Professional Documents
Culture Documents
2017 2 Türk Anayasa Hukukunun Güncel Sorunları PDF
2017 2 Türk Anayasa Hukukunun Güncel Sorunları PDF
Editör:
Yrd. Doç. Dr. Ferhat USLU
TÜRK
ANAYASA
HUKUKUNUN
GÜNCEL
SORUNLARI
Türk Cumhurbaşkanlığı Sisteminin Kamu Yönetimi Açısından Değerlendirilmesi
Önder KUTLU , Selçuk KAHRAMAN
Osmanlı Hukukunda Kilise Vakıfları
Nuran KOYUNCU
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Işığında, Türk Anayasalarında “İfade Özgürlüğü”
Ali ÖZDEMİR, Firdes YÜZBAŞI
Yargının Kurucu Unsurlarından Avukatın Staj Eğitimi Ve Avukatlık Sınavı Üzerine
Değerlendirmeler
Arif DURAN
Anayasal Bir Hak Olarak Kişisel Verilerin Korunması Bağlamında Kimlik
Bilgilerinin Araç Kiralama Şirketleri Tarafından Saklanması ve Kolluk
Kuvvetleriyle Paylaşılması Sorunu
Harun YILMAZ
Türk Anayasa Hukukunda Meclis Soruşturması Ve 2017 Anayasa Değişiklikleri
Oğuzcan KUTKAN
www.pesa.org.tr
Center for Political, Economic and Social Research (PESA)
Politik, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi (PESA)
www.pesar.org - www.pesa.org.tr
TÜRK
ANAYASA
HUKUKUNUN
GÜNCEL
SORUNLARI
2017
TÜRK
ANAYASA
HUKUKUNUN
GÜNCEL
SORUNLARI
Editör/Editor
Yrd. Doç. Dr. Ferhat USLU
Dizgi/Typesetting
Fatih YARDIMCIOĞLU
ISBN: 978-605-82738-9-4
Doi of the Book: https://doi.org/10.25272/B.978-605-82738-9-4
Yayınlanma Tarihi/Publication Date: 15 September 2017
Baskı/Printed at Sakarya Dolunay Matbaacılık: Sakarya Dolunay
Matbaacılık Reklam San. ve Tic. Ltd. Şti.
Permission to make digital or hard copies of part or all of the Books of PESA
personal or classroom use is granted without fee provided that copies are not
distiributed for profit or directional commercial advantage. No part of this
publication may be reproduced or distributed in any form or by any means, or
stored in data base or retrival system, without the prior written permission of
the publisher. Permission may be requested from the PESA.
No responsibility for the views expressed by authors and reviews in the Books
is assumed by the PESA.
PESA Web Page : www.pesa.org.tr
Congress Web Page : www.icpess.org
Youtube : pesaarastirma
Facebook : pesaarastirma
Twitter : pesaarastirma
Harun YILMAZ
Önder KUTLU1
Selçuk KAHRAMAN2
Giriş
16 Nisan 2017 tarihli referandumla halka sunularak kabul edilen
Cumhurbaşkanlığı sistemi Türkiye’de farklı boyutlarıyla birlikte tartışılmış,
bir kısım özellikleri çeşitli gerekçelerle eleştirilirken yine bir kısım boyutları
daha az eleştiriye maruz kalmış, geliştirilmesine yönelik öneriler getirilmiştir.
Bu açıdan meselenin tartışılması ve muhtemel etkilerinin değerlendirilmesi
ülke açısından son derece yararlı bir çabadır.
Hükümet sistemlerinin ilgili toplumlara sosyal, siyasi, tarihi, kültürel
ve ekonomik açılardan dayanma ihtiyacı, hükümet sistemlerinin şekillenmesi
esnasında ve doğru kararların alınması noktasında gerekli olacak bir
durumdur. Kuşkusuz hükümet sistemi konularındaki değişiklik talepleri
ülkelerin kendi iç dinamiklerinin ve şartlarının yanında dışsal taleplerin
etkisiyle de ortaya çıkabilmektedir. Karar alma mekanizmalarının daha hızlı
ve etkin hale getirilmesi, kuvvetler birliği ya da ayrılığına dair yaklaşımlar, iç
ve dış siyasetteki gelişmeler, bürokrasinin klasik sorunları ve sistemin
işleyişindeki çeşitli sorunlar politika transferi yoluyla yahut farklı ülke
uygulamalarının karma yönetim modelleri üzerinden ve ülkelerin kendine
has şartları doğrultusunda şekillenebilmektedir.
Bu noktada temel sorun klasik parlamenter sistem açısından
bürokrasinin ne kadar tarafsız olabileceği ya da bürokrasinin tarafsızlığının
hangi ölçüde sağlanabileceğidir. Parlamenter sistemler bu konuda bir ön
kabulle hareket ederler ve kamu yönetiminin tarafsız olabileceği fikrini, körü
körüne de olsa, savunurlar. Diğer sistemler meseleye farklı yaklaşmakta,
tarafsızlık yerine taraflı olma düşüncesine inanmaktadırlar.
Türkiye açısından, sorulması gereken temel soru bürokrasinin
gerçekten tarafsız olup, olmadığı/olamayacağı hususudur. Farklı siyasal
tercihleri yansıtan siyasal partiler, özellikle çok partili siyasal hayata
geçildikten sonra hep bürokrasinin taraflı olduğundan dem vurmak suretiyle
teori ile pratik arasındaki farklılığa vurgu yapmışlardır. Halkın oyu ile seçilen
siyasetçilerin yine halk tarafından onaylanan politikaları uygularken tabii ki
aynı idealleri paylaşan bürokratlarla beraber çalışmalarının makul olduğu
kabul edilir hale gelmiştir.
Bu nedenle, Türkiye’de bürokrasinin tarafsız olduğu sorusunun cevabı,
‘evet’ ise yirminci yüzyılın başında şekillenen sistem aynen devam edebilir.
Ancak cevap, ‘hayır’ ise bu durumun adı konulmalı ve ‘taraflı’ bürokrasinin
yolu açılmalıdır. Aslında 16 Nisan referandumu meselenin adının konulması
için dizayn edilmiş ve halk tarafından kabul edilen yeni Cumhurbaşkanlığı
sistemi ile bu soruya bir yanıt üretilmiştir.
Türkiye'de partili cumhurbaşkanlığı sisteminin devreye girmesiyle
hangi tür kamu yönetiminin ortaya çıkacağı ve önerilen sistemin ne derece
etkin ve kararlı olacağı konusu önümüzdeki dönemde hem pratisyenler hem
de teorisyenler tarafından tartışılmalıdır. Yeni dönemin 2019 yılında
uygulamaya girecek maddelerini hazırlayıcı kararlar bu dönem boyunca
değerlendirilmeli, kamuoyundaki kaygılar giderilmelidir. Türkiye’de yeni
cumhurbaşkanının dominant pozisyonuna uygun bürokratik mekanizmanın
getirilme yol ve yöntemleri belirlenmelidir. Siyasi nitelik kazanan kamu
yönetiminin politikacılarla aynı dili konuşmasının daha etkin ve verimli
biçimde çalışacaklarına yönelik argümanlar da önem arz etmektedir.
Bu çalışmada partili cumhurbaşkanlığı ile ilgili anayasa değişiklikleri
dikkate alınarak, Türkiye’de yeni bir kamu yönetimi sistemi bağlamında
özellikle başkanlık ve parlamenter sistemlerin klasik ülke uygulamalarına da
dikkat çekilmek suretiyle yeni hükümet sisteminin Türk kamu yönetimine
muhtemel katkıları ve daha etkin olabilmesine dair çok boyutlu bir analiz
hedeflenmektedir.
I. Kamu Yönetimi ve Hükümet Sistemleri
Kamu yönetimi, devletin egemen güç tarafından, yani demokratik
sistemlerde toplum adına karar alan siyasi mekanizma eliyle, belirlenmiş
politikaları hayata geçiren birimdir. Siyasal mekanizma içinde hayati öneme
sahip olan kamu yönetimi sadece alınan kararları uygulayan bir birim
olmadığı gibi bu kararların alınmasına destek sağlayan, hatta kararları
oluşturan bir sistemdir. Gelişen teknoloji ve kamu yönetiminin aşırı derecede
uzmanlık gerektiren bir uğraş haline gelmesinden beri kamu görevlilerini
sistem içinde başat aktörlerden biri haline getirmiştir.
3 Şahin, Yusuf: Yönetim Bilimi ve Türk Kamu Yönetimi, Trabzon 2010, s. 243.
4 Heywood, Andrew: Siyaset, Ankara 2012, s. 398-399.
5 Arslan, Rıza: Demokratik Yönetim Sistemleri, Bursa 2015, s. 75-76.
özellikle üst düzey bürokratlar çoğu kez teknik bilgi ve yetenekten yoksun
olabilmektedirler.6
Bütün bu nedenlerle, farklı tercihleri yansıtan sistemler kendi içlerinde
bir bütünlük arz etmekte, diğer sistemlerle ise büyük farklılıklar
göstermektedirler. Bu nedenle özellikle Türkiye’de hükümet sistemlerinin
kamu yönetimi ilişkisini irdeleyebilmek adına genel kabul görmüş ve her biri
demokratik yönetim sistemi kabul edilen hükümet sistemlerini kısaca
incelemek de yarar bulunmaktadır.
A. Meclis Hükümeti Sistemi
Siyasi sistemin en önemli özelliği yasama (meclis) ve yürütme
(hükümet) arasındaki ilişkiler üzerinden şekillenmesidir. Ancak tarihsel
olarak başlarda doğrudan bir yürütme organı olmaksızın yürütme ve yasama
görevlerinin bir meclis üzerinde toplandığı ‘‘meclis hükümeti’’ sistemi tecrübe
edilmiştir. Meclis Hükümeti sistemi, 1793 Fransız Devrimi ile Rousseau’nun
egemenlik kuramı ve radikal demokrasi yaklaşımının etkisiyle bazı jakoben
yönetimlerde kısa vadeli olmak üzere uygulanmıştır.7
Meclis hükümeti sisteminin en tipik örneklerinden birisi Türkiye’de
1921 Anayasasının 3. maddesinde şöyle yer bulmuştur: ‘‘Türkiye Devleti
Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur ve hükümeti ‘Büyük Millet
Meclisi Hükümeti’ unvanını taşır’’. Görüldüğü üzere meclis hükümeti
sisteminin en tipik özelliği yasama ve yürütme kuvvetleri bütünüyle meclis
üzerinde toplanmaktadır. Yine bu sistemde karşılıklı fesih hakkı ve kuvvetler
ayrılığı bulunmamaktadır.8Kuşkusuz Fransa’daki uygulamaları ve Türkiye
Cumhuriyeti’nin kuruluş dönemindeki uygulaması dikkate alındığında bu
hükümet sisteminin olağanüstü şartlarda tecrübe edilmiş geçici bir yönetim
biçimi olduğu ifade edilebilir. Meclis içinden seçilerek gelen bakanlar ve
onlara bağlı olarak çalışan kamu görevlilerinden müteşekkil bir yapıdır.
Meclis hükümeti sisteminde kamu görevlileri siyasi tercihte bulunmaz, siyasi
kadroların emrinde hareket ederler.
B. Parlamenter Sistem
Parlamenter hükümet sistemi İngiltere’de ortaya çıkmış ve dünyaya
yayılmış bir modeldir. Bu bağlamda pek çok parlamenter sistem, yani
parlamento odaklı bir yapı İngiliz parlamento modeline dayanan
176.
30 Heywood, Andrew: A.g.e., s. 412-413.
s. 183.
38 Heywood, Andrew: Siyaset, Ankara 2012, s. 403-404.
2007, s. 231.
Ed.: Kurt von Mettenheim, Parliamentary and Presidential Regimes, Baltimore 1995,
s. 172.
madde ile ‘‘gensoru’’ yöntemi kaldırılmıştır. Yine eski 98. maddede bilgi
edinme yollarından biri olan soru yolunda, sözlü veya yazılı olarak
cevaplandırılmak üzere Başbakan veya bakanlardan bilgi istenirken yeni
düzenleme ile yalnızca yazılı olarak bu sefer Cumhurbaşkanı yardımcıları ve
bakanlara soru sorulabileceği hüküm altına alınmıştır. Bunlardan gensoru,
TBMM’de başbakana veya bakanlardan birine, milletvekilleri tarafından
sonunda soruşturma yapılması istenebilen bir yöntemdir. Eski düzenlemeye
göre gensoru önergesi bir siyasi parti grubu adına veya en az 20 milletvekili
imzasıyla verilmektedir. Çok partili dönemde gensoru yoluyla üç hükümet ve
iki bakanın görevlerinin sona erdirildiği bilinmektedir. TBMM verilerine
göre 1909-2011 yılları arasında 446 gensoru önergesi verilirken, 2011-2016
dönemleri arasında 55 adet gensoru verilmek suretiyle ve bugün itibariyle
gensoru sayısı toplamda 501’e ulaşmıştır.59
Burada yanıtlanması gereken soru, yürütmeyi denetleme yollarından
kabul edilen ‘‘gensoru’’, ‘‘güvenoyu’’ ve ‘‘sözlü soru’’ yöntemlerinin
kaldırılmasının demokrasi ve bürokratik verimlilik ilişkisi açısından nasıl
değerlendirilebileceğidir. Gensoru mekanizması nedeniyle parlamentonun
çalıştırılamadığı ve yürütme mekanizmasının işleyişinin geciktirildiği
belirtilebilir. Bu durum ise kamu yönetiminde çeşitli kamu hizmet
alanlarındaki faaliyetlerin işleyişini de etkilemiş olduğundan yeni düzenleme
ile yasamanın yürütme üzerindeki temel denetim yolları bir taraftan
korunmuş bir taraftan da yürütmenin hareket kabiliyeti genişletilmiştir.
Bununla birlikte meclis görüşmeleri sırasında gündeme özgü bir
oturumda bakana pek çoğu kendi bakanlık konularına ve gündeme ilişkin
olmayan çeşitli sorular yöneltilebilmektedir. Bu açıdan daha fazla demokrasi
bu tür bir örnek içerisinde verimliliği azaltan bir unsur olarak ortaya
çıkabilmiştir. Diğer yandan Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle
TBMM’deki görüşmelerde ‘‘güvenoyu’’ sorununu ortaya çıkaran bütçe kesin
hesap düzenlemelerinde artık bir güvenoyu kaygısı yaşanmayacaktır. Nitekim
Sadi Irmak, Bülent Ecevit ve Tansu Çiller Hükümetleri, güvenoyu alamadığı
için görevlerini bırakmak zorunda kalmışlardır. Bütün bunlarla birlikte
güvenoyu ile gensoru, Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nin doğası gereği,
olmaması gereken uygulamalardır. Çünkü hükümet parlamentodan
çıkmamakta ve doğrudan halkın güvenoyuna dayanmaktadır. Güvenoyu
kaygısının ortadan kalkması nedeniyle Başkanlar daha rahat kararlar
alabilmekte ve bürokrasiyi daha etkin bir biçimde kullanma sorununa
odaklanabilmektedirler.
59 www.tbmm.gov.tr/, 2017.
Nuran KOYUNCU1
GİRİŞ
Osmanlı devrinde gayrimüslimler tarafından kurulan vakıflar ile
Cumhuriyet döneminde düzenleme altına alınan azınlık vakıfları veya diğer
adıyla cemaat vakıfları birbirine karıştırılmaktadır. Esasen 1935 tarih, 2762
sayılı vakıflar Yasasında “cemaat vakfı” olarak vasıflandırılan bu vakıfların
temeli Osmanlı dönemi gayrimüslim vakıflarına dayanmaktadır2.
Cemaat vakıfları Türk Medeni Kanunu’nda düzenleme altına alınan
diğer vakıf türlerinden farklı özelliklere sahiptir. Medeni kanunun yürürlüğe
girdiği 1926 yılından önce ortaya çıkan bu vakıfların diğer vakıflardan ayrılan
en önemli özellikleri birçoğunun vakfiyelerinin bulunmaması ve
kuruluşlarının padişah fermanına dayalı olarak gerçekleşmiş olmasıdır3.
Ayrıca bu tür vakıflara ait taşınmaz malların tapu sicillerine kaydında değişik
usullerin uygulandığı görülmektedir. 1912 tarihli muvakkat kanun ile bu
tarihten itibaren hükmi şahıs olarak edindikleri gayrimenkulleri kendi
adlarına tescil edebilmeleri izni verilmiştir. Vakfiyelerinin olmayışı nedeniyle
cemaat vakıflarının oluşumunun temel olarak, 1936 Beyannamesi” adı verilen
bir düzenleme ile gerçekleştiği de ileri sürülmektedir. Dolayısıyla bu vakıflar
her ne kadar Osmanlı dönemi vakıflarına dayansalar da cemaat vakfı olarak
düzenleme altına alınmaları Cumhuriyet sonrasında yapılmıştır. Bunların
içerisine kilise vakıfları da girmektedir.
Kilise vakıfları gayrimüslim Osmanlı tebaasının kilise veya mabedleri
için kurdukları cemaat vakıflarıdır. Arşiv belgelerinde kilise vakıflarının
1 Doç. Dr., Necmettin Erbakan Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Tarihi Anabilim
Dalı (nkoyuncu@konya.edu.tr)
2 19.6.1926 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan 864 sayılı Kanunu Medeninin Sureti
hükümleri içermektedir.
6 “Madde 40 — Müslüman olmayan azınlıklara ilintili olan Türk yurttaşları hukuk
Hukuki Mahiyetleri)", Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt XXI, Sayı
1-4, 1964, s. 199; Hatemi, Hüseyin, Medenî Hukuk Tüzel Kişileri, İstanbul
Üniversitesi Hukuk Fakültesi, İstanbul 1979, s. 649; Ömer Hilmi Efendi’nin
kitabında vakfın tanımını İmameynin görüşüne uygun olarak yapılmıştır. Ömer
29
Nuran KOYUNCU
İslam hukukuna göre geçerli bir vakıftan söz edebilmek için vâkıfın
irade beyanının, vakfedilen malın ve vakıftan yararlananların bazı kriterleri
taşıması zorunluluğu bulunmaktadır. Buna göre her şeyden önce vakfeden
kimsenin, hür ve tam eda ehliyetine haiz olmalıdır. Vâkıfın niyetini açık bir
irade ile ortaya koyması, vakfedilen malın ise vakıf kurma işlemi sırasında
mevcut ve vakfedenin mülkünde, muayyen ve belirli ve ayrıca dinen
kullanılmasına izin verilen mallardan olması yani mütekavvim mal olması
gerekir. Vakıftan yararlanacak olanlar yönüyle “kurbet esası”
gerçekleşmelidir11. Görüldüğü üzere İslam hukukuna göre vakıf kuracak
kişinin taşıması gereken özellikler içerisinde hür ve tam ehliyetli olması
dışında başka bir şart aranmamaktadır. Dolayısıyla bir gayrimüslimin de
vakıf kurabilmesi mümkündür12. Zira din durumu ehliyet değil “kurbet
kasdı” şartıyla ilgilidir13.
Osmanlı uygulamasında kurulan vakfın iç işleyişini, idaresini, vakıf
mallarına, yararlananlara ilişkin düzenlemeleri içeren resmi bir belge olan
vakfiye kadılar tarafından kayıt altına alınırdı14. Genel olarak vakfiye
“vakıfların mevcudiyetini ve intifa şartlarını tesbit eden, vakfı kuranın bunu
kurduğunu ve kurma gayesini ayrıntılarıyla ve kesin şekilde bildiren ve
şahitlerle te'yid eden eski deyimle “levazım’ül ittiba” yani şartlarına uyulması
gerekli belgelerdir”15. Vâkıf, hukuka aykırı olmamak şartıyla vakfiyede
dilediği hükümleri sıralayabilir16. Bu belirlenen şartları, özellikle vakıftan
yararlananlar ve yararlanma şekliyle ilgili olanları kuruluş anında bu hakkı
dâr-ı İslamda bir malını vakf eylese vakıf sahih olur”. Ömer Hilmi, s. 18.
13 Hatemi, Hüseyin, Önceki ve Bugünkü Türk Hukuku'nda Vakıf Kurma
ölüme bağlı bir tasarruf ile yapılan, tesis amacına uygun yararlanmaya başlanılan
vakıflar fakihlerin ittifakıyla bağlayıcılık kazanır. Avcı, Mustafa, Türk Hukuk
Tarihi, Konya 2017, s. 319; Eren, s. 198;
19 Hatemi, Önceki Hukukumuzda Vakıflar, s. 122; Ömer Hilmi, s. 27.
26 “Menfaati vakfı vâkıfın kendüye veya evladına şart itmesi vakfın sıhhatine halel
2004, s. 275.
28 Kazancıoğlu, s. 286.
29 Akgündüz, Vakıf, s. 173; Akgündüz, Ahmet “Zimmî (Azınlık) ve Müste’men
Vakıfları”, Yeni Asya Gazetesi, www.yeniasya.com.tr/ahmed-akgunduz/zimmi-
azinlik-ve-muste-men-vakiflari_212946 (Erişim Tarihi: 21.08.2016).
30 Ercan, Yavuz, Osmanlı Yönetiminde Gayrimüslimler, Turhan Kitabevi, Ankara
2001, s. 213.
31 Öztürk, Nazif, Türk Yenileşme Tarihi Çerçevesinde Vakıf Müessesesi, Ankara
1995, s. 335.
32 Vakıflar Genel Müdürlüğü Kayıtlar Arşivi, 1141 /1728-1330/1912: 29/1-3
33
Nuran KOYUNCU
altına alınmıştır. Buna göre “Hanefi doktrini çerçevesinde doğrudan bir kilise
veya manastırın menfaati için vakıf kurmak açıkça yasaklanmıştır”33.
Ancak Osmanlı tatbikatına bakıldığında durumun çok kolay
çözülemediği anlaşılmaktadır. Zira fetih öncesinde, özellikle Balkanlarda
kilise vakıflarının yaygın bir uygulama alanı bulduğu görülür. Dolayısıyla
Osmanlı idaresi fethettiği bölgelerin önemli bir bölümünde kilise ya da
manastır cemaatlerinin güçlü nüfuzu ile karşılaşmıştır. Fetihten sonra ise
birçok kilise ve manastır eski imtiyazlarının önemli bir kısmını fermanlar
yoluyla yeniden kazanmıştır34. Din imtiyazları başlığında inceleyeceğimiz
üzere bu imtiyazların kiliseleri için oluşturulmuş vakıfları da içerip içermediği
hususunda en azından ilk imtiyazların tanındığı evrede, genel bir
uygulamanın varlığından şimdilik söz etmenin mümkün olmadığını ifade
edelim.
Gerek İslam gerekse Osmanlı uygulamasında günümüz anlamında
tüzel kişi özelliğine sahip kişiliklere yer verilse de İslam hukukunda tüzel
kişiliğe bir kavram olarak yer verilmemesi kilise vakıflarının hukuki statüsü
konusundaki belirsizliği artırmaktadır35. Zira Osmanlı hukuk sisteminde
vakıfların 1912 yılına kadar tüzel kişiliği bulunmamakta idi. Kilise vakıfları,
klasik Osmanlı vakıflarına göre daha farklı bir yapıya sahiptiler. Ayrıca
gayrimüslimlerin “kilise, manastır ve İncil hakkında vakıf kuramayacakları”
kuralı ve cemaatlerin tüzel kişiliğe de sahip olmaması nedeniyle
taşınmazlarını güvendikleri hakiki şahıslar adına nam-ı müstear olarak veya
33 “ (...) memâlik-i mahrûs[e]lerimde olan kiliseler vakfı içün müftî-i zamândan istiftâ
olundukta zimmîler tasarruf etdikleri tarlaları ve çayırları ve mülk bağ ve bağcelerin
ve değirmenlerin ve evlerin ve dükkânların kiliselerine vakf etmek aslâ sahîh olmak
ihtimâli yokdur..” Kermeli, Eugene, “Ebû’s-Su‘ûd’a Göre Kilise Vakıfları Osmanlı
Hukukundaki Teori ve Pratiği”, Çev: Özgen Özcan, Vakıflar Dergisi, Aralık 2010 -
Sayı 34, s. 171.
34 Fetihten önceki uygulama fermanlar yoluyla devam ettirilmiştir. “ (…) fethi
hakaniden akdem âyin-i batılımız üzere manastırımuza vakf olub ve kadim ül-
eyyamdan vakfiyye-i âtılamuzda mestur olub fethi hakaniden sonra mülûk-ı
mâziyye rahamahumullah kemakân cümle umûrumuzı mukarrer tutubferman sadır
etmişler.”, Fotic, Aleksandar, “Non-Ottoman Documents in the Kâdîs’Courts
(Môlaviya, Medival Charters): Examples from the Archive of the Hilandar Monastery
(15th-18th)”, Frontiers of Ottoman Studies: State, Province, and the West, Vol.II,
(Edit: Colin Imber, Keiko Kiyotaki, RhoadsMurphey), London-New York, 2005, s. 69;
Kermeli, s. 166.
35 “Roma Hukuku kadar belirgin olmasa da bazı kişi topluluklarının tüzel kişiliğinin
kabul edildiğini gösteren ipuçlarından söz edilebilir”. Hatemi, Medeni Hukuk Tüzel
Kişileri, s. 47; Karaman da terim kullanılmış olmasa da kavramın var olduğu
görüşündedir. Karaman, Hayrettin, Mukayeseli İslam Hukuku, İstanbul 1974, s. 206
vd; Aydın, Mehmet A., Türk Hukuk Tarihi, Beta Yay, İstanbul 2014, s. 224.
bir hukuki şahıs olarak artık mevcut olmayan ya da dini, tarihi şahıslar adına
nam-ı mevhum olarak kaydettirmekteydiler36. Dolayısıyla bir malvarlığının
kadı huzurunda tescil edilerek Allah’ın mülkü, kullanımının da insanlara
vakfedildiği İslami vakıf özelliği taşımıyorlardı. Kayıt vakıf adına değil bu
şekilde şahıslar adına yapılabiliyordu. Görünürde bir vakıf değillerdi, sadece
malların kendi dinlerine göre hayır kurumu niteliği taşıyan yerlere
bağışlanması söz konusuydu37.
İslami esaslar, vakıf ile vakıftan yararlanacak olanın aynı dine mensup
olmalarını şart koşmadığı için Osmanlı döneminde gayrimüslimler kendileri
vakıf kurabildiği gibi gayrimüslim ihtiyaç sahiplerine yardım etmek için de
vakıflar kurulabilirdi. Dolayısıyla ifade ettiğimiz üzere gayrimüslimlerin
hastane, okul, çeşme gibi hayri ve sosyal amaçlar için veya cemaatlerindeki
yoksullara yardım etmek amacıyla vakıf kurmalarının önünde bir engel
bulunmuyordu. Her din için yoksullara yardım sadaka sayılıyor ve kurbet
esası gerçekleşiyordu38. Ancak, yeni bir kilise vakfı kurulduğunda, kendi
inançlarınca kilise kurmanın kurbet olduğu, fakat İslami esaslara göre kurbet
kasdı gerçekleşmediği için, şer'i mahkemelerce tescilinin yapılması mümkün
değildi. Tescil yapılsa da geçerli kabul edilemezdi. Kadılar tarafından yapılan
tescillerde vakıf yerine hüccet ifadesinin kullanılması kadılar nezdinde de
meselenin netleşmediği veya bir çekince taşıdıklarını ortaya koymaktadır39.
Zira bu İslam dışındaki bir inancın propagandasının yapılmasına müsaade
etmek anlamına gelebilirdi. Hüccetlere eklenen fetvahane tasdiki ise bir nevi
meseleye şeriatın mührünü vurmak anlamını taşıyordu40. Aynı şekilde kilise
vakfı gibi kilisenin onarım ve inşasına veya İncil ve Tevrat'ın basım ve
dağıtımına yönelik vakıflar da kabul görmemekte ve dolayısıyla tescil
edilemezdi41.
kavramdır. Bu konuda sadece insan olmak yeterlidir. Hatta tarihi süreç içerisindeki
uygulamalar dikkate alınırsa insan dışındaki varlıklar da vakfın amaçları ve
kapsamında yer almıştır. Bu da Hz. Peygamber’in: Can taşıyan her varlığa
yapılanları iyilikte ecir vardır hadisinin bir uygulaması kabilindendir”, Köse, Saffet,
Müslüman Düşüncesinde İnsanın İnsanlığı Sebebiyle Saygınlığının Zirve Noktası, -
Gayr-i Müslimlere Yardımın Mali İbadet Kapsamında Oluşu-, İslam Hukuku
Araştırmaları Dergisi, Sayı 14, 2009, s. 61.
39 Adıyeke, Nuri (2015). “XVII. ve XVIII. Yüzyıllarda Resmo (Girit) Manastır
35
Nuran KOYUNCU
Yılında Uluslararası Vakıf Sempozyumu, 15-17 Aralık 2003 içinde, Vakıflar Genel
Müdürlüğü Yayınları, Ankara 2004, s. 113.
44 Karakoç 1150: D/2, 4004-4005, (nakleden N. Öztürk, Azınlık Vakıfları, s. 119).
45 Fotic, s. 69.
vakıf olduğuna dair deliller mevcut olduktan sonra, bir vakfiyenin veya tapu
kaydının bulunmamasının vakfın sıhhatine müessir olmadığını ifade eder.
“Bunun ilk sahih delili, vakıf sırasında, buna şahid olanlardır, bunlar vefat
edip gitmiş ve kendilerinden mevsuk bir delil veya muteber olabilecek bir
rivayet kalmamışsa, bundan sonra vakfiye ve sonrada vakfın mevcudiyetine
dair kuyud-ı müdevvere, tapu kaydı veya devlet arşivlerinde otantik bir
belgenin bulunması aranır” diye devam eder47. Nuray Ekşi de, gayrimüslim
vakıflarının mülkiyet sorunları ile ilgili yaptığı çalışmasında “vakfiyenin
kurucu unsur olmaması nedeniyle vakfiyelere sahip olmayan cemaat
vakıflarının geçersiz olmayacağını, bir cemaat vakfının varlığını ispat
edebilecek en önemli arşiv belgesinin o vakfı kuran padişah fermanı
olduğunu” ileri sürmektedir48. Bu görüşler ileride üzerinde duracağımız üzere
Ebussuud’un fetvalarıyla da doğrulanmaktadır. Zira bu konudaki nihai
makamın Padişah olması, güvencenin de onun tarafından sunulmasını
mantıklı kılar.
Klasik dönemde fermanlarla sağlanan güvenceler Tanzimat dönemi ile
birlikte yeni bir ivme kazandı. Bu süreçte batılı devletlerin etkilerinin de
yoğun olarak hissedildiği görülmektedir. İlk olarak Tanzimat Fermanı,
ardından Islahat fermanı ve nihayet Kanun-ı Esasi ile getirilen hükümler,
gayrimüslimleri Müslimlerle eşit düzeye getirmiş bu yönde atılacak yasal
düzenlemelere de önayak olmuştur. Osmanlı uygulamasında Tanzimat
sürecinde gayrimüslimlerle ilgili en önemli yenilik kuşkusuz yeni mâbed
inşalarına izin verilmesidir. Aşağıda ayrı başlıkta inceleyeceğimiz üzere ilk
dönemlerde oldukça katı bir biçimde uygulanan bu yasak, değişen siyasî
şartlarla tamamen ortadan kalktı. 18. Yüzyılın başlarından itibaren görülmeye
başlanan yeni mâbed inşaları, 18. Yüzyılın sonlarında daha da yoğunlaştı49. Öyle
47Sertoğlu, s. 717.
48Ekşi, Nuray, Yargıtay, Danıştay ve AİHM Kararları Işığında Cemaat Vakıflarının
Mülkiyet Sorunları, Beta Yayınları, İstanbul 2011, s. 12-13.
49 Bodrum Kazası’nın Kadıkaryesi Kalesi’nde bulunan Hıristiyan tebaasının
mâbedleri olmadığından bahis ile yaptıkları müracaatları üzerine mer’î olan Ahkam-
ı Nizamiye dairesinde bir kilise inşasına mezuniyet verilmesi kabul edilmiştir.
BOA,C.ADL, Nu.71/4260, 29/Z /1255 (4 Mart 1840); İşkodra’da bir Katolik kilisesi
inşası hakkındaki emr-i âlinin gönderildiği bildirilmektedir. BOA, HR.MKT,
Nu.110/75, 11/L /1271 (26 Haziran 1855); “Teba-i Devlet Aliye’den Trablus Şam’da
mütemekkin milletin kiliseleri uzakta olması sebebiyle gidip gelmekte zahmet
çekmekte oldukları için bu gerekçeyle yaptıkları istidâları üzerine el Kadîme
Mahallesi’nde bir bab kilise bina ve inşasına ilişkin izin talebi söz konusudur. BOA,
HR.MKT, Nu. 115/79, 18/Za/1271 (26 Haziran 1855) İşkodra’ya tabi Bar Kazası’nda
sakin katolikler için bir kilise inşasına ruhsat verildiğine ve kilisenin ne yolda
yapılacağına dair İşkodra Valisi Abdülaziz Agah Paşa’ya yazılan hüküm
bulunmaktadır. BOA, C.ADL., Nu. 17/1024, 01/M /1272 (13 Eylül 1855).
37
Nuran KOYUNCU
Halil, “The Status Of Grek Patriarch Under the Ottomans”, Turcica, Tome: XXI-XXIII,
1991, s. 415; Kenanoğlu, s. 78.
59 Elöve, Mustafa Emil, “Türkiye’de Din İmtiyazları”, AÜHFD, 1954, s. 315.
60 Uzunçarşılı, İsmail. H., Osmanlı Tarihi, Cilt II. Türk Tarih Kurumu Yayınları,
253; Literatürde 1830 tarihi verilse de Ermeni Katoliklerin bu tarihten daha önce
kurulduğunu gösteren arşiv belgelerine ulaşılmaktadır. BOA, İE.HAT, Nu. 4/405,
29/Z /1170 (14 Eylül 1757); BOA, HAT, Nu. 1333/52025, 29/Z /1230 (02 Aralık 1815).
62Bosna Hersek İle İlgili Arşiv Belgeleri (1516-1919), s. VI, (Başbakanlık Devlet Arşivleri
Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Yayın nu: 7, Ankara 1992).
1991, s. 385.
65 Hac suresi 40 ayet’te : “O kişilerdir onlar ki ancak Rabbimiz Allah'tır dediklerinden
dolayı haksız olarak yurtlarından çıkarıldılar ve eğer Allah, insanların bir kısmını bir
kısmıyle defetmeseydi, içlerinde Allah adının çok anıldığı manastırlar da yıkılırdı,
havralar da, kiliseler de, mescitler de ve Allah, kendisine yardım edene mutlaka
41
Nuran KOYUNCU
İslam fukahası ise kilise ve havraların hukuki durumunu şehirlerin elde ediliş
şekline göre belirlemişler ve bu ayrımı esas alarak tespitte bulunmuşlardır.
1. Barış yoluyla alınan, gayrimüslimler tarafından kurulmuş
şehirlerdeki kiliselerin statüsü: Mevcut mabedlerin dokunulmazlığı vardır.
Yeni mabed inşa edilip edilemeyeceği barış antlaşmasının şartlarına göre
belirlenir. Buna göre anlaşmada haraç ödenmesi karşılığında toprakların
mülk olarak verilmesi düzenlenmişse yeni mabed inşa edebilirler. Rakabe
devlete alıkoyulmuş sadece tasarruf hakkı devredilmişse antlaşma
hükümlerinin yeni mabed inşa etme hakkını içerip içermediğine bakılır66.
2. Savaş yoluyla ele geçirilen şehirlerdeki kiliselerin statüsü: Mevcut
mabedlerin dokunulmazlığı bu durumda da geçerlidir. Dolayısıyla mevcut
kilise ve havralar yıkılmaz veya tahrip edilemez. Ancak bir kısım fukahaya
göre devlet başkanı bu mabedleri kilise ya da havra olarak bırakabileceği gibi
camiye de çevirebilir ya da mesken olarak kullanılmasına karar verebilir.
Fetihten önce yapılmış bir gayrimüslim mabedi yıkıldığında aynı ölçülerde ve
aynı yerde yeniden inşa edilebilir. Buna karşılık fukaha arasında savaşarak
alınan şehirlerde yeni kilise ve havra yapımına izin verilmeyeceği kanaati
hakimdir67.
3. Müslümanlar tarafından kurulan şehirlerde: Kilise ve havra
yapılmasına İslam hukukçularının ittifakıyla izin verilmez. Hicaz bölgesinde
gayrimüslim mabedlerinin yapılamayacağı icma ile sabittir68.
Osmanlı Devleti’nin klasik döneminde gayrimüslim mâbedlerinin
hukuki statüsü, İslâm hukuku hükümlerine uygun olarak belirlenmiştir.
Mâbedler, gayrimüslimlerin din ve vicdan hürriyetleri çerçevesinde koruma
altına alınmış, gerektiğinde tamir izni verilmiştir. Fetihten önce mevcut
olan ve küçük bir kalıntısı bile kalmış olsa yeniden (müceddeden) inşa
edilmelerine müsaade edilmiştir. Belgelerden anlaşıldığı kadarıyla tamir
konusunda önemli rol oynaması beklenen kilise vakıfları aksine hiç bahse
yardım eder; şüphe yok ki Allah, kuvvetlidir, üstündür” buyrularak mescitler gibi
manastırlar, kiliseler ve havraların da dokunulmaz olduğu vurgulanmıştır;
Örneğin Hz. Peygamber'in Necran Hıristiyanlarıyla yaptığı zimmet anlaşmasında
onların mabedlerinin Allah'ın ve Resulünün zimmeti ve koruması altında olduğu
açıkça ifade edilmiştir.
66 Akman, Mehmet, Kilise ve Havraların İslâm-Osmanlı Hukuk Tarihindeki Yeri”,
Osmanlı Devleti kabr-i İsa’nın her Hıristiyan grubun ellerindeki fermanlar gereğince
ziyaret hakkı olduğunu, hiç kimsenin mülkü olmadığını bir kez daha cemaatlere
78 Gayrisahih vakıf veya irsad kabilinden vakıflarda özel bir durum söz konusudur.
“Gayrisahih vakıf miri arazinin kuru mülkiyeti devlette kalmak üzere tasarruf
hakkının veya vergi gelirlerinin ya da her ikisinin birden esasen devletin yerine
getirmesi gereken kamu hizmetlerini görmek için kurulmuş olan bir vakfa tahsis
edilmesidir. Dolayısıyla adından anlaşılacağı gibi özel mülkiyet ile yapılan sahih
vakıflardan ayırt etmek için gayrisahih adı verilmiş, ancak bu adlandırma,
gayrisahih vakıfların geçersizliğini değil miri araziden bir tahsisin yapıldığını
vurgulamak içindir. Cin-Akyılmaz, s. 350; Aydın, Hukuk Tarihi, s. 252.
45
Nuran KOYUNCU
oluşturmadığı Meclis-i marifet ile tahkik edilmiştir. BOA, HR.MKT, Nu. 196/45,
08/Za/1273 (30 Haziran 1857).
81 “Yapuzhane (kiliseye çevrilecek bina) eski mahaldir ve bir vakıf dâhilinde midir
mülk müdür ve kilise inşasında ehl-i İslâm’ın bir güne mazereti var mıdır?” Buna
şer’îyen bil etraf tahkik ve keyfiyetin zabta geçirilmesi emredilmiştir. BOA,
HR.MKT, Nu. 190/14, 24/N /1273 (18 Mayıs 1857).
82 BOA; 4 Numaralı Kilise Defteri, s. 28, 9 Cemaziyelalhir 1318/1902.
83 Kenanoğlu, s. 298.
47
Nuran KOYUNCU
91 Kenanoğlu, s. 201.
kamu yararı ve İslam’a göre Allah rızasını kazanmak için addedilen diğer
amaçlar için bırakabileceği gibi kiliselere ya da manastırlara da miras
bırakabilir”. Bu vakıfların hukuken tescil edilebilmesi için aranan temel şart,
“vakfın gelirlerinin kilise (veya manastır) fukarasına” harcanmasıdır. Zira
İslâm hukuku, ma‘siyet olmamak şartıyla gayrimüslimlerin vakıf kurmalarına
izin vermiştir. Kural açıktır: “bir gayrimüslim kendi malını kilise veya
manastırın giderlerine vasiyet yoluyla vakfedebilir ancak kilise veya manastır
adına tescil ettiremez”. Ancak her zaman vâkıfın vârislerinden birinin
mahkemeye müracaat ederek vakfı iptal edebilmesi ihtimali bulunur94.
Burada bir gayrimüslimin kilise veya manastıra bağışta bulunması,
kilise fukarası lehine vasiyette bulunması söz konusudur. Bu durumun İslam
hukukuna aykırı bir yönü bulunmamaktadır. Zira her birey şahsi mülkünü
mülkiyet hakkının ona tanıdığı tüm ayrıcalıklar kapsamında dilediğince
kullanabilir. Zira belgelerde manastırlara vakfedilen emlakın çoğunlukla
“(…) vasiyet-i sahiha ile vasiyet ” edildiği yazılmaktadır95. Hukuki açıdan tek
problem tüzel kişiliği olmayan kilise veya manastır adına tescilin
yapılamamasıdır. Bu sakıncayı gidermek için en uygun yöntem ise ifade
ettiğimiz üzere nam-ı mevhum veya müstearlardır.
Girit manastır vakıflarını konu edinen çalışmasında Adıyeke, “vakıf”
kelimesinin açıkça dile getirildiği az sayıda örnek olduğunu, manastır gibi
dini bir kuruma mülk devrinde vakıf teriminden imtina edilip “vasiyet”
tabirinin kullanılmasına dayanarak Osmanlı yönetiminin bu dönemde
gayrimüslim vakıflarının tüzel kişilikleri ile ilgili hukuksal zemini henüz
oluşturamadığını veya özellikle oluşturmadığını düşündürdüğünü ifade
etmektedir. Fakat az sayıdaki kayıtta vakıf tabirinin açıklıkla kullanıldığını,
örneğin Şubat 1698 tarihli bir davadan vâkıfın bu vasiyet işlemini “ hul-i
hayatında ve kemal-i akl-ı sıhhatinde iken (…) vakf-ı sahih ile vakf ve teslim
” ettiğinin yazılı olduğunu aktarmaktadır96.
Kilise vakıflarının önemli bir bölümü bu şekilde vasiyet edilen özel
mülklerden oluşmuştur. Vakıf yerine vasiyet ifadesinin tercihinde kanımızca
Osmanlı yönetiminin kilise vakıflarını hukuki bir zemine oturtmada yaşadığı
sıkıntılar etkili olsa da esasında bu tercihte gayrimüslimlerin kendilerinin de
önemli rol oynamış olabileceğini ifade etmek gerekir. Zira vakfedilen malın
bir nevi kamu malı niteliği kazanması nedeniyle artık özel hak iddiasına konu
94 Akgündüz, Vakıf, s. 238- 241; Vasiyette İslami kurallara göre varislerin, murisin
malvarlığında yaptığı vasiyetin üçte birlik kısmına itirazları söz konusu
olamayacaktır.
95 Adıyeke, Nuri “XVII. ve XVIII. Yüzyıllarda Resmo (Girit) Manastır Vakıfları”,
49
Nuran KOYUNCU
olamaması, vasiyet edilen malın ise özel mülk olarak kalmaya devam etmesi
önem arz eder. Elbette bunun önemi mirasçıların hak talebini garanti etmek
değildir. Gerçek sebebin devletin mülk devrinin hukuka aykırı olduğunu ileri
sürerek el koymasını engellemek ve böylelikle ellerinde bir argümana sahip
olmak isteği olduğu tahmin edilebilir.
Kilise vakıflarının oluşumundaki ikinci yol kadim uygulamanın devam
ettirilmesidir. Fetihle birlikte daha önce arazi işletenler arazilerini, vakfı
olanlar vakıflarını işletmeye, bağış toplayanlar da bağışlarını toplamaya
devam ettikleri özellikle Ermenilerin kilise ve manastırlara vakfettikleri
köylere dair vakfiyelerin tamamıyla İslâm hukukuna uygun gerçekleştiği
hatta Müslim ve gayrimüslim vakıflarının büyük ölçüde aynı uygulamaya tâbi
olduğu yönünde yaygın bir görüş bulunmaktadır97. Dolayısıyla kilise
vakıflarının önemli bir kısmı bu şekilde eski vakıf uygulamalarının devam
ettirilmesidir.
Kilise vakıfları konusunda en çok mesai harcayan ve çeşitli çözümler
üretmeye çalışan kişi Ebussuud olmuştur. Düzdağ Ebussuud’un gayr-i
müslimlerin vakfiyeleri ilgili fetvasını şöyle aktarmıştır: “Kiliseye vakıf
bâtıldır. Amma sâkinlerine vakf edip anlardan sonra sâir fukarâya şart etmek
şer’îdir98”. Yine bu anlayış doğrultusunda kefere taifesinin kiliselerine arazi,
ağaç, bağ, bahçe gibi şeyleri vakfetmeleri de bâtıl kabul edilmiştir99. Buna
karşılık kiliselerin günlük bakımı teftişi, aydınlatılması, orada konaklayan
veya barınanlara harcanmak üzere yapılan vakıf veya vasiyet çoğunluk
tarafından geçerli kabul edilmiştir100.
Kilise vakıfları konusunda önemli bilgiler sunan Kermeli, Ebussuud’un
konu ile ilgili fetvalarına dayanarak, görüşlerine şu şekilde temas etmiştir.
Ebussuud’un temel kaygısının, toprak ve gelirlerinin azalması olduğunu, bu
gaye çerçevesinde Osmanlı miri toprağını İslam hukukundaki rakabesi
devlete, tasarruf hakkı kullanana ait olan “arazi-i memleket” olarak
tanımladığını ifade etmiştir101.
Bu yoruma göre toprak ve reaya Padişaha aittir102. Dolayısıyla rahipler
sadece ödünç olarak yararlanma hakkına sahip oldukları toprağı
vakfedemezler ve vakfederlerse bu tür manastır vakıflarını müsadere etmek
97 Turan, Osman, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi, II, Nakışlar Yayınevi, 5.
Baskı, s. 488-495.
98 Düzdağ, Şeyhülislâm Ebussuud Efendi, s. 106.
102 Barkan, Ömer Lütfi, Türkiye’de Toprak Meselesi, İstanbul 1980, s. 684.
103 Barkan’ın verdiği bir mülkname örneğinde padişahın istediği zaman bazı vakıfları
nasıl nesih ve ilga edilebileceğine işaret edilmektedir. Üstelik ilga edilen vakfın
yukarıda ifade edilen müsaderesi caiz türden olmadığı normal bir vakfın bile
padişah isterse nasıl el konulabileceği dikkatlere sunulmaktadır. Barkan, s. 264.
104 Adıyeke, s. 566.
105 Colin bu hususta önemli bir şeye dikkat çekmektedir. Kilise ve manastırların
yararına hiçbir vakıf olmasa böyle bir derce gerek kalmazdı. Kanımızca da Kilise
vakıfları önemli bir sorun teşkil etmekteydi ve böyle bir özel talimat yazdırma gereği
duyuldu. Imber, Colin, Şeriattan Kanuna Ebussuud ve Osmanlı’da İslami Hukuk,
(çev. Mürteza Bedir), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2004, s. 171.
106 Kermeli, s. 167 vd.
51
Nuran KOYUNCU
sonra bu sefer kilise veya manastır için değil, yolcu ve fakirler için bireysel
vakıflara dönüştürdüler. Toprağın kendisi ise miri kalmaya devam etti107.
Amaçları İslam’a uygun olmadığı için kurbet şartını taşımayan kilise
vakıfları hayrî vakıf kategorisine giremez108. Ebussud’a göre kilise vakıfları bu
nedenle sadece, vakıftan faydalanan fukaranın ve seyyahların yanında,
varisçilerinin manastırda yaşayan rahiplerin oluşturduğu aile vakıfları olarak
oluşturulabilirlerdi. Ancak dini vakıfların, aile vakıfları olarak tanımlanması
bazı sorunları beraberinde getirir. Zira Hanefi miras hukukuna göre hareket
eder ve şeri hükümlere göre mirasçı zümresi oldukça geniştir. Manastır
rahiplerini bir aile olarak düşünür. Aynı zamanda bu, manastır topluluğunun
kolektif karakterini kabul etmek anlamına gelecektir109. Bulduğu çözüm şu
şekildedir:
107 Bazı hıristiyan tebaa manastırda keşiştir. Vilayetin sicil memuru mülkiyetlerinde
olan hayvanları, üzüm bağlarını, meyve bahçeleri ve değirmenleri onlardan alır ve
tekrar onlara satar. Sözü edilen malı fakirler ve yolcular için vakfa dönüştürürlerse,
dışarıdan birisi sözü edilen vakfa karışabilir mi?
Cevap: eğer onlardan vakfa dönüştürdükleri şeyler hayvanlar, üzüm bağları,
değirmen ve dükkanlar ise ve bunlar o manastır için değil de fakir ve yolcular için
vakıf yaptılarsa kimse müdahale edemez. Mezralar ve sürülebilen topraklar asla
vakfa dönüştürülemez, ama onlar bunları hazinden giriş ücreti ödeyerek alabilirler
ve tapu sicilinde şöyle bir madde girilmişse kimse karışamaz: “Keşişler toprağı
ellerinde bulundursunlar ve diğer tebaa gibi tüm gereken ödemeleri yaptıktan sonra
kimse müdahale etmesin. Keşişler öldüğünde onların yerlerini alanlar bunları
ellerinde bulundursun. Ancak mezraların vakıf olarak kaydedilmemiş olması
şartıyla”. Imber, s. 172.
108 Kermeli, s. 167.
109 “Bir manastırdaki keşişlerin maliyeden satın aldıkları üzüm bağlarını, evleri ve
113 Belgede zapta ilişkin Abdülhamit’e ait Hatt-ı hümayun bulunmaktadır. BOA,
53
Nuran KOYUNCU
116 “Ve vakfiyelerdeki “mezkûr meblağ işletilerek geliri (…) kilisenin fakirlerinin
yiyeceğine; bu mümkün olmaz ise, Hıristiyan fakirlere meşrûta ola (…)” benzeri
ifadelerin de durumu onayladığını belirtir”, Öztürk, Azınlık Vakıfları, s.118-119.
117 BOA, A. DVN, Nu. 1/14, 07/Ca/1256 (07 Temmuz 1840); BOA, HR.MKT,
6/62,12/N/1260 (25 Eylül 1844); BOA, HR.MKT, 174/62, 25/Ca/1273 (22 Ocak 1273).
59
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Işığında, Türk Anayasalarında “İfade Özgürlüğü”
Ali ÖZDEMİR1
Firdes YÜZBAŞI2
GİRİŞ
Bir varlık olarak insanın sadece ‘insan’ olmasından kaynaklı
devredilemez haklarına denk düşen ‘insan hakları’, bir kavram olmasının
ötesinde çok boyutlu alanda tartışılan bir olgudur. İnsan hakları, birey-devlet
ilişkisi (insan haklarının dikey etkisi) ile birey-birey ilişkisi (insan haklarının
yatay etkisi) göz önüne alındığında ‘meşruiyet ’in kaynağını oluşturmaktadır.
Ulusal/uluslararası toplumda karşılığı oldukça etkili olan insan hakları,
‘demokratik toplum düzenini’ içerisinde belirleyici bir fonksiyona sahiptir.
Nitekim gerçek demokrasi kültürünün inşası, bireylerin kanaatlerini
serbestçe dışa vurabilmesiyle mümkündür. Örneğin modern, çoğulcu ve
katılımcı demokrasilerde seçmenler de seçilenlerle paralel olarak,
düşüncelerini karar alma sürecine dâhil edebilmektedir.3İnsanın
düşüncelerini özgürce ortaya koyabilmesi ise, düşünsel faaliyetlerin güvence
altına alındığı sosyal bir ortamın varlığını gerektirir.4 Ancak böyle bir
ortamda birey, kişiliğinin gelişmesine imkân bulabilir. Dolayısıyla, insan
haklarının korunması bağlamında devletin yükümlülüğü ekseninde, ifade
özgürlüğünün devlete negatif yükümlülüğünün ötesinde pozitif
yükümlülükler yüklediği söylenebilir. Bu anlamda Türkiye’de ifade
özgürlüğüne ilişkin, geçmişten günümüze anayasal düzenlemeler pozitif
yükümlülüğün bir parçasını oluşturmaktadır. ‘Yeni anayasa’ yapım sürecinde
güçlü demokrasiye geçiş, ifade özgürlüğüne ilişkin bu çalışmanın çıkış
noktasını oluşturmaktadır.
Demokratik toplusmun temel bileşenlerinden olan ifade
özgürlüğünün, toplum ilerlemesinin ve bireysel gelişimin önemli yönünü
oluşturduğu yukarıda belirtilmişti. Ancak bu özgürlük, bazı sınırlamalara tabi
1 Arş. Gör., Sakarya Üniversitesi, Hukuk Fakültesi, İnsan Hakları Hukuku Anabilim
Dalı, aliozdemir@sakarya.edu.tr
2 Arş. Gör., Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Ali Fuad Başgil Hukuk Fakültesi, Anayasa
İlkeleri, Ankara: TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları, 2001, s.126.
4Ökçesiz Hayrettin, Özgür Düşünmenin Hukuk ve Devlet Felsefesi, Düşünce
Özgürlüğü, İstanbul:1998,s.121.
61
Nuran KOYUNCU
63
Nuran KOYUNCU
Ankara: Adalet Yayınevi, 2011, s.74. Örneğin mahkeme Barthold davasında, meslek
etik kurallarını düzenleyen, Veteriner Odası Yönetmeliği’ni Sözleşmenin 10/2
maddesi anlamında hukuk normu niteliğinde kabul etmiştir.
11Bıçak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarında İfade Özgürlüğü, s.21.
Engeller, s.2.
22Kuzu Burhan, “T.C. Anayasaları’nın İnsan Hakları Açısından Karşılaştırmalı Olarak
Engeller, s.4.
2004, s.318.
69
Nuran KOYUNCU
71
Nuran KOYUNCU
(Çevrimiçi) http://kararlaryeni.anayasa.gov.tr/Karar/Content/3a8c15f8-c4ea-4a57-
b878-7c4ef86ce450?excludeGerekce=False&wordsOnly=False; 10.05.2017; Sunay,
1961-1982 Anayasaları Döneminde Anayasa Mahkemesinin İfade Hürriyeti
Konusundaki Yaklaşımı Ve İlgili Karar Özetleri, s.11.
73
Nuran KOYUNCU
75
Nuran KOYUNCU
D.1982 Anayasası
1982 Anayasası hazırlanırken, klasik haklar bakımından AİHS’ deki
düzenlemeden önemli ölçüde yararlanılmıştır. Fakat 1982 Anayasası’nın
bireyin hakları karşısında devletin otoritesini güçlendiren genel karakteri ve
hakların rejimine ilişkin yaklaşımı, sözleşme ile anayasa arasındaki
benzerliğin kâğıt üstünde kalmasına yol açmıştır. İfade özgürlüğüne ilişkin
Avrupa ve Türk standartları farklılaşmış, sonraki yıllarda yapılan değişiklikler
ile anayasa ile sözleşme birbirine yakınlaşmıştır.42
1982 Anayasasında ifade özgürlüğü, 1961 Anayasası’ndan farklı
olarak, 25. maddede “düşünce ve kanaat hürriyeti”, 26. maddede “düşünceyi
açıklama ve yayma hürriyeti” başlıklarıyla iki ayrı maddede düzenlenmiştir.
Anayasanın 25. maddesinde herkesin, düşünce ve kanaat özgürlüğüne
sahip olduğu vurgulanmaktadır. Madde “her ne sebep ve amaçla olursa olsun
kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce kanaatleri
sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz” hükmünü de barındırmaktadır. Bu
özgürlük, herhangi bir sınırlamaya tabi olmayan bir özgürlük niteliğindedir.
Yine anayasaya göre, olağanüstü haller bile bu özgürlüğün sınırlarını
ortadan kaldıramayacaktır. Başka bir deyişle, düşünce ve kanaat özgürlüğü
olağanüstü hallerde dahi ihlal edilemeyecek bir özgürlüktür.43
Düşünce özgürlüğüne mutlak ve dokunulmaz bir alan sağlayan ilgili
düzenleme doğrultusunda, AİHS m. 10 ve AİHM içtihatlarıyla uyumlu
biçimde, düşünce ve kanaat özgürlüğü 1982 Anayasası’nda açıkça güvence
altına alınmıştır.
“Düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü” başlığını taşıyan 26.
maddenin 1. fıkrasında, düşünce ve kanaatlerin çeşitli şekillerde (söz, yazı,
resim veya başka yollarla), tek başına veya toplu olarak dile getirilmesi hakkı
düzenlenmiştir. Maddeye göre resmi makamların müdahalesi olmaksızın
haber veya fikir almak ya da vermek serbesttir. 26. maddenin 1. fıkrası,
herkesin düşünce ve kanaatlerini söz, yazı vs. yollarla açıklama ve yayma
hakkına sahip olduğunu belirttikten sonra, basın dışındaki kitle haberleşme
araçlarıyla yapılan düşünce açıklamalarını “izin sistemine” bağlanabileceği
belirtilmektedir.
(Çevrimiçi) http://kararlaryeni.anayasa.gov.tr/BireyselKarar/Content/472bbf6e-ce2c-
4c83-a402-6bdd44702537?wordsOnly=False, 10.05.2017. ; Esmer Murat, Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi Ve 1982 Anayasası’nda İfade Ve Kitle İletişim Özgürlüğü,
(Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, İstanbul, 2014), ss.122.
77
Nuran KOYUNCU
481982 Anayasası Madde 28:Basın hürdür, sansür edilemez. Basımevi kurmak izin
alma ve malî teminat yatırma şartına bağlanamaz. (İkinci fıkra mülga: 3.10.2001-
4709/10 md.) Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır.
Basın hürriyetinin sınırlanmasında, Anayasanın 26 ve 27 nci maddeleri hükümleri
uygulanır. ; Liberal Düşünce Topluluğu, Türkiye’de İfade Özgürlüğünün Önündeki
Yasal Engeller, s.31.
49Özbudun Ergun, Türk Anayasa Hukuku, Gözden Geçirilmiş 10. Baskı, Ankara:
79
Nuran KOYUNCU
54Gözler Kemal, “3 Ekim 2001 Tarihli Anayasa Değişikliği: Bir Abesle İştigal Örneği”,
Anayasa Yargısı Dergisi, 19, 2002, ss.339-340.
55Tanör ve Yüzbaşıoğlu, 1982 Anayasasına Göre Türk Anayasa Hukuku, ss.131-132.
81
Nuran KOYUNCU
Engeller, s.27.
61AYM (Bireysel Başvuru Genel Kurul), Başvuru No. 2013/409, K.T. 25.06 2014,
(Çevrimiçi), http://kararlaryeni.anayasa.gov.tr/BireyselKarar/Content/888e19e7-9d1a-
4034-ae5d-
78bc365993a0?higllightText=yay%C4%B1m%20yasa%C4%9F%C4%B1&wordsOnly=F
alse, 05.08.2017.
62Yüksek Mehmet, “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde İfade Özgürlüğünün
SONUÇ
İnsanı diğer canlılardan ayıran özellik ‘düşünme’ ve düşüncesini
aktarabilmesidir. Düşünme, sınırlanamaz bir özgürlüktür. Ancak George
Orwell’ın 1984 romanında Okyanusya’nın resmi dili olan “yeni konuş”un
amacı; hak, özgürlük ve demokrasi gibi geleneksel düşünsel alışkanlıkları
kırarak düşüncenin tüm biçimlerini olanaksız kılmaktı. Zira anlam
dünyasında kelimelerin oynanmasıyla, dolaylı da olsa “düşünce”ye tahakküm
söz konusu olabilmektedir. Kuzey Kore gibi diktatör rejimlerin “düşünce
operasyonları”na dayanan yönetim paradigması buna örnektir.
Düşünceyi dışarı aktarmak ise; ulusal güvenliğin, kamu güvenliğinin
ve kamu düzeninin sağlanması, sağlığın veya ahlakın korunması, suç
işlenmesinin önlenmesi gibi bazı sınırlamalara tabi tutulabilir. Bu sınırlama
rejimleri dar anlama yorumlanmalı, hakkın özüne zarar vermeden, ölçülü
olarak uygulanmalıdır. Nitekim “demokratik toplum ”un vazgeçilmez
özellikleri olarak kabul edilen çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirlilik ifade
özgürlüğünün optimum seviyede kullanılabilmesiyle mümkündür.
İnsan haklarının bölgesel düzeyde etkili bir koruma mekanizması
olarak AİHM ifade özgürlüğünün içeriği hakkında bazı yol gösterici ilkeler
ortaya koymuştur. Örneğin Lingens-Avusturya65davasında AİHM’in
görüşüne göre, olgular ile değer yargıları arasında ayrım yapmak gerekir.
Olguların mevcudiyeti kanıtlanabilir, ancak değer yargılarının doğruluğu
kanıta başvurularak konulamaz. Değer yargıları bakımından bunu talep
etmek, gerçekleştirilemeyecek bir şey istemektir; bu durum kanaat
özgürlüğünün ihlali anlamına gelecektir. Müller ve Diğerleri-İsviçre66
davasında Mahkeme, özellikle haber ve fikir aktarma ve edinme özgürlüğü
bünyesine sanatsal ifade özgürlüğünü de dâhil etmektedir. Yine Autronic
AG-İsviçre67 davasında, sadece bilginin içeriği için değil, bilgi aktarma veya
edinme araçları için de geçerli olduğunun altı çizilmiştir. Informationsverein
Lentia ve Diğerleri-Avusturya68 davasında da AİHM, ifade özgürlüğünün,
özellikle basın aracılığı ile genel yararı ilgilendiren ve kamunun edinme hakkı
bulunan bilgi ve fikirleri aktarmaya hizmet ettiği durumlarda, demokratik
toplumda oynadığı temel rolü vurgulamıştır.
Bu kapsamda ifade ve basın özgürlüğünden ne anlaşılması gerektiği
açısından öncül bir rol oynayan AİHM kararlarının çok iyi irdelenerek her
sahada uygulanması Anayasanın 90.maddesi çerçevesinde bütün
kurumlarımız için bir yükümlük olup, bu yükümlülük yerine getirildiği
87
Nuran KOYUNCU
http://www.liberal.org.tr/uploads/yuklemeler/ifade-hurriyeti-
raporu.pdf, 10.05.2017.
Mumcu Ahmet, İnsan Hakları ve Kamu Özgürlükleri, 2.Baskı, Ankara:
Savaş Yayınları, 1994.
Ökçesiz Hayrettin, Özgür Düşünmenin Hukuk ve Devlet Felsefesi,
Düşünce Özgürlüğü, İstanbul: 1998.
Özbey Özcan, “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Işığında İfade Özgürlüğü
Kısıtlamaları”, Türkiye Barolar Birliği Dergisi,106,2013, ss.41-92.
Ramazanoğlu M. Yıldırım, Farklı Bir Bakışla Anayasa Gerçeği, İstanbul:
Ege Bası, 2012.
Rjin Arjen Van, “İfade Özgürlüğü”, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve
Türkiye’de İnsan Hakları Derleme Eserler, Birsen Erdoğan Ulaş
Karan (drl.)Ankara: Başkent Matbaacılık, 2008.
Sunay Reyhan, “Avrupa Sözleşmesinde ve Türk Anayasasında İfade
Hürriyetinin Muhtevası Ve Sınırları”, Ankara: Liberal Düşünce
Topluluğu Yayınları, 2001.
Sunay Reyhan, 1961-1982 Anayasaları Döneminde Anayasa Mahkemesinin
İfade Hürriyeti Konusundaki Yaklaşımı Ve İlgili Karar Özetleri,
Ankara: Liberal Düşünce Topluluğu Yayınları, 2002.
Şahbaz İbrahim, Karşılaştırmalı Düşünceyi Açıklama Özgürlüğü, Ankara:
Yetkin Yayınları, 2007.
Şahin Adil, Batılı Anlamda Özgürlük Versus İktidar, Trabzon: Celepler
Matbaacılık, 2014.
Şanlı Pelin, “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları Işığında İfade
Özgürlüğü”, Türkiye Adalet Akademisi Dergisi, 1/7, 2011.
Tanör Bülent ve Yüzbaşıoğlu Necmi, 1982 Anayasasına Göre Türk Anayasa
Hukuku, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2001.
Tanör Bülent, Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri, İstanbul: Yapı Kredi
Yayınları, 2004.
Turhan Mehmet, “Düşünce Özgürlüğü ve 1982 Anayasası”, (Çevrimiçi),
http://dergipark.gov.tr/download/article-file/214134, 10.05.2017,
s.98.
Uygun Oktay, “Avrupa Birliği Sürecinde Türkiye’de İfade Özgürlüğü”,
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Türkiye’de İnsan Hakları
Derleme Eserler, Ankara: Başkent Matbaacılık, 2008.
89
Nuran KOYUNCU
42f5-b1ab-1ff2c70500c8?excludeGerekce=False&wordsOnly=False,
05.08.2017;
AYM (Bireysel Başvuru İkinci Bölüm), Başvuru No. 2014/3986, K.T. 02.04.
2014, (Çevrimiçi)
http://kararlaryeni.anayasa.gov.tr/BireyselKarar/Content/472bbf6e-
ce2c-4c83-a402-6bdd44702537?wordsOnly=False, 10.05.2017.
Arif DURAN1
GİRİŞ
Bütün demokratik rejimlerin temel özelliklerinden biri olan hukuk
devleti ilkesi, bireylerin hukuki güvenlik içinde bulundukları, devletin
faaliyetlerinde hukuk kurallarına bağlı olduğu sistemi ifade eder2. Bu noktada
devleti oluşturan kuvvetlerin faaliyetlerinin hukuka bağlı olması, hukuk
devletinin temel gereğidir3. Söz konusu faaliyetlerden biri olan yargılama
faaliyeti, olası hukuka aykırılıkların ortadan kaldırılması ve böylece hukuk
devletinin hayata geçirilebilmesi adına büyük önem taşımaktadır. Konuya
ilişkin 1982 Anayasası’nın 9. maddesi uyarınca yargı yetkisi, bağımsız ve
tarafsız mahkemeler tarafından kullanılır.
Yargılama faaliyeti; iddia, savunma ve karar makamı olmak üzere üç
temel unsurdan oluşur. Yargılamanın vazgeçilmez unsuru savunma
makamını avukatlar temsil eder. Dolayısıyla yargılamanın gerçekleşmesinde
ve adaletin sağlanmasında avukatlık mesleği, en az iddia ve karar makamları
olan savcılık ve hâkimlik mesleği kadar önem arz eder. Adil bir yargılamanın
varlığı, avukatın etkin katılımıyla sağlanabilir. İddia ve karar makamları
"savcılık" ve "hâkimlik" mesleği olarak Anayasa'nın yargı bölümünde yerini
almasına rağmen savunma makamına bu bölümde yer verilmemiş; yargının
bir diğer kurucu unsuru olan bağımsız savunmayı temsil eden avukat, 1136
sayılı Avukatlık Kanunu’nun (AvK) 1. maddesinde düzenlenmiştir4.
Diğer yandan Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” başlığı altında
düzenlenen 36. maddesi uyarınca herkes, meşru yollardan yararlanarak yargı
mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
1 Arş. Gör., Sakarya Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ticaret Hukuku Anabilim Dalı,
aduran@sakarya.edu.tr
2 Özbudun, Ergun: Türk Anayasa Hukuku, Yetkin, Ankara, 16. Baskı, 2016, s. 125.
3 Gözler, Kemal: Türk Anayasa Hukuku Dersleri, Ekin, Bursa, 18. Baskı, 2015, s. 82-
83.
4 Avukatların yargının kurucu unsuru olarak kabul edilmesi noktasında Anayasada
200
180
160
140
120
100 185
80
60
40
20 22 13 16 23 9 8
0
250
200
150
222
100
50 49
5
0
Evet Hayır Fikrim yok
250
200
150
205
100
50 52
19
0
Evet Hayır Fikrim yok
95
Arif DURAN
250
200
150 249
100
50 22 5
0
Evet Hayır Fikrim yok
22 5
249
155
160
140
120
100
80 61
60
40 26
19
20 9 6
0
1 2 3 4 5 6
4 6
2% 5 7%
10% 1
22%
3
3%
2
56%
1 2 3 4 5 6
80
76
70 62
60 52
50 42
40
28
30
20 15
10
0
1 2 3 4 5 6
6 1 2
23% 10% 5%
3
15%
5
19%
4
28%
1 2 3 4 5 6
6 Staj, adalet vekili olmak isteyen kişinin o güne kadar fakültede okuduğunu adalet
gayesine uygulayabilecek kabiliyet ve tecrübeyi elde etmesi ve avukatlık mesleğinin
temel kanunları ve geleneği olan doğruluk, nezaket ve nezahet, ruh asaleti, mesleğe
karşı sevgi ve saygı gibi faziletleri benimsemesi için yapılır. Özkent, Ali Haydar:
Avukatın Kitabı, Arkadaş Basımevi, İstanbul, 1940 (Tıpkı Basımı, İstanbul Barosu
Yayını 2002), s. 283.
7 Dönemin Yargıtay Onursal 1. Başkanlığını yürüten Eraslan Özkaya’nın 2002-2003
adli yıl açılış konuşmasında dikkat çektiği sorunlar geçen zaman içerisinde artarak
süregelmiştir. Özkaya’nın konuşmasının hukuk eğitimine dair dikkat çekici bir
bölümü şu şekildedir: “Az masrafla eğitim yapılabilen kârlı bir iş şeklindeki zihniyet
ürünü, elverişsiz binalar, yetersiz kütüphane, alt yapı ve öğretim kadrosuyla açılan hukuk
fakültelerinin sayısı endişe verici boyutlara ulaşmış, hukuk fakülteleri çoğalırken hukukçu
formasyonu aşındırılmıştır. Öte yandan köklü hukuk fakültelerinde öğrenciyi araştırmaya,
incelemeye, düşünmeye sevk etmeyen, tek yanlı anlatıma ve ezberciliğe dayalı yanlış bir
eğitim sistemi sürmekteyken, öğretim kadrosuna uygulanan düşük ücret politikası ve yönetim
sistemindeki yanlışlıklar nedeniyle söz konusu fakültelerde, bu eğitim düzeyi dahi
kaybolmaya, eğitim ve öğretim seviyesi hızla düşmeye başlamıştır.” Eraslan Özkaya, 2002 –
2003 Adli Yıl Açılış Konuşması, Yargıtay Başkanlığı, Ankara, 2002, s. 9. 2017
itibariyle Yargıtay 1. Başkanlığını yürüten İsmail Rüştü Cirit'in 2016-2017 adli yıl
açılış konuşmasında “Hukuk fakültelerinin sayısında son yıllarda yaşanan olağanüstü
artışın adli kalitenin sağlanması bakımından önemli bir risk oluşturduğunu düşünüyorum”
şeklinde ifade ettiği düşünceleri de geçen 14 yıl içerisinde artan hukuk fakülteleri ve
hukuk mezunları sayısı da göz önüne alındığında bu konuda mesafe kat
edilemediğini bilakis kötüye gidişi göstermektedir. İsmail Rüştü Cirit, 2016 – 2017
Adli Yıl Açılış Konuşması, Yargıtay Başkanlığı, Ankara, 2016, s. 11.
99
Arif DURAN
tamamlar.
Adliye stajı döneminde stajyerler, Baronun, Cumhuriyet Savcısının ve
Hakimin denetiminde staj eğitim programını aksatmadan; duruşmalara,
keşiflere, soruşturmalara, kararın görüşülmesine ve yazılmasına katılır;
kendisine verilen dosya ve kararları inceleyip rapor hazırlar (TBBASY m.
13). Pratiğe yönelik bilgiler edinildiği bu dönemde stajyerlerin adliye
ortamını tanıması ve duruşmaların nasıl gerçekleştiğini görerek uygulamada
nelerle karşılaşacağını öğrenmesi amaçlanmıştır. Mahkemelerin iş
yoğunluğu, stajyer sayısının fazlalığı, fiziki yetersizlik vb. sebeplerden ötürü
stajyerlere nitelikli eğitimin verilip verilmediği tartışma konusudur. Proje
kapsamında gördüğümüz üzere Sakarya’daki hukukçuların çok büyük bir
çoğunluğu avukatlık stajının niteliğinden memnun değildir. Araştırma
Sakarya özelinde bulgular sunsa da Türkiye genelinde stajın süre, usul ve
niteliğine yönelik olumsuz değerlendirmelerin yer aldığı ve avukatlık stajının
sorunlarının ele alındığı birçok çalışma bulunmaktadır8.
Adliye stajı döneminde stajyerlerin bir kısmı adliyede çalışmak yerine
çalışmaktan kaçınmayı tercih etmektedir9. Özellikle büyük şehirlerde ve iş
yoğunluğunun fazla olduğu adliyelerde devam zorunluluğu bakımından
hakimlerin ve savcıların esnek davranmasından dolayı staj dönemi verimsiz
geçirilmektedir. Mahkemelerin iş yoğunluğu, stajyer sayısının fazlalığı, fiziki
şartların yetersizliği gibi sebepler de bu konuda önemli etkenlerdir. Staj
yapılan adliyedeki hakim ve savcıların nezaretinde eğitim alması, dosya
incelemesi, duruşmalara katılması gereken stajyer söz konusu sebeplerden
dolayı verimsiz bir staj dönemi geçirmektedir10. Diğer yandan staj eğitimi
8 Söz konusu çalışmalara örnek: Çine, Özcan, Mesleğe Yeni Başlayan Avukatların
Sorunları ve Çözüm Yolları, Forum 7, Türkiye Barolar Birliği, Ankara, 2010; Kaya
Aydın, Yasemin, “Dünya'da ve Türkiye'de Avukatlık Stajı ve Stajyer Avukatların
Sorunları”, Hukuk Gündemi Dergisi, S. 1, 2009, s. 54 -65; Çelik, Cemile, “TBB 8.
Stajyer Avukatlar Kurultayı, Hukuk Gündemi Dergisi, S. 1, 2015, s. 74 -79; Öztatar,
Hakan, Türkiye'de Avukatlık Mesleği ve Sorunları, Yayınlanmamış Yüksek Lisans
Tezi, İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2011; Alacakaptan, Ahmet Can,
Stajyer Avukatların Sorunları ve Çözüm Önerileri, İstanbul Barosu Dergisi, Cilt 84,
S. 2010/4, s. 2275-2289; Uyumaz Alper/Erdoğan Kemal, “Karşılaştırmalı Hukukta ve
Türk Hukukunda Hukuk Eğitimi ve Hukuk Kliniği”, AÜHFD, S. 2, 2015, s. 459-505.
9 Alacakaptan, a.g.m., s. 2277; Özcan, a.g.e., s. 56 vd.
10 AvK 23. madde ile stajyerin staja devam zorunluluğuna ilişkin olarak şu
düzenlemeye yer verilmiştir: “Staj kesintisiz olarak yapılır. Stajyerin haklı nedenlere
dayanarak devam etmediği günler, engelin kalkmasından sonraki bir ay içinde başvurduğu
takdirde, mahkeme stajı sırasında, Adalet Komisyonu, avukat yanındaki staj sırasında ise baro
yönetim kurulu kararı ile tamamlattırılır. Stajın yapıldığı yere göre Adalet Komisyonu
Başkanı ve Baro Başkanı, haklı bir engelin bulunması halinde yanında staj yaptığı avukatın
da görüşünü alarak stajyere 30 günü aşmamak üzere izin verebilir.”
konusunda daha istekli olan, bu süreci faydalı bir şekilde geçirmek isteyen
stajyerler bakımından da durum çok iç açıcı değildir. Zira hâkimler
yoğunluklarından dolayı stajyerleri mahkeme kalemlerine yönlendirmekte,
stajyerler de kalemde evrak mühürleme, zarf yapıştırma, tebligat düzenleme
gibi işlerle uğraşmaktadır11. Bu durum stajyerin adliye stajına gereken önemi
vermesine ve kendisini mesleki anlamda geliştirmesine engel olmaktadır.
Altı aylık adliye stajını tamamlayan stajyer, stajının ikinci altı ayını en
az beş yıllık mesleki tecrübesi olan bir avukatın yanında tamamlar (AvK m.
15/1). Bu dönemde stajyerin avukatla birlikte duruşmalara girmesi, avukatın
mahkemeler ve idari makamlardaki işlerini yapması, dava dosyaları ve
yazışmaları düzenlemesi, baroca düzenlenen eğitim çalışmalarına katılması
gerekir (AvK m. 23/2). Stajyer, yanında bulunduğu avukatın yazılı oluru ile
onun gözetim ve sorumluluğunda, sulh hukuk, sulh ceza mahkemeleri ile icra
mahkemelerinde avukatın takip ettiği dava ve işlerle ilgili duruşmalara
girebilir ve icra müdürlüklerindeki işleri yürütebilir, dava dosyalarından
fotokopi ve benzeri yollarla örnek alabilir; ayrıca vekâletname veya yazılı olur
olmaksızın, dava ve takip dosyalarını inceleyebilir (TBBASY m. 19).
Yanında staj yapılan avukatın yükümlülüğünü düzenleyen
TBBASY’nin 17. maddesinde; avukatın, stajyerini hukukun üstünlüğü
ilkesine, meslek ilke ve kurallarına bağlı, hukuk bilgilerini somut olaylara
uygulayabilecek nitelikte, bağımsız ve özgür bir avukat olarak yetiştirmekle
yükümlü olduğu; duruşmalara ve cezaevi görüşmelerine birlikte gitmek,
mahkemeler ve idari makamlardaki işleri takip etmek, dava dosyalarını ve
yazışmaları düzenlemek imkânını sağlayarak eğiteceği ve stajyere bu işler
dışında bir iş yükleyemeyeceği belirtilmiştir. Hukukun, uygulamayla hayat
bulan özelliği de nazara alındığında, kanun ve yönetmelik hükmü ile
belirlenen, stajyeri yetiştirme tarzını öngören düzenlemenin, genç avukatlar
bakımından da cari olduğunu belirlemek mümkündür. Dolayısıyla
avukatlığın bir anlamda, mesleki aktarımlarla gelişebilir ve stajyer avukata
sorgulama yeteneğinin, hukukun somut olaylara uygulanmasındaki
prensiplerin ve mesleki değerlerin aktarılmasında stajın önemli bir rolü
mevcuttur.
AvK ve TBBASY’de yer alan düzenlemelerin somut durumu
yansıtmadığını, bahse konu araştırma projesi bulgularının da ortaya koyduğu
üzere stajyerlere yanında çalışılan avukat tarafından gerekli ve yeterli mesleki
katkının sunulmadığını ifade etmek mümkündür. Zira uygulamada stajyerler
takip elemanı gibi çalışmakta, herhangi bir vasıf gerektirmeyen işlerle
uğraşmaktadır. Yanında çalışılan avukatların şahsi işlerinin yapılmasından
bürodaki angarya işlere kadar herhangi bir ayrım gözetilmeksizin her türlü iş
için stajyerler görevlendirilmektedir12. Elbette stajyerin mesleği öğrenme
aşamasında olduğunu kabul etmek ve kıdemli avukatlarla aynı işi yapabilecek
seviyede olmadığı göz önünde bulundurulmalıdır. Lakin stajyerin, avukatın
şahsi işlerini görmesi, hukuk dışı taleplerini yerine getirmesi gibi mesleğin
saygınlığına ve onuruna yakışmayan, stajyeri meslekten soğutan uygulamalar
da kabul edilemez13.
TBBASY’nin beşinci bölümünde stajyerle bağlı bulundukları Baro
tarafından verilecek eğitimin usul ve esasları düzenlenmiştir. Buna göre bir
yıllık avukatlık stajı süresi içinde önceden hazırlanan ve duyurulan yıllık
eğitim programı dâhilinde en az 120 saatlik bir staj eğitimi verilmesi gerekir.
Barolar staj eğitiminin usulünü, hangi konuların işleneceğini kendi
yörelerinin özelliklerini de dikkate alarak çıkaracakları iç yönetmelikle
belirler. Her Baro’nun eğitim kadrosunu ve yöntemini kendisinin belirlemesi
ayrı ders programlarının oluşmasına, farklı kalitede eğitim alınmasına ve
sonuç olarak stajyerler arasında eşitsizliğe sebebiyet verebilmektedir14. Birçok
baro eğitmen ihtiyacını karşılayamadığı için yeterli kalitede ve düzeyde
eğitim verememektedir. Söz konusu sorunların çözümüne yönelik TBB
çeşitli çalışmalar yapmaktadır. Nitekim TBB’nin Yönetim Kurulu kararına15
dayalı olarak meslek içi eğitim ve staj eğitimini kapsamak üzere “Türkiye
Barolar Birliği Eğitim Merkezi” kurulmuştur16.
12 Alacakaptan, a.g.m., s. 2278-2279; Özcan, a.g.e., s. 60; Kaya Aydın, a.g.m. s. 63.
13 Uygulamada bu tür isteklere maruz kalan stajyerlerin, bunları reddedemediği ve
kendine söylenilen angarya işleri yapmak zorunda kaldığı, zira stajyerin, yanında
çalıştığı avukat tarafından arzu edilen, hukukla alakasız işleri yerine getirmemesi,
gerek iş yeriyle problem yaşamasına, gerekse avukat tarafından Baroya verilecek staj
raporunun olumsuz sonuçlanmasına yol açabildiği gözlemlenmektedir. Alacakaptan,
a.g.m., s. 2279.
14 Bu noktada staj eğitim merkezlerinin kurumsallaştırılarak TBB'ye bağlı “Avukatlık
Meslek Enstitüsü” haline dönüştürülmesi vb. alternatif çözüm önerileri için bkz.
Özcan, a.g.e., s. 100. Benzer bir öneri “Barolar Birliği bünyesinde, belirli sayıda “mesleki
eğitim okulları” kurularak, avukatlık yapmak isteyen hukuk fakültesi mezunlarına bu
kurumlarda pratik avukatlık bilgisi verilebilir. Adı geçen bu okullardaki eğitim,
akademisyenler, hakimler, savcılar ve avukatlardan oluşan karma bir eğitimci kadrosu
tarafından verilebilir. Bu şekilde işleyen bir sistemde avukatlık stajyerleri daha verimli bir
şekilde eğitilebilir.” şeklinde ifade edilmiştir. Kaya Aydın, a.g.m. s. 63.
15 T. 04.12.2009, K. 2009/865 (Çevrimiçi)
http://www.barobirlik.org.tr/Detay.aspx?ID=5903, 18.07.2017.
16 Merkezin amacı Türkiye Barolar Birliği Eğitim Merkezi Yönergesi 3. maddesinde
güçlendirmek için barolarla iş birliği içinde ülke genelinde bütün avukatlara bilimsel ilkelere
uygun, sürekli meslek içi eğitim hizmetleri götürülmesi ve barolarda Staj Eğitim Merkezleri,
Staj Komisyonları ve Staj Kurulları ile yürütülmekte olan çalışmaların, mesleğimizin geleceği
olan avukat stajyerlerini, eğitimde fırsat eşitliğini gözeterek en iyi koşullarda avukatlık
mesleğine hazırlayabilmek amacıyla; Barolarımızın talep etmeleri halinde, staj eğitimlerine
katkı sunmak, avukatlık mesleğinin geliştirilmesini sağlamak, ulusal ve uluslararası,
kurumsal ve uygulamaya yönelik araştırma ve eğitim çalışmaları yapmak, Türkiye Barolar
Birliği Eğitim Merkezi faaliyetlerinin yürütülmesinde uygulanacak çalışma usul ve
esaslarının belirlenmesidir.” (Çevrimiçi)
http://www.barobirlik.org.tr/dosyalar/duyurular/egitim merkeziyonerge.pdf,
19.07.2017.
17 Söz konusu kanun teklifi yasalaştıktan sonra 30/11/2001 tarihli ve 24599
sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan “Türkiye Barolar Birliği Avukatlık Sınav
Yönetmeliği” yürürlüğe girmiş ve sınava ilişkin usul ve esaslar belirlenmiştir. Fakat
sınavın kaldırılmasıyla yönetmelik kadük hale gelmiştir.
18 Avukatlık sınavı kaldırılmadan önce, ülkemizde sayıları hızla artan hukuk
fakülteleri arasında müfredat birlikteliği sağlandığı, fakat eğitim ve öğretim kalitesi
bakımından eşit şartlar oluşturulamadığı gerekçesiyle sınavın staj öncesine alınması
yönünde bir kanun teklifi verilmiştir. Bu teklif görüşülmeden verilen ikinci yasa
teklifinde ise avukatlığın bir meslek olarak bilgiye, kişisel ve mesleki tecrübeye
dayandığı, sadece mevzuatın bilinip bilinmediğine yönelik yapılacak bir sınavın
avukatlık yapmak için gerekli olan beceriyi ölçmeyeceğinin aşikâr olduğu, teklif ile
avukatlık yapacak kişiler için herhangi bir fayda sağlamayacağı gerekçesiyle
avukatlık sınavının kaldırılması teklifinde bulunulmuş ve bu ikinci teklif TBMM
Genel Kurulu’nda aynen yasalaşmıştır. (28.11.2006 tarih ve 5558 sayılı Avukatlık
Sınavında Değişiklik Yapmasına Dair Kanun)
103
Arif DURAN
19 Dönemin TBMM üyelerinden Ali Topuz ve Haluk Koç ile 122 milletvekili
avukatlık sınavının iptalini öngören 28.11.2006 günlü, 5558 sayılı “Avukatlık
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un” 1. maddesinin, Anayasa’nın 2.
10. ve 11. maddelerine aykırılığı iddiasıyla yürürlüğünün durdurulması ve iptali
istemiyle Anayasa Mahkeme’sine başvuruda bulunmuştur.
20 AYM T. 15.10.2009, E. 2007/16, K. 2009/147.
1. Almanya
Almanya federal devlet olduğundan eyaletlere göre küçük farklılıklar
bulunsa da lisans düzeyinde hukuk eğitim süresi ortalama 8 dönemden
oluşmaktadır. Eğitim süresinin sonunda birinci devlet sınavı yapılır. Bu
sınavda üç özel hukuk, iki kamu hukuku ve bir ceza hukuku alanında olmak
üzere toplam altı tane beş saatlik yazılı sınavın başarıyla verilmesi
gerekmektedir. Birinci devlet sınavında iki kez başarısız olan bir öğrenci
hukuk fakültesinden mezun olamamış sayılır. Bu kişiler bazı şirketlerin iç
bölümlerinde hukuki bilgi gerektiren alanlarda çalışabilir ya da belirli
mahkemeler nezdinde hukuki danışmanlık yapabilir24. Birinci devlet sınavını
başaranlar 2 yıllık staja hak kazanır25. Staj eğitimi tamamen devlete bağlı
olduğundan staja başlayabilmek için yaklaşık iki yıllık bekleme süresi vardır.
Baroların herhangi bir katkısı olmayan eğitim dönemi devlet
tarafından gerçekleştirilmekte ve finanse edilmektedir26. İki yıllık staj
eğitimini tamamlayan stajyer staj yaptığı kişi veya kurumdan olumlu görüş
alarak dört özel hukuk, iki kamu hukuku ve iki ceza hukuku alanından olmak
üzere toplam sekiz adet beşer saatlik yazılı sınavın olduğu ikinci devlet
sınavına girer27. Yazılı sınavdan yeterli puanı alanlar bir olay hakkında
hazırlanan dosyanın incelenmesi ve tartışılması şeklinde gerçekleşen sözlü
sınava tabi tutulur28. Bu sınava da sadece iki kez girme hakkı vardır. Bu
sınavları başaran kişi artık staj eğitimini tamamlamış ve serbest avukatlık
yapmaya hak kazanmış olur.
2. Avusturya
Avusturya’da dört yıllık hukuk eğitimini tamamlayanlar herhangi bir
giriş sınavına tabi olmaksızın staj eğitimine başlar. Avukat, hâkim/savcı veya
noter stajyerleri öncelikle, mahkemelerde 9 aylık bir mahkeme ön stajını
stajyer hukukçu olarak birlikte tamamlar. Bu ön staj, avukatlık,
hâkimlik/savcılık veya noterlik adaylığı için zorunludur. Bu stajın akabinde
avukat stajyerleri ile hâkim, savcı ve noter stajyerlerinin tabii oldukları staj
tek bir staj şekli vardır, stajyer avukat veya stajyer hâkim yoktur, sadece stajyer
hukukçu vardır. İkinci devlet sınavından sonra alınan puanlara göre ve Adalet
Bakanlıklarının kriterlerine göre hakimliğe ve savcılığa başvuru yapılır. Karasu,
a.g.m., s. 17.
26 Kaya Aydın, a.g.m. s. 56.
27 Sert Çelik, Çiğdem, Almanya’da Hukuk Eğitimi Ve Stajyerlik, TBB Dergisi, S. 54,
2004, s. 345.
28 Ahmet Sencer, Önal Mesut Bozdemir, “Avukatlık Sınavının Uygulaması, Teorisi ve
32 Ceylan, Serdar / Şen, Yunus, “Fransa’da Avukatlık Eğitimi ve Stajı”, Konya Barosu
ve Savcılık Okulu) ve EDA’lara (École des avocats – Avukatlık Okulu) hazırlayan bir
kurumdur.
34 Fransız Avukatlık Sisteminin İncelenmesi Projesi Sonuç Raporu, Fransız Avukatlık
107
Arif DURAN
çok fazla olduğu, lisans döneminde yeterli düzeyde eğitim verilemediği gibi
eleştiriler dikkate alındığında staj eğitimini alacak kişilerin belirli yeterliliğe
sahip kişiler arasından seçilmesi, mesleki yeterliliğin temel bilgisine sahip
olunup olunmadığının sınanması gerektiği sonucuna ulaşılacaktır.
Diğer yandan, yukarıda ifade ettiğimiz staj dönemine ilişkin sorunlar
da göz önünde bulundurulduğunda, staj süresinin verimli geçip geçmediğinin
ve yeterli eğitimin alınıp alınmadığının sınanması da yerinde olacaktır. Zira
staj sonrası sınav, stajyerleri staj dönemine gereken önemi vermeye teşvik
edecek, mesleğin icra edilebilmesi için gerekli eğitimi almaya istekli
kılacaktır.
Sınavı gerçekleştirecek kurum bakımından tasarıda Adalet Bakanlığı
ve ÖSYM’nin adı geçmekle birlikte uygun görülecek başka bir kuruma da
yaptırılabileceği ifade edilmiştir. Söz konusu araştırma projesi bulgularının da
ortaya koyduğu üzere staj eğitiminde birçok yetki ve görevi bulunan TBB ve
barolar sınavlara katkı sunmalı ve özellikle staj sonrasında uygulanacak
mesleğe kabul sınavında etkin bir rol almalıdır.
Günümüzde Avrupa’da ve ABD’de hukuk fakültelerinden mezun olan
öğrenciler çok ciddi sınav ve elemelerden geçerek avukatlık mesleğine kabul
edilmektedir. Ülkemizde de bir an önce sınav uygulaması hayata geçirilerek
temel hukuk bilgisinden ve meslek bilgisinden yoksun kişilerin avukatlık
mesleğini icra etmelerinin önüne geçilmelidir.
KAYNAKÇA
Akyüz, Şule, “Türk Hukukçuların ABD’de Hukuk Masterı Yapması ve New
York Barosu Üyeliği”, Ankara Barosu Dergisi, S. 4, 2004, s.105-121.
Alacakaptan, Ahmet Can, “Stajyer Avukatların Sorunları ve Çözüm
Önerileri”, İstanbul Barosu Dergisi, Cilt 84, S. 2010/4, s. 2275-2289.
Bozkurt Kutluhan / Türe Murat, “Avusturya ve İsviçre Sistemlerinde Hukuk
Eğitimi”, TBB Dergisi, S. 93, 2011, s. 82-107.
Ceylan, Serdar / Şen, Yunus, “Fransa’da Avukatlık Eğitimi ve Stajı”, Konya
Barosu Dergisi, S. 24, 2013, s. 40-43.
Cirit, İsmail Rüştü, 2016 – 2017 Adli Yıl Açılış Konuşması, Yargıtay
Başkanlığı, Ankara, 2016.
Çelik, Cemile, “TBB 8. Stajyer Avukatlar Kurultayı”, Hukuk Gündemi
Dergisi, S. 1, 2015, s. 74-79.
Çine, Özcan, Mesleğe Yeni Başlayan Avukatların Sorunları ve Çözüm
Yolları, Forum 7, Türkiye Barolar Birliği, Ankara, 2010.
111
Anayasal Bir Hak Olarak Kişisel Verilerin Korunması Bağlamında Kimlik Bilgilerinin Araç …
Harun YILMAZ1
GİRİŞ
Genel olarak kişisel veri kavramı, bireye ait her türlü bilgi olarak
tanımlanmaktadır. Bu bilgiler, kişinin özel hayatı ve iş hayatı başta olmak
üzere çeşitli alanları kapsamaktadır. Günümüzde kamu kuruluşlarının
yanında özel sektörde yer alan kuruluşlar da çeşitli hizmetler vermeleri
neticesinde kişilere ait bilgi ve belgelere sahip olmakta, bu bilgileri toplayıp
kaydetme gibi faaliyetleri yürütmektedir. Bu faaliyetin önlenemez niteliği
karşısında, toplanıp kaydedilen kişisel verilerin hangi amaçlarla kullanılacağı,
bu verilerin hangi birimlerle paylaşılacağı ve bu verilerin nasıl korunacağı
sorunu kaçınılmaz biçimde gündeme gelmektedir.
Kişisel verilerin korunması alanındaki ulusal ve uluslararası
düzenlemelerin köşe taşlarını, kişisel verilerin korunması hakkının en başta
anayasal güvenceye kavuşturulması, kişisel verilerin temel ilke ve kurallara
uyulmak suretiyle işlenmesi, kişisel verileri işlenen kişilerin kanuni
güvencelere kavuşturularak hukuki güvenliklerinin sağlanması
oluşturmaktadır2.
Çalışmamızda öncelikli olarak, kişisel verilerin korunması kavramı,
insan hakları içindeki yeri göz önüne alınarak irdelenecektir. Yine bu
noktada kişisel verilerin korunması hakkının Türk hukuku ve uluslararası
sözleşmeler açısından görünümü, ayrı ve özel birer başlık olarak ortaya
konulacaktır. Ardından, doktrinde ve içtihatlarda birbirinden ayrılmaz
nitelikte görünen kişisel verilerin korunması ile özel hayatın gizliliği hakları
arasındaki ilişki, hukuki düzenlemeler ve mahkeme kararları bağlamında ele
alınacaktır.
Çalışmamıza konu olan kimlik bilgilerinin araç kiralama şirketleri
tarafından saklanması ve kolluk kuvvetleri ile paylaşılmasına ilişkin hukuki
düzenlemelerin ve bu düzenlemelerin analizinin yer aldığı bölümü takip eden
1 Arş. Gör., Sakarya Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Anabilim Dalı,
harunyilmaz@sakarya.edu.tr
2 Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu - Denetleme Raporu, (Çevrimiçi)
Bildirgesi, 1791 Fransız Anayasası ile 1876 Kanuni Esasi olmak üzere,
günümüzün neredeyse bütün anayasaları insan haklarına ilişkin
düzenlemeleri bünyesinde barındırmaktadır7.
Temel hak ve özgürlükleri çeşitli ölçütlere göre sınıflandırmak
mümkün olmakla birlikte özellikle ünlü Alman hukukçu Georg Jellinek’in
yaptığı sınıflandırma doktrinde kabul görmüş ve yapılan sınıflandırmalarda
esas alınmıştır8. Buna göre temel hak ve özgürlükler, kural olarak 3 sınıfa
ayrılmaktadır. Bunlar, negatif (olumsuz), pozitif (olumlu) ve aktif statü
haklarıdır9.
Söz konu kategoriler içinde kişisel verilerin korunması hakkı, devlet
tarafından müdahale edilemeyecek özel sınırlar ile korunan haklar olarak
tanımlanabilecek negatif statü haklarından biri olarak kabul edilmelidir. Zira
kişisel verilerin korunması hakkı, kişi hak ve özgürlüklerden biri olarak
kendisi ile yakın ilişki içerisinde bulunan özel hayatın gizliliği ve korunması
hakkı ile doğrudan bağlantılıdır. Bu noktada özel hayatın gizliliğin ve kişisel
verilerin korunması, en başta insanın şahsiyetinin korunması açısından çok
önemli bir araç konumundadır10.
Bahsi geçtiği üzere temel hak ve özgürlükler arasında yer alması
gereken kişisel verilerin korunması hakkı, insan şahsiyetinin korunmasının
yanında hukuk devleti ilkesi ile demokrasinin etkinlik ve işlevsellik
kazanabilmesi açısından da hayati öneme sahiptir. Kişisel verilerin korunması
hakkına temel hak ve özgürlükler içinde yer verilmesinin ana gayesi, insan
kişiliğinin serbestçe gelişmesine imkan vermek ve kişiye kendisi ya da
yakınları ile baş başa kalabileceği korunaklı ve özerk bir yaşam alanı
sunabilmektir.
Kişisel veriler ve bu verilerin korunması hakkı, diğer hak ve
özgürlüklere nazaran yakın zamandan itibaren tartışılmaya başlanmıştır. Bu
tartışmaları doğuran esaslı neden ise, bilgi ve iletişim teknolojilerinin son
yıllardaki inanılmaz gelişimine bağlı olarak, bu gelişimin özel hayatın
korunaklı ve özerk alanını giderek tehdit eder hale gelmesi ve kişilerde özel
hayata dair alanın korunmasına yönelik bir ihtiyacın gün yüzüne çıkmasıdır.
Bilgi ve iletişim teknolojilerindeki gelişim, birçok bilginin anında ve
doğrudan doğruya depo edilebilmesini, gerekli durumlarda bu bilgilerin
kullanıma açılabilmesini, böylece bilgilerin kullanımı ile bu bilgilerin
115
Harun YILMAZ
13 Topaloğlu, Mustafa: Bilişim Hukuku, Adana, Karahan Kitabevi, Mayıs 2005, s.174.
14 R.G.13.05.2010, S.27580.
117
Harun YILMAZ
19 MADDE 51 – (1) (İptal: Anayasa Mahkemesi’nin 9/4/2014 tarihli ve E.: 2013/22 K.:
2014/74 sayılı Kararı ile.; Yeniden düzenleme: 27/3/2015-6639/31 md.)
(1) Kişisel verilerin işlenmesinde; hukuka ve dürüstlük kurallarına uygun olması,
doğru ve gerektiğinde güncel olması, belirli, açık ve meşru amaçlar için işlenmesi,
işlendikleri amaçla bağlantılı, sınırlı ve ölçülü olması ile işlendikleri amaç için gerekli
olan süre kadar muhafaza edilmesi ilkelerine uyulur.
(2) Elektronik haberleşmenin ve ilgili trafik verisinin gizliliği esas olup, ilgili
mevzuatın ve yargı kararlarının öngördüğü durumlar haricinde, haberleşmeye taraf
olanların tamamının rızası olmaksızın haberleşmenin dinlenmesi, kaydedilmesi,
saklanması, kesilmesi ve takip edilmesi yasaktır.
(3) Elektronik haberleşme şebekeleri, haberleşmenin sağlanması dışında
abonelerin/kullanıcıların terminal cihazlarında bilgi saklamak veya saklanan bilgilere
erişim sağlamak amacıyla işletmeciler tarafından ancak ilgili
abonelerin/kullanıcıların verilerin işlenmesi hakkında açık ve kapsamlı olarak
bilgilendirilmeleri ve açık rızalarının alınması kaydıyla kullanılabilir.
(4) İşletmeciler şebekelerinin, abonelerine/kullanıcılarına ait kişisel verilerin ve
sundukları hizmetlerin güvenliğini sağlamak amacıyla uygun teknik ve idari
tedbirleri alır.
(5) Bu Kanunun 49 uncu maddesi kapsamında veya kamu yararının sağlanması
amacıyla Kurum tarafından işletmecilere getirilen yükümlülüklerin yerine
getirilebilmesi için kişisel veriler işlenebilir.
(6) Kişisel verilerin yurt dışına aktarılmasına ilişkin ilgili mevzuat hükümleri saklı
kalmak kaydıyla, trafik ve konum verileri ancak ilgili kişilerin açık rızaları alınmak
koşuluyla yurt dışına aktarılabilir.
(7) Trafik verileri; trafiğin yönetimi, arabağlantı, faturalama,
usulsüzlük/dolandırıcılık tespitleri ve benzeri işlemleri gerçekleştirmek veya tüketici
şikâyetleri ile arabağlantı ve faturalama anlaşmazlıkları başta olmak üzere,
uzlaşmazlıkların çözümü amacıyla sadece işletmeci tarafından yetkilendirilen
kişilerle sınırlı kalmak kaydıyla işlenir ve bu uzlaşmazlıkların çözüm süreci
tamamlanıncaya kadar gizliliği ve bütünlüğü sağlanarak saklanır. Katma değerli
elektronik haberleşme hizmetlerinin sunulması ya da elektronik haberleşme
hizmetlerinin pazarlanması amacıyla ihtiyaç duyulan trafik verileri ile konum
verileri anonim hâle getirilerek veya ilgili abonelerin/kullanıcıların açık rızalarının
alınması ve sadece işletmeci tarafından yetkilendirilen kişilerle sınırlı kalmak
kaydıyla, belirtilen faaliyetlerin gerektirdiği ölçü ve sürede işlenebilir.
(8) İşletmeciler konum verilerinin işlenmesinde abonelere/kullanıcılara bu verilerin
işlenmesini reddetme imkânı sağlar. İlgili mevzuatın ve yargı kararlarının
öngördüğü durumlar haricinde ancak acil yardım çağrıları ile 29/5/2009 tarihli ve
5902 sayılı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri
Hakkında Kanunda tanımlanan afet ve acil durum hâllerinde
abonelerin/kullanıcıların açık rızası aranmaksızın konum verileri ve ilgili kişilerin
kimlik bilgileri işletmeci tarafından yetkilendirilen kişilerle sınırlı olmak kaydıyla
işlenebilir.
cinsel yaşamı, dini veya felsefi inançları, siyasi görüşleri, ırkı veya etnik kökenlerini
açıklayan kişisel veriler hassas veriler olarak tanımlanmaktadır.
alınması ilkeleri, önemli ilkeler olarak sayılmaktadır25. Zira ancak söz konusu
ilkeler göz önüne alınırsa kişisel verilerin korunması açısından sağlıklı ve
şeffaf bir uygulama hayata geçebilecektir.
2. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
İnsan hak ve özgürlüklerinin daha etkin ve amacına uygun bir biçimde
kullanılması ile korunmasını sağlamak üzere Avrupa Konseyi, 4 Kasım 1950
tarihinde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)’ni kabul etmiştir. Bu
Sözleşme’de insan haklarının uluslararası alanda korunmasını
gerçekleştirmek amacı ile uluslararası bir denetim mekanizması olarak
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) öngörülmüştür. Bu noktada
AİHM, uluslararası hukukta insan haklarının etkin bir şekilde korunması
amacıyla oluşturulmuş ilk organ olarak çok önemli bir yerde durmaktadır.
AİHS hükümleri incelendiğinde, sözleşmede kişisel verilerin
korunmasına ilişkin doğrudan doğruya bir düzenleme bulunmadığı
görülmektedir. Bununla birlikte Sözleşme’nin 8. maddesinde, özel hayatın,
aile hayatının, konutun ve haberleşmenin gizliliğine saygı hakkı
korunmakta26 ve bir insan hakkı olarak güvence altına alınmaktadır.
AİHS’nin “özel hayatın ve aile hayatının korunması” başlıklı 8.
maddesi şöyledir27: “(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve
haberleşmesine saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.
(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu otoritesinin müdahalesi, ancak
ulusal güvenlik, kamu emniyeti, ülkenin ekonomik refahı, dirlik ve düzenin
korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya
başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için, demokratik bir
toplumda, zorunlu olan ölçüde ve yasayla öngörülmüş olmak koşuluyla söz
konusu olabilir.”
AİHS’nin 8. maddesinin getirdiği düzenleme açık bir şekilde kişisel
verilerin korunması hakkına yer vermemekle beraber, kişisel verilerin
korunması hakkının bu madde kapsamında koruma altında olduğu
söylenmektedir. Bir başka deyişle, AİHS m.8’de güvence altına alınan özel
121
Harun YILMAZ
30 Özel yaşamın tanımlanmasındaki zorluk, özellikle kamusal alan ile özel alan
arasındaki sınırların belirsizliğinden kaynaklanır. Bu durum da, her somut olayı
olayın kendi koşullarına göre değerlendirmeyi gerektirir. Bkz. Küzeci, Elif:
“Anayasal Bir Hak: Kişisel Verilerin Korunması”, (Çevrimiçi)
http://www.bilisimdergisi.org, 03.07.2016.
31 Danışman, Ahmet: Ceza Hukuku Açısından Özel Hayatın Korunması, Konya,
33 Şen, Ersan: Devlet ve Kitle İletişim Araçları Karşısında Özel Hayatın Gizliliği ve
s.32-34, s.32.
37 AYM Başvuru No.2013/1614, K.03.04.2014. (Çevrimiçi)
http://www.kararlaryeni.anayasa.gov.tr, 02.07.2016.
KMÜ Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi, S.16 (Özel Sayı I), Y.2014, s.99-103,
s.100: “Kamusal verilerin toplatılması, kamusal alanda kamera takip sistemleri ile kaydetme,
saklama, verileri iletme gibi unsurların varlığı, sağlığa ve kişiliğe ilişkin gizli bilgiler, fiziksel
durum, malvarlığının açıklanması özel hayata müdahaledir.”
125
Harun YILMAZ
127
Harun YILMAZ
51 R.G.04.04.2015, S.29316.
129
Harun YILMAZ
52 R.G.11.07.1973, S.14591.
53 R.G.10.06.2015, S.29382.
54 R.G.03.11.1983, S.18210.
131
Harun YILMAZ
133
Harun YILMAZ
135
Türk Anayasa Hukukunda Meclis Soruşturması ve 2017 Anayasa Değişiklikleri
Oğuzcan KUTKAN1
GİRİŞ
Meclis soruşturması, yasama organının yürütme organına karşı
kullandığı çok önemli bir denetleme aracıdır. Meclis soruşturması yoluyla
başbakan ve bakanların görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlardan dolayı
cezai sorumlukları sağlanır2. Günümüzde meclisin hükümeti denetleme
araçlarından biri olarak temsili hükümet sistemlerinin her türünde
uygulanmaktadır3.
Meclis Soruşturması usulü, 1982 Anayasasının 100. maddesinde
düzenlenmektedir. Ancak 2017 Anayasa değişikliğinde meclis
soruşturmasına ilişkin de değişiklikler yapılmıştır4. Bu değişikliklerle birlikte
Anayasanın 100. maddesi yürürlükten kaldırılmıştır. Meclis soruşturması,
2017 değişiklikleri ile değiştirilen 105. ve 106. maddelerde düzenlenmiştir.
Meclis soruşturmasına ilişkin 2017 Anayasa değişiklikleri, değişikliklerin
kabul edildiği 16 Nisan 2017 tarihli halk oylamasından sonra birlikte yapılan
Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin
ardından Cumhurbaşkanının göreve başladığı tarihte yürürlüğe girecektir5.
Meclis soruşturmasının hem yürürlükteki hali ile ilgili hem de 2017
Anayasa değişiklikleri ile yapılan değişiklikler ile ilgili tartışmalar mevcuttur.
Bu hukuki sorunlara çözüm getirilmesi gerekmektedir.
Meclis soruşturması usulünün halen yürürlükte bulunan şeklinde,
görevi sona ermiş bulunan başbakan ve bakanlar hakkında meclis
soruşturması uygulanıp uygulanamayacağı tartışmalıdır. Çünkü bu konuda
1 Arş. Gör., Sakarya Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı,
okutkan@sakarya.edu.tr.
2 Ergun Özbudun, Türk Anayasa Hukuku, 15.Baskı, Ankara, Yetkin Yayınları, 2014,
s.323.
3 Bülent Tanör, Necmi Yüzbaşıoğlu, 1982 Anayasasına Göre Türk Anayasa Hukuku,
yapılacağı kabul edilmiştir. Eğer erken seçim kararı alınmazsa, halk oylamasından
sonraki ilk seçimler 3 Kasım 2019 tarihinde yapılacaktır.
137
Oğuzcan KUTKAN
Anayasada açık bir hüküm yoktur6. Bir diğer hukuki sorun ise meclis
soruşturması kurumunun daha etkin şekilde işletilebilmesi için soruşturma
işlemlerinin yargı mercileri tarafından mı yoksa milletvekilleri tarafından mı
yürütülmesinin gerektiğidir.
Meclis soruşturması ile ilgili olarak 2017 Anayasa değişikliği ile
yapılan değişiklikler de tartışma konusu olmaktadır. 2017 değişikliği ile
başbakanlık makamı kaldırılıp Cumhurbaşkanı yardımcılığı makamı
kurulduğu için, değişikliklerin yürürlüğe girmesinin ardından, hakkında
meclis soruşturması yürütülebilecek kişiler arasından başbakanın yerini
Cumhurbaşkanı yardımcıları alacaktır. 2017 değişikliği ile birlikte hakkında
meclis soruşturması açılabilecek kişiler arasına Cumhurbaşkanı da
eklenmiştir. Değişikliğin yürürlüğe girmesi ile birlikte Cumhurbaşkanı
yardımcıları ve bakanlar ile birlikte Cumhurbaşkanı hakkında da meclis
soruşturması açılabilecektir.
2017 Anayasa değişikliği ile meclis soruşturması açılmasına ilişkin
önerge verilebilmesi için, meclis soruşturmasının açılmasına karar
verilebilmesi için ve Yüce Divana sevk için gerekli meclis çoğunluklarında da
değişiklik yapılmıştır.
2017 değişikliği ile ayrıca, meclis soruşturma komisyonunun görevini
normal süresinde bitirememesi üzerine verilen ek süre değiştirilmiştir. Bunun
dışında, 2017 değişikliği ile Yüce Divana yargılamayı tamamlaması için bir
süre sınırlaması getirilmiş; meclis soruşturması ile ilgili olarak parti
gruplarında görüşme yapma ve karar alma yasağı kaldırılmıştır.
Son olarak, 2017 değişikliği ile hakkında meclis soruşturması
yürütülen kişilerin görevlerinin hangi aşamada sona ereceği konusunda da
değişiklik yapılmıştır.
Çalışmamız, 2017 değişikliklerinin halk oylaması ile kabul edildiği,
ancak meclis soruşturmasına ilişkin değişikliklerin henüz yürürlüğe girmediği
dönemde yapılmıştır. Çalışmamızda meclis soruşturması usulünün halen
yürürlükte bulunan şekli, henüz yürürlüğe girmemiş 2017 değişiklikleri de
belirtilerek karşılaştırmalı olarak incelenmiştir.
I. MECLİS SORUŞTURMASININ İŞLEVİ
Meclis soruşturması kurumunun temelde iki işlevi vardır. Bunlar
denetim ve koruma işlevleridir. Meclis soruşturması ile bir taraftan başbakan
ve bakanlar, görevleri ile ilgili olarak işledikleri, suç teşkil edebilecek
7 Kemal Gözler, Türk Anayasa Hukuku, Bursa, Ekin Kitabevi Yayınları, 2000, s. 420.
8 Gözler, Türk Anayasa Hukuku, s. 420-421.
9 Gözler, Türk Anayasa Hukuku, s. 420.
17 Fahri Bakırcı, TBMM’nin Çalışma Yöntemi, Ankara, İmge Yayınevi, 2000, s.516;
Şeref Gözübüyük, Anayasa Hukuku, 19.Baskı, Ankara, Turhan Kitabevi, 2013, s.231;
İba, a.g.e., s.203; Ali Oğuz Şahin, Başbakan ve Bakanların Görevleriyle İlgili Cezai
Sorumlulukları, Ankara, Palme Yayınları, 1999, s.137; Kahan Onur Arslan, Türk
Parlamento Hukuku, Ankara, Adalet Yayınevi, 2014, s.249; Ferhat Uslu, Türk
Anayasa Hukuku, Ankara, Adalet Yayınevi, 2017, s.199; Selçuk Özçelik, Anayasa
Hukuku Dersleri 2.Cilt: Türkiye'nin Siyasi Rejimi ve Müesseseleri, İstanbul, Filiz
Kitabevi, 1983, s.258; Tanör, Yüzbaşıoğlu, a.g.e., s.317; Has, a.g.e., s.322. Metin
Feyzioğlu, Meclis Soruşturması, 2.Baskı, Ankara, Savaş Yayınevi, 2006, s.17; M.Sinan
Kılıçoğlu, “1982 Anayasasına Göre Meclis Soruşturması”, T.C. İstanbul Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Hukuku Anabilim Dalı Yayımlanmamış Doktora
Tezi, 1998, s.107.
18 Yavuz Atar, Türk Anayasa Hukuku, 9.Baskı, Konya, Mimoza Yayınları, 2014,
Değişikliği Hakkında Eleştiriler, 2.Baskı, Bursa, Ekin Kitabevi Yayınları, 2017, s.97.
143
Oğuzcan KUTKAN
145
Oğuzcan KUTKAN
147
Oğuzcan KUTKAN
51 Yavuz Sabuncu, Anayasaya Giriş, 16.Baskı, Ankara, İmaj Yayıncılık, 2014, s.225.
52 Tunç, Bilir, Yavuz, a.g.e., s.193.
53 İba, a.g.m., s.94.
149
Oğuzcan KUTKAN
yargılanıp bir suçtan dolayı mahkum olan bir kişinin beraat etmesini
gerektirecek yeni bir delil ortaya çıktığında Yüce Divan yargılaması yeniden
yapılır.
Yüce Divanda yargılanan kişi aynı zamanda milletvekili ise ve
mahkum edilirse, mahkum edildiği suçun milletvekili seçilmeye engel bir suç
olması durumunda kararın meclis genel kuruluna bildirilmesiyle birlikte bu
kişinin milletvekilliği düşer. Bu kişi, cezasının infazı tamamlandıktan sonra
da milletvekili seçilemez70.
Yüce Divanda yapılan yargılama sonucunda mahkumiyet kararı
verilirse, verilen ceza genel hükümlere göre infaz edilir71. Hukukumuzda,
Yüce Divan tarafından cezalandırılan kişilere özgü bir özel infaz şekli
öngörülmemiştir.
Yüce Divanda yargılanan kişinin beraat etmesi durumunda, mevcut
Anayasal düzenlemelere göre, yargılanan kişinin görevine geri dönmesine
imkan yoktur. Bir bakan Yüce Divana sevk edilmişse yerine yeni bir bakan
atanır. Bir başbakan Yüce Divana sevk edilmişse hükümet istifa etmiş
sayılacağı için yeni bir hükümet kurulur. Bakan beraat etmişse, kendisinin
yeniden bakan olarak atanması önünde herhangi bir engel yoktur. Ancak
başbakan beraat etmişse, yeni hükümetin düşmesi ya da istifa etmiş sayılması
mümkün değildir72. Zaten bir başbakanın Yüce Divana sevk edilmesi,
kendisine ve hükümete güvensizlik duyulduğunun göstergesidir73.
2017 değişikliklerinin yürürlüğe girmesinden sonra, Yüce Divanda
yargılanıp beraat eden kişinin durumu, mevcut Anayasal düzenlemelere göre
Yüce Divanda yargılanıp beraat eden kişinin durumundan oldukça farklı
olacaktır. 2017 değişikliklerinin yürürlüğe girmesinden sonra Yüce Divanda
yargılanıp beraat eden Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı yardımcısı veya
bakan, zaten sona ermemiş olan görevine aynı şekilde devam edebilecektir.
2017 değişiklikleri ile birlikte Yüce Divan yargılaması ile ilgili olarak
yapılan bir diğer değişiklik yargılama süresi ile ilgilidir. 1982 Anayasasının
halen yürürlükte bulunan hükümlerinde Yüce Divan yargılamasında bir süre
sınırı öngörülmemiştir. Ancak 2017 değişiklikleri ile yargılamanın
tamamlanması için süre sınırı getirilmiştir. Anayasanın 2017 değişikliği ile
değişen 105. ve 106. maddesinin yeni şekline göre Yüce Divan
yargılamasının 3 ay içinde tamamlanması gerekmektedir. Eğer Yüce Divan
153
Oğuzcan KUTKAN
155
Oğuzcan KUTKAN
Getiriyor?, s.4.
83 Cumhuriyet Halk Partisi 2017 Referandum Kitapçığı: Anayasa Değişikliği Ne
Getiriyor?, s.5.
Getiriyor?, s.6.
86 Cumhuriyet Halk Partisi 2017 Referandum Kitapçığı: Anayasa Değişikliği Ne
Getiriyor?, s.12.
157
Oğuzcan KUTKAN
Götürüyor?, s.20.
onda birinin oyu gerekiyordu. Değişiklikle birlikte bu sayı, meclis üye tam
sayısının salt çoğunluğuna çıkarılmıştır. Değişiklikten önce, önerge verilen
kişi hakkında genel kurulda meclis soruşturması açılmasına karar verilmesi
için oylamaya katılan milletvekillerinin yarısından bir fazlasının oyu gerekli
idi. Ancak her halde soruşturma açılması yönünde oy veren
milletvekillerinin, meclis üye tam sayısının dörtte birini oluşturması
gerekiyordu. Değişiklikle birlikte, soruşturma açılmasına karar verilebilmesi
için meclis üye tam sayısının en az beşte üçünün oyu gerekecektir.
Değişiklikten önce, hakkında meclis soruşturması yürütülen kişinin, meclis
genel kurulu tarafından Yüce Divana sevk edilmesi için meclis üye tam
sayısının yarısından bir fazlasının oyu gerekli idi. Değişiklikle birlikte bu sayı,
meclis üye tam sayısının üçte ikisine çıkarılmıştır.
2017 Anayasa değişiklikleri ile birlikte meclis soruşturmasına ilişkin
olarak yapılan diğer değişiklik, meclis soruşturması yolu ile yapılan denetimin
niteliği ile ilgilidir. Değişiklikten önce, yargılanmak üzere Yüce Divana sevk
edilen bir bakanın bakanlık görevi sona eriyordu. Eğer başbakan Yüce
Divana sevk edilirse, hükümet istifa etmiş sayılıyordu. Değişikliklerin
yürürlüğe girmesi ile birlikte, yargılanmak üzere Yüce Divana sevk edilen
kişinin görevi sona ermeyecektir. Bir Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı
yardımcısı veya bakanın görevi, Yüce Divana sevk edilmesiyle değil; Yüce
Divanda, seçilmeye engel bir suçtan dolayı mahkum edilmesi durumunda
sona erecektir.
2017 Anayasa değişiklikleri ile birlikte meclis soruşturmasına ilişkin
olarak yapılan bir diğer değişiklik, meclis soruşturma komisyonunun çalışma
süresi ile ilgilidir. Değişiklikten önce komisyona çalışmalarını tamamlaması
için 2 ay süre veriliyor, eğer bu süre içinde çalışmalarını tamamlayamazsa 2
ay daha ek süre veriliyordu. Değişiklikle birlikte bu 2 aylık ek süre 1 aya
indirilmiştir.
2017 Anayasa değişiklikleri ile birlikte meclis soruşturmasına ilişkin
olarak yapılan bir başka değişiklik, Yüce Divan yargılaması süresi ile ilgilidir.
Değişiklikten önce, soruşturulan kişinin yargılanmak üzere Yüce Divana sevk
edilmesi durumunda, Yüce Divan yargılamasının tamamlanması için
Anayasada bir süre sınırı öngörülmüyordu. Değişiklik ile birlikte Yüce Divan
yargılamasının 3 ay içinde tamamlanması öngörülmüştür. Eğer Yüce Divan
yargılaması bu süre içinde tamamlanamazsa bir kereye mahsus 3 aylık ek süre
verilecek ve bu süre içinde yargılama tamamlanacaktır.
Son olarak, 2017 Anayasa değişiklikleri ile birlikte, meclis
soruşturması ile ilgili olarak parti gruplarında görüşme yapma ve karar alma
yasağı kaldırılmıştır. Değişikliklerin yürürlüğe girmesi ile birlikte, meclis
159
Oğuzcan KUTKAN
161
ISBN
978-605-82738-9-4
www.pesa.org.tr