Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 4

Ferit Edgü

(1936]
Kimse (1 9 7 6 ) ve (7 d a n (1 9 7 7 ) Yazmak Eylemi (1 9 8 0 ) ve Söz-
lü/YazılYya (2 0 0 6 ), E d g ü de, edebiyatım ızın yazm a ve yeniden
yazma, ya zm a n ın niçini ve nasılı gibi süreçleri ü stü n d e sıklıkla
kalem oynatm ış yazarlarındandır. Aşağıdaki "B ir Ö y k ü n ü n Ö y
k ü sü " de, denebilirse, oku yan ı hem E d g ü 'n ü n k ile rin h e m de
başkaca metinlerin arkeolojisine dürten bir yazısıdır.

Bir Öykünün Öyküsü

Ö n cü F ra n sız y a z a rla n n ın en ilg in ç le rin d e n b iri, R aym on d


R oussel’in kitaplanndan b irin in adı C om m en t f a i e c r il cerıa in s
d e m es livres (Bazı K itaplarım ı Nasıl Yazdım ).
G e rç e k ü stû c ü le ri d erin d en etk ile y e n , am a g ü n ü m ü zd e de
p ek o k u n m ay an b u yazar, “b azı k ita p la rın ı” n a sıl yazdı ını
anlatırken a ırtıcı yöntem lerin in ipuçlannı verir. Ne var ki bu
yöntem ler o yazara özel yöntem lerdir. Ba ka yazarlarca uygu
lanm aları pek söz konusu de ildir.
P ro u st’un Ma d e le in çö re in i h erk es b ilir. P ek i, F la u b e rt’e
M ad am e B ov a ry ’y i, T o lsto y ’a A nna K a ren in a ’y ı yazdıran hangi
dü , hangi imge, hangi rastlantı, hangi koku, hangi ı ıktı?
Yazar öylesine b ir an ya ar ki yazmayı dü ündü ü, ama nasıl
yazaca ını, nerden ba layaca ını açık seçik bilm edi i bir öykü
nün, bir iirin “çıkı noktası”nı kar ısında buluverir. G erisi, ki
mi zam an çorap sökü ü gibi gelir. Kimi zam an, do um sancıla
rı birkaç dokuz ayı alır.
Kar ısında bir m odel olm adan çalı am ayan G iacom etti de,
m odele gereksinm e duymadan resm eden Picasso da “bir ey
den” yola çıkıyorlardı. G iacom etti, kar ısındaki m odelden; Pi
casso, belle inde ya ayıp duran binlerce modelden.

337
Sait Faik’e A lem dağ'da V ar B ir Ytfcm’daki o ola anüstü öykü
leri yazdıran, ölüm dö e inde de tek görm ek istedi i ki i olan
Panço, kendisini tam mı bir dostum un anlattı ına göre, sıra
dan, hiçbir özelli i olmayan, ham halat bir delikanlıymı .
Tüm bunlarda a ılacak bir ey yok. Panço’yu, hiçbir zaman,
Sait Faik gibi, hiç kimse göremezdi.
Hepimize, bir gün (sabah, ö len ya da ak am ) “bir eyler”
görünür. K im ileri, air, besteci, ressam ya da yazar, o ânı ya
kalar. O andan yola çıkarak yapıtını kurar, geli tirir ya da so
nuçlandırır. Yazarın, yıllardır kafasında olup da, nasıl yazaca
ını bilmedi i bir öykü (hattâ rom an), bir gün, hiç tanımadı ı
bir ki inin a zından dökülen birkaç sözcükle çözüm e kavu ur.
Somu dayamadı ı bir dü ünce, bir duygu, bir imge, birkaç söz
cükle, bir kokuyla, bir renkle, bir mekânla, bir sesle som utla ı-
verir. Gözünü kapadı ında dü ledi ini, gözünü açtı ında kar
ısında bulabilir. Ya da hiçbir ey dü lemeden gözünü açtı ın
da, öyle bir ey görür ki yeniden gözünü kapar ve dü ünü sür
dürür. Arlık yaratma faslı ba lamı tır.
Ç ığlık adlı kitabım ın sonunda, Ö ykülerin öyküsü ba lı ıyla,
bazı öykülerle ilgili, kısa bilgiler vermi tim. Bunlardan biri Sa
ha/ adlı olanıyla ilgiliydi. Ama bu nottan önce, S a h a fın yazılı
öyküsünü anlatmalıyım.
O kuyanlar b ilir, O / H a k k â r i’d e B ir Mevsim adlı rom anım ın
gizemli bir ki isidir Sahaf. Onun da, romanın ba ki isi (anlatı
cı) gibi adı yoktur. Ama satır aralarında onun Süryanî oldu u
nu ö renir okuyucu. Tabii, ben ordayken (1 9 6 4 ), H akkâri’de
ne bir sahaf vardı, ne bir kitapçı dükkânı. D o rusu, H akkâ
ri’nin ıssız da larında, bırakılm ı Süryanî köyleri gördüm, ama
allahın kulu bir Süryanî ile kar ıla madım. Bu, kent denem eye
cek kentin havasında, ço k eskilere ait b ir eyler duyumsamı -
tım. Ne oldu unu bugün de kolay kolay açıklayam adı ım , da
lara, ta lara sinm i trajik bir ya am ı lık. Buradaki ilkel ya ama
ko ullarını romanımda verirken, bunlann bir “tarihi” oldu u
nu da vermek istem i bunu da Süryanî Sahaf imgesiyle gerçek
le tirm eye çalı m ı tım .
Rom anın ba ki isi, bu, ya lı Süryanî’den aldı ı, ama bedel

338
ödemedi i kitapları, da ba ındaki yalnızlı ında okur ve bun
ları okuyucuyla payla ır. Karlar eriyip yollar açıldı ında ken
te gelir ve Süryanî’ye olan borcunu ödem ek ister. Ama sah af
dükkânı yakılıp yıkılm ı , Süryanî Sahaf da kentten kaçm ı tır.
Romanın bu dü sel ki isi (böylece bazılarının g erçek oldu u
nu itiraf etm i bulunuyorum ) yazma sürecinde di erlerinden
daha fazla ba ladı beni kendine. Romandan uygulanan filmde
ise, seyirci Süryanî’yi göremedi. Oysa, senaryoda küçük bir ro
lü vardı. Ne var ki kurgu a amasında, O nat (senarist) da, ben
de, filmde, Süryanî tipinin bir yama olarak kalaca ım dü ünüp,
çıkarılm asına karar verdik. Erden Kıral da, bu görü ü payla
ınca, Süryanî Sahafım ya amını yalnızca sözcüklerde sürdür
dü. Sürdürdü, diyorum, çünkü, O ’nun yazılı ından altı yıl son
ra yeniden ortaya çıktı. Bu kez Stockholm ’de.
1 9 8 0 -8 1 arası o lm alı, bir gün, kadim dostum D em ir Ûz-
lü’den bir kart aldım. Stockholm ’ün eski kentinden bir soka ın
foto rafı yer alıyordu kartın bir yüzünde. Demir, o, inci gibi ya
zısıyla, bu dar sokaklarda sahaf dükkânlarının yer aldı ını yaz
mı tı kartın arka yüzüne.
O güne de in, Stockholm ’ü görm em i tim . D o rusu, merak
etti im kentlerden biri de de ildi. Ama o kart (sanırım , daha
çok D em ir’in sözcü kleri), sanki bir yolculu a ça ırıyordu b e
ni. O ak am, dükkânı yerle bir edilen, kitapları yakılan, ihtiyar
Süryanî Sahafı, Stockh olm ’de, o kartta gördü üm eski kitap
çı dükkânlarından birinde dü ledim. Kartı bana gönderen De
mir oldu una göre, onu ziyaret edecek ki i de Dem ir olm alıy
dı. Biri dü sel, di eri gerçek iki ki inin kar ıla m asından olu
an bir öykü...
Öyküyü okudunuz. Ya da, bu satırlardan sonra, merak edip
okuyacaksınız. Ne kısa, ne uzun, ister islem ez biraz duygusal,
içinde gerçek bir insanın (üstelik bir yazar) geçti i bir öykü
dür. Hani, her yazarın, arada bir, “bulu una” dayanamayıp yaz
dı ı öykülerden biri.
Yukarıda sözünü etti im , kitabın sonunda yer alan kısa not
la, bu öyküyle ilgili unları yazmı ım:
“O adlı rom an ım d aki Süryani S ah afı bu öy kü d e Stockholm'de

339
dostum D em ir Özlü ile karşılaştırdım . S tockh olm ’e h iç gitm ediğim
gibi, Süryanî S ahafı da tam m ış değ ilim .”
G erçek bir ki iden söz etti im için , öykünün de gerçekm i gi
bi algılanmaması için dü tü üm , her okuyucunun anlayaca ını
sandı ım, apaçık bir nottu bu.
Ama bir kez daha yanılm ı ım .
Daha sonraki yıllarda D em irle kar ıla tı ımda, “S to ckh o lm ’de
öykünü okumu dostlanm, b an a, S üryanî’nin dü kkânını soru y or
la r,” demi ti gülerek.
D em ek, rom anı okuyup g erçek ten de H akkâri’de Süryanî
bir sahafın bulundu una inananlar, yıllar sonra onun Stock
h o lm ’de, esk i k en tte b ir sa h a f d ükkânı açtı ın a, b ir ak am ,
rastlantı bu ya, orta ya lı, gözlüklü, hafif göbekli, kendisi de
sürgünde ya ayan bir Türk yazarının vitrinde bir kitap görüp,
kapıyı açıp içeri girdi ini vb., vb... tüm bunları, gerçek ve ya a
nılm ı sanıyorlardı.
Peki, benim dü mü oldu um not?
Bunu ya okum am ı lar ya da okuyup inanm am ışlardı. Ö ykü
nün inandırıcılı ından söz ederek kendime bir pay çıkarm aya
cak denli okur yazarlık deneyim im var. Ama, T a n n ’ya ükür,
bir dostum un gönderdi i, bir “carte-postale”dan yola çıkarak
bir öykü kuracak kadar dü gücüm de.
Gene de, yıllar sonra bir nokta kafamı kurcalıyor: Dem ir’in
vitrinde gördü ü (onu içeriye ça ıran) kitap gerçekten de Av-
vakum’un kitabı mıydı?
Peki, ya sahaf?
A dam Ö ykü, Eylül-Ekim 1999

Sözlü-Yazılı, Dünya Kitapları

340

You might also like