Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 280

Kitap Başlığı 1

Önsöz

BİRİNCİ BÖLÜM

DENİZLİ İŞGÜCÜ PİYASASININ GENEL GÖRÜNÜMÜ


Denizli Ekonomisinin Genel Görünümü

Hacer Simay Karaalp Orhan

Türkiye ve Ege Bölgesi Karşılaştırmalı TR32 Bölgesinin İşgücü Piyasası


Özellikleri

Atalay Çağlar – Handan Kumaş

Denizli İşgücü Piyasasında Memnuniyet Düzeyi


Erkan Kıdak

Çalışma Yaşamında Kadın İstihdamının ve İşsizliğinin Değerlendirilmesi:


Denizli İli Örneği

Sezgi Akbaş

İşsizlik Sigortası Algısı: Denizli İlinde Kıyaslamalı Bir Çalışma

Oğuz Karadeniz- Handan Kumaş- Kamil Orhan

İKİNCİ BÖLÜM

DENİZLİ İŞGÜCÜ PİYASASINDA İŞSAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ

Temel Demografik Faktörlerin İş Güvenliği Kültürü Üzerine Etkisi:

Denizli İli-Metal Sektörü Örneği

Bülent Arpat

Ekonomik Teşviklerin İş Sağlığı Ve Güvenliği Üzerine Etkisi Denizli İli


Örneği

Oğuz Karadeniz
2 KARAALP-ORHAN

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

DENİZLİ’DE YOKSULLUK, DIŞLANMA VE DEZAVANTAJLI


GRUPLAR

TR32 Bölgesinde ve Denizli İli Özelinde Gelir Dağılımı Ve Yoksulluk

Hülya Kabakçı Karadeniz

Denizli’de Yoksulluk ve Sosyal Dışlanma

Nagihan Durusoy Öztepe – Çağla Ünlütürk Ulutaş

Denizli Kentinde Yaşayan İranlı Göçmenlerin Sınıfsal Konumlarının Analizi

Hakan Topateş – Nursel Durmaz – Aslıcan Kalfa Topateş

Denizli İşgücü Piyasasında Üniversite Öğrencileri

Nagihan Durusoy Öztepe

Duygusal Emek Bağlamında Çalışmanın Anlamı Ve İşe Yabancılaşma:


Denizli’de Kuaförler Üzerine Bir Araştırma

Asiye Kamber Kıvcı


Denizli Ekonomisinin Genel Görünümü 3

ÖNSÖZ
Türkiye, ekonomisi ve genç nüfusu ile dünyanın yüksek gelirli gelişmiş
ülkesi olma yolunda büyük bir mücadele vermektedir. Kalkınma yolunda
ekonomik ve sosyal kararlar genellikle merkezi planlar çerçevesinde verilmekte,
il ve bölge düzeyinde yapılan çalışmalar sınırlı kalmaktadır. Kalkınma
planlarının yerel ekonomik birimlerin (hane halklarının ve firmaların) kararları,
işgücü piyasası üzerine etkileri ise çok fazla dikkate alınmamaktadır. Yerel
bazda yapılan çalışmaların sınırlılığı, üniversitenin evrensel bilime katkı yapma
arzusu ile sosyal ve ekonomik açıdan makro verilerle analizler yapmaya
çalışması, kimi zaman bölgesel sosyal ve ekonomik çalışmalara ilginin
azalmasına neden olabilmektedir. Elinizdeki çalışma biraz da bu boşluğu
doldurmak için hazırlandı. Denizli Türkiye ekonomisinin dokuzuncu büyük ili.
Denizli 1980 sonrası dışa açılma politikasının ve ihracata dayalı büyüme
stratejisinin de etkisiyle dünya pazarlarına mal üreten küresel bir fabrika haline
geldi. Küresel fabrika başta, iki bin yıl öncesinde kurulduğu tahmin edilen
Loadikya’dan başlayan gelenekle Menderes vadisinin pamuklarını işledi, tekstil
ürünlerine dönüştürdü 1. Bugün makine sanayinden, gıdaya, mermerden cam ve
çimentoya kadar Denizli pek çok alanda mal üretiyor ve Dünya pazarlarına
satıyor. Birleşmiş Milletler’ in Dünya Kültür Mirası Listesi’ne giren
Pamukkale, antik kentler milyonlarca turisti çekiyor ve turizm gelişiyor. Bu
hızlı dönüşüm ile Denizli il içinden, yurt içinden ve son yıllarda yurt dışından
da göç alıyor. Binlerce Suriyeli, İranlı ve Afgan mülteciye de ev sahipliği
yapıyor. 1970’lerin başında yetmiş binlerde olan merkez nüfusu bugün altı
yüzbinleri çoktan geçti. Bu hızlı dönüşüm ve kamu politikaları, işgücü
piyasasını nasıl etkiliyor, sosyal korumaya nasıl yansıyor? Denizli örneğinden
Türkiye geneli için çıkarılacak dersler neler?
İşgücü piyasası, gelir dağılımı, yoksulluk gibi temel kavramlar büyük
ölçüde ekonomi ile yakından ilişkilidir. Dolayısıyla ekonominin temel
özelliklerini incelemeden söz konusu alanlarda yapılan çalışmalar eksik kalır.
Simay KARAALP ORHAN, Denizli Ekonomisinin Genel Görünümü
bölümünde Denizli ekonomisini, ihracat ve ithalat yapısını, sanayi, turizm ve
tarım sektörlerinin yapısal durumunu inceliyor.
Türkiye Ve Ege Bölgesi Karşılaştırmalı Bir Analiz başlıklı bölümde
Handan KUMAŞ ve Atalay ÇAĞLAR, Denizli’nin de içinde bulunduğu TR 32

1 http://www.milliyet.com.tr/laodikya-antik-kenti-nde-bin-500-yillik-denizli-yerelhaber-
303910/Erişim tarihi:23/04/2018
4 KARAALP-ORHAN

bölgesinde demografik özelliklere göre işgücünün genel görünümünü


istihdamın sektör, mesleklere göre dağılımını, işin süreklilik, gelir ve güvence
durumunu TÜİK Hane Halkı İşgücü Anketleri mikro veri setinden (2016)
yaptıkları hesaplamalar ile Ege Bölgesi ve Türkiye ile karşılaştırmalı inceliyor.
Denizli’ de çalışanların işgücü piyasasından memnuniyet düzeyleri Türkiye
geneli ile karşılaştırıldığında nasıl bir seyir izliyor? Aylık hane halkı geliri,
işten elde edilen kazanç, ücret miktarı ve ücretler arası farklılıklar; sendika
faaliyetleriyle ilgilenme düzeyi ve son olarak çalışma koşulları içerisinde işten
duyulan memnuniyet, idari konularda yaşanan sorunlar, ücretin zamanında ve
eksiksiz ödenmesi, işyeri ilişkileri ve işe gidiş geliş için harcanan zaman
konularındaki memnuniyet düzeyleri ile ilgili TÜİK tarafından 2003’den beri
düzenli olarak yapılan Yaşam Memnuniyeti Anketlerinden elde edilen veriler
literatür çerçevesinde Erkan KIDAK tarafından Denizli İşgücü Piyasasında
Memnuniyet Düzeyi başlıklı çalışmada yorumlanıyor.
Denizli SGK verilerine göre Türkiye’de kadın sigortalı sayısının erkek
sigortalı sayısına oranının en yüksek olduğu ikinci il. Üçüncü bölümde Sezgi
AKBAŞ, Denizli işgücü piyasasında kadın emeğini, kadınların işgücüne
katılımını belirleyen faktörleri, yaptığı 414’ü kadın 726 kişi üzerine yaptığı alan
çalışması alan çalışması ile ortaya koymaya çalışıyor.
İşsizlik sigortası Türkiye’de elli yıl tartışıldıktan sonra nihayet 1999 yılında
yürürlüğe girdi. İlk işsizlik ödenekleri 2002 yılı Şubat ayında verilmeye
başlandı. İşsizlik ödenekleri, işsizleri, gelir yetersizliğine ve yoksulluğa karşı
bir ölçüde koruyor. İşsizlik ödeneğinden yararlanan sayısının düşüklüğüne, hak
kazanma koşullarının zorluğuna, işsizlik ödeneğinin yetersizliğine rağmen,
işsizlik sigortası, sosyal güvenlik sistemi içinde önemli bir yer tutuyor.
Denizli’de de olduğu gibi Türkiye genelinde zaman zaman işverenlerin işsizlik
sigortası ödenekleri nedeni ile işçi bulmakta yakınmaları söz konusu olabiliyor.
İşsizlik ödenekleri gerçekten süre ve miktar olarak yeterli mi? Söz konusu
sorulara verilen yanıtlar, cinsiyet, yaş, eğitim gibi demografik değişkenlere
göre farklılıklar içeriyor mu? Emekçi işsizlik sigortası hakkında ne söylüyor?
Tüm bu sorular Kamil ORHAN, Handan KUMAŞ ve Oğuz KARADENİZ,
İşsizlik Sigortası Algısı Denizli Örneği başlıklı alan çalışması ile yanıtlamaya
çalışıyor.
İş sağlığı ve güvenliği Türkiye’de çalışma hayatının en önemli sorun
alanları arasında olmayı halen sürdürüyor. SGK istatistiklerine göre ortalama
Türkiye’de her üç saatte bir işçi hayatını kaybediyor. Neredeyse her saatte bir
işçi ciddi biçimde yaralanıyor. Bir yaklaşım konuyu, işverenin ekonomik
Denizli Ekonomisinin Genel Görünümü 5

maliyetler nedeni ile iş sağlığı ve güvenliği önlemlerine uymamasına bağlarken,


bir başka yaklaşım konuyu güvenlik kültürü ve işçinin davranışı çerçevesinde
yorumlayabiliyor.
Bireyin güvensiz davranışa iten faktörler neler, güvenlik kültürü iş sağlığı
ve güvenliği kurallarına uyumu nasıl belirliyor? Eğitim, yaş gibi temel
demografik faktörlerin iş güvenliği kültürü üzerine etkisi nedir? Bülent ARPAT
tüm bu sorulara Temel Demografik Faktörlerin İş Güvenliği Kültürü Üzerine
Etkisi: Denizli İli-Metal Sektörü Örneği başlıklı çalışmasında yanıt arıyor.
İş kazaları ve meslek hastalıklarının artışında ekonomik, sosyal nedenlerin
birbiri ile ilişkili olduğu bazen göz ardı edilebiliyor. Türkiye’de 6331 sayılı İş
Sağlığı ve Güvenliği Kanunu 2012 yılında yürürlüğe girdi. Kanun yasal olarak
neredeyse tüm çalışanları kapsıyor. Kanun koyucu, iş sağlığı ve güvenliği ile
ilgili başta KOBİ’ler olmak üzere işverenlere ekonomik teşvikler ve destekler
sunuyor. Belirtilen destekler, iş sağlığı ve güvenliği maliyetlerinin ne kadarını
karşılıyor? Uygulamada söz konusu desteklerden ne kadar yararlanılıyor? İş
kazaları ve meslek hastalıkları nasıl azaltılabilir? Tüm bu sorulara Oğuz
KARADENİZ, Ekonomik Teşviklerin İş Sağlığı ve Güvenliği Üzerine Etkisi
Denizli Örneği Etkisi başlıklı mali müşavirler ve iş sağlığı ve güvenliği
uzmanları ile yaptığı alan çalışması ile yanıt aramaya çalışıyor.
Denizli ilinin içinde bulunduğu bölgede gelir nasıl dağılıyor, yoksulluk,
eğitim, cinsiyet, hane tipi, engellilik gibi demografik özelliklere göre nasıl
değişiyor? Denizli ili ile ilgili veriler ve literatürle desteklenen TR 32
Bölgesinde Denizli’de Gelir Dağılımı ve Yoksulluk başlıklı çalışmada Hülya
KABAKÇI KARADENİZ TÜİK Hane Halkı Gelir ve Yaşam Koşulları mikro
veri setinden yaptığı hesaplamalarla söz konusu soruları yanıtlamaya çalışıyor.
Yoksulluk beraberinde sosyal dışlanmaya da yol açıyor. Bir yönüyle de
sosyal dışlanma yoksulluğu arttırıyor. Sosyal dışlanma ile bireyler, ekonomik
sosyal hak ve kaynaklara ulaşamıyor. Türkiye’de sosyal dışlanma ile ilgili
yapılan alan çalışma sayısı oldukça az. Denizli’de Yoksulluk ve Sosyal Dışlanma
başlıklı çalışmada Nagihan DURUSOY ÖZTEPE ve Çağla ÜNLÜTÜRK
ULUTAŞ, 1990’lı yıllardan itibaren aldığı göçler ile hızla kentleşmiş Anadolu
kenti Denizli’de yoksulluk sosyal dışlanma ilişkisini literatür ve yaptıkları alan
çalışmasının bulguları çerçevesinde inceliyor. Alan çalışmasının Denizli’nin en
büyük iki ilçesi olan Merkezefendi ve Pamukkale’de 40 mahallede 1141 kişilik
bir örneklem grubu üzerine yapılması çalışmanın temsil kabiliyetini arttırıyor.
Bu anlamda çalışma hem Denizli hem de Türkiye geneli için önemli tespitler
içeriyor.
6 KARAALP-ORHAN

Denizli Türkiye’nin sadece iş göç değil, dış göç de alıyor. Denizli Suriyeli
sığınmacıların yanı sıra İranlı mültecilere de ev sahipliği yapıyor. Denizli’de
İranlı mültecilerin toplumsal yapısı nasıl bir görünüm sergiliyor? Belirtilen
durum çalışma ve yaşam koşullarına nasıl yansıyor? Hakan TOPATEŞ, Nursel
DURMAZ, ve Aslıcan Kalfa TOPATEŞ Denizli İlinde Yaşayan İranlı
Göçmenlerin Sınıfsal Konumlarının Analizi başlıklı çalışmada İranlı mülteciler
üzerine yaptıkları alan çalışması ile söz konusu sorulara sosyolojik bir bakış
açısıyla yanıt arıyor.
Günümüz işgücü piyasası farklı ancak kendi karakteristiklerini muhafaza
eden emek örüntülerinin bileşimini içeriyor. Özellikle öğrenciler, bu alanın
giderek büyüyen ve korunmasız tarafını oluşturuyor. Türkiye’de gençlerin
işgücü piyasası içindeki durumunu analiz eden literatür oldukça yaygın olmakla
beraber, bu çalışmaların önemli bir kısmı gençlerin eğitim hayatları ve öğrenci
kimlikleri ile istihdam deneyimlerine odaklanmıyor. Nagihan DURUSOY
ÖZTEPE Denizli İşgücü Piyasasında Üniversite Öğrencileri başlıklı
çalışmasında, bu açığı doldurarak, üniversite öğrencilerinin istihdam
deneyimlerini, çalışma koşullarını, iş ve okul yaşamını nasıl uyumlaştırdıklarını
ve çalışmalarının akademik başarılarını nasıl etkilediğini 30 öğrenci ve 10
işverenle yapmış olduğu niteliksel analizlerle irdelemeye çalışıyor.
Sanayi sektörünün gelişimi beraberinde hizmetler sektörünün gelişimini
getiriyor. Kişisel bakım ve kuaförlük gelişen ve istihdam yaratan alanlardan
birisi olarak karşımıza çıkıyor. Ancak sektördeki emek süreçleri, çalışanın işine
yüklediği değer üzerine çok az çalışma yapılıyor. Asiye KAMBER KIVCI
Duygusal Emek Bağlamında Çalışmanın Anlamı ve İşe Yabancılaşma:
Denizli’de Kuaförler Üzerine Bir Araştırma başlıklı çalışmasında kuaförlerin
çalışmaya ve duygusal emeğe nasıl bir anlam yüklediğini araştırıyor.
Elinizdeki eser, ağırlıklı olarak Pamukkale Üniversitesi Çalışma Ekonomisi
ve Endüstri İlişkileri Bölümü öğretim üyelerinin ve araştırma görevlilerinin
Denizli’ de, 2013 yılından bu yana çeşitli yıllarda yaptıkları çoğu alan
çalışmasına dayalı araştırmalarına dayanıyor. Alan çalışmalarında yaklaşık dört
bin kişiyi geçen kişi ile anket ve derinlemesine mülakat yoluyla veri
toplandığını ve söz konusu verilerin edebiyat çerçevesinde analizi yoluyla 21
inci yüzyılın ilk çeyreğinde Denizli işgücü piyasasının, sosyal korumanın ve
sosyal yapının adeta bir fotoğrafı çekiliyor. Diğer yandan TÜİK Mikro veri
setlerinden TR 32 bölgesini kapsayan çalışmalarda işgücü piyasasının yapısı,
gelir dağılımı ve yoksulluk detaylı biçimde irdeleniyor. Çalışma bu anlamda
üniversitelerin evrensel bilime katkı göz ardı edilmeden bulundukları bölgenin
Denizli Ekonomisinin Genel Görünümü 7

sorunlarına çözüm bulmaya, ekonomik ve sosyal kalkınmasını desteklemesine


katkıda bulunuyor.
Denizli 16/07/2018
Prof. Dr. Oğuz KARADENİZ
Dr. Öğretim Üyesi Nagihan DURUSOY ÖZTEPE
8 KARAALP-ORHAN
Denizli Ekonomisinin Genel Görünümü 9

BİRİNCİ BÖLÜM

DENİZLİ İŞGÜCÜ PİYASASININ GENEL GÖRÜNÜMÜ

Denizli Ekonomisinin Genel Görünümü

Hacer Simay Karaalp Orhan

Türkiye ve Ege Bölgesi Karşılaştırmalı TR32 Bölgesinin İşgücü Piyasası


Özellikleri

Atalay Çağlar – Handan Kumaş

Denizli İşgücü Piyasasında Memnuniyet Düzeyi


Erkan Kıdak

Çalışma Yaşamında Kadın İstihdamının ve İşsizliğinin Değerlendirilmesi:


Denizli İli Örneği

Sezgi Akbaş

İşsizlik Sigortası Algısı: Denizli İlinde Kıyaslamalı Bir Çalışma

Oğuz Karadeniz- Handan Kumaş- Kamil Orhan


10 KARAALP-ORHAN
Kitap Başlığı 1

DENİZLİ EKONOMİSİNİN GENEL GÖRÜNÜMÜ

Hacer Simay KARAALP-ORHAN2

Giriş
TR-32 bölgesinde yer alan Denizli özellikle gelişen sanayisi ve ihracat
potansiyeli ile öne çıkmaktadır. Denizli’nin sanayileşmesinde öncelikli yer alan
sektörler tekstil ve giyim sektörleridir. Tekstil üretimi Denizli için yeni
olmayıp, geçmişi antik çağlara dayanmaktadır. Buldan ve Babadağ’da el
tezgahları ile başlayan dokumacılık, 1960’lı yıllarda elektrikli dokuma
tezgahlarının ortaya çıkması ile büyük bir üretim artışı sağlamıştır. 1970’li
yıllarda Türkiye pazarına düşük kaliteli ve ucuz üretim küçük firmalar
arasındaki yoğun fason ilişkiler sonucu gerçekleşmiştir. 1980 sonrasında ise,
Denizli’deki dokuma sektöründe bir teknolojik dönüşüm yaşanmış ve 1980-
1985 yıllarında deneme yanılma ile başlayan gelişme hızla sürdürülerek dış
piyasalara yönelik üretim yapılmaya başlanmıştır (Eraydın, 2002: 68). Böylece
Denizli’de geçmişten gelen sanayi birikimi ve kültürünün olduğu, dokuma ve
giyim sanayinde çok sayıda firma tarafından yatırımlar yapılmış ve özellikle ev
tekstili ve havlu-bornoz üretiminde uzmanlaşmıştır. Zaman içinde ortaya çıkan
üretim, ihracat ve istihdam kapasitesi Denizli’nin Türkiye’deki önemli tekstil
kümelenmelerinden biri haline getirmiştir. Denizli’de tekstil ve giyim sanayinin
öncülüğünde başlayan bu ivme 1990’lı yıllardan sonra hız kazanarak
günümüzde de önemini korumaya devam etmektedir. Denizli halen
Türkiye’deki önemli tekstil üreticisi ve ihracatçısı illerden biridir fakat Türkiye
ekonomisindeki yapısal değişime paralel olarak Denizli sanayinde önemli bir
yapısal değişim geçirmektedir. Tarihsel olarak Denizli sanayinin üretim
yapısında önemli yer tutan tekstil giyim-deri gibi emek yoğun sektörlerin payı
gerilerken, hem üretim hem de ihracata kablo, elektrikli makine ve cihaz, ana
metal ve işlenmiş metal gibi emek yoğunluğunun görece daha düşük olduğu
sektörler almaya başlamıştır. Günümüzde Denizli’de sektörel çeşitliliğin arttığı,
tekstil sanayinin yanı sıra kablo, ana metal sanayi, mermer ve traverten,
çimento, beton, cam ve kağıt sanayine kadar ulaşan geniş bir sanayileşme
biçimi görülmektedir. Gelişen sanayileşme ile birlikte bu sektörlerde faaliyet

2
Doç. Dr. - Pamukkale Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Çalışma Ekonomisi ve
Endüstri İlişkileri Bölümü, skaraalp@pau.edu.tr
2 KARAALP-ORHAN

gösteren 21 firma 2016 yılında Denizli’deki en büyük 1000 sanayi kuruluşu


sıralamasında yer almıştır. Bu sektörlerin yanı sıra, verimli tarım topraklarına
ve zengin ürün yapısına sahip Denizli’de son yıllarda tarıma dayalı sanayi
sektörlerinin ön plana çıktığı, süt ürünleri üretimi ve balıkçılık üretiminin ve
ihracatının arttığı görülmektedir. Tarımsal faaliyetlerle de varlık gösteren
Denizli’de üzüm ve bağcılık yaygındır. Dolayısıyla Denizli’de öne çıkan bir
diğer sektör de şarapçılıktır. Serinhisar ve Tavas ilçelerinde üretimi yapılan
leblebiciliğin yanı sıra, Jeotermal ısınma sisteminin kullanılmasıyla birlikte
özellikle Denizli’nin Sarayköy ilçesinde jeotermal seracılık üretimi başlamıştır.
Diğer taraftan kekik son 10 yıldır üretimi artmış ve Denizli Türkiye’deki kekik
üretim merkezi haline gelmiştir. UNESCO tarih mirası Pamukkale travertenleri
ve Hierapolis, Laodikya (Laodikeia) Collesia, Tripolis gibi birçok antik kentte
ev sahipliği yapan Denizli’de inanç turizmi ve Pamukkale ve Karahayıt
ilçelerindeki zengin termal ve çamur kaynakları nedeniyle termal turizmin de
önemli kentlerinden biridir. Denizli bu yönüyle her yıl çok sayıda yerli ve
yabancı turistin ziyaret ettiği bir turizm merkezidir.
Bu bölümde çok yönlü bir yapıya sahip olan Denizli ekonomisindeki
gelişmeler sadece sanayi alanında değil, tarım ve turizm sektörleri de ele
alınarak incelenmiştir. Giriş bölümünden sonra öncelikli olarak, ikinci bölümde
Denizli’nin sosyo-ekonomik gelişmişlik göstergeleri incelenmiştir. Sanayi
sektörünün incelendiği üçüncü bölümde ise Denizli sanayindeki yapısal değişim
sektörel olarak ele alınmış, Denizli’deki firmaların yapısı, Denizli dış
ticaretindeki gelişmeler, Denizli’nin ihracat ve ithalat potansiyeli incelenmiştir.
Dördüncü bölümde Denizli’nin tarımsal yapısı ve tarımsal ürün deseni ele
alınarak, son yıllarda Denizli tarım sektöründeki üretim ve ihracat yapısındaki
değişim değerlendirilmiştir. Beşinci bölümde Denizli’deki turizm sektörü ana
hatlarıyla ele alınmış ve sonuç bölümünde genel bir değerlendirilme yapılara
çalışma tamamlanmıştır.

1. Denizli’nin Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik Göstergeleri


Bir bölgenin genel anlamda ekonomik kalkınmayı gerçekleştirmesi
ekonomik olduğu kadar sosyal, kültürel ve kurumsal ilerlemeleri de
kapsamaktadır. Çok boyutlu bir kavram olan ekonomik kalkınma (gelişme)
sadece ekonomik büyüme ve sektörel değişimi değil, ekonominin bütünüyle
yapısal değişimini ve gelişimini içermektedir. Dolayısıyla bir yörenin
kalkınması söz konusu olduğunda bölgedeki kişi başına düşen gelir ve yaratılan
katma değer, eğitim düzeyinin artması, sağlık hizmetlerine erişim, beslenme
Denizli Ekonomisinin Genel Görünümü 3

düzeyindeki artış/iyileşme, kadının toplumdaki ve iş yaşamındaki yeri, çevreye


duyarlılığın gelişmesini, kültürel faaliyetler insan kaynakları niteliğinin artması
ve bireysel refahın yükselmesini kapsayan çok boyutlu ve kapsamlı bir
ilerlemeyi ve değişimi ifade etmektedir. Kişi başına gelirin artırılması şeklinde
özetlenebilecek ekonomik büyüme kavramıyla birlikte, yapısal ve insani
gelişmeyi içine alan sosyal değişkenleri de kapsayan sosyo-ekonomik gelişme
göstergeleri Türkiye’de il bazında belirli yıllarda hesaplanmıştır.
Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) tarafından 1996 yılında yapılan SEGE
(Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik Endeksi Araştırması) çalışmasında Temel
Bileşenler Analizi (TBA) yöntemiyle 76 ilin sosyo-ekonomik gelişmişlik
sıralaması yapılmıştır. Çalışmada 58 adet gösterge kullanılmış olup, sosyal
göstergeler başlığı altında demografi, eğitim, sağlık, istihdam, altyapı ve diğer
refah göstergelerine yer verilmiştir. Ekonomik göstergeler altında ise imalat
sanayii, inşaat, tarım ve mali göstergeler bulunmaktadır. Yine TBA yöntemiyle
58 adet göstergenin kullanıldığı 2003 yılı SEGE çalışmasında 81 ile ilişkin
SEGE sıralamaları elde edilmiş, iller gelişmişlik endeksine göre beş kademeye
ayrılmıştır (Kalkınma Bakanlığı, 2013:1). SEGE-2011 çalışması 2012 yılında
uygulamaya konulan yeni teşvik sisteminin mekânsal boyutuna temel
oluşturmuş ve Güçlü Temel Bileşenler Analizi (GTBA) kullanılarak 61 gösterge
kullanılmıştır. Diğer taraftan, bu endekslerin yorumlanmasında SEGE-2011
çalışmasında kullanılan veri seti önceki yıllarda kullanılan veri setine yakın bir
veri seti kullanmakla birlikte bire bir karşılaştırma yapılması uygun
olmamaktadır (Kalkınma Bakanlığı, 2013: 18).
4 KARAALP-ORHAN

Tablo 1: İllerin Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik Sıralaması


2003 Yılına
1996 Yılına 2011 Yılına
Göre Sosyo- SEGE-
Göre Sosyo- Göre Sosyo-
Ekonomik 2011
Ekonomik Ekonomik
Gelişmişlik Endeks
Gelişmişlik İller İller Gelişmişlik İller
Sıralaması Değeri
Sıralaması Sıralaması
(81 İl
(76 İl İçinde) (81 İl İçinde)
İçinde)
1 İstanbul 1 İstanbul 1 İstanbul 4,5154
2 Ankara 2 Ankara 2 Ankara 2,8384
3 İzmir 3 İzmir 3 İzmir 1,9715
4 Kocaeli 4 Kocaeli 4 Kocaeli 1,6592
5 Bursa 5 Bursa 5 Antalya 1,5024
6 Eskişehir 6 Eskişehir 6 Bursa 1,3740
7 Antalya 7 Tekirdağ 7 Eskişehir 1,1671
8 Tekirdağ 8 Adana 8 Muğla 1,0493
9 Adana 9 Yalova 9 Tekirdağ 0,9154
10 İçel 10 Antalya 10 Denizli 0,9122
11 Muğla 11 Kırklareli 11 Bolu 0,6394
12 Aydın 12 Denizli 12 Edirne 0,6383
13 Balıkesir 13 Muğla 13 Yalova 0,6263
Çanakkal
14 Kırklareli 14 Bolu 14 0,5999
e
Kırklarel
15 Kayseri 15 Balıkesir 15 0,5923
i
16 Denizli 16 Edirne 16 Adana 0,5666
17 Bilecik 17 İçel 17 Kayseri 0,5650
18 Edirne 18 Bilecik 18 Sakarya 0,5641
19 Zonguldak 19 Kayseri 19 Aydın 0,5597
20 Çanakkale 20 Gaziantep 20 Konya 0,5308

Kaynak: Dinçer vd. (2003) ve Kalkınma Bakanlığı (2013) kullanılarak yazar tarafından
oluşturulmuştur.

Tablo 1’e göre İstanbul ülkenin en gelişmiş ili olma konumunu


sürdürmektedir. SEGE-2011 çalışmasına göre İstanbul ve Muğla’yı kapsayan
ilk 8 il birinci kademe gelişmiş ilk statüsünde olup, tamamı büyükşehirlerden
oluşmaktadır. Denizli ise ikinci kademe gelişmiş iller statüsünde yer almaktadır.
Tekirdağ ve Konya’dan sonra Isparta ilini de kapsayan ikinci kademede 13 il
bulunmaktadır. Bu kademedeki iller çoğunlukla İstanbul metropoliten alanının
etki alanı içerisinde yer alan illerden ve Denizli’de olduğu gibi sanayileşmenin
ve ihracatın yoğun olduğu dolayısıyla yeni çekim merkezi haline gelen illerden
oluşmaktadır.
Denizli Ekonomisinin Genel Görünümü 5

Şekil 1: Kişi başına Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYH) ($) (2009 bazlı)

Kaynak:TÜİK (2018) Bölgesel İstatistikler kullanılarak yazar tarafından


oluşturulmuştur.

Denizli’de kişi başına GSYH 2004-2014 döneminde artış göstermiş ve


5.961$’dan 11.327$’a yükselmiştir. Denizli’de 2004-2006 döneminde Türkiye
ortalamasına yakın olan kişi başına GSYH, 2007 yılından itibaren Türkiye
ortalamasının altına düşmüştür. 2008 krizini etkileriyle daralan Denizli
ekonomisi 2010 yılı itibarıyla toparlanmaya başlamış ve Denizli’de kişi başına
GSYH, TR-32 bölgesinin ortalamasının üzerinde gerçekleşmiştir.
6 KARAALP-ORHAN

Şekil 2: İktisadi Faaliyet Kollarına Göre Gayri Safi Yurtiçi Hasılanın (GSYH) Payı (%)

60,00
50,00
40,00
30,00
20,00
10,00
0,00
2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013 2014

Tarım-TR Tarım-Denizli
Sanayi-TR Sanayi-Denizli

Kaynak: TÜİK (2018) Bölgesel İstatistikler kullanılarak yazar tarafından


oluşturulmuştur.

Şekil 2’de ise NACE Rev.2 İktisadi faaliyet kollarına göre GSYH’nin payı
gösterilmektedir. Buna göre 2004-2014 döneminde Türkiye ortalamasında
olduğu gibi Denizli’de iktisadi faaliyet kollarına göre GSYH’de en fazla
hizmetler sektörünün payı yer almaktadır. Bu karşın Denizli’de sanayi ve tarım
sektörlerinin GSYH’deki payı Türkiye’ye ortalamasının üzerinde
gerçekleşmiştir. 2004-2008 döneminde GSYH’deki payı azalma trendine giren
sanayi sektörü 2008 krizinden sonra toparlanmaya başlayarak Denizli
GSYH’nin %34’ünü oluşturmuştur. Sanayi sektörünün aksine tarım ve
hizmetler sektörünün 2008 krizinden etkilenmediği gözlenmiştir.

2. Denizli Sanayinin Yapısal Özellikleri


Denizli’de olduğu gibi Türkiye’nin farklı bölgelerinde yer alan yeni sanayi
odaklarının en önemli ortak özellikleri hem üretim hem de çalışan sayısı
açısından çok hızlı bir artış göstermeleridir. Günümüzde Türkiye ekonomisinde
önemli bir yere sahip olan ve başta tekstil ve metal sanayi sektörleri olmak
üzere çeşitli alt sektörlerde sanayi firmalarının bulunduğu Denizli’de 2017 yılı
itibariyle 1662 adet firma bulunmaktadır. Bunun yanı sıra 2017 yılında toplam 5
tane OSB ve 1 tane serbest bölge bulunmaktadır. Bunlar; Denizli Organize
Sanayi Bölgesi (Honaz), Deri İhtisas Organize Sanayi Bölgesi (Honaz), Mermer
İhtisas Organize Sanayi-Bölgesi (Honaz), Özdemir Sabancı Organize Sanayi
Denizli Ekonomisinin Genel Görünümü 7

Bölgesi (Çardak), Sarayköy Tarıma Dayalı İhtisas Organize Sanayi Bölgesi


(Sarayköy) ve Serbest Bölge (Çardak)’dir (DT0, 2017: 32).
2003 yılında yapılan Denizli sanayi envanteri verilerine göre Denizli’de
faaliyet gösteren 10+ işçi çalıştıran sanayi firmalarının sayısının özellikle 1990-
1995 döneminde çok fazla arttığı tespit edilmiştir. 1927-1965 döneminde
Denizli’de kurulan sanayi işletme sayısı 22 iken, 1966-1971 döneminde 18’dir.
1970’li yıllardan itibaren Denizli’de sanayinde firma sayısı artış göstermiş ve
1972-1977 döneminde 28, 1978-1983 döneminde 53, 1984-1989 döneminde 92
firma kurulmuştur. Asıl olarak 1990-1995 yılları arasında Denizli sanayileşme
bakımından altın çağını yaşamış olup 196 yeni firma kurulmuştur. Bu dönemde
kurulan firmaların 148 tanesi sanayi Dokuma, Giyim Eşyası ve Deri
Sanayindedir. 1995-2000 yıllarında ise 93 sanayi işletmesi kurulmuştur (Denizli
Sanayi Envanteri, 2002:40-42). 2000-2017 yılları arasında Denizli’de açılan ve
kapanan firma sayıları ise Şekil 3’de gösterilmiştir.
Şekil 3: Denizli’de Açılan Kapanan Firma Sayısı

2500

2000

1500

1000

500

Açılan Firma Sayısı Kapanan Firma Sayısı

Kaynak: DSO (2018) Genel İstatistikler

Not: 2002 yılında üyeliği askıya alınan firmaların kayıtlarının silinmesi


nedeniyle kapanan firma sayısı yüksek görünmektedir.
Buna göre, ele alınan dönemde Denizli’de açılan firma sayısının kapanan
firma sayısından fazla olduğu görülmektedir. Küresel ekonomik krizin
etkilerinin yaşandığı 2009 yılında ve Euro Bölgesi krizinin derinleştiği dolasıyla
Türkiye'nin bölgeye yaptığı ihracatın azaldığı 2012 yılında Denizli’de açılan
8 KARAALP-ORHAN

firma sayısının azaldığı tespit edilmiştir. Fakat buna karşın Denizli sanayinde en
fazla firma kapanmasının yaşandığı yıl 2015 yılı olmuştur. Türkiye
ekonomisinin %4 büyümüş olmasına karşın, yurtiçi ve yurtdışında yaşanan
çalkantılar nedeniyle ülke ekonomimizi olumsuz yönde etkilendiği 2015 yılında
Denizli’de 1828 firma kapanırken, 1668 firma açılmıştır. 2016 yılından sonra
Denizli’de açılan firma sayısının arttığı görülmektedir. 2017 yılında açılan 2124
firmanın 954 tanesi özel şahsa ait olup, 914 firma limited şirket, 199 firma
anonim şirket ve 42 firma kooperatif olarak kurulmuştur. 462 firma kapanmıştır
(DSO 2018).
Tablo 2’de İstanbul Sanayi Odası (İSO) tarafından her yıl düzenlenen
Türkiye’nin en büyük birinci ve ikinci 500 firmalarının belirlendiği
sıralamadaki Denizli kökenli firmaların sayısı ve firmaları sektörel dağılımı yer
almaktadır. 2004-2016 yılları arasında Türkiye’nin en büyük 1000 sanayi
kuruluşu sıralamasına giren Denizli firmalardaki sektörel değişiklik, Denizli
sanayinin değişimi ile paralellik gösterdiği dikkati çekmektedir.
Tablo 2: Denizli’de İSO Türkiye'nin 1000 Büyük Sanayi Kuruluşu Sıralamasına Giren
Firma Sayısı
Sektörler 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013 2014 2015 2016
Tekstil 22 18 18 12 7 7 7 6 6 6 7 7 6
Bakır İşleme 1 2 2 2 2 1 2 2 2 2 2 2 2
Gıda _ _ 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1
Yem 1 1 1 2 2 2 2 2 1 1 1 1 1
Kablo 2 2 2 4 5 3 3 4 5 6 7 7 5
Metal İşleme 2 2 2 2 2 2 2 2 2 2 2 1 1
Çimento 1 1 1 1 1 1 1 1 2 1 1 1 2
Beton _ 1 2 2 1 2 2 2 1 2 1 1 2
Kağıt 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 _ _ _
Cam 1 1 1 _ _ _ _ _ _ _ _ _ _
Enerji 1 _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ 1
TOPLAM 32 29 31 27 22 20 21 21 21 22 22 21 21

Kaynak: DSO (2018) ve DTO(2017) verileri kullanılarak yazar tarafından


oluşturulmuştur.

2004 yılında birinci ve ikinci 500 büyük sanayi kuruluşu sıralamasında


Denizli’den 25 firma yer alırken, bu firmaların 22 tanesinin tekstil, dokuma ve
iplik sektörlerinde faaliyet gösteren firmalardır. Zaman içinde tekstil sektöründe
faaliyet gösteren firma sayısı azalırken Denizli’de diğer sektörlerde faaliyet
gösteren firma sayısı artış göstermiştir. 2008 kriz öncesi dönemde Denizli’den
12 tekstil firması en büyük sanayi işletmesi arasına girerken 2016 yılında bu
Denizli Ekonomisinin Genel Görünümü 9

sayı 6’ya düşmüştür. Son 10 yılda hızla gelişen ve Denizli ekonomisinde önemli
bir yere sahip olan kablo sanayinde faaliyet gösteren firma sayısında önemli bir
artış yaşamıştır. Bu bağlamda, Denizli ekonomisindeki artan sektörel çeşitlilik
1000 büyük sanayi kuruluşu sıralamasına giren firma sayısında da açıkça
görülmektedir. 2016 yılında en büyük 500 firma sıralamasına 4 kablo sanayi, 2
demir işleme, 2 tekstil ve 1’er bakır işleme sanayi, gıda, elektrik ve yem sanayi
firmaları olmak üzere toplam 12 firma yer almıştır. 2016 yılında ikinci en büyük
500 sanayi kuruluşu arasında yer alan 10 firmanın 4 tanesi tekstil sanayinde ve
2 tanesi beton sanayinde faaliyet göstermektedir. Çimento, bakır sanayi ve
kablo sanayinde faaliyet gösteren 1’er firmanın yer aldığı sıralamada, bir firma
kimliğini açıklamamıştır. Günümüzde Türkiye’nin 1000 büyük sanayi kuruluşu
sıralamasında yer alan Denizli firmalarının sadece tekstil ve dokumacılık
alanında değil, kablo sanayinden metal ve haddecilik ile süt ürünlerine kadar
geniş bir sektörde güçlü bir yapıya sahip olduğu görülmektedir.
TOBB veritabanı verilerine göre 2017 yılında Türkiye’de yabancı
sermayeli üretici firmanın faaliyet gösterdiği 61 il bulunmaktadır. En fazla
yabancı sermayeli üretici firma sayısı olan il 214 firma ile Kocaeli’dir. Buna
göre, Denizli 61 il arasında en fazla yabancı sermayeli üretici firmanın
bulunduğu 15. İl olarak yer almaktadır. Denizli’de 13 adet yabancı sermayeli
üretici firma bulunmaktadır.
Şekil 4. Denizli’deki Yabancı Sermayeli Firma Sayısı
10 KARAALP-ORHAN

Finlandiya Ülkelere göre dağılım


1 Firma
Hollanda Almanya
1 Firma 3 Firma
İsviçre
1 Firma İngiltere
2 Firma
Avusturya
2 Firma
İtalya
3 Firma
Kaynak: TOBB(2018)

Denizli’de faaliyet gösteren yabancı sermayeli firmalar çoğunlukla gıda,


kâğıt ve metal sanayinde faaliyet göstermekte olup tamamı Avrupa kökenli
firmalardır. Buna göre, gıda sanayindeki firmaların yabancı ortakları İngiltere,
Hollanda ve Almanya iken, kâğıt sanayinde Avusturya ve İtalya, metal
sanayinde Finlandiya ve İtalya, cam sanayinde İsviçre, tekstil sanayinde İtalya,
endüstriyel gaz ve elektrik sanayinde Almanya ve İçecek sanayinde
İngiltere’dir.

3. Denizli’nin Dış Ticaret Potansiyeli ve Gelişimi


Dışa açık bir yapıya sahip olan Denizli sanayi birçok ile göre ihracata
dayalı sanayileşmede yüksek başarı göstermiş durumundadır. Denizli
sanayisinin en büyük başarısı uluslararası piyasalarda rekabet edebilecek
ürünler üretmesi ve bunları dünyanın dört bir yanına ihraç edebilmesidir.
Denizli’de imalat sanayi üretimi tekstil sektörü ile başlamasına ve özellikle
havlu ve bornoz gibi ucuz işgücüne dayalı emek yoğun üretim ve ihracata bağlı
dayalı olmasına rağmen son yıllarda Denizli ekonomisi ihracatındaki sektörel
çeşitlilik ile ön plana çıkmaktadır. Günümüzde Denizli sadece tekstil ve
dokumacılık alanında değil, kablo sanayi, mermercilikten metal ve haddecilik
ile gıda sanayinde süt ve balık ürünlerine kadar geniş bir sektörde güçlü bir
yapıya sahiptir.
Denizli Ekonomisinin Genel Görünümü 11

3.1. Denizli İhracatının Yapısı


Türkiye ihracatında önemli bir yere sahip olan Denizli, aynı zamanda TR-
32 bölgesi ihracatının büyük bir kısmını karşılamaktadır. Denizli ihracatı 2002-
2008 döneminde artış gösterirken 2008 yılı sonunda başlayan küresel ekonomik
krizinin etkisiyle büyük bir düşüş yaşamıştır. Yaşanan krizinin etkisiyle Türkiye
ekonomisi %4.7 daralmış ve gelişmekte olan ülkelerdeki talep düşüşü özellikle
imalat sanayi sektörünü etkilemiştir. En fazla ihracatı AB ülkelerine yapan
Denizli’de krizden büyük ölçüde etkilenmiştir. Dış talepteki azalma nedeniyle
Denizli ihracat pazarını da küçülmüştür. 2009 yılında Denizli ihracatı 1.587
milyon $’a gerilemiştir.
Şekil 5: İhracatın Yıllara Göre Dağılımı (Denizli, TR-32, Türkiye)(Milyon$)

4500 180000
4000 160000
3500 140000
3000 120000
2500 100000
2000 80000
1500 60000
1000 40000
500 20000
0 0

TR32 Denizli Türkiye

Kaynak: TÜİK (2018) Dış Ticaret İstatistikleri kullanılarak yazar tarafından


oluşturulmuştur.
2010 yılından itibaren toparlanan Denizli ekonomisinde ihracatın da
yükselmeye kaydetmesi 2015 yılına kadar devam etmiştir. 2015 yılında yurtiçi
ve yurtdışında yaşanan çalkantılar Türkiye ekonomisini olumsuz etkilemiş, %4
ekonomik büyümeye karşın ihracat %8.7 daralırken, Denizli ihracatı %10
küçülmüştür. 2015 yılında Türkiye’nin iki genel seçim geçirmesi, gelişmekte
olan ülkelerdeki daralma ve ticaret hacminin küresel kriz öncesi seviyelere
ulaşamaması, Suriye başta olmak üzere Ortadoğu’da artan jeopolitik riskler ve
Rusya ile yaşanan gerginlik ülkemiz ekonomisini olumsuz yönde etkileyen
ekonomik ve siyasi olaylar arasında yer almaktadır. Diğer taraftan 2015 yılında
kapanan firma sayısındaki artış Denizli ekonomisini olumsuz yönde
etkilemiştir. 2016 yılında gerek yurt içi gerekse yurt dışında yaşanan ekonomik
12 KARAALP-ORHAN

ve siyasi gelişmeler nedeniyle Türkiye ekonomisi %2.9 ile kriz döneminden


sonraki en düşük büyümeyi gerçekleştirmiştir. Yaşanan olumsuz gelişmeler
nedeniyle Türkiye ihracatı bir önceki yıla göre %0.8 azalırken, bu gelişmeler
doğrultusunda Denizli ihracatı da %4.5 azalmıştır. Fakat 2017 yılındaki olumlu
göstergelerle ile birlikte Denizli ekonomisi de toparlanmış ve ihracatı 2.600
milyon $’a yükselmiştir.
Şekil 6: İllere Göre İhracatın Sıralaması (2017) (Bin $

Adana
Manisa
Hatay
Denizli
Sakarya
Gaziantep
Ankara
Kocaeli
İzmir
Bursa

0 2 000 000 4 000 000 6 000 000 8 000 000 10 000 000 12 000 000

Kaynak: TÜİK (2018) Dış Ticaret İstatistikleri kullanılarak yazar tarafından


oluşturulmuştur.
Diğer taraftan Denizli Türkiye’deki ihracatçı iller sıralamasında üst
sıralarda yer almaktadır. Şekil 6’da Türkiye’de en fazla ihracatın
gerçekleştirildiği İstanbul hariç 2017 yılında en fazla ihracatın gerçekleştiğinde
10 il sıralaması gösterilmektedir. Buna göre Denizli Türkiye’de en çok ihracatın
yapıldığı 8. ildir.
Bir ekonomin dış ticaret potansiyelinin önemli bir göstergesi de ihracatta
çeşitliliktir. İhracatta çeşitliliğin fazla olduğu ekonomiler birçok farklı ürünü
üretip ihraç ederek, uluslararası piyasada rekabet edebilecektir. Denizli’nin
sanayileşmesi ve ihracatçı bir kent olmasında tarihsel bir geçmişi ve önemi olan
tekstil ve dokuma sektörü öne çıkmaktadır. Denizli’de bu sektörlerin
kümelenme ekonomisi yaratması nedeniyle kentte uzman bir işgücünü havuzu
oluşmuş ve bölgede de önemli bir çekim merkezi haline gelmiştir. Günümüzde
Denizli’de üretim ve ihracatında tekstil sektörü ağırlıklı bir yer tutmaktadır
Denizli Ekonomisinin Genel Görünümü 13

fakat özellikle son 10 yılda Denizli ekonomisi farklı sektörlerdeki üretim ve


ihracat potansiyeli ile dikkati çekmektedir.
Şekil 7: Denizli İhracatında Öne Çıkan Sektörlerin Payı (%) (ISIC Rev.3-Düzey 2)
50,00

40,00

30,00

20,00

10,00

0,00
2002 2005
Tekstil ürünleri 2008 2011 2014 2017
Giyim eşyası
Ana metal sanayi
Başka yerde sınıflandırılmamış elektrikli makine ve cihazlar
Metal eşya sanayi (makine ve teçhizatı hariç)
Kaynak: TÜİK (2018) Dış Ticaret İstatistikleri kullanılarak yazar tarafından
oluşturulmuştur.
Şekil 7’de 2002-2017 yılları arasında ISIC Rev.3 2 basamaklı sektör
sıralamasına göre Denizli ihracatında sektörlerin payı yer almaktadır. 2002
yılında Denizli ihracatının sürükleyici temel sektörleri tekstil ve giyim eşyası
olup Denizli ihracatının %80’ini bu sektörler oluşturmaktadır. 2002 yılında
tekstil ürünleri ihracatından (%38.42) fazla olan giyim eşyası (%42.35) zamanla
azalmış ve 2017 yılında %12.20’ye gerilemiştir. Denizli ihracatındaki sektörel
değişim özellikle 2008 yılından itibaren dikkati çekmektedir. Ana metal sanayi
ihracatındaki artışı elektrikli makine ve cihaz ihracatı izlemektedir. 2017 yılında
Denizli ihracatında en yüksek payı halen tekstil sektörü (%34.87) alırken, ana
metal sanayinin payı %16.50’ye, elektrikli makina ve cihazların payı %11’e
yükselmiştir. Giyim eşyalarını payı %12.20’ye gerilerken, %7.3 metal eşya
sanayi ve %6.41 metalik olmayan diğer mineral ürünler yer almaktadır.
14 KARAALP-ORHAN

Şekil 8: Denizli İhracatının Sektörel Değişimi (2002 ve 2017) (ISIC Rev.3-Düzey 4)


Başka yerde İzole edilmiş tel ve Kum kil ve taş
sınıflandırılmamış kablolar ocakçılığı
metal eşya %1 %0
%4 İşlenmiş sebze ve
Demir-çelik meyveler
dışındaki ana metal %1
sanayi
1% Tekstil elyafından
Demir-çelik ana iplik ve dokunmuş
sanayi tekstil
Taş
3% %6
%4

Giyim eşyası
dışındaki hazır
tekstilürünleri
%33

Giyim eşyası %46

Trikotaj (örme)
2002 ürünleri
1%

2017 [KATEGORİ ADI]


[KATEGORİ ADI] [KATEGORİ ADI]
%3 %1
%12

[KATEGORİ ADI] [KATEGORİ ADI]


%8 %9

[KATEGORİ ADI]
[KATEGORİ ADI] %26
%6

[KATEGORİ ADI] [KATEGORİ ADI]


%12 %3

[KATEGORİ ADI]
%6 Giyim Eşyası %14

Kaynak: TÜİK (2018) Dış Ticaret İstatistikleri kullanılarak yazar tarafından


oluşturulmuştur.
Denizli Ekonomisinin Genel Görünümü 15

Şekil 8’de Denizli ihracatındaki sektörel değişimin alt sektörler itibariyle


ele alınması için ISIC Rev.3 4 basamaklı sanayi sınıflandırmasında öne çıkan
sektörler ele alınmıştır. Buna göre 2017 yılında Denizli’de 110 farklı sanayi
ürünü ihracatı yapılmış olup en fazla ihracatı yapılan sanayi ürünü tekstil
olmuştur. Tekstilden sonra Denizli ihracatında öne çıkan sektörler sırasıyla
giyim eşyası, demir çelik sanayi, kablo, metal eşya, tekstil elyafından iplik ve
dokunmuş tekstil ve taş (mermer ve traverten) sektörüdür. 2002 yılında Denizli
ihracatının yarıya yakını giyim sektörü oluştururken, günümüzde sektörünün
payı %14’e düşmüştür. Başta kablo sanayi olmak üzere demir çelik ana sanayi
ve metal sanayinin gelişimi ve ihracattaki payı Denizli ekonomisi için önem arz
etmektedir.
Şekil 9: Türkiye İhracatında Denizli’nin Sektörel Payı (%)

Kaynak: TÜİK (2018) Dış Ticaret İstatistikleri kullanılarak yazar tarafından


oluşturulmuştur.
Şekil 9’da Türkiye ihracatında Denizli ihracatının sektörel payı ve yıllar
içinde değişimi gösterilmiştir. En fazla ihracatın gerçekleştiği 8. İl olan
Denizli’nin Türkiye’nin toplam imalat sanayi ihracatındaki payı yaklaşık olarak
%2’dir. İmalat sanayi sektörleri içinde Türkiye ihracatında en fazla paya sahip
olan sektör tekstil sektörüdür. Giyim eşyası sektörünün payı ise özellikle 2008
krizinden sonra azaldığı görülmektedir. Yükselişi ile dikkate çeken sektör ise
taşocakçılığı ve madenciliği sektörü olup 2002 yılında payı Denizli ihracatının
Türkiye’deki payı %1’in altında iken, 2017 yılında %4’e yükselmiştir. Dalgalı
bir seyir izlemesine karşın Denizli’nin ana metal sanayi ihracatındaki payı artış
16 KARAALP-ORHAN

göstermiştir. Denizli’de tarıma dayalı sanayinin gelişmesi özellikle süt ve


alabalık sanayindeki gelişmeler Denizli’nin tarım ürünleri ihracatının payının
artmasında etkili olmuştur.
Diğer taraftan bir ülkenin ya da bir ilin ihracat potansiyeli hakkında önemli
bir gösterge de kaç farklı ülkeye ihracat yapıldığı yani dış ticaret ortaklarının
sayısıdır. İhracat yapılan ülke ve ülke gruplarının çeşitli olması ya da ihracatın
sadece birkaç ülkede yoğunlaşması ihracatta karşılaşılabilecek sorunlar ve
kırılganlıklar hakkında bilgi vermektedir. Tablo 3’de 2017 yılında Türkiye, TR-
32 ve Denizli’nin İhracat yaptığı ülke ve ülke gruplarına ilişkin bilgi verilmiştir.
Tablo 3: İhracatın Ülke Gruplarına göre Dağılımı (2017)
Türkiye % TR32 % Denizli %

AB 28 73.914.994.690 68.06 2.107.220.431 55.06 1.510.124.165 56.41


Diğer Avrupa Ülkeleri
(AB Hariç) 7.071.355.984 6.51 150.724.335 3.94 86.155.179 3.22
Türk Cumhuriyetleri 4.165.994.891 3.84 31.798.686 0.83 16.747.292 0.63
Sınır Komşusu Ülkeler 20.710.298.467 19.07 239.723.346 6.26 77.919.375 2.91
Rusya 2.734.700.697 2.52 55.060.127 1.44 13.658.113 0.51
Çin 2.936.372.762 2.70 102.222.605 2.67 67.423.003 2.52
ABD 8.654.539.534 7.97 280.834.683 7.34 209.255.633 7.82
Toplam 108.597.582.995 3.827.207.495 2.676.929.700
Kaynak: TÜİK (2018) Dış Ticaret İstatistikleri kullanılarak yazar tarafından
oluşturulmuştur.

2017 yılı itibariyle Denizli’den 164 farklı ülkeye ihracatın yapılmaktadır.


Fakat bu çeşitliliğe karşın Denizli ihracatının yarısından fazlası Avrupa Birliği
(AB) ülkelerine yapılmaktadır. Denizli ihracatının ülkelere göre dağılımı
Türkiye ve TR-32 ile benzerlik göstermektedir. Denizli’nin en çok ihracat
yaptığı ülkelerin başında Almanya, İngiltere ve ABD gelmektedir. Bu ülkeleri
İtalya, Fransa ve İsrail izlemektedir. Denizli en az ihracatı Rusya ve Türk
Cumhuriyetlerine yapmaktadır.
3.1.1. Denizli İthalatının Yapısı
Ödemeler dengesi bilançosunun ve cari açığın hesaplanmasında önemli bir
kalem olan ithalat miktarı, bir ekonomide belirli bir üretim ve harcama
seviyesini gerçekleştirmek için dış âlemden talep edilen mal ve hizmet miktarını
göstermektedir. Türkiye, tarihsel olarak ara (hammade ve malzeme) ve sermaye
(yatırım) malları ithalatına bağımlı bir sanayi yapısına sahip olmuştur.
Türkiye’nin ithalat kalemleri içinde en yüksek payı 2017 yılında sırasıyla
Denizli Ekonomisinin Genel Görünümü 17

(hammadde) aramalı (%73), yatırım (sermaye) malı (%14) ve tüketim malı


(%12) ithalatı almaktadır. İhracatı ithalata bağımlı olan Türkiye’de ihracatın
artması ithalatı da arttırmaktadır. Artan dış ticaret açığı ise cari açığın
yükselmesine neden olmaktadır. Dış ticaret açığı veren Türkiye’nin en önemli
sorunu olan cari açık ve cari açığın artmasının en önemli nedenini ise enerji
ithalatı oluşturmaktadır.
Şekil 10: İthalatının Yıllara Göre Dağılımı (Denizli, TR-32 Bölgesi, Türkiye)

3000 300000

2500 250000

2000 200000

1500 150000

1000 100000

500 50000

0 0
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
2009
2010
2011
2012
2013
2014
2015
2016
2017

TR32 Denizli Türkiye

Kaynak: TÜİK (2018) Dış Ticaret İstatistikleri kullanılarak yazar tarafından


oluşturulmuştur.
Şekil 10’da Denizli, TR-32 ve Türkiye’nin ihracatı yer almaktadır. Denizli
ithalatındaki gelişmeler, Türkiye ekonomisindeki gelişmelere paralel bir seyir
izlemektedir. Denizli ekonomisinin gelişmesi ve ihracatın artmasıyla paralel
olarak ithalatında artış yaşanmış olmasına karşın Denizli ihracatı, ithalatından
fazla olup, dış ticaret fazlası vermektedir. 2017 yılında 2.600 milyon $ ihracatı
olan Denizli’nin 2.009 milyon $ ithalatı gerçekleşmiştir.
18 KARAALP-ORHAN

Şekil 11: İllere Göre İthalatın Sıralaması (2017) (Bin $)

Adana
Manisa
Hatay
Denizli
Sakarya
Gaziantep
Ankara
Kocaeli
İzmir
Bursa
0 2 000 000 4 000 000 6 000 000 8 000 000 10 000 000 12 000 000 14 000 000

Kaynak: TÜİK (2018) Dış Ticaret İstatistikleri kullanılarak yazar tarafından


oluşturulmuştur.
Şekil 11’de 2017 yılında en fazla ithalatın gerçekleştiğinde 10 il sıralaması
gösterilmektedir. Türkiye’de en yüksek ithalatın yapıldığı İstanbul ili hariç
tutulduğunda, Denizli 11. sırada yer almaktadır.
Denizli ithalatında yıllar itibariyle yaşanan sektörel değişim ise şekil 13’de
gösterilmektedir. ISIC Rev.3 2 basamaklı sektör sıralamasına göre Denizli
ithalatında en büyük paya sahip olan sektör ana metal sanayidir. Denizli’de
üretimi ve ihracatı artan ama metal sanayi sektörü Denizli ithalatının yarısından
fazlasını oluşturmaktadır. Ana metal sanayinin ithal girdi kullanım oranlarının
geleneksel emek-yoğun sektörlerden daha yüksek olduğu ve sektörel üretim
yapısındaki değişimin sanayi genelinde ithal girdi kullanım oranını
artırmaktadır. Türk demir çelik sanayiinde faaliyet gösteren entegre tesislerin
temel girdileri olan demir cevheri (özellikle hurda) ve kok kömürü ağırlıkla
ithalatla karşılanmaktadır (Saygılı vd. 2010). ISIC Rev.3 4 basamaklı sektör
sıralamasına göre Denizli’de en fazla demir-çelik dışındaki ana metal sanayi,
iplik (tekstil elyafından iplik ve dokunmuş tekstil) ve demir-çelik ana sanayi
ithalatı yapılmaktadır.
Denizli Ekonomisinin Genel Görünümü 19

Şekil 12: Denizli İthalatında Öne Çıkan Sektörlerin Payı (%)


70,00

60,00

50,00

40,00

30,00

20,00

10,00

0,00
2002 2005 2008 2011 2014 2017
Başka yerde sınıflandırılmamış makine ve teçhizat
Ana metal sanayi
Tekstil ürünleri
Kimyasal madde ve ürünler
Tarım ve hayvancılık
Kaynak: TÜİK (2018) Dış Ticaret İstatistikleri kullanılarak yazar tarafından
oluşturulmuştur.
Denizli ithalatının ikinci önemli kalemi olan tekstil ürünlerinde ise özellikle
tekstil üretiminin girdisi olan iplik ithal edilmektedir. Terzioğlu ve Akyürek
(2017) tarafından Denizli’de faaliyet gösteren firmalar için yapılan çalışmada
tekstil üretiminde kullanılan pamuk, iplik ve elyafın önemli ölçüde ithal olduğu
buna karşın ara malı kapsamında değerlendirilen boya, kimyasal ağartıcı gibi
maddelerin yurt içinden temin edildiği, ithalatın görece düşük olduğu tespit
edilmiştir (www.textilegence.com/tekstilde-ithal-girdi-sorunu-ve-denizli-
ornegi/).
20 KARAALP-ORHAN

Tablo 4: İthalatın Ülke Gruplarına göre Dağılımı (2017)


Türkiye % TR32 % Denizli %
AB 28 85.209.569.760 63.57 542.937.238 21.44 377.082.332 18.77
Diğer Avrupa
Ülkeleri (AB Hariç) 31.380.526.236 23.41 134.158.535 5.30 93.906.288 4.67
Türk
Cumhuriyetleri 3.184.657.439 2.38 603.435.702 23.83 603.045.120 30.01
Sınır Komşusu
Ülkeler 14.262.632.229 10.64 160.874.300 6.35 140.892.378 7.01
Rusya 85.209.569.760 14.56 360.212.102 14.22 355.777.376 17.71
Çin 31.380.526.236 17.44 158.997.650 6.28 81.996.791 4.08
ABD 19.514.096.729 8.91 98.265.855 3.88 72.455.710 3.61
Toplam 134.037.000.000 2.532.515.066 2.009.357.381
Kaynak: TÜİK (2018) Dış Ticaret İstatistikleri kullanılarak yazar tarafından
oluşturulmuştur.

Denizli, TR-32 bölgesi ve Türkiye’nin 2017 yılı itibariyle çeşitli ülke ve


ülke gruplarından yaptığı ithalata ilişkin veriler Tablo 4’de gösterilmiştir.
Denizli ithalatı ihracattan farklı olarak Türkiye geneli ile benzer özellik
göstermemektedir. 2017 yılında Denizli 106 farklı ülkeden ithalat yapmıştır.
Bununla birlikte en fazla ithalat yaptığı ülke grubu Türk Cumhuriyetleridir.
2017 yılında Denizli sırasıyla en fazla Rusya, Kazakistan, Özbekistan,
Türkmenistan ve Çin’den ithalat yapmaktır. Denizli ithalatında öne çıkan diğer
ülkeler ise ABD, Ukrayna, Almanya, Şili, Pakistan ve Hindistan’dır.
4. Denizli’de Tarım Sektörünün Yapısal Özellikleri
Denizli sahip olduğu iklim, arazi yapısı, yüksekliği ve toprak özellikleri
nedeniyle zengin bir tarımsal ürün desenine sahiptir. Denizli'de tahıl, pamuk,
şeker pancarı, tütün, mısır, baklagiller gibi her türlü tarla ürünleri ile çeşitli
sebzeler ve baharatlar yetiştirilebilmektedir. Diğer taraftan Denizli’de son
yıllarda Jeotermal Yasası ve çeşitli yönetmeliklerinin çıkmasıyla birlikte
Sarayköy ilçesinde jeotermal seracılık uygulamaya başlamıştır. Sarayköy’de
jeotermal seracılığa yönelik bir tarıma dayalı ihtisas organize sanayi bölgesi
kurulmuştur.
Denizli Ekonomisinin Genel Görünümü 21

Şekil 13: Denizli’de Tarım Alanları (Dekar)

80
70
60
50
40
30
20
10
0
2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013 2014 2015 2016 2017

TR32 (Aydın, Denizli, Muğla) Tahıllar ve diğer bitkisel ürün ekilen alan
TR32 (Aydın, Denizli, Muğla) Sebze bahçeleri alanı
TR32 (Aydın, Denizli, Muğla) Meyveler, içeçek ve baharat bitkileri bahçeleri alanı

Kaynak: TÜİK (2018) Bitkisel Üretim İstatistikleri kullanılarak yazar tarafından


oluşturulmuştur.
Denizli’deki toplam tarım alanlarının dağılımında ağırlıklı olarak tahıllar ve
diğer bitkisel ürün ekilen alanlar yer almaktadır. 2007 yılından günümüze
nispeten tahıl ekimi için kullanılan tarım alanlarının azaldığı ve meyve, içecek
baharat bitkileri ekim alanlarının arttığı görülmektedir. 2017 yılında
Denizli’deki ekili alanların %66’sı tahıl üretimi, %24’ü meyve ve baharat ekimi
ve %4’ü sebze bahçesi olarak kullanılmaktadır.
Tablo 5: Denizli’de Üretilen Başlıca Bitkisel Ürünler (2013-2016)
2013 2014 2015 2016
Üzüm Üzüm Üzüm Üzüm
Tütün Buğday Buğday Tütün
Buğday Tütün Tütün Elma
Ayçiçeği Çerezlik Elma Ayçiçeği Çerezlik Buğday
Elma Ayçiçeği Çerezlik Mısır Silaj Arpa
Arpa Arpa Arpa Mısır Silaj
Kavun Domates Elma Ceviz
Mısır Silaj Kiraz Nar Kiraz
Ceviz Mısır Silaj Yonca Yeşil Ot Ayçiçeği Çerezlik
Kekik Ceviz Mısır Dane Mısır Dane
Kaynak: DTO, 2017: 101
Denizli’de üretilen başlıca bitkisel ürünler üzüm, tütün, buğday ve elmadır.
Denizli’nin Çal, Bekilli ve Güney ilçelerinde bağcılık ve üzüm üretimi
22 KARAALP-ORHAN

Denizli’de öne çıkan bir diğer tarıma dayalı sanayi olan şarapçılığın gelişmesine
neden olmuştur. Özellikle Denizli’nin Çivril ilçesinde gelir kaynağının büyük
bir kısmını elma üretimi ve şeftali, üzüm ve kiraz oluşturmaktadır. Honaz
ilçesindeki başlıca tarımsal faaliyetler kiraz ve bağcılıktır (DTO, 2017: 45-50).
Denizli’de üretimi yapılan ve gittikçe artan bir öneme sahip olan diğer tarımsal
ürün ise kekiktir. Denizli'de 1990'lı yıllarda tütüne alternatif olarak üreticilere
ücretsiz tohum dağıtılarak başlayan kekik üretimi, 2000 yılından sonra giderek
gelişerek üretimi artmış ve Pamukkale, Güney, Buldan ve Çal ilçelerinde
çiftçinin en önemli geçim kaynaklarından birisi haline gelmiştir. Dünya kekik
ihtiyacının yaklaşık %90'ını karşılayan Türkiye'de tarımsal üretimin büyük
bölümü Denizli'de gerçekleşmektedir. (http://www.trthaber.com/haber/e
konomi/dunyanin-kekik-ihtiyacini-denizli-karsiliyor-256544.html). TÜİK 2016
yılı verilerine göre Türkiye’deki kekiğin %86’sı Denizli’de üretilmektedir
Şekil 14: Denizli Tarımsal Üretim ve Hayvansal Ürün Değeri (Bin TL)
3000000
2500000
2000000
1500000
1000000
500000
0

Bitkisel üretim değeri Hayvansal ürünler değeri

Kaynak: TÜİK (2018) Bölgesel İstatistikler kullanılarak yazar tarafından


oluşturulmuştur.
Şekil 14’e göre Denizli’deki tarımsal üretim değerinin hayvansal ürün
değerinden çok daha fazla olduğu ve her iki sektöründe üretim değerlerinin
arttığı görülmektedir. Buna göre 2017 yılında Denizli’de 2.707 milyon TL
tarımsal ve 519 milyon TL hayvansal ürün değeri gerçekleşmiştir.
Şekil 15: Denizli İhracatında Öne Çıkan Tarımsal Ürünlerin Payı (%)
Denizli Ekonomisinin Genel Görünümü 23

Kaynak: TÜİK (2018) Dış Ticaret İstatistikleri kullanılarak yazar tarafından


oluşturulmuştur.
Denizli ihracatında en öne çıkan tarım ürünü işlenmiş sebze ve
meyvelerdir. İkinci sırada en fazla ihracatı yapılan ürünler meyveler, sert
kabuklular, içecek ve baharat bitkileridir. Son yıllarda Denizli’nin tarım ürünleri
ihracatında da sektörel çeşitlilik gözlenmektedir. Tahıl ürünleri ihracatını
takiben Denizli’de son yıllarda gerek üretimi gerekse ihracatı artan balık
ürünleri ve süt ürünleri ihracatı dikkati çekmektedir. Denizli’de kuruluşu
1990’lı yıllara dayanan çok doğal kaynak suları ve akarsu yatakları üzerinde
irili ufaklı birçok su ürünleri (alabalık) üretim tesisi bulunmaktadır. 2016
yılında Acıpayam’da 4, Çal’da 6, Çivril’de 2, Merkez Pamukkale’de 6 ve
Çameli ilçesinde 101 olmak üzere toplamda 119 alabalık işletmesi
bulunmaktadır. Su ürünleri işletmelerinin % 84,87 si Çameli ilçesinde yer
almakta ve toplam üretimin % 43,49 sini bünyesinde barındırmaktadır (DTO,
2017:109). Denizli’den Avrupa ve Rusya’ya tütsülenmiş balık ihracatı
yapılmaktadır. Denizli’de artan süt ürünleri ihracatı son yıllarda Denizli
ekonomisinde hızla gelişen gıda sanayine işaret etmektedir. Yapılan
desteklemeler sonucunda Denizli’de hayvansal üretimde özellikle büyükbaş süt
sığırcılığında önemli ilerlemeler kaydedilmiştir.
5. Denizli’de Turizm Sektörü
Türkiye ekonomisinde turizm çok önemli bir yere sahiptir. Turizm sektörü
gerek istihdam yaratması gerekse diğer sektörlere olan etkisi bakımından
ülkelerin önem verdikleri alanların başında yer almaktadır. 3 tarafı denizlerle
24 KARAALP-ORHAN

çevrili Türkiye’de uygun iklim yapısı yaz(deniz) turizmi öne çıkmaktadır. Fakat
son yıllarda Türkiye’de de turizm çeşitliliği artmış sadece deniz turizmi değil
sağlık, inanç, yayla turizmi ile de yurt dışından çok sayıda turist çekmektedir.
Denizli ekonomisi sadece sanayi alanında değil turizm alanında da Türkiye ve
Ege bölgesinde öne çıkan kentlerden biridir. Denizli inanç-kültür turizmi ve
termal turizm ile yerli ve yabancı çok sayıda turist için çekim merkezi
halindedir. UNESCO Dünya mirası listesinde yer alan Pamukkale travertenleri
Denizli’nin en önemli sembollerinden biridir. Pamukkale’de bulunan Hierapolis
ve Laodikya (Laodikeia) antik kentleri Denizli il sınırları içerisinde bulunan irili
ufaklı birçok antik kent arasındaki en büyük ve önemli kentlerdir. Aynı
zamanda Denizli’deki termal turizmin merkezi Denizli Pamukkale ilçesinde
bulunan Karahayıt (Kırmızı su) bölgesidir. Bölgede termal su ve çamurun
bulunduğu çok sayıda otel ve turistik tesis bulunmaktadır.
Tablo 6: Denizli Genelindeki Otellerin Toplam Oda ve Yatak Kapasiteleri
Sayı Oda Yatak Kapasitesi
İl Merkezinde Turizm İşletme Belgeli Oteller 17 1092 2170
Pamukkale’deki Turizm İşletme Belgeli Oteller 2 392 774
Karahayıt’taki Turizm İşletme Belgeli Oteller 7 1330 2796
İlçelerdeki Turizm İşletme Belgeli Oteller 3 151 298
Toplam 29 2965 6038
Kaynak: DTO, 2017: 96.
Denizli’de toplam turizm işletme belgeli 29 otel bulunmaktadır, bunların 6
tanesi 5 Yıldızlı, 6 tanesi 4 Yıldızlı ve 11 tanesi 3 Yıldızlıdır.
Denizli Ekonomisinin Genel Görünümü 25

Şekil 16: Turizm İşletme Belgeli Konaklama Tesislerinde Geliş Sayılarının Payı (%)

90
80
70
60
50
40
30
20
10
0
2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013 2014 2015 2016

Yabancı-Geliş Yerli-Geliş
Kaynak: TÜİK (2018) Bölgesel İstatistikleri kullanılarak yazar tarafından
oluşturulmuştur.
Şekil 16’da yerli ve yabancı turistlerin turizm işletme belgeli konaklama
tesislerinde geliş sayılarının payı görülmektedir. 2002-2107 döneminde
Denizli’de konaklayan yabancı turist sayısı yerli turist sayısının oldukça
üzerinde gerçekleşirken, 2016 yılında Denizli’ye gelen yabancı misafir
konaklamasında büyük bir düşüş yaşanmıştır. 2016 yılında toplamda 477.398
olan giriş sayısının %34’ü (164.236) yabancı turistler, %6’sı (313.162) ise yerli
turistler tarafından gerçekleştirilmiştir.
26 KARAALP-ORHAN

Şekil 17: Turizm İşletme Belgeli Konaklama Tesislerinde Geceleme Sayılarının Payı
(%)

80,00

70,00

60,00

50,00

40,00

30,00

20,00

10,00

0,00
2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013 2014 2015 2016
Yabancı Yerli

Kaynak: TÜİK (2018) Bölgesel İstatistikleri kullanılarak yazar tarafından


oluşturulmuştur.
Denizli’de geceleyen yabancı turist sayısının geceleyen yerli turistten
oldukça yüksek oranlarda seyretmesine karşın 2013 yılından itibaren düşüşe
geçmiş, özellikle 2016 yılında son 17 yılın en düşük verileri gözlenmiştir. 2011
yılında 1.258.432 olan toplam geceleme sayısı 2016 yılında 699.288’e
düşmüştür. 2016 yılında Denizli genelindeki otellerde gecelemenin yaklaşık
olarak %30’u yabancı turistler tarafından gerçekleştirilmiştir. 2015 yılının
Kasım ayında Rus jetinin düşürülmesinden sonra Türkiye ile Rusya arasında
ortaya çıkan gerilim, Rus turist sayısında özellikle yaz aylarında büyük düşüş
yaşanmasına neden olmuştur. Ayrıca Suriye iç savaşının bölgede yarattığı
jeopolotik riskler ile Türkiye'de yaşanan saldırıların ardından güvenlik
endişelerinin artması, yabancı turist sayında azalma görülmesine yol açtı.
2016’da Türkiye'ye gelen yabancı turist sayısı 2015’e göre %30.05 azalırken,
Türkiye'nin turizm geliri 2016 yılında 2015 yılına göre %29,7 azalarak yaklaşık
22 milyar dolar olmuştur. Yurt içi ve yurt dışında yaşanan ekonomik ve siyasi
gelişmelerin etkisi sadece ihracatı değil, turizm sektörünü de etkilemiş bu
durum Denizli turizm sektörü istatistiklerine de yansımıştır.
Denizli Ekonomisinin Genel Görünümü 27

Sonuç
Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik Endeksi Araştırması SEGE-2011’de en
gelişmiş 10. İl sıralamasında yer alan Denizli üretim, ihracat ve istihdam
yaratma kapasitesi ile birlikte özellikle 1990’lı yıllardan beri çekim merkezi
haline gelmiş ve Anadolu’da yeni bir büyüme kutbu oluşturmuştur. Denizli’de
2009 bazlı kişi başına GSYH, Denizli, Muğla ve Aydın illeri kapsayan TR-32
bölgesi ortalamasının üzerinde olup 2014 yılında 11.327$’a olarak
gerçekleşmiştir. Denizli ekonomisi özellikle sanayileşme potansiyeli ve
ihracattaki rekabet gücü ile Türkiye’nin önemli ihracatçı illeri arasında yer
almaktadır. En fazla ihracat yapan 8. İl olan Denizli’de sanayi ve tarım
sektörlerinin GSYH’daki payı Türkiye ortalamasının üzerinde gerçekleşmekte
olup 2014 yılında Denizli GSYH’nin %34’ünü sanayi sektörü oluşturmuştur.
Denizli’nin sanayileşme serüveni 1960’lı yıllardan başlayarak geleneksel
olarak sürdürülen dokumacılık, el sanatları, tabaklık, demircilik ve bakırcılık
üretim kültürünü gelişmesiyle başlamıştır. Fakat Denizli’de tekstilin geçmişinin
yapılan kazılardaki bulgulara göre antik çağlara kadar dayandığı bilinmektedir.
Denizli’nin ilçelerinden Babadağ, Kızılcabölük ve Buldan’da da tarihi olarak
geçmişten günümüze kadar tekstil ve dokuma üretimi yapılmaktadır.
Denizli’nin tarihinden gelen geleneksel tekstil sektöründe sanayileşmesi ile
birlikte özellikle havlu, bornoz üretimi ve ev tekstilinde uzmanlaşmıştır. Denizli
halen Türkiye’deki önemli tekstil üreticisi ve ihracatçısı iller arasındaki
konumunu korumaktadır fakat Türkiye ekonomisindeki yapısal değişime paralel
olarak Denizli sanayinde önemli bir yapısal değişim geçirmektedir. Denizli
ihracatında tekstil sanayinin önemi yerini korumaya devam etmekte fakat daha
emek yoğun sektör olan giyim sanayinin payının azaldığı ve Denizli’nin
sermaye yoğun mal üretimi ve ihracatının payının arttığı görülmektedir.
Günümüzde tekstilden sonra Denizli ihracatında öne çıkan sektörler sırasıyla
giyim eşyası, demir çelik sanayi, kablo, metal eşya, tekstil elyafından iplik ve
dokunmuş tekstil ve taş (mermer ve traverten) sektörüdür. Son 7-8 yılda
Denizli’de tarıma dayalı sanayinin gelişmesi özellikle süt ve alabalık
sanayindeki gelişmeler Denizli’nin tarım ürünleri ihracatının payının artmasında
etkili olmuştur. En fazla AB pazarına ihracatı olan Denizli’de, Almanya,
İngiltere ve ABD önemli ihracat ortakları iken, Rusya ve Türk Cumhuriyetleri
en fazla ithalat yaptığımız ülkelerdir. Ana metal sanayinin gelişmesiyle birlikte
Denizli ithalatında en yüksek payı ana metal sanayi ve daha sonra tekstil
sektörü (iplik) almaktadır. Bu sektörlerdeki ilerlemeler doğrultusunda başta
tekstil ve kablo sektörlerinde olmak üzere beton, kâğıt, bakır işleme (bakır tel),
28 KARAALP-ORHAN

çimento, yem ve gıda sektörlerinde faaliyet gösteren toplam 21 firma


Türkiye’deki en büyük 1000 sanayi kuruluşu arasında yer almaktadır.
Denizli’de çoğunlukla gıda, kâğıt ve metal sanayinde olmak üzere tekstil,
içecek, endüstriyel gaz, elektrik ve cam sanayinde yabancı sermayeli firmalar
faaliyet göstermektedir.
Daha çok işlenmemiş tarım ürünlerinin üretilip ihraç edildiği Denizli’de
son yıllarda süt ve su ürünleri (alabalık) üretimi ve ihracatındaki gelişmeler
dikkati çekmektedir. Tarımsal çeşitliliğin yoğun olduğu Denizli ve ilçelerinde
öne çıkan diğer tarımsal ve tarıma dayalı faaliyetler kekik üretimi, şarapçılık ve
leblebiciliktir. Denizli’de enerji, jeotermal seracılık, inanç ve termal turizm
alanında yapılan ve yapılmakta olan yatırımlarla ekonomik büyümenin artması
beklenmektedir. Pamukkale travertenleri ile birlikte inanç ve termal turizmin
önemli merkezlerinden olan Denizli’de halen birçok antik kentte devam eden
kazılar sonucu ortaya çıkarılacak değerler ile birlikte termal turizm olmak üzere
alternatif turizm potansiyelinin daha fazla gelişmesi ve konaklayan turistlerin
geceleme sayılarının arttırılması Denizli ekonomisi ve istihdamı açısından önem
arz etmektedir.
Kaynakça
Eraydın, A. (2002), Yeni Sanayi Odakları: Yerel Kalkınmanın Yeniden
Kavramlaştırılması, : Ankara: ODTÜ Mimarlık Fakültesi Matbaası.
Dinçer, B., Özaslan, M., ve Kavasoğlu, T. (2003), İllerin ve Bölgelerin Sosyo-
Ekonomik Gelişmişlik Sıralaması Araştırması (2003). Ankara: Devlet
Planlama Teşkilatı Yayın No: DPT 2671.
DSO (Denizli Sanayi Odası) (2002), Denizli İmalat Sanayi Envanteri, Denizli:
Denizli Sanayi Odası.
DSO (2018), Denizli Sanayi Odası İstatistikler, [http://www.dso.org.tr/
hakkimizda.php?uyelik=istatistik&baslik=2], (Erişim: 02 Nisan 2018).
DTO (Denizli Ticaret Odası) (2017), Ekonomik Yönüyle Denizli 2017, Denizli:
Denizli Ticaret Odası Yayınları, Yayın No. 44.
Kalkınma Bakanlığı (2011), İllerin ve Bölgelerin Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik
Sıralaması Araştırması (SEGE-2011), Bölgesel Gelısme Ve Yapısal
Uyum Genel MüdürlüğüAnkara: [http://www3.kalkinma.gov.tr/Portal
Design/PortalControls/WebIcerikGosterim.aspx?Enc=83D5A6FF03C7B
4FC43121E8457331356], (Erişim: 03 Nisan 2018).
Saygılı Ş., Cihan, C., Yalçın, C., ve Hamsici, T. (2010), Türkiye İmalat
Sanayiin İthalat Yapısı, Ankara: TCMB Çalışma Tebliği No: 10/02.
Denizli Ekonomisinin Genel Görünümü 29

Terzioğlu ve Akyürek (2017), www.textilegence.com/tekstilde-ithal-girdi-


sorunu-ve-denizli-ornegi/ , (Erişim: 05 Nisan 2018).
TOBB (Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği) (2018), Sanayi Veri Tabanı,
[http://sanayi.tobb.org.tr/yabanci_sermaye_il.php], (Erişim: 02 Nisan
2018).
TÜİK (Türkiye İstatistik Enstitüsü) (2018) Bitkisel Üretim İstatistikleri,
http://www.tuik.gov.tr/PreTablo.do?alt_id=1001], (Erişim: 05 Nisan
2018).
TÜİK (2018), Bölgesel İstatistikler, [https://biruni.tuik.gov.tr
/bolgeselistatistik/], (Erişim: 04 Nisan 2018).
TÜİK (2018) Dış Ticaret İstatistikleri, [http://www.tuik.gov.tr/PreTablo.
do?alt_id=1046], (Erişim: 01 Nisan 2018).
http://www.trthaber.com/haber/ekonomi/dunyanin-kekik-ihtiyacini-denizli-
karsiliyor-256544.html , (Erişim: 05 Nisan 2018).
30 KARAALP-ORHAN
Tr32 Bölgesi’nin İşgücü Piyasası Özellikleri: Türkiye ve Ege Bölgesi Karşılaştırmalı Bir Analiz 31

TR32 BÖLGESİ’NİN (AYDIN, DENİZLİ VE MUĞLA) İŞGÜCÜ


PİYASASI ÖZELLİKLERİ:
TÜRKİYE VE EGE BÖLGESİ KARŞILAŞTIRMALI BİR ANALİZ
Atalay ÇAĞLAR 3
Handan KUMAŞ 4
Giriş
Denizli tarım, sanayi ve hizmetler sektörünün ekonomide ve istihdamda
birlikte yoğunlaştığı bir kent yapısına sahiptir. 1980’li yıllar kentin sanayileşme
hızının arttığı ve özellikle dokuma, tekstil sektöründe, ekonomide ve istihdamda
ciddi ivme kazandığı dönemdir. Denizli bir Anadolu Kaplanı olarak 1990’lı
yıllarda küresel ticaret ağlarına eklenmeye başlamış ve uluslararası pazarlara
açılarak (Köroğlu ve Köroğlu, 2004: 10), ülkenin önemli bir ihracat merkezi
olmuştur. Denizli ihracat rakamları, 2017 yılında geçen yıla göre %14,02
oranında artış sağlayarak, 2.449.057.562 USD $’a ulaşmıştır (DENİB, 2017:
13.04.2018). Denizli 2017 yılı ihracat rakamı ile (3.067.304,60 USD $), ülke
sıralamasında en fazla ihracat yapan iller arasında 9. sıradadır (TİM,
13.04.2018).
Denizli işgücü piyasasının durumunu ortaya çıkarmayı amaçlayan bu
kitapta, Denizli ilinin tek başına tüm işgücü piyasası göstergeleri ile analizini
yapmak mümkün olmamıştır. Çünkü TÜİK tarafından il bazında işgücü durumu
ile ilgili sadece üç göstergeye (işgücüne katılma, istihdam ve işsizlik oranı)
yönelik veriler sunulmaktadır. Ayrıca verilerin en günceli, 2013 yılına aittir.
Dolayısıyla bu çalışmada işgücü piyasası analizi, Denizli, Aydın ve Muğla’yı
kapsayan TR32 Bölgesi’ni kapsamaktadır.
Çalışmanın amacı, TR32 Bölgesi işgücü piyasasının yapısal özelliklerini
TR Türkiye ve TR3 Ege Bölgesi ile karşılaştırmalı olarak tespit etmektir. Bu
amaca uygun olarak, TÜİK Hanehalkı İşgücü Araştırması Mikro Veri Seti
(HİAMVS)’nden yararlanılarak analizler yapılmıştır. Çalışmanın bulgularına,
nitel araştırma yöntemi kullanılarak ulaşılmıştır. Bölge’nin işgücü piyasası
göstergeleri, betimsel yaklaşım ile yorumlanmıştır. Dolayısıyla çalışma, mevcut
durumu ortaya çıkarmaya yönelik betimsel bir çalışmadır. Ayrıca bu çalışma,

3 Dr.Öğr.Üyesi - Pamukkale Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Ekonometri


Bölümü, acaglar@pau.edu.tr.
4 Prof.Dr. - Pamukkale Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Çalışma Ekonomisi ve
Endüstri İlişkileri Bölümü, hkumas@pau.edu.tr.
32 ÇAĞLAR-KUMAŞ

kitaptaki diğer bölümlerin anlaşılmasını ve yorumlanmasını kolaylaştırmak


amacını da taşımaktadır.
Çalışmanın başlangıcında, işgücü piyasası ve bireysel özellikleri (arz
yönlü) içeren makro veriler üzerinden incelemeler yapılmıştır. Daha sonraki
bölüm, işgücü piyasasının detay göstergeleri üzerinden yapılan
değerlendirmeleri içermektedir.
TÜİK HİAMVS’den elde edilen verilere göre, Türkiye ve Ege Bölgesi ile
karşılaştırıldığında TR32 Bölgesi’nin, işgücüne katılma ve istihdam oranları
daha yüksek, işsizlik oranları ise daha düşüktür. Ancak ülke ve Ege Bölgesi’ne
benzer biçimde bölgede işgücünün önemli bir bölümü niteliksiz veya az nitelikli
bireylerden oluşmaktadır.
1. TR32 Bölgesi 15 Yaş ve Üzeri Nüfusun İşgücü Durumu 5
15-64 yaş arası nüfustan oluşan etkin nüfusun toplam nüfus içindeki payı
ne kadar yüksekse, üretici nüfus tüketici nüfustan fazla olmakta ve ekonomik
kalkınma çok daha kolay gerçekleşmektedir. Diğer yandan, etkin nüfusun yaş
gruplarına göre dağılımı (15-24 gibi genç nüfus veya 35-45 yaş aralığı gibi) da
tüketici ve üretken nüfusun yapısını ve işgücü piyasasının işleyişini doğrudan
etkileyebilmektedir. 2017 yılı TÜİK İşgücü İstatistikleri verileri ile TR32
Bölgesi’nde 15 yaş ve üzeri nüfus, %49,9’u kadın, %50,1’i erkek olmak üzere
2.265.840 kişiden oluşmaktadır (Tablo 1). TR32 Bölgesi, yaşlanan bir nüfus
yapısına sahiptir: Bir toplumda 65 ve üzeri yaştakilerin genel nüfus içindeki
oranı %10’nun üzerinde ise o toplum, ‘Çok yaşlı’ olarak tanımlanmaktadır
(Güleç ve Tekbaş, 1997: 370). 2017 yılı TÜİK HİAMVS’ye göre, bölgede
toplam nüfus içinde 15-34 yaş arası bireyler, yaklaşık olarak %28,31, 65 yaş ve
üzeri bireyler ise %11,4’lük bir pay almıştır 6.
2017 TÜİK İşgücü İstatistikleri’ne göre TR32 Bölgesi’nde işgücüne
katılma oranı (%55,4) ve istihdam oranı (%51,5) ile Türkiye (sırasıyla %52,8;
%47,1) ve Ege Bölgesi’nin (sırasıyla %54,6;%49,3) üzerindedir. Bölgedeki
işsizlik oranı ise (%7,1), hem ülke (%10,9) hem de TR3 Ege Bölgesi’nden
(%9,8) düşüktür (Grafik 1). İstihdamın sektörel dağılımında tarım ve turizm

5
Bu çalışmada 2016 yılına ait tüm işgücü piyasası verileri, yazarlar tarafından TÜİK
HİAMVS’den hesaplanarak elde edilmiştir.
6
TÜİK 2017 yılı ADNKS verilerine göre; Denizli’nin toplam nüfusu 1.018.735 kişiden
oluşmaktadır, 65 yaş ve üzeri nüfus ise toplam nüfus içinde %10,33’lük bir pay almıştır.
Bölgenin en çok yaşlı nüfusun bulunduğu Aydın için söz konusu oran %12,35 (toplam nüfus
1.080.839 kişi) ve Muğla için %11,58 (toplam nüfus 938.751 kişi)’dir (TÜİK, ADNKS, Erişim:
26 Mart 2018).
Tr32 Bölgesi’nin İşgücü Piyasası Özellikleri: Türkiye ve Ege Bölgesi Karşılaştırmalı Bir Analiz 33

sektörü ağırlıklı Aydın, turizm sektörü ağırlıklı Muğla ve imalat sanayi sektörü
eksenli Denizli illerinin söz konusu özellikleri, işgücü ve istihdam oranlarının
Türkiye ortalamasının üzerinde ve işsizlik oranın da ülke ortalamasının altında
olmasını açıklayıcı koşullar olabilir.
2004-2017 Döneminde TR32 Bölgesi, işgücüne katılma ve istihdam
oranının genel eğilimi açısından, Ege Bölgesi’ne benzer bir eğilim göstermiştir.
Ancak, TR32 Bölgesi için işgücüne katılma ve istihdam oranları 2014-2016
yılları arasında durağan bir eğilim sergilemiş, işsizlik oranlarında ise 2013-2017
yılları arasında benzer (%0,3) oranlarda artış ve azalış yaşanmıştır. TR32
Bölgesi’nde 2004-2017 dönemi için işsizlik oranları, Türkiye ve Ege Bölgesi’ne
benzer biçimde ekonomik kriz dönemi olan 2008-2009 yıllarında artış, 2010
yılından itibaren ise azalma eğilimi göstermiştir (Grafik 1).
Grafik 1: TR32 Bölgesi’nde Türkiye ve Ege Bölgesi Karşılaştırmalı İşgücü Durumu
(2017, %)

60
55
50
45
40
35
30
25
20
15
10
05
00
2004

2005

2006

2007

2008

2009

2010

2011

2012

2013

2014

2015

2016

2017

TR İsgücüne Katılım Oranı TR3 İsgücüne Katılım Oranı


TR32 İsgücüne Katılım Oranı TR İstihdam Oranı
TR3 İstihdam Oranı TR32 İstihdam Oranı
TR İşsizlik Oranı TR3 İşsizlik Oranı
TR32 İşsizlik Oranı
Tr32 Bölgesi’nin İşgücü Piyasası Özellikleri: Türkiye ve Ege Bölgesi Karşılaştırmalı Bir Analiz 34

2017 yılına göre ülke (kadın %14,1; erkek %9,4) ve Ege Bölgesi’ne (kadın
%13,1; erkek %7,9) benzer biçimde TR32 Bölgesi’nde, kadın işsizlik oranı
(%9,4), erkek işsizlik oranından (%5,7) daha yüksek, kadın istihdam oranı
(%36,3), erkek istihdam oranından (%66,8) daha düşüktür. Bununla birlikte,
TR32 Bölgesi’nde kadın istihdam oranı (%36,3), ülke (%28,9) ve Ege
Bölgesi’nin (%32,5) üzerindedir. TR32 Bölgesi, TR82 (Kastamonu, Çankırı,
Sinop-%40,9) ve TR90 (Trabzon, Ordu, Giresun, Rize, Artvin, Gümüşhane-
%39,5) bölgelerinden sonra kadın istihdamının en fazla olduğu 3. sıradaki
bölgedir (TÜİK, İşgücü İstatistikleri, Erişim: 09 Nisan 2018).
TÜİK İşgücü İstatistikleri güncel verileri ile incelendiğinde, (2013)
Denizli’nin, TR32 Bölgesi’nde en yüksek işgücüne katılma (%57,7) ve istihdam
(%54,0) oranına ve en düşük işsizlik oranına (%6,5) sahip kent olduğu
görülmektedir 7. 2017 yılı için TR32 Bölgesi, 26 Bölge içinde istihdam oranında
%51,5 ile 4. sırada (en yüksek oranlar içinde), işsizlik oranı (%7,1) açısından
ise 17. sırada yer almaktadır (en yüksek oranlar içinde). Denizli istihdam oranı
içinde 6. sırada (en yüksek oranlar içinde), işsizlik oranı (%6,5) açısından
61.sıradadır (Giresun ve Bilecik ile birlikte - en yüksek oranlar içinde). Denizli
ilinin ve TR32 Bölgesi’nin işgücü piyasası göstergeleri Türkiye ve Ege Bölgesi
ile karşılaştırıldığında, daha başarılı veya hedeflenen oranlar olduğu ifade
edilebilir.
1.1. 15 Yaş ve Üzeri Nüfusun Eğitim Düzeyi
15-64 yaş arası nüfusu ifade eden etkin nüfus içinde ‘Tüketici nüfus’ olarak
nitelenen işgücüne dahil olmayanların oranı üretim, rekabet, büyüme ve
kalkınma oranlarını da etkileyebilmektedir. 2016 yılı için işgücüne dahil
olmayanların oranı Türkiye’de %48, Ege Bölgesi'nde ve TR32 Bölgesi'nde
daha az bir oranla yaklaşık, %46’dır. Ülke çapında işgücüne dahil olmayanların
oranı en düşük %42,1 ile TR21 (Edirne, Tekirdağ, Kırklareli)’de, en fazla
%60,9 ile TRC3 (Siirt, Mardin, Batman, Şırnak) Bölgesi’ndedir. TR32 Bölgesi
işgücüne dahil olmayanların oranının en düşük olduğu bölgeler sıralamasında 7.
sıradadır.
Etkin nüfusun eğitim düzeyi, ülkenin beşeri sermaye yatırımlarının maliyet
ve fayda analizlerinin etkilerini gösterebilmektedir. Eğitim düzeyi ve istihdam
oranları yüksek ülkeler ve bölgeler maliyetlerini en düşük, kazançlarını
ençoklaştıran yatırımı sağlamış demektir. Ancak, TR32 Bölgesi’nde beşeri

7
Aynı yıl için işgücüne katılma oranı, istihdam oranı ve işsizlik oranı Aydın için sırasıyla %55,2,
%51,4, %6,9; Muğla için sırasıyla %55,5, %51,5 ve %7,3’tür (TÜİK, İşgücü İstatistikleri,
Erişim: 05 Nisan 2018)
Tr32 Bölgesi’nin İşgücü Piyasası Özellikleri: Türkiye ve Ege Bölgesi Karşılaştırmalı Bir Analiz 35

sermaye yatırımlarının başarısı tartışmaya açıktır, çünkü 8 yıllık ilköğretimi de


kapsayacak biçimde etkin nüfusun, %52,2’si ilkokul/ilköğretim mezunudur. Ara
eleman olarak nitelenen mesleki veya teknik lise mezunlarının nüfus içindeki
payı %7 iken, beyaz yakalı olarak betimlenen nitelikli nüfusun payı ise sadece
(2 yıl ve üzeri yükseköğrenime sahip olanlar) %13,4’tür. Ayrıca, gelişmekte
olan ülkelere benzer yapısal özelliklere sahip TR32 Bölgesi’nde de eğitim
düzeyi düşük kadınların payı, erkeklerden daha fazladır: 1.183.777 kişiden
oluşan bir okul bitirmeyen ve 5 yıllık ilkokul mezunu işgücünün %55,2’si,
kadındır. Mesleki veya teknik lise mezunlarının ise %41,6’sı kadındır (Tablo 1).
Söz konusu veriler, TR32 Bölgesi’nin eğitimde cinsiyet açısından tabakalı
yapısını gösterebilmektedir.
Tablo 1: TR32 Bölgesi’nde 15 Yaş ve Yukarı Nüfusun Cinsiyete Göre Yaş ve Eğitim
Düzeyi - 2016 Yılı
CİNSİYET
EN SON BİTİRİLEN
YAŞ TOPLAM
OKUL ERKEK KADIN
15-24 yaş 3.697 7.295 10.992
25-34 yaş 4.564 13.704 18.268
35-39 yaş 1.655 5.570 7.225
Bir Okul Bitirmeyen
40-49 yaş 6.016 20.641 26.657
50 ve üzeri 50.424 165.635 216.059
Toplam 66.356 212.845 279.201
15-24 yaş 1.928 1.038 2.966
25-34 yaş 40.839 45.235 86.074
35-39 yaş 50.366 57.562 107.928
İlkokul (5 yıl)
40-49 yaş 123.080 123.210 246.290
50 ve üzeri 247.446 213.872 461.318
Toplam 463.659 440.917 904.576
15-24 yaş 118.929 101.343 220.272
25-34 yaş 52.363 37.017 89.380
Genel Ortaokul, Mesleki veya 35-39 yaş 14.430 8.086 22.516
Teknik Ortaokul ve
40-49 yaş 17.983 13.401 31.384
İlköğretim (8 yıl)
50 ve üzeri 27.402 15.393 42.795
Toplam 231.107 175.240 406.347
15-24 yaş 29.980 18.554 48.534
25-34 yaş 34.895 25.529 60.424
35-39 yaş 15.810 12.790 28.600
Genel lise
40-49 yaş 13.512 15.444 28.956
50 ve üzeri 25.108 17.959 43.067
Toplam 119.305 90.276 209.581
36 ÇAĞLAR-KUMAŞ

Tablo 1: TR32 Bölgesi’nde 15 Yaş ve Yukarı Nüfusun Cinsiyete Göre Yaş ve Eğitim
Düzeyi - 2016 Yılı (Devamı)

EN SON BİTİRİLEN CİNSİYET


YAŞ TOPLAM
OKUL ERKEK KADIN
15-24 yaş 25.523 19.952 45.475
25-34 yaş 22.035 16.434 38.469
35-39 yaş 10.488 9.904 20.392
Mesleki veya Teknik Lise
40-49 yaş 14.851 8.794 23.645
50 ve üzeri 20.707 11.732 32.439
Toplam 93.604 66.816 160.420
15-24 yaş 11.700 22.195 33.895
25-34 yaş 52.551 56.580 109.131
2 veya 3 Yıllık Yüksekokul, 4
35-39 yaş 16.977 18.313 35.290
Yıllık Yüksekokul veya
40-49 yaş 29.812 18.780 48.592
Fakülte
50 ve üzeri 41.704 18.745 60.449
Toplam 152.744 134.613 287.357
15-24 yaş
25-34 yaş 2.028 4.849 6.877
Yüksek Lisans (5 veya 6
35-39 yaş 2.328 1.932 4.260
Yıllık Fakülteler Dahil) veya
40-49 yaş 2.793 1.571 4.364
Doktora
50 ve üzeri 1.538 1.319 2.857
Toplam 8.687 9.671 18.358
15-24 yaş 191.757 170.377 362.134
25-34 yaş 209.275 199.348 408.623
35-39 yaş 112.054 114.157 226.211
TOPLAM
40-49 yaş 208.047 201.841 409.888
50 ve üzeri 414.329 444.655 858.984
Toplam 1.135.462 1.130.378 2.265.840
TÜİK HİAMVS’ye göre mesleki veya teknik lise ve 2 yıl ve üzeri yüksek
eğitime sahip olan işgücünün istihdam oranı, Türkiye’de %88,1, Ege
Bölgesi’nde %88,7 ve TR32 Bölgesi’nde %91 iken; söz konusu işgücünün
işsizlik oranları ise sırasıyla %11,9; %11,3 ve %9’dur. Diğer taraftan, mesleki
veya teknik lise ve 2 yıl ve üzeri yüksek eğitime sahip olan işgücünün dışında
kalan işgücünde istihdam oranı ülke için %89,6; Ege Bölgesi için %91,7 ve
TR32 için %94,1 ve işsizlik oranları sırasıyla %10,4; %8,3 ve %5,9’dur.
Verilere göre, tüm alanlarda düşük eğitim düzeyine sahip olanlara göre ara
eleman ve beyaz yakalı olmak, istihdam ve işsizlikte dezavantajlı bir konuma
neden olmaktadır. Ancak bu durumun, basit teknolojiye dayalı ekonomik bir
yapıya mı yoksa arz ve talep dengesizliğine mi (açık iş sayısı gibi) bağlı
olduğunun araştırılması gerekmektedir.
TÜİK HİAMVS işgücünün eğitim düzeyi verileri TR32 Bölgesi’nde, beşeri
sermaye yatırımının ve kazancı hakkında, hem TR32 Bölgesi hem de birey
açısından sorunlar olduğunu göstermektedir (Tablo 2). Çünkü pozitif bilim
Tr32 Bölgesi’nin İşgücü Piyasası Özellikleri: Türkiye ve Ege Bölgesi Karşılaştırmalı Bir Analiz 37

dalları içinde olan ve 4 yıllık eğitimi gerektiren ‘Gazetecilik ve Enformasyon’


mezunlarında işsizlik oranı %54,9; ‘Biyoloji, Çevre ve İlgili Birimler’
mezunlarında %17,8; ‘İş Sağlığı ve Ulaştırma’ mezunlarında ise %16,6’dır.
Diğer yandan, ‘Matematik ve İstatistik’ mezunlarının %100’ü istihdamda iken,
ikinci sırada %96,7 ile ‘Hukuk’ ve üçüncü sırada %96,5 ile ‘Güvenlik
Hizmetleri’nden mezun olanlar yer almaktadır. Bölgede işgücü olarak en çok ‘İş
ve Yönetim’ (78.085 kişi) mezunları ve ‘Eğitim’ (53.437 kişi) mezunları
bulunmaktadır. Bölgede mesleki ve teknik lise ve 2 yıl ve üzeri eğitime sahip
istihdam edilenlerin (304.160 kişi), %22,9’u ‘İş ve Yönetim’ mezunudur.
Tablo 2: TR3 Bölgesi’nde İşgücünün En Son Bitirilen Okuldan Mezun Olunan Bölüme
Göre Dağılımı (ISCEDF-13) - 2016 Yılı
EN SON BİTİRİLEN OKULDAN İŞGÜCÜ DURUMU
MEZUN OLUNAN BÖLÜM KODU
CİNSİYET İSTİHDAM İŞSİZ TOPLAM
(ISCEDF-13)
Erkek 23.978 935 24.913
Eğitim
Kadın 25.064 3.460 28.524
Erkek 1.350 0 1.350
Sanat
Kadın 4.490 304 4.794
Erkek 11.046 742 11.788
Beşeri Bilimler
Kadın 3.422 1.367 4.789
Erkek 2.656 672 3.328
Diller
Kadın 2.379 163 2.542
Erkek 11.452 309 11.761
Sosyal Bilimler ve Davranış Bilimleri
Kadın 3.986 1.427 5.413
Erkek 0 0 0
Gazetecilik ve Enformasyon
Kadın 137 167 304
Erkek 42.389 2.946 45.335
İş ve Yönetim
Kadın 27.194 5.556 32.750
Erkek 2.893 0 2.893
Hukuk
Kadın 1.921 165 2.086
Erkek 1.229 433 1.662
Biyoloji, Çevre ve İlgili Birimler
Kadın 1.307 118 1.425
Erkek 1.584 267 1.851
Fiziki Bilimler
Kadın 1.196 0 1.196
Erkek 2.009 0 2.009
Matematik ve İstatistik
Kadın 525 0 525
Erkek 4.784 220 5.004
Bilişim ve İletişim Teknolojileri
Kadın 1.558 926 2.484
Erkek 43.322 3.154 46.476
Mühendislik ve Mühendislik İşleri
Kadın 2.535 143 2.678
Erkek 6.590 261 6.851
İmalat ve İşleme
Kadın 8.269 648 8.917
Erkek 9.432 0 9.432
Mimarlık ve İnşaat
Kadın 2.304 784 3.088
Erkek 3.736 112 3.848
Tarım, Ormancılık ve Balıkçılık
Kadın 1.065 396 1.461
38 ÇAĞLAR-KUMAŞ

Tablo 2: TR3 Bölgesi’nde İşgücünün En Son Bitirilen Okuldan Mezun Olunan Bölüme
Göre Dağılımı (ISCEDF-13) - 2016 Yılı (Devamı)
EN SON BİTİRİLEN OKULDAN İŞGÜCÜ DURUMU
MEZUN OLUNAN BÖLÜM KODU
CİNSİYET İSTİHDAM İŞSİZ TOPLAM
(ISCEDF-13)
Erkek 1.602 122 1.724
Veterinerlik
Kadın 1.090 0 1.090
Erkek 5.556 204 5.760
Sağlık
Kadın 12.556 1.503 14.059
Erkek 134 0 134
Refah (Sosyal Hizmetler)
Kadın 5.244 465 5.709
Erkek 9.746 290 10.036
Kişisel Hizmetler
Kadın 4.988 1.030 6.018
Erkek 2.204 438 2.642
İş Sağlığı ve Ulaştırma Hizmetleri
Kadın 0 0 0
Erkek 4.775 191 4.966
Güvenlik Hizmetleri
Kadın 460 0 460
Erkek 192.467 11.296 203.763
TOPLAM Kadın 111.690 18.622 130.312
Toplam 304.157 29.918 334.075

Bölgedeki mesleki ve teknik lise ve 2 yıl ve üzeri eğitime sahip olanların


%61’i erkek; %39’u kadındır ve aynı gruptaki işsizlerin %37,8’i erkek;
%62,2’si kadındır. ‘Gazetecilik ve Enformasyon’ mezunu (%54,9),
‘Bilişim ve İletişim Teknolojileri’ mezunu (%37,3) ve ‘Beşeri Bilimler’
mezunu (%28,5) kadınlar, en yüksek işsizlik oranlarını oluşturmaktadır.
Benzer durum, erkekler için mezun olunan bölüm açısından farklılık
göstermektedir. ‘Biyoloji, Çevre ve İlgili Birimleri’nden mezun erkeklerin
%26,1’i; ‘Filoloji’ mezunu erkeklerin %20,2’si ve ‘İş Sağlığı ve Ulaştırma
Hizmetleri’ mezunu erkeklerin %16,6’sı işsizdir. Tüm veriler, TR32
Bölgesi’nde eğitim-iş uyumsuzluğuna (eksik istihdam) örnek oluşturmaktadır.
1.2. İstihdamın Sektörlere ve Mesleklere Göre Görünümü
TR32 Bölgesi’nde dünya, Türkiye ve Ege Bölgesi’ne benzer biçimde
istihdamın en çok olduğu sektör, hizmet sektörüdür. Bununla birlikte, TR32
Bölgesi’nde tarım sektörünün istihdamdaki ağırlığı (%28,4), Türkiye (%19,4)
ve Ege Bölgesi’ne (%23,4) göre göreceli de olsa daha belirgindir. İstihdamdaki
kadınların Türkiye’de %14,9’u; Ege Bölgesi’nde %17,1’i ve TR 32 Bölgesi’nde
%14,2’si sanayi sektöründedir ve kadın istihdamının en düşük olduğu sektör,
inşaat sektöründen (bu noktada, kadına yönelik çalıştırma yasaklarının da
dikkate alınması gerekmektedir) sonra sanayi sektörüdür. Kadın istihdamının
kendi içindeki dağılımına göre; sanayi sektörü içinde kadın istihdamının payı
Tr32 Bölgesi’nin İşgücü Piyasası Özellikleri: Türkiye ve Ege Bölgesi Karşılaştırmalı Bir Analiz 39

Türkiye’de (%23,4); Ege Bölgesi’nde (%26,7) ve TR32 Bölgesi’nde %30,8’dir.


Bu durum, bölgenin kadın işlerini temsil eden tarım işleri ve tekstil (Denizli
ağırlıklı olmak üzere) sektörü ile açıklanabilir. Diğer yandan, TR32
Bölgesi’ndeki kadın istihdamı (%35,2), ülke (%30,6) ve Ege Bölgesi’nin
(%33,3) üzerindedir. Dolayısıyla tarımdaki hızlı çözülme dikkate alındığında,
kadın istihdamının hizmet sektöründe yığılacağı ve bu durumun kadın işsizliği
ve düşük ücretli kadın istihdamı sorununu da beraberinde getireceği ifade
edilebilir (Tablo 3).
Tablo 3: İstihdamın Sektörel Dağılımı (NACE Rev.2) - 2016 Yılı
ALAN CİNSİYET TARIM SANAYİ İNŞAAT HİZMET TOPLAM
Erkek 172.512 127.367 77.908 360.684 738.471
Kadın 151.547 56.743 1.695 190.297 400.282
TR32
324.059 184.110 79.603 550.981
Toplam 1.138.753
(%28,4) (%16,1) (%6,9) (%48,3)
Erkek 476.111 605.410 247.259 1.255.766 2.584.546
TR3 Ege Kadın 418.074 220.711 7.985 644.842 1.291.612
Bölgesi 894.185 826.121 255.244 1.900.608
Toplam 3.876.158
(%23,0) (%21,3) (%6,5) (%49)
Erkek 2.920.259 4.057.550 1.903.796 10.011.257 18.892.862
Kadın 2.384.318 1.238.568 83.481 4.605.933 8.312.300
Türkiye
5.304.577 5.296.118 1.987.277 14.617.190
Toplam 27.205.162
(%19,4) (%19,4) (%7,3) (%53,7)

TÜİK HİAMVS NACE Rev.2-Altılı Ekonomik Faaliyet Sınıflaması (2016)


22 Düzey 1’e göre istihdamın en çok olduğu ana faaliyet, ‘Tarım, Ormancılık ve
Balıkçılık’tır (Tablo 3). İstihdamın en çok olduğu 2. sıradaki ana faaliyet tüm
alanlar için ‘İmalat’tır. İmalat sektörünün istihdamdaki payı Türkiye’deki için
%18,1; Ege Bölgesi için %19,4; TR32 Bölgesi için %14,9’dur. 3. sırada yer
alan ana faaliyet tüm alanlarda Türkiye’de %13,8; Ege Bölgesi’nde %13 ve
TR32 Bölgesi’nde %13,1 olmak üzere ‘Toptan ve Perakende Ticaret; Motorlu
Kara Taşıtlarının ve Motosikletlerin Onarımı’dır.
NACE Rev.2-Altılı Ekonomik Faaliyet Sınıflaması (2016) 22 Düzey 1’e
göre cinsiyet açısından en çok istihdamın olduğu alt-sektörler incelendiğinde;
kadınların en çok istihdam edildiği ana faaliyetin Türkiye’de %28,7; Ege
Bölgesi’nde %32,4; TR32 Bölgesi’nde %37,9 ile ‘Tarım, Ormancılık ve
Balıkçıklık’ ana faaliyeti; erkeklerin ise Türkiye’de %19,6 ve Ege Bölgesi’nde
%21 olmak üzere ‘İmalat’ ana faaliyeti olduğu görülmüştür. Söz konusu
erkekler için TR32 Bölgesi’nde %23,4 ile ‘Tarım, Ormancılık ve Balıkçılık’
olarak bulunmuştur.
40 ÇAĞLAR-KUMAŞ

TÜİK HİAMVS NACE Rev.2-Altılı Ekonomik Faaliyet Sınıflaması’na


(2016) göre tarım sektöründe istihdamın en çok olduğu alt-sektör ülke (%95,5),
Ege Bölgesi (%98,4) ve TR32 Bölgesi için (%98,2) ile ‘Bitkisel ve Hayvansal
Üretim ile Avcılık ve İlgili Hizmet Faaliyetleri’dir. Sanayi sektöründe
istihdamın en çok olduğu alt-sektör Türkiye’de ’Giyim Eşyalarının İmalatı’
(%16,4); Ege Bölgesi’nde ‘Gıda Ürünlerinin İmalatı’ (%14,3) ve TR32
Bölgesi’nde ‘Tekstil Ürünlerinin İmalatı’(%31)’dır. İnşaat sektöründe
istihdamın en çok olduğu alt-sektör, tüm alanlarda yaklaşık yarısı olmak üzere
‘Bina İmalatı’dır. Hizmet sektöründe ise tüm alanlar için istihdamın en çok
olduğu alt-sektör, ülke için %17; Ege Bölgesi için %18,2 ve TR32 Bölgesi için
%19,1 ile ‘Perakende Ticaret (Motorlu Kara Taşıtları ve Motosikletler
Hariç)’tir.
Tr32 Bölgesi’nin İşgücü Piyasası Özellikleri: Türkiye ve Ege Bölgesi Karşılaştırmalı Bir Analiz 41

Tablo 4. İstihdamın Alt Faaliyet/Sektöre Göre Dağılımı (NACE Rev.2) - 2016 Yılı
42

Tablo 4. İstihdamın Alt Faaliyet/Sektöre Göre Dağılımı (NACE Rev.2) - 2016 Yılı (Devamı)
ÇAĞLAR-KUMAŞ
Tr32 Bölgesi’nin İşgücü Piyasası Özellikleri: Türkiye ve Ege Bölgesi Karşılaştırmalı Bir Analiz 43

Türkiye’de istihdamın en çok olduğu meslekler sırasıyla ‘Hizmet ve Satış


Elemanları’ (%18,9); ‘Nitelik Gerektirmeyen İş Çalışanları’ (%15,3) ve
‘Nitelikli Tarım, Ormancılık ve Su Ürünleri Çalışanları (%14,9)’dır. Ege
Bölgesi’nde istihdamın en çok olduğu meslekler %21,9 ile ‘Nitelik
Gerektirmeyen İş Çalışanları’, %17,1 ile ‘Hizmet ve Satış Elemanları’ ve
%14,1 ile ‘Nitelikli Tarım, Ormancılık ve Su Ürünleri Çalışanları’dır.
İstihdamın en çok olduğu meslek çalışanlarının dağılımı TR32 Bölgesi için
incelendiğinde, bölgenin Türkiye ve Ege Bölgesi’ne benzer bir yapı sergilediği
görülmüştür. Bölgede ‘Nitelikli Tarım, Ormancılık ve Su Ürünleri Çalışanları’
(%25,3); ‘Hizmet ve Satış Elemanları’ (%18,1); ‘Sanatkarlar ve İlgili İş
Çalışanları’ (%12) ve ‘Nitelik Gerektirmeyen İşlerde Çalışanlar’ (%11,5) en
çok istihdam edilen meslek grubunda yer almaktadır. TR32 Bölgesi’nde en
düşük istihdam edilen meslek grupları, ‘Yöneticiler’ (%4,6) ve ‘Teknisyenler,
Teknikerler ve Yardımcı Profesyonel Meslek Mensupları’dır (%4,7) (Tablo 5).
TR32 Bölgesi’nde Türkiye (%15,2) ve Ege Bölgesi’ne göre (%21,9) ‘Nitelik
Gerektirmeyen İşlerde Çalışan’ oranı daha düşüktür.
Meslek ve istihdamın dağılımı ilişkisine göre, tüm alanlarda erkeklerin
istihdamın en düşük olduğu meslek çalışanları, ‘Teknisyenler, Teknikerler ve
Yardımcı Profesyonel Meslek Mensupları’dır. (Türkiye’de %6; Ege Bölgesi’nde
%5,2; TR32 Bölgesi’nde %4,7). Erkeklerde istihdamının en çok olduğu meslek
grubu, Türkiye (%18,7) ve Ege Bölgesi’nde (%17) ‘Hizmet ve Satış Elemanları’
iken, TR32 Bölgesi’nde (%20,8) ‘Nitelikli Tarım, Ormancılık ve Su Ürünleri
Çalışanları’dır.
44
Tablo 5: İstihdamın Mesleklere Göre Dağılımı (ISCO-08) - 2016 Yılı
ÇAĞLAR-KUMAŞ
Tr32 Bölgesi’nin İşgücü Piyasası Özellikleri: Türkiye ve Ege Bölgesi Karşılaştırmalı Bir Analiz 45

Tüm alanlarda en düşük kadın istihdamının olduğu meslek grubu,


toplumsal cinsiyetçi bakış açısını pekiştirecek biçimde ‘Yöneticiler’dir
(Türkiye’de %2,5; Ege Bölgesi’nde %2,6; TR32 Bölgesi’nde %1,6). Kadınların
en çok istihdam edildiği meslek grubu, Türkiye %20,6 ve Ege Bölgesi’nde
%31,8 ile ‘Nitelik Gerektirmeyen İş Çalışanları’ iken, TR32 Bölgesi’nde
‘Nitelikli Tarım, Ormancılık ve Su Ürünleri Çalışanları’dır (%33,8). TÜİK
HİAMVS, kadınların Tabakalı İşgücü Piyasası Teorisi’ne göre dışsal piyasada
(çevre işgücü) yer alan mesleklerde yoğunlaştığını göstermektedir. TR32
Bölgesi, her iki cinsiyet içinde tarım sektörüne özgü meslek ağırlıklı bir
görünüme sahiptir.
2. TR32 Bölgesi’nde Türkiye ve Ege Bölgesi Karşılaştırmalı İstihdam
Koşulları
2.1. İşyerinin Durumu ve İstihdamın İşyeri Ölçeğine Göre Dağılımı
Tüm alanlarda özel sektörün istihdam içindeki payı, kamu sektörüne göre
çok daha yüksektir. Toplam istihdam içinde özel sektörün payı, Türkiye’de
%85,7, Ege Bölgesi’nde %86,7 ve TR32 Bölgesi’nde %86,3’tür. Kamu
sektörünün toplam istihdam içindeki payı ise alan sırasıyla, %12,9, %11,9 ve
%11,8’dir (Tablo 6).
Tablo 6: İşyerinin Statüsü/Sektörü – 2016 Yılı
İŞYERİNİN STATÜSÜ ÖZEL KAMU DIĞER• TOPLAM
Erkek 645.303 85.893 7.276 738.472
TR32 Kadın 337.224 48.544 14.514 400.282
Toplam 982.527 134.437 21.790 1.138.754
Erkek 2.275.503 287.742 21.301 2.584.546
TR3 Ege
Kadın 1.079.921 174.212 37.479 1.291.612
Bölgesi
Toplam 3.355.424 461.954 58.780 3.876.158
Erkek 16.495.874 2.306.091 90.896 18.892.861
Türkiye Kadın 6.818.105 1.204.726 289.468 8.312.299
Toplam 23.313.979 3.510.817 380.364 27.205.160
• Vakıf, dernek, kooperatif, siyasi parti, sivil toplum kuruluşu, uluslararası örgüt,
elçilik vb.’ni ifade etmektedir
TR32 Bölgesi’nde özel sektörde çalışan kadınların oranı (%34,3), Türkiye
(%29,2) ve Ege Bölgesi’nin (%32,2) üzerindedir. Diğer yandan bölgede kamu
sektöründe çalışan kadınların oranı %36,1 ile Türkiye’den (%34,3) daha yüksek
ancak Ege Bölgesi’nden (%37,7) daha düşüktür (Tablo 6).
Tabakalı İşgücü Piyasası Teorisi’ne göre; işgücü piyasasında bir ‘İş’
düzenli bir işyerinde ve sürekli biçimde yapılıyor ve işgücü piyasasındaki
46 ÇAĞLAR-KUMAŞ

yüksek ücretli sektörde ise ‘İyi’ işin özelliklerini barındırıyordur 8. Bu bağlamda


TR32 Bölgesi işgücü piyasasında ‘İş’lerin özellikleri düzenlilik, süreklilik,
kayıtlılık, çalışma biçimi ve çalışma zamanı, esas işten geçen ay elde edilen net
nakdi gelir koşulları ile analiz edilmiştir. ‘İyi İş’ özelliklerinden biri olan
‘Düzenli İşyeri’nde çalışmaya yönelik bilgiler TÜİK HİAMVS’de sadece özel
sektör için verilmektedir. Veri setine göre, Türkiye’de özel sektörde istihdamın
%67,7’si düzenli bir işyerinde gerçekleşirken, söz konusu oran Ege Bölgesi’nde
(%63,9)’dir. TR32 Bölgesi’nde ise düzenli bir işyerinde çalışma oranı (%57,9)
her iki alana göre daha düşüktür (Tablo 7). Ayrıca, TR32 Bölgesi’nde ‘İyi İşin’
tersi biçimde tarla, bahçede istihdam oranı (%31,6), Ege Bölgesi (%25,6) ve
Türkiye’ye göre daha yüksektir (%22,2).
Düzenli bir işyerinde istihdam durumunda da kadının dezavantajlı konumu
dikkat çekmektedir: Düzenli bir işyerinde çalışan kadınların oranının
Türkiye’de %24,4, Ege Bölgesi’nde %27,3 ve TR32 Bölgesi’nde %28,7’dir.
Tarla, bahçede istihdam edilen kadınların oranı ise Türkiye’de %45,4, Ege
Bölgesi’nde %47,6 ve TR32 Bölgesi’nde %48,1’dir. Eğreti istihdamı ve çalışan
yoksulluğu içeren evde çalışmada da her üç alanda da kadınların ağırlığı dikkat
çekmektedir (her üç alan için kadınların payı yaklaşık %90’dır). Yine, eğreti
istihdamı ifade eden pazar yerinde çalışmada kadınların oranı Türkiye’de
%17,4, Ege Bölgesi’nde %23,5 ve TR32 Bölgesi’nde %24,9’lük bir pay almıştır
(Tablo 7).
Aynı zamanda, Türkiye’de kadınların %56,5’i, erkeklerin %72,3’ü düzenli
işyerinde çalışmaktadır. Kadınlar içinde düzenli bir işyerinde çalışma oranı Ege
Bölgesi’nde %54,3; TR32 Bölgesi’nde %48,4’tür (erkekler için bu oranlar alan
sırasıyla %68,5 ve %62,9’dur).
TR32 Bölgesi’nde kadınların işyerindeki istihdam durumlarında en yüksek
oranları, düzenli bir işyerinde (%48,4) çalışma ile tarla ve bahçede çalışma
(%44,2) oluşturmuştur. Söz konusu bu oranlar hem Türkiye hem de Ege
Bölgesi’nden yüksektir. Bu durum, kadınların tabakalı bir yapıda istihdam
edildiğinin, kayıtlılık ve iş güvencesi bakımından ciddi sorunlar yaşadıklarının
göstergesidir.

8
Daha detaylı bilgi için bakınız, Doerınger, Peter B.ve Michael J. Piore (Jay 1970), Internal
Labor Markets and Manpower Analysis, USA Department of Labor: Erıc.
Tr32 Bölgesi’nin İşgücü Piyasası Özellikleri: Türkiye ve Ege Bölgesi Karşılaştırmalı Bir Analiz 47
Tablo 7: Özel Sektör İçin İşyerinin Durumu- 2016 Yılı
48 ÇAĞLAR-KUMAŞ

Türkiye’de düzenli bir işyerinde çalışanların %3,6’sı TR32 Bölgesi’ndedir.


Ayrıca, toplam istihdamın %2,6’sı TR32 Bölgesi’ndeki düzenli çalışanlardan
oluşmaktadır. Her alanın kendi içindeki düzenli işyerinde istihdam oranları
incelendiğinde, düzenli bir işyerinde istihdamın en düşük olduğu bölgenin
%26,1 ile TRA2 (Kars, Ağrı, Iğdır ve Ardahan) Bölgesi, en yüksek olduğu
bölgenin ise %89,6 ile TR10 (İstanbul) Bölgesi olduğu görülmektedir. TR32
Bölgesi, 26 Bölge içinde düzenli bir işyerinde istihdamın en çok olduğu alanlar
sıralamasında %57,9 ile 13. sıradadır.
SGK’nın 2016 ‘5510 Sayılı Kanunun 4-1/a Maddesi Kapsamındaki
İşyerlerinin Faaliyet Grubu ve İşyeri Büyüklüğü’ verilerine göre; Türkiye’de
10’dan az çalışanın olduğu mikro ölçekli işyerinin payı %86; 50’den az
çalışanın olduğu küçük ölçekli işletme payı yaklaşık %12; 250’den az çalışanı
olan orta ölçekli işletme payı %1,8 ve 250’den fazla çalışanı olan büyük ölçekli
işletme payı ise %0,26’dır (SGK, 2016). Dolayısıyla işgücü piyasasında talep
yönlü bu durum, arzın dağılımına da yansıyacaktır. TÜİK HİAMVS’ye göre de
Türkiye’de istihdamın %55,3’ü; Ege Bölgesi’nde %59,1’i ve TR32 Bölgesi’nde
%66,1’i 10 ve daha az kişinin çalıştığı mikro işyerlerinde gerçekleşmektedir
(Tablo 8). İşyeri ölçeği büyüdükçe, Türkiye ve TR32’de kadın çalışan oranları
giderek düşmektedir. Türkiye’de 10 veya daha az çalışanı olan işyerlerinde
çalışan kadınların oranı %31,9, 50 veya daha fazla kişinin çalıştığı işyerlerinde
çalışan kadınların oranı %27,9’tur. TR32’de ise 10 veya daha az çalışanı olan
işyerlerinde çalışan kadınların oranı %36,5, 50 veya daha fazla kişinin çalıştığı
işyerlerinde çalışan kadınların oranı %30,2’dir. Diğer yandan, her üç alanda da
kadın ve erkeklerin yarısından fazlası 10 ve daha az kişinin çalıştığı işyerlerinde
çalışmaktadır (Tablo 8).
26 Bölge içinde (kendi içindeki dağılımları), mikro işletmelerde istihdamın
en yüksek olduğu bölge, TRA2 (Kars, Ağrı, Iğdır ve Ardahan-%81); en düşük
olduğu bölge TR51 (Ankara-%40,4)’dır. TR32 Bölgesi ise mikro işletmelerde
istihdamın en yüksek olduğu bölgeler sıralamasında 8. sıradadır.
Tr32 Bölgesi’nin İşgücü Piyasası Özellikleri: Türkiye ve Ege Bölgesi Karşılaştırmalı Bir Analiz 49

Tablo 8: Çalışılan İşyeri/İşletme Ölçeği – 2016 Yılı


50 VEYA BİLMİYOR,
10 VE
DAHA FAKAT
ÇALIŞAN SAYISI DAHA AZ 11-19 KIŞI 20-49 KİŞİ TOPLAM
FAZLA 10'DAN
KIŞI
KİŞİ FAZLA KİŞİ
Erkek 477.802 37.299 85.417 137.954 - 738.472
TR32 Kadın 274.599 19.701 46.318 59.665 - 400.283
Toplam 752.401 57.000 131.735 197.619 - 1.138.755
Erkek 1.493.771 129.917 338.293 622.361 205 2.584.547
TR3 Ege
Kadın 796.825 63.168 173.356 258.049 214 1.291.612
Bölgesi
Toplam 2.290.596 193.085 511.649 880.410 419 3.876.159
Erkek 10.237.649 1.064.945 2.617.805 4.946.438 26.025 18.892.862
Türkiye Kadın 4.798.561 464.602 1.130.785 1.911.570 6.780 8.312.298
Toplam 15.036.210 1.529.547 3.748.590 6.858.008 32.805 27.205.160

Türkiye’de tam zamanlı bir işte istihdam edilenlerin %4,2’si TR32


Bölgesi’nde yer almaktadır. Ayrıca, Türkiye’de istihdam edilenlerin %3,8’i
TR32 Bölgesi’nde ve tam zamanlı bir işte çalışmaktadır. Her Bölgenin (26
Bölge) kendi içindeki tam zamanlı istihdam oranları incelendiğinde, tam
zamanlı istihdam edilenlerin en düşük olduğu bölgenin %61,3 ile TRA2 (Kars,
Ağrı, Iğdır ve Ardahan) Bölgesi, en yüksek olduğu bölgenin ise %97 ile TR33
(Manisa, Afyonkarahisar, Kütahya ve Uşak) Bölgesi olduğu sonucuna
ulaşılmıştır.
2.2. İstihdamın Çalışma Süresi, İş’in Sürekliği, Kayıtlı Çalışma ve
Gelir Durumlarına Göre Görünümü
Çalışma süresi, işte kalma, kariyerde ilerleme, kayıtlılık ve ücret düzeyi
açısından istihdam koşullarını doğrudan etkileyebilen bir koşuldur. TR32’deki
toplam istihdamın %90,6’sı tam zamanlı bir işte gerçekleşmektedir (1.138.754
kişi). Bölgelerin kendi içindeki tam zamanlı istihdam oranına göre TR32
Bölgesi, 26 Bölge arasında 9. sıradadır (TR32 Bölgesi 9. sırayı, TRC2-
Diyarbakır, Şanlıurfa ile paylaşmaktadır). Türkiye’de yarı zamanlı bir işte
çalışanların %3,8’i TR32 Bölgesi’ndedir. Ayrıca, Türkiye’de istihdam
edilenlerin %0,4’ü TR32 Bölgesi’nde yarı zamanlı bir işte çalışmaktadır (Tablo
9).
50 ÇAĞLAR-KUMAŞ

Tablo 9: İşteki Çalışma Biçimi - 2016 Yılı

ÇALIŞMA ŞEKLİ TAM ZAMANLI YARI ZAMANLI TOPLAM


Erkek 686.985 51.487 738.472
TR32 Kadın 344.606 55.676 400.282
Toplam 1.031.591 107.163 1.138.754
Erkek 2.427.707 156.839 2.584.546
TR3 Ege
Kadın 1.116.712 174.900 1.291.612
Bölgesi
Toplam 3.544.419 331.739 3.876.158
Erkek 17.671.524 1.221.338 18.892.862
Türkiye Kadın 6.726.895 1.585.404 8.312.299
Toplam 24.398.419 2.806.742 27.205.161

26 Bölge içinde, yarı zamanlı istihdam edilenlerin en düşük olduğu bölge,


%3 ile TR33 (Manisa, Afyonkarahisar, Kütahya ve Uşak) Bölgesi, en yüksek
olduğu bölge ise %38,7 ile TRA2 (Kars, Ağrı, Iğdır ve Ardahan) Bölgesi’dir.
TR32’deki toplam istihdamın %9,4’ü yarı zamanlı bir işte gerçekleşmektedir
(1.138.754 kişi). TR32 Bölgesi, yarı zamanlı bir işte istihdam oranı
sıralamasında 26 Bölge içinde (kendi içindeki dağılımları) 17. sıradadır (TR32
Bölgesi 17. sırayı, TRC2- Diyarbakır, Şanlıurfa ile paylaşmaktadır).
Toplam istihdam içinde tam zamanlı istihdam edilenlerin %89,7’si
Türkiye’de; %91,4’ü Ege Bölgesi’nde ve %90,6’sı TR32 Bölgesi’nde yer
almaktadır (Tablo 9). Her üç alanda da erkeklerin yaklaşık %93’ü tam zamanlı
çalışırken, Türkiye’de kadınların %80,9’u, Ege Bölgesi ve TR32 Bölgesi’nde
yaklaşık %86’sı tam zamanlı bir işte çalışmaktadır. Türkiye, Ege Bölgesi ve
TR32 Bölgesi’nde tam zamanlı çalışanların yaklaşık üçte ikisi erkek, yarı
zamanlı çalışanların ise yarısından fazlası kadındır. Söz konusu veriler yarı
zamanlı çalışmanın diğer bir ifade ile esnek çalışmanın kadınlar arasında daha
yaygın olduğunu göstermektedir.
Tablo 10:Ücretli, Maaşlı ve Yevmiyeli Çalışanlar İçin İşin Süreklilik Durumu - 2016 Yılı

SÜREKLİLİK SÜREKLI GEÇICI TOPLAM


Erkek 369.798 72.375 442.173
TR32 Kadın 184.630 35.992 220.622
Toplam 554.428 108.367 662.795
Erkek 1.466.481 227.854 1.694.335
TR3 Ege Bölgesi Kadın 673.538 98.025 771.563
Toplam 2.140.019 325.879 2.465.898
Erkek 11.292.723 1.808.436 13.101.159
Türkiye Kadın 4.647.841 628.131 5.275.972
Toplam 15.940.564 2.436.567 18.377.131
Tr32 Bölgesi’nin İşgücü Piyasası Özellikleri: Türkiye ve Ege Bölgesi Karşılaştırmalı Bir Analiz 51

‘İyi İş’in diğer özelliklerinden biri, işin süreklilik durumudur. Diğer bir
ifade ile ‘İş’ sürekli ise birey için iş güvencesi, kariyerde ilerleme ve yüksek
ücret alma olasılığı vardır. TÜİK HİAMVS’de “Bu işinizin süreklilik durumu
nedir?” sorusu sadece ücretli, maaşlı veya yevmiyeli çalışanlar için
sorulmaktadır. Dolayısıyla, işin süreklilik durumu ile ilgili veriler ücretli, maaşlı
veya yevmiyelileri kapsamaktadır. Türkiye’de sürekli bir işte çalışanların,
%3,5’i TR32 Bölgesi’ndedir. Toplam istihdam edilenlerin %3’ü TR32
Bölgesi’nde sürekli bir işte çalışmaktadır.
26 Bölge içinde (kendi içindeki dağılımlarına göre) sürekli istihdamın en
düşük olduğu bölge %51,1 ile TRA2 (Kars, Ağrı, Iğdır ve Ardahan) Bölgesi, en
yüksek olduğu bölge ise %94,4 ile TR10 (İstanbul) Bölgesi’dir. Ücretli, maaşlı
veya yevmiyeli çalışanların Türkiye’de %86,7’si, Ege Bölgesi’nde %86,8’i ve
TR32’de %83,6’sı sürekli bir işte çalışmaktadır (Tablo 10). TR32 Bölgesi,
sürekli bir işte istihdam edilmenin en yüksek olduğu bölgeler içinde 17.
sıradadır.
Her üç alanda ve ücretli, maaşlı veya yevmiyeli istihdam edilen hem erkek
hem de kadınlar benzer oranlarla sürekli bir işte çalışmaktadır. Türkiye’de
sürekli işlerde çalışan ücretli, maaşlı veya yevmiyelilerin %29,2’si kadın,
%70,8’i erkektir. Bu oranlar Ege Bölgesi’nde %31,5 ve %68,5, TR32
Bölgesi’nde %33,3 ve %66,7 olarak gerçekleşmiştir. Geçici çalışan ücretli,
maaşlı veya yevmiyeliler içinde kadın ve erkek çalışanların Türkiye, Ege
Bölgesi ve TR32 Bölgesi’ndeki oranları sırasıyla, %25,8 ve %74,2; %30,1 ve
69,9; %33,2 ve %66,8’dir.
Tablo 11: Sosyal Güvenlik Kurumuna Kayıtlılık Durumu - 2016 Yılı
KAYITLI
KAYITLILIK DURUMU KAYITLI TOPLAM
DEĞİL
Erkek 522.630 215.842 738.472
TR32 Kadın 215.707 184.575 400.282
Toplam 738.337 400.417 1.138.754
Erkek 1.886.268 698.278 2.584.546
TR3 Ege
Kadın 716.078 575.534 1.291.612
Bölgesi
Toplam 2.602.346 1.273.812 3.876.158
Erkek 13.460.847 5.432.014 18.892.861
Türkiye Kadın 4.633.772 3.678.527 8.312.299
Toplam 18.094.619 9.110.541 27.205.160

Tabakalı İşgücü Piyasası Teorisi’ne ‘İyi İş’ yaklaşımından yola çıkılarak


kayıtlı bir işte istihdam durumu (iş güvencesi, sendikalılık vb. koşulları
52 ÇAĞLAR-KUMAŞ

sağlamasından dolayı) analiz edildiğinde cinsiyetin, kayıtlı bir istihdamı


belirleyen (sosyal güvenlikten dışlanma) bir özellik olduğu görülmüştür.
Örneğin; Denizli’de tüm sigortalılık durumlarında kadın sigortalıların sayısı,
erkek sigortalıların gerisindedir (Durusoy Öztepe, 2017:179-180): 2016 yılı
itibari ile ‘5510 Sayılı Kanunun 4. Maddesi Kapsamındaki Zorunlu
Sigortalıların Cinsiyet ve İllere Göre Dağılımı’ incelendiğinde kadın
sigortalıların payının %32,8, erkek sigortalıların payının ise %67,2 olduğu
bulgusuna ulaşılmıştır (SGK, 2016). TÜİK HİAMVS’ye göre Türkiye, Ege
Bölgesi ve TR32 Bölgesi’nde erkek çalışanların üçte ikisi kayıtlı, kadınların ise
yaklaşık yarısı kayıtlı istihdam edilmektedir. Kayıtlı istihdam edilenler içinde
erkeklerin oranı her üç alanda da %70’in üzerindedir. En düşük oran %70,8 ile
TR32 Bölgesi’nde gözlenmektedir. Diğer yandan kayıtlı istihdam
edilmeyenlerin cinsiyete göre dağılımında, erkeklerin daha fazla dezavantajlı
olduğu gözlenmektedir. Ancak, söz konusu verinin toplam istihdam içinde
erkek istihdamı ile analiz edilmesi gerekmektedir: Çünkü toplam istihdamın
%69,4’ü erkektir. Kayıt dışı çalışanlar içinde erkeklerin oranı Türkiye’de
%59,6; Ege Bölgesi’nde %54,8 ve TR32 Bölgesi’nde %53,9’dur (Tablo 12).
Türkiye’deki kayıtlı istihdam edilenlerin %4,1’i TR32 Bölgesi’ndedir.
Türkiye’de istihdam edilenlerin %2,7’si TR32 Bölgesi’nde kayıtlı çalışanlardan
oluşmaktadır. 26 Bölge içinde (kendi içindeki dağılımlarına göre) kayıtlı
istihdamın en düşük olduğu bölge %31,5 ile TRA2 (Kars, Ağrı, Iğdır ve
Ardahan) Bölgesi, en yüksek olduğu bölge ise %82,2 ile TR51 (Ankara)
Bölgesi’dir. TR32 Bölgesi’nde kayıtlı istihdam oranı (%64,8) hem Türkiye’deki
(%66,5) ve hem de Ege Bölgesi’ndeki (%67,1) kayıtlı istihdam oranından daha
düşüktür (Tablo 11). 26 Bölge içinde en yüksek kayıtlı istihdam oranı
sıralamasında TR32 Bölgesi, 10. sırada yer almaktadır.
Tablo 12: Referans Haftası İçinde Esas İşte Haftalık Fiili Çalışma Süresi (Saat) - 2016
Yılı

SÜRE (SAAT) ERKEK KADIN TOPLAM


Sayı 715.660 386.335 1.101.995
TR32
Ortalama 47,18 42,25 45,45
Sayı 2.503.096 1.240.969 3.744.065
TR3 Ege Bölgesi
Ortalama 47,04 42,19 45,43
Sayı 18.083.574 7.933.094 26.016.669
Türkiye
Ortalama 48,34 40,46 45,94
Tr32 Bölgesi’nin İşgücü Piyasası Özellikleri: Türkiye ve Ege Bölgesi Karşılaştırmalı Bir Analiz 53

Günümüzde küresel anlamda esnek çalışma artış göstermiş olsa da, Türkiye
gibi gelişmekte olan ve türdeş olmayan işgücü piyasalarında tam zamanlı
çalışma, iş güvencesini, sürekli bir işi ve düzenli bir geliri ifade etmektedir.
TÜİK HİAMVS’de de referans haftası içinde esas işte haftalık fiili çalışma
süresi sorusu ile istihdamda olanların esas işteki çalışma süreleri
belirlenmektedir. Veri setinde istihdamda olup referans haftasında geçici olarak
işinin başında bulunmayanlar için bu soru “0” olarak kodlanmaktadır. Bu
nedenle, çalışma süresi “0” olanlar dışarıda bırakılarak Türkiye, Ege Bölgesi ve
TR32 Bölgesi için istihdamda olanların esas işteki haftalık çalışma süresinin
ortalaması hesaplanmıştır (Tablo 12). ‘Referans haftası içinde esas işte haftalık
fiili çalışma süresi’nin ortalaması Türkiye’de 45,94 saat, Ege Bölgesi’nde 45,43
saat ve TR32 Bölgesi’nde 45,45 saattir. Türkiye’de ‘Referans haftası içinde
esas işte haftalık fiili çalışma süresi’nin ortalamasının en fazla olduğu bölge,
56,04 saat ile TRC3 (Siirt, Mardin, Batman ve Şırnak) Bölgesi iken, haftalık
ortalama çalışma süresinin en düşük olduğu bölge 39,56 saat ile TRA2 (Kars,
Ağrı, Iğdır ve Ardahan) Bölgesi’dir. Haftalık ortalama çalışma süresi en yüksek
olan bölgeler arasında TR32 Bölgesi, 11. sıradadır.
TR32 ve Ege Bölgesi’nde istihdam edilen erkeklerin haftalık ortalama fiili
çalışma süreleri Türkiye’deki çalışanlara göre daha düşük iken, bu durumun
kadınlar için tam tersi olduğu gözlenmektedir. TR32 Bölgesi ve Ege
Bölgesi’nde istihdamdaki kadınlar, Türkiye ortalamasına göre daha fazla
çalışmaktadır. Diğer yandan, Ege Bölgesi ve TR32 Bölgesi’nde kadınlara göre
erkekler, esas işlerinde haftalık fiili olarak yaklaşık 5 saat daha fazla
çalışmaktadır.
İşgücü piyasasında yüksek ücretli işlerin olması hem ekonomik olarak
katma değer yaratan işler hem de işgücünün niteliği/verimliliği hakkında bilgi
verebilmektedir. Ayrıca ‘İyi İş’i tanımlayan en önemli özelliklerden biri, işin
yüksek ücret sağlamasıdır. Bu çalışmada da söz konusu durumları tespit etmek
amacı ‘ücret’ düzeyine yönelik analizler yapılmıştır.
Tablo 13: Geçen Ay İçinde Esas İşten Elde Edilen Toplam Net Nakdi Gelir (Dönemsel
Elde Edilen İkramiye, Prim vb. Gelirlerden Aya Düşen Miktar Dâhildir) - 2016 Yılı
GELİR (TL) ERKEK KADIN TOPLAM
Sayı 395.915 203.899 599.814
TR32
Ortalama 1.931,09 1.625,36 1.827,16
Sayı 1.544.450 711.861 2.256.311
TR3 Ege Bölgesi
Ortalama 1.962,79 1.822,84 1.918,64
Sayı 12.068.427 4.910.720 16.979.147
Türkiye
Ortalama 2.024,95 1.876,26 1.981,94
54 ÇAĞLAR-KUMAŞ

TÜİK HİAMVS’de ‘Geçen ay içinde esas işinizden elde ettiğiniz toplam


net nakdi gelir (Aylık ele geçen net gelire, dönemsel olarak elde edilen
ikramiye, prim vb. gelirlerden aya düşen miktar dahil edilmiştir’ sorusu ile
ücretli, maaşlı veya yevmiyelilerin esas işten elde ettikleri gelirleri
belirlenmektedir. Ancak, anket haftasında işe başlayanlar ve gelir beyan
etmeyenler için bu soru "0" olarak kodlanmaktadır. Dolayısıyla çalışmada gelir
bilgisi “0” olanlar dışarıda bırakılmıştır. ‘Esas işten elde edilen ortalama net
nakdi gelir’ Türkiye için 1.981,94 TL; Ege Bölgesi için 1.918,64 TL ve TR32
Bölgesi için 1.827,16 TL’dir.
Türkiye’de ‘Geçen ay içinde esas işten elde edilen ortalama net nakdi
gelirin en yüksek olduğu bölge’, 2.354,57 TL ile TR51 (Ankara) Bölgesi, en
düşük olduğu bölge 1.597,96 TL ile TRC2 (Diyarbakır ve Şanlıurfa)
Bölgesi’dir. Ücretli, maaşlı veya yevmiyeliler için ‘Geçen ay içinde esas işten
elde edilen ortalama net nakdi gelirin’ en çok olduğu bölgeler sıralamasında
TR32 Bölgesi, 26 Bölge içinde 16. sıradadır.
TÜİK HİAMVS’ye göre, ücretli, maaşlı veya yevmiyeli istihdam edilen
kadınların gelirleri, erkeklere göre daha düşüktür. TR32 Bölgesi’nde ücretli,
maaşlı veya yevmiyeli istihdam edilen tüm bireylerin ‘Geçen ay içinde esas
işlerinden elde ettikleri ortalama net nakdi gelirleri’ hem Türkiye ve hem de
Ege Bölgesi’ndekilere göre daha düşüktür. TÜİK verilerine göre işgücü
piyasasında cinsiyete dayalı ücret farklılıkları söz konusudur: Ücretli, maaşlı
veya yevmiyeli istihdam edilen erkekler, kadınlardan daha fazla ücret
almaktadır. Söz konusu fark Türkiye’de yaklaşık 150 TL, Ege Bölgesi’nde
yaklaşık 140 TL, TR32 Bölgesi’nde ise 300 TL’nin üzerinde bir miktara
karşılık gelmektedir. Veriler, ücretli, maaşlı veya yevmiyeli çalışan kadın ve
erkek arasında, işlerinden elde ettikleri net nakdi gelir açısından eşitsizlik
olduğunu göstermektedir.
Sonuç ve Değerlendirme
ILO ilkelerine göre 15-64 yaştan oluşan etkin nüfusun ülkede ve/veya
bölgedeki artış hızı, büyüklüğü, cinsiyete göre dağılımı ve işgücüne dahil
olmayanların payı işgücü piyasasının işleyişine yönelik öngörü
sağlayabilmektedir. Aynı zamanda, etkin nüfusun işgücüne katılma oranı,
istihdam oranı ve işsizlik oranı gibi genel göstergeleri ve istihdam koşulları
işgücü piyasasının yapısal özellikleri ve sorunları hakkında bilgi
verebilmektedir. Dolayısıyla çalışmanın amacına uygun biçimde TR32 Bölgesi
işgücü piyasası analizi, genel göstergeler ve istihdam koşulları üzerinden
yapılmıştır. TÜİK HİAMVS’den elde edilen sonuçlara göre;
Tr32 Bölgesi’nin İşgücü Piyasası Özellikleri: Türkiye ve Ege Bölgesi Karşılaştırmalı Bir Analiz 55

• TÜİK 2017 ADKNS verilerine göre TR32 Bölgesi’nde toplam nüfusun


içinde 65 yaş ve üzeri nüfusun %11,4’lük pay alması bölgenin ‘Çok
yaşlı’ nüfusa sahip olduğunu göstermektedir. Bu durum, üretken
nüfusun azalacağı, tüketici nüfusun artacağı anlamına gelmektedir.
• TR32 Bölgesi’nde 8 yıllık ilköğretimi de kapsayacak biçimde etkin
nüfusun, %52,2’si ilkokul/ilköğretim mezunudur. Ara eleman olan
işgücünün payı %7, beyaz yakalı olarak betimlenen nitelikli nüfusun
payı ise sadece (2 yıl ve üzeri yükseköğrenime sahip olanlar) %13,4’tür.
Üstelik eğitim düzeyi düşük kadınların payı, erkeklerden daha fazladır.
TR32 Bölgesi’nde (Ege Bölgesi ve Türkiye ile benzer biçimde) düşük
eğitim düzeyine sahip olanlara göre ara eleman ve beyaz yakalı olmak,
istihdamda ve işsiz olmada dezavantajlı bir konuma neden olmaktadır.
Söz konusu veriler, TR32 Bölgesi için demografik bir planlamaya;
teknolojik gelişmelere uygun Endüstri 4.0 (Nesnelerin İnterneti,
Hizmetlerin İnterneti, Siber-Fiziksel Sistemler’, hatta Endüstri 5.0’ın
(İşbirlikci Endüstri/Collaborative Industries) olumsuz etkilerini ortadan
kaldıracak beşeri sermaye yatırımlarının/eğitiminin (cinsiyet eşitlik ve
adaletini sağlayan) gerekliliğine dikkat çekmektedir.
 2004-2017 döneminde TR32 Bölgesi istihdam oranı, işgücüne katılım
oranı ve işsizlik oranı açısından Ege Bölgesi ve Türkiye’ye göre daha
iyi gelişmişlik göstergelerine sahiptir. TR32 Bölgesi’ndeki kadın
istihdamı (%35,2), ülke (%30,6) ve Ege Bölgesi’nin (%33,3)
üzerindedir. Ancak, ülke geneline benzer biçimde (2017 yılı - erkek
istihdam oranı %64,5; kadın istihdam oranı %28,9) bölgede de kadınlar,
erkeklere göre istihdam fırsatlarında dezavantajlı konumdadırlar. TR32
Bölgesi’ndeki bu tabakalı yapı işgücü piyasasında kadına yönelik
pozitif ayrımcılık (Anayasal eşitlik ilkesi gözetilerek) yapılmasını ve
kadınların da erkek işlerini (eril bakış açısı ile sınıflama yapıldığında)
yapabilecek nitelik ve beceriye kavuşturulmasını gerekli kılmaktadır.
 Küresel eğilime benzer biçimde TR32 Bölgesi’nde istihdamın yaklaşık
yarısı hizmet sektöründedir. Ancak bölgenin tarım ağırlıklı yapısı
(%28) sürmektedir (tarımdaki istihdam oranı ülke ortalamasının-%19,3
üzerindedir). Tarımdaki çözülme ve kırdan kente göç hareketliliği
birlikte değerlendirildiğinde, TR32 Bölgesi’nde ortaya çıkabilecek
yapısal işsizlik, kent işsizliği ve enformel istihdam ve enformel sektör
sorunlarının çözüm önerilerinin oluşturulması gerekmektedir.
 TR32 Bölgesi’nde istihdamın alt-sektör açısından dağılımında da tarım
ve hizmetler sektörünün yoğunluğu gözlenmektedir. Bölgede tarım,
sanayi, inşaat ve hizmet sektöründe istihdamın en çok olduğu alt-
sektörler, sırasıyla ‘Bitkisel ve Hayvansal Üretim ile Avcılık ve İlgili
Hizmet Faaliyetleri’, ‘Tekstil Ürünlerinin İmalatı’, ‘Bina İmalatı’ ve
‘Perakende Ticaret (Motorlu Kara Taşıtları ve Motosikletler Hariç)’tir.
56 ÇAĞLAR-KUMAŞ

 TR32 Bölgesi’nde özel sektördeki istihdamın %57,9’u düzenli bir


işyerinde, %31,6’sı tarla, bahçede gerçekleşmektedir. TR32
Bölgesi’nde düzenli bir işyerinde istihdam edilenlerin oranı Türkiye ve
Ege Bölgesi’ndekilere göre daha düşüktür. Düzenli işyerinde istihdam
edilenler içinde kadınların oranı ise TR32’de daha yüksektir. TR32
Bölgesi’ne ait veriler; işgücü piyasasının çalışılan işyeri durumu
açısından istihdam koşulları, iş güvencesi ve iş sağlığı ve güvenliği
konularında ciddi sorunlara sahip olduğunu göstermektedir. Çünkü
istihdamın yaklaşık %42’si tarla, bahçe; pazar yeri; seyyar veya sabit
olmayan işyeri ve evde (kendi veya başkasının evinde)
gerçekleşmektedir. Bu durum, beraberinde eğreti istihdam sorununu
getirmektedir.
 TR32 Bölgesi’ndeki istihdamın üçte ikisi 10 ve daha az kişinin çalıştığı
mikro işyerlerinde gerçekleşmektedir. TR32 Bölgesi’nde ülke geneline
benzer biçimde işyeri ölçeği büyüdükçe, kadın istihdam azalmaktadır.
 TR32 Bölgesi’ndeki toplam istihdamın %90,6’sı tam zamanlı bir işte
gerçekleşmektedir. Tüm alalarda istihdamda payları az olmalarına
rağmen, yarı zamanlı çalışanların yarısından fazlası kadındır.
 TR32 Bölgesi’nde ücretli, maaşlı veya yevmiyeli çalışanların %83,6’sı
sürekli bir işte çalışmaktadır. Sürekli işlerde çalışanların %33,3’ü kadın
ve %66,7’si erkektir. Bulgulara göre, sürekli yani iş güvencesi sağlayan
bir işte çalışma konusunda da kadınların dezavantajlı durumu ve
cinsiyete dayalı tabakalı işgücü piyasası yapısı sürmektedir.
 TR32 Bölgesi’nde kayıtlı istihdam oranı (%64,8) hem Türkiye’deki
(%66,5) ve hem de Ege Bölgesi’ndeki (%67,1) kayıtlı istihdam
oranından daha düşüktür. Her üç alanda da erkek çalışanların üçte ikisi
kayıtlı çalışırken, kadınların yaklaşık yarısı kayıtlı çalışmaktadır. Bölge
içim istihdamda tarımın göreceli ağırlığı ve mikro ölçekli işletme
yapısı, düşük kayıtlılık oranlarını açıklayabilir. Denizli özelinde ise
dokuma-tekstil sektöründe taşeron işçi ve ev eksenli çalışmanın ve
istihdamın tarım sektöründeki ağırlığının sürmesi kayıt dışılığının
nedenleri olarak ifade edilebilir.
 ‘Referans haftası içinde esas işte haftalık fiili çalışma süresi’nin
ortalaması TR32 Bölgesi’nde 45,45 saattir. TR32 Bölgesi’nde kadınlara
göre erkekler, esas işlerinde haftalık fiili olarak yaklaşık 5 saat daha
fazla çalışmaktadır. Bu durum, toplumsal cinsiyetçi bakışta, erkeğe evi
geçindiren ve hanehalkının geçimini üstlenen rolünün verilmesi ile
açıklanabilir.
 TR32 Bölgesi’nde ücretli, maaşlı veya yevmiyeli istihdam edilenlerin
‘Geçen ay içinde esas işlerinden elde edilen ortalama net nakdi
gelirleri’ 1.827,16 TL’dir. Söz konusu gelir, hem Türkiye ve hem de
Ege Bölgesi’ndekilere göre daha düşüktür. Esas işten elde edilen net
Tr32 Bölgesi’nin İşgücü Piyasası Özellikleri: Türkiye ve Ege Bölgesi Karşılaştırmalı Bir Analiz 57

nakdi gelir konusunda kadının dezavantajlı konumu sürmektedir:


Ücretli, maaşlı veya yevmiyeli istihdam edilen erkekler, kadınlardan
daha fazla ücret almaktadır. Söz konusu fark TR32 Bölgesi’nde 300
TL’nin üzerindedir.
Tüm veriler TR32 Bölgesi’nde hizmetler sektöründe istihdamın artacağını
dolayısıyla, tarım, sanayi ve inşaat sektörlerinden hizmet sektörüne kayışların
yapısal işsizlik, gizli işsizlik ve mevsimlik işsizlik sorunlarını ortaya
çıkaracağını işaret etmektedir. Ayrıca gerek yurt içi gerekse yurt dışı kaynaklı
göç (özellikle Suriyeli sığınmacı-geçici koruma kapsamında olanlar 9) bölgede
özellikle niteliksiz ve az nitelikli işgücü için işsizlik tehdidi oluşturabilecektir.
Bu bağlamda, sosyal politikacıların söz konusu tüm verileri dikkate alarak kısa,
orta ve uzun dönemli gerçekçi ve ulaşılabilir ekonomik, sosyal ve yasal önlem
ve hedefleri belirlemeleri gerekmektedir. Gelecekteki çalışmaların kent bazında
yapılması işgücü piyasası ile ilgili çözümlerin veya politikaların
oluşturulmasında ciddi katkı sağlayabilecektir. Ancak kente özgü analizlerin
yapılabilmesi için TÜİK İşgücü İstatistiklerinin güncel verilerle ve detaylı
biçimde kamuoyu ile paylaşılması gerekmektedir.
Kaynakça
DENİB. (2017). 2017 Yılı İhracat Raporu. [http://www.denib.gov.tr/tr/ihracat-ihracat-
rakamlari-aylik-raporlar.html] (Erişim: 13.04.2018).
Doerınger, P.B.ve Michael J. P. (Jay 1970). Internal Labor Markets and Manpower
Analysis. USA Department of Labor: Erıc.
Durusoy Öztepe, N. (2017). Denizli İşgücü Piyasasının Genel Görünümü ve Sosyal
Güvenlik. Denizli Kent Ekonomisi içinde. (Editörler: Nihal Yayla, Özcan Uzun,
Atalay Çağlar). 165-185, Denizli: Denizli Basımevi Matbaacılık San. Tic. Ltd.
Şti.
Göç İdaresi Başkanlığı, İstatistikler, Geçici Koruma, [http://www.goc.gov.tr/icerik6
/gecici-koruma_363_378_4713_icerik] (Erişim: 16.04.2018).
Güleç M. ve Tekbaş, Ö.F. (1997). Sağlık Perspektifinden Yaşlılık. Türkiye Klinik Tıp
Bilimleri. 17(6), 369-378.
Köroğlu, T. ve Köroğlu B. (2004). Türkiye’de İmalat Sanayinin Mekansal
Organizasyonun Tarihsel Değişim Sürecinde Bölge-Kentlerin Değişen Rolü, 8
Kasım Dünya Şehircilik Günü 28. Kolokyumu, ODTÜ-Ankara,
[https://www.researchgate.net/profile/Tunga_Koeroglu/publication/271845153_
Turkiye%27de_Imalat_Sanayinin_Mekansal_Organizasyonunun_Tarihsel_Degis
im_Surecinde_Bolge-

9
Yasal statüleri ile geçici koruma kapsamında olan Suriyeliler Aydın 10.945; Denizli 11.616 ve
Muğla 13.231 kişi olmak üzere 35.792 kişidir. Göç İdaresi Başkanlığı, Erişim:16.04.2018).
58 ÇAĞLAR-KUMAŞ

Kentlerin_Degisen_Rolu/links/54d490790cf2464758060279/Tuerkiyede-Imalat-
Sanayinin-Mekansal-Organizasyonunun-Tarihsel-Degisim-Suerecinde-Boelge-
Kentlerin-Degisen-Rolue.pdf] (Erişim:13.04.2018).
SGK (Sosyal Güvenlik Kurumu) (2016) SGK İstatistik Yıllıkları,
[http://www.sgk.gov.tr/wps/portal/sgk/tr/kurumsal/istatistik/sgk_istatistik_yillikl
ari] (Erişim:12 Nisan 2018).
TİM (Türkiye İhracatçılar Meclisi) (2017). İhracat Rakamları. [http://www.tim.org.tr/tr
/ihracat-rakamlari.html] (Erişim: 13.04.2018).
TÜİK 2016 Hanehalkı İşgücü İstatistikleri Mikro Veri Seti.
TÜİK (2017). ADNKS, [https://biruni.tuik.gov.tr/medas/?kn=95&locale=tr] (Erişim: 26
Mart 2018).
DENİZLİ İŞGÜCÜ PİYASASINDA MEMNUNİYET DÜZEYİ

Erkan KIDAK 10
Giriş
İçinde bulunulan durum ve koşulların yarattığı algı olarak tanımlanabilecek
olan memnuniyet, ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel birçok faktör tarafından
belirlenmektedir. Bireyin çalışma yaşamı içerisindeki konumu, geliri, çevre ile
olan ilişkileri ve aile yapısı gibi birçok neden memnuniyet veya
memnuniyetsizlik yaratabilmektedir. Bu anlamda, bireyin çalışma hayatında
karşılaştığı durum ve olaylar sonucu ortaya çıkan memnuniyet düzeyi, yaşam
memnuniyeti düzeyini önemli derecede etkilemektedir.
Bireylerin çalışma hayatından memnuniyet düzeyleri ise, ekonomik, sosyal
ve psikolojik birçok değişken tarafından belirlenmektedir. Yaş, cinsiyet, medeni
durum, eğitim durumu gibi demografik özelliklerin yanı sıra, işten elde edilen
kazanç miktarı, bireylerin atipik istihdam biçimlerine ne ölçüde maruz kaldığı,
sendikalaşma düzeyi, işyerinde çalışma barışı, örgütsel adalet duygusu, terfi ve
diğer kariyer olanakları, çalışma ortamının stres düzeyi, görev tanımı belirsizliği
ve eksik istihdam durumlarının işgücü piyasasında memnuniyet düzeyi üzerinde
belirleyici faktörler arasında yer aldığı düşünülmektedir.
Türkiye İstatistik Kurumu, Yaşam Memnuniyeti Araştırmaları ile kişilerin
belirli değişkenlere göre yaşamdan duydukları memnuniyet düzeylerini ve
belirli konularda sorun yaşanıp yaşanmadığını ölçmektedir. Bu çalışma, Türkiye
İstatistik Kurumu Yaşam Memnuniyeti Araştırması çerçevesinde, ücret, gelir ve
çalışma koşulları başta olmak üzere bireylerin işgücü piyasasından memnuniyet
düzeylerini Türkiye ve Denizli ekseninde karşılaştırmalı olarak analiz
etmektedir.
1. Çalışma Yaşamından Memnuniyet Düzeyinin Belirleyicileri
Çalışma hayatından duyulan memnuniyet düzeyi, yaşamdan duyulan
memnuniyet üzerinde belirleyici rol oynamaktadır. Özellikle iş tatmini ile ilgili
yapılan çalışmalarda, iş doyumu ile yaşam doyumu arasında doğrusal ve
anlamlı bir ilişki olduğu kanıtlanmıştır (Keser, 2005: 90; Özdemir, 2015: 52).
Bu anlamda iş ve gelir güvencesi başta olmak üzere, sosyal güvenliğe erişim,
sendika özgürlüğü, işyerinde kararlara demokratik katılım, terfi ve diğer kariyer

10Araştırma
Görevlisi - Pamukkale Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Çalışma
Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü, ekidak@pau.edu.tr
60 KIDAK

olanaklarına erişim gibi insan onuruna uygun çalışma koşullarının varlığı


çalışma hayatından memnuniyet düzeyinin temel belirleyicilerini
oluşturmaktadır.
Genel olarak yaşamdan, özel olarak ise çalışma hayatından duyulan
memnuniyet düzeyi oldukça öznel bir takım istek ve deneyimleri barındırmakla
birlikte, üretim ilişkilerinde meydana gelen değişim ve dönüşümler, çalışma
yaşamından memnuniyet düzeyini etkileyen bazı koşulları ortaklaştırmıştır.
Özellikle, neoliberal iktisat politikaları ekseninde 1980’li yıllardan itibaren
ivme kazanan postfordist üretim rejimi, beraberinde getirdiği yeni çalışma
biçimleriyle işgücü piyasasında katmanlaşmayı arttırmıştır. Küresel sermayenin
ucuz işgücü ihtiyacının karşılanmasında, rekabet içerisinde olan çevre ülkelerde
farklı statülerde iş sözleşmeleri yaygınlaşmıştır (Karadeniz, 2011: 85). Fason
üretim, parça başı üretim, evde çalışma, tele-çalışma, geçici çalışma, ödünç iş
ilişkisi gibi atipik istihdam biçimleri yeni düzenlemelerle yasallaştırılmıştır
(Güzel ve Heper, 2017: 14). Güvencesizlik ve istikrarsızlıkla tanımlanan atipik
istihdam biçimlerinin işyerinde güvencesiz hissetme, düşük ücret ve stresli
çalışma ortamına neden olduğu (Karadeniz, 2011: 88); benzer şekilde kadrolu,
taşeron ve geçici çalışma statülerinin işyerinde katmanlaşmayı ortaya çıkardığı
için (Aydoğanoğlu, 2009: 114) iş memnuniyetsizliği yarattığı savunulmaktadır.
İşverenlere zaman yönünden esneklik sağlayan yarı zamanlı çalışma şekli,
işgücünün maliyeti ile birlikte işçinin yaşam memnuniyetinde de azalmalara
neden olmaktadır.
Özellikle parasal kazançlar işgücü piyasasından memnuniyet düzeyini
etkileyen en güçlü belirleyicilerden biridir. Üretim sürecinde çalışanların iş
tatminine ve işten, mesleğinden, işyerinden ve işvereninden duyduğu
memnuniyet düzeyine, elde edilen kazançların doğrudan etkisi bulunmaktadır.
İşten elde ettiği kazançlardan memnuniyet duymayan çalışanların iş tatmininin
azaldığı, işten ayrılma eğilimlerinde artışlar görüldüğü ve bu durumun piyasa
genelinde işgücü devir oranlarında artışa neden olduğu literatürde
savunulmaktadır. (Yavuz, 2017: 6-12; Höbel, 2010: 128; Uzun, 2012: 42-51).
İşgücü piyasalarının giderek esnekleşmesi, çalışanların üretim sürecinin
hangi aşamasında, hangi görevle yükümlü olacaklarını belirleyen güvenceli iş
sözleşmelerini de dezenformasyona uğratmıştır. Postfordist üretim rejiminin
temel bileşeni olan işlevsel esneklik, artan rekabet ve talepteki ani değişimler
karşısında işçilerin farklı işlerde ve farklı şekillerde çalıştırılabilme esnekliğini
Denizli İşgücü Piyasasında Memnuniyet Düzeyi 61

ifade etmektedir (Parlak, 2011: 30) 11. Çalışanların görev tanımının belirsizliği
ve yapabilecekleri işlerin değişkenlik göstermesinin işteki memnuniyet düzeyini
negatif yönde etkilediği çeşitli araştırmalarla ortaya çıkmaktadır (Höbel, 2010:
116-117). Bununla birlikte, bireyin vasıf ve niteliklerine göre düşük nitelikte bir
işte istihdam edilmesi ya da görece haftalık çalışma sürelerinin altında sürelerle
istihdam edilmesi olarak tanımlanan (Akbaş, 2017: 13) eksik istihdam
durumları da, çalışma hayatında memnuniyet düzeylerini olumsuz
etkilemektedir (Höbel, 2010:118).
İş doyumuna ve bu çalışmanın konusu olan memnuniyet düzeyine etki eden
bir diğer faktör olarak örgütsel adalet duygusu gösterilmektedir (Yıldırım:
2007). Özellikle ücretler arası eşitsizlik ve terfi olanaklarında önemi ortaya
çıkaran adalet duygusu, çalışanların işteki ve yaşamdaki memnuniyetlerinde
yadsınamaz bir öneme sahiptir.
Bununla birlikte çalışanların idari kadrolarla olan ilişkileri, işyerlerindeki
yönetimsel ilişkiler ve yeni denetim mekanizmalarının işten duyulan
memnuniyeti önemli ölçüde etkilediği öne sürülmektedir. Kapitalist emek süreci
içerisinde basit, teknolojik, bürokratik ve ideolojik denetimleri metal işkolu
özelinde inceleyen bir çalışmada; toplam kalite yönetimi, ekip çalışması, kalite
çemberleri gibi yönetim modelleri ile sağlanan denetim ve öz denetimlerin iş
memnuniyetine olumsuz etkisi olduğu tespit edilmiştir (Aydoğanoğlu,
2009:164). Ayrıca günümüz işgücü piyasasının temel gözetim araçları haline
gelen kameralarla, personel kartlarıyla, e-posta gibi yollarla yapılan
denetimlerin çalışanlarda korku ve güvensizlik yarattığı (Kalfa Topateş ve
Topateş, 2017: 202-203); bu durumun ise iş memnuniyetini olumsuz etkilediği
savunulmaktadır.
Çalışma yaşamında memnuniyetsizliğe neden olan diğer etmenlerin ise yaş,
eğitim, cinsiyet, medeni durum gibi demografik değişkenlerin yanında,
zamanında yapılmayan veya eksik yapılan ödemeler, kişilik özellikleri, meslek
seçimi, deneyim ve kıdem, işin niteliği, kararlara katılamama, stres, takdir
görmeme, sosyal olanaksızlıklar, sağlık ve güvenlik şartlarının sağlanmaması ve
sair faktörler olarak çeşitli araştırmalarda karşımıza çıkmaktadır (Yavuz,
2017:6-12; Uzun, 2012:42-51; Höbel, 2010:127-128 vb.).
Çalışanların ücretleri ile diğer kazançlarından, yıllık izinlere, çalışma
koşullarına, işçi-işveren ilişkilerine kadar çalışmanın ekonomik, sosyolojik ve
psikolojik düzenine ilişkin tüm usul ve esasların belirlenmesinde işçilerin de

11 http://dergipark.gov.tr/download/article-file/9654
62 KIDAK

yönetime katılmasının memnuniyet düzeyine olumlu katkıları olacağını


savunulmaktadır. Ekonomik ve sosyal açıdan işveren karşısında tekil düzeyde
söz konusu olması oldukça zor olan bu gereklilik, ancak işçinin örgütlenmesi ile
mümkün olmaktadır. Etkin işleyen bir sosyal diyalog mekanizması, işçinin hem
yaptığı işten hem de yaşamından duyduğu memnuniyet düzeyini pozitif yönde
etkileyecektir. Sendikaların yalnızca işyerlerindeki çalışma koşullarının
iyileştirilmesine değil, aynı zamanda toplumsal çıkarlara ve sosyal
bütünleşmeye katkı sağlayan demokratik kitle örgütleri olduğu gerçeği ihmal
edilmemelidir (Kapar, 2007: 89).

2. Yaşam Memnuniyeti İstatistikleri Çerçevesinde Denizli İşgücü


Piyasasının Türkiye Geneliyle Karşılaştırmalı Analizi
2.1. Aylık Hanehalkı Gelir Ölçümü
Türkiye’de 2003 yılından 2017 yılına kadarki aylık hanehalkı gelir
memnuniyetinin değişimi izlenebilmektedir. Buna göre, referans dönemi
içerisinde haneye giren aylık gelirden memnuniyet ölçümünde en fazla artış
gösteren cevap “memnunum” olurken; en istikrarlı cevap “çok memnunum”
olmuştur. Diğer cevaplar ise dalgalı seyretmeyi sürdürmüştür.
İlgili araştırmanın iller düzeyinde de yapıldığı 2013 yılında Denizli ilindeki
memnuniyet düzeylerine bakıldığında yüzde 3,53’lük dilimin çok memnun,
yüzde 45,56 memnun, yüzde 20,62 orta düzeyde memnun, yüzde 25,06
memnun değil ve yüzde 5,24 hiç memnun değil olarak karşımıza çıkmaktadır.
Buna göre Denizli ilinde aylık hanehalkı gelirden memnuniyet oranlarının
Türkiye’nin üzerinde yer aldığı görülmektedir.
Denizli İşgücü Piyasasında Memnuniyet Düzeyi 63

Grafik 1. 2013 yılında Aylık Hanehalkı Geliri Memnuniyeti Ölçümünde Denizli-


Türkiye Karşılaştırması (%)
50
45
40
35
30
25
20
15
10
5
0
Çok memnun Memnun Orta Memnun Değil Hiç Memnun
Değil

Denizli Türkiye

Kaynak: TÜİK Yaşam Memnuniyeti Araştırması verileri kullanılarak yazar tarafından


oluşturulmuştur.
Aylık hanehalkı gelirinden memnuniyet, işgücüne katılma, istihdam ve
işsizlik oranları ile yakından ilgilidir. Türkiye’de ve özel olarak Denizli’de bu
oranlarda yıllar itibariyle artışlar yaşanmaktadır (Durusoy Öztepe, 2017:170).
Nitekim 2013 yılında Türkiye genelinde işgücüne katılma oranı yüzde 50,8
iken, bu oran Denizli’de yüzde 57,7 olup; istihdam oranı Türkiye genelinde
yüzde 45,9 iken, Denizli’de yüzde 54’tür. Kuşkusuz bu oranların da aylık
hanehalkı gelirinin göreli yüksekliğine ve gelirden memnuniyete yol açtığı
savunulabilir.
Kişilerin çalıştığı sektörlere göre dağılımlarında ise 2017 yılında
Türkiye’de özel sektörde çalışanların yalnızca yüzde 1,5’u çok memnun, yüzde
44,98’i memnun, yüzde 20’si orta düzeyde memnun, yüzde 29,58’i memnun
değil ve yüzde 3,93’ü hiç memnun değilken; kamuda çalışanların yüzde 4,02’si
çok memnun, yüzde 54,77’si memnun, yüzde 21,96’sı orta düzeyde memnun,
yüzde 17,52’si memnun değil ve yüzde 1,73’ü hiç memnun değil olarak
görünmektedir. Kuşkusuz kamuda çalışanların hem ücret düzeylerinin özel
sektörde çalışanlara göre yüksek seviyede olması, ücretin zamanın ve eksiksiz
ödenmesi, iş güvencesinin görece ileri koşullarda ve çalışma koşullarının daha
az zorlayıcı olması, memnuniyet düzeyinin yüksek olmasında etkili olmaktadır.
64 KIDAK

2.2. İşten Elde Edilen Kazanç


TÜİK’in yapmış olduğu Yaşam Memnuniyeti araştırmasına göre 2017
yılında Türkiye’de çalışanların yüzde 47,08’i çalıştığı işin karşılığında elde
ettiği kazançtan memnun olduğunu ifade ederken yüzde 30,65’i ise memnun
olmadığını belirtmektedir. Denizli ili özelinde değerlendirilecek olursa, 2013
yılında çalışanların yüzde 5,31’i elde ettiği kazançtan çok memnun olduğunu
ifade etmekte; yüzde 46,44’ü memnun, yüzde 20,47’si orta düzeyde memnun,
yüzde 22,42’si memnun değil ve yüzde 4,94’ü hiç memnun değildir.
Grafik 2. 2013 Yılında İşten Elde Edilen Kazançtan Memnuniyet Ölçümünde Denizli-
Türkiye Karşılaştırması (%)

50
40
30
20
10
0
Çok Memnun Orta Memnun Hiç Kazancı
Memnun Değil Memnun Yok
Değil

Denizli Türkiye

Kaynak: TÜİK Yaşam Memnuniyeti Araştırması verileri kullanılarak yazar tarafından


oluşturulmuştur.
Grafikten görüleceği üzere Denizli’de işten elde edilen kazançlardan
memnuniyet düzeyi, aylık hanehalkı gelirinden memnuniyet ölçümünde olduğu
gibi Türkiye ortalamasının üzerinde yer almaktadır. Diğer yandan işten elde
edilen kazançtan memnun olanların oranlarına bakıldığında Denizli’deki kadın
çalışanların elde ettikleri kazançtan memnuniyetlerinin hem Türkiye
ortalamasının hem de Denizli’deki erkek çalışanların oranından yüksek olduğu
görülmektedir. Ayrıca, kamu sektöründe çalışanların özel sektörde çalışanlara
göre İşten elde edilen kazançtan memnuniyet düzeylerinin daha yüksek olduğu
anlaşılmaktadır.
Hanehalkı gelirinin ve işten elde edilen kazancın önemli bir bölümünü
ücret geliri oluşturmaktadır. Ücretten başka bir kazancı olmayan çalışanlar için
ücret kavramı, yaşam standartları ve toplumsal statüsü için önem arz
Denizli İşgücü Piyasasında Memnuniyet Düzeyi 65

etmektedir. Dolayısıyla ücret miktarı, yukarıda bahsi geçen aylık hanehalkı


gelirinden memnuniyet ve işten elde edilen kazançları doğrudan etkilemektedir.
Grafik 3. Türkiye'de Ücret Miktarında Yaşanan Sorunlarda Yıllar İtibariyle Değişim
(2003-2017) (%)

80
70
60
50
40
30
20
10 Sorun Var Sorun Yok
0
2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013 2014 2015 2017
Kaynak: TÜİK Yaşam Memnuniyeti Araştırması verileri üzerinden yazar tarafından
oluşturulmuştur.
Grafiğe göre Türkiye’de 2003 yılında ücret miktarında yüzde 75’in
üzerinde bir memnuniyetsizlik varken, 2017 yılında bu oran yüzde 27,15’e
kadar gerilemiştir. Ücret miktarında yaşanan sorun büyük bir ivmeyle azalmış;
2011 yılından itibaren sorun yaşamayanların oranı, yaşayanların oranını
geçmiştir. Ancak yine de ücret miktarında sorun yaşayanların oranı
azımsanamayacak derecededir.
İl düzeyinde araştırmanın yapıldığı 2013 yılında ise Denizli’de çalışanların
yüzde 25,76’sının ücret miktarında sorun yaşadığı tespit edilirken; aynı yıl
Türkiye’de bu oran yüzde 26,83 düzeyindedir. İki oran arasında kayda değer bir
fark bulunmasa da Denizli’deki memnuniyet seviyesinin Türkiye ortalamasının
altında olduğu tespit edilmiştir. Denizli’de ücret düzeylerindeki
memnuniyetsizliğe ilişkin asıl bulguları Denizli işgücü piyasasına ilişkin alan
araştırmalarında görmek mümkündür. Denizli’de yapılan bir çalışmada
işverenlerin ücretin asgari ücreti aşan kısmını sosyal güvenlik primi ve vergi
kesintilerine fazladan ödeme yapmamak amacıyla banka kanalıyla değil, elden
ödediği ortaya konulmuştur (Yavuz, 2017: 45-46).
66 KIDAK

Denizli’de ücret miktarında sorun yaşandığını ifade eden kadınların oranı


%22,05 iken erkeklerde bu oran %27,51’e çıkmaktadır. Kadınlar, ücret
miktarında sorun yaşandığını erkeklere göre daha az kabul etmektedir. Bu
durum büyük ölçüde, toplumsal cinsiyetçi işbölümünün sonucu olarak ortaya
çıkmaktadır. Kadınların ücretli bir işte çalışması hanenin temel gelir kaynağı
olarak görülmediğinden, işgücü piyasasında sunulan koşulları itaatkâr bir duruş
göstererek daha kolay kabul emektedirler. Bu durum kadınların erkeklerden
daha düşük ücret kazancına sahip olması ve aynı zamanda cinsiyetler arasında
ücret farklılıklarının oluşmasına neden olmaktadır. Denizli’de ücretler arası
farklılıktan duyulan memnuniyetsizlik Türkiye ortalamasının altında olmakla
birlikte, Denizli’de bu oranlar erkeklerde yüzde 19,92 ve kadınlarda yüzde
17,78 olarak saptanmıştır. Bu verilerden kadınların memnuniyetsizliğini
erkeklere göre daha az ifade ettiği düşünülmektedir.
2.3. Sendika/Dernek Faaliyetleriyle İlgilenme
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın 2018 yılının Ocak ayında
yayınladığı istatistiklere göre Türkiye’de sendikalaşma oranı yüzde 12,38’dir.
Sosyal Güvenlik Kurumu’na kayıtlı olarak toplam 13 milyon 844 bin 196
işçiden yalnızca 1 milyon 714 bin 397’si herhangi bir sendika üyesi olarak
görülmektedir (ÇSGB, Ocak 2018, Sendika Üye İstatistikleri). Toplu pazarlık
kapsamında olan, yani fiili anlamda da sendikal hak ve özgürlüklerden
yararlanabilen işçi sayısının ise bu sayının bir hayli altında olduğu
araştırmalarla saptanmış olmakla birlikte, bu konu başka bir araştırma konusu
olarak kendini göstermektedir (DİSK-AR, Sendikalaşma ve Toplu İş
Sözleşmesi Raporu 2013-2017).
Denizli ili özeline bakıldığında ise, il düzeyinde araştırmanın yapıldığı
2016 yılında toplam 173 bin 540 işçiden yalnızca 8 bin 848’i sendika üyesi olup
resmi sendikalaşma oranı yüzde 5,10 olarak tespit edilmiştir. Bu oran ile
Denizli, sendikal örgütlenmede Türkiye’de 81’inci sırada yer almaktadır.
İletişim, çimento, toprak ve cam, genel işler, avcılık, balıkçılık, tarım ve
ormancılık, genel işler ile savunma ve güvenlik işlerinde örgütlenme oranları
yüzde 20’nin üzerindeyken; 47 bin 446 işçinin çalıştığı dokuma, hazır giyim ve
deri işkolunda Türkiye’nin en önemli merkezi olan Denizli’nin bu işkolundaki
örgütlenme düzeyinin ise yalnızca yüzde 1,30 düzeyinde olması sendikal
örgütlenmede Denizli’nin durumunu özetlemektedir. (ÇSGB, İşkolu
İstatistikleri, 2016 Ocak) 12. Denizli’de yapılan bir çalışmaya göre işten atılma
12
Bakanlık 2016 yılı sonrasında il düzeyinde istatistik yayınlamadığından, güncel veriler
bulunmamaktadır.
Denizli İşgücü Piyasasında Memnuniyet Düzeyi 67

korkusu, sendikaların işçi ve işveren üzerindeki olumsuz algısı, sendikaların işçi


hak ve çıkarlarını yeterince koruyamadığı düşüncesi ve sendikaların ideolojik
söylemlerinin yarattığı olumsuz algı, işçilerin sendikaya üye olmama nedenleri
olarak gösterilmektedir (Kumaş, 2017: 28).
Tablo 1. Türkiye’de ve Denizli’de Cinsiyet Kırılımına Göre Sendika/Dernek
Faaliyetlerine İlgi Düzeyi (%)
İlgi Erkek Kadın Erkek Kadın
Türkiye Denizli
Düzeyi (TR) (TR) (Denizli (Denizli)
İlgili 6,99 10,16 3,91 5,31 7,78 2,93
Orta 5,51 7,11 3,96 4,9 5,48 4,35
İlgisiz 83,24 80,5 85,9 86,9 85,11 88,64
Fikri
4,26 2,24 6,23 2,88 1,64 4,08
Yok
Kaynak: TÜİK Yaşam Memnuniyeti Araştırması verileri kullanılarak yazar tarafından
oluşturulmuştur.
Tablo 1’e göre Türkiye’de ve özel olarak Denizli ilinde sendika/dernek
faaliyetleriyle ilgilenme düzeyinde, yoğunlaşmanın en fazla “ilgisiz” düzeyinde
olduğu açıkça görülmektedir. TÜİK’in yapmış olduğu bu çalışmanın yalnızca
sendikal faaliyetlere olan ilgi ile sınırlı olmayıp, aynı zamanda dernek
faaliyetlerini de kapsadığı bilgisi saklı kalmakla birlikte; Türkiye’de bu oranın
sendikalaşmama oranı olan yaklaşık yüzde 87’ye yakın olduğu gözden
kaçırılmamalıdır. Diğer yandan sendika/dernek faaliyetleriyle ilgili olma ve orta
düzeyde ilgili olma oranlarının toplamı, ÇSGB’nin açıkladığı sendikalaşma
oranına oldukça yakın bir orandır.
Denizli ilinde sendika/dernek faaliyetlerine olan ilgi ise Türkiye
ortalamasının yaklaşık 1,5 puan altında kalmaktadır. İlgili ve orta düzeyde ilgili
olmak üzere ilgi düzeyi Türkiye’de toplam yüzde 17,27 olarak karşımıza
çıkarken; Denizli’de bu oran yüzde 13,26’yı aşmamaktadır. İşverenlerin sendika
karşıtı tutumları, işçilerin ilgi düzeylerinin düşük olması ve sendikaların da
örgütlenmedeki başarısız deneyimleri sendikal örgütlenmede Denizli’nin
Türkiye’nin de gerisinde kalmasına neden olmaktadır. 1999-2000 yılları
arasında Denizli’de yürütülen sendikal örgütlenme faaliyetlerinde sendika üyesi
687 işçiden 635’inin sendikal nedenle iş sözleşmesinin feshedildiği
belirlenmiştir (Özuğurlu, 2008: 216). Gerek 87 ve 98 sayılı ILO sözleşmeleri
gerekse Anayasa ve ulusal mevzuatta işçilere tanınan sendikalaşma hakkının
kullanımı çeşitli yollarla engellenmektedir. Bu durum da kuşkusuz çalışma
barışının bozulmasına ve memnuniyet düzeylerine olumsuz yansımaktadır.
68 KIDAK

Denizli’de erkeklerin yüzde 7,78’sı sendika/dernek faaliyetleriyle ilgili ve


bu oran kadınlarda %2,78’e düşmektedir. Kadınların sendikalar hakkındaki
bilgi düzeyleri ve sendikalara karşı tutumu, sendikalardaki konumu, sendikal
faaliyetlere katılmasının toplumsal yapı, aile içi iş bölümü ve bunların çalışma
yaşamında yaratacağı etkilere bağlı olduğu savunulmaktadır (Çetik ve Akkaya,
1999:111-112). Denizli’de yapılan bir araştırmanın da bu argümanı desteklediği
görülmektedir (Pala Kocalar, 2013: 80-90).
Türkiye geneli ile karşılaştırıldığında, Denizli’de kadınların dernek ve
sendika faaliyetlerine orta düzeydeki ilgisi (yüzde 4,35), Türkiye ortalamasının
(yüzde 3,96) üzerine çıkarak farklı bir sonuç ortaya çıkarmaktadır. Ayrıca
Türkiye’de kadınların yüzde 6,23’ünün sendika/dernek faaliyetleri konusunda
herhangi bir fikri olmadığı belirtilirken; Denizli’deki kadınlarda bu oranın
yüzde 4,08’i aşmaması, kadınlardaki sendika ilgisinin Türkiye ortalamasının
üzerinde olduğunu gözler önüne sermektedir.
Türkiye’de hanehalkı geliri ile sendika/dernek faaliyetlerine olan ilgi
düzeyi arasındaki ilişki, Tablo 2 yardımıyla incelendiğinde çarpıcı sonuçlar
ortaya çıkmaktadır.
Tablo 2. Türkiye'de Hanehalkı Gelir Seviyesine Göre Sendika/Dernek Faaliyetlerine
İlgi Düzeyi (%)
0-1.509 1.510-2.166 2.167-3.032 3.033-4.442 4.443 TL ve
İlgi Düzeyi
TL TL TL TL üzeri
İlgili 2,63 4,44 5,93 8,5 10,25
Orta 2,95 5,38 6,04 8,95 9,18
İlgisiz 87,15 83,12 83,63 79,78 78,79
Fikri Yok 7,27 7,06 4,4 2,78 1,78
Kaynak: TÜİK Yaşam Memnuniyeti Araştırması verileri kullanılarak yazar tarafından
oluşturulmuştur.
Tablo 2’den açıkça görülmektedir ki hanehalkı gelir seviyesi yükseldikçe
sendika/dernek faaliyetlerine olan fikir ve ilgi düzeyi artmaktadır. Gelir düzeyi
daha düşük olan kesimlerin çalışma ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi için
hak arama, sendikal örgütlenme mücadeleye yatkın olması beklenirken, bu
verilerden tam tersi bir ilişki ortaya çıkmaktadır. Diğer yandan, sendika/dernek
faaliyet bilinci ve ilgi düzeyinin hanehalkı gelirine olan olumlu etkisi de
tablonun tersten düşünülmesini sağlayabilecek bir etken olarak düşünülmelidir.
Özuğurlu (2008) Denizli ilinde yapmış olduğu çalışmada ‘küresel fabrika:
Denizli’de işverenlerin sendikal örgütlenmeye bakış açısını işçilere yazmış
oldukları mektubun içeriğinde geçen ifadelerde açıkça görmek mümkündür
Denizli İşgücü Piyasasında Memnuniyet Düzeyi 69

(Özuğurlu, 2008: 215). Sendikaların özellikle aidat gibi akçeli konular başta
olmak üzere üyeleriyle olan ilişkilerinde çıkar odaklı düşündükleri, Denizli’de
üretim maliyetlerinin yüksek olmasından kaynaklı olarak işçilere daha iyi şartlar
sunulmasının olanaksızlığı, aksi takdirde fabrikaların kapatılarak diğer illerde
olduğu gibi fason üretim yapılabileceği riski gibi konuların belirtildiği söz
konusu mektupta, sendikal faaliyetler terör örgütü faaliyetlerine
benzetilmektedir (Özuğurlu, 2008: 215-216). Özuğurlu’nun da belirttiği gibi
işverenlerin sendika karşıtı tutumları, bu tür girişimlere neden olmaktadır.
Sendikal örgütlenmeye karşı yapılan anti propagandalar ve işten çıkarma gibi
uygulamalar, örgütlenme düzeyini olumsuz etkilemektedir.
2.4. Çalışma Koşulları
Bu bölümde TÜİK’in Yaşam Memnuniyeti Anketlerindeki genel olarak
çalışma koşulları, çalıştığı işten duyulan memnuniyet düzeyi, işyerinde idari
konularda yaşanan sorunlar, ücretlerin zamanında ve eksiksiz ödenmesi, işyeri
ilişkileri ve son olarak işe geliş gidiş için harcanan zamandan duyulan
memnuniyet ölçümleri üzerinde durulmuştur.
Türkiye yıllar itibariyle bakıldığında çalışanların önemli bir kısmının
çalışma koşullarında yaşadığı sorunlarda ciddi bir azalma görülmektedir. 2013
yılı baz alındığında, Denizli’deki çalışma koşullarında sorun yaşama oranlarının
hem toplamda hem de erkek ve kadınlarda Türkiye ortalamasının altında olduğu
görülmektedir.
Tablo 3. Türkiye’de ve Denizli’de Çalışma Koşullarında Sorun Yaşama Düzeyi (%)
Sorun Var Sorun Yok Sorun Var Sorun Yok
Yıllar (TR) (TR) (Denizli) (Denizli)
2003 48,09 51,91
2004 46,69 53,31
2005 46,13 53,87
2006 39,95 60,05
2007 38,78 61,22
2008 38,55 61,45
2009 37,04 62,96
2010 33,8 66,2
2011 35,16 64,84
2012 31,06 68,94
2013 19,67 80,33 18,41 81,59
2014 19,87 80,13
2015 20,87 79,13
2017 17,63 82,37
Kaynak: TÜİK Yaşam Memnuniyeti Araştırması verileri kullanılarak yazar tarafından
oluşturulmuştur.
70 KIDAK

Çalışma koşullarında yaşanan sorunlar, çalışılan işten memnuniyet


düzeylerini etkileyen belirleyici bir faktördür. Türkiye’de 2013 yılında çalıştığı
işten çok memnun olanların oranı yüzde 5,98 ve memnun olanların oranı 72,8
iken; bu oranlar Denizli’de sırasıyla yüzde 9,93 ve 74,14 olarak saptanmıştır.
Bu anlamda işten duyulan memnuniyet düzeyi gerek kadınlar gerekse
erkeklerde, Türkiye ortalaması ile karşılaştırıldığında, Denizli’de daha
yüksektir.
2.5. İdari Konularda Yaşanan Sorunlar
Çalışma hayatında idari konular dahilinde yıllık ücretli veya ücretsiz izin,
yönetim kadrosu ile etkileşim, insan kaynakları yönetim modeli çerçevesinde
performansa dayalı ücret politikaları ile görünürlüğü artan stres, mobbing
davranışları, çalışanlar üzerindeki yeni denetim modellerinin yarattığı korku ve
güvensizlik duygularının gelişimi, terfi ve diğer kariyer olanaklarında liyakat
ilkelerinin gözetilmemesi gibi sorunlar yaşanabilmektedir.
Türkiye’de 2017 yılında yukarıda bahsedildiği gibi idari konularda,
çalışanların yüzde 10,59’unun sorun yaşadığı tespit edilmiştir. Kadınların yüzde
12,32’sinin sorun yaşadığını belirtmesine karşın, erkeklerde yüzde 9,89
oranında sorun yaşandığı cevabı alınmıştır.
2003 yılında yüzde 27,82 olan oranda da diğer sorunlara benzer şekilde
düşme olduğu görülse de bu araştırmanın yalnızca TÜİK’in Yaşam
Memnuniyeti istatistiklerine dayandığı gözden kaçırılmaması gereken bir
gerçektir.
2013 yılında idari konularda yaşanan sorun Türkiye’de yüzde 12,89 iken,
Denizli’de çalışanların 11,32’sinin sorun yaşadığı belirlenmiştir. Denizli’de
erkek çalışanların idari konularda sorun yaşama oranı yüzde 12,05 ile Türkiye
geneline yakın görülürken, kadınların yüzde 9,79 ile Türkiye ortalamasının
yüzde 25’e yakın altında sorun yaşadığı kaydedilmiştir.
2.6. Ücretin Zamanında ve Eksiksiz Ödenmesi
Hukuki olarak genel anlamda “bir kimseye bir iş karşılığında işveren veya
üçüncü kişiler tarafından sağlanan ve para ile ödenen tutar” olarak tanımlanan
ücretin, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 32’inci maddesine göre en geç ayda bir defa
ve banka kanalıyla ödenmesi işverene getirilmiş olan bir yükümlülüktür. Kanun
mücbir sebepler dışında ödeme gününden itibaren 20 gün içinde ücreti
ödenmeyen işçiye, işgörme borcunu yerine getirmeme olanağı tanımaktadır ve
zamanında ödenmeyen ücret için işverene en yüksek mevduata uygulanan en
yüksek faiz oranında yaptırım öngörmüştür (İşK.md.34). Yine İş Kanunu’nun
102’inci maddesinde ücreti zamanında ödemeyen veya eksik ödeyen işverenler
için yaptırımlar düzenlenmiştir.
Denizli İşgücü Piyasasında Memnuniyet Düzeyi 71

TÜİK araştırmasına göre Türkiye’de 2017 verilerine göre çalışanların


yüzde 7,23’ü, erkeklerin yüzde 8,13’ü ve kadınların yüzde 4,97’si ücretin
zamanında ödenmesi konusunda sorun yaşadıklarını ifade etmiştir.
Türkiye’de 2013 yılı verileri esas alındığında ise ücretin zamanında
ödenmesi konusunda çalışanların yüzde 8,63’ünün, erkeklerin yüzde 8,97 ve
kadınların yüzde 7,57’sinin sorun yaşadığı tespit edilmiştir. Denizli’de ise bu
oranlar toplam yüzde 6,33, erkeklerde yüzde 6,9 ve kadınlarda ise yüzde
5,1’dir. Denizli’de ücretin zamanında ödenmesi konusunda Türkiye
ortalamasına göre daha iyi bir konumda olduğu, kadınlarda ise bu sorunun daha
az ifade edildiği söylenebilir.
Diğer yandan Türkiye’de çalışanların yüzde 4,53’ü eksik ücret
ödenmesinden yana sorun yaşadıklarını ifade etmiştir. Kadınlarda sorun
yaşadığını ifade edenlerin oranı yüzde 5,14 iken, erkeklerde bu oran yüzde
4,74’tür. Denizli ili özeline bakıldığında 2013 yılında çalışanların yüzde 3,88’i
eksik ücret ödendiği konusunda sorun yaşadığını ifade etmektedir. Aynı yıl
Türkiye’deki oran 5,9’dur. Denizli’de erkeklerin yüzde 3,69’u, kadınların ise
yüzde 4,28’i; Türkiye genelinde ise erkeklerin yüzde 6,14’ü, kadınların ise
yüzde 5,14’ü sorun yaşadığından bahsetmiştir. Ücretin zamanında ödenmesi
konusunda kadınların sorun yaşama oranının erkeklerden daha düşük
görünmesine karşın; ücretin eksik ödenmesi konusunda Türkiye genelinde
kadınların sorun yaşama oranının erkeklerden düşük olmasına rağmen
Denizli’de çalışan kadınların bu konuda hem Denizli’deki erkeklerden hem de
Türkiye genelindeki kadınlardan daha fazla sorun yaşadıkları çıkarılabilir.
2.7. İşyeri İlişkileri
İnsanın sosyal bir varlık olmasından hareketle, iş yaşamı içerisinde
çalışanların işverenle, amirleriyle ve iş arkadaşlarıyla olumlu veya olumsuz
ilişkilerinin bulunması oldukça doğaldır. Bu ilişkiler, çalışanların işten duyduğu
memnuniyet düzeyi üzerinde etkide bulunmaktadır.
Tablo 4. Türkiye'de 2013 Yılında İşyeri İlişkilerinden Memnuniyet Düzeyi (%)
Memnuniyet Düzeyi Toplam Erkek Kadın
Çok Memnun 7,71 7,83 7,33
Memnun 81,13 81,31 80,52
Orta 7,85 7,6 8,68
Memnun Değil 2,85 2,83 2,94
Hiç Memnun Değil 0,45 0,43 0,53
Kaynak: TÜİK Yaşam Memnuniyeti Araştırması verileri kullanılarak yazar tarafından
oluşturulmuştur.
72 KIDAK

Türkiye’deki memnuniyet düzeyinin belirtildiği Tablo 4’te çok memnun ve


memnun olma düzeylerinde toplam içerisinde kadın-erkek dağılımında önemli
bir fark göze çarpmamakta, ancak orta düzeyde memnuniyetin ve memnun
olmama ile hiç memnun olmama durumlarının kadınlarda erkeklere oranla daha
yüksek olduğu belirginleşmektedir. Diğer yandan Denizli ili özeline
bakıldığında kadınların çok memnun olma düzeyinin erkeklerin 3 puan
gerisinde olması ve orta düzey memnun olmada 2 puan önde olduğu
görülmektedir. Bu tablodan kadınların memnuniyetsizliklerini gizleme
eğiliminin erkeklerden yüksek olması gibi bir sonuca varmak mümkündür.
2.8. İşe Geliş-Gidiş İçin Harcanan Zaman
Son yıllarda kentsel nüfusun hızla artması, başta trafik olmak üzere altyapı
ve yerleşim sorunlarına yol açmaktadır. Bu durum da çalışanların işyerlerine
gidiş gelişi esnasında harcadıkları zamanın artmasına neden olmaktadır. Yolda
geçen zamanlar, kişinin aile yaşamı başta olmak üzere sosyal yaşamından aldığı
vakit göz önüne alındığında daha da önem kazanmaktadır.
TÜİK’in Yaşam Memnuniyeti araştırması kapsamında işe gidiş geliş için
harcanan zaman ölçütüne göre yaptığı çalışmaya göre, çalışanların işyerlerine
gidiş gelişi esnasında harcadıkları zaman konusundaki memnuniyetsizlikte
artışlar olduğu ön plana çıkmaktadır.
Türkiye’de çalışanların 2017 yılında 67,36’sı işe gidiş geliş için
harcadıkları zamandan memnun olduklarını ifade ederken yüzde 12’lik oranda
çalışan orta düzeyde memnun olduğunu ve yüzde 20,23’ü ise memnun
olmadığını ya da hiç memnun olmadığını belirtmiştir. 2013 yılında bu oranlar
sırasıyla yüzde 68,17; 12,03 ve 19,80’dir. Denizli’de ise yüzde 72,79; 11,51 ve
15,71 olarak karşımıza çıkmaktadır. Buradan Denizli’de işe gidiş geliş için
harcanan zaman konusundaki memnuniyetin Türkiye geneline göre yüksek
olduğu çıkarılabilir. Diğer yandan Pamukkale Üniversitesi’nde çalışan idari
personelin sorunları üzerine yapılan araştırmaya göre ise işe geliş-gidiş
esnasında harcanan zamanın önemli bir sorun olduğu sonucu çıkarılmış ve
çalışanların servis ihtiyacı vurgulanmıştır (Höbel, 2010:123).
Cinsiyete göre dağılıma bakıldığında ise 2013 yılında;
 Türkiye geneli erkeklerin yüzde 68,36’sı, kadınların yüzde 67,54'ü
çok memnun ya da memnun; erkeklerin yüzde 12,29’u, kadınların
yüzde 11,2’si orta düzeyde memnun ve erkeklerin yüzde 19,35’i,
kadınların ise yüzde 21,26’sı memnun değil veya hiç memnun
değildir.
Denizli İşgücü Piyasasında Memnuniyet Düzeyi 73

 Denizli’deki erkeklerin yüzde 72,41’i, kadınların yüzde 71,74’ü çok


memnun ya da memnun; erkeklerin yüzde 12,93’ü, kadınların yüzde
8,12’si orta düzeyde memnun ve erkeklerin yüzde 13,85’i, yüzde
20,15’i memnun değil veya hiç memnun değildir.
Bu verilerden gerek Türkiye genelinde gerekse Denizli ili özelinde
kadınların işe gidiş geliş için harcanan zamandan duyduğu memnuniyetin
erkeklere göre daha düşük olduğu; Denizli’de ise bu memnuniyetsizlikte
erkeklerle olan makasın Türkiye’ye oranla daha açık olduğu görülmektedir.
Kadınların işe geliş gidiş esnasında zaman harcamasının bir sorun olmasında,
kuşkusuz ki ataerkil yapının getirdiği toplumsal cinsiyetçi işbölümü
çerçevesinde kadının aile içi sorumluluklarının önemli rol oynadığı
düşünülmektedir. Kadınlara ev içi işlerde biçilen rollere ilave olarak kamusal
alan olarak işgücüne katılma oranlarının artması, kadınların sorumluluklarını iki
kat arttırmış ve kadın emeğinde sömürünün yeniden yapılandırıldığı bir yapı
ortaya çıkmıştır (Kalfa Topateş, 2017:34).

2.9. Sosyal Güvenlik Kurumu Hizmetlerinden Duyulan Memnuniyet


Türkiye’de iş kazası ve meslek hastalıkları, hastalık, analık, yaşlılık, ölüm
ve maluliyet risklerine karşı güvence sağlayan sosyal güvenlik önlemlerinin
uygulanması, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın ilgili kuruluşu olan
Sosyal Güvenlik Kurumu’na bağlı il müdürlükleri eliyle yürütülmektedir.
Kurumun çalışma düzeni, hizmet alanların memnuniyet düzeyini önemli
derecede etkilemektedir. TÜİK verilerine göre Türkiye’de 2003 yılından
itibaren 2017 yılına kadar Sosyal Güvenlik Kurumu hizmetlerinden çok
memnun ve memnun olanların değişimi Tablo 5 yardımıyla görülebilir.
74 KIDAK

Tablo 5. Türkiye'de Yıllar İtibariyle SGK Hizmetlerinden Memnuniyet Düzeyi (Çok


Memnun ve Memnun Olanlar) (%)
Yıllar Toplam Erkek Kadın
2003 40,19 41,36 39,12
2004 52,53 51,36 53,15
2005 61,65 60,68 62,54
2006 63,62 63,65 63,6
2007 73,75 74,13 73,39
2008* 71,46 69,33 73,44
2009 51,22 53,51 49,08
2010 54,87 60,54 49,54
2011 56,14 61,63 50,87
2012 60,7 63,06 56,47
2013 61,3 71,08 68,21
2014 58,43 62,99 54
2015 58,67 64,72 52,8
2016 67,95 72,15 63,86
2017 62,49 67,52 57,59
Kaynak: TÜİK Yaşam Memnuniyeti Araştırması verileri kullanılarak yazar tarafından
oluşturulmuştur.
Tabloda Türkiye’de SGK hizmetlerinden memnuniyet düzeyinde yıllar
itibariyle istikrarsız bir gidişatın olduğu görülmektedir. En çarpıcı sonuç ise
2008 yılındaki hızlı düşüş olarak karşımızda durmaktadır. 2008 yılında
yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu
ile üç ayrı sosyal güvenlik sisteminin tek bir çatı altında birleştirilmesinin, ilk
etapta kurumsal hizmetlerden memnuniyet düzeyine olumsuz yansıdığı
görülmektedir. Bunun arkasında yatan neden olarak, 5510 sayılı Kanun’la
emeklilik yaşının erkeklerde 60, kadınlarda 58’e yükseltilerek kademeli bir artış
öngörülmüş olmasının toplumsal huzursuzluğa yol açtığı söylenebilir.
Toplumun yeni sosyal güvenlik sisteminin getirdiği emeklilik yaşı
düzenlemesinden memnuniyetsizliği, kurumsal hizmetlerden memnuniyetsizlik
oranlarına yansıttığı düşünülebilir.
2009 yılından itibaren ise memnuniyet düzeyinin büyük bir artış
göstermediği,2017 yılında da yeniden azaldığı görülmektedir. 2017 yılında çok
memnun ve memnun olanların toplama oranı yüzde 62,49 iken; memnun değil
veya hiç memnun olmayanların oranı yüzde 8,58, diğer yandan fikir
belirtmeyenlerin oranı azımsanamayacak ölçüde yüzde 18,31’dir.
5510 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2008 yılına kadar kadınların
memnuniyet düzeyleri Türkiye ortalamasına yakın bir şekilde seyrederken,
Denizli İşgücü Piyasasında Memnuniyet Düzeyi 75

2008 yılında kadınların memnuniyet düzeyinin erkeklere oranla ve dolayısıyla


Türkiye toplamında önemli ölçüde azalmalar olduğu Tablo 5’te gözlenmektedir.
Kadınların memnuniyet düzeyinde 2013 yılında yükselme görülse de genel
anlamda, erkeklerden daha düşük oranda memnuniyet hissettikleri ölçülmüştür.
SGK’nın bu konuda kadınlara yönelik hizmetlerini gözden geçirmesi
gerekmektedir.
2017 yılında Türkiye’de memnun olmama ve hiç memnun olmama düzeyi
yüzde 9,55 iken kadınlarda bu oran yüzde 6’dır. Diğer yandan fikri
olmayanların oranı yüzde 12,52 olmasına karşın, karşın kadınların yüzde 26,56
gibi yüksek bir oranda SGK hizmetleri konusunda fikrinin olmaması önemli bir
sonuç olarak görünmektedir. SGK hizmetleri konusunda fikir sahibi olmak için
sigortalı çalışmanın gerekliliği göz önüne alındığında, bu durumun kadınların
ya işgücüne katılmadaki düşük oranıyla ya da kayıt dışı çalışmadaki yüksek
oranıyla açıklanabilir.
Tablo 6. 2013 yılında SGK Hizmetlerinden Memnuniyet Düzeyi (Denizli ve Türkiye) (%)
Hiç
Çok Memnun Fikri
Düzeyi Memnun Orta Memnun
Memnun Değil Yok
Değil
Denizli 5,22 67,11 7,63 6,88 0,82 12,35
Türkiye 3,78 65,85 8,29 7,7 1,85 12,52
Kaynak: TÜİK Yaşam Memnuniyeti Araştırması verileri kullanılarak yazar tarafından
oluşturulmuştur.
Tablo 6’dan Denizli’de SGK hizmetlerinden Türkiye’ye oranla
memnuniyet düzeyinin daha yüksek olduğu çıkarılmaktadır.
2013 yılında erkeklerin memnuniyet düzeyleri (çok memnun ve memnun)
Türkiye’de yüzde 71,08 olarak görülürken, Denizli’deki erkeklerde bu oran
75,7’dir. Kadınlarda ise Türkiye geneli oran yüzde 68,21 iken, Denizli’de 69,05
oranıyla Türkiye ortalama ile paralellik göstermektedir. Ancak yine
kadınlardaki memnuniyet düzeyinin erkeklere oranla düşük olduğu tespit
edilmiştir. Öte yandan kadınlarda SGK hizmetlerinden memnun olmama oranı
(memnun olmayan ve hiç memnun olmayan) Türkiye’de 7,51; Denizli’de ise
5,35 ile Türkiye ortalamasının altında kalmaktadır. Denizli’de kadınlar SGK
hizmetlerindeki memnuniyetsizliğini Türkiye’ye göre daha az ifade etmektedir.
Türkiye’deki kadınların yüzde 16,73’ü SGK hizmetleri hakkında fikre sahip
değilken, Denizli’deki kadınlarda bu oran yüzde 18,7’dir. Erkekler açısından bu
oranlar Türkiye’de yüzde 8,19; Denizli’de yüzde 5,8’dir. Erkeklerin hem
Türkiye genelinde hem de Denizli’de SGK hizmetleri hakkında, kadınlara göre
daha fazla fikir sahibi oldukları net olarak görülmektedir. Denizli’de kadınların
76 KIDAK

yüzde 18,7’si SGK hizmetleri hakkında fikir sahibi değilken, bu oran erkeklerde
yüzde 5,8’e kadar düşmektedir. Yukarıda da ifade edildiği gibi toplumsal
cinsiyetçi işbölümü sonucu oluşan hane içi roller, kadının işgücü piyasasına
katılımının erkeklere göre düşük oranda kalmasına, kayıt dışı çalışmanın
kadınlarda daha yaygın olmasına ve dolayısıyla SGK hizmetleri hakkındaki
fikirlerinin erkeklere göre çok daha düşük olmasına neden olmaktadır.
Sonuç
Yaşamın önemli bir bölümünü oluşturan çalışma hayatında karşılaşılan
olumlu veya olumsuz durum ve olaylar, yaşam memnuniyetini doğrudan
etkilemektedir. Sosyal bir varlık olan insanın, emeği karşılığı elde ettiği ücret,
hane gelirine katkısı gibi ekonomik kazançların yanında işyerinde yaşadığı
sorunlar ve bunun yanında terfigibi olumlu imkanlar toplumsal yaşamının
işleyişini de değiştirmektedir.
Bu çalışmada Türkiye’de ve Denizli’de bireyin ücret, sendikalaşma ve
diğer çalışma koşulları gibi değişkenlerin yaşam memnuniyetine etkisi TÜİK
Yaşam Memnuniyeti İstatistikleri üzerinden araştırılmıştır. Araştırmadan
çıkarılan sonuçlar:
• Türkiye’de aylık hanehalkı gelirinden çok memnun olanların 2003
yılından 2011 yılına dek kısmen de olsa büyüme göstermiş, ancak 2011
yılından itibaren düşme eğilimine girmiştir. Hiç memnun olmayanların
ise kararlarını “memnun olmama” olarak değiştirdikleri görülmüştür. Bu
tablodan memnuniyet düzeylerinin orta seviyelerde kümelendiği
çıkarılmıştır. Denizli ilinde ise bu oranların Türkiye geneline kıyasla
yüksek olduğu ve özellikle kadınlardaki memnuniyet düzeyinin
erkeklerin üzerinde olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Hem genel anlamda
hem de özel olarak kadınlarda işgücüne katılma ve istihdam oranının
Denizli’de Türkiye’ye göre yüksek olması, bu durumun ücret ve işten
elde edilen kazançlarda da Denizli’deki memnuniyet düzeyinin
göreceyüksekliğini sağladığıdüşünülmektedir. Diğer yandan hem
Denizli’de hem de Türkiye genelinden memnuniyetsizlik oranı
azımsanamayacak boyuttadır. Aynı durum işten elde edilen kazançlar ve
ücret miktarları açısından da geçerliliğini korumaktadır.
• Gelir ve ücretle ilgili konularda kadınların, sorunlarını erkeklere göre
daha az ifade ettiği hem Türkiye genelinde hem de Denizli özelinde
görülmektedir. Bu durum, toplumsal cinsiyet temelliişbölümü
sebebiyleoluşan, kadının hane içi sorumlulukları, kadınların işgücü
piyasasına ve istihdama geç katılması ve sosyal alanlarda da bu
işbölümünün devam etmesi ile itaatkar yapıya bürünmeleri ile
açıklanabilir.
Denizli İşgücü Piyasasında Memnuniyet Düzeyi 77

• Ücretler arası farklılıklardan memnuniyet düzeyine bakıldığında ise


Denizli’de Türkiye’ye oranla 2 puan daha az memnuniyetsizlik olduğu
tespit edilmiştir. Ancak yine de yaklaşık yüzde 20 oranında bir
memnuniyetsizlik olduğu ifade edilmiştir. Benzeri oran TÜİK’in Gelir ve
Yaşam Koşulları İstatistiği’nin içerdiği ve gelir dağılımında adalet ölçüsü
olan Gini katsayısında da görülmektedir. Türkiye’de Gini katsayısı 0,404
iken Denizli’nin de içinde yer aldığı TR32 bölgesinde bu oran 0,302’dir.
Gelir dağılımı adaletsizliğini ölçen bu rakamların oldukça yüksek olduğu
düşünülmektedir.
• Sendika/dernek faaliyetlerine olan ilgi düzeyi Türkiye genelinde oldukça
düşük olup, Denizli’de bu oran daha da düşmektedir. Türkiye genelindeki
sendikalaşma oranı yaklaşık yüzde 12 iken Denizli’de yüzde 5,1 olması
ve Denizli’nin sendikalaşmada Türkiye’de son sırada yer alması bu
durumu açıkça özetlemektedir. Özellikle tekstil sanayisinde gelişmiş olan
Denizli’de kadınlar,ise sendika ve dernek faaliyetlerine yine oldukça
düşük oranda da olsa Türkiye ortalamasının üzerinde ilgi duymaktadır.
• Çalışma koşulları ve çalıştığı işten duyulan memnuniyet düzeylerinde
Türkiye’de genel anlamda bir sorun yaşandığı TÜİK verileriyle karşımıza
çıkmaktadır. Diğer yandan Denizli’de de, Türkiye genelinin altında yer
almakla birlikte, çalışma koşullarının iyileştirilmesi gerektiği sonucu
çıkarılmaktadır.
• İdari konularda yaşanan sorunlarda Denizli, Türkiye geneline göre daha
iyi bir seviyede yer almaktadır. Diğer yandan Türkiye genelinde
kadınların sorun yaşama oranı erkeklerden yüksek görülürken, Denizli’de
tam tersi bir durum ortaya çıkmıştır. Bu verinin yanıltıcı olmaması
açısından, kadınların sorunları gizleme ihtimalleri de gözden
kaçırılmamalı ve bu konunun nitel bir araştırma yöntemini gerektirdiği
unutulmamalıdır.
• Ücretin zamanında ödenmesi konusunda Denizli’de de Türkiye genelinde
de kadınların erkeklere göre sorunlarını daha az ifade ettiği; Denizli
toplamının Türkiye geneline göre ise sorun var cevabının daha az
verildiği gözlemlenmiştir. Aynı şekilde ücretin eksik ödenmesi
konusunda da Denizli’de daha az sorun yaşandığı cevapları ön plana
çıkarken, bu konuda kadınların erkeklere oranla daha fazla sorun ifade
ettiği görülmüştür.
• İşyeri ilişkilerinde Denizli’de kadınların erkeklere göre daha az memnun
olma düzeyleri göze çarpmaktadır. Türkiye’de ise bu oranlarda
Denizli’deki kadar fark bulunmamaktadır. Bu durum da Denizli işgücü
piyasasında uyarıcı olarak dikkate alınmalıdır.
• İşe geliş-gidiş esnasında harcanan zamandan duyulan memnuniyette
kadınların hem Türkiye’de hem de Denizli’de erkeklere göre daha düşük
oranda memnuniyet hissettiği görülmektedir. Kuşkusuz bu durumda,
78 KIDAK

kadına yüklenen aile içi sorumlulukların etkisi büyüktür. İşgücü


piyasasına katılması oldukça geç bir dönemde mümkün olan kadınların
aile içi sorumlulukları da devam etmekte, yükü ikiye katlanmaktadır.
Dolayısıyla işe geliş-gidiş için harcanan zaman da önem arz etmektedir.
• Son olarak da yapılan çalışmada kadınların işgücü piyasasına katılımının
düşük olmasına ve kayıt dışı çalışmanın daha yaygın olmasına koşut
olarak, hem Denizli’de hem de Türkiye’de Sosyal Güvenlik Kurumu
hizmetleri hakkında fikir sahibi olma oranları, erkeklere göre bir hayli
düşüktür. Bunun arkasında yatan nedenler arasında toplumsal cinsiyetçi
işbölümü sonucu ortaya çıkan hane içi roller olduğu düşünülmektedir.
Kurum hizmetlerinden memnuniyet oranlarında ise 2008 yılına dek
kadınlarda ve erkeklerde paralellik göze çarpmakta, ancak 5510 sayılı
Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun yürürlüğe
girmesinin ardından memnuniyet düzeylerinde hızlı bir düşüş olduğu
görülmektedir. 2008 yılı sonrasında kadınların memnuniyet düzeyleri ise
erkeklerin oldukça yüksek oranda altına düştüğü çalışmanın sonuçları
arasında yer almaktadır.
Sonuç olarak işgücü piyasasında memnuniyet düzeyinin olumlu yönde
seyretmesi için çalışanların ücret ve çalışma koşulları başta olmak üzere refah
seviyelerinin yükseltilmesi, sendikal örgütlenmenin önündeki engellerin
kaldırılması, cinsiyete dayalı ayrımcılık ve işbölümünün yarattığı olumsuz
sonuçlar göz önüne alınarak kadınların işgücü piyasasına katılmasının önüne
yeni engeller oluşturmayacak şekilde gerek işyerlerinde gerekse ulusal
düzeydeönlemler alınmalıdır.

Kaynakça
Aydoğanoğlu, E. (2009). Emek Sürecinde Denetimin Değişen Boyutları.
Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Akbaş, S. (2017). Aktif İşgücü Piyasası Politikalarının Etki Değerlendirmesi:
Denizli İli Örneği. Ankara: Türk Metal Sendikası Araştırma ve Eğitim
Merkezi Yayınları.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı (Ocak 2018). “İşçi ve Sendika Üye
Sayıları”.
https://www.csgb.gov.tr/home/contents/istatistikler/iscisendikauyesayilari/.
(Erişim: 2 Nisan 2018).
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı (Ocak 2016). “İşkolu İstatistikleri”.
https://www.csgb.gov.tr/media/3092/2016_01.pdf. (Erişim:2 Nisan 2018).
Denizli İşgücü Piyasasında Memnuniyet Düzeyi 79

Çetik, M. ve Akkaya, Y. (1999). Türkiye’de Endüstri İlişkileri. İstanbul:


Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı Yayınları.
Durusoy Öztepe, N. (2017). Denizli İşgücü Piyasasının Genel Görünümü ve
Sosyal Güvenlik. Denizli Kent Ekonomisi. (Editörler: Nihal Yayla, Özcan
Uzun ve Atalay Çağlar). Denizli: Pamukkale Üniversitesi Yayınları No:32.
Güzel, A. ve Heper, H. (2017). Sürekli İstihdamdan Geçici Atipik İstihdama!...:
Mesleki Amaçlı Geçici İş İlişkisi. Çalışma ve Toplum Dergisi. 2017/1. s.11-
58.
Höbel, Z. (2010). Üniversitelerde Çalışan İdari Personelin Meslek Sorunları:
Pamukkale Üniversitesi Örneği. Denizli: Pamukkale Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü.
Kalfa Topateş, A. (2017). Dünyada ve Türkiye’de Kadın Yoksulluğu. Sosyal
Politika Sosyolojik Açılımlar. (Editörler: Hakan Topateş ve Aslıcan Kalfa
Topateş). İstanbul: Kafka Kitap Kafe Yayınları.
Kalfa Topateş, A. (2017). Refah Rejimi Bağlamında Çocuk Bakım Hizmetleri.
Sosyal Politika Sosyolojik Açılımlar. (Editörler: Hakan Topateş ve Aslıcan
Kalfa Topateş). İstanbul: Kafka Kitap Kafe Yayınları.
Kalfa Topateş, A. ve Topateş, H. (2017). Çalışma İlişkilerinde Denetimin
Gizilleşmesi Bağlamında Elektronik Gözetim Pratiklerinin Otoritesi. Sosyal
Politika Sosyolojik Açılımlar. (Editörler: Hakan Topateş ve Aslıcan Kalfa
Topateş). İstanbul: Kafka Kitap Kafe Yayınları.
Kapar, R. (2007). Enformel Ekonomide Çalışanların Örgütlenmesi ve
Sendikalar. Çalışma ve Toplum Dergisi. 2007/1. s.83-117.
Karadeniz, O. (2011). Türkiye’de Atipik Çalışan Kadınlar ve Yaygın Sosyal
Güvencesizlik. Çalışma ve Toplum Dergisi. 2011/2. s.83-127.
Keser, A. (2005). İş Doyumu ve Yaşam Doyumu İlişkisi: Otomotiv Sektöründe
Bir Uygulama. Çalışma ve Toplum Dergisi. 2005/4. s.77-96.
Kumaş, H.. (2017). İşverenlerin Sendika Üyeliğine Bakışları (Denizli İli
Örneği). Çalışma İlişkileri Dergisi. 8/1. s.1-45.
Orhan, K., Karadeniz, O., Kumaş, H. (2011). Kıdem Tazminatı Konusunda
Yaşanan Sorunlar: Denizli Örneği İle İŞKUR’a başvuran İşsizlere Yönelik
Bir Alan Araştırması. Kıdem Tazminatı (Uygulamada Yaşanan Sorunlar ve
Çözüm Önerileri). (Editörler: Kamil Orhan ve Handan Kumaş). Ankara:
Gazi Kitabevi.
Özdemir, A. A. (2015). İş Tatmini, Pozitif/Negatif Duygulanım ve Yaşam
Tatmininin Etkisi. Çalışma ve Toplum Dergisi. 2015/3. s.47-62.
80 KIDAK

Özuğurlu, M. (2008). Anadolu’da Küresel Fabrikanın Doğuşu. İstanbul:


Kalkedon Yayınevi.
Pala Kocalar, H.Z. (2013). Kadınların Sendikalaşmaya Bakış Açısı: Denizli İli
Örneği. Denizli: Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Türkiye Devrimci İşçi Sendikası Konfederasyonu Araştırma Enstitüsü (DİSK-
AR) (2013-2017). “Sendikalaşma ve Toplu İş Sözleşmesi Raporu”.
http://disk.org.tr/2017/08/disk-ar-sendikalasma-ve-toplu-is-sozlesmesi-
raporu/. (Erişim: 2 Nisan 2018).
Türkiye İstatistik Kurumu (2017). “Yaşam Memnuniyeti Araştırması”.
http://www.tuik.gov.tr/PreTablo.do?alt_id=1068. (Erişim: 2 Nisan 2018).
Türkiye İstatistik Kurumu (2015). “Yaşam Memnuniyeti Araştırması”.
http://www.tuik.gov.tr/PreTablo.do?alt_id=1068. (Erişim: 2 Nisan 2018).
Türkiye İstatistik Kurumu (2014). “Yaşam Memnuniyeti Araştırması”.
http://www.tuik.gov.tr/PreTablo.do?alt_id=1068. (Erişim: 2 Nisan 2018).
Türkiye İstatistik Kurumu (2013). “Yaşam Memnuniyeti Araştırması”.
http://www.tuik.gov.tr/PreTablo.do?alt_id=1068. (Erişim: 2 Nisan 2018).
Türkiye İstatistik Kurumu (2012). “Yaşam Memnuniyeti Araştırması”.
http://www.tuik.gov.tr/PreTablo.do?alt_id=1068. (Erişim: 2 Nisan 2018).
Türkiye İstatistik Kurumu (2011). “Yaşam Memnuniyeti Araştırması”.
http://www.tuik.gov.tr/PreTablo.do?alt_id=1068. (Erişim: 2 Nisan 2018).
TÜİK (2010). “Yaşam Memnuniyeti Araştırması”.
http://www.tuik.gov.tr/PreTablo.do?alt_id=1068. (Erişim: 2 Nisan 2018).
Türkiye İstatistik Kurumu (2009). “Yaşam Memnuniyeti Araştırması”.
http://www.tuik.gov.tr/PreTablo.do?alt_id=1068. (Erişim: 2 Nisan 2018).
Türkiye İstatistik Kurumu (2008). “Yaşam Memnuniyeti Araştırması”.
http://www.tuik.gov.tr/PreTablo.do?alt_id=1068. (Erişim: 2 Nisan 2018).
Türkiye İstatistik Kurumu (2007). “Yaşam Memnuniyeti Araştırması”.
http://www.tuik.gov.tr/PreTablo.do?alt_id=1068. (Erişim: 2 Nisan 2018).
Türkiye İstatistik Kurumu (2006). “Yaşam Memnuniyeti Araştırması”.
http://www.tuik.gov.tr/PreTablo.do?alt_id=1068. (Erişim: 2 Nisan 2018).
Türkiye İstatistik Kurumu (2005). “Yaşam Memnuniyeti Araştırması”.
http://www.tuik.gov.tr/PreTablo.do?alt_id=1068. (Erişim: 2 Nisan 2018).
Türkiye İstatistik Kurumu (2004). “Yaşam Memnuniyeti Araştırması”.
http://www.tuik.gov.tr/PreTablo.do?alt_id=1068. (Erişim: 2 Nisan 2018).
Denizli İşgücü Piyasasında Memnuniyet Düzeyi 81

Türkiye İstatistik Kurumu (2003). “Yaşam Memnuniyeti Araştırması”.


http://www.tuik.gov.tr/PreTablo.do?alt_id=1068. (Erişim: 2 Nisan 2018).
Türkiye İstatistik Kurumu (2016). “Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması”.
http://www.tuik.gov.tr/PreTablo.do?alt_id=1068. (Erişim: 2 Nisan 2018).
Uzun, H. (2012). İş Tatmini ve Meslek Memnuniyeti İlişkisi: Eczacılar Üzerine
Yapılan Bir Araştırma. Yalova: Yalova Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü.
Ünlütürk Ulutaş, Ç. (2015). İş ve Aile Yaşamını Uzlaştırma Politikaları:
Türkiye’de Yeni Politika Arayışları. Ankara Üniversitesi SBF Dergisi. 70/3.
s.723-750.
Ünlütürk Ulutaş, Ç. (2009). Yoksulluğun Kadınlaşması ve Görünmeyen Emek.
Çalışma ve Toplum Dergisi. 2009/2.s.25-40.
Yavuz, H.V. (2017). Sanayi ve Hizmet Sektöründe İşgücü Devir Oranlarının
Yüksek Olmasının Nedenleri ve Çözüm Önerileri: Denizli Örneği. Ankara:
Türk Metal Sendikası Araştırma ve Eğitim Merkezi Yayınları.
Yıldırım, F. (2007). İş Doyumu ile Örgütsel Adalet İlişkisi. Ankara Üniversitesi
SBF Dergisi. 62/1. s.253-278.
82 KIDAK
ÇALIŞMA HAYATINDA KADIN İSTİHDAMININ VE
İŞSİZLİĞİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ: DENİZLİ İLİ ÖRNEĞİ

Sezgi AKBAŞ 13
Giriş
1970’li yıllardan itibaren sıklıkla kullanılmaya başlanan toplumsal cinsiyet
kavramı, en genel tanımıyla, kadın ve erkek arasında biyolojik farklılıklar bir
kenara bırakıldığında, toplumsal bakımdan oluşturulmuş roller ve öğrenilmiş
davranışlara işaret etmektedir.
Toplumsal cinsiyet rolleri açısından ayrımcılık ve eril tahakküm birlikte
değerlendirildiğinde, kadınların işgücü piyasasında mağduriyet yaşamaları
erkeklere nazaran daha olası görünmektedir. Nitekim kadınların öngörülen
çalışma süresinin zaman içerisinde çeşitli kesintilere (çocuk doğurmak, çocuk-
yaşlı bakım sorumluluklarının onlara atfedilmesi vd.) uğrayabilme olasılığı,
işverenlerin uzun dönemli maliyet ve verimlilik hesapları açısından bireye
çeşitli riskler yansıtabilmektedir. Örneğin çalışma ömrünün belirsizliği ön
kabulüyle yola çıkan işverenler, işgücü eğitim maliyetlerinden
kaçınabileceklerdir. Zira uzun ara dönemlerinin nitelik kaybına yol açacağı
varsayımı ile hareket edebilmektedirler. Dolayısıyla kadınlar, yeniden istihdama
dâhil olsalar dahi, dışsal piyasada istihdam edilme olasılığı ile karşı karşıya
kalabileceklerdir. Bu durumun bireyin toplam kariyeri açısından
düşünüldüğünde, özellikle sosyal güvenlik primleri eksik ödenen ya da
ödenmeyen sürelerin fazlalığı sebebiyle, gelecekte/emeklilikte elde edebileceği
faydaları ciddi oranlarda düşürebileceği söylenebilir. O yüzden önümüzdeki
otuz ilâ kırk yıllık dönemin konusu, daha yakıcı bir biçimde yaşlı yoksulluğu
olacaktır. Kadınların ortalama ömrünün erkeklerin ortalama ömründen daha
uzun olması ve doğumda yaşam beklentisinin erkekler ile karşılaştırıldığında
farklılığı, hangi cinsiyet grubunun daha fazla risk barındırdığını anlamaya
yardımcı olacaktır.
Çalışmanın birinci bölümünde, Türkiye’de kadın istihdamının güncel
durumu ve kadın istihdamını etkileyen temel sorun alanları üzerinde
durulmaktadır. İkinci bölümde, Denizli’de kadın işgücünün durumuna ve işgücü
piyasasındaki konumuna ilişkin nicel araştırma sonuçları ele alınacaktır. İlgili
bölümde 2012-2013 yılları arasında Türkiye İş Kurumuna (İŞKUR) kayıt olmuş

13
Arş. Gör. - Pamukkale Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Çalışma Ekonomisi ve
Endüstri İlişkileri Bölümü, sakbas@pau.edu.tr
84 AKBAŞ

bireylerin istihdamdaki durumlarına dair karşılaştırmalar yapılarak cinsiyet


farklılığının istihdam koşullarında herhangi bir etki yaratıp yaratmadığı
tartışılmaktadır.
1. Türkiye’de Kadın İstihdamının Durumu
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) İşgücü İstatistikleri verilerine göre, 2017
yılı itibarıyla Türkiye’de işsizlik oranı %10,9 seviyesinde gerçekleşirken, aktif
nüfus için bu oranın %11,1 seviyesinde gerçekleşmiştir. İstihdam oranı 15 ve
daha yukarı yaştaki nüfus için %47,1 iken; istihdam edilenlerin %19,4’ü tarım,
%26,5’i sanayi (inşaat sektörü dâhil) ve %54,1’i de hizmetler sektöründe
çalışmaktadır. 15 yaş ve üzeri nüfusun işgücüne katılım oranı %52,8 iken; 15-
64 yaş aralığındaki nüfusun işgücüne katılım oranı %58’dir. (TÜİK, 2018: 1).
Türkiye işgücü piyasası için işgücüne katılım oranının göreli düşüklüğü 14
ifade edilebilmektedir. Bu konuda kadın istihdam oranının 2017 yılı itibarıyla
15 ve yaş üstü nüfus içerisinde %28,9 olması, düşüklüğe ilişkin en önemli
olgudur. Kadınların işgücüne katılımını etkileyen faktörler arasında öncelikli
olarak tarım sektörünün giderek azalan payına rağmen tarımda ücretsiz aile
işçiliğinin yaygınlığı, evlilik, doğum, çocuk bakımı vb. faktörler etkili
olmaktadır 15. 2017 yılı itibarıyla çalışanların %10,7’sinin dâhil olduğu ücretsiz
aile işçiliği hususunda kadınlara ayrı bir parantez açılmalıdır. Zira ücretsiz aile
işçisi olarak çalışan erkekler, herhangi bir ekonomik faaliyet gösteren erkeklerin
%4,5’ini temsil ederken; herhangi bir ekonomik faaliyet gösteren kadınların
%25,8’i ücretsiz aile işçisi olarak çalışmaktadır (TÜİK, 2018: 1).
Erkeklerin ve kadınların işteki çalışma durumlarına bakıldığında, ücretli ya
da yevmiyeli çalışanların %67,2; kendi hesabına çalışanların %17 ve işveren
durumundakilerin %4,5 oranlarına tekabül ettikleri görülmektedir. İstihdam
edilen kadınların yalnızca %1,2’si işveren, %9,4’ü kendi hesabına çalışan
statülerine sahip iken, %63,4’ü ücretli veya yevmiyeli olarak çalışmaktadır
(TÜİK, 2018: 1).
Eğitim seviyesinin yükselmesi, Türkiye’de kadınların işgücüne katılımının
son on yılda yükselmesinde en önemli gerekçe olarak görülmektedir (Karadeniz
ve Yılmaz, 2018: 39). Ancak 2017 yılı itibarıyla eğitim durumuna göre işgücü
durumuna bakıldığında, 15 ve daha yukarı yaş içerisindeki nüfusun işgücüne

14
İşgücüne katılım oranının düşüklüğü aynı zamanda, işgücü devrinin yüksekliği anlamına da
gelmektedir.
15
Kadınların işgücüne katılımına dair daha geniş bilgi için bkz. Biçerli ve Özer (2004), Toksöz
(2007), Dedeoğlu, S. (2009), Ulutaş, Ç. Ü. (2009), Çağlar ve Kumaş (2011), Korkmaz ve
Korkut (2012).
Çalışma Hayatında Kadın İstihdamının ve İşsizliğin Değerlendirilmesi: Denizli İli Örneği 85

katılım oranları içerisinde erkek nüfusun göreli bir üstünlüğü göze


çarpmaktadır. Mesleki veya teknik lise bitiren erkek nüfus için işgücüne katılım
oranı %81 iken; bu oran kadın nüfus için %42,6 oranında seyretmektedir.
Bununla beraber, yükseköğretim mezunu kadınlar içerisinde işgücüne katılım
oranı %72,7’dir. Yükseköğretim mezunu erkeklerde bu oran %86,5’e
çıkmaktadır. Okuryazar olmayanlar dâhil her iki cinsiyet için işgücüne katılım
oranları karşılaştırmasında erkeklerin işgücüne katılımda daha yüksek oranlara
sahip olması, kadınların işgücü piyasası içerisindeki konumunun toplumsal
cinsiyete dayalı işbölümü vb. geleneksel roller nedeniyle sağlamlaşamadığının
bir başka göstergesi olmaktadır (Toksöz, 2007: 13).
Oransal durum karşılaştırma konusu yapıldığında, yükseköğretim mezunu
kadınların işgücüne katılım oranı sonrası en yüksek oranın mesleki veya teknik
lise mezunu kadınlarda olduğu görülebilecektir. Aynı zamanda, lise veya dengi
diğer okullardan mezun kadınlardan çok mesleki/teknik lise mezunu kadınların
işgücüne dâhil oldukları da söylenebilmektedir. Bu durum her ne kadar
istihdamın niteliği açısından doğrudan veri sunmasa da, en azından örgün
eğitim aracılığıyla mesleki beceri kazandığı düşünülen kadınların işgücü
piyasası içerisinde daha fazla yer alabildiğine kanıt olmaktadır. Aktif istihdam
tedbirlerinin en çok kadınların işgücüne dâhil olmasına olası katkısı
saptanabilecekse bunda yine mesleki beceriler edinmiş kadınlara dair işgücü
talebi göz önüne alınabilir.
Kadınlar ve erkeklerin işgücüne dâhil olmamalarına ilişkin ifade ettikleri
sebepler incelendiğinde, sayısal açıdan en yüksek durumun ev işleriyle meşgul
olma olduğu görülmektedir (TÜİK, 2018: 1). İşgücüne dâhil olmayan kadınların
%55,4’ü, kendilerini “ev hanımı” olarak nitelendirmektedir. Aynı sebep
kapsamında istatistiklerde hiçbir erkek bireyin yer almaması, toplumsal
cinsiyete dayalı işbölümünün önemli bir ifadesi olmaktadır (Toksöz, 2007: 21).
Öğrencilik ve emeklilik sebepleri, işgücüne dâhil olmayan erkeklerin %67,5’ine
tekabül etmektedir. Dünyada nitelik kazandırmaya yönelik aktif istihdam
tedbirlerinin etkinliğinin, özellikle bu kapsam içerisinde yer alan bireyler
hedeflendiğinde sağlanabildiği genel bir kanı haline gelmiştir. Çünkü bu grup,
emekli olmak haricinde birtakım sebeplerle işgücüne katılamayanlardır. Ancak
ev işleriyle meşgul olma sorununun yalnız başına aktif istihdam tedbirleri
aracılığıyla çözülemeyeceği de ifade edilmelidir. Zira çalışma koşullarından
düşük ücretlere, güvencesiz çalışma pratiklerinden bakım hizmetlerinin yüksek
ücretlerle sunulmasına birçok değişken kadınların işgücü piyasasına
katılmasının önünde büyük engeller oluşturmaktadır (Karadeniz ve Yılmaz,
86 AKBAŞ

2018: 40; KEİG, 2013: 25). Erkeklerle kıyaslandığında, kadınlar sıklıkla


enformel sektörde, sigortasız, yıllık izin kullanmaksızın, fazla mesai ücreti
olmaksızın ve eşit iş karşılığında eşit ücret elde etmeksizin çalışmaktadırlar.
Türkiye’de kadınların işgücü piyasasına girişini değerlendirmeye tabi tutan
çalışmaların büyük bölümü, kadının çalışma yaşamına katılımı veya yeniden
katılımı önündeki en büyük engelin toplumsal cinsiyete dayalı işbölümü
olduğunu ortaya koymaktadır (Karadeniz vd., 2015: 28; Toksöz, 2011: 91). Evli
olmak, küçük yaşta çocuklara sahip olmak, çocukların iyi bakılmayacağı ve ev
işlerinin aksayacağı endişesi, kadınların çalışma kararının büyük ölçüde eşin ya
da ailenin izni ve denetimine tabi olması, hanenin geçiminden esas olarak
erkeğin sorumlu görülmesi kadınların çalışma yaşamına girmeleri önündeki
önemli engeller olarak sayılmaktadır (İlkkaracan’dan aktaran Karadeniz vd.,
2015: 28). Ayrıca koşullar ne olursa olsun çalışmaya hazır bir genç erkek
kitlesinin mevcut oluşu, işverenlerin iş yasalarının getirdiği kadınları koruyucu
birtakım hükümlere tabi olmamak adına erkekleri istihdam etmeye eğilimli
olduğu da ifade edilmelidir (Toksöz, 2009: 211).
Kadınların işgücü piyasasına girmesini etkileyen faktörler arz ve talep göz
önüne alındığında farklılaşmaktadır. Talebi etkileyen faktörlerin ülkede
uygulanan makroekonomik politikalarla yakından ilişkisi söz konusudur
(Karadeniz vd., 2015: 27). Arzı etkileyen faktörler ise, ataerkil kültürden
muhafazakâr aile yapısına ve ailevi yükümlülüklere, eğitim ve özgüven
eksikliğinden, çalışma koşullarına kadar sosyoekonomik ve kültürel birçok
unsurdan etkilenmektedir (Toksöz, 2009: 225). Özellikle düşük eğitimli
kadınların çalışma yaşamına girme yönündeki kararı, erkeğin iznine tabi
kalmaktadır. Bu konunun meşrulaştırılması süreci, toplum içerisinde on yıllara
dayanan simgesel bir iktidar mücadelesinin yansımasıdır. Aile içinde ve işgücü
piyasalarında hiyerarşik ilişkilerden ve işbölümünün cinsiyet temelli yapısından
kaynaklanan eşitsizliklerin ortaya çıkarılmasında ve tanımlanmasında toplumsal
cinsiyet temelli analizlerin yapılmasını gereklidir (Dedeoğlu’ndan aktaran
Karadeniz vd., 2015: 18).
Kadınları iş yaşamından uzaklaştıran bir diğer sorun, kadın çalışanların
işyerlerinde cinsiyete dayalı ayrımcılık uygulamalarına maruz kalabilmesidir
(KEİG, 2013: 29). Özellikle işe alım görüşmelerinde evlilik veya hamilelik
planlarına dair sorularla ve çalışılmaya başlandığında diğer çalışan veya amir
erkeklerin cinsel tacizleriyle sıklıkla karşı karşıya kalmaktadırlar.
İşyerlerinde kreş oluşturulmaması ve kadının çalışması durumunda
çocuklarına bakacak kimsenin bulunmaması da ilgili toplumsal roller göz önüne
Çalışma Hayatında Kadın İstihdamının ve İşsizliğin Değerlendirilmesi: Denizli İli Örneği 87

alındığında ciddi bir sorundur. İşyeri kreşlerinin olmaması kadınların çalışma


yaşamına girişini engellenmekte ya da daha geç dönemlere ertelemelerine yol
açmaktadır. İngiltere’de yapılan bir çalışmaya göre, çalışan kadınların yaklaşık
üçte ikisi, bebeklerinin doğumundan 1 yıl sonra işe dönebilmektedirler (Burden,
2002: 49). Bu durum, aynı zamanda çocuk yetiştirme konusunda anneye
yüklenen ahlaki sorumluluğu da pekiştirmektedir. Türkiye’de kentlerde
istihdamda yer alan kadınların üçte ikisi, çocuk bakımını bizzat üstlenmekte
veya bakım sorununu aile içi dayanışma aracılığıyla çözebilmektedir (Toksöz,
2009: 228). Özellikle tek ebeveynli ailelerde dünya genelinde gözlemlenen
artış, bu dayanışma kanalına dair sıkıntıları da beraberinde getirebilmektedir.
Kadınların işgücü piyasasına katılması ve gelir elde etmesi, ev işleri ve
bakım yükümlülüğünün hala kadınlar tarafından yerine getirildiği gerçeğini
değiştirmemektedir. Zaman içerisinde ve ülkelerin gelişmişlik seviyesine göre
farklılaşmakla beraber, ev işlerine harcanan zamanda gözlenen azalmaya
rağmen, bakım işleri önemini korumaktadır (Toksöz, 2011: 115). Çocuk
bakımıyla beraber, özellikle yaşlı veya engelli bakım hizmetleri çoğunlukla
kadınlar tarafından yerine getirilmektedir. Bakım hizmetlerinin devlet
tarafından karşılanmadığı durumlarda, kadınların bu hizmetleri piyasadan
alması çalışmanın fırsat maliyetini yükseltmektedir (Karadeniz vd., 2015: 33).
Günümüzde kadınların hem ev içi sorumlulukları ve bakım hizmetlerini, hem de
ücretli çalışmayı bir arada yürütebileceği esnek istihdam biçimlerinin artışı,
kadın emeğini enformel alana sıkıştırmaktadır (Karadeniz vd., 2015: 33).

2. 2012- 2013 Yılları Arasında Denizli İlinde İŞKUR’a Kayıt Olan


Kadınların Çalışma Hayatına Dair Bulgular
Denizli ili nüfusu, 2017 yılı itibarıyla, il ve ilçe merkezleri toplam olarak 1
milyon 18 bin 735 kişi olarak belirtilmektedir. İlin büyükşehir statüsü elde
etmesi dolayısıyla nüfusun tamamı il ve ilçe merkezlerinde yaşamaktadır. 25
yaş altı nüfusa ilişkin -erişilebilen son veriler olarak- 2013 verilerine göre, il
nüfusunun %36’sı 25 yaşın altındadır. 25-64 yaş arası nüfusun oranı %54 iken,
65 yaş ve üzeri nüfusun oranı toplam nüfusun %10’una tekabül etmektedir
(TÜİK, 2014: 86). 15 yaş ve daha yukarı yaştaki nüfus 755 bin 338 kişidir
(TÜİK, 2014: 89).
Denizli ili özelinde, okuma yazma bilmeyen 16 bin 618 kişinin 13 bin
929’unun kadın olduğu saptanmıştır. Dolayısıyla Denizli ili 15 ve daha yukarı
yaşta nüfusu içerisinde okuma yazma bilmeyen nüfusun %83,8’i kadındır.
88 AKBAŞ

2013 yılı itibarıyla TR32 Bölgesi’nde (Denizli, Aydın, Muğla) işgücüne


dâhil olmama sebepleri incelendiğinde, işgücüne dâhil olmayan nüfus olan
yaklaşık 1 milyon birey içerisinde 330 bin (%33) kişinin ev işleriyle meşgul
olduğu görülmektedir (TÜİK, 2014: 139). Engelli, yaşlı veya hasta olan
bireyler, toplamın %19,8’ ini oluştururken; emeklilik %18 ve öğrencilik %14 ile
diğer iki büyük sebebi temsil etmektedir.
İzleyen bölümde, Denizli’de 2012 ve 2013 yılları arasında İŞKUR’a kayıt
olan kadın ve erkek işsizlerin/daha iyi bir iş arayan bireylerin, aradan ortalama
24 ay geçtikten sonra 2015 yılında istihdamdaki durumuna ilişkin bir görünüm
sunulmuştur. Çalışmanın nicel kısmı, yazar tarafından daha önce yürütülmüş ve
tamamlanmış bir yüksek lisans tez çalışmasının verileriyle yeniden
şekillendirilmiştir 16. Amaç ve yöntem, evren ve örneklem, araştırmanın önemi
ve sınırlılıkları bu tez çalışması ile paralel bir şekilde belirtilmektedir.

2.1. Araştırmanın Amacı


İşgücü piyasası içerisinde işgücüne dâhil olanlar, istihdamda olanlar ve
işsizlerden oluşmaktadır. Bu durumda, işgücü içerisinde ama işsiz kategorisinde
yer alan bireylerin, bu durumun yarattığı olumsuzluklarla mücadelesinde tek
başlarına olmaları bizi bu sorunu çözme kabiliyetinden uzaklaştırmaktadır.
Özellikle çalışma hayatına girebilme hususunda kadınlara yönelik engel
sayısının erkeklere nazaran daha fazla olduğu düşünülmektedir. İşsizliğin dünya
genelinde yükseldiği ve yapısal işsizliğin boyutlarının hem ekonomik hem de
sosyal olumsuzluklar yaratmaya devam ettiği bir dönemde, aktif işgücü piyasası
politikaları bu olumsuzlukları kadınlar lehine törpüleme hususunda bir rol
oynayabilir kabul edilmektedir. Zira işgücü piyasasının özellikleri olarak
görülen eksik bilginin giderilmesinde ve işgücü arzının işgücü talebi ile
eşleşebilmesinde, oluşturulmuş kamu istihdam hizmetlerinin etkinliğinin ve
düzenledikleri programlar ile sağladıkları teşviklerin istihdama katılımda
oynadıkları rolün değerlendirilmesi gerekmektedir.
Çalışmada anket formu uygulamak üzere, 01.01.2012- 31.12.2013 tarihleri
arasında İŞKUR’a kayıt olanlar tesadüfi olarak seçilmiştir. Bu seçim, hem
işgücü eğitimlerinin sağlandığı ve 50 farklı eğitimin verildiği dört program
(İstihdam Garantili Meslek Eğitim Kursları, Uzmanlaşmış Mesleki Eğitim
Merkezleri Projesi, İstihdam Garantisiz Mesleki Eğitim Kursları, İşbaşı Eğitim
Programları) katılımcıları hem de kuruma kayıt olmasına rağmen bu

16
Akbaş, S. (2017). Aktif İşgücü Piyasası Politikalarının Etki Değerlendirmesi: Denizli İli
Örneği, Yayımlanmış Yüksek Lisans Tezi, 1. Basım, TAEM: Ankara.
Çalışma Hayatında Kadın İstihdamının ve İşsizliğin Değerlendirilmesi: Denizli İli Örneği 89

programlara katılım göstermemiş bireyler gözetilerek oluşturulmuştur.


Çalışmaya kaynaklık eden tez çalışması, her iki grup arasında programlara
katılıma dair bir etki analizine olanak sağlamış ve yalnızca ilgili dönemde işsiz
olanları temel almıştır. Ancak bu çalışmada, anket katılımcılarından verili
dönemdeki istihdam durumları fark etmeksizin toplanan verilerin tamamı
kullanılmıştır.
Bu çalışmada, temel amaç; Denizli ili içerisinde kadınların çalışma
koşullarını toplumsal cinsiyet perspektifinden değerlendirmektir. Araştırmanın
hipotezleri şunlardır:
H1: Cinsiyet ile istihdama katılım arasında ilişki vardır.
H2: Cinsiyet ile iş arama faaliyeti arasında ilişki vardır.
H3: Cinsiyet ile çalışma koşulları arasında ilişki söz konusudur.

2.2. Araştırmanın Önemi


Denizli ili özelinde, günümüze değin kadınların ve erkeklerin istihdam
koşullarını karşılaştırarak inceleyen nicel araştırmaların azlığı ifade edilebilir.
Türkiye genelinde konu bakımından benzer araştırmalar söz konusu olsa dahi,
karşılaşılan engeller ve olumluluklara dair bölgesel ve yerel farklılıkların
gözetilmesi açısından, çalışma önem arz etmektedir.
Bu araştırma, diğer araştırmalara göre, konuyu birçok değişkeni göz önüne
alarak kapsamlı bir biçimde ele almasından ve istihdam ile işsizliğe dair
toplumsal cinsiyet rollerinin belirleyiciliğini ölçmeyi amaçlayan çalışmalardan
biri olmasından dolayı önem taşımaktadır. Böylelikle ilgili yazının yol
göstericiliğinde birtakım destekleyici sonuçlar elde etmeyi ummaktadır.
2.3. Araştırmanın Sınırlılıkları
Pamukkale Üniversitesi’nde ve İŞKUR’da gerçekleştirilen araştırmanın
sınırlılıkları aşağıdaki gibi belirtilebilir:
Denizli İŞKUR İl Müdürlüğü, Kuruma ortalama olarak 3,5 yıl önce hem
kaydolmuş hem de kayıt olmakla beraber düzenlenen mesleki eğitim kurslarına
katılım göstermiş bireylere ulaşım açısından telefon bilgilerini temin etmiştir.
Telefon ile anket çalışması sırasında deneklerin küçük bir kısmı bu bilgilerin
elde edilmesinin uygunsuzluğunu ifade etmişlerdir. Uygulanan anket formunun,
kapsamlı bir istihdam geçmişi talep ediyor oluşu, kimi bireylerin ilgili soruları
cevaplama konusunda gönülsüz davranmasını beraberinde getirebilmiştir.
Ayrıca her ne kadar bireylerin büyük çoğunluğunun İŞKUR’a kaydı aktif olarak
gözükse de, tamamlanan en yakın tarihli kursun Aralık 2013 tarihli olması
90 AKBAŞ

dolayısıyla, birçok telefon numarasının artık kullanılmamakta olan numaralar


olması çalışma açısından zorluklar doğurmuştur.

2.4. Araştırmanın Yöntemi


Tez çalışmasına yönelik olarak mesleki eğitim kurslarına katılımın etki
değerlendirmesi yapılabilmesi için bir anket formu geliştirilmiştir. Anketin
uygulanacağı bireylerin bir kısmının incelenecek dönem sonrası şehir
değişikliği yapmış olması, bir kısmının da çalışmanın yapıldığı 30.06.2015-
13.07.2015 tarihleri arasında istihdamda olması dolayısıyla bireylere ulaşım
kolaylığı gözetilmiş ve telefonla anket çalışması yapılmıştır.
Anket katılımcılarına ilişkin kimlik, kurs ve iletişim bilgileri İŞKUR
Denizli İl Müdürlüğü’nden temin edilmiştir. Bu bilgileri de kapsayan
demografik duruma ilişkin kısım hariç toplam yirmi altı sorudan oluşan anket
formunda; açık uçlu, çoktan seçmeli, likert ölçekli sorular uygulanmıştır.
Tez çalışmasında hem nicel hem de nitel araştırma deseni kullanılmıştır.
Ancak bu makalede ele alınan konu gereği yalnızca nicel desen ve veriler
kullanılacaktır. Çalışmada istihdama ilişkin anket bulguları karşılaştırılarak
kadınlar ve erkekler arasındaki farklılıklar ortaya konulmaktadır.
Karşılaştırmanın daha sağlıklı hale gelmesi amacıyla, gruplar oluşturulurken
birtakım gözlemlenebilir özelliklerin benzer olmasına dikkat edilmeye
çalışılmıştır.
Anket yapılandırılırken, daha önce Antalya İli Mesleki Eğitim Kurslarına
Katılanların İşgücü Piyasasındaki Durumu araştırmasında kullanılan sorulardan
(Arpat vd., 2013) ve Türkiye Cumhuriyeti Kalkınma Bakanlığı tarafından
yayınlanan İstihdamın Artırılmasında Aktif İşgücü Politikalarının Rolü isimli
bir uzmanlık tezinde kullanılan sorulardan (Diriöz, 2012) yararlanılmıştır.
Beş bölüm olarak kurgulanan anket formunda, ilk bölüm demografik
bilgilerin elde edilmesine ilişkindir. İkinci bölüm (Soru 1-Soru 12), ilgili
dönemde kurslara katılanların ve katılmayanların araştırmanın yapıldığı tarihte
istihdamdaki durumlarına ilişkin sorulardan oluşmaktadır.
Üçüncü bölümde (Soru 13-Soru 15b) bireylerin İŞKUR’a kayıt öncesi ve
sonrasında iş deneyimlerine dair kapsamlı bir veri elde edilmiştir (haftalık
çalışma saatleri, sigortalılık durumları, yılda kaç kez iş değiştirdikleri vd. gibi).
Ayrıca aynı bölümde bireyler birden fazla iş değiştirmişlerse aylık kazanç
miktarında herhangi bir değişikliğin olup olmadığı ve görüşmenin yapıldığı
Çalışma Hayatında Kadın İstihdamının ve İşsizliğin Değerlendirilmesi: Denizli İli Örneği 91

anda işsizler ise ne kadar süredir işsiz oldukları soruları da kendilerine


yöneltilmiştir.
Anket formunun dördüncü bölümü (Soru 16-Soru 21), yalnızca İŞKUR’un
düzenlediği programlara katılanların cevaplandıracağı sorulardan oluşmaktadır.
2012-2013 yılları arasında kurs için başvurduklarında ne kadar süredir işsiz
oldukları sorulduktan sonra, aldıkları kursun kazandırdığı herhangi bir becerinin
olup olmadığı, bu becerilerin iş bulmalarında herhangi bir kolaylık sağlayıp
sağlamadığı soruları yöneltilmektedir. Aynı bölümde ayrıca, verilen eğitim ve
uygulamalara ilişkin genel olarak memnuniyet düzeyleri ve özel olarak bu
kursların en olumlu ve en olumsuz gördükleri tarafları kendilerine
sorulmaktadır.
Beşinci ve son bölüm (Soru 22-Soru 26) ise, 26. Soru hariç yalnızca
İŞKUR’un düzenlediği programlara katılmamış olanların cevaplandıracağı
sorulardan oluşmaktadır. Bu bölüm kurgulanırken arzulanan, herhangi bir
mesleki eğitim programına katılmamış bireylerin bu olanaklardan haberleri olup
olmadığı, bu olanaklardan araştırma sonrası dönemde yararlanmak isteyip
istemediklerini belirlemektir. Ayrıca bireyin İŞKUR’ a kayıt olurken iş ve
meslek danışmanından bu olanakları öğrenip öğrenmediği ve nasıl bir mesleki
eğitim alsa kendisine yararlı olabileceğine düşündüğü sorulmuştur. 26. Soru ise
anket formunun son sorusu olup, her iki gruba da eklemek istedikleri başka bir
konunun olup olmadığının öğrenilmesi amacını taşımaktadır. Söz konusu veriler
tez çalışmasında, nitel analizde kullanılmıştır.

2.5. Evren ve Örneklem


Tez çalışmasında yarı deneysel etki değerlendirmesi yöntem olarak
belirlendiğinden bir deney ve bir kontrol grubu oluşturulması gerekmiştir. Bu
kapsamda deney grubu olarak dört farklı eğitim programına katılan kişilerden
söz konusu programları tamamlayanların tümü seçilmiştir. 01.01.2012-
31.12.2013 tarihleri arasında düzenlenen kurslara katılıp, mezun olanların
toplam sayısı 3435’tir. Yapılan 1660 arama sonrasında, kurslardan mezun
olmuş bu kişilerden 364 kişiye (aramaların %22’si) ulaşılması mümkün
olmuştur (Anket çalışması sona erdirildikten sonra, ulaşılan kişilerden ilgili
dönemde daha iyi bir iş arama amacıyla İŞKUR’ a kaydolduğu belirlenenler,
çalışma dışında bırakılmış ve örneklem 309 kişiye indirilmiştir).
Kontrol grubunun seçiminde deney grubu ile gözlenebilen/demografik
özelliklerin homojen olması hususunda dikkat edilmeye çalışılmıştır. Bu
hususta, İŞKUR tarafından sağlanan veriler içerisinde ilgili dönemde Kuruma
92 AKBAŞ

kayıtlı kişiler arasından ve herhangi bir kursa katılım göstermemiş 2000 kişi
tesadüfi olarak seçilmiştir. Yapılan 1421 arama sonrasında, bu kişilerden 362
kişiye ( aramaların %25,4’ ü) ulaşılması mümkün olmuştur. Sonuç olarak deney
ve kontrol grupları toplamı, telefonla anket uygulanmış 726 kişidir.

2.6. Verilerin Toplanması ve Çözümlenmesi


Deney ve kontrol grupları için toplamda 26 sorunun bulunduğu tek bir
anket formu hazırlanmış; bu form içerisinde dördüncü bölüm yalnızca deney
grubuna, beşinci bölüm ise bir soru hariç yalnızca kontrol grubuna sorulacak
sorulardan oluşturulmuştur. Anket formunda bu ayrıştırmayı uygulamanın
sebebi mesleki eğitim kurslarına katılıma ilişkin sorular ile mesleki eğitime
bakışa ilişkin soruların iki gruba farklı yöneltilmesidir.
5425 kişi içerisinden 3081’i aranmış, bu kişilerin %24’üne ulaşılabilmiştir.
Aramaya cevap vermeyen ve kullanılmayan telefon numaraları, ulaşamama
nedenlerinin ilk sırasındadır. Bilgi vermek istememe ve İŞKUR’dan çalışmanın
bilgileri dâhilinde yapıldığına dair teyit almadan konuşmayacağını belirtme
diğer nedenlerdir.
Kontrol ve deney gruplarının verdiği cevaplar SPSS 20.0 istatistiksel paket
programında veri olarak girilmiştir. Bu veriler frekans analizleri ve Ki- Kare
testi ile yüzde ortalamalarına dayalı olarak yorumlanmıştır.
Tez araştırması kapsamındaki kontrol ve deney gruplarına ilişkin sonuçlar;
demografik durum, 30.06.2015- 13.07.2015 tarihleri arasında istihdamda olup
olmamaya ilişkin durum ile geçmiş çalışma deneyimleri arasında istatistiksel
anlamda bir ilişkinin olup olmadığını çapraz tablolar ile ortaya çıkarma
amaçlanmış verilerden oluşmaktadır.

2.7. Nicel Bulgular


Pamukkale Üniversitesi’nde ve İŞKUR’da gerçekleştirilen çalışmanın
sonuçları, demografik ve istihdam ile işsizlik koşullarına ilişkin durumlar,
çapraz tablolar da içeren bulgulardan oluşmaktadır.

2.7.1. Anket Katılımcılarının Demografik Durumlarına Dair Bulgular


Telefonla anket sonucu görüşülen 726 kişiye ilişkin yaşa, cinsiyete, medeni
duruma ve eğitim durumuna ilişkin aşağıdaki sonuçlara ulaşılmıştır.
Erkek bireyler içerisinde 25-34 yaş aralığında olanların oranı, bu erkeklerin
%48,5’i iken; 15-24 yaş aralığında olanların oranı %19,4’tür. Dolayısıyla
Çalışma Hayatında Kadın İstihdamının ve İşsizliğin Değerlendirilmesi: Denizli İli Örneği 93

toplamda 210 erkek (%68) ilk iki yaş grubunda olmaktadır. Erkek katılımcı
toplamının kalan %32’si ise sırasıyla 58, 36 ve 5 kişi olmak üzere 35-44, 45- 54
ile 55-64 yaş aralığındadır.
Kadın bireyler içerisinde 25-34 yaş aralığında olanların oranı, bu kadınların
%40,2’si iken; 35- 44 yaş aralığında olanların oranı %29,9’dur. Dolayısıyla
toplamda 293 kadın (%70,2) ikinci ve üçüncü yaş grubunda olmaktadır. Kadın
toplamının kalan %29,8’i ise sırasıyla 73, 50 ve 1 kişi olmak üzere 15-24, 45-
54, 55 ve üstü yaş aralıklarındadır.
Yaş gruplarının sınıflandırılmasında, ilk grup için bireylerin üniversite çağı
olarak kabul edilebilecek dönemlerinin sonu ve örgün eğitimlerini ortalama
olarak bitirdikleri 24 yaşı düşünülmüştür. Devamındaki 9’ar yıllık iki dönem
bireyin genellikle istihdamda veya işsiz olarak işgücüne dâhil olduğu görece
aktif dönemler olarak kodlanmıştır.
Grafik 1: Medeni Duruma Göre Kadınlar ve Erkekler

80,0% 72,5%
70,0%
60,0% 55,2%
50,0% 41,2%
40,0%
30,0% 22,2%
20,0%
10,0% 0,0% 3,6% 1,7% 3,6%
0,0%
Erkekler (n=306) Kadınlar (n=414)
Evli Bekar Dul Boşanmış

Anket katılımcılarının medeni durumlarına ilişkin verilere bakıldığında


(Bkz. Grafik 1), boşanmış veya dul olanların 726 kişi içerisinde yalnızca 26 kişi
ile temsil edildiği görülmektedir. Aktif istihdam tedbirlerinin etkinliğine ilişkin
yapılan çalışmalarda özellikle bu gruba yönelik politika programlarında başarılı
olunduğu saptaması yaygındır. Dolayısıyla çalışmanın, Denizli’de bu durumun
ne kadar geçerli olduğuna ilişkin değerlendireceği bulgular, oransal karşılık
dolayısıyla anlamlı sonuçlar vermeyebilecektir.
Deney ve kontrol grupları arasında kadın ve erkek toplamları oranları
karşılaştırması yapıldığında, evli olma durumunun sırasıyla %72,5 ve %41,2 ile;
bekâr olma durumunun sırasıyla %22,2 ve %55,2 ile olmak üzere farklılaştığı
görülecektir.
94 AKBAŞ

Tablo 1: Eğitim Durumuna Göre Kadınlar ve Erkekler


İlköğretim ve Lise veya Ön lisans veya Toplam
altı dengi Üniversite
Erkekler 108 112 82 302
Kadınlar 170 138 102 410
Toplam 278 250 184 712

Erkek anket katılımcılarının %35,8'ini ilköğretim ve altı eğitim seviyesine


sahip olanlar, %37,1’ini lise veya dengi okul; %27,2'sini ise ile ön lisans veya
lisans mezunları oluşturmaktadır (Bkz. Tablo 1). Kadın katılımcılar ile
karşılaştırıldığında ilk iki eğitim durumu grubunun oransal olarak birbirine
yakın olduğu ifade edilebilecektir. Ancak ilköğretim ve altı eğitim düzeyine
sahip kadınların oranının %41,5 olduğunu da belirtmek yerinde olacaktır.
Genel toplam içerisinde ön lisans veya üniversite mezunu olanların
oranının %25,8 olması, Türkiye İş Kurumu’na (İŞKUR) kayıt olma davranışının
bu kitlede de yüksek olduğunun ve Türkiye’de genç işsizliğinin durumunun bir
göstergesi olarak kabul edilebilir. Zira ön lisans mezunlarından beklenen,
işgücü piyasasının ihtiyaçları paralelinde eğitim yatırımının örgün eğitim
içerisinde tamamlanmış olmasıyla istihdama katılıma ilişkin avantajlı bir konum
elde etmesi olabilir. Lisans mezunları için de, bireyin mezun olduğu bölüm ve
fakülte kapsamında iş olanakları elde etmesi beklenebilir. Fakat Türkiye için
geçerli olan genç işsizlik ve eksik istihdam sorunu, bu kayıt olma faaliyetinin de
doğrudan sonucu haline gelmektedir. Elbette bu durum, diğer iki eğitim
düzeyine dâhil edilen genç bireyler için de geçerlidir. Ancak bu bireylerin
özellikle meslek lisesi bitirmemiş ama lise bitirmiş olanlarıyla, ilköğretim
bitimine değin okumuşları arasında vasıf kazanma ihtiyacı ve bu ihtiyaç
paralelinde iş bulma çabası, varsayılan olarak İŞKUR’a kayıtlılıkta etkili
olabilir.
2.7.2. Anket Katılımcılarının İstihdam Koşulları ve İşteki Durumları
Uygulanan anket formunun 2. Bölümü, bireylerin 2015 Temmuz ayı
itibarıyla işgücü piyasası içerisindeki durumlarına, istihdamda yer aldıkları
takdirde çalışma koşullarına, aylık kazançlarına, mesleklerine dair sorularla
yapılandırılmıştır. Katılımcılara, herhangi bir şekilde istihdamda yer almıyor
olmaları halinde, iş arayıp aramadıkları, aramıyorlarsa sebebinin ne olduğu gibi
sorular yöneltilmiştir. İzleyen 3. Bölümde ise, katılımcıların İŞKUR’a kayıt
oldukları tarihten önce ve sonra herhangi bir iş deneyimlerinin olup olmadığı,
yıllar içerisinde değiştirilen iş sayısı ve değişen çalışma koşullarına dair
Çalışma Hayatında Kadın İstihdamının ve İşsizliğin Değerlendirilmesi: Denizli İli Örneği 95

sorulara cevap aranmıştır. 2. Bölüm’ün daha güncel veriler içeriyor olması


dolayısıyla, öncelikle 3. Bölümde yer alan kayıt öncesi iş deneyimini terk etme
sebepleri belirtilecektir.
Tablo 2: İŞKUR’a Kayıt Öncesi İşten Ayrılma Sebepleri
Erkekler Kadınlar
Erkekler İçerisinde Kadınlar İçerisinde Toplam
Oran Oran
Çalışma
20 %9,7 20 %8 40
Koşulları
Ailevi Sebepler 19 %9,2 34 %13,6 53
Sigortasızlık 3 %1,5 13 %5,2 16
Askerlik 11 %5,3 0 %0 11
Anlaşmazlık 51 %24,9 32 %12,8 83
Çocuk/Hasta
2 %1 14 %5,6 16
Bakımı
İş Bitti 17 %8,3 16 %6,4 33
Evlilik/D./H. 1 %0,5 54 %21,6 55
Eğitim 11 %5,3 7 %2,8 18
İflas Etti 20 %9,7 15 %6 35
Diğer 50 %24,4 45 %18 95
Toplam 205 %100 250 %100 455

726 anket katılımcısının 455’i, İŞKUR’a kayıt olmadan önce herhangi bir
şekilde iş deneyimi elde etmiş ve bu işten birtakım gerekçeler dolayısıyla
ayrılmak durumunda kalmıştır (Bkz. Tablo 2). Ayrılma sebepleri
sınıflandırıldığında, erkek katılımcıların yaklaşık dörtte birinin işveren ile
yaşadıkları anlaşmazlıkları ifade ettiği görülmektedir. Kadın katılımcılar
arasında ise, evlilik, hamilelik veya doğum sebebiyle ayrıldığını belirtenlerin
oranı %21,6’dır. Üstelik kimi cevapların ayrıntı içermemesi bir yana bırakılırsa,
sebepler içerisinde yer alan “ailevi sebepler” ve “çocuk/hasta bakımı” da
özellikle kadınlar söz konusu olduğunda kendilerine biçilen toplumsal cinsiyet
rollerinin birer sonucu olarak ifade edilebilir. İlgili sebepler bir arada
değerlendirildiğinde, soruyu yanıtlayan 250 kadının yaklaşık %41’inin iş
deneyimlerinden “aile içi sorumluluk”ları dolayısıyla koptukları
bulgulanmaktadır.
Anket katılımcıları içerisinde 393 kişi, 2015 Temmuz ayı itibarıyla
istihdama dâhil durumdadır. Toplamın içerisinde istihdam oranı %55,3 iken; bu
oran kadınlarda %41,6 olarak gerçekleşmiştir (Bkz. Tablo 3). Erkek
katılımcılarda istihdam oranının %74 olarak saptandığı göz önüne alındığında,
96 AKBAŞ

Denizli ili için “eve ekmek getiren” erkek söylemini güçlendiren bir durum ile
karşı karşıya kalınmaktadır.
Tablo 3: Kadınlar ve Erkekler Arasında İstihdama Dair Gözlenen Farka İlişkin Çapraz
Tablo
Son bir ay içerisinde bir saat bile olsa gelir elde etmek amacıyla bir işte çalıştınız
mı?
Evet Hayır Toplam
Erkekler Kişi 222 78 300
Erkekler İçindeki Yüzde %74 %26 %100
Toplamın İçindeki Yüzde %56,5 %24,5 %42,2
Kadınlar Kişi 171 240 411
Kadınlar İçindeki Yüzde %41,6 %58,4 %100
Toplamın İçindeki Yüzde %43,5 %75,5 %57,8
Toplam Kişi 393 318 711
Aynı Yanıtı Verenler İçindeki Yüzde %100 %100 %100
Toplamın İçindeki Yüzde %55,3 %44,7 %100
* Ki-Kare testi sonucunda, χ 2 = 73.612, sd= 1, p= 0.00 > 0.05 olduğundan anket
katılımcılarının cinsiyeti ile son bir ayda bir saat bile olsa gelir elde etmek amacıyla bir
işte çalışmaları arasında ilişki vardır.
Yukarıdaki veriler ışığında ankete katılım gösteren bireylerin cinsiyeti ile
istihdam arasında istatistiki açıdan anlamlı bir ilişki olup olmadığının testi için
aşağıdaki hipotezler kurulmuş ve Ki- Kare testi yapılmıştır.
Hₒ: Cinsiyet istihdama katılım ile ilişkili değildir.
H1: Cinsiyet istihdama katılım ile ilişkilidir.
Uygulanan Ki- Kare testi sonucunda, Hₒ reddedilmiştir. Zira cinsiyetin
istihdam ile ilişkili olduğu bulgulanmıştır.
Anketin yapıldığı tarih aralığında, işsiz olduğunu belirten katılımcıların
içinde bulunduğu işsizlik süreleri Tablo 4’te sınıflandırılmıştır. 726 katılımcının
380’i 2015 yılı Temmuz ayı itibarıyla işsiz bulunmaktadır. 210 erkek işsizin
100’ü (%47,6), 1 yıldan daha az süreli bir işsizlik yaşarken; 170 kadın işsizin
93’ü (%54,7) aynı durumdadır. Özellikle 24 aya kadar boşta kalanların oranı,
her iki katılımcı grubu için de daha uzun süreli işsizliğe nazaran yüksek
gerçekleşmiştir. Ancak yine de katılımcıların anketin açık uçlu sorularına
verdikleri yanıtların önemli bir kısmı, özellikle kadınlarda uygun ulaşım
biçimlerine erişememe, yetersiz veya pahalı kreşler veya hastalıklar dolayısıyla
uzun dönemli işsizliğin söz konusu olduğunu göstermektedir.
Çalışma Hayatında Kadın İstihdamının ve İşsizliğin Değerlendirilmesi: Denizli İli Örneği 97

Tablo 4: Kadınlar ve Erkekler Arasında İşsiz Kalma Süreleri Bakımından Karşılaştırma


Erkekler Kadınlar Toplam
Kişi Erkekler Kişi Kadınlar Kişi Toplam
İçindeki İçindeki İçindeki
Yüzde Yüzde Yüzde
0-12 ay 100 %47,6 93 %54,7 193 %50,8
13-24 ay 50 %23,8 40 %23,5 90 %23,7
25-36 ay 28 %13,3 23 %13,5 51 %13,4
37-48 ay 8 %3,8 5 %2,9 13 %3,4
49-60 ay 2 %1 4 %2,4 6 %1,6
61+ ay 22 %10,5 5 %2,9 27 %7,1
Toplam 210 %100 170 %100 380 %100

İşsiz olduğunu belirtmesine karşın, iş aramadığını da ifade eden anket


katılımcılarının %81,1’i kadındır (Bkz. Tablo 5). Kadınların iş aramama
sebepleri içerisinde ilk üç sırayı, %27,5 oran ile ev hanımı olmak; %17,6 ile
ailevi/ kişisel sebepler ve %4,9 ile iş bulma ümitlerinin kırılması almaktadır.
Diğer yandan, erkeklerde iş aramadığını belirten 33 kişinin birincil gerekçesi
eğitimine devam ediyor olmaktır.
Tablo 5: Kadınlar ve Erkekler Arasında İş Aramama Sebeplerine Dair Gözlenen Farka
İlişkin Çapraz Tablo
Erkekler Kadınlar Toplam
Erkekler Kadınlar Toplam
Kişi İçindeki Kişi İçindeki Kişi İçindeki
Yüzde Yüzde Yüzde
İş buldu/ Başlama
2 %6,1 4 %2,8 6 %3,4
sürecinde
Öğrenci 11 %33,3 6 %4,2 17 %9,7
Ev Hanımı 0 %0 39 %27,5 39 %22,3
Emekli 3 %9,1 0 %0 3 %1,7
Ümidi Kırıldı 1 %3 7 %4,9 8 %4,6
Engelli 1 %3 0 %0 1 %0,6
Hasta 1 %3 5 %3,5 6 %3,4
Ailevi/Kişisel
2 %6,1 25 %17,6 27 %15,4
Nedenler
Mevsimlik 1 %3 0 %0 1 %0,6
Diğer 11 %33,3 56 %39,4 67 %38,3
Toplam 33 %100 142 %100 175 %100
* Ki-Kare testi sonucunda, χ=2 57.559, sd= 9, p= 0.00 > 0.05 olduğundan anket
katılımcılarının cinsiyeti ile iş aramama sebepleri arasında ilişki vardır.
98 AKBAŞ

Yukarıdaki veriler ışığında ankete katılım gösteren bireylerin cinsiyeti ile iş


aramama sebepleri arasında istatistiki açıdan anlamlı bir ilişki olup olmadığının
testi için aşağıdaki hipotezler kurulmuş ve Ki- Kare testi yapılmıştır.
Hₒ: Cinsiyet ile iş aramama sebepleri ilişkili değildir.
H1: Cinsiyet ile iş aramama sebepleri ilişkilidir.
Uygulanan Ki- Kare testi sonucunda, Hₒ reddedilmiştir. Zira cinsiyetin iş
aramama sebepleri ile ilişkili olduğu bulgulanmıştır.
Erkek anket katılımcılarından %9’u İŞKUR, %5,3’ü akrabaları vasıtasıyla,
%46,8’i eş-dost tanıdık aracılığıyla, %3,2’si özel istihdam büroları veya kariyer
siteleri aracılığıyla iş bulduklarını ifade ederken %35,6’sı diğer kanallarla iş
bulduklarını belirtmişlerdir (Bkz. Tablo 6). Kadın katılımcıların ise %19,6’sı
İŞKUR, %7,4’ü akrabaları vasıtasıyla, %40,5’i eş-dost tanıdık aracılığıyla,
%2,7’si özel istihdam büroları veya kariyer siteleri aracılığıyla, %27,1’i ise
diğer kanallarla iş bulduklarını ifade etmişlerdir. Her iki grupta da eş-dost,
tanıdık aracılığıyla iş bulduğunu belirtenlerin sayısal üstünlüğünün yanında,
özellikle kadınların %19,5’inin İŞKUR aracılığıyla istihdama dâhil olduklarını
ifade etmesi önem arz etmektedir.
Tablo 6. Kadınlar ve Erkekler Arasında İş Bulma Kanallarına Dair Gözlenen Farka
İlişkin Çapraz Tablo
Erkekler Kadınlar Toplam
İŞKUR aracılığıyla 17 29 46
Akrabalar vasıtasıyla 10 11 21
Eş-dost-tanıdık 88 60 148
ÖİB- kariyer siteleri 6 4 10
Gazete ilânı 0 4 4
Diğer 67 40 117
Toplam 188 148 336

Ki-Kare testi sonucunda, (sd=5, χn=336)


2
= 16.747, p=.010 < .05
olduğundan, katılımcıların cinsiyetlerine göre işi hangi kanalla bulduklarına
ilişkin gözlenen farkın anlamlı olduğu bulgulanmıştır.
Çalışma Hayatında Kadın İstihdamının ve İşsizliğin Değerlendirilmesi: Denizli İli Örneği 99

Tablo 7: Kadınlar ve Erkekler Arasında Çalışma Durumu Bakımından Karşılaştırma


Erkekler Kadınlar Toplam
Erkekler Kadınlar Toplam
Kişi İçindeki Kişi İçindeki Kişi İçindeki
Yüzde Yüzde Yüzde
Düzenli ücretli 188 %85,1 156 %88,6 344 %86,6
Yevmiyeli 9 %4,1 9 %5,1 18 %4,5
Kendi hesabına 18 %8,1 8 %4,5 26 %6,5
Ücretsiz aile
1 %0,5 3 %1,7 4 %1
işçisi
İşveren 5 %2,3 0 %0 5 %1,3
Toplam 221 %100 176 %100 397 %100
Erkekler ve kadınlar çalışma durumu bakımından karşılaştırıldığında, her
iki grupta da düzenli ücretli olarak istihdamda bulunma birincildir. Yalnızca
221 erkek anket katılımcısından 18’i (%8,1) kendi hesabına faaliyet
göstermekteyken bu şekilde çalışan kadınların oranı 176 kadın içerisinde
%4,5’tir.
Katılımcı bireylerden elde ettiği ücret sorusunu yanıtlayanların sayısı
329’dur (Bkz. Tablo 8). Ortalama kazanç, 1240 ₺’dir. 144 birey (%43,8), 2015
yılı net asgari ücretin (1000,54 ₺) üzeri ücret elde ettikleri bir işte çalışmaktadır.
Net asgari ücret alanlar 129 kişidir (%39,2). 318 birey ise ilgili ay itibarıyla
işsizdir. Erkeklerin %85,8’i, kadınların %79,4’ü asgari ücret veya üstünde ücret
elde etmektedir. Kadın katılımcılar içerisinde 171 kişi, 2015 Temmuz ayı
itibarıyla istihdamdadır. Bu bireylerden elde ettiği ücret sorusunu
yanıtlayanların sayısı 146’dır. Erkeklerin ortalama kazancı 1336 ₺ iken,
kadınların ortalama kazancı 1144 ₺’dir. Toplamda 129 birey (%39,2) ise net
asgari ücret elde ettikleri bir işte çalışmaktadır.
Tablo 8: Kadınlar ve Erkekler Arasında Ortalama Ücretlere Dair Gözlenen Farka
İlişkin Çapraz Tablo
Ortalama Ücret Düzeyi
0-1000,53 1000,54 1000,55 TL Toplam
TL TL ve üzeri
Erkekler Kişi 26 50 107 183
Erkekler İçinde Yüzde 14,2% 27,3% 58,5% 100%
Kadınlar Kişi 30 79 37 146
Kadınlar İçinde Yüzde 20,5% 54,1% 25,3% 100%
Toplam Kişi 56 129 144 329
Toplam İçinde Yüzde 17% 39,2% 43,8% 100%
* Ki-Kare testi sonucunda, χ = 37.142, sd= 2, p= 0.00 > 0.05 olduğundan anket
2

katılımcılarının cinsiyeti ile elde ettikleri ortalama gelir arasında ilişki vardır.
100 AKBAŞ

Yukarıdaki veriler ışığında ankete katılım gösteren bireylerin cinsiyeti ile


elde ettikleri ortalama gelir arasında istatistiki açıdan anlamlı bir ilişki olup
olmadığının testi için aşağıdaki hipotezler kurulmuş ve Ki- Kare testi
yapılmıştır.
Hₒ: Cinsiyet aylık ortalama ücret ile ilişkili değildir.
H1: Cinsiyet aylık ortalama ücret ile ilişkilidir.
Uygulanan Ki- Kare testi sonucunda, Hₒ reddedilmiştir. Zira cinsiyetin elde
edilen aylık ücret geliri ile ilişkili olduğu bulgulanmıştır.
Ortalama kazancın, kadınlara kıyasla erkeklerde daha yüksek çıkmış
olması, erkek katılımcılar içerisinde kendi hesabına faaliyet yürütmeye başlayan
bireylerin sayısının ve yüksek ücretlerinin etkisi olarak düşünülmektedir. Bu
durum, işgücü piyasasında rekabet koşulları içerisinde davranma
yükümlülüğünün üstesinden gelebilme stratejileri açısından cinsiyet
farklılığının etkisi olduğu fikrini desteklemektedir. Nihai olarak, erkek olmanın
istihdamda daha yüksek ücret olasılığını içerisinde barındırdığı, bu hususta
kurumsal faktörlerin ve ayrımcılığın etkisinin olabileceği söylenebilecektir.
Tablo 9: Haftalık Çalışma Saatleri
Haftalık Çalışma Saati
0-30 31-45 46-66 67 saat Toplam
saat saat saat ve üstü
Erkekler Kişi 9 42 139 14 204
Erkekler
%4,4 %20,6 %68,1 %6,9 %100
İçindeki Yüzde
Kadınlar Kişi 5 39 102 3 149
Kadınlar
%3,4 %26,2 %68,5 %2,0 %100
İçindeki Yüzde
Kişi 14 81 241 17 353
Toplam Toplam İçindeki
%4 %22,9 %68,3 %4,8 %100
Yüzde

Tablo 9’da istihdamda yer alan anket katılımcılarının haftalık çalışma


saatleri arasında cinsiyete dayalı bir farklılığın olup olmadığı
değerlendirilmektedir. İlgili soruya yanıt veren 353 kişiden yalnızca 14’ü kısmi
zamanlı bir işte çalışmaktadır. Her iki cinsiyet grubu için de, 46 ilâ 66 saat arası
haftalık çalışma saatinin göreli ağırlığı söz konusudur. Erkeklerde ortalama
haftalık çalışma süresi 51 saat iken, kadınlarda 49 saattir.
Çalışma Hayatında Kadın İstihdamının ve İşsizliğin Değerlendirilmesi: Denizli İli Örneği 101

Tablo 10: Erkeklerin Eğitim Düzeyi ve İstihdam İlişkisine Dair Çapraz Tablo
Eğitim durumu
Ön
Erkekler İlköğretim lisans Toplam
Lise
ve Altı ve
Lisans
Son bir ay Evet Kişi 68 92 58 218
içerisinde bir Satır İçindeki Yüzde %31,2 %42,2 %26,6 %100
saat bile olsa Sütun İçindeki Yüzde %66 %84,4 %71,6 %74,4
gelir elde Hayır Kişi 35 17 23 75
etmek Satır İçindeki Yüzde %46,7 %22,7 %30,7 %100
amacıyla bir
işte çalıştınız Sütun İçindeki Yüzde %34 %15,6 %28,4 %25,6
mı?
Kişi 103 109 81 293
Toplam
Satır İçindeki Yüzde %35,2 %37,2 %27,6 %100

Eğitim düzeyi ve istihdam ilişkisine bakıldığında (Tablo 10 ve 11), erkek


katılımcıların içerisinde istihdam oranı en yüksek grubun lise mezunları
(%42,2) olduğu görülmektedir. Kadınlarda ise istihdam oranı en yüksek olan
grup, ilköğretim mezunları ve herhangi bir okul bitirmemiş olanlardır (%44,8).
Bu durum değerlendirilecek olursa, özellikle kadınlarda ön lisans veya lisans
mezunu olmanın firmalar tarafından tercih edilmekte herhangi bir avantaj
yaratmadığı; aksine olası yüksek ücret maliyetlerinin bu bireyleri dışsal
istihdamın rekabetçi ortamına terk ettiği söylenebilecektir.
Tablo 11: Kadınların Eğitim Düzeyi ve İstihdam İlişkisine Dair Çapraz Tablo
Eğitim durumu
Kadınlar İlköğretim Ön lisans Toplam
Lise
ve Altı ve Lisans
Evet Kişi 74 55 42 171
Son bir ay
Satır İçindeki %43,3 %32,2 %24,6 %100
içerisinde
Yüzde
bir saat bile
Sütun İçindeki %44,8 %39,9 %41,6 %42,3
olsa gelir
Yüzde
elde etmek
Hayır Kişi 91 83 59 233
amacıyla
Satır İçindeki %39,1 %35,6 %25,3 %100
bir işte
Yüzde
çalıştınız
mı? Sütun İçindeki %55,2 %60,1 %58,4 %57,7
Yüzde
Kişi 165 138 101 404
Toplam Satır İçindeki %40,8 %34,2 %25 %100
Yüzde
102 AKBAŞ

Anket katılımcılarından 336 bireyin 2015 Temmuz ayı itibarıyla çalıştıkları


firmaların faaliyet gösterdikleri sektörlere bakıldığında (Bkz. Tablo 12), ilk üç
sektörün; 141 kişi ile Sanayi-İmalat (%41,9), 76 kişi ile Hizmetler (%22,6) ve
41 kişi ile Ticaret (%12,2) olduğu bulgulanmıştır. Kadınların %45,9’u sanayi
sektöründe istihdamda bulunurken, erkekler arasında bu oran %39 olarak
gerçekleşmiştir. Her iki cinsiyet kategorisinde de ikinci olarak hizmetler
sektörünün ağırlığı söz konusudur.
Tablo 12: Kadınların ve Erkeklerin Çalıştıkları Sektörlere Dair Oranlar
Erkekler Kadınlar
Erkekler Kadınlar Toplam
Kişi İçindeki Kişi İçindeki Kişi
Yüzde Yüzde
Tarım 7 %3,7 6 %4,1 13
Sanayi 74 %39 67 %45,9 141
Ticaret 23 %12,1 18 %12,3 41
İnşaat 12 %6,3 3 %2 15
Hizmetler 48 %25,2 28 %19,2 76
Turizm 10 %5,2 2 %1,3 12
Diğer 16 %8,4 22 %15 38
Toplam 190 %100 146 %100 336

Çalışılan firmaların faaliyet gösterdikleri sektörlerin yanında


değerlendirilmesi önem arz eden bir başka husus, ilgili firmalarda anket
katılımcılarının cinsiyete dayalı olarak sürdürdükleri mesleklerin ne ölçüde
farklılaştığıdır. Erkekler arasındaki sınıflandırmada en fazla orana sahip üç
meslek kategorisi, hizmet ve satış elemanlığı (%29,1); tesis ve makine
operatörlüğü (%17,6) ve sanatkârlık/ ilgili işlerde çalışma (%14,3) olarak
bulgulanmıştır. Kadınlarda ise birinci sırayı %24 oranıyla sanatkârlık alırken, en
yüksek diğer iki meslek grubu %22,3’er orana tekabül edecek bir biçimde
hizmet ve satış elemanlığı ile nitelik gerektirmeyen işlerde çalışmadan ibarettir.
Çalışma Hayatında Kadın İstihdamının ve İşsizliğin Değerlendirilmesi: Denizli İli Örneği 103

Tablo 13: Kadınların ve Erkeklerin Mesleklerine Dair Oranlar


Erkekler Kadınlar
Kişi Erkekler Kişi Kadınlar Toplam
Meslek
İçindeki İçindeki Kişi
Yüzde Yüzde
Yönetici 8 %3,7 2 %1,1 10
Profesyonel meslek 6 %2,7 6 %3,4 12
Teknisyen, Yardımcı 16 %7,4 8 %4,5 24
profesyonel meslek
Büro hizmetleri 20 %9,2 26 %14,8 46
Hizmet ve satış elemanı 63 %29,1 39 %22,3 102
Nitelikli tarım, Orman 7 %3,2 5 %2,8 12
Sanatkâr ve ilgili işler 31 %14,3 42 %24 73
Tesis ve makine 38 %17,6 5 %2,8 43
operatörlüğü
Nitelik gerektirmeyen işler 27 %12,5 39 %22,3 66
Toplam 216 %100 175 %100 391

İstihdamın niteliğini belirlemek açısından, istihdamdaki bireylerin,


çalıştıkları firmada geçirdiği kıdem süresi de önem arz etmektedir. Çalışma
sürelerine bakıldığında (Bkz. Tablo 14), 2015 Temmuz ayı itibarıyla istihdamda
olan ve ilgili soruya yanıt veren 380 kişiden 193’ü (%50,8) mevcut durumda
çalıştıkları firmada 12 ay veya daha az süre ile bulunmaktadır. 1 yıl ilâ 3 yıl
arası çalışanların oranı %37,1’dir. 3 yıllık kıdeme ulaşmış bir biçimde istihdam
edildiği mevcut firmada olan bireylerin oranı %12,1’dir.
Tablo 14: “İşyerinde ne kadar süredir çalışıyorsunuz?” Sorusuna Anket Katılımcılarının
Verdiği Cevaplara Dair İstatistikler
Kıdem (ay)
Toplam
0-12 13-24 25-36 37-48 49-60 61+
Kişi 100 50 28 8 2 22 210
Erkekler Erkekler
%47,6 %23,8 %13,3 %3,8 %1 %10,5 %100
İçindeki Yüzde
Kişi 93 40 23 5 4 5 170
Kadınlar Kadınlar
%54,7 %23,5 %13,5 %2,9 %2,4 %2,9 %100
İçindeki Yüzde
Kişi 193 90 51 13 6 27 380
Toplam Toplam
%50,8 %23,7 %13,4 %3,4 %1,6 %7,1 %100
İçindeki Yüzde
104 AKBAŞ

Erkek anket katılımcılarından 2015 Temmuz ayı itibarıyla istihdamda olan


ve ilgili soruya yanıt veren 210 kişiden 100’ü (%47,6), mevcut durumda
çalıştıkları firmada 12 ay veya daha az süre ile bulunmaktadır. 1 yıl ilâ 3 yıl
arası çalışanların oranı %37,1’dir. 3 yıldan fazla kıdeme sahip bir biçimde
çalışanların oranı %15,3’tür. Kadın anket katılımcılarından ilgili soruya yanıt
veren 170 kişiden 93’ü (%54,7), mevcut durumda çalıştıkları firmada 12 ay
veya daha az süre ile bulunmaktadır. 1 yıl ilâ 3 yıl arası çalışanların oranı
%37’dir. 3 yıldan fazla kıdeme sahip bir biçimde çalışan kadınların oranı
%8,2’dir. Oransal açıdan her iki toplumsal cinsiyet grubu karşılaştırıldığında,
özellikle erkeklerin 3 yıldan fazla kıdeme ulaşabilmesinin daha olası olduğu
görülmektedir.
Anket katılımcılarından “Sosyal Güvenlik Kurumu’na kayıtlı mısınız?”
sorusuna yanıt veren 397 kişinin 351’i (%88,4) soruya “EVET” yanıtını
vermişlerdir. Kayıtlılık oranı, ilgili soruya cevap veren erkekler için %90
oranında gerçekleşmiştir. Kadınlar arasında ise bu oran, %86,4’tür. Dolayısıyla
oransal bakımdan değerlendirildiğinde, %13,6 ile kadınlarda sosyal güvenliğe
kayıtlı olmayanlar daha fazladır. Ancak yapılan Ki-Kare testi sonucunda, Sosyal
Güvenlik Kurumu’na kayıtlılık ile toplumsal cinsiyet arasında ilişki olmadığı
bulgulanmıştır.
Sonuç
Çalışmanın ana bulgusu, Denizli ilinde 2012 ve 2013 yılları arasında
İŞKUR’a kaydolmuş kadınlar ve erkekler arasında istihdama, istihdam
koşullarına ve ortalama kazanca ilişkin farklılıkların olduğudur. Ayrıca kadın
istihdamını artırma hususunda kamu yardımlarıyla veya tamamen kamu destekli
çocuk bakım hizmetlerinin oluşturulması gerekliliği ortaya çıkmıştır.
Araştırmanın ilk hipotezi olan, cinsiyet ile istihdam oranı arasındaki ilişki,
bulgular neticesinde kabul edilmiştir. Bu bakımdan yazınla örtüşen bir durum
ortaya çıkmaktadır. Verili durumda kadınların işgücü piyasası içerisinde yer
almalarının artması, özellikle Türkiye işgücü piyasasının yapısal özellikleri ile
paralellikler neticesinde ve işgücü talebinde bulunanlar dolayısıyla ağırlıklı
olarak sağlanamamaktadır. Aynı zamanda iş arama kanalları içinde enformel
iletişim ağlarının yaygınlığı ve asgari ücret seviyesinde istihdamın göreli
büyüklüğü, toplumsal cinsiyet rollerini pekiştirmede dolaylı olarak etki
göstermektedir.
Araştırmanın bir diğer hipotezi, cinsiyet ile işsiz bulunulan sürelerde iş
arama faaliyeti arasında ilişki olduğudur. Yapılan Ki- Kare testleri ile her iki
cinsiyet grubu arasında iş arama faaliyetine girişme bakımından istatistiksel
Çalışma Hayatında Kadın İstihdamının ve İşsizliğin Değerlendirilmesi: Denizli İli Örneği 105

açıdan ilişki bulunduğu saptanmıştır. Bu hususta özellikle vurgulanması


gereken durum, genç kadınların özellikle doğum veya hamilelik sonrası
İŞKUR’a kayıt olsalar dahi işsizliklerini sürdürmeleri ya da istihdam
olanaklarına kavuşmaya dair ümitlerini işsizlik süresi uzadıkça yitirmeleridir.
Hipotezlerden bir diğeri, cinsiyet ile çalışma koşulları arasında bir ilişkinin
var olduğudur. Özellikle aylık elde edilen ortalama ücret hususunda, erkeklere
kıyasla kadınların daha düşük bir tutara sahip olabildikleri bulgulanmıştır.
Bunun yanında çalışma durumu, haftalık çalışma süresi, sigortalılık vd.
açısından her iki cinsiyet grubu karşılaştırıldığında anlamlı bir farklılık
bulgulanmamıştır.
Kadının çalışma yaşamına girmesinin önündeki engeller ülkelere ve illere
göre farklılık göstermektedir. Denizli’de kadın istihdamının önündeki temel
engeller çocuk bakımı, evlilik dolayısıyla kadının ev içindeki yükümlülükleri,
çalışma koşullarının zorluğudur. Denizli’de kadınların çalışma ya da çalışmama
kararında, büyük ölçüde kreş, eşin çalışmaya rıza göstermesi ve hasta bakımı
gibi konular etkili olmaktadır. Ayrıca uzun süreli işsiz kalmış kadınlar, bu
durumu kanıksamakta ve kendilerini bir meslek olarak gördükleri “ev hanımı”
kategorisine ikna etmektedirler.
İstihdamda yer alan kadınlarda dahi anılan engellerin var olabileceği göz
önünde bulundurulmalıdır. Nitekim bu engellerin özellikle işverenlerin çalışan
tercihi açısından da kadınlara birtakım dezavantajlılıklar sunduğunu ifade etmek
mümkündür. Bu bakımdan, kadın istihdamını artırmayı hedefleyen politikalara
destek sunan işverenlerin ödüllendirilmesi, diğer işverenlerin bu hususta teşvik
edilmesi anlamına da gelebilecektir. Bununla beraber, kadın istihdamının
artmasına dair politikalar oluşturmak ve stratejiler geliştirmek konusunda emek
talebinin olumlu katkısını beklemek, istenilen sonuçları elde etmeye her zaman
olanak sağlamayacaktır. Örneğin aktif işgücü piyasası programlarının
etkinliğinin kadınlar söz konusu olduğunda yüksek çıktılarla
gerçekleşebilmesinin yanında, ilgili programlar kadınları istihdamda daha uzun
süreli ve kalıcı bir biçimde tutma konusunda başarısız olabilecektir.
Kaynakça
Akbaş, S. (2017). Aktif İşgücü Piyasası Politikalarının Etki Değerlendirmesi:
Denizli İli Örneği, Yayımlanmış Yüksek Lisans Tezi, 1. Basım, Ankara:
TAEM.
Arpat, B., Karadeniz, H. K., Karadeniz, O. ve Kocaalan, M. L. (2013). Mesleki
Eğitim Kurslarına Katılanların İşgücü Piyasasındaki Durumu
Araştırması: Birleşmiş Milletler Ortak Programı: Herkes İçin İnsana
106 AKBAŞ

Yakışır İş- Ulusal Gençlik İstihdam Programı ve Antalya Pilot Bölge


Uygulaması, Ankara: ILO Türkiye Ofisi.
Biçerli, K. ve Özer, M. (2004) Türkiye’de Kadın İşgücünün Panel Veri Analizi.
Sosyal Bilimler Dergisi. [http://www.acarindex.com/dosyalar
/makale/acarindex-1423869751.pdf] (Erişim: 10 Ağustos 2015).
Burden, T. (2002). Poverty, Policy Responses to Social Exclusion: Towards
Inclusion, (Editör: Janie Percy-Smith), Berkshire: Open University Press,
43-59.
Çağlar, A. ve Kumaş, H. (2011) Türkiye’de Kadın Eksik İstihdamını Belirleyen
Faktörler: TÜİK 2009 Hanehalkı İşgücü Anketi Ham Verileri ile
Cinsiyete Dayalı Bir Karşılaştırma. Çalışma ve Toplum, 2011/2 (29),
249-289.
Dedeoğlu, S. (2000) Toplumsal Cinsiyet Rolleri Açısından Türkiye’de Aile ve
Kadın Emeği. Toplum ve Bilim. 86, 139-169.
Dedeoğlu, S. (2009) Eşitlik mi Ayrımcılık mı? Türkiye’ de Sosyal Devlet,
Cinsiyet Eşitliği Politikaları ve Kadın İstihdamı. Çalışma ve Toplum.
2009/2 (21), 41-53.
Diriöz, S. Ç. (2012). İstihdamın Artırılmasında Aktif İşgücü Politikalarının
Rolü, Uzmanlık Tezi, Ankara: Kalkınma Bakanlığı.
İlkkaracan, İ. (1998). Kentli Kadınlar ve Çalışma Yaşamı, 75 Yılda Kadınlar ve
Erkekler, 285-302, İstanbul: İstanbul Tarih Vakfı Yayınları.
Karadeniz, O., Kumaş, H., Orhan, K., Öztepe, N. D. ve Ulutaş, Ç. Ü. (2015).
Konya ve Bursa’da Çalışma Hayatında Kadın: Kadın İşsizler ve
İşverenler Üzerine Bir Alan Araştırması, Kadınlar İçin Daha Çok ve İyi
İşler: Türkiye’de İnsana Yakışır İş İçin Kadınların Güçlendirilmesi
Projesi, Ankara: ILO Türkiye Ofisi.
Karadeniz, O. ve Yılmaz, H. H. (2018). 3. İş Dünyasında Kadın Raporu:
Sorunlar, Çözümler, Öneriler, Mart 2018, TÜRKONFED, İstanbul.
Kadın İstihdamı ve Emeği Girişimi, (2013). Türkiye’de Kadın Emeği ve
İstihdamına Yönelik Politikalar: Kadın Emeği ve İstihdamına Dair
Politika ve Faaliyetlerin 12 İlde Değerlendirilmesi, İstanbul: KEİG
Yayınları.
Korkmaz, A. ve Korkut, G. (2012) Türkiye’de Kadının İşgücüne Katılımının
Belirleyicileri. Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler
Dergisi. 17 (2), 41-65.
Toksöz, G. (2007). Türkiye’de Kadın İstihdamının Durumu, Ankara: ILO.
Çalışma Hayatında Kadın İstihdamının ve İşsizliğin Değerlendirilmesi: Denizli İli Örneği 107

Toksöz, G. (2009). Neoliberal Piyasa ve Muhafazakâr Aile Kıskacında


Türkiye’de Kadın Emeği, Küreselleşme, Kriz ve Türkiye’ de Neoliberal
Dönüşüm (Editörler: Nergis Mütevellioğlu ve Sinan Sönmez). İstanbul:
İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 205-234.
Toksöz, G. (2011). Kalkınmada Kadın Emeği, İstanbul: Varlık Yayınları.
TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu) (2014). Seçilmiş Göstergelerle Denizli, 2013,
Ankara.
TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu) (2018). İşgücü İstatistikleri, Mart 2018,
Ankara.
Ulutaş, Ç. Ü. (2009) Yoksulluğun Kadınlaşması ve Görünmeyen Emek,
Çalışma ve Toplum. 2009/2 (21), 25-38.
108 AKBAŞ
İKİNCİ BÖLÜM

DENİZLİ İŞGÜCÜ PİYASASINDA İŞSAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ

Temel Demografik Faktörlerin İş Güvenliği Kültürü Üzerine Etkisi:

Denizli İli-Metal Sektörü Örneği

Bülent Arpat

Ekonomik Teşviklerin İş Sağlığı Ve Güvenliği Üzerine Etkisi Denizli İli


Örneği

Oğuz Karadeniz
110 AKBAŞ
TEMEL DEMOGRAFİK FAKTÖRLERİN İŞ GÜVENLİĞİ KÜLTÜRÜ
ÜZERİNE ETKİSİ:
DENİZLİ İLİ-METAL SEKTÖRÜ ÖRNEĞİ 17
Bülent ARPAT 18
Giriş
İş kazalarının tam olarak önlenmesi ne mükemmel içerikli yasal
düzenlemelerle ne de modern teknolojinin işyerine entegrasyonuyla sağlanan
teknik nitelikli güvenlik tedbirlerinin alınması ile mümkün değildir. Türkiye’de
her yıl ortaya çıkan iş kazaları büyük oranda çalışanların güvensiz
davranışlarından kaynaklanmaktadır. Güvensiz davranışları ortadan kaldırmada
güvenlik kültürü, “birey olarak” çalışanı ve “topluluk olarak da” işyeri örgütsel
çevresini, sağlıklı ve güvenli bir çalışma ortamı oluşturmak amacıyla ele
almaktadır.
Denizli ili en yüksek ihracat potansiyeline sahip illerimizden biridir.
DENİB (Denizli İhracatçılar Birliği) verilerine göre 2017 yılı ihracatı 3.067.000
dolar olarak gerçekleşmiştir. Bu verilere göre en fazla ihracat yapan 8. il iken,
sosyo ekonomik gelişmişlik sıralamasında ise 10. sıradadır. Ancak sektörel
olarak başat pozisyona sahip olan tekstil, mermer, kablo, makine vb sektörlerin
tehlikeli olarak konumlanmaları, çalışanların büyük oranda iş kazaları ve
meslek hastalıkları ile karşı karşıya kalmalarına neden olmaktadır. İş kazalarını
önlemede güvenlik kültürü oluşturma ise, işletmeler açısından günümüzün
önem atfedilen öncelikli ve özellikli hedeflerinden biridir.
Güvenlik kültürünü bir bütün olarak tanımlamanın ve bir değişken olarak
ele almanın zorluğu nedeniyle alanyazında çeşitli boyutlarla ifade edilerek
analizi gerçekleştirilmektedir. Araştırmamızda iş güvenliği kültürü güvenlik
liderliği, güvenlik farkındalığı ve davranışları, güvenlik iletişimi ve çalışanların
katılımı, yönetimin güvenlik bağlılığı, güvenlik eğitimi ve güvenlik kuralları
boyutlarıyla ele alınarak (Bkz. Arpat, 2015) sonuca gidilmiştir.
Bu araştırmada bireyin demografik özelliklerinin güvenlik kültürü üzerine
tesiri incelenecektir. Araştırmada metal sektörünün tercih edilmesi, iş kazaları
yoğunluğunun bu sektörde meydana gelmesi nedeniyledir. Kazaların bu

17 Bu çalışma; Prof. Dr. Yılmaz Özkan danışmanlığında tamamlanan “İş Güvenliği Kültürünün İş
Kazalarına Etkileri: Metal Sektörü – Denizli İli Örneği” adlı doktora tezinden türetilmiş ve 19-
22 Mayıs 2017 tarihlerinde düzenlenen International Congress on Political, Economic and
Social Studies (ICPESS) kongresinde alınan geri bildirimlere göre yeniden şekillendirilmiştir.
18 Dr. Öğr. Ü. Pamukkale Üniversitesi, Honaz MYO. barpat@pau.edu.tr.
112 ARPAT

sektördeki yoğunluğu, araştırma sonuçlarının diğer sektörlere


genellenebilmesine olanak sağlayabilir. Demografik faktörlerin güvenlik
kültürü üzerine etkisinin bilinmesi, organizasyonlarda güvenlik kültürünün
geliştirilmesine katkı sağlayacak eylemlerin belirlenmesi için veri sağlayabilir.
Araştırmada bağımsız değişkenler olarak yaş, medeni durum, öğrenim düzeyi
ve cinsiyet değişkenleri ele alınmıştır.
Araştırmanın ilk olarak iş güvenliği kültürünün kavramsal çerçevesi ve
Denizli ilinin iş sağlığı ve güvenliği profili, ardından metal sektörü yapısal
tehlikeleri ile birlikte ele alınmıştır. Son kısımda ise araştırmanın
metodolojisine ve bulgulara yer verilerek sonuca ulaşılmıştır.
1. Kavramsal Çerçeve
1.1 İş Güvenliği Kültürü
Genellikle soyut bir kavram olarak ifade edilen güvenlik kültürü; iş
güvenliğini destekleyen üst yönetimin, işçinin güvenlik kuralları, uygulamaları
ve İSG faaliyetlerine katılım mekanizmaları ile güvenli davranışı destekleyen
uygulamalarını; iş kazası ve meslek hastalıkları (İKMH) ile ilgili verinin
toplanmasını, değerlendirilmesini ve İKMH farkındalığını arttırarak
ödüllendirme sistemini işyerinde kurması olarak ifade edilmektedir (Akın,
2012:104; Demirbilek, 2011:246-248). Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu ise
(IAEA) güvenlik kültürünü aşağıdaki gibi tanımlamaktadır:
“Bir örgütün iş sağlığı ve güvenliği programlarının yeterliliğine,
tarzına ve uygulamadaki sürekliliğine karar veren birey ve
grupların değer, algı, tutum, düşünme alışkanlıkları, yetkinlik ve
davranış kalıplarının toplamıdır (Mearns vd., 2003:642).”
İngiltere İş Sağlığı ve Güvenliği Komisyonu (HSC), IAEA’ya benzer bir
tanımda, örgütteki birey ve grupların değerleri, tutumları, algıları, yeterlilikleri
ve davranış kalıplarını belirleyen ve organizasyonun İSG yönetiminin stili ve
yeterliliğinin ortaya çıkardığı ürün olarak güvenlik kültürünü tanımlamaktadır
(Aktay, 2011:7). İngiltere Sanayi Konfederasyonu ise kavramı, risk, kaza ve
hastalık hakkında paylaştığı fikir ve inançlar olarak tanımlamaktadır (Cooper,
2000:113). Aynı araştırmada Cooper (2000:114) kültürü; insan (psikolojik), iş
(davranışsal) ve organizasyon (durumsal) arasında çok amaçlı doğrudan
etkileşimlerin bir ürünü olarak tanımladıktan sonra güvenlik kültürünü, bütün
örgüt üyelerini yönlendiren, günlük temelde güvenliği arttırmaya yönelik ilgi ve
eylemleriyle ilgili görünür çabaların seviyesi olarak ifade etmektedir. Buna göre
güvenlik kültürü, örgüt kültürünün bir alt boyutudur ve örgütün sağlık ve
Temel Demografik Faktörlerin İş Güvenliği Kültürü Üzerine Etkisi: Denizli İli-Metal Sektörü Örneği 113

güvenlik performansının sürdürülmesiyle ilgili davranışlara ve örgüt üyelerinin


tutumlarına etki eden düşüncelerdir.
IAEA’ya göre güvenlik kültürü (2002: 14), bir organizasyondaki sağlık ve
güvenlik programlarının yeterliliğini, biçimini, bağlılığını tayin eden bireysel ve
grup düzeyindeki davranış kalıpları, yetkinlikleri, tutumları ve değerlerinin bir
ürünü olup üç evrede geliştirilebilir:
• Güvenliği konu alan kurallar hazırlanır ve düzenlemeler yapılır.
• Güvenlik, organizasyonel bir amaç haline getirilir.
• Güvenlik, sürekli olarak geliştirilir.
1.2 İş Güvenliği Kültürünü Boyutlar İle Tanımlama
Güvenlik kültürünün soyut bir kavram oluşu araştırma esnasında çeşitli
zorluklar ortaya çıkarmaktadır. Bu nedenle güvenlik kültürü araştırmaları,
kendisini meydana getirdiği düşünülen daha somut olan boyutlar yoluyla
yürütülmektedir.
Güvenlik kültürü üzerine yapılan araştırmalarda incelenen boyut sayıları
değişkenlik göstermektedir. Dursun (2012:114) otomotiv sektöründe sekiz
boyut üzerinde çalışmış, Demirbilek (2005:160) ise tekstil sektöründeki
çalışmasında kısmen farklı sekiz boyutta çalışmıştır. Zohar’ın (1980) çalışması
da tekstil, metal, kimya ve gıda sektörlerinde sekiz boyut üzerinde durur iken,
Dedobbleer ve Beland (1991) inşaat sektöründe sadece iki boyutu incelemiştir.
Cox ve Cox (1991) ile Ann M. Williamson vd. (1997) beş boyut üzerinde
çalışırken, T.R. Lee (1996)’da çalışılan boyut sayısının 24’e kadar çıktığı
gözlemlenmektedir (Demirbilek, 2005: 94).
1.3 Organizasyonlarda İş Güvenliği Kültürü Oluşturma
Aşağıda Tablo 1’de bir işyerinde güvenlik kültürü oluşumu için gerekli
eylem ve adımlar görülmektedir. Pozitif bir güvenlik kültürünün oluşumu,
somut nitelikli eylem ve adımlarla başlamakta ve giderek daha az görünür olan
ancak güçlü eylem ve adımlarla arzu edilen değerler, inançlar ve normlara
ulaşmaktadır.
Tablo 1’den görülebileceği gibi; güvenlik kültürünün oluşturulmasında
birinci aşama soyut bileşenlerin oluşturulmasıdır. Soyut bileşenlerden kasıt,
örgütün dışından görülebilir, kalıcı olabilecek ve tüm çalışanlarca
benimsenebilecek nitelikte eylemler oluşturmaktır. Bu aşama istendik yönde bir
kültür oluşturmak üzere (somutlaştırılmış) eylemlerden oluşmaktadır. Bu tipteki
eylemlerin işletme üst yönetimlerince oluşturulması gereklidir. Bunun için
objeler, dil, hikâyeler, ritüeller ve (yönetsel) davranışlardan faydalanılabilir.
114 ARPAT

Çalışanlar tarafından benimsenecek güvenliğe ilişkin değerler, bu bileşenler ile


bunun gözlemlenebilir nitelikteki eylemleri ve göstergelerine göre ortaya
çıkacaktır. Bu aşamanın etkili olarak başarılması için çalışanlara zaman zaman
verilecek demeçler, onlarla yapılacak toplantılar, denetim eylemlerinin
sistematik bir şekilde periyodik ve etkin icrası ile, denetimlere ilişkin raporların
paylaşımı, işe uygun kıyafetlerle çalışmanın yürütülmesi, gerekli kişisel
koruyucu donanımların (KKD) uygun ölçülerde, niteliklerde ve sayılarda
sağlanması için afişler ve bültenlerin kullanılması gereklidir.
İkinci aşamada ise, görünür etki oluşturan birinci aşamanın çalışanlara
benimsetilmesine ilişkin aşamadır. Bu aşamada üst yönetim, güvenliği
önceleyen tutum değişikliğini çeşitli yöntemlerle çalışanlara benimsetmelidir.
Bu aşamada birtakım eylemlerden ve yazılı unsurlardan faydalanılabilir.
Güvenlik politikası ile birlikte eğitim el kitapları, prosedürler, bültenler, kaza ve
olaylara ilişkin raporlar, iş tanımlamaları, toplantı tutanakları ile diğer resmi
yazışmalar; kullanılabilecek yazılı unsurlara örnek olarak verilebilmektedir. Bu
aşamada çalışanlarda, arzu edilen güvenlik kültürüne yönelik tutumlar, değerler
ve kabuller oluşmaya başlamıştır.
Temel Demografik Faktörlerin İş Güvenliği Kültürü Üzerine Etkisi: Denizli İli-Metal Sektörü Örneği 115

Tablo 1: Güvenlik Kültürü Aşamaları, Eylemleri ve Objeleri


No AŞAMA ÖRNEK EYLEMLER / MESAJLAR GÖSTERGE
SOYUT GÖZLEMLENEBİLİR (Dışarıdan DAHA
BİLEŞENLERİN Görünebilir) GÜVENLİK EYLEMLERİ SOMUT
OLUŞTURULMASI OLUŞTURMA AŞAMASI
Güvenlik politikası tüm çalışanlara
• Objeler Çalışanlara
beyan/afişe edilir.
demeçler,
“Sıfır kayıp zaman, sıfır kaza” bir
toplantılar,
• Dil yönetim politikası olarak sürekli
denetim
dillendirilir.
1 raporlaması, işe
“Patronun ayak bileğini kırdığı gün…”
uygun kıyafet
• Hikâyeler işletme içinde herkes tarafından
zorunluluğu,
bilinir/aktarılır.
KKD,
Belirli periyotlarla “güvenlik ödülü” afişler ve bültenler.
• Ritüeller
takdim edilir.
Güvenlik ekipmanlarının kullanımı
• Davranış çalışanlara sürekli anlatılır ve
denetlenir.
DAHA AÇIK VE BİLİNÇLİ İFADE Tutumlar,
ÇALIŞANLAR
EDİLEN GÜVENLİK TUTUMLARI politikalar, eğitim
TARAFINDAN
Güvenlik, en üst öncelikte kitapları,
BENİMSENEN
DEĞERLER Güvenlik eksikliklerine/kusurlarına prosedürler, resmi
2 sıfır tolerans ifadeler, bültenler,
(İşyeri donanımı, Suçlamanın/kınamanın olmadığı kaza ve olay
çalışma ortamı raporlamaları, iş
yazılımlar,
Hataların, öğrenme fırsatı olarak kabul tanımlamaları,
çalışanlar ve
edilmesi toplantı
risklerle ilgili)
tutanakları.
TEMELDE ÖRTÜLÜ, ANCAK
ÇALIŞANLARCA BİLİNMEKTE
TEMEL Dikkatsizlik kazalara neden olur. Çalışanlarca
KABULLER Bazı çalışanlar kazalara meyillidir. benimsenen
Riskler, ulaşılması gereken hedefler değerler ve
3 (Görünmez yapıda kapsamına alınmalıdır. gözlemler ile
olmasına rağmen Güvenlik, her zaman geliştitilebilir soyut
çalışanlar /iyileştirilebilir. bileşenlerden
bilinçlidir.) Kazalar kaçınılmaz değildir. çıkarılan sonuçlar.
DAHA
Düzgün olarak dizayn edilmiş fabrika, SOYUT
doğal olarak güvenlidir.
Kaynak: IAEA, (2002), “Safety Culture in Nuclear Installations: Guidance for Use in The Enhancement of
Safety Culture”, IAEA-TECDOC-1329, Vienna ve GULDENMUND, F.W. (2000), “The Nature of safety
Culture: A Review of Theory and Research”, Safety Science, No: 34’den faydalanılarak hazırlanmıştır.

Birinci aşamada temellenen ve ikinci aşamada benimsenmesi sağlanan


tutumların içselleştirilmesi ve bu yönde çalışanlarda sürekli bir bilinç oluşumu,
üçüncü aşamada sağlanmaktadır. Bu aşamada; birinci ve ikinci aşamadaki
eylemler ve unsurlar, artık birer temel kabul haline dönüşmüştür. Kültürün
soyut ve görünmez olarak açıklanan özelliği, üçüncü aşamanın yürütülmesi ile
görünür bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Bu aşamada çalışanlar güvenli
116 ARPAT

davranışlar ve tutumlar sergilemekte ve güvenliğe uyma yönünde bir eğilime


sahiptir.
Üst yönetimin bu aşamaları icra etmede göstereceği performans,
organizasyonun negatif-pozitif güvenlik kültürü skalasında ki güvenlik kültürü
düzeyinin belirleyicisi olacaktır. Nitekim Pidgeon’de (1991:135) bir işletmenin
iyi bir güvenlik kültürü profili çizmesi için saydığı dört temel özellikten ilki üst
yönetimin iş güvenliğine bağlılığıdır. Diğer faktörler ise tehlikeler ve insanlar
üzerindeki etkileri konusunda ortak önem ve dikkat, gerçekçi ve esnek normlar
ile tehlikeler konusunda kurallar ve uygulama yoluyla sürekli yansımasını
izleme ile analiz ve geri bildirim sistemleridir.
1.4 Denizli İli ve Türkiye Genelinde İş Kazalarının Görünümü
Denizli ili sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyi oldukça yüksek, ihracat ve
işgücü istihdamı performansı ülke standartlarının üstünde, yükseköğretim ve
orta öğretim okur-yazarlığı yüksek ve yatırım teşvik belgesi alımında ilk sırada
yer alan illerden biridir (Arpat, 2015). Ancak Denizli ilinde iş sağlığı ve
güvenliği açısından aynı başarıyı zikretmek mümkün değildir. Bu durum Tablo
2’deki verilerde de görülmektedir. Özkan ve Arpat’ın (2016) Denizli ili metal
sektöründe yaptığı ve 321 katılımcıya ulaştıkları ve çalışma koşullarını negatif
olarak etkileyen faktörleri tayin için yaptıkları araştırmada, aldıkları 427 geri
bildirimden 409 adedi, 13 kategöride sınıflandırılan ve çoğunlukla iş kazası ya
da meslek hastalığı riski içeren olumsuz bildirimlere aittir.
Denizli ilinde 2014-2016 yılları arasında gerçekleşen iş kazası sayıları ve
buna ilişkin diğer veriler Tablo 2’de görülmektedir.
Temel Demografik Faktörlerin İş Güvenliği Kültürü Üzerine Etkisi: Denizli İli-Metal Sektörü Örneği 117

Tablo 2: Yıllara Göre Denizli İli ve Türkiye Geneli İş Kazası Verileri


2016 2015 2014
Ölçek
N % N % N %
İK sonucu Sürekli İş Türkiye 4.447 3.433 1.421
göremezlik Geliri 1,91 1,16 0,77
Bağlananların Sayısı Denizli 85 40 11

Sürekli İş göremezlik Türkiye 69.924 65.361 62.097


1,2 1,2 1,2
Geliri Alanların Sayısı Denizli 864 782 740

İK geçiren Sigortalı Türkiye 286.068 241.547 221.366


2 2,1 2,25
Sayıları Denizli 5.699 5.181 4.983

Geçici İş göremezlik Türkiye 3.453.702 2.992.070 2.065.962


2,25 1,7 2,58
Süresi Denizli 77.490 51.401 53.425

İş Kazalarında Ölüm Türkiye 1.405 1.252 1.626


1,4 1,6 1,04
Sayısı Denizli 20 20 17
Kaynak: SGK istatistiklerinden derlenmiştir (www.sgk.gov.tr).
Tablo 2’ye göre Türkiye’de iş kazası geçiren sigortalıların yaklaşık %2’si
Denizli ili çalışanlarıdır. 2014 yılından bu yana oransal olarak bir düşme trendi
gözlenmesine rağmen, kazaya uğrayan sigortalı sayısında artış ortaya çıkmıştır.
Bu artış Türkiye genelinde iş kazasına uğrayan sigortalı sayısının artışına
bağlanabilir.
İş kazası sonucu sürekli iş göremezlik geliri alanların sayısı, Türkiye geneli
ve Denizli ili ölçeğinde artış trendindedir. SGK istatistiklerine göre bu veri
birikimli olarak verilmekte olup, artışın gerekçesi de buna dayandırılabilir. Gelir
bağlama sayıları incelendiğinde ise, kazaya uğrayan sigortalı sayısına paralel
olarak, gelir bağlanan sigortalı sayılarında artış gözlemlenmektedir.
İş kazaları sonucu geçici iş göremezlik nedeniyle kaybedilen gün sayısında,
yıllara göre Türkiye geneli ve Denizli ilinde bir artış söz konusudur. Bu artışta,
yıllara göre iş kazası geçiren sigortalı sayısındaki artışa paralel bir seyir
izlemektedir. İlin başat endüstrisinin tekstil, mermer, kablo, makine imalatı vb
gibi tehlike düzeyi yüksek işler olması, iş kazalarının etkileri üzerine iş
göremezlik süresini arttırıcı bir rol oynadığını söylemek mümkündür.
İş kazası sonucu ölüm oranlarına bakıldığında ise, bir artış gözlenmektedir.
Ancak 2014 yılında, sadece Soma maden faciasında 301 işçimizin ölümü, ilgili
yıl için Denizli ilinde daha düşük orana aracılık etmektedir. Buna göre, iş
118 ARPAT

kazalarında meydana gelen ölümlerin yaklaşık %1,5’inin Denizli ilinde


meydana geldiğini söylemek mümkündür.
Denizli ilinde 2014-2016 yılları arasında gerçekleşen meslek hastalığı
sayıları ve buna ilişkin diğer veriler Tablo 3’de görülmektedir.
Tablo 3: Yıllara Göre Denizli İli ve Türkiye Geneli Meslek Hastalığı (MH) Verileri
2016 2015 2014
Ölçek
N % N % N %
MH sonucu Sürekli İş Türkiye 195 163 88
göremezlik Geliri 0 0 0
Bağlananların Sayısı Denizli 0 0 0

Sürekli İş göremezlik Türkiye 4.795 4.663 4.563


Geliri Alanların 0,1 0,1 0,1
Sayısı Denizli 5 5 5

MH Yakalanan Türkiye 597 510 494


0,16 0 0
Sigortalı Sayıları Denizli 1 0 0

Geçici İş göremezlik Türkiye 151 500 1570


33,1 0 0
Süresi Denizli 50 0 0
Türkiye 0 0 0
MH Ölüm Sayısı 0 0 0
Denizli 0 0 0
Kaynak: SGK istatistiklerinden derlenmiştir (www.sgk.gov.tr).
Tablo 3’ye göre Türkiye’de meslek hastalığına yakalanan sigortalı
sayılarında küçük artışlar gözlemlenmektedir. Bu artışın Türkiye’de meslek
hastalığı teşhisi koyma performansında bir ilerleme olarak görebilmek, ne yazık
ki mümkün değildir. Meslek hastalığı tanılarının azlığı Türkiye genelinde
sıklıkla eleştirilen konulardan biridir (Ilıman, 2015: 21; Karadeniz, 2012;
Özveri, 2002). Denizli ilinin başat endüstrileri ve hizmet sektörlerinin
yoğunluğu göz önüne alındığında bu durum, tanı konulamama nedeniyle pek
çok kişinin meslek hastalığı nedeniyle verilecek sosyal sigorta yardımlarından
faydalanamaması sonucunu doğurmaktadır.
Meslek Hastalığı sonucu sürekli iş göremezlik geliri alanların sayısı,
Türkiye genelinde artış trendindedir. Ancak bu artışta meslek hastalığı
tanılarının azlığına bağlanabilecek sebepten ötürü çok küçük düzeylerdedir.
Denizli ilinin işgücü potansiyeli açısından değerlendirildiğinde meslek hastalığı
vakası sayısı gibi, sürekli iş göremezlik geliri alma ve gelir bağlanma
Temel Demografik Faktörlerin İş Güvenliği Kültürü Üzerine Etkisi: Denizli İli-Metal Sektörü Örneği 119

sayısındaki veriler de fiili durumu yansıtmaktan uzaktır. Zira ILO kaynaklarına


göre (Berk vd., 2011);
• İşe bağlı ölümlerin beşte dördü meslek hastalıkları nedeniyle meydana
gelmektedir.
• %10’u kalıcı ya da uzun süreli sakatlıklarla sonuçlanan 160 milyon
meslek hastalığı vakası bildirilmektedir.
• Zararlı etkenler nedeniyle her yıl 438.489 kişi ölümü beklemektedir.
• Asbestoz, tek başına 100.000 kişinin ölümüne neden olmaktadır.
• Dünyada işgücünün %50’sinin istihdam edildiği tarım sektöründe yılda
70.000 zehirlenme vakası tahmin edilmektedir.
Meslek hastalıkları sonucu geçici iş göremezlik nedeniyle kaybedilen gün
sayısı da, tanıların azlığından kaynaklanan nedenle oldukça düşük düzeylerde
görülmektedir. Bu tablonun da yukarıda açıklanan nedenlere dayanarak Türkiye
geneli ve Denizli ili için fiili durumu yansıtmadığı söylenebilir.
2. Metal Sektörü
2.1 Metal Sektörünün Yapısı ve Tehlikeleri
Metal sektörü, imalat sanayi içinde yer alan ve geniş bir faaliyet alanı ile
yapısı gereği yaygın bir alt sektörler spektrumunu barındırmaktadır. Otomotiv
sektöründen beyaz eşya üretimine, iş makinelerinden ağır sanayi ürünlerine
(Bingöl, 2010:16), demir-çelikten alüminyum ve bakır gibi demir dışı metallere,
tüketici elektroniği, telekom cihazları, askeri elektronik, diğer profesyonel ve
endüstriyel cihazlar, bilgisayar cihazları ve elektrikli makine üretimi, elektrik ve
elektronik sanayisine (Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, 2013:9; Alp,
2010:45) kadar çok çeşitli üretim dallarında işlerlik göstermektedir. Sektör
içindeki faaliyetlerde üretim teknoloji ağırlıklı yapılmakla birlikte, emek
yoğunluğu da dikkate değer düzeydedir (ÇSGB, 2011:13).
Metal sektöründe üretimde kullanılan en önemli enstrüman makinalardır.
Makinalar İSG açısından çalışanlar için pek çok riskler içermektedir. Metal
sektörünün içinde yer alan makinelere ilişkin tehlikeleri Ölmez (2005:6)
“Makine Tehlikeleri” olarak Şekil 1’de ki gibi açıklamaktadır.
Ölmez, diğer tehlikeleri kayma ve düşmeler, zehirli madde kullanımı, alet,
malzeme düşmesi, çalışanların saldırısı, yangın, patlama, mesleki hastalıklar ve
sıcak-soğuk dengesizlikleri olarak sınıflandırmaktadır (2005:6). Buna göre
metal sektörü Şekil 1’de ele alınan riskler dışında fiziksel riskler, kimyasal
riskler, elektriksel tehlikeler, mekanik tehlikeler ve işyeri ortamından
kaynaklanan tehlikeler gibi pek çok riski/tehlikeyi içermektedir. Sektörün İSG
120 ARPAT

açısından bilinen tüm riskleri taşıması, araştırmada metal sektörünü tercih


nedeni olarak ön plana çıkarmaktadır.
Şekil 1: Metal Sektöründe Tehlike Faktörleri

Kaynak: ÖLMEZ, F. (2005), “İş Sağlığı Uygulama İlkeleri”, İş Sağlığı ve Güvenliği


Eğitim Notları.
3. Araştırmanın Metodolojisi Ve Bulgular
3.1 Ana Kültle ve Örneklem
Denizli ilinde metal sektörü kapsamına giren 1355 işyerinde çalışan 10580
işçi, araştırmanın evrenini oluşturmaktadır (Bkz. SGK İstatistik Yıllığı-2012).
Evreni temsil eden çalışanlar için mavi yakalı ya da beyaz yakalı ayırımı
yapılmamış, tüm çalışanlar kategorisine bakılmaksızın evrene dâhil edilmiştir.
Krejcie ve Morgan’a göre (1970) ana kütleyi temsil eden bu sayı için örneklem
büyüklüğü 288 kişidir. Ancak araştırma, aşağıdaki NACE 19 tablosuna dayalı
olarak metal sektörü olarak değerlendirilen kodları kapsayan 27 işletmedeki 854
çalışan ile yürütülmüştür. 27 işletmenin seçiminde dikkate alınan NACE
faaliyet kolları Tablo 4’de verilmiştir.
Tablo 4: Metal Sektöründe Araştırmaya Dahil Edilen NACE Faaliyet Grupları

19
NACE, Fransızca "Nomenclature générale des Activités économiques dans les Communautés
Européennes" (Avrupa Topluluğunda Ekonomik Faaliyetlerin İstatistiki Sınıflaması)
başlığından türetilmiştir.
Temel Demografik Faktörlerin İş Güvenliği Kültürü Üzerine Etkisi: Denizli İli-Metal Sektörü Örneği 121

Metal İşkolu Oran -6-


NACE Kısım Başlığı ve Kısım Metal İşkolu
Kapsamına (Metal Araştırma
Kısım Sınıf İçi Sınıf Kapsamındaki
Girmeyen İşkolu Kapsamı
No Tanımlamaları Sayısı Sınıf Sayısı
Sınıf Sayısı - Kapsam) -7-
-1- -2- -3- -4-
5- (≥%60)
C GRUBU İMALAT
24 Ana Metal Sanayii 64 62 2 96,88% ☒
Fabrikasyon
Metal Ürünleri
25 88 86 2 97,73% ☒
İmalatı (Makine
ve Teçhizat Hariç)
Bilgisayarların,
Elektronik ve
26 65 59 6 90,77% ☒
Optik Ürünlerin
İmalatı
Elektrikli Teçhizat
27 54 46 8 85,19% ☒
İmalatı
Başka Yerde
Sınıflandırılmamış
28 140 140 0 100% ☒
Makine ve
Ekipman İmalatı
Motorlu Kara
Taşıtı, Treyler
29 (Römork) ve Yarı 27 27 0 100% ☒
Treyler (Yarı
Römork) İmalatı
Makine ve
Ekipmanların
33 79 69 10 87,34% ☒
Kurulumu ve
Onarımı
Kaynak: İşkolları Yönetmeliği göz önüne alınarak yazar tarafından oluşturulmuştur.
Tablo 5’de Türkiye genelinde metal sektöründen sayılan NACE faaliyet
gruplarında iş kazasına uğrayan sigortalı sayıları ile metal sektörünün tüm
sektörle genelinde iş kazası ağırlığı görülmektedir.
122 ARPAT

Tablo 5: Metal Sektöründe İş Kazası ve Meslek Hastalığına Uğrayan Sigortalı Sayıları


NACE Grup İş kazasına uğrayan Sig. Sayısı
Kodu Adı 2016 2015 2014
24 Ana Metal Sanayii 13.081 12.529 12.357
Fabrikasyon Metal Ürünleri İmalatı
25 20.616 19.221 18.529
(Makine ve Teçhizat Hariç)
Bilgisayarların, Elektronik ve Optik
26 896 882 1.298
Ürünlerin İmalatı
27 Elektrikli Teçhizat İmalatı 6.315 5.169 5.229
Başka Yerde Sınıflandırılmamış
28 6.276 5.937 5.415
Makine ve Ekipman İmalatı
Motorlu Kara Taşıtı, Treyler (Römork)
29 9.533 8.107 6.375
ve Yarı Treyler (Yarı Römork) İmalatı
Makine ve Ekipmanların Kurulumu ve
33 4.277 3.920 3.592
Onarımı
Metal sektörü (24+25+26+27+28+29+33) 60.994 99.503 95.623
Tüm Sektörler Toplam 286.068 241.547 221.366
Metal Sektöründe İş Kazasına Uğrama Oranı %21,32 %23,09 %23,85
Meslek Hastalığına Uğrayan Sig. Sayısı (Metal
118 120 79
Sektörü: 24-25-26-27-28-29-33)
Meslek Hastalığına Uğrayan Sig. Sayısı (Tüm
597 510 494
sektörler genel)
Kaynak: SGK istatistiklerinden derlenmiştir (www.sgk.gov.tr).
Tablo 5’e göre metal sektörünü oluşturan yedi NACE grubunda iş kazasına
uğrayan sigortalılara bakıldığında, 2014-2016 yılı aralığındaki verilere göre tüm
sektörler içinde kazaya uğrayan sigortalıların oranı %21,32 ile %23,85 arasında
değişmiştir. Veriler Denizli ili özelinde elde edilemediğinden, Denizli ilinde de
aynı oranda gerçekleştiği varsayımından hareket edilecektir. Buna göre gerek
Denizli ilinde gerekse Türkiye genelinde iş kazasına uğrayan her 5 sigortalıdan
biri metal sektöründendir. Bu veri, araştırmamızın hem Denizli ili özelinde hem
de Türkiye genelinde önemini ortaya koymaktadır.
Meslek hastalığı verilerine göre tüm sektörler genelinde tespit edilen
meslek hastalığı verilerinde artış mevcut iken, metal sektörü genelinde 2014
yılına göre daha büyük oranlarda meslek hastalığı tespitleri yapıldığı
anlaşılmaktadır. Bu verilere göre gerek metal sektöründe gerekse tüm sektörler
genelinde meslek hastalığı sayısı değil ancak meslek hastalığı tespit sayılarının
azlığı bir kez daha ortaya çıkmaktadır.
3.2 Güvenlik Kültürü Anketi ve Uygulama
Araştırma güvenlik kültürünü (GK) temsilen güvenlik liderliği (GL),
güvenlik farkındalığı ve davranışları (GFD), güvenlik iletişimi ve çalışanların
Temel Demografik Faktörlerin İş Güvenliği Kültürü Üzerine Etkisi: Denizli İli-Metal Sektörü Örneği 123

katılımı (GİÇK), yönetimin güvenlik bağlılığı (YGB), güvenlik eğitimi (GE) ve


güvenlik kuralları (GK) olmak üzere 6 boyut ile icra edilmiştir (Bkz. Arpat,
2015).
Araştırmada veri toplama amacıyla “anket yöntemi” kullanılmıştır. Beşli
Likert cevap bileşeninden oluşan 49 soru ile dört demografi sorusu aynı ankette
kullanıcılara yöneltilmiştir. Anket uygulamasının ilk fazında pilot uygulama, bu
uygulamadan elde edilen geri bildirimler sonrası yapılan düzeltmelerin ardından
final uygulama yapılmıştır.
3.3 Araştırmanın Analizleri
Güvenlik kültürü anketinin iç tutarlılık analizi Cronbach’s Alpha yöntemi
ile, normallik testi ise Kolmogorov Smirnov testi ile yürütülmüştür. Betimsel
karakteristikli istatistikler için frekans ve yüzde teknikleri kullanılır iken,
çıkarımsal analizler de Pearson Ki-kare, Mann-Whitney U ve Kruskal-Wallis H
testleri kullanılmıştır. Anılan tüm testler SPSS 24 paket programı ile
yapılmıştır.
3.4 Araştırmanın Hipotezleri
Araştırma kapsamında aşağıdaki hipotezler test edilmiştir:
H1: Cinsiyete göre, güvenlik kültürü algı düzeyleri farklılık gösterir.
H2: Medeni duruma göre, güvenlik kültürü algı düzeyleri farklılık gösterir.
H3: Eğitim bakımından, güvenlik kültürü algı düzeyleri farklılık gösterir.
H4: Yaş faktörüne göre, güvenlik kültürü algı düzeyleri farklılık gösterir.
3.5 Araştırmanın Bulguları
3.5.1 Güvenilirlik ve Normallik Sınamaları
Araştırma ölçeğinin tüm maddeleri için hesaplanan Cronbach’s Alpha
katsayısı 0,939 olarak elde edilmiştir. Bu sonuç 0,80 – 1 aralığında olduğundan
dolayı verilerin yüksek güvenilirliğe sahip olduğu sonucuna varılmıştır (Alpar,
2011:815; Özdamar, 2004).
Kolmogorov-Smirnov testi tesadüfi yöntemlerle elde edilen bir örneklem
ile ilgili çalışılan bir değişkene ait verilerin belirli bir dağılıma (uniform, normal
veya poison) uyup uymadığını test etmek amacıyla kullanılır (Baştürk, 2010-
226). Araştırmamızda tüm maddelerin p değeri 0,000 olarak hesaplanmış ve
yokluk hipotezi reddedilmiştir. Buna göre verilerin normal dağılmadığı
sonucundan hareketle parametrik olmayan testler tercih edilmiştir.
124 ARPAT

3.5.2 Hipotez Test Bulguları


H1: Cinsiyete göre, güvenlik kültürü algı düzeyleri farklılık gösterir.
Cinsiyet ile güvenlik kültürü ilişkisi ise aşağıda Tablo 6’da
incelenmektedir.
Tablo 6: Cinsiyet-Güvenlik Kültürü İlişkisi
CİNSİYET
FAKTÖRLER Sıra Ortalaması
U Z p
Erkek Kadın
Güvenlik Liderliği 413,15 631,86 1359 -2,428 0,015
Güvenlik Farkındalığı ve
416,29 382,36 2648,5 -0,376 0,707
Davranışları
Güvenlik İletişimi ve
414,76 561,86 1863 -1,62 0,105
Çalışanların Katılımı
Yönetimin Güvenlik
415,08 523,71 2130 -1,198 0,231
Bağlılığı
Güvenlik Eğitimi 414,92 542,93 1995,5 -1,428 0,153
Güvenlik Kuralları 415,59 463,71 2550 -0,532 0,595
GÜVENLİK KÜLTÜRÜ 413,29 616 1470 -2,231 0,028

Çalışanların cinsiyetleri ile güvenlik kültürü faktörleri arasındaki ilişkiler


Mann-Whitney U testi ile ölçülmüştür. Tabloya göre kadın çalışanların sıra
ortalamaları her bir boyutta, erkek çalışanların sıra ortalamalarından daha
yüksek bulunmuştur. Ancak bu farklılıklardan sadece “GL” faktörü, istatistiksel
olarak 0,05 düzeyinde anlamlıdır (p<0,05). Buna göre; GL boyutunda kadın
çalışanlar, erkek çalışanlara nazaran daha yüksek/olumlu bir algı düzeyine
sahiptirler. Bu sonuca göre özellikle ilk amirlerin ve akabinde diğer
yöneticilerin güvenliğe adanmışlığı yüksek ve ileri derecede liderlik beceriyle
donatılmış olması halinde özellikle kadın çalışanlar açısından güvenlik uyumu
ve performansının daha yüksek olması beklenebilir.
Tüm faktörlerin bileşimiyle oluşan güvenlik kültürü olgusu bakımından da,
kadın ve erkek çalışanlar arasında istatistiksel olarak 0,05 anlamlılık düzeyinde
istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık ortaya çıkmaktadır (p<0,05). Buna göre;
kadın çalışanların güvenlik kültürü algı düzeyleri, erkek çalışanların güvenlik
kültürü algı düzeylerinden daha yüksek/olumludur. Bu durum, işletme içinde
güvenlik kültürünün benimsenmesi ve dolayısıyla yayılımının kadınlar
öncülüğünde olacağına işaret etmektedir.
Temel Demografik Faktörlerin İş Güvenliği Kültürü Üzerine Etkisi: Denizli İli-Metal Sektörü Örneği 125

Bu bulgulara dayanarak H1 hipotezi güvenlik kültürü geneli ve GL faktörü


için kabul edilmiş; GFD, GİÇK, YGB, GE ve GK faktörleri için ise
reddedilmiştir.
Her iki cinsiyete ilişkin güvenlik kültürü faktörlerine ait ortalamalar
incelendiğinde, kadın çalışanlarda sadece GFD faktörü skorunun erkek
çalışanlara göre daha düşük olduğu görülmektedir. Bu durumun çalışma
mevzuatı ile iş güvenliği mevzuatının kadın işçilere yönelik koruyucu
hükümlerden kaynaklanan, bazı tehlikeli ve çok tehlikeli işlerde kadın işçileri
çalıştırma yasağından kaynaklandığı söylenebilir. Bir başka deyişle, kadın
işçilerin erkek işçiler gibi tehlike/risk düzeyi yüksek bir durumla karşı karşıya
kalmamaları, algılarında daha düşük bir farkındalık ile sonuçlanmış olabilir.
Yurt içinde cinsiyet ile güvenlik kültürü ilişkisini konu alan araştırmalarda
her iki sonucu destekler nitelikte bulgulara ulaşılmıştır. Tüzüner ve Özaslan
(2011:152) tarafından sağlık işletmelerinde çalışan 120 kişi üzerinde yapılan
araştırmada, cinsiyete göre güvenlik kültürü algısının farklılaşmadığı tespit
edilmiştir.
Dursun’un araştırmasında (2012:128) cinsiyet değişkeni ile yöneticilerin
tutumları, güvenlik iletişimi, güvenlik farkındalığı ve çalışanların katılımı
boyutlarında anlamlı bir farklılık tespit edilir iken; yöneticilerin davranışları,
güvenlik önceliği, güvenlik eğitimi, raporlama kültürü ve kadercilik
boyutlarında anlamlı bir ilişki tespit edilmemiştir. Araştırmaya göre tüm
boyutlarda kadın çalışanların ortalamaları, erkek çalışanlardan yüksek
bulunmuştur.
Demirbilek (2005:175)’e göre, cinsiyet değişkeni açısından yönetimin
bağlılığı, güvenlik önceliği, güvenlik iletişimi, fiziki stres, inançlar ve duygular
(öz yeterlilik, kişisel kontrol, iyimserlik, aidiyet) ile algılama arasında anlamlı
bir farklılık gözlenmemiş; güvenlik katılımı ile özsaygı boyutlarında ise
farklılık bulunmuştur. Bu araştırma ile aynı ölçeği kullanan Ocaktan (2009)’ın
araştırmasında, yönetimin bağlılığı, güvenlik önceliği ve güvenlik eğitimi
boyutlarında erkeklerin algı ortalaması kadınlardan yüksek iken; güvenlik
katılımı boyutunda kadınların ortalaması erkeklerden daha yüksektir. Güvenlik
iletişimi ve algılama boyutlarında ise anlamlı bir farklılık tespit edilmemiştir.
Yurtdışında yapılan çalışmalarda cinsiyet ile güvenlik kültürü arasında
anlamlı bir farklılığın tespit edilemediği bulgusuna ulaşılmıştır. Bunlardan
birinde Sonderstrap-Andersen vd. (2011:5), Danimarka’da 270 farklı işyerinden
3681 katılımcı ile yaptıkları araştırmada yönetimin güvenlik teşviki ve
126 ARPAT

çalışanların güvenlik önceliği boyutlarında cinsiyete göre anlamlı farklılık tespit


edilmemiştir.
Yang vd. (2010:960-964) ise, sağlık sektöründe 195 çalışan üzerinde
liderlik, organizasyon sistemi, güvenlik iletişimi, güvenlik değerlendirme
sistemi, kaza soruşturma yönetimi boyutlarında yaptığı araştırmada cinsiyet ile
söz konusu boyutlarda anlamlı bir farklılık tespit edilmemiştir.
Grau vd. (2002:30) güvenlik tutumları ile güvenlik eğitimi ve öz yeterlik
ilişkisini inceledikleri araştırmalarında cinsiyetin bu boyutlar arasındaki ilişkide
anlamlı bir fark oluşturmadığı sonucuna ulaşmışlardır.
Hahn ve Murphy (2008:1056)’nın Amerika’da bir hastane ve nükleer enerji
çalışanlarından seçtiği örneklem ile 6 boyuttan oluşan ölçek ile yaptığı güvenlik
iklimi ölçümü araştırmasında, çalışanların cinsiyetine göre anlamlı bir farklılık
elde edilmemiştir.
Garcia vd. (2004:239) güvenlik iklimi ile çalışanların davranışları
arasındaki ilişkiyi inceledikleri araştırmasında cinsiyet ile güvenlik iklimi
skorları arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır.
Wu vd. (2008), kolej ve üniversite laboratuvarlarında organizasyonel ve
bireysel faktörlerin güvenlik iklimine etkisini incelediği araştırmasında,
cinsiyetin güvenlik iklimi boyutlarından acil durum tepkisi üzerinde anlamlı bir
fark oluşturduğu, üst yönetimin güvenlik bağlılığı ve eylemi, diğer yöneticilerin
güvenlik bağlılığı ve eylemi, çalışanların güvenlik bağlılığı ve algılanan risk
boyutlarında anlamlı bir fark oluşturmadığı bulgusuna ulaşılmıştır.
H2: Medeni duruma göre, güvenlik kültürü algı düzeyleri farklılık
gösterir.
Medeni durum ile güvenlik kültürü ilişkisi ise aşağıda Tablo 7’de
görülmektedir.
Temel Demografik Faktörlerin İş Güvenliği Kültürü Üzerine Etkisi: Denizli İli-Metal Sektörü Örneği 127

Tablo 7: Medeni Durum-Güvenlik Kültürü İlişkisi

MEDENİ DURUM
Sıra Ortalaması
FAKTÖRLER Boşanmış/
χ2 df p
Evli Bekâr Eşi vefat
etmiş
Güvenlik Liderliği 399,69 455,23 298,5 11,718 2 0,003
Güvenlik Farkındalığı
414,54 418,93 389,15 0,183 2 0,913
ve Davranışları
Güvenlik İletişimi ve
407,94 436,97 338,75 3,552 2 0,169
Çalışanların Katılımı
Yönetimin Güvenlik
408,89 435,47 319,45 3,745 2 0,154
Bağlılığı
Güvenlik Eğitimi 422,34 403,71 301,35 3,432 2 0,18
Güvenlik Kuralları 424,51 392,51 444,8 3,218 2 0,2
GÜVENLİK
410,08 428,49 336,3 2,086 2 0,352
KÜLTÜRÜ

Çalışanların medeni durumları ile güvenlik kültürü faktörleri arasındaki


ilişkiler Kruskal-Wallis H testi ile ölçülmüştür. Tabloya göre boşanmış/eşi vefat
etmiş çalışanların “GK” dışındaki tüm faktörlerde sıra ortalamaları, evli ve
bekârların sıra ortalamalarından düşüktür. “GK” faktörü için ise sıra ortalama
düzeyleri en yüksektir. GL, GFD, GİÇK ile YGB faktörlerinde bekârların sıra
ortalamaları daha yüksek iken; GE faktörü açısından evlilerin sıra ortalamaları
daha yüksektir. Anılan faktörlerden sadece “GL” açısından oluşan fark,
istatistiksel olarak anlamlı bulunmuş (p<0,05); GFD, GİÇK, YGB, GE ve GK
açısından ise bu fark anlamlı bulunmamıştır (p>0,05).
Faktörlerin bileşiminden oluşan güvenlik kültürü olgusu dikkate
alındığında bekâr çalışanların ortalamaları en yüksek/olumlu bulunmuş,
boşanmış/eşi vefat etmiş çalışanların ortalamaları ise en düşük düzeyde
bulunmuştur. Ancak ortaya çıkan bu fark istatistiksel olarak anlamlı düzeyde
değildir (p>0,05).
Buna göre, H2 hipotezi GL faktörü için kabul edilmiş; güvenlik kültürü
geneli ile GFD, GİÇK, YGB, GE ve GK faktörleri açısından reddedilmiştir.
Dursun’un araştırmasına göre (2012:129) çalışanların evli ya da bekâr olma
durumları ile güvenlik kültürünün hiçbir boyutu arasında istatistiksel olarak
anlamlı bir farklılık tespit edilmemiştir. Güvenlik farkındalığı dışındaki tüm
boyutlarda bekâr çalışanların ortalamaları, evli çalışanların ortalamalarından
yüksek bulunmuştur.
128 ARPAT

Demirbilek’in araştırmasında (2005:177), medeni durum açısından


güvenlik kültürü boyutlarının tüm ortalamalarında anlamlı bir farklılık
bulgusuna ulaşılamamıştır. Ocaktan (2009:70-71) tarafından yapılan
araştırmada ise bekârlarda evlilere göre algılama dışındaki tüm boyutlarda
istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha yüksek skorlara erişilmiştir (yönetimin
bağlılığı, güvenlik eğitimi, güvenlik iletişimi, güvenlik katılımı ve güvenlik
önceliği).
Monazzam ve Soltanzadeh (2009:18) tarafından yapılan iş kazaları ile
güvenlik tutumları arasındaki ilişkinin incelendiği araştırmada, evli çalışanların
evli olmayan çalışanlara göre güvenlik tutumlarının daha yüksek olduğu ve
daha az kazaya maruz kaldığı tespit edilmiştir.
Araştırma sonuçlarına göre; metal sektöründe bekâr çalışanlarda ortaya
çıkan daha yüksek güvenlik liderliği algısı, bekâr çalışanların sektörde daha az
iş kazalarına maruz kalması sonucu ile de desteklenmektedir.
Daha zayıf güvenlik kültürü algısının (evli çalışanlar) daha yüksek oranda
iş kazalarını, daha pozitif güvenlik kültürü algısının ise (bekâr çalışanlar) daha
düşük oranda iş kazalarını ortaya çıkardığı bulgusuna ulaşılmıştır.
H3: Eğitim bakımından, güvenlik kültürü algı düzeyleri farklılık
gösterir.
Eğitim durumu ile güvenlik kültürü ilişkisi ise aşağıda Tablo 8’de
görülmektedir.
Tablo 8: Eğitim Durumu-Güvenlik Kültürü İlişkisi
Eğitim Sıra
FAKTÖRLER χ2 df p
Durumu Ortalaması
İlkokul 404,99
Güvenlik Ortaokul 417,06
1,806 3 0,614
Liderliği Lise 411,20
Üniversite 442,63
İlkokul 431,96
Güvenlik
Ortaokul 411,51
Farkındalığı ve 3,864 3 0,276
Lise 419,46
Davranışları
Üniversite 375,14
Güvenlik İlkokul 426,66
İletişimi ve Ortaokul 422,68
2,209 3 0,53
Çalışanların Lise 403,7
Katılımı Üniversite 435,35
İlkokul 380,58
Yönetimin
Ortaokul 392,81
Güvenlik 10,971 3 0,012
Lise 424,57
Bağlılığı
Üniversite 470,99
Temel Demografik Faktörlerin İş Güvenliği Kültürü Üzerine Etkisi: Denizli İli-Metal Sektörü Örneği 129

İlkokul 417,43
Güvenlik Ortaokul 444,42
3,11 3 0,375
Eğitimi Lise 410,18
Üniversite 394,18
İlkokul 390,1
Güvenlik Ortaokul 370,41
12,130 3 0,007
Kuralları Lise 430,48
Üniversite 480,43
İlkokul 405,12
GÜVENLİK Ortaokul 407,54
2,42 3 0,49
KÜLTÜRÜ Lise 412,66
Üniversite 448,56

Çalışanların eğitim durumları ile güvenlik kültürü (faktörleri) arasındaki


ilişki Kruskal-Wallis H testiyle ölçülmüştür. Eğitim durumu ile güvenlik
kültürü faktörlerinden YGB ve GK faktörleri açısından anlamlı bir farklılık
tespit edilmiştir (p<0,05). Eğitim durumu ile YGB faktörü arasındaki ilişkide,
çalışanların eğitim durumu yükseldikçe YGB algısında anlamlı bir farklılık
ortaya çıkmaktadır. Bir başka deyişle en düşük algı ilkokul mezunu çalışanlarda
iken, en yüksek düzeyde algı ise üniversite mezunu çalışanlardadır. Bu durum,
metal sektöründe çalışanların eğitim düzeyi yükseldikçe yönetsel nitelikteki
güvenlik eylemlerine ilişkin algının daha olumluya/pozitife dönüşümünü
göstermektedir. Eğitim düzeyi yükseldikçe çalışanlar, yönetimin iş güvenliğine
daha çok bağlı olduğunu düşünmektedir. Diğer yandan, eğitim durumu ile
güvenlik kuralları arasındaki ilişkide ise katılımcı grupları açısından, YGB
faktörüne göre ilginç bir ayrım göze çarpmaktadır. Buna göre; güvenlik
kurallarına uyum açısından ortaokul mezunları, ilkokul mezunlarına göre daha
olumlu/başarılıdır. Lise mezunları, ilk ve ortaokul mezunlarından; üniversite
mezunları ise tüm gruplardan, güvenlik kuralları açısından daha uyumludurlar.
GFD faktöründe ise ilkokul mezunlarında algı en olumlu iken, üniversite
mezunlarında ise en düşük düzeydedir. Sektörde üniversite mezunları daha az
tehlikeli/riskli işlerde çalışmakta ya da ilk amir veya üstü pozisyonlarda
çalışmaktadır. İlk amir veya üstü yönetici pozisyonlarda çalışan ve İSG
açısından yönlendirici liderlik ile çalışanlarına örnek olması gereken bu grubun
zayıf GFD algısı, sektör işyerlerinde pozitif güvenlik kültürünün
oluşturulmasında önemli bir engel oluşturabilir.
Tüm faktörlerin oluşturduğu güvenlik kültürü olgusu ile eğitim durumu
arasında ise istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık tespit edilmemiştir (p>0,05).
130 ARPAT

İleri sürülen H3 hipotezi YGB ve GK faktörleri için kabul edilmiş; GL,


GFD, GİÇK, GE ile güvenlik kültürü genelinde ise reddedilmiştir.
Dursun (2012:145-146)’un otomotiv sektöründeki araştırmasında, eğitim
durumuna göre yapılan analizlerde yöneticilerin davranışları, güvenlik önceliği,
güvenlik iletişimi, raporlama kültürü ve kadercilik boyutları ile istatistiksel
olarak anlamlı farklılıklar elde edilmiştir. Bu boyutlarda üniversite mezunlarının
algı düzeyleri, ilkokul, ortaokul ve lise mezunu çalışanlara göre daha
olumludur. Güvenlik eğitimi, güvenlik farkındalığı ve çalışanların katılımı
boyutları ile eğitim durumları arasında ise anlamlı bir ilişki elde edilememiştir.
Demirbilek tarafından yapılan çalışmada da (2005:177-178) çalışanların
eğitim düzeyi ile yönetimin bağlılığı, güvenlik önceliği, güvenlik katılımı,
fiziksel stres, öz saygı, kişisel kontrol, aidiyet ile çalışan algılama boyutları
arasında anlamlı farklılıklar bulunmuştur. Altınel (2009:50-72)’in Yalova’da
iplik ve elyaf imalathanelerinde, sanayi çalışanları üzerinde gerçekleştirdiği
araştırmasında da güvenlik kültürü algısının eğitim düzeylerine göre istatistiksel
olarak anlamlı bir şekilde farklılaştığı bulgusuna ulaşılmıştır.
Atay (2006:108-109) tarafından yapılan çalışmada eğitim düzeyi
(ilköğretim, ortaöğretim, üniversite ve üstü) ile çalışanların iş güvenliği
düzeyleri puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark
bulunmuştur. Araştırmaya göre çalışanların eğitim düzeyi yükseldikçe iş
güvenliği algıları da anlamlı biçimde yükselmektedir. Uslu (2014:83)
Eskişehir’de metal sektöründe 7 işletme üzerinde yaptığı çalışmada, çalışanların
eğitim düzeyi arttıkça güvenlik kültürü algısının arttığını tespit etmiştir.
Külekçi (2012:103) araştırmasında, eğitim düzeyi ile güvenlik iklimi
algıları arasındaki ilişkinin anlamlı ve doğrusal olduğu sonucuna ulaşmıştır.
Gyekye ve Salminen (2009:20) Gana’da 320 çalışan üzerinde yaptığı
araştırmada da benzer sonuca ulaşmış, eğitim düzeyinin güvenlik algısı,
güvenlik prosedürlerine uyum ile kaza sıklığının karşılaştırılması sonucunda
yüksek eğitim düzeyine sahip çalışanların, yüksek güvenlik algısına ve düşük
kaza oranlarına sahip oldukları sonucuna ulaşmıştır. Yardan (2013:25-26)
tarafından hemşireler üzerinde yapılan çalışmada ise eğitim düzeyi ile iş
güvenliği algılamaları arasında bir ilişki bulunamamıştır. Buna paralel olarak
Tüzüner ve Özaslan (2011:152) tarafından sağlık işletmelerinde çalışan 120 kişi
üzerinde yapılan çalışmada da, eğitim düzeyine göre güvenlik iklimi algısının
anlamlı bir farklılık göstermediği sonucuna varılmıştır.
Temel Demografik Faktörlerin İş Güvenliği Kültürü Üzerine Etkisi: Denizli İli-Metal Sektörü Örneği 131

Sonderstrap-Andersen vd. (2011:5), Danimarka’da 270 farklı işletmeden


3681 çalışan üzerinde yaptıkları araştırmada, daha az eğitimli çalışanların
güvenlik iklimi algılarının daha düşük olduğu sonucuna ulaşmışlardır.
Garcia vd. (2004:239) güvenlik iklimi ile çalışanların davranışları
arasındaki ilişkiyi inceledikleri araştırmasında eğitim düzeyi ile güvenlik iklimi
skorları arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır. Diaz ve Cabrera (1997:645),
güvenlik iklimi ile güvenlik tutumları arasındaki ilişkiyi analiz ettikleri
çalışmalarında, eğitim düzeyi ile güvenlik iklimi ve güvenlik tutumları arasında
anlamlı bir farklılık tespit edilmemiştir. Hahn ve Murphy (2008:1056)’nın
Amerika’da bir hastane ve nükleer enerji çalışanlarından seçtiği örneklem ile 6
boyuttan oluşan ölçek ile yaptığı güvenlik iklimi ölçümü araştırmasında,
çalışanların eğitim düzeyine göre anlamlı bir farklılık elde edilmemiştir.
Vinodkumar vd. (2009:664) 2536 kişi ve sekiz güvenlik iklimi faktörü ile
kimya sektörü çalışanları üzerinde yaptığı araştırmada, katılımcıların eğitimini 3
kategoriye ayırmış; sekiz faktörden altısında eğitim düzeyi arttıkça algıların
istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha olumluya evrildiği sonucuna
ulaşmıştır.
H4: Yaş faktörüne göre, güvenlik kültürü algı düzeyleri farklılık
gösterir.
Metal sektöründe yaş ile güvenlik kültürü ilişkisi, aşağıda Tablo 9’da
görülmektedir.
132 ARPAT

Tablo 9: Yaş - Güvenlik Kültürü İlişkisi


Sıra
FAKTÖRLER Yaş χ2 df p
Ortalaması
17-29 430,36
30-39 379,66
Güvenlik Liderliği 8,067 3 0,045
40-49 419,50
50 ve üstü 418,30
17-29 402,31
Güvenlik Farkındalığı 30-39 410,32
1,759 3 0,624
ve Davranışları 40-49 431,69
50 ve üstü 388,48
17-29 430,40
Güvenlik İletişimi ve 30-39 375,16
10,984 3 0,012
Çalışanların Katılımı 40-49 432,48
50 ve üstü 438,64
17-29 414,11
Yönetimin Güvenlik 30-39 398,04
1,852 3 0,604
Bağlılığı 40-49 419,80
50 ve üstü 452,07
17-29 400,55
30-39 407,37
Güvenlik Eğitimi 2,533 3 0,469
40-49 436,26
50 ve üstü 428,70
17-29 393,68
30-39 427,18
Güvenlik Kuralları 5,854 3 0,119
40-49 423,46
50 ve üstü 338,09
17-29 413,03
GÜVENLİK 30-39 392,31
3,414 3 0,332
KÜLTÜRÜ 40-49 435,48
50 ve üstü 411,64

Çalışanların yaşı ile güvenlik kültürü faktörleri arasındaki ilişki Kruskal-


Wallis H testi ile ölçülmüştür. Tabloya göre GL ile GİÇK faktörleri ile yaş
arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılıklar bulunmuş (p<0,05); GFD, YGB,
GE ve GK açısından anlamlı bir farklılık elde edilememiştir (p>0,05). Güvenlik
kültürü geneline göre de yaş gruplarında ortaya çıkan farklılıklar, istatistiksel
olarak anlamlı bulunmamıştır (p>0,05).
GL açısından ilk yaş diliminde (17-29) güvenlik liderliği algıları daha
olumludur. Ancak bu algı, 30-39 yaş aralığında dramatik biçimde düşmekte ve
40 yaştan itibaren eski ortalama değerlerine yaklaşmaktadır. İkinci aralıkta (30-
39 yaş) minimuma düşen GL algısının, bu ihtiyacın doyurulması nedeniyle bu
Temel Demografik Faktörlerin İş Güvenliği Kültürü Üzerine Etkisi: Denizli İli-Metal Sektörü Örneği 133

düzeye eriştiği; sonraki dönemlerde ise ortaya çıkan yeni bireysel-örgütsel


ihtiyaçlar nedeniyle yükseliş trendine girdiği tahmin edilmektedir.
GİÇK açısından en olumlu yaş, 50 ve üstü olarak ortaya çıkmıştır. Burada
da yukarıda açıklanan eğilime benzer bir durum söz konusudur. 30-39 yaş
grubunda faktöre ilişkin algıda hızlı bir düşüş ortaya çıkmakta, sonraki yaşlarda
eski düzeylerine ulaşılmaktadır. GİÇK faktöründe ortaya çıkan bu trendde, GL
faktörü ile benzer niteliktedir. Özellikle çalışanların güvenlik katılımı
bağlamında ele alındığında bireyin istihdamının ilk yıllarında, istihdamın
devamını sağlama saikiyle yüksek güvenlik katılımı algısına sahip olduğu
düşünülebilir. Bireyin bu dönemde sadece güvenlik faaliyetlerine değil, tüm
çalışma faaliyetleriyle ilgili kendisinden katılım beklenen aktivitelere dâhil
olması beklenmektedir.
Yaş ile güvenlik kültürü geneli arasında istatiksel olarak anlamlı bir ilişki
bulunamamasına rağmen, 30-39 yaş grubundaki hızlı biçimde düşük olarak
gözlenen algı, dikkate değer bir sonuca işaret etmektedir. Buna göre, 30-39 yaş
grubu ile diğer yaş gruplarının güvenlik kültürü algı düzeyleri arasında önemli
bir farklılık bulunmaktadır. Her ne kadar anlamlı bir ilişki hipotez genelinde
elde edilemese de bu yaş grubu çalışanları, işyerlerinde pozitif güvenlik kültürü
oluşturulmasında özel olarak ele alınması gereken bir grup olarak karşımıza
çıkmaktadır.
İleri sürülen H4 hipotezi GL ile GİÇK faktörleri için kabul edilmiş; GFD,
YGB, GE ve GK ile güvenlik kültürü genelinde reddedilmiştir.
Külekçi (2012:116)’nin gemi inşa endüstrisinde yaptığı araştırmaya göre 50
ve üstü yaştaki çalışanlar, yönetimin güvenlik problemlerine karşı harekete
geçme hassasiyeti konusunda diğer yaş gruplarına göre daha düşük bir algıya
sahiptir. Aynı yaş grubundaki çalışanların eğitim ve terfilerin güvenlik ile
ilişkisine dair algı ortalamaları, diğer yaş gruplarına göre daha düşük
bulunmuştur. Gyekye ve Salminen (2009:22) araştırmalarında ise çalışanın yaşı
ile doğru orantılı olarak daha olumlu güvenlik davranışları ve güvenlik algıları
elde edilmiştir. Alkış ve Taşpınar tarafından demir çelik sektöründe çalışan 120
kişi üzerinde yapılan araştırmada (2012), genç yaşlardaki çalışanların daha
yüksek güvenlik iklimi ortalamasına sahip oldukları, yaş arttıkça güvenlik
iklimi algısının azaldığı sonucuna ulaşılmıştır.
Sonderstrap-Andersen vd. (2011:5) Danimarka’da yaptıkları çalışmada,
genç işçilerin güvenlik iklimi algılarının daha düşük olduğu sonucuna
ulaşmışlardır.
134 ARPAT

Tüzüner ve Özaslan (2011:152) tarafından sağlık işletmelerinde çalışan 120


kişi üzerinde yapılan güvenlik iklimi konulu araştırmada, yaş faktörüne göre
güvenlik iklimi algı düzeyinde anlamlı bir farklılık tespit edilmemiştir.
Ocaktan (2009:52-53)’ın araştırmasında yaş ile yönetimin bağlılığı,
güvenlik önceliği, güvenlik eğitimi ve algılama boyutlarında isiatistiksel olarak
anlamlı farklılıklar elde edilmiştir. Farklılıklar yaş grupları açısından ele
alındığında, en düşük skorların 26-35 yaş aralığında ortaya çıktığı
görülmektedir. Demirbilek (2005:176)’in tekstil sektöründe güvenlik kültürü
araştırmasında yaş değişkeni ile fiziki stres, özsaygı ve kişisel kontrol arasında
anlamlı bir farklılık belirlenmiştir.
Grau vd. (2002:30) güvenlik tutumları ile güvenlik eğitimi ve öz yeterlik
ilişkisini inceledikleri araştırmalarında yaşın bu boyutlar arasındaki ilişkide
anlamlı bir fark oluşturmadığı sonucuna ulaşmışlardır.
Garcia vd. (2004:239) güvenlik iklimi ile çalışanların davranışları
arasındaki ilişkiyi inceledikleri araştırmasında yaş ile güvenlik iklimi skorları
arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır.
Monazzam ve Soltanzadeh (2009:17) tarafından yapılan iş kazaları ile
güvenlik tutumları arasındaki ilişkinin incelendiği araştırmada, çalışanın yaşı,
güvenlik tutumu ile iş kazasına uğrama arasındaki ilişkide anlamlı bir farklılık
oluşturmamaktadır.
Vinodkumar vd. (2009:664) 2536 kişi, sekiz güvenlik iklimi faktörü ile
kimya sektörü çalışanları üzerinde yaptığı araştırmada, yaş (genç grup: 35 yaşa
kadar, orta yaş grubu: 36-50 yaş arası, yaşlı grup: 50 yaş üstü) arttıkça
faktörlere ilişkin skorların azaldığını tespit etmiştir.
Wu vd. (2007), kolej ve üniversite laboratuvarlarında organizasyonel ve
bireysel faktörlerin güvenlik iklimine etkisini incelediği araştırmasında
katılımcıların yaşının; üst yönetimin güvenlik bağlılığı ve eylemi, diğer
yöneticilerin güvenlik bağlılığı ve eylemi, çalışanların güvenlik bağlılığı,
algılanan risk ve acil durum tepkisi boyutlarında anlamlı bir fark oluşturduğu
bulgusuna ulaşılmıştır. Buna göre; üst yönetimin ve diğer yöneticilerin güvenlik
bağlılığı eylemi boyutlarında 45 yaş üstü, en olumlu güvenlik algısına sahip
gruptur. Çalışanların güvenlik algısı, algılanan risk ve acil durum tepkisi
boyutlarında ise 25-44 yaş grubu, diğer gruplardan daha olumludur.
Cooper ve Philips (2004)’in güvenlik iklimi ile güvenli davranış ilişkisini
incelediği ve iki fazda yürüttüğü araştırmasında (öntest-sontest) öntest sonunda
çalışanın yaşının hiçbir boyutta anlamlı farklılık oluşturmadığı ortaya çıkmıştır.
Temel Demografik Faktörlerin İş Güvenliği Kültürü Üzerine Etkisi: Denizli İli-Metal Sektörü Örneği 135

Son test sonucunda ise yöneticilerin tutumları, yöneticilerin davranışları


(p<0,01) ve güvenlik eğitimi (p<0,05) boyutunda anlamlı farklılıklar ortaya
çıkmıştır. Her iki testte de sosyal statü ya da terfi, risk seviyesi, güvenlik
sorumlusu/kurulu, çalışma temposu boyutlarında, yaş ile değişen anlamlı bir
farklılık tespit edilememiştir (p>0,05).
Hipotez testlerinin sonuçları boyutlar ve güvenlik kültürü geneli
bağlamında Tablo 10’da resmedilmiştir.
Tablo 10: Hipotez Değerlendirme Tablosu
H1 H2 H3 H4
GL + + - +
GFD - - - -
GİÇK - - - +
YGB - - + -
GE - - - -
GK - - + -
Güvenlik
+ - - -
Kültürü

Sonuç
İş kazaları, yasal düzenlemeler ve teknik tedbirlerle önlenemeyen
niteliğiyle giderek birey ve toplum üzerinde daha büyük ölçekli zararlar
oluşturmaktadır. İşgücünün güvensiz davranışlarının ortadan kaldırılması
amacıyla bireyin işyerindeki rolünü esas alan ve örgütsel dinamikler üzerine
şekillenen güvenlik kültürünün, bugün üzerinde daha çok durulmakta ve
işletmelerce pozitif tepe değerine ulaşılmaya çalışılmaktadır.
Güvenlik kültürünü oluşturduğu kabul edilen boyutlar, örgütsel ve/ya da
bireyler özellikler taşıyan temalardan oluşmaktadır. Bu araştırmada güvenlik
kültürünü temsil eden boyutlar GL, GFD, GİÇK, YGB, GE ve GK’dır.
Araştırma bulguları, anılan boyutların demografik faktörlerden cinsiyet, medeni
durum, eğitim durumu, yaş değişkenleri ile ilişkileri bağlamında elde edilmiştir.
Cinsiyet, güvenlik kültürünün geneli ile GL boyutunda bir ilişki
oluşturmaktadır. Bu ilişkiye göre kadınlar erkeklere göre daha yüksek güvenlik
kültürü ve GL skorlarına sahiptir. Bu bulguya göre özellikle ilk amirlerin ve
akabinde diğer yöneticilerin güvenliğe adanmışlığı yüksek ve ileri derecede
liderlik beceriyle donatılmış olması halinde özellikle kadın çalışanlar açısından
güvenlik uyumu ve performansının daha yüksek olması beklenebilir. Bu
skorlara göre ayrıca işletme içinde güvenlik kültürünün benimsenmesi ve
dolayısıyla yayılımının kadınlar öncülüğünde olacağı ya da kadın çalışanların
136 ARPAT

daha çok sayıda olduğu işletmelerde güvenlik kültürünün diğer işletmelere göre
daha kolay tesis edilebileceği söylenebilir.
Medeni durum ile güvenlik kültürünün sadece GL boyutunda bir ilişki
ortaya konabilmiştir. Bekar çalışanlarda güvenlik liderliği algıları daha
yüksektir. Buna göre bekar çalışanlara daha çok sahip olan işyerlerinde, diğer
işyerlerine göre pozitif güvenlik kültürünün daha kolay tesis edilebileceği
söylenebilir.
Eğitim durumu ise güvenlik kültürünün YGB ve GK boyutları ilişkilidir.
Eğitim durumu arttıkça çalışanların yöneticilerinin güvenliğe bağlılığı algısı
giderek yükselmektedir. Aynı şekilde ileri eğitim düzeylerinde güvenlik
kurallarına bağlılık daha yüksektir. Bu bulguya göre, işletmelerde iyi eğitimli
çalışanların sayısı arttıkça güvenlik kültürünü tesis etmek kolaylaşacaktır.
Çalışanın yaşı, güvenlik kültürünün sadece GL boyutu ile ilişkilidir.
Bireyin işgücü piyasaları ile tanıştığı ilk yıllar ile çalışma yaşamının son
dönemlerinde GL algısı en yüksektir. Bu skorlara göre ilk yıllarda ve son
yıllardaki yüksek algının, çalışanın bu konuyu istihdamın devamı ile
ilişkilendirmesinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. İlk yıllardaki yüksek
skorlar ilgili istihdamın işyerinde tutunma amacıyla, son yıllardaki skorların ise
emekliliğe çalışılan işyerinde istihdam sorunu yaşamadan erişme düşüncesiyle
oluştuğu söylenebilir.
Araştırmamızda demografik faktörlerin özellikle GL ile ilişkili olduğu
sonucuna ulaşılmıştır. Bundan sonraki araştırmalarda demografik değişkenlerin
güvenlik liderliği ile ilişkisinin daha derinlemesine araştırılmaya muhtaç
olduğu, bu boyutta yapılacak araştırmanın işletmelerde pozitif güvenlik
kültürünün tesisine hizmet edeceği anlaşılmaktadır.
Kaynakça
Akın, L. (2005). İş Sağlığı ve Güvenliğinde İşyerinin Örgütlenmesi, Ankara
Hukuk Fakültesi Dergisi, c.54, s.1.
Aktay, N. (2011). İş Sağlığı ve Güvenliği Eğitimi ile İş Güvenliği Kültürü
Arasındaki İlişki, İş Müfettiş Yardımcılığı Etüdü, ÇSGB, İstanbul.
Alkış, H., Y. Taşpınar (2012). İşçi Sağlığı ve İş Güvenliğinde Yeni
Yaklaşımlar, Demir Çelik Sektörü Çalışanlarının İşçi Sağlığı ve İş
Güvenliği Algısı: Konya Örneği, International Iron&Steel Symposium,
Karabük, Türkiye.
Temel Demografik Faktörlerin İş Güvenliği Kültürü Üzerine Etkisi: Denizli İli-Metal Sektörü Örneği 137

Alp, A. (2010). 2009 Yılında Ankara’da meydana Gelen İş Kazalarının


Değerlendirilmesi, Gazi Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü,
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara.
Alpar, R. (2011). Çok Değişkenli İstatistiksel Yöntemler, Detay Yayıncılık.
Altınel, Ö. (2009). The Relations Between Both Employees’ and Managers’s
Perceptions of Safety Climate as well as Work Related Employee
Attitudes, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Yeditepe Üniversitesi,
Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.
Arpat, B. (2015). İş Güvenliği Kültürünün İş Kazalarına Etkileri: Metal Sektörü
– Denizli İli Örneği, Sakarya Üniversitesi, ÇEEİ, Yayımlanmamış Doktora
Tezi.
Atay, F. (2006). Endüstri Alanında Çalışan Bireylerin İş Doyumu Düzeylerinin
İş Güvenliği Algıları Açısından İncelenmesi, Yayınlanmamış Yüksek
Lisans Tezi, Sakarya Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sakarya.
Baştürk, R. (2010). Bütün Yönleriyle SPSS Örnekli Nonparametrik İstatistiksel
Yöntemler”, Anı Yayıncılık, Ankara.
Berk, M., B. Önal, R. Güven (2011). Meslek Hastalıkları Rehberi, ÇSGB-
İSGGM,
http://content.lms.sabis.sakarya.edu.tr/Uploads/66395/38619/d%C3%BCny
ada_ve_t%C3%BCrkiyede_meslek_hastal%C4%B1klar%C4%B1.pdf,
19.03.2018.
Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı (2013). Demir-Çelik Sektörü Raporu.
Bingöl, S. (2010). Nilüfer Organize Sanayi Bölgesindeki Metal Sanayi İş
Koluna Ait İşyerlerinde İş Kazası Sıklığı ve Etkileyen Bazı Etmenler,
Uludağ Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı Anabilim Dalı,
Yayınlanmamış Uzmanlık Tezi, Bursa.
Cooper, M.D., R.A. Philips (2004). Exploratory Analysis of The Safety Climate
and Safety Behaviour Relationship, Journal of Safety Research, Vol:35,
ss:497-512.
Cooper, M.D. (2000). Towards a Model of Safety Culture, Safety Science,
36(2), ss:111-136.
ÇSGB (2011). Metal Sektöründe Çalışan İşçilerin Çalışma Koşullarının
İyileştirilmesi Programlı Teftişi-Sonuç Raporu, İş Teftiş Kurulu
Başkanlığı, Yayın No: 49, Ankara.
138 ARPAT

Demirbilek, T. (2011). Etkin İş Güvenliği Kültürü ve Geliştirilmesi, Çimento


Sektöründe İş Sağlığı ve Güvenliği Sempozyumu, Kasım-2011, İzmir,
Ankara.
Demirbilek, T. (2005). İş Güvenliği Kültürü, Legal Yayınları, İzmir.
Diaz, R.A., D.D. Cabrera (1997). Safety Climate and Attitude As Evaluation
Measures of Organizational Safety, Accid. Anal. Prev. Vol:29, No:5,
ss:643-650.
Dursun, S. (2012). İş Güvenliği Kültürü – Kavram, Modeller, Uygulama, Beta
Yayınevi, Yayın No: 2668, İstanbul.
Hahn, S. E., Murphy, L.R. (2008). A Short Scale for Measuring Safety Climate,
Safety Science, No:46, ss:1047-1066.
IAEA, (2002). Safety Culture in Nuclear Installations: Guidance for Use in The
Enhancement of Safety Culture, IAEA-TECDOC-1329, Vienna.
Ilıman, E.Z. (2015). Türkiye’de Meslek Hastalıkları, V.1, S.1, ss.27-36.
Garcia, A.M., P. Boix, C. Canosa (2004). Why Do Workers Behave Unsafely at
Work? Determinants of Safe Work Practices in Industrial Workers, Occup.
Environ. Med, 61, ss:239-246.
Grau, R., I.M. Martinez, S. Agut, M. Salanova (2002). Safety Attitudes and
Their Relationship to Safety Training And Generalised Self-Efficacy,
International Journal of Occupational Safety and Ergonomics (JOSE),
Vol.8, No.1, ss:23-35.
Guldenmund, F.W. (2000). The Nature of safety Culture: A Review of Theory
and Research, Safety Science, No: 34, ss:215-257.
Gyekye, S.A., S. Salminen (2009). Educational Status and Organizational
Safety Climate: Does Educational Attainment Influence Workers’
Perceptions of Workplace Safety?, Safety Science, Volume:47, Number:1,
ss:20-28.
Karadeniz, O. (2012). Dünya’da ve Türkiye’de İş Kazaları ve Meslek
Hastalıkları ve Sosyal Koruma Yetersizliği, Çalışma ve Toplum, 2012/3.
Krejcıe, R. V., D. W. MORGAN (1970). Determining Sample Size For
Research Activities, Educational and Psychological Measurement, V.30,
ss.607-610.
Külekçi, B. (2012). Gemi İnşa Endüstrisi Çalışanlarının İş Sağlığı ve Güvenliği
Algılarının Değerlendirilmesine Yönelik Bir Araştırma, Yayınlanmamış
Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,
İstanbul.
Temel Demografik Faktörlerin İş Güvenliği Kültürü Üzerine Etkisi: Denizli İli-Metal Sektörü Örneği 139

Mearns, K., S. M. Whitaker, R. Flin (2003). Safety Climate, Safety


Management Practise and Safety Performance in Offshore Environments,
Safety Science, Sayı: 41.
Monazzam, MR., A. Soltanzadeh (2009). The Relationsip Between The
Worker’s Safety Attitude and The Registered Accidents, J Res Health Sci,
Vol:9, No:1, ss:17-20.
Ocaktan, M.E. (2009). Bir Otomotiv Fabrikasında Güvenlik Kültürünün
Değerlendirilmesi, Ankara Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü,
Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara.
Ölmez, F. (2005). İş Sağlığı Uygulama İlkeleri, İş Sağlığı ve Güvenliği Eğitim
Notları.
Özdamar, K. (2004). Paket Programlar ile İstatistiksel Veri Analizi, Eskişehir,
Kaan Kitabevi.
Özkan, Y., B. Arpat (2016). OSH Problems and Improving Suggestions in
Metal Sector of Turkey Within the Perspective ov Employees, European
Scientific Journal, December-2016 special edition, ss.279-298.
Özveri, M. (2002). Türkiye ve Dünyadaki Meslek Hastalıklarına İlişkin Yasal
Düzenlemelere Genel Bir Bakış, http://muratozveri.net/?p=429,
21.09.2017.
Pidgeon, N.F. (1991). Safety Culture and Risk Management in Organizations,
Journal of Cross-Culturel Psychology, V.22, No.1, March, ss:129-140.
SGK (2018). www.sgk.gov.tr.
Sonderstrap-Andersen Hans H.K., K. Carlsen, P. Kines, J.B. Bjorner, C.
Roepstorff (2011). Exploring the Relationship Between Leadership Style
and Safety Climate in A Large Scale Danish Cross-Sectional Study, Safety
Science Monitor, 1(15), ss:1-9.
Tüzüner, V.L., B.Ö. Özarslan (2011). Hastanelerde İş Sağlığı ve Güvenliği
Uygulamalarının Değerlendirilmesine Yönelik Bir Araştırma, Istanbul
University Journal of the School of Business Administration, 40(2), ss:138-
154.
Vinodkumar, M.N., M. Bhasi (2009). Safety Climate Factors and its
Relationship with Accidents and Personal Attributes in The Chemical
Industry, Safety Science, 47, ss:659-667.
Wu, T.-C., C.-H. Chen, C.-C. Li (2008). A Correlation Among Safety
Leadership, Safety Climate and Safety Performance, Journal of Loss
Prevention in the Process Industries, 21(3), ss:307-318.
140 ARPAT

Yang, C.-C., Y.-S. Wang, S.-T. Chang, S.-E. Guo, M.-F. Huang (2010). A
Study on the Leadership Behaviour, Safety Culture and Safety
Performance of the Healthcare Industry, World Academy of Science,
Engineering and Technology, Vol:3, ss:959-966.
Yardan, E.D., F. Köksal, T. Yardan (2013). Hemşirelerin Hastane İş
Güvenliğine İlişkin Algı Düzeylerinin Araştırılması, 4. Uluslararası
Sağlıkta Performans ve Kalite Kongresi, Sözel Bildiriler Kitabı, Cilt:2,
ss:25-36, Ankara.
Zohar, D. (1980). Safety Climate in Industrial Organisations: Theoretical and
Applied Implications, Journal of Applied Psychology, Vol:65, ss:96-102.
EKONOMİK TEŞVİKLERİN İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ
ÜZERİNE ETKİSİ DENİZLİ İLİ ÖRNEĞİ 20

Oğuz KARADENİZ 21
Giriş
İş kazalarını ve meslek hastalıklarını azaltmada iş sağlığı ve güvenliği
kurallarına bire bir uyum önemli bir role sahiptir. 2012 yılında yürürlüğe giren
6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu ile iş sağlığı ve güvenliği
kurallarının kapsamı genişlemiş, İş kanunu kapsamına girmeyen işyerleri dâhil
tüm işverenlere ve çalışanlara önemli sorumluluklar yüklenmiştir (Karadeniz,
2012). Özellikle 50 ve altında işçi çalıştıran işyerleri iş sağlığı ve güvenliği ile
ilgili yeni yükümlülüklerle karşı karşıya kalmışlardır. Kanunlar ile çerçevesi
belirlenen iş sağlığı ve güvenliği kurallarına uyum, bazı işverenler için ilave
maliyet algılanmaktadır. Belirtilen nedenle işverenler söz konusu yatırımları
yapmaktan kaçınabilmekte ve maliyetleri düşürmeye çalışmaktadır. Bu noktada
devletin görevi, işverenin iş sağlığı ve kurallarına uyup uymadığını denetlemek
ve söz konusu kuralların uygulanmasını sağlamaktır. Ancak iş sağlığı ve
güvenliği kurallarına uyum sadece etkin denetim mekanizması ile
sağlanamayacaktır. Türkiye’de şirketlerin neredeyse tamamına yakınının küçük
ve orta ölçekli işletme (KOBİ) olması, KOBİ’lerin düşük düzeyde teknoloji ile
üretim yapmaları ve emek yoğun üretim biçimi ile çalışması, iş sağlığı ve
güvenliği ile ilgili giderleri işverenler için önemli bir maliyet kalemi haline
getirebilmektedir.
Bu noktada devletin iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili hizmetleri ya
kendisinin üretmesi, ya da KOBİ’leri söz konusu hizmetlerle ilgili mali anlamda
desteklemesi gerekmektedir. Devletin iş sağlığı ve güvenliği hizmetlerini mali
anlamda desteklemesi ekonomik teşviklerle mümkün olmaktadır. İş sağlığı ve
güvenliği ile ilgili ekonomik teşvikler, vergi ve sosyal sigorta prim indirimleri,
düşük faizli banka kredileri gibi mali teşvikler yanında iş sağlığı ve güvenliği
ile ilgili standartlara uyum belgesi ile ödüllendirme gibi mali olmayan teşvikleri
de içermektedir.

20
Bu çalışmanın ilk versiyonu Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından 2016 yılında
düzenlenen 8. Uluslararası İş Sağlığı ve Güvenliği Sempozyumunda tebliğ olarak sunulmuştur.
Çalışma, söz konusu tebliğin genişletilmiş ve gözden geçirilmiş halidir.
21
Prof. Dr. Pamukkale Üniversitesi, İİBF, ÇEEİ, oguzk@pau.edu.tr
142 KARADENİZ

Türkiye’de ondan az işçi çalıştıran tehlikeli ve çok tehlikeli işyerleri için iş


sağlığı ve güvenliği maliyetlerinin işverenlere geri ödenmesi (6631 sayılı Kanun
m.7) ile 2015 yılında yürürlüğe giren ve 2018 yılında uygulanmaya başlanacak
olan, son üç yılda ölümlü ya da sürekli iş göremezlikle sonuçlanan kaza
meydana gelmeyen işverenlere uygulanan işsizlik sigortası prim indirimi (4447
sayılı Kanun ek madde 4) olmak üzere iki adet iş sağlığı ve güvenliği destek ve
teşvik sistemi bulunmaktadır.
Belirtilen destekler, iş sağlığı ve güvenliği maliyetlerinin ne kadarını
karşılamaktadır? Uygulamada söz konusu desteklerden ne kadar
yararlanılmaktadır? İş Kazaları ve meslek hastalıkları nasıl azaltılabilir?
Çalışmanın amacı Denizli özelinde özellikle ağır ve tehlikeli işlerde 10 ve
altında işçi çalıştıran işyerlerinin söz konusu teşviklerden yararlanıp
yararlanmadıklarını belirlemek, teşviklerin iş sağlığı ve güvenliği üzerine
etkisini araştırmaktır. Özellikle küçük işletmelerin teşviklerden birebir
yararlanmadıkları, mali müşavirler kanalı ile teşviklerden haberdar oldukları
gözlemlenmektedir. Belirtilen nedenle, çalışma sorularına yanıt alabilmek için
Denizli ilinde faaliyet gösteren 2238 işyeri ve 10550 sigortalının mali
müşavirliğini yapan 44 mali müşavir ile anket, iki iş sağlığı ve güvenliği uzmanı
ile ise görüşme yapılmıştır. Çalışmanın birinci bölümünde iş sağlığı ve
güvenliğini sağlamada ekonomik teşvik kavramı AB üyesi çeşitli ülkelerin
uygulamaları çerçevesinde ele alınmıştır. İkinci bölümde ise, ekonomik
teşviklerin iş sağlığı ve güvenliği üzerine etkisi ile ilgili Denizli’de yapılan alan
çalışmasının sonuçlarına yer verilmiştir.
1. İş Sağlığı ve Güvenliği ve Ekonomik Teşvikler
İş sağlığı ve güvenliğini sağlamada, alınacak önlemler işletmeler açısından
ekonomik bir maliyeti gündeme getirmektedir. İş sağlığı ve güvenliği
eğitimleri, kişisel koruyucu donanım, iş sağlığı ve güvenliği uzmanı, işyeri
hekimi vb. için yapılan harcamalar işverenlerce bir maliyet kalemi olarak
görünmektedir. Özellikle düşük katma değerli mal ve hizmet üreten küçük
işletmelerde söz konusu maliyetler işçilik giderlerini arttırabilmektedir. Bu
noktada, devletin işverenin ve işletmenin iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili
masraflarını azaltmak için verdiği ekonomik teşvikler, iş sağlığı ve güvenliği
yatırımlarının yapılmasına ve iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili kurallara
uyulmasına katkı sağlayabilmektedir.
Ekonomik Teşviklerin İş Sağlığı ve Güvenliği Üzerine Etkisi Denizli İli Örneği 143

1.1. Avrupa Birliği’nde İş Sağlığı ve Güvenliği İle İlgili Ekonomik


Teşvikler
İş sağlığı ve güvenliği ile ilgili ekonomik teşvikler farklı formlarda
verilebilmektedir. İş kazası ve meslek hastalığı artış ya da azalışına göre verilen
sosyal sigorta prim indirimleri ya da prim artışları (bonus-malus), iş sağlığı ve
güvenliği ile ilgili yatırımların desteklenmesi, vergi indirimleri, düşük faizli
krediler, iş sağlığı ve güvenliği belgeleri, bunlardan bazılarıdır. Almanya’da, et
işleme (mezbaha) sektöründe 2001 yılında uygulanmaya başlanan ekonomik
teşvikler sayesinde iş kazaları %25 oranında azaltılmıştır. İtalya’da INAIL (İş
Kazası ve Meslek Hastalıkları Fonu) KOBİ’lerin iş sağlığı ve güvenliği
tedbirleri için teşvikli banka kredileri sağlamıştır. Programa katılan işyerlerinde
iş kazaları %13 ile %25 arasında azalmıştır. Alman sağlık sigortası şirketleri
müşteri şirketleri modern sağlık yönetimine geçme konusunda teşvik etmişledir.
Bu işyerlerinde hasatlık ödeneği alanların oranı %7,6, işe devamsızlık %6,7
azalmıştır. Polonya’da ise iş sağlığı ve güvenliği yönetim sistemini uygulayan
şirketlerde %70 daha az iş kazası meydana geldiği gözlemlenmiştir.
Hollanda’da ise İSG dostu makine yatırımları teşvik edildi ve işletmelerin
%76’sı daha uygun koşullarda çalışmaya başlamıştır (Esler ve ark, 2010).
İşletmelere iş sağlığı ve güvenliği konusunda sağlanan teşviklerin geri
dönüşüm oranı yüksektir. AB’de 14 teşvik üzerine yapılan bir araştırma her 1
avroluk iş sağlığı ve güvenliği teşvikinin 1,01 ile 4,8 Avro arasında getirisinin
olduğunu göstermektedir (Elstler ve ark. 2010). AB'ye üye 19 ülkedeki 337
maden işletmesi ile yapılan anket sonuçlarına göre (Brounig, Kohstall, 2013);
İSG konusundaki en önemli üç maliyet kalemi, güvenlik teknolojisi
konusundaki rehberlik ve firmaların sağlık destekleri, yatırım maliyetleri ve
yönetimsel maliyetlerdir. İş sağlığı ve güvenliği konusundaki yatırımların en
önemli üç getirisi ise; daha olumlu kurumsal imaj sayesinde yaratılan katma
değer, işçilerin motivasyonun ve memnuniyetinin artması, İSG konusundaki
uygunsuzlukların önlenmesi yoluyla maliyet tasarruflarıdır. Aynı çalışmaya
göre maden işletmelerinde İş sağlığı ve güvenliğine yapılan her 1 avroluk
yatırımın getirisi, 2,2 Avro olarak gerçekleşmektedir (Brounig, Kohstall, 2013).
Bir görüşe göre, Basel II kriterleri gibi yüksek kaza oranı olan şirketlerin
krediye ulaşma zorluğunu getirilmesi, İş sağlığı ve güvenliği yönetim sistemini
kurmuş, daha az kaza meydana gelen işletmelere kredi kolaylığı sağlaması
işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliği yatırımlarını arttırabilir. (Elstler ve ark..
2011: 28).
144 KARADENİZ

İSG Yönetim sistemlerinin kurulması (ISO-9001-18001) ve söz konusu


belgenin gereklerinin gerçekten yerine getirilmesi iş kazalarını
azaltabilmektedir. Örneğin İtalya İş Kazası Sigortası Kurumu (INAIL)'nun
yaptığı bir araştırmaya göre maden sektöründe söz konusu belgeye sahip olan
işletmelerin kaza oranının, belgeye sahip olmayan işletmelere oranla %40 %50
daha az olduğu belirlenmiştir (Elstler, ve ark. 2011: 28). Türkiye’de iş sağlığı
ve güvenliği alanında getirilen teşvikler; ondan az işçi çalıştıran tehlikeli ve çok
tehlikeli ve ondan fazla işçi çalıştıran çok tehlikeli sınıfta yer alan işyerleri için
sırasıyla; iş sağlığı ve güvenliği maliyetlerinin bir kısmının geri ödenmesi ve
ölümlü ya da ağır yaralanmalı iş kazası meydana gelmeyen işyerlerinde işsizlik
sigortası prim indirimi olmak üzere iki çeşittir. İzleyen alt bölümde söz konusu
teşvikler inceleme konusu yapılmıştır.
1.2 Türkiye’de İş Sağlığı ve Güvenliğini Sağlamada Ekonomik
Teşvikler

Türkiye’de iş sağlığı ve güvenliğini sağlamada en önemli teşvik, sosyal


sigorta sisteminde yer alan prim indirimi ve artırımı (bonus-malus) sistemiydi.
İş kazası meslek hastalığı sigortası primi işin tehlike sınıf ve derecesine göre,
%1 ile % 6,5 arasında değişiyordu. Ancak sistemin etkin olduğunu söylemek
oldukça güçtü. Sistemde ödül ve ceza sistemi etkin değildi. Son üç yılda 40,000
işgünü kaza meydana gelmeyen işyerlerinde prim oranı 0,02 azalıyordu. Kaza
meydana gelen işyerlerinde ise, prim miktarı artış gösteriyordu. Söz konusu
teşvikten yararlanabilmek ve söz konusu günü doldurabilmek için ise işyerinde
en az 37 işçinin çalışması gerekiyordu (Karadeniz, 2010). Örneğin 2029,5 TL
(2018 yılı için asgari ücret) çalışan 100 işçinin çalıştığı işyerinde teşvik miktarı
aylık sadece 400 TL idi. Söz konusu tutar işçi başı neredeyse 4 TL’ye denk
gelmekteydi. Sistem 5510 sayılı Kanun’da 2013 yılında yapılan değişiklikle
yürürlükten kaldırıldı ve kısa vadeli sigorta kolları prim oranı %2’ye eşitlendi.
Ekonomik teşvikler on işçiden az 6331 sayılı Kanun (m. 7) işçi çalıştıran
tehlikeli ve çok tehlikeli işyerleri ile ondan fazla işçi çalıştıran tehlikeli ve çok
tehlikeli işyerleri (4447 sayılı Kanun ek madde 4) için iki ayrı teşvik paketi
oluşturulmuştur.
Ondan az çalışanı bulunan tehlikeli işyerlerinde, günlük asgari ücretin
%1,4’ü, (2018 yılı için aylık işçi başına 28,4 TL), çok tehlikeli işyerleri için
günlük asgari ücretin %1,6 ‘sıdır ( 2018 yılı için aylık 32,4 TL) 22. Çalışmanın
yapıldığı 2016 yılında söz konusu rakamlar sırasıyla 23 TL ve 26, 3TL’dir,

22 Bkz. İş Sağlığı ve Güvenliği Hizmetlerinin Desteklenmesi Hakkında Yönetmelik m.5.


Ekonomik Teşviklerin İş Sağlığı ve Güvenliği Üzerine Etkisi Denizli İli Örneği 145

İşverenin Sosyal Güvenlik Kurumu’na yasal süresinde ödenmemiş prim borcu


bulunması halinde destek tutarları borca mahsup edilmektedir 23.
Diğer bir teşvik, ondan çok işçi çalıştıran çok tehlikeli sınıfta yer alan
işyerlerine dönüktür. Çok tehlikeli sınıfta 10'dan fazla çalışanı bulunan ve 3 yıl
içerisinde ölümlü veya sürekli iş göremezlikle sonuçlanan iş kazası meydana
gelmeyen işyerlerinde çalışanların işsizlik sigortası işveren payı, teşvik olarak
bir sonraki takvim yılından geçerli olmak üzere ve 3 yıl süreyle yüzde 1 olarak
alınacaktır 24. İşverenler uygulamadan 2018 yılı itibariyle yararlanmaya
başlayacaklardır. 2018 yılı için, 2029,5 TL ücretle çalışan bir işçi için verilecek
aylık teşvik 20,29 TL olacaktır.
Söz konusu rakamlar, iş sağlığı ve güvenliği hizmetlerinin ne kadarını
finanse etmektedir? İş sağlığı ve güvenliği uzmanları ile 2016 yılı için yapılan
görüşmeler, ortak iş sağlığı ve güvenliği birimlerinden alınan hizmetin işçi
başına İSG hizmetinin çok tehlikeli işyerlerinde 35 TL + KDV, çok tehlikeli
işyerlerinde ise 60 TL+ KDV olduğunu göstermektedir. Aylık ortalama 15 TL
tetkik ve tarama maliyeti eklendiğinde, miktarın tehlikeli işyerlerinde 66, çok
tehlikeli işyerlerinde ise 86 TL’ye kadar çıktığı görülmektedir. Katma değer
vergisi (KDV) oranı iş sağlığı ve güvenliği hizmetleri için %18 gibi yüksek
orandadır. KDV ile maliyet daha da artabilmektedir. Bununla beraber, söz
konusu maliyetlere, baret, emniyet kemeri vb kişisel koruyucu donanım ve
diğer giderler eklendiğinde, iş sağlığı ve giderlerinin daha da yükseleceği
söylenebilir. Sadece iş sağlığı ve güvenliği konusunda küçük işletmelere verilen
ekonomik teşvikin maliyetin 2016 yılı itibariyle tehlikeli işyerlerinde
(23/66=0,34) %34’ünü, çok tehlikeli işyerlerinde ise (26/86=0,30,5), %30,5’unu
karşıladığı görülmektedir. Kanun’un yürürlük tarihini takip eden iki yılı geçen
bir sürede, Bursa, Bilecik ve Eskişehir’de işverenlerle yapılan bir alan çalışması
sağlanan desteğin işverenin iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili maliyetinin , %17’si

23 Bkz. İş Sağlığı ve Güvenliği Hizmetlerinin Desteklenmesi Hakkında Yönetmelik m.5.


24
“20/6/2012 tarihli ve 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu kapsamında çok tehlikeli
sınıfta yer alıp ondan fazla alışanı bulunan ve üç yıl içinde ölümlü veya sürekli iş göremezlikle
sonuçlanan iş kazası meydana gelmeyen işyerlerinde çalışanların işsizlik sigortası işveren payı
teşvik olarak bir sonraki takvim yılından geçerli olmak üzere ve üç yıl süreyle %1 olarak alınır.
Ölümlü veya sürekli iş göremezlikle sonuçlanan iş kazası meydana gelmesi hâlinde takip eden
aydan itibaren bu teşvik uygulamasına son verilir. İşverenler bu fıkrada öngörülen şartları
tekrar sağlamaları ve talepleri hâlinde bu teşvikten yeniden yararlanır. Türkiye genelinde
birden fazla tescilli çok tehlikeli sınıfta yer alan işyeri bulunan işverenin 31/5/2006 tarihli ve
5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 4 üncü maddesinin birinci
fıkrasının (a) bendi kapsamında çalıştırılan toplam çalışan sayısı esas alınır”. 4447 sayılı
kanun ek madde 4
146 KARADENİZ

ile %23’ünü karşıladığını bulgulamıştır. Daha da ötesi, hedef kitlenin önemli bir
bölümü teşvikler hakkında bilgi sahibi değildir (Alper ve ark, 2016).
Bu noktada devlet tarafından verilen teşviklerin önemli olmakla birlikte
miktar ve ulaşılan hedef kitle olarak yetersiz olduğu söylenebilir. 2017 yılının
ilk altı aylık dönemi için SGK tarafından söz konusu hizmetlere sağlanan teşvik
miktarı 2 milyon TL’dir (SGK, 2017). İşçilerin tamamının tehlikeli işyerlerinde
çalıştığı varsayımı altında bile, aylık yaklaşık 14,000 dolayında işçi için söz
konusu teşvikten yararlanıldığı söylenebilir. SGK, 2016 istatistiklerine göre
tehlikeli ve çok tehlikeli sınıfta yer alan ve 10 kişinin altında sigortalı
çalıştırılan işyerlerinde sigortalı sayısı 1.224.647 kişidir. Tehlikeli ve çok
tehlikeli işyerlerinde 10’dan az içi çalıştıran işyerleri için teşvikten sadece
sigortalıların %1’inin yararlandığı söylenebilir. Belirtilen rakam iş sağlığı ve
güvenliği ile ilgili destekten yararlanma oranının çok düşük olduğunu
göstermektedir.
2. Alan Çalışması
Çalışmanın amacı, İSG teşviklerinin iş kazaları üzerine etkisini incelemek,
İSG teşvikleri konusunda alandaki farkındalık düzeyini ve temel sorun
alanlarını belirlemektir. Bunun için Denizli’de 2338 işyeri ve 10550
sigortalıdan sorumlu ve İSG eğitimine katılan 44 mali müşavire anket yapılmış,
anket ekinde yarı yapılandırılmış soru ile iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili
görüşleri de alınmıştır. Ayrıca üç iş sağlığı ve güvenliği uzmanı ile görüşme
yapılmıştır.
Tablo 1. Mali Müşavirlerin Defterlerini Tuttukları İşyerlerinde İşçi Başına Yıllık İş
Sağlığı ve Güvenliği Maliyetleri (2016)
En Düşük (TL) En Yüksek (TL) Ortalama (TL) n
Çok Tehlikeli 360 5000 1693 23
Tehlikeli 300 6000 1303 27
Az Tehlikeli 200 2400 575 25

Tablodan da anlaşılacağı üzere, yıllık iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili en


düşük ve en yüksek maliyetler arasında yirmi kata varan farklar bulunmaktadır.
Bununla birlikte ortalama maliyetin tehlikeli işyerlerinde aylık ortalama 108,
çok tehlikeli işyerlerinde ise 133 TL’ye yükseldiği görülmektedir. İş sağlığı ve
Ekonomik Teşviklerin İş Sağlığı ve Güvenliği Üzerine Etkisi Denizli İli Örneği 147

güvenliği hizmetlerinin fiyatları konusundaki uçurum, sunulan hizmetin kalitesi


konusunda da soru işaretlerini beraberinde getirmektedir. 25
2338 işyerinin ve 10,550 sigortalının işlemlerini yapan mali müşavirlerin
%22’si söz konusu teşvikten yararlandığını ifade etmektedir (Şekil 1).
Teşvikten yararlanan sayısının oldukça düşük olduğu görülmektedir. Mali
müşavirlerin teşviklerden yararlanmada oldukça gönülsüz oldukları da
gözlemlenmektedir. 2018 yılında bir mali müşavirle yapılan görüşmede, mali
müşavir, kayıtlarını tutukları işverenlerin kendi ücretlerini bile ödemediğini,
teşviklerle uğraşmanın bürokrasiyi ve iş yüklerini arttırdığını, kendilerine bir
getirisi olmadığını ifade etmiştir. Aynı kişi, mali müşavirlerin teşvik işlemleri
ile ilgili ilave ücret almasının teşviklerden yararlanma düzeyini arttırabileceğini
ifade etmiştir.
Şekil 1. Mali Müşavirlerin Defterlerini Tuttukları İşyerleri İçin 6331 Sayılı Kanun’daki
Teşvikten Yararlanma Durumu (n=35)

8,50%
23,00%

68,50%

Yanıtsız Hayır yararlanmıyor Evet Yararlanıyor

25
2018 yılı itibariyle iş sağlığı ve güvenliği hizmetlerinin fiyatını tespit için üç insan kaynağı
yöneticisi, bir mali müşavir ve bir iş sağlığı ve güvenliği şirketi ile görüşülmüştür. İnsan
kaynakları yöneticileri ile yapılan görüşmelerde işçi başına iş sağlığı ve güvenliği hizmetinin
işçi başına aylık, KDV hariç 10, 43 ve 120 TL olduğu belirlenmiştir. Ortak İş Sağlığı ve
Güvenliği şirket yönetici ise, sektörde rekabetin çok yoğun olduğunu bu nedenle çok düşük
fiyatların ortaya çıktığını, kendi şirketlerinde işçi başı tehlikeli işyerlerinde işçi başı KDV hariç
maliyetin en az 70-80 TL olduğunu kendilerinin aylık 40, çok tehlikeli işyerlerinde ise aylık 50
TL talep ettiklerini ifade etmiştir. Tehlikeli ve çok tehlikeli işyerlerinin kayıtlarını tutan bir
mali müşavir ise, işçi başına maliyetin KDV hariç aylık 60 TL ile 200 TL arasında değiştiğini
ifade etmiştir.
148 KARADENİZ

İş sağlığı ve güvenliği ile teşvikten yararlanmayan mali müşavirlerin


%57’si teşvik mevzuatını karışık bulduğunu ifade ederken, %29’u konu ile ilgili
bilgisinin olmadığını ifade etmiştir (Şekil 2). Bu noktada mali müşavirlerin
sayıca fazla ve dağınık olan istihdam teşviki ile ilgili mevzuatı takip etmekte
zorlandıkları gözlemlenmiştir.
Şekil 2. Teşviklerden Neden Yararlanmıyorsunuz? (n=21

14%
29%

57%

Diğer Teşvik Mevzuatı Karışık Bilgisi yok

Mali müşavirlerin yarısı 10 ve üzerinde işçi çalıştıran işyerlerinde işsizlik


sigortası prim indirimini yeterli bulmadıklarını ifade etmektedir (Şekil 3).

Şekil 3. İş Sağlığı ve Güvenliğini Sağlamada İşsizlik Sigortası


Prim Teşviklerini Yeterli Görüyor musunuz ? (n=36)

12%
38%

50%

Evet Hayır Kısmen


Ekonomik Teşviklerin İş Sağlığı ve Güvenliği Üzerine Etkisi Denizli İli Örneği 149

Tüm bunlarla birlikte mali müşavirlerin %62’si tamamen, %24’ü ise iş


sağlığı ve güvenliği ile ilgili teşviklerin gerekli önlemlerin alınmasını ve iş
kazaları ve meslek hastalıklarının azalmasına katkı sağlayacağını
düşünmektedir (Şekil 4). Belirtilen durum, teşvik miktarı arttırıldığında konu ile
ilgili bürokrasi azaltıldığında ekonomik teşviklerin iş sağlığı ve güvenliğini
sağlamada önemli bir araç olabileceğini gösterebilir. İşverenlerin %53’ü
işverenlerin iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili fayda ve maliyet analizi
yapmadığını, % 24’ü ise kısmen yaptığını ifade etmiştir (Şekil 5). İşverenlerin
iş sağlığı ve güvenliğine yapılan yatırımların getirisi ile ilgili yeterince bilgi
sahibi olmadıkları söylenebilir.

Şekil 4. Teşviklerin İş Kazası ve Meslek Hastalıklarını


Azaltacağını Düşünüyormusunuz ? (n=42)

24%

14%
62%

Evet Hayır Kısmen


150 KARADENİZ

Şekil 5. İşverenler, İş Sağlığı ve Güvenliği İle İlgili Fayda ve


Maliyet Analizi Yapıyor mu ? (n=40)

24% 23%

53%

Evet Hayır Kısmen

2.1. İş Kazaları ve Meslek Hastalıklarının Azaltılması Konusunda Mali


Müşavirlerin Düşünceleri ve Önerileri
Ankette mali müşavirlere, iş kazaları ve meslek hastalıklarını azaltmada
neler yapılabileceği ile ilgili açık uçlu bir soru da yöneltilmiştir. Mali
müşavirlerin üzerinde en fazla durduğu konunun eğitim olduğu görülmektedir.
Önermelerin çoğu, işverenin ve işçinin eğitimi üzerinedir. Bununla beraber
eğitim maliyetlerinin işverenlere yüklenmemesi ve eğitimlerin mesai saatleri
dışında olması sunulan bir öneridir. Eğitimin mesai saatleri içinde olmasının
üretimi aksattığı ve üretim kaybına yol açtığı yaygın olan bir kanıdır. Oysa iş
sağlığı ve güvenliği eğitimleri işyerlerinde üretimin düştüğü aylarda da
yapılabilmektedir. Diğer yandan eğitimlerin kazaları azaltmadaki etkisinin göz
ardı edildiği de görülmektedir.
İşverenler eğitilmeli, ama ek maliyet işverene yüklenmemeli, ayrıca
mesai saatleri dışında eğitim yapılmalı. İşçiler de eğitilmeli,
eğitimler mesai saatleri dışında yapılmalı. Maliyet işçi ve işverene
yüklenmemeli. (Kişi44)
Bir başka öneri firma sahiplerinin, ortaklarının ve işletmelerin kayıtlı
oldukları odaların eğitimidir. Bununla birlikte mali müşavirler ve kısmen insan
kaynakları yöneticileri dışında teşvikler, iş sağlığı ve güvenliği vb. eğitimlere ya
da toplantılara işverenlerin yoğunluklarını gerekçe göstererek katılmadıkları da
bir gerçektir. İşverenlerin yükümlülük ve teşvikler konusunda mali müşavir ve
Ekonomik Teşviklerin İş Sağlığı ve Güvenliği Üzerine Etkisi Denizli İli Örneği 151

insan kaynakları yöneticilerine işi sevk ettikleri kendilerinin ise konu ile ilgili
eğitimleri takip etmedikleri gözlemlenmektedir.
Öncelikle firma sahiplerinin ortakların bilinçlendirilmesi ve
bununla ilgili olarak da sadece bizlerin çabaları yeterli değildir.
İşletmelerin kayıtlı olduğu odaların da bu konuda eğitim ve
uygulama konularında firma yetkililerini ve ortaklarını
bilgilendirmesi gerektiğini düşünüyorum (Kişi 6).
İşverenlerin mali müşavirler odası ve meslek kuruluşlarınca her konuda
zorunlu eğitime tabi tutulması bir diğer öneridir. Özellikle işyeri açılışlarında,
vergi ve sigorta prim teşvikleri ya da borç yapılandırmaları gibi durumlar
sırasında işverenin iş sağlığı ve güvenliği başta olmak üzere iş ve sosyal
güvenlik hukuku, vergi hukuku vb. konularda kısa süreli eğitimlerden
geçirilmesi mümkün olabilir. Gerçekten de avukatlık, mali müşavirlik, iş sağlığı
ve güvenliği uzmanlığı gibi mesleklerde mesleğin gereği eğitim şarttır. Oysa
onlarca ya da yüzlerde çalışanı olan ve kanunlar karşısında çalıştırdıkları işçiler
ile ilgili önemli sorumlulukları olan işverenlerin özellikle tehlikeli ve çok
tehlikeli işlerde işyerini açmadan ve/veya belirli periyotlarla ilgili kamu
kurumlarınca ya da meslek kuruluşlarınca kısa eğitimlere alınması iş sağlığı ve
güvenliği konusundaki farkındalığı arttırabilecektir.
İşverenler gerek odamız gerekse mesleki kuruluşlar tarafından
zorunlu eğitime tabi tutulmalıdır. Bu eğitim sadece iş sağlığı ve
güvenliği konusunda değil belge düzenine kadar işverenin
gerektirdiği bütün alanlarda genel kültür olarak verilmesi
gerekir.(Kişi 28)
İş kazaları olmadan ciddi tedbirler alınmalı. Cezalar caydırıcı
olmuyor. Eğitim, eğitim, işveren ve muhasebe departmanları (Kişi
27)
Bir diğer öneri ise bütüncül bir yaklaşım içermektedir. İş kazaları ve
meslek hastalıklarının azaltılmasında sürekli eğitim, işyerlerinin teknolojik
yenilikleri izlemesi, denetimin arttırılması ve ceza sisteminin yerine teşvik
sisteminin uygulanmasına vurgu yapılmaktadır (Kişi 8). Mali müşavirler iş
kazaları ve meslek hastalıklarını azaltmak için genellikle denetimlerin,
arttırılmasını istemekte, ancak ağır cezalar yerine, işverenin teşviklerle
maliyetlerinin düşürülerek, işverenlerin ve işçilerin eğitime tabi tutulmasını
önermektedirler. Bunun yanı sıra bir mali müşavir, iş kazaları ve meslek
hastalıklarını azaltmak için ağır yaptırımların arttırılmasını istemektedir (Kişi
33)
152 KARADENİZ

Sürekli eğitim ve işyerinde teknolojik yenilikler arttırılmalı. Alınan


tedbirler denetlenmeli, cezai yaptırım yerine teşvik edici unsurlar
olmalı (Kişi 8)
Maliyetler düşürülerek eğitim verilmeli, teşvikler arttırılmalı,
işveren ve işçi zorunlu eğitime tabi tutulmalı (Kişi 32)
Sadece caydırıcı para cezaları yeterli değildir. Patronların da
eğitime ve bilgilendirilmeye ihtiyacı var. (Kişi 6)
İSG Konusunda teşvik kapsamı arttırılmalı (Kişi 39)
Mutlaka denetim yapılmalı, geç kalmış bir uygulama. Cezadan
ziyade devlet denetim yapmalı, Cezalar fazladır. (Kişi 30)
Ağır cezai müeyyideler hayata geçirilmeli (Kişi 33)
Bir mali müşavir, iş güvenliği firmalarının yeterli olmadığını, işverene
yaptırım güçleri bulunmadığını ifade ederken, bir diğer mali müşavir, işverene
yönelik yükümlülükler yanında işçiye yönelik de bir yükümlülüğün olması
gerektiğini ifade etmektedir. 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu
çalışanlara da önemli sorumluluklar yüklemektedir. Söz konusu sorumluluklara
uymayan ve iş sağlığı ve güvenliğini tehlikeye düşüren işçinin iş sözleşmesi İş
Kanunu m.25/II gereği derhal fesih edilebilmektedir. İş sağlığı ve güvenliği
önlemlerine uymayan işçi kıdem tazminatı, ihbar süresine ilişkin peşin ücret
alamazken, kendi kusuru ile işsiz kaldığı için 4447 sayılı İşsizlik Sigortası
Kanunu gereği, işsizlik ödeneğine de hak kazanamamaktadır. Ancak teşviklerde
olduğu gibi konu ile ilgili mali müşavirlerin yeterli bilgiye sahip olmadığı
tahmin edilmektedir.
İş güvenliği firmaları henüz tam etkin değiller. İşverene yaptırım
güçleri yok (Kişi 15)
İşverene yönelik yükümlülükler yanında işçilere yönelik bir
yükümlülük de bulunulmalı. İşveren ne kadar duyarlı olursa olsun
işçilerde buna yönelik bir anlayış oluşmuyor.(Kişi 12)
2.2. İş Sağlığı ve Güvenliği Uzmanları Ne Söylüyor?
İş sağlığı ve güvenliği ve ekonomik teşvikler konusunda deneyimli, iki iş
sağlığı ve güvenliği uzmanı ile görüşülmüştür. Uzmanlar, iş sağlığı ve
güvenliği hizmetlerinin işveren tarafından bir maliyet unsuru olarak
görüldüğünü ve işverenlerin maliyeti düşürmek için iş sağlığı ve güvenliği
önlemlerini almadıklarını ifade etmektedirler. Bir uzmana göre, işverenler
sigortasız işçi çalıştırmamakta, ancak, iş sağlığı ve güvenliği maliyetlerini
düşürmek için risk alıp, önlem almamaktadır. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve
Ekonomik Teşviklerin İş Sağlığı ve Güvenliği Üzerine Etkisi Denizli İli Örneği 153

Genel Sağlık Sigortası Kanunu’na göre (m.23) iş kazası veya meslek hastalığı
halinde işçi sigortasız ise Kurum, gerekli sağlık ve parasal edimleri sigortasız
işçiye sağlamakta, daha sonra bunları peşin sermaye değeri üzerinden
işverenden talep etmektedir. Ağır yaralanmalı ya da ölümlü iş kazalarında söz
konusu tutarlar işçi başına milyon TL’ye ulaşabilmektedir. Bu nedenle ağır ve
tehlikeli işlerde işverenler sigortasız işçi çalıştırmaktan kaçınabilmektedir.
Oysa aynı düzenleme, iş sağlığı ve güvenliği önlemini almaması nedeniyle
işyerinde sigortalısı iş kazası geçiren ya da meslek hastalığına yakalanan
işveren için de geçerlidir (5510 sayılı Kanun m.21). Ancak işverenlerin konu ile
ilgili yeterli bilgiye sahip olmadığı da söylenebilir.
Primler yüksek olduğu için işveren maliyeti düşürmek istiyor.
Sigortasız işçi çalıştıramıyor. Ama İSG maliyetlerini düşürmek için
risk alıp önlemleri almıyor(Kişi 2)
İş sağlığı güvenliği uzmanı (Kişi 2) piyasada rekabetin ortak iş sağlığı ve
güvenliği ile ilgili firmalar arasında rekabet yarattığını, belirtilen durumun,
fiyatları düşürdüğünü, belirtilen durumun hizmet kalitesine olumsuz yansıdığını
ifade etmektedir.
Piyasada rekabet İSG hizmetleri konusunda fiyatları düşürüyor.
Belirtilen durum İSG hizmetlerinin kalitesini olumsuz etkiliyor
(Kişi 2).
Ekonomik teşviklerin iş sağlığı ve güvenliği önlemleri almada yetersiz
kaldığını ileri süren bir uzman, işverenlerin prim borçlusu olmaları nedeniyle
prim teşviklerinden yararlanamadıklarını ifade etmektedir (Kişi 1).
İşverenlerin prim borçlusu olmaları prim teşvikinden yararlanmayı
olumsuz yönde etkiliyor (Kişi 1)
İşsizlik sigortası prim indirimi 2000 TL brüt ücretle çalışan bir işçi
için aylık 20 TL olacak. Teşvik miktarı arttırılmalı (Kişi 1)
İş sağlığı ve güvenliği ile ilgili prim teşvikleri konusunda işverenin bilgi
sahibi olmadığını ifade eden uzman (Kişi 2), konuyu işverene aktarsa, işverenin
teşvikleri izleme konusunu uzman üzerine attığını, bu nedenle konu ile ilgili
işverene bilgi vermediğini ifade etmektedir. Teşviklerle ilgili bürokrasi mali
müşavirlerin de en fazla şikâyet ettiği konuların başında gelmektedir. Oysa iş
sağlığı ve güvenliği ile ilgili teşvik işlemleri son derece basittir. Mevzuata göre,
işverenler üç ayda bir iş sağlığı ve güvenliği faturalarını SGK’ya teslim etmekte
ve teşvik miktarlarını SGK’dan alabilmektedir. Bununla birlikte teşviklerin
SGK’dan talebi, işveren ya da işveren vekilince yapılabilmektedir. Bu noktada
verilen iş sağlığı ve güvenliği hizmetleri ile ilgili prim teşviklerinin iş sağlığı ve
154 KARADENİZ

güvenliği firmaları tarafından da SGK’dan tahsil edilebilmesinin sağlanması,


söz konusu teşvikler ile ilgili farkındalığın artmasına katkı sağlayabilir.
Prim teşviklerinden işverenin haberi yok. Söylesem sen bununla
ilgili işlemleri yap deyip, işi benim üzerime atıyor. Bu yüzden ben
de konu ile ilgili bir şey söylemiyorum. (Kişi 2).
Sonuç ve Öneriler
İş sağlığı ve güvenliğini sağlamada ekonomik teşvikler önemli bir role
sahiptir. Söz konusu teşvikler, iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili yatırım
maliyetlerinin azaltmakta ve önlemlerin alınmasına katkı sağlamaktadır.
Türkiye’de iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili prim teşvikleri ondan az işçisi olan
tehlikeli ve çok tehlikeli işyerleri için 2014, 10’dan fazla çalışanı olan çok
tehlikeli işyerleri için ise 2015 yılında yürürlüğe girmiştir. Ancak ikinci teşvikin
uygulama sahası bulabilmesi için işyerinin iş kazaları konusundaki son üç yıllık
ölümlü ya da yaralanmalı iş kazası deneyimlerine bakılmaktadır. Dolayısıyla
söz konusu teşvik 2018 yılından itibaren fiilen verilmeye başlanacaktır.
Ekonomik teşvikler konusunda Denizli’de mali müşavirlerin yeterince bilgi
sahibi olmadıkları ve teşvikleri uygulamadıkları görülmektedir. Mali
müşavirler, teşvikle ilgili bilgileri olmadığını ve teşvik mevzuatını karışık
bulduklarını ve bu nedenle teşvikten yararlanmadıklarını ifade etmektedir.
Bununla beraber, söz konusu kesim iş sağlığı ve güvenliğini sağlamada
ekonomik teşviklerin önemine vurgu yapmakta, ağır cezalar yerine, teşvik,
denetim ve eğitimle iş kazalarının ve meslek hastalıklarının azalabileceğini
ifade etmektedirler. İş sağlığı ve güvenliği uzmanları ise, söz konusu alanda
ortak iş sağlığı ve güvenliği alanında rekabetin, fiyatları düşürdüğünü,
belirtilen durumun ise, hizmetin kalitesine olumsuz yansıdığını ifade
etmektedir. Mali müşavirler ile ilgili yapılan ankette iş sağlığı ve güvenliği ile
ilgili işveren maliyetleri arasında büyük uçurumlar olduğu, bunun ise piyasada
2018 yılı itibariyle de de devam eden ve işçi başına 10 TL’den başlayan ve 200
TL’ye kadar uzanan iş sağlığı ve güvenliği maliyetlerinin, ortak iş sağlığı ve
güvenliği birimlerinin sundukları hizmetin fiyat farklılığından kaynaklandığı
tahmin edilmektedir. Belirtilen durum, işverenler arasında iş sağlığı ve
güvenliği konusunda bir uygulama birliğinin olmadığına, hizmetlerin kalitesinin
düşüklüğüne de işaret edebilir. Sonuçta iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili kurallar,
kuralları maliyet nedeniyle önemsemeyen işyerleri için kâğıt üstünde
kalabilmektedir. Ekonomik teşviklerin iş sağlığı ve güvenliğini sağlamada
etkisini arttırmak için önerilerimiz aşağıda sunulmuştur:
Ekonomik Teşviklerin İş Sağlığı ve Güvenliği Üzerine Etkisi Denizli İli Örneği 155

• İş sağlığı ve güvenliğini sağlamada teşvik verilecek sektörler, işgücü


talebinin ücret esnekliği dikkate alınarak verilmelidir. Katma değeri
düşük ve işgücü maliyeti yüksek emek yoğun sektörlere verilen teşvik
miktarı arttırılmalıdır.
• Teşviklerle ilgili işveren, iş sağlığı ve güvenliği uzmanları ve mali
müşavirlere dönük eğitimler ve bilgilendirme kampanyaları
düzenlenmelidir.
• İş sağlığı ve güvenliği ile ilgili ekonomik teşviklerden yararlanmada
işverenin SGK’ya borcu olması halinde teşvikin verilmemesi
uygulamasından vazgeçilmelidir. Bu noktada bir diğer öneri iş sağlığı
ve güvenliği hizmetler ile ilgili verilen teşviklerin ortak sağlık ve
güvenlik birimlerince SGK’dan tahsili olabilir.
• Teşviklerin uygulanması, işyerinde yapılacak denetimler ile
desteklenmelidir.
• Özel sektör tarafından verilen iş sağlığı ve güvenliği hizmetlerinin
fiyatları ve iş sağlığı ve güvenliği uzmanlarına verilerin ücretlerin
asgari tutarı her yıl Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca
oluşturulan bir komisyonca belirlenmeli, fiyatların söz konusu tutarların
altına düşmesi engellenmelidir. Bu konuda bir diğer uygulama, iş
sağlığı ve güvenliği ile ilgili işveren katkıları ile devlet desteklerinin
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bünyesinde oluşturulan bir fona
aktarılması olabilir. Ortak sağlık güvenlik birimleri ile iş sağlığı ve
güvenliği uzmanlarının ödemeleri söz konusu fondan karşılanabilir. Bu
şekilde yapılacak bir uygulama, söz konusu kesimlerin iş sağlığı ve
güvenliği hizmetlerini verirken işlerini bağımsız bir şekilde
yapabilmelerine olanak sağlayabilecek ve hizmetlerin kalitesini
arttırabilecektir.
• İşin tehlike sınıf derecesine göre kısa vadeli sigorta kolları primi
ödenmesi sistemi ile ödül-ceza (bonus-malus) uygulaması yeniden
düzenlenmelidir.
• Tehlikeli ve çok tehlikeli işyerlerinde işverenlerin işyeri açmadan önce
iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili eğitimden geçme zorunluluğu getirilmesi
işverenlerin konu ile ilgili farkındalığını arttırabilecektir.
• İş sağlığı ve güvenliği önlemlerini alan işveren kadar, kurallara uyan
işçiler de ödüllendirilmelidir. Kurallara uyan işçinin vergi miktarının
düşürülmesi işçilerin mevzuata uyumunu arttırabilir.
• İş sağlığı ve güvenliği yatırımları ile ilgili vergi teşvikleri
genişletilmeli, iş sağlığı ve güvenliği hizmetlerindeki %18’lik KDV
oranı düşürülmelidir.
156 KARADENİZ

• İş sağlığı ve güvenliği önlemlerini alan ve işyerlerinde ölümlü ya da


ağır yaralanmalı iş kazası meydana gelmeyen işverenlerin daha düşük
faizle krediye ulaşmaları sağlanmalıdır.
Kaynakça
Alper, Y. Kılkis, İ., Engin, T. 6331 sayılı Kanunla KOBİ’lere Sağlanan desteğin
Etkinliği, 8. Uluslararası iş Sağlığı ve Güvenliği Kongresi Bildiri Özetleri
Kitabı, ÇSGB, Yayını:No.54 http://tioshconference.gov.tr
/bildiri_ozetleri_kitabi.pdf
Bräunig D. Kohstal, T. (2013) Calculating the international return on
prevention for companies: Costs and benefits of investments in
occupational safety and health Final report A project of the International
Social Security Association (ISSA),German Social Accident Insurance
(DGUV),German Social Accident Insurance Institution for the Energy,
Textile, Electrical and Media Products Sector (BG ETEM) Final report •
Version 2, February
Elslter, D. · Heyer, A. · Kuhl, K. · Eeckelaert, L. · Chatzigiannoglou, C. ·
Maier, A. · Cuervo, M. · Elsler, D. · Frusteri, L. · Charalambous, A. ·
Molinaro, R. · Steiger, O. · Brummer, E. · Penttila, M. · Petrisic, N. ·
Vanadzins, I. · Benedetti, F. · Karadeniz, O. · Treutlein, D. · Tompa, E. ·
Kohstall, T. · Nicot, A.M. · Tynkkynen, M. · Kruger, H. · Wittig, K. ·
Stadnik, M. · Jones, C. · Epegui, H. · Lunde-Jensen, P. · Ottati, M. ·
Pecillo-Pacek, M. · Greef, M.de · Mierlo, M. van · Maya Rubio, M.I. ·
Kahr, J. · Sapir, M. (2011), How to create economic incentives in
occupational safety and health: A practical guide OSHA, Luxembourg
Eslter, D., Eeckelaert, L., Knight, A., Treutlein, D., Pecillo, M., Elo-Schäfer, J.,
... & Kouvonen, A. (2010). Economic incentives to improve occupational
safety and health: a review from the European perspective .,
http://osha.europa.eu/en/publications/reports/economic_incentives_TE3109
255ENC/view (Erişim Tarihi:02/04/2016)
Karadeniz O., (2010) “Work accidents, social security costs of employers and
new policies suggestions to reduce work accidents in Turkey" Second
Working Meeting of the ROWER Project Sandanski, Bulgaria 15-16 April
Karadeniz, O. (2012). Dünya'da ve Türkiye'de İş Kazaları ve Meslek
Hastalıkları ve Sosyal Koruma Yetersizliği. Calışma ve Toplum, 34(3),
ss.15-75
SGK, (2016), İstatistik Yıllığı, www.sgk.gov.tr (Erişim Tarihi:31/03/2018)
SGK (2017), Temel Göstergeler, Ankara.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

DENİZLİ’DE YOKSULLUK, DIŞLANMA VE DEZAVANTAJLI


GRUPLAR

TR32 Bölgesinde ve Denizli İli Özelinde Gelir Dağılımı Ve Yoksulluk

Hülya Kabakçı Karadeniz

Denizli’de Yoksulluk ve Sosyal Dışlanma

Nagihan Durusoy Öztepe – Çağla Ünlütürk Ulutaş

Denizli Kentinde Yaşayan İranlı Göçmenlerin Sınıfsal Konumlarının Analizi

Hakan Topateş – Nursel Durmaz – Aslıcan Kalfa Topateş

Duygusal Emek Bağlamında Çalışmanın Anlamı Ve İşe Yabancılaşma:


Denizli’de Kuaförler Üzerine Bir Araştırma

Asiye Kamber Kıvcı

Denizli İşgücü Piyasasında Üniversite Öğrencileri

Nagihan Durusoy Öztepe


158 KARADENİZ
TR32 BÖLGESİNDE VE DENİZLİ İLİ ÖZELİNDE GELİR DAĞILIMI
VE YOKSULLUK

Hülya KABAKÇI KARADENİZ 26


Giriş
Gelirin adaletli dağılımı hem ülkelerin refah düzeyini ve gelişmişliğini hem
de o ülke toplumunun huzurunu arttırmaktadır. Ülkelerin milli gelirleri
paylaşılırken kişiler, sektörler, üretim faktörleri ve bölgeler arasında adalet
sağlanamamaktadır. Bu durumun birçok sebebi olabilir. Bunlara ekonomik
nedenler başta olmak üzere, eğitimdeki fırsat eşitsizliği, bölgeler arası
gelişmişlik farklılıkları, cinsiyet ayrımcılığı, işsizlik, enflasyon gibi birçok
faktörü örnek olarak gösterebiliriz. Gelir dağılımının adaletsiz olduğu bir
ülkede yoksulluk da önemli bir sorun haline gelmektedir. Yoksulluk ülkelere,
bölgelere, hane halkı özelliklerine, yaşa, cinsiyete göre değişkenlik
gösterebilmektedir.
Türkiye’de diğer ülkelerde olduğu gibi bölgeler arası gelişmişlik farkı
bulunmaktadır. Çalışmamızda Denizli ili ve bağlı olduğu TR32 bölgesinde
gelirin nasıl dağıldığı ve yoksulluk konuları ve yoksulların demografik
değişkenlere göre özellikleri TÜİK Gelir ve yaşam Koşulları Anketi Mikro Veri
setinden (2015) ve SGK verilerinden yararlanılarak Türkiye geneliyle
karşılaştırılarak incelenmiştir.
1. Gelir Dağılımı ve Yoksulluk
1.1. Gelir Dağılımı
Gelir dağılımı, bir ülkenin ürettiği mal ve hizmetlerin toplumun farklı
kesimlerince nasıl bölüşüldüğünü ifade etmektedir (Pınar,2015:282). Ülkelerin
gelişmişliğinde gelir dağılımındaki adalet önemli bir ölçüttür
(Gençler,2016:19). Gelir ne kadar adil dağılırsa o toplumun refah seviyesi o
kadar yüksek olmaktadır. Dünyada sadece birkaç ülke, hayat standartlarında
istikrarlı ve uzun dönemli büyümeye sahipken diğer ülkelerin refah seviyeleri
düşük kalmaktadır. Ekonomistler ve Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşlar
dünyadaki ülkeleri ekonomik kalkınma seviyelerine göre gruplandırmaktadır
(Ataç,2006,291). Gelişmiş, gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerin
ekonomilerinin durumunun ana göstergelerinden bir tanesi de GSYİH

26 Doç., Dr. Pamukkale Üniversitesi, Hukuk Fakültesi, Kamu Hukuku Bölümü, Mali Hukuk Ana
Bilim Dalı, hulyak@pau.edu.tr
160 KARADENİZ

oranlarıdır. Ancak gelirin adaletli dağılmaması aynı zamanda makroekonomik


istikrar ve büyüme için önemli etkilere sahip olmakla (Topkaya,2016:110)
kalmayıp ekonominin yanında sosyal tehditleri de beraberinde getirmektedir.
Gelir dağılımı türleri genel olarak kişisel, faktörel, sektörel ve bölgesel
olarak ayrı ayrı ele alınmaktadır. Ülkedeki refah düzeyi, kişilerin refahı,
bölgesel farklılıklar ve sektörlere göre gelirin dağılması daha işlevsel
olabilmektedir. Bütün bu gelir dağılımı çeşitleri ayrı ayrı önem taşımaktadır.
Ülkenin az gelişmiş bölgeleri politika yapıcıları ve araştırmacıları özel olarak
ilgilendiriyorsa bölgesel, farklı sektörlerin milli gelir içindeki yeri ve gelişimi
incelenmek istendiğinde sektörel, sosyal grupların payları için fonksiyonel ve
milli gelirin dağılımındaki eşitlik/eşitsizlik derecesinde ise kişisel gelir dağılımı
önem kazanmaktadır (Türk,2007:317).
Gelir dağılımı bir ülkedeki tüketimi, tasarruf hacmini ve tüketimin
bileşimini etkilemektedir. Etkin bir gelir dağılımı politikasının uygulanması
için gelir dağılımındaki eşitsizliğin derecesinin ve nedeninin bilinmesi
gerekmektedir (Karluk,2017:17). Ancak bu şekilde gerek gelirin adaletsiz
dağılımıyla gerekse yoksullukla mücadelede doğru stratejiler
uygulanabilmektedir.
1.2. Gelir Dağılımı Türleri
Türkiye’de kişisel, sektörel, fonksiyonel ve bölgesel gelir eşit biçimde
dağılmamaktadır. Aşağıda Türkiye’de ve Denizli ilinin de içinde olduğu TR 32
Bölgesinde gelir dağılımının durumu, kişisel gelir dağılımı türüne göre
incelenmektedir.
1.2.1. Kişisel Gelir Dağılımı
Kişisel gelir dağılımı, milli gelirin toplumu oluşturan kişiler arasında nasıl
dağıldığını göstermektedir. Ülkelerde kişi başına düşen gelir arttıkça o ülkede
refahın arttığı düşünülmektedir. Oysa gelir artışı kadar gelirin kişiler arasında
adil dağılması da toplumun refahı için önemli olmaktadır.
Kişisel gelir dağılımındaki eşitsizliği ölçme yöntemlerinden en çok
kullanılanlar Lorenz Eğrisi ve Gini Katsayısıdır. Lorenz Eğrisi, bir ülkede elde
edilen milli gelirin toplumu oluşturan birey ya da hane halklarının değişik
katmanları tarafından elde edilen payları birikimli olarak göstermektedir. Gini
katsayısına Lorenz eğrisi kullanarak ulaşılmaktadır ve ülkelerde/ bölgelerde
gelir dağılımındaki eşitsizliği ölçmek için hesaplanmaktadır. Gini katsayısı,
“sıfır” ile “bir” arasında değer almaktadır. Bu katsayı sıfır olduğu durumda o
ülkede/bölgede milli gelir her bir birey tarafından eşit olarak dağılmakta, bir
Tr32 Bölgesinde ve Denizli İli Özelinde Gelir Dağılımı ve Yoksulluk 161

olduğunda ise ülkedeki/bölgedeki tüm milli gelire sadece bir kişinin sahip
olduğu anlaşılmaktadır.

Tablo 1: Türkiye’de Eşdeğer Hanehalkı Kullanılabilir Fert Gelirine Göre Sıralı Yüzde
20’lik Grupları ve Türkiye ve TR 32 Bölgesinde Gini Katsayısı ve P80/P20 Oranı
(2015-2016)
Türkiye’de Yüzde 20’lik Fert Grupları 2015 2016
Toplam 100,0 100,0
İlk Yüzde 20 (En Düşük) 6,1 6,2
İkinci Yüzde 20 10,7 10,6
Üçüncü Yüzde 20 15,2 15,0
Dördüncü Yüzde 20 21,5 21,1
Son Yüzde 20 (En Yüksek) 46,5 47,2
Türkiye’de P80/P20 Oranı 7,6 7,7
Türkiye’d Gini Katsayısı 0,397 0,404
TR 32 Bölgesinde P80/P20 Oranı 4,9 5,0
TR 32 Bölgesinde Gini Katsayısı 0,318 0,321
Kaynak: TÜİK Gelir ve Yaşam Koşulları Anketi 2014-2016
http://www.tuik.gov.tr/PreTablo.do?alt_id=1011 (Erişim Tarihi:10.04.2018)
Tablo 1’de Türkiye’de yüzde 20’lik fert grupları, gelirlerine göre beş
grupta sınıflandırılmıştır. 2016 yılı itibariyle nüfusun geliri en düşük yüzde
20’si toplam gelirin sadece %6,2’sine sahip iken, en zengin yüzde 20’si toplam
gelirin yaklaşık yarısına sahip bulunmaktadır. Eşdeğer 27hanehalkı kullanılabilir
gelirleri, fert gelirlerine göre en düşükten en yükseğe doğru %20’lik gruplar
halinde beş sınıfa ayrıldığında en yüksek %20’nin en düşük %20’ye oranına P
80/P20 oranı denmektedir. Diğer bir ifade bu oran en zengin %20’lik nüfus en
düşük gelirli %20’lik nüfusun kaç katı gelir ettiğini göstermektedir. Bu oran

27 Eşdeğerlik Ölçeği; hanehalkı içindeki bireylerin ihtiyaçları ve tüketim gereksinimleri


birbirinden farklı olmaktadır. İhtiyaç ve tüketim kalıpları çocuklar ile yetişkinlerin farklı
olabileceği gibi, çocukların da yaşlarına göre kendi aralarında farklılıklar olabilmektedir. Bu
nedenle Eşdeğerlilik ölçeği, yaş aralıklarına göre her bir çocuğun belirli katsayılarla çarpılarak
kaç yetişkin kişiye denk geldiğinin hesaplanması için geliştirilen bir ölçektir. Türkiye’de OECD
eşdeğerlik ölçeği kullanılmaktadır. Bu ölçekte baba referans kabul edilerek “1” katsayısı ile
anne ve 14 yaşın üzerindeki çocuklar “0,5” katsayısı ile ve 14 yaşın altındaki çocuklar ise “0,3”
katsayısı ile çarpılmaktadır (Özdemir,2016:91).
162 KARADENİZ

2016 yılında Türkiye’de 7,7 kat iken TR 32 Bölgesinde 5 kattır. Bu sonuçlar


gelirin TR 32 Bölgesinde Türkiye geneline göre daha adil dağıldığını
göstermektedir. Gini katsayısı da bu bulguyu doğrulamaktadır. 2016 yılı
itibariyle Türkiye’de Gini katsayısı 0,4 iken TR 32 Bölgesinde bu katsayı 0,32
dir. TR 32 Bölgesinde Gini katsayısı “0”’a daha yakın olduğu için bu bölgede
Türkiye geneline göre gelir daha adil dağılmaktadır.
1.2.2. Sektörel Gelir Dağılımı
Sektörel gelir dağılımı, bir ülkede milli gelirden tarım, hizmet, sanayi gibi
sektörlerin aldığı payı ifade etmektedir. Milli gelirden alınan payların, hangi
sektörü geliştirdiğine bakılarak kalkınmışlığın ölçütü belirlenebilmektedir.
Sanayileşmiş ülkeler olarak da isimlendirilen gelişmiş ülkelerde sektörler içinde
sanayi sektörü gelişmişken, az gelişmiş ekonomilerde tarım sektörünün ağırlığı
gözlemlenmektedir (Pınar,2017:285). Gelişmekte olan ülkeler kategorisinde yer
alan Türkiye’de ise hizmetler sektörü en büyük paya sahiptir.
1.2.3. Fonksiyonel Gelir Dağılımı
Faktörel gelir dağılımı olarak da adlandırılan fonksiyonel gelir dağılımı; bir
ülkedeki çeşitli üretim faktörlerinin milli gelirden aldıkları pay olarak
tanımlanmaktadır. Bir başka ifade ile, milli gelirin ücret, faiz, rant ve kâr
arasındaki dağılımını ifade etmektedir (İslamoğlu, 2016:130).
1.2.4. Bölgesel Gelir Dağılımı
Bölgesel gelir dağılımı, bir ülkede farklı coğrafik özelliklerdeki bölgeler
arasında gelir farklılığını incelemektedir. Özellikle bölgesel farklıkların
nedenlerini görmek ve dezavantajlı bölgelerin sorunlarına çözüm önerileri
getirebilmek açısından başarılı bir gelir dağılımı analiz yöntemi olmaktadır.
Gelişmiş ülkelerde gelişmekte olan ülkelere nazaran daha az olmakla birlikte,
dünyadaki tüm ülkelerde bölgesel gelir ve gelişmişlik farklılıkları mevcuttur.
Bölgeler arasındaki gelir farklılıklarını analizinde kullanılan bu dağılım,
farklılıkları gidermek için uygulanabilecek politikaların belirlenmesinde
kullanılan önemli bir veri seti sunmaktadır (Doğrul,2017:5).
Coğrafi şartlar, sosyal yapı, kültürel farklılıklar, sanayinin belli bir yerde
yoğunlaşması, pazara yakınlık, ulaştırma altyapısı gibi birçok nedenden dolayı
Türkiye’de de diğer ülkelerde olduğu gibi bölgesel gelişmişlik farklılıkları
bulunmaktadır (Pınar,2015:285). Aslında Türkiye’de tarım, sanayi, hizmet,
ticaret, inşaat, haberleşme, ulaştırma, eğitim, sağlık, sosyal ve demografik
göstergeler bakımından farklılıkların var olması, bölgeler arasındaki gelir
dağılımını adaletsiz kılmaktadır. Söz konusu farklar nedeniyle, bölgeler
Tr32 Bölgesinde ve Denizli İli Özelinde Gelir Dağılımı ve Yoksulluk 163

arasında sosyo-ekonomik dengesizlikler ve bölgesel kalkınmada da farklılıklar


yaşanmaktadır (İslamoğlu,2016:134). Bu durum Türkiye’de bölgesel gelir
dağılımındaki adaletsizliği giderici politikalar uygulanmasını gerekli
kılmaktadır.
1.2.1. Yoksulluk
Yoksulluk, sadece azgelişmiş ülke ya da toplumların sorun değil aynı
zamanda gelişmiş ülkeleri de ilgilendiren çok kapsamlı ve çok yönlü güncel bir
sorun olarak görülmektedir. Yoksulluk, insanların yaşamlarını idame
ettirebilmeleri için temel gereksinimlerini karşılayacak ekonomik ve sosyal
güçlerinin olmadığı durumu ifade etmektedir. Birleşmiş Milletler Kalkınma
Programı (UNDP) yoksulluğu sadece ekonomik boyutla sınırlı kalmayan, hayat
boyu sağlık, kendine güven, ortalama bir hayat standardı, yaratıcı bir hayat,
özgürlük, saygı görme gibi insani gelişmede önemli olan fırsatlara erişememe
şeklinde tanımlamaktadır (Can,2017:1112). UNDP’nin bu tanımlamasına
rağmen yoksulluk hem ekonomik bir sorun hem de kültürel, hukuksal, siyasal,
etnik gibi farklı boyutları olan bir sorun olduğu için yoksulluğun kesin bir
tanımı bulunmamaktadır.
1.2.2. Yoksulluk Çeşitleri
Yoksulluk çeşitleri, mutlak yoksulluk-göreli yoksulluk, aşırı yoksulluk,
kronik yoksulluk, geçici yoksulluk, insani yoksulluk, objektif-sübjektif
yoksulluk, nöbetleşe yoksulluk, kır-kent yoksulluğu gibi farklı şekilde
gruplandırılabilmektedir. Ancak yoksulluğun mutlak ve göreli olarak iki temel
tanımı üzerinde durulacaktır. Bunlar sırası ile yoksulluğun “ihtiyaçları
karşılayamama” durumu ile yoksulluğun “içinde bulunulan toplumun refah
seviyesine erişememe” olarak algılanmasıdır.
1.2.2.1. Mutlak Yoksulluk
Mutlak yoksulluk, bireyin temel ihtiyaçlarını karşılayamama durumudur.
Ancak asgari yaşam düzeyini karşılayacak temel ihtiyaçlar dar bir listeden geniş
bir listeye dönüşebilmektedir. Bu nedenle söz konusu yoksulluk çeşidi, temel
ihtiyaçların neler olduğu ve asgari miktarın sınırı konularında tam bir
tanımlamanın yapılamaması nedeniyle göreceli bir kavramdır (Arabacı,
2016:152). Türkiye’de ferdin günlük asgari 2100 kalori ihtiyacını sağlayacak 80
maddeden oluşan gıda sepeti hazırlanmaktadır. Bu sepet hazırlanırken
Hanehalkı Bütçe Anketi verileri kullanılmaktadır. Gıda yoksulluk sınırına gıda
dışı mal ve hizmet payları eklenerek gıda dışı yoksulluk sınırı belirlenmektedir
(Özdemir,2016:183).
164 KARADENİZ

1.2.2.2. Göreli Yoksulluk


Nispi yoksulluk da denilen göreli yoksulluk karşılaştırma esasına
dayanmaktadır. Eğer birey toplumda normal olarak algılanan yaşam
standartlarına göre daha düşük bir yaşam standardına sahip ise göreli yoksul
olarak adlandırılmaktadır. Göreli yoksulluk ölçümünde medyan gelirin belli bir
oranından (bu oran%40-%60 arasında değişebilmektedir) daha az gelir elde
edenler yoksul olarak sınıflandırılmaktadır (Yüksel Arabacı,2016:152). Tablo
2'de medyan gelirin %60’ına göre hesaplanan yoksulluk sınırı, sayısı ve oranları
hem Türkiye hem de TR 32 Bölgesinde gösterilmektedir. TR 32 Bölgesinde
yoksulluk sınırı Türkiye ortalamasına göre 2014 yılında daha yüksek, 2015 ve
2016 yıllarında benzer tutarlardadır. Yoksulluk oranı ise TR 32 Bölgesinde
Türkiye ortalamasının altında bir orana sahip bulunmaktadır.
Tablo 2: Türkiye ve TR 32 Bölgesinde Medyan Gelirin %60’ına Göre Hesaplanan
Göreli Yoksulluk Göstergeleri (2014-2016)
Medyan gelirin %60'ına göre

Yoksul
Yoksulluk sayısı Yoksulluk
Yıllar sınırı (TL) (Bin kişi) oranı (%)
2014 6 665 16 501 21,8
2015 7 495 16 706 21,9
Türkiye 2016 8 539 16 328 21,2
2014 7 394 496 17,6
2015 8 128 448 15,9
TR 32 Bölgesi 2016 9 046 433 15,3
Kaynak: TÜİK Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması 2014-2016
http://www.tuik.gov.tr/PreTablo.do?alt_id=1013 (erişim Tarihi:10/04/2018)
1.2.3. Yoksulluğun Nedenleri
Türkiye’de yoksulluğun nedenleri makro ve mikro nedenler olarak
sınıflandırılabilmektedir. Yoksulluğu oluşturan sosyo-ekonomik ve yapısal
sorunlar yoksulluğun makro nedenlerini, kişilerin kendilerinden kaynaklanan
durumlar ise yoksulluğun mikro nedenlerini oluşturmaktadır.
Mal ve hizmet fiyatlarının sürekli artması olarak tanımlanan enflasyon da
yoksulluğun makro nedenlerinden bir tanesidir. Özellikle gelir seviyesi düşük
olan fertler yüksek enflasyon oranlarından daha çok etkilenir. Bir başka
Tr32 Bölgesinde ve Denizli İli Özelinde Gelir Dağılımı ve Yoksulluk 165

yoksulluğun makro nedeni olan ekonomik krizler gelişmekte olan ülkeleri


gelişmiş ülkelere göre daha derinden etkilemektedir. Ekonomik krizlerle birlikte
medyan gelirler düşerken yoksul sayılarında artış yaşanmaktadır. Yine gelişmiş
ülkelerin aksine gelişmekte olan ülkelerde tasarruf ve yatırım oranlarının
yetersizliği, ülkenin yeterince ekonomik büyümeyi gerçekleştirememesi, ülke
kaynaklarının etkin kullanılmaması, yolsuzlukların yapılması da yoksulluğun
makro nedenleri arasında sayılabilmektedir.
Ülkelerin vergi sistemindeki adaletsizlikleri, bütçeden sosyal harcamalara
ayırdıkları payların yetersizliği de o ülkede yoksulluğu arttırıcı etkiye sahiptir.
Yoksullukta sosyal güvenlik sistemi de mali sistem kadar etkilidir. Sosyal
güvenlik harcamaları ile ülkelerin gelişmişlikleri düz oranlı bir ilişkiye sahiptir.
Yoksulluğun yaygın olduğu Afrika ülkelerinde, sosyal güvenlik harcamalarının
milli gelirlerine oranı düşüktür (Kabakçı Karadeniz, 2016:168). Hem dünyada,
hem ülkelerde hem de şehirlerde coğrafi özellikleriyle de bağlantılı olarak
gelişmişlik farkı yaşanmakta ve bu durum da yoksulluğun belli bölgelerde
yoğunlaşmasına sebep olabilmektedir. Savaş, terör gibi siyasi nedenler ile doğal
afetleri de yoksulluğun makro nedenleri arasında sıralamak mümkündür.
Yoksulluğun bir diğer makro nedeni hızlı nüfus artışıdır. Dünyada gelir
gruplarına göre kadın başı doğum sayısı 2014 yılında yüksek gelirli ülkelerde
1,7 iken düşük gelirli ülkelerde 4,8’dir (Kabakçı Karadeniz, 2016:162).
Çalışmamızı daha yakından ilgilendiren yoksulluğun mikro nedenlerini;
hane halkı özellikleri, cinsiyet, eğitim, göç başlıkları altında inceleyebiliriz.
Aşağıda yoksulluğun özellikle mikro nedenleri ile uyumlu olarak TR 32
Bölgesinde yoksulların profilleri ortaya konmaya çalışılmıştır.
2. TR 32 Bölgesinde Yoksulların Profili
Yoksulluğun nedenleri birbiri ile etkileşim halindedir. Diğer bir ifade ile
yoksulluğun tek bir nedeni yoktur. Örneğin eğitimin yoksullu azalttığı bilinen
bir gerçektir. Bununla beraber eğitimde fırsat eşitsizliği, toplumsal cinsiyet
eşitsizliği, bireyin engellilik durumu, bireyin medeni hali gibi birçok etmen de
eğitimi etkilemektedir. Bu nedenle TR 32 Bölgesindeki ve bazı konularda
Denizli özelindeki yoksulluk profili çıkartılırken alt başlıklar konduğu halde her
başlık birbirleriyle etkileşim halindedir.
Şekil 1’de primleri devlet tarafında ödenen yoksulların, toplam nüfusa
oranları 2009 ve 2018 yılları itibariyle verilmektedir. 2012 yılında “Yeşil
Kartlı” olarak ifade edilen sistem kaldırılmış ama aynı nitelikteki yeni sistem
devam etmiştir. Genel sağlık Sigortası primlerinin devlet tarafından
ödenebilmesi için yoksulların gelirlerinin hanelerinde kişi başı gelir brüt asgari
166 KARADENİZ

ücretin üçte birinden düşük olması gerekmektedir (5510 sayılı Kanun). Eski adı
ile yeşil kartlıların, yeni adı ile genel sağlık sigortası primleri devlet tarafından
ödenenlerin nüfusa oranı il bazında yoksulluğun bir göstergesi sayılabilir.
Belirtilen orana bakıldığında Türkiye’de primleri devlet tarafından ödenenlerin
nüfusa oranının 2009 yılına göre 2018 yılında düştüğü görülmektedir. Belirtilen
oranı yoksulluk göstergesi olarak dikkate aldığımızda, 2009-2018 yılları
arasında Denizli ve Aydın’da yoksulluk oranının düştüğü, Muğla’da ise
yoksulluk oranında artış yaşandığı gözlemlenmektedir. Önemle belirtmek
gereklidir ki TR 32 Bölgesindeki illerde yoksulluk oranı Türkiye ortalamasının
oldukça altında seyretmektedir. Genel sağlık sigortası primleri devlet tarafından
ödenenler dikkate alındığında, 2018 yılı itibariyle Denizli’deki yoksulluk
oranının Türkiye’deki yoksulluk oranının yarısından daha düşük olduğu
görülmektedir.
Şekil 1: Primleri Devlet Tarafından Ödenen Yoksulların (Eski Yeşil Kartlıların)
Toplam Nüfusa Oranı(%)

14 12,8
12
9,9
10 9,4

8 7,5

6 4,8 4,8
4,6 4,2
4

0
Aydın Denizli Muğla Türkiye

2009 2008

Kaynak: SGK 2009-2018 Ocak Ayı İstatistik Bültenleri


Tablo 3’de TR 32 Bölgesindeki illerin bazı endeks ve oranlarda 81 il
içerisinde kaçıncı sırada olduğu gösterilmiştir. Denizli’nin Türkiye geneline
göre, sağlık, eğitim, çalışma hayatı ve gelir ve servet sıralamalarında oldukça
iyi konumda olduğu görülmektedir. Denizli’nin hem Türkiye geneli hem de
Aydın ve Muğla’ya göre genel yaşam endeksindeki sıralaması (26) üst sıralarda
yer almaktadır.
Tr32 Bölgesinde ve Denizli İli Özelinde Gelir Dağılımı ve Yoksulluk 167

Tablo 3: Aydın, Denizli ve Muğla İllerinin Yoksullukta Etkili Olan Bazı Ekonomik
Göstergelerdeki Sıralamaları (2015 yılı)
Aydın Denizli Muğla

Konutun kalitesinde problem yaşayanların oranı


(%) 18 16 18
İstihdam oranı 51 54 52
İşsizlik oranı (%) 7 7 7
Orta ve üstü gelir grubundaki hanelerin oranı (%) 35 39 39
Temel ihtiyaçlarını karşılayamadığını beyan eden
hanelerin oranı (%) 50 44 51
Doğuşta beklenen yaşam süresi (Yıl) 79 79 80
Okul öncesi eğitimde (3-5 yaş) net okullaşma oranı
(%) 40 41 38
Fakülte veya yüksekokul mezunlarının oranı (%) 14 14 16
81 İl İçinde Genel Yaşam Endeksindeki Sırası 48 26 45
81 İl İçinde Konut Endeksindeki Sıralama 51 42 44
81 İl İçinde Çalışma Hayatı İle İlgili Sıralama 32 17 23
81 İl İçinde Gelir ve Servet İle İlgili Sıralama 34 17 15
81 İl İçinde Sağlık İle İlgili Sıralama 17 10 12
81 İl İçinde Eğitim İle İlgili Sıralama 28 11 26
Kaynak: TÜİK, İllerde yaşam endeksi il sıralamaları ve endeks değerleri, 2015,
http://www.tuik.gov.tr/PreTablo.do?alt_id=1106 (Erişim Tarihi:10/04/2018)
Tablo 3’de de görüldüğü üzere Denizli’de konutun kalitesinde problem
yaşayanların oranı %16’dır. Kentsel dönüşüm gecekondularda oturan bireylerin
kaliteli konuta erişimi arttıran bir uygulamadır. Denizli’de Kentsel Yenileme
Projesi çerçevesindeki TOKİ evlerinde oturan vatandaşların sosyal ağlar,
kültürel pratikler ve mekânsal örüntüleriyle, uygulamaya yönelik görüşlerinin
değerlendirildiği bir araştırmada (İçli, 2011) proje alanındaki hanelerin büyük
kısmının meslek edinme ve kendini geliştirme potansiyelinin güçsüz olunduğu,
işsizlik ve geçim sorunlarıyla mücadele ettikleri görüldüğü tespit edilmiştir.
Kapsamında görüşülen kişilerin % 99’unun toplu konutlara taşınmalarıyla
birlikte; ekonomik şartlarının daha da kötüleştiğini, bu evlere taşınmak için
fazlasıyla borçlandırıldıklarını ve çok fazla faiz ödediklerini belirtmişlerdir.
168 KARADENİZ

Çalışmada bu bölgede yaşayan sakinlerin yaşam kalitesinin yükseltilmesine


yönelik hizmetlerin öncelikli bir biçimde sağlanması gerekliliği önerilmiştir
(İçli,2011: 55). Bu çalışma (İçli, 2011), Denizli ilinde konutların kalitesi
projelerle artsa bile, kişilerin ekonomik durumlarını iyileştirici önlemlerin
alınması gerekliliğini ortaya koymaktadır.
2.1. Bireylerin Cinsiyet ve Medeni Durumlarına Göre Yoksulluk
Kadınlar erkeklere göre daha yüksek oranda yoksulluk riski taşımaktadır.
Bu duruma yol açan birçok etmen sıralamak mümkündür. Kadınların işgücüne
katılım oranının düşük olması, kadına geleneksel olarak yüklenen ev işleri ve
bakım sorumlulukları, kadının eğitim almasına karşı olan tutumlar, kadınlara
atfedilmiş düşük ücretli, düzensiz ve güvencesiz işlerin varlığı bunlardan
bazılarıdır.
Tablo 4: Türkiye’de ve TR 32 Bölgesinde Cinsiyete ve Medeni Duruma Göre
Yoksulluk Oranları (%)
Cinsiyet TR32 Türkiye
Erkek 14,8 21,7
Kadın 17 22
TR 32 Türkiye
Medeni Durum Erkek Kadın Erkek Kadın
Evli 14,3 13,9 17,8 18
Hiç Evlenmedi 10,5 12,7 20,2 24
Eşi Öldü 7,5 27,6 17,1 16
Boşandı 2,8 10,1 9,3 13,8
Ayrı Yaşıyor 0 31,4 8,4 39,9
Kaynak: TÜİK Gelir ve Yaşam Koşulları Mikro Veri Seti (2015)’den yazar tarafından
hesaplanmıştır.
Tablo 4’de Türkiye ve TR 32 Bölgesinde yaşayan bireylerin cinsiyetlerine
ve medeni durumlarına göre yoksulluk oranları verilmektedir. Gerek TR 32
bölgesinde gerekse Türkiye’de kadınların yoksulluk oranının erkeklere göre
oldukça yüksek olduğu görülmektedir. TR 32 Bölgesinde kadınlarda yoksulluk
oranı %17,7 iken bu oran erkeklerde 14, 8’dir. Türkiye genelinde ise sırasıyla
bu oranlar %22 ve %21,7’dir. TR 32 Bölgesindeki kadın ve erkeklerin medeni
durumları fark etmeksizin her grupta yoksulluk oranı Türkiye ortalamasının
altında seyrederken, eşi ölen kadınlardaki yoksulluk oranı Türkiye
Tr32 Bölgesinde ve Denizli İli Özelinde Gelir Dağılımı ve Yoksulluk 169

ortalamasının neredeyse iki katına çıkmaktadır. TR 32 Bölgesinde evli


erkeklerin %14,3’ü yoksul iken, kadınlarda ayrı yaşayanların %31’i, eşi
ölenlerin %27,6’sı, evli olanların %13,9’u yoksul olarak yaşamaktadır.
2.2. Bireylerin Hanehalkı Özelliklerine Göre Yoksulluk
Hanede yaşayan kişi arttıkça yoksul olma ihtimali de artmaktadır. Hane
kalabalıklaştıkça, geliri sabit olan ailenin tüketim harcamaları artmaktadır.
Çocukların eğitimine yeterli kaynak ayıramayan ebeveyninler çocuklarının
küçük yaşta çalışmasını isteyebilecektir.
Tablo 5: Türkiye’de ve TR 32 Bölgesinde Hane Halkı Tipine Göre Yoksulluk Oranları
(%)
Hane Halkı Tipi TR32 Türkiye
Tek kişilik hane halkı 20,3 12,4
Bağımlı çocuk olmayan, iki yetişkinli, yetişkinlerin ikisi de 65
yaşın altında 4,9 5,6
Bağımlı çocuk olmayan, iki yetişkinli, yetişkinlerden en az biri
65 ve daha fazla yaşta 22,3 13
Bağımlı çocuk olmayan diğer hanehalkı 7,7 7,6
Tek yetişkinli, en az bir bağımlı çocuk olan hanehalkı 12,4 29,2
İki yetişkinli, bir bağımlı çocuk olan hanehalkı 11,7 8,5
İki yetişkinli, iki bağımlı çocuk olan hanehalkı 19,6 10,7
İki yetişkinli, üç ve daha fazla bağımlı çocuk olan hanehalkı 26,4 45,5
Bağımlı çocuk olan diğer hanehalkı 20,3 29,5
Kaynak: TÜİK Gelir ve Yaşam Koşulları Mikro Veri Seti (2015)’den yazar tarafından
hesaplanmıştır.
Tablo 5’de Türkiye’de ve TR 32 Bölgesinde hanehalkı tipine göre
yoksulluk oranları gösterilmektedir. Türkiye’de en yüksek yoksulluk oranı
sırasıyla, 5 kişi ve daha kalabalık ailelerde, çocuklu diğer ailelerde ve tek
yetişkinli çocuklu ailelerdedir. TR 32 Bölgesinde Türkiye ortalamasına göre
yoksulluk oranları daha düşüktür. Bununla birlikte tek kişilik hanelerde, bağımlı
çocuğu olmayan, iki yetişkinli, yetişkinlerden en az biri 65 ve daha fazla yaşta,
iki yetişkinli, iki bağımlı ve üç çocuk ve daha fazla olan hane halklarında
yoksulluk oranı bölge ortalamasının (%15,9) üstündedir.
170 KARADENİZ

2.3. Bireylerin Eğitim Durumuna Göre Yoksulluk


Refah seviyesi yüksek olan aileler çocuklarının eğitimine daha çok önem
vermektedir. Çocuklarının eğitimlerini özel okullar ya da merkezi devlet
okullarında sürdürmelerini sağlamakta hatta özel derslerle desteklemektedir.
Yoksul aileler ise temel eğitim hizmetlerine erişmede bile sıkıntı yaşamaktadır.
Eğitimdeki bu fırsat eşitsizliği, eğitimin yoksulluğu azalttığı savının bilinmesine
rağmen yoksulluğun da eğitimi azalttığı savını doğrulamaktadır.
Tablo 6: Türkiye’de ve TR 32 Bölgesinde Eğitim Durumuna Göre Yoksulluk Oranları
(%)
Eğitim Seviyeleri TR32 Türkiye
Okur Yazar Olmayanlar 32,5 36,3
Okur Yazar Olup Bir Okul Bitirmeyenler 30,1 34,1
İlkokul 14,7 18,4
Ortaokul-İlköğretim 12,7 23,3
Lise 10,9 11,3
Meslek lisesi 4,7 8,8
Yükseköğrenim 0,8 2,7
Kaynak: TÜİK Gelir ve Yaşam Koşulları Mikro Veri Seti (2015)’den yazar tarafından
hesaplanmıştır
Tablo 6’de Denizli ilinin içinde olduğu TR 32 Bölgesinin eğitim durumuna
göre yoksulluk oranlarının Türkiye geneline göre daha düşük seviyede olduğu
görülmektedir. Eğitim seviyesi arttıkça yoksulluktan kurtulma ihtimalinin arttığı
bilinmesine rağmen tablo yoksulluğun sadece eğitime bağlı olmadığını
göstermektedir. TR 32 Bölgesinde yaşayanlar aynı eğitim seviyesine sahip olan
Türkiye geneline göre daha düşük yoksulluk oranına sahiptir. Hatta fertlerin
eğitim seviyesi arttıkça Türkiye geneline göre söz konusu bölgenin
yoksulluktan kurtulma ihtimali katlanarak artmaktadır. TR 32 Bölgesinde,
okuryazar olmayanların, okuryazar olup bir okul bitirmeyenlerin, ilkokul
mezunu olanların ve düz lise mezunlarının yoksulluk oranı Türkiye geneline
yakın bulunmaktadır. Ancak, ilköğretim-ortaokul bitirenlerde ve meslek lisesi
mezunlarında yoksulluk oranı TR 32 Bölgesinde Türkiye genelinin yaklaşık
yarı oranındadır. Bu bölgede iş imkânlarından dolayı meslek lisesi mezunlarının
yoksulluk oranlarının düşük olduğu tahmin edilmektedir. Ayrıca Türkiye
genelinde de meslek lisesi mezunlarının düz lise mezunlarına göre yoksulluk
oranının daha düşük olduğu gözlemlenmektedir. İlgili tablodan edinilen bir
Tr32 Bölgesinde ve Denizli İli Özelinde Gelir Dağılımı ve Yoksulluk 171

başka bulgu ise, TR 32 Bölgesindeki yükseköğretim mezunlarının yoksulluk


oranı Türkiye ortalamasının üçte birinden daha azdır.
Tablo 7: Denizli İli İlçelerinde Cinsiyete Göre Ortalama Okullaşma Yılı (2015)
Üniversiteye Erkek
kadar eğitim Üniversiteye kadar Üniversiteye kadar Kadın
Erkek eğitim Kadın eğitim Toplam farkı
Acıpayam 7,4 5,5 6,4 1,9
Babadağ 6,5 5,1 5,8 1,4
Baklan 7,3 5,1 6,1 2,2
Bekilli 7,1 4,9 5,9 2,2
Beyağaç 7,5 5,1 6,3 2,4
Bozkurt 7,3 5,8 6,4 1,5
Buldan 7,2 5,7 6,4 1,5
Çal 7,4 5,2 6,2 2,2
Çameli 6,3 4,6 5,5 1,7
Çardak 7,5 5,3 6,4 2,1
Çivril 7,5 5,5 6,4 2,0
Güney 6,8 4,8 5,8 2,1
Honaz 7,4 5,7 6,6 1,8
Kale 6,8 4,9 5,8 1,9
Merkezef
endi 9,4 8,1 8,7 1,3
Pamukkal
e 9,0 7,7 8,3 1,3
Sarayköy 7,6 6,1 6,8 1,6
Serinhisar 6,9 5,2 6,0 1,7
Tavas 6,9 4,7 5,8 2,2
DENİZLİ 8,4 6,8 7,6 1,6
En büyük 9,4 8,1 8,7 2,4
En küçük 6,3 4,6 5,5 1,3
172 KARADENİZ

Kaynak: TÜİK Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi içinde( Çağlar ark. Yayınlanmamış
Çalışma), http://www.denizligazetesi.com/haberler/guncel/denizlide-okullasma-orani-
en-yuksek-merkezefendi-en-dusuk-cameli/68492/Erişim Tarihi:10/04/2018)
Tablo 7’de 2015 yılı itibariyle Denizli il geneli ve ilçelerinde cinsiyete göre
ortalama okullaşma yılları verilmiştir. İlçeler Denizli merkeze yaklaştıkça
eğitim seviyesi artmaktadır. Merkez ilçeler olan Pamukkale ve Merkezefendi’de
eğitim seviyesi en yüksek seviyede iken, Denizli merkeze en uzak olan Çameli
eğitim seviyesi en düşük ilçedir. Ayrıca Denizli’nin tüm ilçelerinde erkeklerin
eğitim seviyesi 1,3 ila 2,4 yıl daha fazladır.
2.4. Bireylerin Engellilik Durumuna Göre Yoksulluk
Toplum içinde bazı bireylerin engelli olması onları dezavantajlı konuma
sokmaktadır. Engelli bireyler, engelsiz bireylere göre daha çok yoksulluk riski
taşımaktadır. Engel derecelerine göre değişiklik göstermekle birlikte, bakıma
muhtaç bir engelli, anneyi ya da başka bir engelli yakınını çalışma hayatından
alıkoymaktadır. Ayrıca engellinin bakım masrafları, ailenin eğitim
harcamalarını kısmasına sebep olacak ve yoksulluğunun şiddetini arttıracaktır.
Şekil 2: Türkiye’de ve TR 32 Bölgesindeki Engellilerin 28 Cinsiyete Göre
Yoksulluk Oranları (%)

35 33,2
29,5 30,9
30 26,6
25
20
Erkek
15
10 Kadın
5
0
TR32 Türkiye

Kaynak: TÜİK Gelir ve Yaşam Koşulları Mikro Veri Seti (2015)’den yazar
tarafından hesaplanmıştır.
Şekil 2’de de görüldüğü üzere Türkiye’de yaklaşık üç engelli erkekten ve
dört engelli kadından biri yoksul olarak hayatını idame ettirmeye çalışmaktadır.

28 Genel sağlık durumu kötü ve çok kötü olanlar ile En az 6 aydan beri süregelen fiziksel veya
ruhsal herhangi bir sağlık problemi nedeniyle ferdin günlük faaliyetlerinde bir sınırlama olan
fertler engelli sayılmıştır.
Tr32 Bölgesinde ve Denizli İli Özelinde Gelir Dağılımı ve Yoksulluk 173

TR 32 Bölgesinde yoksul engellilerin oranı her iki cinsiyette de daha yüksek


orana sahip bulunmaktadır. TR 32 Bölgesinde yoksulluk oranı Türkiye
ortalamasının altında olmasına rağmen engelli yoksulların oranının yüksek
olması önemsenmesi gereken bir bulgudur.
Denizli’de engellilere tanınan özel tüketim vergisi (ÖTV) istisnasının
değerlendirilmesi ile ilgili yapılan bir çalışmada (Kabakçı Karadeniz,2017).
Engellinin yaşamını kolaylaştıracak motorlu taşıtın sadece gelir seviyesi yüksek
olan kişilerce alınabildiği ve dolayısıyla devletin sağladığı vergi istisnasından
da bu kişilerin yararlandığı bulgularmıştır. Ayrıca yoksul engellinin bulunduğu
hanelerce ÖTV istisnasından yararlanılarak alınan motorlu taşıtlar (akraba, eş,
dost yardımları ile alınsa dahi) engellilere ya da engelliye bakan aile bireyine
verilen engelli aylıklarının ve bakım aylıklarının ve diğer yardımların
kesilmesiyle sonuçlanmaktadır (Kabakçı Karadeniz, 2017: 144). Denizli’de
yaşayan, engeli evde bakım aylığı alan 20 adet çeşitli eğitim düzeylerine sahip
engelli ailesi ile bu hizmeti onlara sunan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına
bağlı Denizli Müdürlüğü yetkilileri ile yapılan derinlemesine mülakat yöntemi
ile yapılan bir çalışmada Denizli’de engelli bireye sahip ailelerin büyük bir
kısmının kendilerini toplumdan dışlanmış olarak gördüğü sonucuna ulaşılmıştır
(Altın, 2018: 88).
2.5. Bireylerin İşsizlik Durumuna Göre Yoksulluk
Daha çok yapısal problemlerin sebep olduğu işsizlik yoksulluğun bir
nedenidir. İşsiz kalan birey belki hiç gelir elde edemeyecek, belki de düzensiz
ve güvencesiz işlerde düşük ücretle çalışacaktır. Sosyal güvencesiz bir şekilde
çalışan birey sosyal risklere karşı korumasızdır ve yine yoksuldur. Birey kayıt
dışı çalışarak hayatını idame ettirse bile yaşlanınca çalışamayacak, emekli maaşı
hak edemediği için yaşlı yoksul olacaktır.
Şekil 3:Türkiye’de ve TR 32 Bölgesindeki İşsizlerin Cinsiyete Göre
Yoksulluk Oranları (%)
174 KARADENİZ

25
20,8
19,3
20 18,3

15 12,4 13,2
10,7 TR32
10
Türkiye
5

0
İşsiz Toplam Erkek Kadın

Kaynak: TÜİK Gelir ve Yaşam Koşulları Mikro Veri Seti (2015)’den yazar tarafından
hesaplanmıştır.
Türkiye’de işsizlerin yoksulluk oranı erkeklerde %20,8 iken TR 32
Bölgesinde yaklaşık yarı oranında % 10,7’dir. Kadınlarda ise bu oran
Türkiye’de %18,3 iken TR 32 Bölgesinde %13,2’dir. Hem erkeklerde hem de
kadınlarda işsizlerin yoksulluk oranları TR 32 Bölgesinde Türkiye geneline
göre daha düşük seyretmektedir.
2.6. Göç ve Yoksulluk
Göç, bireylerin ekonomik, siyasi ya da sosyal nedenlerle yaşadıkları yeri
değiştirmesidir. Türkiye’de olduğu gibi iç ve dış göçü bir arada yaşamaktadır.
Türkiye coğrafi konumu gereği ve komşusu Suriye’de yaşanan savaş nedeniyle
sığınmacılara kapılarını açmıştır. 2017 yılında Denizli ilinde yapılan başka bir
çalışmada (Akbaş, Ünlütürk Ulutaş,2018) akrabalarının deneyimleri ve
arkadaşlarının tavsiyeleri üzerine Denizli'de yaşamayı tercih eden 36 sığınmacı
ve 7 yerli katılımcı ile derinlemesine mülakat yapılmıştır. Araştırmanın
sonucunda, Suriyeli sığınmacı işgücünün ikincil işgücü piyasasının en alt
düzeydeki işlerinde çalıştırıldığı tespit edilmiştir. Suriyeli sığınmacılar, kötü
çalışma koşularında ve düşük ücrete rağmen çalışmayı kabul etmek zorunda
kalmaları nedeniyle emek yoğun alanlarda çalışmaktadır (Akbaş, Ünlütürk
Ulutaş,2018:188). Gerek iç göç gerekse dış göç ile Denizli’ye gelen
göçmenlerin hayal ettikleri bir hayatı yaşamadıkları yapılan çalışmalarda açıkça
gözlemlenmektedir.
Denizli dış göç yanında, bir iç göç olgusu ile de karşı karşıyadır. İşsizlik,
geçim sıkıntısı, tarım arazilerinin küçük ve verimsiz oluşu, sosyal imkânların
Tr32 Bölgesinde ve Denizli İli Özelinde Gelir Dağılımı ve Yoksulluk 175

yetersizliği gibi nedenlerle bireyler kırdan kente göç etmektedir. Türkiye’de


kırdan kente göç ile kentsel nüfus oranı %75’i aşmıştır (Kabakçı Karadeniz,
2016,176). Denizli ilinde 1999 yılında kırdan kente göç yapan ailelerle ilgili
yapılan bir araştırmada (İçli,1999), ailelerin göç kararını almalarında ilk sırayı
çocuklarının eğitim imkânlarından yararlanabilmesi yer almıştır. Kırsal kesimde
eğitim olanaklarının kısıtlı olması nedeniyle niteliksiz işlerde istihdam edilen
kent göçmeni aileler çocuklarına eğitim, iş, meslek fırsatları yakalayabilmek
için kent yaşamını tercih etmişlerdir (İçli, 1999: 73).
Tablo 8’de Denizli’nin ilçe nüfusları 2007-2017 yılları arasında
karşılaştırıldığında merkezdeki iki ilçe, Honaz, Bozkurt ve Sarayköy ilçelerinin
göç aldığı ve bu ilçeler dışındaki 14 ilçenin göç verdiği görülmektedir. Göç alan
ilçelerin nüfusunun artışında sanayi bölgesine ve il merkezine yakın olmaları bir
etken olabilir. Bu tablo ayrıca ilçelerdeki iş imkânının sınırlılığı ve refah
seviyelerinin düşüklüğü sebebiyle göç yaşandığını da düşündürebilir.
Tablo 8: Denizli’nin İlçelerinin Nüfusları (Kişi), (2007 ve 2017 Yılları ve 2017-2007
Farkı)

2007 2017 2017-2007 Fark


Acıpayam 58687 55384 -3303
Babadağ) 7950 6495 -1455
Baklan 6913 5532 -1381
Bekilli 8691 6824 -1867
Beyağaç 7122 6549 -573
Bozkurt 11834 12736 902
Buldan 27380 27248 -132
Çal 24157 19254 -4903
Çameli 20953 18111 -2842
Çardak 9372 8673 -699
Çivril 61301 60503 -798
Güney 12422 9896 -2526
Honaz 28941 33456 4515
Kale 22542 20262 -2280
Merkezefendi ve Pamukkale 500186 638989 138803
Sarayköy 30028 30462 434
Serinhisar 15371 14488 -883
Tavas 53475 43873 -9602
(2017 için Merkezefendi ve Pamukkale İlçeleri Toplamı dikkate alınmıştır)
Kaynak: TÜİK Adrese Dayalı Nüfus Kayıt İstatistikleri,
https://biruni.tuik.gov.tr/medas/?kn=95&locale=tr (Erişim Tarihi:10.04.2018)
176 KARADENİZ

Sonuç
Çalışmada Türkiye’de gelir dağılımınızdaki adaletsizlik ve yoksulluk
konuları Denizli ilinin içinde bulunduğu TR 32 Bölgesi ile karşılaştırılarak
analiz edilmeye çalışılmıştır. TÜİK Gelir ve Yaşam Koşulları Anketine göre
Türkiye genelinde 2016 yılı için en zengin %20’lik nüfus, en düşük gelirli
%20’lik nüfusun 7,7 katı gelir elde etmektedir. Söz konusu oran TR 32
bölgesinde 5 kattır. Gelir eşitsizliğini gösteren Gini katsayısı 2016 yılı itibariyle
Türkiye’de 0,4 iken TR 32 Bölgesinde 0,32’dir. Bu sonuçlar gelirin TR 32
Bölgesinde adaletsiz ancak Türkiye geneline göre daha adil dağıldığını
göstermektedir.
TR 32 Bölgesinde yaşayan bireylerin yoksulluk oranı Türkiye geneline
göre yaklaşık üçte bir düşük oranda seyretmektedir. Primleri devlet tarafından
ödenen yoksulların toplam nüfusa oranı 2018 Ocak ayı itibariyle Denizli’de
%4,6 ile Türkiye ortalaması olan %9,9’un yarısından daha azdır. TR 32
Bölgesinde hem erkeklerde hem de kadınlarda yoksulluk oranı Türkiye
ortalamasından düşük seyretmektedir. Medeni hallerine göre TR 32 Bölgesinde
eşi ölen kadınların yoksulluk oranı Türkiye ortalamasının oldukça üstünde
bulunmaktadır.
Bireylerin hane halkı özelliklerine göre yoksulluk oranları TR 32
Bölgesinde Türkiye ortalamasının altında olmasıyla birlikte, tek kişilik
hanelerde, bağımlı çocuğu olmayan, iki yetişkinli, yetişkinlerden en az biri 65
ve daha fazla yaşta, iki yetişkinli, iki bağımlı ve üç çocuk ve daha fazla olan
hane halklarında yoksulluk oranı bölge ortalamasının üstündedir.
Denizli ilinin içinde olduğu TR 32 Bölgesinin eğitim durumuna göre
yoksulluk oranlarının Türkiye geneline göre daha düşük seviyede olduğu
görülmektedir. Özellikle meslek lisesi ve üniversite bitiren bireylerin TR 32
Bölgesinde yoksulluk oranı Türkiye geneline göre oldukça düşüktür. Denizli'nin
merkez ilçeleri ve merkeze yakın ilçelerinde ortalama eğitim seviyesi yüksek,
merkezden uzak ilçelerde ise ortalama eğitim seviyesinin düşük olduğu
görülmektedir. TR 32 Bölgesinde yoksulluk oranı Türkiye ortalamasının altında
seyrederken, engelli yoksulların oranı daha yüksektir. Bu durum Denizli’de
yoksul engellilere yönelik refah arttırıcı politikaların geliştirilmesini zorunlu
kılmaktadır.
Kaynakça
Akbaş,S. ve Ünlütürk Ulutaş,Ç. (2018) Küresel Fabrika Kentinin Görünmeyen
İşçileri, Çalışma ve Toplum, 2018/1, 167-192
Tr32 Bölgesinde ve Denizli İli Özelinde Gelir Dağılımı ve Yoksulluk 177

Altın, A.S (2018) Engelli Evde Bakım Hizmetlerinde Ailenin Yeterliliği:


Denizli Merkez İlçe Örnekleri, Pamukkale Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Dönem Projesi, Çalışma Ekonomisi ve Endüstri Anabilim
Dalı, Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Programı
Ataç B.,(2006), Maliye Politikası, 7. Baskı, Etam AŞ.Matbaa Tesisleri,
Eskişehir
Gençler, A. (2016), Gelir Dağılımının Kavramsal Çerçevesi, içinde Gelir
Dağılımı Ve Yoksulluk, Editörler: M.Ç.Özdemir ve E.İslamoğlu, Seçkin
Yayıncılık, Ankara
Doğrul, A. N. Türkiye Ekonomisinde Gelir Dağılımı Sorunu, International
Journal of Applied Economic and Finance Studies; Vol. 2, No.1; 2017,
ISSN: 2548-043X
İçli,G.(2011) Kentsel Dönüşüme İlişkin Sosyolojik Bir Değerlendirme- Denizli
Örneği, Sosyal ve Beşeri Bilimler Dergisi, Cilt 3, No 1, 2011 ISSN: 1309-
8012 (Online) , 44-57
İçli, G. (1999) Denizli İline Göç Eden Ailelerin Eğitime Bakış Açıları, "4.
Ulusal Sınıf Öğretmenliği Sempozyumu" 15-16 Ekim 1998, Denizli
Pamukkale Üniversitesi, 70-74
İslamoğlu Emel, Türkiye’de Gelir Dağılımı, , içinde Gelir Dağılımı Ve
Yoksulluk, Editörler: M.Ç.Özdemir ve E.İslamoğlu, Seçkin Yayıncılık,
Ankara
Kabakçı Karadeniz, H.(2016), Yoksulluğun Nedenleri, içinde Gelir Dağılımı Ve
Yoksulluk, Editörler: M.Ç.Özdemir ve E.İslamoğlu, Seçkin Yayıncılık,
Ankara
Kabakçı Karadeniz, H.(2017) Bir Vergi Harcaması Olarak Araç Alımında
Engellilere Tanınan Özel Tüketim Vergisi İstisnasının Değerlendirilmesi,
içinde Maliye Araştırmaları-1, Editörler: A.Gerçek ve Ö.Çetinkaya, Ekin
Basım Yayın Dağıtım, Bursa. 137-146
Karluk, S. R., & Unal, U. (2017). Türkiye Ekonomisinde Yoksulluk, Yolsuzluk
ve Gelir Dağılımı İlişkisi [Income Distribution, Poverty and Corruption
in Turkey] (No. 70118). University Library of Munich, Germany.
Özdemir, M.Ç.(2016), Y0ksulluğun Ölçüm Yöntemleri, , içinde Gelir Dağılımı
Ve Yoksulluk, Editörler: M.Ç.Özdemir ve E.İslamoğlu, Seçkin
Yayıncılık, Ankara
Pınar A. (2014), Maliye Politikası Teori ve Uygulama, Turhan Kitabevi,7.
Baskı, Ankara
178 KARADENİZ

SGK 2009-2018 Ocak Ayı İstatistik Bültenleri, www.sgk.gov.tr (Erişim


Tarihi:10/04/2018)
Topkaya Ö,(2016), Küresel Gelir Dağılımı, , içinde Gelir Dağılımı Ve
Yoksulluk, Editörler: M.Ç.Özdemir ve E.İslamoğlu, Seçkin Yayıncılık,
Ankara
TÜİK, İllerde yaşam endeksi il sıralamaları ve endeks değerleri, 2015,
http://www.tuik.gov.tr/PreTablo.do?alt_id=1106 (Erişim
Tarihi:10/04/2018)
TÜİK (2015) Gelir ve Yaşam Koşulları Mikro Veri Seti
TÜİK Adrese Dayalı Nüfus Kayıt İstatistikleri,
https://biruni.tuik.gov.tr/medas/?kn=95&locale=tr (Erişim
Tarihi:10.04.2018)
TÜİK Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması 2014-2016
http://www.tuik.gov.tr/PreTablo.do?alt_id=1013 (erişim
Tarihi:10/04/2018)
Türk İ.,(2007), Maliye Politikası,20. Bası,Turhan Kitabevi, Ankara
Yüksel Arabacı, R. (2016), Yoksulluğun Kavramsa Çerçevesi, içinde Gelir
Dağılımı Ve Yoksulluk, Editörler: M.Ç.Özdemir ve E.İslamoğlu, Seçkin
Yayıncılık, Ankara
Yücel, C. A. N. (2017). Yoksulluk, Yerel ve Küresel Eşitsizlikler, Elektronik
Sosyal Bilimler Dergisi, 16(63), 1111-1126.
http://www.denizligazetesi.com/haberler/guncel/denizlide-okullasma-orani-en-
yuksek-merkezefendi-en-dusuk-cameli/68492/(Erişim Tarihi:10/04/2018)
DENİZLİ’DE YOKSULLUK VE SOSYAL DIŞLANMA 29

Nagihan DURUSOY ÖZTEPE 30


Çağla ÜNLÜTÜRK ULUTAŞ 31

Giriş
Genel olarak sosyal dışlanma, bireylerin ekonomik ve sosyal bir takım hak
ve kaynaklara erişimini kısıtlayan kolektif süreçler olarak tanımlanmakta ve
doğası gereği bazı yoksulluk ve yoksunluk süreçlerine odaklanmaktadır. Bu
yoksulluk ve yoksunluk süreçlerinin bireyden bireye, ülkeden ülkeye farklılık
gösteren sübjektif doğası, üzerinde uzlaşılmış tek ve sabit bir sosyal dışlanma
tanımı yapmayı zorlaştırmaktadır. İlk olarak 1960’larda Fransa’da ortaya çıkan
ve daha çok toplumdaki marjinal gruplar için kullanılan sosyal dışlanma
kavramı, refah devletinin krize girmesiyle birlikte 1980’lere gelindiğinde uzun
vadeli işsizlik, buna bağlı olarak sosyal istikrarsızlık ve yeni yoksulluk
kavramlarıyla birlikte ele alınmaya başlanmıştır (Saith; 2001).
Küreselleşme ve küreselleşmeye paralel süreçlerle farklı şekillerde ortaya
çıkan sosyal dışlanma kavramı bugün üzerinde durulması ve çözüm bulunması
gereken önemli sorun alanlarının başında gelmektedir. Özellikle yoksulluğun
derinleşen yüzü, sorunun büyüklüğünü bir kez daha ortaya koymaktadır. Bu
anlamda başta Avrupa Birliği ülkeleri olmak üzere birçok ülke sosyal
dışlanmayla mücadele için kendi ulusal içerme politikalarını hazırlamaya
koyulmuşlardır. Ancak liberal ekonomik politikalara insani bir çehre
kazandırma amacından yola çıkan bu programların ne kadar etkili ve ihtiyaca
dönük olduğu da büyük tartışma konusudur. Mevcut literatürdeki bir başka
önemli tartışma yoksulluk ve sosyal dışlanma arasındaki ilişkidir. Kimi
çalışmalarda sosyal dışlanma yoksulluğu da içeren ancak daha geniş ve çok
boyutlu bir kavram olarak ele alınırken, kimi çalışmalar yoksulluğu sosyal
dışlanmanın temel nedeni olarak formüle etmekte, başka bazı çalışmalarda ise
yoksulluğun bölüşüm ilişkilerindeki çarpıklığı saklamak üzere “sosyal

29 Bu çalışma, Pamukkale Üniversitesi, Bilimsel Araştırma Projeleri (BAP) Birimi tarafından


2013BSP027 nolu Proje ile desteklenmiştir.
30
Dr. Öğr. Ü. Pamukkale Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Çalışma Ekonomisi ve
Endüstri İlişkileri Bölümü, ndurusoy@pau.edu.tr
31
Doç. Dr. Pamukkale Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Çalışma Ekonomisi ve
Endüstri İlişkileri Bölümü, culutas@pau.edu.tr
180 ÖZTEPE-ULUTAŞ

dışlanma” olarak yeniden isimlendirildiği ifade edilmektedir. Bu çalışmalar


sosyal dışlanma ve yoksulluk ilişkisinin yalnızca kavramsal bir totolojiden
ibaret olduğunu öne sürmektedir.
Türkiye’de sosyal dışlanmaya ilişkin literatür çok gelişmemiştir ve daha
çok batı merkezli kuramsal tartışmalara odaklanmaktadır. Ülkemizdeki mevcut
duruma ve uygulamalara odaklanan az sayıdaki sosyal dışlanma çalışmasının
ise göçmenler, engelliler gibi farklı dezavantajlı grupların dışlanma pratiklerini
ele aldıkları görülmektedir (Durusoy Öztepe ve Ünlütürk Ulutaş, 2013: 308) .
Bu anlamda, bu çalışma gerek Denizli’de ilk kez yapılacak olması; gerekse
sosyal dışlanma olgusuna farklı boyutlarıyla odaklanması ve elde edilecek
bulguları nicel veriler ışığında ortaya koyması açısından ülkemizdeki ilgili
literatürden farklılaşmaktadır. Bu çalışmada öncül çalışmalardan elde edilen
göstergelere dayanan nicel araştırmanın verilerinden yararlanılarak, 1990’lı
yıllarda hızla kentleşmiş ve yoğun göç almış bir Anadolu kentinde sosyal
dışlanmanın boyutları, sosyal dışlanma algısı ve yoksullukla sosyal dışlanma
ilişkisinin analiz edilmesi hedeflenmiştir.
Çalışmada öncelikle sosyal dışlanma kavramının tanımı ve kavrama
yöneltilen farklı yaklaşımlar ele alınacaktır. Kavramsal tartışmanın ardından
yoksulluk ve sosyal dışlanma arasındaki ilişki, ilgili literatür ışığında
irdelenecektir. Son bölümde ise Denizli ilinin iki merkez ilçesi olan Pamukkale
ve Merkezefendi ilçelerine bağlı, Adrese Dayalı Nüfus Kayıt sistemine göre
belirlenen toplam 40 mahallede, rastgele örneklem seçimi ile belirlenen toplam
1141 kişilik örneklem üzerinde gerçekleştirilen sosyal dışlanma araştırmasının
bulguları değerlendirilecektir.
1. Sosyal Dışlanmanın Kavramsal Çerçevesi
Sosyal dışlanma ile ilgili literatür incelendiğinde, kavramın ekonomik,
sosyal, politik ve kültürel birçok yan anlam ve boyut içinde tanımlandığı
görülmektedir (Silver; 1995: 60). Bu tanımlar, kuşkusuz, birbiriyle örtüşen ya
da birbirini tamamlayan özellikler göstermekle birlikte, sosyal dışlanmanın ve
buna karşı geliştirilecek bütünleşme göstergelerinin neler olacağı konusu
akılları karıştırmaya devam etmektedir.
Avrupa Birliği’nin de başını çektiği bu yaklaşımlardan ilki, sosyal
dışlanmayı işgücü piyasasının dışında kalma ve işsizlikle; sosyal bütünleşmeyi
ise istihdamla eş tutan yaklaşımdır (Cook vd.; 2001). Levitas’ın (2005) “sosyal
entegrasyonalist yaklaşımlar” olarak adlandırdığı bu tartışmalar, ücretli çalışma
üzerine odaklanmakta ve sosyal dışlanma ve içerme konularını işgücü piyasası
ekseninde incelemektedir. Sosyal dışlanmayı daha “dar” anlamda ele alan bu
Denizli’de Yoksulluk ve Sosyal Dışlanma 181

yaklaşımların temel özelliği, işgücü piyasasından dışlanmanın gelir


yoksulluğunu da beraberinde getirdiği ve aynı zamanda işgücü piyasasının
yalnızca gelir elde etmenin bir aracı olmadığı, bireyi topluma bağlayan sosyal
ve sembolik değerler de yarattığı düşüncesi üzerine temellenmesidir. Bu
bağlamda, işsiz bireylerin neden yoksulluğa sürüklendiği, işgücü piyasası
içindeki eşitsizlikler, sermaye sahibi olanlarla çalışan kesim arasındaki
eşitsizlikler sosyal entegrasyonist yaklaşımın üzerinde durduğu başlıca
konulardır (Levitas; 2005: 26). Sosyal dışlanmayı bu boyutuyla ele alan Avrupa
Birliği’nde işsizleri işgücü piyasasına entegre etmek, topluma katılmaları için
kapasitelerini arttırıcı politikalar geliştirmek ve aynı zamanda yeni iş formları
ile işgücü arasındaki koordinasyonu geliştirmek, başlıca sosyal içerme
mekanizmaları olarak görülür (Rogers, 1995: 254-256). Oysa işle sınırlı
sayılabilecek bu sosyal içerme anlayışı, hiçbir dönemde tamamen formelleşmiş
istihdam yapısına ya da evrensel ve kapsamlı bir refah rejimine sahip olmamış
Türkiye gibi ülkeler için hepten yetersiz kalmaktadır.
Öte yandan sosyal dışlanma kavramının, yoksulluğun ve/veya sınıfsal
farklılaşmanın, parlak bir etiketle yeniden sunulduğu bir biçimi olduğu da
söylenegelmektedir. Bu tartışmalar, yoksulluğu sosyal dışlanmanın başlıca
nedeni olarak kabul eder ve yoksullukta meydana gelecek düşüşün fayda
seviyesini arttıracağını savunur. Levitas tarafından (2005: 14) “Yeniden dağıtıcı
yaklaşımlar” olarak tanımlanan bu tartışmalar, eşitsizliği üreten yöntemler
üzerine odaklanarak, kaynakların ve güçlerin yeniden dağılımını öngörmektedir.
Latin Amerika’da ise mevcut yeni yoksulluğu adlandırmak için “marjinallik”
kavramına başvurulmaktadır (Topates, 2009: 125).
Bazı ülkelerde yeni sosyal sorunlar büyüyen bir “sınıf altı”nın semptomları
olarak ele alınmaktadır. Avrupa’dan daha çok Amerika’da kullanılan sınıf altı
kavramı genel olarak, işgücü içinde yer alma ve çalışma konusunda isteksiz
davranan, formel ekonomik sistemin dışında kalan, bütün bunların da etkisiyle
diğer toplum kesimlerinden farklı davranış biçimleri ve davranış bozuklukları
sergileyen insanları kapsamaktadır (Şenses; 2006: 91). Bu yaklaşım, tüm
toplumun kültürel yapısından ziyade yardımlara bağımlı olan yoksulların
davranışları üzerine odaklanır. Anglo-Sakson liberalizmin bakış açısını yansıtan
bu yaklaşım Silver’ın (1995) uzmanlaşma paradigmasında da kendini gösterir.
Bu yaklaşıma göre dışlanma, bireylerin kendi davranışları sonucu ya da diğer
bireylerle girdikleri çıkar ilişkileri ile piyasanın işleyişinden kaynaklanmaktadır.
Buna göre toplumsal yapı, farklı yetenek ve çıkarlara sahip bireylerin,
ekonomik ve sosyal alan içindeki mübadele ilişkisi içerisinde kurulmuştur.
182 ÖZTEPE-ULUTAŞ

Dolayısıyla dışlanma, bireylerin davranışlarının engellenmesiyle ve bireyin


kendi tercih ya da hataları sonucunda ortaya çıkmaktadır (Silver; 1995: 67-68).
De Haan (2000: 28)’a göre, yukarıda sayılan farklı paradigmaların
mevcudiyeti sosyal dışlanmanın teorik bir kavrayış olmaktan ziyade, kişilerin
toplumsal gerçekliği kavrarken kullandıkları bir çeşit mercektir.. Sosyal
dışlanma, “yeni yoksulluk”, “sınıfaltı”, “uzun süreli işsizlik”, veya “marjinallik”
gibi özel bir sorun alanını çağrıştırmaktan daha ziyade, refah devletinin kriziyle
ortaya çıkan toplumsal sorunları anlamak üzere popülerlik kazanan bir kavram
olarak karşımıza çıkmaktadır. Refah devletinden neo-liberal küreselleşme
dönemine geçiş sürecinde, sosyal dışlanma ile mücadele amacıyla kurgulanmış
sosyal içerme politika ve programları toplumsal refahın sosyo-ekonomik geçici
çözümlerle sağlanabilmesi amacıyla değerlendirilmektedir. Bu nedenle kimi
ülkelerde siyasal katılım oranlarının arttırılması bir sosyal içerilme politikası
olurken, kimi ülkelerde evsizlere ev sağlanması ya da uyuşturucu bağımlılarının
topluma kazandırılması sosyal içerme politikası olabilecektir (Topateş, 2009:
116- 119).
Sosyal dışlanmanın geniş anlamı ise işsizlik ve yoksulluktan daha fazlasını
içermektedir. Geniş anlamda sosyal dışlanma, bir toplumdaki bireylerin
birbirleri ile karşılaştırıldıklarında yoksun kaldıkları hakları ya da maruz
kaldıkları eşitsizlikleri ifade eder. Bu anlamda, Marshall’ın yurttaşlık
haklarından dışlanmak ile Silver’ın dayanışma paradigması geniş anlamda
sosyal dışlanmanın tanımlanmasında önemli bir çerçeve oluşturur.
Marshall, yurttaşlık haklarının üç bileşeninden bahseder. Bunlar; medeni
haklar, siyasal haklar ve sosyal haklardır. Medeni haklar, düşünce, ifade ve
inanç özgürlükleri gibi bireyin varlığına bağlı özgürlükler ile mülk edinme,
sözleşme yapma ve adalet hakkı gibi hak ve özgürlükleri ifade ederken; siyasal
haklar, politik gücün kullanım süreçlerine katılmayı güvence altına alır. Sosyal
haklar ise, sosyal refahın ve güvenliğin bir parçasıdır ve bu hak genellikle
eğitim, sağlık, konut, sosyal hizmetler gibi kavramlar etrafında değerlendirilir
(Marshall ve Bottomore,2000:6-7). Bir toplumun üyesi olmaktan kaynaklanan
tüm haklardan dışlanma geniş anlamda sosyal dışlanmanın belirleyicilerinden
biridir.
Toplumsal bağlardan ve toplumsal dayanışmadan dışlanma ise Durkheimcı
görüşe atıfta bulunur ve “anomi” nosyonuyla birlikte anılır. Durkheim
toplumsal dayanışmayı mekanik ve organik dayanışma olmak üzere iki
düzlemde inceler. Mekanik dayanışma, kolektif bilincin hâkim olduğu, benzer
inanç ve davranışlara sahip bireylerin oluşturduğu, yüz yüze ilişkilerin yaygın
Denizli’de Yoksulluk ve Sosyal Dışlanma 183

olduğu toplumlarda görülür (Durkheim, 2006: 267). Bu tür toplumlara egemen


olan kolektif bilinç, bireysel bilincin gelişmesini engellemiş; toplumun ve dinin
birey üzerinde ahlaksal bir denetim mekanizması oluşturmasına yol açmıştır.
Organik dayanışma ise, uzmanlaşma ve işbölümünün artmasıyla geleneksel
ilişkilerin çözüldüğü, bunun sonucunda kolektif bilincin yerini bireyselciliğe
bıraktığı modern toplumlarda görülür (Durkheim, 2006). Bu tür toplumların
temel özelliği, mekanik toplumların tersine bireylerin birbirinden farklılaşması
ve dolayısıyla bu farklılığın farklı uzmanlık alanlarını beraberinde getirmesidir.
Aşırı uzmanlaşma ile tanımlanan bu tür toplumlarda, bireyleri birbirine
bağlayan şey ortak inanç ve düşüncelerinden ziyade, birbirine giderek artan
oranda ihtiyaç duymalarıdır 32. Silver (1995), birey ve toplum arasındaki kültürel
ve ahlaki bu sosyal bağların kopmasının ve ilişkilerin bozulmasının sosyal
dışlanmaya yol açacağını dile getirir. Dayanışma paradigması olarak
adlandırdığı bu durum, merkezinde hakların ve değerlerin paylaşıldığı ve ahlaki
topluluğun bulunduğu bir sosyal sistem içinde, bireylerin toplumla bütünleşmesi
için gerekli olan mevcut mekanizmaların yetersizleşmesi ve bunun sonucunda
toplumsal normların etkisini yitirmeye başlamasıdır (1995: 66-67). Bu durum,
organik toplumlarda birey ile kurumsal ve yasal mekanizmalar arasındaki
ilişkinin bozulması; mekanik toplumlarda ise bireyin dini ve kültürel normlarla
harmanlanan kolektif bilinçle olan bağının kopması dolayısıyla dışlanmasıdır.
Ancak bazı durumlarda dayanışma ilişkilerinin kendisi de bizzat dışlayıcı
olabilmektedir. Özellikle birbirine benzer özellikler ve ortak düşünceler
barındıran gruplar, diğerlerinin sosyal alana girmesini sınırlandırabilmektedir.
Silver’ın Tekelci paradigma adını verdiği bu yaklaşıma göre, gruplar arasındaki
hiyerarşik güç ilişkisi ve grup ayrımları da sosyal dışlanmanın nedeni
olabilmektedir. Bu dışlanma, sınıfların, statülerin ve siyasal güçlerin karşılıklı
etkileşiminden ortaya çıkmaktadır. (Silver; 1995: 68-69).
Görüldüğü gibi sosyal dışlanma birbirinin nedeni ya da sonucu olabilecek
farklı anlam ve ilişkilerle ele alınmaktadır. Kavramın geniş tanımı, liberal
ekonomi politikalarının gündemine giren yoksulluk ve işgücü piyasası eksenli
yaklaşımlardan farklılaşmaktadır. Bu durum sosyal dışlanma kavramını farklı
perspektiflerden inceleme olanağı sunarken, kavramın göreceli niteliğini de
arttırmaktadır.

32http://www.umittatlican.com/uploadsF/1/Emile-Durkheim-(Ritzer,-1992).pdf
184 ÖZTEPE-ULUTAŞ

2. Yoksulluk ve Sosyal Dışlanma İlişkisi: Paradoks mu? Yanılsama


Mı? Fırsat mı?
Yukarıda ele alındığı gibi, gerek gelişmiş gerek gelişmekte olan ülkelerde
sosyal dışlanma kavramı uzun dönem yoksulluk kavramıyla birlikte ele alınmış
ve kalkınma planlarının bir parçası olmuştur (Saith; 2001). Bazı kuramcılara
göre, sosyal dışlanma yoksulluğu da içeren geniş bir kavramken bazılarına göre,
yoksulluğun bir nedeni ya da bir sonucudur (Şahin, 2010: 74). Sosyal dışlanma
ve yoksulluk arasındaki ilişki nedir? Bu kavramları birbirinden ayırabilir miyiz
yoksa yapacağımız şey yalnızca bir totolojiden mi ibaret olacaktır? Yoksullukla
mücadele ve sosyal dışlanmayla mücadele farklı mücadele biçimlerini mi
gerektirmektedir yoksa aynı yöntemle girişilen tek bir savaştan mı söz
ediyoruz? Bu sorulara yanıt bulabilmek için yoksulluğu kavramsal olarak
nedenleri ve sonuçlarından ayırarak yoksulluğun diğer refah problemleriyle
ilişkili olup olmadığını ve ilişkili ise bu ilişkinin biçimini incelemek ve sosyal
dışlanma ile ilişkisini bu yolla açıklamak gerekmektedir (Halleröd ve Larsson,
2008: 15).
Atkinson’a göre yoksulluk ve sosyal dışlanma birbiriyle aynı değildir.
Atkinson (1998: 9) yoksullukla “para veya mallara sahip olmaktan yoksun
olmayı” ifade etmektedir. Bu tanım çerçevesinde yoksulluk toplumdan
dışlanmayla el ele gidebilir ancak böyle olmak zorunda değildir. Kişiler yoksul
oldukları halde sosyal dışlanmaya maruz kalmayabilecekleri gibi, yoksul
olmadıkları halde sosyal dışlanmayla yüz yüze gelebilirler. Sosyal dışlanma
kavramı, dikkati gelir yoksunluğundan, yoksunluğa yol açan ve yoksunluğun bir
parçası olan süreç ve kurumlardaki sosyal ilişkiler, sosyal destek, bireysel ve
psikolojik özellikler ile topluma katılım gibi maddi olmayan olgulara
kaydırmıştır (Şahin, 2010: 78)
Yüz yıldan fazla bir zamandır, sosyal bilimciler yoksulluk kavramını
ampirik bulgularla tanımlamaya çalışmışlardır. Bu süreçte geliri ölçüp bir bütçe
standardıyla bu gelir düzeyini karşılaştırmak; bir bölüşüm çizgisi çekerek bu
çizgiye oranla gelirden yoksun olmayı yoksulluk olarak adlandırmak; yoksulluk
kriterini gerekli temel ihtiyaç ve faaliyetlere erişim yoksunluğu olarak ele
almak; kişilerin kendilerini yoksul hissedip hissetmemesi üzerinden yoksulluk
durumuna karar vermek gibi çok sayıda yönteme başvurulmuştur. Son yıllarda
ise tüm bu girişimler sosyal dışlanma kavramı ile ilişkilendirilmektedir
(Bradshaw ve Finch, 2003).
1980’lerin sonlarından itibaren geleneksel yoksulluk karşıtı programlar
popülaritesini yitirmiş; yoksulluk 1950’ler ve 1960’lara göre daha zorlu ve
Denizli’de Yoksulluk ve Sosyal Dışlanma 185

karmaşık hale gelmiştir. Yoksulluğun kavranış biçiminde meydana gelen bu


değişimler, kalkınma planlarının seyrini de değiştirmiş; kalkınma planları “mal
odaklı” kalkınma anlayışından, “insan odaklı” kalkınma planlarına doğru
gelişim göstermiştir. 1960’lara kadar hızlı ve sürekli büyüme ile eş tutulan
kalkınma politikaları; 1980’lere gelindiğinde gelir dağılımı ve bölüşüm
sorunlarıyla birlikte anılmaya başlanmıştır (Şenses; 2006: 38). Gelişmekte olan
ülkelerdeki kalkınma modelinde, sosyal sermayeden ve insan sermayesinden
dışlanma önemli bir yer tutmaya başlamıştır. Gelişmiş ülkeler ile gelişmekte
olan ülkeler arasında sosyal dışlanmanın ortaya çıkışı farklılık göstermektedir.
Gelişmiş ülkelerde daha çok istihdamdan, düzenli gelirden dışlanma ve bunun
yarattığı kırılganlık söz konusu iken; gelişmekte olan ülkelerde daha çok
topraktan dışlanma, demokratik katılımdan dışlanma gibi çeşitli dışlanma
şekilleri karşımıza çıkmaktadır (Grant vd.; 2000: 212).
Yoksulluğun ve gelişmekte olan ülkelerdeki kalkınma modellerinin
değişim göstermesinin arkasında Dünya Bankası ve IMF’nin yoksulluk
yaklaşımındaki değişimler göze çarpmaktadır. Dünya Bankasının yoksulluğa
yaklaşımında birbiriyle zıt üç kırılma noktası izlenir (Şenses; 2006: 39). 1970’li
yıllarda sermaye birikimi ve sanayileşmeye dayalı büyüme modelinin gelir
dağılımını bozduğu ve yoksulluğa çözüm bulamadığını savunan Dünya Bankası
yoksulluğu gündeminin ilk sırasına almıştır. 1980’lerde ise giderek IMF’yle
hareket etmeye başlayan Dünya Bankası, birçok ülkede uygulamaya koyduğu
yapısal uyum politikaları ile liberal politikaları yaymış; yoksulluğu her ülkenin
kendi iç sorunu olarak görerek, on yıl boyunca hiç gündemine almamıştır.
1990'lı yılların ortalarına gelindiğinde ise, Bretton Woods kuruluşlarının yapısal
uyum politikalarının sosyal sonuçlarının yıkıcı etkileri, tüm dünyada yaşanmaya
başlanmış; yalnızca sendikalar ve bağımsız örgüt ve araştırmacılar değil,
UNICEF, UNDP gibi Birleşmiş Milletler kuruluşları da Bretton Woods
kuruluşlarının bu politikaları ve yapısal uyum programlarının sosyal sonuçları
konusunda oldukça eleştirel bir yaklaşıma yönelmişlerdir. Dolayısıyla bu
yıllarda, IMF ve Dünya Bankası, tüm dünyada yeni liberal politikalara karşı
gelişen muhalefet karşısında imaj düzeltmek ve sistemin sürdürülebilirliğini
sağlamak üzere yoksulluğu yönetmeye dönük politikaları gündemlerinin ilk
sıralarına almışlardır (Erdoğdu; 2006).
Mutlak yoksulluk yaklaşımına göre yoksulluk, genellikle insanların
ihtiyaçlarını karşılamak için yeterli kaynağa sahip olamamak; mutlak asgari
refah düzeyinin altında kalmak şeklinde tanımlanmaktadır (Şenses, 2006: 63).
Dünya Bankası (2005: 42), yoksulları, gelirleri yoksulluk çizgisinin altına
186 ÖZTEPE-ULUTAŞ

düşenler olarak tanımlamakta ve yoksulluk çizgisinin belirlenmesinde üç temel


yönteme başvurmaktadır: temel ihtiyaçlar, gıda enerji alımı, öznel
değerlendirmeler. En yaygın olarak kullanılan temel gereksinimler yaklaşımdır.
Bu yaklaşımda öncelikle yeterli beslenme için gerekli olan miktar hesaplanır.
FAO (Foodand Agriculture Organization - Gıda ve Tarım Örgütü, GTÖ)
tarafından bu miktarın genellikle günlük kişi başı 2100 Kalori olarak
belirlenmesi önerilmiştir. Bunun üzerine giyinme ve barınma gibi temel ihtiyaç
giderleri eklenir. Fiyat bilgisinin eksik olduğu koşullarda gıda enerji alım
metoduna başvurulur. Bu metot, (Kişi başı günlük kalori cinsinden) gıda
tüketimine karşı kişi başına harcama (veya geliri) gösterir. Öznel yoksulluk
çizgileri ise, kişilere ihtiyaçlarını karşılamak için ne kadarlık bir gelir ihtiyaç
duyduklarının sorulmasıyla elde edilir.
Mutlak yoksulluk tanımının yerleşmesiyle yoksulluk, giderek, gelir
yetersizliğinin dar sınırlarına hapsedilmiştir. Özellikle Avrupa ülkelerinin
sosyal yardım programlarından yararlanması uygun kişilerin seçimi için geçerli
bir yoksulluk sınırını tespit etmek amacıyla mutlak yoksulluk tanımına
başvurdukları görülmektedir. Böylece hem liberal bir bakış açısıyla sosyal
yardımlardan yararlanacak kişiler hedeflenebilmekte, hem de sosyal yardım
düzeyi çalışmaya karşı hevessizlik yaratmayacak ve ücret standartlarını
etkilemeyecek bir asgari sınırda tutulabilmektedir. 1990’lı yıllara gelindiğinde
Kıta Avrupası’ndaki çok sayıda akademisyen, bireylerin topluma tam
entegrasyonunu ve temel yurttaşlık haklarından yararlanabilmelerini sağlamak
üzere, yoksulluğun toplumun normatif yaşam standartlarına, örneğin
toplumdaki medyan gelire veya tüketim düzeyine göre belirlenmesi gerektiğini
güçlü biçimde dile getirdiler. Öte yandan, yoksulluğun toplumsal rolleri yerine
getirmek için gerekli gelir düzeyine veya kişilerin sübjektif olarak insan
onuruna yakışır gelir olarak öngördükleri düzeye göre belirlenmesi gerektiği
yolundaki görüşler de öne çıkmıştır (Silver, 1994: 11). Göreli yoksulluk
kavramı maddi kaynakların topluma dağılımındaki eşitsizlikleri ifade eden bir
kavramdır. Bireyin ya da grupların toplumun diğer kesimlerine göre sahip
olduğu kaynaklar, onların göreli yaşam standardını gösterir (Marshall, 1999:
825). Örneğin AB, kişi başına medyan gelirin %50’sinden az gelire sahip
olanları yoksul olarak tanımlamaktadır (DB, 2005: 42).
Temel ihtiyaçlar yaklaşımında mutlak yoksulluk sınırını kullanan yoksulluk
değerlendirmelerinin analitik odağı birey veya hanehalkı düzeyindedir. Oysa
sosyal dışlanma yaklaşımı topluma ve bireyin toplumsal bağlarına
odaklanmaktadır. Mutlak yoksulluk sınırını belirlerken öncelik erişimden
Denizli’de Yoksulluk ve Sosyal Dışlanma 187

dışlanma süreçlerine değil, temel ihtiyaçlara erişim düzeyine verilmektedir. Ne


var ki günümüzde yoksulluk çalışmaları yalnızca yoksul sayısını ortaya
çıkarmamakta aynı zamanda eğitim düzeyi, işgücü piyasasındaki konum ve
cinsiyet gibi pek çok özellikle yoksulluk arasındaki korelasyonu da analiz
etmektedir. Bu tür analizler, analiz birimlerindeki farklılaşmaya rağmen
yoksulluk çalışmalarıyla sosyal dışlanma çalışmalarını birbirine
yaklaştırmaktadır (De Haan, 2000: 30).
Örneğin; Sen’e (2000: 3) göre, yaşamlarımızın yoksullaşması, sıklıkla gelir
yoksunluğu ile birlikte ele alınmaktadır. Düşük gelir, yoksul yaşamın en önemli
sebeplerinden biri olarak görülmektedir. Ancak gelir ve servet düzeyi kişinin
refahını anlamak için yeterli değildir; gelir kişinin refahı için ancak bir araçtır
(Sen, 2000). Dolayısıyla yoksulluk kavramını salt ekonomik kaynaklara
erişimdeki kısıtlılıklar olarak tanımlamak sosyal ve siyasal alandaki kısıtlılıkları
göz ardı etmemize neden olmaktadır. Örneğin, gelirden yoksun olma, eğitim,
sağlık, sosyal güvenlik gibi hizmetlere ulaşmayı engellerken; bireyi toplumdaki
diğer bireylerle özgür bir şekilde etkileşme hakkından da dışlamaktadır. Bu
bağlamda yoksulluğun tek bir gösterge ile ölçülmesi yerine, başta eğitim ve
sağlık gibi sosyo-ekonomik göstergelerle de desteklenmesi gerekmektedir
(Sapancalı; 2003: 50). Dolayısıyla yoksulluk ve sosyal dışlanma birbiriyle
beslenen çıkılmaz bir süreci ifade eder. Yoksul bireyler birçok haktan ve
yapabilirlikten dışlanırken; bireylerin bu yapabilirliklerden dışlanması da onlara
yoksul bir yaşam sürmekten başka bir seçenek sunmamaktadır. Bu bağlamda
sosyal dışlanma yoksulluğun hem nedeni hem de sonucu olarak karşımıza
çıkmaktadır (Sen; 2000).
Yoksulluk ve sosyal dışlanma arasındaki kavramsal belirsizlik, çeşitli nicel
araştırmalarla giderilmeye ve 1990’ların başında yoksulluk çalışmalarının
odağına oturan sosyal dışlanma yoksulluk arasındaki neden-sonuç ilişkisi
1990’ların sonunda nicel verilerle ortaya konmaya çalışılmıştır. Bu amaçla
geliştirilen göstergeler her çalışmada farklılaşmaktadır. Örneğin güvenlik,
kişisel ilişkiler ve yalnızlık; şiddet ve tehdit deneyimleri; sosyal faaliyetlere
katılmama, toplumsal izolasyon, toplumsal destek, siyasi ve yurttaşlığa ilişkin
faaliyetlere katılmama öncü çalışmalarda kullanılan başlıca göstergelerdir. Söz
konusu çalışmalara ilişkin bir başka önemli nokta da hedef kitlenin seçimidir.
Yaygın olarak çocuklar, gençler, yaşlılar, engelliler, etnik, kültürel, farklı cinsel
yönelime sahip gruplar, intihar eğilimi olanlar, uyuşturucu bağımlıları, yalnız
ebeveynler gibi sosyal dışlanma riski yüksek gruplar, araştırma örneklemlerine
dahil edilmektedir. Sosyal dışlanma araştırmalarında kullanılan göstergelerin
188 ÖZTEPE-ULUTAŞ

yalnızca gelir ve tüketim gibi ölçütlerin dışına taşarak dışlanmanın farklı


veçhelerini de içermesi önemlidir (Talbot, 2013: 32). Ancak çok sayıda
çalışmada sosyal dışlanma ile yoksulluk arasında sıkı bir ilişki saptanmıştır.
Örneğin; Burchardt ve arkadaşları (1999), Britanya Hanehalkı Panel Verilerini
kullanarak bir sosyal dışlanma endeksi oluşturmuşlardır. Söz konusu endekse
dayalı olarak gerçekleştirdikleri araştırma sonucunda düşük refah ve gelir
düzeyi arasında güçlü bir ilişki saptamışlardır. Ayrıca, siyasi bağlantısı
olmayanlar ve toplumsal olarak izole edilmiş olanlar ele alındığında,
dışlanmanın düşük gelir düzeylerindekilerde, yüksek gelir düzeyindekilere
oranla 3 kat daha fazla olduğu görülmüştür. Lekles ve Gaisor’un (2012)
gerçekleştirdiği çalışma ise yoksulluk riski, ağır yoksunluk veya istihdama
katılımın düşük olduğu hanelerde yaşama göstergelerinin en az birine dayalı
olarak, AB’de 113 milyondan fazla kişinin sosyal dışlanma riski altında
olduğunu ortaya koymuştur. Bunlar içinde en büyük grubu ise geliri ulusal
medyan gelirin %60’ından düşük olanlar oluşturmaktadır. Bradshaw ve
arkadaşlarının (2000) gerçekleştirdiği çalışma da, sosyal dışlanma ve yoksulluk
arasındaki güçlü ilişkiyi ortaya koyar niteliktedir. Sosyal dışlanmayı, işgücü
piyasasından, temel hizmetlerden ve sosyal ilişkilerden dışlanma boyutlarıyla
ele alan bu çalışmada, sosyal dışlanmaya maruz kalanlar içinde yoksulların
oranının %73 olduğu saptanmıştır. Kadınların, beyaz olmayanların, yalnız
ebeveynlerin ve sosyal yardım alanların yoksul ve sosyal dışlanmış olmaları
daha muhtemeldir.
Ne var ki söz konusu araştırma sonuçları Türkiye için yol gösterici olmakla
birlikte geçerli olmayabilir. Sosyal dışlanma kavramsallaştırmasının anavatanı
olan Kıta Avrupası ile kapitalistleşme ve proleterleşme süreçlerindeki tarihsel
farklılığın yanı sıra, refah rejimleri ve sosyal politikaları açısından da derin
farklılıklara sahip olan Türkiye’de sosyal dışlanma ve yoksulluk algısı
başkalaşabilmektedir. Bu durum, “sosyal dışlanma” kavramının Türkiye
toplumu özelinde ne kadar “kullanışlı” bir kavram olduğunun ve yoksullukla
ilişkisinin ortaya konmasını gerekli kılmaktadır.
Türkiye’de yoksullukla sosyal dışlanma arasındaki ilişkinin en kuvvetli
biçimde gözlendiği durumlardan birisi tüketimden dışlanmadır. Özellikle de
kişilerin ait oldukları toplumun geleneksel tüketim faaliyetlerine katılamamak
sosyal dışlanmayı pekiştirmektedir. Bunun en yaygın örneği evsizlik olmakla
birlikte, yiyecek tüketimine erişememe, kültürel aktivitelere ve boş zaman
aktivitelerine katılamama bunlar arasında sayılabilir. Özellikle çocuklu ailelerin
bir arada katıldığı aktivitelerde, Nike spor ayakkabısına veya takım formalarına
Denizli’de Yoksulluk ve Sosyal Dışlanma 189

sahip olmayan çocukların üzerindeki grup baskısı, aileleri ve çocukları bu


aktivitelerden dışlayabilmektedir (Atkinson, 1998: 18). Bradshaw ve
arkadaşlarının (2000) Britanya’da gerçekleştirdikleri araştırmada, sosyal
ilişkilere katılımın önündeki en büyük engel %47 ile maddi güçten yoksun
olmak olarak çıkmıştır. Türkiye’de ise misafirlere yiyecek- içecek ikram etmek,
misafirliğe giderken hediye götürmek, düğünde takı takmak gibi gelenekler,
harcama yoksunluğunun düğün bayramlaşma ve misafirlik gibi sosyal
aktivitelere katılımdan dışlanmayı da beraberinde getirebilmektedir. Aynı
biçimde yoksul hanelerde yaşayanlar, gelir yetersizliği nedeniyle ev dışındaki
sosyal aktivitelere dâhil olamamakta, ev koşullarından duydukları utanç
nedeniyle evde misafir de ağırlayamamakta ve sosyal dışlanmayla yüz yüze
kalabilmektedirler. Akraba ve hemşerilerin farklı yerlerde oturması, ulaşım
giderlerinin yüksekliği nedeniyle görüşme sıklığını azaltan ve kişileri sosyal
ilişkilerinden soyutlayan bir sonuç yaratabilmektedir (Bora, 2011: 103).
Örneğin Adman ve Keyder (2005: 105) tarafından büyük kentlerin çöküntü
mahallelerinde gerçekleştirilen bir araştırmaya katılanların %71’i ulaşım
masrafları, hediye almanın getireceği mali külfetler ya da çocuk bakmak
zorunda olmak gibi nedenlerle çevresini dilediğince ziyaret edememektedir.
Aynı biçimde Ocak (2011: 162), yoksul evlerle ilgili gerçekleştirdiği
araştırmada, Dilek’in tüketim yoksunluğunun sosyal dışlanmayı nasıl
pekiştirdiğini gözler önüne sermiştir. Dilek ve ailesi bir oda bir salon bir evde
altı kişi yaşamaktadırlar. Ayrı bir mutfağı olmayan evin tek odasını salondan
ayıran bir kapı da bulunmamaktadır. Dilek, evin durumundan ve evdeki az
sayıda eski eşyadan duyduğu utancı şu sözlerle dile getirmiştir:
“Mesela bir arkadaşım geldiği zaman ben isterim ki… yatak odamız ayrı
olsun”
“Oturuyorlar, yatak odası falan olduğu gibi şeyde”.
Mal ve hizmet üretiminin kamudan piyasaya geçtiği özelleştirme süreci,
tüketimden dışlanma açısından oldukça önemlidir. Enerji ve ulaşım gibi temel
giderlerin fiyatlarının piyasa tarafından mı devlet tarafından mı belirlendiği ya
da düzenlendiği sorusu, yoksulların bu temel hizmetlere erişiminde belirleyici
olabilmektedir (Atkinson, 1998, 20).
Türkiye’de sosyal dışlanma ve yoksulluk arasındaki ilişkiye odaklanan
çalışmalar 2000’li yıllardan itibaren gerçekleştirilmeye başlanmıştır. Önemli
bölümü nitel analizlere odaklanan bu araştırmaları, az sayıda nicel araştırma
takip etmiştir.
190 ÖZTEPE-ULUTAŞ

Ayram ve arkadaşları (2010) tarafından Bursa’da gerçekleştirilen bir


araştırma, yoksulluğun sosyal dışlanma üzerinde çok yüksek bir etkisi olduğunu
ortaya koymuştur. Çalışmayla sosyal güvencesi olanların olmayanlara nazaran
sosyal dışlanmışlık hissinin daha az, kirada oturanların ise kendi evi olanlara
nazaran sosyal dışlanmışlık düzeyinin daha yüksek olduğu ve toplam aylık
geliri yüksek olanların maddi yoksunluk, kurum ve yardımlardan faydalanma ve
sosyal katılımcılık boyutlarında sosyal dışlanmışlık hissinin daha düşük olduğu
sonuçlarına erişilmiştir. Aynı zamanda gençlerin sosyal dışlanmışlık hissinin
daha yüksek olduğu bulgulanmıştır. Öte yandan eğitim düzeyi arttıkça maddi
yoksunluk ve sosyal katılımcılık boyutlarında sosyal dışlanmışlık hissi
azalmaktadır (Bayram vd., 2010: 89) Sosyal dışlanmanın farklı boyutları
arasında maddi yoksunluğun katsayısının en yüksek olduğu saptanmıştır. Bunu
sosyal kurum ve önlemlere erişim takip etmiştir. En düşük katsayıya sahip olan
boyut ise kültürel/normatif entegrasyondur (Bayram vd., 2012: 387).
Karataşoğlu ve İslamoğlu (2016) tarafından gerçekleştirilen bir araştırma da bu
ilişkinin sıkı bir ilişki olduğunu ortaya koymaktadır. Söz konusu araştırmada
yoksulluk düzeylerinin belirlenmesinde GSS (Genel Sağlık Sigortası)
ödemelerine ilişkin gelir gruplarına başvurulmuştur. Araştırmada GSS 0, yani
Genel Sağlık Sigortası devlet tarafından ödenenlerin %92,4’ünün orta düzeyde
sosyal dışlanmaya maruz kaldığı, %7,2’sinin ise kendi gayreti ve çevrenin
desteği ile sosyal dışlanmadan kurtulabildiği ifade edilmektedir. GSS.1 gelir
grubuna dâhil kişilerden %2,7’si en üst düzeyde sosyal dışlanmaya maruz
kalmakta iken, %65,3’ü ise orta düzeyde sosyal dışlanmaya maruz kalmaktadır.
3. Denizli’de Yoksulluk ve Sosyal Dışlanma

3.1. Araştırmanın Amacı ve Yöntemi


Sosyal dışlanma tüm dünyada akademik ve politik söylemin merkezi haline
gelmiştir. Eşitsiz güç ilişkilerine dayalı olarak, ekonomik, mekânsal, siyasi ve
kültürel yönleri olan çok boyutlu, dinamik bir süreç olan sosyal dışlanmanın,
bireysel düzeyin yanı sıra hane halkı, grup, toplum, ülke ve dünya düzeyinde
yansımaları olabilmektedir. Özellikle küreselleşme süreci ve refah devletinin
krizi, sosyal dışlanma ve yoksulluk sorununu derinleştirmiştir.
Yoksulluk ve sosyal dışlanmanın etkileri yalnızca küresel ölçekte değil,
yerel düzeyde de nüfusun önemli bir kısmını ekonomik, mekânsal, siyasi ve
kültürel açıdan farklı dışlanma biçimlerine maruz bırakmaktadır. Bu çalışma ile
sosyal dışlanma ve yoksulluk arasındaki ilişki Denizli özelinde nicel verilerle
ortaya konulmaya çalışılmıştır. Denizli ilinde nüfusun gelir ve harcama
Denizli’de Yoksulluk ve Sosyal Dışlanma 191

kalemleri ayrıntılı olarak analiz edilerek, yoksulluk ve sosyal dışlanma


deneyimlerinin nasıl değiştiğini ortaya koymak amaçlanmaktadır.
Çalışmada bireylerin farklı sosyal dışlanmışlık düzeylerini ölçebilmek ve
bu olaylar arasındaki ilişkileri tanımlamak için nicel araştırma deseni
kullanılmıştır. Böylece Denizli ilinin iki merkez ilçesinde yaşayan bireylerin
sosyal dışlanma konusundaki benzerlik ve farlılıkları ile bu olguları etkileyen
faktörleri belirleyerek istatistiksel analizlerle ortaya koymak amaçlanmıştır
Nicel araştırma yöntemine göre yapılan analizler, sosyal dışlanma açısından
farklı yaş, cinsiyet, gelir ve harcama gruplarının yanı sıra Denizli’nin değişik
mahallerinde farklılaşan grupların birbiriyle karşılaştırılmasına da imkân
vermektedir. Çalışmanın evrenini, Denizli ilinin iki merkez ilçesi olan
Pamukkale ve Merkezefendi İlçelerine bağlı, adrese dayalı nüfus kayıt
sistemine göre belirlenen mahallelerde yaşayan 18 yaş üstü bireyler
oluşturmaktadır. Araştırmanın örneklem grubu ise, bu iki ilçeye bağlı toplam 40
mahallenin tüm nüfusunu oluşturan 427.657 kişilik evren üzerinden belirlenen
1141 kişiden oluşmaktadır. Araştırma örnekleminin seçimi, basit oranlı
örneklem seçme yöntemi ile tamamlanmıştır. Araştırmanın örneklem grubunu
oluşturan 1141 kişinin 643’ü Pamukkale Belediyesine, 498’i ise Merkezefendi
Belediyesine bağlı mahallerde yaşamaktadır.
Tablo 1: Araştırma Örneklemi ve Denizli Geneli
Denizli Merkez İlçeler KADIN ERKEK TOPLAM
18 + Yaş Nüfus Nüfus Yüzde Nüfus Yüzde Nüfus
Sosyal Dışlanma 583 51,1 558 48,9 1141
Araştırması Örneklemi
2014 ADNKS* Veri Tabanı 216.265 50,6 211.390 49,4 427.655
Merkezefendi İlçesi KADIN ERKEK TOPLAM
18 + Yaş Nüfus Nüfus Yüzde Nüfus Yüzde Nüfus
Sosyal Dışlanma 268 53,8 230 46,2 498
Araştırması Örneklemi
2014 ADNKS* Veri Tabanı 98.638 50,8 95.680 49,2 194.318
Pamukkale İlçesi KADIN ERKEK TOPLAM
18 + Yaş Nüfus Nüfus Yüzde Nüfus Yüzde Nüfus
Sosyal Dışlanma 315 49,0 328 51,0 643
Araştırması Örneklemi
2014 ADNKS* Veri Tabanı 117.627 50,4 115.710 49,6 233.337
Araştırmada elde edilen verilere anket tekniği ile ulaşılmıştır. Anket
formlarına bireylerin dışlanma süreçlerine ilişkin bilgileri elde etmeye dönük
soruların yanı sıra, kişilerin göç ve kente yerleşme öykülerine, hanenin gelir ve
harcama kalemlerine, kişilerin çalışma ve sosyal güvenceye erişim bilgilerine,
192 ÖZTEPE-ULUTAŞ

yerleşik oldukları mahallelerde refah hizmetlerine erişimlerine ve sosyalleşme


süreçlerine ilişkin sorular da eklenmiştir.
3.2. Araştırma Bulguları
3.2.1. Demografik Bulgular
Araştırma Denizli’nin iki merkez ilçesi olan Pamukkale ve Merkezefendi
ilçelerinde yapılmıştır. Araştırmanın örneklemini bu ilçelerin farklı
mahallelerinde yaşayan 1141 kişi oluşturmaktadır. Anketi cevaplayan 1141
kişinin %51,1’i kadın, %48,9’u ise erkektir.
Tablo 2: Katılımcıların Cinsiyete Göre Dağılımı
Frekans Yüzde
Erkek 558 48,9
Kadın 583 51,1
Toplam 1141 100,0
Araştırma kapsamında uygulanan anketler 18 yaş ve üstü bireylere
yapılmıştır. Araştırmaya katılanların %15,90’u 18-24 yaş; %21,9’u 25-34 yaş,
%19,5’i 35-44 yaş, %20’si 45-54 yaş, %12,6’sı 55-64 yaş aralığında yer
almaktadır. Örneklemin %10,1’ini ise 65 yaş üstü bireyler oluşturmaktadır.
Genel olarak bakıldığında, ankete katılan bireyler arasında yaş aralığı açısından
dengeli bir dağılım olduğu görülmektedir.
Grafik 1: Katılımcıların Yaş Aralığı

25
21,9
19,5 20
20
15,9
15 12,6
10,1
10

0
18-24 25-34 35-44 45-54 55-64 65 +

Ankete katılan bireylerin eğitim durumu ise aşağıdaki grafikte


gösterilmiştir. Ankete katılan bireylerin önemli bir kısmı (%44,9) ilkokul
mezunudur. Ortaokul mezunu olanların oranı %18,2, lise mezunu olanların
oranı %19,2, üniversite mezunu olanların oranı ise %10,3’tür. Okul-yazar
Denizli’de Yoksulluk ve Sosyal Dışlanma 193

olmayanlar toplam örneklemin %4,6’sını oluştururken; okur-yazar olup da


herhangi bir okul bitirmeyenlerin oranı %2,8’dir.
Grafik 2:Katılımcıların Eğitim Durumu

6- üniversite 10,3

5- lise 19,2

4-ortaokul/ilköğretim 18,2

3- ilkokul 44,9

2- okur-yazar(diplomasız) 2,8

1- okur-yazar değil 4,6

0 10 20 30 40 50

Ankete katılan kişilerin önemli bir kısmı (%70,4) evlidir. Onları %20 ile
bekâr olanlar takip ederken; eşi vefat etmiş olanlar %6, evlenip ayrılmış olanlar
ise %3,6 oranındadır.
Grafik 3: Katılımcıların Medeni Durumu
80 70,4
70
60
50
40
30 20
20
10 6 3,6
0,1
0
Bekâr Eşi vefat Evlenip Evli İmam nikâhlı
etmiş ayrılmış

Araştırma evreninin nüfus yapısını anlayabilmek ve kültürel farklılıkları


ortaya çıkarabilmek adına katılımcılara göç ile ilgili sorular da yöneltilmiştir.
Ankete katılan kişilerin %81,5’i Denizlilidir. %18,5’i ise Denizli’ye farklı
illerden geldiğini belirtmiştir. Denizli’ye farklı illerden gelenlerin önemli bir
kısmının 1990 yılından sonra geldiği dikkat çekmektedir. 1990’lı yıllar
194 ÖZTEPE-ULUTAŞ

Denizli’de sanayileşmenin önemli ölçüde geliştiği yıllar olması bakımından


önemlidir. Bu anlamda Denizli’ye göç edenlerin önemli bir kısmının iş bulmak
ve çalışmak için göç ettiği çıkarımını yapmak zor olmayacaktır. Bu durumu
destekler şekilde, Denizli dışındaki illerden gelen katılımcıların %59’u iş
imkânları nedeniyle Denizli’yi tercih ettiğini belirtmiştir.
Katılımcıların temel ihtiyaçlarını karşılama ve geçinmede zorluk çekip
çekmediklerine ilişkin yanıtları göçmenlik durumuyla birlikte analiz
edildiğinde, göçmenlerin daha yüksek oranda geçim güçlüğü ile karşılaştığı
saptanmıştır. Denizli dışındaki illerden gelen katılımcıların %38,2’si, Denizlili
katılımcıların %34,5’i geçim güçlüğü içindedir. Katılımcıların
3.2.2. Gelire, Harcama Kalemlerine ve Yoksulluğa İlişkin Bulgular
Katılımcılara kendilerini ve ailelerini ekonomik açıdan nasıl tanımladıkları
sorulmuştur. Katılımcıların %80,9’u kendini orta halli tanımlarken, %17,4’ü
yoksul olarak tanımlamıştır. Kendini zengin ya da çok zengin olarak
tanımlayanların sayısı ise oldukça düşüktür. Gelir ve harcama kalemlerine dair
yapılan analizlerde, bireylerin aylık gelirinin yoksulluk sınırının altında kaldığı
görülmektedir. Ayrıca önemli bir kısmı geçimini ancak sağladığını belirtmiştir.
Pek çoğu ailesinin ve kendisinin temel ihtiyaçlarını karşılamakta da güçlük
çekmektedir. Örneğin katılımcıların %84’ü her hafta kırmızı et
tüketemediklerini, %73’ü çocukları için okuldan istenilen kitapların tamamını
temin edemediklerini, %79’u çocuklarına okul için eşofman ve spor ayakkabı
alamadıklarını belirtmişlerdir. Tüm bunlara rağmen bireylerin ezici çoğunluğu
(%81) kendisini “orta halli” olarak tanımlamaktadır. Bora (2011: 105)
tarafından, gerçekleştirilen nitel araştırmada da benzer bir sonuç bulgulanmıştır.
Katılımcıların önemli bölümü açık yoksulluk deneyimlerine rağmen kendilerini
yoksul olarak tanımlamamış, yoksul olarak tanımladıkları koşullarda dahi
kendi durumlarının mahalledeki bazı kişilerden daha iyi olduğunu dile
getirmişlerdir. Bu durum, yoksul hanelerin çoğunlukla benzer yoksunluk
sorunlarını paylaşan diğer hanelerle ortak mekânsal alanları paylaşmalarından
kaynaklanıyor olabilir. Benzer yaşam standartlarına sahip bir çevrede
kendilerini orta halli olarak tanımlıyor olabilirler. Bir diğer neden ise, kendini
yoksul olarak tanımlamanın ağır psikolojik yükü olabilir. Bora (2011)’in bir
çalışmasındaki bir diğer önemli bulgu, katılımcıların yoksulluğu kolektif bir
dayanışma ile aşılabilecek bir sorun alanı olarak tahayyül etmedikleri,
“kurtuluş”u şans veya çabayla “bireysel” olarak elde edilebilecek bir sonuç
olarak görmektedirler.
Denizli’de Yoksulluk ve Sosyal Dışlanma 195

Grafik 4:Katılımcıların Kendini Ekonomik olarak Tanımlama Şekli

90,0% 80,9%
80,0%
70,0%
60,0%
50,0%
40,0%
30,0%
17,4%
20,0%
10,0% 1,8%
0,0%
yoksul orta halli zengin

Çalışmanın bundan sonraki analizleri yalnızca kendisini “yoksul” olarak


tanımlayanlar üzerinden gerçekleştirilecektir.
Yoksulların ekonomik etkinliklerine dair çapraz tablo ise aşağıda
verilmiştir. Buna göre, yoksulların %24’ü ücretli ve yevmiyeli, %19’u emekli,
%17’si ev hanımı, %15’i işsiz, %10’u esnaf, %10’u ise kendisini çalışamayan
olarak belirtmiştir. Bu anlamda kendisini yoksul olarak tanımlayanların
%50’sinin çalışmadığı dikkat çekmektedir. Kuşkusuz çalışma ve gelir arasında
sıkı bir ilişki vardır ve kendisini işsiz, emekli, çalışamayan, ev hanımı ve
öğrenci olarak nitelendirenlerin kendisini yoksul olarak tanımlaması şaşırtıcı
değildir. Zira işgücü piyasasının dışında kalmak, düzenli ve yeterli bir gelire
sahip olamamak bireyin ve hanenin yoksulluk durumunu ve dolayısıyla
ekonomik açıdan dışlanma düzeyini de etkilemektedir.
196 ÖZTEPE-ULUTAŞ

Grafik 5: Yoksulların Kendini Nasıl Tanımladığı

Öğrenci 2%
Diğer çalışan 2,5%
Diğer 3%
yevmiyeli 5%
Çalışamayan 10%
esnaf/tüccar 10%
İşsiz 14,5%
Ev Hanımı/kızı 17%
Emekli 18%
ücretli 19%

0% 5% 10% 15% 20%

Kendisini yoksul olarak tanımlayan grubun geriye kalan %35,5’lik kesimi


çalıştığını; %14,5’i ise işsiz olduğunu belirtmiştir. İşsizlerin üçte ikisi iş
aramaya devam ederken; üçte biri iş aramaktan vazgeçmiştir.
Grafik 6: Yoksulların Çalışma Durumu

60,0%
50%
50,0%

40,0% 35,5%

30,0%

20,0%
9%
10,0% 5,5%

0,0%
Çalışıyor Çalışmıyor İşsiz, iş aramıyor İşsiz, iş arıyor

İstihdamda olmak, yoksulluk ve dışlanma riskini azaltmak ya da ortadan


kaldırmak konusunda rasyonel bir araç olarak sunulsa da, her zaman başarılı
olamamaktadır. Özellikle son otuz yılda işgücü piyasasının geçirdiği dönüşümle
Denizli’de Yoksulluk ve Sosyal Dışlanma 197

birlikte çalışma ve gelir arasındaki ilişki giderek aşınmaktadır. Bu nedenle


özellikle güvenceli gelir olanaklarından ve çoğunlukla sürdürülebilir sosyal
koruma olanaklarından yoksun işlerin yoksullukla baş etmekten ziyade, onu
kronik hale getirdiği konusu tartışmalıdır. Araştırmada, çalıştığını belirten
yoksulların neredeyse üçte birinin (%32) kayıtdışı çalıştığı bulgulanmıştır.
Kayıtdışı çalışma, özellikle kendi hesabına çalışanlar ile yevmiyeli çalışanlarda
ve parça başı üretimde bulunanlarda yaygındır. A-tipik işlerde çalışanların,
diğerlerine göre daha fazla kayıtdışı çalışmayı deneyimlediğini söylemek yanlış
olmayacaktır. Ne var ki atipik istihdam ile yoksulluk arasında da yakın bir ilişki
bulunmaktadır. Karadeniz’e göre (2011: 94), “kişiler yoksul oldukları için eğreti
işlerde çalışmak zorunda kalabildikleri gibi, eğreti ve güvencesiz işlerde
çalıştıkları için de yoksul kalabilmektedirler”. Tüm Örneklemin %2’sini
oluşturan bu grup, hem yoksul, hem de sigortasız olmaları itibariyle ekonomik
anlamda dışlanmaya karşı en savunmasız grubu oluşturmaktadır.
Grafik 7: Kendisini Yoksul Olarak Tanımlayan Bireylerin Sosyal Güvenlik
Hizmetlerinden Nasıl Yararlandığı

gss devlet ödüyor 1,5%

isteğe bağlı sigortalı 2%

diğer 2%

sosyal sigorta kapsamında emekli 20%

sosyal sigortası yok 21,5%

sosyal sigorta kapsamında çalışıyor 26%

eş/aileden yararlanıyor 26%

0% 5% 10% 15% 20% 25% 30%

Kendini yoksul olarak tanımlayanların %21,5’inin herhangi bir sigortası


yokken, %26’sı eşi ve ailesi üzerinden pasif sigortalı olarak sosyal güvenlik
edimlerinden faydalanmaktadır. Yoksulların %26’sı sigortalı çalıştığı işi
üzerinden, %20’si ise emekli olarak sosyal sigortadan faydalanmaktadır. Bu
anlamda yoksulların beşte biri, sağlık ve emeklilik gibi refah hizmetlerinden
dışlanmaktadır. Herhangi bir sigortası olmayan bu kişilerin önemli bir bölümü
(%64) sağlık hizmetlerinden ücretli yararlanırken, %33’ü ücretsiz yararlandığını
198 ÖZTEPE-ULUTAŞ

belirtmiştir. %3’lük bir kesim ise sağlık harcamalarını karşılarken


tanıdıklarından yardım aldıklarını söylemişlerdir.
Grafik 8: Yoksulların Gelir Dilimlerine Göre Dağılımı

35% 32%
30%
25%
20% 15%
15% 12%
10% 10%
10% 8% 6%
4%
5% 2% 2%
0%

Katılımcıların kendilerini ekonomik olarak nasıl tanımladıkları ile gelir


aralıkları arasındaki ilişkiyi gösteren tabloya göre, kendilerini yoksul olarak
tanımlayanların %56’sı aylık 1000 TL ve altında gelir elde etmektedir. %42’ü
ise 1000 TL- 2500 TL arasında gelir elde ettiğini belirtmiştir. Çalışmanın alan
araştırmasının yapıldığı 2015 Temmuz-Aralık dönemine ait net asgari ücret
düzeyinin 1201 TL olduğu düşünüldüğünde, kendisinhi yoksul olarak
tanımlayan her 10 kişiden neredeyse 6’sının asgari ücretin altında gelir elde
ettiğini söylemek mümkündür. TÜRK-İŞ’in Ocak 2015’de yayımladığı rapora
göre, dört kişilik bir ailenin gıda harcaması ile birlikte giyim, konut (kira,
elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapması
gereken zorunlu harcamaların toplamı, diğer bir deyişle yoksulluk sınırı
4.093,80 TL iken, bekar bir çalışanın aylık yaşama maliyeti 1.256,80 TL’dir 33.
Bu açıdan bakıldığında katılımcıların neredeyse tamamına yakını yoksulluk
sınırının altında gelir elde ettiği gibi, önemli bölümü (%68) kendi yaşam
maliyetlerini dahi karşılayabilecek düzeyde bir gelire sahip olmadıkları
görülmektedir.
Sahip olunan gelirle birlikte yapılan harcamanın miktarı da yoksulluğun
belirlenmesinde önemli kıstaslardan biridir. Gelirin ve harcama kalemlerinin
sayısal olarak ifade edilebilir olması yoksulluk ölçümlerinde genellikle bu

33 http://www.turkis.org.tr/dosya/8EyIs3tTdsxA.pdf
Denizli’de Yoksulluk ve Sosyal Dışlanma 199

kriterlerin kullanılması sonucunu doğurmaktadır. Kendini yoksul olarak


tanımlayan bireylerin temel harcama kalemini gıda ve mutfak harcamaları
(%54) oluşturmaktadır. Bununla birlikte kira harcamaları %25, elektrik-su-yakıt
gibi harcamalar ise %14,5’lik payla diğer iki önemli harcama kalemidir.
Kendini yoksul olarak tanımlayan bireylerin eğlence, elektronik, kişisel bakım
ve seyahat/tatil gibi lüks tüketim sayılabilecek alanlarda hiç harcama
yapmaması dikkat çeken diğer bir durumdur. Bu anlamda yoksul bireyler lüks
tüketimden dışlanmaktadır.
Grafik 9: Kendisini Yoksul Olarak Tanımlayan Bireylerin Harcama Kalemleri

60,00% 54%
50,00%
40,00%
30,00% 25%
20,00% 14,5%
10,00% 3,50% 3%
0,00%

Ankete katılanlara “Elde ettiğiniz gelir yaşamsal faaliyetlerinizi


karşılamaya yetiyor mu? Sorusu yöneltilmiş; kendisini yoksul olarak
tanımlayan bireylerin önemli bir kısmı, elde ettikleri gelirle pek çok ihtiyacını
karşılayamadığını (%60), borçla yaşadığını (%11) ve yardım aldığını (%4)
belirtmiştir. Yoksul bireylerin neredeyse dörtte üçünün (%77) borcu
bulunmaktadır. Borcun alındığı kaynaklar çeşitlilik göstermekle birlikte,
yoksulların önemli bir kısmının (%48) banka, kredi ya da kredi kartı borcu
bulunmakta; %28’si ise akraba, arkadaş ya da komşusuna borçlu olduğunu
belirtmektedir. Bununla birlikte az sayıda da olsa SGK prim borcu (%7) ve
vergi borcu (%6,5) bulunan görüşmeciler de mevcuttur.
Görüldüğü gibi, kendilerini yoksul olarak tanımlayanların aylık eline geçen
gelir miktarı oldukça düşük olmakla birlikte, önemli bir kısmının da borcu
bulunmaktadır. Ancak bu kişilerin sosyal yardımlardan yararlanma oranları
(%10) oldukça düşüktür. Türkiye’de sosyal yardımların gelir testi ve muhtaçlık
kriterine bağlı olarak verilmesi, yoksul bireylerin sosyal yardımlara erişimini
200 ÖZTEPE-ULUTAŞ

zorlaştırabilmekte ve aynı zamanda Devlet eliyle sağlanan gelir transferlerinden


dışlanmalarına neden olmaktadır.
3.2.3. Yoksulluk ve Sosyal Dışlanma Algısına İlişkin Bulgular
Çalışmanın teorik kısmında da belirtildiği gibi, sosyal dışlanma çok boyutlu
bir süreci ifade eder. Bununla birlikte bu süreç, aynı zamanda devimsel ve
etkileşimsel bir nitelik taşır. Özellikle yoksulluk, aynı anda sosyal dışlanmanın
hem nedeni hem de sonucu olabileceği gibi farklı sosyal dışlanmışlık türlerinin
ortaya çıkmasını da tetikleyebilmektedir. Bu durum, sosyal dışlanma
analizlerinde yoksulluğu ayrıcalıklı bir konuma getirmektedir
Bu anlamda bireylerin ekonomik durumları ile dışlanma algıları arasında
ilişki kurabilmek adına, araştırmaya katılan bireylere kendilerini dışlanmış
hissedip hissetmedikleri sorulmuştur. Tüm katılımcıların yalnızca %20’si
kendisini dışlanmış hissettiğini belirtirken; gerek dışlanmış hissedenlerin
gerekse dışlanmıyorum diyenlerin ekonomik anlamda heterojenliği oldukça
dikkat çekicidir. Aşağıdaki grafikte görüldüğü gibi, dışlanmış hissedenlerin
%48’ini kendisini yoksul olarak, %16’sını orta halli olarak, %2’sini ise zengin
olarak tanımlayanlar oluşturmaktadır. Yoksulluğa ilişkin yukarıda yapılan
analizlerde, çok sayıda birey temel kaynaklara ve hizmetlere erişmekte ciddi
güçlüklerle karşı karşıya bulunmalarına rağmen, yoksul bireylerin yarısından
fazlası kendisini dışlanmış hissetmediğini belirtmektedir.
Grafik 10. Bireylerin Kendilerini Ekonomik Anlamda Tanımlama Şekilleri İle
“Kendinizi Dışlanmış Hissediyor Musunuz?” sorusuna verdiği yanıtların Dağılımı
Denizli’de Yoksulluk ve Sosyal Dışlanma 201

120%

98%
100%
84%
80%

58%
60%
Evet,
42% hissediyorum
40%
Hayır,
20% 16% hissetmiyorum
2%
0%
yoksul orta halli zengin

Yoksulluğun sosyal dışlanma üzerinde oldukça büyük etkisi olmakla


birlikte, yoksul bireyler kendileri ile benzer sosyo kültürel ve ekonomik şartları
haiz bireyler ya da hanelerle bir arada yaşadıkları için çoğu maruz kaldıkları
farklı dışlanma pratiklerine rağmen, kendilerini dışlanmış hissetmemektedir.
Bireyler açısından dışlanmışlık durumu, ancak, kendilerinden ekonomik ve
sosyal anlamda daha farklı bireylerle bir arada bulununca hissedilir hale
gelmektedir. Örneğin Ünlütürk Ulutaş ve Kamber (2017) Denizli’deki yoksul
göçmen mahallelerinde gerçekleştirdikleri çalışmada, katılımcıların dışlanmışlık
algılarının oturdukları mahalleden çıkıp sağlık hizmeti almak gibi gerekçelerle
kent merkezine gittikleri ve mekânsal damgalanma ile karşılaştıkları koşullarda
pekiştiğini bulgulamışlardır.
Öte yandan genel olarak Türkiye, özel olarak Denizli’de aile, komşuluk,
hemşerilik ilişkilerine dayalı sosyal bağların kuvvetli olması, sosyal dışlanma
kavramın menşei olan Avrupa’daki gibi şiddetli biçimde deneyimlenmesine
engel olmaktadır. Özellikle Türkiye gibi geleneksel ülkelerde, mekanik
dayanışmanın ve kolektif bilincin hala etkin yapısı, yaşanan yoksulluk ve
dışlanma süreçlerini hafifletmektedir.
202 ÖZTEPE-ULUTAŞ

Tablo 3: Bireyin Kendisini Dışlanmış Hissetmesinin Nedeni

Zengin Orta halli Yoksul Toplam


Yoksulluk 15% 27% %26
Eğitim 50% 16% 17% %22
Meslek 5,5% 7% %8
İşsizlik 10% 13% %14
Giyim-kuşam 15% 12% %17
Etnik köken 6,5% 6% %8
Şive 5% 2% %4
Siyasi görüş 25% 14% 6% %14
Dini inanış 25% 9% 1% %7
Oturulan mahalle 2% 1% %2
Evin eski olması 2% 8% %6
Toplam %100 %100 %100 %100

Dışlanmanın nedenlerine bakıldığında, bunun yalnızca ekonomik


faktörlerden etkilenmediği; çeşitli grup dinamiklerinin ve kurumsal süreçlerin
de aynı zamanda sosyal dışlanmanın nedenlerini oluşturabileceği görülmektedir.
Ancak yoksulluk ve yoksulluğa bağlı süreçlerin, Denizli’deki sosyal dışlanma
biçemleri içindeki payı hala yüksektir. Kendini dışlanmış hissedenlerin %27’si
“yoksulluk” nedeniyle dışlanmış hissettiklerini belirtmişlerdir. Buna, işsizlik
nedeniyle dışlanmayı da eklediğiniz de kendini dışlanmış hissedenlerin %40’nın
ekonomik kaygılarla bu durumu yaşadığını söylemek mümkündür. Bununla
birlikte yoksulluk, eğitim, iyi bir mesleğe erişme, iyi koşullarda barınma ve
giyinme gibi pek çok durumun ekonomik ve sosyal sonuçlarını da
etkileyebilmektedir.
Yoksulluk nedeniyle kendisini dışlanmış hissedenlerin cinsiyete göre
dağılımına baktığımızda, hem kadınların hem de erkeklerin eşit oranlarda (%50)
kendilerini yoksulluk nedeniyle dışlanmış hissettikleri görülmektedir.
Türkiye’de kadınların erkeklere göre eğitim imkânlarından yararlanma ve
işgücü piyasasına girme konusundaki dezavantajlı konumu yoksulluğu ve
yoksulluğa bağlı dışlanma düzeylerini daha fazla deneyimlemesine yol
açmaktadır. Bununla birlikte, toplumsal cinsiyete dayalı kalıp yargıların ev ve
hanenin geçiminden erkeği sorumlu tutması erkeklerin de maddi kaynak
yetersizliği ve yoksulluk nedeniyle kendilerini dışlanmış hissetme durumlarını
Denizli’de Yoksulluk ve Sosyal Dışlanma 203

arttırmaktadır. Bununla birlikte evli yoksulların bekar olanlara göre neredeyse


dört kat daha fazla dışlanmayı hissettikleri ortaya çıkmaktadır.
Yoksulluk nedeniyle kendilerini dışlanmış hissedenlerin neredeyse üçte
ikisini (%65) ilkokul mezunları ile ilkokulu bitiremeyenler ve okuma yazma
bilmeyenlerden oluşması ise şaşırtıcı değildir. Eğitim, yoksulluğu ortaya
çıkaran riskleri bertaraf etme (Alpaydın, 2008) ve yoksulluk döngüsünü kırma
yönünde önemli işlevler üstlenmektedir. Bu anlamda düşük eğitim seviyesi,
bireyleri işgücü piyasasının yüksek ücretli ve güvenceli işlerinden dışladığı için,
yoksulluk ve sosyal dışlanma riskini de beraberinde getirmektedir.
Sosyal dışlanma ile ilgili dikkat çeken diğer bir husus ise, Denizli’ye göç
eden (%25) ve kırda yaşayan (%38) yoksulların, Denizli’de doğup büyüyenlere
(%75) ve kentte yaşayan (%62) yoksullara oranla sosyal dışlanmışlığı daha az
hissetmeleridir. Bu açıdan bakıldığında öncelikle, bireyler arasında demografik
ve ekonomik homojenlik arttıkça ortaya çıkan benzer tüketim kalıpları ve
benzer hayat tarzları dışlanma algısını ciddi şekilde zayıflatmaktadır. İkinci
olarak, Türkiye gibi geleneksel toplumlarda hala yaygın olan eş/dost/aile ve
hemşericilik gibi enformel dayanışma ağlarının varlığı, yoksulluğun etkilerini
hafifletme konusunda bir bir geleneksel refah şemsiyesi sağlama işlevi görmeye
devam etmektedir. Bu noktada, kolektif kimliklerin çözülerek, sosyal
dayanışma ağlarının çöktüğü toplumlarda sosyal dışlanmanın daha şiddetli
hissedilebileceği sonucunu çıkarmak yanlış olmayacaktır. Yoksulluk ve sosyal
dışlanma arasında bir ilişki bulunmakla birlikte, aile ilişkileri ve sosyal bağlar
çoğunlukla yoksulların sosyal entegrasyonun dışına düşmelerine engel
olabilmektedir. Popp ve Schels (2008), tarafından Almanya’da gerçekleştirilen
kapsamlı araştırma, bireylerin çoklu yoksunluklar yaşadıkça, öznel sosyal
dışlanma deneyimlerinin arttığını göstermektedir. Ancak aile ilişkilerinin
sağladığı koruyucu mekanizma sayesinde sosyal dışlanmayla baş
edilebilmektedirler. Çalışmaları, entegrasyon deneyiminin sadece maddi
kaynaklara ve istihdama değil, aynı zamanda sosyal ilişkilere de bağlı olduğunu
göstermektedir. McDonald (2008) tarafından gençlerin dışlanma pratikleri ve
sınıf altılık üzerine gerçekleştirdiği çalışma da benzer bir çıkarım yapmaktadır
ve araştırmanın gerçekleştirildiği yoksul mahallelerde gençlerin aile ve
arkadaşlardan oluşan sosyal dayanışma ağları açısından zengin olduklarını
ortaya koymaktadır.
Öznel sosyal dışlanma deneyimi ile ilgili bir başka belirleyen kişilerin
içinde bulundukları sosyal ortamdaki ekonomik konumlarıdır. Sosyal çevreleri
ile aralarında refah düzeyi açısından büyük bir farkın bulunması dışlanmışlık
204 ÖZTEPE-ULUTAŞ

algısını bilerken, aksi durumda kişi kendisini sosyal çevresiyle karşılaştırdığı


için böyle bir algı oluşmamaktadır.
Tablo 3’de dikkat çeken diğer bir ayrıntı ise “kendini sosyal dışlanmış
hissetme nedeninin” yoksullar ile diğer ekonomik gruplar arasında
farklılaşmasıdır. Kendini yoksul hisseden görüşmeciler büyük ölçüde ekonomik
nedenlere entegre bir dışlanmışlık yaşarken; zenginlerin dışlanma nedenleri
eğitim, dini ve siyasi görüş gibi daha sosyo kültürel kaygılara dayanmaktadır.
Bununla birlikte kendilerini “orta halli” olarak tanımlamakla birlikte yoksulluk
nedeniyle dışlanmış hissettiklerini belirten bireyler de bulunmaktadır. Ancak
orta hallilerin dışlanma pratikleri yoksullarla karşılaştırıldığında mutlak
yoksunluklardan ziyade göreli yoksunluklara odaklanmaktadır. Eğitim, giyim
kuşam, oturulan mahalle, şive ve dini inanış orta hallilerin dışlanma nedenleri
arasında yoksullara göre daha fazla yer almaktadır.
Araştırmada katılımcılara yoksulların dışlanıp dışlanmadığı sorulmuş,
katılımcıların yalnızca %17’si yoksulların dışlandığını belirtmiştir.
Grafik 12: Bireylerin “Yoksullar Dışlanıyor mu?” Sorusuna Verdiği Yanıtların
Dağılımı.

17%

Evet

Hayır

83%

Sosyo-kültürel, dini ve ahlaki birçok neden yoksulların dışlanmışlık algısını


hafifletebilmektedir. Bu anlamda, tıpkı aile içi dayanışma mekanizmalarının
yoksulluğun hissedilmesinde bir tampon görevi gördüğü gibi, dini ve ahlaki
yapılardan beslenen “hayırseverlik” de sınıfsal ayrımların görünürlüğünü
azaltmakta ve dışlanmışlık hissini bastırmaktadır. Kadercilik ve tevekkül de
yoksulların dışlanmışlık algılarını törpüleyerek verili ekonomik koşullarını
kaçınılmaz bir gerçeklik olarak kabullenmelerine yol açmaktadır (Subaşı,2003:
270).
Denizli’de Yoksulluk ve Sosyal Dışlanma 205

Sonuç
Bu çalışmada Denizli merkezinde yaşayanların gelir düzeyleri ve sosyal
dışlanma durumları incelenmiştir. Denizli’nin Merkezefendi ve Pamukkale
ilçelerine bağlı 40 mahalleden seçilen örneklemle gerçekleştirilen çalışma, çok
sayıda hanenin temel kaynaklara ve hizmetlere erişimlerinde ciddi güçlüklerle
karşı karşıya bulunmalarına rağmen, küçük bir bölümünün kendisini toplumla
sosyal bağlar kurmaktan yoksun hissettiğini ortaya koymuştur. Yoksulların üçte
birinin çalışıyor olması, günümüzde giderek derinleşen “çalışan yoksulluğu”
sorununun Denizli kenti için de geçerli olduğunu ortaya koymuştur.
Gelir ve harcama kalemlerine dair analizlerde, bireylerin aylık gelirinin
yoksulluk sınırının altında kaldığı ve çok önemli bölümünün haftalık et
tüketimi, çocukların okul masrafları, ulaşım ücretleri gibi konularda gelir
sıkıntısı içinde oldukları tespit edilmiştir. Katılımcıların %30’u pek çok
ihtiyacını karşılayamadığını belirtmiştir. Kendini dışlanmış hisseden bireyler
içerisinde kadınların oranı erkeklere göre daha fazladır. Kendisini yoksul olarak
tanımlayan bireylerin önemli bir kısmı, elde ettikleri gelirle pek çok
ihtiyaçlarını karşılayamadıklarını belirttikleri halde kendilerini “yoksul” ve “çok
yoksul” olarak tanımlayan bireylerin %58’i kendilerini dışlanmış
hissetmediklerini belirtmiştir. Yoksulluğun sosyal dışlanma üzerinde oldukça
büyük etkisi olmakla birlikte, yoksul bireyler kendileri ile benzer sosyo-kültürel
ve ekonomik şartlara sahip bir topluluğun içinde yaşadıkları koşullarda
dışlanmışlık hissetmemektedirler. Aynı biçimde göçmenlerin dışlanmış
hissetme oranı, yerlilerden daha düşük düzeydedir. Çoğunlukla benzer yaşam ve
tüketim kalıplarına sahip olan grupların, kent çeperinde konumlanan ortak
yaşam alanlarını paylaşmaları, mekânsal dışlanma ve mekânsal damgalanma ile
sonuçlansa dahi, hemşerilik ve mahalle dayanışması önemli bir tampon
mekanizması oluşturmaktadır. Sosyal bağların kuvvetli olması, sosyal dışlanma
kavramın menşei olan Avrupa’daki gibi şiddetli biçimde deneyimlenmesine
engel olmaktadır. Özellikle Türkiye gibi geleneksel ülkelerde, mekanik
dayanışmanın ve kolektif bilincin hala etkin yapısı, yaşanan yoksulluk ve
dışlanma süreçlerini hafifletmektedir. Bununla birlikte tüm katılımcıların beşte
biri kendilerini dışlanmış hissettiklerini belirtmişlerdir. Bu göreli yüksek oranda
dışlanma algısı yoksulluğun yanı sıra siyasi görüş, cinsiyet, etnik köken gibi
diğer dışlanma gerekçeleriyle ilişkilidir.
206 ÖZTEPE-ULUTAŞ

Kaynakça
Atkinson, A.B. (1998a), ‘SocialExclusion, PovertyandUnemployment’, in
A.B.Atkinsonand J. Hills (eds.), Exclusion, EmploymentandOpportunity,
CASE paper 4, Centreforthe Analysis of SocialExclusion, London School
of Economics, 1-20.
Bradshaw J, Finch N (2003). Overlaps in Dimensions of Poverty.
Bradshaw, J., Williams, J., Levitas, R., Pantazis, C., Patsios, D., Townsend, P.,
(2000). Therelationshipbetweenpovertyandsocialexclusion in Britain.
http://www.iariw.org/papers/2000/bradshaw.htm
Buğra, A., Keyder, Ç. (2006), “Turkish Welfare Regime
in Transformation”, Journal of EuropeanSocialPolicy, 16 (3), s.224- 41.
Cook J.; Roche M.; Williams C.; Windebank J., (2001), “The Evaluation of
Active Welfare Policies as a Solution to Social Exclusion in Britain”,
Journal of European Area Studies, Vol.9, No.1, p.13-26.
ÇSGB,(2006), Türkiye Ortak İçerme Belgesi (Taslak Çalışma), 31.08.2006,
Ankara
De Haan, A. (2000), “SocialExclusion: EnrichingtheUnderstanding of
Deprivation”, Studies in SocialandPoliticalThought, Cilt: 2, s. 22-40.
Durkheim E. (2006), Toplumsal İşbölümü, Cem Yayınevi, İstanbul.
Dususoy Öztepe, N., Ünlütürk Ulutaş Ç. (2013) “Bir Sosyal Dışlanma Biçimi
Olarak Türkiye’de Refah Hizmetlerinden Dışlanma” International
Conference On Eurasian Economies 2013,
https://www.avekon.org/papers/762.pdf.
Erdoğdu S., (2004), “Sosyal Politikada ‘Avrupalı’ Bir Kavram: Sosyal
Dışlanma”, Çalışma Ortamı, Sayı 75, , s.12-14.
Erdoğdu S., (2005), “Avrupa Birliğinde Sosyal Korumanın Modernleştirilmesi
ve Geliştirilmesi ve Sosyal İçerme”, Avrupa Birliği’nin İstihdam ve Sosyal
Politikası, Ankara: ATAUM, s.21-62.
Grant E.; BLUE I.; Harpham T., (2000), “Social Exclusion: A Review and
Assessment of Its Relevance to Developing Countries”, Journal of
Developing Studies, 16(2), p.201-221.
Halleröd, B. andLarsson, D. (2008), 'Poverty,
welfareproblemsandsocialexclusion', International Journal of
SocialWelfare, 17: 15–25.
Denizli’de Yoksulluk ve Sosyal Dışlanma 207

Karataşoğlu, S., İslamoğlu, E. (2016) “Gelir Seviyesi ile Sosyal Dışlanma


İlişkisi Üzerine Bir Araştırma”, Çalışma İlişkileri dergisi, Cilt 7, Sayı 1,
Sayfa: 12-41.
Burchardt, T., Le Grand, J. and Piachaud, D. (1999) SocialExclusion in Britain
1991-1995, SocialPolicyand Administration, 33, 3, 227-244.
Levitas R., (1996), “The Concept of Social Exclusionandthe New
DurkheimianHegemony”, Critical SocialPolicy, 46, Vol.16, p.5-20.
Levitas R., (2005), “Three Discourses of SocialExclusion”, in
TheInclusiveSociety, New York: PalgraveMacMillan, p.7-48
MacDonald, R. (2008) “Disconnected Youth? Social Exclusion, the
‘Underclass’ & Economic Marginality”, Social Work and Society, 6(2),
https://www.socwork.net/sws/article/view/45/358
Marshall G., (1999), Sosyoloji Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yayınları , Ankara.
Marshall T.H.; Bottomore T. (2000), Yurttaşlık ve Toplumsal Sınıflar,
Gündoğan Yayınları, İstanbul.
Memiş, E. (2014) “Yoksulluk ve Eşitsizlik Üzerine: Eski Mesele, Yeni
Aktörler, Yine Düş Kırıklığı”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 69(3):
697-703
Popp, S., Schels, B. (2008) “Do you feel excluded?’ The subjective experience
of young state benefit recipients in Germany”, Journal of Yout Studies,
11(2): 165- 191.
Rodgers G., (1995), “The Design of Policy against Exclusion”, Social
Exclusion: Rhetoric, Reality, Responses, IILS, ILO Publication, Geneva,
p.253-282.
Saith R., (2001), Social Exclusion: The Conceptand Application to
Developing Countries, Working Paper Number 72, Queen Elisabeth
House, University of Oxford.p.1-17.
Sapancalı F., (2003), Sosyal Dışlanma, Dokuz Eylül Üniversitesi, İktisadi ve
İdari Bilimler Fakültesi Yayınları, İzmir.
Sapancalı F., (2004), “Avrupa Birliğinde Sosyal Dışlanma Sorunu ve Mücadele
Yöntemleri”, Çalışma ve Toplum, 2005/3.
Sen A., (2000), SocialExclusion: Concept, Application andScrutiny,Social
Development Papers No.1, Manila: Asian Development Bank.
Silver H., (1995), “Reconceptualizingsocialdisadvantage: Three paradigms of
SocialExclusion”, in Social Exclusion: Rhetoric, Reality, Responses,ed: G.
Rodgers vd, International Institute for Labour Studies, Geneva, p.57-80.
208 ÖZTEPE-ULUTAŞ

Subaşı, N., (2003), Yoksulluğun Muğlak Dinselliği, Bilgili, A.E, Atlan, Đ.,
(edts.), Yoksulluk Sempozyumu, İstanbul: Deniz Feneri Derneği Yayınları:
262–279.
Şahin, Tijen (2010), Sosyal Dışlanma ve Yoksulluk İlişkisi,Yardım ve
Dayanışma, 1(2), 71-81.
Şenses, F., (2006), Küreselleşmenin Öteki Yüzü Yoksulluk, İletişim
Yayınları, İstanbul.
Talbot, Hilary/Madanipour, Ali/Shucksmith, Mark (2012): Review of concepts
of povertyandsocialexclusion; Theterritorialdimension of
povertyandsocialexclusion in Europe (TiPSE), Interim Report, Annex 1,
WorkingPaper 1 (December 2012)
Ünlütürk Ulutaş, Ç., Kamber, A. (2017) İç Göç ve Mekansal Dışlanma,
Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 17 (4): 1-14.
World Bank (2005) IntroductiontoPoverty Analysis, World Bank Institute,
August 2005.
Zacharias, A.,Memiş, E., Masterson, T. (2014) “Yoksulluk ölçümü: Eski
mesele, yeni yaklaşım ve bazı çıkarımlar”, Perspectives, 9: 32-36.
DENİZLİ KENTİNDE YAŞAYAN İRANLI GÖÇMENLERİN SINIFSAL
KONUMLARININ ANALİZİ 34

Hakan TOPATEŞ 35
Nursel DURMAZ 36
Aslıcan KALFA TOPATEŞ 37

Giriş
Bu araştırma, Denizli kentinde yaşayan İranlı sığınmacı ve mülteci
topluluğunun sınıfsal özelliklerinin çözümlenmesini amaçlamaktadır. 1979
yılında kurulan siyasal rejimin tetiklediği, Batı ülkelerine yönelen kitlesel göç
akımları halen devam etmekte ve çok sayıda İranlı, 1951 tarihli Birleşmiş
Milletler Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Sözleşme 38 hükümlerinden
faydalanmakta; Türkiye’yi transit ülke olarak kullanıp sığınma talebinde
bulunarak Batı ülkelerine iltica etmektedir. İran’da 2009 yılında gerçekleşen
cumhurbaşkanlığı seçimleri, mülteci akımlarını hızlandıran yeni bir değişken
olmuştur. Bu süreçte Türkiye, Bahailer, Hristiyanlar, LGBT’ler, siyasi suçlular
ve aile içi şiddet mağduru kadınlar gibi, birbirinden farklı ve değişken, kimi
zaman da iç içe geçen göreli kategorilerden oluşan mülteciler için bir bekleme
istasyonu görevi görmektedir (Topateş vd., 2018: 221). İran’dan yönelen göç
doğrudan ekonomik bir içeriğe sahip olmasa da göçmenlerin işgücü piyasasına
yaygın bir biçimde katılmaları anlamında emek göçünün kimi özellikleriyle
kesişerek yeni bir boyut kazanmaktadır. Küresel kapitalizm şartlarında işgücü
piyasalarının akışı da bireylerin “geniş bir yayılım içinde ve belirli coğrafi
yerlerde sürekli göç etmeleri” aracılığıyla işleyen bir sistemde oluşur.
Dolayısıyla bu özellik küresel dünya ekonomisinin ciddi bir parçasını

34
Bu araştırma, 15. Ulusal Sosyal Bilimler Kongresi’nde sunulan “Denizli Kentinde Yaşayan
İranlı Sığınmacı ve Mülteci Topluluğunun Sınıfsal Yapısı” başlıklı bildirinin, üzerinde
çalışılmış ve genişletilmiş halidir.
35
Dr. Öğr. Ü., Pamukkale Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Çalışma Ekonomisi ve
Endüstri İlişkileri Bölümü.
36
Ar. Gör., Pamukkale Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Çalışma Ekonomisi ve
Endüstri İlişkileri Bölümü.
37
Dr. Öğr. Ü., Pamukkale Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Çalışma Ekonomisi ve
Endüstri İlişkileri Bölümü.
38
[http://www.danistay.gov.tr/upload/multecilerin_hukuki_durumuna_dair_sozlesme.pdf].
(Erişim: 3 Haziran 2018).
210 TOPATEŞ-DURMA-TOPATEŞ

oluştururken, bir yandan da işgücü maliyetlerinin sınırlandırılması için elverişli


araçları sağlamaktadır (Wallerstein, 2016: 105).
Türkiye’nin göç sürecini yönetmek üzere izlediği politikalar bağlamında
sığınmacı ve mülteciler, İçişleri Bakanlığı tarafından belirlenen, kozmopolit
kültürel desenler taşıyan metropollerden ziyade küçük ya da orta büyüklükteki
“uydu kentlere” yerleştirilmektedir. Belirlenmiş uydu kentlerden birisi olan
Denizli’de bulunan İranlı sığınmacı ve mülteci sayısının 8000-10000 civarında
olduğu tahmin edilmektedir. Kentte LGBT İranlı sığınmacı ve mültecilerin,
diğer uydu kentlere göre daha fazla yoğunlaşmasının yanı sıra Hıristiyan, Bahai,
siyasi suçlu gibi kategoriler de ciddi bir orana sahiptir. Göçmenleri sığınma
talebinde bulunmaya zorlayan nedenlerin çeşitliliğinin yanı sıra Fars, Kürt, Lur,
Azeri gibi farklı etnik grupların varlığı anlamında İranlı sığınmacı ve mülteciler,
ülkelerindeki sosyal sınıf ve etnisite bağlamındaki tabakalaşmayı Denizli
kentine de taşıyarak, sayısal çokluklarıyla kentte bir altkültür grubu
oluşturmuşlardır (Durmaz vd., 2017: 37-38; Topateş vd., 2018: 220-221).
Denizli’deki İranlı nüfusun sınıfsal analizi yapıldığında, dörtlü bir sınıf
tipolojisinin var olduğu görülmektedir: “Göçmen aristokrasisi” olarak
adlandırdığımız, varsıl olmaları ya da İran’dan Türkiye’ye aile içi finansal
transferler sağlayabilmeleri nedeniyle ücretli çalışma ilişkilerine katılmayan ilk
kategorinin çoğunluğu Bahailerden, bir kısmı ise LGBT’lerden oluşmaktadır.
İkinci kategori, her an proleterleşme tehdidi altında olan, aile desteği alan, kısmi
zamanlı işlerle geçinen ve orta sınıfta yer alan göçmenlerdir. Diğer bir kategori
İran’da yerleşikken orta sınıfa dâhil olmakla birlikte göç süreçleriyle emeğin
değersizleşmesi olgusunu deneyimleyerek proleterleşen alt sınıf göçmenlerdir.
Son kategori ise, Marx’ın tortu tabaka olarak adlandırdığı sınıfaltı nitelikleri
baskın olan ve emek süreci içinde ücretli çalışma ilişkisi içine girmeyerek
kriminal faaliyetler ve fuhuş sektöründe çalışmak gibi zorlukları deneyimleyen
göçmenleri içermektedir.
1. Kuramsal Tartışma
Göç olgusunda genellikle göçe yönelik sınırlamalar üretilmekle birlikte,
ucuz işgücü niteliğine sahip bir kayıtdışı işçi çokluğu oluşturması nedeniyle
kayıtdışı göçmenler görmezden gelinmektedir. Ucuz emek gücü konumunda
bulunan kayıtdışı göçmen işçiler gerektiğinde kolaylıkla işten çıkartılabilen ya
da sınırdışı edilebilen güvencesiz bir alanda yer almaktadır. Bu koşullarda
göçmen işçiler üretim maliyetlerini düşürüp, kâr maksimizasyonu sağlayan ucuz
işgücü olarak, yedek-emek gücü rezervi içinde yer alır (Standing, 2015: 157-
158). Marx (2009: 606) yedek-emek rezervini şu biçimde tanımlamıştır:
Denizli Kentinde Yaşayan İranlı Göçmenlerin Sınıfsal Konumlarının Analizi 211

“Bir yandan işçi sınıfının çalışan kesiminin aşırı çalışması yedek ordunun
saflarını şişirirken, öte yandan da bu yedek ordunun rekabet yoluyla
çalışanlar üzerindeki artan baskısı, bunları, aşırı-çalışmaya boyun eğmek ve
sermayenin diktası altına girmek zorunda bırakır. İşçi sınıfının bir kesiminin
aşırı çalışmayla diğer kesimi zorunlu bir işsizliğe mahkûm etmesi ve bunun
tersi, bireysel kapitalistleri zenginleştirmenin bir aracı halini aldığı gibi,
aynı zamanda da, yedek sanayi ordusu üretimini, toplumsal birikimin
ilerlemesine uygun düşecek ölçüde hızlandırır.”
Araştırma örneklemindeki İranlı mülteci ve sığınmacılar, transit bir ülke
konumunda yer alan Türkiye’de üçüncü ülkelere gidebilmek amacıyla belirli bir
süre, çerçevesini BM’nin çizdiği hukuksal sınırlılıklar içerisinde
bulunduklarından Denizli kentinin işgücü piyasasında ücretli çalışma ilişkilerine
katılmaktadır (Durmaz vd., 2017; Topateş vd., 2018). İranlı mülteci ve
sığınmacıların ücretli çalışma deneyimleri onları aynı zamanda sosyal sınıflar
düzeyinde de sınıf çatışması, sınıf kutuplaşması, dikey sosyal hareketlilik gibi
toplumsal gerçekliklerin tarafı durumuna getirmektedir. Bu argümandan
hareketle İranlı mültecilerin sözü geçen sınıfsal tabakalaşma kapsamındaki
konumları incelenmeden önce, toplumsal sınıf kavramının ayrıntılı bir biçimde
tartışılması gerekmektedir.
Bilindiği gibi toplumsal sınıf olgusu, anaerkil dönem hariç, tarihsel bir
kategoridir. Toplumsal sınıf sosyoloji biliminde toplumsal tabaka olgusu
çerçevesinde de değerlendirilmektedir. Tarihsel olarak toplumsal tabakalaşma,
kast, zümre, kölelik kurumu, sosyal sınıflar ve statü olarak ortaya çıkmıştır
(Bottomore, 1977: 205). Toplumlar hem “ödüllere” hem de “fırsat kalıplarına”
uygun olarak toplumsal tabakalara ayrılırlar (Scase, 2000: 59). Sanayi Devrimi
sonrasında ise fabrika alanındaki emek sürecinde ücret sözleşmesiyle kurulan
çalışma ilişkilerini anlatan kapitalist ekonomi, toplumsal sınıfların emek gücü
ve işveren arasında kurulan çalışma ilişkileri üzerinden aldığı yeni biçimleri
geliştirmiştir. Bu ekonomi-politik çerçevede Huberman (2007: 122) 18.
yüzyıldan günümüze kadar ulaşan üretim ilişkilerini “fabrika sistemi” olarak
adlandırmaktadır Günümüz modern endüstri ilişkileri sistemi de 19. yüzyıldaki
endüstriyel ve toplumsal gelişmelerin deneyimlerinden kaynaklanmaktadır
(Banks, 1968: 93). Tüm bunlar modern sanayi çağıyla birlikte toplumsal sınıf
ilişkilerinin daha da geliştiği (Scase, 2000: 21) gerçeğini ortaya çıkarmaktadır.
“Sınıf ilişkileri olmadan artı-değer üretimi dolayısıyla, kapitalist yeniden üretim
gerçekleşemez. Sömürü ilişkisi içindeki sermaye, emeğin yokluğunda sermaye
birikimini sağlayamaz. Bu yüzden sömürü ilişkileri kendini kontrol ilişkileri
212 TOPATEŞ-DURMA-TOPATEŞ

biçiminde gösterir ve mesleki yapı içerisinde çeşitli görev ve sorumluluklar


olarak yansıtılır” (2000: 103).
Bilindiği gibi belirli bir analiz birimindeki sınıf ilişkilerinin toplamı bu
analiz biriminin “sınıf yapısı” olarak adlandırılır (Wright, 2016: 35). Sınıf
yapısında üretim ilişkileri içinde sınıf bilincine sahip olma düzeyini ifade eden
sınıf kapasitesi kavramı da bu noktada önemlidir. Sınıf ilişkileri kapsamında
toplumda çelişkili mevkiler de ortaya çıkabilmektedir. Bu bağlamda bireyler üç
farklı stratejinin içinde yer alabilir: Öncelikle bireyler sömürü ilişkilerinin güçlü
tarafında yer alma stratejisini geliştirmeye çalışabilir. İkinci strateji bireylerin
güçlü sosyal sınıflarla işbirliği içinde yer alma çabasını anlatır. Son strateji ise
sınıf ilişkilerinin güçsüz tarafının yanında yer almak olarak kendisini gösterir
(2016: 143). Bu çerçevede “sınıf yapısı sömürüye dayalı çıkarların bir matrisini
üreten toplumsal ilişkiler yapısı olarak görülmelidir. Fakat sınıf yapısındaki
birçok mevki bu tür karmaşık sömürü çıkarı demetlerine sahip olduğu için, bu
çıkarlar çeşitli potansiyel sınıf oluşumlarının maddi temelinin dayanağı olarak
görülmelidirler” (2016: 142).
Beck (1992: 93) geç modernite çağının toplumlarda çalışma olgusunun
farklı biçimlerini arttırdığını belirtir. Şüphesiz, toplumların sınıfsal
kompozisyonları da değişmektedir. Bu kapsamda Beck’in çözümlemesinden
ilerleyerek toplum ve birey arasındaki günümüz küresel kapitalizmiyle
bağlantılı olan ilişkileri değerlendirmenin aynı zamanda toplumsal ilişkilerin
yeniden üretiminin nesnel koşullarının görülmesini kolaylaştırdığı
belirtilmelidir (Elliot, 2017: 358). Üstelik Sennett’in (2015: 20) belirttiği gibi
Marx’tan günümüze kapitalizmin istikrarını koruduğu alanlardan birisinin,
yarattığı belirsizlikler olduğu düşünüldüğünde; sınıf tartışmasının göçmen
emeğine yönelik içeriği, göçmen emeğinin gizlenen sömürü koşulları ve
göçmen işçilerin belirsiz ve istikrarsız bir sosyolojik statüye mahkûm olmaları
göz önüne alındığında, bulanıklaşabilmektedir. Bu noktada alan verilerinin
sağladığı bulgular ışığında araştırmamızda göçmen emeğinin, işgücü
piyasalarında ücretli çalışma ilişkilerine katılma ya da katılmama
tercihlerine/zorunluluklarına bağlı olacak biçimde sınıfsal konumları
değerlendirilmiştir.
Özellikle Türkiye gibi transit ülke niteliğine sahip olan ülkelerde, göçmen
emeğinin sınıf ilişkilerindeki konumu değerlendirilmeye çalışılırken baştan
verili olarak göçmenlerin sınıflı bir toplumsal organizasyonda, işbölümü ve
uzmanlaşma kurallarının belirlediği gelişmişlik düzeyleri içinde farklılaşacak
biçimde sınıfsal ilişkileri deneyimledikleri görülmektedir. Bu anlamda küresel
Denizli Kentinde Yaşayan İranlı Göçmenlerin Sınıfsal Konumlarının Analizi 213

göç süreçlerinde kaynak ülkede üst gelir grubunda yer alırken, transit ülkede
mavi yakalı çalışan olarak fabrikada emek sürecinde proleterleşme deneyimini
yaşayan göçmenlerin varlığı söz konusudur. Örneğin Standing (2015: 163)
mesleki ruhsatsızlandırma sistemi kapsamında New York kentinde asıl
meslekleri avukatlık olan ya da doktora derecesine sahip göçmenlerin taksi
şoförlüğü mesleğini yapabildiğini belirtmektedir. Gerçekten de 1980 ve 1990’lı
yıllar boyunca ABD’ye Asya ve Latin Amerika’dan ciddi ölçülerde artan
oranlarda göç dalgaları yönelmiştir. Kalıcı oturma izni almak isteyen bu
göçmenler yüksek düzeylerde eğitim almış kentli çalışanlar ve girişimcilerden,
okuma yazma bilmeyen kırsal alanlardan gelen bireylere kadar uzanan geniş bir
ölçekte farklılaşmaktadır (Hondagneu-Sotelo, 2003: 4). Günümüz
kapitalizminde de proleterleşme biçimlerinin çok daha çarpıcı bir görüngüsünün
ortaya çıkmış olması, özellikle hizmet sektöründe istihdam edilenler, beyaz
yakalılar gibi çalışan kategorilerinin işgücü niteliklerinde olumsuz düzeyde
değişiklikler ortaya çıkartmıştır (Öngen, 1996: 178). Bu koşullarda göçmen
emeğinin işyerinde işbölümü kuralları çerçevesinde istihdam edilmesiyle ortaya
çıkan eğreti istihdam ilişkileri demek ki küresel işbölümünün kırıkları arasında
sendikasız ve sosyal güvencesiz bir çalışma alanının evrenselleştirilmesinin
yerel işgücü piyasaları düzeyindeki görünümlerini sergilemektedir. Bu anlamda
işbölümü “bağımlılığın evrenselliğini” göstermektedir (Fişek, 2012: 86).
Göçmen kimliği küreselleşme zamanlarında uluslararası bir niteliğe sahip
olduğundan, kısmi vatandaşlık statüsünün etkisiyle göçmenlerin özgürlük
alanları sınırlarınmaktadır. Göçmenlerin transit ya da hedef ülkelerde sadece
kısmi vatandaş statüsüne sahip olmaları halinde, işgücü piyasasında
deneyimledikleri dezavantajlar daha da artabilmektedir. Bu göçmen bireylerin
de jure olarak kimi hukuksal hakları bulunsa dahi, de facto düzeyinde hakları
minimize olabilmektedir. Sözü geçen hak kaybının en belirgin olduğu coğrafi
bölgeler genellikle gelişmekte olan ülkelerdir (Standing, 2015: 161-164).
Göçmenlerin kısıtlı bir oranı ise içinde bulundukları sosyalitede sosyal tabaka
hareketliliğini deneyimleyerek proleterleşme süreçlerinden uzaklaşabilmektedir.
Bulunulan ülkenin dilini öğrenmenin sağladığı, işgücü piyasasında farklı
kategorilere ulaşabilme olanağı, her ne kadar sosyal koruma ve sosyal güvence
kısıtlılıkları sürüyor olsa da az sayıdaki göçmen için alt sosyal sınıflardan üst
sosyal sınıflara doğru dikey bir yükselmeyi ortaya çıkartabilmektedir. Yine de
göçmen işgücü için kolektif bir gerçeklik, ekonomi-politik bir zorunluluk olarak
eğreti istihdam koşullarında, düşük ücretli, güvencesiz gri bir çalışma alanında
yer almak zorunda kalmalarıdır. Fakat bunun da emek süreci kapsamında
sınırları bulunmaktadır:
214 TOPATEŞ-DURMA-TOPATEŞ

“Mutlak artı-değer sonsuza dek arttırılamaz. Onun doğal sınırı, her şeyden
önce işçilerin, fiziki dayanma gücüdür. Sermaye sürekli bir potansiyel artı-
emek kaynağı oluşturan işgücünü ortadan kaldırmakla değil, sömürmekle
ilgilenir. Belirli bir sınırı aşınca işçinin üretim kapasitesi hızla sıfıra
yaklaşır” (Mandel, 2008: 129).
2. Alan araştırması
2.1. Araştırmanın yöntemi
Araştırma kapsamında nitel araştırma yöntemi kullanılmış olup, Denizli’de
yaşayan 35 İranlı sığınmacı ve mülteciye kartopu yöntemiyle ulaşılarak
görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Örneklemin içerdiği politik, kültürel, cinsel
yönelim gibi birbirinden farklılaşan fakat bir yandan da birbiriyle kesişen
kategorilerin alan bilgisinin edinilebilmesi amacıyla nitel araştırma yönteminin
kullanılmış olması, hem örneklemdeki çeşitliliğin açığa çıkartılmasında hem de
küresel bir teritoryel sıkışmanın ekonomi-politik çelişkileriyle yüzleşen
görüşmecilerin göç ve gündelik yaşam deneyimlerinin duygusal yönlerinin
değerlendirilebilmesinde yardımcı olmuştur. Görüşme esnasında yanıtlayıcıların
verdikleri bilgiler, kendilerinden izin alınarak ses kayıt cihazı ile kaydedilmiş,
ardından deşifre edilmiştir. İranlıların çalışma yaşamı deneyimlerini keşfedici
bir yaklaşımla analiz etmeyi amaçlayan bu çalışma, 2015 yılı Kasım ve 2017
yılı Mart ayları arasında gerçekleştirilmiş olup yarı-yapılandırılmış,
derinlemesine mülakatlar ve odak grup görüşmelerinden oluşmaktadır.
Çalışmada yanıtlayıcıların gerçek isimleri kullanılmamış, alıntılar verilen kod
isimler aracılığıyla aktarılmıştır.
2.2.Bulgular
2.2.1. Sosyo-demografik Özellikler
Örneklemde yer alan yanıtlayıcıların sosyo-demografik özellikleri Tablo
1’de gösterildiği gibidir. Tablodan elde edilen genel sonuç, örneklemin
cinsiyet/cinsel yönelim, dini inanç ve etnik köken bağlamında farklılıklar içeren
heterojen bir yapı arz etmesidir.
Denizli Kentinde Yaşayan İranlı Göçmenlerin Sınıfsal Konumlarının Analizi 215

Tablo 1: Yanıtlayıcıların Sosyo-demografik Özellikleri


Cinsiyet Kadın 9 Fars 26
Erkek 21 Etnik köken Kürt 4
Trans kadın 1 Azeri 4
Trans erkek 4 Lur 1
17 1 Müslüman 15
Yaş 21-29 19 Hristiyan 7
30-39 11 Dini inanç Bahai 4
40-50 4 Zerdüşt 1
Yüksek 3 Ateist 2
Eğitim lisans
düzeyi Lisans 22 Deist 5
Önlisans 2 Şaman 1
Lise 7
Ortaokul 1
Medeni
Bekâr 28
durum
Evli 7

1.1. İranlılar’ın Türkiye’deki Sınıfsallıkları


Denizli’de eğreti bir işgücü kompozisyonunda bulunan İranlı mültecilerden
oluşan işgücü, küresel politik gelişmelerden ötürü Türkiye’deki kalış sürelerinin
belirsizleşmesi sonucu, işgücü piyasasının enformel, sigortasız, güvencesiz,
eğreti çalışan kesimini oluşturmaktadır (Topateş vd., 2018: 228). Araştırmadan
elde edilen bulgular çerçevesinde Denizli’de yaşayan İranlıların sınıfsal
yapısını, Wright ve Rogers’ın (2009) çalışmasıyla Giddens’ın (1983) sınıf
şemasını birleştirmek suretiyle 4 kategori altında incelemek mümkündür. Bu
kapsamda Giddens’ın mülkiyet, yetenek ve emek gücü ayrımını temel alarak
yaptığı üst, orta ve alt sınıftan oluşan analizine, Wright ve Rogers’ın analizinde
yer alan sınıfaltı tabakası eklenmiştir. Sözü geçen şemaların birleştirilmesi
vasıtasıyla yapılan sınıflandırma Tablo 2’de yer almaktadır. Buna göre
kategorilerden ilki; 5’i Bahai ve 5’i LGBT olmak üzere toplam 10 yanıtlayıcıyı
kapsayan “göçmen aristokrasisi”dir. İkinci kategori olarak bulgulanan “orta
sınıf”; 4’ü Hristiyan ve 2’si LGBT olmak üzere toplam 6 yanıtlayıcıdan
oluşmaktadır. Bu yanıtlayıcıların bir kısmının proleterleşme tehdidi altında
olduğu görülmektedir. Üçüncü kategori ise toplam 16 yanıtlayıcının dâhil
olduğu “proletarya sınıfıdır.” Proletarya içerisinde yer alan yanıtlayıcılar diğer
kategorilere göre çok daha çeşitli olup 1 Hıristiyan, 7 LGBT, 4 siyasi suçlu, 2
erkek şiddeti mağduru kadın ve 2 ailevi nedenle göç eden yanıtlayıcıdan
oluşmaktadır. Son kategori ise 2’si siyasi suçlu ve 1’i trans kadın olmak üzere
toplam 3 yanıtlayıcının yer aldığı “sınıfaltı”dır.
216 TOPATEŞ-DURMA-TOPATEŞ

Tablo 2: Yanıtlayıcıların Sınıfsal Konumlarına Göre Göç Nedenleri

Sınıf konumu Göç nedeni


Lgbt 5
Göçmen aristokrasisi Bahai 5
Toplam 10
Hristiyan 4
Orta sınıf Lgbt 2
Toplam 6
Hristiyan 1
Lgbt 7
Siyasi suçlu 4
Proletarya
Şiddet mağduru 2
Aile bağları 2
Toplam 16
Siyasi suçlu 2
Sınıfaltı Trans kadın 1
Toplam 3

1.1.1. Göçmen Aristokrasisi


Göçmen aristokrasisi kavramı, işçi sınıfının imtiyazlı tabakalarını
tanımlayan işçi aristokrasisi kavramının göçmenlerin sınıfsal tabakalaşmasına
uyarlanmasıyla üretilmiştir. Göçmen aristokrasisi kavramına kaynaklık eden
işçi aristokrasisi kavramı diğer işçilerden “yaşam tarzı, gelir ve değerler”
açısından farklılaşan işçileri adlandırmak için kullanılmaktadır (Williamson ve
Pampel, 1993: 46). İşçi aristokrasisi özerklik ve otoriteye sahip olup istikrarlı
çalışma ve yüksek ücret düzeyleriyle betimlenen bir işgücünü anlatmaktadır
(DeVault, 1995: 92). Bu kesimin tarihsel olarak ortaya çıkışı Çartizmin
güçsüzleşmesiyle İngiltere’de işçi sınıfının ılımlı işçi aristokrasisi ve proleter
plebler olarak ikiye ayrılmasına dayanmaktadır (Hobsbawm, 2005: 115).
ABD’deki işçilerin bir bölümü de yaşam standartları, gelir ve bireyci kültürün
etkisiyle (Işıklı, 1995: 222) işçi aristokrasisi niteliğine sahiptir.
Denizli’de yaşayan İranlıların sınıfsal yapılarında en üst sırada yer alan
göçmen aristokrasisi, İran’daki ailelerinden maddi destek görmeleri ya da belli
Denizli Kentinde Yaşayan İranlı Göçmenlerin Sınıfsal Konumlarının Analizi 217

oranda bir maddi birikimle Denizli’ye gelmeleri nedeniyle kentte yaşamlarını


idame ettirebilmek için herhangi bir işte çalışma zorunluluğu duymayan
Bahailerden ve LGBT bireylerden oluşmaktadır. Bahai dini inancına mensup
yanıtlayıcıların tamamının maddi anlamda güçlü olduğu, çalışmanın bulguları
arasındadır. Nitekim yanıtlayıcılar arasında Denizli’de eğitimine devam etme
imkânı bulabilen iki kişi de Bahaidir. Bahai grup içinde çok nadir de olsa
çalışma etkinliklerine rastlansa bile, bu etkinlikler gönüllü çalışmayı ya da
gündelik yaşamdaki sosyalleşme ihtiyacını gidermek amacıyla çalışma
yaşamında yer almayı içermektedir. Bu arayışla hizmetler sektöründe çalışmış
olan Merjan deneyimini, diğer İranlı mülteci gruplarla kıyaslayarak şu şekilde
aktarmıştır:
“Bizim için Türkiye’de zor olmadı. Ama İranlı aileler var çok zor
durumda. Para çok az. Çalışmak burda zor, çünkü biz yabancı
zaten. Mesela 10 saat çalışıyor ama para çok az. …Ben kafede
barmenlik yaptım. 1 ay 2 ay çalıştım. Az çalıştım, çünkü sevmedim
yani. Çünkü mecbur değilim, yani sadece evde olmak istemiyorum
o yüzden yani.”
Göçmen aristokrasisine dâhil olan LGBT bireyler ise maddi imkân
konusunda daha heterojen bir yapıya sahiptir. LGBT yanıtlayıcılardan üçü
ailelerinden gelen maddi destekle yaşamlarını sürdürürken, diğer ikisi
Denizli’ye göç ettikleri ilk zamanlarda tekstil ve hizmetler sektöründe ağır
koşullar altında çalışmak zorunda kalmış olmalarına rağmen, zaman içerisinde
dil öğrenmelerinin etkisiyle ücretli/yevmiyeli çalışmadan ayrılıp tur rehberliği
yapmaya başlamışlardır. Böylelikle elde ettikleri geliri arttırıp, göçmen
aristokrasisi sınıfına dâhil olmuşlardır. Dolayısıyla yanıtlayıcıların transit
ülkede kalma sürelerinin uzamasının, sınıflar arasında geçişliliğin yaşanmasında
bir etken olduğu bulgusu elde edilmiştir. Görüşmecilerden Akbar’ın “Şimdiye
kadar çalışmak zorunda kalmadım, birikimim yetti, ama şu an bilmiyorum”
biçimindeki anlatısı bu durumu örneklemektedir. Böylelikle sınıflar arası
geçişliliğin sadece aşağıdan yukarı değil, yukarıdan aşağı da gerçekleşebildiği
ortaya çıkmıştır.
İranlı mültecilerin ülkelerindeki baskıcı rejimin kısıtladığı birçok özgürlüğü
Denizli kentinde deneyimleme yönündeki eğilimlerinin en fazla belirginleştiği
alanlardan biri olan tüketim, göçmenlerin sınıfsal kompozisyonundaki tüm
tabakaları kapsarken bu eğilimin en fazla yoğunlaştığı kesimin göçmen
aristokrasisi olduğu söylenebilir. Bu gerçekliğin, Lefebvre’nin (2017) gündelik
yaşamda boş vaktin işlevine dair değerlendirmeleriyle koşutluk gösterdiği fark
edilmektedir. Lefebvre (2017: 38) toplumsal yaşamda bireylerin boş vakit
218 TOPATEŞ-DURMA-TOPATEŞ

deneyimlerindeki en önemli göstergenin “eğlenme/oyalanma”nın işlevini


arttıran, bireylerin toplumsal yaşamın kendilerine yüklediği zorunluluklarından
uzaklaşma istekleriyle bağlantılı olan yükümlülüklerin ortadan kaldırıldığı bir
“kesin kopuş” olgusu olduğunu belirtir. İranlı göçmenlerin göçmen aristokrasisi
olarak kavramsallaştırdığımız, maddi olanakları görece fazlalaşmış olan
tabakası da İran’daki gündelik yaşamın normatif belirlenimciliğinden
uzaklaşan, modernize edilmiş bir yaşam tarzının ve Weberyen anlamda bir
sosyal statü oluşturma kaygısının toplumsal pratiklerini tecrübe etmektedir.
1.1.2. Orta Sınıf
Orta sınıf kategorisinde yer alan yanıtlayıcılar çalışma yaşamında büyük
oranda, kendi hesabına çalışan 39 konumundadır. Üniversite eğitimine sahip
nitelikli işgücü olan yanıtlayıcıların yaptıkları işler ise süreklilik arz etmeyen,
evden çalışma kapsamında internet üzerinden gerçekleştirilen yazılım ya da
grafikerlik benzeri işlerdir. Bu noktada farklılaşan bir bulgu ise, özel bir kursta
İngilizce öğretmeni olan Nahal’in, beyaz yakalı bir işte çalışmasına karşın
yüksek olmayan bir ücret almakta olmasıdır:
“Bana sabah 9 akşam 8 çalışacaksın, 700 lira alacaksın dediler.
Burada göçmen olduğum için her koşulda çalışmak zorunda
olduğumu düşünüyorlar. Ama ben kendi güvenliğim için buraya
geldim ve onlara sizin köleniz değilim dedim.”
Nahal’in açıklamasından yola çıkarak beyaz yakalıların proleterleşme
süreçlerine göçmen emeğinin de dâhil olduğunu söylemek mümkündür. Orta
sınıftaki İranlıların bazıları ise, önceden emek sürecinde mavi yakalı işlerde
çalışırken kentte belli bir süredir yaşamanın verdiği deneyim ve dil becerisiyle
emlakçılık yapmaya başlamış, dolayısıyla orta sınıf katmanına yükselmişlerdir.
Fakat sözcü geçen yanıtlayıcıların önceden maruz kaldıkları sömürü ilişkilerine
bizatihi katılarak bu ilişkilerin bir taşeronu oldukları ve kente yeni gelen İranlı
sığınmacıların barınma gereksinmeleri üzerinden artı-değer elde ettikleri
saptanmıştır. Gerçekten de Denizli’de İranlılar barınma ihtiyaçlarını karşılamak
için Türklere göre daha yüksek kiralar ödemeye razı olmaktadırlar (Topateş vd.,
2018: 233-234).

39
Türkiye İstatistik Kurumu’nun işteki durum sınıflamasında yer alan; ücretli/yemiyeli, işveren,
kendi hesabına çalışan ve ücretsiz aile işçisi olarak karşılık bulan dörtlü gruplandırmadan
yanıtlayıcılar için uygun olanı seçilmiştir.
Denizli Kentinde Yaşayan İranlı Göçmenlerin Sınıfsal Konumlarının Analizi 219

1.1.3. Proletarya
Proletarya sınıfına dâhil olan İranlı göçmenler Denizli’de sanayi, inşaat ve
hizmetler sektöründe, meslek ve vasıflarıyla uyuşmayan işlerde, çalışma izni
verilmemesinden ötürü kayıtdışı çalışmaktadırlar. Hem yanıtlayıcıların
çalıştıkları sektörler arasında hem de sektörlerin kendi içlerindeki işkollarında
geçişlilik yoğun, dolayısıyla işgücü devir oranları çok yüksektir.
Çalışma alanları daha yakından incelenecek olursa öncelikle endüstriyel
üretimde, tekstil, gıda ve mobilya sektöründe çalışıldığı görülmektedir.
Denizli’de önemli bir sanayi kolu olan tekstil sektörü, bu işkolları içinde
İranlıların ağırlıklı olarak çalıştıkları bir alandır (Topateş vd., 2018: 229).
Çevresel Fordizm koşullarında enformel vasıfsız işlerin önemli bir bölümünün,
ucuz işgücü kaynağı olan İranlılarca yapıldığı ortaya çıkmaktadır. Bununla
beraber montaj hattı ve üretim bandı gibi Fordizm unsurlarının ve
nümerik/bilgisayarlı kontrol gibi Postfordist üretim tekniklerinin eksikliği, adeta
Sanayi Devriminin arkaik çalışma koşullarının Denizli’de tekstil sektöründe
sürdüğünü ve bu üretim rejiminin, Edwards’ın (1979, 1984) emek denetimi
sınıflandırmasında yer alan basit denetim kategorisine denk geldiğini
göstermektedir (Topateş vd., 2018: 232). Yanıtlayıcılar yoğun bir denetim
baskısı altında çalışmaktadırlar. Taher’in “Tekstilde makine gibi çalışırsın”
biçimindeki ifadesi, yabancılaşmanın ve basit emek denetiminin boyutlarını son
derece güçlü bir biçimde yansıtmaktadır. Zaten sömürülenlerin emek faaliyetine
el koyma, çoğunlukla, özellikle emek süreci içinde; şeflik, gözetim, tehditler vs.
gibi şekillerdeki dolaysız tabiiyet biçimlerini gerektirir (Wright, 2014: 42).
Yerli işçilerin yaklaşık yarısı oranındaki ücretlere razı olmak zorunda kalan
İranlı mülteciler, kentsel işgücü piyasasının yedek emek rezervinin önemli bir
kısmını oluşturmaktadır (Topateş vd., 2018: 239). Bu durum ilgili işyerlerinde
işgücü devir oranlarını da artırmaktadır. Bilindiği gibi işgücü piyasalarında
yedek emek rezervinin temel işlevi ücretler genel düzeyinin düşmesinin
ekonomi-politik koşullarını yeniden üretmesidir. Bu gerçeklik işyerinde yoğun
bir sömürü rejimi oluşturmaktadır. Sömürü, nihai olarak tahakküm olgusuyla,
bir kimsenin faaliyetlerinin bir başkası tarafından yönetildiği ve denetim altına
alındığı toplumsal ilişkilerle bağlantılıdır. İşverenler tarafından uygulanan
işçileri işe alıp işten çıkarma gücü bu tür bir tahakküm biçiminin en berrak
örneğidir (Wright, 2014: 42).
İşyerindeki yoğun sömürü koşullarının varlığına rağmen sınıf çıkarlarını
koruyacak stratejilerin, yoğun denetim pratikleriyle işveren tarafından
bastırıldığı ortaya çıkmıştır. Ayrıca yerli işçilerin İranlı mültecileri geçici olarak
220 TOPATEŞ-DURMA-TOPATEŞ

görmeleri nedeniyle hak arama mücadelelerini İranlı işçileri kullanarak


yürütmeye çalıştıkları ortaya çıkmıştır:
Ahmad: “Bizim çalışanlar da bir şey isteyecekleri zaman git
patrona sen söyle diyorlar. Ben yabancıyım diyorum, Türkçem iyi
değil ki, siz söyleyin diyorum, kendileri konuşamıyorlar.”
Parvaneh: “Mesela Türkler kendi haklarını aramıyorlar. İşte
patrona bir şey söyleyemiyorlar, bize diyorlar ki siz söyleyin. Biz
diyoruz biz gidiciyiz, bir iki yıl sonra gidecez kendiniz konuşsanıza,
ama yok. Mesela saat için yemek için mesai için hiç kendileri
konuşmuyor.”
Burada Türk işçilerin, kendilerinden daha dezavantajlı durumda olan
göçmen işçiler üzerinden, dolayımlanmış, “deforme edilmiş” bir sınıf
mücadelesi pratiği ürettikleri görülmektedir. Böylece sınıf mücadelesini
yürütmenin risklerini minimize etmektedirler.
Hizmetler sektöründe saptanan gelir getirici etkinlikler ise garsonluk,
bulaşıkçılık, aşçılık, temizlikçilik, hamallık, komilik, oto yıkamacılık olmak
üzere 7 farklı koldan oluşmaktadır (Topateş vd., 2018: 233). Bu noktada önemli
bir bulgu, dil öğrenmenin mültecileri sanayiden hizmetler sektörüne taşıyarak
görece daha kabul edilebilir koşullarda istihdam edilmelerini sağlamasıdır.
Türkçe öğrenilmesi sayesinde Türkiye’deki bekleme sürecinde ülke koşullarına
ayak uydurabilme, mücadele edebilme kapasitesine ve en önemlisi de dikey
sınıfsal hareketlilik imkânına sahip olunduğu bulgusuna ulaşılmıştır. Nitekim alt
sınıf, toplumsal hareketlilik olgusuyla ilişkiseldir (Bauman, 1999: 97). Bu
anlamda alt sınıfa mensup bireylerin içinde yer aldıkları sınıfsal koşullardan
kurtularak toplumsal tabakalar arasında sosyal hareketliliğin sağladığı belirli
avantajları kullanıp üst sınıflara yükselebilme olasılıkları bulunmaktadır.
Göçmen emeğine dair bulgular değerlendirildiğinde Wallerstein’ın (2016:
37-38) belirttiği, işverenlerin tarihsel olarak işçi tercihlerini her zaman yarı-
proleterleşmiş hanelerden devşirmeye dair bir yönelime sahip oldukları gerçeği
bir kez daha doğrulanmaktadır. Bunun temel nedeni, ücretler genel düzeyinin
aşağıya doğru çekilebilmesinin en elverişli yolunun sendikal bilince sahip
olmayan yarı-proleter hanelerde bulunmasıdır (2016: 37-38). İşçi sınıfının yarı-
proleter olma düzeyinde arada kalma halinin artı-değer üretiminin maksimize
edilmesinin en elverişli koşullarını yaratması, geçici, kayıtdışı, muğlak ve
yüzergezer bir emek kitlesi halinde bulunan göçmen emeği kullanımı
gerçekliğiyle birlikte düşünüldüğünde; göçmen işçilerin tabakalı işgücü
piyasasının en altında yer aldıkları yeni bir istihdam modelinin elverişli hale
Denizli Kentinde Yaşayan İranlı Göçmenlerin Sınıfsal Konumlarının Analizi 221

getirildiği görünür olacaktır. Dolayısıyla tıpkı geçmişte İrlandalı göçmen


işgücünün İngiliz kapitalizmini, girdiği istikrarsızlık koşullarından
kurtarmasında olduğu gibi, Türkiye’de günümüzde göçmen işçilerin kayıtdışı
bir işlevsellik içinde işgücü piyasalarına dâhil edilmesi, ülkedeki sendikalı
işçilerin Fordist dönemin mirası olan fakat günümüz Postfordist üretim
usulleriyle giderek aşındırılan sosyal hak ve güvenceleri için de ciddi bir tehdit
niteliğindedir.
1.1.4. Sınıfaltı
Sınıfdışı 40 olgusu sosyal hareketliliğin ortadan kalktığı bir toplumsallığı
anlatmaktadır (Bauman, 1999: 97).
“Sınıfdışı terimi herkesi kuşatıcı ve kapsayıcı olmayan, parçalarının
toplamından daha küçük olan bir toplumun betimlemesine aittir. ‘Sınıfdışı’
sınıfların ötesinde ve hiyerarşinin dışında, ne yeniden içeri alınma şansı ne
de zorunluluğu olan insanlardan oluşan bir sınıf görüntüsünü çağrıştırır;
diğer insanların yaşamlarına hiçbir faydalı katkısı olmayan ve genel olarak
ıslah edilemez, herhangi bir rolü olmayan insanlar”dır (Bauman, 1999: 97-
98).
Bir başka tanıma göre sınıfaltı “ekonomik, politik ve sosyal olarak
toplumun geri kalanından marjinalleştirilen, sosyal hiyerarşinin en altındakileri
tarif eder” (Bilton vd., 2009: 110). Bunun yanı sıra sınıfaltı “…temel eğitimin
ve kalıcı istihdam ilişkilerinin dışında kalmak suretiyle” toplumun genelinden
dışlanan ve “yoksulluğun uç sınırlarında yaşayan bireyleri tanımlar” (Wright ve
Rogers, 2009: 2).
Bu bilgileri doğrulayacak biçimde, araştırma örneklemimizde yer alan
sınıfaltı kategorisi, seks işçiliği, uyuşturucu satıcılığı gibi suç endüstrisinde ve
yeraltı ekonomisinde, gelir getirici etkinliklerde yer alan ve üretim ilişkilerine
dâhil olamayan yanıtlayıcıları kapsamaktadır. Araştırma kapsamındaki kimi
anlatılarda, İranlı trans kadınların masaj salonu ya da pavyon gibi mekânlarda
fuhuş sektöründe çalıştıkları bilgisine erişilmiştir. Yasadışı işlerle uğraşan
sınıfaltı kategorisinin İranlılara dair kentte bazı kalıpyargılar oluşturması ve
İranlı göçmenlerin Denizli’de hizmetler sektöründen kriminal faaliyetlere
uzanan geniş bir yelpazede çeşitli gelir getirici etkinliklerde bulunmaları, bazı
yanıtlayıcıların anlatılarından elde edilen ortak bulgular olmuştur (Topateş vd.,
2018: 234-235).

40
Literatürde sınıfdışı, çoklukla sınıfaltı kavramıyla aynı ya da yakın anlamda kullanılmaktadır.
Araştırmanın bu bölümünde her iki kavram aynı toplumsal gerçekliği yansıtmaları nedeniyle
birbirinden farklılaşmayacak içimde kullanılmıştır.
222 TOPATEŞ-DURMA-TOPATEŞ

Sınıfsal bulgular genel olarak değerlendirildiğinde, dört kategorideki


yanıtlayıcıların da sınıf bilincine sahip olmadıkları ortaya çıkmıştır. Bu
durumun, doğrudan göçmen olma halinden kaynaklandığı, bu anlamda
sığınmacılık/mültecilik statüsünün, bireyleri vatandaşlık haklarından
uzaklaştırarak, sınıfsal çıkarlarını savunmaktan alıkoyduğu düşünülmektedir.
Gerçekten de etnik, dinsel etmenler sınıf çıkarını bölen, zayıflatan öğeler olarak
değerlendirilmektedir. Nesnel sınıf çıkarını belirleyen olgu, sınıf yapısıdır. Sınıf
bilincini de içeren sınıf kapasitesi, proletaryanın nesnel sınıf çıkarlarına uygun
olan kapasitesinin tanımıdır (Öngen, 1996: 229-242). Bu açıklamalara koşut
olarak yanıtlayıcıların anlatılarında sınıf bilincinin varlığına dair verilere
rastlanmamıştır. Bununla birlikte, “açık seçik sınıfsal “söylemlerin” olmaması
sınıfsal gerçekliklerin de olmadığını ve bu gerçekliklerin “güç alanına” giren
insanların yaşam koşullarının ve bilinçlerinin bu gerçekliklerden etkilenerek
biçimlenmediğini göstermez” (Wood, 1992: 115).
Sınıf bilincinin oluşmasını etkileyen faktörlerden biri, İranlı göçmenlerin
tüketim toplumu davranış kalıplarına uygun bir habitusu deneyimlemeye
yönelik gündelik yaşam pratiklerine odaklanmalarıdır. Alışveriş merkezlerinde
yoğun bir biçimde gözlenen bu pratikler esasen günümüz küresel toplumunun
homojenleşen birey davranışlarına dair bir yönelişin de izlerini taşımaktadır. Bu
noktada küreselleşme zamanlarının toplumsal alana kültürel yansımalarını
McDonaldlaştırma kavramıyla tanımlayan Ritzer’in şu ifadeleri açıklayıcı
olacaktır:
“Alışveriş merkezleri ve McDonaldlaştırılmış zincirler birbirlerine çok
güzel uyuyorlar. Bir yanda alışveriş merkezleri bu tür zincirler için
öngörülebilir, benzer ve kârlı bir alan sağlıyor. Yeni bir alışveriş merkezi
yapıldığında zincirler bu merkezin içinde yer almak için kuyruğa giriyor.
Öte yanda zincirler olmasa birçok alışveriş merkezinde çok sayıda dükkân
boş kalır ve bu merkezler varlığını sürdüremez. Hızlı araba çağının
eşzamanlı ürünleri, alışveriş merkezleri ve zincirler birbirlerini besliyor,
McDonaldlaştırmayı ilerletiyor” (2011: 62-63).

Sonuç
1979 yılından sonra İran, kitlesel düzlemde göç veren ülkelerden biri haline
gelmiş, rejim karşıtları, azınlıklar, egemen dini inanca mensup olmayanlar, hak
ve özgürlükleri çeşitli ölçülerde kısıtlananlar sığınma talebinde bulunanlar
arasına girmiştir. Türkiye bu süreçte önemli bir transit ülke haline gelmiş olup
halen İranlı mültecilerin bekleme istasyonu olmaya devam etmektedir.
Denizli Kentinde Yaşayan İranlı Göçmenlerin Sınıfsal Konumlarının Analizi 223

Türkiye’de uydu kentlerden biri olan ve geniş bir emek yoğun sanayiye
sahip olmasıyla İranlıların yöneldiği Denizli kentinde mültecilerin çok geniş bir
altkültür oluşturdukları ve İran’daki sınıfsal ve etnik tabakalaşmayı kente
taşıdıkları görülmektedir. Bu bağlamda göçmen aristokrasisi, orta sınıf,
proletarya ve sınıfaltı olarak kategorilere ayrılan bir sınıf kompozisyonu
bulgulanmıştır.
Göçmen aristokrasisi, göçmenlik zamanının bekleme süresini dolduran ve
İran’daki ailelerinin desteği ya da kişisel birikimleriyle geçinen ve çoğunluğu
Bahai inancına mensup olan bir kategoriyken; orta sınıf olarak nitelendirilen
İranlılar, her an proleterleşme tehdidi altında olan ve grafikerlik, yazılımcılık
gibi işleri kendi hesaplarına yürütenler bireylerden oluşmaktadır.
Proletarya sınıfına dâhil olan İranlıların ise, tabakalı işgücü piyasasının en
altında yeni bir tabaka oluşturdukları ortaya çıkmaktadır. İranlıların Türklere
göre daha düşük ücretlerle, kayıtdışı, eğreti istihdam biçimlerini
deneyimlemeleri, ikili işgücü piyasasının boyutlarını aşarak üçlü bir işgücü
piyasasını oluşturmakta ve mültecileri bu yeni işgücü piyasasının en alt
konumlarına itmektedir (Topateş vd., 2018: 241). “Yedek emek rezervinin en
yedeği” olan ve LGBT, siyasi suçlu, ataerkil şiddet mağduru, farklı dini
inançlara sahip olmak gibi nedenlerle mülteci durumunda olan İranlıların
vatandaşlık haklarından yoksun bulunmaları, işverenlerce tercih edilmelerine
yol açmıştır. ABD’de iktidara gelen Trump’ın izlediği politikalar sonucunda,
göçmen işgücü olarak Türkiye’de kalıcılaştıkça, emek sömürüsü koşulları
kendileri için normalleşme pratiğine dönüşmektedir. Zaten yeni kapitalizm
çalışmanın zamanının düzenlenmesine yönelik yeni biçimleri üretirken
(Sennett, 1998: 21) bir yandan da toplumsal ilişkileri ve çalışma ilişkilerini kısa
vadeli bir forma dönüştürerek bireylerde karakter aşınmasına yol açmaktadır
(1998: 26). Sınıfaltına dâhil olan İranlı mülteciler ise, Sanayi Devrimi
koşullarını anıştıran çalışma ilişkilerine dahi dâhil olamamaktadır. Bu
kesimlerin Kürt, Azeri, Lur gibi farklı etnik kökenlere ve Farslardan daha düşük
bir eğitim düzeyine sahip olmaları dikkat çekicidir.
İranlı mültecilerin toplumsal konumlarına içkinleşen sınıfsal tabakalaşmada
yer alan tüm göçmenleri birbirine eşitleyen gerçeklik, belirsizliktir. Bauman
(2014: 127) da bireyin sıvılaşan bir modernizm döneminde “belirsizlikler”,
“güvencesizlikler” ve güçsüzlükler” içeren bir toplumsal alana mahkûm
kalmaya başladığını dile getirmektedir. Küreselleşme zamanının dünya
coğrafyasının değişen sosyal kompozisyonlarının dramatik bir göstergesi olan
224 TOPATEŞ-DURMA-TOPATEŞ

göçmenler, Bauman’ın toplumsal yapıların değişimini kavramsallaştırdığı


sıvılaşan modernizm olgusunun yansıması konumundadırlar.
Araştırma bulgularına göre Denizli’de kentsel yaşama kozmopolitizm katan
İranlı sığınmacı ve mültecilerin sınıf kategorileri bütünüyle sabit değildir.
Tabakalar arasında geçişkenlikler bulunması, göçmenlerin göçmenlik yaşamına
karşı geliştirdikleri mücadele pratiklerindeki başarılarının sonucudur. Bununla
birlikte en geniş sosyal sınıfın proletaryadan oluşması, işgücü piyasalarının
tabakalı yapısını yeniden üretirken, esnek üretim rejiminin enformel bir
işgücünü kâr hadlerini artıracak oranda işlevsel bir biçimde kullandığını
göstermektedir (Topateş vd., 2018: 241). Bu durum postmodernizm çağında göç
olgusunun çalışma ilişkileriyle ne oranda iç içe geçtiğinin de sosyolojik
haritasını verir. Küreselleşme çağının güç ilişkilerinin içerdiği geçicilik ve
muğlaklık göç olgusunun arafını temsil etmektedir.

Kaynakça
Banks, R. F. (1968). The Pattern of Collective Bargaining. Industrial Relations:
Contemporary Problems and Perspectives. (Editör Benjamin C. Roberts).
London: Methuen & Co. 92-153.
Bauman, Z. (2014). Modernite, Kapitalizm, Sosyalizm. İstanbul: Say Yayınları.
Bauman, Z. (1999). Çalışma, Tüketicilik ve Yeni Yoksullar. İstanbul: Sarmal
Yayınevi.
Beck, U. (1992). Risk Society: Towards a New Modernity. London: SAGE
Publications.
Bilton, T., Bonnett K., Jones, P., Lawson, T., Skinner, D., Stanworth, M.,
Webster, A., Bradbury, L., Stanyer, J. ve Stephends, P. (2009). Sosyoloji.
Ankara: Siyasal Kitabevi.
Birleşmiş Milletler Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Sözleşme.
[http://www.danistay.gov.tr/upload/multecilerin_hukuki_durumuna_dair_soz
lesme.pdf]. (Erişim 3 Haziran 2018).
Bottomore, T. B. (1977). Toplumbilim. Ankara: Doğan Yayınevi.
DeVault, I. A. (1995). Sons and Daughters of Labor. New York: Cornell
University Press.
Durmaz, N., Topateş, H. ve Kalfa-Topateş, A. (2017). İşçi Sağlığı ve İş
Güvenliği Açısından Denizli İlindeki İranlı Göçmenlerin Çalışma
Denizli Kentinde Yaşayan İranlı Göçmenlerin Sınıfsal Konumlarının Analizi 225

Deneyimleri. Mesleki Sağlık ve Güvenlik Dergisi. Nisan-Mayıs-Haziran,


(64). 37-43.
Edwards, R. (1984). Forms of Control in the Labor Process: An Historical
Analysis. Critical Studies in Organization and Bureaucracy. (Derleyenler
Frank Fischer ve Carmen Sirianni). Philadelphia: Temple University Press.
86-119.
Edwards, R. (1979). Contested Terrain. New York: Basic Books.
Elliot, A. (2017). Çağdaş Sosyal Teoriye Giriş. Ankara: Dipnot Yayınları.
Fişek, K. (2012). Yönetim. Ankara: Kilit Yayınları.
Giddens, A. (1983). The Class Structure of the Advanced Societies. Hutchinson:
Hutchinson University Press.
Hobsbawm, E. (2005). Sanayi ve İmparatorluk. Ankara: Dost Kitabevi.
Hondagneu-Sotelo, P. (2003). Gender and Immigration: A Retrospective and
Introduction. Gender and US Immigration, Contemporary Trends.
(Derleyen: Pierette Hondaneu-Sotele). California: University of California
Press. 3-20.
Huberman, L. (2007). Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla. İstanbul: İletişim
Yayınları.
Işıklı, A. (1995). Sendikacılık ve Siyaset. Ankara: Öteki Yayınevi.
Lefebvre, H. (2017). Gündelik Hayatın Eleştirisi-1. Cilt. İstanbul: Sel
Yayıncılık.
Mandel, E. (2008). Marksist Ekonomi El Kitabı. İstanbul: Özgür Üniversite
Yayınları.
Marx, K. (2009). Kapital. Ankara: Sol Yayınları.
Öngen, T. (1996). Prometheus’un Sönmeyen Ateşi-Günümüzde İşçi Sınıfı.
İstanbul: Alan Yayıncılık.
Ritzer, G. (2011). Toplumun McDonaldlaştırılması. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Scase, R. (2000). Sınıf: Yöneticiler, Mavi ve Beyaz Yakalılar. Ankara: Rastlantı
Yayınları.
Sennett, R. (2015). Yeni Kapitalizmin Kültürü. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Sennett, R. (1998). Karakter Aşınması. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Standing, G. (2015). Prekarya: Yeni Tehlikeli Sınıf. İstanbul: İletişim Yayınları.
226 TOPATEŞ-DURMA-TOPATEŞ

Topateş, H., Durmaz, N. ve Kalfa-Topateş, A. (2018). Denizli Kentindeki İranlı


Göçmen Altkültürü ve Çalışma Yaşamı: Bir “Araf” Deneyimi. Gürhan
Fişek’in İzinde Ortak Emek ve Ortak Eylem, (Derleyenler: Emirali
Karadoğan vd.). Ankara: Siyasal Kitabevi. 215-246.
Topateş, H., Durmaz, N. ve Kalfa-Topateş, A. (2017). Denizli Kentinde
Yaşayan İranlı Sığınmacı ve Mülteci Topluluğunun Sınıfsal Yapısı. 15.
Ulusal Sosyal Bilimler Kongresi Bildiri Özet Kitabı. 61-62.
Wallerstein, I. (2016). Tarihsel Kapitalizm. İstanbul: Metis Yayınları,
Genişletilmiş 7. Basım.
Williamson, J. B. ve Pampel, F. C. (1993). Old-Age Security in Comparative
Perspective. New York: Oxford University Press.
Wright, E. O. (2016). Sınıflar. Ankara: Notabene Yayınları.
Wright, E. O. (2014). Neo-Marksist Sınıf Analizinin Esasları, Sınıf Analizine
Yaklaşımlar (Editör: Erik Olin Wright). Ankara: Notabene Yayınları.
Wright, E. O. ve Rogers, J. (2009). American Society: How it Actually Works.
[https://www.ssc.wisc.edu/~wright/ContemporaryAmericanSociety/Chapter
%2011%20--%20class%20--%20Norton%20August.pdf] (Erişim: 5 Haziran
2018).
Wood, E. M. (1992). Sınıftan Kaçış: Yeni Hakiki Sosyalizm. İstanbul: Akış
Yayıncılık.
DENİZLİ İŞGÜCÜ PİYASASINDA ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİ 41

Nagihan DURUSOY ÖZTEPE 42


Giriş
Günümüzde ülkelerin önemli bir kısmında eğitimde devlet destekleri
azalırken, bu boşluğu dolduracak mekanizmaların neler olacağı konusu henüz
tam anlamıyla açıklığa kavuşturulmamıştır. Bir yanda artan yaşam ve eğitim
maliyetleri, diğer yanda aile ve devlet desteklerinin yoksunluğu nedeniyle
birçok genç eğitim hayatlarına devam ederken kendisini çalışma yaşamının
içinde bulmaktadır. Bu çalışma, Denizli’de üniversite öğrencilerinin çalışma
deneyimlerini ayrıntılı niteliksel mülakatlarla analiz etmeyi amaçlamaktadır.
Çalışma, Denizli’de üniversite öğrencilerinin çalışma kararı ve yoğunluğunu
etkileyen etmenlerin açıklığa kavuşturulması, öğrencilerinin çalışma koşullarını,
iş ve okul yaşamını nasıl uyumlaştırdıklarını, ücretli bir işte çalışmanın okul
başarısına etkisi gibi konuları analiz etmeyi amaçlamaktadır.
Öğrencileri işgücü piyasasına iten nedenler çok boyutlu olabilmektedir. Bu
nedenleri kavramlaştırırken aile ve devlet desteklerinden, işgücü piyasasındaki
değişimlere ve öğrencilerin kendi istek ve beklentilerine kadar öğrenci
istihdamını etkileyebilecek çeşitli eksenleri birlikte ele almak gerekmektedir.
Bunların en önemlisi eğitim hayatını finanse edecek maddi kaynak yetersizliği
ve hane yoksulluğudur. Özellikle devletin eğitim gibi refah devleti
hizmetlerinde sınırlı müdahalesi ve desteğinin olması, buna ek olarak eğitim ve
yaşam maliyetlerinin giderek artması birçok öğrenciyi kentsel işgücü
piyasasının yeni aktörleri olarak çalışma hayatına itmektedir. Bununla birlikte
atipik çalışma şekillerinin yükselişi, gençleri, emek piyasasının giderek
büyüyen gri bir alanı olarak güvencesiz istihdamın önemli gruplarından biri
haline getirmiştir. Öğrenciler, işgücü piyasasında gerek düşük ücret ve
sigortasız çalıştırılmaya razı oldukları, gerekse esnek çalışma saatlerine uyum
gösterebildikleri için işverenler tarafından da sıklıkla tercih edilmektedir. Bu
anlamda öğrenciler, uzun çalışma saatleri, düşük ücretler ve sınırlı yasal haklar
gibi eğreti istihdamın tüm tanımlayıcı özelliklerini deneyimlemektedirler.

41
Bu çalışma, Pamukkale Üniversitesi, Bilimsel Araştırma Projeleri (BAP) Birimi tarafından
2017HZDP023 nolu Proje ile desteklenmiştir.
42
Dr. Öğr. Üyesi, Pamukkale Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Çalışma
Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü, ndurusoy@pau.edu.tr.
228 ÖZTEPE

Çalışmada, Denizli’de çalışma yaşamına giren üniversite öğrencilerinin


çalışma kararı ve yoğunluğunu etkileyen etmenlerin açıklığa kavuşturulması;
çalışmanın akademik başarıya etkisi ve iş-okul yaşamı uyumunun açıklığa
kavuşturulması amacıyla üniversitede okuyan ve aynı zamanda işgücü
piyasasına giren 30 üniversite öğrencisi ile derinlemesine görüşmeler
yapılmıştır. Konuya işgücü talebi açısından bakabilmek adına, üniversite
öğrencisi istihdam eden 10 işverenle de derinlemesine görüşme yapılmıştır.
Saha çalışması sonucunda, öğrencilerin önemli bir kısmının maddi kaynak
yetersizliği nedeniyle çalışmayı tercih ettikleri; ancak bu faktörün tek ve genel
geçer bir nitelik taşımadığı; öğrenci istihdamının nedenlerinin çok boyutlu
olabileceği bulgulanmıştır. Bununla birlikte öğrencilerinin daha çok kafe,
restoran gibi hizmet sektörü işlerinde çalıştıkları; saatlik ücretlerinin çok düşük,
çalışma sürelerinin ise “kısmi süreli” çalışma tanımına uymayacak derecede
“uzun” olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca sosyal sigorta gerek öğrenciler
tarafından, gerekse öğrenci istihdam eden işverenler açısından talep edilebilir
bir hak olarak görülmemektedir.
1. Kuramsal Çerçeve: Öğrencilerin Çalışma Yaşamına Girmesinin
Belirleyicileri
Öğrenci istihdamı tüm dünyada giderek artmaktadır. Ancak öğrenci
emeğinin arkasında yatan nedenlerin Devletin değişen rolü ve işgücü
piyasasının koşullarından mı yoksa öğrencilerin öznel taleplerinden ve
ihtiyaçlarından mı kaynaklandığı sorusu oldukça tartışmalıdır. Öğrenci
istihdamını konu edinen yazında, öğrenci emeğinin artışı konusunda makul bir
fikir birliğine rastlanırken, bu durumun nedenlerini oluşturabilecek faktörler
konusunda farklı görüşler mevcuttur.
Öğrencilerin istihdama katılmalarının temel ve en yaygın nedenlerinden
biri eğitim ve yaşam maliyetlerini finanse edecek kaynakların yetersizliğidir
(Lucas ve Lammont 1998; Brennan ve ark., 2005; King 2003; Roshchin ve
Rudakov, 2017). Bu anlamda eğitimin, başta Devlet olmak üzere çeşitli
kaynaklarla desteklenmesi beklenmektedir. 20. yüzyılın son çeyreğine kadar
Devletin temel refah hizmetlerini sağlama işlevi küresel düzeyde hâkim olan
Neoliberal politikalarla ciddi şekilde gerilemiştir. Özellikle devletin eğitim,
sağlık, sosyal koruma gibi refah devleti hizmetlerinde sınırlı müdahalesi ve
desteğinin olması, bireylerin kendi refahlarını piyasadan temin etmeleri
konusunda belirleyici olmuştur.
Denizli İşgücü Piyasasında Üniversite Öğrencileri 229

Grafik 1.OECD Ülkelerinde Yükseköğretim Harcamalarının Dağılımı, 2014


120

100

80

60

40

20

ÖZEL KAMU

Kaynak: OECD, https://data.oecd.org/eduresource/spending-on-tertiary-education.htm,


(Erişim Tarihi:22.03.2018)
OECD ülkelerinde yükseköğretime yapılan tüm harcamalar içinde kamu
harcamalarının payı hala yüksek olmakla birlikte, daha liberal ekonomi
geleneğine sahip İngiltere, Amerika, Avustralya, Kanada gibi ülkelerde kamu
eğitim harcamalarının gerilediği; yükseköğrenimde birey ve aile destekleri ile
özel işletme ve kar amacı gütmeyen kuruluşların desteklerini içeren özel
finansman kaynaklarının giderek artış gösterdiği görülmektedir. Bu duruma
paralel bir şekilde, yükseköğretimde kamu desteklerinin az olduğu ülkelerde
öğrenci istihdamı da yüksek oranlarda gerçekleşmektedir. Avustralya öğrenci
istihdamının en yoğun olduğu ülkelerden biridir. Avustralya’da yapılan bir
araştırmaya göre, tam zamanlı eğitim gören lisans öğrencilerinin %70,6’sı,
yüksek lisans öğrencilerinin ise ortalama %76,45’i bir eğitim dönemi boyunca
ücretli bir işte çalışmaktadır 43(James ve ark., 2007). Benzer bir çalışmayı 2002
yılında Amerika’da gerçekleştiren Kingve Bannon, Amerika’da öğrencilerin
%74’ünün tam zamanlı işlerde çalıştığını; tam zamanlı işlerde haftada 25 saat
ve üzeri çalışan öğrencilerin %63’ünün ise çalışmadıkları takdirde eğitimlerine
devam edemeyeceklerini bulgulamışlardır (King ve Bannon; 2002: 3). Bu
anlamda, ülkelerin çoğunda yükseköğrenim ücretlerinin fazla oluşu ve Devletin

43
James ve ark.,(2007), yüksek lisans araştırma öğrencilerinin %79,2’si, yüksek lisans ders
öğrencilerinin ise %73,7’sinin çalıştığını bulgulamıştır. Yukarıda verilen oran her ikisinin
ortalamasını ifade etmektedir.
230 ÖZTEPE

öğrencilere dönük gelir transferlerinin yeterli olmaması nedeniyle birçok


öğrenci eğitim maliyetlerini karşılamak amacıyla işgücü piyasasına girmektedir.
Burada açıklığa kavuşturulması gereken hususlardan bir diğeri ise kamu
eğitim harcamalarının içeriğidir. Kamu eğitim harcamaları, eğitim gören
bireyler ile eğitim ile ilgili hizmet veren eğitim bakanlığı ve diğer bakanlıklar,
yerel ve bölgesel yönetimler ve diğer kamu kurumları dâhil olmak üzere tüm
eğitim kurumlarına yapılan kamu sübvansiyonlarını ve aynı zamanda eğitim
kurumlarına yapılan doğrudan yatırımları içermektedir (OECD, 2018). Başta
eğitim öğretim hizmetleri, eğitim kurumları ve eğitim materyallerine yapılan
harcamalar olmak üzere, eğitim kurumlarında gerçekleştirilen araştırma ve
geliştirme faaliyetleri ile öğretim faaliyetleri dışında kalan yemek, ulaşım,
barınma gibi eğitim hizmetlerinin tümü kamu eğitim harcamalarına dâhil
edilmektedir. Bu anlamda oldukça geniş bir içeriğe sahip Kamu eğitim
harcamalarının, öğrencilerin çalışma kararı üzerinde ne derece etkili olduğu, bu
harcamaların öğrencilerin temel ve gündelik yaşam masraflarını ne derece
sübvanse ettiği ile yakından ilgilidir. Günümüzde kamu eğitim harcamalarının
yüksek seviyelerde gerçekleştiği ülkelerde dahi öğrencilerin artan oranlarda
işgücü piyasasına girmesinde, devlet desteklerinin yönü ve derecesi belirleyici
olabilmektedir. Eurostudent tarafından 2018 yılında yayımlanan “Avrupa’da
Öğrencilerin Sosyo-Ekonomik Durumu” adlı raporda, öğrenci aylık gelirinin
%34’ü kendi kazançlarından, %47’si aileden, %14’ü Devletten, %5’i ise diğer
kaynaklardan oluşmaktadır. Avrupa ülkelerinde yükseköğretim öğrencilerinin
istihdama katılma oranı ortalama %51 (Eurostudent, 2018) ile Liberal refah
devleti ülkelerinden daha düşük seviyelerde gerçekleşiyor olmasına rağmen, bu
ülkelerde de devletin öğrencilere katkısı öğrencilerin tüm finansman
kaynaklarının oldukça küçük bir kısmını oluşturmaktadır. Aynı raporda,
yalnızca Danimarka’da devlet destekleri toplam öğrenci gelirinin %50’sinden
fazlasını oluştururken (%52); Estonya, Malta, İsviçre, İzlanda, Slovenya,
Avusturya ve Norveç gibi ülkelerde öğrencilerin çalışarak elde ettikleri gelir
toplam gelirlerinin önemli bir kısmını oluşturmaktadır. Sırbistan, Portekiz,
Hırvatistan, Romanya, İrlanda, Türkiye, Slovakya, Almanya, Fransa, Çek
Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya gibi ülkelerde ise öğrencilerin temel
finansman kaynağını aileden alınan destekler oluşturmaktadır (Eurostudent,
2011: 158-160). Bu veriler ışığında, Kamu eğitim harcamalarının seviyesi ile
öğrencilerin işgücü piyasasına girmesi arasındaki beklenen ters yönlü ilişkinin
olmadığını gözlemlemek mümkündür. Bu durumun iki nedenden
kaynaklanabileceği düşünülmektedir. İlki, Kamu eğitim harcamalarının yönü
belirlenirken, öğrencinin yaşam maliyetlerini karşılama da doğrudan öneme
Denizli İşgücü Piyasasında Üniversite Öğrencileri 231

sahip olan gelir transferlerinin miktarının düşük tutulması ve diğer eğitim


yatırımlarına öncelik verilmesidir. İkinci olarak, Kamu eğitim harcamalarının
yüksek olduğu ülkelerde, öğrencilerin çalışma hayatına artan oranlarda
girmesinin arkasında, ekonomik kaygılardan ziyade “iş deneyimi” gibi ek bir
takım donanımlara sahip olma isteğinin olmasıdır.
Öğrencilerin istihdama katılma konusundaki motivasyonunu etkileyen
faktörleri araştıran bir dizi çalışmanın bulguları da yukarıda bahsedilen durumu
destekler niteliktedir. Özellikle işgücü piyasası tarafından talep edilen gerekli iş
tecrübesini sağlayabilmek ve gelecekte iş bulmalarına yardımcı olacak bir
sosyal ağ oluşturmak, öğrencilik döneminde çalışmayı tercih edilir hale
getirmektedir. Roshchin ve Rudakov (2017), bu durumumun üniversitelerin
eğitim kalitesi ve standardı arasındaki farklardan kaynaklandığını ileri
sürmektedir. Buna göre, iyi bir üniversite mezunu olmayan öğrenciler işgücü
piyasasında iyi üniversite mezunu diğerleri ile rekabet edebilmek ve aradaki
açığı kapatabilmek için “iş deneyimi” gibi ek bir donanıma ihtiyaç
duymaktadırlar. Bu ek donanımın, ilerde öğrencilerin istihdam edilebilirliğini
arttırdığı düşünülmektedir.
Bununla birlikte yüksek yaşam ve tüketim standartlarını korumak için
çalışma yaşamına giren öğrencilerin olduğunu ortaya koyan çalışmalar da
mevcuttur. Beerkens ve arkadaşlarının 2011 yılında Estonya’da yaptıkları
çalışmada, öğrenci istihdamının yalnızca sosyo ekonomik durumları daha düşük
ailelerden gelen öğrenciler arasında değil, aynı zamanda varlıklı ailelerden
gelen öğrenciler arasında da oldukça yaygın olduğu bulgulanmıştır (Beerkens,
Mägi ve Lill, 2011). Öğrencilerin çalışmayı, borçlanmanın alternatifi ya da boş
zamanı geçirmenin bir aracı olarak gördüğü çalışmalarda mevcuttur (Barke
vd., 2000, Mercer, 2016).
Gençlerin işgücü piyasasına girmesinde ekonomik nedenler ve kişisel
beklentiler, kuşkusuz, önemli olmakla birlikte, bu süreci hızlandıran yapısal ve
kurumsal faktörlerin etkisi görmezden gelmek mümkün değildir. Son otuz yılda
atipik çalışma şekillerinin artışıyla birlikte, işin doğasında ve emek piyasasının
yapısında ciddi değişimler yaşanmıştır. Tam zamanlı, sürekli ve güvenceli
işlerin zamanla kısmi süreli ve geçici işlere doğru evrilmesi işgücü piyasasını
öğrencilere açık hale getirmiştir (Lucas ve Lammont, 1998). Bu anlamda
öğrenciler giderek artan oranlarda işgücü piyasasının eğreti işlerinde
yoğunlaşmaktadır. İşgücü piyasasındaki yapısal değişikliklerin yanı sıra, derse
giriş esnekliği ve ders süresi ile kampüsün konumu ve kampüse ulaşım koşulları
gibi kurumsal faktörlerin de öğrencilerin işgücü piyasasına girme kararında ve
232 ÖZTEPE

çalışma yoğunluğunu belirleme konusunda belirleyici olduğunu bulgulayan


çalışmalar da bulunmaktadır (Burston, 2017).
Ücretli çalışmanın öğrencinin akademik başarısına etkisini konu alan
çalışmaların bir kısmı çalışmanın derslere düzenli olarak devam edebilmeyi
engellediği için okul başarısını olumsuz yönde etkilediğini bulgularken (James
ve ark., 2007, Auers ve ark., 2007, Burston, 2017), bir kısmı ise çalışmanın okul
başarısı üzerindeki etkisinin istihdamının yoğunluğuna, başka bir ifade ile
çalışma saatlerine ve yapılan işin niteliğine bağlı olarak farklılaştığını ortaya
koymuşlardır. Buna göre, düşük ve orta yoğunluktaki istihdam düzeylerinin
okul başarısına olumsuz bir etkisi olmazken, haftada 20 saatten fazla çalışma
durumunda çalışmanın akademik performansı olumsuz etkilediği (King ve
Bannon; 2002; Brennan ve ark. 2005; Kalenkoski ve Pabilonia 2010, Beerkens,
Mägi ve Lill, 2011); tam zamanlı işlerde çalışan öğrencilerin kısmi zamanlı
işlerde çalışanlara ya da hiç çalışmayanlara göre dahil oldukları eğitim
programlarını bitirme olasılıklarının düşük olduğunu (Hovdhaugen, 2015)
ortaya koyan çalışmalar mevcuttur.
Türkiye’de ise gençlerin işgücü piyasası içindeki durumunu analiz eden
literatür oldukça yaygın olmakla beraber, bu çalışmaların önemli bir kısmı
gençlerin işsizlik sorunu ve mesleki eğitim alanlarına odaklanmaktadır.
Gençlerin eğitim hayatları ve öğrenci kimlikleri ile istihdam deneyimlerini
analiz eden çalışmalar ise oldukça azdır. Türkiye’de öğrenci emeğine ilişkin
önemli çalışmalardan biri Yücesan Özdemir’in (2014) sekiz farklı ilde çağrı
merkezi çalışanlarının emek süreçlerini incelediği çalışmadır. Yücesan Özdemir
bu çalışmasında, üniversite yaşamının artık işgücü piyasasından ayrık bir süreç
olmadığını; özellikle ailelerin ağır borç yükü, hane yoksulluğu ve öğrencilerin
acil para ihtiyacının, gerek kentlerde gerekse taşrada öğrencileri güvencesiz
işlere yönlendirdiğini ifade etmektedir (2014: 87-89). Türkiye’de öğrenci emeği
ile ilgili yapılan diğer bir çalışma ise Özkesen‘in (2015), Çankırı’da öğrenci
işçilerin çalışma koşullarını incelediği araştırmasıdır. Özkesen, öğrencilerin
işveren karşısında pazarlık gücünün olmamasının hem çalışma koşulları hem de
sosyal koruma açısından onları güvencesiz koşullarla karşı karşıya bıraktığını
ortaya koymuştur. Kaygısız ise 2017 yılında Antalya turizm sektöründe çalışan
öğrenciler üzerine yaptığı çalışmada, öğrencilerin daha çok günlük/kısa süreli
işlerde çalıştığını, çalışma koşulları ile ücretlerin farklılaştığını bulgulamıştır.
Kaygısız (2017), çalışmasında ajanslar aracılığı ile gündelik organizasyon
işlerinde istihdam edilen öğrencilerin çalışma şeklinin esneklikten de
uzaklaşarak, “anlık” çalışma şekline dönüştüğünü belirtmektedir.
Denizli İşgücü Piyasasında Üniversite Öğrencileri 233

2. Denizli İşgücü Piyasasında Üniversite Öğrencileri


Bu bölüm, Denizli’de hem çalışıp hem de öğrenimine devam eden
üniversite öğrencileri ile yapılan görüşmelerin bulgularını içermektedir. Elde
edilen bulgularla, üniversite öğrencilerinin çalışma kararı ve yoğunluğunu
etkileyen etmenlerin açıklığa kavuşturulması; öğrencilerin çalışma koşulları,
sosyal koruma içindeki durumları ve ücretli bir işte çalışmanın akademik
başarıyı ne ölçüde etkilediği gibi konuların açıklığa kavuşturulması
amaçlanmaktadır. Bu amaçtan hareketle, çalışmaya temel teşkil edebilecek
verilerin derlenmesi amacıyla nitel araştırma yöntemi kullanılmış; bu kapsamda
Pamukkale Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi’nin farklı bölümlerinde
eğitim gören 30 üniversite öğrencisi ile yarı yapılandırılmış derinlemesine
görüşmeler yapılmıştır. Bu kapsamda öğrencilere ücretli bir işte çalışma
nedenleri, ne tür işlerde çalıştıkları, elde edilen ücret miktarı, çalışma süreleri,
sosyal güvenliğe erişim gibi soruların yanı sıra aile ve devlet desteklerinden ne
ölçüde yararlandıkları ve iş-okul yaşam uyumunu nasıl sağladıklarına ilişkin
sorular yöneltilmiştir. Konuya işgücü talebi açısından bakabilmek adına,
Denizli’de üniversite öğrencisi istihdam eden 10 işverenle de derinlemesine
görüşme yapılmıştır. Böylece, işverenlerin öğrenci istihdam etme nedenleri,
öğrenci çalıştırmanın işverenlere sağladığı avantaj ve dezavantajların neler
olduğunun açıklığa kavuşturulması amaçlanmıştır 44.
Araştırma kapsamında görüşülen öğrencilerin 18’si kadın 12’si ise erkektir.
Öğrencilerin yaş aralıkları 20 ile 24 yaş arasında değişmektedir. Görüşülen
öğrencilerin, 12 si düz lise,10 u Anadolu lisesi, 7 si meslek lisesi, 1 i imamhatip
lisesi mezunudur. 7’si Denizlili, 23’ü ise farklı şehirlerden Denizli’ye gelen
öğrencilerden oluşmaktadır. Görüşmecilerin demografik özelliklerine ilişkin
tablo aşağıda verilmiştir.

44
Araştırma, 2017 yılının Nisan-Haziran aylarında gerçekleştirilmiştir. Tüm görüşmeler ses kayıt
cihazı ile kayıt altına alınmış; her bir görüşme 30 dakika ile 1 saat arasında sürmüştür.
234 ÖZTEPE

Tablo1. Görüşmecilerin Demografik Özellikleri


Cinsiyet Yaş Geldiği Şehir Bitirdiği lise
G1 Erkek 22 Burdur Düz lise
G2 Kadın 22 Manisa Anadolu Lisesi
G3 Kadın 20 Isparta İmam hatip Lise
G4 Erkek 21 Niğde Meslek lisesi
G5 Erkek 22 Aydın Düz lise
G6 Kadın 23 Düzce Meslek lisesi
G7 Erkek 21 Denizli Anadolu Lisesi
G8 Kadın 23 Dalaman Düz lise
G9 Erkek 23 Muğla Düz lise
G10 Kadın 21 Ankara Anadolu Lisesi
G11 Erkek 23 Çorum Düz lise
G12 Kadın 21 Denizli Kız meslek
G13 Erkek 23 Tokat Düz lise
G14 Erkek 23 Konya Anadolu Lisesi
G15 Erkek 23 Afyon Düz lise
G16 Kadın 20 Denizli Anadolu Lisesi
G17 Kadın 20 Muğla Düz lise
G18 Kadın 22 Denizli Düz lise
G19 Kadın 22 Niğde Meslek lisesi
G20 Kadın 22 Trabzon Anadolu Lisesi
G21 Kadın 21 Denizli Meslek lisesi
G22 Kadın 24 Marmaris Düz lise
G23 Kadın 21 Denizli Anadolu Lisesi
G24 Erkek 21 Sinop Anadolu Lisesi
G25 Erkek 24 Karaman Anadolu Lisesi
G26 Kadın 23 İzmir Anadolu Lisesi
G27 Kadın 21 Ordu Düz lise
G28 Kadın 23 Denizli Meslek lisesi
G29 Erkek 23 Afyonkarahisar Meslek lisesi
G30 Kadın 22 Batman Düz lise

2.1. Çalışma Nedenlerine İlişkin Bulgular


Literatürdeki çalışmalara (Lucas ve Lammont 1998; Brennan ve ark., 2005;
King 2003; Roshchin ve Rudakov, 2017; Yücesan Özdemir, 2014; Özkesen,
2015; Kaygısız, 2017) paralel şekilde, bu araştırmada da, öğrencilerin çalışma
kararının temel belirleyeni eğitim ve yaşam maliyetlerini karşılayacak
ekonomik kaynakların eksikliğidir. Bu durumun olası nedenlerinden biri
masrafların karşılanması için gerekli olan Devlet desteklerinin yetersizliğidir.
Görüşmeciler devlet desteklerinin yeterli olmadığını sıklıkla dile getirmişlerdir.
Denizli İşgücü Piyasasında Üniversite Öğrencileri 235

425 lira geri ödemeli kredi alıyorum. Onun 258 i zaten yurda
gidiyor. Geriye 170 lira gibi kalıyor o da yetmiyor. Bir yere
oturmazsan üstüne başına bir şey almazsan yeter. O da yurtta
yediğimiz yemeğin üstüne para veriyoruz. Kalan para da oraya
gidiyor. Sabah kahvaltısı 3.50 lira akşam yemeği 7.50 lira
hakkımız var. Bu paraları aşarsanız üstünü ödüyorsunuz.(G13)
Eğitimin bir refah hizmeti olduğu düşünüldüğünde, bu hizmetin büyük
ölçüde devlet tarafından finanse edilmesi beklenmektedir. Türkiye’de
yükseköğrenimde Devletin öğrencilere sunduğu yardımlar yemek, barınma ve
nakit para desteği olmak üzere üç farklı şekilde gerçekleşmektedir 45.
Yükseköğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu eliyle yürütülen bu desteklere,
herhangi bir yükseköğrenim programına kayıt hakkı kazanan tüm öğrenciler
başvurabilmekle birlikte, desteklerden yararlanabilme konusunda büyük ölçüde,
öğrencinin ve ailesinin gelir düzeyi belirleyici olmaktadır 46. Bununla birlikte, bu
desteklerinin tamamı ücretsiz ve geri ödemesiz değildir. Barınma destekleri
kapsamında sağlanan yurt hizmetlerinin fiyatı, odaların fiziki yapısı ve barınma
koşullarına göre aylık 168 TL ile 285 TL arasında değişmektedir 47. Eylül 2018
tarihi itibariyle beslenme desteği olarak belirlenen meblağ, kahvaltı için öğrenci
başına 4 TL, akşam yemeği için ise 8,50 TL olmak üzere toplam 12,5 TL’dir.
Öğrenciler, bu tutarların üzerine çıkan yemek harcamalarını kendileri
karşılamaktadır. Yükseköğrenim öğrencileri için Devlet tarafından tahsis edilen
parasal karşılıklar ise genellikle geri ödemeli krediler şeklinde verilmektedir.
Öğrenci yükseköğrenim süresinin bitiminden iki yıl sonra başlamak üzere,
almış olduğu kredi desteğini yasal faizi ile birlikte taksitler halinde
ödemektedir. Geri ödeme yükümlülüğü bulunmayan, başka bir ifade ile
karşılıksız verilen öğrenim kredileri ise “burs” olarak adlandırılmakta ve burslar
yalnızca ihtiyaç sahibi öğrencilere verilmektedir.

45
http://yurtkur.gsb.gov.tr/Sayfalar/2434/2389/genel-bilgiler.aspx
46
Devlet koruması altında yetişen öğrenciler, anne-babası vefat etmiş olanlarla şehit ve gazi
çocukları ve gaziler bu desteklerden karşılıksız yararlanmaktadır.
47
http://yurtkur.gsb.gov.tr/Sayfalar/2434/2389/genel-bilgiler.aspx
236 ÖZTEPE

Tablo 2. Yıllar İtibariyle Öğrenim Kredilerinin Satınalma Gücü Paritesine Göre Kişi
Başına Düşen Milli Gelir İçindeki Payı
Yıllar Aylık Yıllık Yıllık Yıllık Yıllık Öğrenim
Öğrenim Öğrenim Ortalama Öğrenim Kişi Kredileri
Kredisi Kredisi Dolar Kredisini Başına nin Kişi
Tutarları Tutarları Döviz n Dolar Düşen Başına
Kuru Cinsinden Milli Düşen
Değeri Gelir / Milli
SGP / Gelir
Dolar İçindeki
Payı
2007 150 TL 1.800 TL 1,3015 $ 1 383 $ 14 713 $ %9,4
2008 160 TL 1.920 TL 1,2930 $ 1 485 $ 15 901 $ %9,3
2009 180 TL 2.160 TL 1,5474 $ 1 396 $ 15 330 $ %9,1
2010 200 TL 2.400 TL 1,5011 $ 1 599 $ 17 281 $ %9,2
2011 240 TL 2.880 TL 1,6708 $ 1 724 $ 19 517 $ %8,8
2012 260 TL 3.120 TL 1,7921 $ 1 741 $ 20 549 $ %8,4
2013 280 TL 3.360 TL 1,9020 $ 1 767$ 22 314 $ %7,9
2014 300 TL 3.600 TL 2,1881 $ 1 645 $ 24 159 $ %6,8
2015 330 TL 3.960 TL 2,7209 $ 1 455 $ 25 112 $ %5,8
2016 400 TL 4.800 TL 3,0223 $ 1 588 $ 25 655 $ %6,2
2017 425 TL 5.100 TL 3,6491 $ 1 398 $ 27 092 $ %5,1
Kaynak: Kredi Yurtlar Kurumu Öğrenim Kredileri (Kişisel İletişim), Bütçe ve Mali Kontrol
Genel Müdürlüğü Yıllık Ortalama Döviz Kurları (http://www.bumko.gov.tr/TR,150/doviz-
kurlari.html), TÜİK OECD Ülkelerine Yönelik Karşılaştırmalar Çerçevesinde, Türkiye de
Satınalma Gücü Paritesi Göstergelerinden (http://www.tuik.gov.tr/UstMenu.do?metod=temelist)
yararlanarak çalışma kapsamında yazar tarafından oluşturulmuştur.

Her ne kadar Türkiye, OECD ülkeleri içinde yükseköğretimde kamu


harcamalarının yüksek düzeyde (%75,4) gerçekleştiği ülkeler içerisinde yer
alsa da öğrencilere yapılan doğrudan desteklerin yeterliliği hala tartışmalıdır.
Tablo 2’de görüldüğü gibi, Türkiye’de yıllar itibariyle yükseköğrenim
burs/kredi miktarları rakamsal olarak artış göstermiştir. Ancak satın alma gücü
paritesine göre hesaplanan yıllık kişi başına düşen milli gelir içindeki payı son
on yılda yaklaşık %3 oranında azalmıştır. Buna ek olarak, Devletin öğrenci
başına verdiği günlük 12,5 TL’lik beslenme yardımı öğrencilerin kalori
ihtiyacını karşılamaktan uzaktır. Kredi Yurtlar Kurumunun sağladığı yurt
hizmetlerinden ise tüm öğrenciler yararlanamamakta; yurda kabul edilenler ise
odaların konforuna göre değişen oranlarda para ödemektedir. Bu anlamda,
öğrencilerin eğitim ve gündelik harcamalarını karşılayacak düzeydeki devlet
desteklerinin, tamamen ekonomik nedenlerle çalışma hayatına giren
öğrencilerin çalışma gerekçesini ciddi ölçüde azaltacağı düşünülmektedir.
Denizli İşgücü Piyasasında Üniversite Öğrencileri 237

Devlet desteklerinin yetersiz olduğu durumlarda ebeveyn transferleri hayati


önem taşımaktadır. Ancak ebeveynlerin işsiz olması ya da yalnızca birinin
çalışması; buna ek olarak ailede eğitim gören diğer çocukların varlığı, ailenin
kredi ya da kredi kartı borcunun bulunması gibi durumlar aile transferlerini
ciddi şekilde azaltmakta ve hatta aile desteğinin tamamen kesildiği durumlarla
da karşılaşılmaktadır. Devlet desteklerinin yetersizliğine ek olarak, aile
transferlerinin azalması ya da kesilmesi, öğrencileri artan yaşam maliyetlerini
tazmin etmek amacıyla çalışma hayatına itmektedir.
Babam çiftçi aylık geliri asgari ücret bunun dışında herhangi bir
gelirimiz yok annem ev hanımı. Ailemden herhangi bir maddi
destek almadığım için çalışmak zorundayım. (G8)
Babam belediye de taşeron işçi olarak çalışıyor. Aldığı maaş belli,
1500 tl maaş alıyor göndermeye kalksa kendisi ne ile geçinecek.
(G2)
Şu anda ülkede işçi çocuğu olarak okumak zor. Şu an babam işten
çıktı, İşsizlik maaşı 1400 tl. İşyeri küçültmeye gideceği için işten
çıkarttı… Bundan dolayı evden para gelmiyor. (G13)
Babam servis şoförü, annem tekstil işçisi. Fındıkta var. Traktör
aldı, ev yaptı derken baya borca girdi. Kredi borcumuz var.
Kardeşlerimde var, onlarda masraf oluyor tabi. Biri üniversitede
okuyor, diğeri 9. sınıf. (G22)
Özkesen, 2015 yılında Çankırı’da çalışan öğrenciler üzerine yaptığı
çalışmasında, ailenin ekonomik koşulları ile öğrenci istihdamını döngüsel bir
ilişkiye benzetmiştir. Özkesen’e göre (2015: 40), artan eğitim ve yaşam
maliyetleri ilk elden öğrenciden aile yansımakta; bu durum ekonomik anlamda
aileyi zorlamakta ve döngüsel olarak ailenin öğrenciye yaptığı desteğin miktarı
giderek azalmaktadır.
Aile desteğinin tatmin edici miktarlarda olduğu durumlarda ise öğrencilerin
çalışma yaşamına girme nedenleri farklılaşabilmektedir. Ekonomik nedenlerden
sonra en fazla dile getirilen diğer bir faktör “iş tecrübesi” gibi ek bir donanıma
sahip olmak isteğidir. Bu durumdaki öğrenciler, işgücü piyasasında deneyime
sahip olmayı, mezuniyet sonrası işe girebilme konusunda çalışmayan diğer
akranlarına göre bir rekabet üstünlüğü olarak görmektedir. Bununla birlikte,
görüşülen öğrencilerin önemli bir kısmı kariyer hedefleri ile ilgili olmayan
işlerde çalışmaktadır ve mezun olduktan sonra eğitim gördükleri alanlarda
çalışmak istediklerini belirtmişlerdir. Üstüne üstlük, çalıştıkları işlerin
neredeyse hepsi kısmi zamanlı ve geçici işlerden oluşmaktadır. Bu anlamda
238 ÖZTEPE

bahsedilen iş tecrübesi, mesleki tecrübe olmayıp, çalışma yaşamını öğrenmek,


yeni kişiler tanımak ve iletişim ağları kurmak şeklinde düşünülmelidir.
Hem ek olarak çekirdekten de yetişmek istedim. Herkes müdür olup
yüksek makamlara çıkmak ister ama en alttan başlamak lazım
çünkü direk müdürlük diye bir şey yok. Her zaman alttan başlamak
lazım yavaş yavaş ilerlemek. İnsanları da tanıyorum orada
herkesin karakteri çok farklı benim için de deneyim oluyor. (G11)
Çalışmak bana tecrübe ve referans sağlayabileceğim insanlarla
tanışma fırsatı sağladı. Çalışmaktan mutluyum işimi severek
yapıyorum çalıştığım iş ekstra performans gerektirdiği için işçi
giriş çıkışları çok oluyor ama kariyer imkânları ve terfi imkânları
var (G7)
Babamın durumu gayet iyi yarı özel bir firmada çalışıyor aylık
3000 lira alıyor tek okuyan çocuk benim çalışmasam da gönderdiği
para beni okutmaya yeter Çalışmak bana tecrübe deneyim
biliyorsunuz ki Türkiye de işsiz oranı çok ben mesela şu an
üniversiteden mezun olmadan önce benim yaptığım işlerde
referanslarım var kolumdaki altın bilezik diyebilirim çok sağlam
kişilerden referansım var ve bu işte geleceğe hazırlık yapıyorum.
(G24)
Öğrencilerin çalışma kararı üzerinde ailenin sosyo ekonomik durumu
oldukça belirleyicidir. Sayıları az olmakla birlikte, öğrencilerin bir kısmı,
geçmişten gelen yüksek yaşam ve tüketim standartlarını öğrencilik döneminde
de korumak istedikleri için ücretli bir işte çalışmayı tercih ettiklerini
belirtmişlerdir. Bu öğrencilerin aileden gelen ciddi gelir desteği ve şu anki
tüketim standartlarının yüksekliği ise dikkat çekicidir.
Ailemden her ay 1000 TL destek geliyor… İki yıl önce kendi
paramla araba aldım. Onu sattım başka bir araba aldım daha da
üstüne koymak isterim. (G25)
KYK da kalmak istemedim çünkü dört kişi ile beraber aynı odayı
paylaşma fikri beni geriyor. Yeri geliyor ben geç uyuyorum erken
uyanıyorum… KYK da kalırken uyku düzenim yoktu 750 TL kiralı
bir ev bulabileceğim en uygun evlerden biri, tek başıma kalıyorum.
(G18)
Bu anlamda öğrencilerin bir kısmı istihdamı, genel yaşam düzeyini
korumanın ve finansal güvenliği sürdürmenin bir yolu olarak görmekte ve
ücretli bir işte çalışmanın iş tecrübesi, sosyalleşme ve özgüven kazanma
açısından olumlu yönlerini sıklıkla dile getirmektedir. İstihdamın dile getirilen
Denizli İşgücü Piyasasında Üniversite Öğrencileri 239

olumlu özelliklerinden bir diğeri ise “zaman yönetimine” imkân vermesidir. Bu


anlamda, az da olsa, görüşülen öğrencilerin bir kısmı için çalışmak boş zamanı
değerlendirmenin bir alternatifi, başka bir ifade ile zamanı etkin kullanmanın bir
aracı olarak görülmekte ve bu yüzden tercih edilmektedir. Özellikle aileden
düzenli destek alan ve burs gibi bazı ek maddi kaynaklara sahip olan, başka bir
ifade ile geçim sıkıntısı çekmeyen öğrenciler için bu durum daha yoğun bir
şekilde ortaya çıkmaktadır.
…bir vakıftan da burs alıyorum aynı zaman da öğrenim kredisi
alıyorum. Belli bir gelirim var. Ev kirasını da ailem veriyor.
Gelirim bana yetiyor. Çalışmam da ki amaç ikinci öğretim de
olduğum için boş zamanım çoktu uyuyordum sürekli. Hayatımı
düzene sokmak için birazda.(G16)
2.2. Çalışma Koşullarına ve Sosyal Korumaya İlişkin Bulgular
Öğrencilerin önemli bir kısmının üniversite öncesi çalışma deneyimi
bulunmaktadır. Kuşkusuz, üniversite yaşamı öncesindeki her bir iş deneyimi,
üniversite döneminde çalışma hayatına girmeyi kolaylaştırmaktadır. Bununla
birlikte, geçmiş iş deneyimleri, hem iş arama süreçlerini kolaylaştırmakta, hem
de iş değiştirme konusunda, deneyimi olmayan diğerlerine göre daha rahat
hareket etmeyi sağlamaktadır (Özkesen 2015: 44). Bununla birlikte, çalışma
alanlarının seçiminde de önceki iş deneyimlerinin etkisi büyüktür. Ancak
çalışılacak işyeri genellikle arkadaş referansları ile belirlenmekte; işyerinin
üniversiteye yakınlığı gibi ölçütler dikkate alınmaktadır. Görüşülen
öğrencilerin, 18’i garson, 4’ü satış personeli olarak çalışırken, içlerinde sekreter,
anketör, çocuk bakıcısı, tarım işçisi, şoför, tekstil çalışanı, müzisyen, terzi,
teknisyen de bulunmaktadır. Bu anlamda öğrencilerin önemli bir kısmı
hizmetler sektörünün eğreti işlerinde, bağımlı statüde çalışmakta; satış ve servis
işleri ile meşgul olmaktadırlar. Bununla birlikte belirli bir dönemde yapılan işler
çeşitlilik gösterebilmektedir. Bir öğrenci aynı dönemde hem bir kafenin servis
işlerini yürütebilmekte, hem de arta kalan zamanında palyaçoluk, stantlarda
ürün tanıtımı yapmak gibi saatlik ve günübirlik işlerde de çalışabilmektedir.
Görüşmecilerin çalışma süreleri haftalık 12 ile 72 saat arasında
değişmektedir. Üniversitede kısmi zamanlı çalışan öğrencileri dışarı da
bıraktığımızda, öğrencilerin yarısından fazlası haftalık 30 saatin üzerinde
çalışmaktadır. Bu anlamda çalışma süreleri kısmi zamanlı çalışma olarak
nitelendirilemeyecek kadar uzundur. Çalışma koşullarındaki esneklik az
sürelerle çalışmalarından değil, farklılaşan çalışma sürelerine ve değişen işlere
kolaylıkla adapte olabilmelerinden kaynaklanmaktadır. Benzer bir durum
240 ÖZTEPE

Kaygısız’ın 2017 yılında Turizm sektöründe çalışan öğrenciler üzerine yaptığı


çalışmada da ortaya çıkmıştır. Kaygısız (2017), öğrencilerin anlık taleplere ve
farklı işlere kolayca adapte olabilme özelliği nedeniyle, işveren tarafından
sıklıkla tercih edildiğini bulgulamıştır. Bu durum görüşülen işverenlerin
ifadelerinde de açıklık bulmaktadır:
Burada sürekli iş yok kısa zamanlı çalıştırmam gerekiyor. Bu
çalışma şeklini de öğrenci olmayan kabul etmez zaten bundan
dolayı öğrenci çalıştırıyorum.(İşveren 1)
Yeri geliyor gecenin bir yarısına kadar burada kalmak gerekiyor.
Evli çocuklu birini razı etmek çok zor. (işveren 5)
Öğrenci ücretleri, literatürdeki diğer çalışmaların bulgularına paralel
şekilde (Yücesan Özdemir, 2014; Özkesen, 2015; Kaygısız, 2017) oldukça
düşüktür. Ücretlendirme yöntemi çalışılan sektöre göre farklılaşmakla birlikte,
tarım ve hizmetler sektöründe zaman esasına göre yapılmakta; günlük ve saatlik
olarak belirlenmektedir. Özellikle kafe, restaurant gibi işletmelerde saatlik ücret
2,5 TL’ye kadar düşmektedir. Kafelerde günlük 10 saat çalışan bir öğrenci 25
ile 60 TL arasında değişen ücretler almaktadır. Aşağıdaki işveren ifadeleri,
öğrencilerin kendi çalışma koşulları ve ücretlerine ilişkin yapmış oldukları
değerlendirmelerin sağlaması niteliğindedir. İşverenlerin önemli kısmı ücretler,
çalışma koşulları ve yasal haklar açısından öğrenci emeğini yok sayma
eğilimindedir.
Az ücret veriyoruz çünkü öğrenci olmayanlara çok ücret vermek ve
sigorta yapmak gerekiyor ama kampüste öğrenciler çalışır
kafelerde saati 3-4 lira emekten kazanırsın. (işveren 3)
Gününe göre değişiyor 8 saat çalışan da oluyor 10 saat çalışan da
oluyor 12 saat çalışan olabiliyor saat ücreti veriliyor ne kadar
çalışırsan o kadar ücret alırsın saat başı 3-4 lira kişiye göre
performansına göre. (işveren 4)
Part time olarak 30TL dersek (6-7 saat) + yemek+ içecek her şey
var yani. Hepsini düşünürsek 40-50yi geçmez yani. (işveren 7)
Yediği içtiğini de içine koyarsak 25- 50 TL arası. Şimdi ne kadar
çalıştığına da bağlı. Mesela 12 saat çalışırsa 50 TL alıyor. 5-6 saat
çalışırsa 25 TL alır. Yemek masrafı çok olmuyor burada beraber
ne olursa o gün yiyoruz. (işveren 8)
Görüşülen öğrencilerin yedisi dışında hiçbirinin sosyal sigortası
bulunmamaktadır. Sigortalı öğrencilerin üçü üniversitede kısmi zamanlı öğrenci
olarak çalışmakta ve yalnızca iş kazası ve meslek hastalıkları sigorta kolundan
Denizli İşgücü Piyasasında Üniversite Öğrencileri 241

faydalanmaktadır. Bir AVM’de part time çalışan iki öğrenci 5510 sayılı
kanunun 4/a maddesi uyarınca kısmi sigortalı; öğrencilerin ikisi ise yine aynı
kanunun 4/b maddesi uyarınca, kendi üzerlerine açılan işyeri dolayısıyla kendi
adına hesabına bağımsız çalışan statüsünde sigortalıdır. Kendi adına hesabına
çalıştığını ifade eden öğrencilerden biri, annesinin açmayı düşündüğü işyeri için
KOSGEB desteğinden yararlanabilmek adına işyeri sahibi olarak görünmekle
birlikte, aslında ücretsiz aile işçisi olarak çalışmaktadır. Diğeri de benzer
şekilde, işyeri açmak isteyen bir devlet memuru tanıdıkları adına işyeri sahibi
olarak görünmekte ve çok cüzi bir ücrete bu işyerinde çalışmaktadır.
Yukarıda ifade edilen yedi öğrenci dışında geriye kalan öğrencilerin
neredeyse tümünün işe girerken ve çalışmaya başladıktan sonra işverenden
hiçbir şekilde sigortalanma talebinde bulunmadıkları tespit edilmiştir. Bu
durumun olası ve en yaygın nedenlerinden biri, işverenin sigorta yapma
konusundaki isteksizliğidir. Sigortasız çalıştırmanın yasal anlamda cezai
yaptırımlarını bilmekle birlikte, sigorta primlerini ödemeyerek öğrenci emeği
üzerinden ciddi bir maliyet tasarrufu sağladığını belirten işverenler
bulunmaktadır:
Part time da işin içine sigorta girmiyor. Biliyorsunuz tabi full time
da mecburi, yoksa büyük cezalar yiyoruz....bu sektör için part time
çalışanların aylık maliyetini sorarsanız 700 ile 800 TL arası
değişiyor, ancak full time çalışanlar 1400 lira.. (işveren 10)
İşverenlerin sigorta yapmak istemeyeceği düşüncesi ile işe kabul edilmeme
ya da işten çıkarılma endişesi öğrencilerin sigortasız çalışmayı
kabullenmelerinde etkili olmaktadır. Bu kaygı, maddi durumu iyi olmayan ve
finansal kaynaklara diğerlerinden daha fazla ihtiyacı olan öğrencilerde daha
yoğun görülmektedir. Şaşırtıcı bir şekilde, öğrencilerin büyük bir kısmı sigortalı
çalışma konusunda yeterli bilgiye sahip değildir ve sigortalı çalışmayı talep
edilebilir bir hak olarak görmemektedir. Bununla birlikte, eğitim gören
çocukların belli bir yaşa kadar, ebeveynleri üzerinden sağlık sigortasından
yararlanabiliyor olmaları da, öğrencilerin sigortalı çalışmaya bakış açılarını
etkilemektedir.
Hayır yok. Böyle iş yerlerinde sigorta olacağını düşünmediğim için
konuşmadım da. Ben olmasam başkasını işe alırlar. (G1)
Konuşmadım açıkçası çünkü vereceğini düşünmedim. Zaten sadece
hafta sonu çalışıyorum. Hafta içi gelebilirim diye konuştuk ama hiç
hafta içi çalışmadım. Benim yerime başkasını bulabilir bir sürü
242 ÖZTEPE

çalışmayan öğrenci ver. Düşünmez herhalde sigorta yapmayı bu


yüzden sormayı hiç düşünmedim. (G27)
Yok hayır. Onun için (sigorta) tam gün çalışmak gerekiyor. O
yüzden konuşma gereği duymadım. (G19)
Sigortam olması için full zamanlı çalışmam gerekiyor sanırım.
(G14)
Sigortayı konuşmadım çünkü genelde öğrenciye sigorta yapmak
istemiyorlar, biraz da ihtiyacım olmadığı için konuşmadım.
Babamın üzerinden sağlıktan yararlanıyorum zaten. (G3)
Görüşülen öğrencilerin bir kısmı ise ölüm aylığı, burs, kredi gibi bazı
kazanılmış hakların kaybedileceği düşüncesi ile sigortalı çalışmak
istemediklerini belirtmiştir. Özellikle alınan bursun ya da kredinin kesilme
endişesi sıklıkla dile getirilen diğer bir durumdur.
Sigortam yok… Babamdan gelen ölüm aylığının kesilmemesi için
seneye bir daha üniversiteye girmeyi düşünüyorum. (G4)
Hayır yok. Sigorta yaptırdığınız takdirde belli bir zaman geçerse
krediyi ödemeye başlıyorsunuz. Mezun olduğum için bu yüzden
istemiyorum. Zaten bu tip işlerde isteseniz de yapmazlar zor biraz.
(G29)
Yok, benim sigorta konusunda bir talebim olmadı çünkü kredimin
kesilmesini istemedim. (G5)
Öğrenim kredisinin verilme usul ve esaslarını düzenleyen 1997 tarih ve
22881 sayılı Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu Öğrenim Kredisi
yönetmeliğinin48, 29. Maddesinde, “en az asgari ücret düzeyinde bir gelirle
sürekli çalışanların öğrenim kredisinin kesileceği hükmü düzenlenmiştir. Kısa
bir zaman öncesine kadar tartışma konusu olan bu düzenleme, 31.08.2018
tarihinde 30521 sayılı resmi gazete ile yürürlüğe giren Yüksek Öğrenim Kredi
ve Yurtlar Kurumu Öğrenim Kredisi Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına
Dair Yönetmelik 49 ile yürürlükten kaldırılmıştır. Asgari ücret düzeyinde
devamlı gelirle çalışma halinin, pratikte, öğrenci emeği açısından çok da geçerli
bir durum olmadığını söylemek yanlış olmayacaktır. Bununla birlikte, böyle bir
düzenlemenin, az sayıda da olsa, ücretli ve sürekli işlerde çalışan öğrencilerin
kayıt altına alınmasında olumlu bir etkide bulunacağı tahmin edilmektedir.

48
http://www.resmigazete.gov.tr/arsiv/22881.pdf
49
http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2018/08/20180831-14.htm
Denizli İşgücü Piyasasında Üniversite Öğrencileri 243

2.3. Çalışmanın Okul Başarısına Etkisi ve İş-Okul Yaşam Dengesi


Çalışmanın okul başarısına etkisi konusunda literatürde yapılan ve
çalışmanın teorik kısmında belirtilen çalışmaların sonuçlarına benzer şekilde bu
araştırmada da iki farklı yaklaşım ortaya çıkmıştır. Çalışmanın okul başarısı
üzerinde herhangi bir olumsuz etkisi olmadığını dile getiren öğrenciler,
genellikle bu durumun nedenini istihdam ile öğrenci kazanımları arasındaki
ilişkiye dayandırmışlardır. Çalışma hayatında elde edilen pratik bilginin, okulda
öğrenilen teorik bilgiyi desteklemesi; çalışmanın kendini ifade edebilme,
özgüven sağlama gibi çeşitli kişisel beceriler kazandırması çoğu öğrenci
tarafından dile getirilmiştir. Bununla birlikte, çalışmanın, özel hayatı düzene
soktuğu, dolayısıyla okul başarısını arttırma konusunda kazanımlar sağladığını
ifade eden görüşmeciler de bulunmaktadır.
Kuşkusuz, çalışma ile eğitim hayatı arasındaki olumlanan bu ilişki çalışma
sürelerinin yoğunluğuna ve yapılan işin niteliğine göre farklılaşmaktadır.
Görüşmecilerin bir kısmı, çalışmanın okul başarısını olumsuz yönde
etkilediğini; çalışma süreleri artıkça bu olumsuz etkinin daha fazla
hissedildiğini belirtmişlerdir. Uzun çalışma saatleri ardından hem fiziksel hem
de psikolojik anlamda derse devam etme isteğinin azalması, çalışma saatleri ile
ders saatlerinin çakışması ve derse devam etme, ödev gibi bir takım öğrenim
yükümlülüklerini yerine getirememe okul başarısızlığının temel nedenleri
olarak ifade edilmiştir.
Evet etkiliyor. Yorduğu için algıyı biraz düşürüyor. Derslere
devam ediyorum ama ekstra çalışmam gereken derslerde algı
tıkanıyor. Yine de okulu uzatmadım. Uzatma gibi şansım yok ekstra
masraf olacağı için. (G30)
Yorgunluk oluyor. Okula verebileceğim enerji çalışmaya gidiyor.
(G6)
İster istemez okul başarısını etkiliyor mesela ödev yapacaksın ama
çalıştığın için ödev yapmaya zamanım olmuyor. (G13)
Etkiliyor tabi. Derslere devam etme konusunda işten çıkıp her
zaman derse gelmek istemiyor canım. Çok stresli bir işim yok
yorgunluğu da yok ama psikolojik olarak gelmek istemiyorum.
Okulu uzatmamda çalışmamın etkisi var. (G10)
Sokuyor yani mesela Cuma günleri ve pazartesi izin günüm ama
elaman yok diye Cuma günü beni çağırdılar. Cuma günü çalıştım.
Cumartesi full çalıştım. Bir de üstüne Pazar günü çalıştım. Saat
2’de de gitsem 5’de de gitsem mağaza da elaman az olduğu için
244 ÖZTEPE

yorgunluk oluyor. Ben pazartesi günü kalkarken ağlaya ağlaya


kalktım. kalkasım gelmiyor. Çünkü yoruluyorum. Cuma günü
çalışıyor olmam derslerimi etkiliyor. Geçen dönem devamsızlıktan
kaldığım 3 dersin nedeni Cuma günü çalışmam. (G15)
Okul başarısının sağlanması çalışan öğrencilerin birçoğu için hayati öneme
sahiptir. Özellikle tamamen maddi gerekçelerle çalışma hayatına giren
öğrencilerin okul başarısızlığı, eğitim hayatının uzaması ve eğitim masraflarının
artması anlamına gelmektedir. Bununla birlikte, böyle bir kısıtın varlığının,
öğrencileri iş ve okul yaşam uyumunu dikkate alma konusunda daha fazla
koşulladığı açıktır. Bu durumdaki öğrencilerin önemli bir kısmı zamanı etkin
kullanma ve hem iş hem de okul yaşamı arasında uyum sağlama konusunda
daha başarılı görünmektedir.
Çalışmak zaman kullanımımı etkiliyor ben çalışmasaydım 12 de
uyanırdım ama 8 de uyanıyorum iş olduğu için. Günümü daha
verimli kullanmamı sağladı. (G12)
Çalıştığım zaman daha hareketli oluyorum iş okul arkadaşlarınla
geçirdiğin zaman verimli olduğu için mutluyum. Hayatıma düzen
katıyor. Uykum bile belli bir düzene giriyor. Biraz yorgunluk iyi
geliyor insana. Sürekli çalışmadığım için derslerimi etkilemiyor.
(G21)
Kuşkusuz, üniversite eğitim sisteminin kurumsal yapısı iş ve okul yaşam
uyumunun sağlanması konusunda birincil öneme sahiptir. Derslere devam etme
zorunluluğunun bulunmaması ya da dersleri farklı şubelerle takip edebilme
esnekliğinin olması öğrencilere hem eğitim hayatını devam ettirebilme, hem de
para kazanma fırsatını eş anlı sunmaktadır. Tersi bir durumda, öğrenci eğitim ve
çalışma hayatı arasında tercih yapmak zorunda kalacak ve tercihin yönünü
eğitim ve yaşam maliyetlerinin büyüklüğü ile bu maliyetleri destekleyecek
finansman kaynaklarının yeterliliği belirleyecektir.
2.4. Eğitim Hayatının Desteklenmesi Konusunda Öğrencilerin
Devletten beklentileri
Eğitim ve yaşam maliyetlerinin desteklenmesi konusunda, öğrencilerin
Devletten beklentileri büyük ölçüde burs ve kredi gibi nakit gelir desteklerinin
arttırılması ve geri ödemeli kredilerin karşılıksız hale getirilmesi üzerinde
yoğunlaşmaktadır. Bununla birlikte, burs ve kredi miktarlarının kırtasiye
harcamalarının yoğun olduğu dönemlerde arttırılması ve çeşitlendirilmesi de
dile getirilen diğer taleplerdir.
Denizli İşgücü Piyasasında Üniversite Öğrencileri 245

İhtiyacı olmasa çoğu öğrenci çalışmaz bence. Arkadaşlarım


ailesine yük olmamak için çalışıyor. Biraz daha fazla burs verebilir
devlet mesela.
Geri ödemeli kredi olayı çok saçma. Normal öğretim harcı
kalkmışken ikinci öğretimde olduğu gibi devam etmesi de saçma.
En azından yarıya indirilmeli. Devletin öğrenciye destek vermesi
zaten lazım. Dışarıda okuyorlar sonuçta. Geri ödemesiz olsa daha
iyi olur. (G5)
Öğrencilerin sorun alanlarından bir diğeri ise barınmadır. KYK yurtlarında
konaklayamayan öğrenciler için evde kalmak ya da özel yurda yerleşmek
zorunlu hale gelmektedir. Öğrenciler, çoğunlukla bir apartı iki kişi
paylaşmalarına rağmen, yüksek kira giderleri ile baş etmekte zorlandıklarını
dile getirmişlerdir. Bu anlamda Devletin, apart kiraları, özel yurt ücretleri gibi
öğrenci harcamaları içinde önemli yer tutan unsurların piyasadaki işleyişini
takip etmesi ve denetlemesi beklenmektedir.
Devletin öğrencinin durumunu, yurt ve apart ücretlerini
denetlemesi gerekiyor…Öğrenciyi düşünen yok herkes parayı
düşünüyor.. Kantindeki çay bile 60 kuruş olmuş. (G17)
Devletin öğrencilere yaptığı kredi zammına göre apartçılar da zam
yapıyorlar. Çok saçma geliyor bana, bu yüzden devletin bunu
denetlemesi lazım. (G28)
Devlet ve Üniversite tarafından verilen bursların “hakkaniyeti” konusu ise
tartışmalı alanlardan bir diğeridir. Öğrencilerin bursların adilane dağılımı
konusunda ciddi şüpheleri bulunmaktadır. Bu bursların ihtiyacı olanlara
verilmesi ve hakkaniyetli bir seçim yapılması önemli bir talep olarak dile
getirilmiştir.
Mesela ben size bir örnek vereyim. Benim bir arkadaşım var,
babası Sinop’un toprak sahiplerinden. Arkadaşım bursa
başvururken babasını kepçe oparötörü olarak gösterdiği için ona
burs çıkmıştı. Başka bir arkadaşımın da annesi vefat etti, babasının
da çok düzenli bir işi yok. O arkadaşa da kredi çıkmıştı. İkisi
arasında meblağ olarak fark yok, birisini ödemeyeceksiniz birisini
geri ödeyeceksiniz ve faizi ile birlikte. Bununla ilgili araştırma
yapması gerekiyor devletin. Mesela babamın geliri 3 milyar değil
de 1 milyar yazdığımızda bakıyorlar mı acaba? Ben bu işleyişin
çok yanlış olduğunu düşünüyorum. Torpil mi deyim ne deyim isim
veremiyorum ona. (G25)
246 ÖZTEPE

Kuşkusuz yukarıda dile getirilen taleplerin hepsi öğrencilerin Devlete


yüklediği işlev açısından oldukça önemlidir. Nitekim Devletin eğitim gibi temel
refah hizmetlerinin sağlayıcısı ve denetleyicisi olması, bu hizmetlerin talep
edilebilir bir hak olarak görülmesini güçlendirmektedir. Ancak Neoliberal
Politikaların hâkimiyeti bireylerin Devletten beklentilerini de çeşitlendirmiştir.
Bu anlamda görüşülen öğrencilerin bir kısmının öğrenci refahını arttırmak adına
Devletten herhangi bir beklentisinin olmadığı ve piyasa mantığını içselleştirdiği
görülmektedir.
Aslında devlet yapıyor da faydalanmıyor öğrenciler. İş başı eğitim
programları uyguluyorlar. Kredi alanlara bir kısıtlama getirilmeli.
Sırf bunu almak için üniversiteye gelenler var. (G26)
Sadece maddi açından desteklerse devlet öğrencileri hazıra alışırız
çünkü öyle bir milletiz biz. Devlet çalışmaya da teşvik etsin, sürekli
verirsen tembelliktir bu. (G23)
Sonuç ve Öneriler
Öğrenci emeğinin, tüm literatürde kabul gören iki temel belirleyeni
bulunmaktadır. Bunlardan ilki, öğrencilerin eğitim ve yaşam maliyetlerini
karşılayabilecek temel gelir kaynaklarının yokluğu ya da yetersizliği
durumudur. Özellikle, Devletin eğitim alanındaki kısıtlı harcamaları ve aile
desteklerinin yeterli düzeyde olmaması öğrenciler için ücretli çalışmayı önemli
bir seçenek olarak ortaya çıkarmaktadır. İkincisi, işgücü piyasasının geçirdiği
dönüşümdür. Tam zamanlı, sürekli ve güvenceli işlerin, kısmi süreli, geçici ve
yasal haklar bakımından güvencesiz işlere doğru evrilmesi, öğrencileri eğreti
işlerin potansiyel aktörleri olarak işgücü piyasasına çekmektedir. Kuşkusuz
burada emek arz ve talebinin bir araya gelmesini kolaylaştıran kurumsal
faktörleri de göz ardı etmemek gerekir. Derslere devam etme zorunluluğunun
bulunmaması ya da dersleri farklı şekillerde takip edebilme esnekliğinin olması,
günümüzde öğrencilerin eğitimlerine devam ederken, bir yandan da geçici,
mevsimlik, kısmi zamanlı, düşük ücretli ve sosyal güvencesiz işlerde artan
oranlarda yer almasını kolaylaştırdı.
Öğrencilerin çalışma hayatına girmesinde etkili diğer bir faktör ise teorik
eğitimle öğrenilemeyen gerçek çalışma deneyimi ve becerileri elde etme
isteğidir. Henüz öğrencilik hayatı devam ederken, çalışma yaşamına girmek, iş
tecrübesinin yanı sıra, öğrencilerin kariyer hedeflerine yönelik ilişkiler
kurmasında ve çalışma hayatının gerektirdiği çalışma disiplininin edinmesinde
de etkili olabilmektedir. Benzer şekilde, ücretli bir işte çalışmanın öğrencinin
zaman kullanım etkinliğini arttırdığı bulgulanmıştır.
Denizli İşgücü Piyasasında Üniversite Öğrencileri 247

Çalışmanın eğitim başarısı üzerindeki etkisi ise tüm öğrenciler açısından


standart değildir. Öğrencilerin önemli bir kısmı çalışmanın okul başarısını
olumsuz etkilemediğini dile getirirken; bir kısmı fiziksel ve zihinsel yorgunluk
nedeniyle dersteki algı düzeyinin düştüğünü, ödev gibi okul yükümlülüklerinin
yerine getirilemediğini ve bazı durumlarda çalışma saatleri ile okul saatlerinin
çakışması nedeniyle devamsızlıklarının arttığını ifade etmişlerdir. Çalışmanın
eğitim başarısı üzerindeki olumsuz etkisinin çalışma saatlerinin yoğunluğu ve
yapılan işin niteliği ile yakın bir ilişki içinde olduğu bulgulanmıştır.
Literatürdeki diğer çalışmaların sonuçlarına benzer şekilde, öğrencilerin
çalışması, kısmi çalışma tanımına uymayacak kadar uzun; ücretleri ise oldukça
düşüktür. Sosyal sigorta ise büyük bir kısmı için talep edilebilir bir hak olarak
görülmemektedir. İşe kabul edilmeme, işten çıkarılma ya da ücretten kesinti
yapılacağı yönündeki kaygılar, çalışma koşullarını müzakere etmeyi
zorlaştırmaktadır. Öğrencilerin bir kısmı ise iyi çalışma koşullarını talep etme
konusunda isteksiz davranmaktadır. Çalışma saatlerini ders saatlerine göre
ayarlayabilme ya da sınav tarihlerinde işe gitmeme esnekliği öğrenci tarafından
tercih edilir bir durumdur. Bu anlamda, işgücü piyasasında öğrenciler ile
işverenler arasında zımni bir sözleşmenin varlığı söz konusundur. İşverenler,
geçici, kısmi süreli, düşük ücretli ve güvencesiz işlerde öğrencileri istihdam
ederek emek maliyetlerini düşürmekte; öğrenciler ise, eğitimlerine ara
vermeden para kazanma fırsatı sağladığı için esnek çalışma şekillerini gönüllü
olarak kabul etmektedir.
Bu anlamda, öğrencilerin eğitim hayatını sağlıklı bir şekilde sürdürmesini
ve çalışma yaşamına girenlerin ise güvenceli işlerde çalışmayı tercih edecekleri
mekanizmaları devreye sokmak gerekmektedir. Her şeyden önce, Türkiye’de
yükseköğretimde devlet desteklerinin arttırılması gerekmektedir. Öğrenim
kredilerinin geri ödemesiz hale getirilmesi ve desteklerin, dönemsel olarak
ortaya çıkan kitap, kırtasiye gibi masrafları karşılayabilecek çeşitliliğe sahip
olması gerekmektedir. Bununla birlikte Üniversite bünyesinde verilen bursların
ve kısmi zamanlı çalışma hakkının belirlenmesinde, adil davranılması ve
kayırmacılığın önlenmesinin, yoksul öğrencilerin korunması ve desteklenmesi
anlamında önemli olduğu düşünülmektedir. Ayrıca kayıtlı çalışma konusunda
toplumsal bilincin ve farkındalığın arttırılması ve sigortalı çalışmayı öğrenciler
acısından cazip hale getirecek düzenlemelerin yapılmasına ihtiyaç vardır.
Özellikle işsizlik sigortası gibi bazı sigorta edimlerinin öğrenciler açısından
kolaylaştırılması, öğrencilerin kayıtlı çalışma konusundaki motivasyonunu
arttıracaktır.
248 ÖZTEPE

Kaynakça
Auers, D., Rostoks, T., Smith, K. (2007). “Flipping Burgers or Flipping Pages?
Student Employment and Academic Attainment in Post-Soviet Latvia,
Communist and Post-Communist Studies, 40 (4): 477-491.
Beerkens, M., E. Mägi, L. Lill. (2011). “University Studies as a Side Job:
Causes and Consequences of Massive Student Employment in
Estonia.” Higher Education 61 (6): 679–692.
Brennan, J., Duaso A., Little B., Callender C., Van Dyke, R. (2005). “Survey of
Higher Education Students’ Attitudes to Debt and Term-time Working and
their Impact on Attainment.” Centre of Higher Education Research and
Information and London South Bank University,
http://www.universitiesuk.ac.uk/highereducation/Documents/2005/TermTi
meWork.pdf.
Burston, M. A. (2016). “I work and don’t have time for that the or stuff: Time
Poverty and Higher Education, Journal of Further and Higher
Education, 41(4), 516–529.
Elisabeth Hovdhaugen (2015) Working while studying: the impact of term-time
employment on dropout rates, Journal of Education and Work, 28:6, 631-
651
Eurostudent (2018). Social and Economic Conditions of Student Life in Europa:
2016-2018,
http://www.eurostudent.eu/download_files/documents/EUROSTUDENT_
VI_Synopsis_of_Indicators.pdf
Hovdhaugen, E. (2015). Working While Studying: The Impact of Term-Time
employment on Dropout rates, Journal of Education and Work, 28:6, 631-
651.
James, R., Bexley, E., Devlin, M., Marginson, S. (2007). “Australian University
Student Finances 2006: Final Report of a National Survey of Students in
Public Universities.” Doctoral diss., Australian Vice-Chancellors’
Committee.
Kalenkoski, C. M., Pabilonia, S. W. (2010). “Parental Transfers, Student
Achievement and the Labor Supply of College Students” Journal of
Population Economics, 23 (2): 469–496.
Kaygısız, A. (2017). Yeni Liberal Düzende Emek Piyasasına İlişkin Yeni
Tahayyüller: Esnek Emek Talebinden Anlık Emek Talebine (Turizm
Sektöründe Öğrenci Emekçiler Örneği), Akdeniz Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi.
Denizli İşgücü Piyasasında Üniversite Öğrencileri 249

King, J. E. (2003). “Nontraditional Attendance and Persistence: The Cost of


Students’ Choices”, New Directions for Higher Education 2003 (121): 69–
83.
King, T., Bannon, E. (2002). “At What Cost? The Price that Working Students
Pay for a College Education”, Washington, DC: United States Public
Interest Research Group.
Lucas, R., Lammont, N. (1998). “Combining Work and Study: An Empirical
Study of Full-time Students in School, College and University” Journal of
Education and Work, 11(1): 41–56.
Mercer, J., Clay, J., Etheridge, L. (2016). “Experiencing Term-Time
Employment As a Non-Traditional Aged University Student: A Welsh
Study, Research in Post-Compulsory Education, 21(3), 181-195.
Özkesen, A. (2015). Öğrenci İşçilerin Güvencesizlik Süreçleri: Çankırı Örneği,
Yıldırım Beyazıt üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış
Yüksek Lisans Tezi.
Roshchin, S.;Rudakov, V. (2017). “Patterns of Student Employment in Russia”,
Journal of Education and Work, 30(3):314-338.
Yücesan Özdemir, G. (2014). İnatçı Köstebek Çağrı Merkezlerinde Gençlik
Sınıf ve Direniş, İstanbul: Yordam Kitap.
OECD, https://data.oecd.org/eduresource/spending-on-tertiary-education.htm, (Erişim
Tarihi:22.03.2018)
250 ÖZTEPE
DUYGUSAL EMEK BAĞLAMINDA ÇALIŞMANIN ANLAMI VE İŞE
YABANCILAŞMA: DENİZLİ’DE KUAFÖRLER ÜZERİNE BİR
ARAŞTIRMA

Asiye KAMBER KIVCI 50


Giriş
Teknolojinin gelişmesi ve hizmet sektörünün giderek büyümesiyle
çalışanlardan beklenen vasıflar da hızla değişmiştir. İletişim becerisi ve müşteri
memnuniyeti örgütler için hizmet sektöründe rekabet etmede avantaj sağlayan
önemli unsurlar haline gelmiştir. Hizmet sektöründe yer alan bazı işlerde, işin
bir gerekliliği olarak duygusal ifadelerin çalışan tarafından düzenlenmesi söz
konusu olmuştur. Örgütsel amaçlar için duygularının kontrol edilmesi “gösterim
kuralları” olarak tanımlanmaktadır. Bu kurallar çalışanın performansının bir
parçası olarak, hangi duyguların ne oranda gösterileceğine ya da saklanacağına
işaret etmektedir (Brotheridge ve Grandey, 2002: 21). Çalışandan yapılan işin
bir gerekliliği olarak belirli duyguları ve duygusal ifadeleri sergilemesini talep
etmek duyguların metalaştırılmasına neden olmakta; en nihayetinde çalışanın
kendine yabancılaşması gibi tehlikeli sonuçları doğurabilmektedir.
Hochschild bireyin hissetmediği duyguları hissediyormuş gibi
görünmesinin psikolojik sağlığını olumsuz yönde etkileyerek duygusal
yabancılaşmaya neden olacağını savunmuştur. Duygusal çelişki, çalışanın
sergilediği duygu ile gerçek hisleri arasında farklılık olduğunda ortaya
çıkmaktadır. Hochschild duygusal çelişkinin alkol ve uyuşturucu kullanımı, işe
devamsızlık, yabancılaşma ve işçinin kendi duygularından uzaklaşmasına sebep
olacağını ileri sürmüştür (Hochschild, 1983: 20). Duygusal çelişki ve
tükenmişlik üzerine yapılan araştırmalarda samimi ve derinlemesine davranış
arasında farklılıklar olduğu saptanmıştır. Bu çalışmalara göre yüzeysel davranış
derinlemesine davranışa oranla daha fazla duygusal çelişki ve tükenmeye neden
olmaktadır (Hochschild, 1983; Grandey, 2000; Kruml ve Geddes 2000).
Bu çalışmada araştırma grubu olarak duygusal emek sergileyen kuaförler
seçilmiştir. Bu meslek grubunda duygusal emeğe ilişkin çalışmaların son derece
sınırlı olduğu gözlenmiştir. Yapılan araştırmayla ilgili yazına katkı sağlamak
amaçlanmıştır.

50
Arş. Gör., Pamukkale Üniversitesi, İ.İ.B.F., Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü.
252 KIVCI

1. Çalışma Kavramı ve Bireyin Yaşamında Çalışmanın Anlamı


Çalışmanın terminolojik anlamlarına bakıldığında, Batı dillerinde çalışma
anlamına gelen ‘travail’in, Latince işkence aleti olan ‘tripalium’dan türediği
görülmektedir. Romalıların çalışma için kullandıkları ‘labour’ sözcüğü de
‘zahmet, yorgunluk, acı, ızdırap’ gibi çağrışımlara sahiptir (Bozkurt, 2005: 49).
Çalışmaya dair etimolojik yaklaşımlar onu genel olarak zahmet ve sıkıntı verici
bir eylem ile ilişkilendirmektedir. Antik Yunan’da “çalışmak zorunluluğun esiri
olmak” anlamına gelmektedir (Arendth, 2011: 137). Anlambilimsel olarak
çalışma sözcüğünün çağdaş kullanımlarından birine en yakın olarak yerel
sözlük birimi ‘takat’ sözcüğüdür ve bu sözcük teknik beceriyi ve bir aletin
dolayımını harekete geçiren gücü, bir fiziksel faaliyeti belirtmektedir” (Meda,
2012: 33). Modern anlamda çalışma kavramı daha çok bireylerin yaşamlarını
sürdürebilmelerini sağlayan iş ile benzer anlamları içerecek şekilde
kullanılmaktadır. Andre Gorz’a göre “çalışma modernliğin icadıdır. Çalışmayı
tanıma, uygulama, bireysel ve toplumsal hayatın ortasına yerleştirme tarzımız,
sanayileşmeyle birlikte icat edilmiş, ardından genelleştirilmiştir” (Gorz, 2007:
27).
Çalışmanın anlamına ilişkin yazına bakıldığında bu alanda iki ayrım
yapıldığı görülmektedir:
1) Çalışmanın anlamı, çalışanlar ya da gruplar, sektörler ya da toplumlar
için işin önemine işaret eder. Bu bağlamda çalışmanın anlamı ‘çalışma sizin için
ne ifade ediyor’ sorusunun yanıtıyla ilişkilidir. Bu soru çalışmaya ilişkin
yorumları ve bireylerin tutumlarındaki değişimi anlamayı amaçlamaktadır.
2) Çalışmanın anlamı işyerinde bireylerin çalışmayı anlamlandırma
‘deneyimine ilişkindir. Çalışmaya ilişkin tutum ya da his ne amaçtır ne de
önemlidir. Buradaki soru ‘işinizin sizin için bir anlam ifade ettiğini düşünüyor
musunuz’ sorusudur. Bu soru, çalışmanın birey tarafından yorumlanmasından
öte; çalışmanın yaşam deneyimi olarak bir değeri, önemi ya da anlamı olup
olmadığıyla ilgilenmektedir (Overall, 2009: 2).
Weisskopf-Joelson (1968) çalışmanın anlamını üç bileşenden yola çıkarak
ele almıştır. Bunlar: Önem (namely significance), yönelim (orientation) ve
bütünleşmedir. Bu üç bileşen şöyle ifade edilmiştir:
Duygusal Emek Bağlamında Çalışmanın Anlamı ve İşe Yabancılaşma 253

Tablo 1: Çalışmanın anlamına ilişkin üç açıklama


Bireyin bakış açısıyla işin değeri, bireyin onu tanımlama ve
Önem
yorumlama biçimi
Bireyin işe yönelimi ve uyumu, bireyin çalışmadan ne
Yönelim
beklediği ve eylemlerini yönlendiren amaçlar
Birey ve iş arasındaki uyum, bireyin beklenti ve değerleriyle
Bütünleşme
iş çevresindeki aktiviteleri arasındaki uyum
Kaynak: Morin, 2008: 4.
Çalışmanın anlamının sorgulanmasında buna ilişkin tüm yanıtların öznel
olacağına dair yaygın bir inanç bulunmaktadır, ancak anlamı böylesi öznel bir
alanla sınırlamak soliptizm riskini de içermektedir, nitekim çalışma olgusu
bireysel olduğu kadar sosyal özellikler de taşımaktadır (Overall, 2009: 6).
Dolayısıyla anlamın kurgulanmasında bireylere ilişkin içsel faktörlerin etkili
olduğu kadar dışsal faktörlerin de etkili olduğu göz önüne alınmalıdır. Anlamın
oluşması oldukça karmaşık bir yapıda olmakla birlikte, bu alanda yapılmış
çalışmalar anlamın kaynağını bireyin kendisi, diğer bireyler, çalışmanın içeriği
ve kültürel, dinsel ve tinsel yaşam bağlamında dört temel kategoride ele almıştır
(Rosso vd., 2010: 95).
2. Duygusal Emeğe İlişkin Kavramsal Çerçeve
Duygusal emeğe ilişkin ilk kavramsallaştırma Arlie Russell Hochschild’ın
“Yönetilen Kalp: Duyguların Ticarileşmesi” (1983) isimli çalışmasında
yapılmıştır. Hochschild, (1983) duygusal emeği “bir ücret için duyguların
yönetilmesi” olarak tanımlanmıştır.
Çalışanlar örgütlerce belirlenen gösterim kurallarına uymak için duygusal
emek davranışları sergilemektedirler. Bu davranışlar literatürde yüzeysel rol
yapma, derinlemesine rol yapma ve samimi davranış olarak sınıflandırılmıştır.
“Yüzeysel rol yapma” ya da “yüzeysel davranış”, “çalışanların örgütlerce
istenen duyguları dış görünüşlerinde değişiklikler yaparak (yüz ifadesi, jest ve
ses tonu gibi) hissediyormuş gibi görünmesi olarak” tanımlanmaktadır (Chu ve
Murrmann, 2006: 1182). Yüzeysel rol yapmada etkileşim sırasında hissedilen
duygu ile gösterilen ifade arasında bir mesafe olması anlamına gelmektedir.
“Derinlemesine davranış” ise “çalışanın sadece dış görünüşünü değil aynı
zamanda duygularını da değiştirdiği durumda” oluşmaktadır (Chu ve
Murrmann, 2006: 1182). Hochschild derin davranışın, bireyin o anki hislerini
bastırması ya da gerçekten uyarmaya çalışması veya hayal gücü yoluyla
hissedilmesi gereken duygulara ilişkin hatıra ya da fikirleri uyandırması yoluyla
gerçekleştiğini ileri sürmüştür (Hochschild, 1983: 35-38). Müşterileri
254 KIVCI

beklentilerini karşılamak için, yüzeysel davranışın fazla mekanik olarak


algılandığı durumlarda çalışanlardan derinlemesine davranış beklenebilmektedir
(Zaph, 2002: 244).
Ashforth ve Humphrey (1993) çalışanların duygusal emek davranışlarını
ortaya koyarken her zaman rol yapmadığını öne sürmüşlerdir. Gösterilmesi
beklenen davranış çalışanın gerçek hisleriyle örtüştüğünde “samimi davranış”
ortaya çıkmaktadır (Chu ve Murrmann, 2006: 1182). Örneğin, bir hemşire yaralı
bir çocuk hastaya karşı gerçekten sempati duyabilmektedir ve rol yapmasına
gerek yoktur. Hochschild ise (1983) bu durumu pasif derin davranış olarak
tanımlamıştır (Zaph, 2002: 243; Krulm ve Geddes, 2000: 12).
Hochschild’dan sonra duygusal emek kavramı, araştırmacılar tarafından
olumlu veya olumsuz boyutlarıyla ele alınmış ve tartışılmıştır. Duygusal emeğe
ilişkin tanımlar da konuya yaklaşan araştırmacıların bakış açısına göre
değişkenlik göstermektedir. Ancak genel olarak duygusal emek teorilerinde
çalışanların işyerinde duygusal ifadelerini yüzeysel ya da derin rol yapma
davranışlarıyla, örgütsel amaçlar doğrultusunda düzenleyebildikleri kabul
görmüştür (Grandey, 2000: 97).
3. Duygusal Emeğe İlişkin Yaklaşımlar
Duygusal emeğe ilişkin yazında kabul gören dört temel yaklaşım
mevcuttur. Bu yaklaşımlardan ilki Hochschild (1983) tarafından
oluşturulmuştur. Hochschild hem kadınların hem de erkeklerin işte veya özel
alanda duygusal çaba sarf ettiklerini ileri sürmüştür. Yaşamın içindeki roller
bireylerden bazı duygusal gösterimlerde bulunmayı talep etmektedir. Ancak
“duygusal gösterimlerin emeğin bir parçası olup bir ücret karşılığında
yapılması” duygusal emek olarak tanımlanmaktadır. Hochschild’e göre
duygusal emek gerektiren işlerde müşteri ya da ilgili kimseyle yüz yüze iletişim
içerisinde olmak, çalışanın hem kendine hem de iletişime geçtiği kimseye
ilişkin amaçlanan duyguları düzenlemesi, örgütün çalışanlar üzerinde eğitim ya
da denetim yoluyla duygusal faaliyetlerinin kontrolü üzerinde denetim sahibi
olması gerekmektedir (Hochschild, 1983: 147). Hochschild duygusal emeğin
olumsuz sonuçlarına vurgu yaparak çalışanların hissetmedikleri duyguları
hissediyormuş gibi görünmesinin ya da buna zorlanmasının duygusal çelişki ve
yabancılaşmaya neden olabileceğini ileri sürmüştür.
Duygusal emeğe ilişkin ikinci yaklaşım Ashforth ve Humphrey (1993)
tarafından geliştirilmiştir ve duygusal emek “uygun duyguyu gösteren davranış”
olarak tanımlanmıştır. Ashforth ve Humphrey, duygusal emeğin içsel
mekanizmalarından ziyade gözlemlenebilir ifadeler ile görev etkinliği ya da
Duygusal Emek Bağlamında Çalışmanın Anlamı ve İşe Yabancılaşma 255

performans arasındaki ilişkiye odaklanmıştır. Duygusal emek ve görev etkinliği


arasında – müşterinin duygusal ifadeyi içten algılaması durumunda- pozitif
yönlü bir ilişki olabileceğini öne sürmüşlerdir (Grandey, 2000: 96). Böylelikle
örgütün bir hedefi olan duygusal emek, çalışan tarafından benimsenmekte ve
dolayısıyla bireyin görev etkinliği de artmaktadır.
Ashforth ve Humphrey (1993) duygusal emek davranışında bilinçli olarak
çaba göstermenin zorunlu olmadığına vurgu yapmışlardır. Daha doğrusu,
yüzeysel ve derin davranışların stres kaynağı olmaktan ziyade bir süre sonra
rutin ve çabasız bir hale dönüşebileceğini ileri sürmüşlerdir (Grandey, 2000:
96). Bu bağlamda duygusal emek literatürüne “samimi davranış” (genuine
emotion) biçimini de eklemişler ve emeğin bu yönüne işaret etmişlerdir. Öte
yandan, Hochschild’ın (1983) yaklaşımına paralel olarak yüzeysel ve derin
davranışın olumsuz psikolojik sonuçları olabileceğini belirtmişlerdir. Ancak
bunun aktörün rolünü ya da işini tanımlama derecesine göre değişkenlik
gösterebileceğine; merkezi sosyal ya da bireysel kimliklerle uyumlu ise
psikolojik iyilik halini olumlu yönde; uyumsuz ise olumsuz yönde etkileyip
duygusal çelişkiye ve otantik benliğin kaybına neden olabileceğini ileri
sürmüşlerdir (Humphrey vd., 2008: 153).
Duygusal emek literatüründe sıklıkla başvurulan bir diğer yaklaşım Morris
ve Feldman’ın (1996) modelidir. Bu yaklaşıma göre duygusal emek, “örgütsel
olarak hedeflenen duygunun gösterimi için kişilerarası etkileşim sırasında
gösterilen kontrol, çaba ve planlama” olarak tanımlanmıştır (Morris ve
Feldman, 1996: 987). Bu yaklaşım duygusal emeğin bir kısmının sosyal çevre
tarafından oluşturulduğu etkileşimci bir model üzerine yerleştirilmiştir.
Araştırmacılar örgüt tarafından gösterilmesi istenen duygunun ne zaman ve
nasıl gösterileceğine ilişkin standart kuralları “duygu gösterim kuralları” olarak
tanımlamışlardır (Morris ve Feldman, 1996: 987-989). Bu yaklaşıma göre
duygusal emek, “duygu gösterim sıklığı, belirlenen duygusal davranış
kurallarına verilen dikkat, gösterilmesi gereken duyguların çeşitliliği ve
duygusal çelişki olmak üzere dört boyuttan oluşmaktadır. Duygusal emek
müşterilerle etkileşim sırasında çalışandan beklenen örgütsel hedefleri içerdiği
gibi (uzunluk, yoğunluk ve sıklık), hissedilen duygu ile gösterilen duygu
arasında farklılığı da (duygusal çelişki) içermektedir (Grandey, 2000: 97).
Alicia A. Grandey’in (2000) duygusal emeği olumlu ve olumsuz
boyutlarıyla ele alan yaklaşımı literatürde önemi olan bir diğer yaklaşımdır.
Grandey duygusal emeği “duygu düzenleme” teorisi adını verdiği kapsamlı bir
teori ile ele almıştır. Bu yaklaşımda duygusal emek, “örgütsel amaçların
256 KIVCI

gerçekleşmesi için hem duyguların hem de ifadelerin düzenlenme süreci” olarak


tanımlamaktadır (Grandey, 2000: 97). Grandey, yaklaşımında James J.
Gross’un duygu düzenleme teorisinden yararlanmıştır. Gross duygu
düzenlemeyi, (emotional regulation) “bireylerin etkisiyle hangi duyguların ne
zaman ifade edilip ne şekilde deneyimleneceğine ilişkin süreç” olarak
tanımlamaktadır. Gross’un modeline göre duygu düzenleme süreci “öncül
odaklı duygu düzenleme” ve “tepki odaklı duygu düzenleme” olmak üzere iki
şekilde gerçekleşmektedir (Gross, 1998: 282). Öncül odaklı duygu
düzenlemede, birey duygunun öncellerini düzenleyebilmektedir. Durumu ya da
durum üzerindeki algıyı duygulara uyum sağlamak adına-ortamı seçme veya
değiştirme, dikkati farklı yöne çevirme ve bilişsel değişim gibi yöntemlerle-
değiştirebilmektedir. Tepki odaklı duygusal düzenlemede ise birey, durumu ya
da duruma ilişkin algıyı değiştirmekten çok duruma ilişkin tepkisinin duygusal
gösterimini değiştirmektedir. Öncül odaklı düzenlemenin aksine, burada
duygunun hissedildikten sonra düzenlenmesi söz konusudur (Gross, 1998: 285).
4. Saha Araştırması
4.1. Araştırmanın Amacı ve Problemleri
Bu çalışma kuaförlük mesleğinde duygusal emek sürecini ve boyutlarını
çalışmanın anlamı ile ilişkili olarak ele almayı amaçlamaktadır. Araştırmanın
ana problemi şudur:
*Kuaförler çalışmaya ve duygusal emeğe nasıl bir anlam yüklemektedir?
Araştırmanın alt problemleri şunlardır:
* Duygusal emeğin kuaförlerin işlerini anlamlandırma süreçlerine etkisi var
mıdır?
*Kuaförler hangi duygusal emek davranışlarını sergilemektedir?
*Duygusal emek duygusal çelişki ve yabancılaşmaya yol açmakta mıdır?
4.2. Araştırma Grubu
Araştırma grubunu Denizli’de Kınıklı, Çınar ve Çamlık bölgelerinde
faaliyet gösteren kuaförler oluşturmuştur. Bu bölgelerin belirlenmesinde
bölgeler arasındaki farklılıkların araştırma problemi üzerinde bir etkisi olup
olmadığı düşüncesi etkili olmuştur. Kınıklı bölgesi daha çok üniversite
öğrencileri ve personelinin yoğunlaştığı bir bölge olarak orta gelirli kesimlere
hitap eden bir bölgedir. Çamlık bölgesi yüksek gelire sahip bireylerin
bulunduğu, lüks salonların olduğu bir bölgedir. Çınar bölgesinde ise nispeten
daha küçük ölçekli, daha düşük gelir grubuna hitap eden salonlara ulaşması
Duygusal Emek Bağlamında Çalışmanın Anlamı ve İşe Yabancılaşma 257

amaçlanmıştır. Bu bağlamda yapılan saha araştırmasında, toplam 30 kişi ile


derinlemesine görüşmeler gerçekleştirilmiştir.
4.3. Araştırmanın Yöntemi ve Süreci
Araştırmanın konusu bir bakıma araştırmanın yöntemini de belirlemiştir. Her
araştırma yöntemi bazı kolaylıkları ve zorlukları içermektedir. Araştırılan konu
bireylerin çalışmaya yükledikleri anlam ve duygusal emek ilişkisi, duygusal
emeğin çalışanlar üzerindeki etkileri gibi derinlemesine bakış gerektiren bir
özellik taşıdığından araştırmada nitel yöntem kullanılmıştır. Nitel araştırma
yönteminin kullanılmasının bir başka nedeni de, araştırmanın bir alt amacını
oluşturan sektöre ilişkin gözden kaçabilecek bazı sorunlara açıklık getirmektir.
Araştırmada nitel veri toplama tekniklerinden biri olan derinlemesine
görüşme tekniği kullanılmıştır. Araştırma konusu hakkında daha fazla bilgi
alabilmek adına 30 görüşmeciyle en kısası 20 dakika, en uzunu ise 90 dakika
süren görüşmeler yapılmıştır. Bu görüşmelerin yanı sıra kuaförlerin duygusal
emek davranışları çalışma ortamında gözlemlenmiştir. Araştırmanın öznesi olan
kuaförlere tesadüfi örnekleme yöntemiyle ulaşılmıştır.
Görüşmeler sırasında mülakatın daha verimli geçmesi adına kuaförlerden
izin alınarak ses kayıt cihazı kullanılmıştır. Kuaförlerin kendilerini daha rahat
bir şekilde ifade etmelerini sağlamak adına gerçek kimlikleri gizli tutulmuştur.
4.4. Kuaförlerin Demografik Özellikleri
Görüşmeler sırasında katılımcılara demografik değişkenlere ilişkin sorular
yöneltilmiştir. Araştırma nitel bir özellik taşıdığından ve demografik
özelliklerin araştırma problemlerine etkisi –doğrudan- araştırılmadığından
demografik değişkenler üzerine olan söylemler sadece fikir vermeye yönelik
betimsel bir özellik taşımaktadır. Yapılan görüşmelerde çalışmanın anlamı
üzerinde cinsiyetin önemli bir etkisi olabileceği gözlenmiştir. Kadın kuaförler
çalışmaya daha çok kariyer odaklı yaklaşırken, erkek kuaförler ise çalışmaya
daha çok iş bağlamında, çalışmanın maddi getirileriyle yaklaşmaktadır. Bununla
birlikte duygusal emek gösterimi ve duygusal yabancılaşma üzerinde cinsiyetin
belirgin bir etkisi olduğu gözlenmemiştir.
Görüşmeler sırasında araştırma konularıyla ilgili yaşın bir etkisi olup olmadığını
belirlemek adına değişik yaş gruplarından kimselerle görüşmeler yapılmıştır.
Görüşmeler sırasında çırakların, mesleğe çok erken yaşta başlamalarının da
etkisiyle çalışma yaşamından daha farklı beklentileri olduğu anlaşılmıştır.
Çıraklık eğitimi alan genç kuşak, henüz müşterilerle yoğun bir iletişim içerisine
girmeyip sadece ufak tefek işlerle ilgilenmektedir Bu kuşağın mesleğin
zorlayıcı etkilerine karşı direncinin daha yüksek olduğunu söylemek yanlış
258 KIVCI

olmayacaktır. Gözlendiği kadarıyla iş bırakma eğilimi çıraklarda yüksektir.


Duygusal çaba sarf etmekten en fazla yorulan yaş grubunun 20-39 aralığındaki
grup olduğunu söylemek mümkündür. 40 yaş ve üzeri grup ise çalışma
olgusuna olumlu anlam atfetmekle birlikte, aile yaşantısına daha fazla öncelik
verme eğilimdedir. Bu yaş aralığında çalışma daha çok keyif için yapılan bir
faaliyet olarak görülmektedir ve harcanan duygusal çabanın daha düşük olduğu
gözlenmiştir. Bunun nedenleri arasında, mesleki deneyim arttıkça zor
müşterilerle daha kolay baş edebilme yeteneğinin artması ve bu kimselerin
kendi salonlarının sahibi olmaları gösterilebilir.
Tablo 2: Görüşülen Kuaförlerin Demografik Özelikleri
İsim 51 Cinsiyet Yaş Medeni Durum Eğitim Düzeyi
1 Serap Kadın 29 Boşanmış Yüksekokul
2 Sinem Kadın 36 Bekar Yüksekokul
3 Belgin Kadın 27 Evli İlköğretim
4 Nilüfer Kadın 39 Evli İlköğretim
5 Ahmet Erkek 31 Evli İlköğretim
6 Osman Erkek 18 Bekar İlköğretim
7 Nehir Kadın 24 Evli İlköğretim
8 Derya Kadın 28 Evli İlköğretim
9 Gizem Kadın 24 Bekar Lise
10 Ali Erkek 32 Bekar İlköğretim
11 Oktay Erkek 16 Bekar İlköğretim
12 Didem Kadın 17 Bekar Lise
13 Suzan Kadın 40 Boşanmış Lise
14 Hakan Erkek 50 Ayrı İlköğretim
15 Aylin Kadın 17 Bekar İlköğretim
16 Murat Erkek 31 Evli İlköğretim
17 Barış Erkek 38 Evli İlköğretim
18 Fuat Erkek 29 Bekar İlköğretim
19 Mustafa Erkek 23 Bekar İlköğretim
20 Zeynep Kadın 41 Evli İlköğretim
21 İpek Kadın 20 Bekar İlköğretim
22 Onur Erkek 27 Bekar Üniversite
23 Dilek Kadın 26 Bekar İlköğretim
24 Cenk Erkek 32 Evli İlköğretim
25 Semra Kadın 21 Bekar Lise
26 Aslı Kadın 26 Bekar Lise
27 Yasemin Kadın 50 Boşanmış Lise
28 Yiğit Erkek 38 Evli İlköğretim
29 Gamze Kadın 18 Bekar Lise
30 Derya Kadın 29 Evli İlköğretim

51 Kişilerin gerçek isimleri kullanılmamıştır.


Duygusal Emek Bağlamında Çalışmanın Anlamı ve İşe Yabancılaşma 259

4.5. Araştırmanın Bulguları


4.5.1. Kuaförlerin Çalışmaya Bakışı
Araştırma bulgularından elde edilen verilerden hareketle çalışmaya verilen
anlamda kadın ve erkek kuaförler arasında farklılıklar olduğunu söylemek
mümkündür. Erkek kuaförler açısından çalışmanın nihai amacı ve getirisi maddi
temellidir. Çalışma en temelde araçsal bir nitelik taşımaktadır:
“Evime ekmek götürmek için çalışıyorum, en basiti, bi de hayatın
koşulu o, çalışmak zorundayım, rahat yaşamak ve çocuğuna güzel
bi gelecek sunmak istiyosam çalışmak zorundayım.” (Usta Cenk,
32)
İşe yaramak ve fayda sağlamak da çalışanları motive etmede etkili bir
faktör olarak öne çıkmaktadır:
“Sakıp Sabancı mesela, vefat etti, ne götürdü öbür tarafa, boş
hiçbi şey götürmedi. Ama bir yandan bir sürü şey üretmiş, yüzlerce
binlerce insana ekmek vermiş, yüzlerce binlerce insan hala onun
kurduğu şeyden dolayı, düzenden dolayı ekmek yiyor. Yani
insanların eli ayağı tuttuğu sürece birilerine faydalı olabilmek
kadar güzel bi şey yok. Çöpçü ile çok güzel bir iş yapıyor, sen
sokakları temiz görüyorsun, bahçivan bahçeyi kazıyor çiçek
dikiyor, her şey güzel oluyor. Örnekler bitmez, her insanın verdiği
emek, çalışma adına, hiçbi şey boş değildir.” (Usta Hakan, 50)
Kadın kuaförler ise çalışma aracılığıyla ekonomik olarak bir güç elde
etmektedir, ancak çalışmanın onlar açısından en önemli yanı bu güç aracılığıyla
özgüven ve toplumda saygınlık kazanmaktır. Pek çoğu geçmişte ev hanımı
olduğundan ya da yeterli eğitim alamadığından, kuaför salonu açmak onlar
açısından büyük bir anlam taşımaktadır:
"Maddiyat da çok önemli ama maddiyattan ziyade insanın kendine
ve idealine özgüveni. Özgüvenim var sonuçta çalışıyorum, hani
kendi işini yapıyorsun, kendi işinin başındasın. İster istemez
maddiyat dediğin özgürlük veriyor. Benim tek idealim, mesleğe
başladığımda da öyleydi, sadece dükkan açmak.” (Usta Derya, 28)
4.5.2. Kuaförlerin İşe Yükledikleri Anlamlar
4.5.2.1. Olumlu Anlam
Araştırmada pek çok kuaförün mesleğini sanatsal aktivite ile
ilişkilendirdiğini ve bunun da işe verilen anlamı olumlu yönde etkilediği
saptanmıştır. Henüz çıraklık evresinde olan Ali, mesleğine ilişkin en sevdiği
yanı şöyle ifade etmektedir:
260 KIVCI

“İnsan içindeki dışarı yansıtıyo, içerisinden geçeni, biz saç


yapıyoruz saçlarda yansıtmaya çalışıyoruz, başkası resim yapar
resimde, kimisi şiir yazar şiirde, yani o an duygu ve düşüncelerle
bi şeyler ifade etmeye çalışıyoruz. Sanatsal.” (Çırak Ali, 18)
Yapılan işin bir sanat olarak görülmesinde tüm emek süreçlerine ve bu
süreçlerde ortaya çıkan ürüne tanık olunmasının etkisi olduğunu söylemek
mümkündür:
“Yaptığım iş bir sanat, yaratıcılık. Başkalarını mutlu ediyorum,
onları aynaya her baktıklarında mutlu ediyorum.” (Usta Serap,
29)”
Makyaj uzmanı Serap, kalıcı makyaj yapmanın kendisine büyük bir
mutluluk verdiğini, bu yolla kendisini ve sanatını ifade edebildiğini, kadınların
aynaya her bakışında kendilerini güzel hissetmelerine aracı olmaktan büyük bir
keyif aldığını ifade etmiştir; öyle ki yaptığı makyaj onun kimliğinin de bir
yansıması haline gelmiştir. Aynaya bakan, kendini güzel bulan kadın, onun
ismini anıp “Bunu Serap yaptı” diyebilecek ve belki de arkadaşlarına yine
kendisini tavsiye edebilecektir. Yapılan işle kimlik arasındaki bu belirgin
ilişkiyi, pek çok kuaförün salon açtığı zaman bu salona kendi ismini vermesinde
de görmek mümkündür.
Yapılan işin insanları güzelleştirmek ve mutlu etmekle eş değer tutulması
işe yüklenen olumlu algıları artırmaktadır. Kuaför Belgin bu durumu şu şekilde
ifade etmektedir:
“İnsanlara yenilik vermeyi seviyorum, onlarla iç içe olmayı
seviyorum. Hayatlarına küçük bir dokunuş bile onları mutlu
ediyor.” (Usta Belgin, 27)
Araştırma bulguları sonucunda çırakların işe yönelik bakışında cinsiyete
göre değişen farklılıklar olduğu gözlenmiştir. Her ne kadar mesleğe giriş
nedenleri çoğunlukla okuldaki başarısızlıkları/isteksizlikleri ya da yaşam
şartlarındaki zorluklar olsa da, kadın çıraklarca bu mesleği onlar için “ilgi
çekici” kılan şey, mesleğin güzelliğe ilişkin olmasıdır. Çırak Gamze bu durumu
şöyle ifade etmektedir:
“Okumak istemedim, kendim hemen karar verdim, küçüklükten
makyaj falan, çok süslü bir insandım zaten.” (Çırak Gamze, 18)
4.5.2.2. Olumsuz Anlam
Wrzesniewski, bireylerin değer görme beklentilerinin çalışma aracılığıyla
oluştuğunu ve bunun de işin anlamını doğrudan etkilediğini öne sürmüştür
Duygusal Emek Bağlamında Çalışmanın Anlamı ve İşe Yabancılaşma 261

(Wrzesniewski vd., 2003: 95). İşe ilişkin anlamı olumsuz yönde etkileyen
temel faktörlerden bir tanesinin kuaförlerin yaptıkları işin sosyal çevreleri
tarafından küçümsenmesi olduğunu söylemek mümkündür. Kuaförler,
mesleklerine yeterince değer verilmediğini, saygı duyulmadığını ve insanların
kendilerini “satın alınan” bir meta gibi gördükleri ileri sürmüşlerdir. Kuaför
Fuat’ın bu duruma ilişkin görüşleri şöyledir:
“El emeğine saygı diye bi şey kalmadı. Bu sadece bizim meslek için
değil yani, dışarıdaki bütün meslekler için Türkiye’de öyle yani.
İnsanlar bi şey yaptığınız zaman pazarlık üstüne pazarlık.
Karşındaki insanın kıymetini bilmiyolar. Yurt dışında bi doktor
neyse kuaför de o, o statüde yani. Ülkemizde böyle değil yani, para
verip sizi satın aldığını zannediyorlar. Orda konuşurken kendi
aramızda herkes mesleğini sorar ben de mesela kuaförüm dediğim
zaman daha çok ilgi gösteriyorlar, ‘oo süpersin sen’ mesela
diyolar. Ama burda ben berberim dediğim zaman adam selam bile
vermiyo. Biraz hor görülüyor.” (Kuaför Fuat, 29)
Kuaförler mesleklerinin basit bir şekilde “saç kesmek ”ten ibaret olmadığı,
bu meslekte yetişmek ve kendilerini geliştirmek için yıllarca çaba
harcadıklarını, ancak insanların bu mesleğin anlamını “yeterince”
kavrayamadığından bahsetmiştir. Bu mesleğin ustaları kendilerini profesyonel
olarak tanımlamaktadır ve mesleklerine ilişkin olumsuz tepkiler çatışma
yaşamalarına neden olabilmektedir. Öte yandan, kendi salonlarına sahip olanlar
mesleklerine yönelik olumlu tepkiler aldıklarından bahsetmişlerdir.
Sosyal çevrenin kuaförlere gösterdikleri tepkilerin işin anlamını etkileyen
önemli faktörlerden biri olduğunu söylemek mümkündür. Bununla birlikte,
mesleğe yönelik tepkiler kadın ve erkek kuaförlerinde – bazı bakımlardan-
farklılık göstermektedir. Erkek kuaförler mesleklerine ilişkin bazı ön yargılarla
karşı karşıya kalabilmektedir:
“Tabi ki bu iş, kuaförlük ortamı şehirlere göre değişiyor, bakış
açısı, radikal kesimler var, erkeklerin bakışı, bayanların bakışı çok
değişik. Kuaförüm dediğin zaman bizi daha fazla bi sert erkek gibi
değil de, daha fazla homoseksüel anlamda bakıyorlar, kadınlarla
uzun süre çalıştığımızdan dolayı acaba karakteri değişti mi,
yumuşadı mı –açık konuşuyorum- gibisinden bakıyorlar. Örneğin
ben bi doktora gitmiştim, bundan yedi yıl evvel İstanbul’dan
buraya gelirken, gene sağlıkla ilgili, bu ilaçların alerji
yapmasından ötürü doktora gittim, merhaba merhaba girdik,
tansiyon hastasıyım aynı zamanda birden sinirlenirim. İsminiz ne
bu, yaşınız ne, şu kadar, ne meslek yapıyorsun kuaförüm. Eşimle
262 KIVCI

beraber gitmiştim, ondan sonra ‘kaç yıldır kuaförlük yapıyorsun’,


şu kadar zamandır, ‘ya daha sen nasıl top olmadın’ dedi bana
doktor, açık ve net. Meğer tabi beni kızdırmak istiyormuş, ben de
ona tepki verdim, tabi sonra eşimin üstüne attı, bu kadın sende
olursa olmazsın dedi. Yani erkeklerin bakış açısı, toplumdaki bazı
kişilerin bakış açısı, özellikle erkeklerin bayan kuaförü oluşu,
devamlı bayanlarla diyalog olduğundan dolayı böyle bakanlar çok
var.” (Usta Hakan, 50)
Kadın kuaförler ise biraz süslendiklerinde ya da giyim kuşamlarına dikkat
ettiklerinde “hafifmeşrep” olarak algılandıklarını ifade etmişleridir. Bu tepki,
kadınların mesleklerine ilişkin algısını da olumsuz yönde etkilemekte ve
mesleki kimliklerinin oluşumunda olumsuz bir etkiye neden olmaktadır. Kuaför
Gizem bu durumu şöyle açıklamaktadır:
“Erkeklerde de daha yanlış bir mentalite oluşmaya başlıyor. Ben
bi çok yerde söylemiyorum mesela kuaför olduğumu, ben aynı
zamanda masörüm, aynı zamanda muhasebeciyim, genelde
muhasebecilik tercih ediyorum. Masörlük de daha farklı
algılanıyor. Biz dışarıda herkese gülmüyoruz aslında, herkese yüz
vermiyoruz ya da işte bi şeylerin sınırlamasını koyuyoruz ama
bunlar yanlış algılanıyor kuaför değil mi bu mantığı olduğu
zaman.” (Kalfa Gizem, 24)
Yapılan görüşmeler sonucunda, kuaförlerin mesleklerine ilişkin olumsuz
tutumlara sahip olmalarında sağlık sorunlarının ve meslek hastalıklarının da
etkisi olduğu görülmüştür. 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’na göre
tehlikeli meslekler grubunda sayılan kuaförlük mesleği, kesici aletlerin
kullanımından, sağlığı tehdit edici içeriklere sahip olan boya maddelerinin
kullanımına kadar pek çok riskli araç gereç içermektedir. Bununla birlikte
kuaförler uzun sürelerce kimyasal maddeler kullanmaya bağlı cilt ve solunum
yolu rahatsızlıkları, gürültülü ve müzikli bir ortamda çalışmaktan kaynaklanan
duyma rahatsızlıkları, sürekli ayakta kalmaktan ötürü varis, sırt ve bel ağrıları
gibi pek çok sağlık sorunuyla karşı karşıya kalabilmektedirler. Dikkat çekici
olan, kuaförlerden karşılaştıkları sağlık sorunlarına ilişkin bilgiler istendiğinde
en çok maruz kalınan sağlık sorununun stres olduğunun ifade edilmesidir. Her
ne kadar stres çağımızın vebası olarak kabul edilse de, çalışma koşullarından
ötürü pek çok sağlık problemine açık olan bu sektörün şikayetlerinin yüksek
oranda stres ve duygusal yorgunlukla ilişkili olması, bu sektördeki duygusal
emeğin boyutları hakkında da bazı ipuçları vermektedir. Sağlık sorunlarına
ilişkin sorulardan elde edilen yanıtlar tablo 3’de özetlenmiştir:
Duygusal Emek Bağlamında Çalışmanın Anlamı ve İşe Yabancılaşma 263

Tablo 3. Kuaförlerin Karşılaştığı Sağlık Sorunları


Sağlık Sorunu Sağlık sorunundan şikâyetçi olan kişi sayısı
Stres 20
Fiziksel yorgunluk 18
Sırt ve bel ağrıları 16
Cilt rahatsızlıkları 14
Duygusal yorgunluk 13
Bacaklarda ve kollarda uyuşma 13
Kuaförlerin mesleklerine verdikleri anlamın olumsuzlanmasında iş ve iş
dışı yaşam arasındaki çatışmanın etkisi olduğu gözlenmiştir. Kuaförlük mesleği,
uzun saatler iş yerinde olmayı gerektirdiğinden kuaförler ailelerine yeterince
vakit ayıramamaktan yakınmaktadır. Özellikle Pazar günleri çalışıyor
olmalarının bu çatışma üzerindeki etkisi büyüktür. Özellikle kadın kuaförler
hem mesleki hem de annelik kimliklerinden ötürü daha fazla çatışma
yaşamaktadır. Hafta içi olan izin günlerinde ise, ailenin diğer fertleri ya işte ya
okulda olduğundan, tüm günü temizlik ve yemek yaparak geçirdiklerini ve
aslında çalışmadıkları günlerde de ne manevi ne de bedensel olarak
dinlenebildiklerini ifade etmişlerdir.
Görüşmeler sırasında pek çok kuaför ya evlilik hayatında zorlandığından ya
da çevresinde bu konuda zorlanan kimseler olduğundan bahsetmiştir. Özelikle
erkek kuaförler sürekli kadınlarla iç içe olmalarından ötürü eşleri ve
sevgilileriyle kıskançlığa ilişkin problemler yaşadıklarını ifade etmişlerdir:
“Şimdi Türkiye’de yaşıyoruz, Avrupa ülkesi değiliz. Çok gerideyiz,
o yüzden kıskançlık diye bi şey var burda, çok fazla. Aşırı
kıskançlık diye bi şey var, güvensizlik var. Bunlara bağlı, bi
müşterinle sohbet edişin bile, atıyorum bazen nişanlın oluyor,
sevgilin oluyor, eşin oluyor rahatsız ediyor yani. Tabi o rahatsız
edince ne olcak, kabak senin başına patlıyor.” (Usta Ali, 32)
Çıraklarda işe ilişkin tutumu olumsuz yönde etkileyen faktörlerden birinin
farklılaştığı saptanmıştır. Görüşmeler sırasında çıraklar işverenlerin kendilerine
kötü muamele etmesinden yakınmaktadır. Hatta bu durum sık sık iş bırakmalara
neden olmaktadır:
“Küçük olduğum için ezilme şeyim vardı, ben de işte gururluyum,
çok gururluyumdur, dayanamadım çıktım yani, ezdikleri için
uzaklaşıyorsun meslekten soğuyorsun, yapamıcam düşüncesi içine
girip bırakıyorsun.” (Çırak İpek, 20)
Görüşmelerde geçmişte çıraklık eğitimi sırasında sözlü şiddetin yanı sıra
fiziksel şiddete de maruz kaldıklarını, kendilerinin bir “paspas” gibi
kullanıldıklarını ifade eden kuaförler de olmuştur ve yeni nesli kendileriyle
264 KIVCI

kıyasladığında “şanslı” görmektedirler. Sektördeki temel problemlerden biri de


çırak krizidir. Usta kuaförler bu meslekte çırak yetişmediğinden yakınmış ve
mesleklerinin gelecekte ciddi bir krize gireceğini öne sürmüşlerdir. Bu durumun
sebeplerini ise zorunlu eğitimin uzamasına ve belli bir eğitimi alan kimselerin
de bu mesleği tercih etmemelerine bağlamaktadırlar.
Çıraklar çalışma koşullarının oldukça ağır olmasından yakınmaktadır. İzin
günleri uygulaması ise bazı kuaförlere ya yeni gelmiştir ya da böyle bir
uygulama yoktur. Aylin mesleğinin zor yanlarını şöyle ifade etmiştir:
“Zor yanı sürekli ayakta kalmak, bi de iznimin olmaması. Eleman
olmadığı için izin kullanmıyorum.” (Çırak Aylin, 17)
Aylin’ ne kadar süredir bu şekilde çalıştığı sorusu yöneltildiğinde ise
verilen cevap durumun ciddiyetini gözler önüne sermektedir: Altı ay. Aylin,
henüz 17 yaşında mesleğe yeni başlayan bir çırak olarak, altı aydır izinsiz
çalışmaktadır. Çıraklık eğitimi bittikten sonra, okul tarafından karşılanan
sigortanın işverence karşılanması gerekmektedir, ancak görüşmelerde pek çok
işveren çalışanlarına sigorta yapmadığı ifade edilmiştir.
4.5.3. Duygusal Emek Davranışları
Kuaförler duygusal emeği yoğun olarak kullanan meslek gruplarından
birisidir. Uzun süren çalışma saatleri içerisinde, meslek hayatları boyunca pek
çok insanla hem bedensel hem de sözlü olarak yakın temas içerisindedirler.
Yaptıkları işte yeteneklerini gösterdikleri kadar, müşteri tarafından beklenen
olumlu duyguları da sergilemek durumundadırlar. Görüşmeler sırasında
müşterilerle iletişimin olumlu ya da olumsuz bir şekilde gerçekleşmesinin işe
verilen anlamı da etkilediği gözlenmiştir. Müşterilerden gelecek olumlu geri
bildirimlerin işe ilişkin tutumları da olumlu etkilediğini söylemek mümkündür.
Öte yandan, sektörün insanları memnun etmek üzerine talepleri, işe yüklenen
olumlu anlamların olumsuz olmasına yol açmaktadır.
Morris ve Feldman, duyguların gösterimi için gerekli süre fazlalaştıkça ve
gösterilmesi gereken duygular yoğunlaştıkça daha fazla çaba ve duygusal emek
gösterileceğini ifade etmiştir (Morris ve Feldman, 1996). Kuaförlerin
müşterilerle uzun süreli etkileşim içerisinde olmaları ve uzun süreler çalışmak
zorunda kalmaları onların harcaması gereken duygusal çabanın miktarını da
arttırmaktadır. Görüşmeler sırasında sergilenmesi gereken duygusal
gösterimlerin, özellikle lüks sayılabilecek büyük kuaför salonlarında daha
belirgin olduğu gözlenmiştir. Küçük ölçekli salonlarda ise kuaförler tarafından
gösterilen duygusal çabanın daha az olduğunu söylemek mümkündür.
Duygusal Emek Bağlamında Çalışmanın Anlamı ve İşe Yabancılaşma 265

Yapılan görüşmeler sonucunda kuaförlerin duygusal emek davranışlarının


genel olarak “yüzeysel” olduğu anlaşılmıştır. Yüzeysel davranış, çalışanca
gerçekten hissedilmeyen duyguların hissediliyormuş gibi yapılıp duygusal
ifadelerin dış görüşte (mimik ve jestler gibi) yansıtılması anlamına gelmektedir
(Chu ve Murrmann, 2006: 1182).
Duygusal emek davranışlarının yüzeysel olduğuna işaret eden birkaç ifade:
“Şu kapıdan girince maalesef herkes kendi maskesini takmak
zorunda kalıyor. İşten çıkınca herkes maskesini çıkartıp devam
ediyor.” (Usta Mustafa, 23)
“Yani bende de sadece sürekli gülmeye çalışıyorum, sürekli hani
içimdeki neşemi dışıma doğurmaya çalışıyorum. Tek sorunum
utangaç bir insandım, o konuda kendimi değiştirdim… Yeri geliyor
mutsuzluğunu yüzün gülüyor ama gözlerinden belli oluyor. Çoğu
müşterimiz ya da patronumuz iyi misin dediğinde gözlerimin içine
bakar.” (Çırak İpek, 20)
Bu ifadelerden de anlaşılacağı gibi, gösterilmesi gereken duygular
yüzlere ve mimiklere yansımaktadır. Gerçek hisler gizlenmekte ve ancak o kişi
tarafından bilinmektedir, ancak çarpıcı olan takınılan mutluluk maskesine
rağmen “gözler”in yapay davranışı açığa vurmasıdır. Kuaför İpek’in “içimdeki
neşemi dışıma doğurmaya çalışıyorum” ifadesi derinlemesine davranışa dair
ipuçları vermektedir. Derinlemesine davranışta çalışanlar sergiledikleri
duyguları gerçekten hissetmeye çabalamaktadır. Ancak duygusal talepler
fazlalaştıkça muhtemelen yüzeysel davranış eğilimi artmaktadır. Bazı kuaförler
müşterileriyle iyi ilişkiler geliştirdiklerini ve onlarla dost olduklarını ifade
etmiştir. Bu bağlamda ilk aşamada kuaförlerin derinlemesine davranış
sergiledikleri düşünülebilir, ancak bu ilişkinin ticari doğasının yüzeysel
davranış eğilimlerini arttırdığı söylenebilir.
Araştırma sonucunda çalışanların hissetmedikleri duyguları hissediyormuş
gibi davranmalarının duygusal çelişkiye neden olduğu gözlenmiştir.
Müşteriye düşündüklerinin ya da hissettiklerini aksini söylemek zorunda
kalan bir kuaförün ifadeleri şu şekildedir:
“Şu bizi duygusal anlamda çok yoruyor, bi çok beğenmediğimiz
insanın karakterini ya da vücut şeklini veya yüz şeklini, her
anlamda, ‘güzelsin’ demek. Saçın çok güzel oldu, saç güzel
diyosun, değil. Müşterinin de orda katkısı var, tamam saçı ama bi
şeye benzemiyordu geldiğinde, giderken güzel oldu, tamam ama
saç güzel. Ben güzel yapmadım seni, senin saçın zaten güzeldi
266 KIVCI

sadece şekillendirdim, müşteriyi yüceltmek amaç. O anlamda


bazen vicdan azabı duyuyorsun yalan söylediğin için. Evde ya da
çevresinde istediğini duymadı mı bana daha çok geliyor, çünkü
istediğini ben veriyorum.” (Usta Yiğit, 38)
Bu ifadelerden etkileşim süresi arttıkça gösterilen duygusal çabanın arttığı
ve bunun da daha fazla duygusal yorgunluğa sebep olduğu anlaşılmaktadır. Gün
içerisinde harcanan duygusal emeğin ve sürekli “sabırlı ve güleryüzlü” görünme
talebinin iş dışı yaşama yansımalarını Usta Gizem şöyle tarif etmiştir:
“Psikolog oluyoruz, kuaför oluyoruz, aynı zamanda dostu,
arkadaşı oluyoruz. Evet dostluk arkadaşlıktan ziyade yoruluyorum,
insanları dinlerken yoruluyorum, sürekli konuşmaktan
yoruluyorum. Kendi sıkıntılarım üzerine düşememekten çok
sıkılıyorum. Sürekli başkalarının sıkıntılarıyla uğraşıyorum, biraz
da biz kendimiz yapıyoruz sanırım. Hani buna çok alıştığımız için
kendimizi geri plana atıyoruz. Psikolojikmen yormaya başlıyor,
depresyona gidiyor, kişilik bozukluğuna gidiyor, dengesizliğe
gidiyor.” (Usta Gizem, 24)
Bir başka kuaför duygusal emeğin kendinde bıraktığı etkileri şöyle ifade
etmiştir:
“Müşteri bir yerden sonra her şeyi anlatmaya başlıyor, tüm özel
hayatını anlatmaya başlıyor. Bizim kendi sıkıntılarımız da oluyor,
bi de onun sıkıntısını dinliyosun ve bunu bir müşteride değil de her
müşteriden dinliyosun, bu bir yerden sonra bi çöküntüye sebep
oluyo hani. Duygusal olarak bi yorgunluk hissediyo yani, beden
olarak olmasa bile kafa olarak yoruyo.” (Usta Fuat, 29)
Sürekli başkalarının psikolojik sorunlarını dinlemek, kendini onlara moral
vermek zorunda hissetmek, müşterilere ne kadar güzel olduklarını anımsatmak
ve onların kendilerini iyi hissetmelerini sağlamak mesleğin gerektirdiği
duygusal talepler olarak algılanmaktadır. Kuaförlerin deyimiyle müşterinin
istediği sadece saçının yapılması değildir, onlar aynı zamanda kendi sorunlarını
da dinlemesini istemektedir, oysa bu talebin çalışan üzerindeki etkileri ağırdır.
Yüzeysel davranış arttıkça bu etkiler daha da artmaktadır, ancak yüzeysel
davranışın bırakılması ve mizahi bir dille müşteriye gerçek hislerin yansıtılması
duygusal çelişki ve yorgunluğu da azaltmaktadır. Kuaöfler Murat bu durumla
baş edebilmek için bulduğu yöntemi şöyle ifade etmektedir:
“Müşteriye açık sözlüysen, kızdığını belirtebiliyorsan, bunda bi
yorgunluk hissetmezsin, çünkü bunu dile getirebiliyorsun ama
şimdi ben bunu müşteriye nasıl söylicem deyip dile getirmezsen bu
Duygusal Emek Bağlamında Çalışmanın Anlamı ve İşe Yabancılaşma 267

senin içinde yara yapar ama ben bunu müşteriye söylüyorum,


‘dokunma saçını başını yolarım’ diyorum, samimi oluyorsun
müşteriyle, o da gülüp geçiyor ama bunu söylemezsen, diğer türlü
her zaman insanın içinde kalır, bu da insanı yorar.” (Usta Murat,
31)
Pek çok kuaför, görüşmeler sırasında insanları anlamak konusunda
yeteneklerini geliştirdiğini ve onların sorunlarını çözebildiğini; bu alanda iyi bir
dinleyici olmaktan kaynaklanan bazı deneyimlere sahip olduklarını ifade
etmiştir. Özellikle küçük salonlarda müşteriyle daha yakın duygusal temas
içerisine girilebilmektedir. Bu temasla birlikte, müşteriye gösterilmesi gereken
duygusal çaba azalmaktadır. Arkadaşlık kurma ihtiyacı bir bakıma çalışanın
müşteriyle kendisini denk görme arzusundan kaynaklanmaktadır. Böylelikle
duygusal emeğin gösterimine ilişkin baskı da bir nebze ortadan kalkmaktadır:
“İyi yanı çok, çok güzel arkadaşlıklar ediniyosun, çok güzel
dostluklar ediniyosun. Kendini geliştiriyosun, sende eksik olan
şeyleri öğreniyosun, o yönden çok iyi. Nası diyim sana çok farklı
insanlar tanıyosun, bu hayata bakış açını değiştiriyor. Ama kötü
yönleri de, hiçbi şekilde sosyal aktiviten yok, kimse gibi gezip
tozamıyosun kapanıyosun buraya akşama kadar, hiçbi şey
yapamıyosun yani insanlarla bi iletişim kuramıyosun, aslında
dükkan içinde kuruyosun ama dışarıda kuramıyosun.” (Usta
Derya, 28)
Sonuç
Bu çalışma, kuaför salonlarında müşteriyi güzelleştirmek adına emek
harcayanların aynasından yansıyanları göstermeyi amaçlamıştır. Bu aynanın
gerisinde uzun saatler boyunca çalışmanın zorluklarını ve olduğundan farklı
görünmeye çalışmanın sancılarını bulmak mümkündür. İnsana hizmet vermek
adına çalışanların, mesleklerini anlamlandırmada “öteki”yle ilişkisi elzemdir.
Kuaförler emeklerinin sonuçlarını yine başka bir insanda görmektedir. Öte
yandan, hızla yayılan ve her alana sirayet eden metalaşmanın emeği de diğer
pek çok şey gibi araçsal bağlamlara indirgediği açıktır.
Yapılan mülakatlar ve gözlemler sonucunda, duygusal emeğin işi
anlamlandırmada önemli bir etken olduğu anlaşılmıştır. Çalışma koşulları
müşterilerle sürekli etkileşimi gerektirdiği için müşterilerden gelen olumsuz
tepkiler çalışanların neredeyse tüm günlerini kötü geçirmelerine neden
olabilmektedir. İşe yüklenen anlamın azalmasında ağır çalışma koşulları ve
meslek hastalıklarının etkili olduğu gözlenmiştir. Anlamın olumlanmasında ise
mesleğin doğasına özgü el zanaatı gerektiren yanı oldukça etkili olmuştur.
268 KIVCI

Çalışanın emeğiyle temasının kopmayışı, emeğinin sonucunu görebilmesi, emek


sürecine hakim olması gibi faktörler yapılan işin sevilmesini ve bir sanat olarak
görülmesini sağlamıştır.
Çoğu kuaför mesleğinin fiziksel yorgunluktan ziyade kendisini duygusal
olarak yorduğunu ve bu durumla baş etmekte zorlandığını ifade etmiştir.
Kuaförlere hangi sağlık sorunlarını en sık yaşadıkları sorusu yöneltildiğinde en
çok şikayetçi olunan sorunun stres olması duygusal emeğin boyutları hakkında
da ipuçları vermektedir.
Duygusal emeğin etkileri bertaraf etmek ve duygusal gösterim kurallarının
baskısını azaltmak için kuaförler müşterilerle arkadaş, hatta bazen dost
olduklarını ifade etmişlerdir.
Kuaförlerin duygusal emek davranışları yüzeyseldir, başka bir deyişle
hissetmedikleri duyguları hissediyormuş gibi görünmek konusunda kendilerine
baskı yapmaktadırlar. Olduklarından farklı görünmenin onlar üzerinde duygusal
çelişki bıraktığını gözlenmiştir. Pek çok kuaför müşteriye ne kadar güzel
olduğunu ifade ederken ya da müşterinin sorunlarını dinlemek zorunda kalırken
kendilerini bir nevi “sahtekar” gibi hissettiklerini dile getirmiştir. Onların
deyimiyle müşteriye çoğunlukla “nabza göre şerbet” vermek gerekmektedir.
Bununla birlikte kaprisli ya da zor müşteriler karşısında da oldukça
zorlanmaktadırlar. Kuaförlerden işlerine ilişkin hayal kırıklığı yaratan anılarını
anlatmaları istendiğinde bu anıların hemen hemen hepsi zor müşterilere
ilişkindir. Bu müşteriler aracılığıyla “sabrı öğrendikleri”ni ifade etmişlerdir.
Ancak sabrı öğrenmenin onların yaşamlarına kimi olumsuz etkileri olmuştur: İş
dışı yaşamda daha az konuşan, daha sinirli, daha sabırsız ve duyarsız biri haline
gelmişlerdir. Pek çok kuaför eve gittiğinde sadece sessizliğe ihtiyacı olduğunu
dile getirmiştir. Bu belirtiler yabancılaşmanın anlamsızlık ve kendinden
uzaklaşma boyutları hakkında da ipuçları vermektedir. Araştırmada yüzeysel
davranışın duygusal çelişki ve yabancılaşmayı kuvvetlendirdiği gözlenmiştir.
Bu bulgu daha önceki –bazı- çalışmalarla örtüşmektedir (Hochschild, 1983;
Grandey, 2000; Kruml ve Geddes 2000).
Araştırmada özellikle lüks salonlarda çalışanların daha fazla duygusal
çaba gösterdiği anlaşılmıştır. Böylesi bir araştırmanın metropol şehirlerin lüks
salonlarında daha çarpıcı sonuçlar vermesi muhtemeldir. Salon küçüldükçe,
kuaför ve müşteri arasındaki statü farkı da azalmaktadır ve geliştirilen
arkadaşlık ilişkisiyle duygusal çaba düzeyi de düşmektedir. Benzer bir şekilde,
duygusal çaba arttıkça, duygusal yabancılaşmanın da artma olasılığı
kuvvetlenmektedir.
Duygusal Emek Bağlamında Çalışmanın Anlamı ve İşe Yabancılaşma 269

Çalışmada erkek kuaförlerin duygusal emek gösteriminde daha fazla


duygusal çaba harcadıkları gözlenmiştir. Bu durum daha önceki araştırmalarla
örtüşmemektedir. Duygusal emeğin cinsiyetle ilgisine yönelik yapılan önceki
araştırmalar kadınların daha fazla duygusal çaba gösterdiklerini saptamıştır
(Hochschild, 1983; Grandey, 2000). Ancak bu sektör için böylesi bir durum söz
konusu değildir. Bunun olası iki nedeni vardır: Duygusal gösterim kuralları
daha önce vurgulandığı gibi büyük ve lüks salonlarda daha belirgindir ve bu
salonlarda erkek kuaförler sayıca daha fazladır. Kuaförlerin zor müşteriyle baş
etme yöntemlerinden biri de bu müşteriyi daha deneyimli birine ya da salon
sahibine yönlendirmektir. Bu kişiler de çoğunlukla daha dirençli durmayı
başaran erkek kuaförler arasından seçilmektedir.

Kaynakça
Arendt, H. (2011). İnsanlık Durumu, (çev: B. S. Şener), İletişim Yayıncılık,
İstanbul.
Bozkurt, V. (2005). Endüstriyel ve Postendüstriyel Dönüşüm: Bilgi, Ekonomi,
Kültür, Alfa Basın Yayın Dağıtım, Ankara.
Brotheridge, C. M. and Grandey, A. A. (2002). Emotional Labor and Burnout:
Comparing Two Perspectives of “People Work". Journal of Vocational
Behavior(60), 17-39.
Chu, K. H.-L. and Murrmann, S. K. (2006). Development and Validation of the
Hospitality Emotional Labor Scale. Tourism Management, 27(6), 1181-
1191.
Grandey, A. (2000). Emotion Regulation in the Workplace: A New Way to
Conceptualize Emotional Labor. Journal of Occupational Health
Psychology(5), 95-110.
Gorz, A. (2007). İktisadi Aklın Eleştirisi, (çev: I. Ergüden), Ayrıntı Yayınları,
İstanbul.
Gross, J. J. (1998). The Emerging Field of Emotion Regulation: An Integrative
Review. Review of General Psychology, 2(5), 271-299.
Humprey, R. H., Pollack, J. M. and Hawyer, T. (2008). Leading with emotional
labor. Journal of Managerial Psychology, 23(2), 151-168.
Hochschild, A. R. (1983). The Managed Heart Commercialization of Human
Feeling, University of California Press, London.
270 KIVCI

Kruml, S. M. and Geddes, D. (2000). Exploring the Dimensions of Emotional


Labor: The Heart of Hochschild's Work. Management Communication
Quarterly, 14(8), 8-49.
Meda, D. (2012). Emek Kaybolma Yolunda Bir Değer Mi?, (çev: I. Ergüden),
İletişim Yayınları, İstanbul.
Morin, E. (2008). The meaning of work, mental health and organizational
commitment, IRSST, Québec.
Morris, J. A. and Feldman, D. C. (1996). The Dimensions, Antecedents, And
Consequences Of Emotional Labor. Academy of Management, 21(4),
986-1010.
Rosso, B. D., Dekas, K. H. and Wrzesniewski, A. (2010). On the meaning of
work: A theoretical integration. Research in Organizational
Behavior(30), 91-127.
Overell, S. (2009). Inwardness: The rise of meaningful work, The Work
Foundation, London.
Wrzesniewski, A., Dutton, J. E. and Debebe, G. (2003). Interpersonal
Sensemaking and teh Meaning of Work. Research in Organizational
Behaviour, 25, 93-135.
Zapf, D. (2002). Emotion Work and Psychological Well-being A Review of the
Literature and Some Conceptual Considerations. Human Resource
Management Review, 12(2), 237-268.

You might also like