Download as doc, pdf, or txt
Download as doc, pdf, or txt
You are on page 1of 7

HAK EHLİYETİ

Hak ehliyeti, kişinin haklara sahip olabilme ve başkaları karşısında borçlanabilme yeteneğidir. MK.m.8’e göre,
“her insanın hak ehliyeti vardır. Buna göre bütün insanlar hukuk düzeninin sınırları içinde haklara ve borçlara ehil
olmada eşittirler”.

“Hak ehliyeti” ile “kişi” kavramının aynı anlam ve içeriğe sahip olduğu görülmektedir. Zira hak ehliyeti hak sahibi
varlık anlamına gelen kişiliğin en temel unsurudur. Hak ehliyeti kişinin davranışları ve iradesinden bağımsız olarak
kazanılır.

Hak ehliyeti alanında iki temel ilkenin egemenliği görülür: Genellik İlkesi ve Eşitlik İlkesi.

Genellik İlkesi

Hukukta kişi olarak kabul edilen varlıkların aynı zamanda da hak ehliyetine sahip bulunmaları hak ehliyetinin tüm
kişileri içine alan genellik ilkesi gereğidir. Hak ehliyetinin genellik ilkesi istisna kabul etmez. Yani her insan kişidir
ve hak ehliyetine sahiptir.

“Her insanın hak ehliyeti vardır” diyen MK.m.8/I hükmü genellik ilkesine işaret etmektedir.

Eşitlik İlkesi.

Kişiler arasında renk, ırk, dil, din, cinsiyet ve benzeri hiçbir statü farkı gözetilmeksizin, herkese eşit olarak hak
ehliyeti tanınmış olması da, eşitlik ilkesi’ne işaret eder. MK.m.8/II’nin ifadesiyle “bütün insanlar, hukuk düzeninin
sınırları içinde haklara ve borçlara ehil olmada eşittirler”.

Ancak “eşitlik ilkesi”, “genellik ilkesi” gibi istisnasız değildir. Bu istisnalar aşağıdaki gibidir.

Hak Ehliyetinin Sınırlandığı Haller

1.Yaş : Medeni Kanunumuz, bazı haklara sahip olabilmek için belli yaşta olmayı gerekli görmüştür.

a) Evlenme Ehliyeti: Erkek veya kadın için 17 yaşın doldurulması ile elde edilir. Ancak, hakim olağanüstü
durumlarda ve pek önemli bir sebeple 16 yaşını doldurmuş olan erkek veya kadının evlenmesine izin verebilir. Bu
yaş sınırlarının altında olan bir genç, kanuni temsilcilerinin isteği veya izni olsa da hiçbir şekilde evlenemez.

b) Vasiyetname: Vasiyetname yapabilme ehliyeti 15 yaşını tamamlayan kişilere tanınmıştır.

c) Evlat Edinme Hakkı: 30 yaşını tamamlayan kişilere tanınmıştır.

d) Vasi Atanabilme: Kişinin bir başkasına vasi sıfatıyla yasal temsilci atanabilmesi için ergin olması gerekir.

e) Vakıf kurma, kefil olma işlemleri yapabilmek reşit olmaya bağlıdır.

f) Dernek kurma ve derneğe üye olma hakkı, ancak 18 yaşını bitirmiş kişilere tanınmıştır.

2. Cinsiyet:

a) Boşanan erkek, hiçbir süre beklemeksizin bir başkası ile evlenebilir. Ancak boşanan kadın, nesep karışıklığına
yol açmamak endişesiyle 300 gün bekledikten sonra evlenebilir.

b) Medeni Kanunun 2001 yılı değişikliğinden önce, evlenme yaşı erkek ve kadınlar için farklı belirlenmişti. Ancak
2001 yılı değişikliği ile bu farklılık kaldırıldı.

c) Miras kalan tarım arazilerinin mirasçılara paylaştırılmasında erkek çocukları, kızlara tercih eden hüküm de, 2001
yılında değiştirilerek kaldırılmış oldu.

1
d) Evlilik birliğinin reisi olarak kocayı gösteren ve ortak konutu seçme hakkının kocaya ait olduğunu bildiren
hüküm de 2001 yılında değiştirildi ve bu konuda eşitlik ilkesi benimsendi. Bunun yanında artık evli kadının sadece
kocasının soyadını taşımak zorunda olmasından da söz edilemez.

3. Nesep:

a) Sahih nesepli çocuğu (evlilik ilişkisi içinde doğan) olanların evlat edinemeyeceği, ancak gayri sahih nesepli
(evlilik dışı) çocuğu bulunanların evlat edinebileceğine ilişkin eski Medeni Kanun hükmü de 2001 yılı değişikliği
ile kaldırıldı.

b) Eski MK.m.443/II’ye göre, ana bakımından sahih ve gayri sahih nesepli çocukların mirasçılığı arasında fark
gözetilmezken, babanın gayri sahih çocukları, sahih nesepli çocuklarına göre mirastan yarı pay almakta idi. Bu
hüküm Anayasa Mahkemesinin 11.09.1987 gün ve 1/8 kararı ile iptal edildi.

4. Yabancılık: İlke olarak yabancılarla Türk vatandaşları arasında hak ehliyeti bakımından bir farklılık
bulunmamaktadır. Ancak devletin egemenlik hakları ve kamu düzeni gerekçeleriyle bu konuda bazı sınırlamalar
kabul edilmiştir.

a) Köy sınırları içinde ve askeri yasak bölgelerde yabancılar taşınmaz edinemezler.

b) Anonim şirketlerde denetçilerin yarısından bir fazlasının Türk vatandaşı olması zorunludur.

c) Kooperatiflerde yönetim kurulu üyeleri ve denetçilerin tamamının Türk vatandaşı olması zorunludur.

5. Şeref ve Haysiyet:

a) Haysiyetsiz hayat sürenler, vasi olarak atanamazlar.

b) Boşanma nedeniyle kendisine yoksulluk nafakası bağlanmış eş, haysiyetsiz hayat sürerse bundan yoksun kalır.

c) Beş seneden çok hapis cezasına mahkum olanlar, ceza süresi içinde velayet hakkını kullanamazlar.

FİİL EHLİYETİ

MK Madde 9 : “Fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi eylemleri ile hak edinebilir ve
borç altına girebilir.”

Hak ehliyetinden farklı olarak fiil ehliyeti, bir kimsenin, başkasının yardımı ve aracılığı olmadan, tamamen kendi
irade ve fiili ile haklar edinebilmesi ve borç altına girebilmesidir.

Medeni Kanunun 9. maddesine göre fiil ehliyetine sahip olan kişiler aynı zamanda şu ehliyetleri kullanabilmektedir:

—Hukuki İşlem Ehliyeti


—Haksız Fiillerden Sorumlu Olma Ehliyeti
—Dava Ehliyeti

Hukuki İşlem Ehliyeti:

Hukuki işlem ehliyeti, bir kişinin hukuki işlemler yapabilmesi, hukuki işlemlerle kendi lehine haklar ve aleyhine
borçlar yaratabilmesidir.

Haksız Fiillerden Sorumlu Olma Ehliyeti :

Doktrinde kısaca haksız fiil ehliyeti diye de isimlendirilen haksız fiillerden sorumlu olma ehliyeti, bir kişinin
hukuka aykırı fiilleriyle başkalarına vermiş olduğu zararları bizzat ödemekle yükümlü tutulabilme ehliyetidir.
Kişilerin bu ehliyeti de fiil ehliyetinin içeriğine dahildir.

2
Dava Ehliyeti:

Fiil ehliyetinin içeriğine giren bir diğer ehliyet de dava ehliyetidir. Dava ehliyeti, bir kişinin mahkemelerde davacı
veya davalı sıfatıyla yemin, ikrar, sulh, feragat, kabul vs. gibi yargılama (usul) hukukuna ait işlemleri bizzat
yapabilme iktidarıdır.

Fiil Ehliyeti İçin Gerekli Şartlar

MK.m.10’a göre, “ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan her ergin kişinin fiil ehliyeti vardır.”

Bu düzenleme uyarınca, fiil ehliyetinin üç şartı bulunmaktadır. :

1. Ayırt etme gücü


2. Ergin (reşit) olmak
3. Kısıtlı (mahcur) olmamak

1.AYIRT ETME GÜCÜ(TEMYİZ KUDRETİ) (MÜMEYYİZ OLMAK)

Ayırt etme (temyiz) gücü, iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ayırt edebilme yeteneği olarak
düşünülebilir.

“Ayırt etme gücü“ kavramı, MK.m.13’de olumsuz yönden şöyle tanımlanmaktadır: “Yaşının küçüklüğü
yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ya da bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde
davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes, bu Kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.”

Bu tanımda da görüleceği üzere, ayırt etme gücü,”akla uygun biçimde davranma yeteneği”dir. Yani,
kişinin davranışının sonuçlarını bilerek, kestirerek ve öngörerek yapabilme güç ve yeteneğine sahip olmasıdır. Bu
yeteneğe sahip olduktan sonra, makul (akla uygun) görülemeyecek şekilde davranan kişi yine de ayırt etme gücüne
sahip sayılır.

Psikolojik açıdan insan davranışı, üç aşamadan oluşur: “Hüküm”, “karar verme” ve “eylem”. İşte
davranışların teşekkülü ve icrasında makul(rasyonel) anlamlı ve tutarlı olan; düşünme, kavrama ve anlama
yeteneklerine sahip kişi mümeyyiz kişidir.

Örnek olarak, bir yoldan karşı karşıya geçerken trafik akışından kaynaklanan tehlikeyi kavrayamayan
bir çocuk ayırt etme gücüne sahip sayılamayacaktır.

Unutmamak gerekir ki ayırt etme gücü, olaya, kişiye ve davranışa göre ayrıca ve özel olarak
değerlendirilmesi gereken nisbi (izafi/göreceli) bir kavramdır. Bu nedenle her hukuki olayda, ayırt etme gücünün
var olup olmadığını, olayın kendine özgü özelliklerini dikkate alarak belirlemek gerekir. Zira aynı kişinin her
davranışı da aynı değildir.

Ayırt Etme Gücünü Ortadan Kaldıran Sebepler

MK.m.13’de, akla uygun şekilde davranma yeteneğini ortadan kaldıran bazı sebepler sayılmıştır. Bu
sebeplerin varlığı halinde, ayırt etme gücünün bulunduğunu iddia eden, bu iddiasını ispatla yükümlüdür. Bu
sebepler şöyle sıralanmıştır:

a)Yaş küçüklüğü

İnsan şuuru ve idraki (anlama ve kavrama yeteneği) yaşa bağlı olarak zaman içinde gelişip
olgunlaştığına göre, çocuk denecek yaşlarda “makul davranma yeteneği”nin bulunmaması normaldir. Nitekim
Alman Medeni Kanununun 104. paragrafında, fiil ehliyetinin varlığı için 7 yaşın tamamlanması aranmış, bu yaşın
altında oranlar fiil ehliyetinden yoksun sayılmıştır.

Ancak Medeni Kanunumuz, ayırt etme gücünün kazanılmış sayılacağı belli bir yaş sınırı
göstermemiştir. Bu bakımdan her yaştaki her küçüğün ayırt etme gücünden yoksun olduğu gibi bir genelleme
yapılamaz. Nisbi bir kavram olan ayırt etme gücünün her somut olay bakımından, davranışın niteliği, önemi ve
çocuğun gelişme ve şuur derecesi de dikkate alınarak değerlendirilmesi gerekir.

3
Örnek olarak 6 yaşındaki bir çocuğun bakkaldan ekmek satın alma işlemi bakımından ayırt etme gücüne
sahip olduğu söylenebilir ise de, bir bisiklet satın alma işlemine ehil olduğu düşünülemez.

O halde, yaş küçüklüğünün akla uygun davranabilmeye ne ölçüde engel olduğunu her olay açısından
ayrıca değerlendirip sonuca varmak daha sağlıklı olur.

b) Akıl hastalığı

Akla uygun davranma yeteneğini ortadan kaldıran akıl hastalıkları, ayırt etme gücünün kaybına yol
açar. Medeni Kanun, akıl hastalığının tanımını yapmamış bunu tıp bilimine bırakmıştır.

c) Akıl zayıflığı

Akıl zayıflığı da, her zaman değil, akla uygun davranma yeteneğini ortadan kaldırdığı zaman, fiil
ehliyetine engel olur.

Akıl zayıflığı bir akıl hastalığı değildir. Sadece akli melekelerin (fonksiyonların) yeterince gelişmemiş
veya sonradan zayıflamış olmasıdır. Aptallık, budalalık, zekâ geriliği ve ihtiyarlık sebebiyle bunama gibi.

d) Sarhoşluk ve benzer sebepler

Alkollü içkinin zihin ve irade fonksiyonlarını zedeleyerek geçici bilinç karışıklığına yol açması olarak
tanımlanabilecek “sarhoşluk”, eğer makul davranma yeteneğini ortadan kaldıracak ölçüde ise, fiil ehliyetine engel
olur.

“Benzer sebepler” arasında, esrar, eroin ve morfin gibi uyuşturucu madde kullanımı, ateş ve kâbus
nöbetleri, hipnotizma, uyur-gezerlik sayılabilir.

2. ERGİNLİK (REŞİT OLMAK)

Fiil ehliyetinin olumlu şartlarından biri de, fizyolojik ve psikolojik olgunluğun, yetişmişliğin bir göstergesi
sayılabilecek belli bir yaş düzeyine erişmek yani ergin (reşit) olmaktır. Ergin kişilerin davranışlarında ayırt etme
gücüne sahip oldukları varsayılır.

İnsanların genellikle belli bir yaş seviyesine ulaştıklarında ruhen ve fikren olgunlaştıkları kabulünden yola çıkan
kanun koyucu, bir erginlik yaşı belirlemiştir. Buna “normal erginlik” diyoruz. Bir de istisnai durumlarda ergin
sayılma imkanı tanınmıştır. Buna da “erken erginlik” diyoruz. Erken erginlik hali de, iki şekilde ortaya çıkabilir:
“Ergin kılınma” ve “evlenme erginliği”.

a) Normal Erginlik

“Yaş erginliği” de denilen normal erginlik, “on sekiz yaşın doldurulmasıyla” (kendiliğinden) kazanılır. (MK. m.
11/I). Medeni Kanunumuzda, normal erginliğin 18 yaşın doldurulması ve 19 yaşa ayak basılması ile kazanılacağı
düzenlenmiştir. Buna göre 1 Ocak 1980’de doğan bir genç, 1 Ocak 1998 günü 18 yaşını ikmal ederek rüştünü
kazanmış sayılır.

Türk kanun koyucusu, ülkemizin coğrafi konumu ve ilkim yapısını ve kültür normlarını ve geleneklerini ve eski
hukukumuzdan gelen alışkanlıkları da dikkate alarak erginlik yaşını belirlemiştir. Medeni Kanunumuza kaynaklık
eden İsviçre’de bu yaş sınırı 1994 yılına kadar 20 olarak kabul edildiği halde bu tarihte yapılan bir değişiklikle 18’e
indirilmiştir. Keza Almanya da,1974 yılında yaptığı bir değişiklikle, rüşt yaşını 21’den 18’e indirilmiştir.

Her ülkenin kendi özelliklerine göre, genellikle 18–21 arasında değişen farklı yaş sınırları kabul ettiği
görülmekle birlikte, 18 yaşın tüm ülkelere genelleştirilerek ortak bir düzenlemeye gidilmesi yönünde yeni bir eğilim
de gözlenmektedir.

Erginlik yaşını doldurmadığı için “küçük” olarak kabul edilen genç, erginlik yaşına erişmekle kendiliğinden
ergin olur. Kişinin ergin olması ile birlikte, velayet ve vesayet statüleri de kendiliğinden sona erer.

4
b) Erken Erginlik

— Evlenme Erginliği

Normal erginlik halinin “on sekiz yaşın doldurulması” ile kazanılacağı ilkesini benimseyen Medeni Kanun
(m.11/I), istisnai olarak evlenmenin de kişiyi ergin kılacağını kabul etmiştir(m.11/II).

Yuva kuran ve aile gibi ciddi bir kurumun yürütülmesi sorumluluğu üstlenebilen kişilerin (hala ana babasının
velayeti altında kalmasını uygun görmeyerek) ergin sayıldığı bu sistem, pek çok ülke kanunlarında kabul edilmiştir.

Evlendirme memuru önünde tarafların aynı yöndeki iradelerini açığa vurmaları ile evlenme sözleşmesi
kurulduğu an, başka bir işleme gerek kalmadan erkek ve kadın erginliğini da kazanmış olurlar.

Evlenme erginliği, bir “erken erginlik” hali olduğuna göre, 18 yaşın tamamlanmasından önce kazanılacak
demektir. Acaba evlenme rüştünün alt sınırı nedir?

Medeni Kanunun 124. maddesine göre, evlenme yaşı erkek veya kadın için 17 olarak belirlendiği ve olağanüstü
durumlarda ve pek önemli bir sebeple mahkemece 16’ya kadar indirilebileceğine göre; bu alt sınırların evlenme
erginliği için de kabul edilmesi gerekecektir.

Evlenme yoluyla erginliği kazanan evli genç, velayet ve vesayetten kurtulur ve kendi başına hukuki işlem
yapabilme ehliyeti kazanır. Ancak Dernekler Kanunu gereği dernek kurucusu ve üyesi olabilmek için 18 yaşını
bitirmiş olmak şartı arandığı için, 18 yaşın altında evlenme ile erginliğini kazanan bir genç dernek kurucusu ve
üyesi olamaz.

—Mahkemece Ergin Kılınma

“Ergin kılınma” kenar başlığına sahip MK.m.12’ye göre, 15 yaşını dolduran küçük, kendi isteği ve velisinin
rızasıyla mahkemece ergin sayılabilir. Aşağıda sıralanan şartlar oluştuğunda hâkim küçüğün ergin sayılmasına karar
verebilir.

- 15 yaşını tamamlamış olması


- Küçüğün isteğinin bulunması
- Velisinin rızası
- Rüşt kararının küçüğün menfaatine olması

Pratik hayatın gerekleri, bu tür durumları sıklıkla karşımıza çıkarabilir.

Örnek: Küçük yaştan beri babasının dükkanında çalışan ve (normal) erginliğine birkaç yıl kalan bir delikanlının,
babasının ölümü veya fiil ehliyetini kaybetmesi üzerine; kendisinin babasına ait işletmeyi yürütebilecek bir
olgunlukta olması, annesinin uygun görmesi ve hâkimin de bu durumu onun menfaatine bulması durumunda
erginlik kararı verebilir.

- Karar ile birlikte erginlik kazanılmış olur. Böylece küçük, tek başına hukuki işlem yapabilme ehliyeti kazanır.
- Evlenemez (17 yaşını doldurması gereklidir.)

3) KISITLI OLMAMAK

Aşağıda belirtilen sebeplerin varlığı halinde bir kişinin fiil ehliyetinden kısmen veya tamamen mahrum edilmesi
demektir.

- Akıl hastalığı ve zayıflığı


- Savurganlık
- Uyuşturucu madde bağımlılığı
- Kötü yaşam tarzı
- 1 yıldan daha fazla hapis cezası
- İsteğe bağlı kısıtlama

5
Fiil Ehliyeti Açısından Kişilerin Sınıflandırılması

1) Tam Ehliyetliler:

Tam ehliyetliler kategorisine giren gerçek kişiler, fiil ehliyetinin bütün koşullarına sahip bulunan kimselerdir. Diğer
bir deyişle ayırt etme gücüne sahip ve ergin olan, aynı zamanda kısıtlı bulunmayan bütün gerçek kişiler, fiil
ehliyetine tam anlamıyla sahiptirler.

Tam ehliyetliler, fiil ehliyetine giren bütün ehliyetlere sahiptirler. O halde, tam ehliyetliler her türlü hukuki işlemleri
hiç kimsenin iznine muhtaç olmaksızın yapabilirler ve kendi fiilleriyle haklar edinebilirler ve borç altına girebilirler.
Tam ehliyetliler, haksız fiilleriyle başkalarına vermiş oldukları zararlardan da bizzat sorumludurlar. Bu kişilerin
aynı zamanda dava ehliyetleri de mevcut olduğundan, mahkemelerde davacı ve davalı sıfatıyla bulunup her türlü
yargılama (usul) hukuku işlemlerini de bizzat yapmaları mümkündür. Tam ehliyetlilerle ilgili MK.m.10’da şöyle
denilmektedir: "Ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan her ergin kişinin fiil ehliyeti vardır".

2) Sınırlı Ehliyetliler:

Sınırlı ehliyetliler, aslında tam ehliyetli oldukları halde bazı sebeplerden dolayı ehliyetleri belli konularda
sınırlandırılmış bulunan kişilerdir. Gerçekten, bu kategoriye giren kişiler ergin ve ayırt etme gücüne sahip oldukları
gibi, kısıtlı da değillerdir. Fakat kanun koyucu bu kişilerin ehliyetlerini onları veya bir başkasını korumak amacıyla
sayıca az fakat çok önemli bazı hukuki işlemler bakımından sınırlamıştır; bu kişilerde ehliyetlilik asıl, ehliyetsizlik
ise istisnadır.

Sınırlı ehliyetliler kategorisine evli kişiler ile kendilerine yasal danışman atanmış olanlar girer. Eşlerden biri
konunda belirtilen bazı hukukî işlemleri ancak diğer eşin rızası ile yapabilir. Örneğin MK.m.194 hüküme göre
eşlerden biri, aile konutu denilen içinde çocuklarıyla beraber oturdukları konutu diğer eşin açık rızası olmadıkça
devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz. Aynı şekilde bir eş diğerinin açık rızası
bulunmadıkça aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez. Bir eş paylı mülkiyetteki payını ancak diğer eşin
rızası ile satabilir.

Kendilerine yasal danışman atanmış olanlar da, kısıtlanmaları için yeterli bir sebep bulunmamakla beraber,
korunması bakımından fiil ehliyetinin sınırlandırılması gerekli görülen ergin kişilerdir (MK.m.429). Bu gibi kişilere
kanunda sayılmış olan önemli hukuki işlemlerde oyu alınmak üzere bir yasal danışman atanır. Bu kişiler,
MK.m.429’da 9 bent halinde sayılmış olan şu işlemleri yasal danışmanlarının olumlu oyunu almaksızın yapamazlar:
Dava açma ve sulh olma; taşınmazların alımı, satımı, rehnedilmesi ve bunlar üzerinde başka bir ayni hak kurulması;
kıymetli evrakın alımı, satımı ve rehnedilmesi; olağan yönetim sınırları dışında kalan yapı işleri; ödünç verme ve
alma; ana parayı alma; bağışlama; kambiyo taahhüdü altına girme; kefil olma.

Sınırlı ehliyetli kişi, bu işlemleri yasal danışmanının görüşünü almaksızın yapamaz; yaparsa bu işlemler tek taraflı
bağlamazlık yaptırımına tabi olur; yani bu işlemlerle tam ehliyetli olan karşı taraf bağlı, fakat sınırlı ehliyetli kişi
bağlı değildir. Görüldüğü üzere, gerek evli kişiler, gerek kendilerine yasal danışman atanmış olan kişiler ancak
kanunda açıkça belirtilmiş bulunan işlemler bakımından ehliyetleri kısıtlanmış olan, fakat bunların dışında tam
ehliyetli olan kimselerdir.

3) Sınırlı Ehliyetsizler

Sınırlı ehliyetsizler, fiil ehliyetinin koşullarının tamamına sahip olmayan kişilerdir. Bu itibarla da kural olarak
bunların fiil ehliyetleri yoktur. Fakat, kanun koyucu bu kişileri tam anlamıyla ehliyetsiz saymayı uygun görmeyerek
onları bazı bakımlardan kısmen ehliyetli addetmiştir.

Sınırlı ehliyetsizler kategorisine giren kişiler, ayırt etme gücüne sahip küçükler ile ayırt etme gücüne sahip
kısıtlılardır. Bu kişiler, fiil ehliyetinin en önemli koşulu olan ayırt etme gücüne sahiptirler. Fakat bunlardan bir
kısmı ergin değildir, bir kısmı ise kısıtlıdır, yani bunlar fiil ehliyetinin ayırt etme gücüne sahip olmak koşulu
dışındaki diğer iki koşulundan birine sahip, diğerine sahip değildirler.

Sınırlı ehliyetsizlerin hukuki durumu MK.m.16’da düzenlenmiştir. Sözü geçen maddeye göre, "Ayırt etme gücüne
sahip küçükler ve kısıtlılar, yasal temsilcilerinin rızası olmadıkça, kendi işlemleriyle borç altına giremezler.
Karşılıksız kazanmada ve kişiye sıkı sıkıya bağlı hakları kullanmada bu rıza gerekli değildir". "Ayırt etme gücüne
sahip küçükler ve kısıtlılar haksız fiillerinden sorumludurlar". Görüldüğü üzere, sınırlı ehliyetsizler kanunda
belirtilen istisnai durumlar dışında fiil ehliyetine sahip olmayan kişilerdir. Bu itibarladır ki, bunlarda ehliyetsizlik
asıl, ehliyetlilik ise istisnadır.
6
4) Tam Ehliyetsizler

Tam ehliyetsizler kategorisine giren kişilerin fiil ehliyetleri hiç yoktur; çünkü bunlar, fiil ehliyetinin en önemli
koşulu olan ayırt etme gücünden yoksun kişilerdir. O halde "ayırt etme gücüne sahip olmayanlar" tam ehliyetsiz
olan, yani fiil ehliyetleri bulunmayan kişilerdir. Bunların küçük veya ergin olmalarının da önemi yoktur (MK.m.14).

Tam ehliyetsizlerin hukuki durumu MK.m.15’de düzenlenmiştir. Sözü geçen maddeye göre, "kanunda gösterilen
ayrık durumlar saklı kalmak üzere, ayırt etme gücü bulunmayan kimsenin fiilleri hukuki sonuç doğurmaz".

Tam ehliyetsizlerin hukuki işlem ehliyeti yoktur; çünkü hukuki işlemler, bir hukuki sonuç elde etmek üzere irade
açıklamasında bulunmaktır. Oysa, tam ehliyetsiz kişiler, ayırt etme gücünden yoksun olduklarından, hukuken
iradeleri de yok sayılır. Bu sebepledir ki bunlar, hiçbir hukuki işlem yapamazlar. Hatta yasal temsilcilerinin rızası
ile dahi hukuki işlemlerde bulunmaları mümkün değildir. Yaptıkları hukuki işlemler hiçbir hüküm ifade etmez.
Hatta bunlar, tam ehliyetsize sırf yarar sağlayan işlemler olsa dahi, durum değişmez. Öte yandan, bu hukuki
işlemler yasal temsilcinin onaması ile de geçerli hale gelemezler. Karşı tarafın iyi niyetli olup olmamasının da
hukuki işlemin geçerli olması bakımından önemi yoktur. Diğer bir deyişle, karşı taraf, kendisiyle hukuki bir işleme
girişen kişinin ayırt etme gücünden yoksun bir kimse olduğunu bilmese dahi, yapılan hukuki işlem batıldır ve
iyiniyetli kişi bu hukuki işlemden geçerli surette bir hak kazanamaz.

Tam ehliyetsizlerin haksız fiillerden sorumlu olma ehliyeti de yoktur. Bu itibarladır ki ayırt etme gücüne sahip
olmayan bir kişi, örneğin bir akıl hastası, haksız fiilleriyle başkalarına vermiş olduğu zararlardan sorumlu olmaz.
Kural bu olmakla beraber, bunun istisnaları da vardır. Örneğin, BK.m.54/I’e göre, hakkaniyet gerektiriyorsa, hakim,
ayırt etme gücüne sahip olmayan kimseyi, vermiş olduğu zararı tamamen veya kısmen tazmine mahkum eder.

Hakim, özellikle tarafların mali durumuna göre, ayırt etme gücüne sahip olmayan kişi tarafından verilmiş olan
zararların ödettirilmesinin hakkaniyet gereği olup olmadığını takdir eder. Bu konuda klasik bir örnek vardır. O da,
zengin bir akıl hastasının fakir bir köylünün harmanını yakması olayıdır. Zarar veren kişinin mali durumunun gayet
iyi, buna karşılık zarara uğrayanın ise son derece kötü olması, burada tam ehliyetsiz akıl hastasının bu haksız
fiilinden dolayı sorumlu olmasını, yani vermiş olduğu zararı fakir köylüye ödemesini haklı gösterir.

Ayırt etme gücünden sürekli olarak değil de, geçici olarak yoksun bulunan kimseler, haksız fiillerinden dolayı
sorumludurlar. Ancak bu kimseler, ayırt etme güçlerini geçici olarak kaldıran hale kendi kusurlarıyla düşmemiş
olduklarını ispat ederlerse, sorumlu olmazlar (BK.m.54/II). O halde, ileri derecede sarhoşluk dolayısıyla ayırt etme
gücünü geçici olarak kaybetmiş olan bir kimse, bu haldeyken başkalarına haksız bir fiiliyle vermiş olduğu zararları
ödemek zorundadır. Fakat bu kimse, bu hale (sarhoşluk haline) kendi kusuruyla düşmediğini, buna başkalarının
sebebiyet vermiş olduğunu, örneğin arkadaşlarının kendisini tabancayla korkutarak içki içmeye zorladıklarını ispat
ederse, bu sorumluluktan kurtulur.

Tam ehliyetsizlerin dava ehliyeti de yoktur. Öyleyse ayırt etme gücüne sahip olmayan kişiler mahkemelerde davacı
veya davalı sıfatıyla bulunup yargılama (usul) hukuku işlemlerini bizzat yapamazlar.

KAYNAKLAR
1- Fatih Bilgili, Ertan Demirkapı, Hukukun Temel Kavramları, Dora Yayıncılık, Bursa 2012.
2- Kemal Gözler, Hukukun Temel Kavramları, Ekin Kitabevi, Bursa 2010.
3- Ufuk Aydın, Temel Hukuk Dersleri, Nisan Kitabevi, Eskişehir, 2009.
4- Yahya Deryal, Hukukun Temel Kavramları, Derya Kitabevi, Trabzon, 2008
5-Turgut Akıntürk, Medeni Hukuk, Savaş Yayınları, Ankara 1996.

You might also like