı diyaloğu şu şekilde nakletmektedir: “O
zaman Melek beni alıp tâkatim kesilinceye kadar sık­
tı. Sonra beni bırakıp yine: ‘İkrâ!(Oku!)' dedi. Ben de
Ona, ‘Okuma bilmem.' dedim. Yine beni alıp ikinci
defa tâkatim kesilinceye kadar sıktı. Sonra beni bıra­
kıp yine: ‘îkra’, dedi. Ben de ‘Okuma bilmem.' dedim.
Nihayet beni alıp üçüncü defa sıktı. Sonra beni bırakıp:
“Yaradan Rabb'inin ismiyle oku. O insanı aşılanmış yu­
murtadan yarattı. Oku, Rabb'in nihayetsiz kerem sahi-

Furkan, 25/32.
Buhârî, Savm, 13; Müslim, Siyam, 2; Ebû Dâvud, Siyam, 4;
Nesâi, Siyam, 17; Ahmed, Müsned, II, 43.
"Mâ ene bikâriin" ifadesindeki "mâ" nâfiyedir. Eğer
istifhamiyye olsaydı “kâri” kelimesinin başına “bâ” harfi cerrini
alması uygun olmazdı. Bâ olumsuz anlamı tekit etmek için gelen
zaid bir harftir.

112-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

bidir. Ki O, kalemle (yazı yazmayı) öğretendir. İnsana


bilmediğini O öğretti''"^, dedi.”^'^^
Bu diyalog, vahiy başladığında Allah Rasûlü’nün
ümmî olduğunun açık delilidir. Çünkü Efendimiz
“Oku!” emrine üç defa “Ben okuma bilmem.” şeklinde
cevap vermiştir.
Ümmî bir toplumda ümmî bir anneden dünyaya
gelen Allah Rasûlü’nün ümmîliği, “Yüce Dosf’a
kavuşuncaya kadar devam etmiştir.
Ümmîlik, hem Allah Rasûlü’nün, hem de üm­
metinin kıyamet günü vasfı olacaktır: Abdullah b.
Abbas'tan (r.anhüma) gelen bir hadiste Allah Rasûlü
şöyle buyurmaktadır: “Biz dünyada ümmetlerin
sonuncusu ahirette ise hesaba çekilme cihetiyle ilki ola­
cağız. Ogün şöyle denilecek: 'Ümmî ümmet ve peygam­
beri nerede?’^^°
3. Allah Rasûlü risâlet hayatının farklı devre­
lerinde müteaddit kere ümmî olduğunu belirtmiştir.
Abdullah b. Amr bir gün Allah Rasûlü’nün dün­
yaya veda eden kişi gibi yanlarına geldiğini ve üç defa
“Ben ümmî peygamber Muhammed’im; benden sonra
peygamber gelmeyecek.” dediğini rivayet etmektedir.
Bir Sahâbe de Efendimiz’e “Ya Rasûlallah! Allah
bize, size salavât getirmemizi emretti, nasıl salât ede­
lim?” diye sorunca; Allah Rasûlü hiç karşılık ver-
Alak, 96/1-5.
Buhârî, Vahy, 1.
^5“ îbn Mâce, Zühd, 37.
*5’ Ahmed, Müsned, II, 172, 212.

113
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

meden sustu. Öyle ki Sahâbe, o kişinin bu soruyu hiç


sormamış olmasını istedi. (Bir müddet) sonra, “Al­
lah’ım! Ümmî Nebî Muhammed’i ve âlini yücelt, deyi­
niz” buyurdu. ^52

III. Sahâbe'nin Tanıklığı


Sahâbe, Allah Rasûlü’ne olan derin sevgisi ve
O’nu örnek alma gayretiyle, hayatının her anma ait
gözlemlerini muhafaza etmiştir. Sözleri, seyahatleri,
ahlakı, şemaili, hiçbir devlet adamına, ideoloğa hatta
önceki peygamberlere bile nasip olmayacak ayrıntıda
tedvin-telif edilmiştir. Böylece tâbiûn ve onları taki­
ben gelen nesiller Efendimiz’! başındaki beyaz saç te­
line varıncaya kadar tanıma imkanı bulmuştur.
Sahâbe, Allah Rasûlü’nün risâlet sonrası gibi
risâlet öncesi hayatını da ayrıntılı bir şekilde anlat­
mıştır. Siyer kitapları nesebi, viladeti, çocukluk yılları,
seyahatleri, görüştüğü, konuştuğu ve ortaklık yaptığı
insanlarla alakalı ayrıntılı bilgiler ihtiva etmektedir.
Buna rağmen O’nun okur-yazar olduğu ya da birisin­
den ders aldığı noktasında tek bir rivayet yoktur. Bi­
lakis ümmî olduğu tasrih edilmiştir. Sahâbe'nin Allah
Rasûlü’nün Ümmî olduğuna delalet eden gözlem
ve rivayetlerinden birkaçı şu şekildedir:
Hz. Ali -Allah Rasûlü’nün ahirete irtihal et­
mesinden sonra- Küfede bir defasında şöyle buyur­
muştur: “Tohumu yarana ve insanı yaratana yemin

Ebû Dâvud, Salât, 178-179.

-114-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

olsun ki beni ancak müminin seveceği ve hana ancak


münafığın buğz edeceği, Ümmî Nebinin bana kuvvetli
bir ahdidir.”^^^
Abdullah b. Abbas da Allah Rasûlü nü şu ifa­
delerle anlatmaktadır: ‘‘Peygamberiniz okuma yazma
bilmeyen, hesapla iştigal etmeyen bir Ümmî idi.”^^"^
Hz. Abbas Mekke’de iken, Efendimiz’e hitaben, Ku-
reyş’in toplanıp yola (Uhut muharebesi için) çıktığını
bildiren bir yazı kaleme aldı. Abbas’m Benû Ğifâr’dan
bir adamla gönderdiği mektup Medine’ye ulaştığın­
da Efendimiz mührünü açtı, okuması için Übeyy b.
Ka’b’a verdi. Übeyy okuyunca da ondan mektubu sır
olarak saklamasını istedi,
Sahâbe’nin Allah Rasûlü’ne ait eşyaları teberrük
maksadıyla muhafaza ettiği hırkası, cübbesi ve silahı­
nın asırlarca korunduğu yaygın bir bilgidir. Fakat ko­
runan eşya arasında Allah Rasûlü tarafından yazıl­
dığı iddia edilen tek bir metin yoktur. Eğer O herhangi
birşey yazmış olsaydı, sakallarını dahi muhafaza eden
ashab elbette yazısını da korurdu.

IV. Tarihi Deliller


Allah Rasûlü’nün yaşadığı dönemde hayatına

*5’ Müslim, îman, 33.


‘5*** el-Kurtubî, a.g.e., VII, s. 190.
‘55 Eğer Allah Rasûlü okur-yazar olsaydı stratejik öneme haiz
bir mektubu Übeyy e okutmaz, sonrasında da ondan saklamasını
talep etmezdi. Bkz: Rıza, Muhammed Reşid, Muhammed
Rasûlüllah, s.8O, Dâru'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrût, ty.

-115-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

tanık olanlar ona iman edip etmeme noktasında iki


gruba ayrılmaktaydı. îlki ona iman etmeyen Mek­
ke Müşrikleri ile Medinede yaşayan kafir, münafık
ve Yahudiler; İkincisi ise Müslümanlardan oluşmak­
taydı. Bu iki gruptan hiç kimse Allah Rasûlü’nün
okur-yazar olduğunu rivayet etmedi. “Sen bundan
önce ne bir yazı okur ne de elinle onu yazardınâyeti
inince, O’nu etkisiz hâle getirmek için aleyhinde
delil teşkil edebilecek en küçük ihtimali dahi değer­
lendiren düşmanlarından hiç biri “Bu âyet vakıaya
aykırıdır.” iddiasında bulunmadı. Çünkü Allah Rasû­
lü’nün risâlet öncesi hayatının her karesine tanık­
lık etmelerine, nereye girip çıktığına, kimlerle oturup
kalktığına vakıf olmalarına rağmen ümmî vasfını ih­
lal edecek bir ipucuna ulaşamadılar. Bu yüzden “O,
okur-yazardı.” diyemediler.
Hâşâ, “Kur’ân’ı O yazıyor.” diyemeyenler, “(Bu
âyetler) Onun (Muhammed'in), başkasına yazdırıp da
sabah akşam kendisine okunan, öncekilere ait masal-
lardır.”^^^ iddiasında bulundu. Âyet-i kerîmede geçen
“iktetebe” fiili “istektebe” anlamında “talep” bildir­
mektedir. Buna göre anlam; “başkasına, âyetleri ken­
disi için yazmasını emretti.” demek olur.^^s
Ayrıca O’na iman edenlerin hepsi aynı derecede
değildi. Eğer âyete aykırı bir durum görmüş olsalardı,
îsra ve Miraç gerçeğini idrak edemeyenlerde olduğu
Ankebût, 29/48.
Furkân, 25/5.
‘5® îbn Manzûr, a.g.e., I, s.698; Molla Hatır, a.g.e., s. 140.

116
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

gibi onlar içerisinde de irtidat edenler olurdu.


Tarihi verilerin ümmî olmasında ittifak ettiği Allah
Rasûlü; gelen vahyi de, farklı iklimlere gönderdiği
mektupları da katipleri vasıtasıyla kaleme almıştır.^^9

V. Aklî Deliller
Mekke’de okur-yazar olanlar toplam on yedi ki­
şiydi. Bu yüzden tarihi ve aktüel olaylar şifahi olarak
paylaşılır, sonraki kuşaklara da hafızalara nakşedilen
şiirlerle aktarılırdı. Şiirlerin içeriği putperest geleneğe
ve kabile kültürüne ait olaylardan oluşmaktaydı. Tev­
rat ve İncil îbranice olduğundan halk Ehl-i Kitab’m
kültürüne yabancıydı.
Böyle bir ortamda nazil olan Kur an-ı Kerim, Mek-
kelilerin hiç duymadığı hadiselerden, gaibî hakikat­
lerden, iman esaslarından bahsetti. Âyetleri, hayret­
ler içerisinde dinleyen müşrikler Kur’an-ı Kerim’in
Allah Rasûlü’ne başkası tarafından yazdırıldığmı
iddia ederek vahyin kaynak meselesini halledecekle­
rini düşündüler. Kur’ân’m Allah Rasûlü’ne Rum
asıllı Hristiyan bir köle olan Cebr en-Nasrani tara­
fından yazdırıldığmı iddia ettiler. Daha sonra Müslü­
man olan bu köle, efendisi tarafından, “Muhammed’e
bunları sen öğretiyorsun” diye dayak yerken “Hayır!
Allah’a yemin olsun ki o bana öğretiyor ve yol göste­
riyor.” demiştir.'^”
Müşrikler bu hamleleriyle umduklarını bulama-
*5’ Bkz: Molla Hatır, a.g.e., s.l 11.
el-Kurtubî, a.g.e., X, s. 117.

-117-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

dılar. Çünkü Kur’an’ı isnat ettikleri kişi hem bir köle,


hem de Rum asıllıydı; yani Arapça’ya yabancıydı.
Farz-ı muhal, böyle bir durum söz konusu olsaydı,
Cebr, Mekke aristokrasisinin reddettiği bir Peygam-
ber’i etkisiz hâle getirmek ve karşılığında hürriyetine
kavuşmak için “Evet bunlar Cebr’e aittir.” demez miy­
di?! Ya da el altından “Bu Kitap bana aittir, dolayısıyla
O’na değil de, bana iman edin.” çağrısında bulunmaz
mıydı?! Sonra Hristiyanhğm öğretilerine bağlı olan
bu köle dinini terk edip -hâşâ- uydurma bir Kitab’a
inanır mıydı?! Ayrıca “muallaka-i seb’a (yedi askı)” şa­
irlerinin dahi bir suresinin benzerini yazmaktan aciz
kaldığı bir Kitab’ı, acem bir köle nasıl telif edebilirdi?
Uzayıp giden ve cevapsız kalan bu sorular Mekkelile­
rin iddialarını çürütüp, tarumar etti.
Müşrikler gibi hayretler içerisinde kalan oryanta­
listler “Muhammed ümmî olduğu halde Kurandaki
bu ilmi nereden aldı?” diye kendilerine sordular. On­
lara; “İşte bu onun Rasûl olduğunun delilidir.” denil­
diğinde risâleti tasdik etselerdi küfürden kurtulacak­
lardı. Fakat onlar okur-yazar olduğunu iddia ederek
küfrü tercih ettiler. Tarihi veriler iddialarını redde­
dince de Allah Rasûlü’nün okur-yazar olduğunda
ısrar edip, bunu ailesine varıncaya kadar herkesten
gizlediğini ileri sürdüler.
Yemek yemek, su içmek gibi aleni bir ameliye olan
okur-yazarlığm ev halkından bile gizlenebileceğin!
iddia edenlere gülerek mukabelede bulunmak onlara

-118-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

verilebilecek en anlamlı cevap olacaktır.

Hikmeti
Allah Rasûlunü âlimlerden farklı kılan en
önemli özellik, bilgisinin ilahi olmasıdır. Onu Rasûl
yapan bilginin okur-yazarlıkla ilgisi yoktur. Okur-ya­
zar olmak, O’nun ilahi olan bilgisine bir şey kalama­
yacağı gibi, olmaması da hiçbir halel getirmemiştir.
Araplar fesahat, belağat, hitabet ve şiir gibi edebî
disiplinlerde dünya milletlerine göre daha ileri ko­
numdaydılar. Edebî eserlerini sergilemek için Ukâz ve
Zu 1-Mecâz gibi panayırlar tertip ederlerdi. Oralarda
sözün sultanları olan ümmî şairler şiirle birbirlerine
karşı fahriyede bulunurlardı. Allah Teâlâ bu ümmî
toplum içerisinden onlar gibi; fakat onları da hayrette
bırakan ümmî bir peygamber gönderdi ve minnet al­
tında kalmaması için O’nu kimseye öğrenci yapmadı:
“Allah sana Kitab’ı ve hikmeti indirmiş ve sana bilme­
diğini öğretmiştir.”^^^
Müşriklerin de şehadet ettiği gibi Araplar içerisin­
de en fasih ve en beliğ olan kişi Allah Rasûlü idi.
Şairler, Kur’an-ı Kerim’i, insanın fevkinde bir kitap
olarak görür ve bu yüzden “Bu ancak sihirdir” der­
lerdi. Cenab-ı Hak da Rasûlü’nün ümmî kalmasını
murat ederek -sanki- muarızlarına, “Edebî kudretine
şehadet ettiğiniz Muhammed, bunları birisinden öğ­
renmediyse -ki öyledir- o halde Kur’an’ın Allah’tan

Nisâ, 4/4.

-119-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

geldiğini kabul etmekten başka seçeneğiniz yoktur.”


demektedir.
Allah, Rasûlü’nü yüceltmek için, bilgisini de yü­
celerden gönderdi. Onu ümmî bırakarak vahyi, bilgi­
sinin yegâne kaynağı kıldı.
Allah Teâlâ Kur’anı, Rasûlü’nün kalbine yerleş-
tire yerleştire’^ yirmi üç yılda indirdiğinden kendile­
rine vahiy, kitap hâlinde gönderilen önceki peygam­
berler gibi okur-yazar olması gereklilik arz etmedi.
Allah O’na okuduğunu bir daha unutmama nimetini
bahşetti.’^’ Tıpkı âmâlığın zihne katkısı gibi ümmîlik
de Allah Rasûlü’nün hafızasının gücüne güç katmıştır.

Ümmî Olmadığını İddia Edenlerin Delili


Allah Rasûlü’nün okur-yazar olduğunu iddia
edenlerin istidlal ettiği delil, Buhârî’nin de rivayet et­
tiği bir hadistir. Hadise konu olan olay şu şekildedir:
Hudeybiye musalahası yazılırken -henüz Müslüman
olmamış olan- Süheyl b. Amr, Efendimiz’in adının
‘Allah Rasûlü Muhammed” şeklinde yazılmasına iti­
raz eder ve bunun silinip yerine “Muhammed b. Ab­
dullah” yazılmasını ister. Efendimiz, Hz. Ali’ye “Allah
Rasûlü” ifadesini silmesini emreder fakat Hz. Ali <
derin sadakatinden “Hayır! Allah’a yemin olsun ki
asla adını silemem.” der. Bunun üzerine Efendimiz,
“Sahifeyi aldı, pek iyi yazamıyordu ve (adını) yazdı.”’^'*
Furkân, 25/32.
A’lâ, 87/6.
Buhârî, Meğazî, 45.

-120-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

Bu ifade ile alakalı Buhârî şarihi Aynî şunları söy­


lemektedir: Hz. Ali’ye adını yazmasını Allah Rasûlü
emrettiğinden mecâzi olarak bu yazma işi O’na is­
nat edilmiştir. Süheylî’nin de dediği gibi gerçekte ifade
şu şekildedir: “Allah Rasûlü, Ali’ye yazmasını em-
retti.”’^5 Nitekim bazı rivayetlerde sadece, Hz. Ali’nin
işaretiyle Efendimiz’in ibareyi sildiği sonrasında
da anlaşmanın akdedildiği mevcuttur. Bu durum
isnadın mecâzi olduğunu desteklemektedir. Ya da Al­
lah Rasûlü bir defaya mahsus mucize olarak adını
yazmıştır. Fakat bu yaklaşım alimler nezdinde itibar
görmemiştir. Nitekim bu mütalaa ilk olarak Ebu’l-Veli
el-Bâcî tarafından dile getirildiğinde Endülüs ulemâ­
sı onu Kur’an’a muhalefet etti gerekçesiyle zındıklıkla
itham etmiştir.*
Efendimiz, “Hudeybiye musalahasmda kaleme alı­
nan metne adını yazdı.” şeklindeki rivayet sahîh olsa
ve bu ameliye mucize babından addedilmese, yine de
bu durum Sünneti Reddeden Kur’an Müslümanları­
nın iddiasına delil teşkil etmez. Zira adını tam olarak
yazamayacak kadar yazıya yabancı olan bir peygam­
ber nasıl olur da insanlık tarihinin en büyük söz us­
talarını, mütefekkirlerini susturan muciz bir kitabı
-hâşâ- kaleme alabilir?! İşte herkes gibi, Mealciler de

‘«5 Aynî, XVII, s.351.


Ebû Ya’lâ El-Mûsilî, Ahmed b. Ali b. Müsenna, Müsned, III,
S.261, Dâru'l-Me'mûn li't-Türâs, Dimeşk, 1984.
el-Keşmîrî, Enver Şâh b. Muazzam Şâh, Feyzul-Bârî alâ
Sahihi'l-Buhârî, V, s.97, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrût, 2005.

-121-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

bu faraziyenin cevabını vermekten acizdir.

Hülasa
Allah Rasûlü hayatının hiçbir devresinde, ne bir
metni yazdı ne yazılı bir metni bakarak okudu.
Allah Rasûlü’nün ümmî olduğundan bahseden
âyet-i kerîmeler Medenî’dir. Okur-yazar olmadığını
bildiren âyet ise Mekkî’dir.^^® Konu ile alakalı hadis­
lerin tamamı ise Medenî’dir. Bu durum ümmîliğin
onun hayatının bütün evrelerini kapsadığını ve değiş­
mez bir vasfı olduğunu göstermektedir.
Mektebe gitmeyen, hiçbir hocadan ders almayan
ümmî birinin gelmiş ve gelecek bütün zamanların
bilgisinden bahseden kitabı tebliğ etmesi ve bu ki­
tabın dünyanın en çok okunan kutsalı olması ilim
tarihinin en büyük hadisesidir. Bu durumu gölgele­
mek isteyenler Allah Rasûlü’nün ümmî olduğunu
reddetmektedirler.
Siyer kitapları, hayatını en küçük ayrıntısına va­
rıncaya kadar nakletmesine rağmen O’nun okudu­
ğundan ya da okumayı öğrendiği bir şahsın adından
bahsetmemektedirler. Bir an okumayı mucize olarak
öğrendiği düşünülse, bu da herhangi bir metni oku­
duğuna dair açık bir rivayet olmaması ve mucizelerin­
den bahseden eserlerde meselenin tadat edilmemesi
cihetleriyle merduddur.
Ümmîlik, okur-yazar olmanın zıddıdır. Âlimin

Ankebût, 29/48.

-122-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

karşıtı ise cahildir. Âmânın, âlim olabilmesi gibi


ümmî de alim olabilir. Bilgisi beşeri olan ümmîler için
geçerli olan bu durum bilgisi ilahi olan peygamberler
için evleviyetle geçerlidir. Bu yüzden ümmîlik Allah
Rasûlü için nakısa değildir. Bilakis ümmîlik O’nun
nübüvvetinin en güçlü şahitlerindendir.
Lisaniyâtçı, müfessir ve muhaddisler başta olmak
üzere bütün alimler iştikakı hangi kelimeden olursa
olsun ümmîliği okuma-yazma bilmemek olarak yo­
rumlamışlardır. Bunlar dışında yetkili bir otorite ol­
madığına göre, Kur’an Müslümanları’nm ümmîliğe
farklı manalar yüklemelerinin İlmî hiç bir değeri yok­
tur. Arap Dili ve Kur’an-ı Kerim’in müsade etmediği
bu anlama ameliyesinin asıl kaynağının Oryantalizma
olduğunu söylemek ise kelam israfı olur.

-123-
III. MUCİZELER YA DA HİÇ Mİ KURİN-I KERİM
OKUMUYORSUN İSLAMOĞLU?

“Kur’ân Müslümanları” adını alarak kendileri­


ne kutsal bir hüviyet kazandırdıklarını düşünen
Kur’âniyyûn hareketi, zuhûrundan günümüze kadar
“Kur’ân la, Kur’ân-ı Kerim’e karşı direnen Müslüman­
lar topluluğu” olarak anılmışlardır.

Kuşatma
Kur’ân Müslümanları’nın reddettiği mevzulara Al­
lah Rasûlü bağlammda bakıldığında her birinin
Peygamber-i Ekber’in itibarsızlaştırılmasma yönelik
hamleler olduğu görülmektedir. Ümmîliğin reddiyle
oryantalizmanm Kur’ân’m başka kitaplardan istinsah
edildiği iddiasının; Allah Rasûlü’nün masumiyeti­
nin inkârıyla, O’nun günahkar biri olabileceği ve bu
yüzden kendisine itaatin şart olmayacağının; hadisler

125-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

etrafında şüpheler oluşturarak Peygambersiz bir İs­


lâm’ın önü açılmakta, mucizelerin inkârıyla ise risale-
te şehadet eden ilahi tasdiknameler iptal edilmektedir.

Kur'âniyyûn'un Mucize Telakkisi


Kur’ân Müslümanları’na göre, “Allah Rasûlü’nün
Kur’ân’dan başka bir mucizesi yoktur; her ne kadar
Ay’ın ikiye yarılması gibi rivayetler hadis mecmuala­
rında mucize bağlamında nakledilse ve bazı âlimler de
bunu Kur’ân’la isbat etme noktasında aşırı gitse de du­
rum değişmez; İnşikâk-ı Kamer/Ay’ın İkiye Yarılması
geçmişte olan bir hâdiseyi değil, Kıyâmet esnasında
vuku’ bulucak bir olayı anlatmaktadır. Zaten âyetle­
rin devamında da hâdiseyi Allah Rasûlü’yle ilişki-
lendiren ne açık, ne de gizli bir delil vardır.” Kur’ân
Müslümanları bu noktada iddialarını şu şekilde mü-
şahhaslaştırmaktadırlar: “Allah Teâlâ bir peygambere
maddi bir mucize verir, muhatapları ona inanmaz ve
risaletini inkâr ederse, mühlet tanımadan onları he­
lak eder. Nitekim Hz. Salih ve Hz. Musa başta olmak
üzere diğer peygamberlerin muhatapları bu çerçevede
helak edilmiştir. Buna göre, eğer Allah Rasûlü’nün
mucizelerinden İnşakâk-ı Kamer/Ay’ın İkiye Yarılma­
sı gerçek olsaydı, onu inkâr eden Kureyş hemen helak
olurdu; kitaplarda Kureyş'in helak olduğuna dair bir
rivayet olmadığına göre bu hâdise tahakkuk etmemiş­
tir. Kamer Sûresi’nde ifade edilen Ay’ın Yarılması hâ-
Tasarrufla tercüme edilmiştir: el-Hafız Muhammed Eşlem,
Ta’lîmâtu’l-Kur’an, Delhi, 1934,150.

-126-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

disesi Kıyâmet’te olacaktır. Mucize olarak nakledilen


rivayetler ise uydurmadır.”

Mucizeler
Mucizeler, Allah Teâlâ tarafından risalet davasına
memur kılınan Peygamberlere, risaletlerini sorgula­
yan muhataplarına izhar etmeleri için ihsan edilen
İlahî belgeler hükmündedir. Bu yüzden gösterilmesi
de, ona inanılması da zaruret arz eder. Mucizeleri
inkâr, peygamberlerin ellerindeki İlahî şehadetname-
leri de inkâr etmektir.
Mucize; akla değil, insanın alıştığı sisteme, gördü­
ğü nizama aykırıdır. Kainatı yoktan var eden, küçü­
cük bir çekirdekten dev ağaçlar çıkaran Allah Azze
ve Celle diriltmeye de, balığın karnında, ateşin içinde
diri tutmaya da kadirdir. O’nun âlemdeki tasarrufunu
gören akıl, peygamberlere verdiği mucizeleri idrak et­
mekte zorlanmayacaktır.

Kur'ân-i Kerîm'in İ'caz Haritası


Allah Rasûlü’nün en büyük mucizesi ise bü­
tün zaman ve mekanlarda tesiri devam eden Kur’ân-ı
Kerîmdir. Kur’ân’m hârikulâde oluşu ise dört başlık
altında mülahaza edilebilir:
1- Kur’ân-ı Kerim insanların unuttuğu hâdiseler­
den de, gelecekte olacak olaylardan da haber verdi.
Ehl-i Kitap olan Rumlarla, Müşrik Mecusiler arasın­
da 10 yıla kadar tekrar bir savaş olacağını ve bu sa-

-127-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

vaşta Ehl-i Kitab’ın galip geleceğini;*^" Mekke’de inen


bir âyette müşriklerin yenilip kaçacağını haber verdi?^’
Kur’ân’m dediği oldu; Mecusiler yenildi, Mekkeliler
Bedirde hezimete uğradı. Allah Teâlâ neyi, nasıl ha­
ber verdiyse o şekilde zuhur etti.
2- Kur’ân-ı Kerim, on dört asır önce ancak yakın
bir zamanda keşfedilebilen İlmî meselelerden de bah­
setti. Denizlerin birleşim noktalarında doğal bir sed
bulunduğunu, bunun da iki akıntının birbirine karış­
masına mani olduğunu; *^2 hej- şeyin çift yaratıldığı-
n/7’; biri erkek, diğeri dişi hücreli varlıkların rüzgarla
aşılandığın/^'*, yer ve göklerin bitişik olduğunu, daha
sonra birbirinden ayrıldığını, bütün her şeyin sudan
yaratıldığmı*^^ haber verdi. Bilimse bunları yeni keş­
fetti.
3- Kur’ân-ı Kerim, fesâhat ve belâğatıyla dünya
milletlerine rüchaniyeti olan Arapları hayrette bırak­
tı. Münkirlerini önce mislini;*^® sonra on sûresinin,
en son olarak da bir sûresinin benzerini getirmeye
davet etti. En büyük şairler O’nun önünde diz çöktü.

Rûm, 30/3-4.
>’* Kamer, 54/45.
Rahman, 55/19-20.
Zâriyât, 51/49.
Hicr, 15/22.
Enbiya, 21/30.
'"‘‘îsrâ, 17/88.
Hûd,ll/13.
Bakara, 2/23.

-128
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

Kimi iman etti, kimi de edebiyatına secde etti. Fakat


hiç kimse onun meydan okumasına cevap veremedi.
4- Kur’ân-ı Kerim’in hukuki yönü de mucizedir.
Yol kesme cezasıyla^79^ hırsızlık haddi‘^° arasına “tak­
va” çağrısı yapan âyet-i kerimeyi^®^ koyarak, her iki
suçun da ancak iman ve takva ile önlenebileceğini
haber verdi. Can ve mal emniyeti açısından en teh­
likeli bölgelerden olan Hicaz’ı en emin belde hâline
getirdi Kur’ân. ABD, 1930 yılında bir yasa değişikli­
ğiyle içkiyi yasakladı fakat içki tüketimi daha da arttı.
Yasakta başarılı olamayınca tekrar serbest bıraktı. Fa­
kat Kur’ân-ı Kerîm; üç merhalede yasakladığı içkinin,
üçüncü merhalesinde, “Artık vazgeçtiniz değil
deyince, içki küpünü alan müminler sokağa koştu,
Medine sokakları içki seli hâline geldi.
Kur’ân-ı Kerim; damarlarına şiir nüfuz eden
Arab’ın üdebâsma da, şuarâsma da meydan okudu.
Onun karşısına sözle çıkmaktan aciz kalan müşrikler,
kılıçlarını kuşanıp Mekke’ye yürüdü. Bedir, Uhud ve
Hendek, Müşriklerin söz planındaki mağlubiyetini
galibiyete çevirmeye matuf hamlelerdi.

Şâir Mucizeler
Allah Rasûlü’nün Kur’ân-ı Kerîm dışında da çok
sayıda mucizesi vardır. Bunlardan bir kısmı Kur’ân-ı
Mâide, 5/33.
*8'’ Mâide, 5/37.
Mâide, 5/35.
Mâide, 5/91.

-129-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

Kerîm’de, önemli bir bölümü de hadis mecmualarında


yer almaktadır. Ay’ın ikiye yarılması, cansız varlıkla­
rın O’na selam vermesi, hurma kütüğünün O’nun ay­
rılığına dayanamayıp ağlaması, az miktardaki yiyecek
ve içeceğin O’nun bereketiyle çoğalması, okuduğu ya
da dokunduğu hastaların şifa bulması, parmakların­
dan su akması gibi mucizelerinin anlatıldığı eserler
umumi manada mucizeyi ikiye ayırmış; manevi mu­
cize noktasında Kur’ân-ı Kerim’i, hissi mucize nokta­
sında ise Allah Rasûlü’nden sadır olan hârikulâ­
de hususları incelemişlerdir. Son dönemde ise, Allah
Rasûlü’nün vaktinden önce haber verdiği, vakti ge­
lince de ifade buyurduğu gibi tahakkuk eden hâdise­
lere dair sözleri “Nübuâtu’r-Rasûl” başlığı altında cem
edilip incelenmiştir.

Mucize, Müminlere Ne Söyler?!


Ne var ki modernist Müslümanlar, Batı’nm poziti-
vist aklı karşısında mucizeyi izah edemeyince reddet­
mişler ya da mucize Müslümana, “En zor şartlarda da
bir çıkış yolu vardır! Sabret! Küfre teslim olma! Hz.
İbrahim’i yakmayan Allah Azze ve Celle seni de koru­
yacaktır!” dediğinden, müstağribler tarafından inkâr
edilmiştir. Bu bağlamda Mısır’da Ferid Vecdi, “///m ve
Felsefe Işığında Allah Rasûlunün Hayatı" başlıklı
dizi yazısında mucizeyi sıradanlaştırdı. Muhammed
en-Nedvî, Muhammed Veliyyullah, Nubûatur-Rasûl Mâ
Tahakkuka minhâ ve Ma Yetahakkaku, Dârus-Selam, Kahire,
1990.

-130-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

Abduh, “Fil Sûresi’nin tefsirinde Ebabil Mucizesini


bir takım tevillerle reddetti. Hüseyin Heykel de “Ha-
yat-u Muhammed” adlı kitabında, Batının bilim anla­
yışını tercih ettiğini açıkça deklare etti. Mustafa Me-
raği mezkûr esere yazdığı takrizde, “Allah Rasûlü’nün
karşı konulamaz tek mucizesinin Kur’ân olduğu­
nu, onun da akıl terazisine geldiğini” söyledi.
Ezher’in içselleştirdiği modern bilim mantığı her
gün yeni bir veçheye bürünerek yayıldı. Islah edebi­
yatı, İslâm Coğrafyası’nm en ücra noktalarına kadar
ulaştı. Bu bağlamda pek çok şey gibi mucize de inkâr
edildi. Müslümanlar mucizeyle birlikte, Nemrutlara
karşı İbrahimî direniş ruhunu da kaybetti.

Mucize Te'lifâtı
Allah Rasûlü’nün risaletini inkâr faaliyetlerine
karşı, ulemanın risaleti mucizelerle isbat etme nokta­
sında kaleme aldığı te’lifât, zamanla bir ilim dalı hali­
ne geldi ve Delâilu’n-Nübüvve ya da “A’lâmu’n-Nübü-
vve” literatürü oluştu. Bunlar içerisinde Ebû Nuaym
el-îsfahânî’nin (v. 430/1038) “Delâin ile Ebû Bekir
el-Beyhakî’nin (v. 458/1066) “Delâil”ı ayrı bir öneme
sahiptir. İmam Suyuti’nin “el-Hasâisul-Kübrâ”si gibi
eserler hem Allah Rasûlü’nün risaletinden önceki
“irhâsât” kabilinden olan rivayetleri, hem de risaletten
sonra vuku’ bulduğundan “mucize” babında değer­
lendirilen harikulâde olayları da ihtiva eder.

184 www.ihsansenocak.com/mukaddime-4/

-131-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

Sünnet’i reddeden Kur’ân Müslümanları, hadis-i


şerifleri delil olarak kabul etmediklerinden, biz de bu
makalede, mucizeleri daha çok hadisler bağlamında
ifade eden Delâil kitaplarını değil de, âyet-i kerime­
lerin haber verdiği şekliyle hârikulâde olayları esas
alacağız. Ne gariptir ki, Hristiyanlar Hz. İsa’nın hissi
mucizelerine istinaden O’nu uluhiyet derecesine çıka­
rırken, Modernistler ya da Kur’ân Müslümanları Pey­
gamberlerinin risaletine delalet eden tek bir mucizeye
dahi tahammül edememektedirler.

Sihirbaz Aklı ve Derin Çarpıtma


Allah Rasûlü’ne Kur’ân’dan başka mucize ve­
rilmediğini iddia eden Kur’ân Müslümanları, mucize
ile alakalı âyetleri fasid şekillerde te’vil etmektedirler.
Bu bağlamda “İsra” hâdisesinin Mescid-i Haram’dan
Mescid-i Aksa’ya değil, Mescid-i Haram’dan Ci’râ­
ne’deki bir mescide yapıldığını; meleklerin gelmesinin
manevi destek anlamında olduğunu, Ay’ın da Kıyâ-
met alameti olarak gelecekte ikiye ayrılacağını savun­
maktadırlar.
Allah’ın kitabına bütüncül bir nazarla bakamadık-
larmdan dolayı âyetleri murad-ı İlahî çerçevesinde
anlayamayan Kur’ân Müslümanları, akidevî noktada
derin yanılgılara düşmekte, bu yüzden de pek çok
meseleyi inkâr etmektedirler. Kafirlerle alakalı âyet­
leri Müslümanlara teşmil eden Kur’ân Müslümanları,

”5 Sabri, Mustafa, a.g.e., Dâru't-Terbiyye, Dimeşk, 2007, IV, 88.

-132 -
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

“Şefaat” gibi, hükmü kafirler için başka^®^, müminler


için başka’®^ olan âyetleri sihirbaz aklıyla çarpıtıp red­
detmektedirler.
Muhal farz... Kur anın kafirler ve müminler için
ayrı ayrı hüküm ifade eden âyetleri birbirine karış­
tırılırsa “var”, “yok”; “yok” da “var” olur. İşte Kuran
Müslümanları şefaat ve mucize gibi konularda tam da
bunu yapmaktadırlar.

Kur'ân-ı Kerim'in Mucize Sistemi


Mealci, “Kafirlere şefaatin fayda vermeyeceğini”
bildiren âyetleri, müminleri de içine alacak şekilde
tefsir edince, ya “şefaat’in varlığını” haber veren âyet­
leri inkâr edecek ya da Kuranda -hâşâ- tenakuz ol­
duğunu iddia edecek... Kuran Müslümanlığının aynı
mantığı mucizede de yürütmesine itibar edilir ve bu
bağlamda İsra Sûresinin 59. âyeti Allah Rasûlü’ne
mucize verilmediğine delil kabul edilmesi söz konu­
su olursa -hâşâ- Kur’ân’da tenakuz ortaya çıkar. Bu
durumda mucizeyle alakalı âyetleri nasıl anlamalıyız?
Şefaatle alakalı âyetler nasıl kafirler ve müminler
için iki başlık altında toplanıyor ve kafirler için caiz
olmayan şefaat, müminler için caiz oluyorsa, muci­
zelerle ilgili âyetler de iki başlık altında incelenmeli-
dir. Birinci grupta yer alan mucizelere, “el-Mu’cize-
tu’l-Muhlike/înanmayıp, fesad çıkaranları helak eden

Müddessir, 74/48.
Tâ-Hâ, 20/109.

-133-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

mucizeler” adı verilebilir. Çünkü bu grupta yer alan


mucizeler zuhur edince muhataplar birinci merhale­
de onları inkâr ettiler, ikinci aşamada ise onları inkâr­
da ileri gidip, fesad çıkardılar, son tahlilde ise helak
oldular. İkinci grupta yer alanlara ise “el-Mucize-
tu’l-Murşide/Yol Gösteren Mucizeler” denebilir. Çün­
kü muhatapların bir kısmı bunlar vasıtasıyla inanır
ya da inananların imanı güçlenir. Bir kısmı ise inkâr
eder; fakat inkârı büyük bir fesada dönüşmeden sö­
nüp, gider.

Mekkeliler Niçin Mucize İstedi?!


Allah Teâlâ; Mekke müşriklerinin Efendimizden
yerden su çıkarması, altından bir evinin olması ya da
göğe çıkmasf 88 gibi mucizeleri istemelerini inkâr ve
istihza bağlammda kabul etmiş, bunun da sonu inkâr
ve ifsad olduğundan taleplerini reddetmiştir. Nitekim
bu âyetler’®’ kafirlerin samimi taleplerine değil, istih­
zalarına cevap olarak nazil olmuştur. Müşriklerin ta­
leplerinin Allah Rasûluyle alay etmek ve inkârları­
nı daha da derinleştirmek için onlardan sadır olduğu
malumdur. Âyetlerin siyak sibakına bakıldığında da
görülmektedir ki, onlar bir beşerin peygamber olma­
sını reddetmekte, Rasûl olarak melek beklemekte­
dirler. Nitekim Allah Azze ve Celle onlardaki bu akıl
tutulmasını şu şekilde ifade buyurmaktadır: “Onlara

•«•îsrâ, 17/90,95.
»»’îsrâ, 17/90, 95.

134-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

gökten bir kapı açsak da oradan yukarı çıksalar, yine


de, ‘Herhalde gözlerimiz perdelendi, bilakis bize büyü
yapılmış olmalı!' derler.”^^

İslamoğlu Kur'ân'a Niçin Bu Kadar Yabancı?!


Sünnet’i reddeden Kur’ân Müslümanları, Kur’ân’ı
bütüncül bir nazarla okuyamama özürlerine bağlı ola­
rak anlayamadıkları şu âyeti mübtedi bir talebe vasa­
tında okuyabilselerdi, herkes gibi onlar da ilgili âyet-i
kerimenin mucizenin inkârına değil, isbatma delalet
ettiğini idrak edeceklerdi: “Bizi, (Kureyş’in istediği)
mucizeleri göndermekten, ancak, öncekilerin onları ya­
lanlamış olması alıkoydu. (Nitekim) Semûd kavmine o
dişi deveyi açık bir mucize olarak verdik de onlar bu
yüzden zâlim oldular. Oysa biz mucizeleri sırf korkut­
mak için göndeririz.”^^^ Allah Rasûlü’ne Mekke’li
müşriklerin talep ettiği mucizelerin niçin verilmedi­
ğinin gerekçesini bildiren bu âyet, öncekilerin yalan­
lama keyfiyetini ifade noktasında Semud Kavmi’ni ör­
nek olarak zikretmektedir. Buna göre Semud, Mucize
noktasında iki cinayet işlemiştir. Bunlardan birincisi,
% Mucizeye inanmayarak kendilerine zulmetti­
ler” ifadesiyle, İkincisi ise lOnu yalanla­
dılar ve kestiler.” mealiyle ifade edildiği gibi hayvanı
boğazlama şeklinde gerçekleşmiştir. Semud kavmi,
istediği mucize zuhur edip, kendisi tarafından inkâr
15/14-15.
îsrâ, 17/59.
Şems, 91/14.

135-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

edilince değil, mucize olarak yaratılan deve öldürü­


lünce helak oldu. Bu âyet, Kuran Müslümanlarının,
mucizeyi inkâr eden kavimlerin hemen helak edildiği
yönündeki iddialarını çürüten delilerden sadece bir
tanesidir.
Kur an-ı Kerîm sayfalarca, mucizeleri inkâr edilen
peygamberlerden ve inkâr eden kavimlerin -hemen
değil de- yıllar sonra helak edilmelerinden bahseder.
Biz bu makalede -umumi tahlilin yanında- Sünnet
karşıtlığını “Kuran Müslümanlığı” zırhıyla gizleyen
hareketin Türkiye mümessillerinden Mustafa îsla­
moğlu’nun -Kur’ân’a ne kadar yabancı olduğunun bir
tescili olarak- aynı iddiaları nasıl tekrar ettiğini de de­
ğerlendireceğiz. Kullanmış olduğu ifadelerden Kur’ân
Müslümanhğı’nm görüşlerini kaynak göstermeden al­
dığı anlaşılan bu zât, bir hutbesinde şunları söylemek­
tedir: “înşikâk-ı kamer hâdisesi iki yüz yıl sonra imal
edilmiş bir yalandır. Âyetin Ay’ın yarılmasıyla hiçbir
alakası yoktur. Fiilin mazi olması gelecekte olmasına
engel teşkil etmez. Zira Kıyâmetle alakalı bütün fiiller
mazi sigasıyla gelir. Ay ikiye yarıldı diye iman eden
tek bir kişi oldu mu? Kur’ân’daki mucizelerin sistema­
tiğine göre bir kavim imana davet edilir, o da mucize
ister, mucize verilir de iman etmezse helak edilir. Sis­
tem budur. Tamamen budur. Onun içindir ki Allah
Hz. Peygambere Kur’ân’dan başka mucize vermemiş­
tir. Allah Rasûlü’ne verilen tek mucize Kur’ân’dır.
İsrâ Sûresi’nin 59. âyeti de bunu teyit ediyor. Anke-

-136-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

but Sûresinin 52. âyetini de onun üzerine koyun: “Bu


Kuranı onlara göndermemiz mucize olarak yetmedi
miV' diyor. Bağlam manipüle edildi, iki yüz yıl sonra
bu yalan uyduruldu.

Ay Yarıldı mı. Yarılacak mı?!


Allah Azze ve Celle inşikâk-ı kamer hâdisesini,
“Ay yarıldı.”^'^'^ şeklinde “fiili mazi” olan “ fiiliyle
haber vermektedir. Fiili mazi, gelecekteki bir hâdise­
yi değil, geçmişteki bir vakıayı bildirir. Kelamda asıl
olan ise, bir fiil ne için vaz’ edildiyse o anlamda anla­
şılmasıdır. Yani mazi ise mazi, muzari ise şimdiki ya
da gelecek zaman çerçevesinde onu anlamaktır. Buna
göre biri “1^16u 5dediğinde, Muhammed’in
çıktığı, Ahmed’in de öldüğü anlaşılır. “Gerçek şu ki biz
Nuhu kavmine peygamber olarak gönderdik”^^^ âye­
tinde geçen “oLSı” şeklindeki mazi fiilden Hz. Nuh’un
ilerde bir tarihte peygamber olarak gönderileceği de­
ğil, geçmişte bir tarihte gönderildiği anlaşılır. Eğer
mazi fiilden, gelecek zamanda vuku bulacak bir hâ­
dise kastediliyorsa bu durumda ibareye bu anlamı
destekleyecek bir karine gerekir. îslamoğlu’nun “
/yarıldı” fiilinin gelecekte olacağını, buna delil ola­
rak da Tekvîr Sûresi’nde güneşin dürülüp, yıldızların

Her bir cümlesi ancak sayfalarca yazıyla tashih edilecek


hutbenin ilgili bölümü mana itibariyle aktarılmıştır. Bkz: https://
www.youtube. com/watch ?v-LObDx2Q9 UNM
Kamer, 54/1.
Hûd, 11/25.

-137-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

dökülmesi hâdisesinin mazi fiille zikredilmesini delil


getirmesi, “lof’dan bahsetmesine rağmen, “lof’sız fiille
“iö|”h fiili aynı bağlamda ele alması ya cehaletinden ya
da bilerek hakikati inkâr etmesinden kaynaklanıyor.
Tekvir Sûresinin âyetlerindeki “lof’ bir karinedir ve
bu hâdiselerin gelecekte olacağını haber vermekte­
dir.*^^ Yine Nahi Sûresinin “4Ui_^ı 3!” diye başlayan âye­
tinde, “ Jİ” fiilinin mazi olmasına rağmen manasının,
“Allah’ın emri geldi.” şeklinde değil de, “Allah’ın emri
yerine gelecektir.” şeklinde verilmesi bu durumu des­
tekler. Çünkü fiilin gerçek anlamda alınmasına engel
olan bir karine vardır ki o da Sb/Bir an önce
gelmesini istemeyin.” ifadesidir. Fiili mazi olduğu hal­
de, karinelerle muzari/şimdiki ya da gelecek zaman
anlamında kullanılan çok sayıda fiil vardır.
Bir âyeti hakiki manada anlamak imkansız oldu­
ğunda mecazi manalara müracaat edilir. Ay’ın yarıl­
ması mucizesinin anlatıldığı Kamer Sûresi’nin ikinci
âyet-i kerimesinde, “Onlar bir mucize görseler hemen
yüz çevirip, 'Bu önceden beri bilinen bir sihirdir der-
ler.”^^'^ buyrulmaktadır. Âyet, Allah Rasûlü’nün,
Ay’ın ikiye yarılmasıyla düşmanlarına karşı risalet da­
vasını doğrulayan bir mucize gösterdiğini; onların da,
bunun, insanların önceden beri bildiği sihirden başka
bir şey olmadığını söylediğini bildirmektedir. Eğer ay

îbn Hişam el-Ensari, Ebu Muhammed Abdullah Cemalüddin


b. Yusuf, Muğni’l-Lehîh, I, 92-93, Dâr-u İhyâ-i’t-Türasi’l-Arabî,
Beyrût, ty.
Kamer, 54/2.

-138
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

yarılmamış olsaydı, hangi olay Allah Rasûlü’nün


risalet davasını desteklemiş ve onlar da neyi yalanla­
mış olacaklardı?! Zira bir sonraki âyet, müşriklerin
bu hâdiseyi yalanladığını belirtmektedir: ‘AZZa/z Rasû-
lunü yalanladılar ve kişisel arzularına uydular.”^^^
“Yalanladılar” ifadesi, gelecekte olacak bir hâdise için
değil, “vuku bulan bir olay” için kullanılmıştır. O hâ­
dise de, Allah Rasûlü’nün bir mucizesi olarak Ay’ın
ikiye yarılmasıdır.
Bazıları -âyet-i kerimede- Ay’ın yarılmasının
‘‘Kıyâmet yaklaştı”^^^ cümlesine atfedilmesin! gerek­
çe göstererek, “Kur’ân’m nuzûlünden günümüze ka­
dar 14 asır geçtiğine göre, bu hâdise Kıyâmet alameti
olarak vuku bulacaktır.” demektedir. Allah Rasûlü
bu nev’i insanların anlama problemi yaşayacağını da
dikkate alarak şöyle buyurmuştur: “Kıyametle aramda
şu iki parmak arası kadar bir mesafe kaldığı bir sırada
ben gönderildim.’^^^ Efendimiz, işaret parmağıyla orta
parmağını göstererek, Kıyâmetle arasındaki zamanın,
Hz. Adem’le O’na nisbetle iki parmak arası kadar kısa
olduğunu ifade etmiştir. Allah’ın âyetlerini, O’nun
bizzat beyan yetkisini verdiği Peygamber-i Ekber’den
almayanların -pek çok mikyas gibi- yakınlık, uzaklık
ölçüsü de vahye uymaz. Nitekim Allah Azze ve Celle
Kıyâmeti uzak ya da imkansız gören müşriklere dair
şöyle buyurmaktadır: “iLj Ûİ555 43355 /Doğrusu
Kamer, 54/3.
Kamer, 54/1.
2“’ Buhârî, H. No: 60504; Müslim, H. No: 7270.

-139-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

onlar Kıyamet gününü ihtimalden uzak, bizse onu ya­


kın görmekteyiz.”^'^^

Mucize İkiyüz Yıl Sonra mı İmal Edildi?


İslamoğlu’nun Ay’ın yarılması mucizesinin iki yüz
yıl sonra uydurulan bir yalan olduğunu iddia etmesi
tarihin en çarpık cümlelerinden biri olarak anılmaya
sezadır. Zira Ay’ın yarıldığmı bizzat Kur’ân-ı Kerim
haber vermektedir ki; O’nun nuzulü Allah Rasûlü’nün
bi’seti ile başlayıp, Onun vefatıyla son bulmuş­
tur. Abdullah b. Mesud^*’^ Abdullah b. Abbas,^®’ Enes
b. Malik,Cübeyr b. Mut’îm,^®^ Abdullah b. Ömer^®^
başta olmak üzere daha başka Sahâbe'nin de riva­
yet ettiği Ay’ın yarılması mevzuunda Ümmet icma
etmiştir. Kettanî "‘Nazmul-Mütenasir” adlı eserinde
Ay’ın yarılması mevzuundaki hadislerin mütevatir
olduğunu söylemektedir.^®’’ Hâdise bu minvalde iken
İslamoğlu’nun inşikâk-ı kamer iki yüz yıl sonra imal
edilmiş bir yalandır, demesinden daha büyük bir ya­
lan olabilir mi?!

Me'âric, 70/6-7.
Buhârî, H. No; 4864.
2®’ Buhârî, H. No; 4868.
2®^ Buhârî, H. No; 4866.
“5 Tirmizi,.H. No; 3507.
2®®el-Hâkim, Müstedrek, H. No; 3759.
2®7 el-Kettani, Muhammed b. Ca’fer, Nazmul-Mütenasir mine’l-
Ehadisi’l-Mütevatir, I, 211-2, Dârül-Kütübi’s-Selefıyye, Mısır,
ty-
-140-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

Buhârî ve Müslim başta olmak üzere Sünen ve


Müsned tarzında yazılan hadis mecmuaları da inkârı
mümkün olmayan bir katiyette inşikâk-ı kamer muci­
zesini rivayet etmektedir.^®®
Ay’ın yarılması mucizesi karşısında tek bir kişinin
iman etmediği ile alakalı iddiaya gelince, açıkça be­
lirteyim ki; ben bu noktada bir nakil görmedim. Lâ­
kin Kur’ân Müslümanları’nın kendi mantıklarına göre
de müşriklerin zaten inanmamaları gerekirdi. Çünkü
onlar -âyette de belirtildiği gibi- mucizeye sihir diyor-
lardı.2®’ Mekkeli müşrikler insanların Müslüman ol­
masının önüne geçmek için mucizelere sihir, Peygam-
ber-i Ekber’e sihirbaz diyor, “Sihirbaz’dan peygamber
olmaz” mukaddime-i kübrası üzerine kendi yalanları­
nı bina etmeye çalışıyorlardı. Bu insanların mucizeye
inanmalarını ancak Kur’ânî hakikatlerden mahrum
olanlar bekleyebilir.

Hangisi Kur'ân'ın Sistemi İslamoğiu?


“Kur’ân’daki mucizelerin sistematiğine göre bir
kavim imana davet edilir, o da mucize ister, mucize
verilince kavim iman etmezse helak olur. Sistem bu­
dun Tamamen budur. Onun içindir ki Allah, Hz. Pey-
gamber’e Kur’ân’dan başka mucize vermemiştir. Allah
Rasûlü’ne verilen tek mucize Kur’ân’dır. İsra Sûre-

2°® îbn Hacer, Fethu’l-Barî, VIII, 617; en-Nevevî, Muhyiddîn


Ebû Zekeriyya Yahya b. Şeref, el-Minhâc Şerh-u Sahîh-i Müslim
Îbni'l-Haccâc, XVII, 143, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrût, 1995.
Kamer, 54/2.

-141-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

si’nin 59. âyeti de bunu teyit ediyor.”


îslamoğlu’nun bu ifadeleri de bir Kuran Müslüma-
nı olarak Kur an-ı Kerime ne kadar yabancı olduğunu
resmetmektedir. Yukarıda kısaca izah edilen Hz. Sa­
lih kıssasında da görüldüğü gibi Kur andaki kıssalara
-umumi bir nazarla- bakıldığında şu zahir olmakta­
dır: Kavimler; talep ettikleri mucizeyi inkâr edince
değil, ifsatta sınır tanımayıp azınca, peygamberler de
onların iman etmelerinden umudu kesince helak ol­
muşlardır. Hz. Nuh, kavmi arasında 950 yıl kaldı, on­
lara mucizeler gösterdi, onlar da inkâr etti fakat Allah
Teâlâ onları -hemen- helak etmedi. Ne zaman ki Hz.
Nuh onlardan umudu kesip, “Rabbim! İnkarcılardan
yeryüzünde hiç kimseyi sağ bırakma!”^^^ diye yalvardı,
o zaman semadan yağmur boşaldı, yerde tufan oldu,
kavim sular altında kalıp helak oldu.

İşte Kur'ân-ı Kerim'in Sistemi İslamoğiu!


Firavun, Hz. Musa’ya, “Eğer bir mucize getirdiy-
sen ve gerçekten doğru söylüyorsan onu göster ba-
kaltm.’^^^ deyince, Hz. Musa asayı yere bıraktı, asa
ejderha oldu; elini koynundan çıkardı, bakanların
gözü önünde eli bembeyaz bir şeye dönüştü.^^^ pa-
kat bütün bunlara rağmen ne Firavun, ne de bürok­
ratları inandı. Şehirlere adamlar salındı, sihirbazlar
çağrıldı, onlar da Hz. Musa’ya karşı hünerlerini or-
2*0 Nûh, 71/26.
2“ A'râf, 7/106.
2*2 A'râf, 7/107-8.

-142-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

taya koyup, büyük sihirler yaptılar. Allah Teâlâ da


Hz. Musa’ya emretti, asayı yere attı, sihirbazların
uydurduklarını yutuverdi asa. Bunun üzerine sihir­
bazlar secdeye kapandı; "Biz Musa’nın ve Harun’un
da Rabbi olan Âlemlerin Rabbi’ne iman ettik.” dedi­
ler. Sihirbazlar, Firavun un el ve ayaklarının çapraz­
lama kesilmesi tehdidine rağmen ona teslim olma­
dılar, şehadetlerinden önce, “Eğer tehdidini yerine
getirirsen ne mutlu bize ki, şehid olmamız durumun­
da şüphesiz ki Rabbimize dönücüleriz.”^^^ dediler.
Bürokratları Firavunu, Hz. Musa ve kavmini ser­
best bıraktığından dolayı uyarınca Firavun, planını,
onların oğullarını öldürmek, kadınlarını da sağ bı­
rakmak şeklinde açıkladı.^^'^ Hz. Musa yeni döneme
dair kavmine, Allah’tan yardım istemeyi ve belâlara
karşı sabırlı olmayı telkin etti.^’^ Sonraki süreçte Al­
lah Teâlâ Firavun ailesini kurak seneler ve ürünler­
den eksiltme cezası ile yakalayıp cezalandırdı. Fira­
vun ve milleti daha pek çok şekilde imtihan edildi.^’^
Hz. Musa’nın Firavuna mucize göstermesi ve onun
bunları inkâr etmesi üzerinden yıllar geçtikten son­
ra Allah Teâlâ Firavunu ordusuyla birlikte Kızılde-
niz’de boğarak helak etti.^^^

2’’ Bkz: A'râf, 7/106-125.


2’“ A'râf, 7/127.
A'râf, 7/128.
A'râf, 7/133.
A'râf, 7/136.

-143-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

Üç İhtimal
Allah Teâlâ -îslamoğlu’nun iddia ettiği gibi- Hz.
Musa’nın mucizelerini inkâr eden Firavunu hemen
helak etmedi. Hz. Musa, Hakk’a davet ettikçe Firavun
azdı, azdıkça fesadı daha da yayıldı. Şehirden ayrı­
lan Hz. Musa’nın peşine düştü; dağları, tepeleri aştı,
sonunda asa ile yarılan denize o da girdi fakat bir
daha çıkamadı. Eğer îslamoğlu’nun iddia ettiği gibi,
Kur’ân’m anlattığı sistem, “Bir kavim, bir mucizeye
inanmayınca hemen helak olur.” şeklinde olsaydı. Fi­
ravun, Hz. Musa’yı inkârdan yıllar sonra değil, hemen
helak olmalıydı. Fakat öyle olmadı, Firavun yıllar son­
ra Kızıldeniz’de boğuldu.
Kur’ân-ı Kerim’de üç sayfada ayrıntılı bir şekilde
anlatılan bu kıssadan îslamoğlu’nun haberi yokmuş
gibi hüküm vermesi ortaya şu ihtimalleri çıkarmak­
tadır:
îslamoğlu ya Kur’ân-ı Kerim okumuyor.
Ya okuyor lâkin anlamıyor.
Ya da anlıyor fakat manayı tahrif ediyor.
Kur’ân sistematiğine göre mucizeye inanmayan bir
milletin hemen helak olacağını iddia eden îslamoğlu,
bu iddiasının bir zuhûl olmadığını izah noktasında
da ifadeyi farklı vurgularla bir kaç defa tekrar ediyor.
Ne hazindir ki Sünnet’i reddeden Kur’ân Müslüman-
ları’nm namaz kıldığı bir mescitte biri ayağa kalkıp
da, “Bu dedikleriniz tamamen Kur’ân-ı Kerîm’e aykı­
rıdır.” deyip hazreti tövbeye davet etmiyor. Mevcut hâl

-144-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

de göstermektedir ki, İslamoğlu izleyicilerine Kur’ân


Müslümanlığı adı altında “İslamoğlu İslâmı”nı anla­
tıyormuş. Zira aksi olsaydı, Buhârî’ye, Müslim’e itiraz
etmeyi dinî bir vecibe gören zavallı dinleyiciler, bir
defa Kur’ân meali okuyanın bile rahatlıkla anlayabi­
leceği bir hakikatin çiğnenmesi karşısında sessiz kal­
maz, itiraz ederlerdi. Fakat öyle olmadı, mescitten ka­
meralara aykırı bir söz yansımadı.

Kur'ân-ı Kerîm'i İnkâr Eden Mekkeliler Niçin


Helak Olmadı?!
Mucize’ye inanmayan milletlerin hemen helak
edileceğini söyleyenlerin, Allah Rasûlü’nün tek
mucizesinin Kur’ân-ı Kerîm olduğu yönündeki id­
diası, kendi mantık örgüleri içerisinde çelişkilerle
doludur. Zira inşikak-ı kamer mucizesine inanma­
yan müşrikler, bir mucize olan Kur’ân-ı Kerim’e de
inanmamışlardı. Bu durumda hemen helak olma­
ları gerekirdi, lâkin öyle olmadı, Mekke’de toplu bir
helak hâdisesi yaşanmadı. Bu da göstermektedir ki;
İslamoğlu, Kur’ân Müslümanhğı’nm, Kur’ân’ı en az
bilen, mantıkî çıkarımları en zayıf halkasıdır. Sürekli
öfke, zaman zaman da tekfir dilini kullanması -belki
de- bu acziyetinin bir yansımasıdır.

Mucize Sünnetullah mı, Sünnetullah'a


Muhalefet mi?!
Kur’ân Müslümanları’nm Ay’ın yarılmasının Sün-

-145
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

netullah’a aykırı olduğu iddiaları da doğru değildir.


Mealciler, Sünnetullah’ın değişmeyeceğini savunur­
ken doğru söylüyorlar. Fakat Ay’ın ikiye yarılması­
nın Sünnetullah’a aykırı olduğunu iddia ederken ise
yanılıyorlar. Çünkü Allah Teâlâ’nın peygamberle­
rini mucizelerle teyit etmesi bizzat Sünnetullah’tır.
Ateş’in Hz. İbrahim’i yakmaması, Hz. Musa’nın asa
ile denizi yarması, Hz. İsa’nın ölüleri diriltmesi na­
sıl Sünnetullah bağlamında normal bir hâdise ise,
Ay’ın yarılması da Sünnetullah bağlamında o kadar
normaldir. Hz. İsa’nın babasız dünyaya gelmesini
Sünnetullah’a aykırı bulmayanlar, Allah Rasûlü’nün
mucizelerine ise akıllarında bir idrak alanı aça­
mıyorlar.

Niçin Herkes Görmedi?


Ateistlerin, “Eğer bu hâdise vuku’ bulsaydı pek
çok bölgeden insan onu görür, mütevatir olarak da
bize naklederdi.” şeklindeki iddiaları da inşikak-ı
kamerin inkârına delil olamaz. Zira Ay’ın yarılması,
insanların yaygıların altında uykuda olduğu bir gece
vaktinde olmuştu. Bu yüzden semayı temaşa eden­
lerin sayısı da azdı.^^® Ayrıca bu mucizenin herkes
tarafından görülmesi de Sünnetullah’a aykırıdır. Zira
inşikâk-ı kamer her yerde zahir olsaydı, gayba iman
durumu ortadan kalkardı.

Bkz: el-Osmanî, Muhammed Takı, Tekmilet-u Fethi’l-


Mülhim, VI, 74, Dâru’l-Kalem, Beyrût, 2006.

-146-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

Ay‘ın her gece farklı saatlerde doğması, bir yerde


gece iken, bir başka yerde gündüz olması ya da bir yer­
de akşam yeni başlamışken, başka bir bölgede fecrin
yakın olması gibi hâdiseler yanında, pek çok insanın
Allah Rasûlü’nden haberdar olmaması vesilesiyle
bu durumu Ay tutulması gibi tabii bir hâdise olarak
görmesi de söz konusudur.
İnşikâk-ı kamer olduğunda Hindistan’da gece ya­
rısı olmasına rağmen yine de onu görenler olmuş ve
bazı kadim Hind tarihçileri bu hâdiseden bahsetmiş-
lerdir.2*^
Ulema, Ay’ın yarılmasının Allah Rasûlü’nün bir
mucizesi olduğunda icma etmiştir. Bütün müfessirler
de bu noktada hem fikirdir. Yalnızca Osman b. Ata,
babasının bunun gelecekte olacağını söylediğini nak-
letmektedir.22®
Kıyâmetin yaklaşmasının Ay’ın yarılmasıyla bir­
likte zikredilmesinin nedeni ise, Ay’ın yarılmasının
Allah Rasûlü’nün risaletinin; risaletinin de Kıyâ-
metin yaklaştığının alametlerinden olmasıdır.
Görüldüğü gibi, Kur’ân Müslümanlarının en temel
problemi Allah’ın Kitabına bütüncül bir nazarla ba­
kamamaları, bundan dolayı da âyetleri murad-ı ilahi
çerçevesinde anlamaktan mahrum olmalarıdır.
Kur’ân Müslümanlığını fasid te’viller üzerine bina
edenler, bu iddialarıyla Kur’ân’a ne kadar yabancı ol-
2*’ el-Osmanî, a.g.e., VI, 74.
eş-Şevkânî, Muhammed b. Ali, Fethul-Kadîr, V, 169, Dâru'l-
Ma'rife, Beyrût, 2007.

-147-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

duklannı da izhar etmektedirler.

Meleklerin İnmesi
Bedirde Müslümanların yardımına önce bin^^’,
sonra üç bin, ardından da beş bin melek^^^ geldi. Me­
lekler, Sahâbe safında küffara karşı muharebeye katı­
lıp bizzat savaştı. Bazı âlimlere göre cihad meydanın­
da sabredip ecrini yalnız Allah Teâlâdan bekleyerek
cihad edenlere bu melekler Kıyâmete kadar yardıma
gelecektir.223
Sünneti reddeden Kuran Müslümanları, Bedirde
meleklerin inmesi mucizesini de “manevi yardım”
şeklinde te’vil/tahrif etmekte; delil olarak da, “On­
dan sonra onun kavmi üzerine hir ordu indirmedik,
indirmeyiz de.’^^"^ mealindeki âyet-i kerimeyi kullan­
maktadır.
Kuran Müslümanlarının Bedirde müminleri te­
yit etmek için meleklerin gelmesi mucizesini inkâ­
ra vasıta yaptıkları âyet-i kerimedeki ter­
kibindeki “û” zamiri, "min aksa'l-Medîne/şehrin en
uzak noktasından" koşup gelen ve halkına, “Sizden
bir ücret istemeyen o kimselere tabi olun; onlar doğru

Enfâl, 8/9.
222 Âl-i İmrân, 3/124-125.
22’Bkz: el-Kurtubî, a.g.e., IV, 124-125.
224 Yâsîn, 36/28.

148-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

yoldadır” diyen Habib en-Neccar’a^^^ döner?^^ Buna


göre Allah Teâlâ’nın Habîb’in kavmine şehadetinden
sonra ordu indirmemesi; bundan sonra Müslüman­
lara yardım etmek, kafirleri de hezimete uğratmak
için melek indirmemesi anlamanmda değil, Habîb’in
kavminin helakinin sesle olduğunu bildirmek için­
dir. Zira bir sonraki âyet, ‘"Cezaları müthiş bir sesle
oldu. Bir anda sönüp gidiverdiler.’^^'^ şeklindedir.
Bütün bunlar gösteriyor ki mucize dahil pek çok
akidevi meseleyi inkâr eden Kur’ân Müslümanları’nm
en temel sorunu Kur’ân’a yabancı olmalardır. Eğer
Habîb en-Neccar kıssasını siyak-sibak bütünlüğü içe­
risinde okur, ardından da Allah Teâlâ’nın -önceki ka-
vimlerden- kimini taş, kimini dehşetli bir ses, kimini
yerine dibine gömmek, kimini de suda boğmak^^^ gibi
farklı şekil ve suretlerde helak ettiğini mütalaa etseler­
di, “ordu indirilmeyeceğini” bildiren âyetin, Habîb’in
sesle helak edilen kavmiyle alakalı olduğunu anlaya­
cak ve meleklerin Allah Rasûlü’ne yardıma gelme­
sini inkâr etmeyeceklerdi.

Bedir Mucizeleri
Kur’ân-ı Kerim’in Allah Rasûlü’nün mucıze-

225 Burada Habîb en- Neccâr'ın yerine bir başkası takdir edilse
de manada bir değişme olmayacaktır.
226 en-Nesefî, Ebu'l-Berakât Abdullah b. Ahmed, Medâriku’t-
Tenzîl ve Hakâiku't-Te'vîl, IV, 11, Dâru’n-Nefâis, Beyrût, 2014.
222 Yâsîn, 36/29.
228 Ankebût, 29/40.

-149-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

si bağlamında zikrettiği bir diğer husus ise Bedirde


Allah Azze ve Celle’nin, kafirler cesaret edip savaşa
başlaması için harbin hidâyetinde Müslümanları on­
lara az göstermesidir.”’ Savaş başlayınca Müşrikler
Müslümanları kendilerinin iki katı; iki bin kişi ya
da Müslümanların iki katı; altıyüz yirmi küsur ka­
dar görmüşlerdir?’® Kur an-ı Kerim bize bu hâdiseyi
şu ifadelerle nakletmektedir: “(Bedirde) karşı karşı­
ya gelen şu iki gurubun hâlinde sizin için bir âyet/
mucize vardır. Biri Allah yolunda çarpışan bir gu­
rup, diğeri ise bunları apaçık kendilerinin iki misli
gören kâfir bir topluluk... Allah dilediğini yardımı
ile teyid eder. Elbette bunda derin akıl sahipleri için
büyük bir ibret vardır.””^ Mekkelilerin muharebenin
başında Müslümanları olduğundan az, muharebe
esnasında ise İslâm Ordusunun iki katı ya da kendi
mevcutlarının iki katı görmelerinin bir mucize/âyet
olduğunu bizzat Allah Teâlâ beyan ediyor.
Bedirde Allah Rasûlü’nün müşriklerin yüzüne
attığı bir avuç toprağın onların göz, burun ve ağızla­
rına isabet etmesi hâdisesi de bir mucizedir.’” Bir be­
şer olan Peygamber-i Ekber’in attığı toprağın tesiri,
ancak beşerin tesir alanı içinde kalır. Lâkin Allah’ın

Enfal, 8/44.
2’° en-Nesefî, a.g.e., I, 224.
2” Âl-i îmrân, 2/13.
2’2 el-Beyhaki, Ahmed b. Hüseyn b. Ali, Delâilu’n-Nübüvve, H.
No: 968, Dârün-Nefâis, Beyrut, 1986; el-Kurtubî, a.g.e., VII,
244.

-150-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

atması, Peygamber’in eliyle gerçekleşen bu ameliye-


yi, bütün müşriklerin gözlerinde etkisini gösterecek
hale dönüştürmüştür. Bunun içindir ki Kur’ân-ı Ke­
rim, “Oku/toprağı attığında sen atmadın, Allah attı.”
buyurmaktadır.

Hülasa
Kur’ân-ı Kerim tarihin en kapsamlı kuşatmasıyla
karşı karşıyadır. Akademyadan bir grup O’nun tarih­
sel olduğunu iddia ederek çağının kapandığını; bir
başkası kıssaların bir kısmının masal olduğunu iddia
ederek yegâne hakikat olma özelliğini yitirdiğini; Tev­
rat’tan uyarlandığını söyleyen oryantalist Rudi Paret’e
katıldığını ifade eden “pe-re-fe” ise ilahi değil, beşeri
olduğunu iddia etmektedir. Bütün bunlara rağmen
hâlâ büyük kalabalıkların bu kuşatmadan etkilenme­
mesi ise Sünnet ve Cemaat akidesine sahip ehl-i il­
min gayretli çalışmalarının bir sonucu değil, Kur’ân-ı
Kerim’in ilahi koruma altında olma hususiyetinin bir
bereketidir.
Bu ahval ve şerâitte ehl-i ilmin yapması gereken ise
selef-i salibin gibi Kur’ân-ı Kerim’e yöneltilen tenkitle­
re ve iftiralara mukni ve müfid cevaplar vererek, genç­
lerin zihninde oluşan kuşatmayı kalemle ve kelamla
yarmaktır.
Modern zamanda ikinci kuşatma Sünnet-i Se-
niyye’ye yapıldı. Bu bağlamda her biri Peygamber-i

2” Enfal, 8/17.

-151
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

Ekber’i itibarsızlaştırmayı amaçlayan pek çok iddia


ortaya atıldı. Allah Rasûlü’nün ümmî olması red­
dedilerek, Oryantalizma’nm Kur’ân’m başka kitap­
lardan istinsah edildiği iddiasının; Efendimiz’in
masumiyetinin inkârıyla, O’nun günahkar biri ola­
bileceği ve bu yüzden kendisine itaatin gerekli olma­
yacağının; hadisler etrafında şüpheler oluşturularak
Peygambersiz bir İslâm’ın önü açıldı. Mucizelerin
inkârıyla ise Allah Rasûlü’nün risaletine şehadet
eden ilahi tasdiknameler itibarsızlaştırıldı.
Mucizelerin aklî bir temelde değerlendirilememe-
sinin imanda bir kırılmaya sebep olacağını savunan
Kur’ân Müslümanları, Kur’ân-ı Kerim’in sair enbiyaya
dair haber verdiği mucizeler noktasında nasıl bir yön­
tem izleyecek?! Mesela Hz. İsa’nın ölüleri diriltmesi,
doğuştan kör olanları ve alaca hastalarını iyileştirmesi
ya da beşikte konuşmasını nasıl anlayacak?! Hz. Mu­
sa’nın bir asa ile taşı da, denizi de yarmasını, aynı asa­
nın bütün sihirleri yutmasını nasıl izah edecek?! Hz.
İbrahim’in ateşe atılmasına ve yanmadan çıkmasına,
Hz. Yunus’un balığın karnından kurtulmasına ne di­
yecek? Allah Rasûlü’nün mucizelerini aklî vasatta
izah edemediklerinden inkâr edenler, yarın bu âyetle­
ri de mi reddedecek?! Ayrıca bilinmelidir ki; mucize
akla değil, âdete aykırıdır. Küçücük bir hücrenin içe­
risinde insanı saklayan Allah Azze ve Celle, yarattığı
Melekleri Bedir’e indirmekten ya da Peygamber eliyle
ayı ikiye ayırmaktan neden aciz olsun?!

152-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

Mucizeler sayesinde Allah’ın kudretini daha farklı


bir makamda gören Müslümanda, küfür tarafından
teslim alınamaz bir irade oluşur. Muhammed Ab-
duh’la başlayan mucizeleri inkâr sürecinin esas gayesi
ise mucizeyi inkâr ederek o ruhu çökertmektir.
Ay’ın ikiye yarılması hem Kur’ân-ı Kerim’de zik­
redilmekte, hem de ilgili hadisler tevatür derecesin­
dedir. Hem Kitab, hem Sünnet sarâhaten Ay’ın ikiye
yarıldığmı haber vermektedir. Hiçbir hadis mecmua­
sında bunun olmadığına dair bir rivayet yoktur. İddia
edildiği gibi bu, Kur’ân’m sistematiğine aykırı değil,
bizzat o sistematiğin en müşahhas misallerinden bi­
ridir. Zira Hz. Musa kıssasında da ifade edildiği gibi.
Firavun -hemen değil- Peygamber’in mucizelerini
inkâr ettikten yıllar sonra boğuldu. Bu da göstermek­
tedir ki, îslamoğlu’nun haber verdiği sistem Kur’ân’a
değil, cehaletine dayanmaktadır.

-153-
YÜREKLERDEKİ AKSA DÜŞERSE SELAHADDİNLER
KUDÜS'TEKİ AKSA'YA MUHAFIZ OLUR MU?

üslümanlar yüz elli yıldır tarihteki bü­

M tün saldırı şekillerinden daha tehlike­


li bir taarruza maruz kaldı. Bu, İslâm’ı
bizzat müdafaaya memur olanların planlayıp ic
ettiği bir saldırı olduğundan gerektiği gibi anlaşıla­
madı, önlemler alınamadı. Bu yüzden sorunlar her
geçen gün biraz daha çözülmez bir hâl aldı. Siyaset
cephesinde kanlı mücadeleler veren Müslümanlar,
sokakları çocukların ve gelinlik kızların kanıyla
dolan İslâm şehirlerinde, üniversitelerde “sömürge
valilerinden daha insafsız”, “oryantalistlerden daha
ölçüsüz” ilim, fikir, sanat ve siyaset adamlarının
tahkir, tezyif ve bühtanına maruz kaldı.

-157
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

Kudüs, Direnen Çocuklar ve Alfred Guillaume


Filistin’de İzzeddin Kassam’ın direnen çocukları
karşısında çaresiz kalan Siyonist İsrail’in imdadına
Oryantalist Alfred Guillaume yetişti ve Mescid-i
Aksa’nm Kudüs’te değil, Mekke’ye 8 km mesafedeki
Ci’rânede olduğunu söyledi?’^ Gayesi ise, Mescid-i
Aksa esaret altında olduğundan dolayı uykuları ka­
çan Müslüman gençlerin gündeminden Kudüs’ü dü­
şürmekti. Alfred’in, İsrail’in yaramadığı safları da­
ğıtmaya, Kudüs davasını akamete uğratmaya matuf
olan ısmarlama çalışması Müslüman gençler nezdin­
de ilgi uyandırmadı; bu yüzden rafa kaldırıldı.
Müseccel İslâm düşmanı Rudi Paret, tahrifin de
bir ölçüsü olmalı dercesine Alfred’in iddiasını red­
detti. Paret; bu görüşün ne bir delili ne de Alfred’ten
başka bir savunucusu var, dedi.^’^ Batı’da, -hiçbir
şekilde müdafaa edilemeyeceğinden dolayı- çöpe
atılan bu iddia, İslâmiyatla alakalı bazı şahıslar tara­
fından müdafaa edildi. Pek çok meşhur zevâtm üze­
rinde yazıp-çizdiği, yeni bir görüşmüş gibi gösterdiği
bu mevzu, esasında “Oryantalizm’in hakikati tersyüz
eden yönünü ifşa ettiğinden dolayı çöpe attığı bir es-
kisi”dir. Allah Rasûlü’nün Kur’an-ı Kerim’den baş­
ka bir mucizesinin olmadığını iddia eden Mealciler;
hadisleri inkâr, âyet-i kerimeyi de tevil ederek Alf-

Algis Uzdavinys, "Ascent to Heaven in Islamic and Jewish


Mysticism" London, 2011, The Matheon Trust. s.7.
Paret, Rudi, "Die Ferne Gebetsstâtte in Sure 17,1", Der İslam,
Tübingen, 1959, sy. 34, s.150-152.

-158-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

red’in, Mescid-i Aksanın Ci’râne’de olduğu iddiasına


taraf oldu. İslâmî ilimlerle tek irtibat noktası, onlar
vasıtasıyla akademik kariyer kazanmak olan gürû-
hun, Alfred gibi müseccel İslâm düşmanlarının iddi­
alarına taraftar olmasının sıradanlaştığı bir zamanda
anlaşılması güç olan ise, Süleyman Ateş’in^^^ bu tah­
rifi benimsemiş olmasıdır.
Kendisine verilen bir vazifeyi îfa edebilmek için
-âdeta- her yolu meşru addeden bir muvazzaf has­
sasiyetiyle hareket eden, sahih rivayetleri “Ben zayıf
dedim, oldu.” basitliğinde reddeden, siyer ve me-
gazi kitaplarındaki senedsiz nakilleri hüccet kabul
eden, bununla hedefe ulaşamayacağını anlayınca da,
“muktedâ bih” olarak kabul ettiği müseccel yobaz
Alfred gibi alakasız istinbatlar yaparak “hüküm” ve­
ren Mehmed Azimli’nin^^^ yazısının tahlîl edileceği
bu bölüm, zahirde, îsrâ hadisesini aklî temelde ifade
edebilmek için, hem aklın hem de naklin tahammül
sınırlarına tecavüz hadisesine “dur” demeye; haki­
katte ise Oryantalizmin tesir alanının ne kadar etkili
olduğunu resmetmeye matuftur.

http://www.gazetevatan.com/suleyman-ates-69701- ya-
zar-yazisi-mescid-i-aksa-nerede-/ [28.11.2016]; http:// www.
erdemyolu.com/isra-mirac/isra-mirac-prof-suley-man-ates.
html [28.11.2016]
Azimli, Mehmet, ‘‘îsra ve Miraç Olayları Üzerine Bazı
Mülahazalar”, Bilimname, XVI, 2009/1,43-58.

-159-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

İdeolojik Okumaya Şaheser Olmaya Namzet Bir


Çarpıtma
Büyük/küçük, yakın/uzak gibi kelimeler, izafe edil­
diği şeye nisbetle değişir. İnek; koyuna nispetle bü­
yükken, file nispetle küçüktür. Hakkari, Edirne’ye en
uzak vilayetken. Vana en yakın il merkezidir. Kur’an-ı
Kerim’de Mescid-i Aksa bağlammda zikredilen ve
Kabe’ye nisbetle “el-Aksa/en uzak” olarak nitelenen
Kudüs’teki musalla, mevsufu olan “mescid”le birlik­
te isim olmuş; “el-Mescidu’l-Aksa” denince Ümmet,
Kudüs’teki bu mabedi anlamıştır. Azimli ise, “bir şey
söylüyor olmak” ya da en bilindik bir mevzuda ne ka­
dar mübtedi olduğunu izhar etmek için, isnat edildi­
ği şeye göre değişen kelimelerden “el-Aksa”nm zıddı
olan “el-Ednâ” çerçevesinde şunları söyler: “Kur’an’da,
Mescid-i Aksa tabiri konusunda tek bir kullanım bu­
lunmaktadır. İsra Sûresi’ndeki âyette geçen Mescid-i
Aksa tabirini bilginler genelde Kudüs’teki mescit ola­
rak yorumlarlar. Ancak bunu kesin olarak bildiren bir
karine bulunmamaktadır. Ayrıca âyette geçen Mes­
cid-i Aksa için ‘En Uzak Mescit’ olarak bir niteleme
yapılırken, Rum Suresi’nde gelen bir âyette ise Ku­
düs’ten bahsedilirken, ‘yakın yer’ diye nitelendirilme­
si, üzerinde düşünülmesi gereken ilginç bir kullanım­
dır: ‘Rumlar en yakın bir yerde yenildiler.’^’® Sonuç
olarak Kurandan Mescid-i Aksa’nm yeri konusunda
net bir bilgi öğrenemiyoruz.”^”
”8 Rûm, 30/2.
Azimli, a.g.m., s. 45.

-160-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

Tahrîfin Sidre-i Müntehâsı


Yazar, ideolojik okumaya “şaheser” olmaya namzet
makalesinde taassubun nelere malik olduğunu göste­
ren bir tahrif denemesinde bulunur ve kurduğu cüm­
lenin doğru ya da yanlış olmasına bakmadan mevzu­
yu kendince terkip eder; bu bağlamda, isme dönüşen
“Mescid-i Aksa” terkibini parçalayarak, Alfred’in id­
dialarını farklı vurgularla tekrar eder. “Rum Suresi’n-
de gelen bir âyette ise Kudüs’ten bahsedilirken, yakın
yer’ diye nitelendirilmesi”^'*® ifadesiyle de, sanki “ya­
kın yerin” Kudüs olduğu âyette belirtilen, ya da icmâ
edilen bir hususmuş gibi verilerek şuna işaret edilir;
“İsrâ suresinde en uzak mescid’ olarak geçen mabet,
Rum Suresi’nde en yakın yer’ olarak geçen Kudüs’te
nasıl olabilir?!”. Makalesinin sonunda “Mescid-i Aksa”
Mekke’ye birkaç kilometre mesafede olan Ci’râne’deki
mescittir, diyerek Oryantalist Alfred’e ait iddiayı be­
nimsediğini ilan eden yazarın Ci’râne’deki mescide,
Mescid-i Aksa demesinden daha garip olanı, âyetin
anlamını çarpıtarak Jiî en yakın yer” ifadesini
Kudüs’e tahsis etmesidir. Halbuki müfessirler “en ya­
kın yer” ifadesini beyan noktasında, Rumların Arapla-
ra en yakın olan bölgesP^* ya da Şam’ın İran’a en yakın
noktası gibi tayinlerde bulunmaktadır.^'*^ Âyet-i keri­
mede geçen kelimesinin başındaki “jı” “tarif”
için olunca, mana “söz konusu mekan”, “Arab’ın bildi-
Azimli, a.g.m., 45.
er-Razî, a.g.e., XXV, 85; en-Nesefî, a.g.e., III, 384.
et-Taberî, a.g.e., X, .162.

-161-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

ği yer” şeklinde olur ki, o da kendi topraklarıdır?"*’ “ jSl


oâj^r, kendilerine ait toprakların adı olduğuna göre,
bu, “el-Mescidu’l-Aksa”da olduğu gibi isimleşen bir
terkip değil, bizzat yakınlığa ve uzaklığa göre değişen
bir ifadedir. Nitekim müfessirler Jiî” terkibini
özel bir isim olarak kabul etmemiş, hangi şehir oldu­
ğu noktasında da farklı görüşler beyan etmişlerdir. Bu
çerçevede Âlûsî üç farklı görüş nakletmektedir: “Sa­
vaş Ezraat (Defa) ile Busra arasında, İbn Abbas ve
Süddî’ye göre ise Ürdün ve Filistinde, Mücahide göre
ise el-Ceziretu’l-Ömeriyyede^'*^ olmuştur.”^'*’ Müfes­
sirlerin cumhuru “en yakın yeri” Suriye ya da Irak’ta
belli noktalar olarak tefsir ederken, yazarın bu ifa­
deyi sanki Kuranda “Edna’l-Ard” için “Kudüs” den­
miş gibi, bizzat Kudüs olarak göstermesi, buradan da
“el-Mescidu’l-Aksa/En uzak Mescid” nasıl “en yakın
yer olan Kudüs’te” olabilir?! sonucuna ulaşması, tah­
rifin sidre-i müntehâsıdır.

Akademik Ünvanları İptal Ettirecek Bir Tahrif:


Hadislerde Mescid-i Aksa Meselesi
“Kur’an’dan Mescid-i Aksa’nm yeri konusunda net
bir bilgi öğrenemiyoruz.” diyen yazar, -eğer- bu husus-

er-Razî, a.g.e., XXV, 85.


2'*'’ Bununla Musul'un üst tarafında yer alan "Ceziret-u İbn
Ömer"! kastetmiş olabilir. Bkz: el-Hamevî, Şihabüddin Yakut
b. Abdillah, Mucemul-Büldân, II, 160, Dâru'l-Kütübi’l-İlmiyye,
Beyrût, ty.
el-Âlûsî, a.g.e., XI, 19.

-162-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

ta oryantalist Alfrede değil de, Kur’an-ı Kerim’in be­


yan yetkisi kendisine verilen Allah Rasûlü’ne mü­
racaat etseydi, Mescid-i Aksa’nm Kudüs’te olduğunu
anlayacak, Alfred’in tahriflerine taraftar olmayacaktı.
Lâkin -makaleden anlaşıldığına göre- yazar hadis-i
şeriflere mevzuyu anlamak için değil, anlamsızlaştır­
mak ve Mescid-i Aksa’sız bir Kudüs fotoğrafı ortaya
çıkararak, Kudüs’ü Ümmet’in gündeminden düşür­
mek için bakmakta. Bizi bu hükme götüren ise yazarın
şu ifadeleridir: “Hadislere bakıldığı zaman bu konuda
bir netlik oluşmamaktadır. Hz. Peygamberden ge­
len rivayetlere baktığımız zaman Kudüs’teki mescit­
ten bahseden hadislerde, genel olarak Mescid-i Aksa
olarak değil, Beytu’l-Makdis olarak kullanılmaktadır.
Mescid-i Aksa olarak kullanımı ise çok azdır. O kadar
ilginçtir ki. Miraç anlatımları aktarılan hadislerde ve
benzer rivayetlerde bile burası Mescid-i Aksa olarak
değil de, Beytu’l-Makdis olarak nitelendirilmektedir.”
Yazar, hadislerde “Mescid-i Aksa” kullanımının
az olduğunu iddia ediyor. Bu makalenin hakemli bir
dergide yayımlanmasına onay verenler insaf edip de
hadis mecmualarına müracaat etselerdi; Ebû Hu-
reyre,^'*^ Ebû Said el-Hudrî^^^, Abdullah b. Ömer^^®,
Buhârî, H. No: 1197; Müslim; H. No: 1397; Ahmed, H. No:
7191.
Buhârî, H. No: 1205.
et-Taberânî, Mu'cemu'l-Kebîr, H. No: 13283; et-Taberânî,
Mu'cemu'l-Evsat, H. No: 9419; es-San'âni, Abdurrezzak Ebu
Bekr b. Hemmam, el-Musannef, H. No: 9390 (mevkuf olarak),
el-Mektebü'l-İslami, Beyrût, 1983..

-163-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

Abdullah b. Amr b. Âs,^'*’ Ebu Basra el-Gıfârî^^® gibi


en az beş Sahâbe'nin Allah Rasûlü’nden rivayet
ettikleri ve sahih isnatlarla nakledilen hadis-i şerifte,
ziyaret edilecek üç mescitten biri olarak bizzat Mes­
cid-i Aksa’nm da zikredildiğini göreceklerdi. Fakat
hiçbir rivayette, hatta tarih kitabında îsrâ hadisesi­
nin Allah Rasûlü’nün bir gece Ci’râne’ye götürül­
mesinden ibaret olduğu yazmamaktadır. Bu hususta
tek bir Sahâbe'den gelen sahih bir rivayet dahi yeter­
li iken. Yazarın, bu konuda kimin ne rivayet ettiğine
bakmadan, “Ben dedim, oldu.” anlayışıyla hüküm
vermesi ilme, irfana olduğu gibi, okura da hakarettir.
Eğer bu hâdise ilmin onurunun korunduğu bir ül­
kede olsaydı, hem bu makalenin neşrine onay veren
hakemlerin hakemliği iptal edilir, hem derginin ya­
yını durdurulur hem de milleti aldatmaktan dolayı
yazarın akademik unvanları geri alınırdı.

Beyt-i Makdis'in Mescid-i Aksa'dan Başka Bir Yer


Olduğunu Söyleyen Bir Âlim Var mı?
Eğer yazar ilgili rivayetlere doğrudan ulaşabilmiş
olsaydı, Beyt-i Makdis’in Mescid-i Aksa’dan başka
2“*’ ibn Mâce, H. No: 1410; et-Tahâvî, Ebu Cafer Ahmed b.
Muhammed, Şerh-u Müşkili'l-Âsâr (thk. Şuayb el-Arnavud),
H.No: 579, Müessesetü'r-Risâle, 1995. Dârakutni, bu rivayetin
senedini illetli bulmuş; rivayetlerden sadece Ebu Sa’id el-
Hudri’nin adının zikredildiklerinin doğru olduğunu, Abdullah b.
Amr’m zikredildiği rivayetlerin de doğru olmadığını belirtmiştir.
Ahmed, Müsned, H. No: 23848, 23850; Buhârî, H. No: 3886,
4710; Müslim, H. No: 276;

164
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

bir yer olmadığını görecekti. Zira Kuranın bir


gece Mescid-i Aksa’ya yürütüldüğünü haber ver­
diği Peygamber-i Ekber buyuruyor ki; “Kureyş
beni yalanladığında Hicr’de durdum. Allah hana
Beyt-i Makdis’i gösterdi de Ona baktığım halde
alâmetlerini Kureyşe anlatmaya başladım.’^^^
Diğer bir rivayette ise Allah Rasûlü Kuranda
geçen Mescid-i Aksanın, Beytu’l-Makdis oldu­
ğunu şu detay çerçevesinde haber vermektedir:
“Kendimi Hicrde, Kureyş’in bana îsrâ yolculuğumu
sorduğu halde buldum. Bana Beyt-i Makdis’te tam
olarak tespit edemediğim şeylerden sordular. Bir
anda o derece sıkıntıya düştüm ki, o ana kadar o
derecede hiç üzülmemiştim. O sırada Allah Teâlâ
Beyt-i Makdis’i yükseltip göreceğim seviyeye getir­
di. Ben de ona bakıyordum. Ne sordularsa hepsine
cevap verdim.’"^^^ Kur’an-ı Kerim’in bildirdiği bir
hakikati anlama cehd ve gayreti içerisinde olan bir
mümin için Allah Rasûlü’nün beyanı yeterlidir.
Nitekim Efendimiz de Mescid-i Aksa’dan Beyt-i
Makdis olarak bahsederek ikisinin de aynı oldu­
ğunu haber veriyor.

25’ Buhârî, H. No: 3886,4710; Müslim, H. No: 276.


252 Müslim, H. No: 278; Nesâî, es-Sünenü'l-Kübra, H. No:
11284; Ahmed, 2/528; îbni Sa’d, 1/215; Beyhakî, Delâil, 2/358;
Begavî, 4/138; Ebû Avâne, Müsned, 1/131.

165
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

Üç Mescid Hadisi ve Akademyadan Manzaralar


Yazar, Mescid-i Aksa ve onun yeriyle alakalı ri­
vayetleri alakasız çıkarımlarla reddeder, Allah Rasû-
lü’nün 5# bizzat Mescid-i Aksa adını zikrettiği riva­
yetleri yine “Ben yaptım, oldu.” anlayışıyla ve ancak
onun kabul edebileceği bir hadis tahlili sistemiyle de­
ğerlendirip avam nazarında itibarsızlaştırır: “(Namaz
ve ibadet için) hiçbir mescide sefer edilmesi doğru de­
ğildir. (Ziyade sevap umarak) yalnız (şu) üç mescide se­
fer edilir: Mescid-i Haram, Mescid-i Resul ve Mescid-i
Aksa:^^^
Ne gariptir ki yazar, başta Ebu Said el-Hudrî ve
Ebû Hureyre olmak üzere birçok Sahâbe'nin^^^ Allah
Rasûlunden sahih senedle rivayet ettiği “şedd-i
rihâl” hadisinin senedinde yer alan raviler hakkında
cerh ifadesi bulamayınca, Buhârîdeki rivayetlerin bi­
rinde, bir de Sünen-i îbn Mâce’deki^^^ rivayette adı ge­
çen Kazae b. Yahya üzerinden hadisi tenkid eder. Ne
var ki bütün ricâl âlimleri Kazae’nin “sika/güvenilir”
bir ravi olduğunu söylemektedir. Hakkında olum­
suz bir şey bulamamış olmasından dolayıdır ki, ya­
zar, Oryantalist Alfred’in iddialarını tasdik edebilme
adına, isnad disiplininin esaslarını devre dışı bıraka­
rak, Kazae’yi mevlâsı olduğu Ziyad üzerinden tenkid

Buhârî, H. No: 1197 ve 1188.


25'* Bunlar arasında biraz evvel de zikredilen Abdullah b. ‘Amr,
Abdullah b. Ömer, Ebu Basra el-Gıfârî, Ali b. Ebi Talib, Ebu’l Ca’d
ed-Damrî ve daha başkaları vardır.
253 İbn Mâce, es-Sünen, H. No: 1410.

-166-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

eder. Beraat-i zimmetin asıl olduğunu bilmediğini


farz edebileceğimiz Yazar’m, hiçbir günahkârın başka
bir günahkârın yükünü yüklenmeyeceğini^^ bildiren
Kur’anî ilkeden de habersiz olduğuna şâhid olmak
doğrusu bizi bu topraklardaki İlmî seviye adına fev­
kalade üzmüştür. Bütün İslâmî tahsili cami dersleriy­
le sınırlı olan bir Müslümanm bile yapmayacağı bir
hataya, Yazar’m son derece mağrur ifadelerle irtikab
etmesi, akademya adına ağlanacak bir hâldir.

İşte Buyrun Cinayet!


Yazar, hiçbir oryantalistin yapmayacağını yapar ve
mevzuyu Hz. Hüseyin’in şehadeti bağlamında tartı­
şarak Kazae’yi katillerle birlikte zikreder; “Bilindiği
gibi Ziyad ve ailesi kendilerini Emevilere adamış bir
ailedir. Nitekim Ziyad Emeviler adına Küfe ve Bas­
ra’da önemli görevler yaparken, oğlu Ubeydullah ise
Kerbela’da Hz. Hüseyin’in öldürülmesini emreden
Küfe valisidir. Buhârî’nin rivayetini aktardığı ravi
“Kazae” işte bu aileye bağlı olup mevâliden bir şahıs­
tır. Ravi Kazae hakkında Abdulmelik b. Mervan’m
kölesi olduğuna dair bilgiler de vardır. Zehebi, onun
hakkında: “Sağlam olmadığı ve kendisine güvenilme­
yen biri olduğunu” söyler. Her ne olursa olsun sonuç
olarak bu rivayetin ravisi bir Emevi sempatizanıdır ve
Buhârî’deki iki rivayetin de bu şahıstan aktarılması,
ihmal edilemeyecek kadar önemli bir detaydır.”^^^
256 Fâtır, 35/18.
257 Azimli, a.g.m., 46.

-167-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

Bütün Ünvanların İadesine


Yazar’ın iddia ettiği gibi Buhârî’deki iki rivayetin,
ikisinde değil, yalnızca bir tanesinin isnadında Kazae
vardır. Diğeri ise İbn Şihab tarikiyle rivayet edilmek-
tedir.258 durumda Azimli, ya Buhârî’ye hiç bakma
ihtiyacı duymadı ya da bakmasına rağmen bilerek
yanlış söyledi. Bu noktada akademyaya düşen vazife
ise, “bilimsel namusunu” korumak için. Yazar bu tah­
riflerle her ne aldıysa, onları, ilgili bir yazıyla ondan
geri almaktır.

Siyeri Farklı Okuyayım Derken


Akıl sağlığı yerinde olan hiç kimse kendi arzu­
suyla köle olmayı tercih etmez. Köleler de efendi­
lerine “Ne iyi yaptınız da beni köle eylediniz.” diye
hayran olmazlar. Kazae’nin köle ya da azatlı ol­
masından hareketle Emevi sempatizanı olduğuna
hükmetmek, köle olan Bilal-i Habeşi’nin ya da Sü-
meyye’nin de kafir olan efendilerine hayran olduğu
yönünde bir kanaatin oluşmasına zemin hazırlar.
Hakikat ise bunun tam zıddıdır. Fakat Yazar, “Siyeri
Farklı Okuma” başlıklı eserler telif ederken o kadar
farklı okumalar yapmış olmalı ki, tarihi hakikatleri
değil de oryantalist çarpıtmaları “hakikat” olarak
görmüş.

25® Buhârî, H. No: 1197. Not: Buhârî’de “şedd-i rihâl” hadisi iki
farklı Sahâbeden toplam beş senetle zikredilmektedir. Bunlardan
dördü Kazae yoluyla Ebu Said el-Hudri’ye dayanan rivayet, bir
tanesi ise Zühri tarikiyle Ebu Hureyre’ye dayanan rivayettir.

-168-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

"Emevî Sempatizanı" Kim?!


Ne İslâm, ne de beşeri sistemler babanın yaptığın­
dan dolayı evladı dahi sorumlu tutmazken, Yazar’m
Emevilerin şenaatinden hareketle Kazae’yi sorumlu
tutup mahkum etmesi, hiçbir delile dayanmadan ona
“Emevî Sempatizanı” demesi ancak totaliter rejimler­
de görülebilecek bir durum ya da akademyanm totali­
ter anlayışa evrilmesi olarak izah edilebilir.

Kim Söylemiş "Mevâli'nin Hadisi Alınmaz" Diye?


Tâbiûn döneminin büyük âlimleri mevâlidir. İlim
bayrağını Araplardan onlar teslim almıştır. Ata b.
Ebî Rebah Mekke’de fetva verirken, beyaz âlimlerin
arasında pamuk tarlasındaki bir karga gibi simsiyah
görünürdü. Fakat bu durum beyazların O’na talebe
olmasına mani olmadı. Çünkü İslâm, efendilerin köle­
lerden üstün olduğunu reddettiği gibi, ırkların üstün­
lüğü anlayışını da bütünüyle lağvetti. Bunun içindir
ki Allah Rasûlü Mekke-i Mükerreme fethedilince
Kabe’nin damına, beyazların bakışları arasında Bilal-i
Habeşi’yi çıkarmıştı.
Yazar’a gelene kadar hiçbir muhaddis, bir ravi-
nin mevâli olmasından dolayı aşağılandığı ya da
cerh edildiğini söylememiştir. Muhal farz... Yazarın
elinde Kazae’nin Emevileri sevdiğine dair bir rivayet
olsa, bu, O’nun rivayet ettiği hadislerin reddedilme­
sine gerekçe olabilir mi?! Hangi kitapta “Bir hadisin
makbul olmasının esaslarından biri de Emevileri
sevmemektir.” diye yazmaktadır?!
-169-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

Uydurulan Dinin, Uydurma Delilleri


Bütün rical âlimleri Kazae’nin sika bir ravi oldu­
ğunu söylemekte. Azimli ise Zehebî’nin Mizânu’l-Î’i-
tidâl’ini kaynak göstererek onun “sağlam olmadığı
ve kendisine güvenilmeyen biri olduğunu”^^^ iddia
ediyor. İlgili eserde -belki vardır fakat- ben böyle bir
ibare göremedim. Eğer Yazar kitapta olmadığı hâlde
böyle bir tasarrufta bulunduysa bu, bir özürle geçiş­
tirilecek basitlikte bir tahrif değildir. Bunu yapan her
nev’i yalanı da uydurabilir. Bu noktada şöyle bir ihti­
mal de söz konusudur: Zehebî, adı geçen eserde Am-
mar b. Harun isimli ravinin tercemesinde^^®, Kazae b.
Süveyd isimli bir ravinin de senedinde bulunduğu bir
rivayeti tenkit edip bu ravi hakkında cerh ifadesi olan,
“Leyse bi şey” ifadesini kullanmaktadır. Muhtemeldir
ki, yazar bu iki Kazae’yi birbirine karıştırdı ya da bi­
lerek çarpıttı. Bütün bunlar ihtimal dahilindedir. Zira
-biraz sonra da zahir olacağı üzere- yazar, Kazae’nin
adını dahi tesbit etmekten aciz bir haldedir.
İşte buyrun... Ancak Azimli’nin irtikab edebilece­
ği, nev’i şahsına münhasır bir bilimsel cinayet örneği
daha: Öncelikle bilinmelidir ki, Kazae’nin adı Yazarın
belirttiği gibi “Kazae b. Haruş” değil, “Kazae b. Yah-
ya”dır.2^^ Rical kaynaklarında bu isimdeki ravilerden^^

^5’Azimli, a.g.m., s. 46.


ez-Zehebi, Mizanü'l-İ'tıdal, III, 172, Darul Ma'rife, Beyrût,
1963.
îbn Hacer, Tehzîbu’t-Tehzîb, V,
el-Mizzi, Ebu'l-Haccac Cemalüddin Yusuf b. Zeki, Tehzîbu’l-

-170-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

biri “Kazae b. Yahya”, diğeri ise “Kazae b. el-Esved”-


tir. -Görebildiğimiz kadarıyla- “Kazae b. Haruş” ise
sadece Azimlinin makalesinde geçmektedir. Ayrıca
önemli rical kitaplarından olan Tehzîbul-Kemâl baş­
ta olmak üzere sair pek çok eserde Kazae’nin aidiyeti
noktasında da bir ihtilaftan söz edilmektedir. Bu hu­
sustaki rivayetler ise üç başlık altında tasnif edilebilir:
Buna göre, Kazae; ya Ziyad’m Mevlası, ya -yazarın da
belirttiği gibi-^®’ Abdülmelik b. Mervan m Mevlası ya
da Mevla olmayıp Arap olan “Benû el-Harîş” kabi­
lesine bağlı biri olarak Şama gelip yerleşmiş bir mü­
mindir. Muhtemeldir ki yazar buradaki “Benû el-
Harîş” ifadesini “İbn el-Haruş” olarak anladı. Bu ise
bedahet derecesindeki bir bilgi hatasıdır.

Yerler Gök, Gökler de Yer Oldu


Kazae’nin Ziyad’m Mevlası olduğunu söyleyen
yazar diğer taraftan onu, “Haraşî” nisbesiyle (yazım
hatasıyla birlikte “b. Haruş” olarak) zikrederek Mevla
olmadığını, bilakis Arap olan Benû Harîş kabilesin­
den olduğunu söyler. -Öyle zannediyorum ki Yazar,
Haraşî nisbesini zikrederek nasıl büyük bir çelişkinin

Kemâl, XXIII, 597, Müessesetü’r-Risâle, Beyrût, 1980. .


Azimli, a.g.m., s. 46.
el-Mizzi, a.g.e., XXIII, 597. Ayrıca Sem’âni Ensâb’ında
(4/121), el-Haraşî nisbesinden bahsederken, bu nisbenin. El
Harîş b. Ka‘b b. Rabîa b. ‘Âmir b. Sa‘sa‘a b. Kays’a nisbeten
(SJi. ^1 û“ olduğunu söyler. Ve hemen peşinden (çoğu Basra’ya
yerleşmiştir) der, ki bizim râvimiz de az önce zikredildiği üzere
aslen Basrah’dır.

-171
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

içerisine düştüğünden habersizdir.- Bir taraftan Ka-


zae’nin Arap asıllı olduğunu söyleyen, diğer taraftan
ise onun Mevla olduğunu savunan Azimli ilmi vasatta
öyle büyük bir hataya irtikap etmektedir ki bu; yere
gök, göğe de yer demek kadar büyük bir kusurdur. Ya-
zar’m kurduğu bu cümleler Arapça’ya tercüme edilir
ve Azimli’nin de bu tür makalelerle akademik kariyer
aldığı söylenirse, hiçbir şey Türkiye’deki İlmî neşv-u
nemâya bunun kadar darbe vuramaz. Bu yüzden Aka-
demya, “Tek bir paragrafında bu kadar bilgi yanlışı
olan bir makale nasıl olur da hakemlerden onay ala­
rak yayımlanır?!” sorusuna cevap aramalıdır.

İbn Şihab ez-Zührî Üzerinden İşlenen


Bilim Cinayetleri
Yazar, Buhârî’de geçen diğer bir rivayetin senedinde
yer alan ve muhaddislerin “sika” bir ravi olduğunu be­
lirttiği îbn Şihab ez-Zührî ile alakalı da kitaplarda onu
cerh eden bir ifade bulamamış olmalı ki, tarzı gereği
“Emevi sempatizanıydı.” ibaresi ile muğâlata yapar. Şu
ifadeler Azimli’ye ait: “Yine, bu rivayeti aktaran îbn
Şihab ez-Zühri’nin bir Emevi sempatizanı olup Eme-
vilerden yardım almak üzere Şam’a gittiği bilinmek­
tedir. Yakubi; Emevi halifesi Abdulmelik’in Kabe’yi
elinde tutan rakibi Abdullah b. Zübeyr ile mücadele
ettiği sırada Şam bölgesi hacıları için Kabe’nin yerine
Mescid-i Aksa’yı ikame ettiğini, Haccı yasakladığını
ve halkın Kabe’de tavaf yapar gibi Kudüs’te tavaf yap­
maya zorlandıklarını, bunun üzerine halkın Abdul-
-172-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

melike: “Allah’ın farzı olan haccı niye yasaklıyorsun?”


şeklindeki itirazına, Abdulmelik’in; Zuhri’den rivayet
ettiği ve yukarıda aktardığımız üç mescit hadisini
naklederek cevap verdiğini aktarır. Bunlar Abdullah
b. Zübeyr’e karşı mücadele eden Emevilerin, Mekke
ve Medine gibi iki önemli şehri ve bu şehirlerdeki iki
önemli mescidi ellerinde bulundurmasından dolayı,
İbn Zübeyr’e karşı Kudüs’ü ön plana çıkarma gayret­
leri sonucu bu tür rivayetlerin ortaya konulduğunu ve
Beytu’l-Makdis kullanımlarının Mescid-i Aksa kul­
lanımına dönüştürüldüğünün göstergelerindendir.
Ayrıca o dönemin müelliflerinin kitaplarında bu riva­
yetteki Mescid-i Aksa tabirinin Beytu’l-Makdis veya
Mescid-i İlya olarak geçmesi de ayrı bir göstergedir.”^^^

Bir Şia Klasiği: Ya'kubî


Azimli, Oryantalistlerin mütalaalarını esas alarak
İbn Şihab’m Emevi sempatizanı olduğunu, nitekim
Abdülmelik’in (halk kendisine itiraz edince) onun
rivayet ettiği bu hadisi okuduğunu söyleyerek, îbn
Şihab’m “şedd-i rihâl” hadisini uydurduğunu ima et­
mektedir. Esasında yazar, makalesinin sonunda Mes-
cid-i Aksa’nm Kudüs’te değil, Mekke’ye 8 km mesa­
fedeki Ci’râne’de olduğunu söyleyerek bu rivayetleri
uydurma kabul ettiğini de bizzat ilan etmektedir.
Burada üzerinde durulması gereken mühim bir
mevzu var ki o da, Azimli’nin, Abdulmelik’in talebiyle

Azimli, a.g.m, 47.

-173-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

ibn Şihab’in hadis uydurduğunu nakleden Ya’kubî’nin


t
kim olduğunun tayini ve eserinin kıymet ölçüsü...
Ya’kubî’nin (ö. 290) iki ciltlik eserinden özetle akta­
racağımız şu hususlar kalın çizgileriyle onun kişiliğini
de resmetmektedir; Hilafet’in Hz. Ali ve çocuklarının
hakkı olduğunu söyleyen, Hz. Ebu Bekir, Ömer ve
Osman’dan bahsederken “Halife” ifadesini kullanma­
dan sadece “Falan idareyi aldı” gibi terkipler kuran,
Hz. Ali dışındaki üç halife başta olmak üzere pek çok
büyük Sahâbe'yi cerh eden, Hz. Aişe ile alakalı ağır
ifadeler kullanan, Sahâbe’nin Sakîfe çardağındaki top­
lantısının Hz. Ali’den Hilafet’i gasp etmek için tertip
edildiğini iddia eden bir tarihçi, bir Şia propagandis-
tidir, Ya’kubî. Eserini Şia’nın telif sistemi çerçevesinde
kaleme alan müellif, haberi ya tamamen uydurur ya
alır kendinden bir şeyler ekler ya da anlamını boza­
cak derecede bağlamından koparır. Emevi halifelere
“sultan”, Abbasi devlet başkanlarma ise “halife” der.
Hurafeciliğin en baş yapıtlarından kabul edilecek
"'Târihul-Yakubr bu yönünden dolayı oryantalist­
lerin en önemli müracaat kitaplarından olmuştur.”^^
Buhârî ve Müslim’deki sahih hadisleri alakasız ifade­
lerle reddeden yazar, eserini âdeta içindeki Sahâbe
ve Emevi düşmanlığını tatmin edebilmek için kaleme
alan Ya’kubî’yi yanlış hükümlerinin mercii kabul eder.

266 el-Ya’kûbî, Ahmed b. Ebî Ya’kub, Târihul-Yakubî (thk.


Abdülemir Mühennâ), Şeriketu’l-A’lâmi li’l-Matbûât, Beyrût,
2010. (Eseri tab’ eden yayın evi gibi, muhakkiki Abdülemir
Mühenna da mutassıb bir Şii olmakla iştihar etmiştir.)

-174-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

Ayrıca şu da bilinmelidir ki; Ya’kubî söz konusu hâdi­


seden bahsederken hiçbir şekilde îbn Şihab ez-Züh-
ri’nin, Abdulmelik’in talebi üzerine hadis uydurduğu­
nu (ne sarahaten ne de delaleten) söylemez?^’’

Nerelerdesin Ey İnsaf!
Âyette olmayanları “âyette varmış” gibi gösteren,
“Şedd-i Rihârie alakalı sahih hadisleri ise “yok” sa­
yan Azimlinin, fanatik bir Şii ve aynı zamanda Eme­
vi düşmanı olan Ya’kubî’yi esas alarak, Abdulmelik’in
(halkın tepkisini kırmak için) îbn Şihab’m kendine ri­
vayet ettiği “Şedd-i rihâl” hadisini okuduğunu naklet­
mesi karşısında insan, “Ey insaf, nerelerdesin?” diye
sormaktan kendini alamıyor.

İbn Şihab ve Hadis Uydurmacılığı


Raviler içerisinde Oryantalistlerin en fazla hücum
ettiği âlimlerden biri de îbn Şihab ez-Zührî’dir. Ger­
çekte durum nedir? Hakikaten îbn Şihab, Emeviler
adına hadis uydurmuş olabilir mi?
Buyrun... Oryantalistler de, -Ya’kubî’ye dayanan
bazı tarih kitaplarındaki nakilleri esas alarak- Abdul­
melik’in, Şam bölgesi hacılarının Kabe’ye gidip îbn
Zübeyr’e biat etmelerini önlemek için Kubbetu’s-Sah-
ra’yı yaptırdığını, bu ameliyesine dini bir renk vere­
bilmek için de dostu îbn Şihab ez-Zühri’ye “Şedd-i
Rihâl” hadisini uydurttuğunu iddia etmektedirler.

el-Ya'kûbî, a.g.e., II, 177-8.

-175-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

Müslümanlara "Mürtedlik" İftirası


Her şeyden önce şunu belirtelim ki bazı tarihçi­
ler Kubbetus-Sahrayı Abdulmelik’in (v. 85/705) mi,
yoksa Velid b. Abdulmelik’in (v. 96/715) mi yaptırdığı
noktasında ihtilaf etmiştir. Abdulmelik’in yaptırdığı
farz edilmesi durumunda ise şu hususlar onun Ka­
be’ye alternatif olarak yapıldığı iddiasını çürütmekte­
dir: Bir mabet yapıp, onun Kabe’ye muadil olduğunu
söyleyen ve insanları da onu tavaf etmeye zorlayan
kişi kafir olur. Müslümanlar Kabe’yle alakalı âyetlere
rağmen nasıl olur da böyle bir ameliyeye rıza göste­
rebilir? Bunu kabul etmek, topyekûn Şam bölgesin­
deki Müslümanları mürted ilan etmektir. Ayrıca tarih
kitapları da Abdulmelik’ten, “Hamâmetu’l-Mescid/
Cami kuşu”2^8 diye bahsederler. İbadete düşkün olan
biri, siyasi geleceği için Ahiretini nasıl karartabilir?!
Siyaseten iki başlılığın yaşandığı, iki halifenin ol­
duğu o yıllarda Abdulmelik -kendine göre- birtakım
tedbirler almıştır. Bu çerçevede de Kubbetu’s-Sahra’yı
Müslümanların îbn Zübeyr’le görüşmelerini engel­
lemek için yapmış olabilir. Fakat kesinlikle bunu Ka­
be’ye alternatif olsun diye yapmamıştır. Nitekim in­
sanlar Abdullah b. Zübeyr şehid edilene kadar Arefe
günü Kubbetu’s-Sahra da vakfeye dururlardı.”^^’ Fakat

el-Bekcerî, Alâüddin Moğoltay b. Kılıç, îkmâl-u Tehzîbi’l-


Kemâl, VIII, 345, Dârül-Fâruki’l-Hadise, ty.
ed-Demiri, Kemaluddin Muhammed b. Musa, Hayâtul-
Hayvani’l-Kübra, I, 83, Dâr-u İhyai’t-Türâsi’l-Arabi, Beyrût,
2005.

-176-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

-fukahanın mekruh kabul ettiği bu uygulama- sade­


ce Kubbetu’s-Sahra’ya has bir durum değil, daha pek
çok şehirde de yapılmaktaydı. Kubbetu’s-Sahra’nm
Kabe’ye muadil kabul edilip orada hac yapılmasıyla,
Arafat’a benzetilerek Arefe gününde “vakfe” yapılma­
sı arasında geceyle gündüz kadar fark vardır. Şia kay­
nakları ve onları esas alan Sünnî müellifler dışındaki
âlimler, Abdulmelik’in Kubbetu’s-Sahra’yı, insanların
İbn Zübeyr’in Mina ve Arafat’taki hutbelerinden etki­
lenip biat etmesi gibi hususiyetler sebebiyle inşa etti­
ğini zikretmektedir.^^®

Tarih Hakem Olsun!


Abdulmelik’in emri ya da ricasıyla îbn Şihab’m
“şedd-i rihâl” hadisini uydurduğu ifadesi tarihi haki­
katlere de aykırı bir durumdur. Zira, İbn Şihab Hic­
rî 51 ya da 58 yılında doğdu. Abdullah b. Zübeyr ise
73’te şehid edildi. îbn Şihab o tarihte, birinci rivayete
göre 22, İkinciye göre ise 15 yaşındaydı. 15 yaşındaki
biri bir devletin siyasetinde bu kadar müessir olacak,
bir farzı iptal ederek dini tahrif edecek bir hadis uydu­
rup da kendini dinletebilir mi?! Basit bir nazarla in­
celendiğinde bile reddedilecek bu iddia, sahih sened-
lerle rivayet edilen hadisleri bırakıp da Ya’kubî gibi
Emevi hasmı Şii bir tarihçinin senedsiz nakillerinde
ilmi bir vasat aramak oryantalistleri dahi rahatsız et-

2’'° îbn Teymiyye, Ahmed b. Abdülhalim el-Harrani, İktidaus-


Strat, 435, Dâru'l-Fazîle, Riyad, 2003.

-177-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

miştir?^* Zira Abdullah b. Zübeyr hayatta iken îbn


Şihab, Abdulmelik’i ne biliyordu ne de görmüştü. Ze-
hebî’nin beyanına göre İbn Şihab’in Abdulmelik’le ilk
karşılaşması 8O’li yıllarda oldu. îbn Asâkire göre ise
82’de gerçekleşti?^^ jier iki tarihe göre de îbn Şihab,
Abdulmelik’le Abdullah b. Zübeyr’in vefatından yıllar
sonra yani Kabe Emevilerin idaresine geçtikten sonra
buluştu. O yıllarda îbn Şihab genç bir ilim talebesiydi.
Nitekim Abdulmelik de kendisine Ensar’m ilminden
istifade etmesi noktasında tavsiyelerde bulunmuştu.
Buna göre, îbn Şihab’in, arkadaşı Abdulmelik’in ar­
zusu üzerine “Şedd-i Rihâl” hadisini insanların Mek­
ke’de değil de Kubbetu’s-Sahrada hac etmesi için uy­
durduğu iddiası tarihi açıdan da hilaf-ı hakikattir.^^^

Beş Tarik, Dört Rivayet


Şedd-i Rihâl hadisini, diğer hadis kitapları, Züh-
ri’nin içinde olmadığı tariklerle de rivayet etmektedir.
Nitekim ilgili hadis Buhârî’de iki ayrı Sahâbeden beş
ayrı tarikle, dört rivayet hâlinde nakledilmekte^^'*, îbn
Şihab ez-Zührî bunlardan sadece birinde yer almak­
tadır. Müslim’de ise üç ayrı tarikle rivayet edilmek-
Bkz. Paret, Rudi, a.g.m., s.150-152.
ibn Asâkîr, Ebu'l-Kasım Ali b. Hasen b. Hibetullah ed-
Dimeşkî, Târih-u Dimeşk, LX, 305-306, Dârül-Fikr, Beyrût,
1995.
es-Sibâî, Mustafa, es-Sünne ve Mekânetuhâ fi't-Teşrî'il-
İslâmî, 217-19, el-Mektebetu'l-İslâmî, 1985.
Buhârî, H. No: 1188,1189,1197, 1864, 1995.
Buhârî, H. No: 1189.

-178-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

tedir. Birincisi Ebu Said’ten Kazae^^^, İkincisi Ebu Hu-


reyre’den^^^ ibn Şihab, üçüncüsü ise Ebu Hureyre’den
Harun b. Said el-Eyli, îbn Vehb, Abdulhamid b. Cafer,
îmrân b. Ebi Enes, Süleyman el-AğarH^® tarikiyle riva­
yet edilmektedir. Bu hadisin senedinde yer alan bütün
raviler de “sika’dır.^^’ Görüldüğü üzere -Goldziher’in
iddia ettiği gibi- İbn Şihab bu hadisin rivayetinde tek
değildir.

Bu İddiaya Hadis Mecmuaları Şöyle Dursun Tarih


Bile Yol Vermez
Ayrıca İbn Şihab bu hadisi 8 yıl kesintisiz ders al­
dığı hocası Said b. Müseyyeb’ten rivayet etmektedir.
Eğer îbn Şihab bu hadisi Emeviler’i memnun ede­
bilmek için hocası adına uydurmuş olsaydı Emeviler
tarafından eza gören, dayak yiyen fakat hep hakkı
söyleyen Said b. Müseyyeb susmaz, mümini kafir ya­
pacak bir mevzuda mutlaka konuşur, “Bu hadis bana
ait değildir.” derdi. Zira Said b. Müseyyeb Mekke’nin
Emeviler tarafından alınmasından sonra 20 yıl daha
yaşadı, Hicrî 93’te vefat etti. Fakat ondan bu mevzuda
talebesini tekzib eden hiçbir ifade nakledilmedi.
Muhal farz... Eğer îbn Şihab ya da Kazae bu hadi­
si uydurmuş olsaydı metne Mescid-i Aksa’yı değil de

Müslim, H. No: 3142.


27^ Müslim, H. No: 3265.
278 Müslim, H. No: 3267.
27’ el-Hereri, Muhammed el-Emin, el-Kevkebu'l-Vehhâc ve'r-
Ravdu'l-Behhâc, X\/, 184, Daru'l-Minhâc, Cidde, 2009.

-179-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

Kubbetu’s-Sahra’yı yazmaları gerekirdi. Zira yazarın


yalanlarını alıntıladığı Goldzihere göre, Abdulme-
lik insanların hac ihtiyacını karşılamak için Kubbe-
tu’s-Sahrayı yapmıştı. Fakat hiçbir rivayette Kubbe-
tus-Sahra ifadesi geçmiyor.

Sarayı Sarsan Muhaddis


Şu hâdise, îbn Şihab’ı -Oryantalistlere dayanarak-
Emevi sempatizanı olarak gözden düşürmeye çalışan
Azimli’nin iddialarını çürütecek bir mahiyettedir: “Bir
gün Hişam b. Abdulmelik, Süleyman b. Yesar’a, ‘On­
lar içinden günahın büyüğünü üstlenen için büyük bir
azab vardır^-^^ mealindeki âyeti sorar ve ‘Günahın bü­
yüğünü üstlenen kimdir?’ der. Süleyman b. Yesar da,
‘Abdullah b. Übey b. Selul’dür, der. Hişam, Süleyman
b. Yesar’m hakka sadakatini sınamak için, ‘Yalan söy­
ledin! O, Ali b. Ebi Talib’tir.’ der. Süleyman b. Yesar ise,
‘Ey Müminlerin Emir i! Ben ne dediğimi biliyorum.’
diye karşılık verir. Daha sonra meclise İbn Şihab va­
rır. Hişam aynı soruyu O’na da yöneltir ve ‘İçlerinden
günahın büyüğünü üstlenen kimdi?’ diye sorar. îbn
Şihab, ‘Abdullah b. Übey b. Selul’ deyince, Hişam ona
da ‘Yalan söyledin! O, Ali b. Ebi Talib’tir.’ der. Zühri de
derin bir öfke sağanağı altında, ‘Ben mi yalan konu­
şuyorum?! Seni hiç önemsemem! Allah’a yemin olsun
ki semadan bir münadi bana, ‘Allah Teâlâ yalanı helal
kabul etti.’ diye çağrıda bulunsa yine de yalan konuş-

Nûr, 24/11.

-180
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

mam. Bana Urve, Said b. Müseyyeb, Ubeydullah ve


Alkame, Aişe’den rivayet etti ki; İçlerinden günahın
büyüğünü üstlenen kişi Abdullah b. Übey’dir.”^^^
Kendisine baskı yapıldığını zannedince çekinme­
den tepkisini ortaya koyan, sultanların görüşlerini
ağır ifadelerle tenkit eden, Emevi sarayında Hz. Ali
müdafaası yapan îbn Şihab, tarihi hakikatlerle değil
de, ancak Oryantalistlerin talimatıyla Emevî sempati­
zanı ilan edilebilir!
İlmi makalelere konu olan bu husus maalesef ki ta­
rihin en kurgusal yalanlarından biri olmanın ötesinde
bir anlam ifade etmemektedir.

Mescid-i Aksa Nerede?


İsrâ’nm, Allah Rasûlü’nün Mescid-i Haram’dan
Mekke’ye 8 km mesafedeki Ci’râne’ye gitmesinden
ibaret olduğunu iddia eden yazar ve Kur’an Müslü-
manları282 delil olarak, Allah Rasûlü’nün Huneyn
Muharebesi’nden sonra Ci’râne’den ihrama girip,
umre yapmasını...göstermektedirler. Ne gariptir
ki, neredeyse bütün hadis kitaplarının rivayet ettiği,
müfessirlerin üzerinde ittifak ettiği bir mevzuda bir
ilahiyatçı, Alfred adındaki bir oryantalistin mesnetsiz
sözünü esas alarak Mescid-i Aksa’nm Kudüs’te olduğu

îbn Hacer, Fethu’l-Bârt, VII, 437.


http;//www.ahl-alquran.com/arabic/show_article php?main_
id=14852 [28.11.2016],
el-Fâkihî, Ebu Abdillah Muhammed b. îshak, Ahbar-u
Mekke, Dârül-Hadr, 1994.

-181 -
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

hakikatini inkâr ediyor ve şu hükmü veriyor: “Sonuç­


ta Kudüs’e uğrama meselesi, Miraç olayına Emevilerce
sokulmuş bir hikâye olarak karşımıza çıkmaktadır.”^^'*
Bir ara Diyanet İşleri Başkanlığı da yapan Süley­
man Ateşin, Rudi Paret gibi azılı oryantalistlerin dahi
reddettiği bu iddiayı ciddiye alması, İsrail’in Kudüs’ü
Ümmet’in gündeminden düşürmek için ne kadar mü­
essir olduğu ve kimleri, nasıl kullandığını göstermesi
açısından ayrıca bir önemi haizdir.
Ümmet’in icma ettiği bir konuda İslâm’a Rudi
Paret kadar bile insaflı olmayı çok gören yazar, âyeti
tahrif, hadisleri de inkâr eder: “Eğer Hz. Peygamber
Kudüs’teki mescide götürülmedi ise nereye götü­
rülmüştür? Kur’an’m O’nun bir gece götürüldüğüne
dair ifadesi kesindir. Bu durumda bir gece götürül­
düğü o mescidi tespit etmek gerekmektedir. Bu soru­
nun cevabını ilk kaynaklarda bulabiliyoruz. îlk siyer
kaynaklarımızdan Meğazi yazarı Vakidi (h.201); ‘Hz.
Peygamber’in Mekke civarındaki Ci’râne’ye Zi’l-
Ka’de’nin son beş gününde, Perşembe günü gelip ora­
da on üç gece kaldıktan sonra, karşı yakada bulunan
Mescid-i Aksâ’ya geçip orada ihrama girdiğini, Hz.
Peygamber’in namazgâhmm Ci’râne’deki Mescid-i
Aksa olduğunu; Mescid-i Edna (Yakın Mescid) adı­
nı taşıyan mescidi ise, KureyşIi bir adamın yaptığını;
Resulullah’m, Ci’râne vadisini ihramsız geçmediğini”
aktarır. Yazar benzer ibareleri Ezrakî’nin (h.212) “A/î-
Azimli, a.g.m., s. 52; Alfred Guillaume, Garpte İslam Tetkikleri,
İslam Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, İstanbul, 1954.

-182-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

har-u Me/:fce”sinden de nakleder?®^ Ayrıca Fakîhî de


Ahbâr-u Mekke de aynı şeyleri söyler.

Yazar'ı Destekleyen Tek Bir Rivayet Yok!


Her şeyden önce şu bilinmelidir ki ne Vakidî ne
Ezrakî ne de Fakîhî İsrâ hadisesinin Ci’râne’deki mes­
cide götürülme şeklinde olduğunu söylememiştir. Sa­
dece Ci’rânede iki tane mescid olduğunu, bunlardan
birine Mescid-i Harama nisbetle el-Mescidu 1-Ednâ/
En yakın Mescid, diğerine ise “el-MesciduT-Aksa/En
uzak Mescid” denildiğini, Allah Rasûlü’nün umre
için ihrama girmesi bağlamında naklediyor.^®^
Kur’an-ı Kerim, -daha önce de ifade ettiğimiz
gibi- Habîb en-Neccâr’m şehir halkı tarafından taş­
lanmakla tehdit edilen elçilere imdat etmeye koşma­
sını anlatırken de “min aksa’l-medîne/şehrin en uzak
yerinden” ifadesini kullanır. Kişilerin bulunduğu yere
göre uzaklık ve yakınlık durumu değişir. Şehirdeki
bu hadise, eğer Habîb en-Neccâr’m bulunduğu ya­
kada olsaydı bu durumda ifade “min ednâ’l-medine/
şehrin en yakın noktasından” şeklinde olurdu. Ci’râ­
ne’deki mescitlerle alakalı en uzak, en yakın ifadeleri
de izâfî bir nitelemedir ve bir noktaya olan uzaklığı ya
da yakınlığı belirtir. Zamanla bu niteleme ya isim olur
ve daha uzak noktalara camiler yapılsa da nitelediği

285 Azimli, a.g.e., 53.


285 el-Fakîhî, a.g.e., V, 33; el-Ezrakî, Ebu'l-Velîd Muhammed b.
Abdillah b. Ahmed, Ahbâr-u Mekke, II, 208, Mektebetus-Sakafe,
Mekke, 2002.

-183
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

şey “el-mescidu’l-aksa” olarak kalır ya da yakın veya


uzaklara yeni mabedler yapılınca yerinden dolayı ya­
pılan bu niteleme hükmünü kaybeder, yeni bir isim
alır. Ezraki’nin rivayeti, doğru kabul edilmesi duru­
munda, Ci’râne’deki bu iki mescit bu bağlamda değer­
lendirilmiş ve daha sonra da onlardan geriye hiçbir
şey kalmamıştır.
Sahâbe, Allah Rasûlü’nün her sünnetine ayrı
bir ihtimam göstermesine rağmen, “Kur’an-ı Kerimde
bahsedilen İsrâ hâdisesi burada olmuş” diye özel bir
amaçla Ci’râne’ye gitmemiş ve tarihin hiçbir döne­
minde de bu gayeyle orada bir eser yapılmamıştır. Ne
Ci’râne’de el-Mescidu’l-Aksa ve el-Mescidu’l-Edna ol­
duğunu söyleyen Ezrakî, ne de başka bir âlim İsrâ hâ­
disesinin, Allah Rasûlü’nün Ci’râne’deki mescide
götürülmesi şeklinde olduğunu söylemiştir. Nitekim
Ci’râne’deki mescide el-Mescidu’l-Aksa diyen Ezrakî,
Mescid-i Haram’m faziletinden ve onda namaz kıl­
maktan bahsederken, “şedd-i rihâl” hadisini de zik­
reder. Orada açıkça Mescid-i Aksa’nm Beyt-i Makdis
olduğunu belirtir.Alfred’in, Ezrakî’deki rivayetleri
çarpıtması üzerine bir sürü yanlış hükümler kuran
Azimli, Ezrakî’yi mütalaa etseydi görecekti ki; onun
Mescid-i Aksa’dan anladığı, Kudüs’teki mabettir.
Allah Teâlâ, bazı âyetlerini göstermek için Efendi­
mizi Mescid-i Aksa’ya götürdüğünü haber vermek­
tedir. Müfessirler de bu âyetleri, bir aylık yolu bir
28^ el-Ezrakî, a.g.e., II, 63-65.
İsrâ, 17/1.

-184-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

gecede gitmek, Mescid-i Aksayı ziyaret etmek, bütün


peygamberleri görmek, yedi kat semada onların ma­
kamına uğramak gibi hususlar olarak tadat etmekte­
dirler. Buna göre Mekke’ye sekiz km uzaklıktaki Ci’râ­
ne’de Allah Teâlâ’nm Efendimiz’e göstereceği ne tür
bir âyet olabilir? Bugün Ci’râne’de olağanüstü özellik
arz eden ve etrafı mübarek olan ne vardır?
Âyetlerin tertibinin tevkifi olduğu dikkate alındı­
ğında îsrâ Suresi, 2. âyetten 9. âyete kadar Yahudi’nin
ihanetlerini ve buna karşılık olarak Kudüs’ten uzak­
laştırılmalarını anlatmaktadır. Yahudiler son olarak
da Allah Rasûlü’ne ihanetlerinin karşılığı olarak
Kudüs’ü kaybetmiş, Hz. Ömer zamanında Kudüs
Müslümanların olmuştur.
Ne gariptir ki, sahih rivayetleri görmemezlikten
gelen yazar senedi olmayan ya da her bulduğunu ri­
vayet eden tarihçilerin nakillerini esas alarak icmâ ile
sabit olan bir hususu reddediyor. Böylece Kudüs’ün
Müslümanların gündeminden düşmesine ve İsrail’in
rahatlamasına kapı aralıyor...

Hülasa
İsrailoğulları yaşadıkları dönemde cümle âleme
üstün kılınmıştı.^’ İslâm’ın gelmesiyle Hristiyanhk
gibi Yahudilik de neshedildi; emir komuta Müslü-
manlara verildi.^’” Allah Rasûlü bir gece Mescid-i
Haram’dan Mescid-i Aksa’ya götürüldü; O’nun ima-
28’ Bakara, 2/122.
2’® Bakara, 2/143.

-185-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

metinde iki kıble cem edildi. Bununla bütün ümmet­


lere, İslâm’ın bölgesel değil, evrensel bir din olduğu
mesajı verildi. Bu bağlamda Kudüs, İslâm’ın evrensel­
liğinin nişânesi, cihan hâkimiyetinin göstergesi olarak
tebârüz etti. Allah Rasûlü “Şedd-i rihâl” hadisinde
Mescid-i Aksa’yı üç büyük mescitten biri olarak zikre­
derek, bu mübârek mekanın Müslümanlara aidiyetini
sözle de perçinledi. Müslümanlar Mescid-i Aksa’yı
tekrar aslî hüviyetine kavuşturup, özgürleştirmek için
harekete geçti. Aksanın da içinde bulunduğu Kudüs
Hz. Ömer zamanında fethedildi.
Kudüs, cihan hâkimiyetinin remzi oldu. Zira Ya-
hudiler ihanet edince Kudüs’ü kaybetti, tövbe edince
oraya geri döndü.^’^ Müslümanlar da Mescid-i Aksa’yı
kaybedince cihan hâkimiyetini kaybettiler. Bu yüzden
-tarihi süreçte- Kudüs’ün fethine de, muhafaza edil­
mesine de ayrı bir önem verildi.
Müslümanlar bugün Kudüs’ü de cihan hâkimiye­
tini de kaybetti. Lâkin îslâm aleminde pek çok genç
-Selahaddin Eyyubi gibi- gülmeyi Aksa’nm hür olaca­
ğı güne tehir etmekte. İsrail ise, bu gençler arasından
bir Selahaddin çıkar da Müslümanlara, “İlk hedefiniz
Kudüs!” derse ne yaparım korkusu içerisinde. Bu yüz­
den Kudüs’ü Müslümanların gündeminden düşürme,
bu noktada yeni stratejiler geliştirme peşinde.
Arap-îsrail savaşlarında Arap devletlerini mağ-
lub eden İsrail, Kassam Tugayları’nm Aksa’ya sevda-

2’’ îsrâ, 17/2-8.

-186
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

İlgençleri karşısında ise hezimete uğradı. Bu yüzden


sistemi değiştirdi. Kudüs’ü Müslümanların yüreğin­
den düşürerek içerden vurma yoluna gitti. Bu noktada
meşhur ve müseccel oryantalist Alfred Guillaume(ö.
1965) devreye girerek Mescid-i Aksa’nm Kudüs’te
değil Ci’râne’de olduğu yalanını ortaya attı. Fakat Al-
fred’in Müslüman olmaması ve Rudi Paret gibi azılı
şarkiyatçıların da bu iddiayı saçma bulması bu çarpıt­
manın intişârına mâni oldu.
Ne var ki Alfred’in oryantalistler tarafından da
kabul görmeyen bu iddiası bir zamanlar Diyanet İş­
leri Başkanlığı da yapan Süleyman Ateş tarafından
savunuldu. Mehmet Azimli ise ilgili yazısında kitap­
larda olmayan bilgileri, “var”, “var” olanları da “yok”
göstererek Mescid-i Aksa’nm Ci’râne’de olduğunu
iddia etti.
X- X- *

Sünnet’i reddeden Kur’an Müslümanlarının Mes-


cid-i Aksa’nm mevcud binâsmm daha sonra yapıl­
masını “İsrâ mucizesf’ni inkâra gerekçe göstermele­
ri, meseleye vukûfıyetlerinden değil, cehâletlerinden
kaynaklanmaktadır. Zira, İsrâ mucizesinin başlangıç
noktası için kullanılan “el-Mescidu’l-Haram”^’^ ifade­
sinden de -o tarih itibariyle- etrafı çevrili bir mescid
değil, secde için hazırlanan mekan anlaşılmıştır. Nite­
kim Cahiliyye Arapları namazı terk ettiklerinden do­
layı “Mescid-i Haram” adını da unutmuş, onun yerine

isrâ, 17/1.

-187-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

“el-Beytu’l-Haram” ismini kullanır olmuşlardı. İnsan­


lar Kabe’nin etrafına “el-Beytu’l-Haram” derken de
Kur’an-ı Kerim Hz. İbrahim zamanındaki hâlini esas
alarak, -etrafı Hz. Ömer zamanında duvarla örülen
alana- Mescid-i Haram demiştir.Mescid-i Aksa ifa­
desinden de Hz. Süleyman’ın Kudüs’te yaptığı mescid
ya da onun mekanı anlaşılmaktadır. Nitekim Araplar
Kur’an-ı Kerim’e özel bir kullanım olan, el-Mesci-
du’l-Haram ve el-Mescidu’l-Aksa ifadelerini duyunca
Mekke ve Kudüs’teki secde yerlerini anlamış^’**; “İçi
putlarla dolu, kimsenin üzerinde namaz kılmadığı, et­
rafı açık olan ve başka bir isimle telaffuz edilen meka­
na Kur’an-ı Kerim niçin el-Mescidu’l-Haram diyor?”
diye itiraz etmemiş, bu ifadeyle Kabe’nin çevresindeki
secde mekanının kastedildiğini anlamışlardır. Nisbî
farklılıklarla benzer durum “el-Mescidu’l-Aksa” için
de geçerlidir. Zira kimse “Burası neresi?” diye sorma­
mış, bilakis müşrikler bir gecede Mescid-i Haram’dan,
Mescid-i Aksa’ya gitmenin imkansız olduğunu söyle­
yerek “İsrâ” mucizesini inkâr etmişlerdir.

Şüphesiz ki Azimli, yazısıyla neyi hedeflediğini en


doğru kendisi bilmektedir. Fakat bu makale Müslü­
man gençler nezdinde, “Mescid-i Aksa Kudüs’te değil,
Ci’râne’dedir. O halde Kudüs’te olmayan bir mescitten
Bakara, 2/144; İsrâ, 17/1.
Benzer ifadeler için Bkz: İbn Âşûr, Muhammed Tâhir, et-
Tahrîr ve t- Tenvir, XIII, 13-4, Dâr-u Suhnûn li'n-Neşr ve't-Tevzî,
Tunus, ty.

-188-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

dolayı niçin İsrail’in keyfini kaçırıyorsunuz.” şeklinde


anlaşılmıştır. Ne gariptir ki, Rudi Paret gibi azılı şar­
kiyatçıların dahi saçma bulduğu böyle bir çarpıtmayı
savunarak İsrail’in önünü açmak Sünnet’i reddeden
Kur’an Müslümanlarının nasibi(!) olmuştur. Fakat bu
da geçer. Geriye ise Azimli’nin bozuk bir Türkçe ile
kaleme aldığı mezkûr makalesindeki İlmî, fikrî, ahlakî
arızalar ve ihanet kalır.

189-
EHL-İ SÜNNET Mİ,
EHL-İ BEYT Mİ?
ŞİA, EHL-İ BEYT Mi?

hl-i Beyt; en muazzez nesebe dahil olma­

E sına rağmen Allah Rasûlü’ne aidiyeti


“itibar borsasrna dönüştürmeyi, ulvî ola­
nı süflî olanla değişmeyi hiç düşünmemiştir.
Ehl-i Beyt, ihlas ve fedakarlığın adı olarak tema­
yüz etmiştir. Bu yüzden Allah Rasûlü mevcut bir
ameliyeyi yasaklarken onları muhatab alır, bir hakkı
taksim ederken ise Ashâbmı tercih ederdi.
Faiz; nihai aşamada mağdurlarını köleleştiren,
alanların ise servetine servet katan cahilliye iktisad
sisteminin rükünlerinden biriydi. Allah Rasûlü ,
böyle bir ortamda ilk olarak amcası Abbas’m faizini
kaldırdı. Cahiliyye’den kalma kan davalarını sonlan-
dırırken de yine ilk olarak Rebîa b. el-Haris b. Abdil-
muttalib’in kan davasını sulha bağladı.

-193
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

Zekât, fakirler cephesinde umut oldu. Fukara


zekâtla temel ihtiyaçlarını giderme imkanına kavuştu.
Fakat Allah Rasûlü Ehl-i Beyte zekât almayı ya­
sakladı. Yakınlarının ısrarına rağmen Kabe hizmetle­
rinden olan “Hicâbe’yi” -bir getirisi var diye- ailesine
vermedi. Hasbî hizmet vasıtası olan “Sikâye’yi onlara,
Kabe’nin anahtarını ise Osman b. Talhaya takdim etti.
Medine’de Sahâbe’nin hayat standardı yükselince,
Ehl-i Beyt’in bir parçası olan “Ezvâc-ı Tâhirât/Allah
Rasûlü’nün hanımları” da refahtan nasibdâr ol­
mak istedi. Kur’an-ı Kerim onları; fakirliği tercih edip
Peygamber yanında kalmakla, ayrılıp müreffeh bir
hayat yaşamak arasında muhayyer bıraktı.^’^ Ezvâc-ı
Tâhirât, kıt imkanlar ve zor şartlar içinde Allah Rasû­
lü ile birlikte olmayı tercih etti. Hz. Fâtıma, Me­
dine’ye hizmetçi geldiğini duyunca, babasına gidip
değirmen taşı çevirmekten ellerinin, su taşımaktan da
omuzlarının yara olduğunu söyleyip hizmetçi istedi.
Allah Rasûlü hizmetçileri Bedir yetimlerine verdi;
kızı Fâtıma’ya ise teşbih, hamd ve tekbiri tavsiye etti.
Hz. Ebû Bekir halife olunca Hz. Ali, hiçbir hak id­
dia etmeden O’na biat etti. Hz. Ebû Bekir ve Ömer’in
istişare kurulunda yer aldı. Hz. Ömer, Şam’a giderken
devlet başkanlığı vekaletini O’na bıraktı.^’^ Hz. Ebû
Bekir’in vefatı, Hz. Ömer’in de şehadeti üzerine Hz.

Ahzâb, 33/28-29.
et-Taberî, a.g.e., IV, s.203-4.

-194-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

Ali iki ayrı hutbe irat ederek onları hayırla yâd etti, 297

"Ali Aranızda mı?"


Eşkiya, Medine’de büyük bir yekûn oluşturup Hali­
fe Hz. Osman’ın evini kuşatınca, içeriye su girmesine
dahi müsaade etmedi. Kuşatma esnasında Halife’nin
aklına ilk olarak Ehl-i Beyt geldi. Bu yüzden evinin
damına çıkıp kalabalığa, “Ali aranızda mı?” diye sor­
du, “Hayır” cevabını alınca, “Peki ya Sa’d aranızda mı?”
diye sordu. Yine aynı cevabı alınca sustu ve bir müd­
det sonra, “İçinizde bu durumu Ali’ye iletecek biri yok
mu?” diye sordu. Hz. Ali hadiseden haberdar olunca
Hz. Osman’a üç kırba dolusu su gönderdi. Öfkeli ka­
labalıktan dolayı su içeriye zor ulaştırıldı. Bu süreçte
Haşimoğulları ve Benû Ümeyye’den çok sayıda kişi
yaralandı. Hz. Osman’ın katledileceği haberi ortalıkta
yayılınca Hz. Ali, oğulları Haşan ve Hüseyin’e, “Kılıç­
larınızla birlikte gidin, Osman’ın kapısında bekleyin.
İnsanların ona ulaşmasına müsaade etmeyin.”^’® bu­
yurdu.
Hz. Osman’ın eşkiya tarafından sarılan evinin ka­
pısında Ehl-i Beyt nöbet tuttu. Hz. Haşan atılan ok­
larla yaralandı. Hz. Ali’nin azadlısı Kanber’in başı ya­
rıldı. Bütün bunlara rağmen Ehl-i Beyt, Hz. Osman’ı
eşkiyaya teslim etmedi, direndi. Eşkiya, eve kapıdan
giremeyeceğini anlayınca arkadan dolanıp duvara
Ebül-Hasan en-Nedvî, Ali b. Abdülhayy, Sûretânî
Mutezâddetâni, s.42, Dâru'l-Beşîr, Cidde, 1990.
es-Suyûtî, Târihul-Hulefâ, s.l59, Dâru'l-Ma'rife, Beyrût, 1996.

-195-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

tırmandı, çatıdan girip, Hz. Osman’ı Kur’an-ı Kerim


okurken şehit etti.^’’

Neden Hz. Ali?


Hz. Osman muhasara altında ilk olarak Hz. Ali’yi
hatırladı. Çünkü Allah Rasûlü “Ashâbıma kötü
söz söylemeyin...”3°® buyurduğunda Hz. Ali O‘na
herkesten daha yakındı. İttibâda da öndeydi. Bu yüz­
den Hz. Osman kalabalığa, “Ali aranızda mı?” diye
sordu.
Ehl-i Beyt, zor zamanlarda geri adım atarak üm­
metin yüreklerini birleştirdi. Ne Hz. Ali, ne de çocuk­
ları Allah Rasûlü’nü kullanarak dünyahhk temin
etti. Ehl-i Beyt, Peygambere yakın olmanın imti­
yaza dönüşmesine izin vermedi. Haşan b. Ali bir gün
çarşıda, ihtiyacı olan bir mal için, dükkan sahibiyle
pazarlığa girişti. Adam malın piyasa fiyatını söyledi.
Daha sonra muhatabının Allah Rasûlü’nün toru­
nu olduğunu öğrenince saygıdan fiyatı düşürdü. Hz.
Haşan, “Dünyalık bir şey için Allah Rasûlü’ne ya­
kınlığımdan yararlanmayı kabullenemem.” diyerek
teklifi reddetti. Zeynel Âbidîn de, Allah Rasûlü’ne
yakınlığı sebebiyle ona bir şey verilmemesi için
kendini gizlerdi.^"*

En-Nedvî, a.g.e., s.44.


Buhârî, H. No: 3673.
İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IX, s. 106, Dâru'l-Hadis,
Kahire, 1992.

-196-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

Yahudi Faktörü: İbn Sebe


Allah Rasûlü zamanında defalarca fitne mecra­
sını açmaya çalışan fakat muvaffak olamayan Yahudi,
Hz. Ömerden sonra devreye girdi. Peygamber-i Ek­
ber’in muazzez nesebine ait olmanın adı olan Ehl-i
Beyt, Yahudi’nin müdahalesiyle öz anlamı yanında
yeni manalar kazandı. Yahudi, ümmetin muhteşem
tesanüdünden büyük bir parçayı koparan bu ameliye-
siyle tek başına bütün parçalanmaları tekeffül edecek
şeytani bir zekaya sahip olduğunu bir kez daha gös­
terdi.
“Ali taraftarlığı” adı altında yaşanan bu kopuşun
baş mimarı Yemen Yahudi’si Abdullah b. Sebe’dir. İbn
Sebe, Hz. Ali ile Hz. Muaviye arasındaki ihtilafı fırsata
çevirmek için yoğun çaba sarfetmiş fakat Hz. Ali’den
yüz bulamamıştı. Hatta Hz. Ali’ye nihâî hedefini izhar
sadedinde “Sen ilahsın!” deyince, Hz. Ali’nin emriyle
Medâin’e sürülmüştü.
İbn Sebe gittiği yerlerde boş durmadı, Mecusiler-
le ittifak yaptı. Yahudi-Mecusi ittifakı fitneye büyük
bir mecra açtı. Emeviler’in yanlışları da bu mecranın
debisini yükseltti. İki mağlub millet, İslâm safında du­
rup Hz. Ali üzerinden taraftar topladı, ümmetin bü­
tününden ayırdıkları bu parçayı meşrulaştırmak için
adına, “cçu jT/Ehl-i Beyt Mezhebi” dediler.

Muhabbet Mecrası
“Ehl-i Beyt” ifadesi Şia’ya muhabbet mecrasını açtı.

-197-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

Mecra, Kerbela gibi tali unsurlarla da desteklenince


hem duygusal bir boyut kazandı, hem de bir ihkâk-ı
hak mücadelesiymiş gibi gösterildi. Ehl-i Sünnet, İs­
lâm’ın yekûn ifadesi; Ehl-i Beyt ise Allah Rasûlü’nün
ailesi olmasına rağmen Ehl-i Beyt ve Ehl-i Sünnet
birbirine alternatif iki oluşum gibi sunuldu.

Takiyye Stratejisi
Şîa büyüme sürecini derin bir “takiyye” stratejisi
ile yönetti. Kuranla da ilişkilendirdiği bu kavramP*’^
beşinci imamlarına nisbet edilen bir sözle teyit etti:
“d 4^ M jLçi îiij juT 4^ı/Takiyye hem benim
hem de atalarımın dinidir. Takiyyesi olmayanın dini
de yoktur.”
Şîa bu stratejisiyle, davete başlarken ilk söz olarak
Mekke Şehir Devleti’nin şifahi anayasasının değiş­
mez, değiştirilmesi dahi teklif edilemez maddesi olan
çok tanrılı sistemin varlığını kelime-i tevhidle redde­
den Allah Rasûlü’nün tertemiz yoluna “takiyye’yi”
bulaştırdı.
Takiyye ile gerçek niyetini gizleyen Şîa, her dö­
nemde İslâm’a yönelen tehditlerin parçası oldu. Fitne
icadında suyla balığı kavga ettirecek kadar mütehassıs
olan Yahudi, İslâm dünyasındaki pek çok bölünmeyi
Şîa üzerinden yürüttü. Maalesef ki Şîalar da buna fır­
sat verdi. Nitekim Moğollar İslâm coğrafyasını istila

Şîa; takiyyeyi, Âl-i îmrân, 3/28. âyeti delil göstererek


meşrulaştırmakta, aynı zamanda âyetin manasını da tahrif
etmektedir.

-198 -
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

edince onların, Salahaddin-i Eyyubi’nin fetih ordusu­


na karşı haçlıların, Suriye Fransızlar tarafından işgal
edildiğinde de sömürgecilerin safında yer aldılar.

Humeynî
Modern zamanda Humeynî ile İslâm Dünyası,
“îran-îslâm Devleti” terkibine tanık oldu. Humeynî,
“îslâm Hükümetf’nin başı, “Nâibu’l-İmâmi’l-Ğâib/
Gâib İmamın Nâibi” ünvanlarıyla ümmetin tamamını
kucaklayan mesajlar verdi. Bir taifenin değil ümmetin
menfaatlerini gözeteceğini söyledi. Bütün îslâm coğ­
rafyasında muazzam bir iyimser hava oluştu.
Humeynî birlik mesajları verirken Sünnet ve Ce­
maat akidesine bağlı âlimler, “Humeynî’nin bu ham­
lesi Şîa içinde bir ıslah mı yoksa Safevî Devletinin
yeniden ihyası için bir takiyye mi?” diye düşündü,
sû-i zan endişesiyle olumsuz beyanda bulunmadı.
Gazeteci-yazar taifesinden hadiseye “aynel yakîn” va­
kıf olmak için İran’a gidip gelenlerde ise bir muhabbet
patlaması yaşandı.
Ulemâ, Humeynî’yi çözme sürecinde hep susmayı
tercih ederken , îransever taifenin neşrettiği mecmua
ve kitaplar her yerde Yeni Şia’nın propagandasını yap­
tı. Humeynî’nin dışa dönük îttihâd-ı îslâm/îslâm Bir­
liği mesajları, Müslüman gençlerde büyük bir heye­
can uyandırdı. Sünnîler, tarihte ilk defa bir Âyetullah’a
“İmam” dedi: “İmam Humeynî". Bu terkip onun siyasî
mesajlarının Sünnîler tarafından da ictihad olarak ka­

-199-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

bul edildiği anlamına gelmekteydi.


Takiyye Humeynî’ye kalkan oldu. Kitapları başka
dillere aktarılırken Ehl-i Sünnete aykırı ifadeler tercü­
me edilmedi. B öylece Humeynî Sünnî Müslümanlar
arasında Sahâbe'ye sövmeyen bir Âyetullah olarak ta­
nındı, sevildi. Bazı Nakşi dervişler Humeynî lakabıyla
anılmayı şeref addetti. Ne var ki gerçek Humeynî, pro­
pagandası yapılan Humeynîden çok farklıydı. Neşret­
tiği kitaplar, önceki Âyetullah’lardan sadece adının
farklı olduğunu gösterdi. Keşfü’l-Esrâr adlı kitabında
Ashâbı, dini dünyalık amaçlarına, Kur’an-ı Kerim’i de
fasid niyetlerine vasıta yapan; Şîalarm imametine, Hz.
Ali’nin de hilafetine delalet eden âyetleri Kur’an’dan
çıkaran bir taife olarak niteledi.^"^

Hâl Çaresi
İslâm Dünyasında Humeynî sevgisi muhabbet
körlüğü oluşturdu. îttihâd-ı İslâm söylemi, takiyye
sanatı, Kerbela gibi güçlü lojistik unsurlar öfke infi­
lakına hazır bir toplum inşa etti. Kerbela ilahileri ya
da Sahâbe'ye lanet cümleleriyle büyüyen Şii çocuklar,
Sünnîleri Hz. Hüseyin’i şehid eden Yezid gibi gördü.
İransever lobinin etkisiyle “Kerbela” mevzuu özellik­
le ezgilerle pek çok etkinlikte gündemde yer aldı. Te­
levizyon vaizlerinin, daha çok reyting alabilmek için
bozuk plak gibi sürekli Kerbela’yı işlemesi milletteki
Ehl-i Sünnet hassasiyetini zehirledi. Oysaki ulemâ,
el-Humeynî, Ruhullah b. Mustafa, Ke^ 7 Esrâr, s.114, yy.,
1944; en-Nedvî, a.g.e., s.53.

-200-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

“Kerbela” gibi hadiselerin ümmet arasındaki ihtilafı


daha da derinleştireceğinden ders halkaları dışında
konuşulmasını doğru görmez, “Allah bizi o dönem­
de yaşatmayıp elimizi kandan korudu. Biz de dilimizi
koruyalım” derdi. Terkedilen bu bakış açısı, Sünnî-Şîî
meselesini çözecek yegâne yöntemdir. Ne var ki ekran
vaizleri ve İslâmiyatçılar kadîm olan her şey gibi bu
tesbiti de reddetmeyi çağdaş olmanın bir gereği ola­
rak gördü.
İran, Yeni Şîa imajıyla intikam virüsüne mübte-
la hasta ruhlar yetiştirdi. O kadar ki ne Moğol ne de
Haçlıların dün yapamadığı katliamları, bugün İran
bloğu yapmakta.

İslamoğiu
Mustafa İslamoğiu, konuşmalarında Şia’yı, “Ehl-i
Beyt Mezhebi” olarak isimlendirmekte ve onları tadlîl
etmenin yanlış olduğunu iddia etmektedir.’”'^
Kur an-ı Kerim’in “ikinin İkincisi” olarak nitelediği
Hz. Ebû Bekir ve Allah Rasûlü nün “Eğer benden
sonra peygamber gelseydi Hattaboğlu Ömer olurdu.”
dediği Hz. Ömer’e hakaret eden; iffeti Kur’an’m beya­
nıyla sabit olan Hz. Aişe’ye zina isnadında bulunan in­
sanların oluşturduğu topluluğa “Ehl-i Beyt Mezhebi”
demek, söylemlerinin Ehl-i Sünnet’ten daha muteber
olduğunu iddia etmek anlamına gelir. Çünkü Kur’an-ı
Kerim Ehl-i Beyt’in günahla münâsebetinin diğer in-

3®* Bkz: http://www.youtube.com/watch?v=jTkEM()vWUaY.

-201-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

sanlardan farklı olduğunu belirtmektedir.


İslamoğlu’nun “Ehl-i Sünnet-Ehl-i Beyt” tasnifini
kabul eden safi zihinlerin bir kısmı, belli bir zaman
sonra isimden hareketle “Ehl-i Beyt”i Allah Rasûlü’ne
daha yakın görmekte veya “Aidiyetim Ehl-i Beyt’e
olmalı.” deyip Şîîleşmekte ya da Şîalara muhabbetten
hasıl olan bir körlükle Sahâbe'nin rivayet ettiği ha­
disleri şüphelerle malul sözler olarak görmektedir.
Maalesef ki bu muhabbet körlüğü, bazı Müslüman­
ları Bilâd-ı Şam ve Sevad-ı Irak’taki Îran-Hizbullah
katliamına siyasî gerekçeler uydurma arayışına sevk
etmiştir.
İslamoğlu’nun kendini “Ehl-i Sünnet” olarak nite­
lemesi muhataplarındaki kırılmayı daha da derinleş­
tirmekte ve sevenleri arasındaki İran muhabbeti yer
yer Ehl-i Sünnet’e hakaret, Şia’ya da aidiyet derecesine
ulaşmaktadır.
“İslamoğlu, İran’ın tezkiye memurudur.” gibi bir
iddiada bulunmuyoruz. O kendini nasıl nitelerse öy­
ledir. Fakat söylemleri muvazzaf bir tezkiye memuru­
nun açıklamalarından farksızdır. Ne hazindir ki zor
zamanlarda Hz. Osman’ın kapısında beklemeyi İslâmî
bir vazife addeden Ehl-i Beyt adı, İslamoğlu’nun di­
linde Sahâbe'ye söven; Sureye, Irak, Yemen ve Lüb­
nan’da adı Ebû Bekir, Ömer, Osman diye öldürülen
bebek katillerinden oluşan topluluğun adı olmuştur.
Eğer Hz. Ali bugün hayatta olsaydı muhakkak ki Hz.

Ahzâb, 33/33.

-202-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

Osman meselesinde olduğu gibi yine oğullarını Su­


riye’de, Irak’ta Şîalar tarafından şehid edilen mazlum
Müslümanları korumak üzere gönderirdi.
Yarın Mahkeme-i Kübra’ya, Sahâbe ve ağzındaki
emzikle katledilen Ömerler, Ebû Bekirler, Şîalar ve
onları tezkiye ederek yaptıklarını meşrulaştıran, Suri­
ye’yi İran’a verelim diyen İslamoğlu da gelecek. Herkes
yaptıklarının, yapması gerekirken yapmadıklarının,
söylediklerinin, söylemesi gerekirken söylemedikleri­
nin hesabını verecek.

203-
BİR KUR’AN
MÜSLÜMANIYLA KONUŞMA
HEVASINA"İNDİRİLEN", İSLÂM'A "UYDURULAN DİN"
DİYEN MÜSLÜMANLIK KİMİN PROJESİ?!

ş bu yazı, “Kur’an Müslümanı” olduğunu söy­

I leyen bir Müslümanla bir ilim talebesi arasın­


da, Ramazan Bayramında cereyan eden ko­
nuşmanın tutanağıdır.

Kur’an Müslümanı: Meal okuyan, Kur’ana göre


yaşayan bir Müslüman olarak sizi, “uydurulan din’den
“indirilen din’e çağırıyorum. Her şey Kuranda apa­
çık beyan edildiğine göre, İslâm’ı anlamak için başka
bir kaynağa müracaat etmek ya da hadis diye rivayet
edilen hurafelere inanmak, onlarla amel etmek, dine
rağmen “din uydurmak”tır.

207
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

Allah Teâlâ Manası Açık Olan Bir Kitab’ın Bir


Daha Açıklanmasını Emreder mi?!
İlim Talebesi: Kur’an-ı Kerim’in “Müteşâbihât”’”^
dışındaki âyetleri apaçıktır. Doğru... Fakat bu apaçık
olma hali, Kur’an’ın açıklamasını yine vahiy yoluyla
Allah Teâlâ’dan alan’”^ Peygamber-i Ekber’in be­
yanıyla gerçekleşir. Eğer Allah Rasûlü olmadan
da Kur’an anlaşılabilir olsaydı, Allah Teâlâ’nın "/n-
sanlara, kendilerine indirileni açıklaman için Kuranı
sana indirdik!'^^^ buyurması “abesle iştigal” olurdu.
Nitekim Allah Azze ve Celle Kur’an-ı Kerim’i Pey­
gambere niçin indirdiğini ifade ederken "Onu
insanlara açıklaman için indirdik”^^^ buyurmaktadır.
Eğer iddia edildiği gibi Allah Rasûlü olmadan
Kur’an apaçık anlaşılan bir Kitab olsaydı, Sahâbe
tarafından yer yer anlaşılmasında güçlükler yaşa­
nır mıydı? Ya da Allah Teâlâ açık olan bir Kitab’ı bir
daha açıklamayp*® Peygamberine emrederek “ha­
sıl” olanın “tahsili” için talimat verir miydi?! Mevzu
açık değil mi?
Kur’an Müslümanı: Hadiseye bu açıdan hiç bak­
mamıştım. Bu yüzden şimdi bir şey söyleyemeyece­
ğim. Cevap için Kur’an Meali üzerinde yeni okumalar
yapmam lazım. Bilahare size hadisenin Kur’an Müs-
Âl-i İmrân, 3/7.
Kıyâme, 75/19.
NahI, 16/44.
NahI, 16/44.
NahI, 16/44.

-208
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

lümanlığı noktasından nasıl anlaşılması gerektiğini


bildireceğim.

Allah Rasûlü "Uydurulan Dine" Göre mi Ab­


dest Aldı?!
İlim Talebesi: Namaz kılıyor musun?
Kur’an Müslümanı: Elbette... Bu nasıl bir soru...
Kuran Müslümam'nm namaz kılmaması düşünülebi­
lir mi?
- Abdest alıyor musun?
- Tabi ki alıyorum.
- Ağzına, burnuna su veriyor musun?
- Elbette...
- Peki, bana ağza ve burna su vermeyi emreden bir
âyet okuyabilir misin?
- Hı?... Şu an aklıma gelmedi. Fakat ağzımızı, bur­
numuzu yıkadığımıza göre bununla alakalı mutlaka
bir âyet vardır. Araştıracağım. Bunun için de ayrıca
Meal okuması yapacağım.
- Sen şimdiye kadarki abdestlerini “Uydurulan
Dine göre mi aldın?! Nasıl olur da Kuran la ileri de­
recede alakası olduğunu düşünen biri olarak her gün
defalarca aldığın abdestle alakalı bir hususun cevabını
Kuranda bulamazsın? Hayret...
- Evet, hayret ki hayret. Büyük insanlar da bazen
akıl tutulması yaşayabilir... Bizde de bu hal normal­
dir. Bakacağım, size döneceğim...
- Bunun için bakma! Çünkü böyle bir âyet yok. Ab-

-209-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

dest âyetinde’" sadece yüzü ve elleri dirseklerle bir­


likte yıkamak, başı mesh etmek ve ayakları yıkamak
var. Ağzı ve burnu yıkamayı emreden bir âyet olma­
dığına göre siz şimdi yıllarca “uydurulan dine göre mi
abdest almış oldunuz?”
- Madem o kadar ısrar ettiniz. Bu hususu bir de,
bize “indirilen din’i anlatan televizyoncu hocamıza
sorayım, cevabınızı daha sonra vereyim. Diğer soru­
nuza geçelim.

İlim Talebesi: Kur’an Müslümanlığı noktasında


samimi iseniz Hocanıza değil, Allah Rasûlü’ne
sormalısınız. Çünkü Kur’an-ı Kerim Hocana değil,
Hz. Muhammed’e nazil oldu. Allah Azze ve Celle
de hem Kur’an-ı Kerim’i beyan etme vazifesini hem
de ihtilaf anında meseleleri çözme yetkisini O’na
verdi. Buna göre ihtilaf edilen her mevzuda hakem
Peygamber-i Ekber olmalı. Müminler Kitab’a ve
Sünnet’e baş vurmalı. Kur’an-ı Kerim kıyamete ka­
dar geçerli olduğuna, Allah Rasûlü de aramızda
olmadığına göre O’nun sahih hadisleri hakem kabul
edilmeli. Mevzuyla alakalı Allah Teâlâ şöyle buyur­
maktadır: “Hayır! Rabbine yemin olsun ki, araların­
da zuhur eden anlaşmazlık noktasında seni hakem
kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir
sıkıntı duymaksızın onu kabullenmedikçe ve boyun

Mâide, 5/6.

-210
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

eğip teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.”’^^ Âyet-i


Kerime, “Seni hakem kılmadıkça...” buyurduğuna
göre, hakem kim olacak? Hocan mı, Allah Rasûlü
mü? Ya da kimin kitabına müracaat edilecek. Hoca­
nın mı, Allah Rasûlu nün mü?

Kur’an Müslümanı: Tabiî ki Allah Rasûlu nün


- Fakat O aramızda olmadığına göre Sünnetine
müracaat edilecek.
- Hayır! Kuran bize yeter. Hz. Peygamber’in
vazifesi de Kur’an-ı tebliğ etmekti. Bunu yaptı ve ara­
mızdan ayrıldı. Peygambere itaate davet eden âyet­
lerden, “Kur’an’a itaat etmek” kastedilir.
- Bunu neye dayanarak söylüyorsunuz?
- Kur’an’a...
- Fakat Kur’an-ı Kerim’in şu âyeti bu ümmetin iki
kaynağı olduğunu beyan ederek sizi tekzip ediyor;
“Ey îman edenler! Allaha itaat edin, peygambere ita­
at edin, sizden olan uluî-emr'e de. Eğer bir hususta
ihtilaf ederseniz -Allaha ve Ahirete hakikaten inanı­
yorsanız- onu, Allaha ve Peygambere götürün.”^'^
Âyette, ediniz” anlamındaki emir fiil, atıf
harfi olan “vâv” ile birlikte iki defa zikredilip, ikinci,
birinci üzerine atfediliyor. Atıf harfi olan “vâv” ise
“muğayeret” ifade eder. Buna göre iki tane müstakil
delil vardır. “Allah’a itaat ediniz” ifadesinden Kur’an-ı

Nisa, 4/65.
Nisâ, 4/59.

-211-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

Kerim, “Rasule itaat ediniz.” kavlinden ise “Sünnet-i


Seniyye” anlaşılır.
- Ben okuduğum meallerde, bahsettiğiniz incelik­
lerle alakalı bir açıklama görmedim. Dolayısıyla mev-
zuyu Hocama sormalıyım.
- Rabbimiz, “İhtilaf ettiğinizde onu, Allaha ve
Rasûlü’ne götürün!” buyurarak bize, “Kur’an’a ve Sün­
net’e müracaat ediniz.” diye emrediyor, sizse “Hocama
sorayım.” diyor, sonra da bunun adının “Kur’an Müs­
lümanlığı” olduğunu iddia ediyorsunuz. Çelişkiler
sarmahndasmız...
- Peki “Hocam”dan vazgeçtim. O halde abdest alır­
ken niçin ağza, burna su verdiğimizi Kur’an’a uygun
bir şekilde siz açıklayınız?
- Müsade buyrun bir sual sorduktan sonra bunu
izah edeyim: Kur’an-ı Kerim’in Allah’a ve Rasûlü’ne
itaat etmeyi emrettiği, bundan da Kur’an ve Sün­
net anlaşıldığı. Peygamberin bir vazifesinin de
Kur’an’ı beyan etmek olduğu hususunu kabul ettiniz
değil mi?
- Âyetlere göre “evet” demek durumundayım fakat
içimde acılar, zihnimde soramadığım sorular var.
- Buyurun... Her şeyi sorabilirsiniz...
- Sonra inşaAllah. Şimdi mevzuya dönelim.
- Peki, her mevzuda olduğu gibi abdestte de bize
Kur’an-ı Kerim’i tefsir eden Peygamber-i Ekber’e
müracaat edip, meseleyi Ondan öğrenmeliyiz. Hadis
mecmualarına baktığımızda karşımıza şöyle bir tablo
çıkmaktadır: Allah Rasûlü abdest alırken ağzını ve
-212-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

burnunu üç defa yıkardı?^'’ İnsanlar, Sahâbe'den Zeyd


b. Asım el-Ensarî’ye, “Bizim için Allah Rasûlu nün
abdestini alır mısın?” diye sorduklarında, onlara bir
kap su getirmelerini söyledi. Ellerini üç defa yıka­
dıktan sonra ağzına ve burnuna üçer defa su verdi.’^^
İslâm’ı Allah Rasûlü’nden öğrenen Sahâbe de bu
şekilde abdest aldı; ağzına, burnuna üçer defa su ver-
dP’^. Çünkü Kur’an-ı Kerim onlara Allah ve Rasûlu ne
kayıtsız şartsız itaat etmeyi emretmişti. Onlar da
öyle yaptı. Buna göre Kur’an’da olmamasına rağmen
ağzını, burnunu yıkayan Allah Rasûlü “uydurulan
dine” göre mi abdest aldı?!

Namazda Niçin "Subhaneke"yi Okuyorsun?!


Kur’an Müslümanı: Müsaadenizle başka bir konu­
ya geçelim?
İlim Talebesi: Peki... Namaza başladığında “Sub-
haneke duası”nı okuyor musun?
- Evet.
- Subhaneke’nin okunmasına dair bir âyet göstere­
bilir misin?
- Şu an aklıma gelmedi.
- Tabiki gelmez. Çünkü böyle bir âyet yok.
- O halde niçin okuyoruz?
- Çünkü Allah Teâlâ’nın Kur’an-ı Kerim’i açıklama
Ebû Dâvud, H. No: 121.
Müslim, Taharet, 7.
îbn Hibbân, Ebû Hâtim Muhammed b. Ahmed et-Temimi,
Sahîh, H. No: 1056, Müessesetü'r-Risâle, Beyrût, 1993.

-213-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

yetkisini bizzat kendisine verdiği Peygamber-i Ekber


okuduğundan dolayı okuyoruz?^^

Kur'an'da "Fatiha Okuyunuz!" Emri Var mı?!


İlim Talebesi: Her rekatta “Fatiha Suresini” tilavet
eder misin?
Kur’an Müslümanı: Elbette...
- Neden Fatiha da, başka bir sure değil? Namazda
Fatihanın okunmasına dair bir âyet gösterebilir mi­
sin?
- Hatırlayamadım?
- Hatırlayamazsm. Çünkü böyle bir âyet yok.
- O halde neden okuyoruz?
- Bunun cevabını siz vermeliydiniz. Fakat yine de
ben söyleyeyim. Çünkü Allah Rasûlü “Fatiha oku­
mayanın namazı olmaz!"^^^ buyurmakta. Haneliler de­
laleti kat’i olan bu hadisin vurudu kati olmadığından
dolayı “Fatiha” okumanın vacib olduğunu dolayısıyla
da, anlamının “Namaz kamil olmaz.” şeklinde ola­
cağını belirtmiş; Şafıiler ise rivayeti “Namaz olmaz.”
şeklinde anlamış. Bu yüzden Hanifelere göre “Fatiha”
okumak “vacip”, Şafilere göre ise “farz’dır.
- Bunları hiç düşünmemiştim...
- Zaten seni bunları düşünme diye kuşattılar, ule­
madan kopardılar, sonunda da yerli oryantalistlere
mahkum ettiler.

Tirmizî, H. No: 243; Ebû Dâvud, H. No: 776.


Müslim, Salât, 11.

-214-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

"Tahiyyât"ı Niçin Okuduğumu da Bilmiyorum


Kur’an Müslümanı: Devam edelim mi?
İlim Talebesi: Olur... Namazda oturduğunuzda
“tahiyyâf’ı okuyor musunuz?
- Tabiki...
- Kuranda tahiyyât okunmalı diye bir âyet var mı?
- Yok herhalde.
- Peki, “Kur’an bize yeter; her şey O’nda var.” diyen
biri olarak, niçin namazda Kuranda olmayan duaları
okuyorsun?
- Garip duygular içerisindeyim.
- Niçin başka bir dua değil de “tahiyyâtı” okuyor­
sun?
- Onu da bilmiyorum?
- Allah Rasûlü ashabına “Sizden biri namazda
oturduğunda et-Tahiyyâtuyu okusun!"^^^ buyurdu­
ğundan dolayı okuyorsun.

Yedi Şavtın Bir Tavaf Olduğu Kur'an'da Var mı?


İlim Talebesi: Hacca gittiniz mi?
Kur’an Müslümanı: Evet.
- Tavafa nereden başladınız?
- Haceru’l-Esvedden.
- Herkes mi öyle yaptı?
- Evet.
- Sonunda Safa ve Merve olan tavafın ilk üç şavtm-
da “remel” yaptınız mı?
- Evet.
Müslim, Salât, 16.
-215-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

- Peki, neden tavafa Haceru’l-Esved’ten başladınız


da, Rükn-ü Yemanîden değil; her biri Kabe’nin köşesi
değil mi? Ya da niçin ilk üç şavtta “remel” yaparken,
diğer dördünde normal yürüdünüz? Bunlarla alakalı
bir âyet okuyabilir misin?
- Siz söyleyin, ben bilmiyorum. Fakat an itibariy­
le her şeyden şüphe ediyorum. Meğer bize, “Kur’an
Müslümanlığı” diye anlattıkları “ihya” değil, ”ifsad”
hareketiymiş! Nasıl da morfmlemişler bizi? Hemen
her konuda Sünnet’e ittiba etmemize rağmen bizi
Sünnet düşmanı yapmışlar.

Beni Bu Dalaletten Kurtaran Allah'a Hamd Olsun


Kur’an Müslümanı: Peki bu sualin cevabı nedir.
Niçin yedi şavt bir tavaf eder?
îlim Talebesi: Çünkü Allah Rasûlü tavafa Ha-
cerü’l-Esved’ten başladı ve her tavaf için Kabe’nin et­
rafında üçünde “remel yaparak”, dördüncüsünde de
normal yürüyerek yedi defa döndü.’^o
- Demek ki biz, “Kur’an Müslümanlığı”, “İndirilen
Din” gibi söylemlerle nasıl bir tuzağın içine çekilmi­
şiz. Allah Rasûlü’ne hasım olmanın adına “İslâm”
demişiz. Buyruklarına göre yaşamaya “memur” ol­
duğumuz “Peygamber”! bırakıp da, hevamızdan
“önderler” edinmişiz. Buna da utanmadan, sıkılma­
dan “gerçek din” demişiz. “Eyvahlar olsun bize”. Her
ibadeti mahrem çizgileriyle Sünnet’i Seniyye beyan

Malik, Muvatta, H. No: 1341; Ahmed, Müsned, H. No:


13918.
-216-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

etmesine rağmen biz Sünnet’siz bir îslâm iddiasında


bulunmuşuz. Revamıza “indirilen din”, Allah Rasû-
lu nün yaşadığına ise “uydurulan din” demiş, ken­
dimizi Tanrı yerine koymuşuz. Şeytan bir Müslümana
bundan daha büyük bir tuzak kurabilir mi?! Beni bu
delaletten kurtaran Allaha hamd olsun

217-
MUSTAFA İSLAMOĞLU'NUN FİKİR KÖLELİĞİ PROJESİ

u yazıyı, bir Müslümanın “emr-i bi’l-

B ma’ruf” ödevini îfa sorumluluğu çerçeve­


sinde kaleme aldım.
Gayem ise, İslâm’ı yaşama gayreti içerisinde olan
fakat “İslâmî ilimler” okumadığından, sahih bilgiyi
sakimden temyiz edemeyen, İslâm’a aykırı görüşleri
şer’î esaslar muvacehesinde tahlil edip öz-posa ayrı­
mına gidemeyen, bu yüzden de müessir bir lisan ya
da kaleme sahip her zâtı, habbeyi kubbeliştiren bir
nazarla görüp “hükümde taklit” eden kardeşlerimi,
“mukteda bih” olarak addettikleri insanları “kametle-
ri/şöhretleri” yerine “ilmi kıymetleri” ölçüsünde de­
ğerlendirmeye davet etmektir.

-219-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

Temayül Marazı
Mustafa Bey! Zaman zaman bir meseleyi fasleder­
ken kullandığınız, “Ehl-i Sünnete göre şöyle; Ehl-i
Beyte göre böyle” şeklindeki mülahaza, sizi taklit
edenler nezdinde İslâm’ın esasında iki ana damar ol­
duğu ya da biri diğerinin alternatifi olan iki yol olduğu
şeklinde anlaşılmakta; Ehl-i Sünnet ulemasını tahkir
eden, buna mukabil Şia liderlerini taltif eden ifade ve
izahlarınız da “Ehl-i Beyt” terkibiyle meşrulaştırma­
ya çalıştığınız Şia’yı iktidasmda beis olmayan mezhep
konumuna getirmektedir. Bir “Kur’an Müslüman’ı
olarak Ehl-i Beyt’in, Allah’ın kitabında Efendimizin
ailesi anlamında kullanıldığını herhalde biliyorsunuz­
dur. Buna rağmen “Ehl-i Beyt”in rükünlerinden olan
Hz. Aişe’ye hakaret eden Şia’yı bu şekilde tesmiye et­
meniz, Müslümanlar tarafından, “Temayül yazarının
temayül marazı’’’^! şeklinde anlaşılmaktadır.

Ehl-i Sünnet İslâm'ın Kendisidir


Mustafa Bey! Bil ki, Ehl-i Sünnet, herhangi bir
oluşumun alternatifi değil, Ehl-i Beyt’i de ihata eden
bir asildir, İslâm’ın kendisidir. O, ashaba Allah Rasû-
lü’nden tevarüs etmiştir. Nitekim “Minhac” sa­
hibi mevzuya dair şunu söyler: “Ehl-i Sünnet; Allah
Teâlâ Ebû Hanife, Malik, Şafiî ve Ahmed b. Hanbel’i
yaratmadan çok önce var olan mezhebin adıdır.”^22
"Temayül Yazan" ifadesi ile, M.İslamoğlu'nün "Yahudileşme
Temayülü" adlı kitabına işaret edilmiştir.
İbn Teymiyye, Minhâcu’s-Sünnetin-Nebeviyye, II, 266, Dâru'l-
Hadis, Kahire, 2004.
-220-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

Allah Rasûlü “Fırka-i Naciye/Kurtulan Fırka


dan bahsettiği bir hadisinde kurtulanların, “cema-
at”^23. İ5İJ. başkasında ise, “Kendisi ve ashabının be­
nimsediği yolda”^24 sebat gösterenler olduğunu ifade
etmiştir. Buna göre “kurtulan”, zarurât-ı diniyye kap­
samında değerlendirilen esasları kabul ederek Sahâbe
ve sevâd-ı azamin yolu üzerinde olandır. Sahâbe de
bu kavramı aynı çerçevede kullanmıştır. Nitekim İbn
Abbas (radiyallahu anh); “Nice yüzlerin ağardığı,
nice yüzlerin de karardığı kıyamet gününü düşün.”^25
mealindeki âyeti tefsir ederken, yüzleri ağaranlarm,
“Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat” olacağını belirtmiştir^^s
Tâbiûn'dan Eyyüb es-Sehtiyânî (v. 131), etbâu’t-ta-
biînden de Süfyân es-Sevrî (v. 161) başta olmak üzere
pek çok alim Ehl-i Sünnet kavramını aynı anlam çer­
çevesinde kullanmıştır.^^?
Dış unsurların etkisiyle Hz. Osman devrinden iti­
baren kendini gösteren “fitne”, kısa zamanda Harici­
lik, Şia ve Mutezile gibi isimlerle kurumsal bir hüvi­
yet kazanmca’28 büyük kopuştan geride ümmet yapısı
içerisinde kalan bütünü, kayıtlarla ifade etme ihtiyacı
hasıl oldu. “Sünnet”in, “bidaf’in; “cemaaf’in de “bö-
İbn Mâce, Fiten, 17.
Tirmzî, îman, 18.
Âl-i îmrân, 3/106.
el-Kurtubî, a.g.e., IV, 107,
es-Suyûtî, Celalüddin Abdurrahman b. Kemâl, Miftâhul-
Cenne fi’l-îhticâc bi’s-Sünne, s.46, Dâru’s-Selâm, Kahire, 2012,
el-Mubârekfûrî, Muhammed Abdurrahman b. Abdurrahim,
Tuhfetul-Ahvezî, ,VII, 54, Dâru'l-Kütübi'l-îlmiyye, Beyrût, ty.
-221-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

lünme’nin karşıtı olması, Ehl-i Sünnet’in İslâm’ın


rükünlerini koruyan, ana bünyesine dahil olmayan
unsurları da dışarıda bırakan bir kavram olarak işti­
har etmesine/şöhret bulmasına zemin hazırladı. Yani
“sünnet” ve “cemaat” kavramları İslâm içerisinde
farklı temayüllerle temayüz eden Harici, Şiî, Rafızî ve
Kaderî gibi siyasi ve akidevî kopuş ve oluşların hangi
hususlarda inhiraf içerisinde olduklarını tespit etti.
İlerleyen yıllarda fitne ve bid’at, akidevî ve ictimâî
anlamda bir karışıklığı ve karşıtlığı anlatırken; Sün­
net, Allah Rasûlü gibi inanıp yaşamayı, cemaat
ise ayrılmadan bütün içerisinde kalmayı ifade etti.
Sünnet ve cemaatin; bid’at ve fitneyle tam bir zıddi­
yet içerisinde olması tarih boyu devam etti ve hâdi­
se literatürde Ehl-i Sünnet ve Ehl-i Bid’at mezhepleri
olarak yer aldı. Modernist Müslümanlar tarafından,
ötekileştirme olarak algılanıp eleştirilen bu tasnif,
insanların hangi ölçüleri esas almaları durumunda
müstakim olabileceklerini, nerede, niçin yer almaları
gerektiğini belirlemelerine imkan sağladı.
Ehl-i Sünnet’i; Kur’an-ı Kerim ve Sünnet bütünlüğü
içerisinde şekillenen, Sahâbe tarafından da yaşanan
müesses İslâm olarak tarif etmek mümkündür. Nite­
kim mezheplerin kuruluş dönemindeki müçtehitlerin
kelam ve fıkıh meclislerindeki inşaî beyanlarından
Ehl-i Sünnet’in İslâm içinde bir bölünme olmadığı,
bilakis “hayatı Kur’an’a ve Sünnefe göre tayin etmek”
olduğu anlaşılmaktadır. Bu durum; Ehl-i Sünnet’in,
vaz-ı cedide karşı devam-ı hal için yapılan keşf-i ka-

-222
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

dim olduğu yönündeki tezi desteklemektedir.


“Ehl-i Sünnet”, fırkalar mahşerine dönen İslâm
coğrafyasında hangi esaslar dahilinde Müslümanca
var olunabileceğinin adresi olmuştur. Bu yüzden o,
İslâm içerisinde yeni bir oluşumun adı değil, İslâm’a
nisbet edilen inanış sistemleri içerisinde ya da “alter­
natif İslâmlar” arasında Allah’ın indirdiği dinin kendi­
sidir. Bu durumda Ehl-i Sünnet’i sosyo-politik şartla­
rın ürünü olarak göstermek, mevcudu gerçeğe aykırı
bir şekilde tanımlamak olur.

Tenkit İnsaf Sınırını Aşınca


Ehl-i Sünnet, İslâm’ın kendisi olduğuna göre, esas­
ta ona yöneltilen her eleştiri bir şekilde İslâm’a racidir.
İslâmî ilimlere yabancı olduklarından ulemanın ilmi
ve fikri muhtevalarından da mahrum olan kardeşle­
rimiz, senin insaf sınırını aşan tenkitlerinin etkisiyle
cüceyi, dev; devi de cüce görme marazına tutuldu.
Türkiye’de muteber bütün cemaatler Ehl-i Sün­
net ulemasına ihtiramda bulunur. Ne var ki sizden
etkilenen bazı kardeşlerimiz eslafımızı ya “Hâtıbu’l-
leyl” olarak görmekte ya da sultanların müdahane
memuru olarak zikretmekte... Mustafa Bey! Bunu
yapmaya hakkınız yok. Takiyyeyi dinin esası kabul
eden Şiilere, “Ehl-i Beyt” deyip onları tezkiye eder­
ken, Allah’ın Şeriatını korumak için darağaçlarma
meydan okuyan Ehl-i Sünnet ulemasını aşağılaya-
mazsmız. Bir “televizyon hocası” olarak, ömürle­
rinin bir bölümünü cihat meydanlarında geçiren

-223-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

Rabbani âlimler için, “Onların yakasına yapışırım.”


gibi ucuz ifadeler kullanamazsınız. Bu en hafif ifa­
deyle had bilmezliktir.
Mustafa Bey! Cemaatler “ittihad-ı İslâm” hassasi­
yetini umumi manada muhafaza etti ve müntesiple-
rine de bunu aşıladı. Fakat siz, zahirde ümmet hassa­
siyetinden bahsediyor görünerek, Ehl-i Sünnete raci
tenkitlerinizle Şia’ya yol açtınız. Ümmet’in öfkeden
ağladığı bir Cuma günü, minberde “İhvan-ı Müs-
limîn’i eleştirdiniz.^^’ Bu hâlinizle, Ezher Şeyhi gibi
kolay zamanların kahramanları ile aynı safta durdu­
ğunuzu gösterdiniz.
Mustafa Bey! Sizinle birlikte, ümmeti oluşturan
bütünden/Ehl-i Sünnetften çok küçük çaplı bir kopuş
yaşandı. Ehl-i Sünnet âlimlerine ve onların telif ettiği
kitaplara karşı güven azaldı. Artık, sizi dinleyenler ne
Ebû Hanife ne de Buhârî’ye itimat ediyorlar. Sizin gibi
Mübtedî birisinin mealini, müctehitlerin eserlerinden
daha âli görebiliyorlar. Sizden ya da sizinle aynı zavi­
yeyi temellük edenlerden aldıklarıyla meselenin siyak
ve sibakından habersiz fikrî, fıkhî, kelamî mevzulara
itiraz ediyor, ulemayı aşağılıyorlar. Pek çok mevzuda
onların fetvalarıyla amel etmelerine rağmen, mezhep-
sizliği savunuyorlar.

İlim Saraylarından İbtidâî İlim Çadırına


Mustafa Bey! Maalesef sizinle birlikte “Türas-ı
îslâm”ı hurafeler mecmuası olarak gören mutaassıb

https://www.youtube. com/watch ?v=l QwydVOyiJO


-224-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslüman lığı

bir topluluk oluştu. Daracık ufkunuzu muhit olma­


larına itimat edip, medeniyetin nâ-mütenahi ufkunu
da ihata ettiklerini zanneden bir topluluk... Madem
ki bu insanların size tam bir itimatları var, madem ki
bu marazın sebebi de sizsiniz o halde bu Müslüman­
lara, Ehl-i Sünnet’in ne olduğunu ve nasıl anlaşılma­
sı gerektiğini lütfen izah ediniz. Fıkıhtan tek bir babı
takrir salahiyetine mâlik olmayan fakat “bilmediği­
ni bilmiyor” olmasından cesaret alarak, meallerden
hüküm çıkaran kardeşlerimize, nerede durmaları
gerektiğini, onları bu hâle getiren merci olmanız ha­
sebiyle evvela sizin hatırlatmanız gerekir. Üniversite­
lerde ihtisas alanları, yeni ihtisas alanlarına bölünür­
ken, bütün ilmi hasılası bir mealden öteye geçmeyen
pek çok Müslüman, teşvikleriniz neticesinde İslâmî
ilimlerin tamamında hüküm beyan eder hâle geldi.
Ömründe bir defa Buhârî’yi görmeyen, neye metin,
neye de senet dendiğini bilmeyenler, duydukları her
hadisin sahih olup olmadığını tartışmaya açmakta,
onların Kur’an’a arzından söz etmektedirler. Meal-
ciler nazarında ne usul, ne cerh-tadil, ne şerh, ne
tefsir, ne kavaid, ne makasıt kitaplarının bir kıymeti
var. Neshten şefaate kadar Ehl-i Sünnet’in varlığın­
da icma ettiği pek çok mevzuyu -senin gibi- hurafe
görüyorlar. İslâm’ı yaşamak için her nevi fedakarlığı
göze alan fakat tenkitlerinizin etkisiyle. Medeniyetin
ilim saraylarına girmekten istinkaf eden, belki de te­
kebbür eden Müslümanlar, sayenizde son derece ib-
tidaî ilim ve fikir çadırlarına mahkum oldu.

225-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

Fikir Köieiiği
İslâm’ı yaşamak gayesiyle sizi okuyan ya da din­
leyen insanlar samimi olabilir. Onlar adına bizi en­
dişelendiren, orta düzeyde ifade kudretine sahip bir
mübtediyi müctehit makamında görüp, onun Ehl-i
Sünnet’e aykırı görüşlerine ittiba edip icmaya muha­
lefet etmeleridir. Maalesef ki ufkunuza mahkumiyet,
onları Ehl-i Sünnet’in fıkıh, tefsir, hadis afâkını keş­
fetmekten mahrum bırakmıştır. Siz de sanki bu mah­
kumiyeti devam ettirmek, zâtınıza ait “fikir köleleri”
oluşturmak için özel bir gayret içerisindesiniz.
Kardeşlerimizin sohbet ya da yazılarınıza mülaze-
met yoluyla oluşan mahrumiyetlerini ve akabinde ge­
len “fikrî köleliği” birbirine zıt iki örnekle muşahhas-
laştırayım; Geçenlerde bir kısmı Beydavî ve Nesefî’yi
bile mütalaa etmeden okuyup anlayabilecek seviyede
Arapça bilen Afrikalı öğrenciler ziyarete geldi. Fakül­
tedeki tedrisattan bahsederken, hocalarından bazı­
larının, “kader”, “nuzûl-u İsa”, “kabir azabı”, “şefaât”,
“kadınların özel hâllerde namaz kılamayacağı” gibi
pek çok meseleyi inkâr ettiğini söyledi. Bunları kabul
edip-etmediklerini sorduğumda, hepsi birden, ilgili
âyet ve hadislerle hocaların görüşlerini reddettiklerini
ifade etti. Fakat aynı durum imam-hatiplerde okuyup
fakülteye intisap eden kardeşlerimiz için söz konusu
olamaz. Zira onlar bu meseleleri ilk defa ilahiyatta
duyduğundan, doğru ile yanlışı tefrik edememekte;
vehle-i ûlâda, müessir bir lisana sahip hocanın fikrî
takipçileri arasına katılmaktadırlar.

226
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

Ehl-i Sünnete aykırı mevzuları Türkiye’li öğrenci­


lerin kabul etmeleri, Afrikalılar’m tamamının ise red­
detmesi, muhalled usule göre telif edilen “sıra kitap­
larını” neden okutmadığınızın cevabı olabilir mi? Ne
gariptir ki taklidi eleştiren siz, hayat boyu sözlerinizi
taklit edecek fikir köleleri oluşturdunuz.

Sohbet Hocalığı Israrı


Neden böyle bir yol takip ediyorsunuz? Neden bir
ders halkası kurmadınız? İzleyicilerinizin yegâne bilgi
ağacı olma ısrarınızın ardında ne var? Eğer bir ders
halkanız olsaydı, muhatap kitleniz, ilimde belli bir se­
viyeye ulaştıktan sonra tefsir, fıkıh, hadis kitaplarını
okuyup tahlil edecek; özgürleşip sizin ufkunuzdan
kurtulacak ya da görüşlerinizin bir kısmını alıp, di­
ğerlerini reddedecek, böylece size de katkıda bulana­
caktı. Acaba, tek adam olma arzusu mu sizi “sohbet
hocalığı’na mahkum etti?
Belki bunu, o muhalled kitapları okutacak ilmi
kudretten yoksun olduğundan, belki böyle bir menhe-
ce göre yetişmediğinizden, belki bunu istediğiniz tipte
insan inşasına aykırı gördüğünüzden, belki de İslâmi
ilimlere vakıf olan öğrenciler sizi sorgular, siz de aciz
kalırsınız diye yapmadınız? Bütün bunların cevabını
bir Allah Azze ve Celle, bir de siz biliyorsunuz.

Münazara Vesilesiyle
Malum olduğu üzere münazarada gaye, “Izha-
ru’s-savabtır/Hakikati ortaya çıkarmaktır.” Gerek bu

-227-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

fakirin, gerekse de Ebubekir Sifıl Hocanın, Abdulaziz


Bey’le yaptığı münazarayı dinledikten sonra samimi
duygularla Abdulaziz Bey’in yanında yer alan pek çok
Müslüman, -gönderdikleri mesajlarla- Ehl-i Sünnete
aykırı görüşlerden tövbe ettiklerini bildirdi.
Mustafa Bey! Ehl-i Sünnete mensup çevreleri kas­
tederek minberde sarf ettiğiniz, “Abdulaziz Hocayı
çakallara yedirmem.”^^® gibi fikri muhtevadan uzak
olduğu kadar edepten de yoksun ifadeler sarfettiniz.
Fakat Abdulaziz Bey münazarada serdedilen deliller
karşısında google’dan cevap ararken ya da gönderilen
maillere göre cevap uyarlamaya çalışırken yanında yer
almadınız. Ona sahip çıkmadınız ve ya Abdulaziz Bey
kadar cesaret gösterip ilim meydanına çıkamadınız.
Yine Sünnet ve Cemaat akidesine bağlı Müslü­
manları kastederek söylediğiniz, “Abdulaziz Hocanın
emeğine bevlettiler.”^’^ ifadesi, Müslümanları nasıl
gördüğünüz, ameliyelerini nasıl değerlendirdiğinizle
alakalı fevkalede çirkin bir değerlendirmeydi. Bu ifa­
deleri, Allah Rasûlu nün makamında. Cuma kıl­
mak için camiye gelen Müslümanların huzurunda,
kaza-i hacetten “ğaid” diye bahseden Kitaba inanan
bir “Kuran Müslümanı” olarak nasıl ve hangi ahlaki
esasa binaen söylediniz? Sizi, Ehl-i Sünnete aidiyeti
olan Müslümanlara karşı bu derece öfkelendiren saik
nedir? Utanmaz mısınız?
Cemaleddin Afgani münekkitleri için söylediği-

http://www.youtube.com/watch?v=coSWGFsn8Gg
http://www.youtube.com/watch?v~u6Asu28zM2o
-228
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

niz, “Buna kara çalan adamlar bunun tuvalet bezi et-


mezler!””2 ifadesini Kur’an-ı Kerim okuyan ağzınıza
nasıl yakıştırdınız? Allah’a imanla şereflenen muazzez
müminleri, masonluğu ve Şiiliği müseccel olan Afga-
ni’nin taharet bezi olmakla ilişkilendirmek vicdanını­
za ağır gelmedi mi? Aklî muvazenenizi bozup size bu
cümleleri kurduran nedir? Cemaleddin Afgani’nin Şii
olması mı?
Merak ediyorum, Ehl-i Sünnet ulemasını tahkir
eden fakat kardinale “ekselans” diye hitap edip, arzda
bulunan Abdulaziz Bey’in bu hâliyle de iftihar ediyor
musunuz?

Ehl-i Sünnet ve Hesaplaşma


Mustafa Bey! Ehl-i Sünnet bütün sapık fırkaları
fikrî ve İlmî alanda hesaplaşarak mağlup etti. Devlet
terörüyle maruf olan itizal hareketi de bu hesaplaş­
ma neticesinde nisyana mahkum olup, İlmî sahadan
çekildi. Tıpkı bunun gibi, her iki münazara vesilesiy­
le çok sayıda Müslüman hakikati görüp Abdulaziz
Bey’in görüşlerine mahkumiyetten kurtuldu. Eğer
siz bu meseleleri avam huzurunda konuşmaktan is-
tinkaf eder, işkaliniz olan mevzuları ilim meclislerin­
de mütalaa eder sonra da tövbe ederseniz ne ala.. Bu
durumda kardeşlik hukukumuz neyi, nasıl yapmayı
gerektiriyorsa onu yaparız. Yok eğer Ehl-i Sünnet’e
muhalefet ederek hâl diliyle “Ulema sizi yanlışa ve
hurafeye mahkum etti.” tavrınızda ısrarcı olur, Şia’nın

https://www.youtube.com/watch?v=4fFF-03xkok
-229-
Sünnet'i Reddeden Kur'an Müslümanlığı

önünü açma gayretiniz sürerse, İslâm’ı ancak sizin uf­


kunuz kadar tanıyan kardeşlerimizin Ehl-i Sünnet’in
ne olup ne olmadığını anlamalarına mütevazi katkıda
bulunma adına reddiyelerle sizi ilzam edecek ve mü­
nazaraya davet etmeye devam edeceğiz.

-230
SsS-...........

Sünnet'i reddeden Kur'an Müslümanları'nın inkâr ettiği


diğer bazı meselelerin izahı için youtube kanalımızdaki
şu videolara müracaat edebilirsiniz:

♦ KABİR AZABI
1- Kabir Azabı Var mı?
(https://www.youtube.com/watch?v=gEz0gw5imMA)

2- Kabir Azabı ve Meleklere İman


(https://www.youtube.com/watch?v=xrU2QHxxMWA)

3- Kur'an'a Karşı Kur'an Bağlamında Kabir Azabı'nm İnkarı


(https://www.youtube.com/watch?v=nKscNAmMZog)

4- Ölüm-Kabir Alemi-Diriliş-Haşr-Şefaat-Sırat
(https://www.youtube.com/watch?v=Z6POHcXDgfw)

5- Mişkat Dersi 33 - İhsan Şenocak Hoca Hadis Dersi


(https://www.youtube.com/watch?v=U4wzC-ehVaU)

♦ ŞEFAAT
1- Şefaat Var Mıdır?
(https://www.youtube.com/watch?v=SKOw6rTDzCM)

2- Herkes Yaptığının Karşılığını Görecekse Şefaati


Nasıl Anlamalıyız?
(https://www.youtube.com/watch?v=geOh4LFelBA)

3- Kur'an'a Karşı Kur'an Bağlammda Şefaati İnkar


(https://www.youtube.com/watch?v=njYVu8jzlOw)

♦ NÜZUL-İ İSA
1- Hz. İsa İnecek mi ?
(https://www.youtube.com/watch?v=zuxOfrtib2Y)

2- Nuzûl-ü İsa Mes'elesi


(https://www.youtube.com/watch?v=2-G25pKLx6k)

-231-
...

ılı
♦ CENNET ve CEHENNEM
1- Cennet ve Cehennem Şu An Var Mıdır?
(https://www.youtube.com/watch?v=Bt8nDURfpOO)

2- Cennet ve Cehennem in Sonsuzluğunu Nasıl Anlamalıyız?


■V-
(https.7/www.youtube.com/watch?v=hI8bQXKbk_A)

3- Cennet ve Cehennem
(https://www.youtube.com/watch?v=wTfkGpjRCXg)

♦ MEZHEP
1- Mezhepler Neden Var?
(https://www.youtube.com/watch?v=f-qwX6vfb-E)

2- İslam'da Mezhepler Niçin Vardır?


(https://www.youtube.com/watch?v=Tmuaeb8X5sg)

♦ TASAVVUF
1 - İslamda Tasavvuf Var mıdır?
(https://www.youtube.com/watch?v=xy2nEHargMs)

♦ RECM
1- Tefsir Dersi 5 (Recm)
(https://www.youtube.com/watch?v=lavGWKqc-LY)

♦ CİN
1- Kur'an Çin'e, Cin Diyor; İslamoğlu İse "İnsan" Diyor
https://www.youtube.com/watch?v=fhXGHW6-zE8

♦ HZ. ADEM
1- Hz. Adem'in (a.s) Babası Var Diyenler
Kur'anı Kerim'in Beyanını Reddediyor!
(https://www.youtube.com/watch?v=gJmp3Ts5_Lo)

2- Hz.Adem'e (as) Dair İnkarlara Cevap


(https://www.youtube.com/watch?v=5-pDUOEydJk)

3- Bir Adem (as) Vardır, O'da Topraktandır


(https://www.youtube.com/watch?v=hvj9XG81txO)

-232-
KİTABİYÂT

• Abdulğani, Muhammed İlyas, Tarihu’l-Mescidi’n-Nebeviy-


yVş-Şerif, by., Medine, 2003.
• Abdulmehdî b. Abdulkadir, el-Medhal ile's-Sünne, Dâ-
ru’l-İ’tisâm, Kahire, 1998.
• Abdulmehdî b. Abdulkadir, Defuş-Şubuhât anis-Sünne-
tin-NebeviyyCy ty.
• Ahmed Emin, Duhal-tsiam, Dâru'l-Kütübi'l-İlmiyye, Bey­
rût, 2004.
• Ahmed b. Muhammed b. Hanbel, el-Müsned, Dâr-u Âle-
mi‘l-Kütüb, Beyrut, 1998.
• Alfred Guillaume, Garpte İslam Tetkikleri, İslam Tetkikleri
Enstitüsü Dergisi, İstanbul, ty.
• Algis Uzdavinys, “Ascent to Heaven in Islamic and fewish
Mysticism”, The Matheon Trust, London, 2011.
• el-Âlûsî, Mahmud Şükrî b. Abdillah, Rûhu’l-Meânt, Dâ­
ru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrût, 2005.
• Aynî, Ebu Muhammed Bedruddin Mahmud b. Ahmed,
Umdetu'l-Kâri Şerh-u Sahîhi'l-Buhârî, Dâru‘l-Kütübi‘l-İlmiyye,
Beyrût, 2001.
• Azimâbâdî, Ebû Tayyib Muhammed Şemsulhakk, Av-
nui-Ma'bûdŞerh-u Sünen-iEbiDâvud, Dârul-Fikr, Beyrut, 1995.
• Azimli, Mehmet, “İsra ve Miraç Olayları Üzerine Bazı Müla­
hazalar”, Bilimname, 2009.
• el-Bekcerî, Alâüddin Moğoltay b. Kılıç, İkmâl-u Tehzîbi’l-
Kemâl, Dâru’l-Fârûki’l-Hadise, ty.
• el-Bestevî, Abdulalîm, el-Mehdiyyu’l-Muntezar, Dâr-u İbn
Hazm, ty.
• Berbahârî, Haşan b. Ali, Şerhu's-Sünne, Dâr-u İbni'l-Kay-
yım, Demmam, 1408.
• el-Beyhaki, Ahmed b. Hüseyn b. Ali, Delâilu’n-Nübüvve,
Dâru'n-Nefâis, Beyrut, 1986.
• Buhârî, Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail, es-Sahîh (Um-
detu 1-Kârî ile birlikte), Dâru'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut, 2001.

-233
• Cürcânî, Ali b. Muhammed, et-Ta’rifât, Dâru’l-Kütübi’l-îl-
miyye, Beyrût, 2000.
• Çekrâlevî, Abdullah, Mecellet-u İşâati’l-Kur’an, sy. 3, 1902.
. DİA,Ak’hd/.
• Ebu Avâne el- İsferâyini, Yakub b. îshak, Müsned, Câmia-
tü'l-İslâmiyye, Suud, ty. İ^İ
iîi
• Ebû Dâvud, Süleyman b. el-Eş'as el- es-Sicistânî, es-Sünen, :İ^
iSi
Dâru'l-Fikr, Beyrût, ty. ;İ!
• Ebû Hayyan, Muhammed b. Yusuf, el-Bahru'l-Muhît, Dâ-
i?:
rul-Kütübfl-İlmiyye, Beyrut, 1993.
• Ebû Ya’lâ el-Mûsilî, Ahmed b. Ali b. Müsenna, Müsned, Dâ-
ru'l-Me'mûn li't-Türâs, Dimeşk, 1984.
• Ebu’l-Hasan en-Nedvî, Ali b. Abdülhayy, SûretânîMutezâd- ir-:
detâni, Dâru'l-Beşîr, Cidde, 1990. ffi
• ed-Demiri, Kemaluddin Muhammed b. Musa, Hayâ-
tu’l-Hayvanfl-Kübra, Dâr-u İhyai’t-Türâsi’l-Arabi, Beyrût, 2005.
• el-Ezrakî, Ebu'l-Velîd Muhammed b. Abdillah b. Ahmed,
Ahbâr-u Mekke, Mektebetus-Sakafe, Mekke, 2002.
• Fığlalı, E. Ruhi, “Mesih ve Mehdi İnana Üzerine”, A.Ü.İ.ED.
• el-Fâkihî, Ebu Abdillah Muhammed b. İshak, Ahbar-u Mek­
ke, Dâru'l-Hadr, 1994.
• Hadim Hüseyin İlahi Bahş, el-Kur’dniyyûn, Mektebe-
tu’s-Sıddık, 1989.
• el-Hafız Muhammed Eşlem, Ta’lîmâtu’l-Kur’an, Delhi, 1934.
• el-Hâkim , Ebu Abdillah Muhammed b. Abdillah, el-Müs-
tedrek, Dâru 1-Kütübi'l-îlmiyye, Beyrût, 1990.
• Hakyemez, Cemil, “Mehdi Düşüncesinin İtikadileşmesi Üze­
rine”, G.Ü.Î.ED., 2004.
• Halil İbrahim Molla Hatır, en-Nebiyyu’l-Mustafâ, Mekke, ty.
• el-Hamevî, Şihabüddin Yakut b. Abdillah, Mu’cemu’l-Bül-
dân, Dâru'l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrût, ty.
• el-Hatib, Muhammed Accâc, Usûlü’l-Hadîs, Dâru'l-Fikr, Dı-
meşk, 1967. ij:
• Hatib el-Bağdâdî, Ebu Bekir Ahmed b. Abdilmecid, el-Câ-
mi’ li-Ahlâki’r-Râvî ve Âdâbi’s-Sâmi’, Mektebetu’l-Mearif, Riyad,
1989.
is i
-234- , 'fi
W
• el-Hereri, Muhammed el-Emin, el-Kevkebu’l-Vehhâc
ve’r-Ravdu’l-Behhâc, Dâru’l-Minhâc, Cidde, 2009.
• el-Humeynî, Ruhullah b. Mustafa, el-Hukûmetu’l-İslâmiyye, Şİİ
yy., 1389. i|;
• —----- ------- , Keşfü'l Esrar, yy., 1994.
• İbn Âşûr, Muhammed Tâhir, et-Tahrîr ve’t- Tenvir, Dâr-u H';
i il;
Suhnûn li'n-Neşr ve't-Tevzî, Tunus, ty. ifi
• İbn Abdilberr, Ebu Ömer Yusuf b. Abdillah, Câmiu Beyâ- ifş
nTl-İltn, Dâr-u İbni’l-Cevzî, 1994. ;?İ
• İbn Asâkîr, Ebu'l-Kasım Ali b. Hasen b. Hibetullah ed-
jg;
Dimeşkî, Dâru’l-Fikr, Beyrût, 1995. ki
• İbn Hacer, Şihâbuddin Ebu'l-Fazi Ahmed b. Ali b. el-As- :|j
kalânî, Fethu’l-Bâri, Dâru'l-Fikr, Beyrût, 2000. i?;
• ------------ , Hedyu’s-Sârt Mukaddimet-u Fethi’l-Bârî, Dâ- iîi
ru'l-Fikr, Beyrût, 2000. Lli
, ------------ , Tehzîbu’t-Tehzîb, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, i''i
Beyrût, ty
, ------------ , Takrîbu’t-Tezhîb, yy., 1045.
• ibn Hibbân, Ebû Hâtim Muhammed b. Ahmed et-Temimi, Şji
Sahih, Müessesetü'r-Risâle, Beyrût, 1993.
• İbn Hişam el-Ensari, Ebu Muhammed Abdullah Cemalüd-
din b. Yusuf, Muğni’l-Lebib, Dâr-u İhyâ-i’t-Türasi’l-Arabi, Bey-
. .. I
• ibn Kesir, Ebul-Fida İsmail b. Ömer, el-Bidâye ve’n-Nihâye,
Dârul-Hadis, Kahire, 1992.
• ............ —,Tefsir-u İbn Kesir, Beyrût, 1399. [si
• İbn Mâce, Ebû Abdullah b. Yezid el-Kazvini, es-Sünen, (thk. ŞjŞ
Muhammed Fuad Abdulbâki), Dâru'l-Hadis, Kahire, 1994. i?:
• ibn Manzûr, Ebu'l-Fadi Cemalüddin Muhammed b.
Mükerrem, Lisanu’l-Arab, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrût, 2009. Şİİ
• İbn Salâh, Ebu Amr Osman b. Salahaddin, Ulûmu’l-Hadis
(thk. Nureddin Itr), 1981.
• ibn Teymiyye, Ahmed b. Abdülhalim el-Harrani, Iktidau’s- ş^Ş
Sırat, Dâru'l-Fazile, Riyad, 2003. i^i
• —...................., Minhâcu's-Sünneti’n-Nebeviyye, Dâru'l-Ha-
dis. Kahire, 2004. İ^Ş

- 23S -
................................................. ........... -.......... ........................................ .... '
w

• İbnu’l-Kayyım el-Cevziyye, Ebû Abdillah Muhammed b.


Ebi Bekr b Eyyyub, İ'lâmu'l-Muvakkttn, Dâru'l-Kitâb el-Arabî,
Beyrût, 1996.
• İbnü'l-İmâd el-Hanbelî, Abdülhayy b. Ahmed, Şe-
zerâtu'z-Zeheb, Dâru'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrût, ty.
• İstanbullu, Halit, Kemalistleri Kendine Hayran Bırakan
“Müseccel Sünnet Düşmanı”ndan En Yeni Oryantalist Masalları,
Hüküm Dergisi, sy.45, İstanbul, 2016.
• Kadı İyaz, İktnâlu’l-Mu'lim bi Fevâidi Müslim, (thk. Dr.
Yahya İsmail), Dâru'l-Vefâ, 2004.
• el-Kâsımî, Cemalüddin b. Muhammed Said, Kavâidu’t-Tah-
dis, Müessesetü'r-Risâle, Beyrut, 2004.
• el-Keşmîrî, Enver Şâh b. Muazzam Şâh, Feyzu’l-Bârî alâ Sa-
hihil-Buhârt, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrût, 2005.
• el-Kettani, Muhammed b. Ca’fer, Nazmu’l-Mütenasir mi-
nel-Hadisi’l-Mütevatir, Dâru’l-Kutubi’s-Selefıyye, Mısır, ty.
• el-Kurtubî, Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed, el-Câmi’u
li-Ahkâmi'l-Kur’ân, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrût, 2000.
• ............. —, Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed, et-Tezkire
fi Ahvali’l-Mevtâ, Dâru'l-Minhac, 1425.
• Malik b. Enes el-Esbehî, e\-Muvatta, Dâru'l-Kalem, Dı-
meşk, 1991.
• el-Mizzi, Ebu'l-Haccac Cemalüddin Yusuf b. Zeki, Tehzt-
bu’l-Kemâl, Müessesetü’r-Risâle, Beyrût, 1980.
• Montgomery Watt, Muhammad at Madina, Oxford Univer-
sity Press Oxford, 1956.
• el-Mubârekfûrî, Muhammed Abdurrahman b. Abdurra-
him, Tuhfetü’l-Ahvezi, Dâru'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrût, ty.
• Müslim b. Haccâc, Ebu’l-Hüseyn el-Kuşeyrî, es-Sahih (nşr.
M.Fuad Abdulbâkî), Dârul-Hadîs, Kahire, 1997.
• el-Müttakî, Alaüddin Ali b. Hüsamüddin, Kenzu’l-Ummâl
(thk. Mahmud Ömer ed-Dimyâtî), Dâru'l-Kütübi'l-İlmiyye,
Beyrût, 2001.
• en-Nedvî, Muhammed Veliyyullah, Nubûatu’r-Rasûl Mâ Ta-
hakkaka minhâ ve Ma Yetahakkaku, Dâru’s-Selam, Kahire, 1990.
• en-Nesâî, Ebû Abdurrahman Ahmed b. Ali b. Şuayb, es-Sü-

-236-
•W
nenul-Kübra (Suyûtî şerhi ile birlikte), Dâru'l-Beyrût, Beyrut,
1994. il;
• en-Nesefî, Ebu'l-Berakât Abdullah b. Ahmed, Medâri-
ku’t-Tenzîl ve Hakâiku't-Te'vîl, Dâru’n-Nefâis, Beyrût, 2014.
• en-Nevevî, Muhyiddîn Ebû Zekeriyya Yahya b. Şeref, el-Mi-
nhâc Şerh-u Sahth-iMüslim İbni'l- Haccâc, Dâru 1-Kütübi’l-îlmiy-
ye, Beyrût, 1995.
• el-Osmanî, Muhammed Takî, Tekmiîet-u Fethi'l-Mülhim,
Dâru’l-Kalem, Beyrût, 2006.
• Paret, Rudi, “Die Ferne Gebetsstatte in Sure 17,1”, Der İslam,
Tübingen, 1959.
• er-Râzî, Fahruddîn, et-Tefsîru’l-Kebîr, Dâru‘l-Kütübi‘l-İl-
miyye, Beyrût, 1990.
• Rıza, Muhammed Reşid, Muhammed Rasûlüllah, Dâ-
ru'l-Kütübi'l-îlmiyye, Beyrût, ty.
• Sabri, Mustafa, Mevkıfu’l-Akli ve‘l İlmi ve*l-Âlem min Rab-
bi’l-Âlemîn ve İbâdihi’l-Murselîn, Dâru't-Terbiyye, Dimeşk, 2007.
• es-Samhûdî, Nureddin b. Ali b. Ahmed, Vefâu’l-Vefa bi Ah-
bari DârFl-Mustafa, Dâru’l-Kütübi’I-İlmiyye, Beyrût, ty.
• es-San ani, Abdurrezzak, Ebu Bekr b. Hemmam, el-Musan-
nef, el-Mektebü'l-İslami, Beyrût, 1983.
• Serdaroğl, Ahmet, “Mehdi Hakkında”, Diyanet İşleri Baş­
kanlığı Dergisi (Dini, Ahlaki, Edebi, Mesleki Aylık Dergi), Ma-
yıs-Haziran, Ankara, 1968.
• es-Sibâî, Mustafa, es-Sünne ve Mekânetuhâ fi't-Teşrîi'l- İs­
lâmî, el-Mektebetu’l-îslâmî, 1985.
• es-Suyûtî, Celalüddin Abdurrahman b. Kemâl, el-Hâvt, Dâ-
ru'l-Kütübi'l-îlmiyye, Beyrût, 2000.
• —........., Miftâhu’l-Cenne fil-İhticâc bi’s-Sünne, Dâ-
ru's-Selâm, Kahire, 2012.
• ----- ------, Târihul-Hulefâ, Dâru'l-Ma'rife, Beyrût, 1996.
• eş-Şevkânî, Muhammed b. Ali, Fethu'l-Kadîr, Dâru'l-Ma'ri­
fe, Beyrût, 2007.
• et-Taberânî, Ebu'l-Kâsım Süleyman b. Ahmed, el-Mu’ce-
mu’l-Evsat, Dâru'l-Haremeyn, Kâhire, 1415.
• ............. , el-Mu^cernu'l-Kebîr, Mektebetü'l-Ulûm ve'l-Hikem,

-237-
Musul, 1983.
• et-Taberî, Ebu Cafer Muhammed b. Cerir, Camiu’l-Beyân fi
Tefstri’l-Kur’an, Dâru’l Kütübi’l ‘îlmiyye, Beyrût, 2005.
• et-Taftâzânî, Sa'düddin Mesud b. Ömer, Şerhu’l-Akâid,
Mektebetu’l-Buşrâ, Karachi, 2004.
• et-Tahâvî, Ebu Cafer Ahmed b. Muhammed, Şerh-u
Müşkili'l-Âsâr (thk. Şuayb el-Arnavud), Müessesetü'r-Risâle,
1995.
• Tirmizî, Muhammed Ebu îsa, Sünenu’t Tirmizî, Dâru’l
Fikr, Beyrût, 1994.
• el-Umeri, Ekrem Ziya, Buhusfi Tarihis-Sünneti’l-Müşerrefe,
Mektebetü'l-Ulûm-i vel'l-Hikem, Medine, 1415.
• el-Ya’kûbî, Ahmed b. Ebî Ya’kub, Târihu’l-Ya’kubt (thk. Ab-
dülemir Mühennâ), Şeriketu’l-A’lâmi li’l-Matbûât, Beyrût, 2010.
• Yazır, Elmahh M. Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul, ty.
• Zehebi, Şemsüddin Muhammed b. Ahmed b. Osman, Miza-
nü’l-ttidal, Daru'l-Marife, Beyrût, 1963.
, --------- , Tezkiretu’l-Huffâz, Dâru'l-Kütübi'l-llmiyye, Beyrût,
1419.
• Zeydan, Abdülkerim, el-Veciz fi UsûWl-Ftkh, Müessesetur-
Risâle, Beyrût, 2003

-238
Hüküm
KİTAP

HSAN ŞENOCAK'IN BAZI ESERLERİ

KUR'AN-I KERİM MÜDAFAASI


Kuran-ı Kerîm kendinden doğmayan ve O’nunla uyuşmayan bütün sistemlerle he­
saplaştı. İlâhî olanı beşeri olanla, beşerin arzularını dikkate alarak uzlaştırmayı reddetti.
Hayata müdahil oldu, hükmetti. Sorunsuz bir cemiyet vücuda getirdi. Çirkini kaldırıp
güzeli, en güzeli, güzeller güzelini yerleştirdi. Bu yüzden O’nun yürürlükte olduğu çağlar
insanlık tarihinin en güzel çağlarıydı. Nc kapitalizmde olduğu gibi zengin adına fakire
haksızlık etti, nc de komünizmde olduğu gibi devlet adına zenginin malına el koydu. Fert
ve cemiyet nizamını adalet üzerine tesis etti. Çünkü O, her şeyi en doğrusu ile bilen ve
KIÎR’ÂM-I KERİH buna göre vahyeden Allah Tcâlâ’nm Kelâmıdır.
MÜDÂFAASI Empcryalizmanın değer yargılarını reddediyor diye böyle bir kitabı tarihsclleştirme-
ye kalkışmak Kur’an’a değil emperyalizmaya hizmet etmektir. Kur’an’ın emperyalizma ile
olan mücadelesinde tarihsclciliği tercih ederek emperyalizmadan yana tavır alan Faz.lur-
rahman, yanlış bir anlayış usulunden yana tavır aldığından Kuranı anlama bahtiyarlığı­
na erememiştir. Zira Kur’an-ı Kerîm, kendisini etkilemeye çalışan bir bakış açısı yerine
kendisinden etkilenenen bir bakış açısıyla anlaşılabilir. O, kulların istediği manayı değil
yalnız Allah Tcâlâ’nm muradını verir.

BÜYÜK DOĞU ÇAĞINA DOĞRU


ötelerin nizamını çağa okuyan haberci. Medeniyetin önündeki buz dağlarını eriten
soluk. Hacı Bayram’ın asasız, Mevlana’nm sarıksız, Fatih'in devletsiz arkadaşı. Anado­
lu'nun Nizamnamesini yazan kalem. Hicivde Nefi’yi, Aşkta Şeyh Galip’i sanat’ta Fuzuli’yi
yaşatan şair. Yunus’un çarıkla yürüdüğü yolları iskarpinle kat eden seyyah. Allah deme­
nin yasak olduğu bir devirde "işte iz geliniz!" diyen tcbliğci. Batının aklını Doğunun aşk
ocağında eriten mütefekkir. Altın silsilenin ardı sıra yürüyen derviş. Küfür müzahrefa-
tının lekeleyemediği muazzam kale. Aksiyonun kendisi, düşüncenin yekûn ifadesi. Ma-
vera’nın, İfam’ın "Ulu Hocası". Çağın muzdaribi "üstün çile'nin sadık yâri. Kaldırımların
zindandaki sesi. Güzeller güzelinin (sallallahu aleyhi vcscllcm) güzel ifadecisi. Yolun
yenileyicisi. "Büyük Doğu"nun son mütefekkiri. Milyonların şahadetiyle tabutu kabre,
secdası yüreklere verilen davetçi...

KUDEMÂ MECLİSİ
Kadim zamanlardan geçen asra kadar, çocuklar erken yaşta medreseye kaydolur, İs­
lâm harflerini öğrenir, her fenden kitaplar okur, metinler ezberlerdi. Ezberlenen metin­
ler, hoca huzurunda takrir edilir, unutmamak için belli aralıklarla tekrar edilirdi. Bunları
ezberleyerek yetişenler, icâzet alır, icâzet verir, zamanla halk nazarında ayaklı kütüphane
olarak kabul görürdü.
Her soruya, bizzat ezberledikleri ibareyi okuyarak cevap vermeleri soranlar nezdin-
de güvenirliklerini artırırdı. Çok okur, çok düşünür, az yazarlardı. Yazdıklarından çok
daha fazlasını bilirlerdi. Bu durum kendilerine soru sorulduğunda daha da zahir olurdu.
Talebenin kaynağa ulaşmasını kolaylaştırmak için cevap verirken kitapların baplarını, fa­
sıllarını hatta sayfalarını da zikreden alimler vardı. Eğitimde kitabi kültür yanında şifahi
mirasın da önemli bir yeri vardı. Medreseler kapatılıp, alimlere okutma yasağı getirilince
ilimdeki tevârüs durdu. İlim, sonraki kuşaklara taşınamadı. Tedrisattan uzaklaştırılan
alimler evlerine çekildi, çocukları, sıra kitaplarını okumadığından babalarının dünya­
larına giremedi, onları anlayamadı. Bu yüzden sadece onların züht ve takvalarından
bahsettiler, babalarını farklı kılan ilimlerini sonraki nesillere aktaramadılar. Medresenin
ilgası bizi Islâm dünyasından kopardığı gibi medeni birikimimizden de uzaklaştırdı. Bir­
kaç ferdi zuhûr dışında ilimde tevârüs tarih oldu.
Büyük inkişaf için Kudema Meclisinden modern zamanın ders halkalarına diriltici
soluklar taşımaya mecburuz.
iki Devrin Ulu Hocası
ALİ HAYDAR EFENDİ
Kur’an-ı Kerim ve Sünnct-i Seniyye ekseninde şekillenen kurtarıcı/yönlendirici ha­
yatlar, şahıslar noktasında farklı olmakla birlikte özde aynı muhtevaya sahiptirler. De­
ğişik asırlarda yaşayan âlimlerin şahsında sürekli güncellenen “yönlendirici hayatlar”
“mişkâtun-nübüvve” ile insanlar arasındaki manileri kaldırarak İslâm nurunun intişa­
rında büyük hizmetler ifâ etmişlerdir. Hâlidî Şeyh Ali Haydar Efendi (rahimehullah) bu
nevi hayatların en büyük kahramanlarındandır.

Temel İslâmî ilimlerin hemen her disiplininde otorite olması, âlimler tarafından
“hacet kapısı” olarak algılanması, korkudan nefeslerin tutulduğu bir dönemde Hakk’ı
söylemekten imtina etmemesi; Osmanlı Devletinin âhir, Cumhuriyel’in ise önemli bir
bölümünde yaşaması; moderniteye ferdi, ailevî, içtimâi, ilmi ve fikrî alanda sessiz fakat
kararlı bir şekilde direnen cemaatinin ulu hocası olması gibi nedenler, günümüz Müs­
lümanları için Ali Haydar Efendi’nin (rahimehullah) hayatının öğrenilmesini gerekli
kılmaktadır.

İSLAM'IN KIZINA
Kadın gibi erkeğin onurunu da ancak sen koruyabilirsin. Çünkü iffet ve haya en ka­
mil şeklini sende buldu. Tahammül de sende, sabır da. Sen o naif bedeninde insanlığın
yükünü omuzladın. Yalnız kaldın, yoruldun, usandın ama çaresizliğe, “Bundan daha
ötesine tahammül edemem.” diyerek teslim olmadın. Yıkılan, açılan, savrulan kadınlara
inat, “İffet yolu ölene kadar gider.” diyerek “istikâmet" dersi verdin.
Ne var ki İslâm’dan uzaklaşma, dünyaya göre yaşama marazı seni de vurdu. Konuş­
maktan lisanı usanan, yazmaktan kalemi aşınan ümmet büyüklerinin çağrısını yinele­
mek istiyorum; “Sen, Rabbi’ne yürüyüşüne 81 gün kala Arafat’ta ümmetiyle vedalaşan O
Peygamberi Ekber’in emanetisin! Sen, kadın değil annesin!”
Uzaklaştığın yolu takip ederek, terk ettiğin Medeniyet’e dön. Hayata uydurulan İs­
lâm’dan, İslâm’a göre tanzim edilen hayata gel. Su kabarıyor. Eesad yayılıyor, örtü sadece
adıyla kaldı, çıplaklık altın çağını yaşıyor, fitne yedi başlı ejderha gibi etrafını sarmış; ya
yok olacak ya da İslâm’la her çeşit belaya “paydos” diyeceksin.

İnsanlığın Umut Kıtası


ÂLEM-İ İSLÂM
Neyi yitirince yüreklerimizi birbirine bağlayan ruhu kaybettiysek, onu kazanınca,
Şam’ı Bağdat’tan, Bağdat’ı da İstanbul’dan ayıran sınırları ortadan kaldırmış olacağız.
i 'Hs, Bunun için Âlem-i İslâm’ın farklı noktalarında mücadele eden, emperyalizma ile hesap­
laşan milyonlarca Müslüman var. Onların cihadını yerinde görmek, muvaffak oldukları
hususlarda kendilerinden istifade etmek, tarihi tecrübemiz ve İlmî mirasımız noktasında
istişareler yapmak, İslâmî tedrisât babında teâtî-i efkârda bulunmak, İstanbul’da yazı­
lan bir kitabı Lahorda, Lahorda neşredilen bir mecmuayı da bütün bir Bilâd-ı İslâm’da
oku(t)mak; eserleri, yerinde tespit edilen yeni sorunları dikkate alarak telif etmek; ilim,
fikir ve harekette yeni terkiplere gitmek. Ümmet olarak neye maliksek tamamını Kur’an
ve Sünnet mizanında öz-posa ayrımına tabi tutmak gibi ameliyeleri gerçekleştirebilmek
adına farklı İslâm beldelerine, farklı zamanlarda yapılan seyahatlerin bir hasılası hük­
münde olan bu kitabı şâir seyahatnamelerden ayıran en temel hususiyet ise, hadiseyle
iâşe, ibâte ve zevk u sefa boyutu yerine ilim, fikir ve hareket cihetiyle alakadar olması ve
İHI'lillil bu noktada teşhis ve tespitler ihtiva etmesidir.

Cava Adaları’ndan Cebel-i Tarık’a, Doğu Türkistan’dan Gana’ya kadar uzanan direniş
hattında Ümmet’in yarınlarına dair güzel haberler var. Kur’an-ı Kerim’in, Allah Teâlâ’nın
eşya ve hadiseye tatbik edilmeyi bekleyen talimatlarından ibaret olduğuna inanan mü­
minler, çöllere vahâvâri hayat verdi; Âlcm-i İslâm yeniden insanlığın umut kıtası hâline
geldi.
Allah’ın selâmı üzerinize olsun.

İletişim
Murat TÜRK +90 530 185 86 37
www.hukumkitap.com - facebook/hukumkitap - twittGr/hukumkitap - instagram/hukumdergikitaF
Hüküm
IZ’IT’A D

You might also like