Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 183

Q:


m
:::ıııı::
z:·

Q
z:·
,...
m
31::
m
:::ıııı::
METİS I ÖTEKiNi DİNLEMEK
Anna Freud
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK
VE PATOLOJi

1895'te Viyana'da doğup 1982'de Londra'da ölen Anna Freud,


Sigmund Freud'un en küçük kızı ve babasının çalışmalarının en
sadık takipçilerindendi.
Çocuk psikanalizinin ilk ve önde gelen uygulayıcılanndan olan
Anna Freud, gençliğinde yapbğı ilkokul öğretmenliği sırasında
çocuklan yakından gözleme imkanı buldu. Babası tarafından
eğitilerek mesleğe b�ladı ve çocuk analizi üzerine çalışırken
babasıyla yakın işbirliği içinde psikanaliz kuramını geliştirdi.
1925-28 yıllan arasında Viyana Psikanaliz Derneğinin
başkanlığını yaptı. Benin kişilik gelişimindeki etkileri ve savunma
mekanizmalannın önemini vurgulayan Das leh und die Abwehr
mechanismen (1936; Ego ve Savunma Mekanizma/arı, Bağlam,
19�) adlı çalışmasıyla ben psikolojisinin gelişimine önemli
bir katkıda bulundu.
1938'de hasta babasıyla birlikte Nazi tehdidinden kaçarak
Londra'ya yerleşti; 1945'e kadar Hampstead'deki bir çocuk
yuvasında çalışb. ikinci Dünya Sav�ı sırasında ailesiz kalmış
çocuklar üzerinde yürüttüğü çalışmaları Young Children in
Wartime (1942), lnfants without Families (1943), War and
Children gibi kitaplannda aktardı. 1947'de kurduğu Hampstead
Çocuk Terapisi Kliniğinin 1952-82 arasında yöneticiliğini yapb.
Özellikle babasının ölümünden sonra Melanie Klein'la sürdürdüğü
sert tarbşmalar lngiliz Psikanaliz Derneğinin bölünmemek için iki
paralel grup halinde çalışmasına neden oldu. Elinizdeki kilflp,
çalışmalan özellikle Heinz Hartmann ve Erik Eriksen tarafından
geliştirilen yazann görüşlerini özetleyen son çalışmasıdır.

Psikanaliz ve psikiyatri alanında yakl�ık elli kitaplık kapsayıcı bir


kütüphane oluşturmak amacıyla b�ladığımız Ötekini Dinlemek
dizisi Sigmund Freud, Edith Jacobson, M.S. Mahler, O. Kernberg,
Jacques Lacan, W.R.D. Fairbairn ve O. Rank gibi bu alanın en
önemli isimlerinin temel yapıttanyla sürecek. Her yapıtın b�ına
koyulacak önsözlerle yapıtın gerek yazann dünyasında, gerekse
alan içindeki öncülleri, yeri ve önemi belirtilecek.
METiS YAYINLARI
ötekini Dinlemek 8

ÇOCUKLUKTA NORMALLiK
VE PATOLOJi
Gellşlmln Değerlendlrllmesl
Anna Freud

Özgün adı: Normality and Pathology in Childhood:


Assessments of Development

© lnternational Universities Press, ine., 1965


Mark Paterson ve The Estate
of Anna Freud'un izniyle
©Metis Yayınları, 1996

Birinci Basım: Ocak 2000

Dizi Yayın Yönetmeni: Saffet Murat Tura


Yayıma Hazırlayan: Kaya Şahin
Dizi Kapak Tasarımı: Yetkin Başarır
Grafik Tasarım: Semih Sökmen
Dizgi ve Baskı Öncesi Hazırlık: Sedat Ateş

Film: Doruk Grafik


Kapak ve iç Baskı: Yaylacık Matbaası
Cilt: Sistem Mücellithanesi

Metis Yayınları
ipek Sokak No. 9, 80060 Beyoğlu lstanbul
Tel: 212 2454696 Faks: 212 2454519
e-posta: metis@turk.net

ISBN 975-342-254-7
Anna Freud
Çocuklukta Normallik
ve Patoloji

Gelişimin Değerlendirilmesi

Çeviren
Ali Nahit Babaoğlu

..Oizi Yayın Yönetmeni


Saffet Murat Tura
içindekiler

Sunuş, BEN PSiKOLOJiSi VE ANNA FREUD


Saffet Murat Tura 7

Çevirenin Önsözü 1 1

Yazarın Kitabın Almanca Baskısına Önsözü 21

ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi


1Çocukluğun Psikanalitik Psikolojisi ve Kaynakları 23
2Çocuk Analiziyle Yetişkin Analizi Arasındaki ilişkiler 39
3 N ormal Çocuk Gelişimi (Ölçütler ve Değerlendirme) 59
4 Patolojik Çocuk Gelişimi 1 (Ölçüt ve Değerlendirme) 95
5 Patolojik Çocuk Gelişimi il 120
6 Terapi Yolları ve Olanakları 1 60

Kaynaklar 1 77
SUNUŞ
Ben Psi kolojisi ve Anna Freud
Saffet Murat Tura

Psikanaliz sınırlan dahilinde kaldığı kabul edilen dört büyük okul


vardır; klasik teori, ben psikolojisi, nesne ilişkileri kuramı ve kendilik
psikolojisi. Daha psikanalizin kuruluş yıllarında Alfred Adler, Cari
Gustav Jung ve Otto Rank gibi büyük teorisyenler Freud'dan ayrıldık­
ları noktaları.... belirtmişler ve kendi yaklaşımlarını geliştirmişlerdi.
Gerçi bunlar arasında Otto Rank'ın psikanaliz karşısındaki konumu
çok özel ve tartışmalıdır; ama genel olarak bakıldığında söz konusu
ilk kopuşlarla ortaya çıkan teorik yaklaşımlar psikanaliz çerçevesinde
kabul edilmez. Keza psikanaliz içinde kalan bazı teorik akımlar (me­
sela sosyo-kültüralist Amerikan okulu) veya "kendine özgü" bazı teo­
risyenler (mesela Jacques Lacan) genel çerçeveye dahil olmakla bera­
ber ayrı bir okul veya öğreti olarak kabul görmezler. Bunun çeşitli ne­
denleri vardır; en önde gelen neden de katkılarının tam bir teorik ke­
sinlikle ifade edilememiş olmasıdır. İşte bu bakımdan ben psikolojisi
temel bir psikanaliz okuludur; çünkü hem psikanalizin ilkelerine bağ­
lıdır hem de katkısı belirtik olarak ifade bulmuştur.
Ben psikolojisi Freud'un özellikle 1923 tarihli "Ben ve İd" adlı
makalesi ile başlayıp "yapısal kuram" adı altında toplanan teorik de­
ğerlendirmelerini esas alan Hartmann, Kris, Rapaport, Erikson ve An­
na Freud'un çalışmalarına dayanır. Bu teorisyenler yapısal kuramdaki
ben işlevlerini toplumsal ve kültürel işlevselliği de içerecek şekilde
genişletmiş ve geliştirmişlerdir. Eğer sadece bir fikir vermek için ka­
baca ifade etmek gerekirse Freud özellikle ve öncelikle nevrotik du­
rumları açıklamaya yönelik bir teori geliştirmişti. İşte ben psikolojisi,
psikanalizin ufkunu normalliği ve uyumu da açıklayacak şekilde ge­
liştirmeye, genel bir psikoloji teorisi kurmaya yönelir. Bu eğilimin
Freud'un eserinde olmadığı söylenemezse de vurgunun yönü farklı­
dır; ben psikolojisi klasik teorinin eksik bıraktığına inanılan bu alanı
geliştirmeye çalışır. Böylece ben psikolojisi, benin özerk işlevlerine
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 8

yönelmiştir; benin içgüdüsel yapılardan bağımsız kökenleri ve işlev­


leri araştırmanın temel konularından birini oluşturmuştur. Sonuç iti­
barıyla bu yaklaşımın psikanalitik teoriyi genel psikolojinin bir alt­
teorisi haline mi getirdiği yoksa psikolojiyi genel bir psikanaliz teori­
sinin alt-teorisi olarak mı yorumladığı tartışmalıdır. Ancak bu yorum­
lardan hangisi verilirse verilsin ben psikoloj isi sayesinde psikanaliz
ile "diğer" psikoloji okulları arasında belli bir iletişimi sağlamaya yö­
nelik ortak bir dil kurulmaya başlanmıştır. Bu noktada psikanalizin
asla bir psikoloj i teorisi gibi yorumlanamayacağını savunan ciddi teo­
risyenler olduğunu da unutmamamız gerekir. Bunlara göre psikanali­
zin temeli ruh içi çatışmadır; dolayısıyla psikolojinin incelediği zeka,
algı, mantık, bellek, sentez, düşünme, toplumsal uyum vs. gibi konu­
larla psikanalizin esasta bir ilgisi olamaz.
Ben psikolojisinin bene ve işlevlerine bakışındaki bu genişleme;
beni çatışmalı ruhsal alanın dışında da değerlendirme çabası elbette
sadece genel psikolojiyi değil pedagoji ile ilgili bazı inceleme alanla­
rını da psikanalitik çalışma ve araştırma çerçevesine sokmuştur. Bu
genişlemiş alandaki araştırmalar da ister istemez psikanalitik araştır­
manın esasını teşkil eden "psikanalitik süreçte aktarımın incelenmesi"
yönteminin dışında bazı araştırma teknik ve yöntemlerinin psikanali­
ze ithal edilmesine yol açmıştır. Anna Freud bu genişlemiş alanı en
iyi değerlerdiren teorisyenlerden biridir. Akademik eğitim olarak kli­
nik kökenli olmaması başlangıçta bir dezavantaj gibi görülmüşse de
bu durum muhtemelen psikanalizin aldığı bu yeni yöne ciddi katkılar­
da bulunmasını kolaylaştırmıştır. Anna Freud'un psikanalitik kurama
en önemli katkısı benin savunma mekanizmalarını net bir şekilde ta­
nımlayarak hemen hemen nihai teorik şeklini vermiş olmasıdır. Prati­
ğe katkısı ise çocuk psikanalizleri ile ilgilidir. Psikanalitik ilkelerin
çocuk terapilerine uygulanmasının öncülerinden olan Anna Freud bu
alanda klasikleşmiş yöntemler geliştirmiştir.
Anna Freud mesleki çalışmalarını İngiltere'de sürdürdü. Aynı yıl­
larda İngiltere'deki psikanaliz camiası bir başka büyük teorisyenin
parlak çıkışına sahne oluyordu; Melanie Klein. Anna Freud gibi ço­
cuk psikanalizini temel alan Melanie Klein teorik olarak tam tersine
bir yol izliyordu; Freud'un teorisini özellikle içgüdüler ve idin teza­
hürleri ile ilgili alanlarda geliştirmeye, nesne ilişkileri kuramını yer­
leştirmeye çalışıyordu. Bu durumda bu iki teorisyen arasında görüş
farklılıkları ve çatışma kaçınılmazdı. O yıllarda İngiliz psikanaliz ca­
miasında çeşitli bölünmelere yol açan bu tartışmanın, süreç içinde sa-
SUNUŞ 1 9

nıldığı kadar uzlaşmaz olmadığı görüldü; özellikle Edith Jacobson,


Margaret Mahler ve Otto Kemberg nesne ilişkileri kuramıyla ben psi­
kolojisini birlikte formülleştirmeyi ve kullanmayı başardılar. Öyle ki
bugün nesne ilişkileri kuramı ve ben psikolojisi bir tek pota olarak bi­
le kabul edilebilir.
Çocuklukta Normallik ve Patoloji ben psikolojisinin genişletilmiş
ve psikolojileştirilmiş psikanaliz alanını ifade etmenin en iyi örnekle­
rinden biridir. Bu kitapta gündelik yaşamda karşılaşılabilecek çocuk­
luk ve gençlik ile ilgili pek çok sorun psikanalitik bir teorik gözlükle
ama psikanalizin temel inceleme tekniğinin dışında ele alınmıştır.
Anna Freud'un görüşlerini temsil etmek bakımından oldukça güveni­
lir olmanın dışında çocuk yetiştiren herkesin ilgisini çekebilecek bir
kapsama da sahiptir. Bu kitabı Melanie Klein'ın dizimizde yer alan ve
alacak eserleriyle karşılaştırmalı olarak okumak sadece bir dönemin
tartışmasını iocelemek bakımından değil, psikanalizin ilgi alanının
nasıl büyük bir yayılımı olduğunu görmek bakımından da anlamlı
olabilir.
Çevirenin Önsözü

Anna Freud'un bu kitabını Türkçe'ye kazandırabilmek benim için bü­


yük bir önem taşıyordu. Onun 1 965'te yayımladığı bu kitabı kendisi
tarafından gözden geçirilmiş ve kısmen de yeniden kaleme alınmış
olan Almanca çevirisinden Türkçe'ye iletmeyi daha uygun buldum.
Bunun nedeni bir yandan yazarın kendi önsözünde de vurgulayarak
belirttiği gibi o çevirinin, yazarın kendi tarafından ana dilinde yapıl­
mış yeni bir versiyonu olarak sunulmuş olması, ikinci bir nedeni de
psikanalizin ortaya çıkışında o çağın büyük kültür merkezi olan Viya­
na'nın Almancası'nın oynadığı büyük rolün daha sonra psikanalizin
gelişiminde çok fazla gözardı edilmiş olduğunun bugün anlaşılmış ol­
masıdır. Çağının en kültürlü insanlarından biri olan Sigmund Freud,
kuramını Almanca düşünmüş ve büyük bir özenle Almanca yazmış­
tır. Viyana Psikanaliz Birliği'nin bütün üyeleri arasında, psikanaliz
kuramının başka diller konuşmakta olan ülkelerde uygulanması ve te­
mel eserlerin o dillere çevirisi her zaman kaygı verici bir heyecanla
karşılanmıştı. İki dili birden konuşan üyeler, örnekse Adler ve Fe­
renczi bile bu konuda oldukça ikircikli kalmış ve tam olarak kesin bir
yol öneremernişlerdir. Adler Macar olmasına karşın tek kelime Ma­
carca yazmamış, Ferenczi de Macarca ve Almanca yazılarını birbirin­
den kesin olarak ayn tutmuş, ikisini hiçbir zaman birbirine çevirme­
miştir. Anna Freud bu bakımdan oldukça önemli bir ara tanık ve ileti­
ci konumundadır. Kitabın özellikleri üzerinde birkaç söz etmeden ön­
ce bu yazarın kişiliğine değinmek benim için ödenmesinden kaçınıla­
mayacak bir borçtur.

ANNA FREUD

Sigmund ve Martha Freud'un altıncı ve son çocuğu olarak 3 Aralık


1 895'te doğdu. Babası aynı gün en yakın dostu Berlinli Kulak Burun
Boğaz uzmanı Wilhelm Fliess'e bir mektup yazarak durumu muştulu-
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 12

yordu: "Eğer oğlan olsaydı sana telgrafla haber verecektim; çünkü se­
nin adını alacaktı. Ama Anna adında bir kızım olduğu için sizlere
böyle gecikmeyle takdim ediyorum. Bugün saat 3: 15'te doğum odası­
nı şereflendirdi. Sevimli ve tam bir kadıncık olacağa benziyor."
Freud'un kızına neden Anna adını verdiğine ilişkin ancak söylence
ve tahminler vardır. Bunlardan birincisi, Sigmund'un kendi kız karde­
şinin de Anna adını taşıması, ikincisi de psikanaliz tarihinde önemli
bir yer tutan ünlü Bertha Pappenheim vakasının "Anna O." takma
adıyla yayımlanmış olmasıdır. Ne olursa olsun, Anna'nın babası için
daha ilk günlerden başlayarak önem taşıdığı anlaşılıyor. Yapıtlarında
ondan Anna daha 19 aylıkken söz etmeye başlamıştır (Freud, 1900:
135). Anna babasının hemen bütün gezilerinde, daha en küçük yaşla­
rından başlayarak, birlikte olmuştu. Freud'un Fliess'le olan mektup­
laşmasında adı en çok geçen çocuğu Anna'ydı. Özellikle 1. Dünya Sa­
vaşı yıllarında Anna babası için tek destekti . Öbür kızları çoktan ev­
lenmiş ve evden çıkmışlardı; oğullan ise savaşta askerliklerini yapı­
yorlardı.
Anna, Olgunluk sınavını tamamladıktan sonra özel olarak pedagoji
eğitimi aldı ve 1914'te gerekli olan iki sınavı birden vererek öğretmen
oldu. Eğitim ve öğretimini öğretmenlik alanında yapmış olması ve ol­
dukça uzun bir süre de doğrudan doğruya öğretmen olarak çalışmış
olması, onun ileride kendini çocuklara, çocuk psikanalizine adaması­
nın, babası tarafından da o yönde hararetle desteklenmiş olmasının
nedenidir.
Öğretmenliğiyle aynı zamanda psikanaliz eğitimine başladı. O sı­
ralarda böyle bir eğitimin herhangi bir plan ve programı olmadığı için
doğrudan doğruya en birinci kaynaktan, babası Sigmund Freud'dan
bu eğitimi almaktaydı. Psikiyatri bilgisi için de Wagner von Jauregg'
in psikiyatri kliniğine gidiyor, orada Dr. Paul Schilder ve Dr. Heinz
Hartmann'la çalışıyordu. Burada oldukça ağır psikoz olgularını görü­
yor, o zaman kullanılan tedavi yöntemlerini öğreniyor, hastaların bü­
tün hezeyan sistemlerini dikkatle gözleyip izliyordu. Von Jauregg'in
kullandığı Malarya ile tedavi yönteminin süreç ve sonuçlarının da ya­
kın gözlemcisiydi. İki yıldan fazla süren bu genel eğitim yanında, ba­
basının dersleri başta olmak üzere Viyana Üniversitesi'nin psikoloji
derslerine de devam ediyordu.
Anna doğrudan doğruya babası tarafından analiz edilmiştir. Bu
analizin en geç 1917 yılı içinde başlamış olduğu ve en ıız 1921 'e kadar
düzenli olarak sürdüğü anlaşılıyor. Elbette baba-kız arasında böyle
ÇEViRENiN ÖNSÖZÜ 1 1 3

bir analitik ilişkinin olabilirliği daha o günlerden başlayarak çok tartı­


şılmıştır. Bunun analiz sırasında oluşacak aktarımlar ve karşı aktarım­
ların olağanüstü kannaşık bir duruma girmesi kadar, Freud'un en bü­
yük emek ürünü olan ve üzerine titrediği Viyana Psikanaliz Birliği'
nin içinde yol açacağı tepkiler ve eleştirilerin Freud tarafından dikkat­
le hesaplanmış, düşünülmüş ve göze alınnuş olduğu anlaşılıyor. An­
cak bu noktada Freud'un, birliğin ve hareketin sürekliliği, sağlam bir
kuram olarak gelişebilmesi ve çeşitli uçlardan giderek yoldan ve baş­
tan çıkabilme olasılığına karşı hep tedirgin kaldığı, bunun için en gü­
vendiği kimselerden oluşan bir iç komite oluşturduğu bilinmektedir.
Kuşkusuz ki böyle bir yakın çevre için yanında kalan, psikanalizle uğ­
raşmayı sürdüren tek evladının da desteğini elinde tutmak onun için
çok önemli olmuştur. Bunun için 1920'de Anna'nın parmağına, bu iç
Komite'nin üyesi olduğunu belirten armalı yüzüğü taktı. Bu yüzükten
o güne kadaJ1..Abraham, Ferenczi, Jones, Rank, Sachs ve Anton von
Freud (onun ölümünden sonra Eitington) ve Freud'un kendisinde bir
adet bulunuyordu. Anna'dan sonra Lou Andreas-Salome, Marie Bo­
naparte ve Bayan Jones da bu yüzükten birer adet almışlardır. Bunun­
la birlikte babasının Anna'ya bizzat analiz yapmak üzere izin verişi
resmen 23 Mart 1923'te oldu. Freud ona muayenehane olarak kendi
muayenehanesinin karşısında, salonun öbür yanında kendi elleriyle
bir muayenehane hazırlamıştı. Bütün bu önceliklerine karşın Anna,
kendi yaşıtı olan öbür analistlerin çoğu tarafından bile uzun yıllar cid­
diye alınmadan "Acemi" olarak kabul edildi ve babasının ünlü çar­
şamba toplantılarında yıllarca hiç söze karışmadan "ihtiyarlan" ve
"ustaları" yalnızca dinlemekle yetindi .
Anna Freud kuşkusuz ilk çocuk analisti değildir. Bilinen ilk çocuk
analizi 1909 yılında doğrudan doğruya Sigmund Freud tarafından ele
alınmış olan "Küçük Hans" olgusudur. Yalnızca çocuklarla uğraşmak
üzere kendini uzmanlaştırmış olan ilk insan Hermine Hug-Hellmuth
olmuştur. Gene Anna'dan çok önce 191 9'da Melanie Klein, Budapeş­
te kongresinde "Bir Çocuk Gelişimi" adlı tebliğini sunmuş ve sonra
da Berlin'de erken analiz ve oyun tekniklerini kullanarak 1926'da
Londra'ya yerleşinceye kadar orada çocuk analizi uygulamıştır. Daha
sonra da Klein yöntemi, A. Freud yönteminin karşı kutbu olarak geliş­
miştir. A. Freud'dan önce Aichhom'un, Bemfeld'in, Sadger ve Fedem'
in, Hoffer'in çalışmalarını da anmak gerekir. Gene de Anna, 1922'den
sonra artık psikanaliz kongre ve seminerlerine katılamayan babasını
temsilen bütün kongrelere katılıp onun ağzından konuşarak ve aynı
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 1 4

zamanda kendi görüşlerini de babasından ayn olarak sunarak ikisi


arasındaki aynmlan da göstermesi açısından çok büyük bir önem taşı­
maktadır. Freud'un birkaç kez Lou Andreas-Salome'ye kızının süper­
vizyonlan için ricada bulunduğu ve Anna'nın böylece onunla da bir
öğretmen-öğrenci ilişkisi içinde bulunduğu bilinmektedir.
Freud'un, kızının çalışmasına ne denli bağlı ve hoşnut olduğu Fe­
renczi'ye yazdığı bir mektupta ondan "benim sadık Antigonem" diye
söz edişinden; Andreas-Salome'ye yazdığı bir başka mektupta, "Me­
fıstofeles'in dediği gibi: 'Sonunda zorunluyuz asılmaya, / kendi yaptı­
ğımız yaratıklara.' Ama gene de bu yaratığı yapmış olmak çok akıllıca
bir şeymiş," demesinden kolayca anlaşılmaktadır. Bu konuya ilişkin
Amold Zweig'a yazdığı bir mektupta da Freud, "Ama biliyorsunuz ki
kader benden pek çok esirgediklerine karşın, pek çok trajik olayda
Antigone'den hiç de geri kalmayan bir kıza sahip olmayı bahşetti," di­
yordu. Gerçekten de Anna, ağır kanseriyle boğuşarak dik durmaya ça­
lışan babasını hiç yalnız bırakmadı.
Almanya'nın 1 1 Mart 1938'de Avusturya'yı ilhakından hemen son­
ra 20 Mart'ta Psikanaliz Birliği kapatıldı ve o sırada birliğin resmi
başkanı olan Anna, Gestapo tarafından gözaltına alındı. Birkaç gün­
lük gözaltından sonra babasıyla birlikte 4 Haziran'da Avusturya'yı
terk etmeleri tebliğ edildi. O gün gelinceye kadar İngiltere'den ve İs­
viçre'den istenen vizeler için korkulu ve acılı günler geçti. Sonunda
İsviçre ve Fransa üzerinden Londra'ya varıldı. Sigmund Freud'un ora­
daki on beş ayı, Paris'teki bir kongre için verilmiş olan beş günlük bir
ara dışında hep kızının gözetiminde ve yakın ilgisiyle geçti . 23 Eylül
1 939'da Sigmund Freud öldü.
İngiltere'de Anna Uluslararası Psikanaliz Birliği'nin asbaşkanlığını
sürdürmeye ve aynı zamanda İngiltere Psikiyatri Demeği'nin onursal
üyesi olarak çalışmaya başladı, fakat özellikle de babasının ölümün­
den sonra, Melanie Klein ile uyumsuzluğu bir sürtüşme ve çatışma
boyutuna vardı. İngiltere'nin savaşa girmesi ve Britanya hava savaşı­
nın başlamasıyla 1940'ta Anna Freud, en yakın arkadaşı Dorothy Bur­
lingham'la birlikte ve birkaç dostun yardımlarıyla, savaş yüzünden
öksüz ve kimsesiz kalmış çocuklar için Hampstead Nurseries adlı ku­
ruluşu açtı. Ona bu yurda çok benzeyen Baumgarten yurdunu Viyana
'da uzun yıllar çalıştırmış olan Willie Hoffer de yardımcı oluyordu.
Kurum üç yurttan oluşuyordu. Birinde 50, birinde 30 bebek ve çocuk
banndınlıyor, üçüncüsü de çeşitli yurtlar için bir gündüz yuvası ola­
rak çalışıyordu. Yalnızca çocukların bakımına değil aynı zamanda ço-
ÇEViRENiN ÔNSÔZÜ 1 15

cuk gelişimi konusunda derin araştınnalara da konu olan bu kurumun


çocuk psikiyatrisinin gelişiminde çok büyük katkılan olmuştur. Bura­
sı halen Hampstead Child Therapy Course and Clinic (Hampstead
Çocuk Tedavisi Kliniği) adıyla eğitim ve araştınna hizmetini sürdür­
mektedir.
Anna Freud 1982'de Londra'da öldü. Mezarı babasının yanındadır.
Arına Freud'un çocuk psikanalizine ilişkin ilk kitabı 1927'de ya­
yımlanan Einführung in die Technik der Kinderanalyse (Çocuk Ana­
lizine Kılavuz), son yayımladığı kitabı da şu anda çevirisini sunduğu­
muz Normality and Pathology in Childhood. Assessments ofDevelop­
ment (Çocuklukta Normallik ve Patoloji. Gelişimin Değerlendirmesi)
olmuştur.

Ç EV İ R İ Y E İL İ Ş K İ N

Yukarıda da belirtildiği gibi kitabın Almanca çevirisinden Türkçe'ye


kazandırılması yeğlenmiştir. Bununla birlikte böyle bir çevirinin pek
çok zorlukları olmaktadır. Bu zorluğun başında Alman dili ve İngiliz
dilinin özellikleri gelmektedir. Almanca, bütün yabancı ve teknik söz­
cükler de dahil olmak üzere 90-100 bin kadar sözcüğü olan bir dildir.
Bu sözcükler de 6-7 bin kadar temel sözcükten sayısız ön ve son ekler­
le türetilir. Bu sözcük hazinesiyle Almanca Ortaçağ'dan bu yana Av­
rupa'nın bütün düşün, bilim ve teknik gelişiminin bütü;ı öyküsünü ya­
şamıştır. Luther'den Marx'a, Goethe'den Schiller'e bütün bir Batı uy­
garlığı bu dil içinde oluşmuştur. Bu bakımdan ancak Fransızca'yla kı­
yaslanabilir. Ve gerek sözcük kullanım olanakları, gerekse düşünce­
nin söze dökülmesindeki kıvraklık açısından bu benzerlik daha da çar­
pıcıdır. Yüksek bir yazın geleneği en zor kavramları, duygu ve düşün­
celeri anlatmak için yeteneklidir. Buna ek olarak Sigmund Freud, 19.
yüzyılın ikinci yansında Avrupa'nın en köklü hanedanı olan Haubs­
burg'ların egemenliğinde en canlı ve kıvrak örneklerini vennekte olan
Viyana'nın bir aydını olarak bu kültürün taşıyıcılanndandır.
İngilizce'yse büyük bir sömürge imparatorluğunun, daha da büyük
bir ticaret ve denizcilik dünyasının pratik kullanımda çok gelişmiş
olan dilidir. En mütevazı bir İngilizce sözlükte 300 bin sözcük bulu­
nur. Çünkü bu dil anlatım çabalan yerine o anlamı en iyi verecek söz­
cüğü yeryüzünün dört bir yanından toplayıp içine almıştır. Yalnızca
"güzel" kavramı için, aralarında hiçbir anlam farkı olmayan 7-8 söz­
cük, küçük nüanslarla birlikte 18-20 sözcük bulunabilir. Bu özellikler
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 1 6

Almanca metinlerin İngilizce'ye çevirisinde bir seçim zorunluluğu


yaratmaktadır. Eş anlamlardan biri seçilecektir. Bunu daha da zorlaş­
tıran, 2. Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında pek çok Almanca konu­
şan düşünürün Amerika ve İngiltere'ye göç etmiş ve oraya yerleşerek
orada ürün vermeyi sürdürmüş olmalarıdır. Bu insanlar dil açısından,
tıpkı daha önceki akrabalarının dar ve kalabalık Avrupa kentlerinden
uçsuz bucaksız prairie'ye çıktıklarında karşılaştıkları durumun bir
benzeriyle karşılaşmışlardı. Onun için Alman asıllı bilim ve düşün
adamlarının Amerika ve İngiltere'de yazdıkları, sözlüklerden toplan­
mış bir sürü yüksek edebi deyimle doludur ve güçlü bir sözlüğün yar­
dımı olmaksızın çevrilmesi çok zordur. Elinizdeki kitap gibi, Alman
asıllı bir yazarın İngilizce yazmış olduğu bir kitabın kendisi tarafın­
dan yeniden Almanca'ya çevrilmiş ve bir bakıma Almanca yeniden
yazılmış olan versiyonunun başka bir dile çevirisi ise, aynı zor yolun
iki kez aşılması demektir.
Bu zorlukların bilinmesine karşın bu yolun seçilmesinin nedeniy­
se, en başta belirtildiği gibi, Almanca'ya çevirinin yazar tarafından
yapılmış ve kendi düşündüğü kavramlara en uygun olduğunun temin
edilmiş olmasıdır. Çünkü gene aynı çeviri zorluklarından ötürü psika­
nalitik kavramların İngilizce ilk çevirilerinde yapılan ve bugüne ka­
dar da hiç değişmeden, daha da karışarak süren kavram değişim ve
kaymaları olmuştur. Bunun en bilinen örneği Ego, Süperego ve Jd
kavramlarında sürmektedir. Bu deyimlerin Almancaları sırayla leh,
Über-ieh ve Es'tir. lch'te pek bir sorun yoktur. leh Almanca doğrudan
doğruya ben demektir ve bildiğimiz ben kavramından hiçbir farkı
yoktur. Yani bir Alman bu sözcüğü kullandığında kendisini kendisi
yapan bütün varlığın kastedildiğini anlar. Ego da aynı sözcüğün Yu­
nanca'dan alınma Latincesi'dir ve İngiliz dilinde de vardır. Dolayısıy­
la nasıl bir Türk, Türkçe ben, Farsça men, Kürtçe ez, ya da İtayanca io
dendiğinde kafası karışmıyorsa, bunu da bir İngiliz öylece anlayabi­
lir. Ancak Über-ieh'in çevrilmesinde kavram biraz değişmektedir.
Bunun İngilizce'de kullanıldığı biçimiyle Super-ego olarak kullanımı­
nın, İngilizce zihniyette uyandıracağı kavram eğer Freud tarafından
kastedilmiş olsaydı buna büyük olasılıkla Ober-ieh derdi. Über-ieh'in
tam İngilizce karşılığı ise Upper-ego olmalıydı. Yani Süper-ego adını
almış olan oluşum ben'e sıkı sıkıya bağlıdır ve yalnızca benin üst tara­
fı anlamına gelir. Oysa Süper ben, ben'in üzerindeki bir anlamı verir.
Konu Jd ya da Es'e gelince kargaşa daha da köklüdür. ld İngilizce'de
tekil üçüncü kişi özneye benzetilerek yapılmış, ama insana ait bir ya-
ÇEViRENiN ÔNSÔZÜ 1 17

pıdan it olarak söz edilemeyeceğinden bir ses oyunuyla ld yapılmış­


tır. Ne var ki bu özgün sözcük Latin kökeniyle (Ego, greko-latin kö­
kenli olduğuna göre burada da akla gelmesi kaçınılmaz) düşünce, dü­
şüncede olan, sanal anlamlarını kapsayan Idea'yla ses ve anlam birliği
içindedir. Oysa aynı sözcüğün Almancası olan Es doğrudan doğruya
tekil üçüncü şahsın nötral biçimidir. Ve İngilizce'de bunun karşılığı
olan it insan varlığı için kullanılamazken Almanca'da küçük çocuk­
lardan Es diye söz edilmesi usuldendir. Bu durumda bir Alman, Es
dendiğinde bir zamanlar kendisinin olmuş bulunduğu ve anısı hala
içinde bulunanın, yani kendi özgeçmişini anlarken, Amerikalı, ülke­
sinde egemen olan püriten bakış açısının da etkisiyle, olabilecek olan
ama olmasına istençle engel olunabilecek olanı anlar. Elbette böyle
bir kavram kaymasının sonucu, analitik görüşün temel felsefesi açı­
sından moral sonuçlar doğurabilir ve öyle de olmuştur. Amerika'da
olağanüstü yaygınlaşmış olan, çok ayağa düşen ve olur olmaz herkes­
çe kullanılan kavramlarda bu temel kaymalarının ancak 70'li yıllara
doğru, temel incelemeler yoğunlaşıp, konuyla daha az ilgili olanlar da
yükselen sinir bilimleri sayesinde psikanalizi terk ederlerken farkına
varılabilmiştir. Bu bakımdan onu izleyen yıllarda kavramlar üzerinde
çok daha sorumlu ve dikkatli durulmaktadır. Buna benzer bir kavram
kayması da, daha az vahim olmakla birlikte, Repression-Bastırma
kavramında vardır. Bu kavram da bir dürtünün yukarıdan aşağı, diki­
ne bir hareketini, büyük bir kuvvet harcanarak aşağıda tutulması ge­
rektiğini anımsatan bir sözcüktür. Oysa aynı bağlamda Freud'un kul­
landığı sözcük Vertreibung-Sürülme'dir. Yani yatay bir itilme olgusu
söz konusudur. Elbette ki yatay olarak sürülmüş olan bir şeyin, alan
dışında aynı canlılıkla yaşaması olasıyken, bastırılanın ezilmesi, bo­
ğulması daha olasıdır. Ancak bastırma fiili, püriten ya da Katolik bir
Hıristiyan'ın bir oldu bitti olarak kabul edeceği bir şeydir. Bir Yahudi­
Alman ise sürülme ile kendi ırkının binlerce yıllık tarihini anımsatır.
Bu durumda, ortalama kültürlü bir Avrupalı Yahudi ise kendini çok
doğal olarak sürülenle özdeşleştirir. Sonuç terapötik birliğin kuruluşu
sırasında terapistin hasta karşısındaki konum ve tutumunu büyük bir
olasılıkla derinden etkileyecektir.
Bu düşüncelerle ben, bütün bu tür çevirilerde, kavramların henüz
oldukça yeni ve yabancı olduğu ülkemizde, Almanca kaynakların, hiç
değilse bu alanda son yıllarda olan tartışmaların göz önünde tutulma­
sından yanayım.
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 1 8

Ç E V İ R İ İ ŞL E M İ

Yukarıda belirtilen zorlukların aşılması dışında çeviri sırasında karşı­


laşılan bir zorluk da son yıllarda Türkçe'mizde bu kavramların ve ge­
nel olarak psikiyatri kavramlarının güzel dilimizde anlatımı için bü­
yük çabalar harcanmış ve büyük adımlar atılmış olmasından kaynak­
landı. Özellikle çok uzun yıllardır bu deyim ve terim özleşmesi için
büyük çabalar harcamış olan değerli hocam sayın Prof. Dr. Orhan Öz­
türk'ün çabalarını hayırla anmak isterim. Bu çeviride de temel olarak
onun kullandığı dil özelliklerine ve önerdiği deyimlere elden geldi­
ğince bağlı kalındı. Onun önerileri içinde bulunmayan sözcüklerde de
onun uyarlama yöntemini izleyebildiğimi sanıyorum. Yalnızca ve az
önce belirttiğim özellikten ötürü, onun hoşgörüsüne sığınarak, ego,
süper-ego ve id sözcüklerinde, benlik, üst-benlik ve ilkel-benlik de­
yimleri yerine orijinal kavrama daha yakın olduğunu düşündüğüm
ben, üstben ve id deyimlerini kullanmayı yeğledim.
Bu çeviriyle 7 yılı aşkın bir süre emek verdiğim çocuk psikiyatrisi
alanına borcum olan görevin bir kısmını yerine getirebildiğimi umu­
yorum.

Doç. Dr. Ali Nahit Babaoğlu


istanbul, 1996
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK
VE PATOLOJi
Almanca Basım için
Ön söz

Elinizde bulunan kitap, İngiltere'de Londra Hampstead Çocuk Tera­


pisi Kliniği'nde on beş yılı aşan çalışmaların ürünüdür. En küçük yaş­
lardan gençliğin ileri yaşlarına kadar olan bütün çocuklar için çalışan
bu psikanalitik poliklinik, en yaygın eğitim güçlüklerinden ve geli­
şim sürecindeki yavaşlamalardan en ağır psikotik ya da otistik hasta­
lık biçimlerine ve başıboşluk belirtilerine kadar geniş bir ruhsal bo­
zukluk dizgesinin analitik incelenişine olanak sağlamaktadır. Kliniğe
bağlı çalışan anne danışma merkezi, ilk yaşın gelişim belirtilerine de­
rin bir bakışı sağlamaktadır. 2-5 yaş arasındakiler için çalışan bir yu­
va, bu yaş grubunun toplumsal uyumunu adım adım izleme olanağı
vermektedir. Kör ya da görme özürlü çocuklara hizmet veren ikinci
bir yuva, insan kişiliğinin ağır fizik -bu özgün durumda duyumsal­
koşullardaki gelişiminde gerçekleşen sapmaları incelemeye olanak
sağlamaktadır.
Hampstead Çocuk Terapisi Kliniği ve ona bağlı, analitik eğilimli
çocuk terapisti yetiştiren eğitim enstitüsü az sayıda dost ve meslekta­
şın cesaret ve anlayışına borçludur; ABD'li bu dostlar arasında özellik­
le Washington D.C.'den Bayan Helen Ross ve New York City'den Dr.
K. R. Eissler'i anmak isterim. Onların hiç sona ermeyen çabaları saye­
sinde çeşitli Amerikan vakıf ve kuruluşları konuyla ilgilenmiş ve et­
kin yardımları kliniğin çalışmalarını sürdürebilmesini sağlamıştır.
Hampstead Çocuk Terapisi Kliniği bu adımların sonucunda küçük bir
kamu yönetimine bağlı olan bağımsız bir örgüt olmuştur ve çalışanla­
rı güçlerini, kendilerine en önemli görünen amaç doğrultusunda, ken­
di oylarıyla yönlendirmektedir. Burada normal ve yanlış gelişimdeki
karanlık alanların eğitimiyle ders ve terapiler önem sırasında birbiriy­
le yarışmaktadır.
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 22

Şükran borçlu olduğumuz Amerikan kuruluşlannı şöyle sıralayabi­


lirim: The Fiel Foundation ine., New York; The Anna Freud Founda­
tion, New York; The Grant Foundation, ine., New York; The Estate
of Flora Haas, New York; The Foundation for Research in Psychoa­
nalysis, Beverly Hills, Califomia; The National lnstitute of Mental
Health, Bethesda, Maryland; The Newland Foundation, New York;
The Old Dominion Foundation, New York; The Psychoanalytic Rese­
arch and Development Fund, ine., New York; The Taconic Foundati­
on, ine., New York.
Kitabın elinizde bulunan metni sözcük anlamıyla bir çeviriden çok
tümüyle bağımsız bir biçimidir ve yazarın kendisi tarafından Alman­
ca konuşan geçmişine dayanarak üretilmiştir.

Londra, Aralık 1967


Anna Freud, LL D., Sc. D.
1

Çocukluğun Psikanalitik Psikolojisi


ve Kaynakları

Psikanalizin ilk günlerinden beri, "histeriklerin büyük ölçüde, anıla­


rından ötürü acı çektikleri" (Breuer ve Freud, 1 893) görüşü analitik
araştırmaların her yönü için belirleyici olmuştur. Analizin bir olguyu,
daha önce olup bitmiş ruhsal olay ve süreçlere geri dönmekten başka
bir yöntemle .(lçıklayamayacağı anlaşılınca, analitik terapinin ağırlığı,
hastanın bugününden geçmişine ve yetişkinin sorunlarından yaşamın
ilk yıllarına kaymıştır. Böylece olgun dürtü yaşamının anlaşılmasına
koşut olarak bu dürtülerin daha erken dönemlerinin görüntüleri, yani
çocuksu cinsellik aşamalarının ve ben ile dürtüler arasındaki ilk çatış­
maların sergilediği manzara yavaş yavaş ortaya çıkmıştır. Psikanali­
tik nevroz kuramının geri planında ve onunla eşzamanlı olarak çocuk
cinselliği kuramı vardır; çocuk cinselliği kuramının yanında ise, ço­
cukluk psikanalizine ve psikopatolojisine ilişkin ilk taslaklar bulun­
maktadır.
Psikanalitik hareketin başlangıcında bu bilgi, pratik değerlendir­
meden henüz çok uzaktı. Analiz o sırada tamamen başka işlerle uğra­
şıyordu. Terapi tekniğinde hipnoz ve telkinden serbest çağrışıma, di­
renç ve aktarımın yorumlanmasına geçmeye çalışmak önemli çabalar­
dan biriydi. Bilimsel çalışmalarda, yorumlarda ortaya çıkarılan yeni
malzemeyi sınıflandırma çabası başta geliyordu. Libidinal gelişme
aşamalarının oral, ana! ve fallik olarak sıralanması; Oidipus ve hadım
edilme komplekslerinin ayrıntıları; kural olarak erken çocukluk döne­
mine ilişkin belleğin yitimi, hep yetişkin analizlerinde ortaya çıkan
bulgulardı. Çocukluk, analistlerin ilgisinin merkezinde değildi; yal­
nızca, yetişkinlerin analizinin elverdiği kadarıyla, tümdengelim yo­
luyla çocukluk yaşantılarından bazı sonuçlar çıkarılıyordu. Anılarda­
ki boşlukların doldurulması ve gelişme sürecinin yeni ayrıntılarının
"yeniden inşa" yöntemlerinin yardımıyla araştırılması o zamanlar her
analistin büyük önem verdiği konulardı.
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 24

On-yirmi yıllık bir analitik çalışma sürecinden sonra, analistin ye­


tişkinlerin analizlerinden edindiği bilgiler ışığında uygulamalı peda­
gojiyle ilgilenmesini mecbur kılan bir döneme gelindi. Yetişkin nev­
rotiklerin analizlerinde sürekli olarak eğitim kusurları ortaya çıkıyor­
du; bu kusurların nevroz oluşumundaki rolü hiçbir kuşkuya yer bırak­
mayacak kadar açıktı. Anne babaların cinsellik konusundaki samimi­
yetsizliği, gerçekçi olmayan yüksek ahlak standartları, aşırı sertlik ya
da aşın özen, gereksiz karşı çıkmalar, cezalandırmalar, erken yaşta
baştan çıkarmalar, çocuğun bilgisiz bir dış dünyadan alıp durduğu za­
rarlı etkilerdi. Yetişkinleri bilgilendirerek durumda kesin değişiklik­
ler yapabilmek ve gelecek kuşaklardaki çocukları daha uygun koşul­
larda yetiştirebilmek amacıyla çalışmak makul görünüyordu. Analist­
leri bu açıdan bir gelecek ideali olarak çeken, yeni kazanılan bilgilere
dayanarak kurulacak bir "psikanalitik eğitim" düşüncesiydi.
Deneyimlerimiz bu tür idealleri tasarlamanın gerçekleştirmekten
daha kolay olduğunu göstermiştir. Anne babalar, öğretmenler ve pe­
dagoglar psikanalizden bütünsel bir kurallar ve yönetmelikler dizgesi
bekliyorlardı. Analistlerin sunabildikleriyse, uyanlar, dikkat çekişler,
kavramlar ve en iyi olasılıkla öneriler oluyordu. Gelişme sürecine iliş­
kin psikanalitik bilgi o sıralarda yavaş ilerliyordu. Dürtü oluşumu aşa­
maları, nesne ilişkilerinin oluşması, nesne sevgisi, kimlik kazanma ve
ideal oluşturma, benin işlevleri, ben aygıtı, kaygı ve savunma, semp­
tom oluşumu, saplantı noktalan, hastalığa yol açan gerilemeler, nev­
rozlar, gelişim bozuklukları ve kişilik çarpıklıkları hakkındaki bilgi­
ler henüz yeniydi. Analist için, pedagojik düşünce ve eyleme dönüşen
her bir buluş, nevrozdan koruyucu yeni bir umut kapısı açıyordu. Eği­
tim dünyası için ise, yeni psikanalitik eğitim kuramının, kendisinin te­
melini oluşturan ve adım uydurmaya çalıştığı asıl analitik kuramdan
daha mükemmel olmayışı; yani eksik, sistemsiz ve sürekl i değişiklik­
lere açık oluşu düş kırıcıydı.
Psikanalitik bulguların pedagojik kurallar ve eylemlere dönüşümü
adım adım ilerlemiştir; bu sürece dair örnekler de verilebilir kolayca.
Hastaların analizleri, "Temel Sahneler" dediğimiz şeyin, yani anne
babanın cinsel ilişkisine tanık olmanın travmatik sonuçlarına, anne ya
da baba ile birlikte uyumanın baştan çıkarıcı etkisine ilişkin güvenilir
kanıtlar sağlamıştı. Bu bulguların pedagojik sonucu anne babaların,
cinsel yaşamlarını çocuklardan gizlemeleri için uyarılması; bu yüz­
den de bütün çocukların, hatta en küçüklerinin bile anne babanın ya­
tak odasından çıkarılması oldu. Analizlerde birçok zihinsel ketleme-
ÇOCUKLUCUN PSIKANALITIK PSiKOLOJiSi 1 25

nin, çocukluktaki cinsel merakın doyurulmamış olmasından kaynak­


landığı ortaya çıkıyordu. Bu yüzden çocukların erken yaşta cinsel ola­
rak bilgilendirilmesi önerildi. Yetişkin yaşlardaki cinsel soğukluk ve
iktidarsızlığın genel olarak çocuklukta cinselliğin bastırılmasından,
özellikle de mastürbasyonun yasaklanmasından kaynaklandığı anla­
şılmıştı. Bunun üzerine analitik bilgi edinmiş olan anne babalar geni­
tallik öncesi, oral, anal ve fallik cinselliğin belirtileri karşısında o gü­
ne dek görülmemiş bir hoşgörüyle davranmaya başladılar.
Analitik içgüdüler teorisinin cinselliğe eşdeğer ağırlıktaki saldır­
ganlık dürtüsünün anlaşılması yolunda sağladığı ilerleme, çocuksu
çift değerlilik ve saldırganlığı hoşgörmeyi gerektiriyor; çocukların
kardeşlerine ve anne babalarına karşı duydukları düşmanca duygula­
rın bilincine varmalarına izin veriyordu. Analizi bilenler için özellikle
etkileyici olan şey, kaygı ve suçluluk duygusunun zararlı rolüydü;
böylelikle çacuklukta kaygılardan arıtılmış bir atmosfer sağlanması
da nevroza karşı korunmanın en iyi güvencesi olarak belirmekteydi.
Bu bilgi pedagojik gelişmelere uygulandığında, dış dünyada anne ba­
ba gücünü andıran bütün zorlamalardan ve iç dünyada da sert bir üst­
ben oluşmasına yol açabilecek otoriter örneklerden kaçınılması de­
mek oluyordu. İçsel olgularla dış dünyanın gereksinimleri arasında be­
nin aracı rolünü kabul eden analitik kuram, nevrozdan korunabilmenin
çaresini çocuk beninin sağlam kalmasında görüyor ve benin işlevleri­
nin güçlendirilmesini anne babanın pedagojik görevi haline getiriyor­
du. Analitik araştırmaların, yaşamın ilk yılındaki gelişme süreçleri ve
en erken dönemdeki anne-çocuk ilişkisi üzerinde yoğunlaşması, yeni
ve birçok bakımdan devrimci bebek bakımı yöntemlerine yol açtı.
Psikanalitik pedagoji kuraı:nının ilk yarım yüzyılına dönüp bakar­
sak, eksik ve çelişkili olduğunu açıkça görürüz. Başlangıçtaki amaç
nevrozların önlenmesidir. Eğitbilimsel öğütlerle, nevrozların kökeni­
ne ilişkin değişken var&ayımlarla, analizin kişiliğin daha derin ve da­
ha eski katmanlarına doğru inmesiyle nevrozların önleneceği düşü­
nülmüştür. Önce dürtülerin serbest bırakılması, daha sonra ben yapı­
larının ve işlevlerinin güçlendirilmesi, nihayet çocuksu sevgi ilişkile­
rinin sağlamlığı ruhsal sağlık bakımından önemli görülmüştür. Hal­
buki bu saydığımız şeyler birbiriyle hiç uyuşmaz.
Bunlara karşı ileri sürülen kimi haklı kuşkulara karşın psikanalize
dayalı pedagojik değişimlerin büyük başarılarını da saymak gerekir.
Oral aşamanın gereksinimlerine (her gerektiğinde emzirmek, meme­
den yavaş yavaş kesmek, besinlerin nitelik ve niceliğinde zorlamalar-
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 26

dan kaçınmak gibi) anlayışlı bir yaklaşım daha sonraki yeme bozuk­
luklarının azalmasına yol açmıştır. Parmak emme, mastürbasyon gibi
otoerotik uğraşılar karşısında gelişen yeni hoşgörü uyku bozuklukları
(örneğin uykuya dalma zorluğu) üzerinde benzer bir etki sağlamıştır.
Tuvalet terbiyesinin daha geç ve daha şefkatli şekilde verilmesi gibi
yenilikler çocuklarda anal evreden kaynaklanan inatçılığı ortadan kal­
dırmaktadır. Fallik dönemdeki teşhircilik ve gözetleme zevkine tanı­
nan özgürlük, öğrenme isteği ve başarı sevinci sağlamaktadır. Saldır­
ganlık özgürlüğü bedensel ve ruhsal etkinliklerde tutukluğu önlemek­
tedir; cinsel konularda daha büyük bir dürüstlük de çocukla anne ba­
bası arasında o güne dek görülmemiş bir güven ilişkisine olanak ver­
miştir. Bu kazançların arka yüzünde ise aynı zamanda bir dizi düş kı­
rıklığı ve başarısızlık yatar. Örnekse, çocukların cinsel konularda ay­
dınlatılması, bütün beklenti ve umutlara karşın istenen amaca ulaşa­
mamıştır. Burada yetişkinlerin cinsel yaşamımn gerçekleri ile çocu­
ğun cinsel yapısının olgunlaşmamışlığı birbiriyle çelişir. Bu olgunluk
eksikliği yüzünden, çocuklar en titiz ve ayrıntılı açıklamaları bile ken­
dilerinin genitallik öncesi cinsel varsayımlarının diline çevirmeyi sür­
dürmektedirler. Ağız yoluyla döllenme, anüs yoluyla doğum, çiftleş­
menin kadına bedensel bir saldın olarak algılanması gibi doğrudan
doğruya gelişime bağlı olan yanlış algılamalar sürmekte ve ancak da­
ha sonraki olgunlaşma aşamalarında ortadan kalkmaktadır. Mastür­
basyon özgürlüğünün etkileri de istenildiği gibi olmamıştır. Verilen
iznin amacı suçluluk duygularının ortadan kaldırılmasıydı; ama bu­
nunla birlikte, eskiden mastürbasyon alışkanlığından vazgeçirme ça­
baları ben ve id arasında bir çatışmaya yol açarak kişilik oluşumunda
önemli bir rol oynarken, bu durumun yerini ahlak gelişiminde beliren
eksiklik ve sakatlık almıştır. Çocukları kaygının pençesinden kurtar­
ma çabalarının da beyhude olduğu ortaya çıkmıştır. Anne babalar ço­
cuğun kendilerinden duyduğu korkuyu ortadan kaldırmaya çalışırken
çocukta suçluluk duygularını artırdıklarını görmüşlerdir. Üstbenin
gücü azaldığında; çocuklar yaşanabilecek en büyük kaygıyla; dürtüle­
rinin baskısı karşısında korumasız duruma düşen insanların korku­
suyla karşı karşıya kalmışlardır.
O halde psikanalitik eğitim, başlangıçta kendine saptadığı ereğin
oldukça gerisinde kalmıştır. Yeni yöntemlerle yetişmiş olan çocuklar
kimi bakımlardan önceki kuşaklara göre daha farklı olabilirler. Ama
kaygı ve çatışmalardan daha fazla kurtulmuş oldukhm, bu yüzden de
nevroz ve benzeri ruhsal bozukluklarla daha az karşılaştıkları söyle-
ÇOCUKLUCUN PSIKANALITIK PSiKOLOJiSi 1 27

nemez. Burada yanılgı eğitim uygulamalarındaki bir yetersizlikten


değil, bizim abartılı beklentilerimizden kaynaklanmaktadır. Psikana­
litik düşüncenin bizi, "nevrozların kökeni"ni aramanın da, eğitime da­
yalı bir "nevrozdan korunma" yöntemi ummanın da gerçekçi olmadı­
ğına hazırlaması gerekirdi . Psikanalitik deneyimler nevrozların, in­
sanlığın kültür gelişimi karşılığında ödediği bedel olduğunu göster­
miştir. Bir ruhsal yapı oluşturan id, ben ve üstbenin her birinin, kendi
kökenleri, kendi amaçlan ve kendi çalışma yöntemleri vardır. Bunlar
tanım itibariyle birbiriyle çelişkilidir; bu çelişki, bireyin bilincine ruh­
sal çatışmalar olarak yansıyan bazı uyumsuzluklara ve çekişmelere
neden olur. Kişinin çatışmalardan kurtulması ve bütünleşmesi, bütün
kültürlerin insanları için yerine getirilemeyecek bir idealdir. "Analitik
eğitim"in burada yapabileceği, kimi durumlarda çocuğa çatışmalarını
ruhsal sağlığa uygun bir biçimde çözebilmekte yardım etmekten iba­
rettir. Ancak.{ıen, üstben ve id arasındaki uyumsuzluğun önlenemedi­
ği, dolayısıyla patolojik gelişmelerin ortaya çıktığı durumların sayısı
da az değildir.

ÇOC U K A N AL İ Z İ N İ N O R T A Y A ÇI K I ŞI V E S O N UÇL A RI

Eğitim uygulamalarıyla nevrozdan koruma çabalan sınırlarına dayan­


dığında yeni ve etkili bir araç ortaya çıktı. Çocuk analizi denilen bu
araç, analitik teknik ve terapinin erken çocukluk çatışmalarına, bu ça­
tışmaların oluştuğu sırada el koyabilmesi amacıyla kullanılacaktı.
Psikanalitik çocuk psikolojisi o zamana kadar yalnızca erişkinlerin
analizlerinin yeniden kurulmasına dayanırken artık bu psikolojiyi
oluşturmak amacıyla kullanılabilecek yeni bir veri kaynağı bulun­
muştu. Yetişkinlere ve çocuklara ait bulguların karşılaştırılması artık
analistler için önemli bir kuramsal görev oldu. Yetişkinlerin analizle­
rinden sağlanan çıkarsamalar, daha büyük çocukların ve en küçükle­
rin analizlerinin verileriyle tamamlanmaya başlandı .
Yeni psikanalitik uzmanlık alanı sayesinde, kamunun en başından
beri psikanalizden beklediği bir şey, yani çocukluk sorunları üzerinde
kesin bilgiler verme olgusu gerçeklik kazandı. Çocuk analizi "dış
dünya ile çocuğun kendi iç dünyasının gelişimi arasındaki karşılıklı
etkiler"e ilişkin açıklamalar sağlamaktaydı; "çocuklu k yaşamının sa­
yısız ayrıntısına" açılan pencereyi aralamaktaydı; "çocukların gerçek
gündelik yaşantıları ve fantezilerine" ulaşmayı sağlamaktaydı ; "Ço­
cuğun gündüz düşlerinin ve gece korkularının, oyunlarının ve üretici
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 28

ifadelerinin bugüne değin yetişkinlerin çocuğun deneyimlerinin gizli


noktalarıyla ilgili olarak geliştirdikleri anlayıştan ... çok daha somut
bir şekilde kavranılmasını sağlayan çerçeveyi yalnızca çocuk analisti
kurmuştur". 1 Analitik terapist küçük yaştakilerin analizinde çocuksu
komplekslerin ve bunların zihinde yarattığı karışıklığın gerek hasta­
nın bilinci gerekse analistin bakışı tarafından daha kolay kavranabil­
diğini; yani bunların çocuksu bellek yitimi ve örtü işlevi gören anılar
tarafından henüz maskelenmediğini görecektir.
Çocuk analisti olarak bu erken gelişim dönemlerini yıllarca yakın­
dan gözlemleyebilenler, yetişkin analizlerinden elde edilen çıkarsa·
malarla her zaman uyuşmayan sonuçlara ulaşırlar. Bu bakımdan ço­
cuk analizi kendisinden beklenen, yeniden inşa malzemesinin onay­
lanması işlevinden daha fazlasını yapacaktır. Çocuk analizi, baştan
itibaren kendinden beklenene uygun olarak, analitik varsayımlara da­
ir bazı ispatlar getirir. Aynca, "yeniden inşa yöntemlerinin ortaya çe­
şitli varsayımlar attığı"2 noktalarda, belli bir karar verilmesine yar­
dımcı olur. O zamana kadar ihmal edilmiş olan gerçeklere dikkat çe­
ker, bakış açılarını düzeltir (bkz. A. Freud, 1951 ). Aşağıda gösterme­
ye çalışacağım gibi, çocuk analizi psikanalitik terapi kuramına ve psi­
kanalitik metapsikolojiye katkıda bulunabilir.

Ç O C U G U N DO G R U D A N G Ö ZL E ML E N M ES İ N İ N
Ç O C U K PSİ KOLOJ İ S İ İ Çİ N K ULL A NIL M A SI

Psikanaliz kuramcıları arasında ilk olarak Heinz Hartmann, genel ola­


rak psikanalitik psi kolojinin ve özel olarak da psikanalitik çocuk psi­
kolojisinin "psikanalitik yöntemle ortaya çıkarılabilmiş olan bilgilerle
sınırlı" olmadığını dile getirmiştir (Heinz Hartmann, 1950a). Analitik
uygulamada bu görüş zaten uzun süredir kabul edilmekteydi. "Cinsel
Kuram Üzerine Üç Deneme"nin (S. Freud, 1905) yayımlanmasının
hemen ardından birçok analist kendi çocuklarını gözlemlemeye; ço­
cuksu cinselliğin, Oidipus ve hadım edilme komplekslerinin detayla­
rını saptamaya başlamışlardı. Viyana Psikanaliz Enstitüsü'nde yirmili
ve otuzlu yıllarda açılan eğitimciler kursu, yuva eğitmenlerini ve öğ­
retmenleri de aynı yönde cesaretlendirmekteydi. Sokak çocuklarıyla,
küçük yaştaki suçlularla ve genel olarak da ergen yaştaki gençlerle ça-

l . Alıntılar için bkz. Emst Kris (1 950: 28); aynca bkz. Emst Kris (1951).
2. Bkz, Robert Waelder (1936); aktaran Emsı Kris (1950).
ÇOCUKLUÔUN PSIKANALITIK PSiKOLOJiSi 1 29

lışan Aichom, Bemfeld ve onların öğrencileri de bu faaliyeti sürdür­


düler. 3 Bunları il. Dünya Savaşı sonrasında, ilgi odağını bebeklerin,
küçük çocukların ve yeni yetmelerin oluşturduğu çok daha sistematik
kurumlar ve projeler izledi.
Bu ilk günlerin çok üretken ve umut verici olmasına karşın birçok
analist için bakışlarını derinlerden, bilinçdışına itilmiş olandan yüze­
ye, yani görünürdeki davranışa doğru yönlendirmek gene de zordu.
Analiz dışı gözlemlerin analitik kuram için bir anlam ve önem taşıyıp
taşımadığı, taşıyorsa bunun ne sağlayabileceği, onlarca yıl boyunca
açık kalan ve analistler arasında çok tartışılan sorulardır. Analitik ka­
muoyunun bu konuda olumlu düşünmeye başlaması çok zaman al­
mıştır. Bu konuda olumlu görüşün ağır basmasını her şeyden önce
Hampstead Nursery'deki gözlemlere, Rene Spitz, John Bowlby, Mar­
garet Ribble, Margaret Mahler, Sally Provence ve çalışma arkadaşla­
rına; kuramsaNıakımdan da Ernst Kris ve Heinz Hartmann'ın önemli
çalışmalarına borçluyuz.
Psikanalizin içinden ve dışından yürütülen gözlemlerin etkileyici
ve karmaşık bir öyküsü vardır. Bu öykü tarihsel akışı içinde anlatıl­
maya değer.

Analistin Yalnızca Gizli Derinlikler Üzerinde Yoğunlaşması


Bu öykü analize yönelik bir düşmanlık ve yadsımayla başlar. İlk baş­
larda, çocuk analizi uzmanlığının ortaya çıkışından çok önce, yalnız­
ca iki meşru görev söz konusuydu: Analitik tekniğin geliştirilmesi ve
onun yardımıyla bilinçdışı alanında bir adım daha ilerleyebilmek.
Bunların her ikisi de bilincin yüzeyinden hareketle daha derine doğru
yönelmekteydi. Önemli olan yüzey ile derinlik, yani gözlemlenebilir
davranış ile gizli itkiler arasındaki benzerlikleri değil fark.lan ortaya
koymaktı. Bilincin ardında saklı olan, yani bilinçdışı olabilen güdü­
lenme yeni bir olguydu ve var güçle savunulması gerekiyordu. Ana­
listler dışında hiç kimse, bilincin ulaşamadığı bir bilinçdışının varlığı­
na inanmaya ya da doğrudan doğruya gözlemle kavranamayacak olan
güçlerin elkinliğini ve gücünü kabul etmeye niyetli değildi. Birçok te­
mel analitik öğretinin artık aydın kamuoyunun malı haline geldiği gü-

3. Bkz. Bemfeld, Aichom, Alice Balint, A. Freud. Aynca 'Zeitschriftfür psychoanaly­


tische Piidagogik'deki (lntemationaler Psychoanalytische Verlag, Viyana, 1927-37) çe­
şitli yazılar.
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 30

nümüzde, o günlerde kamuoyunun analize ve analistlere karşı tutu­


muna egemen olan inanmazlık, bilgisizlik ve batıl inançları düşüne­
bilmek bile zordur. Kimileri de her analistin daha ilk bakışta karşısın­
dakilerin bütün gizlerini görüvereceğine inanıyordu. Bunun hiç de
öyle olmadığı, analitik yöntemin ancak çok yavaş ve çok özgün ko­
şullar altında uygulanabileceği gerçeğini ise önemsiz bir ayrıntı ola­
rak bir kenara atıyorlardı. Aralarında çok ünlü psikiyatrlar da bulunan
başkaları ise, bilinçli olanla olmayan arasında hiçbir aynın yapmıyor­
lardı. Psikotik bir babanın kendi kızıyla gerçekten cinsel ilişkiye gir­
mesi onlar için Oidipus kompleksinin bastırılmış arzularıyla aynı şey­
di. O çağın ünlü bir adli vakasında yargıç, örtük olanla açık olan, bas­
tırılmış olan, hedeften sapan ya da eyleme geçen heyecanlar arasında­
ki farka hiç aldırmaksızın, oğulların babayı öldürme arzularını bir
suçlama olarak kullanmıştı.4 Akademik psikoloji alanında, soruştur­
ma ve anketler aracılığıyla (yani doğası gereği bilinç ile bilinçdışı ara­
sındaki sınırları aşmaya ve yetişkinlerin bilinçli anılarında coşkulu,
çocuksu çabaların kalıntılarını ortaya çıkarmaya uygun olmayan bir
yöntemle) Oidipus kompleksinin varlığına ya da yokluğuna ilişkin
kanıtlar toplamaya çalışılıyordu.
Bilinçdışının içeriği ile onun bilinçteki türevlerinin birbirine karış­
tırılması genç kuşaktan analistlerde bile görülüyordu. Örneğin rüya
yorumuyla ilgili olarak verilen psikanaliz kurslarında en zor işlerden
biri, psikanalist adaylarına rüyaların açık ve örtük içeriklerinin farkını
öğretmek, rüyadaki bilinçdışı arzunun rüya çalışması tarafından açık­
ça ortaya çıkarılmadığını anlatmak, bilinçli rüya metninin gizli içeriği
ancak dolaylı bir biçimde temsil ettiğini göstermek oldu yıllarca. Ay­
nca, bilincin ötesine ulaşıp yüzey ile derinlik arasındaki farkı bir an
önce kapatmak isteyen bazı psikanalistler, serbest çağrışım yöntemi­
ne ve analitik koşullara uymaksızın, bilinçdışı kompleksin en küçük
bir belirtisi karşısında özgül bilinçdışı itkiler, ensest veya sadomazo­
şist fanteziler, hadım edilme kaygılan, ölüm arzulan gibi çıkarsama­
larda bulunuyorlardı. Bu tür yorumlar yetersiz verilere dayandıkları
için, bilginin o günlerdeki genel düzeyi de düşünülürse, ancak yanlış
sonuçlara götürebilir ve psikanalistlerin itibarını daha da düşürebilir­
di. O halde, sorumluluğunun bilincinde olan her analistin, görünür yü­
zey bir yana, bastırılmış bilinçdışına bile ancak adım adım, bütün yo­
rum kurallarına uyarak yaklaşmayı; yani özgün çalışma yöntemlerine

4. Halsmann olayı. Bkz. S. Freud ( 193 1).


ÇOCUKLUÔUN PSIKANALITIK PSiKOLOJiSi 1 31

sıkı sıkıya ve inatla bağlı kalmayı görev edinmiş olması kimseyi şa­
şırtmamalıdır.

Gözlem Malzemesi Olarak Bilinçdışının Türevleri


Öte yandan, görünenin altındaki derinliklerle uğraşan en kararlı psiko­
log bile, hastanın rahat bir şekilde divana uzanması, serbest çağrışıma
yol açabilmek için eleştirel işlevinin azaltılması ya da durdurulması,
analistin kendisinin bir aktarım nesnesi olarak kullanılması, hareketli­
liğin ve böylelikle tepkilerin ortadan kaldırılması gibi yöntemlerle ya­
ratılan analitik koşulların bilinçdışının türevlerinin profilinin çıkartıl­
masından daha geniş bir etki yaptığını ileri süremezdi. Aslında, bu tü­
revler yalnızca analizde değil insan yaşamının her alanında görülebil­
diği için ciddiye alınmayı hak ediyordu. Örneğin, yetişkinlerde, önbi­
linçli veya bilinçdışı itkilere işaret eden semptomatik eylemler olan
dil sürçmeleri �örülebilir; ayrıca, hiçbir yorumlamada bulunmadan
gizli anlamı anlaşılabilen rüya simgeleri ve tipik rüyalar vardır. Ço­
cuklarda ise, yüzeyin altındaki arzulan hemen açığa vuran basit tat­
min rüyalarına; asgari bir çarpıtma düzeyiyle çocuğun libidinal gelişi­
mine dair bilgi veren bilinçli gündüz düşlerine rastlanır. Bu gündüz
düşlerine örnek olarak erkek çocuğu eril çabalarının doruk noktasına
varmış bir halde resmeden kahramanlık ve kurtarma fantezileri; anne
babaya dair yanılsamasının farkına varan gizillik dönemindeki çocuğa
işaret eden aileye dair kurgular ve ikiz kardeş fantezisi5; çocuksu cin­
selliğin sadomazoşist, anal evresine yönelik bir saplantıyı haber veren
dayak fantezileri gösterilebilir. Bütün analistler kendiliğinden ortaya
çıkan tepkilerle ilgilenmeye, bunları terapi çalışmasına hastayla bir­
likte dahil etmeye hazır değildir. Kimileri bunları izleyip genel sonuç­
lar çıkarmaya, öbürlerinden daha fazla eğilimlidir. Kimileri ise, görü­
nür olanın bilince çıkarılması konusunda, ortodoks bir analist için ola­
bileceğinden daha ileri gider ve bunlardan çabuk sonuçlar çıkarmaya,
bilinçdışına kısa yollardan ulaşmaya, hastanın işbirliğine çok daha az
başvurmaya ve doğru analiz tarzını, aktarım ve direncin yorumu yo­
luyla ilerleyen analizi terk etmeye yönelirler. Bu yüzden, birer "yaba­
ni" terapist haline gelirler. Ama terapi için büyük bir tehlike oluştura­
bilecek olan bu tarz, bu yolla çeşitli yüzeysel belirtileri analitik açıdan
anlamlı içeriklere çevirebilecek duruma gelebilen analitik gözlemci
ve analitik tanı koyucu için çok büyük faydalar da sağlar.

5. Bkz. Dorothy Burlingham ( 1 952).


ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 32

Gözlem Malzemesi Olarak Benin Savunma Mekanizmaları


Yüzeysel süreçlerin önemini kavrama açısından bir sonraki adım, psi­
kanalitik ben psikolojisidir. Analistin dikkati o andan sonra, bir yan­
dan bilinçdışının içeriğine ve türevlerine, yani itkilere, arzulara, fan­
tezilere ve varsayımlara; öte yandan da bilinci onlardan koruyan ben
işlevlerine, eşit biçimde odaklanmıştır. Savunma mekanizmaları oto­
matik olarak, yani bilincin katılımı olmaksızın kendiliğinden faaliye­
te geçse de yol açtığı sonuçlar görünürdür ve bu yüzden de gözlemci­
ye açıktır.
Bu varsayıma tam anlamıyla uymayan tek savunma mekanizması,
gerçekte bu mekanizmaların en önemlisi olan bastırma'dır. Bastırma­
nın olduğu yerde, bilincin yüzeyinde bir boşluktan, bir delikten başka
bir şey görünmez; yani beklentilerimize uygun olarak, normalde bu­
lunması gereken heyecanlar, yanılgılar yoktur. Örnekse, küçük bir kız
çocuğu "uslu, nazik, çalışkan, alçakgönüllü" olarak tanımlandığında
analist çocukluğa uygun düşen heyecanlar, saldırganlık, açgözlülük,
inat gibi şeylerin eksik kaldığını düşünecektir. Anne babaların daha
büyük olan çocuğun kendinden küçük bütün kardeşlerini sevdiğinden
emin oldukları bir durumda, analist bastırılmış haset ve kıskançlık
arar. Bir çocuk hiç meraklı değilse ve bebeklerin nereden geldiğini,
cinsiyetler arasındaki farkları ve anne babanın cinsel ilişkilerini bil­
mek istemiyorsa, haklı olarak normal cinsel ilginin bilinçli ifadeleri­
nin ortadan kalkmasına yol açan savunma süreçlerinin varlığını düşü­
nürüz.
Benin diğer savunma mekanizmaları gözlemcinin işini o denli zor­
laştırmaz. Örneğin "karşıt tepki kurma" olgusunun denk düştüğü id
içeriğinin anlaşılması hiç de zor değildir. "Babası akşamlan ya da ha­
vanın kötü olduğu durumlarda evden çıktığı zaman" korku nöbetleri
geçiren küçük bir oğlan çocuğu, böylelikle ona karşı besleyip bastır­
dığı ölüm isteklerini ele verir. Aynı şey geceleri, "onun yaşayıp yaşa­
madığından emin olmak için" küçük kardeşinin soluk alıp vermesini
kaygıyla dinleyen bir çocuk için de geçerlidir. Utanç, tiksinme ve acı­
manın teşhirciliğe, pislik zevkine ve acımasızlığa karşı verilmiş uzun
savunma mücadelelerinin sonucu olduğunu biliriz. Utanç, tiksinme
veya acıma yüzeye biraz fazlaca çıktığında güdülerde bu bileşenlerin
de olduğunu biliriz. Benzer şekilde, önemli ilkel itkilerin yön değiştir­
miş biçimi olan yüceltme'nin ardında hangi itkilerin bulunduğu kolay-
ÇOCUKLUÔUN PSIKANALITIK PSiKOLOJiSi 1 33

ca tespit edilebilir. Küçük çocuklardaki yansı tma lar, görünüşte isten­


'

meyen bir dizi nitelik ve tavra duyarlı olunduğunu gösterir.


Hastalann kendilerinden elde edilen analitik deneyimler daha son­
ra, bu tek tek mekanizmaların belirli karakterler ve kişilik tipleri biçi­
minde bir araya geldiklerinin anlaşılmasını sağladı; bunlar bir kez gö­
rüldüklerinde analiz dışı gözlemle tanınabilir. Bu tanıma ve anlama
süreci, ilk olarak, takıntılı kişiliğin oluşumsal kökenlerine inilmesiyle
başladı. Bu kişilik düzenlilik, temizlik, tutumluluk, ikirciklilik, birik­
tirmecilik gibi özelliklerle tanınabilir ve anal-sadist eğilimlerin varlı­
ğını gösterir. Tabii, yüzey ve derinlik arasındaki bağlarla ilgili çeşitli
bilgiler veren bu örneğin yanına başka örneklerin de eklenmemesi
için hiçbir neden yoktu. Bu noktada Freud'un beklentisini, "diğer ka­
rakter özelliklerinin de benzer şekilde, genitallik öncesi döneme ait
yapıların kalıntıları ya da karşıt tepki kurmalannın ortaya çıkaraca­
ğı. .. " beklentisini paylaşıyorduk (S. Freud, 1932).
Bu satırlann yazıldığı günden bu yana bu beklentilerin birçoğu ger­
çekleşti. Bugün anal karakterden başka oral dönemden ve üretral dö­
nemden kaynaklanan karakter tiplerini de biliyoruz; çocuklardaki çe­
şitli kişilik gelişimlerinin birçoğunun altlannda yatan belirli gelişim
aşamalarını tanıyoruz. Çocuklar nesne ilişkilerinde ya da başka bir
ilişkide meraklı, doyumsuz, iddialı, bağımlı, vb. iseler; zehirlenme
korkuları ya da benzeri bir yeme bozukluğu geliştinnişlerse onlann
oral aşamaya saplanıp kalmış olduklan ortadadır; bu saplanma nokta­
sına gerileme, daha sonraki gelişmeleri için bir tehlike demektir. Yü­
zeyde yakıcı bir hırs ve fevri davranışlar bulunduğunda saplanma nok­
tasının üretral aşamada bulunduğu sonucunu çıkannz. Gözlemci ya
da tanı koyucu için bu tür olgularda bastınlmış id içeriği ile görünen
ben yapısı arasındaki uygunluğun rastlantısal olmadığını, tam tersine
gelişime bağlı ve kurala uygun olduğunu; ruhsal aygıtın henüz girile­
memiş katmanlannda nelerin meydana geldiğini bilmek için yüzeye
bir bakış atmanın yeteceğinin farkında olmak son derece önemlidir.

Gözlem Malzemesi Olarak Çocuk Davranışı Özellikleri


Savunma mekanizmalan özelinde kullanılan yöntem, giderek, derin­
lerde neler olup bittiğini gözlemciye "işaret etmeye"6 başlayan çocuk
davranışları, tutumlan ve yönelişlerine de uygulanmaya başlandı. Bu-

6. Bkz. Hartmann ( l950a).


ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 34

rada da çıkış noktası, anal dönemden kaynaklanan zorlanmalı durum­


lardır. Çocuk analistleri deneyimleri sayesinde başka kökenlerden
kaynaklanan davranış özelliklerine de ulaşmaya, buradan hareketle
başlamışlardır.
Bu bakımdan en verimli aşamalardan biri fallik dönemdir. Birer
karşıt tepki kurma olan utangaçlık ve alçakgönüllülük, teşhirciliğin
dönüşmüş biçimleridir. Çocuklarda sık görülen ve okul yaşamında ra­
hatsız edici olabilen "soytarıyı oynamak" şeklindeki zorlanmanın,
teşhirciliğin çarpıtılmış hali olduğunu; fallik teşhirciliğin sahip olu­
nan bir şeyden çocuğun kendi kusurlarına kaydırıldığını artık biliyo­
ruz. Gürültücü bir saldırganlık ile abartılı erkekçe davranışlar, aşın
düzeyde telafilerdir ve altta yatan hadım edilme korkusunu ele verir­
ler. Özellikle okulda öğretmenden kınk not almaktan ve arkadaşlar­
dan kötü muamele görmekten yakınan çocuklar gerçekte kendilerini
edilgin-mazoşist eğilimlere karşı savunmaya çalışan edilgin kişilik­
lerdir. Bu arada çocukların, kural olarak her zaman mastürbasyon fan­
tezilerinin ve eyleminin bastırılmasına dayalı olan can sıkıntısı şika­
yetleri de önemlidir.
Çocukların bedensel bir hastalık sırasında gözlenmesi de onların
ruhsal durumuna ilişkin sonuçlar çıkarmamıza olanak sağlar. Kimile­
ri böyle anlarda dikkat, teselli ve bakıma bir türlü doyamazlar. Kimi­
leriyse kendilerini dış dünyadan geri çeker, salt uyumak ve yalnız bı­
rakılmak isterler. Bu iki davranış tipi de iki ayn tipte libido yönelişi­
ne; ilki dış dünyadaki nesnelere, ikincisi ise kendine ve kendi vücudu­
na yönelik libidoya işaret eder. Çocukların hekime, diyete ve diğer
zorunlu özgürlük kısıtlanmalarına itaatleri, anne babaların sevinerek
inandıklarının aksine, her zaman akıllı ve uslu olmanın belirtisi değil­
dir. Hastalık döneminde beklenmedik şekilde uslu olan, bunun dışın­
da normal davranan bir çocuk edilgin heyecanlarını doyuruyor ya da
korkularının ve suçluluk duygularının etkisi altında bulunuyor olabi­
lir. Çünkü her hastalık yasak eylemlerin hakedilmiş cezası olarak al­
gılanabilir. Kendi sağlıklarından çok endişe eden hipokondriak ço­
cuklar, anneden gördükleri bakım ve şefkatin yetersiz kaldığını, ya da
ona haklı veya haksız bir nedenle güven duymadıklarını belli etmek­
tedirler.
Çocuk oyunları da gözlemci için verimli kaynaklardan biridir. Re­
sim yapmak, el işleri, kum ve suyla oynamak anal ve üretral arzuların
bilinen yüceltmeleridir. Cinsel merak çoğu zaman, -sıkça yakınılan
oyuncak parçalama ile dışa vurulur. Trenle oynamak, oyunun biçimi-
ÇOCUKLUÔUN PSIKANALITIK PSiKOLOJiSi 1 35

ne göre, bir dolu bilinçdışı fantezi içerir: Sonu gelmeyen çarpışmalar,


oynayan çocuğun, bilinçdışında anne babasının cinsel ilişkileriyle uğ­
raşmakta olduğunu ele vermektedir; tüneller ve yeraltı hatlarına yöne­
lik özel ilgi, vücudun içine duyulan merakı gösterir; çok yüklü katar­
lar gebelik düşüncelerini simgelemektedir; oyuncağın yerde pürüzsüz
bir şekilde hareket etmesi ve hız üzerine yoğunlaşma, erkek çocuk
için penisin işlevinden duyulan sevinçten kaynaklanır. Futbol maçla­
rı sırasında oyuncular kendi yaşıtlarıyla olan gizli ilişkilerini açığa
vururlar. Sahada seçtiği konumlar başlı başına onun saldın, savunma,
rekabet, başarı ve yenilgi karşısındaki, kısaca erkeklik karşısındaki
tutumunu simgelemektedir. Atlı sporlar da kızların aynı olanaklarla
gözlenebilmesi olanağını verir. Yalnızca atın ritmik hareketlerine ilgi
duymak, çocuğun kendine yönelik ilkel erotik arzuların varlığını belli
etmektedir. Atların beslenmesiyle, tımarıyla uğraşmaktan duyulan
heyecan, bakıcı.olan anneyle özdeşleşmeyi göstermektedir. Kocaman
atla birlik olduğunu hisseden, atı kendi vücudunun bir parçası gibi du­
yan binici kız penise duyduğu imrenmeyi ve aynı zamanda da bu im­
renmeyi yatıştırmaya çalışmasını ele vermektedir. At üzerinde kesin
bir egemenlik kurma hırsı da fallik yüceltmelere eş düşmektedir.
Başka bir gözlem malzemesi de çocukların yeme alışkanlıklarıdır.
Bilgili bir gözlemci kendini, çocuksu oburluk ya da bunun tam tersi
olan iştahsızlığı gözlemekle sınırlı tutmamalıdır. Normal yeme işlevi­
nin bozuklukları olan her iki tutum da oral dönemden kaynaklanır. Bu
alana yönelik her özel sevgi ya da tiksinme, oral, anal ya da saldırgan
dürtülere ilişkin şu ya da bu gizli çabanın yansımasıdır. Aynca çeşitli
yeme alışkanlıkları ya da zorlukları gelişimle ilgilidir. Bunların orta­
ya çıkışı ya da kaybolması gözlemciye ya da tanı için çalışana çocu­
ğun birbirini izleyen gelişme dönemlerinin hangisine saplanmış oldu­
ğunu ya da şu anda hangi aşamada bulunduğunu gösteren son derece
önemli dayanak noktalan sağlar.7
Gözlemci için bir başka alan da çocuğun giyime karşı olan tutumu­
dur. Teşhirciliğin bedenin kendisinden üzerindeki örtüye de yayılabi­
leceği ve kendini her iki şekilde de gösterebileceği, analizin eski bul­
gulanndandır. Bastırılmış ilgi giyime karşı ilgisizlik ya da giyimin
özensizliği biçiminde bir davranışla da ortaya çıkabilir. Deri erotizmi­
nin bastırılması burada sert ya da batıcı giysilere duyarlılıkla kendini
belli eder. Kızların penis haseti yani kendi bedenlerine yönelik olum-

7. Bkz. bu kitapta 5. Bölüm.


ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 36

suz tutumları, ya özellikle kadınsı giyim özelliklerinden uzaklaşmak,


ya da bunun tersine pahalı ve gösterişli giyime aşın istek duymak ha­
linde belirebilir.
Çocukların kendi evinde, okulda, yaşıtlarının arasında ya da bü­
yüklerin yanındaki davranışları da bunlarla ilgilenen kişi için bitmez
tükenmez bir gözlem kaynağıdır. Söz konusu tutum ve davranışların
her biri köken olarak belli bir dürtü türevine bağlıdır. Bu dürtü türe­
vinden kaynaklanan davranış, zihnin gizli duran bölümünde temel
roller oynayan örtük kompleks veya çatışmalara dair bilgiler sağlar.
Çocuk analisti için, doğrudan gözlemler ve buradan çıkartılacak
sonuçlar üzerinde böylesi coşkuyla durmanın da bir tehlike oluştura­
bileceğini unutmamak çok önemlidir. Analistin bilincin ardındaki bi­
linçdışını görmeyi öğrenmiş olması onun bunu çocuk hastaların anali­
zinde de görebileceği anlamına gelmez. İd içerikleriyle benin eylem­
leri arasındaki örtüşmeye dair tipik örnekler, çocuk analizindeki yo­
rum çalışmaları için hiç de uygun kurallar oluşturmaz. Simgeleri yo­
rumlarken bu örnekleri temel almak, benin bilinçdışı içeriğe karşı
kurduğu savunmaları yok saymak demektir; böylece hastanın bunları
sabırla ve yavaş yavaş ortadan kaldırması gerekirken kaygılan ve di­
rençleri daha da artar. Analistin bu noktalardan ne ölçüde yararlanabi­
leceğini de pek abartmaması gerekir. Bizim için artık saydamlaşmış
olan görünür tutum ve davranışlardan başka, belli ve değişmez bir kö­
kenden kaynaklanmayan ya da kökenleri henüz anlaşılamamış olan
pek çok başka davranış da vardır. Çocuk tutum ve davranışlarının çok
büyük bir bölümü bu yüzden henüz bilmece gibidir ve analiz süresin­
ce yürütülecek araştırmalarla aydınlatılmayı beklemektedir.

Benin Doğrudan Gözlemlenmesi


Yukarıda sözü edilen noktalarda, analist, gözlemciye oranla daha
avantajlı bir konumdadır. Ancak, ben psikolojisinin psikanalitik çalış­
maya dahil edilmesiyle, gözlemci de belli bir statüye kavuşmuştur so­
nunda. Ben ve üstben bilince açık yapılar oldukları için, doğrudan ya­
ni yüzeysel gözlem, derinlikleri araştıran psikanalizin yanına eklenen
ve onunla işbirliğine giren uygun bir çalışma aracı olmuştur.
Analiz dışı gözlemler her şeyden önce benin çatışmadan arınmış
alanıyla,s yani iç ve dış uyaranların algılanmasına yarayan ben aygıt-

8. Bkz. Hartmann ( 1950a).


ÇOCUKLUÔUN PSIKANALITIK PSiKOLOJiSi 1 37

!arıyla ilgilenirler. Her ne kadar dış uyaranların algılanışına dayalı


olan içselleştirme, özdeşleşme ve üstben oluşumu büyük ölçüde çatış­
malı alana giriyor ve bu yüzden de analizin konusu oluyorlarsa da; ay­
gıtların kendisi ve ulaştıkları olgunluk düzeyi dışarıdan bakan göz­
lemci tarafından da ölçülebilir.
Ben işlevlerinin incelenmesinde analitik ve analiz dışı gözlem yön­
temleri eşit şekilde kullanılır. İki önemli ben işlevi olan hareket ve ko­
nuşma dışarıdan yapılan doğrudan gözlemle değerlendirilebilir. Be­
lirli bir etkililik ve nitelik derecesi söz konusuysa, bellek testlerle öl­
çülebilir. Ama haz ilkesine bağımlı ya da ondan bağımsız oluşu, yani
haz alınmayan şeylerin anımsanıp anımsanmadığı, ancak analizin
kendisi tarafından saptanabilir. Gerçekliği sınama yetisinin yeterli
olup olmadığı çocuğun davranışlarından açıkça görülebilir. Sentezle­
me işlevi ise alttan alta faaliyet ·gösterir; çok bariz durumlar dışında,
bu işlevin zarar görmüş olup olmadığı ancak analizde saptanabilir.
Yaşamsal önemi olan birincil ve ikincil süreçler söz konusu oldu­
ğunda her iki çalışma yöntemi de kullanılır. Bu iki tip düşünce yönte­
mi arasında fark bulunduğu; birincinin rüya çalışması ve semptom
oluşumundan, ikincisininse akılcı düşünceden sorumlu olduğu gerçe­
ği, bildiğimiz gibi, analitik çalışma sayesinde anlaşılmıştır. Ama bir
kez tanımlandıktan sonra, iki yaşındaki bebeklerde, suç işlemeye eği­
lim gösteren ergenlerde veya ergenlik öncesi dönemdeki çocuklarda
kolayca gözlenebilirler. Her iki çocuk tipinde de, süreçlerin hızla bir­
birinin yerini aldığı açıktır: Birey ruhsal denge içinde bulunduğu sü­
rece ikincil süreç egemendir; ama cinsel ya da saldırgan dürtüler artar
artmaz birincil süreç egemenliği ele geçirir. Bir işlev türünden öbürü­
ne geçiş, davranışın görünürdeki değişiminden anlaşılabilir.
Son olarak, psikanalitik çocuk psikolojisinde birçok analistin de
doğrudan gözlem yöntemini tercih ettiği bir alan da vardır. Bildiğimiz
gibi, analitik yöntem çocuklarda kullanabildikleri dışavurum olanak­
larıyla, yetişkinlerdeyse aktarılabilen ve erken çocukluk yaşantıları­
nın yeniden kurgulanışı ile değerlendirilebilen arkaik malzemeyle sı­
nırlıdır.9 Bütün çabalara karşın, analiz sırasında konuşma gelişiminin
öncesine ve bebeklik dönemindeki ruhsal yaşamın başlangıçlarına gi­
dildiğinde, bu dönemlere ilişkin pek çok şeyin karanlıkta ve açıklan­
mamış olarak kaldığı görülmektedir. Burada annelerin, küçük çocuk­
ların ve onların arasındaki en erken karşılıklı ilişkinin doğrudan göz-

9. Aynca bkz. a.g.e.


ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 38

lenmesi, dayanılan varsayımların tamamlanması, onaylanması ya da


düzeltilmesi için önemli bir rol oynamaktadır.
Küçük çocuklarda ağır sonuçlan olabilen ayrılık kaygısının ortaya
çıkarılmasını ise, yetişkin analizlerinden elde edilenlerin yeniden kur­
gulanması ya da çocuk analizlerine değil, bakım kurumlarında, yetim
yurtlarında ya da hastanelerde yapılan gözlemlere borçlu oluşumuz
da analiz dışı yöntemin lehine yazılmalıdır. 10 Bununla birlikte, ben
psikolojisinin yöntemlerini analitik yöntemden üstün saymak büyük
bir hata olur. Psikanalizden önce çocuk psikologları, çocuk cinselliği,
libido gelişim aşamaları ve çocuk komplekslerini, bunların apaçık et­
kilerine karşın görmeden geçmişlerdir ve ancak analiz çerçevesindeki
araştırmalar ve bulgular gözlemcilerin gözlerini açmıştır.
Psikanalitik çocuk psikolojisindeki birçok sorunun yanıtlanması
için en uygun yöntem doğrudan gözlem, çocuk analizi ve uzunlaması­
na çalışmanın bir arada kullanılmasıdır. Erken dönemdeki gelişim sü­
reçlerinin ayrıntılı anlatımı, çocukluğun daha ileri bir yaşında yürütü­
len bir analizin verileriyle karşılaştırıldığında özellikle değer taşımak­
tadır. Küçük çocukların analizi, daha Herdeki belirgin bireysel özel­
liklerin izlenebilmesi açısından çok değerli temel bilgiler sağlamakta­
dır. Bu tür deneylerde analiz ve doğrudan gözlem birbirlerini tamam­
lamakta; kendi çalışma yöntemlerinin doğruluk ve güvenilebilirliğine
ilişkin eleştirel sonuçlara da olanak sağlamaktadır. ' ı

10. Aynca bkz. John Bowlby (1960).


1 l . Bu çerçevede Emst ve Marianne Kris'in ABD'de, Yale llniversity'deki Çocuk
Araştırma Merkezi'nde; aynca Londra'daki Hampstead Çocuk Terapisi K.liniği'nde yap­
tıkları çalışmalara bakınız.
2

Çocuk Analiziyle Yetişkin Anal izi


Arasındaki ilişkiler

A N AL İ T İ K T E R A P İ N İ N İL KEL E R İ

Yeni uzmanlık alanı varlığını başarıyla sürdürürken çocuk analiziyle


yetişkin analizi arasındaki farklar da1 belirginleşiyordu.
Çocuk analistleri, klasik yöntemden ayrıldıkları yönleri ilan etmek­
te hiç acele etıijediler. Tam tersine, her iki yöntemin benzer ya da ne­
redeyse özdeş olduklarını öne çıkarıyor, hem çocuk hem de yetişkin
hastalan karşısında aynı terapi ilkelerine2 bağlı kaldıklarını vurgulu­
yorlardı. Çocuk analizi bağlamında bu ilkeler şunları gerektiriyordu:
1. Hasta karşısında otorite kullanmamak ve böylece telkin olasılığını
tedaviden uzak tutmak;
2. Ertelenmiş duygusal tepkileri bir terapi aracı olarak kullanmamak;
3. Hastanın dış yaşantısına olabildiğince az karışmak, yani yalnızca
çocuğun yaşam koşullarında açıkça travmatik ya da baştan çıkarıcı
etkileri kesmek amacıyla değişiklik yapmak;
4. Terapinin meşru aracı olarak direnç ve aktarımın analizini ve bi­
linçdışı malzemenin yorumunu görmek.
Bu ilkeleri izleyen bir çocuk analizi yöntemi, klasik yetişkin anali­
zinden hiç de geri kalmaz ve başarılarının aynı temel ilkelere bağlı ol­
duğundan emin olabilir. Yani, çocuk ve yetişkin analistleri şunları ya­
pacaklardır: ld içeriğinden önce ben içeriğini analiz etmek, belli veri­
ler ortaya çıktıkça id ve ben arasında gelip giderek yorum yapmak;
yüzeyden başlayıp derine gitmek; bilinçdışı fantezi ve tutumların ye­
niden yaşanıp yorumlanması için analistin kendisini bir aktarım nes­
nesi olarak sunmak; mümkün olduğu kadarıyla, itkileri bunlar hayata

1 . Burada ve aşağıdaki satırlarda çocuk analiziyle ilgili olarak söylenen şeyler, yal­
nızca benim ilişkili olduğum çocuk analizi tipine göndermede bulunmaktadır. Dolayısıy­
la çocuk analizinin başka bir türü veya tekniğiyle, keza ondan türetilmiş teorilerle ilgisi
yoktur.
2. Bkz. Edward Bibring ( 1954).
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 40

geçirildikleri ve doyurulduktan halde değil doyurulamadıkları halde


analiz etmek; gerilimin azalmasını duygusal boşalmadan değil malze­
menin birincil süreç düzeyinden ikincil düşünce süreçlerine aktarıl­
masından beklemek; kısacası, id'i bir ben içeriğine dönüştürmek.

İ YİLEŞME EGİLİM LERİ


Çocuk analizi, kendisinden daha önce gelen yetişkin analizine yön­
tem açısından benzemekle beraber terapinin diğer temel koşullan açı­
sından hayli farklıdır. Kişilik yapısında ruhsal dengeyi sağlamaya yö­
nelik güçler bulunduğu ve analizin başarısının temelde bu kendiliğin­
den çabalardan kaynaklandığı görüşünü Edward Bibring'e ( 1937)
borçluyuz. Bibring tarafından "iyileşme eğilimleri" olarak adlandırı­
lan, analistin destek alabileceği ve kendi amacı doğrultusunda fayda­
lanabileceği güçler, ruhsal yaşamda çeşitli biçimlerde ortaya çıkarlar:
bireyin içindeki gelişim süreçlerini sürdürme çabası olarak; dürtüle­
rin doyurulması ve duygusal deneyimlerin yinelenmesi çabası olarak,
normalliğe değer verme ve anormallikten uzaklaşma çabası olarak;
benin sentez işlevi olarak; deneyimleri özümleme ve bütünleştirme
yeteneği olarak; kendi kişiliğinin kimi parçalarını nesneler üzerine
dışsallaştırma olarak. Ancak, bu açıdan çocuklar yetişkinlerden fark­
lıdır. Yetişkin nevrotik kendisi için çalışabilme ve haz alabilme de­
rnek olan sağlığa kavuşmayı diler; çocuklarsa çoğu zaman hasta kal­
mayı, birincil ve ikincil hastalık kazançlarına tutunmayı ve haz ver­
meyen bir dış dünyaya uyumdan kaçınmayı yeğlerler. Yetişkinde ak­
tarım süreçlerine yardımcı olan yineleme eğilimine karşılık, çocuklar­
da yeni yaşantılara, deneyimlere ve nesnelere duyulan açlık ön plan­
dadır. Olgun benin, yorumlanan malzemenin çalışılmasında son dere­
cede yardımcı olan özümleme ve bütünleştirme yeteneği çocukta he­
nüz tam değildir; çocuk yansıtma, yalıtma, benin yarılması, yadsıma
gibi yaşına uygun mekanizmaları yeğlemektedir. İd içeriklerinin sı­
kıştırması nedeniyle ortaya çıkan dürtü doyumu zorlaması çocuklarda
o denli güçlüdür ki, analitik çabalara yardım edeceğine onları engel­
ler. Kısaca, çocuk analisti, bir istisna dışında, iyileşme eğilimlerinden
çok şey ummamalıdır. O istisna ise şudur: Çocuklarda, olgunlaşma
sürecinden kaynaklanan gelişimi tamamlama itkisi, yetişkinlere oran­
la çok daha güçlüdür.
Yetişkin nevrotiğin dürtü yaşamının büyük bölümü semptomlara
kilitlenmiş bulunmaktadır; güçlü karşıt duygu yatırımlan nedeniyle
ÇOCUK ANALiZiYLE YETiŞKiN ANALiZi 1 41

bu durum sabitleşmiştir; dürtü enerjisinin yeni dalgalan da bu neden­


le aynı yöne doğru akmaktadır. Buna karşılık çocuğun olgunlaşma­
mış kişiliği geçişken bir haldedir, yani sürekli değişimlere maruzdur.
Bir gelişme evresinde uzlaşmaya ve çatışmayı çözmeye yarayan
semptomlar, bir sonraki aşamada işe yaramaz ve bırakılır. Libido ve
saldırganlık sürekli hareket halindedir; yetişkinlere oranla, analitik te­
rapi tarafından açılan kanallara yönelme olasılığı daha yüksektir. Bir
çocuk analisti için açmaz, analitik başarının değerlendirilmesindeki
güvensizliktedir. En ağır patolojik durumlar dışında, terapiden sonra
atılan adımların hangilerinin terapi yoluna, ne kadarının olgunlaşma­
ya ve gelişme sürecinin ani atılımlarına bağlı olduğuna karar vermek
pek olası değildir.

TEKNİK

Terapi kuramı açısından "çocuk analizi yöntemi" olgun ve olgunlaş­


mamış kişilik yapılan arasındaki farkın; çocuklukta ve yetişkinlikte
içinde bulunulan yaşam koşullarının farklı oluşunun mantıki sonucu
sayılabilir. Yine de, çocuk analisti gündelik çalışması için düzenli bir
kurallar ve ilkeler sistemini gereksinir.
Çocukta, yeniden sağlığına kavuşma isteğini ve analistle tedavide
işbirliğine götüren hastalık içgörüsünü bulamayız. Çocuğun dirençle­
re karşı savaşmak yerine onların yanında yer aldığını görürüz. Teda­
vinin başlamasının ve sonlandırılmasının, hastanın kendi sorumlulu­
ğuyla değil çevresinin sorumluluğuyla olduğunu kural olarak kabul
etmek zorundayızdır. Bu ve daha birçok nedenden anne baba çocuksu
ben ve üstbene destek olmak veya onların yerini almak üzere tedaviye
katılmalıdır; dolayısıyla hasta ile analist arasındaki tümüyle dışa ka­
palı olan ilişki çocuk analizinde söz konusu değildir. Yetişkin nevro­
tiklerde, tedavinin başarısı için vazgeçilmez olarak gördüğümüz ön­
koşulların birçoğu çocukta bulunmaz; bu önkoşulların yöntem yardı­
mıyla ve zahmetli çabalar sonucunda oluşturulması gerekir.

Serbest Çağrışımın Yokluğu


Çocuk analisti için yukarıdaki noktalardan daha vahim görünen şey,
serbest çağrışımın olmamasıdır. Yetişkin hastaların akıllarına gelen­
leri özeleştiriden geçirmeden bildirmeleri gibi temel bir kural, çocuk­
larda inatçı bir kaçınma engeline çarpar. Tıpkı yetişkinler gibi onların
da çok büyük çoğunluğu rüyalarını ve gündüz düşlerini analize getir-
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 42

meye hazırdır; ama büyüklerin aksine, akıllarına düş unsurlarına iliş­


kin bir anı ya da düşünce nadiren gelir. Bu yüzden de analiste açık düş
içeriğinden örtük düş içeriğine gidebilecek güvenilir bir yol açmazlar.
Analiz sırasında bir güven ilişkisi oluşması koşuluyla, yaşantılarını
analistle paylaşırlar; ama serbest çağrışım aracı olmaksızın anlattıkla­
rı bilinç çerçevesinin ötesine gidemez. Çocukların serbest çağrışım
yapamayışları ya da yapmayışları genel bir deneyimdir ve birden çok
nedeni vardır. Bilinç için büyüklerin otorite ve üstben figürü konu­
munda olmaları, muhtemelen çocuğun sınırsız açıklık ve doğruluğu­
nu engellemektedir. Bilinçdışı olarak çocuk beninin dürtü yaşamına
karşı kendi savunmalarının gücüne güvenemeyişi; bu yüzden eleştiri
ve sansürün tümüyle devreden çıkışının olgunlaşmamış birey için ol­
gun insanlara oranla daha büyük bir tehlike oluşturması da bu neden­
ler arasında sayılabilir.
Çocuk analizinin tarihi aslında, ortada bulunmayan serbest çağrışı­
mın başka yardımcı araçlarla yerine konabilmesi girişimlerinden olu­
şan uzun bir zincirden başka bir şey değildir. Çocuk analizi saatini
dolduran şeyler oyuncaklarla serbestçe oynamak, resim yapmak ve
boyamak, oyun hamurundan şekiller yapmak gibi şeylerle geçer.
Bunlar analiste, yorum için kullanabileceği malzemeyi sağlar. Ama
aktarım davranışının en aşın biçimde ortaya çıktığı durumlarda bile,
serbest çağrışımın yokluğu nedeniyle önemli bir boşluk kalır. Çocu­
ğun oyun davranışının her şeyden önce simgesel malzeme sağlaması,
bunun da genelde simge yorumunda bulunan bütün kuşku, belirsizlik
ve keyfiyeti taşıması sonucu oluşan bir eksiklik hep hissedilir. Bilinç­
dışından gelenlerin yetişkinde söz olarak ortaya çıkmasına karşın ço­
cukta eylem olarak ortaya çıkması da bir başka dezavantajdır. Sözün
yerini eyleme bırakması analitik konumu değiştirir. Serbest çağrışı­
mın hastanın hareketliliğinin az olduğu bir durumda gerçekleşmesi­
nin, klasik yöntemin vazgeçilmez bir koşulu olduğunu haklı olarak
daha önce vurgulamıştık. Ancak, çocuk analizinde olduğu gibi hasta­
nın konuşmak yerine eylemde bulunduğu durumlarda istenen koşul
yerine gelmez. Çocuk hasta kendini ya da analistin güvenliğini tehli­
keye soktuğunda, büyük maddi zararlar verdiğinde, baştan çıkarmaya
çalıştığı ya da karşısındakini kendisini baştan çıkarması için zorlama­
ya giriştiğinde çocuk analisti, ne denli az isterse istesin, müdahale et­
mek zorunda kalır; bu hareketlerde beliren malzeme de istemeye iste­
meye analiz dışında kalır. Sözcükler, düşünceler, fanteziler, bildiği­
miz gibi "serbest"tir; eylemler ise başka yasalara tabidir. Çocuk ana-
ÇOCUK ANALiZiYLE YETiŞKiN ANALiZi 1 43

listlerinin bu farkı unuttukları, bir yetişkin analizindelermiş gibi dav­


randıkları ve çocuğa terapi sırasında "her istediğini" yapabileceğini
söyledikleri pek de ender değildir. Bu yanlışlarını ancak çocuk çok
ileri gidip hareketlerinde tahammül edilebilir sınırlan aştığında fark
ederler.
Çağrışımla eylem arasındaki bir başka fark ise bence şimdiye ka­
dar dikkati pek çekmemiştir. Serbest çağrışım birinci planda hastanın
cinsel fantezilerini yüzeye çıkardığı halde, serbest eylemler saldırgan
fanteziler üzerine etki eder. Böylece çocukların aktarımında saldır­
ganlık, daha doğrusu genital dönem öncesi cinselliğin saldırgan yanı
yönlendirici bir rol oynar. Bu yüzden de aktarım nesnesine saldırılar
gerçek provokasyonlar, tükürmek, vurmak, dövmek gibi hareketlerle
kendini gösterir. Analitik toleransın serbest bıraktığı saldırgan heye­
canlar her zaman denetim altına alınamaz. Kuramsal olarak, eyleme
koyma ile saldırganlık arasındaki bu ilinti, çocuksu libido ile saldır­
ganlık arasındaki karmaşık ilişkiler konusunda yanılma ve yanlış var­
sayımlara düşme tehlikesini de beraberinde getirir.
Tepki göstermek, harekete geçmek çocuğun yaşına göre normaldir,
yani çocuğun gelişim durumunun dışavurulma biçimine uygundur.
Ama bu durumun tedaviye bir etkisi olmaz; yani bir içgörü ve içsel
değişim sağlamaz. Yetişkinlerin analizinde, dürtü türevlerinin eyleme
konmasının, özellikle de yorumlanmadığı ya da yorumun hasta tara­
fından kabul edilmediği durumlarda, olumsuz olarak değerlendirilme­
si gerektiğini çoktan öğrenmişizdir. Çocuk analizinde ise bu görüş he­
nüz her yerde kabul edilmemiştir ve eyleme koymanın duygusal boşa­
lım sağladığı yolundaki batıl inancın kalıntıları hala mevcuttur.

Yorumlamak ve Sözcüklere Dökmek


Çocuk analistinin de yetişkinlerin analisti gibi bilinçdışı malzemeyi bi­
linçli hale getirmek için çalıştığı aşağı yukarı doğrudur, ancak bu ifade­
yi belli ölçülerde düzeltmek ve aydınlatmak gerekmektedir. Her iki
yöntemin de amacı, id türevleri üzerinde daha iyi bir ben egemenliği
kurmak için bilincin sınırlarının genişletilmesidir. Çocuk analisti de bu
amaç doğrultusunda çalışır; ancak bu sırada serbest çağrışımın devre
dışı oluşu, çocukta analitik olarak değerlendirilemeyen eyleme koy­
maların fazlalığı ve diğer teknik engeller bu çabaları zorlaştırmaktadır.
Yöntemler arasındaki farklar amaç değil yorumlanacak malzeme
türü çerçevesinde ortaya çıkar. Yetişkin analizi, uzun bir süre boyunca
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 44

ikincil basbrma altındaki malzemeyle; yani, şu veya bu zamanda bi­


linçten çıkarılmış olan id türevlerine karşı konulan savunmaları çöz­
mekle uğraşır. Ancak bunu başardıktan sonradır ki birincil bastırma al­
tındaki unsurlara yönelir. Konuşma öncesi dönemden kalan bu unsur­
lar hiçbir zaman ben örgütlenmesinin bir parçası olmamıştır; dolayı­
sıyla "hatırlanamazlar", ancak aktarım içinde yeniden yaşanabilirler.
Hastanın yaşı ne denli küçükse analitik süreçler de o denli çeşitli
yürüyebilir. Gizillik dönemindeki çocuklar bu bağlamda yetişkinlere
çok benzerlik gösterirler. Gizillik döneminden önce, yani oidipal ve
pre-oidipal dönemlerden önce ise, birincil ve ikincil bastırma unsurla­
rının oranı ve analizde ortaya çıkış sıralan yetişkinlerde görülen oran
ve sıranın tam tersidir.
Çocuksu ben iç ve dış algılama dünyasına uyum sağlamak göreviy­
le yükümlüdür ve her ikisine de normal olarak ikincil düşünce süreç­
leri yardımıyla egemen olur ki bu da dilin gelişmesine bağlıdır. Bu
gelişimin geciktiği ya da kısmen oluşmamış bulunduğu durumlarda
gelişim analizi yardımcı olabilir. Böyle çocuklarda, bir yandan yo­
rumlama sürecine devam ederken; diğer yandan da bilince çıkması
mümkün olabilen, ama henüz ben statüsüne, bilince ve ikincil geliştir­
meye erişmemiş olan (örneğin birincil bastırmaya maruz kalan) bi­
linçdışı çabalan söze dökmeye çalışmak gerekir.
Küçük çocuğun gelişiminde söze dökmenin rolüne ilişkin önemli
görüşler borçlu olduğumuz Anny Katan ( 1961), üstben oluşumuyla
çocuğun birincil süreçten ikincil sürece geçmesi arasında doğrudan
doğruya zamansal bir ilinti bulunduğunu göstermiştir. Ona göre, ikin­
cil süreç dilin gelişimine bağlıdır, dış dünyaya yönelik algıların söze
dökülmesi içsel süreçlerinkinden önce gelir; içsel süreçlerin söze dö­
külmesi gerçekliğin sınanmasına ve benin idden gelen itkiler üzerinde
denetim kurmasına yardımcı olur.
Aslında, söze dökmenin insanın evrimindeki rolü, psikanalizin da­
ha ilk günlerinde fark edilmiştir. Freud, uygarlığın kurucusu olarak
düşmanına mızrak fırlatmak yerine küfreden ilk insanı gösteren bir
İngiliz yazardan söz eder (Freud, 1 893: 36). Bilinçdışı id içeriğinin bi­
linçli sözcüklere çevrilmesi, her yorumlama çabasının en önemli işi
ve bu yüzden de her yaşta analizin önemli bir unsurudur. Aynca çok
küçük yaşta; konuşma gelişiminde, düşünce gelişiminde ve ben ör­
gütlenmesinde çeşitli yetersizliklerle terapiye gelenlerin tedavisinde
özel bir role sahiptir.
ÇOCUK ANALiZiYLE YETiŞKiN ANALiZi 1 45

Direnç Analizi
Çocuk analizinin başlangıç döneminde, haklı olarak, olgunlaşmamış
benin analize yetişkinlerden daha az direnç göstereceği umuluyordu.
Bu beklenti hiçbir suretle haklı çıkmamıştır. Tam tersine, ben ve id
arasındaki sınırlar, ister bilinçli ister bilinçsiz olsun, çocukta daha geç
dönemlere oranla hiç de daha az keskin ve sert çizilmiş değildir. İd tü­
revlerinin yüzeye çıkmasını ve bunların analitik malzemeye dahil
edilmesini sağlamak, yetişkinlerde olduğundan daha kolay değildir.
Hastanın beni, kendi üstünlüğüne ve aracı rolüne güven duyamayınca
savunmalarına daha da büyük bir korkuyla sarılır.
Klasik terapi kuramında analizin karşısına çıkan dirençleri genel­
likle kökenlerine göre sınıflandırıyoruz. Hoşnutsuzluk, kaygı ve suç­
luluk duygularına karşı oluşturduğu savunmayı yönetmeye çabalayan
ben dirençlerin� yasaklanmış düş ve fantezilerin ortaya çıkmasına ah­
lak adına engel olmaya çalışan üstben dirençlerini; analiz sürecinde,
aktarımın içinde veya dışında ortaya çıkmalarına rağmen, içgörü
ıı.macıyla kullanıldıktan sonra da eyleme geçip doyurulmak istemeleri
durumunda analizi engelleyen dürtü türevlerinin direnişlerini; yinele­
me ilkesine tabi oldukları için değişime karşı çıkan id direnişlerini
birbirinden ayırt ediyoruz.
Yetişkinlerdeki bu dirençler çocuklarda da vardır; onları en geniş
biçimde kullanırlar ve aynca aşağıda sayacağım özel içsel ve dışsal
konumlarına özgü olan zorlukları da yaratırlar:
1. Çoğu, kendi istemleriyle analize gelmemiş olan isteksiz hastalar­
dır. Terapistle hiçbir gönüllü işbirlikleri olmadığından kendilerini
teknik kurallara bağlı da hissetmezler.
2. Çocuk olarak o anı yaşamaktadırlar. Analizde kaçınılmaz olan hoş­
nutsuzluk ve kaygı duyguları onlarda, ileride gerçekleşecek bir iyi­
leşme umudundan daha ağır basar.
3 . Gelişim aşamalarına uygun olarak, malzemeyi sözlerle değil, hare­
ket ve tutumlarıyla ortaya çıkarırlar. Zorlantılı olanlar dışında bü­
tün çocuklar analiz sırasında eyleme koymaktadırlar. 3
4. Dürtü ve dış dünya baskılarına karşı yetişkine oranla daha güçsüz
olan olgunlaşmamış ben, analizi bir tehlike olarak algılar ve ona
karşı savunma direncini artınr.4 Çocuklukta kural olan bu tutum

3. Bkz. yukanda "serbest çağnşım yerine eylem".


4. Bkz. yukanda "serbest çağrışımdan kaçınma".
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 46

özellikle ergenliğin başında, yani güdülere karşı savunmaların nor­


mal olarak dorukta olduğu, güdü tehlikesinin yükseliş döneminde
görülür. Ergenlik öncesinde bulunan çocuklar, çoğunlukla analize
karşı sanki yaşamı terk etmeleri ya da çocuksu dürtü doyumlarına
gerilemeleri isteniyormuşçasına direnirler.
5. Çocuklarda, yetişkinlere oranla daha çok sayıda ben direnci bulu­
nur. Savunma örgütleme biçimlerine koşut olarak daha gelişkin
ben mekanizmalarının yanında, en ilkel savunma biçimleri de he­
nüz iş başındadır.
6. Çocuk beni kendi dirençlerine karşı çalışmak yerine onların yanın­
da yer alır.5 Kaygı uyandıran malzemenin basıncı altında ya da yo­
ğun olumsuz aktarım anlarında çocukların çoğu analizden kaçmak
ister ve ancak anne babalarının etkisiyle analizde tutulabilirler.
7. Analiz sırasında arkaik malzemenin yeniden canlandırılması, ço­
cukların yaşlarının gereği olan geçmişi geride bırakma dileğine ay­
kırıdır. Bundan kaynaklanan sorunlar farklı yaşam dönemlerinde
farklı büyüklüktedir. Çocuk analizi için özellikle kritik olan bir dö­
nem, çocuğun gelişim koşullarını izleyerek çocuksu yaşantılardan
uzaklaşmak ve onlan unutmak istediği süreçtir; yani oidipal aşa­
madan gizillik dönemine geçiştir. Analist de bu unutkanlığa karşı
çalışmak ve çocuksu komplekslerle iletişimi sürdürmek ister. Nev­
rotik çocuklar bu dönem esnasında, daha önceki dönemlere oranla
daha az tedavi gereksinimi içinde değildirler elbette; ama analize
çok daha az isteklidirler ve dirençlerini güçlendirirler.
Aynı durum ergenlikte de ortaya çıkar. Normal olarak çocuksu
sevgi nesnelerinden uzaklaşmakta olan ergen, analitik aktarımın
tam da bu ilişkileri yeniden canlandırmak istemesini özellikle güç
bulacaktır. Birçok ergen analizi işte bu yüzden ortaya çıkan çatış­
ma nedeniyle kesilir.
8. Her çocuk, iç çatışmalarını dış dünyayla savaş şeklinde dışsallaştı­
rır. Çocuk çevresindeki bir kişiyle "kavga" eder; böylelikle içinde­
ki uyumsuzluğu rahatlatır ve yadsımış olur. Gerçek ruhsal içeriği
yeniden oluşturmaya ve bilince açmaya çalışan analiz kimi durum­
larda tam bir kaçınmaya kadar ulaşabilen güçlü bir dirençle karşıla­
şır. Burada çocuğun olumsuz tutumunu yanlış anlayarak "olumsuz
aktarım" olarak yorumlamak yerine, bu tutumun ardındaki kaygıya
ve tiksinti savunmasına ulaşmak analist için çok önemlidir.

5. Yukarıya bakınız.
ÇOCUK ANALiZiYLE YETiŞKiN ANALiZi 1 47

Bu sayılanlar, çocuk analizinde analistin teknik konumunun, yetiş­


kinlerin analizine oranla daha zor olduğunu hiçbir kuşkuya yer bırak­
maksizın göstermektedir. Çocuk analisti için en zor olan, hastasının
işbirliği yapmak için uzun bir süre bekleyememesidir.

Çocuk Analizinde Aktarım


Çocukların tekil "aktarım tepkileri" geliştirmelerine karşın tam bir ak­
tarım nevrozu oluşturamadıkları görüşü,6 giriş aşamasının aradan çı­
karılması ve onun yerine savunma analizinin (Bomstein, 1 949) kulla­
nılmaya başlanmasından sonra doğruluğunu yitirmiş bulunuyor. Bu,
bugünkü bilgilerim ışığında çocuksu aktarım nevrozunun yetişkinler­
dekiyle aynı olduğu sonucunu çıkardığım anlamına gelmemelidir. İki
görünüm arasında nasıl bir ilişki bulunduğu, bana kalırsa yanıtı şimdi
de açık kalan bk sorudur. Çocuk analizinin yukarıda belirtilmiş olan
belirli özelliklerinden özellikle ikisi bu sorunun yanıtlanmasını zor­
laştırmaktadır: Serbest çağrışımın analistin aktarım olgularının tam
bir tablosunu çıkarmasına fırsat bırakmayan eksikliği ; çocuğun sal­
dırgan aktarımı, libidinal aktarımın aleyhine olarak daha fazla öne çı­
karan hareketliliği.
Aynca, aktarım kavramı da daha sonraki yıllarda çeşitli değişimle­
re uğramıştır ve farklı analistlerce farklı şekillerde tanımlanmaktadır.
Bir kısmımız, aktarımın gidişini yaklaşık olarak aşağıdaki gibi ele
alan eski görüşe bağlı kalmıştır. Buna göre; terapinin başlangıcında
analist ve analiz edilen arasındaki ilişki az çok gerçekçidir, yani dış
koşullara uygundur. Bu ilişkide analiz ilerledikçe libidinal ve saldır­
gan unsurlar giderek ortaya çıkar. Bunların kökenleri hastanın bastı­
rılmış olan ve analizle yeniden yaşanan çocukluğuna dayanmaktadır.
Geçmişin böyle yeniden yaşanışı, ana patolojik çatışmalar analistin
şahsına yansıyıp, böylece ortaya çıkan gerçekdışı aktarım nevrozu
gerçek hasta-hekim ilişkisini tümüyle geri plana itinceye kadar de­
vam eder. Analizin sonunda, analist, yorumlarla çocuksu unsurları
çözdükten ve bu aktarım belirtileri analist ve analiz edilen için nevro­
zun yapısı ve içeriği üzerinde istenen bilgiyi sağladıktan sonra bu ger­
çek ilişki yeniden oluşur.
Diğer görüşlere göre analiste aktarım daha tedavinin başından iti­
baren vardır ve erkenden yorumlanarak hastanın bilincine çıkarılması

6. A. Freud, 1936.
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 48

gerekir. Aktarıma ait olan dışavurumlar analizin de asıl malzemesi­


dir; bu yüzden de bilinçdışının, düşler, anılar ve birden geliveren ser­
best çağrışımlar gibi öbür ürünlerine göre bir öncelik taşırlar. Çalış­
malarını bu şekilde tümüyle aktarıma dayandıran analistler, ruhsal ay­
gıtın bütün işlevlerinin sonunda nesne ilişkilerinden kaynaklandığını
ve analiste aktarım üzerinden analiz edilebileceğini; nesne ilişkileri­
nin bütün arkaik aşama ve basamaklarının aynı ölçüde analizde akta­
rım ve yorumlara, analiz yoluyla değişime açık olduğunu; kişinin çev­
resindekilerle olan ilişkileri libido ve saldırganlıkla dolu olduğundan,
bu nesne ilişkilerinin yanında çevredeki kişilerin diğer niteliklerinin
hiçbir önemli rolü olmadığını varsayarlar.
Çok aşın kimi durumlarda aktarılmış nesne ilişkisi analistin gözün­
de öylesine önemli bir rol oynar ki yorum amacıyla kullanılacak bir
araç olmaktan çıkıp tedavisi gereken bir amaç halini alır (aktarım ol­
gusunun tedavisi, patolojinin aktarım yaşantıları yoluyla düzeltilişi,
vb. gibi).
Bu varsayımlar çocuk analistinin deneyimleriyle karşılaştırılır ve
bu bağlamda sınanırsa, yetişkinler özelinde ne denli kullanışlı olduk­
ları daha iyi anlaşılabilir.

Hastaları için "Yeni Bir Nesne " Olarak Çocuk Analisti


Yukarıda belirtildiği gibi,7 her birey, gelişip olgunlaştıkça yeni dene­
yimlere ihtiyaç duyar; bu ihtiyaç, kendisine karşıt olan yineleme itkisi
kadar güçlüdür. Bir çocuk ne denli normalse o denli yeni olanın ege­
menliğinde, ne kadar nevrotikse o denli yineleme baskısı altındadır.
Analize giren çocuklar her iki eğilimin etkisi altındadır. Kişiliklerinin
sağlıklı yönü için analist, yaşamlarına giren ve yeni türden ilişkilere
yol açan ilginç bir yeni figürdür. Patolojik yön için ise eski ilişkilerin
yinelenmesine yol açan bir aktarım nesnesidir. Yöntem açısından ço­
cuğun bu ikili tutumu apaçık bir zorluk demektir. Analist birinci rolü
kabul edip ona göre davrandığında aktarımı bozar; tersini yaptığında
da hastanın, çocuk açısından bakıldığında çok haklı olan beklentileri­
ni kırmış olur. Terapist için çocuksu davranışın hangi tarafının bir yö­
ne, hangisinin öbür yöne ait olduğuna karar vermek de kolay değildir.
Burada incelik, ustalık, anlayış ve bir rolden öbürüne rahatça geçebil­
me becerisi, çocuk analistinin teknik araçlarını oluşturacaktır.

7. Bkz. bu bölümde, "İyileşme Eğilimleri" başlıklı altbölüm.


ÇOCUK ANALiZiYLE YETiŞKiN ANALiZi 1 49

Libidinal ve Saldırgan Aktarımın Nesnesi Olarak Çocuk Analisti


Doğrudan doğruya aktanm görüngüleri söz konusu olduğunda çocuk
ve yetişkinler arasındaki fark çok küçüktür. Burada analitik durumun
kışkırttığı gerileme, nesne ilişkilerinin bütün aşama ve biçimlerini te­
rapiye taşır. Narsisizm, anneyle ortakyaşam, güven gereksinimi, nes­
ne sürekliliği, çift değerlilik, oral, anal ve fallik-oidipal aşamalan, her
biri kendine göre er ya da geç, şu ya da bu biçimde, kendi kronolojik
sıralanna uygun olarak ya da olmayarak kendi katkılannı analize ta­
şırlar. Böylelikle ortaya çıkan aktanmlar, kökenlerine göre hastanın
patolojik gerilemelerine ya da patolojisinin özgün tipine ilişkin bilgi­
ler verirler. Gene kökenlerine göre analitik duruma kendi özelliklerini
iletirler. Narsisistik tutumlann yeniden ortaya çıkışı analizde kendine
ve kendi çıkarlanna geri çekiliş, dış dünyaya ve analiste ilgisizlik ve
onun çabalanna'icapanış şeklinde kendini gösterir. Ortakyaşamsal tu­
tumların yeniden ortaya çıkışı analistle kesintisiz ve başka hiçbir şe­
yin rahatsız edemeyeceği bir birliktelik kurma isteğiyle kendini belli
eder. Güven şeklindeki nesne ilişkisinin aktanmı özgün teknik zor­
luklara yol açar. Bunlar ilk bakışta çocuğun çaresizliği, yani yardım
dilemesi şeklinde görünür. Yakından bakınca bu dileğin tek yönlülü­
ğü anlaşılır. Hasta karşılığında bir şey vermeye, gayret göstermeye ya
da birlikte uğraşmaya çaba göstermeksizin her şeyi analistinden bek­
ler. Buna karşılık, kendisinden en küçük bir şey istendiğinde de ilişki­
yi ve onunla birlikte analizi kesmeye hazırdır. Oral dönemden terapi­
ye getirilen aktanmlar çocuğun analistinden bir türlü doyurulamayan
isteklerde bulunmasının ve bütün sunulanlardan da hoşnutsuz olması­
nın; anal dönemden gelen benzeri uyanlar ise hastanın bencilliğinin,
malzemenin saklanmasının, provokasyon ve düşmanlıklann, analizin
tehlikeli bir hal almasının nedeni olarak gösterilebilir. Sevgi ve nesne
yitimi karşısındaki çocuksu korkular analizde söz dinleme ve edilgin
boyun eğme olarak görünür; analisti ve anne babayı sık sık yanıltan ve
yanlış yapmalanna yol açan yüzeysel aktanm başanlanna neden olur.
Çocuğun aktanmına olumsuz ve analize karşı gelen niteliği vere­
nin genitallik öncesi, Oidipus-öncesi dirençler olduğunu fark ederiz.
Çocuk analisti o sırada, nesne sürekliliğinin aktanmından, olumlu ve
olumsuz Oidipus kompleksinden gelen ve kendini gözlemleme, içgö­
rü ve rasyonel düşünceyi sağlayan olumlu katkılardan faydalanama­
saydı çok zor bir durumda kalabilirdi. Bunlar çocukla analisti arasın­
daki tedavi işbirliğini güçlendirir ve hastanın dirençlerine ve olumsuz
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 50

aktarıma karşın analiste yardım etmeyi sürdürmesini hiç değilse bir


parça sağlarlar.
Burada, aktarımı daima dirence hizmet ettiği zaman yorumlamak
gerektiğine ilişkin en eski teknik kuralı bir kez daha tekrarlıyoruz. Bu
kural çocuk analizine uygulandığında aktarımın Oidipus-öncesi döne­
me ait unsurlarını oidipal olanlardan daha önce yorumlamak zorunlu­
dur.
Şimdiye kadar anlatılanlardan çocuk analizinin neden özgül teknik
zorluklarla karşılaştığını; fallik döneme henüz ulaşmamış küçük ço­
cuklarda ya da gelişimleri Oidipus-öncesi aşamalarda (gerilemeden
farklı olarak) durmuş olanlarda bazı teknik değişiklikler gerekeceğini
anlamaya başlıyoruz. Hiçbir çocuk analistle istem dahilinde kurulan
bir işbirliğine, kendisi tarafından henüz edinilmemiş olan bir tutuma
dayanan yöntemlere cevap vermeyeceği için bazı teknik değişiklikler
gerçekleştirilmelidir. Teknik açıdan analistler bu konuda da annesiz­
lerin, yetimlerin ve toplama kamplarında yetişmiş olan çocukların
analizlerinden çok şey öğrenmiştir. İlişkilerinde hiçbir zaman bir nes­
ne sürekliliği yaşamamış olan bu hastalar, aktarım çerçevesinde ana­
listleriyle sağlam ve sürekli bir tedavide işbirliği de kuramıyorlardı
(bkz. Eclith Ludowyk Gyornroi, 1963).

Bir Dışsallaştırma Nesnesi Olarak Çocuk Analisti


Çocukla analist arasındaki bütün aktarım ilişkilerinin eski nesne iliş­
kilerinden kaynaklandığını düşünürsek yanılmış oluruz. Analiste yal­
nızca libidinal ve saldırgan uğraşılar değil, çocuk kişiliğinin bu yol­
dan dış dünyaya yansıttığı bütün parçalar yatırılır. s
Analist, dürtü türevlerine, varsayımlara, fantezilere, eylemlere dışa
çıkış olanaklarını açtıkça çocuk için id'in bir temsilcisi, yani olumlu
ve olumsuz bütün sonuçlarıyla bir "baştan çıkarıcı" olur. Sözlerini ve
yorumlarını çocuksu kaygılara yönelttikçe, korunma gereksinimi
içindeki hastanın sıkı sıkı yapışacağı bir yardımcı ben rolünü oynar.
Analist, bir yetişkin olarak aynı zamanda dış dünyaya taşınmış bir
üstben ve ben idealidir. Burada çocuğun, aktarımda meydana gelen
bu otorite figürünün eleştirisinden korktuğu ve analizde açığa çıkan
id türevlerini yeniden ondan saklamaya çalıştığı paradoksal bir durum
ortaya çıkar.
-
8. Bkz. Warren M. Brodey (1965) ve onun aile üyelerinin çocuk yaştaki patoloji üz.e­
rindeki rolüne ilişkin çalışmaları.
ÇOCUK ANALiZiYLE YETiŞKiN ANALiZi 1 51

Bu tür dışsallaştırmalar çok değerli malzemelerdir ve ruhsal olgu­


lar arasında sürüp giden çatışmaların yorumunu olanaklı kılarlar. On­
larla nesne ilişkilerinin aktarımı arasındaki aynını ne ölçüde sıkı tu­
tarsak bunlar analiz için o ölçüde verimli olur. Bütün içsel çatışmala­
rın eninde sonunda dış dünyadaki kişilerle özdeşleşmeye, yani en er­
ken ilişkilere dayandığı şeklinde ileri sürülen sav, o kadar da sağlam
değildir. Tedavi sırasında dışsallaştırmaların önemi, dış dünyadaki
nesnelerle kurulan ilişkilerden farklı olarak, çocuğun iç dünyasında
nelerin olup bittiğini, çocuğun içsel düzeyleri arasındaki ilişkilerin ne
olduğunu göstermesidir.
Ruhsal sistemler arasındaki ve içindeki çatışmaların dışa yansıma
ve taşınması, yetişkinlerin analizinde de rol oynar. Örneğin, takıntılı­
zorlantılı nevrozu olanlar "kavgayı seven" hastalar olarak bilinirler;
çift değerliliklerinden kaynaklanan acı verici içsel kararsızlıklardan
kaçmak için ömmısiz meseleler üzerinde kavga çıkarırlar. Etkin ve
edilgin, eril ve dişil yaklaşımlar arasında analist bir ya da öbür tarafın
temsilcisi yapılır ve bu yüzden onunla çatışılır. Madde bağımlıları
için analist, aynı anda ya da art arda, savaşılması gereken bağımlılığı
ve/veya bağımlılığa karşı savaşması için işbaşına çağrılan yardımcı
bir beni simgeler. Sınır şizofreni durumlarında da terapiste yardımcı
ben rolü düşer. Kafa karışıklığında ya da kaygı uyandıran fantezilerin
basıncı altında hasta hekimin akılcı tutumuna, kendisini boğulmaktan
kurtaracak bir ipe sarılır gibi sarılır; analistin sesinin tonu ya da bir
yorumun içeriğinden çok biçimi karşısında, birincil süreç düşünüş, ar­
ka plana itilebilir. Analist için bu tür hastaların terapistle olan bağları­
nın, eski sevgi heyecanlarını analistine taşıyan ve onun kişiliğinde do­
yurmaya çalışan histeriğinkinden çok farklı olduğunu ayırt edebilmek
çok önemlidir.
İçsel olgular ve heyecanların analiste yüklenişi, bu açıdan, doğru
yorumlandığında analize değerli katkılar sağlayabilecek olan özgün
bir aktarım türüdür.

Ç O C U K V E Y ET İ Ş K İ N A N AL İ Z İ N D E K İ
B İ R F A KT Ö R OL A R A K Ç O C U K S U B A Ö I MLILI K

Bir hastanın anne babasının, çocuk analistinin tedavi çalışmalarına ne


ölçüde katılabilecekleri sorunu yalnızca görünüşte teknik bir sorun­
dur. Bunun ardında, yetişmekte olan bir insanın hangi andan itibaren
bağımsız bir yapı olarak görülmesi gerektiği, yani çocuğun ne zaman
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 52

kendisini çevreleyen dış dünya etkilerinin bir kopyası ve oyuncağı ol­


maktan çıktığı konusunda verilmesi gereken çok önemli bir kuramsal
karar yatar. Freud'un yazılarında en başından beri, çocuğun bağımlılı­
ğının bir yandan karakter, öte yandan nevroz oluşumundaki önemine
ilişkin bolca kanıt bulabiliriz. Freud'da bu bağımlılık, "biyolojik ol­
gu" olarak, kişiliğin daha yüksek bir gelişme düzeyine ulaşmasından
sorumludur. Freud'a göre, bağımlı bir çocuğun karşı karşıya kaldığı
nesne yitimi, sevgi yitimi ve cezalandırılma korkuları, çocuğun "eği­
time görünüşte uyum" göstermesine neden olur. Yetişkinlerde ise,
topluluk tarafından eleştirilmekten korkmaya dönüşen bu durum
"topluma görünüşte uyum"a yol açar. Anne baba otoritesinin içselleş­
mesinden kaynaklanan vicdan korkusu ise doğrudan doğruya nevro­
tik çatışmalara yol açar. Freud, genelde sevgi yeteneğini ve özellikle
de oidipal zorlamaları, saldırganlığa karşı verilen kültür savaşını, din­
lerin oluşumunu, ahlakı, kısacası bireyin insanlaşması ve toplumsal­
laşmasını bağımlılık süresinin insan yavrusu için, bütün öbür canlıla­
ra oranla çok daha uzun sürmesi özelliğine bağlamaktadır. 9

Yetişkin Analizinde Çocuksu Bağımlılık


Eskiden beri yetişkinlerin analizinde olgunluk döneminin görünür be­
lirtilerini geriye, gizil ön aşamalara kadar izlemeye ve böylece çocuk­
su çaresizliği ve bağımlılığı da aktarımda yeniden canlandırmaya ça­
lışılmaktaydı . Öte yandan, bu gerilemenin önemi yalnızca nedensel

9. Bu bağlamda S. Freud'un aşağıdaki yazılarına bakınız:


" . . . genç insanın uzun bağımlılığı ve yavaş olgunlaşmasının biyolojik olgulan . . . "
(Ges. Werke, XII: 328).
" ... Oidipus kompleksinin iki temel biyolojik olgunun ruhsal birleşimi olduğunu kav­
nyoruz . . . " (a.g.e.: 426).
"Biyolojik faktör insan yavrusunun uzun çaresizliği ve bağımlılığıdır. insanın ana rah­
mindeki varlığı, birçok hayvana oranla çok kısadır; onlardan daha az tamamlanmış olarak
dünyaya getirilir. Bu nedenle gerçek dış dünyanın etkisi daha güçlenir. Benin idden ayn­
şımı erkenden gerçekleşir, dış dünyanın tehlikelerinin önemi artar. Çocuğu bütün bu teh­
likelerden koruyabilecek, rahimdeki yaşamın yerini alabilecek olan nesnenin değeri ola­
ğanüstü derecede çoğalır. Bu biyolojik faktör ilk tehlike durumunu oluşturur ve sevilme
gereksinimini doğurur, ki bu insanı hiçbir zaman terk etmeyecektir" (Ges. Werke, XIV:
1 86 n.).
" ... Dinsel eğitime kendine has görünümünü kazandıran şey ... yetişkinin çocuğun ça­
resizliğine karşı kendisini savunmasıdır" (a.g.e. : 346).
Bireyin "kötü"yle savaşımındaki güdü, "kendisinin çaresizliği ve�başkalanna bağımlı­
lığında kolaylıkla görülebilir; en iyi şekilde sevgi yitimi korkusu olarak tanımlanabilir"
(a.g.e.: 483).
ÇOCUK ANALiZiYLE YETiŞKiN ANALiZi 1 53

rolüyle sınırlıydı. Dinamik, yere, yapıya ve ekonomiye ilişkin bakış


açılan söz konusu olduğunda yetişkin hasta kendi iç aygıtları, kendi
kişilik yapısı ve bu kişiliğe bağlı nevrotik çatışmalarıyla bağımsız bir
varlık olarak alınıyordu. Hastaların dış dünyayla olan ilişkisi ancak
ikincil nitelikteydi.
Yetişkin analizinin klasik yöntemi bu kanıların mantıksal sonucu
ve canlı ifadesidir. Dikkatin tümüyle hastanın iç yaşamına yönelik ol­
ması analizin temel kurallarındandır. Aynı şekilde, hastanın yorumla­
nacak malzemenin tek kaynağı olduğu; analistin hastanın çevresini
nesnel olarak değil, hastanın gözleriyle görebildiği; hastayla analisti
arasındaki ilişkileri dıştan gelecek bütün etkilere kapatmak gerektiği
ve ancak bu yoldan geçmişten gelen aktarımların tam ifadelerini bula­
cağı bir durum yaratılabileceği de temel kurallar arasındadır.
Bazı karşıt görüşlerı o dışında, bu temel ilkeler ana hatlarıyla tartış­
masız kabul edilmektedir.

Çocuk Analizinde Çocuksu Bağımlılık


Yukarıda belirtilmiş olanların hiçbirinin çocuk özelinde işe yarama­
yacağı, yani çocuğun çaresizlik ve bağımlılık içinde yaşadığı bir dö­
nemde kullanılamayacağı apaçıktır. Bir çocuğun ne ölçüde bağımsız
ya da bağımlı bir varlık olduğu her olguda yaşa, gelişim durumuna ve
patolojiye göre yeniden saptanmalıdır.
Gelişim durumunun, yani bağımlılığın ya da çocuğun gerçekleştir­
diği bağımsızlığın derecesinin değerlendirilmesi için çocuk analisti­
nin elinde kullanabileceği bir dizi ölçüt bulunmaktadır. Analist, bir
yandan bağımlılığın çeşitli biçim ve yönlerini birbirinden ayırmayı,
öte yandan çocukla anne babası arasındaki değişken ilişkileri krono­
lojik sırasıyla anlamayı öğrenmiştir. Çocuğun bağımlılık düzeyi veya
bağımsızlığının kronolojik yaşına uygun olup olmadığını anlamak
için, çocuğun anne babayı aşağıdaki gibi kullanıp kullanmadığını de­
ğerlendirmek gerekir:
a) Kendiliğin ve dış dünyanın henüz narsisistik bir ortamda birbirle­
rinden ayırt edilmedikleri dönemde bir anne figürüyle kaynaşma
için;
b) Dış dünyada yolunu bulmak ve doyum sağlayabilecek durumlar ya-

10. Bkz. B. R. Laforgue'un ( 1 936), aile nevrozları üzerindeki görüşleri ve ailenin bir­
çok mensubunun analiz edilmesi önerisi.
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 54

ratmak için;
c) Dış dünyada yer alan, başlangıçta kendilerine narsisistik libidonun
yatırıldığı (ki narsisistik libido daha sonra nesne libidosuna dönü­
şebilir) figürler olarak;
d) İç dünyayı kavrayabilmek ve ona egemen olabilmek için yardım ve
yönlendirme, yani dürtü kontrolü failleri olarak;
e) Üstben oluşumu için dış dünyada bulunan örneklere olan gereksi­
nim için.
Çocuk analisti için, anne babanın etkilerinden hangi rolün hastalık
belirtilerinin oluşumundan sorumlu olduğunu açıkça görebilmek de
aynı derecede gereklidir. Burada neden ve etkiyi birbirinden ayırt ede­
bilmek, yani bir annenin anormal çocuğuna, örneğin otistik çocuğuna
karşı tepkisini, annenin çocuğun gelişimi üzerindeki patolojik etkisiy­
le karıştırmamak her zaman kolay değildir. Bu tür ayrımlar en güvenli
şekilde anne ve çocuğun aynı anda analiziyle, çok zaman alan ve çok
pahalı olan fakat önemli bulgulara ulaşmayı sağlayan inceleme yön­
temleriyle gerçekleştirilebilir. ı ı
Anne-çocuk analizinden şunları öğreniyoruz:
a) Anne babaların bir kısmı için çocukları ya bir ideal figürdür ya da
kendi geçmişlerinden bir nesneyi temsil eder; çocuğa bağlılıkları
bu gerçekdışı ilişkiyle ilintilidir. Çocuk anne babanın sevgisini
elinde tutabilmek için, kendi doğası buna uygun olmasa bile, bu
fanteziler yönünde gelişir.
b) Birçok nevrotik ya da psikotik anne baba çocuğu da kendi patoloji­
lerine çeker ve onun kendi gelişim gereksinimlerini ihmal ederler.
c) Bazı anneler bir semptomu gerçekten çocukla paylaşır ve onunla
birlikte "folie a deux (çift delilik) tarzında hareket ederler.
il

d) Yukarıda sözü edilen her örnekte, eğer ebeveyn çocukla kurduğu


anormal ilişkiyi fantezide bırakmayıp eyleme de geçiriyorsa, bu
durumun çocuk üzerindeki patolojik sonuçlan bir o kadar ağırla­
şır. Yalnız fanteziler söz konusu olduğunda çocuğun terapiye alın­
masıyla yetinilebilir; ancak, eğer eyleme geçilmişse, ebeveynin de
terapiye alınması gerekecektir.
Anne babaların çoğu kez çocuklardaki bozuklukların sürüp gitme­
sinden de sorumlu oldukları bilinen bir gerçektir. Çocukluktaki fobi-

1 1 . Bu münasebetle Harnpstead Çocuk Terapisi Kliniği'nin ya� ınlanna ve Dorothy


Burlingharn ( 1955); lise Hellmann ( 1 960); Kata Levy ( 1960); Marjorie Sprince ( 1 962)
gibi yaz.arlara bkz.
ÇOCUK ANALiZiYLE YETiŞKiN ANALiZi 1 55

lerin çoğu, çocuksu yeme bozuklukları, uykuya dalma törenleri ancak


annenin yüzünden sürüp gider. Çocuğun kaygılan karşısında çocuğun
kendisi kadar endişelenen anne, savunma düzeneklerine ve önlemleri­
ne etkin bir şekilde katılır ve böylece çocuğun hastalığının seviyesini
gözlerden saklar. 12 Çoğu zaman bu tür çocuksu bozukluklar, nevrotik
çocuklar annelerinden ayrıldığında görünür hale gelirler. Zorlantılı
çocuklarda saplantı kendi vücudu yerine annenin vücudu üzerinden
sürdürülür. Bazı anne babalar özelinde, çocuğun bozukluğunun ken­
dilerindeki bilinçdışı bir isteğe uygun olduğu ve bu yüzden patolojiye
karşı çalışmak yerine onu destekledikleri analiz sırasında ortaya çıkar.
Anne babanın terapideki yardımının önemli bir rol oynadığı gerçe­
ği, karşı çıkılamaz bir gerçektir. Çocuk analisti, hastalarıyla olan iliş­
kilerini dışa kapayabilen yetişkin analistlerine imrenmekte haklıdır.
Çocuk analizinde, yukarıda belirtildiği gibi, tedavinin başlaması, sür­
mesi ve sonlanması için önemli olan hastanın beni değil, anne baba­
nın aklı ve içgörüsüdür. Dirençler ve aktarımlar karşı koysa da tera­
pistle tedavi işbirliğini sürdürmek, çocuğa değil anne babaya düşen
bir görevdir. Onlar bunu yapmak yerine çocuğun direncinin tarafını
tutarlarsa analiz erkendeq kesilir. Olumlu aktarım dönemlerinde, ço­
ğunlukla anne terapisti kıskanmaya başlar ve çocuğun zaten hiç eksil­
memiş olan anne babaya sadakat açmazını güçlendirir.
Anne babanın analitik sürece gerçek katılımı, çocuğun yaşına, bo­
zukluğun tipine, anne babanın kişilik ve patolojilerine ve analistin
teknik inançlarına göre değişir. Burada her tür olasılık söz konusudur.
Bir uçta anne babanın kasıtlı uzak tutuluşu ve analitik ketumluğun on­
lara karşı da sıkı sıkı uygulanması yer alır. Öte yandan, çocuk analisti­
nin sık sık bilgi vermesi, annenin analize ayak uydurabilmesi için ay­
nı tempoyla bilgilendirilmesi, anne ya da babanın paralel psikoterapi­
si, küçük çocukların analizinde annenin de hazır bulunması, aynı sü­
reçle eşzarnanlı olarak anne babanın bir yetişkin analizinden geçmesi
gibi yaklaşımlar akla gelebilir. Bu çizginin öbür ucunda, bazı analist­
lerin, çocuğun doğrudan doğruya terapiye alınması yerine anne baba­
nın analizinin en etkin yol olduğu şeklindeki görüşleri yer almaktadır.

12. Örneğin Londra'daki çocuklar savaş yıllannda güvenlik amacıyla şehirden uzak­
laştınldıklannda, pek çok nevrotik bozukluk ortaya çıkmışb.
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 56

Son Yıllardaki Bağımlılık Araştırmaları


Yaşamın ilk yılı ve erken anne-çocuk ilişkisi üzerine ilginin artması
çocuksu bağımlılık sorununu da odak noktası haline getirmektedir. Bu
alandaki iki mükemmel çalışma konuyu, bir yandan olgunlaşma süre­
ci (Phyllis Greenacre, 1960), öte yandan da anne bakımı açısından (D.
W. Winnicott, 1 960) aydınlatmaktadır. Her iki inceleme yöntemi bir
arada ele alındığında, çocuğun yaşamın ilk dönemindeki biyolojik ve
psikolojik bağımlılığının etkileyici bir tablosu ve aynı zamanda da
bunun daha sonraki ruhsal sağlık ya da hastalık üzerindeki etkisi orta­
ya çıkmaktadır.
Bir kısmı analitik çalışmaların sonuçlan; bir kısmı analiz dışı doğ­
rudan gözlemlerin verileri olan diğer yayınlar da; anne-çocuk ilişki­
sinde duyarlılığın rolü (Winnicott, 1 949), bağımlılık döneminin birey­
sel yapıya katkısı (Martin James, 1 960), anne ve küçük çocuğun ayrılı­
ğının zararlı sonuçlan (A. Freud ve D. Burlingham, 1 949, 1950; John
Bowlby vd., 1 952; James Robertson, 1 958, Rene Spitz, 1 945, 1 946),
yaşamın başlangıcında annenin zihniyetinin etkileri (Joyce Robert­
son, 1962) gibi kısmi sorunları ele almaktadır.

Ç O C U K V E Y ET İ Ş K İ N A N A L İ Z L E R İ N İ N I Ş I G I N D A
İ Ç D Ü N Y A İ L E D I Ş D Ü N Y A A RA S I N D A K İ E T K İ L E Ş İ M

Çocuk analistinin çalışmasında her gün karşılaştığı çocuksu bağımlı­


lığın baskın öneminin verdiği izlenim, kuramsal inançları üzerinde de
kalıcı etkiler yapar.
Yetişkinlerle yapılan çalışmalarda ve bunlardan edinilen görüşler­
de iç dünyadan gelen etkileri dış dünyadan gelenlere oranla daha üst
düzeyde değerlendirmek analist için doğaldır. Analist, hastalarından,
kendilerinde duygudurum değişimlerine yol açanın yaşam koşulların­
daki değişiklikler olmadığını, tersine dış dünyanın daha değişik şekil­
de görülmesine yol açanın duygudurumdaki dalgalanmalar olduğunu;
düşleri harekete geçirenin dış dünya olmadığını, tersine bilinçdışı fan­
tezi dünyanın gerçek dış dünyayı kendi amaçlan için kullanmakta ol­
duğunu; dış dünyadaki zararsız insanlara hastayı izleyen tehlikeli düş­
manlar görüntüsünü kazandıranın iç dünyadan gelen yansıtmalar ol­
duğunu; aktarım süreci içinde terapistin kendi kişiliğinin görüntüsü­
nün de böyle değişimler ve bozulmalar geçirmekte olduğunu, vb. sü­
rekli olarak görüp öğrenmektedir. Bu nedenle, analiste olan aktarım-
ÇOCUK ANALiZiYLE YETiŞKiN ANALiZi 1 57

lar hastanın çocukluğuna doğru geriledikçe, analist çocuksu dönem­


lerde de bireyin üzerindeki derin etkilerin dış dünyaya değil iç dünya­
ya ilişkin olduğuna inanmaya hazırdır.
Bu nedenlerle yetişkin analisti sarsılmaz şekilde ruhsal gerçeklik
zemininde durur. Yargılarında yanlışlıklar yaptığında bunlar genel­
likle bu tutumundan ileri gelir. Çünkü tedavi boyunca olup biten bü­
tün yaşantıları hep direnç ve aktarım merceğinden görmeye ve bunla­
rın gerçek değerini yadsımaya eğilimlidir.
Buna karşılık çocuk analisti için bütün kanıtlar aksi yönü gösterir.
Çevre etkilerinin baskın rolü, çocuk ne kadar küçük ve dış dünyanın
etkilerine ne ölçüde açıksa o denli belirginleşir. Bir çocuğun gündelik
davranışlarını ve semptomatolojisini, anne babanın bakımına ya da
ihmaline, sevgiye ya da sevgisiz yaklaşımına, çocuğa değer verilme­
sine ya da onun eleştirilerek küçümsenmesine veya anne babanın aile
yaşamındaki diken ya da düzensizliğe bağlamak zor değildir. Çocu­
ğun analiz saatinde getirdiği simgesel malzeme, oyun davranışı, vb.
de yalnızca kendisinin içsel fantezilerinden kaynaklanmaz. Bu tutum­
larda aynı zamanda aile içindeki olgulara ilişkin haberler vardır. Bun­
lar anne babanın hangi gece birbirleriyle cinsel ilişkide bulundukları­
nı, ne zaman evde bir kavga olduğunu gösterirler, anne babanın pata­
loji ve semptomatolojilerini de simgelerler. Çocuk analisti yorum iş­
levinde sadece çocuğun iç dünyasını dikkate aldığında dış dünyayla
ilişkili olan çok değerli malzeme de yitip gider. 13
Ancak, çocuk analisti ve çocuk analizi dersleri için, bu pratik bilgi­
lerden hareket ederek kuramsal yanılsamalara düşmemek son derece
önemlidir. Bu bilgiler çerçevesinde dış önlemlerin en küçük çocuklar­
da bile çocuksu bozukluk.lan gidermeye yeteceği sonucunu çıkarmak
yanlış olur. Dış dünya etmenlerinin tek yönlü tedavi edici etkisine
inanmak, onların tek yönlü patolojik etkisine inanmak demek olur.
Bu, psikanalize aykırı bir görüştür. Nevrozların ve diğer ruhsal bo­
zuklukların incelenmesinden edinmiş olduğumuz kanıtlar hastalık ya­
ratan etkilerin her iki yönde aranması gerektiğini, ancak bunların her
ikisinin birden etkisiyle ruhsal aygıttaki patolojik durumların ortaya
çıktığını ; bu bozuklukların ancak tedavi ruhsal süreçlere yönelip id,
ben ve üstben arasındaki güç dengesinde gereken değişimleri yapabi­
lecek nitelikte olduğu zaman giderilebileceğini ortaya çıkarmaktadır.
Yetişkinlerin analizinden ruhsal gerçekliğin dış gerçekliğe olan üs-

13. Çocukların "ele veren davranışlan" için bkz. aynca Augusta Bonnard ( 1950).
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 58

tünlüğüne ilişkin o kadar çok izlenim alıyoruz ki, hastalığın ortaya çı­
kışında tetikleyici rol oynamış olan gerçek başarısızlıkları, yitimleri,
düş kırıklıklarını gözden kaçırmamak için gayret sarfetmemiz gereki­
yor. Çocuk analizinde ise tersine bir zorlukla karşılaşıyoruz. Burada da
çocuğun üzerinde çalışan dış etkiler hakkındaki izlenimimiz öylesine
öne çıkabiliyor ki ; çevre etmenlerinin ancak doğuştan gelen ya da ka­
zanılmış olan libidinal konumlar ve ben yönelişleri tutumları ile bir
araya gelerek patolojik sonuçlara yol açabileceğini unutma tehlikesiy­
le karşı karşıya kalıyoruz.
Hem çocuk hem de yetişkin analisti, Freud'un dış ve iç etkiler ara­
sında değişken bir ilişkiyi tarif ettiği etiyolojik formülünde görülen
dengeli yaklaşımı uygulayabilir: "Nedenleri incelendiğinde nevrotik
hastalık olguları, cinsel konum ve yaşantı amillerinin ... biri arttığında
öbürünün azaldığı görülür. Dizinin bir ucunda kesinlikle, 'Bu insan
değişik libido gelişimi nedeniyle, yaşantıları nasıl olursa olsun zaten
hasta olurdu,' diyebileceğiniz aşın vakalar . . . öbür ucunda mutlaka
tersine yargılayacağınız, yaşam onları şu ya da bu duruma getirme­
seydi hiç de hasta olmayacak olan vakalar bulunmaktadır. Bu dizi bo­
yunca görülen vakalann hepsinde az ya da çok bozuk olan cinsel yapı­
nın, az ya da çok zarar veren yaşam koşullarıyla bir arada bulunduğu
görülür. Cinsel yapılan, eğer onlar bu yaşantıları yaşamamış olsalar­
dı, bir nevroza neden olamazdı ; o yaşantı da, eğer libido ilişkileri baş­
ka türlü olsaydı, travmatik bir etki yapmazdı" ( Ges. Werke, Xl: 360).
Çocuklarla analitik çalışma, bir ölçünün üzerine çıkan iç ve dış et­
kilerin ne dereceye kadar patolojik etki yapabileceğini inceleme fırsa­
tını da vermektedir. Bir yandan, normal bir gelişim için gerekli iç ko­
şulların olmadığı, ruhsal aygıtın doğuştan gelme bir bozukluk taşıdığı
çocuklar; öte yandan da zedelenmiş, yetim kalmış, ya da psikotik an­
ne babaların etkisi altında bulunan, yani normal bir yaşam için gere­
ken dış koşullar içinde yer almayan çocuklar incelenebilir. Bu koşul­
larda normal gelişim çizgisinden belirli sapmalar kaçınılmazdır. Ama
kişilik ve nevroz yapısı söz konusu olduğunda analizlerimiz bu uç du­
rumlarda bile içsel ve dışsal etmenler arasındaki karşılıklı etkinin, ya­
ni belirli bir yapının belirli çevre koşullarına olan tepkisinin söz konu­
su olduğunu göstermektedir.
3

Normal Çocuk Gelişimi


(Ölçütler ve Değerlendirme)

ERKEN TANI, TAHMİN VE KORUMA ÜZERİNE

Resmi psikanalitik kurumlardaki çocuk analizi dersi hemen tümüyle


ruhsal hastalığı-elan çocuğa yönelik terapötik görevlerle ilgilidir. Ço­
cuk analisti adayı hastasının en eski geçmişinin yeniden kurgulanma­
sını ve belirtileri başlangıç noktalarına kadar geriye doğru izlemeyi
öğrenir. Ama iş patolojik etkilerin ilerideki sonuçlarını çıkarsamaya
gelince, bunun için herhangi bir kılavuz yoktur. Çocuğun ruhsal geli­
şim durumunu değerlendirebilmek, gelişim yönünü önceden kestire­
bilmek, çocuğun dış yaşam koşullarını ele alabilmek, anne babaya ço­
cuğun eğitimi konusunda yol göstermek; ya da genel olarak çocuğu
nevrotik, psikotik ve toplum dışı gelişmelerden koruyabilmek için ne
yapılacağı hakkında da bir bilgi verilmez.
Terapiden eğitim sorunları kuramlarının uygulanışına geçiş, aynı
zamanda ilginin patolojik olandan normal olana dönmesini de gerek­
tirir. Normal süreçlerin psikanalitik incelenişi son yıllarda büyük iler­
lemeler kaydetmiştir. Bunu her şeyden önce psikanalitik çocuk psiko­
lojisi alanındaki buluşlara borçluyuz. 1 Yetişkinlerin analizinde nor­
mallik kavramı daha geri planda bir rol oynar ve genellikle ancak ana­
lizin başarısının değerlendirilmesinde, örneğin normal çalışabilme ya
da zevk alabilme gibi durumlarda söz konusu olur. Buna karşılık ço­
cuk analisti, çocukla ilk buluşmasından itibaren, onun normalliğiyle
yani onun normal ya da normdan sapan gelişim durumuyla uğraşır.
Çocuk analizine dair eski bir yazımda ( 1945), çocuğun gelişmişlik
düzeyinin ve tedaviye ihtiyaç duyup duymadığının belirlenmesi için,
bir yandan çocuğun kişiliğinin libidinal ve saldırgan yönlerinde, diğer

l . Bkz. özelikle Heinz Hartmann ve Emst Kris'in çalışmaları.


ÇOCUKLUKTA NORMALLi K VE PATOLOJi 1 60

taraftan ben ve üstbenle ilgili bölümlerinde yaşına uygunluk, erken


gelişmişlik veya gecikmişlik işaretlerinin araştırılması gerektiğini be­
lirtmiştim. Tanı koyucu bu yolla her şeyden önce hastanın ve patoloji­
sinin geçmişini öğrenir; ancak normal gelişim süreçlerinin ancak çok
küçük bir parçasını edinebilir. Çocuksu çatışmalar ve bunlara dayalı
uzlaşma çözümleri analist için ne denli apaçık hale gelmiş olursa ol­
sun, çocuğun dış dünyaya adım adım uyum sağlaması, yaşam becerisi
ve gelecekteki olanakları gene de belirsiz kalır.

DIŞ G E R Ç E K Lİ Ö İN R U H S A L G E R Ç E K Lİ Ö E T E R C Ü M E S İ

Anne babalar ve eğitimciler çocuk analistine ne denli güvenirlerse gü­


vensinler, gene de ondan bir dolu soruyu yanıtlamasını beklerler. Ço­
cukların sorunlarının çoğunun normal ve gündelik aile yaşamından ya
da okul yaşamından kaynaklanıyor olması, bu soruların yanıtlanması­
nı analitik eğitim görmemiş olan kimselere, yuva eğitmenleri ve öğ­
retmenlere, çocuk hekimlerine, hemşirelere, bakıcılara bırakmak için
yeterli bir neden değildir. Tam tersine, iyi düşünüldüğünde, doğru
kullanılan psikanalitik kuramların çeşitli konularda söyleyecek ne
çok şeyi olduğu kolaylıkla görülür.
O halde, genç annenin bebeğine kendisinin bakmasının mı, yoksa
bir bakıcı kadın ya da kızı yardıma çağırmasının mı daha iyi olacağı­
na; daha büyük olan çocukla veya kocasıyla, kendi anne babasıyla il­
gilenmek için çocuktan bir süreliğine ayrılmasının gerçekten yaşam­
sal önem taşıyıp taşımadığına; hangi yaştan itibaren böyle ayrılıkların
çocuğa zarar vermeksizin göze alınabileceğine çocuk analistinin bilir­
kişiliği karar vermelidir. Buna benzer diğer sorular şunlardır: Bebek
beslenmesinde meme ve biberonun, katı ya da serbest bir düzenin fay­
daları ve zararları nelerdir? Tuvalet terbiyesi için en uygun yaş hangi­
sidir? Anne tek nesne olmaktan ne zaman çıkar, çocuğun yaşamında
başka yetişkinler ya da çocuklar ne zaman bir rol oynamaya başlarlar?
Yuvaya başlamak için uygun yaş hangisidir? Sünnet, bademcik ame­
liyatı, vb. gibi cerrahi girişimler gerektiğinde hangi yaşta bunlar en
kolay göze alınabilirler? Hangi çocuklar daha özgür okullarda daha
iyi çalışabilir, hangileri sıkı bir eğitim disiplini gereksinirler? Cinsel
bilgilenme için en uygun yaş hangisidir? Kardeşler arasında ne kadar
yaş farkı olması en uygun olur ve hangi yaşta bir sonraki çocuğun ge­
lişine en kolay katlanılabilir? Kendine yönelik erotik faaliyetler karşı­
sında anne baba nasıl davranmalıdır? Parmak emmeye, mastürbasyo-
NORMAL ÇOCUK GELiŞiMi 1 61

na, vb. izin vermek daha mı iyidir? Bu, çocukların kendi aralarındaki
cinsel oyunları için de geçerli midir? Çocuksu saldırganlık karşısında
en uygun tutum nedir? Evlat edinilmiş olan çocuklar bu evlat edinme
gerçeğini ne zaman öğrenmelidirler ve kendi gerçek anne babalan
hakkında onlara ne kadar bilgi verilmelidir? Gündüzlü okullar yatılı
okullardan daha mı iyidir? Gençlerin, anne babalarından içsel olarak,
yani duygusal olarak kopmaya başladıklarında evden de ayrılmaları
(Anny Katan, 1937) daha mı iyidir?
Bütün bu sorular, hatta en basitleri karşısında bile çocuk analistinin
çifte görevi vardır. İlk ve en önemli adım, anne babaya genel geçer bir
yanıt olamayacağını; her çocuğa, yani çocuğun özgün kişiliğine ve öz­
gün gelişim durumuna göre yanıtların değişebileceğini; bir çocuğun
gelişim yaşının kronolojik yaşıyla eşit olmadığını; çocuklar arasında­
ki duygusal gelişim hızı farklılığının bedensel gelişimleri ve akıl yete­
nekleri arasındaki farktan daha az olmadığını ve bunların bir çocuktan
beklenebilecek şeyler açısından önemli olduğunu göstermektir.
İkinci ve daha zor adım anne babayı, çocuğun, tamamen yabancısı
oldukları duygu dünyasına sokabilmektir. Anne babanın çocuk hak­
kındaki planlan ve niyetleri mantıklı, akılcı ve dış koşullar açısından
en uygun görünse de çocuklar bunları kendi ruhsal gerçeklerine, yani
gelişmelerine denk düşen çatışmalar ve kaygılara göre yaşarlar. Bura­
da analist, taraflar arasında, anne babanın isteklerini çocuksu komp­
lekslere tercüme eden ve böylelikle çocuğun düşünce tarzının fantas­
tik yanılgıları ve dolambaçlarını anlaşılır kılan bir aracı rolü oynar.

Ç O C U K L A R V E Y ET i Ş K İ N L E R İ N
F A R K L I O L D U K L A R I DÖR T A L A N

Farklı düşünce ve duygu süreçleri nedeniyle çocuklarla yetişkinler


arasında bir dizi alanda yanlış anlamalar ortaya çıkar.
1 . Nesne ilişkileri alanında küçük çocuk olgun bireyden en başta
benmerkezci oluşuyla ayrılır. Nesne sürekliliği aşamasından önceki
dönemde nesne, yani çocuğa annelik eden kişi, çocuk tarafından ken­
dine ait bir varoluşa sahip değilmiş gibi görülür; bu kişi, yalnızca, ço­
cuğun ihtiyaçları ve arzuları nezdindeki işlevi çerçevesinde algılanır.
Annenin kendinde ya da anneyle kurulan ilişkide olup bitenleri çocuk
bu dörıemde kendi kişiliğiyle bağlantılandırır. Annenin diğer aile bi­
reylerine, kendi ilgilerine, ev işine ya da mesleğine yönelmesi ; duygu
dalgalanmaları, hastalığı hatta ölümü çocuk tarafından annenin kendi-
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 62

sini yadsıması olarak yaşanır. Kendinden sonra bir kardeşin doğumu


çocuk için annesinin kendisine sadakatsizliği anlamına gelir. Yani bu,
annenin kendisine düşmanlığıdır ve o da buna düşmanlıkla, duygusal
uzaklaşmayla ya da daha fazla istekle ve zorluk çıkarmakla yanıt ve­
recektir.
2. Cinsel alanda çocuğun bedensel olgunluğa ulaşmamış olması,
anne baba arasındaki genital olaylan kendi genitallik öncesi durumu­
na tercüme ederek algılamasına yol açar. Bundan da anne babanın
cinsel birleşmesi, babanın anneye vahşice saldırması olarak yanlış an­
laşılır ve bunun sonucu olarak da ileride birey eril ya da dişil eş ile,
yani saldırgan ya da kurbanla özdeşleşmekte güçlük çeker. Bu yüzden
çocuk ileride cinsel kimliğine dair güvensizlikler taşır. Cinsel aygıtın
çocuklukta henüz olgunlaşmamış olması aynı zamanda cinsel açıkla­
maların başarısız kalmasının da nedenidir. Anne babanın cinsel bilgi­
leri vermeye çalıştıkları sırada çocuk, bu bilgileri kendi bedensel ve
duygusal deneyimlerine denk düşen çocuksu cinsel kuramlara tercü­
me eder; örneğin ağız ve anüsü cinsel organların yerine koyar, kadı­
nın cinsel ilişki yoluyla hadım edildiğini düşünür.
3. Çocuksu düşünce tarzının farkları sadece niteliksel değil, ikincil
süreçlerin birincil süreçlere oranla görece zayıflığı düşünüldüğünde
aynı zamanda nicelikseldir de. Küçük çocuklar şaşılacak kadar "uslu"
olabilir ve örneğin hastalık sırasında tıbbi girişimlerin, tadı kötü olan
ilaçlan almanın, diyetin gerekliliğini çok iyi anlayabilirler. Ama, an­
ne babayı şaşırtan bu tutumların güvenilir olmadığı görülür. Dokto­
run gelmesi ya da söz konusu olan ameliyatın yapılması yaklaştıkça,
yani korku arttıkça birincil süreç düşünce tarzı, ikincil süreç düşünce­
lerine üstün gelmeye başlar. Gerekli olan cerrahi girişim çocuğun fan­
tezisinde kendi bedeninin doktor tarafından kasıtlı olarak yaralanma­
sına, hasta yatağı hapishaneye, diyet de ceza olarak yemek verilme­
mesine dönüşür. Böyle şeylere kendi gözleri önünde ya da yoklukla­
rında izin veren anne babalar da çocuğun fantezisinde düşmanların ve
saldırganların koruyucusu haline dönüşerek nefret, öfke ve kızgınlı­
ğın hedefi olurlar. ı
4. Çocuklarla yetişkinler arasındaki bir başka önemli fark da zama­
nın değerlendirilmesiyle ilgilidir. Zamanın akışının insanlar tarafın­
dan değerlendirilişinde, ölçümün id düzeyinde mi yoksa ben düzeyin­
de mi yapıldığı önemlidir. İdden kaynaklanan itkiler doğaları gereği

2. Bu noktada aynca bkz. Anna Freud ( 1952), Joyce Robertson ( 1956).


NORMAL ÇOCUK GELiŞiMi 1 63

herhangi bir ertelemeye tahammül edemezler, yani sabırsızdırlar.


Beklemek, ertelemek ve sabır bene ait süreçlerdir, onun nitelikleri
arasındadır ve ruhsal aygıta ancak düşünce süreçlerinin işlemeye baş­
lamasından girmesinden sonra yavaş yavaş katılır. Yetişkin, zamanı
kendi beniyle ve saat, takvim gibi nesnel yardımcılar aracılığıyla öl­
çer. Buna karşılık çocuklar zamanı nesnel dürtü süreçleri, yani gerek­
sinimleri ve dilekleri aracılığıyla ölçmektedirler. Anne dışandan ve­
rilmiş olan zaman düzenine tam anlamıyla uysa da mama aralarının
"çok uzun" olduğuna çocuğun açlığı karar verir. Aynlık ve özlem du­
rumunda, örneğin hastanede, her zaman birimi, yetişkinlerin ölçümü­
ne göre çok kısa olsa da çocuğa sonsuz görülebilir. Çocuk için burada
dayanılabilir ya da dayanılamaz, zararsız ya da zararlı olan, tamamıy­
la onun beninin olgunluğu ya da olgunlaşmamış olmasına bağlıdır;
halbuki genellikle zaman, çocuğun aleyhine olarak, yetişkinlerin ço­
cuğa tümüyle yabancı olan ölçüleriyle ölçülmektedir.
Çocuklar için, büyüklerin hareketlerini kendi duygu dillerine tercü­
me etmek nasıl doğalsa, anne babalar için de, kendi yetişkin düşünce
tarzlarından ötürü çocukların yaşantılannı küçümsemek ve yanlış an­
lamak o kadar kaçınılmazdır. Bu yüzden anne babanın, çocuklannın
ruhsal geçmişine dair anlattıklan genellikle güvenilmez, eksik ve ya­
nıltıcıdır.
Çocuklarını klinik muayene için getiren anne babalar, örneğin ço­
cuğun bebekken " memeyi hemen almadığını", annesi bir yere gidip
geldiği zaman "bir süre onunla hiç ilgilenmediğini", ya da annesi has­
ta olduğu zaman "kendisine kimseyi dokundurmadığını", hastaneye
"ilk korkulan geçtikten sonra alışabildiğini" önemsiz bir aynntıymış
gibi söyleyiverirler.3
Oysa bu tür önemsiz ve kısa süren küçük olaylann, analitik bir ba­
kışla yakından incelendiğinde, çoğu zaman çocuğun duygu yaşamın­
daki dönüm noktalannın; yani korkulann, patolojik değişimlerin, aşa­
ğılık duygularının, tutuklukların ve semptomların ortaya çıkmasına
yol açan zedeleyici olaylar olduklan görülür.

3. Bu örnekler Hampstead Çocuk Terapisi Kliniği'ndeki vakalardan alınmışnr.


ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 64

il
RUHSAL GELİŞİM ÇİZGİLERİ

Analitik çalışmada kişiliğin yapı taşlarını birbirinden ayırır ve her bir


parçanın kaderini izleriz. Böylece elde edilen gelişim silsilesi bir yan­
dan dürtülerin payıyla, öte yandan ruhsal aygıtın ben ve üstben yapı­
larıyla ilgilidir. Cinsel dürtünün gelişimini libidinal evrelerin oral,
anal-sadist, fallik, gizil, ergenlik öncesi, ergenlik ve genitallik şeklin­
de sıralanmasıyla tanımlıyoruz. Saldırganlık dürtülerinin çeşitli dışa­
vurum biçimlerinin libido gelişiminin basamaklarına denk düştüğünü
tahmin ediyoruz. Örneğin ısırma, tükürme, yutma istekleri oral saldır­
ganlığın; eziyet etme, tahrip etme, zulüm anal sadizmin; tahakküm
hırsı, palavracılık, kibir fallik dönemin; toplum dışı coşkunluklar er­
genlik öncesi ve ergenliğin belirtileri, vb.'dir. Ben için "gerçeklik
duygusunun gelişim aşamaları" (Ferenczi, 1 9 1 3) ve savunma düze­
neklerinin yaklaşık bir kronolojisi; üstben için birbirini izleyen anne
baba nesneleriyle özdeşleşme ve anne baba otoritesinin giderek öz­
nelleştirilmesi birer norm kabul edilir. Zihinsel işlevlerin gelişiminin
değerlendirilmesi için analistler de akademi k psikolojinin zeka testle­
rini kullanırlar.
Doğaları gereği tek yönlü olan bu bakış açılan analistin belli parça­
larla ilgilenen tutumuna uygundur; ama terapi ve kuram oluşturmanın
söz konusu olmadığı, ruhsal aygıtın parçalan yerine bütününün yeti­
lerinin ele alındığı gelişim ve eğitim meselesi için yetersiz oldukları
görülür. Bu çalışma için gözden kaçırılmaması gereken, id ve ben ara­
sındaki temel etkileşim ile bunların çeşitli yaş ve gelişim aşamaların­
da ortaya çıkışlarındaki düzendir. Yetiye dair bu aşamalı düzen, söz
konusu etkilerin kişiliğin her iki yanında temelden incelenebildiği du­
rumlarda en kolay saptanabilir. Örnekse, id açısından cinselliğin ve
saldırganlığın gelişiminin, ben açısından da nesne ilişkilerinin gelişi­
minin incelenmesiyle görülebilir. İşte o zaman çocuğun duygu yaşa­
mının giderek biçimlenişi ile buna ait dışavurumlara, bu alanda ulaşı­
lan olgunluk ya da olgunlaşmamışlığa, çocuğun normal ya da anor­
mal oluşuna ilişkin bilgi edinilebilir.
Bugün elimizde, psikanalitik çocuk psikolojisinin sağladığı, çocu­
ğun diğer yetilerinin gelişim sıralarını da ortaya çıkarabilecek yeterli
malzeme bulunuyor. Bu arada bizim işimiz hep aynı: ben ve idin nasıl
NORMAL ÇOCUK GELiŞiMi 1 65

bir araya gelerek birlikte etki yapbklannı, iç dünyaya egemen oluşun


ve dış dünyaya uyumun nasıl adım adım ilerlediğini, dürtü ve fantezi
özgürlüğünün nasıl yavaş yavaş gücünü yitirdiğini, onun yerine dürtü­
lere arka plandan egemen oluşun, akılcılığın geliştiğini izleyebilmek.
Bu tür gelişim çizgileri giderek daha fazla alanda saptanabilmekte­
dir: örneğin, beslenme alanında bebeklik döneminden yetişkinlerin
yemek alışkanlıklarına adım adım geçiş; temizlik alanında başlangıç­
taki eğitim çabalarından boşaltım işlevinin otomatik denetimine; be­
den temizliği için bakıcı kişilere bağımlılıktan bağımsızlığa; yaşıtlar­
la ilişkilerde bencillik ve ilgisizlikten dostluk ve karşılıklı yardımlaş­
maya; geçiş nesneleri aracılığıyla (Winnicott, 1 953) kendinin ve an­
nenin vücuduyla oynamaktan oyuncaklarla oynamaya ve iş görmeye
başlamaya geçiş.
Bu merdivenlerin basamaklarında ilerlemek her olguda dürtü, ben
ve üstben gelişim Süreçleri arasındaki karşılıklı etkileşimlerin ve bun­
ların dış etkilerle geçirdikleri değişimlerin; yani olgunlaşma, yapılan­
ma ve uyumun karmaşık etkilerinin sonucudur. Ortaya çıkan bu geli­
şim çizgileri birer kuramsal soyutlama değildir. Bunlar, çocuğun ye­
teneklerinin gelişiminin gerçeğe uygun görüntülerini gözler önüne
sermektedirler.

Tipik Bir Psikanalitik Gelişim Çizgisi:


Çocuksu Bağımlılıktan Yetişkin Aşk Yaşamına
Çocuksu sevgi ilişkilerinin yetişkin biçimlerine varıncaya kadar iz­
lenmesi psikanalitik çabaların ilk günlerinden beri, insan yaşamının
belirli bir sayfasının zaman içindeki gelişim sürecinin eksiksiz olarak
çalışılması için uygun görülmüştür. Belirtilerin temeli olarak bir yan­
dan cinsel dürtülerin içinde bulunan ve oral, ana!, fallik libidinal dö­
nemlerde ifadesini bulan olgunlaşma süreci de yukarıda belirtilmeye
çalışıldığı gibi nesne ilişkilerinin seçimi ve biçimlendirilmesi de be­
nin katkılarıyla gerçekleşmektedir. Analistin analizde yeniden ortaya
çıkardığı ve analiz dışındaki doğrudan gözlemlerin de teyit ettiği nok­
talar aşağıdaki gibi sıralanabilir:
1 . Yaşamın başlangıcında anne ile çocuk arasında bulunan "biyolojik
birlik", annenin narsisizminin çocuğa kadar genişlediği ve çocuğun
da anneyi kendi "narsisistik ortamı "na çektiği (Hoffer, 1952) bir dö­
nemdir. Bu dönem otistik ve ortakyaşamsal olarak ikiye bölünebilir
(Mahler, 1 952); bu, bir yandan ayrılma korkusunun öte yandan ba-
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 66

ğımsız olma dileğinin iki zıt yönde zorladığı bir dönemdir. Bu geliş­
melerin her birinde söz konusu aşama için karakteristik olan sayısız
bozukluklar olabilir.
2. "Güvenme gereksiniminden kaynaklanan sevgi " ya da "kısmi nes­
neler" (Melanie Klein) dönemi, nesne seçiminin ben tarafından de­
ğil, gereksinimler ve dürtülerle düzenlendiği bir erken nesne ilişki­
leri dönemidir. Burada gördüğümüz, nesnenin sağladığı doyum ve
olumlu bir libido uğraşısıdır. Bu tür uğraşılar sürekli değildir. Dile­
ğin doyuma ulaşmasıyla sona erer. Dinginlik durumunda birey libi­
donun narsisistik dağılımına geri döner.
3. Kelimenin tam anlamıyla nesne ilişkileri aşamasında libido uğraşı­
sı, gereksinimlerin doyumunu zorunlu olarak hesaba katmaksızın,
belli bir kişiye yönlenmiş olarak sabit kalır.
4. Hem libidonun, hem saldırganlığın aynı nesneye yöneldiği anal­
sadist dönemin kararsız ilişkileri.
5. Çocuğun anne babanın her ikisini ve özellikle de birisini kendi cin­
sel isteklerinin hedefi yaptığı ve öbürüyle rekabet ettiği oidipal
(fallik) dönem. Merak, övünme, teşhircilik eğilimleri davranışlar­
da ön plandadır. Kızlarda Oidipus kompleksi anneye yönelik, eril
bir çabadır ve babaya yönelik dişil tutumlardan önce gelir.
6. Çocuksu cinselliğin genitallik öncesi heyecanlarının söndüğü, Oi­
dipus kompleksinin bilinç alanının dışına çıktığı ve libidinal uğra­
şının büyük bölümünün anne ve babadan çekilerek yaşıtlara, öğret­
menlere, grup önderlerine, ideal figürlere ve kişileşmemiş idealle­
re, amacı ketlenmiş ve yüceltilmiş ilgi alanlarına yöneltildiği gizil­
lik dönemi. Anne babaların ideal olarak uyandırdığı düş kırıklıkları
kendini uydurulmuş aile öyküsü, ikiz fantezileri gibi şeylerin yer
aldığı bir düş yaşamıyla belli eder.
7. Çocuksu yaşamın görünüşte aşılmış olan dilek ve uğraşılarının ye­
niden ortaya çıktığı, asıl ergenliğin bir ön aşaması olan ergenlik ön­
cesi dönem.
8. Ergenin, bir yandan oidipal nesnelerden çekilmek, öte yandan geni­
tallik öncesi kısmi dürtüleri genital bölgelerin egemenliğine dönüş­
türmek gibi iki önemli görevinin olduğu ergenlik aşaması. Ergen­
lik, bu adım atılabildiği ve aile dışında yeni ve karşı cinsten bir sev­
gi nesnesi ile uğraşı sağlanabildiği zaman kapanmış olur.

Böyle bir gelişim çizgisinin pratik meselelere uygulanması, analis­


tin zaten sahip olduğu bu bilgiler ışığındaki tutumunda teki l olgular
NORMAL ÇOCUK GELiŞiMi 1 fil

açısından bir değişim yapmasa da, beklenmedik yeni göıiişlere yol


açar. Mesela, her bir gelişim aşamasında çocuktan nelerin istenip bek­
lenebileceği hakkında tam bir bilgi verir.
Örnekse, son yıllarda çok tartışılmış olan anneyle çocuğun aynlma­
sı olgusunun neden o kadar farklı sonuçlar verebildiğini artık anlaya­
biliyoruz. Gelişim çizgisine bir bakış bu olgunun her gelişim aşama­
sında başka bir anlam ve önemi olduğunu, her seferinde çocuğun bir
başka duyarlı noktasına dokunduğunu bize gösterir. Anne ve çocuk
biyolojik birlik döneminde birbirinden ayrılacak olurlarsa, bunun ne­
deni ne olursa olsun, çocukta sözcüğün tam anlamıyla aynlık kaygısı
ve aynlık acısı nöbetleri göıii ıizi (Bowlby, 1 960). Anne doyum yaşan­
tılarının kaynağı olma işlevini yerine getirmekte yetersiz kalıyorsa bu,
bireyselleşmede bozukluklara (Mahler, 1952), erken dönem depres­
yonlara (Spitz, 1 946), yoksunluktan kaynaklanan diğer belirtilere (Al­
pert, 1959), ben-gelişiminde erken olgunlaşmaya (James, 1 960) ya da
"sahte kendilik" denilen duruma (Winnicott, 1955) yol açabilir. Çocu­
ğun sevgi çabalan anal-sadist dönemde uygun bir nesne bulamaz ya
da bu nesne güvenilmez olursa, libido ve saldırganlık arasındaki den­
genin bozulduğu ya da ikisinin birbiri ile kaynaştığı göıiilecektir; ve
bu da her türlü eğitsel girişimi olanaksız kılan saldırganlık-yıkıcılık
gibi sonuçlara yol açacaktır (A. Freud, 1 949).
Çocukla onun sevgi nesnesi arasındaki aynlıklara, 3. aşamaya ula­
şıldıktan sonra, öncesine göre daha iyi tahammül edilebilir. Çocuğun
nesne ilişkileri ne derecede kalıcı olarak yerleşmişse; yani çocuk söz
konusu olan kimsenin orada oluşu ya da olmayışından, veya onun do­
yuruculuğu ya da yetersizliğinden ne derece bağımsız hale gelmişse,
bir zedelenme olmaksızın bu kimseden o kadar uzun süre ayn kalabi­
lir. Gelişim çizgisindeki çeşitli duraklamalar, hastanede yatmak, anne
babanın yokluğu, yuvaya verilme gibi durumlarda beklenebilecek
olan etkilere ilişkin bilgiler verir. Çocuğun hangi yaşta anne babadan
aynlabileceğini belirlemek mümkün olsa da, yaş faktöıii tek başına
önemli değildir. Aynı gelişim çizgisinden çıkartılabilecek olan diğer
sonuçlar şunlardır:
Küçük çocuğun annesine yapışması, çoğu zaman sanıldığı gibi, "şı­
martılmış" olmasının değil, Oidipus-öncesi çift değerliliğin bir belirti­
sidir. Anne baba, Oidipus-öncesi aşamalarda nesne ilişkilerinde karşı­
lıklılık beklerlerse yanılırlar. Bu karşılıklılık ancak 5. aşamada ortaya
çıkabilir.
Libidosu kendi yaşıtlarına aktarılmadan önce hiçbir çocuk bir top-
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 68

luluğa kablamaz. Oidipus kompleksinin kaybolmasının geciktiği ve


bir çocuk nevrozunun çocuğu 5. aşamada normalden daha uzun tuttu­
ğu durumlarda topluma uyum bozuklukları, okul yaşamına ilgisizlik,
okul fobileri ve okulda şiddetli bir ev özlemi çok olağandır.
Evlat edinilmiş olan çocuklar çoğunlukla gizillik döneminde (6),
yani bütün çocukların anne babalan karşısında düş kınklıklannı yaşa­
dıkları; uydurulmuş aile öyküleri, yani çocuğun kendi anne babasın­
dan alınıp başka ailede büyüdüğü düşlerinin evlat edinilme olgusu yü­
zünden acı veren bir gerçekliğe dönüştüğü çağda, büyük zorluklarla
karşılaşırlar.
İlk olarak oidipal aşamada (5) ortaya çıkan ve gizillik döneminde
(6) tam gelişen yüceltmeler, gizillik öncesinde (7) kaybolurlar. Bu
eğitim kusurlarından ya da yanlış gelişmeden değil, gelişim gereği da­
ha önceki gelişim aşamalarına (2, 3, 4) gerilemeden kaynaklanır.
Gencin aileden ayrılma hakkı (8) anne baba tarafından, küçük ço­
cuğun kendi sevgi nesnesine yapışmasının engellenmesi ( 1 , 2) ya da
bütün çocukların belli ölçüde kendilerine yönelik erotizme belli ölçü­
de izin verilmesi gerekliliği ( 1 -7) kadar ciddiye alınmalıdır.

Bedensel Bağımsızlığın Gelişim Çizgileri


İnsan gelişiminde beden-beninin diğer bütün ben gelişimlerinden ön­
ce gelmesi, çocukların kendi bedensel bağımsızlıklarına, anne babala­
rından duygusal ve ahlaksal bakımdan bağımsızlaşmalanndan daha
erken ulaşabilecekleri anlamına gelmez. Tam tersine, annenin çocu­
ğun bedeniyle kurduğu narsisistik bağlantı, çocukta karşılık olarak
anneyle bedensel birlik duygusuna, beden ve ben sınırlarıyla ilgili bir
karışıklığa yol açar; bu karışıklığın nedeni yaşamın başlangıcında iç­
sel ve dışsal olanın farklılığının nesnel gerçekliğe göre değil, haz ve
hoşnutsuzluk yaşantılarına göre algılanmasıdır. Küçük çocuk annesi­
nin memesini, yüzünü, elini ya da saçlarını, sanki bunlar kendi bede­
ninin parçalarıymış gibi eller ya da hırpalar. Ondan aynı zamanda
kendi açlığını, yorgunluğunu, kendi gereksinimleri ni ve hoşnutsuzluk
duygularını da kendisi gibi hissetmesini bekler. Erken çocukluk döne­
mi bedensel gereksinimlerin, bedensel duyguların ve onların ürünleri­
nin egemenliği altında olsa da çocuk bunların nasıl ve ne ölçüde tat­
min edileceklerini pek az belirler. Bunun tek ayrıcalığı ona dış dünya
nezdinde küçük bir bağımsızlık olanağı sunan kendine yönelik ero­
tizmdir. Ancak uyku ve beslenme, boşalbm ve beden temizliği, hasta-
NORMAL ÇOCUK GELiŞiMi 1 69

lığa ve kazalara karşı korunma gibi meselelerin annenin denetimin­


den çıkıp gelişen çocuğun kendisi tarafından üstlenilmesi için uzun
ve karmaşık gelişim süreçleri gerekir.

Emzirilme durumundan akılcı yemek yemeye


Bir çocuğun kendi yeme gereksinimini kendi başına karşılayabilmesi­
ne; yani besin alışını kendi açlık ya da iştahına, zevk ya da tiksinmesi­
ne, yemeğin miktar ve türüne göre; bakıcısıyla olan ilişkilerinden ve­
ya bilinçli ya da bilinçsiz fantezi dünyasından etkilenmeksizin yapa­
bilmesine kadar hayli yıl geçmesi gerekir. Bu süreçteki gelişimin ba­
samakları yaklaşık olarak şöyledir:
1 . Meme ya da biberondan, az ya da çok sıkı bir düzenle, yani ya saate
ya da çocuğun açlık belirtilerine bağlı olarak emzirme dönemi. Bu
süreçteki bozlılkluklar, kısmen çocuğun iştahındaki ve bağırsak ha­
reketlerindeki değişimlere, kısmen annenin beslenmeye ilişkin zih­
niyeti ve kaygılarına bağlı olarak son derece yaygındır. Hoşnutsuz­
luğun egemen olduğu bekleme süreleri, çok fazla ya da çok az be­
sin verme, istenmeyen besinlerin zorla yedirilmesi doyum yaşantı­
sını bozar ve bazen geç çocukluğa kadar süren ilk yeme zorlukları­
na yol açar. Yeme işlemiyle uyarılan oral doyum yanında görülen
ya da ondan bağımsız olan kendine yönelik erotik bir eylem de var­
dır: beslenmenin ön belirtisi, refakatçisi, yedeği ya da bozukluğu­
nun belirtisi olarak parmak emmekten haz alma.
2. Çocuğun kendisi tarafından veya annenin kararıyla meme ya da bi­
beronun bırakılması. İkinci durumda çocuğun oral yoksunluğa kar­
şı protestosu ve buradan bir yeme bozukluğu geliştirmesi, işlemin
alıştırarak yapılıp yapılmamasına bağlıdır. Katı yiyeceklerin veril­
meye başlanması genellikle zorluk yaratır. Tat ve kıvamdaki yeni­
likler bazı çocuklar tarafından sevilir, ancak çoğu tarafından redde­
dilir.
3. Kaşıktan önce ellerin kullanılmasıyla başkaları tarafından beslen­
meden kendi başına yemeye geçiş. Bu aşamada "anne" ve "be­
sin"in ruhsal anlamı henüz birdir.
4. Kaşık ve çatal kullanarak kendi başına yemek. Anneyle çocuk ara­
sındaki besinin miktarıyla ilgili uyuşmazlıklar çoğu zaman yeme
biçimine yani "yemek terbiyesine" dönüşür. Anne-çocuk arasında­
ki zorluklar genellikle yemek zamanlarında belli olur. Oral gerek­
sinimlerin kuvveti bu döneme uygun bir biçim alarak tatlılara düş-
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 70

künlük şeklinde belirir. Tuvalet terbiyesinin sonucu olarak yeni ye­


mek kısıtlamaları, yani anal bölgeden oral bölgeye kaymış bir tep­
ki olan yeni iğrenme davranışları ortaya çıkar.
5. Oidipal aşamada anneyle besinin eşitliği geri plana çekilir ve onun
yerine çocuksu cinsel kuramlardan kaynaklanan fanteziler geçer:
Oral döllenme fantezileri zehirlenme korkusu uyandırır, gebelik
fantezileri yani şişmanlama yemekten vazgeçmeye yol açar, anal
doğum fantezileri yemek yeme ve boşaltımda bozukluklara neden
olur. Bastırılmış yamyamlık ve sadizme karşı tepki oluşturmalar
yemek seçmede kendini gösterir.
6. Gizillik döneminde yeme işlevinin cinselleştirilmesinde bir azalma
ile aynı zamanda yeme zevkinin serbest kalması ya da artması göz­
lenir. Yemeğe karşı akılcı ben tutumları dürtü türevlerinin aksine
güçlenir ve giderek bir bağımsızlık gelişir. Daha önceki deneyim­
lerin kalıntıları bütün gelecek yaşam boyunca yemek tercihleri ya
da iğrenmeler biçiminde, içki ya da uyuşturuculara olan düşkünlük
şeklinde etkisini gösterir.

Bu özgün gelişim çizgisinin sağladığı çeşitli görüşler vardır.


Küçük çocuğun 2. aşamadaki tutumu, yani memeden kesmeye ve
yeni verilen besinlere karşı tutum, tanı koymak için özellikle ilginçtir.
Burada birey ilk olarak tutumlarında tutucu ya da ilerici olarak davra­
nır; yani her yeniliği hoş bir değişiklik olarak karşılama ya da her de­
ğişikliği alışılmış zevk doyumlarının yitimi tehdidi olarak reddetme
eğilimi gösterir. İlerleme istenci ya da elde bulunana inatla sarılma tu­
tumlarından hangisinin sürece egemen olduğu, başka gelişme alanlan
açısından da önem taşır.
Besinle annenin eşdeğerli sayılması ilk dört gelişim aşamasının be­
lirli bir niteliğidir; annelerin eskiden beri öznel olarak hissettikleri,
yani çocuğun her yemek reddini kendilerine karşı düşmanca bir dav­
ranış olarak algılamaları, bu davranışı kendilerinin de aşırı duyarlılık­
la ve negatif duygularla yanıtlamaları bunu doğrulamaktadır. Aynca,
yemeği anne yerine az çok ilgisiz bir başka kimse verdiğinde çocuğun
birçok yeme zorluğunun neden ortadan kaybolduğunu da bununla
açıklayabiliriz. Evlerinde yemek yemeyen bir sürü çocuk yuvada,
hastaneye yattıklarında ya da başka aileleri ziyaret sırasında hiçbir
zorluk çıkarmadan yerler ama bu durum kendi evlerinde, anneleri ora­
dayken görülen yeme bozukluğunu ortadan kaldımi.az. Aynca, an­
neyle çocuğun her ayrılışının hemen beslenme durumunda bir etkiye
NORMAL ÇOCUK GELiŞiMi 1 71

yol açmasını da anlayabiliyoruz. Ayrılık kaygısı durumunda yemeyi


tümden reddetme (her türlü anne ikamesinin reddi) kadar aşın beslen­
me tutkusu da (anne sevgisinin yemek yoluyla oral açıdan doyurula­
rak simgesel olarak ikame edilmesi) görülür.
5. aşamadaki yeme bozuklukları, yukarıda tanımlandığı gibi, içsel
çatışmaların ifadesidir ve bu yüzden annenin orada bulunuşu ya da
bulunmayışından bağımsızdır. Bu da yeme bozukluklarının ayırıcı ta­
nımlanmasında önemli bir bulgudur. 6. aşamanın bitmesiyle çocuksu
yeme bozuklukları son bulur. Yetişkinin yemeğini kendisinin seçmesi
bu alanda artık hiçbir dış savaşa yer bırakmaz; yalnızca içsel uygun­
suzluklar vardır. Açık yeme isteği, bastırılmış bilinçdışından kaynak­
lanan belirli yiyeceklere tahammülsüzlük, yeme alışkanlıkları, miktar
gibi çatışmalarda kendini belli edebilir. Yetişkinlerde sık görülen mi­
de bağırsak yakınmaları çocukluğun yeme bozukluklarının yerini al­
madan önce, er�nlikte kısa bir normal yemek dönemi görebiliriz.

Tuvalet terbiyesinden temizliğe


Daha önceki iki gelişim çizgisinden farklı olarak burada, dürtü türev­
lerinin değişmeden ayakta kalması değil, üretral ve anal eğilimlerin
denetlenmesi, değiştirilmesi ve dönüştürülmesidir. Bu nedenle, id,
ben, üstben ve çevredeki güçler arasındaki çatışmalar öne çıkar.
1 . İlk aşama mesane ve bağırsakların doğa gereği hiç kısıtlanma­
dan boşaltımı aşamasıdır. Bunun kısa ya da uzun sürmesi yeni doğan
çocukta yerleşik olan gelişim süreçlerine değil, annenin girişimlerini
tayin eden törelere, alışkanlıklara ve tıbbi önerilere bağlıdır. Günü­
müzde bu sürecin çeşitli yerlerdeki süresi arasında çok büyük farklı­
lıklar vardır. Kimi yerlerde, ülkelerde ve toplumsal katmanlarda tuva­
let terbiyesi doğumdan birkaç gün sonra koşullu refleksler yoluyla
başlatılırken başka yerlerde bu eğitim ikinci, üçüncü yaşa, nesne iliş­
kilerine ve ben egemenliğine kadar gider.
2. Birinci aşamanın aksine ikinci aşamaya geçiş, dış dünyanın etki­
leriyle değil olgunlaşma süreciyle olur. Oral gelişme aşamasından
anale geçişle beden içeriklerine yönelik libido ilgileri artar; çocuğun,
kendisi için böylesine önem kazanmış olan işlemlere yönelik dış mü­
dahalelere direnci de fazlalaşır. Bağırsakların ürettiği maddeler bu
dönemde çocuk için çok değerli bir maddedir ve "annenin hatırı için"
ona bir armağan gibi sunulur. Aynı zamanda bağırsağın boşaltılması,
saldırgan anlamıyla, anneye karşı öfkeyi ve düş kırıklıklarını da ifade
etmeye yarayan bir silahtır. Bedenin ürünlerinin bu çifte kullanımına,
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 n

çocukta bütün nesneler dünyasına yönelik bir çift değerlilik denk ge­
lir; çocuk sevgi ve nefret arasında hızla gelip gider (henüz libido ve
saldırganlık birbiriyle kaynaşmamıştır). Ben bölgesinde ise, o sırada
merak ve bilme, öğrenme isteği beden içine doğru yönelir; çocuğun
suyla, kumla, plastik maddelerle oynamaktan, kaplan doldurup bo­
şaltmaktan, her türlü nesneyi toplamaktan hoşlandığı görülür. Saldır­
gan belirtiler olan tahakkümden, sahip olmaktan, tahrip etmekten hoş­
lanma ortaya çıkar. Dış çevrenin etkileri de burada kaçınılmaz bir şe­
kilde katkıda bulunur. Küçük çocuklar dürtü ve ben işlevleri bakımın­
dan birbirlerine çok benzeseler de bu aşamada kişiliğin genel gelişi­
mi, bakıcı ve eğitici kişilerin girişimlerine ve onlara yapılan uyuma
bağlı olarak çok farklıdır. Kimi anneler çocuklarının içsel gereksi­
nimlerini hissetmeye devam ederler, önceleri oral dileklere olduğu
kadar bu dönemde de ana) dileklere duyarlı kalırlar. Çocuğun pislik­
ten aldığı zevkle dış dünyanın temizlik isteği arasında uygun bir aracı
rolünü oynayabilirler; çocuğun tutucu kaslannı denetlemesi için ya­
vaş yavaş ve onu koruyup kollayarak eğitimini sağlayabilirler. Başka
anneler ise kendi anal baskılan, iğrenme, temizlik ve düzenlilik gibi
tepkiler oluşturmuş olmalan nedeniyle böyle bir davranışta buluna­
mazlar. Böyle vakalarda tuvalet terbiyesinin istenmeyen biçimlerine
rastlanz. Anne bütün gücüyle belli zamanda ve belli yerde boşaltımda
ısrar eder; çocuk da idrar ve dışkısını kendi başına denetleme hakkını
aynı şekilde inatla ve uzlaşmasızca savunur. Sonunda olan, ikisi ara­
sında bir yandan nesne ilişkisinde, öte yandan karakter oluşumunda
kalıcı sonuçlar bırakan bir savaştır.
3. Üçüncü bir aşamada çocuk temizlik konusunda çevrenin tutu­
munu benimser, özdeşleştirme aracılığıyla bu görüşü özümser. Boşal­
tım işlemlerine egemen oluş böylece ilkel üstben olarak ahlakın çekir­
değini oluşturur; boşaltıma egemen olma mücadelesi, savunma düze­
nekleri arasındaki iç çatışmalar şeklinde sürdürülür. Sonunda pislik­
ten iğrenme, düzenlilik ve titizlik, bastınlmış olanın geri dönmesine
karşı güvenceler olarak sürer. Bağırsak boşaltımının düzenliliğiyle ti­
tizlik, vicdanlılık, güvenilirlik gibi ben özellikleri kazanılmış olur.
Bedenin içeriğinin çok değerli sayılışı, yer değiştirerek tutumluluk,
koleksiyonculuk gibi diğer ilgi ve alanlara kayar. Kısacası bu dönem­
de, genitallik öncesi anal ve üretral dürtü türevleri büyük bir değişim
geçirir. Bunun yavaş yavaş ve büyük şok yaşantılan olmaksızın ger­
çekleşmesi durumunda, adı geçen değişim bireysel karaktere sağlam­
lık kazandıran değerli ben tutumlannın kaynağı olacaktır.
NORMAL ÇOCUK GELiŞiMi 1 73

Öte yandan, unutulmamalıdır ki bu tür kazanımlar, özdeşleşme ve


içselleştirmelere dayanır ve bu yüzden ancak Oidipus kompleksinin
sona ermesinin ardından kişiliğin malı haline gelebilirler. Oidipus ön­
cesi dönemde, özellikle üçüncü aşamanın başlangıcında anal işlevler
üzerindeki ben kontrolü, henüz nesnelere ve onlarla kurulan olumlu
ilişkilerin istikrarına bağlıdır. Örneğin bir çocuk kendi evinde lazım­
lık ya da tuvaleti kullanmak için eğitilmiş olabilir ama bu yeteneği ya­
bancı, alışılmamış çevreye ya da başka araçlara otomatik olarak akta­
ramaz. Çocuklar annelerinden ayrıldıklarında bir yandan kendi temiz­
lik isteklerini geriye çevirerek, öte yandan boşaltım organını saldır­
gan amaçlarla kullanarak annelerini düş kırıklığına uğratırlar. Her iki
durum, çoğu zaman anlaşılmaz görünen altını ıslatma ve altına etme
şeklinde ortaya çıkar.
4. Tutucu kasların güvenle kontrolü ancak dördüncü aşamada orta­
ya çıkar. Oidipus evresinin tamamlanmasıyla söz konusu tutum ve
davranışlar nesne dünyasından bağımsızlaşıp yansız ve özerk ben ve
üstben içerikleri durumuna gelirler.4

Kendi bedenine karşı sorumsuzluktan sorumluluğa


Kendi bedeni için sorumluluk duygusu, çocuğun beslenme ve boşal­
tım sorunlarındaki
. bağımsızlığı gibi yavaş yavaş oluşur. Daha önceki
kimi yazıları mda da belirttiğim gibi (A. Freud, 1952) çocuk, bedeniy­
le ilgili sorumluluk ile kazalardan, hastalıklardan korunmayı "iyi" bir
anneye bırakır ve böylece kendisine umursamazlık, düşüncesizlik ve
aşın gözüpeklik hakkı tanır. Yalnızca annenin yokluğunda, yitiminde
ve ondan gelen bakımın yetersizliğinde çocuklar kendi sağlık ve gü­
venliklerine dikkat etmeye başlarlar; yani kendi bedenlerine hipo­
kondriak bir ihtimamla bakmaya başlarlar.
Bu konudaki bilgimiz henüz tam değilse de bu gelişim yolunda da
kimi evreleri saptamak mümkündür.
1 . Birinci aşama olarak yaşamın ilk aylarında saldırganlığın içer­
den dışarıya yönelişi görülür. Bu değişiklik yaşamsal önem taşır, çün­
kü çocuğun kendi bedenine onu tırmalayarak, ısırarak, vb. zarar ver­
mesini kısıtlar; ancak bu döneme ait bazı kalıntılara daha sonraki yaş­
larda rastlanabilir.5 Burada gelişme açısından ileriye doğru bir adım

4. Bkz. H. Hartmann, 1950b.


5. Bu kalıntılar, daha sonraki "saldırganlığın kişinin kendiliğine yönelişi" olgusuyla
karışnnlmamalıdır.
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 74

atılabilmesi, bir yandan acıya karşı bir korunmanın oluşmasına, öte


yandan çocuk vücuduna annenin narsisistik bir libido yatırmasına da­
yanmaktadır (Hoffer, 1 950). Anne onu sevdikçe çocuk da kendi vücu­
dunu değerli bulmaya ve korumaya başlar.
2. İkinci adım tamamen ben işleyişindeki gelişimin işaretlerini ta­
şır. Dış dünyaya uyum, neden ve sonuç arasındaki ilişkinin görülme­
si, tehlikeli dürtülere gerçeklik ilkesi bağlamında hakim olmak gibi
işlevler, önceden edinilmiş olanlarla birleşir ve çocuğu ateş, su, yük­
sekten düşme gibi dış tehlikelere karşı koruma görevini üstlenirler.
Bu ben işlevleri kazalardan korunma için ne denli önemliyse işlevle­
rin gelişiminin eşzamanlılığına ya da eşbiçimliliğine güvenmek de o
denli yanlıştır. Şu ya da bu işlevin gelişimindeki gecikme çocuğu teh­
likede bırakır, yani uzun bir süre annenin korumasına muhtaç kılar.
3. Son olarak, çocukların temel temizlik ve tıp kurallarını anlama­
sı, onları istekle ve direnç göstermeden kabul etmesi gelir. Gerçi ço­
cuklar her şeyin yenemeyeceğini, aşırı yemenin hoş olmayan sonuç­
lar doğurabileceğini ve bedeni temiz tutmanın zorunlu olduğunu gö­
rece erken öğrenirler, ama bu tür kazanımlar burada anlatılmak iste­
nen gelişim çizgisine değil oral ve anal kısmi içgüdülerin hareketlilik­
lerine bağlıdır. Burada ise önemli olan bir yandan hastalıktan korun­
maya yarayan dikkat, öte yandan hastalık durumunda ilaç alma, ya­
takta kalma ve diyet gibi tıbbi buyrultulara uymaktır. Çocuklar vücut­
larıyla bir suçluluk duygusu ya da hadım edilme kaygısı nedeniyle
özellikle ilgilenebilirler. Ancak bu duygu veya kaygıların etkisinde
olmadıklarında farklı davranırlar. Normalde kendilerine hiçbir şey ol­
mazmış gibi davranır, kendilerinde tehlikeye atılma hakkı görür, sağ­
lık ve güvenliklerinin bir yandan korunmasını, bir yandan yeniden
onarılmasını annelerine bırakırlar. Kural olarak, büyümekte olan ço­
cuk önce annesini kendi vücudunun bakıcısı ve koruyucusu rolünden
azat eder; böylece çocuk-anne arasındaki ortak yaşamın son kalıntıla­
rını da gidermiş olur.

Gelişim Çizgilerine Dair Başka Örnekler


Burada anlatılacak olan gelişim çizgileri yalnızca birer örnek olarak
kabul edilmelidir. Ayrıntılara ilişkin bilgi birikimi sayesinde analist,
buna benzer daha pek çok aşamalı gelişim örneğine kolayca ulaşabi­
lir. Yetişkin analizi ile geçmişin yeniden kurulması-da, çocukların
doğrudan doğruya gözlemi kadar örnek sağlar bize.
NORMAL ÇOCUK GELiŞiMi 1 75

Benmerkezcilikten dostluğa
Çocuğun kendi yaşıtlarıyla olan ilişkisinde şu aşamaları ayırt edebili­
yoruz:
1 . Küçük çocuk benmerkezci bir varlık olarak, başlangıçta yalnızca
kendine ve kendi narsisistik ilgilerine yönelmiştir. Bu kısıtlı dün­
yada diğer çocukların hiçbir rolü yoktur. Onlar, o da eğer farkına
varılırsa, anne babayla ilişkilerde bozucu bir faktör ve rakipler ola­
rak algılanırlar.
2. Küçük çocuk diğer çocuklara dikkat etmeye başlar fakat onlar can­
sız nesnelermiş, bir tür oyuncakmış, her şeye katlanırlarmış gibi;
istenildiğinde tutulup istenildiğinde atılabilecek, hoşlanılabilecek
ya da itilebilecek nesnelermiş gibi davranır.
3. Çocuk yaşıtlarını oyun arkadaşları olarak değerlendirmeye başlar.
Onların bir �leri yapmakta, bozmakta ve her türlü planlamadaki
yardımları hoş karşılanır ama onlarla kurulan ilişki, bu ilişkiye yol
açmış olan oyundan daha uzun sürmez.
4. Oyun arkadaşı yavaş yavaş arkadaş halini alır; yani çocuk öbür ço­
cukları birer nesne olarak kabul etmek, onları sevmek ya da onlar­
dan nefret etmek, onlardan korkmak ya da onlara hayran olmak,
kendisini onlarla kıyaslamak ya da özdeşleştirmek, onların istekle­
rine önem vermek yeteneğini kazanır. Mülkiyetini onlarla paylaşa­
bilir ve her bakımdan eşit haklan oian kimseler gibi hareket edebilir.

Çocuk topluluğuna katılmak açısından bu gelişim çizgisinin bazı


pratik sonuçlan vardır. 1 . ve 2. aşamada, büyük kardeşlerin sevgi ve
hoşgörü yüklü tutumuyla karşılaşsa da çocuk asosyaldir ve annenin
buna karşı çabalan hiçbir şey değiştiremez. Bu yaşta toplu yaşam, ço­
cuk yuvası, çocuk bakımevi gibi girişimlere en iyi olasılıkla çocuk ta­
rafından katlanılır ama bunlar gelişime yardımcı olmaz. 3. aşamaya
girince çocuk ilk olarak kardeşler arasında belli bir yer edinme ya da
yuvadan faydalanma yeteneğini kazanır. 4. aşama daha uzun süren
gerçek dostluklar ya da düşmanlıklar, yaşıtlarla işbirliği için çocuğa
destek sağlayacaktır. Yani çocuk bir insan topluluğunun üyesi olma­
ya hazırdır.

Kendine yönelik erotizmden oyuncağa ve oyuncaktan çalışmaya


1 . Bebeğin ilk "oyun"u ağız, parmaklar, deri yüzeyi ve görsel izlenim­
ler yoluyla haz aramaktır. Haz arama ya kendi vücuduna (kendine
ÇOCUKLUKTA NORMALUK VE PATOLOJi 1 76

yönelik erotizm) ya da annenin vücuduna (emzirme sırasında ya da


emzirmenin ardından) yöneliktir ve bu sırada bunların her ikisi de
eşanlamlı olarak kullanılır.
2. Annenin ya da kendi vücudunun yedeği olarak bir "geçiş nesnesi "ne
(Winnicott, 1953) yönelinir. Bu, genellikle bir kundak ya da yastık,
bir battaniye ya da bir peluş ayıcık gibi yumuşak bir nesnedir. Bu
nesneye hem narsisistik libido hem de nesne libidosu yatırılır.
3. Çocuk, geçiş nesnesinden bir dizi başka ve benzeri nesneye yönelir.
Bunlar, çoğunlukla simgesel nesneler olmaya yarayan, libido ve
saldırganlığın yüklenebileceği, çocuğun duygularının çift değerlili­
ğine olabildiğince dışa vurum olanakları sağlayan nesnelerdir.
4. Oyuncak hayvanlara düşkünlük yavaş yavaş geriye çekilir ve yal­
nızca geceleri uykuya dalmaya yardımcı olarak önemini korur. Ge­
çiş nesnesi ikili anlamından kaynaklanan gücünü, yani hem narsi­
sistik hem de nesneye yönelik özelliğini, dış dünyaya etkin olarak
katılımdan uykuya çekilmeyi sağlayarak göstermektedir.
Oyun nesnelerinin yerini gün boyunca, birinci planda duygusal
ilişkileri değil ben etkinliklerini ve onlara bağlı fantezileri dışa vu­
ran diğer oyun malzemeleri alır. Böyle etkinlikler kısmi dürtülerin
doğrudan ya da yeri değiştirilmiş ve yüceltilmiş doyumuna yararlar
ve aşağı yukarı ş u kronolojiyle ortaya çıkarlar:
a) Doldurma ve boşaltmaya, açmaya ve kapatmaya, iç içe sokma­
ya uygun olan yani vücudun açıklıklarını ve onların işlevlerini
simgeleyen oyun malzemesi;
b) Çekmeye, vurmaya, hızla ileri hareket etmeye yarayan yani kas­
ların etkinliğinin verdiği hazzı hissettiren oyun malzemesi ;
c) Her türlü yapının inşa edilip sonra yeniden yıkılabilmesini sağ­
layan, bu yolla anal-sadistik aşamanın çift değerli çabalarına
pozitif olduğu kadar negatif olarak da denk düşen malzeme;
d) Eril ve dişil tutumların simgelenmesine uygun olan ve çeşitli şe­
killerde kullanılabilen oyuncaklar:
- bireysel rol oyunlarında,
- fallik teşhirciliğin oidipal nesneye gösterilmesi amacıyla,
- bir çocuk grubuyla oidipal "aile" oyununda (bunun için en
azından 3. aşamadaki dostluğun gerçekleşmiş olması gerekir).
Fallik aşamada eril etkinliklerin ifade edilmesi oyun malzemesi­
nin doğrudan yardımı olmadan da jimnastik ve akrobasi yoluyla;
yani çocuğun bütün vücudunu ve fallik gücü kullanmadaki beceri­
sini sergileyen ben etkinlikleriyle sağlanabilir.
NORMAL ÇOCUK GELiŞiMi 1 77

5. Beşinci bir aşamada oyunun kendisine bağlanan haz yavaş yavaş


etkinliğin başansına yönlenir; yani akademik psikologlann deyi­
şiyle çocuk görevin başanlması yoluyla haz almaya başlar. Bu "ça­
lışma olgunluğu" aşaması çocuğun okula başlayabilmesi için zo­
runludur (C. Bühler, 1935; L. Danziger, 1 934).
Bu son kazanımın çocuğun içgüdü dünyasıyla ne ölçüde bağlantılı
olduğu sorusunun yanıtı analist için bugün de açıklığa kavuşma­
mıştır. Ancak burada işbaşında olan çeşitli faktörler vardır: anne­
çocuk arasındaki ilişkinin erken dönemlerindeki taklit ve özdeşleş­
me, ben idealinin etkisi, bir savunma ve uyum mekanizması olarak
edilgin yaşantılann etkin eylemlere dönüştürülmesi, olgunlaşma
yani giderek artan bir gelişme sağlamaya yönelik itki.
Nesne ilişkileriyle arasında ancak ikincil bir bağ bulunan bu beceri
zevkinin çok küçük çocuklarda bile gizil bir kapasite olarak bulun­
duğu MontesSQri yönteminin başanlan sayesinde kanıtlanmıştır.
Montessori çocuk yuvasının oyun yöntemi çocuklann dikkatle se­
çilmiş malzeme sayesinde kendi başına becermek ve problem çöz­
mekten çok büyük keyif almalanna dayanır; çok küçük çocuklar
bile bu olanaklan şaşırtıcı şekilde kullanmaktadır.
Dışandan yardımcı malzeme sunularnadığında beceriden haz ala­
bilme de çok daha geç yaşlara kadar nesne dünyasına ve ondan ge­
len onaylamalara bağlı kalmaktadır; ancak Oidipus döneminin biti­
miyle, özdeşleşmeler ve içselleştirmeler sonucunda bağımsızlaşa­
bilmektedir.
6. Oyundan çalışma'ya6 götüren yol da bir dizi kazanımlar üzerinden
yürümektedir:
a) Çocuk kendisine sunulan malzeme üzerinde sınırsız saldırganlık
ve tahrip uygulamamayı; tersine bu dürtülerin denetim altına
alınması, durdurulması ve yönlerinin değiştirilmesiyle oyun
malzemesini pozitif ve yapıcı tarzda kullanmayı öğrenmelidir.
b) Önceden kararlaştırılmış bir planı sonuna kadar götürmeyi, yol
boyunca karşılaşılabilecek hoşnutsuzluklar ve zorluklar yüzün­
den hedeften vazgeçmemeyi öğrenmesi gereklidir.
c) Doğrudan doyumlardan amacı ketlenmiş, yüceltilmiş dürtü do­
yumlarına geçmeyi öğrenmelidir. Ben işlevlerinin cinselleştiril­
mesinden. dürtü enerjisinin yansızlaşmasına, haz ilkesinden ger-

6. Burada söz konusu olan "çalışma" kavramının psikolojik ve sosyal kapsanuyla bir
tanımı değil, ben gelişimi ve dürtülere egemen oluştaki ilerlemenin tasviridir. Bu ilerle­
me, çalışma yetisine kavuşabilmek açısından kaçınılmazdır.
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 78

çeklik ilkesine geçebilmelidir. Bireyin okul ve yetişkinlikteki ça­


lışma yeteneği, bu süreçlerin ve önkoşulların daha iyi ya da daha
kötü olmasına bağlıdır.

Bu gelişim sırasının sonlarına doğru, süreçle şöyle böyle ilgili


olan, kişilik eğitimi açısından önem taşıyan bir dizi başka uğraşı, ör­
neğin gündüz düşleri, hareketli oyunlar, spor ve hobiler gibi uğraşılar
da vardır.
Gündüz düşleri: Kronolojik olarak gündüz düşleri oyunlardan son­
ra gelir, yani oyuncaksız bir tür oyun gibidirler. Küçük çocuğun elle
tutabildiği oyun malzemesiyle yaşadıkları daha büyük çocuklar, er­
genler hatta sık sık yetişkinler tarafından bilinçli fantezi etkinliği şek­
linde sürer ve gerçek yaşantılara refakat eder.
Hareketli oyunlar ve spor: Bu tür oyunların çıkış noktalan çocuk
grubu içindeki oidipal aile oyunlarıdır. Bu başlangıçtan hareketle, adı
geçen oyunlar, saldırganlık, savunma ve rekabet eğilimlerinin son de­
rece biçimselleştirilmiş ve simgesel hale getirilmiş ifadelerine dönüş­
müşlerdir. Bunlara katılım sıkı kurallara bağlıdır; bu yüzden de ço­
cuktan dış dünyaya oldukça yüksek bir uyum yeteneği, yenilgileri ka­
bul edebilme yetisi ile bencillikten toplumsallığa giden yolda en azın­
dan üçüncü aşamaya ulaşmış olmayı ister.
Hareketli oyunlar ve sportif eylemler, oyuncak ve oyun malzeme­
sinden farklı olarak kendi malzemelerini gerektirirler. Bu malzemele­
rin birçoğu fallik-saldırgan simgeler taşır ve sahipleri tarafından da
bu nitelikte olarak çok değerli tutulur.
Yarışmalarda ise bireyin vücudu ona hakimiyet ve ustalık veren,
amaca ulaşmasını sağlayan vazgeçilmez bir araçtır. Belli bir bireyin
bu alanda başarılı olup olmaması, sözü edilmiş olan düşünceler ışığın­
da, tek değil birçok faktöre bağlıdır. Gerekli olan önkoşullar doğuştan
gelen ve gelişim sırasında kazanılmış olan hareket becerisi, bedene ve
onun becerilerine pozitif yatının; gruba isteyerek uyum, gurur doyu­
mu için bir miktar serbest saldırganlık, vb.'dir. Böyle çok sayıda ön­
koşul bulunması, doğal olarak şu ya da bu işlevdeki gelişim durakla­
ması sonucu, birçok bozukluk olasılığını da ortaya çıkarır. Örneğin
bir yandan anal saldırganlık evresine özgü ketlenmeler, öte yandan
fallik oidipal erillik gelişim duraklamalanna neden olabilir.
Hobiler: Oyunla çalışma arasındaki mesafenin ortasında hobiler
durur. Bunlar her iki uçla da birçok ortak noktaya sahiptir. Haz alma­
ya yaradıkça, yaşamın gereksinimleri ile ilgili olmadıkça, izledikleri
NORMAL ÇOCUK GELiŞiMi 1 79

yüceltilmiş amaçlar erotik ya da saldırgan dürtü hedeflerine yakın ol­


dukça ve kullanılan enerji henüz cinsel ve yansız enerjilerin bir karışı­
mı olduğu sürece hobilerin bir oyun özelliği taşıdıkları söylenebilir.
Gerçeğe uyan bir biçimde önceden hazırlanmış bir plana göre yü­
rüyor, dış engellerin ve zorlukların aşılmasıyla öngörülmüş olan bir
sonuca götürülmesi gerekiyorsa hobiler aynı zamanda iş ve çalışma­
nın değişik bir biçimidir de.
Hobilerin ilk ortaya çıkışı gizillik döneminin başlangıcında görü­
lür. Genellikle toplama tutkusuyla ve özgün zihinsel ilgilerin belirme­
siyle başlar, buradan mümkün olabilen her türlü içerik ve alana yayı­
lır; çalışmanın refakatçi bir belirtisi olarak bütün yaşam boyunca sü­
rerler.

Gelişim Çizgileri Arasındaki Uyum ve Uyumsuzluk


"Normal" bir Çocuğun her çizgideki ilerlemesinin birbirine uyumlu
olmasını bekleriz. Klinik olarak bu, belli bir gelişim çizgisinde ulaşı­
lan her aşamanın, öbür çizgilerde de ona denk düşen aşamalarla aynı
zamanda gerçekleşmesi demektir.7 Bu varsayıma zıt düşen pek çok
örnekle karşılaşsak da, adı geçen norma göre hareket etmeyi sürdürü­
yoruz. Çocukların büyük çoğunluğunun gelişimlerinde başka türlü ve
böyle sıkı bir normdan farklı şekilde davrandıkları yadsınamaz elbet­
te. Tek tek çocuklar kimi bakımlardan, örneğin nesne ilişkilerinde ya
da bedensel bağımsızlıklarında ileri bir duruma gelir; ama oyuncak
gibi geçiş nesnelerini daha uzun süre kullanmak, ya da yaşıtlarını yal­
nızca eşya olarak görmek gibi bazı alanlarda çok daha geri aşamalar­
da kalmış olabilirler. Bazı çocuklar ikincil düşünme süreçleri, konuş­
ma, oyun, çalışma yeteneği, toplumsal yaşam gibi alanlarda çok geli­
şirler, ama aynı zamanda bedensel olarak küçük çocuklar gibi çok ba­
ğımlı kalabilirler.
Gelişimde bu tür düzensizliklerin çok sık görülmelerine ve neden
oldukları belirtilerle yetişkin çevreyi rahatsız etmelerine karşın bunla­
rın oluş koşullarına ilişkin bilgilerimiz birçok boşlukla doludur. Bunla­
rı doğuştan gelen ya da edinilmiş olan faktörlere bağlamak yerine, ana-

7. Buna örnek olarak kalıcı nesne ilişkilerinin aynı zamanda oluşu (yetişkin sevgi ya­
şamına çocuğun bağımlı oluşundaki 3. aşama), yemek yemekte bağımsızlık (yemek çiz­
gisindeki 3. aşama), annenin hatırı için boşaltım (temizlik eğitimindeki 2. aşama), oyun
arkadaşlarının seçilmeye başlanışı ve yapıcı oyunun başlaması (ilgili çizgilerin 4. ve 4c
aşamaları) sayılabilir.
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 80

litik düşüncenin öbür alanlarında da olduğu gibi, iç dünyayla dış dünya


arasındaki en sıradan karşılıklı ilişkileri incelemekle işe başlarız.
Bu inceleme sonucunda şöyle bir durumla karşılaşırız: Normal ola­
rak, yani doğumla gelen ya da doğum sırasında edinilmiş olan bir sa­
katlık yoksa, çeşitli gelişim çizgilerinin çocuğun yapısında gizil olası­
lıklar şeklinde bulunduğunu kabul edebiliriz. İd açısından, libido ve
saldırganlığın gelişimindeki olgunlaşma evreleri; ben açısından ör­
gütlenme, savunma ve yapısallaşma gibi bazı eğilimler, hatta belki de
şu ya da bu ilerleme doğrultusu üzerinde diğerlerinden daha fazla du­
rulmasıyla ilgili verili niceliksel farklar gelişime katkıda bulunur.
Bunların dışında, her bir gelişim çizgisinin hızlı ya da yavaş gelişimi,
dış dünyanın etkileri tarafından da belirlenir. Daha büyük çocukların
analizinde ve yetişkinlerin analizleri sırasında çocukluk yeniden oluş­
turulurken bu tür etkilerin saptanması hiç de zor değildir. Bu etkilerin
kökenleri anne babanın kişiliklerinde, tutumlarında, eğilimlerinde,
hareketlerinde, ideallerinde, aile atmosferinde ve geleneklerde, çocu­
ğun yetiştiği kültür çevresindedir. Bebeklerin ve küçük çocukların
doğrudan gözlenmesinde annenin bireysel sevgi ya da tercihlerinin
çocuğun gelişiminde çok önemli bir etkisi olduğunu düşündürmekte­
dir. Annenin en hoşuna giden ve onu en fazla sevindiren davranışlar
en hızlı gelişmekte, tepkisiz kaldığı ya da onaylamadığı alanlarda ise
gelişim süreci yavaşlamaktadır. Bunun sonucunda anne tarafından
onaylanan etkinlikler çocuk tarafından diğerlerine oranla daha sık
tekrarlanır, libidinal bir hal alır ve gelişir.
Bu tür tahminlerin klinik gözlemlerle doğrulanması kolaydır. An­
nenin kendi kişilik yapısı gereği çocukla arasındaki ilk köprü olarak
bedensel temas yerine sesini kullandığı durumlarda, konuşma gelişi­
minde erken olgunlaşma görülür. Çocuğun kas gelişimine karşı ilgi­
siz kalan bazı anneler kendilerini en çok çocuk gülümsediğinde ona
yakın ve mutlu hissederler; bu durumda gülümseme çocuk tarafından
da tercih edilen anlatım olur ve annenin ilgi ile sevgisini çekme aracı
halini alır. Çocuğu uyurken şarkı söyleyen anneler onun gelecekte
müziğe karşı takınacağı tutumu, hatta belki de müzik "yeteneğini" et­
kiler. Çocuğun hareket etmekten duyduğu sevinç annesinde hiçbir
yankı uyandırmazsa kısa zamanda kaybolur ve onun yerine beaensel
beceriksizlik ile tembellik geçer.
Annenin mizaç değişikliklerinin çocuk üzerinde önemli bir etki ya­
rattığı olgusu psikanalizin ilk bulgularındandır, yani yetişkin hastala­
rın analizlerinden elde edilen temel deneyimlerdendir. Annenin yaşa-
NORMAL ÇOCUK GELiŞiMi 1 81

mın ilk iki yılına rastlayan depresyonları çocukta depresyona yönelik


gizil bir eğilim oluşturmakta, bu eğilim yaşamın ileri yaşlarında orta­
ya çıkabilmektedir. Böyle durumlarda çocuk annesiyle olan birliğini
ve birlikteliğini gelişim evrelerine annenin katılımıyla değil, kendisi­
nin annenin duygu durumunu paylaşmasıyla yaşar.
Böylelikle gelişme için en önemli olan şeyin, her bireyde var olan
eğilimlerden birinin çocuğun ilk nesne ilişkilerine karışması olduğu
sonucuna varıyoruz. Anne-çocuk ilişkisinin sağlamlaşmasına yara­
yan her tutum libidinalleşir ve daha yüksek bir etkinlik düzeyine sa­
hip olduğundan öbürlerinin önüne geçer.
Çeşitli gelişim çizgileri arasındaki uyumsuzlukları patolojik belir­
tiler olarak almamak gerekir. Gelişim hızındaki uyumsuzluklar olağa­
nüstü büyük değilse, bunlar sadece insanlar arasında en küçük yaşlar­
dan itibaren beklenen farklılıklar ve sapmalara, yani normalliğin sı­
nırları içinde hepimizce bilinen çeşitlemelere yol açar.

Çocuklar Özelinde Yol Gösterici Olarak Gelişim Aşamaları


Anne babalardan gelen sorularla karşılaşan analist, danışmanlık yap­
mak açısından eskisine göre daha iyi teçhiz edilmiştir. Bunun neden­
lerine aşağıda yer vereceğiz. Uzun bir süredir, analistler, karar alırken
çoğu zaman yanıltıcı olan çocuğun yaşı ölçütüne ya da zorunlu olarak
tek yönlü olan zeka katsayılarına dayanmamaktadırlar. Bunların yeri­
ne, hareket noktası olarak, olgurılaşmamışlıktan olgunluğa doğru
adım adım ilerleyen -önceki sayfalarda açıkladığımız- süreçten ya­
rarlanılmaktadır. Yeni görüşler uyarınca, belli bir çocuğun yeni bir
kardeşin doğumunu, hastaneye yatırılmayı, okula yazılmayı nasıl kar­
şılayacağı bu yaşantı için yeterince olgunlaşıp olgunlaşmamış olması­
na bağlıdır. Yani bunun için gerekli olan gelişim aşamasına söz konu­
su olan gelişim çizgileriyle ulaşılıp ulaşılmadığına bağlıdır. Olay ve
gelişim durumu birbirine uygun olduğu zaman çocuk bu olaydan -
olayın eğlenceli olup olmamasından bağımsız şekilde- ancak fayday­
la çıkar. Bu durum söz konusu olmadığında ya da gelişim bütün açı­
lardan oluşmadığında o zaman çocuk kendisini başa çıkamayacağı,
anne babanın iyi niyetli desteklerinin de işe yaramayacağı hoşnutsuz­
luk yaşantılarına terk edilmiş hisseder.
Bu konularda anne baba normal çocuklar için de analitik tanı koyu­
cunun yardımını isteyebilir.
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 82

Pratik Bir Örnek: Yuvaya Giriş


Böyle yardımlar için bir örnek, bir çocuğun tam ne zaman aile ocağını
ilk kez terk edip bir çocuk topluluğuna girebileceğiyle ilgili zamanın
analitik olarak saptanmasıdır. Bu yaşantıyı çocuk için verimli kılmak
açısından gereken, gelişme çizgilerinin belirli bir asgari düzeye geldi­
ği zamandır. Bu asgari düzeyler şöyledir:

Çocuksu bağımlılıktan yetişkin yaşamına uzanan çizgide


asgari konum
Analizden önceki günlerde, 3.5 yaş civarındaki her çocuğun yuva bi­
nası önünde annesinden ayrılarak ilk günden itibaren yabancı çevre­
ye, yabancı eğitmene ve yabancı yaşıtlarına alışabilmesi beklenirdi.
Bu şekilde yuvaya getirilen çocukların sık sık annelerinin ardından
ağladıkları ve kendilerine sunulan yeniliklerle ilgilenmeye hiç niyetli
olmadıkları gerçeği ise önemli görülmezdi. Çocukların çoğunda baş­
langıçta zorluklar ve şaşkınlık görülmekte, ancak bunların birkaç gün
içinde yerlerini az çok memnun edici boyutta bir alışkanlığa bıraka­
cakları düşünülmekteydi. Çocukların daha küçük bir kısmında ise bu
süreç tersine yaşanıyordu. Bunlar için yuvaya başlamak sorunsuz ve
sevinçli oluyordu. Ama birkaç gün geçince beklenmedik şekilde, yu­
vaya gitmeyi reddetmeye kadar varan zorluklar ortaya çıkıyordu. An­
laşılan çocuk yeni adımın bütün sonuçlarını kavrayıp hissetmeye baş­
ladıktan sonra bu zorluklar görülüyordu. Her iki durumda da çocukla­
rın er ya da geç ortaya çıkan duygu patlamalarını ciddiye almak ve
bunların kaçınılmaz olmadığını düşünmek yetişkinlerin dünyasında
hiç akla gelmiyordu.
Bugünkü anlayışımıza göre ise, eğer çocuk duygusal bakımdan ha­
zır olduğu zaman yuvaya başlarsa bu tür umutsuzluk boşalmalarının
önüne kolaylıkla geçilebilir. Burada ölçü olarak alınması gereken ço­
cuğun kronolojik yaşı değil, çocuğun sevgi yaşamında ulaşılmış olan
aşamadır. Bu gelişim çizgilerinde 1 . ve 2. aşamalarda bulunan çocuk
anneden ve alışmış olduğu evinden ayrılmaya katlanamaz. Bu ayrılış­
lar ne kadar kısa olursa olsun, çocuk kendisinin güvenilen kişilere
olan biyolojik nedenli bağımlılığının göz önüne alınmayışını haklı
olarak protesto edecektir. Ancak 3. aşamaya ulaşıldığında ve anneyle
kurulan ilişki onun olmadığı zaman da sabit kalmaya başladığında an­
neden ayrılma daha kolay kaldırılabilir, diğer yetişkinler ve yaşıtlarla
NORMAL ÇOCUK GELiŞiMi 1 83

yeni ilişkiler kurulabilir. O zaman bile anneyle çocuğun ayrılışı yavaş


yavaş olmalı, anneden uzak kalınan süre adım adım uzamalıdır. En
uygun yuvalar, başlangıçta çocuğun annesiyle grup arasında serbest­
çe gidip gelmesine bir süre izin veren yuvalardır.

Bedensel bağımsızlığın gelişim çizgisinde asgari düzey


Yuvaya alınan bazı çocuklar yemeklere katılacak ya da tuvaleti kendi
gereksinimleri için kullanabilecek durumda değildirler. Çocukların
kendileri bu davranışı sunulan yemeklere ya da tuvaletin tesisatına
alışmamış olduklarıyla açıklarlar ama bu yalnızca bir gerekçelendir­
medir. Bunun ardında gelişimden kaynaklanan bir yeteneksizlik yat­
maktadır. Çocuklar, akılcı yemek yeme çizgisinde en az 4. aşamaya,
temizlik çizgisinde ise 3 . aşamaya erişmiş olmazlarsa bu noktalarda
başarı gösteremezler.

Bencillikten dostluğa ve topluma katılmaya uzanan çizgideki


asgari düzey
Çok erken, yani henüz 1 . ve 2 . aşamalarda yuvaya giren çocuk başka
çocuklarla ne yapacağını bilemez ve onlar tarafından da rahatsız edici
olarak algılanır. 3. aşamada çocuk oyun arkadaşlarının varlığını de­
ğerlendirmeye başlayabilir. 4. aşamada yaşıtları arasında önemli, ki­
mi zaman da öncü bir rol oynamaya, dostluklar kurmaya başlayabilir.
Erken gelişim dönemindeki çocukların yuvaya hiç kabul edilmemesi
ya da yanlışlıkla kabul edilmiş olanların tekrar çıkarılarak beklemeye
alınmaları, çocuk için de grup için de çok daha elverişli olur.

Kendine yönelik erotizmden oyuncağa ve oyundan çalışmaya


uzanan gelişim çizgisinde asgari düzey
Çocuğun yuvaya alınacağı en elverişli dönem bu gelişim çizgisinin 4.
aşaması, yani "oyun malzemesinin ben işlevlerine ve onlara bağlı
olan fantezilere ifade sağlayabildiği" zamana denk gelecektir. Bura­
dan itibaren gelişime uygun oyuncaklar ve malzeme aracılığıyla baş­
layan gelişme yuva yaşamının sonunda 3. aşamaya, çalışma ve böyle­
ce okula gidebilme yeteneğine ulaşılıncaya kadar sürer. Yuva eğitme­
ninin görevi bu yıllar boyunca uygun uğraşılan bulmaktır. Çocuğun
gereksinimleri karşılanamazsa can sıkıntısı ortaya çıkar; gerekenden
daha hızlı gidilirse çocuk yeteneklerini gösteremez.
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 84

Yuvada davranış. içsel yapılar arasındaki ilişkiler


Bir çocuğun yuva yaşamına uyum sağlayabilmesi ve kendinden bek­
lenen davranışları yerine getirebilmesi yalnızca kendi gelişim çizgile­
rine değil, id ve ben arasındaki güçler dengesine de bağlıdır. İsteğe
yönlenmiş olan pedagojik düşünce tarzının içinde bir yerlerde mutla­
ka bir "ideal " yuva çocuğu varsayımı bulunur. Böyle bir çocuk ne hu­
zursuz, ne sabırsızdır; sakin ve sabırlı davranır, isteklerini dikkatsiz
girişimlerle doyurmak yerine kelimelerle anlabr, sırası gelinceye ka­
dar bekler, daha fazlasını istemek yerine payına düşenle yetinir, başa­
rısızlıklara duygusal patlamalar yaşamaksızın katlanır. Ama her dene­
yimli yuva eğitmeni bilir ki böyle bir çocuk yoktur, yani hiçbir çocuk
bütün bu talepleri karşılayamaz. Ama eğitmen haklı olarak bir çocuk
grubunda bazı çocukların bu görevlerden bazılarını yerine getirebil­
mesini bekler. Analitik olarak söylenirse, bunun anlamı, söz konusu
dönemde çocukların dürtülerine ve duygulan üzerinde hakimiyet kur­
ma yolunda olmaları, bunlara direnç göstermeden teslim olmamaları­
dır. Onlara gelişim gereği yardım eden iki şey vardır. Ben açısından,
düşünme, akıl ve öngörüyü istekle isteğin doyumu arasına koyma ye­
teneği gerçekleşmekte; yani birincil süreçten ikincil sürece, aynı za­
manda da haz ilkesinden gerçeklik ilkesine geçiş yaşanmaktadır
(Hartmann, 1 947). İd açısından ise, olasılıkla biyolojik nedenler dola­
yısıyla dürtü gereksinimlerinin baskısının azalması buna eklenir.
Yuva eğitmeni aynı zamanda bilir ki hiçbir çocuk, her koşulda, her
zaman en iyi becerisini sergileyemez. Ama böyle gerilemeler normal­
dir ve bunlar küçük nedenler sonucunda, zaman zaman ortaya çıksa
bile çocuğun yuvaya başlaması için bir engel oluşturmazlar.

III
RUHSAL GELİŞİM FAKTÖRÜ OLARAK GERİLEME

Çocukların tedavisinde bilinen bütün bozukluklar aşağıda anlatılacak


olan süreçlerle açıklanamaz. Tek tek gelişim çizgilerinde tıkanmalar
olduğunda ve çizgiler arasında zamansal uyumsuzluklar ortaya çıktı­
ğında, ruhsal alanda geriye doğru işleyen hareketlerde yeni gerileme­
ler yaşanır; bu nedenle genel dengelere rastlamak zorlaşır.
Organik gelişimin anatomi, fizyoloji ve nöroloji bakımından ince-
NORMAL ÇOCUK GELiŞiMi 1 85

lenişi, gelişim süreçlerinin bir yandan kalıtsal, bir yandan dış çevre et­
kilerine bağlı olduğunu anlamak açısından en iyi başlangıçtır. Beden­
sel olarak çocuğun olgunlaşmamışlığından yetişkinin olgunluğuna
doğru ilerleyen bir çizgi vardır. Normal olarak bundaki gelişme, ara­
ya giren ağır hastalıklar sayılmazsa kesintisiz ve duraksızdır. Gelişim
sırasında kazanılmış olan yetiler, ancak yaşamın sonunda, yaşlılık ne­
deniyle gerilerler.
Ruhsal olarak da dürtü etkinliği, itkiler ve duygulanımlar, akıl ve
ahlak, önceden mevcut bir plana göre gelişir. Bu plan dış çevre etkile­
riyle karşılıklı bir etkileşim içinde yürür. Ancak iki alan arasındaki
benzeşim burada durur. Fiziksel doğuştan edinilen tek güç, ileriye yö­
nelik harekettir. Ruhsal gelişimde ise ters yönde işleyen etkileri, yani
saplantı ve gerilemeleri de hesaba katmak zorundayız. Ruhsal gelişim
hakkında doyurucu açıklamalar yapmanın tek yolu ileriye ve geriye
dönük etkiler ile onlar arasındaki karşılıklı etkileşimi dikkate almaktır.

Gerileme11i11 Üç füçimi
Freud, Rüyaların Yorumu' na ( 1 900) yaptığı bir ekte ( 1 9 1 4) gerileme­
nin üç farklı biçimini ayırt eder: a) Topografik gerilemede, uyarım
ruhsal aygıtın motor ucundan geriye, duyusal uca doğru gider ve algı­
lama sistemine ulaşır. Bu süreçte akılcı düşünceden farklı olarak, ha­
lüsinasyonlar aracılığıyla arzu doyumu görülür, b) Zamansal gerile­
me, daha geç kurulan ruhsal yapılardan daha erken dönemin yapıları­
na doğru döner, c) Biçimsel gerilemede ilkel ifade yöntemleri daha ol­
gun olan anlatım biçimlerinin yerine geçerler. Gene bu münasebetle
Freud, "Her üç tür gerileme temelde birdir ve çoğu olguda birlikte bu­
lunur; çünkü zaman bakımından daha eski olan aynı zamanda biçim­
sel açıdan ilkel olan ve ruhsal yapıda algılama ucuna daha yakın olan­
dır," demiştir (Freud, 1 900: 554 ).
Gerileme biçimleri ne kadar benzer olsa da, çocuktaki etkileri, tek
tek ele alınmalarını ve daha ileri düzeyde sınıflandınlmalarını haklı
kılacak kadar çeşitlidir. Yukarıda Rüyaların Yorumu ndan yapılan
'

alın�da görülen topografik açıklamaları biz burada metapsikolojik di­


le çevireceğiz. Sonuçta, adı geçen varsayımlar şöyle bir anlam taşıya­
cak: Gerileme kişilik yapısının üç bölümünün herhangi birinde, hem
idde hem de ben ve üstbende ortaya çıkabilir. Bu gerileme bir yandan
ruhsal içeriğe, öte yandan ruhsal düzeneklere uzanabilir. Zamansal
gerileme itkiler, itki hedefleri, nesne tasarımları ve fantezi içerikleriy-
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 86

le ilgilidir; topografik ve biçimsel gerilemeler ise ben işlevleriyle,


ikincil süreçlerle ve gerçeklik ilkesiyle ilgilidir.

Dürtü ve Libido Gelişiminde Gerileme


Analitik çalışmada en iyi bilinen gerileme türü, zamansal gerileme­
dir; aynca onun dürtü ve libido süreçleri üzerindeki etkisi de tanın­
maktadır. Bu tür gerilemede, bir yandan, nesne seçimi ve nesnelerle
kurulan ilişkiler etkilenir; bunun sonucunda, en erken dönemlere ait
anlamlı nesnelere ve en çocuksu bağımlılık biçimlerine geri dönülür.
Öte yandan, dürtü örgütlenmesi de bir bütün olarak durumdan etkile­
nir. Eski genitallik öncesi aşamalara geri dönülebilir; sonuçta, bu aşa­
malara bağlı olan saldırgan dışavurumlar da ortaya çıkabilir. Dürtü
gerilemesinin sık oluşunu dürtü gelişimine özgü olan ve fiziksel kar­
şılığı bulunmayan özgün bir süreçle açıklıyoruz. Libidinal ve saldır­
gan aşamalar ve onlarla ilişkili nesneler birbirini izler ancak bu akışta
hiçbir aşama tam olarak geçilemez. Dürtü enerjisinin büyük kısmı ile­
ri doğru gidişle uğraşırken çeşitli büyüklükte parçalar geride kalır;
bunlar geçmiş dürtü hedefleri ve nesnelerine bağlanarak saplantı nok­
talarını oluştururlar. Bu saplantı kendine yönelik erotizm ve narsi­
sizm, anne-bebek ilişkisinin çeşitli evreleri, Oidipus-öncesi ve Oidi­
pus evresine özgü bağımlılık, oral hazlar ve oral sadizm, anal-sadist
veya edilgin-mazoşist tavırlar, fallik mastürbasyon, teşhircilik, ben­
merkezcilik, vs. ile bağlantı içinde ortaya çıkabilir. Bu ön döneme yö­
nelik saplantılar herhangi bir travmatik yaşantı sonucunda meydana
gelir, yani genitallik öncesi aşamalarda dürtü isteklerinin aşın doyu­
mu ya da aşın doyumsuzluğu ile oluşur. Bu saplantıların bilinçli ya da
bilinçsiz, bene uygun ya da bastırılmış olması fark etmez. Onların
önemi, dürtü enerjisini kendilerine bağlayabilmeleri, ileriye yönelik
gelişimi durdurabilmeleri, böylece daha sonraki dürtü ve aşk yaşamı­
nın bütünlüğü bozabilmeleridir.
Saplantılar ile gerilemelerin her zaman birbirlerine bağlı oldukları
düşünülmüştür.s Salt mevcudiyetleri ve kendilerine yatırılan libido ile
saldırganlık miktarı itibariyle, saplantı noktalan dürtü etkinliğini sü­
rekli olarak geriye doğru çekerler; bu çekim, bütün erken gelişme ve
olgunluk dönemlerinde etkisini hissettirir.

8. Bkz. S. Freud ( 1 9 1 6- 1 7 : 353): " [Libidonun] Gelişim sürecindeki saplanıılar ne den­


li güçlüyse, [libido da] dışsal güçlüklerden kaçınmak için saplantılara o denli çok gerile­
yecektir."
NORMAL ÇOCUK GELiŞiMi 1 87

Cinsel dürtüdeki gerileme, iyi incelenen her hastalık öyküsünde,


klinik tanımlamalar gerçeklere bağlı kalmak çabasıyla çok genel tu­
tulmuş olsa bile, hemen göze çarpar. Örneğin, fallik-oidipal aşamada
bir erkek çocuğun, hadım edilme kaygısı nedeniyle "anal ya da oral
aşamaya gerilediğini" okur ya da işitiriz. Böyle bir tanımlama, geriye
dönüşün hangi biçimde ve hangi boyutta olduğuna inilmedikçe yeter­
sizdir. Olup biten babayla bir rekabetten geri çekilmek ya da anneye
sahip olmak fantezisinden vazgeçmekten ibaret kalmış olabilir. Bu
durumda annenin Oidipus-öncesi dönemdeki önemi ile bununla ilgili
olarak anal veya oral nitelikler taşıyan bağımlılık yeniden canlanır
ama bu değişiklik dışında her şey aynı kalır: Çocuk için anne sabit bir
nesne olmayı sürdürür ve anneyle ilişkiden kaynaklanan cinsel uyan­
lar önceden olduğu gibi fallik mastürbasyonla boşaltılır. Gerilemenin
böyle tarif edilmiş olması aynı zamanda geriye dönüş sürecinin nesne
ilişkilerine de )(_ansıyacağı, yani nesne sürekliliğinin terk edileceği,
daha önceki bir gelişim aşamasına denk düşen "güven tipine göre sev­
gi"nin yeniden ortaya çıkacağı anlamına da gelir. Bunun olduğu du­
rumlarda nesne kişi olarak bütün önemini yitirir ve yalnızca doyum
aracı olarak değerlendirilir. Böyle bir durumda aşk yaşamının aşağı­
lanması, ilişkilerin yüzeyselliği, hızlı nesne değişimi ve sadakatsizlik
sık rastlanan olaylardır.
Üçüncü bir olasılık, tanımlanan gerilemenin cinsel uyarımın boşal­
masıyla kendini göstermesidir. Bu durumda fallik mastürbasyon kli­
nik tablodan kaybolur ve onun yerini en yüksek uyarılma durumunda
açlık, susuzluk, idrar ya da dışkı zorlanmalarının ortaya çıktığı dürtü­
ler alır. Gerilemenin en ağır tabloları, cinsel gerilemenin her üç biçi­
minin (nesnede, dürtü hedefinde ve boşalma yönteminde gerileme)
aynı anda ortaya çıktığı durumlarda görülür.9

9. Çocuk analizi uygulamalarında gerileme biçimleri arasında ayrım yapabilmek ol­


dukça kolaydır. Kimi erkek çocuklar tam o anda belirgin bir ereksiyon gösterirler ya da
bunu göstermemek için ellerinden geleni yaparlar. Diğerleri aynı durumda çişlerini ya da
kakalarını yapmak için dışarı çıkarlar. Kimileri de ya şekerlerini emmeye başlar ya da
tam o sırada bir bardak su veya şeker isterler.
Cinsel uyarınun boşaltılma biçiminin çocuğun cinsel yapısına ilişkin bilgi vereceği
konusunda bkz. S. Freud "Bir Çocuksu Nevroz Öyküsü" (19 1 8/ 1 4: 1 1 3): "Bizim çocu­
ğun kendi cinsel uyarılmasının belirtisi olarak bağırsaklarını boşaltmayı ortaya çıkarıver­
mesi, taşıdığı cinsel yapının belirtisi olarak değerlendirilmelidir. Edilgin bir tavır üstlen­
mekle, gelecekte erkeklerden çok kadınlarla özdeşleşmeye eğilimli olacağını ortaya koy­
maktadır."
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 88

Ben Gelişiminde Gerileme


Klinik-analitik deneyimlerimizin ışığında saplantı noktalarıyla gerile­
me arasındaki ilişkiden o kadar etkileniriz ki, aynı açıklamayı alışkan­
lık nedeniyle id, ben ve üstbenin gerileme süreçleri için de kullanma­
mak için tetikte durmalıyız. Yakın bir gözlemle, bu açıklamanın uy­
gun düşmeyeceğini hemen anlarız. Saplantının özelliği, bir kez yaşan­
mış olan doyumlara sıkı sıkı bağlı kalınması ve bunlann enerjiyle
yüklenmesidir. Bu süreçlerin ikisinin de bene özgü gerilemelerde hiç­
bir rolü yoktur. Dürtü ve ben gerilemeleri arasında kimi benzerliklere
karşın ben gerilemeleri, dürtülerin gerilemesinden çok daha başka ku­
rallara ve yasalara bağlıdır.

Ben gelişiminde normal (geçici) gerileme


Yukarıda da değinildiği gibi çocukların becerilerinde ve davranışla­
rındaki geriye dönüşler gündelik olaylardır ve ne eğiticiyi ne anne ba­
bayı şaşırtır. Halk ağzında "Çocuklar iki adım ileri, bir adım geri atar­
lar" diye bir deyiş bile vardır.
Yakından bakıldığında çocuk yaşamının her alanında; hareketlere
hfil<lmiyet, gerçekliğin sınanması, dilin yapısal işlerliği gibi ben işlev­
lerinde; ikincil düşünce süreçlerinde ve kaygıya karşı savunmalarda,
toplumsal uyum unsurlannda; doğruluk, adalet gibi üstben nitelikle­
rinde zaman zaman gerilemeye rastlandığı kolaylıkla görülebilir. Bu
ilişkilerin her birinde çocuğun davranışı güvensizdir. Bir süre mevcut
olan ya da belli bir düzeye ulaşmış bulunan bir yetenek, bunun hemen
ardından kaybolur ya da çok azalır. Bu tür gerileme olguları son dere­
ce normaldir. Yetişkinlerin dilini öğrenmiş olan bir çocuğun zaman
zaman anlamsız laflar etmemesini ya da sözcükler ve seslerle çocuk­
ça oynamaya dönmemesini; tuvalet terbiyesi görmüş olan çocuğun
zaman zaman geriye dönmemesini beklemek gibi bir hakkımız yok­
tur. Boşaltım işlevlerine egemenlik bir çırpıda olmaz ve olmamalıdır
da. Bunun normal yolu başarılar ve başarısızlıklar arasında uzun bir
süre gidip gelmektir. Oyun oynarken çocuk oyuncaklann, yapıların
amaca uygun kullanımı ile malzemenin tahripkar kullanımı ya da
kendine yönelik erotizm çerçevesinde kullanımı arasında gelip gider.
Toplumsal uyumda zaman zaman saf bir bencilliğe dönüşler görülür.
Bu tür sık görülen gerilemelerden ziyade, beklenmedik ve neden­
siz ani ilerlemeler şaşırtıcıdır. Bebekler bir günden öbürüne memeyi
NORMAL ÇOCUK GELiŞiMi 1 89

bırakabilir, kendilerini memeden kesebilir; biberona ya da biberon­


dan kaşığa, fincana, sıvı besinden katı besine birdenbire geçebilirler.
Yemek konusundaki tiksinmeler ortaya çıktıklan gibi birden kaybo­
lurlar. Kendine yönelik erotik uğraşılar, geçiş nesneleri, uykuya dal­
ma törenleri bazen aynı şekilde kayboluverirler. Tuvalet terbiyesinde
uzun süren çabalar yanında şimşek hızıyla gerçekleşen başanlar da
vardır. Kötü, saldırgan çocuklar bir gece içinde uslu, utangaç çocukla­
ra dönüşebilirler.
Anne babalar ve eğitimciler böyle durumlarda, eğitim başanlanyla
değil kaygıların ve travmatik yaşantılann bir sonucuyla karşı karşıya
olduklannı düşünmeksizin pek sevinirler. Aslında böyle bir yaşantı
çocuğun dürtü yaşamının bir aşamasını zamanından önce sona erdir­
miş olur. Bildiğimizi sandığımız normal çocuk gelişimi sıçramalarla
değil, ileri ve geri süreçlerin sürekli değişimiyle ilerler.
......
Çocuğun bilinçli yaşamında işlevsel gerileme
Analitik literatürde aslında çok büyük yaşamsal önemi olan bu geli­
şim koşullan hakkında yetersiz bilgi vardır; benim Viyana Psikanaliz
Birliği'nin üyelerinin ilgilerini "Çocuğun Uyanık Yaşamında İkincil
Süreçlerin Bozulması " konusuna çekme çabam da başarısız kalmıştı.
Benim o zaman ( 1 930) yazdığım makalede özetlemeye çalıştığım
şey, çeşitli yaşlardaki çocukların uyanık bilinçlilik durumundayken
ikincil düşünce süreçlerinden birincil düşünce süreçlerine geriledikle­
ri durumlardı.
a) Böyle gerilemeler çocuk analizi sırasında gözlenebilir; temel
analitik kurallara göre bu durum ben denetiminin kalkmasını yani sa­
vunmaların azalmasını ve fantezi üretmenin artmasını, itkisel davra­
nışları, bilinçdışı ve bilinç öncesi süreçleri kolaylaştırır. Bu durumlar­
da hastanın oyunları gözlerimizin önünde değişir. Mantık, akıl ve ger­
çeklik duygusu geri plana çekilir, onun yerini yer değiştirmeler, yine­
lemeler ve abartmalar alır. Anlaşılır ve düzenli bir çocuk oyunu ola­
rak başlayan şey giderek parçalarından ayrılır; birbiriyle ilgisiz ya da
olmadık bir biçimde birleşmiş olarak sahneye egemen olmaya başlar.
Örneğin beş yaşında bir çocuk "küçük dünya" dediğimiz kutuyla* oy­
narken figürleri aile içindeki kavgaları dramatik bir biçimde temsil

• İçinde küçük bebekler, minik eşyalar ve hayvanların bulunduğu bölmelere aynlrruş

ya da bölmelere ayrılabilen bir kutu. Çocuk muayene ve tedavisinde oyun yoluyla gerçek
ya da istenen sahnelerin temsili için kullanılır. (ç.n.)
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 90

için kullanır. Bu noktadan başlayarak oyun yavaş yavaş ben kontro­


lünden çıkmaya başlar, kavga ve dövüş merkezi unsur olarak egemen­
liği ele geçirir, akıl saçmalığa dönüşür, insanlarla eşya arasındaki fark
ortadan kalkar; oyunun en gergin noktasında artık babayla anne ya da
onlarla çocuklar birbirleriyle değil, mutfaktaki ocak dolaplarla, masa
koltuklarla kavga etmeye başlar. Çocukların çizimleri de aynı şekilde
olabilir. İki topu olan, bu topları doğru yerlerine konulmuş bir savaş
gemisine bir sonraki adımda toplar rasgele konmaya başlar; suyun
üzerinde, altında, kağıtta hiç yer kalmayıncaya kadar her yer toplarla
dolar. 10 Önce gerçekten ısırabilen hayvanları, kaplanları, timsahları
sembolize eden oral saldırgan sesler bu ben bağlantısından kurtulur
ve tıpkı rüyadaki gibi en olmadık bağlantılarla kullanılır.
b) Benzeri gerileme belirtilerini analiz dışında, normal çocuk yaşa­
mında, özellikle davranışın en akıllı ve en uyumlularda bile apaçık
değişebildiği uykuya dalış sırasında görüyoruz. Çocuklar ne denli uy­
kuluysa duyguların ve huysuzlukların o denli öne geçtiği, küçük ço­
cuklar gibi davrandıkları, saçma sapan konuştukları, küçücük gerek­
çeler yüzünden öfke patlamaları yaşadıkları ya da gündüzleri artık bü­
yüdükleri gerekçesiyle çoktandır reddettikleri okşamalara gereksinim
duydukları görülür. Düşünce süreçlerinde bazı sözcük ya da tümcele­
rin ısrarlı yinelenmeleriyle görülen bir düzensizlik ortaya çıkar. Duy­
gu yaşamında en abartılı gülüşlerle gözyaşları arasında gidip gelmeler
görülür. Benin bozulmasının gözlemciye bu denli şaşmaz bir şekilde
gösterilebildiği pek az durum vardır. Benin işlevleri, bütün ben çalış­
mayı durdurup uykuya geçinceye kadar teker teker ortadan kalkar.
c) Benim böyle bir ikincil süreçten birincil sürece geri dönüşü ilk
gözlemleyişim kendi okul çağımda, 1 6 yaş civarında öğrencilerin bu­
lunduğu bir sınıfta oldu. O sırada son derecede zor konuların yeterli
ara olmaksızın art arda sıralandığı bir ders programı altında ezilmek­
teydik. Okul disiplininin sonuçlan en istenmeyecek tarzda oluyordu.
Sabahın erken saatlerinde dersi sakin ve dikkatli izleme yeteneği gös­
teren kızlar gittikçe huzursuz oluyorlar, daha 5. ya da 6. derse gelme­
den öğretmenlerin en zararsız sözleri bile çok yoğun kıkırdamalara
yol açıyordu. Erkek öğretmenlerimiz bu. davranışları büyük bir öfkey­
le "aptal kazlar" diyerek karşılıyorlardı. Ben bu öfkeyi pek yerinde

1 O. Burada hadım edilme kaygısına yönelik bir savunma da söz kon usudur. Ancak ge­
rilemeyi gösterebilmek için bunu şimdilik gözardı ettik.
NORMAL ÇOCUK GELiŞiMi 1 91

bulmuyordum. Yorulmuş olduğumuzu anlıyordum ama yorgunlukla


ben gerilemesi arasındaki ilişkiyi o sırada anlayabilecek yaşta değil­
dim henüz.

Baskı altındaki ben. Ben gerilemesine ilişkin başka açıklamalar


Analitik dünyanın otuzlu yıllarda pek ilgilenmediği belirtiler bir on
yıl sonra dikkatleri çekmeye başladı. Emst Kris yuva çocukları üze­
rindeki gözlemleriyle "gerileme hızı" kavramını ortaya attı. Kris, yaş­
lan ve gelişim durumları bağlamında çocukların ulaştıkları başarılan
vardıkları noktada ancak belli bir süre koruyabildiklerini, çocuk ne
kadar küçükse çöküntü öncesi sürenin de o kadar kısa olduğunu gös­
terdi. Bu varsayımın örnekleri yuvanın gündelik yaşamında kolaylık­
la bulunabilir. Çocukların hepsi sabahın erken saatlerinde işlevlerini,
günün geç saatlerine oranla daha iyi yerine getirirler. Yuva günü çok
uzunsa oyun daV'ranışlarının yapıcı karakteri kaybolur, çocukların bir­
birleriyle ilişkileri kötüleşir, başarısızlıklara daha az katlanılabilir,
huysuzluklar ve itkisel davranışlar ön plana geçer.
Diğer yazarlar ben üzerine büyük baskı yapan ve bu nedenle işlev­
ler açısından zararlı olan durumları vurgulamışlardır. Bedensel ağrı,
rahatsızlık, ateş, vb.'nin hemen bütün çocuklarda uyku, beslenme, te­
mizlik, oyun gibi olguları daha aşağı gelişim biçimlerine indirdiği
hastalıklarda da bu etkileri görmek mümkündür. Hasta çocuklar he­
men her zaman gerilemiş olan çocuklardır ve çevre onlara, yaşlarına
değil davranışlarına ve gereksinimlerine uygun şekilde, küçük çocuk­
lar gibi davranmakta son derece haklıdır (A. Freud, 1952). Ruhsal
alandan gelen başka etkiler de vardır. Travmatik yaşantılar, kaygı,
özellikle ayrılık acısı küçük çocuklarda libido ve ben gerilemelerine
yol açar. Bu, savaş nedeniyle çocukların toplandığı yurtlar ve yetim­
hanelerde, bebeklerin alındığı yuvalarda, çocuk hastanelerinde, vb.
bolca gözlenebilmiştir. ı ı
Ben gerilemeleri söz konusu olduğunda bütün bu olgularda ortak
olan, gerilemenin saplantı noktalarına kadar uzanmayıp gelişme basa­
maklarını düzenli bir şekilde geriye doğru inmesidir. Klinik gözlem,
ben gerilemesinde ilk olarak yitenlerin en son kazanımlar olduğunu
göstermektedir. 12
1 1 . Bu bakımdan bkz. A. Freud v e D. Burlingham ( 1 949, 1 950), John Bowlby ( 1 960),
James Robertson ( 1 958). Rene Spitz ( 1 945, 1 946) ve başka yazarlar.
1 2 . Bkz. örneğin annelerinden aynlmış olan çocuklarda konuşma yetisinin yitimi ve
altını ıslatma, yatağı kirletme.
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 92

Savunma çabalarının sonucu olarak ben gerilemesi


Genellikle bu kategoride ele alınmasa da, benin işlevlerinin azaldığı
öyle bir durum vardır ki bunun da "gerileme" olarak adlandırılması
gerekir. Küçük çocuğun beni oluşurken bu eğitim bir dizi hoşnutsuz­
luk yaşantısına da yol açar. İç ve dış dünyanın daha iyi tanınması, da­
ha önceki saf bir haz-ben algılamasına aykın olarak yürür. Gerçeklik
ilkesinin giderek artan egemenliği arzulann hızlı doyumunu zorlaştı­
nr; giderek güçlenen bellek hazzın da, hoşnutsuzluk ve korku yaşantı­
lannın da hatırlanmasını sağlar. Sentez işlevi acılı çatışmalan kaçınıl­
maz kılar. Böylece büyümekte olan çocuk hoşnutsuzluk .algılarının
saldınsı karşısında kalır ve beni savunma düzeneklerinin yardımıyla
kendisini savunmaya başlar.
Dışandan ulaşan hoşnutsuz yaşantılara karşı kullanılan yadsıma
düzeneği aynı zamanda algılama işlevinin doğru dürüst çalışmasını
da bozar. Bastırma ve tepki oluşturmalar bilinçli ruhsal içeriği bene
uygun olan şeylerle sınırlar veya bunu yaparken benin ruhsal yaşam­
daki egemenliğini de ortadan kaldırmış olurlar. Belirtilen düzenekle­
rin her üçü de belleği bozmuş ve kısıtlamış olurlar. İ stenmeyen unsur­
lan iç dünyadan çıkanp dış dünyaya bağlayan yansıtma düzeneği de
sentez işlevine karşı çalışır.
Ben güçleri, aynı anda, bir yandan oluşurken diğer yandan zayıfla­
maktadır. Olgunlaşma, gelişme ve uyum ben üstünlüğünün sağlanma­
sı ve genişletilmesine yararken hoşnutsuzluğa karşı savunma da bu­
nun tersine çalışır. Ben işlevlerinden birinde olan her bozulma bir
hoşnutsuzluğun, korkunun ya da çatışmanın ben içinde korunmuş ol­
ması demektir. Bu durumda bu alanda da ileri zorlayan ve geri giden,
ilerleme ve gerileme süreçlerinin birbirini izlemesi ya da anlaşılması
zor karmaşık klinik tablolara yol açmalan normaldir.

Dürtü ve Ben Gerilemeleri ile Bunların Süresi


Şimdiye kadar anlatılanlara göre dürtü, ben ve üstben gerilemeleri
normal bir süreçtir, gelişime sıkı sıkıya bağlıdır ve büyük ölçüde ço­
cuğun uyum yeteneğinden kaynaklanmaktadır. Çocuk için geçmişteki
davranışlar ve doyumlara kaçış yolunun açık kalması onun hoş olma­
yan yeni yaşantılara sarsılmadan katlanabilmesini sağlar. 13 O halde

13. Bunun için bkz. Rem� Spitz'in açıklamaları.


NORMAL ÇOCUK GELiŞiMi 1 93

gerilemeler de dış dünyaya uyum, iç dünyaya karşı savunma işlevle­


rinden daha az yararlı değildir ve her iki süreçte normal bir dengenin
korunmasına yardım eder.
Bu arada gerilemenin ikinci ve daha az istenir bir tarafını da unut­
mamalıyız. Gerileme süreçleri sağlığı koruyucu etkilerini ancak kısa
sürdükleri ve kendiliğinden eski durumlarına döndükleri sürece ya­
parlar. Normalde, yorgunluktan zarar görmüş olan becerilerin, dinlen­
dikten ve uyuduktan sonra önceki güçleriyle. gene geri dönmelerini
bekleriz. Hastalık ya da ayrılığın neden olduğu gerilemenin, gerile­
meye yol açan nedenler ortadan kalkar kalkmaz kaybolması bekle­
nir. 14 Ama böyle iyimser beklentiler sık sık düş kırıklığıyla sonlanır.
Şok yaşantıları, kaygılar, ağır hastalık ve ağır düş kırıklıklarını geliş­
medeki gerileme de izler ve bunlar kendiliğinden düzelmez. Bu du­
rumlarda dürtü enerjileri çocuğun yaşına uygun olmayan hedeflere
bağlanır, ben veJ.istben işlevleri gerilemiş kalır, böylece çocuğun ge­
nel gelişimi bozulmuş ve yoldan çıkmış olur. Gerilemelerin geçici de­
ğil kalıcı olduğu durumlarda bunlar normal gelişim unsurları olma ro­
lünden çıkar ve patojen etkenlere dönüşürler.
Halen, geçici ve kalıcı gerilemeleri ayırt edebilmemizi sağlayabile­
cek güvenilir ölçütler aramaktayız. Ancak böyle bir ölçüt bulduğu­
muz zaman çocuğun gelecekteki gelişiminin normal olup olmayaca­
ğını söyleyebilecek duruma geleceğiz. Ama bütün çabalarımıza kar­
şın, şimdiye kadarki bilgilerimizle, geriye doğru giden bir hareketin
başlangıcında bunun nereye kadar gideceğini, ne kadar süreceğini ve
hiçbir iz bırakmayacak geçici bir durum olup olmadığını değerlendi­
rebilecek durumda değiliz.

Gerileme Süreçleri ile Gelişim Çizgilerinin ilişkisi


Gerilemenin normal ve anormal rolünü öğrendikçe çeşitli gelişim çiz­
gilerinin süreçlerine ilişkin bilgimiz de artıyor. Çizgiler üzerindeki
gelişimin her zaman neden iki yönlü olması gerektiğini ve onun üze­
rindeki geri adımların da ilerlemeler kadar önemli olduğunu anlama­
ya başlıyoruz. Çocukların davranışları zaman zaman dönemsel olarak
kötüleştiğinde, ileri çocukluk yaşlarında bile en erken dönemlerin uy­
ku ya da yeme alışkanlıkları birden ortaya çıktığında, büyük çocuklar

14. Klinik gözlemler çocukların böyle yaşantılardan sonra daha önceki gelişim süreç­
lerinin vardıkları noktaya dönmek için farklı sürelere gereksinim duyduklarını gösteriyor.
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 94

bile teselli ve koruma arayarak Oidipus-öncesi anne ilişkisinin en il­


kel biçimlerine geri döndüklerinde bunları artık düşündürücü şeyler
olarak görmüyoruz. Yetişkinler dünyasının böyle belirtilere eleştire­
rek ve azarlayarak, böylece çocukta geçmişe giden yolları kapatan
bastırma ve ketlemelerine yol açacak şekilde yaklaşmasının, sağlıklı
bir gelişimin lehine olmadığını da anlamaya başlıyoruz. Dengesiz ki­
şilik gelişimleri de bir dizi nedene bağlıdır. Bir yandan gelişim çizgi­
lerindeki farklı hız ya da yavaşlıktaki ilerleme, öte yandan çeşitli bo­
yutlara ulaşan ve çeşitli uzunluklarda süren gerilemeler bir araya gelir
ve bunların etkileri de birbirine karışır. Bu koşullarda insanlar arasın­
daki bireysel farklılıkların bu kadar büyük, düz gelişim çizgilerinden
sapmaların bu kadar sık ve katı bir normun saptanmasının bu kadar
zor olması hiç de şaşılacak bir şey değildir. İleri ve geri adımların sü­
rekli olarak değişen etkileri, normal gelişim süreci içinde sayısız çe­
şitlemeye neden olur.
4

Patolojik Çocuk Gelişimi


(Ölçüt ve Değerlendirme)

GENEL GÖRÜŞLER

Normallik çerçevesi içindeki sayısız çeşitlemelerden gerçekten pato­


loj ik olan dun.Hll lara geçiş, olgulardaki farklardan ziyade nicelikteki
farklara bağlı akıcı bir geçiştir. Psikanalitik görüşlerimize göre, bir in­
sanın ruhsal dengesi, bir yandan kendi içsel yapılarının birbiriyle olan
ilişkisine, öte yandan bir bütün olarak kendi kişiliği ile dış dünya ara­
sındaki ilişkiye, yani sürekli gidiş-gelişler yaşayan ilişkilere bağlıdır.
Bu ilişkileri etkileyen pek çok etmen vardır. İd türevleri bireyin geç­
mekte olduğu gelişim evresine göre, örneğin gizillik evresinde, ergen­
likte, yaş dönümlerinde kendiliğinden artar ya da azalır. Ben ve üst­
ben basınç altında olduğunda, örneğin yorgunluk durumlarında, be­
densel hastalıklarda, ileri yaşlarda benin gücü ve üstbenin etkisi aza­
lır. Bütün bunlar, adı geçen ilişkileri etkiler. Aynca, doyum sağlama
fırsatlarında çeşitli değişiklikler olması; örneğin bir nesne yitimi, dı­
şarıdan dayatılan bir yoksunluk ve engellenme yaşanması da bir baş­
ka etmendir. S. Freud, bu münasebetle şöyle demektedir: "Nevrotik
ve normal çocuklar ve büyükler arasında hiçbir keskin sınır çizilemez
.. . bizim 'hastalık' kavramımız tamamen pratik amaçlıdır ve toparlayı­
cı bir deyiştir; bu hastalığın eşiği geçilmeden evvel, belli bir hazırlık­
lılık durumu ile hayattaki bazı olayların bir araya gelmesi gerekir; so­
nuçta sürekli olarak belli sayıda birey sağlıklı insanlar zümresinden
koparak nevrotik hastalara katılır; bundan çok daha az sayıda birey
de, bu hareketliliği ters yönde gerçekleştirir" (S. Freud, 1 909: 376).
Bu ifade her yaştan çocuk ve yetişkini kapsasa da, sağlıklı ve hasta,
normal ve anormal arasındaki sınırın çizilmesi çocuklarda büyüklere
oranla daha zordur. İd ve ben arasındaki güçler orantısının sürekli dal­
galanmalar göstermesi; uyum ve savunmanın, yararlı ve patojenik sü-
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 96

reçlerin iç içe girmesi; bir gelişim aşamasından öbürüne yönelen her


adımın tıkanma, ketlenme, saplantı ve gerileme tehlikesini de birlikte
taşıması; id türevleri ve benin eşit olmayan bir tempoyla gelişmesi ve
bu yüzden tek tek gelişim çizgilerindeki ileri gidişi düzensiz hale sok­
ma riski barındırması; geçici gerilemelerin kalıcı hale gelebilmesi; kı­
saca ruhsal dengeyi bozan, sarsan ve yıkan etkilerin sayısının önce­
den tahmin edilemeyecek kadar çok oluşu, daha önce tanımlanmış
olan çocuk yaşantısının özellikleridir.
Bu belirtileri düzene sokmak zorunda olan tanı koyucu elde bulu­
nan sınıflandırma dizgelerinin hiç yardımcı olamayacağı zor bir du­
rumdadır.
Çocuk analizi son yıllarda çeşitli yönlerde gelişim göstermiştir.
Çocuk analizinin yöntemi yetişkinler için geçerli olan temel ilkeler­
den önemli ölçüde kurtulmuş, birçok zorluk ve engele karşın kendi
kurallarını oluşturabilmiştir. Teoride, yetişkinlerden kazanılan bilgi­
leri onaylamakla yetinmeyip analitik yapıya yeni katkılarda bulunan
buluşlar yapmayı başarmıştır. Ancak bozuklukların sınıflandırılması
konusunda çocuk analisti tutucu davranır; yetişkin analizinde, dahası
psikiyatri ve kriminolojide geçerli olan tanılarla yetinmeyi sürdürür.
Böylelikle, çocukluğun psikopatolojisi, şu ya da bu ölçüde, var olan
kalıplar içine yerleştirilmiş olur.

T A N I M S A L VE M E T A P S İ KOLOJ İ K D Ü Ş Ü N C E T A R Z L A R I
ARASINDAKİ FARKLAR

Yetişkinlerde olduğu gibi çocuklardaki bozuklukların bölümlenme­


sinde de tanımsal düşünce tarzı metapsikolojik olana aykırıdır. Biri
görünürdeki semptomların benzerlik ya da farklılığını esas alırken,
ikincisi onların ardında yatan gizil nedenleri ele alır. Tanımsal yön­
tem sayesinde, rahatsızlıklar, yüzeysel bir bakışla düzenli ve anlaşılır
görünen bir biçimde sınıflandırılabilirler. Ancak böyle bir şema anla­
yış ve bilgilerimizi derinleştirebilmek ve özgün durumlar arasındaki
belli başlı farkları araştırabilmek bakımından hiçbir katkıda bulun­
maz. Tam tersine, böyle bir tanısal düşünceyle yetinen analist kaçınıl­
maz olarak yanılgıya düşer; nitekim klinik ve terapi açısından bir kar­
gaşayla karşı karşıya kalır.
Birkaç örnek verecek olursak; öfke nöbetleri, sürekli kaçıp dolaş­
ma, ayrılık korkusu, vb., aynı ad altında çok farklı hasralık durumları­
nı; yani görünür davranış ve semptomlar bakımından birbirine benze-
PATOLOJiK ÇOCUK GELiŞiMi 1 97

yen hatta birbirinin aynı olan, ama metapsikolojik yapılarına göre çok
farklı analitik kategorilere giren ve çok farklı analitik çabalan gerekti­
ren klinik tabloları bir araya getiren adlardır. Çocuklarda öfke nöbet­
leri denilen durumlar üç farklı anlam taşır. Çok küçüklerde bu durum,
yaşa uygun olarak o sırada hiçbir dışavurum olanağı bulamayan dürtü
türevlerinin hareketsel-duygusal çıkış yollarıdır. Böyle bir semptom,
çocuk tarafından başka çıkış yollarının da bulunduğu kavranır kav­
ranmaz, hiçbir tedavi gerektirmeksizin ortadan kalkar. Ama aynı
semptom, içine girilemeyen ve yaşanamayan nesne dünyası karşısın­
da hemen ulaşabildiği nesnelere yönelen nefret duygulan ve saldır­
ganlıklar (kendini yaralamak, kafasını duvara çarpmak, mobilyaları
kırmak gibi) şeklini de alabilir. Bu durumda yer değiştirmiş olan duy­
gunun bilince çıkarılması ve asıl hedefiyle yeniden bağlantılandırıl­
ması gereklidir. Üçüncü olasılık söz konusu öfke nöbetinin gerçekte
bir kaygı nöbeti'°lmasıdır. Fobik çocuklar korunma ya da kaçınma
davranışları engellenirse kaygı nöbetleriyle yanıt verirler; bu da eği­
timsiz bir gözlemci tarafından saldırgan bir nitelik diye görülebilir ve
bilinen öfke nöbetlerinden ayırt edilemeyebilir. Böyle kaygı nöbetleri
daha önce belirtilenlerden farklı olarak yalnız iki önlemle ortadan kal­
dırılabilir: Ya fobik savunmanın yeniden sağlanmasıyla ya da kaygı­
nın kaynağının analitik olarak aranışı, yorumlanışı ve çözülüşüyle.
Durum çocukların kaçmalarında, başıboş dolaşmalarında da ben­
zerdir. Aynı semptomun çok çeşitli koşullarda bulunduğunu ve çok
çeşitli anlamlar içerdiğini görürüz. Bazı çocuklar evlerinde eziyet gör­
dükleri ya da ailelerine olan libidinal bağlan çok zayıf olduğu için ev­
den kaçarlar. Bazıları öğretmenlerinden ya da okul arkadaşlarından
korktukları için, azardan ve cezadan kurtulmak amacıyla ya da kötü
öğrenci oldukları için okuldan kaçarlar. Her iki durumda da sempto­
mun nedeni dışarıdadır ve dış yaşam koşullarındaki değişikliklerle bu
davranışlar ortadan kaldınlabilirler. Diğer bazı çocuklardaysa aynı
semptomun nedeni içsel yaşamdadır. Bunlar bilinçdışından gelen bir
itkinin etkisi altındadırlar ve geçmişlerine ait bir sevgi nesnesinin ara­
yışı içindedirler. Tanımsal olarak bu çocukların "kaçtığı" doğrudur
ama metapsikolojik olarak bu gidiş, amaçladıkları hedef bir fantezinin
doyumundan başka bir şey olmasa da, hedefe yöneliktir. Onlar için dış
dünyaya dair girişimlerin hiçbir başarısı olamaz. Terapinin sağlanma­
sı için gereken şey bilinçdışı arzunun analitik olarak yorumlanması ve
bilince çıkarılması yoluyla bir iç değişim gerçekleştirmektir.
Son zamanlarda sık konulan ayn/ık kaygısı tanısıyla ilgili olarak da
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 98

benzeri kuşkular söz konusudur. En azından bu tanının bugün birçok


çocuk kliniğinde son derece çeşitli durumlar için hiç düşünülmeden
kullanılışına karşı çıkılabilir. Metapsikolojik olarak küçük çocukların
ayrılık kaygısı ile gizillik döneminde bulunan çocukların okul korku­
su ya da ailelerinden ayn olarak yatılı okulda bulunmaları durumunda
yaşadıkları özlem arasında hiçbir benzerlik yoktur. Bunlardan birinci­
sinde biyolojik olarak haklı olan bir gereksinimin, anne ile birlik ha­
linde bulunmanın örselenmesi söz konusudur. Çocuk bu duruma kay­
gı ve çaresizlikle yanıt vermektedir. Burada ona annesine yeniden ka­
vuşması, hiç değilse annenin ikamesi olabilecek bir kimsenin bulun­
ması dışında hiçbir şey yardımcı olamaz. İkinci durumda ise kaygının
nedeni çocuğun duygusal çift değerliliğinde yatmaktadır. Anne baba
karşısında sevgi ve nefret birbirini dengelemekte, yokluklarında ise
onlara yönelik ölüm arzulan ve düşmanca duyguların onlara gerçek­
ten zarar verebileceği kaygısı güçlenmektedir. Bu yüzden de çocuk
anne babasına, onları kendi kötülüğünden koruyabilmek için yapış­
maktadır. Burada anne babayla yeniden bir araya gelmek ya da onlar­
dan ayrılmamak sadece yüzeysel bir yatışma sağlar. Semptom ancak
duygusal çatışmaların analitik olarak görülmesiyle ortadan kalkar.
Kısacası, tanımsal terimlerle düşünmek kendi alanında belirli bir
yarar sağlasa da, bu düşünce tarzının analitik çıkarsamalar yaparken
kullanılması son derece zararlıdır.

TA N I S A L D E Y İ M LERİN ÇOCUKLAR V E YETİŞ K İ NLER İ Ç İ N


KULLA N I M I N D A Kİ A Y R IL I K L A R
Yaygın olarak kullandığımız tanısal tanımlamalar yetişkin yaşamın­
daki çeşitli ruhsal bozukluklarla ilgilidir; gelişimdeki çok çeşitli bo­
zukluk ve garipliklere de, gelişime ve çatışmaya bağlı semptomlar
arasında bir aynına da yer vermektedir. Halbuki bu tür ayrımlar ço­
cuk psikopatolojisinde son derecede önemlidir. Çocukların yalan söy­
lemeleri ve çalmaları, saldırganlığı ve tahripkarlığı, sapkın uğraşları,
vb.nin normal mi anormal mi görüleceği ancak bunların ortaya çıktık­
ları gelişim evresi ışığında belirlenebilir.

Yalan söylemek
Örneğin, bir çocuğun "yalan söylediği" ifadesini haegi andan sonra
kullanabiliriz? Yani gerçeğin değiştirilmesi ne zaman semptomatik
PATOLOJiK ÇOCUK GELiŞiMi 1 99

nitelik kazanır, çocuktan beklenebileceklere aykırı durum alır? Daha


sonraki yaşamdan bildiğimiz bir gerçeklik gereksinimi elbette ki en
baştan beri mevcut değildir; bir dizi ön evreden geçildikten sonra beli­
rir. Küçük çocuk normal olarak haz veren şeyleri tercih edip haz ver­
meyen her şeyi yadsır; kendisini zorlayan, hoşnutsuzluk ya da korku
uyandıran uyaranların algılanmasını reddeder. O halde yalan söyle­
yen daha büyük çocuklardan ya da yetişkinlerden farklı davranmaz.
Ama çocuk analisti için, erken dönemdeki ilkel zihniyetin daha sonra­
ki yalan söyleme semptomuyla bağlantısını kurabilmek önemlidir.
Çocuk henüz haz ilkesinin ve birincil süreçlerin egemenliği altında
bulunduğu sürece, gerçek durumun koşulsuz olarak tanınması bekle­
nemez. Ancak, gerçeklik ilkesi, gerçekliği sınama ve akılcı düşünce
belirli bir olgunluğa eriştikten sonra çocuk gene de gerçeği çarpıtma­
yı sürdürürse analist "yalan" sözcüğünü kullanma hakkını kendinde
görecektir. ......
Kimi çocuklar bu ben işlevlerinin olgunlaşması için öbürlerinden
daha uzun bir süreye gereksinirler. Bu yüzden ileri yaşlara kadar ya­
lan söyler yani inkar ederler. Diğerleri yaşlarına uygun gelişirler, ama
engellenmeler ve düş kırıklıkları nedeniyle ilkel alt evrelere geriler­
ler. Bunlar arasında fantezi uyduranlar (Pseudologia fantastica) yani
çocuksu arzu doyumu yöntemleriyle gerçeklik karşısındaki hoşnut­
suzluktan kaçınmaya çalışanlar da vardır. Bu dizinin en uç noktasında
ben işlevleri sağlam olan ama gelişime bağlı olmayan nedenlerle ger­
çekten kaçan çocuklar bulunmaktadır. Onların yetişkinlerden, azar ve
cezadan korku, hırs, büyüklük hırsı, vb. güdüleri vardır. Yalan deyi­
mini bu son olgulardaki suç oluşturan yalanlarla sınırlamak kuşkusuz
daha doğru olur.
Çocuk kliniğinde en sık görülenler saf türler değil, inkar, fantezi
uydurmak ve suç oluşturan yalan söylemenin hepsinin payının olduğu
karmaşık olgulardır. Bu durumda çocuk analist_inin işi, bu özgün un­
surları birbirinden ayırmak; bir yandan olgunlaşma ve gelişim süreç­
lerinin, öte yandan yaşantıların semptom oluşumundaki rollerini be­
lirlemektir.
Çalma
Yalan söyleme örneğinde olduğu gibi burada da deyimin tanısal bir
anlamının olabilmesi için belirli gelişim evrelerinin aşılmış olması ge­
rekir. Küçük çocukların isteklerinin kendilerini yönlendirdiği her şeye
el atmalarına neden olan "oral açgözlülük" genellikle bu dönemin
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 1 00

özelliği sayılır. Daha doğru bir söylemle, b u davranış iki nedene bağlı­
dır. Bir yandan, çocuk haz veren her şeyi düşünmeden ister; aynı şekil­
de, otomatik olarak hoşnutsuzluk uyandıran her şeyi reddeder ve böy­
lece haz ilkesine uyar. Öte yandan, yaşına uygun olarak, kendisi ve
nesne arasında aynın yapamaz. Bildiğimiz gibi, bebek ya da küçük ço­
cuk annenin bedenini kendisininki gibi kullanır; onun parmaklarıyla,
saçlarıyla kendine yönelik erotizm aracı olarak oynar ya da annenin de
kendi bedeniyle aynı şekilde oynamasına izin verir. Küçük çocukların
kaşığı bazen kendi ağzına bazen annesinin ağzına götürmesini biz ço­
cuğun kendiliğinden ortaya çıkan erken cömertliği sanma yanılgısına
düşebiliriz. Gerçekte bu benin sınırlarının yokluğu sonucunda ortaya
çıkar. Kendiyle nesne dünyası arasındaki aynı karışıklık çocuğu çok
masum bir şekilde başkalarının mülkiyetinin düşmanı haline sokar.
"Benim" ve "senin" kavramlarının gelişimi de çocuğun davranışı üze­
rinde yeterli bir etki yapmaya yetmez. Adı geçen kavramlar mülkiyeti­
ne geçirme yönündeki güçlü arzularla çatışır. Oral açgözlülük; anal
dönemden gelen sahip olma, tutma, biriktirme, yığma; fallik simgeleri
isteme eğilimleri çocuğu her yönden çalmaya yöneltirler. Eğitimsel
girişimlerin ve üstbenin taleplerinin ben üzerinde aksi bir etki yapma­
sı ve dürüstlüğün temellerini atabilmesi hiç de kolay değildir.
Bir çocuğun "çalıp çalmadığı" yani tanısal olarak, toplumsal bakış
açısından "hırsız" olarak tanımlanıp tanımlanamayacağı bir dizi kara­
ra bağlıdır. Belli bir çalma işlemi çocuğun beninin kendi bağımsızlı­
ğına ulaşmakta gecikmiş olmasından, çocukla çevresi arasındaki nes­
ne ilişkilerinin yeterince eğitilmemiş olmasından, içgörü eksikliğin­
den, üstbenin fazla çocuksu kalmış olmasından kaynaklanabilir. Ruh­
sal, zihinsel bakımdan az gelişmiş ve geri kalmış çocuklar bütün bu
nedenlerle çalarlar. Gelişimin normal olduğu durumlarda ise, şu ya da
bu önemli noktadaki geçici gerilemeler aynı tabloyu oluşturabilirler.
Bu durumda geçici olarak çalma ortaya çıkar ve gelişmenin sürmesiy­
le yeniden kaybolur. Adı geçen durumlarda görülen gerilemeler bir
uzlaşım oluşturma (nevrotik semptom) olarak çalmaya neden olabilir­
ler. Ayrıca, çocuğun beni, gerilemeye uğramamış olan sahip olma ar­
zuları üzerinde yeterli kontrol kuramadığı için, toplumsal uyumdaki
bir bozukluğun sonucu olarak çalma durumu ortaya çıkabilir.
Yalan söyleme örneğindeki gibi çalma örneğinde de nedenleri açı­
sından karmaşık olan tablolara, yukarıda belirtilen saf tablolardan da­
ha sık rastlanır. Çoğu zaman karşımızda gelişim tıkanmalarının, geri­
lemelerin ve ben-üstben eksikliklerinin karmaşık sonuçlarını görürüz.
PATOLOJi K ÇOCUK GELiŞiMi 1 101

Bütün suç işleyen gençlerin ilk olarak annelerinden para çalmaları,


bütün hırsızlıkların, "benim" ve "senin" kavramlarının, kendi ve nes­
nenin en baştaki birliğine dayalı olduğunun kanıtı olarak değerlendiri­
lebilir.

H A STALIGIN AGI RLIÖININ ÖLÇÜTLERİ


Çocuklukta olan bir ruhsal bozukluğun hafif mi yoksa ciddi mi oldu­
ğunu belirlemek hiç de kolay değildir. Yetişkinler özelinde üç ölçütü­
müz vardır: 1 . semptom tablosunun kendisi, 2. öznel yakınma duygu­
larının şiddeti, 3. yaşam için önemli becerilerdeki bozulmaların düze­
yi. Birçok nedenden dolayı, bu bakış noktalarının hiçbiri çocuk yaşa­
mına uygulanamaz.
1 . Semptomların "tanıda bulunurken bize dayanak sağladıkları " (S.
Freud, 1 9 1 6/ 1 7: �79) yetişkin yaşamına oranla, bunların çocuklukta
aynı önemi taşımadıklarını biliyoruz. Çocuklardaki ketlenmeler,
semptomlar ve kaygılar, daha sonra belirtileceği gibi, yalnızca patolo­
jik etkilerin değil, çoğu zaman normal gelişim süreçlerine eşlik eden
olguların sonucudur. Belirli bir gelişim evresi çocuk üzerine özellikle
büyük talepler yüklediğinde semptom türünden belirtiler ortaya çıkar;
çevrenin aklı başında davranması koşuluyla, yeni aşamaya uyum ta­
mamlandığı ya da doruk noktası aşıldığında bu belirtiler kaybolur.
Gerçi böyle geçici bozuklukları da hafife almamayı; bunların çocu­
ğun ne kadar etkilendiğini gösteren uyanlar taşıdıklarını; çoğu zaman
yalnızca görünüşte kaybolduklarını, yani yeni bir bozukluk üzerinden
bir sonraki evrede yeniden ortaya çıkacaklarını; bunların da ileride
semptom oluşturmanın çıkış noktaları olan izler bıraktıklarını öğren­
miş bulunuyoruz. Ama gene de çocuk yaşamında, görünüşte ağır
semptomların bile kaybolmasına sık rastlanmaktadır. Fobik kaçınma­
lar, takıntılı titizlikler, uyku ve yeme bozuklukları çoğu zaman, anne
babalar kliniğe başvurur başvurmaz hemen ortadan kalkar. Çünkü ço­
cuklar için bunların altında yatan fanteziler, kendilerini tehdit etmek­
te olan tıbbi muayeneden çok daha az korku vericidir. Aynı nedenler­
le, tedavinin hemen başında ya da tedavi sırasında semptomatoloji de­
ğişebilir ya da tümüyle kaybolabilir. O halde çocukta semptomatik
iyileşme, yetişkine oranla daha önemsizdir.
2. Öznel yakınmalarda da durum buna benzer. Yetişkinler, hasta­
lıktan kaynaklanan ruhsal acı katlanılabilir ölçüyü aştığında tedaviye
gitmeye karar verirler. Acı faktörünün, bir ruhsal bozukluğun bulu-
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 1 02

nup bulunmadığı ya da bu bozukluğun ağırlığı üzerine pek bir şey


söylemeyeceği çocuklar özelinde ise durum farklıdır. Çocukların zor
katlanabildiği kaygı durumları dışında çocuklar semptomlarından bü­
yükler gibi acı çekmezler. Örneğin fobik ve takıntılı nevrozlar kaygı­
dan ve hoşnutsuzluk duygusundan kaçınmayı sağlar, çocuk tarafın­
dan hoş karşılanır; onlara uygun olarak normal yaşamın kısıtlanmış
olması yetişkin dünyasını çocukların kendilerinden daha çok rahatsız
eder. Yeme bozukluk.lan ve yemeğin reddi, uyku bozukluk.lan, öfke
nöbetleri, vb. çocuk açısından bakıldığında bene uygundur ve ancak
annenin nezdinde rahatsız edici bozukluklardır. Çocuk bunlardan, an­
cak çevre bunların serbestçe yaşanmasını engellerse rahatsız olur ve
acısının kaynağı olarak semptomu değil yetişkinlerin girişimlerini gö­
rür. Altını ıslatmak ve altına kaka yapmak gibi utandırıcı olan semp­
tomlar bile çocuk tarafından önemsiz sayılır. Nevrotik ketlenmeler
çoğu zaman korku uyandıran uğraşıdan bütün libidonun çekilmesine
ve ben ilgilerinin kısıtlanmasına yol açarak etkinliklerde ve haz ala­
nındaki yitimleri örter. En ağır durumda olan otistik, psikotik ya da zi­
hinsel özürlü çocuklar bile bozukluklardan çok az rahatsız olurlar. Bu
çocukların anne babalan daha çok acı çekerler.
Ruhsal bozukluğun acının mevcut olması ölçütüyle saptanamayışı­
nın bir nedeni daha vaidır. Çocuklar yetişkinlere oranla kendi psiko­
patolojilerinden daha az acı çekerler; ancak gelişime bağlı durumlar,
yani onlan nesne dünyasına bağımlılığa ve kişiliklerinin olgunlaşma­
masına mahkum eden beceriksizlikler, talepler ve uyum zorlukları ço­
cuklara daha çok acı verir. Küçük çocuklarda, kendi bedensel gereksi­
nimlerini ve dürtü türevlerini doyunnaktaki yetersizlik, ayrılma kay­
gılan, gerçekdışı beklentilerin uyandırdığı düş kırıklığı, birer hoşnut­
suzluk ve kaygı kaynağıdır. Oidipal evrede ise bu kaynaklar kıskanç­
lıklar, rekabetler ve hadım edilme kaygılarıdır. En normal çocuklar
bile her zaman mutlu değildir; gözyaşı, kızgınlık ve öfke patlamaları
hiç ender değildir. Heyecanlarını, dışsal izlenimlere ve olaylara dair
duygusal yorumlan uygun şekilde gelişmiş olan bir çocuk için, bunlar
meşru tepkilerdir. Yetişkinlerden farklı olarak çocukların duygulanna
egemen olmalarını, olaylan kabul etmelerini, fark etmelerini, kaçınıl­
maz olana boyun eğmelerini bekleyemeyiz. Tam tersine böyle bir uy­
sallıkla karşılaşırsak, çocukta bir şeylerin pek yolunda olmadığından
kuşkulanır ve organik bozuklukları, yavaşlamış bir ben gelişimini ya
da dürtü yaşamındaki aşın edilginliği düşünürüz. Anne babalarından
hiç itiraz etmeden ayrılabilen küçük çocuklar içsel ya da dışsal neden-
PATOLOJi K ÇOCUK GELiŞiMi 1 103

lerle onlara libidinal olarak yeterince bağlı değillerdir. Sevgi yitimini


bir tehdit olarak algılamayan çocuklar otistik bir gelişim yolunda ola­
bilirler. Suçluluk duygulannın baskısı olmazsa normal üstben gelişi­
mi de olmaz. Acı iç çatışmalar her bireyin kişiliğinin daha yüksek bir
gelişimi için ödemesi gereken bedeldir.
Paradoks gibi görünse de öznel acılar her normal çocuklukta yaşa­
nır; bunlar patolojik bir gelişimin belirtisi olarak değerlendirilemez
ve değerlendirilmemelidir de.
3. Yetişkinler özelinde çok açıklayıcı olan üçüncü bir etmen, yani
beceri ve i$ görme kaybı da çocuklar özelinde yanıltıcıdır. Geçici ge­
rilemeler nedeniyle, çocuklarda bu beceri bir evreden diğerine, bir ge­
lişim yönünden bir başkasına, bazen bir günden öbürüne, hatta saat­
ten saate değişebilir. İlerleme ve gerilemelerin arasında sürekli gidip
gelmenin normal yaşamın bir parçası olduğu bu durumda, değerlen­
dirme yaparken cntyanılabilecek sabit bir nokta bulunmaz. İ şlevlerde­
ki kötüleşmelerin uzun sürdüğü ve çevreyi üzdüğü durumlarda bile
tanısal olarak böyle bir çocuğu "ketlenmiş" ya da "geri kalmış" olarak
tanımlamak risklidir.
Hangi çocuksu becerinin "yaşamsal önemde" sayılması gerektiğini
de bilmiyoruz. Oyun oynamak, öğrenmek, özgür fantezi uğraşları,
nesne ilişkilerinde istikrar, uyum yeteneği çocuk için önemlidir; ama
bunlann yetişkin yaşamındaki "sevme yeteneği" ve "çalışma yetene­
ği" gibi kapsamlı kavramlarla kıyaslanarak yorumlanması doğru de­
ğildir. Daha önce öne sürdüğüm gibi ( 1 945), çocuğun yaşamında, bu
açıdan önem taşıyan tek bir yetenek vardır: Çocuğun, olgunlaşma, ki­
şiliğin her alanındaki gelişim ve topluluğa uyum sağlama gerçekleşe­
ne kadar, birbiri ardından gelen aşamalardan geçerek ilerleme yetene­
ği. Bu süreçler az çok bozulmadan gittiği sürece ortaya çıkan semp­
tomlan hafife alabiliriz. Gelişim tıkandığı zaman ise çocuğu tedaviye
almak gerekir.

T A NI S A L ÖLÇÜTLER O L A R A K GELİŞİM SÜREÇLERİ


Gelişim psikolojisinin bakış noktalanna göre farklı teorilere dayanan
tanısal kategoriler, çocuksu bozukluklan belirtmek için kullanılan ye­
ni kavramlar açısından geçerli değildir elbette. Tanı koyan kişi ancak
bunlardan bağımsız hareket ettiğinde dikkatini semptomatolojiden
ayırmayı ve hastasının dürtü, ben ve üstben bakımından hangi gelişim
evrelerine erişmiş olduğunu; kişiliğin yapılanmasının yani bu iç yapı-
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 1 04

lann birbirinden ayrılmasının ve bunların birbirleriyle ilişkilerinin ne


ölçüde gelişmiş olduğunu; ruhsal olguların henüz birincil süreçlerin
ve haz ilkesinin egemenliğinde mi yoksa artık ikincil süreçlerin ve
gerçeklik ilkesinin egemenliğinde mi olduğunu; çocuğun gelişiminin
genel çizgileriyle yaşına uygun olup olmadığını; çocuğun "erken ol­
gunlaşmış" ya da "geri kalmış" olup olmadığını ve patolojinin gelişim
süreçlerini ne kadar ve hangi yönde etkilemiş olduğunu; gelişimde
gerilemelerin olup olmadığını, eğer olmuşsa ne ölçüde ve hangi sap­
lantı noktalarında gerçekleştiğini incelemeyi başarabilir. Bu sorulan
yanıtlayabilmek için, geçen bölümde yapmaya çalıştığımız gibi, kişi­
liğin her yönü açısından ortalama gelişim normlarını belirten bir çi­
zelge gerekir. Bu çizelge ne ölçüde tamamlanmış olursa, hastanın ge­
lişme hızının eşitsiz olup olmadığı, gelişme çizgileri arasında belli bir
uyum olup olmadığı, gerilemelerin geçici mi yoksa uzun süreli mi ol­
duğu, adı geçen çizelge ışığında o denli başarıyla tayin edilebilir.

Dürtü ve Ben Gelişiminde Dengesizlikler


Kişiliğin çeşitli bölümlerinin farklı hızlarla gelişmesi durumunda or­
taya patolojik sonuçların çıkmasını bekleriz. Bu noktada en bilinen
örneklerden biri takıntılı nevrozun nedenleridir. Burada ben ve üstben
gelişim açısından dürtü yaşamından daha hızlıdırlar. Bunun sonucun­
da nispeten yüksek ahlaki ve estetik istekler, nispeten ilkel dürtü tü­
revleri ve fantezilerle karşı karşıya gelerek beni takıntılı savunma uğ­
raşılarında bulunmaya iter. ı Aynı sonuç daha sonraki bir gerileme so­
nucunda da ortaya çıkabilir. Bu daha aşağıda anlatılacaktır.
Bunun tersi olan olasılığa, yani ben yapılarının, normal ya da nor­
malden daha hızlı bir dürtü gelişimi karşısında yavaş gelişimi olgusu­
na bugünkü koşullarda aynı sıklıkla, hatta daha fazla rastlanmaktadır.
Böyle atipik çocuklarda ve sınır olgularda nesne ilişkileri de üstben
işlevleri de genitallik öncesi ve saldırgan dürtüleri denetim altına ala­
cak kadar gelişmemiştir. Bu durumdaki çocuklar anal-sadist evreye
geldiklerinde, bu evreye özgü genitallik öncesi eğilimleri etkisizleşti­
recek; bu eğilimleri karakter kurmak için gerek duyulan tepki oluştur­
malara ve yüceltmelere dönüştürecek kadar olgunlaşmış bir bene sa­
hip değillerdir. Veya, fallik evreye geldiklerinde, benleri, parçalanmış

l . Bkz. S. Freud: "Ben gelişiminin libido gelişiminden daha öna:_ oluşunun takıntılı
nevroı.a yönelik bir yatkınlığa yol açtığını . . . söylersem fazla cesur mu davranmış olu­
rum; bilmiyorum." (1913: 451 ).
PATOLOJiK ÇOCUK GELiŞiMi 1 105

fallik eğilimleri Oidipus kompleksi çerçevesinde bir araya getirerek


örgütleyen nesne ilişkilerinden yoksundur. Keza, ergenlikte fiziksel
olgunluğa eriştiklerinde, benleri, cinsel edime ruhsal anlamını veren
duygusal genital ilişkilere hazır değildir.
Başka sözcüklerle söylemek gerekirse, zamanından önceki ben ge­
lişimi iç çatışmalara ve böylelikle de nevroza yol açar. Zamanından
önceki dürtü gelişimi ise sakat ve itkisel bir karakter oluşmasına.

Gelişim Çizgileri Arasındaki Uyumsuzluk


Gelişim çizgileri arasında uyumsuzluk, yukarıda belirtildiği gibi, nor­
mallik sınırlan içinde yer alır; bunların belli bozuklukların çıkış nok­
tası oldukları düşünülebilir.
Böyle bir şey başa geldiğinde, anne babalar ve eğitimciler çok ça­
resiz kalırlar. Böyle çocuklara aile üyesi olarak tahammül edilemez;
bu çocuklar sınıfı rahatsız ederler, oyun arkadaşı olarak kavgacıdırlar,
hiçbir topluluğa uyamazlar, nerede bulunurlarsa bulunsunlar tepki
uyandırırlar, kendileri de çoğunlukla mutsuz ve hoşnutsuzdurlar.
Klinik muayenede de bunlar bilinen hiçbir kategoriye sığdırıla­
mazlar; anormallikleri ancak gelişim çizgileri bakımından incelendik­
lerinde anlaşılabilir.
Bu incelemeyi yaptığımızda, çeşitli çizgilerde ulaşılan evrelerin
birbirleriyle hiçbir bakımdan orantılı olmadıklarını görürüz. Örneğin
yüksek zeka düzeyinin yanında, yalnızca anlayış alanında kötü perfor­
mans değil aynı zamanda duygu olgunluğu, bedensel bağımsızlık, ya­
şıtlarla toplumsal ilişkiler gibi alanlarda da belli bir gerilik gözlenebi­
lir. Böyle orantısızlıklar ustaca rasyonalleştirilmiş dürtü davranışları­
na, fantezi yaşamının şişmesine, tuvalet terbiyesinde başarısızlığa, kı­
saca karmaşık ve nedenleri açısından zor kavranabilen bir semptoma­
tolojiye götürür. Tanımsal yaklaşımlarda böyle olgulara genellikle
"psikotik öncesi" ya da "sınır durum" adı verilir. Sık rastlanan başka
bir durum da çocuğun oyundan çalışmaya doğru uzanan çizgideki geri
kalması; ancak duygu olgunluğu, toplumsal uyum ve bedensel bağım­
sızlık açısından yaşına uygun bir düzeye ulaşmış bulunmasıdır. Bu tür
çocuklar, klinik muayeneye ne akıl gelişimleri ne de son derecede
uyumlu olan okul davranışlarıyla açıklanabilen öğrenme güçlükleri
nedeniyle getirilirler. Muayenenin amacı burada özgün gelişim çizgi­
sinin neresinde id ile ben arasında beklenen uygunluğun olmadığını
saptamaktır. Bunun için hatanın haz ilkesinden gerçeklik ilkesine ge-
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 1 06

çişte mi, genitallik öncesi arzulara egemen olarak onların biçimlerinin


değiştirilmesinde mi, etkinliklerden haz alabilme yetisinde mi oldu­
ğunu bulmak gerekir. Çocuk kimi zaman yukarıda sayılan süreçlerin
hepsinde, kimi zamansa bunların yalnızca birinde geri kalmış olabilir.
Tanımsal yaklaşımda böyle olgular "zihin işlevlerinde bozukluk­
lar" ya da "konsantrasyon yokluğu" diye adlandırılır. Halbuki bunlar
birer zihinsel bozukluk değildir. Konsantrasyon yokluğu ise yüzeysel
bir durumdur.
Patojen Gerilemeler
3. Bölüm'de ayrıntılarıyla anlatıldığı gibi, gerilemeler, gelip geçici
belirtiler olarak kaldıkları sürece; yani daha önce ulaşılmış olan geli­
şim düzeyi kendiliğinden yeniden ortaya çıkabiliyorsa, zararsız sayıl­
malıdırlar. Ancak bu gerilemelerin sonuçlan sürekli olur ve ortaya çı­
kardıkları zararlar kişilik içinde yeniden düzen değişikliklerine yol
açarsa patojen sayılırlar. Bu iki tür gerileme, ruhsal aygıtın herhangi
bir tarafında görülebilir.
Ben ve üstbende başlayan gerilemeler bu ikisinin gücünü azaltırsa
sonuçta id türevleri de zarar görür. Ben ve üstbendeki gerilemelerin
dürtüler üzerindeki egemenlik bakımından da sonuçlan olur. Bu du­
rum savunma olanaklarına zarar verir ve idin aşın itkiselliğe, duygu
patlamalarına ve akıl dışı davranışlara yol açacak, çocuğun kişilik res­
mini tanınmayacak ölçüde değiştirecek şekilde ben örgütlenmesi içi­
ne girmesine neden olur. Muayene sırasında, böyle bir kişilik yitimi,
benin başa çıkmakta yetersiz kaldığı ve bu yüzden zedelendiği du­
rumlara; yani kaygılar, ayrılıklar, sevgi nesnesinden gelen ağır red­
detmeler, özdeşleşme nesneleri nezdinde hayal kırıklığına uğrama gi­
bi yaşantılara bağlıdır (Jacobson, 1 946). İkinci bir olasılık da gerile­
menin idden başlaması; böylece ben yapılarının daha değişik bir yol­
dan başa çıkmak zorunda kalacakları ilkel dürtü türevleriyle doğru­
dan doğruya karşı karşıya kalmasıdır. Bu durumda, ben ve üstben,
dürtülerde meydana gelen gerilemeye kapılır ve onlar da gerilerler;
yani, standartlarının ve taleplerinin düzeyini aşağı çekerler. Bu saye­
de, id ve ben arasındaki iç çatışma önlenmiş olur; dürtüler ben ile
uyumlu olmayı sürdürürler. Ancak bu yeni düzenin bedeli bütün kişi­
liğin, çocuksuluk, suçluluk ve itkisellik yönünde bozulmasıdır. Pato­
lojik zararın nereye kadar uzanacağı dürtü ve bendeki geriye hareke­
tin ne kadar güçlü olduğuna, dürtülerdeki hareketin -hangi saplantı
noktasına kadar gerileyeceğine, hangi ben tutumlarının sağlam kala-
PATOLOJiK ÇOCUK GELiŞiMi 1 107

cağına ve bütün bu iç değişimin hangi gelişim evresinde durabileceği­


ne bağlıdır.
Öte yandan, ben ile gerilemiş dürtüler arasındaki çatışma bambaş­
ka bir biçim de alabilir. Ben ve üstbenleri erkenden gelişmiş olan ço­
cuklarda, ben işlevlerinin ikincil otonomisi denilebilecek olan bir du­
rum (Hartmann, 1950); yani dürtü yaşanundan, dürtü gerilemesini be­
ne yabancı olarak görüp reddedebilecek ölçüde bağımsızlaşma olgu­
su ortaya çıkar. Yeni ortaya çıkan genitallik öncesi, saldırgan itkileri
kabul edip onlara uygun fantezilere tahammül etmek yerine bu çocuk­
lar kaygı geliştirir, dürtü savunmalarını güçlendirir ve bunun da işe
yaramadığı durumlarda dürtü ve ben arasında kurulacak uzlaşmalara
sığınmaya çalışırlar. Burada semptom oluşmasına yol açan iç çatış­
malardır. Kaygı histerileri, fobiler, gece korkulan (pavor nocturnus),
takınb belirtileri, törensi davranışlar, ketlenmeler ve karakter nevroz­
ları bu zemindebluşurlar.

Dürtü gerilemesinin bene uygun ve bene yabancı sonuçlarının en iyi


örneklerini erkek çocuklarda, hadım edilme kaygısı sonucunda fallik­
oidipal evreden anal-sadistik evreye gerilemede görebiliriz. Birinci
durumda, yani ben ve üstbenin de gerilemesi halinde çocuklar tutum
ve davranışlarında ya eskisine oranla daha saldırgan, ya annelerine
daha bağımlı , dolayısıyla genelde daha az bağımsız; veya edilgin ve
daha az erkeksi bir görünüş kazanırlar. Kısacası, çocuklar önceden aş­
mış oldukları özellik ve eğilimleri yeniden benimserler; bu saplantı
noktalan arasında genitallik öncesi cinsellik ve saldırganlık da vardır.
İkinci durumdaki çocuklarda, ben, dürtü gerilemesi karşısında ken­
dini kaygı ve suçluluk duygulan ile savunabilecek kadar güçlüdür;
burada, patolojik sonuç onların benlerinin hangi dürtü unsuruna en
fazla itiraz ettiğiyle ilişkilidir. Anallik, sadizm ve edilgenliğe ben ya­
pılarınca aynı şiddetle karşı konulduğu durumlar, semptomatolojinin
en yaygın olduğu durumlardır. Benin karşı çıkışı yalnız pislik zevkine
yönelmişse, aşın temizlik, yıkanma tutkusu, vb. görülür. Saldırganlık
ve sadizme yöneldiğinde ise başarı ketlenmesi, yarışma yeteneksizli­
ği doğal bir sonuç olur. Edilgin-dişil dürtülerden korkuluyorsa yük­
sek bir hadım edilme kaygısı ya da aşın ödünleme ve saldırgan erillik
ortaya çıkar. Her durumda sonuç nevrotiktir, yani nevrotik semptom­
lar ya da karakterlerdir.
Burada, özellikle yetişkinlerden elde edilmiş olan analitik dene­
yimlere dayanarak, nevrozlarda da benin bir dizi gerilemeye uğradığı-
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 1 08

nı söyleyebiliriz; özellikle takıntılı nevrotik savunma biçimleri, örne­


ğin yadsıma, büyüsel düşünce, yapma-bozma gibi savunma düzenek­
leri, benin işlevini daha aşağı bir düzeye çeker. Ancak bu tür ben geri­
lemesi, bozukluğun nedeni değil sonucudur. Buradaki gerileme ben
işlevleriyle sınırlıdır, üstben işlevleri ise sağlam kalır. Hatta nevrotik
ben, üstbene layık olabilmek için her şeyi yapar.

T A N I S A L ÖNEMLER İ A Ç I S I N D A N Ç A TI Ş M A V E K A Y G I
Normal gelişim süreçleri sırasında, her birey bir dizi evreden geçer.
Bunlar kişiyi başlangıçtaki farklılaşmamış durumdan çıkarıp çeşitli
yapıların, id, ben, üstben, kişilik yapısı gibi kertelerin bir bileşimi du­
rumuna getirir. İl k olarak, başlangıçta ayrışmamış bir kitle olan id ve
ben ayrışır; yani farklı erekler, amaçlar ve çalışma tarzıyla nitelenen
iki yürürlük alanı ortaya çıkar. Bu ilk bölünmeyi, benin kendi içinde
gerçekleşen bir bölünme izler. Bu bölünmenin ardından ortaya çıkan
üstben, ben ideali ve ideal kendiliğin işlevi, benin düşünce ve eylem­
lerine rehberlik etmek, bunları eleştirmektir.
Bir çocuğun bu yolda ne kadar ileriye gitmiş ya da geri kalmış ol­
duğu muayene sırasında iki görünür belirtiyle, yani çatışmalarının öz­
gün biçimi ve bunlara bağlı olan kaygılarla saptanabilir.
Çocuklukta üç tür çatışma ayırt edebiliyoruz: dış çatışmalar, içsel­
leştirilmiş çatışmalar ve iç çatışmalar.
Dış çatışmalar: Çocuğun kişiliğiyle dış çevre arasında geçen bu ça­
tışmalar, dış çevre çocuğun haz yaşamına rahatsız edici olarak girip
doyumlarını ittiği, kısıtladığı ya da bunların reddi için baskı yaptığın­
da oluşur. Çocuk kendi dürtü uyanlarına egemen olmakta yetersiz
kaldığı, yani beni henüz idiyle birlikte olduğu ve bu ikisi arasında hiç­
bir engel bulunmadığı sürece dış çatışmalar kaçınılmazdır. Bunlar ço­
cukluğun, yani henüz olgunlaşmanın olmadığı çağın özelliğidir. Dış
çatışmaların geç çağlara kadar sürmesi ya da gerilemeyle yeniden or­
taya çıkması durumunda, bunları yaşayan kişiyi "çocuksu" olarak ta­
nımlarız. Bu tür çatışmaya denk düşen ve bu çatışmanın varlığına işa­
ret eden kaygılar, çocuğun yaşına ve öbür yönlerdeki gelişmesinin du­
rumuna göre çeşitlidir; ortak noktalan kaynaklarının dış çevrede bu­
lunmasıdır. Bunların zamansal sıralanışı yaklaşık olarak şöyledir: An­
nenin bakımının yitimi sonucunda mahvolma korkusu, sevginin yiti­
mi korkusu, eleştiri ve ceza korkusu, hadım edilme korfösu.
İkinci tür, yani içselleştirilmiş olan çatışma çocuk kendini anne ha-
PATOLOJiK ÇOCUK GELiŞiMi 1 109

basıyla özdeşleştirip onların isteklerini kendisine mal ettikten, anne


baba otoritesinin büyükçe bir bölümü üstben tarafından üstlenildikten
sonra ortaya çıkar. Bir öncekinden pek de farklı olmayan bir şekilde
çatışmalar hep arzu doyumu ya da reddi çevresinde dolanır. Ancak
çarpışma ve uygunsuzluklar artık dışarıda, çocukla nesneleri arasında
değil onun iç yaşamında, benin dürtülerin istekleri ve üstben buyruk­
ları arasında seçme yapmak zorunda kaldığı ruhsal yapıların tam orta­
sındadır. Bu durum için tanımlanan korku, üstben karşısında duyulan
korkudur, yani suçluluk duygusudur. Suçluluk duygulan algılanmaya
başlanır başlanmaz muayeneyi yürüten analist, çocuğun ben içindeki
bölünme evresine ulaşmış olduğunu, yani üstbenin yapılandırılmasını
başarmış olduğunu hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde anlar.
Üçüncü çatışma biçiminin, yani içsel olanın ana belirtisi, dış çevre­
nin dış çatışmadaki gibi doğrudan, veya içselleştirilmiş çatışmada ol­
duğu gibi dolaylı bir rol oynaması değil, hiçbir rol oynamamasıdır.
Bu tür iç çatışmalar, id ile ben arasındaki gelişime bağlı ilişkilerden
ve her ikisinin örgütlenişindeki farklılıklardan kaynaklanır. Ruhsal
aygıta id ve birincil süreç egemen oldukça, sevgi ve nefret, edilginlik
ya da etkinlik, erillik ya da dişillik gibi karşıt nitelikteki duygular ve
dürtü ürünleri barışçıl bir biçimde yan yana yer alır. Ancak ben olgun­
laşıp sentez işlevlerinin yardımıyla bu karşıt içerikleri kendi örgütlen­
mesine katmaya başlayınca, sözü edilen duygular ve dürtü türevleri
birbirleriyle uyum içinde var olamaz ve çatışmalara sürüklenirler. İd
içeriklerinin nitelik olarak karşıt olmasalar da yalnızca nicelik olarak
güçlenmeleri bile, bunların ben tarafından tehdit olarak algılanmaları
ve iç çatışmalara yol açmaları için yeterlidir. Bu nedenle ortaya çıkan
kaygılar özgün niteliktedir ve bireyin ruhsal dengesi için özellikle
tehdit edicidir. Ama dış çevre karşısında duyulan korku ya da suçlu­
luk duygularından farklı olarak, bu kaygıların kökeni daha derinde­
dir; bunlar tanısal muayene sırasında değil, ancak analitik bir tedavi
sırasında tespit edilebilirler.
Çatışma ve korkuların dış, içselleştirilmiş ve iç olarak üç sınıfa bö­
lünmesi, çatışmaya bağlı çocuksu ruhsal bozuklukların ve bunların
ağırlık derecelerinin değerlendirilmesi söz konusu olduğunda, tam
koymak açısından büyük bir yardımcıdır. Burada neden bazı olgula­
rın dış yaşam koşullarındaki değişimlerle iyileştirilebildiği (dış çev­
reyle çatışmaların neden olduğu birinci türden olgular); kimilerine ne­
den içsel müdahaleyle ulaşılabildiği ama ortalama bir analiz süresinih
yeterli olduğu (hast:ılık nedeni içselleştirilmiş çatışmalar olan, ikinci
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 1 1 0

türden olgular); kimilerinin ise neden çok uzun ve yoğun, zorlu anali­
tik çabalar gerektirdiğini (iç dürtü çabşmalan, "bitmeyen" analizler,
bkz. S. Freud, 1937) de açıklayabiliyoruz.

TANI V E TAHMİNDEKİ ÖNEMLERİNE GÖRE


GENEL ÖZELLİKLER VE TUTUMLAR
Muayeneyi yapan analistten beklenen, yalnızca ş u andaki çocuksu
bozuklukları saptaması ve bunları kişisel geçmişe doğru izlemesi de­
ğil, aynı zamanda gelecekteki iyileşme olasılıklarını, yani ruhsal sağ­
lığın yeniden kazanılması ve kalıcı olması olasılığını, hiç değilse yak­
laşık olarak çıkarsayabilmesidir. Geleceğe ilişkin böyle çıkarsamalar
için yalnızca gelişim süreçlerinin ayrıntılarına değil; aynca kökenleri
bireyin doğuştan getirdiği yapıda ya da en erken dönem yaşanbların­
da aranabilecek olan, ruhsal dengenin korunması ya da tehlikeye düş­
mesinde mühim bir etkisi olan belirli kişisel özelliklere de eğilmek
gerekir. Hem kendilik içinde, hem de kendilik ile dış dünya arasında
aracılık etmesi gereken ben olduğu için, adı geçen kişisel özellikler
çoğunlukla bene aittir. Ortalama istikrar kazandıran etmenler ise şun­
lardır: engellenmeye tahammül edebilme, iyi bir yüceltme yetisi, kay­
gıyla başa çıkacak etkili yollara başvurabilme, gelişmeyi tamamlama­
ya yönelik güçlü bir itki.

Engellenme ile Başa Çıkma ve Yüceltme Yetisi


Bir çocuğun ruhsal açıdan sağlıklı kalma ya da olma şansı, çok önem­
li ölçüde, beninin reddedilişleri kaldırabilmesine, yani bu durumda
beliren engellenmeyle başa çıkma yeteneğine bağlıdır. Bu bakımdan,
en küçük yaşlardan itibaren, çocuklar arasında büyük farklılıklar var­
dır. Kimi çocuklar bir arzu doyumundaki en küçük bir gecikme ya da
kısıtlamayı dayanılmaz bulup öfke, kızgınlık, huzursuzluk ve sabır­
sızlıkla yanıt verir; ilk arzularının yerine getirilmesinden başka hiçbir
şey onları hoşnut etmez ve her ikame doyum olanağı hoşnutsuzlukla
reddedilir. Gerekli ve çoğu zaman kaçınılmaz olana karşı bu inat ge­
nellikle bebeklikte başlar; kendini önce oral arzularda ortaya koyup
buradan daha sonraki dönemlere ve alanlara yayılır. Kimi çocuklar
ise çok daha kolay doyurulabilirler. Aynı dürtü kısıtlamalarına onlar
aynı tepkileri göstermeksizin katlanabilir; ikame doyumlar da hoşnut­
lukla kabul edilir ve hoşnutsuzluğun dindirilmesine yarar. Erken ka­
zanılan bu tutum genellikle Herki yıllarda da korunur.
PATOLOJiK ÇOCUK GELiŞiMi 1 1 1 1

İlk örnekteki çocukların, ikinci örnektekilere oranla çok daha bü­


yük bir tehlike altında bulundukları açıktır. Büyük miktarda hoşnut­
suzluğu dizginlemek zorunda kalan bir çocuğun beni doğal olarak
yadsıma ve yansıtma gibi en ilkel yardım ve savunma düzeneklerine
ya da öfke, gazap ve diğer duygu patlamaları gibi ilkel boşaltım yolla­
rına başvuracaktır. Bu yardımcı araçlar ile nevrotik, toplum dışı ya da
sapkın semptomlar arasındaki mesafe ise son derece kısadır.
İkinci örnekteki çocukların dürtü enerjilerini yansızlaştırma ve
bunları amacı ketlenmiş, ulaşılabilir doyumlara kaydırma olanakları
daha fazladır. Yüceltme yeteneği, ruhsal sağlığın korunması ya da ye­
niden kurulabilmesinde çok değerli bir yardımcıdır.

Kaygıyı Yenebilme
Analitik görüş bize kaygı duymayan çocuk olmadığını, yani çeşitli
kaygı türlerinin'çeşitli gelişim evrelerinin yan belirtileri olduğunu öğ­
retir. Ayrılık kaygısı anneyle çocuk arasındaki biyolojik birlik evresi­
ne, sevgi yitimi korkusu sabit nesne ilişkilerine, hadım edilme kaygısı
Oidipus kompleksine, suçluluk duygusu üstben oluşumu evresine
denk düşer. Burada tahmin için önemli olan kaygının biçimi ve yo­
ğunluğundan çok, çeşitli bireylerde farklı ölçülerde bulunan ve so­
nunda ruhsal dengeye bağlı olan, kaygıyla başedebilme yetisidir.
Ortalama düzeyde bir kaygıyı bile katlanılmaz bulan çocukların di­
ğerlerine oranla, nevrotik bozukluklar yaşamaları daha muhtemeldir.
Bunların beni her tür iç ve dış tehlikenin varlığını, yani her türlü kaygı
kaynağını reddetmek ve bastırmak; yeniden daha büyük kaygılar hali­
ne gelip kendilerine geri dönecek olan bütün iç kaygılan dış çevreye
yansıtmak; ya da bütün tehlike ve kaygı ihtimallerinden fobik şekilde
kaçınmak gereksinimi içindedir. Kaygıdan ne pahasına olursa olsun
kaçınma tutumu önce çocukluğa, gelecekte de yetişkin yaşamına ege­
men olur ve savunma düzeneklerinin aşın kullanımı kişiyi nevroza
götürür.
Benin kaygıdan kaçınmayıp onu etkin önlemlerle karşıladığı; yani
akıl, mantıklı düşünce, dış çevrenin etkin bir biçimde değiştirilmesi,
saldırgan karşılık verme gibi tutumlar takındığı durumlarda bireyin
ruhsal sağlığı daha iyi bir geleceğe sahiptir. Böyle bir ben yoğun kay­
gılarla başedebilir; aşın �vunma, uzlaşım ya da semptom oluştur­
maksızın kaygıyla kolaylıkla başa çıkabilir.2
2. Kaygıyla etkin şek.ilde başa çıkma çocukların bilinen fobi karşıtı eğilimleriyle ka-
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 1 1 2

ileriye ve Geriye Yönelik Eğilimler


Hem ileriye hem de geriye yönelik çabalara ruhsal aygıtta bütün ço­
cukluk boyunca rastlansa da, bunların birbirine orantısı her bireyde
aynı değildir. Her yeniliği zevkle karşılayan çocuklar biliriz. Yeni bir
yiyeceğe, hareketlilikte ilerlemeye ve bağımsızlığa, maceraya, kendi­
sini annesinden uzaklaştırıp yeni yüzlere ve oyun arkadaşlarına götü­
ren her şeye sevinir. Bunlar için "büyümek", yetişkinlere eşit olabil­
mek her şeyden önemlidir. Bu arzularını bir parça olsun gerçekleştir­
mek bile, onlar için, bu süreçte doğal olarak rastlanan zorlukları, en­
gellemeleri ve hayal kırıklıklarını telafi eder. Bu tutumun karşıtını
sergileyen çocuklar içinse her ileri adım önceki haz kaynaklarından
yoksunluk demektir ve bu yüzden korku yaratır. Böyle çocukların
memeden kesilmesi zordur ve memeden kesilmeyi bir şok olarak algı­
larlar. Büyümek istemezler, annelerini ve alıştıkları çevreyi bırak­
maktan korkarlar, yabancılardan korkarlar, daha sonra sorumluluktan
korkarlar, vb.
Belirli bir bireyin hangi tipten olduğuna en kolay katar verilen an­
lar, başa çıkmanın çocuk için büyük sorun oluşturduğu ağır bir beden­
sel hastalık, ya da yeni bir kardeşin doğumu gibi deneyimlerin yaşan­
dığı durumlardır. İlerleme isteği geriletici eğilimlerden daha güçlü
olan çocuklar, uzun süren bir hastalık sürecini benin olgunlaşması
için kullanırlar; yeni doğana karşı kendilerini "ağabey" ya da "abla"
olarak hissederler. Geriletici eğilimlerin daha güçlü olması durumun­
da, çocuk hastalıkta daha "çocuksu" hale gelir, yeni gelen bebeği kıs­
kanır ve kendisi de bebekliğe geri dönmek isteğini gösterir.
Bu tür farklılıklar tahmin bakımından anlam taşır. Birinci türden
çocukların attıkları adımlardan aldıkları haz kazanımları, olgunlaşma,
gelişim ve uyum sırasında kendisine yardımcı olur. İkinci türden ço­
cuklar ise her gelişim evresinde takılıp kalmak ve saplantı noktalan
geliştirmek tehlikesiyle karşı karşıyadırlar. Dengeleri rahatlıkla bozu­
lur; gerileme eğilimleri kaygı, savunma ve nevrotik çözümlere neden
olur.

nştınlmamalıdır. Birincide ben doğrudan doğruya tehdit eden bir tehlikeye karşı savun­
madadır; ikincide ise fobik kaçınmalara karşı.
Kaygıyla etkin bir şekilde başa çıkmayı gösteren bir örnek, korkmuş bir çocuğun söz­
lerini aktaran O. Isakower tarafından verilmiştir: "Askerler bile korku yor; ama ne mutlu
onlara ki, korkuyu umursamıyorlar."
PATOLOJi K ÇOCUK GELiŞiMi 1 1 1 3

M ETAPSİ KOLOJ İ K B İ R GELİŞİM T A B L O S U


Bir çocuğun psikanalitik muayenesi, kişiliğin her yönü ve tabakasına
dair bilgiler verir; bedensel ve ruhsal unsurlara; çocuğun geçmişine ya
da bugününe; dış ya da iç dünyasına ait bilgilere; zararlı ya da faydalı
etkilere; başarılar ya da başarısızlıklara; fantezi ve korkulara; savun­
ma süreçlerine, semptomlara, vb. ilişkin bir dizi gerçeği aydınlatır.
Elde edilen her bir verinin dikkatli bir şekilde araştırılması, hatta
daha sonra, tedavi sırasında bu verilerin doğrulanması veya düzeltil­
mesi gerektiği açıktır. Ancak, analitik düşüncenin en temel yaklaşım­
larından biri hiçbir verinin değerinin tek başına, yani kendisine bağlı
olan başka verilerden bağımsız olarak saptanmamasıdır. Analist ola­
rak insanın kaderini yalnız kalıtımın değil kalıtımsal temelin yaşantı­
larla olan karşılıklı etkileşiminin tayin ettiği; bedensel sakatlık ya da
körlük gibi orgmıik zararların, çocuğun karşılaştığı çevre etkilerine ve
zorluklarını yenebilmek için elinde bulunan yardımcı malzemeye
bağlı olarak çok çeşitli sonuçlara yol açabileceği kanısındayız. Kaygı­
ların patojenik sayılıp sayılmaması, tür ve güçlerinden çok, çocuğun
beninin bunlarla uğraşacak araçlara sahip olup olmamasına (Murphy,
1 964) bağlıdır. Öfke ve duygu patlamaları, çocuğun gelişimi sırasın­
da kendiliğinden ortaya çıkmalarına veya çevrenin taklidi ve çevreyle
özdeşleşme yoluyla edinilmiş olmalarına göre farklı yorumlanmalı­
dırlar. Travmatik olaylar görünüşteki özellikleriyle alınmamalı, ço­
cuk için taşıdıkları özgül anlama bakılmalıdır. Cesaret ya da korkak­
lık, pintilik ya da cömertlik, akıllı ya da akılsız olmak gibi özellikler,
yaşam koşullarına, yaşa, gelişim evresine ve kökenine göre farklı
ağırlıklar kazanırlar. Klinik malzemenin tekil parçalan, aynı ismi taşı­
salar bile, farklı bir kişilik çerçevesinde bambaşka anlamlar taşıyabi­
lirler. Bu değişkenler ile başka bireylerde bulunan sözde benzer de­
ğişkenler arasında karşılaştırmaya gidilemez; keza, bağlam dışında
ele alındıklarında, yani kişilik yapısının diğer alanlarıyla ilişkilendi­
rilmediklerinde, tanı koyarken de bu değişkenlerden yararlanılamaz.
Önünde bulunan malzemeyi örgütlü bir bağlantı düzenine sokmak;
yani metapsikolojik görüş açılarına, dinamik, oluşumsal, ekonomik,
yapısal görüşleri içeren bir çerçevede ilişkilendirmek analistin göre­
vidir. Bu tabloya, bir yandan, analistin farklı parçalan bir araya geti­
ren bir sentez çabası; öte yandan, tanılamaya yönelik düşüncesinin
analitik parçalarına ayrılmış hali gözüyle bakılabilir. Bu tür profiller,
tanısal muayene sırasında, analitik tedavi sırasında, tedavinin sonun-
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 114

da, yani çeşitli zamanlarda oluşturulabilir. Bu profil yalnızca tanıla­


manın tamamlanması ve doğrulanması açısından değil, tedavi sonuç­
larının ölçülmesi; yani psikanalitik tedavinin etkililiğinin kontrol
edilmesi açısından da işe yarayan bir araçtır.
"Metapsikolojik profil", semptoma, hastanın betimlenmesine, aile
öyküsüne ve tarihsel gerçeklere ilişkin verilerle başlar. Dış çevre etki­
lerinin muhtemel önemlerinin değerlendirilmesini de içerir. Buradan
kişiliğin yapısı, yapılar arasındaki güçlerin dinamik etkileşimi, id ve
ben arasındaki güç dengesi, dış çevreye uyum ve genetik varsayımlar
sırasıyla düzenlenmiş olarak çocuğun iç yaşamına girer. Böylelikle
ortaya çıkan şema yaklaşık olarak şöyledir:

Metapsikolojik Bir Profil Taslağı

ı. BAŞVURU NEDENİ (Gelişim Bozuklukları, Sorunlu Davranışlar,


Kaygılar, Ketlenmeler, Semptomlar, vb.)
il. ÇOCUÖUN BETİMLENMESİ (Dış Görünüş, Geliş ve Muayeneye Giri-
şi, Davranışı)
III. AİLE GEÇMİŞİ VE ÇOCUKLUK ÖYKÜSÜ
iV. MUHTEMEL ÖNEMLİ ÇEVRE ETKİLERİ (Olumlu ve Olumsuz)
V. GELİŞİME İLİŞKİN VERİLER
A. Dürtülerin Gelişimi
1 . Libido - Şunlar incelenecektir:
a) Libido gelişimine ilişkin olarak:
Çocuk kendi yaşına uygun olan evreye ulaşmış mı (oral,
anal-sadist, fallik, gizil, ergenlik öncesi, ergenlik); özellikle
de anallikten fallik olana doğru cinsellik gelişimi olmuş mu?
Bedensel olarak da o evreye uygun mu?
Muayene sırasında çocuk ulaşmış olduğu en yüksek evrede
mi bulunuyor yoksa daha önceki aşamalara gerilemiş durum­
da mı?
b) Libido dağılımına ilişkin olarak:
Libido uğraşları kendiyle nesne dünyasına uygun şekilde da­
ğılmış mı?
Narsisistik uğraşlar (bedene, bene ve üstbene yatırılmış bi­
rincil ve ikincil narsisizm) uygun bir kendilik duygusu sağla-
PATOLOJ i K ÇOCUK GELiŞiMi 1 1 1 5

maya yetiyor mu, kendilik duygusu ne ölçüde nesne ilişkile­


rine bağlı?
c) Nesne libidosuna ilişkin olarak:
Nesne ilişkileri düzeyi ve niteliği açısından (narsisistik, gü­
venme türünden, nesne sürekliliği, Oidipus-öncesi, amacı
ketlenmiş, ergen) zamansal yaşa uygun evreye ulaşmış mı?
Çocuk ulaşmış olduğu en yüksek evrede mi bulunuyor yoksa
daha önceki evrelere gerilemiş durumda mı?
Nesne ilişkilerinin biçimi ulaşılmış olan, ya da gerilenerek
varılmış olan libido gelişim evresine uygun mu?
2. Saldırganlık - Çocuğun elinde saldırganlığın hangi dışavurum
yollarının bulunduğuna bakılacaktır:
a) Niceliğe uygunluk bakımından, yani klinik tabloda bulunup
bulunmaması.
......
b) Biçim ve türü bakımından, yani libidonun gelişme düzeyine
denk düşüp düşmeme.
c) Dış çevreye ya da kendiliğine yönelik oluşu bakımından.
B. Ben ve Üstben Gelişimi
Şunlar incelenecektir:
a) Benin elinde bulunan duyu organlan ne ölçüde sağlam ya da
bozuktur?
b) Bellek, gerçekliğin sınanması, sentez işlevi, ikincil süreç gibi
ben işlevleri ne ölçüde sağlamdır? Bozukluklar nevrotik koşul­
lardan mı, gelişimsel nedenlerden mi? İşlevler düzgün mü yok­
sa düzensiz mi eğitilmiş? Zeka katsayısı nedir?
c) Ben savunması ne ölçüde gelişmiştir:
Savunma belirli (adı burada verilecek) bireye özgü dürtülere
mi yoksa genel olarak dürtü uğraşları ve dürtü doyumuna mı
karşı?
Kullanıma hazır bulunan savunma düzenekleri yaşa uygun mu
yoksa daha ilkel veya erken olgunlaşmış mı?
Savunma uğraşısı eşit olarak çok sayıda düzeneğe mi yayılmış
yoksa bunların birkaçıyla mı sınırlı?
Savunma uğraşısı, özellikle kaygı konusunda işe yarıyor mu,
yaramıyor mu? Yapılar arasındaki dengeyi koruyor, yeniden
sağlıyor mu? İç hareketliliğe izin veriyor mu, yoksa onu felç
mi ediyor?
Nesne dünyasından bağımsız mı, yoksa bağımlı mı işliyor?
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 1 1 6

Eğer bağımsızsa (üstben gelişimi, dış çatışmaların içselleştiril­


mesi) ne derecede bağımsız?
d) Ben işlevleri benin savunma uğraşısından ne ölçüde zarar gör­
müş? Yani dürtülere karşı savunma ve egemen olmak için yete­
nek gücünün ne kadarı feda edilmiş?

VI. SAPLANTI NOKTALARI VE GERİLEMELER (Nedensel Veriler)


Düşünüyoruz ki çocuk nevrozlarının ve çocuk psikozlannın bir bölü­
münün temellerinde gelişim nedeniyle oluşan saplantı noktalarına ge­
rileme yatmaktadır. Bu yüzden bunlann çocuğun öyküsünde saptan­
ması hekimin en önemli görevlerindendir. Tanı koymanın ilk aşama­
sında, aşağıdaki durumlar, böyle saplantı noktalan ve gerilemelerin
varlığını haber verir:
a) Altlannda yatan dürtü süreçlerine ulaşılabilen, ruhsal aygıtın de­
rinliklerinde neler olduğunu daha yüzeyden gösteren belli özellik­
ler ve davranışlar. Bunların en bilinen örneği bir takıntılı-zorlan­
tılı karakterin, temizlik, düzenlilik, tutumluluk, titizlik, çift değer­
lilik ve karar vermede yeteneksizlik gibi özellikleriyle anal-sadis­
tik evreyi, yani bu evredeki bir saplantı noktasını ele veren görü­
nür tablosudur. Diğer karakter özellikleri ve davranışlar da aynı
şekilde diğer alanlarda ve evrelerdeki saplantı noktalarını ele ver­
mektedirler. (Bir çocuğun, anne babasının ya da kardeşlerinin sağ­
lığından kaygılanması, çocuksu ölüm arzularından kaynaklanan
özgül çatışmalan gösterir; ilaç almakta zorlanma ve belirli yeme
zorluklan, vb. oral fantezilere karşı savunma savaşımının; utan­
gaçlık teşhirciliğe yönelik savunmanın; özlem ise çözülmemiş bir
çift değerliliğin işaretidir.)
b) Uygun koşullarda kendilerini klinik muayene sırasında belli eden,
daha sık olarak da testlerle ortaya çıkarılabilen çocuksu fanteziler.
(Fantezi yaşamına giriş ilk muayenede ne denli zor olsa da bilinçli
ya da bilinçdışı fantezi malzemesi analitik tedavide son derece ve­
rimlidir ve hastanın gelişim öyküsünün patojenik yönleri hakkın­
da tam bilgi verir.)
c) Bilinçdışı zeminle görünür belirtiler arasındaki ilişkinin saptana­
bildiği, tipik olduğu; tıpkı takıntılı nevrozlardaki gibi, tanı koyu­
cunun semptom tablosuna bakarak bastınlrnış süreçleri bulması
olanağını sağlayan semptomlar. Böyle semptoniların sayısı abar­
tılm�alıdır. Birçok semptom, örneğin yalan söylemek, çalmak,
PATOLOJ i K ÇOCUK GELiŞiMi 1 1 1 7

yatağı ıslatmak, vb. çok çeşitli dürtü zeminlerinden kaynaklanır­


lar ve muayene sırasında henüz bulanıktırlar.

vıı. ÇATIŞMALAR (Dinamik ve Yapısal Veriler)


Bir çocuğun normal gelişimi, tıpkı patolojisi gibi bir yandan dış ve iç
dünyaları arasındaki, öte y andan içsel yapılar arasındaki çabşmalann
etkisi altında bulunur. Tam koyucunun bir görevi de bu güçler savaşı­
nı görmek ve bunu kendi dinamik süreçleriyle birlikte bir şemaya
oturtmaktır:
a) Çocuğun bütün kişiliğiyle nesne dünyası arasındaki dış çabşma­
lar (refakatinde nesne dünyasından korku)
b) ld ile ben yapılan arasında, ben çevrenin taleplerini alıp içselleş­
tirdikten sonra patlak veren içselleşmiş çatışmalar (refakatinde
suçluluk dızygulan)
c) Birbirine karşıt ve birbiriyle geçimsiz dürtü temsilcileri arasında­
ki daha derin iç çatışmalar (sevgi ve nefret, etkinlik ve edilginlik,
erillik ve dişillik arası ndaki çözülmemiş çift değerlilikler)
Çocuğun yaşamında öne çıkan çabşma biçimine göre şu noktalarda
sonuçlar çıkarblabilir:
1 . Kişilik yapısının olgunluğu, yani nesne dünyası içindeki bağım­
sızlığının derecesi,
2. Bozukluğunun ağırlığı,
3. Hastanın durumunu hafifletme ve iyileştirme için gerekli olan te­
rapi yönteminin türü.

VIII. GENEL ÖZELLİKLER VE TUTUMLAR


Belli bir çocuktaki bozukluğun kendiliğinden iyileşme şansının olup
olmadığını ya da çocuğun tedaviye ne tepki vereceğini öngörebilmek
için aşağıdaki kişisel özellikler ve davranış biçimleri önem taşır:
a) Çocuğun engellenmeye tahammü l edebilmesi. Reddedilmenin
beklenenden daha kötü karşılandığı durumlarda benin başa çıka­
bileceğinden daha fazla kaygı ve hoşnutsuzluk oluşur. Bu yüz­
den de patolojik gerileme, savunma ve semptom oluşturma dizi­
sinin işlemeye başlaması daha kolay olur. Reddedilmeye daha
iyi tahammül edilebildiği durumlardaysa, bireyin kendi iç den­
gesini koruması ve eğer bozulmuşsa yeniden kurabilmesi daha
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 1 1 8

kolaydır.
b) Çocuğun yüceltme yetisi. Bu noktada bireyler arasında derin
farklılıklar vardır. Amacı ketlenmiş ve yansızlaştırılmış ikame
doyumlar kabul edilebilir olduğunda bunlar çocuğun kaçınılmaz
engellenmelerini onarabilir ve patolojik çözümler olasılığını
azaltırlar. Çocuğun ketlenmiş yüceltme yetisini bu durumdan
kurtarmak tedavinin en önemli görevlerindendir.
c) Çocuğun kaygı karşısındaki tutumu. Burada kaygıdan kaçınma
eğilimi ve kaygıyla etkin şekilde başa çıkma eğilimi arasındaki
ayrım önemlidir. Birincisi kolaylıkla hastalığa sürüklerken ikin­
cisi sağlıklı, iyi örgütlenmiş, iş görebilen bir benin işaretidir.
d) Çocuğun gelişim süreçlerinde bulunan ilerleme ve gerileme'nin
orantısı. 1Ieriye yönelik çabaların geriye yönelik olanlardan da­
ha güçlü olduğu durumda sağlığın korunması ya da kendiliğin­
den iyileşme olasılığı daha yüksektir. Gelişimin ileriye yönelik
güçlü itişleri çocuğun semptomlarını aşmasına yardım eder. Ge­
riletici çabaların üstün olduğu ve çocuğu arkaik haz kaynakları­
na sıkı sıkıya bağladığı durumlarda tedaviye direnç de daha bü­
yüktür. Her iki eğilim arasındaki güçler orantısı her çocukta,
"büyük" olma arzusu ile bebeksi konumu ve doyumları terk et­
mekte direnme arasındaki çatışmadan belli olur.

IX. TANI KATEGORİLERİ


Bu verilerle elde edilen tekil bilgilerin sonuç olarak bir araya getiril­
mesi şimdiye kadar elde bulunan tanı dizgeleri içinde yapılamaz; çe­
şitli bozuklukların gelişimle ve normal gelişim sürecinden sapma de­
recesiyle ilişkisinin odak noktasında tutulduğu özgün bir tanı şeması
gerekir. Böylece tanı koyucu şu olasılıklardan biri üzerinde karar ver­
me zorunluluğu ile karşı karşıya bulunmaktadır:
1 . Bedenin gereksinimlerinin karşılanmasında, çevreyle ilişkilerde,
çocuğun günlük davranışlarında ortaya çıkan zorluklara karşın ge­
lişim süreçlerinin kendisinin zarar görmediği, yani bozukluğun
"normal çerçevede" kalması;
2. Klinik tabloda görülen semptomların gelişimin yarattığı basıncın
birer yan ürünü olması; bir sonraki gelişim evresine ilerlemenin
bunları kendiliğinden ortadan kaldıracak olması; -
3. Daha önce edinilmiş olan saplantı noktalarına yönelik dürtü geri-
PATOLOJi K ÇOCUK GELiŞiMi 1 1 19

lemesinin sürekli olması; bu durumun nevrotik türden çatışmala­


ra, çocuksu nevrozlara ve karakter bozukluklarına yol açması;
4. Gerçekleşmiş olan dürtü gerilemelerinin ben ve üstbendeki gerile­
meleri de davet ediyor, çocuksuluk ve itkiselliğe yol açıyor olma­
sı ;
5 . Kalıtımdaki organik bozukluklara bağlı olan zararların ya da yaşa­
mın ilk döneminde, yoksunluklar, redler, bedensel hastalıklar yo­
luyla edinilmiş olan yapının gelişim sürecini kısıtlaması; iç yapı­
ların eğitimi ve ayrılmasını engellemesi; sakat, gelişimde geri kal­
mış ya da başka bir türden atipik olan klinik tablolara yol açması ;
6. Organik, toksik ya da ruhsal türden, şimdiye dek bilinmeyen sü­
reçlerin kişilik kazanımları üzerinde bozucu ve değiştirici etkiler
yapmış olması; örneğin konuşmanın, dürtüleri ketleyebilmenin ve
gerçek denetimin yitimi, gelişim sürecinin kendisini durdurması
(çocuksu psikozlar, otizm vb.).
5

Patolojik Çocuk Gelişimi

il

DAHA SONRAKİ HASTALIKLARIN


ÇOCUKLUKTAKİ ÖN EVRELERİ

Klinik olgularımızın bir yandan gelişim durumlarını, bir yandan psi­


kopatolojilerini tartışmamızın birkaç amacı vardır. Öncelikle bir ço­
cuğun tedavi gereksinimi üzerinde bir karara varabilmek ve eğer teda­
vi girişimi gerekli görülürse en uygun yöntemi bulmak gibi pratik bir
amaç söz konusudur. Kuramsal bir ilgi alanından, yani gelişim süreç­
leri üzerindeki bilgimizi derinleştirmek; gelişime bağlı, yani geçici
belirtilerle kalıcı bozukluklar arasında daha net aynın yapabilmek
amacıyla yola çıkılmıştır. Nihayet ruhsal hastalıkların ön aşamalarına
ilişkin daha fazla bilgi sahibi olmak, bununla analistin yetişkinlerin te­
davisiyle daha iyi uğraşabilmesi dileğine de uygun düşmektedir. 1

ÇOCUKLUK NEV ROZLARI


Çocukluk nevrozları karşısında, kendimize başka herhangi bir alanda
olduğundan daha fazla güvenmenin haklı nedenleri var. Çocukluk
nevrozlarına ilişkin bilgilerimiz analizin erken dönemlerinden kay­
naklanmakta; bu hastalık türü üzerindeki görüşler o zamandan beri,
yetişkin nevrozlarına ilişkin görüşlere uygun olarak gelişmektedir.
Freud'da, yetişkin nevrozları için "çocukluk nevrozunun örnek değer­
de önemi" olduğu (1909: 377), "bunların yetişkinlerin nevrozlarının
anlaşılmasında, çocuk rüyalarının yetişkin rüyalarını anlamakta gör­
düğüne benzer bir iş gördüğü" ( 1 9 1 8 : 3 1 ) yolunda güvenceler vardır,
"Böyle çocukluk nevrozlarının incelenmesi, yetişkinlerin nevrozla-

1. Dr. Lisolette Frankl'a göre bu hastalıkların "doğal tarih"ini incelemek için gerekli­
dir bu yaklaşım.
PATOLOJiK ÇOCUK GELiŞiMi 1 121

rında düşülebilecek kimi tehlikeli yanlışlıklardan korur" ( 1 9 1 6/ 17:


378). "Daha ileri yaşlarda bir nevroz patlak verdiğinde analiz bunun o
çocukluk hastalığının doğrudan bir devamı olduğunu daima ortaya çı­
karmaktadır" (a.g.e. , 378).
Aynı denkliği çocuk ve yetişkin nevrozlarının semptom tabloların­
da da buluyoruz. Histeri örneğinde, hem çocuklarda hem de yetişkin­
lerde aynı serbest kaygı ve panikleri, hastalığın bedensel semptomlar
göstermesini, histerik kusmalar ve zehirlenme korkularını, agorafobi
ve hayvan fobilerini görüyoruz. (Ancak çocuklarda kapalı yer korku­
su daha az, buna karşılık duruma bağlı olan okul ve dişçi fobileri daha
sık görülür.) Takıntılı nevrozda hem çocuklarda hem yetişkinlerde
duygusal çift değerliliği, uykuya dalmada ve benzeri durumlardaki tö­
rensi davranışları, yıkama zorlantısını; yinelenen düşünceleri, eylem­
leri ve saymaları; büyülü sözler ve hareketleri ya da bunlardan kaçın­
maları; dokunma zorlantısı ve kaçınmasını, vb. aynen görmekteyiz.
Ketlenmeler söz konusu olduğunda, çocuklardaki oyun ve öğrenme
ketlenrneleri, yetişkinlerdeki iş görme ketlenmelerine denk düşmekte;
ketlenmiş teşhircilik, saldırganlık, rekabet, çocuk ve yetişkinlerin ya­
şamını aynı şekilde etkilemektedir. Kişiliğin gelişimi açısından, nev­
rotik çocuğun yaşamının sonraki yıllarında, "nevrotik karakter" dedi­
ğimiz klinik tablonun bütün ipuçları bulunur.
Semptomatolojideki çakışmadan çok onun temelinde bulunan di­
namik ilişkilerdeki çakışmalar önemlidir. Klasik nedensellik formülü
gerek çocuk, gerekse yetişkin nevrozları için geçerlidir: Görece yük­
sek dürtü ve ben gelişimi (çocuklar için fallik-oidipal, yetişkinler için
genital evreye hızla ulaşma); bu evrede kaygı ve hoşnutsuzluk yaşan­
tıları (çocukta hadım edilme kaygısı); yaşa uygun olan bu düzeyden
genitallik öncesi saplantı noktalarına gerileme; çocuksu cinsel­
saldırgan itkilerin, arzu ve fantezilerin ortaya çıkışı, üstbenin karşı
koymaları yüzünden bu uyanmlara tahammülsüzlük, kaygı ve suçlu­
luk duygusu, ben savunmalarının seferber edilişi; savunma çabalan
ve uzlaşma oluşumu, sonuç olarak da dürtülerin gerilediği saplantı
noktalan, karşı çıkılan itki ve fantezilerin içerikleri ve benin kullandı­
ğı özgül savunma düzenekleri tarafından belirlenen nevrotik semp­
tomlar ve kişilik bozuklukları.
Başlangıç yıllarında, az ve iyi seçilmiş hastalar çocuk analistine
gelirken, olguların çoğunda " Küçük Hans" ya da "Kurtadarn" türün­
den çocuk nevrozları bulacağımızı umuyorduk. Ancak özel muayene­
haneden danışma merkezlerine ve çocuk kliniklerine gelindiğinde bu
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 122

beklentiler değişti; tümüyle yabancı malzemelerle, yani bir dolu belir­


siz, zor görülebilen, saydam olmayan, bulanık klinik tabloyla karşı­
laşmaya başladık. Bunlar bir bakışta, bilinen nedensel varsayımlara
dayandınlamıyorlardı.
Analistlerin karşılaştığı ilk düş kırıklıklarından biri, çocuklardaki
semptomların, yetişkinlerdekinden farklı olarak kökende bireyin bü­
tün kişilik yapısıyla uyuşmaması; çoğu zaman tek tek belirtiler halin­
de, başka tür ve kökenden olan semptomlar ve kişilik özellikleriyle
birlikte ortaya çıkışları oldu. Uykuya dalma törenleri, takınulı sayı
saymalar gibi takınulı nevroz semptomları bile, aslında histerik ola­
rak tanımlanabilecek çocuklarda sık sık görülebiliyordu. Aynı şekil­
de, histerik döndürmeler, fobiler, psikosomatik belirtiler de, takıntılı
nevrozu olan çocuklarda sık sık görülebilir. İyi yetiştirilmiş, topluma
uyumlu, genel olarak vicdan sahibi çocuklar sık sık tekil suçlar işler.
Anne babalarının evinde zor başa çıkılan birçok çocuk okuldayken en
uslu öğrenciler oluverirler.
Analistlerin ikinci düş kırıklığı ise çocuk ve yetişkin nevrozları
arasında doğrudan bir devamlılığın olmayabileceği gerçeğiydi. Hatta
çoğu zaman bunun tam tersi görülmekteydi. Dört yaşındaki "kötü" bir
çocuk, saldırgan tutumu, acımasızlığı, dürtüselliğiyle daha sonraki
başıboş ve suçlu çocukları ne denli andırsa da bu çocukluk durumunu
ilerideki yetişkin bozukluğunun öncülü saymaya hakkımız yoktur.
Önümüzde duran tümüyle başka bir şey, örnekse takıntılı bir nevro­
zun ya da takınulı kişiliğin başlangıç dönemi de olabilir. Erken bir fo­
bi ya da kaygı histerisi, çoğu zaman, kural olarak değilse de gelecekte
bir takıntılı nevroza dönüşür. Yetişkinlerdeki biçiminden hiçbir fark
göstermeyen bir takıntılı nevroz ileride belki de bir şizofreniye dönü­
şecektir.
Bu uyumsuzlukları açıklama amacıyla bazı varsayımlarda buluna­
biliriz. Örnekse, çocukların ya da yetişkinlerin nevrozlarının dayandı­
ğı güçler dengesinin dürtülerle ben arasındaki etkileşime bağlı olduğu
açıktır. Gerilemiş dürtülerin takılı kalmış olduğu durumlarda bile ço­
cukta, henüz hastalığa yakalanmamış olan ben yapılan, olgunlaşma
ve gelişme süreçleri yoluyla değişirler. Dört yaşındaki bir aşamada
henüz ben ve üstbene uygun olan öldürme arzulan, saldırganlık ve dü­
rüst olmayan davranışlar, bir sonraki aşamada bene yabancı hale gelip
yadsınabilirler. Böylece semptomlar suç işlemekten çıkıp zorlantılı
bir hal alırlar. Benin olgunlaşmasının ilerlemesiyle elde bulunan ve
kullanılan savunma düzenekleri de değişir. Döndürme ve kaçınma gi-
PATOLOJi K ÇOCUK GELiŞiMi 1 123

bi bedensel savunma biçimleri geri plana çekilir; onların yerini sayı


saymak, büyülü formüller, tersine çevirmek, yalıtmak gibi, düşünce
süreçlerine dayanan savunmalar alır. Burada da histerik semptomların
yerine zorlantılı semptomlar geçer. Histeri ve zorlantılardan kurulu
karma oluşumlar, histerik çocukların anal-sadist evrede bu aşamanın
savunma çatışmalarına uyan yeni semptomlar edinmeleriyle açıklana­
bilir; aynı şekilde, takıntılı nevrozların yüzer gezer kaygılar, fobiler,
vb. gibi daha önceki gelişim evrelerinin kalıntılarını da taşımaları
böyle karma bir oluşuma yol açabilir. Takıntılı çocuklarda yüksek de­
recede çift değerlilik ve katı zorlantılı tutumlar gibi anal-sadist dönem
bulgularının varlığı iyiye işaret değildir. Ruhsal aygıttaki bölünme ve
uyumsuzluklara ait bu belirtiler, çoğu zaman gelecekteki psikotik, şi­
zofren çözülmenin öncülleridir.
Başlangıçtaki beklentilerimizin tersine çocuklardaki psikopatolojik
belirtiler yetişkinlere oranla daha az değil çok daha fazladır. Önümüz­
de zorlantılar, törensi davranışlar, kaygı nöbetleri, fobiler, travmatik
ve psikosomatik bozukluklar, karakter bozuklukları, vb. gibi tipik ço­
cukluk nevrozları; çocukluk psikozları; otistik durumlar, vb. bulunur.
Aynca, bu çekirdek dışında daha pek çok durum bulunmaktadır:
önemli becerilerin eğitiminde organik nedenlerden kaynaklanmayan
gecikmeler; konuşma yeteneğinde, kas etkinliğine ve boşaltım süreç­
lerine egemenlikte, okul yeteneklerinde bozulmalar; narsisizm, nesne
libidosu gibi uğraşılarda bozukluklar; dürtüler üzerinde yetersiz dene­
tim, kendini yaralama eğilimleri, vb. bulunmaktadır. Bu çocukların ki­
mileri, çocuk nevrozlarının asıl başlangıç noktası olan fallik-oidipal
evreye bile ulaşamazlar. Kimilerinin savunma örgütlenmeleri az geliş­
miş, ilkel ve kusurludur; bunun sonucunda, onlarda görülen semptom­
lar id ile ben arasındaki uzlaşım oluşturmalardan değil idden doğrudan
çıkıp gelen bazı unsurlardan kaynaklanır. Kimilerinde ise üstben olu­
şumu öyle eksik kalmıştır ki, denetim işlevi gören birer içsel güç olan
ahlaki yargı, suçluluk ve iç çatışmaya bu çocuklarda rastlanmaz.
Bu çalışma alanında eksik olan, klinik tabloların anlaşılmasını sağ­
layacak psikodinamik açıklamalardır. Tanımlanan belirtilerden kimi­
lerinin, kişilik gelişiminin sürmesiyle tipik bir nevroza dönüşecek
olan nevrotik gelişmenin ilk adımı olması; öbürlerinin ise daha çok
başarısız bir nevroz oluşturma girişimi, yani uygunsuz dış ve iç koşul­
lar altında kısa süreli bir denge kurmaya yönelik, amaca uygun olma­
yan ve işe yaramayan bir çaba olması mümkündür.
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 124

GELİŞ İ M E B AÖLI BOZU K L U K L A R


Gelişime bağlı bozuklukların nedenleri bir yandan çocuğun nesne
dünyasına olan bağımlılığında, öte yandan gelişim sürecinin kendisi­
nin çocuk benine dayattığı zorunluluklardadır.

Çocuktaki Bağımlılığın Sonuçları


Bir çocuk belli derecede bir bağımsızlığa ulaşmadıkça gereksinimle­
rinin doyurulması açısından tümüyle çevresine bağımlıdır. Annenin
ya da onun yerini tutan bakıcının işlemlerini çocuğun gereksinimleri­
ne göre değil de katı, kişiliksiz kurallara göre uyguladığı durumlarda,
uyku bozuklukları, yeme bozukluktan, boşaltım işlevlerindeki bozuk­
luklar, yalnız kalmaktan korkma gibi zorluklar ortaya çıkar.
Burada, bu dört konuda çocukların gerçek gereksinimleri kültürü­
müzde yaygın olan adet ve yöntemlere uymaz. Çocukların, çevrenin
isteklerine ancak nadiren uyan özgün uyku ritimleri vardır. Halbuki
çoğu anneler çocuğu yatağa yatırır, çocuğun uykuya dalması ve uyan­
masının kendi günlük programlarına uymasını beklerler. Aynca, ço­
cukların uyanıklıktan uykuya giden yolda kendilerine yardım edecek
araçları da vardır. Bu amaçla kendine yönelik erotik etkinlikleri, örne­
ğin parmak emmeyi, mastürbasyonu, geçiş nesnelerini kullanırlar;
ama bu etkinlikleri gerçekleştirmek için, annenin, pek sık görülmeyen
hoşgörüsüne muhtaçtırlar. Çocuğun doğası gereği uykuya dalmanın
en kolay yolu annenin yatağında, ondan yayılan vücut sıcaklığını his­
sedip ona dokunarak uyumaktır; ama bu günümüzün bütün hijyenik
(ve aynı zamanda analitik) görüşlerine aykırı olan ilkel bir gereksi­
nimden ibarettir.
Beslenme hususunda da mamanın ne zaman verileceği (bebekliğin
ilk günleri sayılmazsa), mama olarak ne verileceği ve çocuğun ne ka­
dar mama alacağı çocuğun kendisine nadiren bırakılır. Sonuç da çoğu
zaman çocuğun aç olmasına karşın yemek için beklemek zorunda kal­
ması ve hiç de aç olmadığı zaman zorla beslenmesi olmaktadır. Tuva­
let terbiyesi çoğunlukla daha ne tutucu kaslara komuta etmenin, ne de
bedensel bağımsızlık için gerekli olgunluğun bulunduğu bir yaşta
başlamaktadır. Hemen bütün Batılı kültürlerde, çocuğun bütün doğal
gereksinimlerine karşın, yalnız uyuması, yalnız dinlenmesi ve daha
sonra da yalnız oynamasının daha sağlıklı olacağına i1işkin saçma bir
inanç nedeniyle çocuklar anne ya da bakıcının rahatlatıcı varlığı ol-
PATOLOJiK ÇOCUK GELiŞiMi 1 125

maksızın saatlerce yapayalnız kalmaya zorlanmaktadır.


Doğal gereksinimlerin böylece ihmal edilmesi, ne denli iyi niyetli
olursa olsun, arzu ile doyum arasına girmekte ve doyum yaşantıları­
nın kolay yaşanmasına engel olmaktadır. Sonuçta anneler yorgun ol­
malarına karşın uykuya dalamayan ya da yeterli uykusunu alamayan;
aç olmalarına karşın yeterli yemek yemeyen ya da gerekli şeyleri ye­
meyen; annelerinin orada olmasına karşın durmadan ağlayan ve bir
türlü yatıştırılamayan çocukları için yardım istemeye gelirler.
Bebeğin bakımı daha en başından anlayışla, çocuğun gereksinimle­
rine göre ayarlansa bu bozuklukların çoğundan kaçınılabilir. Ancak
bu tür bozukluklar bir kere ortaya çıktıktan sonra, anne tutum ve yak­
laşımını değiştirmeye hazır olsa da hemen ortadan kaldırılamazlar. Bir
beden ya da dürtü gereksinimiyle ilişkili olarak yaşanmış olan engel­
lenme ve hoşnutsuzluk duygulan çocuğun belleğinde bu gereksinme
bağlı olarak killır. Dürtünün haz yerine hoşnutsuzlukla yüklenmesi
onun etkililiğini, doyuma olumlu yönelişi zayıflatır; bu alanı daha son­
raki nevrotik çatışmalar ve ketlenmelere açık hale getirir (A. Freud,
1946).
Çocuk gereksinimlerine karşı anlayışsızlığın yaşamın ilerisine yö­
nelik daha başka ve daha ağır sonuçları da vardır. Kişiliğinin gelişimi
sırasında yani dış etkilerin içselleştirildiği sırada, çocuk kendisini
dürtü yaşamı karşısında da annesiyle özdeşleştirir. Annenin onun di­
leklerini anlayıp saygı gösterdiği ve olabildiğince karşılamaya çalıştı­
ğı durumlarda çocuğun beni de kendi idi karşısında aynı şekilde dav­
ranır. Annenin çocuğun doyumunu gereğinden fazla ertelediği, kıstığı
ya da reddettiği durumda çocuğun beni dürtülere düşmanca yaklaşır;
yani gelecekteki bir nevrozun ön koşullarından sayılan bir konumu
benimser.
İçsel 'Zorluklar
Dış zorluklardan belli ölçülerde kaçınmak mümkün olsa da, çocuğun
iç zorluklardan kaçınabilmesi hayli zordur. İç zorluklar önceki bozuk­
lukların zemin hazırladığı durumlarda daha büyük; bozulmamış bir
dürtü yaşamının çocuğa bolca haz kazandırmış olduğu durumda ise
daha hafiftir. Ama genelde, bu zorluklar, olgunlaşma ve gelişme sü­
reçlerinin ortaya çıkışı kadar kaçınılmazdır. Ancak bunlar, yetişkin­
lerdeki patoloj ilerden farklı olarak, kalıcı semptomlar değildir. Bun­
lar bir gelişim evresinin refakatçi belirtileri olarak ortaya çıkar ve ge­
lişim bir sonraki evreye geçince ortadan kaybolur, yani "aşılır"lar.
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 126

Uyku bozuklukları
Çocuklann bütün uyku bozukluklan dış çevrenin sonucu olarak ele
alınmamalıdır. Birinci yıl boyunca çocuğun uyku ritmiyle ilgili ola­
rak nasıl davranılırsa davranılsın, ikinci yaş girer girmez uyku bozuk­
luklan başlar. Bir yaşındaki yorgun bir küçük çocuğun, eğer açlık, be,,
dense) bir acı, bedensel bir ağn ya da başka bir bedensel gereksinim
tarafından engellemiyorsa bir anda uykuya dalabilmesi karşısında şa­
şırmayız. Ama bundan birkaç ay sonra, aynı çocuk yorgunluğuna hiç
bakmaksızın yatağa götürülmesine karşı çıkacak, bütün gücüyle uya­
nık durmaya çalışacak, annesini çağıracaktır. Çünkü bu dönemde uy­
ku, daha önce olduğunun aksine basitçe bedensel bir gereksinimin do­
yumu değildir. İki yaşındaki çocukta ben ve id, kendilik ve nesne dün­
yası birbirinden aynşmıştır. Artık uyanık durumdan uykuya geçiş üç
ayn anlam taşımaktadır: Bütün libidonun nesnelerden geri çekilmesi,
bütün ben ilgilerinin dış dünyadan çekilmesi ve benin ide gömülmesi.
Bunlann hiçbiri kolay değildir. Bu süreçlerin her biri çocukta kaygı
uyandınr, onun uykuya karşı mücadele etmesine yol açar; çocuğun
annesinin orada durmasını, ışığın açık kalmasını, kapının açık durma­
sını talep etmesi, bir bardak su istemesi için nedenler oluşturur. An­
cak çocuğun nesne ilişkileri kalıcı olmaya ve ben örgütlenmesi kendi­
ni daha güvenli hissetmeye başladığında bu zorluklar yeniden kaybo­
lacaktır. Artık büyümüş olan çocuk kendisine uyuma iznini verebilir!
Daha yukanda değinildiği gibi uyanık yaşamdan uykuya geçiş için
çocuklann kendi yardımcı araçlan vardır. Kendine yönelik erotizm
etkinlikleri libidonun çocuğun kendi vücuduna dönmesine yarar. Pe­
luş ayıcık gibi "geçiş nesneleri" anne vücuduyla kendi vücudu arasına
sokulur. Daha sonraki çocukluk döneminde, kendine yönelik erotiz­
me ve mastürbasyona karşı mücadele edilmeye başlandığı zaman bu
iç çatışmadan ötürü uyku bozukluklan yeniden başlar. Bu durum gi­
zillik evresinde yaşanırsa, adı geçen alışkanlıkian bırakma mücadele­
sine refakat eden görünür belirtiler genellikle takıntılı olanlar, örnek­
se takıntılı dualar, takıntılı sayı sayma, takıntılı düşünceler, vb.'dir.
Dışandan bakıldığında çocuklann uykuya dalma zorluklan, depre­
sif ve melankolik yetişkinlerin uykuya dalma bozukluklanna çok ben­
zer. Ama belirli görünür benzerliklere karşın altta yatan metapsikolo­
jik tablo tümüyle başkadır. Gerçekte iki belirtinin birbiriyle pek ilgisi
yoktur ve çocukluk bozukluklan, yetişkinlerinkilerin -öncülü olarak
görülmemelidir. İkisi arasındaki ortaklık yalnızca uyku işlevinin zara-
PATOLOJiK ÇOCUK GELiŞiMi 1 127

ra uğramış olması ve böylece içsel çatışmaların zemini işlevini gör­


mesidir.

Yeme bozuklukları
Çocukların yeme bozuklukları hakkında daha fazla bilgiye sahibiz.2
Çeşitli beslenme zorlukları art arda, dürtü ve ben gelişiminin refakatçi
belirtileri olarak görülür.
İlk bozukluklar bebeğin emzirilmesinde ortaya çıkar ve çeşitli ne­
denlere dayanır. Anne açısından meme başının biçimi, sütün miktarı
gibi bedensel engeller ya da emzirme biçimi gibi ruhsal engeller söz
konusu olabilir. Bebek de daha olgunlaşmamış bir emme refleksi,
beslenme gereksiniminin organik nedenlerle azalmış olması gibi be­
densel ya da annenin çift değerliliğine otomatik bir negatif karşılık
verme gibi ruhsal zorluklar yaşayabilir.
Daha sonra sık sık rastlanan bir bozukluk, sütten kesildikten sonra­
ki besin reddidir. Bundan, meme ya da biberonun birdenbire değil
adım adım kesilmesi koşuluyla sakınılabilir. Bu durum çocuk tarafın­
dan bir zedelenme olarak yaşanırsa, geride beslenmeye karşı olumsuz
tutum, her yeni tada karşı güvensizlik, alışılmamış yemeklerin geri
çevrilmesi, oral haz duygularının azalışı, vb. gibi sonuçlar kalır. Kimi
zaman da etki ters yönde olur. Birdenbire sütten kesilmiş olan çocuk­
lar yaşamları boyunca aç ve obur kalırlar.
Bir sonraki adımda yemek, çocuğun annesi karşısındaki çift değer­
li duygularının dışa vurulabildiği bir savaş alanı olur.3 Çocuk belli ye­
meklerden kaçınır, büyük bir çabayla başka bir şey yemek ister. Adı
geçen savaşlar ne yenileceği, ne kadar yenileceği, sakin oturup otu­
rulmayacağı, sofra adabına uyulup uyulmayacağı konusunda patlak
verir.
Bunun ötesinde, anal eğilimlere yönelik savunmalar nedeniyle bel­
li yemeklerden tiksinme; çevresel etkilerden kaynaklandığı durumlar
hariç bastırılmış yamyamlık ve sadizm fantezilerine dayanan vejetar­
yenlik; ağızdan döllenme veya gebelik fanezileriyle başa çıkmak için
kimi zaman yemek yemeyi tümüyle reddetme gibi durumlara da rast­
lanır.

2. Bu kitapta 3. Bölüm'e bakınız. Aynca A. Freud (1946).


3. Bu belirti biçimi için güzel bir klinik örnek, annesine duyduğu öfkeyi dışa vurma­
maya çalışan, ama hem yemeği reddeden, hem de dilinde kalan yemek artıklarını bile ka­
zıyıp atan bir çocuktu.
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 128

Anne babalar sık sık bu zorluklardan oldukça zararsız olanların, ya­


şamı tehdit edebilen yemek yadsımalarının öncülleri olmasından ve
tedavi edilmezlerse bunlara dönüşeceklerinden korkarlar. Böyle kor­
kular gereksizdir. Tanımlanan bozukluklar patolojik değişimlerin be­
lirtisi olmayıp gelişime bağlıdır ve bu yüzden de kısa ömürlüdür. An­
cak, yeme işleminin aşın derecede bozulmasının yeme zevkini zayıf­
latması ve bir sonraki aşamadaki zorluklara yol açması mümkündür.
Çocukluktaki yeme bozuklukları ne ölçüde yaygınlaşırsa, yetişkin ya­
şamındaki nevrotik mide-beslenme bozukluklarına da o ölçüde zemin
hazırlayacaktır.

Arkaik korkular
Bir yandan kendi nesne ilişkilerinin durumuna, öte yandan iç dünyası­
nın yapısına uygun olan özgün kaygılar4 gelişmeden de çocuğun duy­
gu yaşamında kaygıya rastlanır. Küçük çocuğun "arkaik" denilen kor­
kulan kendiliğinden ortaya çıkar; bunlar mevcut tehlike durumlarına
ya da hoşnutsuzluk duygularına bağlanamaz. Tanımsal olarak karan­
lıktan, yalnızlıktan, yabancılardan, yeni izlenimlerden, gökgürültüsü
ve rüzgar gibi gürültülerden korku görülür. Bu erken arkaik korkularla
daha sonraki fobiler arasında görünen ama metapsikolojik olarak izle­
nemeyen benzerlikler bulunmaktadır. Fallik evrenin fobileri gelişmiş
ruhsal süreçler, örnekse gerilemeler, yer değiştirmeler, çatışmalardır.
Buna karşılık arkaik korkular benin olgunlaşmamış ve zayıf olduğu­
nun belirtileridir; elinde korkuyla başa çıkabilmek için yeterli araç bu­
lunmayan ben, uyaranlara panikle yanıt vermektedir. Ben olgunluğun­
da ilerledikçe henüz anlayamadığı ve başa çıkamadığı bu tür korkular
geriye çekilir. Gerçeği değerlendirme yetisi, mantıklı düşünme ve ak­
lın gelişmesi, yansıtma ve büyülü düşüncenin zayıflaması sonucunda
çevre daha az tehdit edici olarak algılanır.

Küçük çocukların davranış bozuklukları


Kimi küçük çocukların davranış zorlukları annelerinin başa çıkama­
yacağı ölçülere kadar ilerleyebilir. Anal-sadist evrenin en doruk nok­
tasında dürtü uyarılan doğrudan doğruya pislik zevki, yıkıcılık ve ye­
rinde duramama olarak; ya da ayrılma yeteneğinin olmayışı, acılı dav­
ranış, yakınma, hoşnutsuzluk, kaotik duygu boşalmaları biçiminde
kendilerini gösterebilirler. Çevre için böyle zor kaldın!abilen, apaçık

4. Bkz. bu kitapta 4. Bölüm.


PATOLOJi K ÇOCUK GELiŞiMi 1 129

patolojik görünen bu belirtilere karşın durum pek de ciddiye alınma­


malıdır. Olup bitenler, bu yaştaki çocukların elinde bulunan dışavu­
rum olanaklarının yetersizliğinden kaynaklanır; bu tablo düşünce, ko­
nuşma, oyun ve yüceltme gibi ben işlevlerinin ilerleyen gelişimiyle
ortadan kaybolur.5

Geçici bir takıntı evresi


Düzene düşkünlük, temizlik, büyülü düşünce ve uykuya dalma tören­
lerini takıntılı nevroza ya da takıntılı kişiliğe bağlamaya alışmışızdır;
ama öte yandan bunlar hemen bütün çocuklarda anal evrenin doruk
noktasına ulaştığı dönemde veya bu noktanın arifesinde görülür. Kıs­
men tuvalet terbiyesinin, kısmen de ben gelişiminin zaman olarak
anal sorunlarla bir araya gelmesinden ötürü (H. Hartmann, 1950) ço­
cuklar takıntılı nevrotikler gibi davranırlar. Oysa metapsikolojik ola­
rak böyle bir durilm söz konusu değildir. Bu yaş döneminin görünüş­
teki patolojisi dürtü ve ben gelişimi bir sonraki fallik evreye geçer
geçmez kaybolur.
Buna karşılık gelişime bağlı olan bu takıntı evresiyle daha sonraki
takıntılı nevrozun bağlantısı da gözden kaçırılmamalıdır. Bu dönem­
deki yaşantılar, daha sonra fallik evreden anal evreye doğru gerileme­
lere yol açan takıntı noktalan teşkil edebilir. Bu erken takıntı evresi
nevrotik sayılamasa da bu evreye geri dönüş, bu geri dönüşe karşı sa­
vunma, bundan kaynaklanan çatışmalar ve uzlaşma oluşturmalar so­
nunda takıntılı nevroza temel oluşturur.

Fallik evre, ergenlik öncesi ve ergenlikte gelişime bağlı bozukluklar


Gelişim atılımlarının yalnızca bozukluklardan değil aynı zamanda
kendiliğinden olan iyileşmelerden de sorumlu olması olgusu, gelişi­
me bağlı değişimlerin niceliksel olduğu, yani dürtü yaşamı ve ben ör­
gütlenişinin ekonomik ilişkileriyle ilintili olduğu durumlarda iyice
öne çıkar. Örnekse fallik evrede dürtülerin gücü, hadım edilme kaygı­
sı, ölüm korkusu, öldürme arzulan ve bunlara karşı savunmalar artar;
ketlenme, aşın ödünleme, geriletici ve edilgen tutumlardan oluşan bir
klinik tablo ortaya çıkar. Son derecede tehdit edici gibi görünen tablo,
Oidipus kompleksinin gücü azalıp çocuk biyolojik olarak belirlenen
gizillik dönemine adımı atarsa, .bir çırpıda ortadan kalkabilir. Çocuk
nevrotik dürtü yoğunluğunun azalmasıyla görece sorunsuz bir duru-
5. Bkz. A. Katan ( 1 961).
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 1 30

ma gelir.
Gizillik döneminden ergenlik öncesi evreye geçişte bunun tam ter­
si yaşanır. Burada Oidipus-öncesi dönemin oral ve anal uyaranları ye­
niden ortaya çıkar ve çoğu gizillik döneminde sağlanan (sosyal uyum,
yüceltme gibi) kazançları tehdide başlar. Görünüşteki bütün ruhsal
sağlamlık ve içsel denge yeniden ortadan kalkar. Nevrotik tutumlar
ve suç davranışları görülmeye başlanır. Ergenlik öncesinin çelişkili
niteliği de buradan gelir.
Bunun ardından analistin birçok çalışmadan tanıdığı ergenlik tab­
losu gelir.6 Yeni ortaya çıkan genital uyaranlar erkekliği sağlamlaştır­
mada yardımcı olur; Oidipus kompleksinden getirilmiş olan edilgen­
dişil yönelişleri ve öbür genitallik öncesi kalıntıları şimdilik sona er­
dirir. Öte yandan ergenlik atılımının da kendi semptomları vardır. ·
Bunlar uygunsuz koşullarda ruhsal ve davranışsa! sorunlar haline ge­
lebilir ve ancak yetişkinliğe girişle gerilemeye başlar.7

ÇOCU KLU KTA TANI K ATEGORİLERİ OLA R A K


S UÇLULUK V E C Ü R Ü M

Toplumsal Uyum v e Kronolojik Yaş.


Hukuki ve Psikolojik Bakışlar
Bir çocuğun "yalan söylediği" ya da "çaldığı"ndan söz etmeye ne za­
mandan sonra hakkımız olduğuna ilişkin daha önce belirtmiş olduğu­
muz çekince, soruyu bütün toplumsal uyum ve uyum bozuklukları
alanına yayacak olursak daha da büyür.
Bir gencin hangi yaştan itibaren mahkeme ya da çocuk mahkemesi
önüne çıkartılabileceği ve yasa önünde hareketlerinden sorumlu tutu­
labileceği devletlere ve anakaralara göre değişmektedir. Orta Avrupa
devletlerinde ortalama yaş 1 3- 1 4'tür. İngiltere ve Amerika'da yasal gi­
rişimlerde 8 yaşından başlayarak 1 6, 1 8 ila 21 yaşa kadar uzanan bir

6. Bkz. Eissler ( 1 958), Geleerd ( 1 958), aynca A. Freud ( 1 936).


7. "Bir Çocukluk Nevrozu" başlıklı çalışmasında ( 1 966) H. Nagera aşağıdaki sırayı
önermektedir:
a) Gelişim bozukluktan (gelişim sürecine yapılan dış müdahalelere bağlı),
b) Gelişmeye bağlı çatışmalar (gelişim aşamalannın yan belirtileri olarak),
c) Nevrotik çatışmalar (dürtülerden kaynaklanan . arzular ile dı.§ dünyanın benimsen­
miş istekleri arasında),
d) Ç-0cukluk nevrozları.
PATOLOJi K ÇOCUK GELiŞiMi 1 1 31

derecelendirme görüyoruz. Avrupalı kriminologlar, uluslararası ola­


rak "yasa önünde tam ehliyetin 1 8 yaşından önce olmamasının" uy­
gun olacağı konusunda hemfikirdir.
Eğitimciler ve analistler bu alanda, tıpkı hukukçular gibi, belirli bir
saptama yapmış olmaktan uzaktırlar. Çocuklann gelişimleri toplum­
sal uyumla örtüşebilecek bir duruma gelinceye kadar onlan toplum
karşıtı, topluma uyumsuz ve suçlu olarak tanımlamanın anlamsız ve
amaca uygunsuz olduğunu hissetmekteyiz yalnızca; çocukların tutum
ve eylemlerinin bütün yazılı yönetmeliklere, kurallara, aile ya da top­
lumun bütün ahlak gereklerine aykırı olması durumunda bile bu görü­
şü savunmaya uğraşıyoruz. Toplumsal uyumdan önce, duygusal ve
zihinsel bakımdan böyle kuralların anlaşılabilmesi; bu kuralların tem­
silcileri olan anne babalarıyla özdeşleşmeyi izleyecek bir "toplumsal
taleplerle özdeşleşme yetisinin" oluşabilmesi gereklidir. Böyle uyum­
ların ancak ya�ş yavaş ve kronolojik yaşla uyumlu olarak oluşabildi­
ği konusunda hukuk dünyasıyla aynı görüşteyiz, ancak hukukçu ve
kriminologlara oranla bu gelişmenin daha erken dönemde belirdiğini
düşünüyoruz. Oidipus kompleksinin aradan çıkmasıyla kanımızca en
azından toplumsal uyumun ana hatlannın belirmesi gerekir. Kuram
ve uygulama bu konuda her zaman el ele yürümüyor. Kuramsal ola­
rak çocuklann oidipal evre öncesinde insan toplumunun ne yasal ne
de metapsikolojik bağlamda uyumlu üyeleri olabileceğini biliyoruz.
Bununla birlikte klinik incelemede bu erken yaş dönemleri için de
toplum karşıtı, suçlu, topluma uyumsuz ya da en azından "gizil suçlu"
(Aichhom, 1925a) gibi tanımları kullanıyoruz. Bizim bu olgularda
değerlendirdiğimiz, olgun bir bireyin tam toplumsal uyumu değil,
toplumsallaşmaya giden yoldaki birçok ara aşama ve kısmi başarılar­
dır. Çocuğun bu basamaklarda gereken ilerlemeyi göstermeksizin ge­
lişmesi, istenen nihai başarıya ulaşamayacağı ya da ulaşmakta yeter­
siz kalacağı kaygısını uyandırır.
Nihai toplumsal uyumun bir dizi önkoşula bağlı olduğundan, yani
gelişim yolundaki ilerlemenin bu sonucu sağlamak için ruhsal aygıtın
her yerinde aynı olması gerektiğinden kuşkumuz yoktur. Gelişme ko­
şullarına ilişkin ne kadar şey bilirsek o kadar iyidir. Çünkü, tanı koy­
duğumuz sırada, klinik tabloda gelişim çizgileri arasındaki uyumsuz­
luğun, dürtüler ve benin gelişim hızlan arasında uygunsuzlukların ya
da nesne ilişkilerindeki eksiklik ve zayıflıkların sadece çok hafif be­
lirtileri bulunsa bile, bunların ilerideki toplumdışılığı haber verip ver­
mediğini saptayabiliriz.
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 1 32

Toplumsal uyumun gelişim öyküsünün alt bölümlerine bu şekilde


bölünmesi, topluma uyumsuzluk ve suçluluğun nozolojik kavramlar
olarak ruhsal ya da ahlaki azgelişmişlik, anne baba evinden erken ay­
rılmak, anne baba tarafından ihmal edilmek, anne baba geçimsizlikle­
ri, ailenin bölünmüşlüğü, vb. gibi özgün bir iç nedene bağlanabilecek
başlı başına kavramlar olarak algılanması hatasına düşülmesine de
son verecektir. Topluma uyumsuzluğun özgün nedenlerinden ne ka­
dar az söz edersek, toplumsal uyumu dürtülerin ilerleyişinin son ürü­
nü olarak görebilmemiz; yani her normal çocukta normal olarak bulu­
nan çabaların dönüşümü olarak görebilmemiz o denli kolay olacaktır.
Böyle bir kuramsal tutum, burada söz konusu olan patolojik sonuca
götüren gelişim çizgilerini saptayabilmeyi kolaylaştırır. Beklenebile­
ceği gibi, anormale giden bu yolların izlenmesi, daha yukarıda anla­
tılmış olan normal gelişim çizgilerine oranla daha zor, bulanık ve tı­
kalıdır.

Haz ilkesinin Egemenliğindeki Yeni Doğan


Yeni doğan tek bir yasayı, yani bütün dışavurumlarına körlemesine
tabi olduğu haz ilkesini tanır. Bu ilkenin egemenliği altında haz ya­
şantılarından hoşlanılır, hoşnutsuzluk yadsınır ve gerilimler olabildi­
ğince düşük tutulur. Yeni doğanın bu haz ilkesini yalnızca kendi be­
deni çerçevesinde, ihtiyaçları ve içgüdüsel talepleri kendi bedeni tara­
fından karşılanabildiği sürece işletmesi, gelecekteki gelişimi açısın­
dan son derece önemlidir.

ilk Yasa Koyucu Olarak Çocuğa Bakan Anne


Açlık, uyku, ısınma gibi bedensel gereksinimlerinin doyumu için be­
bek bütünüyle kendisine bakan kimseye emanet edilmiştir. Haz ara­
mak ne kadar bir iç ilke olsa da haz doyumu dış dünyanın damgasını
taşır. Çocuğun arzularını anne doyurur ya da yadsır ve bu rolü yüzün­
den yalnızca onun ilk sevgi nesnesi değil aynı zamanda ilk yasa koyu­
cusu da olur. Dış dünyanın çocuk tarafından fark edilen ilk kural ve
yasaları ona sağlanan doyumların sıklığı ve miktarına ilişkindir. Bu­
rada bebek bakımında başvurulan yol ve yöntemlerin çocuğun kendi­
sine bağlı olan haz ilkesiyle ne ölçüde uyumlu olduğu, buna karşı mı
geldiği yoksa onun tarafından mı yönetildiği önem kazanmaktadır.
Kimileri şartlı reflekslerden faydalanarak bakımı tamamen çocuğun
dürtü ve gereksinimlerinin düzenlenmesi yolunda kullanırlar; bu
PATOLOJiK ÇOCUK GELiŞiMi 1 1 33

amaçla engeller koyar, doyumları sınırlar, çocuğun keyif ve arzularını


yatay kesen bir yol izlerler (örneğin Truby King yöntemi). Başkaları
ise ters yönde davranır, çocuğu hoşnutsuzluk yaşantılarına terk et­
mekten kaçınır, böylece ona olabildiği kadar haz sağlarlar.
Yaşamını sürdürebilmesi açısından annesine bağımlı olan bebek
önüne konulmuş olan kurallar, yönetmelikler ve programlamalara bir
çıkış yolu olmaksızın tabidir. Düzeni kendisine hoşnutsuzluk getirdi­
ği oranda düşman bir güç olarak, kendi doyumlarını sağladığı oranda
da dostça olarak algılar. Çaresizliğine karşın bakım zemininde anne­
nin belli tutumlarına karşı eğitilmeye başlamıştır. Anneler bu en er­
ken yaşlarda bile iki türlü çocuğu ayırt edebilirler: Kolay yönetilen,
"uslu", bakımı kolay olanlar; sabırsız, bencil, "zor" olan, karşılarına
çıkarılan bütün kısıtlamaları gürültüyle protesto edenler.

'Dürtü Doyumuna Dış Kısıtlamalar

Büyüyen çocuk beslenme, uyku, vb. bakımından bağımsızlaştıkça dış


dünya ile bedensel gereksinimleri için sürdürdüğü savaş da geri plana
çekilir; bu gereksinimlerin yerini dürtü türevleri alır. Çocuk bundan
sonra kendi bencil, genitallik öncesi ya da saldırgan arzularının doyu­
munu daha önce açlık duygusunun bastırılması için gösterdiği telaşla
izlemeye başlar. Ve daha önce olduğu gibi dış dünyanın önüne koy­
duğu engellerle karşılaşır. Çocuk için dürtülerinin hedefine ısrarla ve
çevre koşullarına aldırmadan ilerlemek çok doğaldır. Yetişkin çevre
istese de istemese de, çocuğu zararlardan korumak için, insanları ve
eşyayı çocuğun saldırılarından korumak için engelleyici olarak müda­
hale etmek zorundadır. İç ile dış arasındaki, hazza yönelik ve gerçeğe
uygun çabalar arasındaki uygunsuzluk sonucunda bu yaştaki bütün
çocukların çevreleriyle aralarında sürekli zorluklar bulunur; normal
olarak bu çocuklar itaatsiz, azgın, yaramaz, kısaca "felaket"tirler.

Dış Kısıtlamaların İçselleştirilmesi


Bir birey, dürtü türevleri ve bunların doyumu açısından kendisiyle
çevresi arasında böyle parçalanmış olduğunda bu bireyi olgunlaşma­
mış diye adlandırıyoruz: Bu durumda arzular bireyden, bu arzuların
doyumu ya da reddi çevreden gelmektedir. Çocukluk için normal olan
bu ahlaki bağımlılıktan sonra, olgun kişinin kendi işinin yargıcı oldu­
ğu yetişkinlik durumuna kadar uzun ve zahmetli bir gelişim yolu baş-
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 1 34

lar. Birey sonunda kendi önüne konulacak beklentilerin ve kendi iç


ideallerinin zemininde, kendi amaçlarını gözden geçirerek akılcı bir
yargıya tabi tutacak; uyanların yadsınmasına, ertelenmesine ya da ey­
leme geçirilmesine kendi başına karar verecek duruma gelecektir.
Böyle bir ahlaki bağımsızlığa ulaşmak çelişkiden bağımsız bir süreç
değildir; aksine, bireyin tasarrufundaki yetiler ve enerjilerin dürtüle­
rin veya benin yanında yer aldıkları dinamik bir mücadelenin sonucu­
dur. Bu çatışmanın tarafları, toplumsallaşmaya yardımcı olup olma­
maları temelinde, çeşitli başlıklar içinde aşağıdaki sayfalarda incele­
necektir.

"Ruhsal işleyiş ilkeleri " ve bunların bireyin toplumsallaşmasında


oynadıkları rol
En temel biçimiyle haz ilkesi de, onun daha sonra gerçeklik ilkesine
dönüşen hali de ruhsal aygıtın içinde bulunan yasalardır ve her biri za­
manı gelince ruhsal süreçlere egemen olurlar. Haz ilkesi, yukarıda an­
latıldığı gibi, erken çocukluk döneminde, içten gelen bir karşı koyma
olmaksızın egemendir. Ondan sonra da idle yakından ilgili olan bi­
linçsiz ve kısmen de bilinçli fantezi yaşamı, rüya yaşamı, nevroz ve
psikozlarda semptom oluşturma gibi bütün ruhsal süreçlerde egemen­
liğini sürdürür. Her iki ilke de kuramsal psikolojik kavramlardır, yani
ruhsal olguların belli türlerini tanımlama ve birbirinden ayırt etme ça­
balarının ürünüdürler. İlk ortaya atıldıklarında, bu tanımlamaların ah­
laki ya da toplumsal değer yargılan bildirmeleri amaçlanmamıştı.
Ancak bireyin toplumsal ve ahlaki gelişimi açısından bu ilkelerin
önem taşıdığı da ortadadır. Haz ilkesinin egemenliğinde olan kimse,
eylemlerinde baştan başa ve dış koşullara aldırmaksızın kendini kendi
haz amaçlarına bırakmıştır. Gerçeklik ilkesi ise erteleme, duraklayıp
düşünme ve toplumsal çevreye dikkat etme olgularına ve bunların ge­
reklerine yer verir. Haz ilkesiyle toplum dışı ya da karşıtı davranış, tıp­
kı gerçeklik ilkesiyle toplumsallaşma gibi birbiriyle çok sıkı ilişkilidir.
Öte yandan bu alanda çok dikkatli olmak zorunludur çünkü gerçek­
lik ilkesiyle toplumsallaşma arasındaki ilişki ilk bakışta sanıldığı ka­
dar açık değildir. August Aichhom ( 1 925a), suç işleyen çocuklar ve
genç suçluların yüksek bir gerçeklik uyumu gösterdiklerini, ancak bu
yetinin toplumsallaşmaya hizmet etmediğini ortaya çıkaran ilk kişi ol­
du. Haz ilkesinden gerçeklik ilkesine geçmenin toplumsallaşma için
bir önkoşul olduğu varsayımı doğrudur. Ancak bu kural tersine işle-
PATOLOJi K ÇOCUK GELiŞiMi 1 1 35

mez, yani gerçeklik ilkesine geçmiş olmak tek başına bireyin toplum­
sal taleplere uyacağının garantisi değildir.
Gerçeklik ilkesi her şeyden önce, arzuların engellenmesine, erte­
lenmesine, amaçlarının ketlenmesine tahammül edebilme; ikame haz­
lara, yani haz niteliğinin azalmasına rağmen hoşnut olabilme yetisi­
dir. Birçok yazar bu yeteneği toplumsallaşma için son derece önemli
görmektedir; haz kazanmaktaki ısrarın sürmesini ise uyumun olmadı­
ğının kanıtı kabul etrnektedir. Bu tür yargılar kısmen doğrudur; ancak
aynı derecede önemli etkileri göz önüne almadıkları için bunlara tü­
müyle kablınamaz.

Toplumsallaşmanın ön koşulu olarak ben işlevlerinin gelişimi


Bir çocuğun haz ilkesinden gerçeklik ilkesine geçişi ve böylece top­
lumsallaşmanın olanaklı hale gelişi, çeşitli ben işlevleri belli bir geli­
şim aşamasına ulaşmadan başarılamaz. Ancak bellek izleri ruhsal ay­
gıta yerleştiğinde, yani bir bellek bulunduğunda çocuğun eylemleri
deneyim ve öngörüye göre, yani gerçeğe uygun olarak işlemeye baş­
lar. Gerçeği değerlendirme yetisi olmaksızın iç ve dış, fantezi ve ger­
çek arasında bir ayrım; dolayısıyla sanrısal arzu doyumunu uygun
edimlerle değiştirmek için bir neden de yoktur. Ancak konuşmanın
kazanılması çocuğu insan toplumunun bir üyesi haline getirir; konuş­
ma yeteneğine bağlı olan ikincil süreçler, yani mantık ve akıl, neden
ile etki arasındaki ilişkinin anlaşılmasını, çevre isteklerine basitçe kör
bir itaat olmadan uyabilmeyi sağlar. Bu gelişmeler sonucunda, edim­
leri düşünsel olarak ölçüp biçme de mümkün olur; yani, içgüdüsel bir
arzunun ortaya çıkışı ile bu arzunun doyurulmasına yönelik davranış
arasında, çocuk belli bir akıl yürütmede bulunabilir. Çocuğun kas ha­
reketlerinin idden gelen itkilerin değil benin denetiminde olması da
toplumsallaşma açısından önemlidir. Son olarak insanın toplumsal tu­
tumu benin bütünleştirme işlevine bağlıdır. O olmadan dürtüler, arzu­
lar, tutumlar ve davranışlar, eğilimler, vb. kaotik, tek tek parçalar ha­
linde kalırdı. Birey kendini tek bir kişi, kendi olarak çevresine bir bü­
tün halinde sunamazdı . İnsanın toplumsal uyumu söz konusu olma­
dan önce birincil süreci aşması gerektiği öylesine doğaldır ki belki bu
yüzden bu durum her açıdan tam olarak değerlendirilememektedir.
Küçük çocukların anımsayamadan, konuşamadan, düşünemeden ve
akılla yargılayamadan önce toplumsal olarak davranmalarını bekle­
meyiz. Aynı şekilde, ruhsal bakımdan düşük bir gelişme düzeyine sa-
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 1 36

hip olanlar ile benleri organik açıdan zarar görmüş bulunanlardan top­
lumsal tutumlar beklemeyiz. Keza, yaşamın bir anında ben gerileme­
leri nedeniyle benin işlevlerinin konuşma öncesine, birincil süreç dü­
zeyine düşmesi de toplumsallaşmayı ortadan kaldırabilir.

Toplumsallaşmadaki rolleriyle ben düzenekleri


Bir yandan gerçeklik ilkesinin oluşturulması, öte yandan ikincil dü­
şünce süreçleri sayesinde çocuk kendi iç değerlendirmeleriyle çevre­
nin değerlendirmelerini karşılaşbrmaya ve yaklaşurmaya başlar. Ama
ikisi arasındaki uzaklık ancak daha başka etkiler, yani çocuğun libidi­
nal bağlarıyla ilgili olan ben düzenekleri etkili olmaya başladığında
kaybolur; böylece kendilik ile nesne dünyasının farklılıkları arasında
köprüler kurulmaya başlar. Burada ilk olarak önem taşıyan güdü, ken­
dini erkenden hissettiren, dış dünyaya olan ilginin ve dikkatin çoğal­
masıyla hızla artan taklit güdüsüdür. Küçük çocuk hep edilgin kal­
maz; en azından fantezisinde kendisine bakan annenin rolüne girme­
ye ve böylelikle onun kendi doyum süreçleri üzerindeki egemenliğin­
den kendisi de pay almaya çalışır.
Oidipus-öncesi evrelerden itibaren, zaman zaman yapılan taklitle­
rin haz vermesi durumunda, çocuk bu hazzı sürekli kılmaya çalışır.
Kendi kişiliğini değiştirmeye ve böylece anne babasının o hayran ol­
duğu özelliklerini gittikçe daha fazla edinme arzusuna uygun olarak
özdeşleşmeye doğru ilerler. Anne babanın toplumsal tutumları, böyle­
ce çocuğun dış dünyasından iç dünyasına alınır, onun ideal benliği ve
üstbeninin de öncülü olur. Böyle özdeşleşmeler çocuğa, o eski günler­
deki gibi kendisini annesiyle bir hissetmesi olanağını -bu yeni birlik
yalnızca ahlak ve ideal oluşturma düzeyiyle sınırlı olsa bile- sağlar.
Oidipal dönem sırasında ve sonrasında bu yeni yapı, anne babadan
alınmış olan otoriteyle de donanır; içe atım yoluyla bu otorite içsel bir
yasa koyucu haline gelir. O zamana kadar yalnızca arzulanan bir ideal
olan bu otorite etki ve güncellik kazanarak üstbene dönüşür ve bun­
dan böyle dürtüleri içsel olarak denetlemeye başlar. Ben bunları yeri­
ne getirdikçe üstben tarafından kendinden hoşnut olma ve kendine de­
ğer verme duygularıyla ödüllendirilir. Eğer ben dürtüleri üstlenir ve
üstbenin buyruklarına uymazsa üstben tarafından suçluluk duygulan
yoluyla cezalandırılır. O halde önceleri toplumsal uyum konusunda
anne babayla çocuk arasında verilen mücadele; böylece çocuğun ar­
zulan ile dış dünya örneğine göre yaraulmış bir içsel yasa koyucu ara-
PATOLOJi K ÇOCUK GELiŞiMi 1 137

sındaki bir iç çatışma haline gelir.


Etkin bir üstbenin oluşturulması çocuk için toplumsallaşma yolun­
da atılmış önemli bir adımdır; toplumsal çevresinin ahlaki isteklerine
tabi olmak yerine artık kendisi onun bir parçasıdır ve kendisini onun
bir temsilcisi olarak hissedebilir. Bununla birlikte, çok katı da olsa bir
çocuk üstbeninin bağımsızlığını olduğundan daha büyük sanmak bir
hata olur. İçsel otorite daha yıllarca korunmaya ve dış dünyanın otori­
te örneklerine tutunmaya muhtaçtır; anne babasıyla kurduğu nesne
ilişkileri ya da özdeşleşme ağır düş kırıklıkları ya da şok türünden bir
yaşantıyla bozulursa bu içsel otorite tamamen yıkılabilir.

Toplumsallaşmanın önünde bir engel olarak id


Normal çocukta ben ve üstben oluşumu kısa zamanda büyük bir yol
katettiği için gödemci, aşılması gereken diğer sayısız zorluk ve engel­
leri kolayca hafife alabilir. Çocuğu toplumsal taleplere yatının yap­
maya, onları kabule ve sonunda benimsemeye yönlendiren güdüler
onun en önemli nesneleriyle, anne babasıyla kurduğu duygusal ilişki­
lerinden kaynaklanır ve o denli de güçlüdür. öte yandan çocuk için
kendi içgüdüsel arzularının doyumunun da daha az önemli olmadığını
unutmamak gerekir. Genitallik öncesi cinsellik ve çocuksu saldırgan­
lığın, yani dürtü yaşamının çekirdeğini oluşturan ilk temel biçimlerin
tepki uyandırması; yetişkinlerin dünyasına uymaması ve izin verilen
dışavurumlara geçinceye kadar birçok değişime uğramasının gerek­
mesi gerçeği hemen her çocuk için çok acı veren bir deneyimdir. On­
dan istenen toplumun bir üyesi olabilmesi için kendinden bir parçayı
terk etmesidir.
Yine de, bütün gerekli dürtü değişimlerinin iç çatışmalarla kazanıl­
masının gerekmeyişi; hiç değilse birkaçının kendiliğinden, olgunlaş­
ma ve büyümeyle değişmesi çocuğa bir parça yardımcı olur.
Örnekse en erken yamyamca fanteziler birincil bastırmaya kurban
giderler; yani bunlar benin bütünlüğüne hiç alınmaz ve daha ben ken­
di savunma çabalarını seferber etmeden kaybolurlar. Küçük çocuğun
serbest saldırganlık ve tahripkarlığı da kendiliğinden; benin çaba ve
zorlamaları ya da eğitimle değil, çocuk libidosunun hizmetine girerek
boyunduruk altına alınır ve denetlenir (libido ve saldırganlık arasın­
daki kaynaşma). Bizim kültürümüzün çocuklarının bazı anal eğilim­
leri de neredeyse otomatik olarak amacı ketlenmiş yer değiştirme ve
yüceltme yoluyla etkisizleştirilir; tabii bu alandaki eğitim önlemleri-
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 1 38

nin doğal sürece uyması ve dikkatli yürütülmesi koşuluyla.


Çocuktaki bütün dürtü türevleri uysal değildir; çoğu zaman önce
çevreyle, daha sonra ben yapılarıyla çatışmalara yol açarlar. O zaman
ben dürtüyü bir haz kaynağı olarak ele alma yetisini yitirir; onun dış
çevrenin ve kendi üstbeninin gözünde uygun ya da itici mi, kabul edi­
lebilir ya da edilemez mi olduğunu incelemeye başlar. Nesnel olarak
bakılırsa çocuğun dürtü yaşamının neredeyse bütün elementleri; hırs,
açgözlülük, kıskançlık, rekabet, ölüm arzulan, vb. bireyi toplumdışı­
na doğru itmektedir; toplumsallaşma bunlara karşı savunmayla eşan­
lamlıdır. İdin kimi ürünleri bilinçli benden tümüyle dışlanacak (bas­
tırma), diğerleri tam tersine çevrilecek (karşıt tepki kurma), dürtü
amaçlarından uzak amaçlara yönlendirilecek (yüceltme), kendinden
başka kişilere taşınacaktır (yansıtma). Fallik cinsellik gibi bene daha
az yabancı olan heyecanlarsa gelecekte doyurulmak üzere askıya alı­
nacaktır.
Görevi bireyin toplumsal geleceğini güvenceye almak olan savun­
ma süreçleri aynı zamanda kişinin bütünlüğü üzerinde ketleyen, kısıt­
layan ve yoksullaştıran bir etkiye sahiptir. Bu zarar ne savunma düze­
neklerinin seçimine ne de eğitimin aşın baskısına yüklenebilir. Savun­
ma düzenekleri kimi yazarlarca ileri sürüldüğü gibi sadece patolojik
ya da sağlık koruyucu değildir. Her ikisi birdendir, yani aynı zamanda
hem içsel dürtülerle başa çıkma hem dışarıya uyum sağlamanın hiz­
metindedir. Bunlar sonuç olarak aynı sürecin iki yanıdır. Gelişim sü­
reçleriyle savunma süreçleri arasında hiçbir içsel çelişki yoktur. Tam
tersine savunma süreçlerinin örgütlenmesi ben oluşumunun önemli ve
vazgeçilmez parçasıdır. Bizim burada karşılaştığımız gerçek çelişki­
ler daha derinde, bireyle toplum arasındadır. Bu çatışma bireysel kişi­
liğin özgürlüğüyle bireyin topluluk içinde düzene sokulması arasın­
dadır. Bu iki amaç arasındaki çelişki toplumsallaşma sürecinin başarı­
sının önündeki en büyük engeldir. s

8. Normal ve patolojik savunma düzeneklerini birbirinden ayırt etmek yerine bunları


aşağıdaki bakış açılarına göre incelemek amaca daha uygundur:
a) Yaşa uygunluk. Savunma düzeneklerinin en azından kısmen bildiğimiz kendi kro­
nolojileri vardır. Çok erken ortaya çıkarlar ya da normalden daha uzun sürerlerse patolo­
jik sonuçlara neden olmaları büyük bir olasılıktır. Örneğin yadsıma ve yansıtma erken bir
çocukluk evresinde "normal"dir, daha sonraki bir evredeyse patolojik etki yapar. Bastır­
ma ve tepki oluşturma eğer çok erken kullanılırsa çocuk kişiliğinin felç olmasına yol
açar.
b) Denge. Bir savunma düzeneği yalnızca belirli önlemlerle sınİrlı kalmayıp çeşitli
tehlikeler için çeşitli yöntemleri kullanabiliyorsa bunu olumlu olarak değerlendiririz.
PATOLOJi K ÇOCUK GELiŞiMi 1 139

Toplumsallaşmanın Olmayışı
Bir gelişim süreci için ne kadar çok önkoşul gerekirse sürecin karşıla­
şacağı bozukluklar da o kadar çok olur. Çocuğun toplumsallaşması
olayında yukarıda belirtildiği gibi önkoşullar iki alanda bulunmakta­
dır: dışsal olarak eğitim etkilerinde, içsel olarak id, ben ve üstbenin ol­
gunlaşması, gelişmesi ve büyümesinde. Dış etkiler aileye, toplumsal
duruma ve kültür kökenine göre değişir. İçsel etkiler de dürtü ve ben
gelişiminin kişisel kaderine göre değişmektedir. Bunun sonucu, top­
lumsal vicdanın ortaya çıkış anı, genişliği ve güvenilirliği bakımından
olabildiğince farklılaşmasıdır. Varyasyonların böylesine çeşitli oldu­
ğu durumlarda kuramsal normlar koymaya kalkmanın hiçbir anlamı
yoktur.
Toplumsallaşmanın yürümemesi psikanalitik yazında genellikle te­
kil etkilere bağlanır. Yüksek ben gelişimindeki bozuklukların toplum­
dışılığa götürdüğü gerçeği, birçok suçlu çocuğun test sonuçlarıyla da
uyum içindedir.9 Anne babaların toplum dışı tutumlarının onlarla nor­
mal özdeşleşme sonucunda çocuğun üstbenine alındığına birçok yazar
dikkat çekmiştir (A. Aichhom, 1 925a; Augusta Bonnard, 1950). Anne
babayla olan nesne ilişkilerinin zorla kopmasının da toplumsallaşma
bozukluklarını ortaya çıkaracağı ilk olarak A. Aichhom'da (1 925a),
sonra John Bowlby'de ( 1 944) öne çıkarılmıştır; bu olgu bugün genel
olarak kabul edilmektedir.
Yazarların çoğunda, patoloj ik gelişim açısından nitel etmenlere,
daha önemsiz olmayan nicel etmenlerden daha fazla önem verildiği
görülmektedir. Dürtü ve ben gücündeki ya da ikisinin ilintisindeki her
değişiklik, toplumsal konumu henüz çok güvensiz olan çocuk için bir
tehlike oluşturur. Hangi nedenden olursa olsun benin gücünü yitirme­
siyle çocuk normal dürtü etkinliği üzerindeki egemenliğini de yitirir.
Böylece ilkel haz dürtüsü ve bencil tutum, yaşa uygun, topluma uyum­
lu davranışın yerine geçer. Dürtü etkinliğinin uğraşısının geneli ya da
özel olarak belli bir kısmi dürtü artarsa, normal savunma işlevi, top­
lumsal uyum için gerekli olan egemenliği sağlayamaz. Öte yandan,

c) Yoğunluk. Bir savunma çabasının nevroza mı yoksa toplumsal uyuma mı götürece­


ği yalnızca düzeneklerin seçimine değil aynı zamanda kullanımındaki yoğunluğa da bağ­
lıdır. Dürtülere egemen olmaktaki aşırılık da nevroza götürebilir.
d) Geri dönüşlülük. Hiçbir savunma düzeneği başlangıçta ortaya çıkmasına neden
olan tehlikenin ortadan kalkmasının ardından varlığını devam ettirmemelidir.
9. "S uçluların itkisel karakteri" üzerine bkz. J.J. Michaels, 1955.
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 140

böyle nicel dalgalanmalar normal gelişim kaderine dahildir. Bedensel


ağrı, bedensel hastalık, korku, şok türünden yaşantılar ben üzerinde
zayıflatıcı etki yapar. Dürtü gücü dış deneyimlere göre ya artar ya da
azalır; baştan çıkarma, cinsel gözlemler, red ve doyumların aşın veril­
mesi ya da çeşitli gelişim aşamalarına geçişler bu güçte değişikliklere
yol açar. ıo Bu tür nicel dalgalanmalar olup bittiği sürece çocuğun top­
lumsal uyumu çeşitli değişimlere tabi olarak kalır.
B irçok yazarın görüşüne göre, toplumsal uyumun sık sık başarısız
olmasının nedeni bir ölçüde çocuk cinselliğine, fakat büyük ölçüde
çocuk saldırganlığının inatçılığına bağlıdır. Ancak bence yapılan göz­
lemler bu görüşü desteklememektedir. Saldırgan uyaranlar libidoyla
normal oranda kaynaştığı zaman toplumsallaşma üzerinde ketleyici
değil destekleyici etki etmektedir. Bebeğin dış dünyaya girmesini ve
ona sıkıca tutunmasını güvencelemek için saldırgan, yani etkin uya­
ranlara gereksinimi vardır. Küçük çocukta saldırganlık büyüyüp ba­
ğımsız olmak ve anne babasının yerine geçmek dileğini, yani onlarla
özdeşleşme dileklerini güçlendirir. Ü stben oluşumu saldırganlığa ba­
ğımlıdır çünkü dışarı yönelik saldırgan uyaranlar nesne dünyasından
geri çekilerek üstbenin kullanımına sunulacaktır.
Yalnızca libidoyla saldırganlık arasındaki kaynaşma oluşmazsa ya
da ileride ayrışmalar olursa saldırganlık, saf saldırganlık ya da tahrip­
karlık olarak toplumsal davranış için tehdit oluşturacaktır. Bunun ne­
denleri genellikle saldırganlık dürtüsünün kendisinde değil libidinal
süreçlerdedir. Libido ilişkileri gelişimde geri kalır ya da nesneden düş
kırıklıkları, nesneden ayrılış, nesne yitimi, nesneden zarar görmek gi­
bi olaylarla zarara uğrarsa saldırganlığın tümünü içeremez. Saldırgan­
lığın normal olarak bir zirve noktasına ulaştığı, bu saldırganlığın top­
lumsal yararlılığının eşit libido miktarlarıyla yakın bir birliktelik kur­
masına bağlı olduğu anal-sadist evrede böyle bir ayrışmanın yaşanma­
sı özellikle tehlikelidir. Bu aşamada saldırgan uyaranlar sık sık libido-·
nun etkisinden kurtulup saf bir tahripkarlık olarak kısmen dış dünyaya
kısmen çocuğun kendi kişiliğine yönelirler. Böyle çocuklar acımasız,
açgözlü, kavgacı ve dış dünyaya karşı olan tutumlarında düşmanca
olur; eğitimsel etkilere ya da üstbenden gelecek isteklere yanıt ver­
mezler. Saldırganlıkla libido arasındaki kaynaşma yeni, mutlu bir nes­
ne bağlantısıyla yeniden oluşmazsa gelişimin yolu suçluluğa çıkar.

1 O. Bir örnek Oidipus kompleksinden gizillik evresine geçişte düıfü gücünün düşme­
sidir. Gizillik evresinde toplumsal uyumun fazla olması, bu güçteki düşüşün sonucudur.
PATOLOJiK ÇOCUK GELiŞiMi 1 141

Aile Birliğinden Toplumsal Birliğe


Bütün gelişim boyunca sürüp giden taklit, özdeşleşme ve içe atım ço­
cuğun anne babasına benzemesinden öteye geçmez. Onlar daha sonra
yetişkinlerin dünyasına girmesi için vazgeçilmez önkoşullardır ama
gene de bir başlangıçtan fazla bir anlama gelemezler. Aileden daha
öteye adım atılmadıkça, ailenin ahlakıyla kamu ahlakı arasında hiçbir
önemli farkın bulunmadığı durumlarda bile, sonuç güvenli olamaz.
Aile içindeki ahlaki ve etik normların çocuk için iki yönü vardır.
Bunlar bir yandan anne baba kişiliklerinin önemli öğeleridir. Bu saye­
de çocuk nesne sevgisinden özdeşleşmeye giden yolu benimseyebilir.
Öte yandan bunlar anne baba tarafından çocuğun özgül özeliklerine;
onun özel zorlukları, hoşlandığı ve hoşlanmadığı şeyler göz önünde
tutularak sunulabilir. Böyle bir durumda anne baba çocukla narsisis­
tik bir özdeşle�e içinde olduğundan, çocuğun kavrayamayacağı ya
da onun ben gücünü aşan istekleri zaten ileri sürmezler. Çocuğun ya­
şı, bireyselliği, aile birliği içindeki yeri göz önünde tutulur. Çocuğun
aile içinde böyle ele alınışının birçok olumlu yanlan olduğu kadar
olumsuz yanlan da vardır. Kimi çocuklar aynı hoşgörüyü aile dışında
da bulacaklarını kendiliğindenmiş gibi bekler ve bu beklentilerinde
düş kırıklığına uğradıklarında buna şokla yanıt venrler. Bununla bir­
likte çocuğa başlangıçta gösterilen hoşgörü yaşamsal önemdedir. Bu
olmadığı zaman çocuk libido uğraşılarını çevresinden geri çeker ve
böylece onların etkinliğine de kapanmış olur.
Çocuğun bundan sonra girdiği okul, çocuğa yönelik istekler bir
otoriteden, yani olumlu durumlarda sevilen, hayran olunan ve özdeş­
leşme nesnesi olarak kullanılacak olan öğretmen tarafından geldiği
sürece, aileyi andırmaktadır. Bunun ötesinde okul düzeni kişisellikten
uzaktır. Kurallar ve programlar aşağı ve yukarı sınıflara, yani yaşlara
göre farklı olsa da bir sınıfın içinde bütün çocuklar için aynı düzen
vardır. Birbirlerinden ancak birey olarak bir parça ayırt edilebilirler.
Birçok çocuk bu yüzden okula alışmakta güçlük çeker. Aile uyumu
okula sorunsuz olarak aktarılmaz.
Okuldan kamu yaşamına atılan son adımla bireyselliğin son kalıntı­
ları da yitip gider. Kanun önünde bütün yurttaşlann eşit oluşunun yal­
nız faydaları yoktur. Bu aynı zamanda bütün kişisel ayrıcalıkların bıra­
kılması da demektir. Kanunlar katı ve kişiliksizdir, onlara aykırı hare­
ketlerin yaptırımları vardır. Bu, bunlara uymanın birey için ne tür feda­
karlıklar demek olduğuna, onun kişiliğinin ve zeka durumunun böyle
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 1 42

bir fedakarlığı kolaylaştınp kolaylaştırmadığına bakılmaksızın geçer­


lidir. Bu bağlamda tek istisnalar, sakatlıklarının kendilerini "iyi"yi
"kötü"den ayırmalarını önlediği ruh hastaları ve ruhsal bakımdan sa­
katlanmış kimselerdir; ya da en azından yakın zamana kadar böyleydi.
Biz normal bireylerden kanunları kendi iç dünyalarının bir parçası
kılmalarını beklemeyiz. Bireyin üstbeninden beklenen, ahlak ve eti­
ğin temel kurallarını saymazsak, yalnızca hukuk ve kanunun gerekli­
liğini tanıması ve ilke olarak onlara uymaya hazır olmasıdır. Kanun
önünde "iyi vatandaş"ın konumu, anne babanın otoritesini gözü kapa­
lı kabul eden çocuğunkinden aslında farklı değildir. Suçlular, hangi
nedenle suç işlemiş olurlarsa olsunlar, anne babasının otoritesini say­
mayan, ondan kaçınan ve ona karşı eylemde bulunan çocuğu andınr.
Ancak, şimdiye kadar tanımlananlardan farklı olarak; kendilerine yö­
nelik ahlaki beklentileri, toplumun ve çevrenin onlardan beklediği ve
istediğinden çok daha fazla olan birçok insan vardır. Bunların idealle­
ri gerçek anne babalarından değil idealleştirilmiş anne baba imgesin­
den kaynaklanmaktadır. Onların üstbeni diğer kimselerin dış dünyay­
la savaş için kullandığı saldırganlığı içe yönelik olarak kullanarak
kendi görüşlerini egemen kılmaktadır. Takıntılı nevrotik kişiliklerinin
önlerine koyduğu bütün sınırlamalarıyla bu kimseler kendilerine gü­
venir ve kendilerini öbürlerinden üstün görürler. Kendi konularında
"kendi kendilerinin efendisi" olma durumuna ulaşmışlardır; yasaların
dışında değil üzerinde bulunmaktadırlar.

ÇOCU K L U K SORUNLARINDA B İ R TANI KATEGORİS İ


O L A R A K EŞC İ N S E L L İ K

Gelişim sırasında ortaya çıkan eşcinsel dışavurumları bir kategoriye


yerleştirmek, topluma uyumsuzluk örneğinde olduğu gibi, kolay de­
ğildir. Aynı soruyla karşı karşıya buluruz kendimizi: Hangi yaştan
sonra eşcinsel tanımı anlamlıdır, normal psikoseksüel gelişim aşama­
larıyla eşcinsel belirtiler arasında hangi ilişkiler vardır, eşcinselliğin
ön basamaklarıyla yetişkin yaşamının anormal cinsel sapmalarını ilk
belirtilerinden başlayarak önceden görmek ne kadar olasıdır?
"Cinsel Kuram Üzerine Üç Deneme"nin ilk yayımından (S. Freud,
1 905) başlayarak gittikçe artan sayıda psikanalitik çalışma eşcinsellik
konusuyla ilgilenmiş bulunuyor. Bu yayınların tümü çocukluk yılları
üzerine değil. Açık ve gizil eşcinsellik arasındaki önemli fark, yetiş­
kinlerdeki cinsel eylemlerin gerçek uygulamalarına, yani bilinçdışı
PATOLOJi K ÇOCUK GELiŞiMi 1 143

fanteziler ya da açık eylemler şeklinde oluşuna dayanır; çocukların


cinsel oyunlarına kolaylıkla uygulanamaz. Edilgin ve etkin eşcinsel­
lik ya da bunların temelinde yatan fanteziler cinsel eylemdeki eşin ro­
lüne, yani ancak ergenlikten sonra söz konusu olacak olan eyleme da­
yalıdır. Aynca eşcinselliğin ne ölçüde tedavi edilebileceğine ilişkin
çok sorulan soru da yalnız bu sapmayı ya benine uygun bulan ve tem­
sil eden, ya da bundan yakınan ve bunun basıncı altında tedavi çaresi
arayan yetişkinler için söz konusudur.
Öte yandan psikanaliz literatüründe ortaya çıkan bir dizi soru ço­
cuk analisti için büyük anlam taşımaktadır. Burada ortaya çıkarılması
önemli olan üç konu vardır: nesne seçiminin niteliği; cinsel yönelişin
değerlendirilmesinde yetişkin analizindeki yeniden kurgulama ile ço­
cukların doğrudan gözleminin farkları; eşcinselliğin doğuştan gelen
ya da edinilmiş olan etkilere ve bu etkilerin birbiriyle karşılıklı ilişki­
sine bağlanma�ına ilişkin mesele.

Yaş Aşamaları ile ilişkili Olarak Nesne Seçimi


Her iki cinsin çocuklukta hem eril, hem dişil nesnelere libidinal ola­
rak bağlandıkları, psikanalizin temel bulgulanndandır. Çeşitli yaş ve
gelişim basamaklarında nesne seçimi çeşitli gereksinim ve zorunlu­
luklar temelinde olur. Bu nedenle aynı cinsten kişilere olan bağlanma­
lar da, başka cinsten olanlara bağlanmalar kadar normaldir ve bu çö­
zümlerin hiçbiri sonraki normallik ya da anormalliğin öncülleri ola­
rak görülemez. ı ı
Küçük çocuklar yaşamın başlangıcında nesnelerini, cins farkı gö­
zetmeksizin, kendi gereksinim ve arzularının doyumuna göre seçer­
ler. Anne libidoyla yüklenir çünkü onun bakım için yaptıkları haz da
vermektedir. Baba hayran olunan gücü ve otoritesiyle, koruyucu ola­
rak ve annenin sahibi olarak, vb. aynı şekilde yüklenmektedir. Baba­
nın anne yerine çocuğun bakımını üstlendiği durumda çocuk onunla
bir "anne ilişkisi" kurar; annenin ailede yönlendirici bir rol oynadığı
durumdaysa "baba ilişkisi" anneye doğru yönlenir. Böylece normal
olarak küçük çocuk her iki cinse karşı libidinal bağlantılara sahiptir.
Haklı olarak küçük çocuğun ne eşcinsel ne zıtcinsel olduğunu söyle-

1 1 . Bkz. S. Freud: "Psikanaliz, eril ve dişil nesneleri aynı şekilde elinde bulunduran
çocukluk çağında, ilkel durumlarda ve tarihin erken dönemlerinde nesne seçiminin nes­
nenin cinselliğinden bağımsız olduğunu düşünmektedir. Bu temelde, taraflardan birinin
kısıtlanmasıyla, normal ya da eşcinsel tip gelişir" ( 1 9 1 5: 44).
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 144

riz. Aynı derecede haklı olarak çocuğun aynı anda her ikisi olduğunu
söylemekteyiz.
İnsanların ilk nesne seçiminin bu temelde oluştuğunu tedavi sıra­
sında terapiste olan aktarım da ispat etmektedir. Burada da cinsiyet
hiç fark etmez. Baba ya da anne ilişkisi gerek erkek, gerek kadın tera­
piste aynı şekilde aktarılır.
Bu ilk "güvene bağlı nesne seçimi"nin ötesinde, bütün genitallik
öncesi kısmi dürtüler aynı biçimde davranırlar. Hepsi hoşnutluktan
yola çıkar; bunun için de eşin cinsel aygıtları değil, çok daha başka
özellikleri rol oynar. Anne çocuğuna oral ya da anal bir haz sunduğu
sırada, erkek çocuğun o aşamada zıtcinsel, kız çocuğun ise aynı aşa­
mada eşcinsel olduğunu söyleyebiliriz. Eğer baba ve anne rollerini
değiştirirlerse sonuç da tersinedir. Burada nesne seçimi için göz önün­
de tutulan kısmi dürtünün özgül amacıdır ve bu da cinsellikten bağım­
sızdır.
Daha önceki gelişim evrelerinin tersine fallik evrede sevgi nesnesi­
nin cinsiyeti birinci planda bulunur. Gelişim gereği erkek organına
değer verilmesi oğlanların da kızların da penis sahibi olan bir nesne
seçmelerini, en azından fantezi olarak bir penise sahip olduğu düşü­
nülen bir nesne seçmelerini (fallik anne) gerektirir. Cinsel gelişimleri­
nin o zamana kadarki gelişimi nasıl olursa olsun, çocuklar bu evrede
"özel bir koşulla belirlenmiş olan nesneden vazgeçemezler. " 12
Gerek pozitif gerek negatif Oidipus kompleksi elbette cins ayrımı­
na dayalıdır ve oidipal çocukların nesne seçimi yetişkinlerinkinden
farklı olmaz. Karşı cinsten olan ebeveyne oidipal bağlanma her ba­
kımdan yetişkin zıtcinselliğini, aynı cinsten olan ebeveyne bağlanma
da görünüşte yetişkin eşcinselliğini andıracaktır. Her iki olgu normal
gelişim çerçevesi içindedir ve insanın biyolojik koşullu iki-cinsliliği­
ne dayalıdır. Öbür yandan burada ilişkilerde ve uğraşıda, daha sonra
normal cinsellikten sapmaların öncü belirtileri sayılabilecek olan ni­
cel farklılıklar görülebilir. Çocuk erkek ya da kadın nesneden yayılan
çekim gücüne, Oidipus-öncesi döneme ait kimi tercihlere doğru yöne­
lebilir. Burada anne ve babanın kendi dişil ya da eril rollerini nasıl
doldurdukları da önem taşır. Anal evrenin saldırgan-sadist takıntıları­
na saplanmak erkek çocuğu pozitif Oidipus kompleksine ve daha son-

12. "Oğlanlara da kızlara da aynm yapmaksızın sevgi gösteren ve zaman zaman da ar­
kadaşı Fritzl'i sevdiği kız olarak ilan eden küçük Hans'ımız gibi. Hans '2_ütün çocuklar gibi
eşcinseldir. Unutulmamalıdır ki bu durum kendisininkinden başka hiçbir genital organ ta­
nımayışıyla uyumludur" (S. Freud, 1909: 344145).
PATOLOJ i K ÇOCUK GELiŞiMi 1 145

raki zıtcinselliğe iter. Oral ve anal edilginliğe saplanma da buna karşı­


lık negatif Oidipus kompleksi ve daha sonraki eşcinselliğe iter.
Gizillik evresine girilmesiyle bu ön belirtiler çözülmemiş oidipal
bağlantıları olan nevrotik çocuklar hariç gene geriye çekilir. Sağlıklı
gizillik dönemi çocuğunda amacı ketlenmiş, ertelenmiş ve yüceltil­
miş eğilimler ön plandadır ve bunlar nesnelerini cinselliğine pek bak­
maksızın seçerler. Örnekse, okul çocuğu için büyük bir rol oynayan
öğretmenler erkeklik ya da kadınlıklarından dolayı değil, yardımcı,
anlayışlı, uyarıcı ya da katı, yaklaşılmaz ve korku uyandırıcı olmaları­
na göre pozitif ya da negatif yüklenirler; yani sevilir, sayılırlar, onlar­
dan nefret edilir, korkulur, vb.
Gizillik evresinde akranlarla libidinal ilişkilerin yetişkinlerden baş­
ka türlü kurulmuş olduğunu gözden kaçırmamak da önemlidir. Oğlan
çocukların erkek oyun arkadaşlarını ve arkadaşlarını yeğleyip kızlar­
dan geri çekilmeleri görünüşte eşcinsel bir nesne seçimi izlenimi ve­
rir, fakat gerçekte sağlıklı bir erkekliğin belirtisidir. Gelecekteki eş­
cinsel ise tersine yönelir, yani kızlarla birlikteliği arar ve onların
oyuncaklarını, kitaplarını ve uğraşılarını yeğler. Gizillik dönemindeki
kızlar için gözlemciler benzeri davranışın anlamı üzerinde hiçbir kuş­
ku taşımamışlardır. Oğlanlarla oynamaya, onların ilgilerini paylaşma­
ya, vb. çalışan kızlar erkek eş arama peşinde değil1erdir; dişil eğilim­
leriyle değil yalnızca penise imrenme ve erillik arzularıyla oraya yö­
nelmektedirler.
O halde gizillik evresinde eşcinsel olarak görünenler zıtcinsel eği­
limler, zıtcinsel gibi görünenler de eşcinsel eğilimler olarak algılan­
malıdır. Bu dönüşüm, adı geçen gelişim evresinde akranl arla ilişkile­
rin eşe yönelik nesne seçimine değil onunla özdeşleşmeye yönelik ol­
masıyla açıklanabilir. İstenen ve uğraşılan şey arkadaşla "eşitlik"tir
ve bu da doğal olarak cinsel eşitliği gerektirmeyebilir. ı 3
Ergenlik öncesinde eşcinsel bağlar, zıtcinsel olanlardan ne daha az­
dır ne de daha az normaldir. Bunlar da daha sonraki nesne seçimini ya
hiç göstermez ya da çok az gösterir; her şeyden önce eski genitallik
öncesi ilişkilerin yinelenmesine dayalıdır.
Ergenlikteki eşcinse] nesne seçimi büyük ölçüde bu yaşam evresin­
de sık görülen bir durumun, nesne yatırımından kendine yönelik sev­
giye ve nesneyle özdeşleşmeye gerilemenin sonucudur. Bu durumda
cinsel eş ergenin kendi kimliği yerine geçer ya da daha doğru bir de-

13. "Dengi dengine" deyimine bak.


ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 146

yişle kendi benliğinin bir ideal resmi olur. Buna kendi idealize edil­
miş cinsel işlevi de dahildir. Böyle ilişkilerin yetişkin erkekler arasın­
daki eşcinsel ilişkilere benzerliği yalnızca yüzeyseldir. Metapsikolo­
jik açıdan eşcinsellik eşin nesne libidosuyla yüklenmesidir. Gençler­
de olansa narsisistik görüngülerdir ve ergenlikte ortaya çıkan birçok
diğer şizoid belirtiyle aynı gruba girer. Bu, bir olguda libido gerileme­
sinin ne kadar derine gittiğini gösterir ve bireyin daha ilerideki aşk ya­
şamının nasıl olacağına ilişkin pek bir şey söylemez.

Eşcinsellik Alanında Yeniden Kurgulama ve Tahmin


Çeşitli gelişim evrelerinin daha önceki incelenişi daha sonraki eşcin­
selliğe ilişkin şaşırtıcı azlıkta veri sağlamaktadır. Bunun tam tersine
olarak yetişkin eşcinsellerin analizleri, bunlann normal cinsel amaç­
tan sapmalannın çocukluktaki kökenlere dayalı olduğuna, genitallik
öncesi kısmi dürtülere ve erken nesne bağlantılanna bağlı olduğuna
dair en küçük bir kuşkuya bile yer bırakmamaktadır. Psikanalitik lite­
ratürde aşağıdaki noktalarda bu ilintiye dair kanıtlar buluyoruz. Bu
hastalann öykülerinin yeniden kurgulanışında çocukluk öyküsünün
patolojik olarak etkidiği gösterilmiş bulunuyor:
a) Yapısal zemin, yani eşcinselliğin temeli olarak doğuştan gelen iki­
cinslilik (Freud, 1905, özellikle 1 9 1 5'te eklenen dipnot, 19 15,
1 909; Böhm, 1920; Sadger, 192 1 ; Bryan, 1930; Nunberg, 1947;
Gillespie, 1 964);
b) Bireyi cinsel eşini kendi imgesine göre seçmeye yönlendiren narsi­
sizm (Ferenczi, 1 9 1 1 , 19 14; Freud, 1914; Böhm, 1933);
c) Eşcinselliğin oral ve anal kökenleri (Böhm, 1 933; Grete Bibring,
1940; Sadger, 1 92 1 ; Lewin, 1933);
d) Fallik evrede penise aşın değer yüklenmesi (Freud, 1909; Sadger,
1 920; Jones, 1932; Lewin, 1933; Loewenstein, 1935; Fenichel,
1 936; Pasche, 1 964);
e) Anne ya da babaya aşın olumlu ya da olumsuz bağlantı (sevgi ya
da nefret) (Freud, 1905, 1 9 1 8, 1922; Sadger, 1 92 1 ; Weiss, 1925;
Böhm, 1930, 1933; Wulff, 1 94 1 ) ;
f) Dişil cinsel organlann travmatik etki yapan görünümü, y a d a adet
görmenin gözlenmesi (Daly, 1928; Nunberg, 1947);
g) Annenin vücudunu kıskanma (Böhm, 1930; Klein, 1957);
h) Daha sonra bir sevgi nesnesi haline gelen küçük etkek kardeşe yö­
nelik kıskançlık (Freud, 1922; Lagache, 1 950), vb.
PATOLOJiK ÇOCUK GELiŞiMi 1 147

Bu tür tahminler, geçmişleriyle bugünleri arasındaki ilinti analiz­


den elde edilen malzemeyle iyi belgelenmiş olan yetişkin nevrotikle­
rin analizlerinden elde edilmiştir. Bununla birlikte bu bulgular ters
yönde değerlendirilememektedir. Yani uygun verilerin gözlemle ya
da analizle göze çarptığı çocuklarda daha sonraki eşcinselliğin önce­
den tahmin edilmesinde işe yaramamaktadırlar. Her varsayımı güven­
sizleştiren durum aşağıdaki örnekte daha iyi görülebilir:
Erkek eşcinselliğinin çeşitli biçimleri arasında dişil-edilgin tip, çe­
şitli tedaviler nedeniyle analistlerce çok iyi bilinmektedir. Görünür
davranışlarında böyle erkekler anneye bağımlı; dişi cinsle cinsel iliş­
kiye isteksiz ve yetersiz; genellikle aşağı toplumsal sınıflardan olan
ve bedensel özellikleriyle erkeksi özellikleri, yani kas gücü, fazla kıl­
lılık gibi özellikleri fazlaca belirgin erkekler arayan kişiler olarak gö­
rünmektedirler. ..çocukluk öykülerinin yeniden kurgulanması, oral
aşamadan fallik gelişim aşamasına ve bunun ötesine kadar anneye yö­
nelik bariz bir bağıml1;ık; genellikle annede ya da kız kardeşte kadın
cinsel organlarının travmatik şekilde keşfi; baba penisine büyük hay­
ranlıkla geçen bir dönem gibi verileri ortaya çıkarır. Bu unsurların eş­
cinsellik oluşumundaki etkileri bu olgularda hiçbir kuşkuya yer bırak­
mamaktadır.
Öte yandan aynı fizik gerçekler yalnızca edilgin-dişil eşcinsellerde
bulunmaz, her erkek gelişiminin normal içerikleridir de. Gelecekteki
eşcinsellerde baba önünde hadım edilme kaygısını artıran ve çocuğu
anal ya da oral evreye geri fırlatan aynı anne bağımlılığı, normal ço­
cuk için pozitif Oidipus kompleksinin kaçınılmaz bir parçasıdır ve da­
ha sonraki zıtcinselliğinin öncülüdür. Dişi cinsel organlarının keşfi
birinin her zaman için kadın cinsinden korkmasına yol açarken nor­
mal gelişim yaşantılarından hiç de eksik değildir. Bu normal olarak
çocuğun herkeste bir penis bulunduğunu düşündüğü dönemi sona er­
dirir. Erkek çocuklarda normal olarak hadım edilme kaygısının geçici
bir süre için yükselmesinden; bunun yanında dişil eğilimlere karşı sa­
vunmasının artmasından; kendi erkekliğinden gurur duymasından;
hadım kızlara karşı kendi üstünlüğü inancında bir artma sağlamaktan
başka hiçbir şeye yol açmaz. Büyük adamın penisine olan hayranlık
da edilgin eşcinselin aşk yaşamına egemenken, babayla olan ilişkide
normal bir basamaktır. Gelecekteki eşcinsel orada saplanıp kalır, eril
nesnelerini bütün belirtileriyle hayran olunacak güç, büyüklük ve er­
kekliğin simgesi olarak almayı sürdürür; gelecekteki zıtcinsel ise bu
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 148

evreyi geçer, kendini de penis sahibi olarak babayla özdeşleştirir ve


babanın erkekliğine kendi adına sahip çıkmaya çalışır.
Bu örneğin ışığında tanımlanan çocuksu faktörlerin tek başına da­
ha sonraki cinsel kimliği betimlemediğini, bunun daha sonraki süreci­
nin eş ya da zıtcinselliğini oluşturabildiğini öğrenmiş oluyoruz. Bu
süreç bir dizi refakatçi koşula da bağlıdır. Bunlar analitik kurgulama­
da kolay saptanamaz ve bir çocuk için geleceği tahminde ise hiç işe
yaramaz. Dış ve iç, nicel ve nitel etkiler birlikte faaliyette bulunurlar.
Bir oğlan çocuğun annesine bağlılığının onun erkekliğe ilk adımı
mı olacağı, yoksa annesine olan sevgisi nedeniyle eril-saldırgan yön­
lerini bastırmaya mı yöneleceği yalnızca kendi seçimine, yani fallik
cinselliğine, kendi hadım edilme kaygılarının ve arzularının yoğunlu­
ğuna ya da eski saplanma noktalarından gelen çekime bağlı değildir.
Annenin tutum ve davranışları da aynı derecede büyük bir rol oynar.
Onun çocuğun oral ve anal gelişim evresini, beslemeyi ve tuvalet ter­
biyesini nasıl ele aldığı, bağımlılığından mı hoşlandığı yoksa bakım­
dan bağımsızlaşmasından kıvanç mı duyduğu, fallik erkekliğine hay­
ran mı olduğu yoksa oidipal yaklaşımlannı geri mi çevirdiği hiç de
önemsiz değildir. Olup bitenlerin zamansal sıralan da anlam bakımın­
dan önemsiz sayılmamalıdır. Her çocukta tehditler, gözlemler, tıbbi
ameliyatlar şeklinde görülen hadım edilme şokları, büyüklükleri açı­
sından, ortaya çıktıkları zamana bağlıdır; fallik mastürbasyonun, ba­
baya yönelik edilgin-dişil arzuların, suçluluk duygulannın dorukta ol­
duğu noktada bunlann etkileri daha büyük olur. Hadım edilme kaygı­
lan ve istekleri babanın bireysel kişiliğine, sertliğine ya da hoşgörülü
oluşuna, erkeksi örnek olarak yetkinliğine, vb. de bağlıdır. Aile birliği
içinde babanın olmadığı durumda oidipal çocuk için anneye karşı cin­
sel yaklaşımlannda güvenlik de eksiktir. Fantezilerde babanın olma­
yışı anneye bağlanır, yani çocuk annenin babayı saldırgan erkekliğin­
den ötürü yok ettiğini sanır ve kendisinin de benzer arzulardan dolayı
cezalandınlacağını bekler. Cinsel gelişimi etkileyen şeyler sonsuz­
dur. Buna kazalar, baştan çıkarmalar, hastalıklar, anne babanın ölü­
müyle nesne yitimi, ergenlik sırasında çevrede uygun zıtcinsel nesne­
lerin oluşu ya da olmayışı da eklenir. Bu tür olaylann önceden görül­
mesi olası değildir ama bunlar bir çocuğun gelişim yönünü her an dur­
durabilir, değiştirebilir ya da tam tersine çevirebilir. Etkilerin sayısı
ne denli çoksa tanı koyan için bu alanda gelecekte neler olabileceğini
bilmek de o denli zorlaşacaktır. -
PATOLOJi K ÇOCUK GELiŞiMi 1 149

Gelişimde Eşcinselliği Ketleyen ya da Kolaylaştıran Etkiler


Yetişkin eşcinselliğinin çocukluktaki ilk evrelerini aramaktan vazge­
çip, normal gelişim evrelerinin hangilerinin ilerideki eşcinsellik üze­
rinde destekleyici, hangilerinin ketleyici bir etki yapacağını incele­
mek daha iyi olacaktır. Böyle bir inceleme, çocuk gelişiminin tamamı
boyunca her iki cinsel akımın yan yana bulunduğu, birbiriyle egemen­
lik için çekiştiği ve libidinal konumlardan sırayla çıkar sağladıkları,
bu çıkarların gelişim yolu boyunca etkilerinin olacağı varsayımına
dayanmaktadır.
Bu bakış açısından görüldüğünde aşağıdaki etmenler eşcinsellik
için destekleyici olarak alınabilir:
1 . Bütün bireyleri eril ve dişil özelliklerle donatan; onları erkek ve di­
şileri sevgi �snesi olarak almayı ya da onlan sevgi nesneleri ola­
rak libidoyla yüklemeyi olanaklı kılan doğuştan gelme iki-cinsli­
lik. Oidipus-öncesi aşamada anne ve babanın her ikisiyle olan öz­
deşleşme, iki-cinsli tabanı güçlendirir ve daha sonra öbür kaynak­
lardan gelecek verilerle oluşacak yapısal temeli sağlamlaştırır.
2. Birincil ve ikincil narsisizm, yani çocuğun kendi benliğinin narsi­
sistik libidoyla yüklenmesi. Daha sonraki çocuklukta nesne seçimi
bu örneği izlerse, kendi benliğine en benzer olan kimseler, kendi
cinsiyetini taşıyanlar da dahil, olumlu yüklenecektir. Böyle narsi­
sistik türden ilişkiler gizillik evresi, ergenlik öncesi ve ergenlik
için karakteristiktir.
3 . Cinselliğin söz konusu olmadığı, güven tipinde sevgi bağlan. Bu
aşamadaki saplanma, örneğin çocuğun kendisine bakan anneye
saplanıp kalması, kadın eşcinselliği için erkek eşcinselliğine göre
daha anlamlıdır.
4. Anüsün libidine oluşu ve anal aşamanın gelişime bağlı edilgin yö­
nelişleri oğlan çocukların dişil yönelişine zemin oluşturur.
5. Kızların erkeksi özdeşleşmesi için temel oluşturan penis haseti.
6. Fallik evrede penisin aşın değerlendirilmesi. Bu durum oğlanların
penisi olmayan, yani hadım edilmiş bir sevgi nesnesinden yüz çe­
virmelerine neden olabilmektedir.
7. Normal "eşcinsel" gelişim aşaması olan negatif Oidipus kompleksi.

Eşcinsel etkilerin ketlenişi ve normal zıtcinselliğin güvenceye alı­


nışı için de aşağıdaki etkiler alınabilir:
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 1 50

1 . Bütün çocukluk boyunca her iki cinsel yönelişten hangisinin daha


işe yarar olduğuna karar verdiren libidinal-ekonomik etmen. Zıt­
cinselliği sağlayan her şey eşcinselliği ketler; örnekse eril fallik
fantezi ve olumlu Oidipus kompleksi, anal edilginliğin ve onunla
ilişkili olabilecek eşcinsel eğilimlerin kalıntılarını yok eder. Ergen­
likte genital cinsellik itkileri de aynı zıtcinsel yönde etkir.
2. Belirli koşullarda dişi cinsel organlarından yüz çevirmeye ve sonuç
olarak eşcinselliğe yol açan hadım edilme kaygılan, başka koşul­
larda tersine etki yapar. Babaya yönelik edilgin-dişil yaklaşımlara
karşı savunmaya iter; bir "yalancı erkeklik"le saldırgan tutumun
abartılmasına, kadınlara yönelik cinsel saldırganlığa, hadım edilme
ve dişil arzuların her türlüsünün yadsınmasına yol açar.
3. Analliğe karşı tepki oluşturma, özellikle iğrenme açık eşcinsel uğ­
raşılan büyük ölçüde engeller. Ancak eşcinselliğin gizil türleri üze­
rinde etkin değildir.
4. Gelişim yolunu tamamlama çabası, "biyolojik sağduyu" (Edward
Bibring, 1936), normal çözümlerin normal dışı olanlara oranla
yeğlenişi, zıtcinselliğin lehine çalışan etkilerdir.

Genel olarak her iki yöneliş arasındaki güçler oranı bütün çocukluk
boyunca salınır durur. Bu oran iç ve dış, rastlantılara ya da gelişime
bağlı koşullarla değişmektedir. "En son cinsel davranışa karar veriş...
ancak ergenlikten sonra kesinleşir" (S. Freud, 1905/ 1 9 1 5 : 44).

Ç OC U K K L İ N İ Ö İ N D E T A N I K A T E G O R İ L E R İ O LAR A K
Ö B Ü R S A P I K L I K L A R , B A Ö I M LI L I K L A R , V B .

Çocuklarda tartışmasız şekilde kullanılamayan öbür tanı kategorileri


transvestitizm, fetişizm ve bağımlılıktır.
Her sapıklıkta olduğu gibi burada da ilgili nedenler elde bulunmak­
tadır. Çocuk cinselliği bu açıdan çok yönlü sapık olduğundan, çocuk
muayenehanelerinde sık sık yapıldığı gibi çocuğun belli uğraşılarını
sapıklık olarak kabul etmek doğru değildir. Sorunun başka türlü ele
alınması gerekir. Tanı ve gidiş öngörüsü için, hangi kısmi dürtülerin
ya da kısmi dürtülerin hangi bölümünün genital bölgelerin egemenli­
ğine karşı koyduğunu; hangilerinin yetişkinlikte Herki sapıklıklara ze­
min oluşturacağını bilmek önemlidir.
Birçok çocuk görünen klinik tablo bakımından yetişkin sapıklar­
dan hiç de ayırt edilemeyeceği için, bu tür saptamalar çok zordur. Ta-
PATOLOJi K ÇOCUK GELiŞiMi 1 151

nı koyan farkları net bir şekilde görebilmek için tek tek çeşitli unsur­
lar arasındaki metapsikolojik aynına sıkı sıkıya tutunmalıdır. Bir ye­
tişkini eğer cinsel organ bölgesi onun cinsel yaşamında hiç önem taşı­
mıyor ya da daha ikincil bir rol oynuyorsa "sapık" olarak adlandırıyo­
ruz. Yani cinsel eylemin kendisinde bile kısmi dürtünün payı genital
cinsel birleşme ve buna hazırlayıcı eylemlerden daha fazlaysa bunu
kullanıyoruz. Bu tür bir tanım elbette ki, cinsel ilişkinin söz konusu
olmayacağı, genitallik öncesi bölgelerin doğal ve meşru olarak cinsel
yaşamda başrolü oynadığı durumlarda kullanılamaz. O halde ergenlik
öncesi çocuklar sapık olamazlar ya da normal olarak zaten sapıktırlar;
bu durumda biz sapık görünen belirtileri psikanalitik yönelişli bir ço­
cuk psikopatolojisinde yerine koyabilmek için başka bakış açılan ara­
mak zorundayız.
Klinik deneyimler, çocuğun sapık denilen belirtilerinin normal ge­
lişim sürecinin �ğradığı iki türlü sapmaya bağlı olabileceğini göster­
mektedir. Bunlar zamansal sıralamadaki sapmalara ve dürtü şiddetine
bağlı olanlardır. Erotojen beden bölgelerinin beklenen ya da yaşa gö­
re olması gereken sırayla öne çıkmadığı ; ya da rollerini bir sonraki
bölgeye vereceklerine cinsel yaşamdaki önemlerini sürdürdükleri du­
rumlarda zamansal sıralamada bozukluk düşünüyoruz. Böyle olgular
diğer gerilemeleri hesaba katmasak bile, hiç de nadir değildir.
Burada örnek olarak, deri erotizmi alınabilir. Yaşamın başında bu
erotizm büyük önem taşır. Vücut yüzeyine anne tarafından haz verir
şekilde dokunulması, çocuk bakımından çok yönlü roller oynar. Bazı
beden bölgelerini libidinize eder, beden beninin oluşmasına yardım
eder, narsisizmi yükseltir ve aynı zamanda anneyle çocuk arasındaki
nesne ilişkisini sağlamlaştırır. Normal olarak ilk iki yılı aşmayan bu
gereksinim doyurulduktan sonra deri erotizminin durumu da değişir.
Anal ya da fallik evrede bulunan çocuklar gene de derinin haz dolu
uyarımını, özellikle de o sırada çocuğun cinsel uyanını daha başka çı­
kış yollan bulmuşken, bütün öbür hoşlanmalara yeğlerlerse artık bu­
nu daha başka bir gözle görürüz. Örnekse bir oğlan çocuğu oidipal
aşamadayken anne tarafından deri temasıyla uyarılır ve uyarılmasını
fallik mastürbasyonla boşaltırsa bu, genitallik öncesi bir bölgenin
uyarılmasının genital orgazmı sağlayabildiği bir yetişkin sapığa ben­
zemektedir. Burada önemli olan, uyarılma kaynağı ile uygulama or­
ganı arasındaki uzaklıktır. 1 4

14. Böyle "sapık" b ir erkek çocuk örneği için Hampstead Çocuk Terapisi Klini-
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 1 52

Alışılmış dürtü gücünden sapmalar öylesine sık görülen bir durum­


dur ki artık az çok normal sınırlar içinde sayılmalıdır. Her cinsel kıs­
mi dürtü ve her türden saldırganlık çocuklukta her an güçlenebilir ve
çocuğun dürtü yaşamına egemen olabilir. Kimi olgularda böyle bir
öne çıkış yapıya bağlıdır; 'Örnekse alkoliklerin, bağımlılann ve ma­
nik-depresiflerin, oral yönelişleri ön planda olan çocuklan gibi. Keza,
takıntılı ana babalann çocuklannda yoğun anal eğilimler görülür; an­
cak, bu durumlarda, doğuştan gelen özelliklerin, takıntılı ana babanın
çocuğun tuvalet terbiyesinde uyguladığı yöntemler tarafından güçlen­
dirilmesi de söz konusudur. Yanlış eğitimin etkileri, baştan çıkarma,
dürtülere egemenlikte yetersiz eğitimsel yardım gibi dış çevre etkileri
de aynı yönde işleyebilirler.
Belli bir kısmi dürtünün diğerlerinden daha üstün bir duruma gel­
mesinin nedeni, dışsal etmenler ile içsel etmenler arasındaki etkile­
şimdir; bu içsel etmenler arasında ben ya da üstbenin güdüleri denet­
lemekteki göreli zayıflığı, veya üstbenin aşın bir savunma etkinliğine
yol açacak kadar katı olması sayılabilir.
Bu sonuncusu için iyi bir örnek fallik teşhirciler gibi davranan ve
öyle olduklan da sanılan; ama bu davranışlan hadım edilme kaygısı
ve arzusuna karşı savunmadan kaynaklanan, aslında yetişkin teşhirci­
ler gibi haz kazanmaya yönelik olmayan oğlan çocuklardır.

Çocuklukta Bağımlılık
Çocuklukta bağımlılık gibi ortaya çıkan ve oral yönelişlerin güçlen­
mesine bağlı olan durum hemen her zaman tatlı ve şekerlere karşı olu­
şur. Bazı çocuklar tatlılara karşı, yetişkin bağımlılann alkol ve uyuş­
turucu maddeler karşısında davrandıklan gibi davranırlar. Tıpkı yetiş­
kinler gibi kaygı, boşluk, engellenme, depresyon, vb. duygulannı dü­
şük düzeyde tutabilmek için aynı karşı konulamaz gereksinimi duyar
ve bu maddelerin verdiği doyumu da tıpkı onlar gibi kullanırlar. Ye­
tişkinlerden farksız olarak bağımlılıklannı doyurmak için her şeye ha­
zırdırlar, yani kendilerine gereken şekerlere ulaşabilmek için yalan
söylerler, çalarlar, vb.
Ancak çocuk ve yetişkin bağımlılığı arasındaki benzerlik yalnız

ği'ndeki lsabel Paret'in bir hastası iyi bir örnek olabilir (2.5-4.5 yaşlan arasında analiz
edilmiştir). Onun olgusunda okşanmadan alınan cinsel ı.evk baştan çıkarılmaya, yani an­
nesinin çocuğuyla olan bu özgün ilişki biçimini tercih ediyor olmasına bağlanabiliyordu.
PATOLOJiK ÇOCUK GELiŞiMi 1 1 53

yüzeyseldir, yani görünür davranıştadır ve metapsikolojik olarak fark­


lıdır. Çocukların tatlı bağımlılığı görece daha basittir; yadsıma, vb. gi­
bi erken dönem yaşantıları yoluyla güçleri artmış olan oral kısmi dür­
tülerin doğrudan dışavurumudur. Oral doyum isteği daha sonra da tat­
lılardan başka şeylere kayarak, yemekten özel zevk alarak, sigara iç­
mekle, ıs vb. sürer. Böyleleri aşk yaşamlarında, yaşamın bütün wrluk­
ları karşısında teselli, yardım ve destek bulabilecekleri sevgi nesneleri
ararlar.
Yetişkinlerin bağımlılıklarıysa daha başkadır. Bir yandan oral ar­
zulardan, öte yandan edilgin-dişil ve kendine zarar verici eğilimlerden
gelen çok karmaşık ve karışık bir semptom yapısıdır. Yetişkin için ba­
ğımlılığının yönelmiş olduğu nesne ya da madde, yalnızca çocuğun
tatlıları gibi iyi, haz veren, doyuran değil aynı zamanda zararlı, zayıf
düşürücü, bastırıcı ve hadım edicidir. Ancak birbirine zıt iki arzunun,
örnekse güç va.zayıflık, etkinlik ve edilginlik, erkeklik ve dişillik gibi
iki gücün bir araya gelişi gerçek bağımlıyı bağımlılığının nesne ve
maddesine bağlar. Bu sürecin benzerini çocuklarda bulamayız.

Çocuklukta Transvestitizm
Tıpkı tatlı ve şekerlere olan bağımlılık gibi çocukluktaki transvesti­
tizm de genel olarak belli bir düzeyi aşmadıkça, normal gelişime ait
çabaların nicel abartısından ibarettir. Bu olgularda dürtü gücünün ar­
tışı çocuğun eril ya da dişil yönüyle ilişkilidir.
Karşıt cinse ait giysilerin çocuklar üzerinde özellikle bir uyarıcı et­
kisi olduğu bilinmektedir. Giysi değiştirmek, çocuklara baba ya da
anne olarak, erkek ya da kız kardeş olarak rol düşleme ve onların iş­
levlerini taklit etme olanağını veren, sevilen bir oyundur. Babanın bir
şapkası, şemsiyesi ya da bastonu, çocuğun düş gücünde, babaya dö­
nüşmek için yeterlidir. El çantası, pabuçlar ve dudak boyası da anne
olmak için aynı işi görür. Oyuncakçılarda polis ya da pilot olmak için
miğferler, demiryolu kondüktörü olmak için kasketler, kızılderili ol­
mak için tüy süsler, hemşire için kepler ve formalar bulunur. Çocuk
için giysi, hayran olunan herhangi bir örnek kimseye dönüşmek için
kullanılan büyülü araçtır. Cinsel farklılıklar bu giysi değiştirmede, en
azından kız çocukları için, daha önemsiz bir rol oynar. Ö nemli olan
yaş, önem ve statü gibi farklılıklardır.

15. Özgün bir olguda ölçüsüz derecede su içmek de görülmüştür.


ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 1 54

Kız çocuklannda oyun dışında d a penis haseti döneminde erkek


giysilerine düşkünlük o denli yaygındır ki artık yaşa uygun bir durum
olarak kabul edilmektedir. Anne babalar, kızlan bütün koşullarda, ço­
cuklar arasındaki toplantı ve oyunlarda bile dişil giysileri giymeyi
reddetmeye, hatta gelin olmayı dahi istememeye koyulduğunda telaş­
lanmaya başlar. Ama penis hasetinin, erkek olma dileğinin ve dişilli­
ğe karşı savunmanın anormal ölçüde yükselmiş olduğu durumlarda
bile, erkek çocuk giysisi içindeki kız çocuğu, erkek giysisi içindeki
bir yetişkin kadınla aynı konumda değildir. Bu ikincinin tutumu, doğ­
rudan doğruya cinsel yaşamın dışavurumuna ve orgazmik haz duygu­
lan sağlamaya yöneliktir. İlkindeyse cinsel uyanlmadan çok oğlanla­
nn kızlardan daha becerili olduklan durumlara karşı bir kıskançlık ve
imrenme, çocuğun fantezisinde hadım edilmeye yol açtığı düşünülen
mastürbasyon karşısındaki suçluluk duygulan ve hadım edilme fante­
zilerinin yadsınması önemlidir. Fallik kızlann erkek kılığında dolaş­
ması denilen şey, hem eril çabalannın hem de savunma örgütlenişinin
parçasıdır.
Oğlan çocuklardaki transvestitizm aynı koşullan izlemez. Bugün­
kü törelerimizde, erkek çocuklara dişil giysiler hiçbir gelişim evresin­
de anlaşılır sayılmaz, hoş görülmez. 16 Böyle bir düşkünlük gene de
görülürse bu gelecekteki bir cinsel sapıklık belirtisi olarak kaygı
uyandınr. Bu tür olgulardan birçoğunda bu sapma açıklanabilmiştir.
Kimi çocuklardan elde edilen klinik bulgular da birbiriyle uyuşmakta­
dır. 1 7
Semptom, yani dişil giysiye düşkünlük, bu deneyimlere göre üçün­
cü ve beşinci yaşlarda belirir. Ancak tek başına değil diğer dişil tu­
tumlarla, örnekse açıkça kız olma isteğini, bir kız adıyla çağınlma is­
teğini dile getirmek; bebe'<lerle ya da kızların kendisiyle paylaştığı
oyuncaklarla oynamayı yeğlemek gibi davranışlarla birlikte ortaya çı­
kar. Aranan ve istenen ya da gerçekten giyilen giysiler ve iç çamaşır­
lan genellikle anne ya da kız kardeşe, bakıcı kıza, vb. ait olabilir;
özellikle dişil, dantelli ve süslü giysi ve çamaşırlar yeğlenir. El altında
böyle giysiler bulunmadığında, çocuk kendi giysilerini kız elbiseleri­
ne çevirmeye çalışır; örnekse bele oturan, beli ince gösteren bluzlar
giymek gibi yöntemler kullanılır. Kimi çocuklar bu giysilerle görü-

1 6. Daha elli yıl öncesine kadar oğlan çocukları 2. ya da 3 . yaşlarına kadar kız çocuk-
lar gibi giydirmek adetti . •

17. Bu bulgular Harnpstead Çocuk Terapisi Kliniği'nde, muayenede ya da analitik te­


rapide elde edilmiştir.
PATOLOJiK ÇOCUK GELiŞiMi 1 155

nürler; kimileriyse edindikleri bu tür giysileri saklayıp gizli gizli, ya­


tağın içinde, vb. giyerler. Anne babalar duruma el koyduklarında ço­
cuk bu davranışı inkar eder ya da bunları akılcı gibi görünen yoldan
açıklamaya girişir; veya bu çabalan engellenecek olursa, "yürek par­
çalayacak" kadar ağlamayaı s başlar.
Tekil olguların dış koşullan arasındaki benzerlikler gözden kaç­
maz. Neredeyse her durumda ya anne bir kızını oğluna açıkça yeğle­
mektedir ya da çocuğun doğumundan önce bir kız çocuğu beklemiş­
tir. 19 Sık sık anneler oğullarının tutumuna yardımcı olur, onlara dişil
giysiler satın alırlar. Bunu örneğin çocuklar arasındaki çekişmeye son
vermek için yaparlar. Söz konusu çocukların özgeçmişinde çoğu za­
man bir nesneden ayrılış, nesne yitimi; örnekse annenin yitimi, bir ba­
kıcı kızdan ayrılma gibi travmalar vardır.
Analitik malzemeden hareketle görünür belirtilerin bir dizi nedeni
ortaya çıkarılabilir: yeğlenen kız kardeşin rolüne girerek anne sevgisi­
ni kazanmak, annenin batın için fallik erilliğin yadsınması, yitirilmiş
bir dişil sevgi nesnesinin kısmi özdeşleşme yoluyla tutulması. Kızlar
gibi oğlanlarda da libido ekonomilerinde nicel değişiklikler söz konu­
su olur. Yalnızca dişil öğelerin özellikle ve belirgin şekilde güçlenmiş
olduğu durumlarda erkeklikle övünme, erkekçe giyim, vb. o denli ge­
riye çekilebilir ki bu semptom ortaya çıkabilir. Böyle bir güçlenmenin
ve gerilemenin bulunmadığı durumlarda kız kardeşe yönelik aynı kıs­
kançlığı, annenin sevgisini kazanmaya çalışmayı, onunla özdeşleşme­
yi, vb. dışavurmanın başka yollan bulunabilir. Transvestitizmin bir
başka kaynağı çocuğun, nesnenin bir parçasının nesnenin tümünün
ikamesi olarak kabul edildiği bir evreye saplanıp kalmasıdır. Bu evre­
de, erkek ya da kadın bedeninden bu bedeni örten giysilere geçmek
kolaydır. Flugel'e göre ( 1930) elbise simgeciliği bu evreye dayalıdır.
Çocuk transvestitizminin yetişkin sapıklığının öncülü olarak görü­
lüp görülemeyeceği sorusu bu açıklamalardan hareketle kolayca ya­
nıtlanamaz. Herhalde çocuğun bu semptomatik davranışı çoğu olguda
erillik ve dişillik arasındaki çatışmayla ilgili öbür uzlaşma oluşumla­
rından daha ciddiye ya da daha hafife alınamaz. Kızlarda bu belirti pe­
nis haseti evresine bağlıdır ve bu evrenin ardından kaybolur. Oğlan­
larda ise anal dönemin edilgin-dişilliğine, negatif Oidipus kompleksi-

18. Bu bilgi çocuğun annesinden alınmıştır.


1 9 . Ya da küçük bir hastanın sözleriyle "Annem erkekleri sevmez çünkü babamı sev­
mez."
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 1 56

ne veya bu tavırlara gerilemeye bağlıdır. Transvestitizm ayrılık kay­


gısı, sevgi nesnesinin yitiminden korku ve hadım edilme kaygısı gibi
korkulara karşı savunmalara bağlı olduğunda bu korkuların en yüksek
olduğu evrelerden sonra ortadan kalkması beklenir.
Bunların yanında çocuksu transvestitizmin bu amaçların hiçbirine
yönelik olmadığı, çocuk cinselliğinin taşıyıcısı olarak güçlü bir cinsel
heyecanın bütün belirtileriyle birlikte görüldüğü olgular da vardır. Bu
semptom o zaman yetişkin sapıklığına eşittir ve bir olasılıkla o şekil­
de sürecektir.20 Bu bakımdan tehlikede olan çocuklar olasılıkla trans­
vestitizmi gizlice, akşamlan, yatakta uygulayanlardır. Az çok zararsız
olan ve kaygı verici olan olgular arasındaki aynın gene de kolay de­
ğildir. Çocuklar cinsel uyarılmadan başka nedenlerle de gizlenme ge­
reksinimi duyabilirler. Yalnız transvestitizme mastürbasyon ve erek­
siyonun refakat ettiğinin kesinlikle saptanabildiği durumlarda, geçici
bir belirti değil de sürekli bir semptomun yani gelecekteki bir sapkın­
lığın başlangıcında olduğumuzu düşünebiliriz.

Çocuklukta Fetişizm
Görünüşte sapık olan davranışın bir yandan bir savunma aracı olarak,
öte yandan cinsel gereksinimlerin dışavurumu olarak taşıdığı iki yan­
lılık, psikanalitik literatürde bol bol incelenmiş olan2 ı çocuk "fetişiz­
mi" söz konusu olduğunda daha da belirgindir. Kimi görüş farklarına
karşın yazarların çoğu "çocuk fetişizmi yetişkinlerdekinin benzeri ol­
sa da" çocukların fetişlerinin "kimi olgularda yetişkin fetişizmine yol
açan, kimilerindeyse yol açmayan bir sürece bağlı " olduğu konusun­
da fikir birliği içindedir (Sperling, 1963). Wulff ( 1 946), "Oidipus-ön­
cesi evredeki ... bu patolojik belirtilerin çocuğun ketlenmiş ya da do­
yurulmamış dürtülerine yönelik tepki oluşturmalardan başka bir şey
olmadığı"nı ya da "fetişist davranışlar çocuklarda sık olsa da" bunla­
rın temelinde yatan psikolojik yapıların "yetişkin fetişizminden farklı
olduğunu" vurgulayarak belirtirken aynı görüşü temsil etmektedir.
Her iki yazarın açıklamaları, aynı tanımlamayı hem çocuk hem de ye­
tişkinlerdeki görünüm türleri için kullanmanın ve aynı görünür yüze­
yin ardında aynı metapsikolojik yapının bulunduğunu varsaymanın

20. Yetişkinlerin analizinde böyle semptomlar çoğunlukla 3., 5. yaşa kadar geri götü­
rülebilir.

2 1 . Aynnblı bir bibliyografya için bkz. Melitta Sperling ( 1 963), 'Çocuklarda Feti­
şizm".
PATOLOJiK ÇOCUK GELiŞiMi 1 1 57

anlamsızlığı konusunda hiçbir kuşkuya yer bırakmamaktadır.


Burada çocuklar ve yetişkinler arasında ortak olan şey, kendinin ya
da bir başkasının bir beden parçasına büyük nesne libidosu yatırmak­
tır. Bu yatırım sonucunda bu şey ya da vücut parçası bir kısmi nesne
rolü oynamaya başlar ve söz konusu kişi için vazgeçilemez olur. Ye­
tişkin fetişistlerin analizlerinde fetişin bilinçdışı anlamını bulmak pek
zor olmaz. Birçok erkeğin fetişi fallik annenin hayali penisidir; bire­
yin cins�l tatmini bu fetişe bağlanmıştır. Edilgin eşcinsellerin fetişle­
ri, daha önce de belirtildiği gibi babanın bireyin kendi erkekliğinin
yerini almış olan fallusudur. Bu olgularda da cinsel uyarım ve doyum
fetişin bulunuşuna ve görülmesine bağlıdır. Fetiş zorlantılı bir şekilde
aranır; buna ulaşılamadığında eşcinsel kendini boş, hadım edilmiş
hisseder ve cinsel yoksunluktan yakınır.
O halde yetişkinlerin fetişlerinin cinsel yaşamdaki rolleri kuşkuya
yer bırakmayacak ölçüde açıktır. Bu onlarda bütün cinsel uyarılmanın
ve boşaltım olanaklarının çevresinde döndüğü şaşmaz merkezdir. Ço­
cukta ise bambaşkadır; fetişsi nesne ulaşılmış olan gelişim aşamasına
göre her türlü anlamı taşıyabilir, her türlü ben ve id amacına hizmet
edebilir. Örnekse bebek için oral haz doyumunun sağlamasını ve haz­
zın sürekliliğini güvenceye alarak çocuğun ayrılık kaygılarını gider­
mesi koşuluyla her şey aşın bir yatının nesnesi olabilir ve vazgeçil­
mez hale gelebilir. Wulffa göre ( 1 946) fetişin değeri, onun "annenin
vücudunun ve özellikle de anne memesinin" yerini alabildiği zaman­
lardan kalmadır. Bu tür fetişler bir sonraki aşamada "geçiş nesnesi"
(Winnicott, 1 953) olarak çocuğun kendi bedeni ile dış dünyanın bir
nesnesi haline gelmekte olan anne vücudu arasındaki köprüyü oluştu..:
rabilecek bir oyuncak, battaniyenin köşesi ya da küçük bir yastık gibi
yumuşak bir cisimle yedeklenir. Winnicott'a göre bu geçiş nesnesi dö­
nemi "normal duygu gelişimi" sürecine ilişkindir ve nedeni annede
değil, çocuğun kendisindedir. Melitta Sperling'e ( 1 963) göreyse bura­
da, suçun annenin bilinçdışı duygu ve yönelişlerinde olduğu bir "duy­
gu gelişimindeki özgül bozukluk ve bunun patolojik dışavurumu" söz
konusudur.
"Geçiş nesneleri" ve "fetişsi" nesnelerin, akşam uykuya dalmakta,
çocuğun ilgisini dış dünyadan geri çekmekte, yani uyku durumuna
hazırlanmakta ve uykuyu sağlamakta önemli bir rolü vardır. Çoğu ço­
cuk, böyle önemli bir nesne herhangi bir nedenle ulaşamayacağı bir
yerdeyse, yeri değiştirilmiş ya da yitmişse uykuya dalamazlar. Birçok
anne çocukların ağlama ve sızlanmasını sona erdirebilmek için büyük
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 1 58

bir istekle bu nesneyi ararlar. Melitta Sperling, "aslında değersiz olan


bir nesnenin çocuk için annenin kendisinden daha önemli olabili­
şi "nin nasıl olduğunu sormakta ve bundan, böyle bir yer değiştirme­
nin "annenin müdahalesi olmaksızın" kendiliğinden gerçekleşemeye­
ceği sonucuna varmaktadır. Burada Winnicott'un ileri sürdüğü karşıt
gerekçe daha akla yakın görünmektedir: Geçiş nesnesi, hem kendine
yönelik erotizme, hem nesne sevgisine yarayan ikili yüklenimi nede­
niyle çocuğu doyurmakta ve sakinleştirmektedir. Aynca, annenin ak­
sine kendi istencinin olmaması, gelip gibnemesi ve ondan korkulma­
sının gerekmemesi gibi faydalı bir özelliği de vardır. Sperling'in, "an­
nenin fetişist davranışa yol açtığı ve fetişin seçimini birlikte tayin etti­
ği" savına karşıt olarak, çocuğun kendine yönelik erotizm, narsisizm
ve nesne sevgisi arasındaki gelişime bağlı gidip gelmeler ile çakışma­
sa annenin faaliyetlerinin bu konuda tümüyle etkisiz kalacağını sa­
vunmaktadır.
Fetiş nesnenin libido gelişimindeki rolünden başka çocuğun çok
yönlü sapıklığıyla daha birçok ilintisi vardır. Dokunmak, ritmik ola­
rak okşamak, didiklemek, yumuşak yüzeyi ovuşturmak ciltte haz duy­
guları uyandırmaktadır (deri erotizmi). Kokusu, özellikle de üzerine
bulaşan vücut kokulan, anal bölgeye ilişkin bir haz da sağlar. Burada
karşı cinsin kullanılmış giysi ve çamaşırlarının fetiş olarak kullanıldı­
ğı transvestitizmle de ilintisi vardır. Anal sadizm evresinde geçiş nes­
nesinden vazgeçilemez çünkü çocuğun bütün çift-değerliliği onun
üzerinden anlatım bulabilir. Fallik devrede fetiş sonunda kendinin,
babanın penisinin ya da annenin hayali penisinin yerini alır.
Bu çocuksu yalancı fetişizmin, gelecekteki sapıklığın ne ölçüde
öncülü olacağını söylemek kolay değildir. Yetişkin fetişistlerin anali­
zi, fetişlerinin kökeninin erken çocukluk döneminde olduğuna ve o
erken dönemden, hiçbir değişiklik olmadan yetişkin yaşama alınmış
olduğuna dair hiçbir kuşkuya yer bırakmamaktadır. Ayak ya da par­
mak, belli bir giysi parçası, bir eldiven, anneden yayılan belli bir koku
ya da ses bireyin bütün yaşamı boyunca cinsel olarak uyarılması ve
boşalması için vazgeçilemeyen bir koşul olarak kalır. Ama çocukların
gözlemi ve analizi çocuk fetişlerinin yetişkin sapıklıkla oranlanama­
yacak kadar sık görüldüğünü göstermektedir ki bu da çocuktaki feti­
şist davranışın yalnız belli bir gelişim evresine bağlı olduğu ve olgula­
n n büyük çoğunluğunda bu evrelerin geçilmesiyle kaybolduğu yani
aşıldığı anlamına gelir.
Geçici ve kalıcı fetişizm türleri arasındaki ayrımın tek dayanağı bu-
PATOLOJiK ÇOCUK GELiŞiMi 1 1 59

rada da "geçiş nesnesi "nin ben ve savunma çabalarına yaradığı durum­


larda göıiilmeyen cinsel uyarılmadır. Çocuk cinsel yaşamının odak
noktası olan fetişin gelecekte de bu konumda kalması olasılığı vardır.
Bu tür çocuk olguları psikanalitik literatürde hayli sık tanımlanmış­
tır.22

Çocuksu sapıklıklann tahmin bakımından önemi: Daha önce belir­


tilen incelemeler analistleri karşılaştırmalı çıkarsamalardan sakınma­
ya davet etmektedir. Belirtilen bağlamlarda zaman ya da şiddet bakı­
mından normdan sapan bir kısmi dürtü bir yandan genital bölgelerin
egemenliği altına alınabilir ama öte yandan da merkezi konumunu ko­
ruyarak gelecekteki bir sapıklığın çekirdeğini oluşturabilir. Bunun ge­
lecekteki durumunu ergenlikten önce kararlaştırmak olası değildir; o
zaman bile böyle bir saptamada bulunmak şu aşağıdaki koşullara bağ­
lıdır:
......

1 . Genitallik öncesi kı!!mi dürtülere ve ergenlikte ortaya çıkan genital


uyarımlara;
2. Gelişim sırasında genitallik öncesi saplanma noktalarında takılıp
kalmış olan libido miktarına ve bunun çekim gücünün genitallik
üzerindeki zayıflatıcı etkisinin niteliğine;
3. İleri ve geriletici çabaların güçler dengesine, yani büyük olma iste­
ğinin çocuksu haz kaynaklarına sıkı sıkı bağlanma dileğinden daha
güçlü olup olmamasına;
4. Ergenin ilk genital nesne ilişkilerinin başarılı ya da başarısız oluşu­
na.
Yukarıdaki nitel etmenler ve onlara eklenen diğer nicel etmenleri,
gelecekteki sonucun ne olacağına dair tahminde bulunmayı zorlaştır­
makta ve güvenilir olmaktan çıkarmaktadır.

22. Bakınız Melitta Sperling, 1 963; A. Freud ve S. Dann, 195 1 . Bu ikinci çalışmada
doyumunu zorlantılı parmak emme, zorlantılı mastürbasyon, kendine yönelik erotizm ve
fetişizmde bulan yetim ve grupta büyümüş olan 4.5 yaşındaki bir oğlan tanımlanmakta­
dır. "Öbür çocuklann banyoda asılı duran sabunlanma bezlerini emme alışkanlığını edin­
mişti ve onlan emerken bütün konsantrasyonunu bu uğraşıya veriyordu ... Çocuklann sa­
bunlanma bezleri ve alt bezleri onun fetişleriydi. Emerlcen bezlerle burnunu da okşuyor­
du. Alt bezini birden kucaklıyor ya da bacaklannın arasında sıkıştırıyordu. Gezmeye git­
tiğinde yetimhaneye dönmek için sabırsızlanıyor ve dönünce sevinçle 'Bezler, bezler,' di­
ye bağırarak hemen banyoya koşuyordu." Fallik uyanlması ve fallik mastürbasyonu ko­
layca gözlenebiliyordu. Ama fetişin kendisi hiç de fallik bir simge değildi. Aynı sabun­
lanma ya da alt bezleri temiz, yıkanmış yani kokusuz olduklan zaman bütün çekicilikleri­
ni yitiriyorlardı. Buradan hareketle kokuyla uyanlma durumunun belki de bebek mamala­
nnın oral doyum sağlayışına bağlı olduğu söylenebilirdi.
6

Terapi Yolları ve Olanakları

Psikanalitik bir çocuk polikliniği' çocukluğun bütün psikopatolojisi­


ni, bütün çevresiyle ve çerçevesiyle görebilme olanağını sağlamakta­
dır. Kliniğe getirilen vakalar bir uçta bilinen gelişim ve eğitim bozuk­
lukları, okul başarısızlık.lan ve olgunlaşma sürecinde yavaşlıklar gibi
olgularla başlar; travmaya uğramış ve baştan çıkarılmış olanları, ger­
çek çocukluk nevrozlarını kapsayarak öbür uca, organik açıdan zede­
lenmiş olanlardaki ağır ben ve dürtü bozukluklanna, · suçluluk ve psi­
kozun sınır vakalanna, otistik çocuklara, vb. kadar uzanır.
Analiz çalışması iki noktaya yöneltilmiştir: terapi ve araşbrma.
Aynı teknik önlemler her ikisine de yarar, duruma göre bu amaçlar
yan yana ilerler, bir arada akar; ya da yer değiştirerek sırayla biri diğe­
rinden daha fazla ön plana çıkar. Kimi vakalarda çocuk analisti, anne
babaya yönelik danışma hizmeti ve eğitim yardımı zamanında yapıla­
bilmiş olsaydı, yani dış koşulların düzeltilmesiyle daha iyi iç gelişim
olanak.lan sağlanabilseydi, zaman alan analitik terapiden tasarruf
edilmiş olacağı duygusuna kapılır. Başka vakalarda ise güvenle tanı
koyar ve analizin çocuğun terapisinde en uygun yöntem olacağından
hiçbir kuşku duymaz. Daha başka kimi vakalardaysa bilinmeyen ve
bilinemeyen faktörler öne geçmektedir. Analist o durumlarda kendi
yönteminin karanlığı aydınlatmakta öbürlerinden daha uygun olduğu
kanısıyla yetinmek zorundadır. Ancak bu hastalık türlerinde genetik,
dinamik ve libidinal-ekonomik koşullar üzerinde bilgi edinildikçe
bunları çocuk psikopatolojisi içinde sıralayıp yerleştirmek; tanı ve
tahmine dayalı olarak en uygun terapi yöntemini önermek mümkün
olabilecektir.
Bir çocuk analizinin istenen amaca ulaşamaması durumunda başa­
rısızlığı uygunsuz dış koşullara; örnekse analistin terapi yeteneğinde-

l . Hampstead Çocuk Terapisi Kliniği gibi.


TERAPi YOLLARI VE OLANAKLAR! 1 161

ki eksikliğe, anne babanın işbirliğindeki yetersizliğe, terapi süresinin


kısalığına; bedensel hastalıklar, kaderin darbeleri, ailedeki zedeleyici
olaylar, terapistin değişmesi gibi koşullara yüklemeye eğilimliyiz.
Analiz işe yaradığındaysa bu sonucu doğal karşılar; aynı yöntemin,
bu kadar çok hastalık türünde nasıl olup da aynı şekilde uygulanabil­
diğini kendimize sormayız.

YET İ Ş K İ N LE R İ N K L A S İ K P S İ K A N A L İ Z İ .
UYGULAMA ALANI VE TANIM

Psikanalizin başlangıçtaki asıl uygulama alanı yetişkin nevrozları, bu­


na denk düşen çocuk analizi alanı da çocukluk nevrozuydu.2 Yetiş­
kinlerden edinilen deneyim arttıkça analistin çalışma alanı da genişle­
miş3 ve küçük teknik değişikliklerle4 psikozlara, sapıklıklara, bağım­
lılıklara ve çeşitli
.....
suçluluk biçimlerine de ulaşmaya başlamıştır. O
günden beri benzeri bir gelişim çocuk analizi alanında da izlenebil-
mektedir.
Yetişkin analizi söz konusu olduğunda psikanalitik literatürde son
30 yılda psikanalitik yöntemin kuram ve uygulanışı üzerine, analizin
işlettiği süreçlerin açıklanmasına ilişkin artan sayıda çalışma bulmak
mürnkündür.5

2. Daha başından itibaren çocuk analizini ağır ben bozukluklarında ve psikozlarda


kullanan Melani Klein ve takipçileri bunun istisnasıdır.
3. Bkz. Sempozyum ( 1954), "The Widening Scope of Psychoanalysis".
4. Ya da "parametreler" ile, bkz. K. R. Eissler, 1953.
5. Teker teker yazarları ve düşüncelerini saymak yerine aşağıda bu tema üzerinde du­
ran sempozyumların bir listesi verilmektedir.

1936: XIV. Uluslararası Psikanaliz Kongresi, Marienbad. "Terapi Sonuçlarının Kura­


mı Üzerine Sempozyum" (Glover, Fenichel, Strachey, Bergler, Nunberg, E. Bibring), lnt.

Zf PsA , XXIII, 1 . Tek tek katkılar için bkz. Sempozyum ( 1937).


1 952: Aınerican Psychoanalytic Association Kış Toplantısı, New York. "The Traditi­
onal Psychoanalytic Technique and lts Variations" (Orr, Greenacre, Alexander, Weigert),
J. Amer. Psychoanal. Assn. , 2. Panel raporu için bkz. Zetzel (1 953). Tek tek katkılar için
bkz. Sempozyum ( 1954a).
1 953: American Psychoanalytic Association, Yıllık Toplantı, L. Angeles. "Psychoa­
nalysis and Dynamic Psychotherapy" (E. Bibring, Gill, Alexander, Frornm-Reichmann,
Rangell), J. Amer. Psychoanal. Ass. , 2. Panel raporu için bkz. Rangell ( 1 954); tek tek kat­
kılar için bkz. Panel ( 1954b ).
1 954: Arden House'da düzenlenen sempozyum, New York, "The Widening Scope of
Indications for Psychoanalysis" (Stone, Jacobson, A. Freud), J. Amer. Psychoanal. Ass., 2.
Tek tek katkılar için bkz. Sempozyum ( 1 954).
1 957: Sempozyum, Uluslararası Psikanaliz Kongresi, Paris, "Variations in Classical
Psychoanal. Technique" (Greenson, Loewenstein, Bouvet, Eissler, Reich, Nacht), lnt. J.
Psychoanal., 39. Tek tek katkılar için bkz. Sempozyum ( 1958).
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 1 62

Tanışmalara yapılan katkılardan analitik terapinin amaçlarıyla ilgi­


li olarak aşağıdaki noktalar çıkarulabilmektedir:
- Analizin bir amacı id, ben ve üstben arasındaki karşılıklı etkileşimi
değiştirmektir (E. Bibring, 1 937);
- Analitik terapi, savunma süreçlerini geriye çekmek ya da değiştir­
mek ve "benin bozulmamış ve değişmemiş id ürünlerine karşı daha
hoşgörülü olarak eğitilmesini sağlamak" için çabalar (Fenichel,
Sempozyum, 1 937);
- Analiz üstbenin hoşgörüsüzlüğünü azaltır (Strachey, Sempozyum,
1937);
- Analizin amacı hastanın kişiliğinde ruh içi değişimler sağlamaktır
(Gill, Panel, 1 954b);
- Analistin amacı, hastanın içgörüsünü, kendi nevrotik çatışmalarına
kendi çözümlerini bulabilecek, ben, id ve üstbende sürekli değişik­
likler yapabilecek ve böylelikle benin öbür yapılar üzerindeki ege­
menliğini sağlamlaştıracak duruma getiİ'mektir (Greenson, Sem­
pozyum, l 958).
Bunlar ve adı burada sıralanamanuş olan daha birçok yazar anali­
zin terapötik etkisinin her şeyden önce id, ben ve üstben arasındaki
güçler dengesini değiştirmekte, bunların karşılıklı hoşgörüsünü artır­
makta ve böylece daha iyi bir ruhsal denge oluşturmakta yattığı üze­
rinde fikir birliği içindedir. Terapinin amacına dair bu tanımlar, anali­
ze gelmiş olan hastanın yakındığı bozuklukların her şeyden önce ruh­
sal çatışmalara bağlı oldukları, olabilecek diğer bütün patolojik etken­
lerin, çatışmanın patojen etkisinden çok daha geride durduğu varsayı­
mına dayalıdır.
Bu yazarlara göre çeşitli teknik önlemlerin değeri, her önlemin yu­
karıda tanımlanan terapi amaçlarına ne ölçüde yararlı olduğuna bağlı­
dır.
Ç O C U K A N A L İ Z İ N İ N G E RE K Ç E L E R İ

Yukarıda verilen tanımlamalar yetişkinlerin analizlerinden elde edil­


miş olmakla birlikte çocuk analisti için de daha az önemli değildir.
Adı geçen tanımlamalar çocuk analizini ruhsal çatışma, ruhsal bozuk­
luk ve ruhsal tedavi arasındaki aynı ilişkilerin kendi çalışma alanında
da geçerli olup olmadığını araştırmaya iter. Sonuçta çocuk analizini
klasik yetişkin analiziyle bir arada ele almak, her iki yöntemin aynı
önkoşullara sahip olup olmayışına ve aynı temel ilkelere dayanıp da­
yanmadığına bağlıdır.
TERAPi YOLLARI VE OLANAKLAR! 1 163

Çocuk Analizinde Ruhsal Çatışmalar


Analiz ve "normal" çatışmalar (Tanı kategorisi 1)
Daha önce aynntılı olarak belirtildiği gibi iç çabşmalar, kişiliğin daha
yüksek bir gelişimi için olmazsa olmaz bir normal belirtidir. Bunlar
çocukta önce id ve ben, daha sonra da ben ve üstben birbirlerinden ay­
nşmaya başlayınca, yani her ruhsal yapı kendi özgün amaçlannı izle­
meye başladığı andan sonra fark edilir.
Normal olarak yapılar arasındaki aracı rolünü üstlenmek ve arala­
nnda dengeyi sağlamak benin işidir. Fakat bu görev, çocuklukta an­
cak anne babanın desteği ve yardımıyla yerine getirilebilir. Böyle bir
yardımın olmadığı durumda çocuk bir şaşkınlık ve çaresizlik içinde
kalır ve bu durum analizi zorunlu kılabilir. O zaman çocuk analizinin
görevi çocuğun ortaya çıkan zorluklannı kelimelere dökmek, bilinç­
dışı olmalan hallnde bunlan yorumlamak, ortaya çıkan kaygılan gi­
dermek, gereksiz savunma önlemlerini bunlar gelişmeyi felç etmeden
önce geriletmek, dürtülere boşaltım ve dışavurum yollannı açmak ya
da açık tutmaktır. Bu tür analitik çalışma sözcüğün tam anlamıyla bir
eğitim ve gelişim yardımı etkisi yapar. Bu bağlamda, her çocuğun, is­
ter hasta ister sağlıklı olsun, yaşamın erken yıllannda bir analizden
fayda sağlayacağı varsayımı doğrudur. Yine de, çocuk analisti, terapi­
nin aslında bir yandan çocuğun beni, öte yandan anne babası tarafın­
dan yerine getirilmesi gereken bir görevi üstlendiği hissine sık sık ka­
pılır.

Analiz ve gelişim bozuklukları (Tanı kategorisi 2)


Çocuğun içsel dengesindeki bozulma dürtü ve benin gelişim sürecin­
de birbirlerine ayak uyduramamalan raddesine vardığı zaman anne
babalann çaresizlik duyup terapiye başvurmalanna hak verilebilir.
Yukanda tanımlandığı gibi6 ben ve üstbeni erkenden gelişen çocuklar
oral ve anal kısmi dürtülerin saldırgan ve zalim içerikleriyle karşı kar­
şıya kaldıklannda iç çabşmalardan acı çekerler. Her ne kadar dürtüler
yaşa uygun olsa da çocuk bu durumlan bene uygun olarak algılamaz
ve bu yüzden kendini bunlara karşı savunmak zorunda kalır. Durum
bunun tersine olduğunda, yani ben gelişmesi dürtü gelişmesine oranla
daha yavaş olduğunda ise çocuğun beni genitallik öncesine ait dürtü­
ler karşısında çaresiz kalacakbr.
6. Bkz. 4. Bölüm.
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 1 64
Öznel acı duygularına ve ortaya çıkan semptomlara rağmen böyle
olgularda da bir terapinin lehine ya da aleyhine karar verebilmek hiç
kolay değildir. Dürtü ve ben gelişimleri arasındaki uzaklık bir sonraki
yaş döneminde analiz olmadan da kendiliğinden kapanabilir; öte yan­
dan, bu durumun uzaması halinde daha ağır sonuçlar vermemesi için
analizin zorunlu olması da mümkündür.
Tanı koyan burada henüz tamamlanmamış olan gelişimlerin sonuç­
larını önceden görebilmek gibi ağır bir görevle karşı karşıyadır.

Çocuk analizinin uygulanım alanı olarak çocuk nevrozu


(Tanı kategorisi 3)
Tanı koyan böyle kuşkulara yer bırakmayan bir çocuk nevrozuyla
karşılaştığında rahatlar. Analist, metapsikolojik olarak nevrozun ya­
pısını çok iyi tanımaktadır. Burada çocukla yetişkinler arasındaki fark
yalnızca bunu başlatan nedendir; bu neden çocuklarda Oidipus evresi­
nin çatışmalarında bulunur. Semptomatoloji ele alındığında gerek ço­
cuk, gerekse yetişkin nevrozunda aynı oluşum dizgesi söz konusudur.
Bu sıra yadsınma, dürtünün engellenmesi, hadım edilme tehdidi,
muhtemel sevgi yitimi gibi yaklaşan bir tehlikeden nesne yitimi kay­
gısı, sevgi yitimi kaygısı, hadım edilme kaygısı, suçluluk duygusu gi­
bi bir kaygıya; korkudan libido gelişiminin daha erken dönemlerinde­
ki bir saplanma noktasına gerilemeye; bu gerileme nedeniyle genital­
lik öncesi dürtülerin ortaya çıkmasına ve bunlara dayanılamayışına;
bu yüzden de bu dürtülerin benle yeniden barıştıracak savunma süreç­
lerine başvurmaya; bu savunma çabalarının işe yaramayışı üzerine de
dürtü ile ben arasında uzlaşmaya ve böylece de semptomların ortaya
çıkışına doğru gider. Analistin terapi sırasındaki rolü de yetişkinler
karşısındakinin hemen hemen aynıdır. Çocuğun benine yürüttüğü bu
içsel savaşta yardım edebilir ve uygun koşullarda çocuk bu yardımı
sevinçle kabul eder.
Çocuğun hangi yaştan itibaren analitik bir terapiyi hoş karşılaması­
nın beklenebileceği sorusu sık sık sorulur. Bunun yanıtı kuşkusuz ki
kronolojik yaşta değil, diğer ilişkilerde bulunmaktadır. Bir benin iç
çatışmalara karışması ve dürtüsel yaşamı uzlaşmaya, yani semptom­
lara zorlaması kendine güvenmeye niyetli olduğunun bir belirtisidir.
Bu durumda en azından kuramsal olarak, bir analistle terapötik bir
birlik oluşturmaya da niyetli olabileceğini çıkarsayabiliriz. Çocukla
böyle bir birlik, nevrotik semptomların çocuğun duygulan açısından
TERAPi YOLLARI VE OLANAKLAR! 1 1 65

hoşnutsuz bulunması ölçüsünde erken kurulabilir. Bir hastalığın nes­


nel ağırlığını saptamak söz konusu olduğunda hiç de iyi bir işaret ol­
mayan öznel acı etmeni, bir çocuğun kendi analizi için ne derecede iş­
birliğine hazır olduğunu tahmin etmekte çok güvenilir bir noktadır.
Çocuklar psikosomatik mide ve bağırsak bozukluklarından, ekzema­
lardan, astım nöbetlerinden, baş ağrılarından ve uyku bozuklukların­
dan acı çekerler; ruhsal olarak fobilerinin neden olduğu korkulardan
ve özgürlüklerinin kısıtlanmasından yakınırlar. Takıntılı çocuklar,
kendilerini zor ve anlamsız hareketlere zorlayan bilmedikleri güçler
karşısında kendilerini çok çaresiz hissederler. Kimi zaman çocuklar
bu duyguları açıkça dile getirebilecek durumdadırlar. Aşağıdaki ör­
nekler bunu göstermektedir. 4.5 yaşındaki bir hasta analistinin önün­
de zorlantılı edimini yaptıktan sonra "Gördün işte, istesem de isteme­
sem de neyi yapmak zorunda olduğumu," der. Ya da okul fobisi olan 6
yaşındaki bir çocttk annesine "Okula gitmek istemediğimi sanma. İsti­
yorum, ama yapamam," der. Birçok kardeşin en büyüğü olan, bastırıl­
mış kıskançlık ve penis haseti yüzünden büyük zorluklar çeken ağır
bir gizillik dönemi çocuğu "Bütün çocuklar uslu; yalnız ben kötüyüm.
Neden ben kötüyüm?" diye şarkı söyler. Bu çocukların bu yolla dışa­
vurdukları, kendilerinin olmak istedikleri gibi olamadıkları duygusu
ve kendi benlerinin, üstbenin buyruklarını yerine getiremediğidir.7
Öte yandan kendi zorlukları üzerinde böyle bir içgörü sahibi olma­
nın, bir çocuğu terapiye hazırlaması da beklenemez. Analizde direnç
ve aktarım ortaya çıkmaya başlar başlamaz içgörüler ortadan kalkar.
Bunlar, yetişkinlerdekinden farklı olarak, süreklilik göstermez; duy­
guların terapi sırasındaki çıkış ve inişlerine, bir analizde kaçınılmaz
olan yadsımalara, düş kırıklıklarına, korkulara, vb. karşı koyabilecek
kadar sağlam değildir.
Yetişkinlerin beni analizde ikili bir rol oynar; terapi sırasında bir
gözleyen ve bir de gözlenen parçaya bölünür. Bu, hastalara birçok
zorluğu aşmakta yardımcı olan ve ancak aktarım nevrozunun doru­
ğunda kendisini aşan duygular tarafından ortadan kaldırılabilen bir tu­
tumdur. Richard Sterba'nın ( 1 934) ayrıntılı olarak tanımladığı gibi be­
nin gözleyen yanı kendini analist ile özdeşleştirir, onun içsel süreçler
üzerindeki artan anlayışını paylaşır ve terapi çalışmasına etkin katkı­
larda bulunur. Çocuktan kendi iç süreçleri üzerinde buna benzer bir
içgörü beklemeye hiç hakkımız yoktur. İçe bakış denilen şey yetişkin

7. Bkz. Bomstein ( 1 95 1 ).
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 1 66

bir yetenektir v e çocuklukta henüz oluşmamıştır. B u yönde katkıların


bulunduğu durumlar normal gelişimden değil, sevgi ve nefret arasın­
daki yükselmiş çift değerlilik; takıntılı çocuk nevrozlarında ve takıntı­
lı kişiliklerde görülen ben ve üstben arasındaki suçluluk duygusu;
özeleştiri ve kendine eziyet gibi patolojik bölünmelerden kaynaklanır.
Böyle olgular sayılmazsa, çocuklar kendi içlerinde olup biteni sa­
yıp dökmeye hevesli değildirler. Meraklan ve araştırma hazları uzun
yıllar dış dünyaya yönelmiş kalır. Ancak ergenlikte, kimi şizoid tip­
lerde kendi kişiliğine ve iç süreçlerine yönelik aşın, çoğunlukla da
eziyetli bir uğraşı görebiliriz.
Çocukların her iç çatışmayı dış dünyadaki bir çatışmaya dönüştür­
me eğilimleri, içgörünün bu iç yaşamdan kaçınmasındandır. Eylemle­
rinde kendi vicdanlarına tosladıklannda, kendi üstbenlerinin yaymak­
ta olduğu suçluluk duygularını hissetrnektense, anne babalarının ço­
ğunlukla çok uzaktaki bir başka itaatsizlik nedeniyle cezalandırmala­
rını yeğlerler. Örnekse, kendi cinsel fantezi ve uğraşlarından kaçın­
maya çalışan gizillik dönemi çocukları, her mastürbasyon eylemin­
den sonra dış dünyanın, anne babalarının, öğretmenlerinin, vb. kendi­
lerine karşı çıkmasını sağlamak için ellerinden gelen her şeyi yapar­
lar. Çocukların suç davranışları, birçok olguda aynı şekilde cezalandı­
rılma aranmasına dayanıyor olabilir.
Benin bildiğimiz savunma düzeneklerinin birçoğu aynı amaca yö­
neliktir. Çocukluk nevrozunda korku uyandıran oral ve anal çabalar,
anne babaya ya da kardeşlere yönelik ölüm arzulan, vb. iç dünyadan
dış dünyadaki kişilere çevrilir, yani yansıtılır. Böylelikle yasaklanmış
olan bir dürtü içsel arzuya karşı sürdürülecek savaş, varsayılan bir
baştan çıkancıya ya da zulmedici kişiye karşı sürdürülecek bir dış sa­
vaşa dönüşür ve çocuk kendini suçsuz hisseder. Burada kullanılan
mekanizmalar özellikle analistin, görünüşte dışardan gelen tehlikeyi
yeniden onun altında yatan; id, ben ve üstben arasında süren iç çatış­
maya dayandırmaya çalışacağı çocuksu fobilerde görülebilir.
Çocuk analisti için çocuğun iç çatışmadan kaçmasının, çocuğun te­
rapiye karşı tutumunu ne ölçüde etkileyeceğini anlayabilmek önemli­
dir. Çocuğun kendi rahatlaması için umduğu şey iç değişiklikler de­
ğil, dış dünyadaki değişikliklerdir. Kendi iç vicdanının bir dış temsi­
linden başka bir şey olmayan bir öğretmenden, kendi dürtüsel arzula­
rının yansıtılmasıyla baştan çıkarıcı olarak algılanan bir sınıf arkada­
şından kurtulmak; aslında yalnızca kendi edilgin mazoşist arzulan ne­
deniyle korktuğu saldırgan arkadaşlardan uzaklaşmak için okulunun
TERAPi YOLLARI VE OLANAKLAR! 1 1 67

değiştirilmesini ister. Böyle "iyileşme girişimlerine" haklı olarak kar­


şı çıkan terapist çocuğun gözünde istenen bir yardımcı olmaktan çı­
kar, yeni ve fazladan bir tehlike halini alır.
Analiste üzüntü verecek şekilde, anne babalar da çok sık olarak ço­
cuğun yanında yer alırlar. Onlar da çocuğun kendisinde olacak deği­
şikliklerden çok, çevrede yapılacak bir değişikliğin etkili olacağına
inanırlar.
Teknik olarak bu tür zorlukları, analizin içinde bastırmalar ve akta­
rımlar nedeniyle ortaya çıkan, ancak yorumlar yoluyla çözülebilen di­
rençlerle karıştırmamak önemlidir. Hastalık içgörüsündeki eksiklik
ve iç çatışmadan kaçış analitik terapinin önündeki engellerdir fakat
çocukluktaki zayıf benin ke�dini büyük korku ve hoşnutsuzluk yığı­
nına karşı savunmasına yarayan normal araçlardandır. Ancak bir ye­
tişkine duyulan güvenin çok büyük olabildiği durumlarda çocuk,
onun yardımıyl.ıı.. iç dünyasının tehlikeleriyle böyle kaçınmalar olma­
dan yüzleşmeye cesaret edebilir.
Burada birçok yetişkin nevrotiğin de hastalık içgörüsünde benzeri
bir yetersizlik; buna uygun olarak da iç çatışmalarının yadsınmasında
benzeri bir eğilim gösterdiklerini söylemek kolaydır. Ama gene de te­
rapi açısından aradaki farklar çok büyüktür. Bu tutumun çok güçlü ol­
duğu yetişkinler yalnızca iç çatışmalarının algılanışından değil aynı
zamanda analitik terapiden de kaçınırlar ve sağlıklarını dış dünyada
bitmez tükenmez çabalarla aramayı sürdürürler. Çocuk analizinin
kendine özgü bir zorluğu da, hastaların, bilerek veya kendi iradeleriy­
le seçmedikleri bir sürece tabi olmaları ve belli taleplerle karşı karşıya
kalmalarıdır.

Çocuk analizinde çocuk nevrozunun değişik bir türü


(Tanı kategorisi 4)
Ben yapılarının gerilemiş olan dürtü ürünlerine karşı koymadığı; ken­
dilerini gerileterek onlara uyum sağladığı, yani daha önceki bir geli­
şim aşamasına gerilediği ve bu yolla id ve ben arasındaki her türlü ça­
tışma olasılığını ortadan kaldırdığı durumlarda; yukarıda değişik bir
tür olarak adlandırılan çocuksuluklar, tipik olmayan bozukluklar, top­
luma uyumsuzluk belirtileri gibi durumlar söz konusu olduğunda; kı­
sacası çocuk iç çatışmasını tam olarak bir çocuk nevrozuyla çözmedi­
ğinde analistle kurulan ilişki çok değişik olacaktır. Böylelikle çocu­
ğun bütün kişiliği daha aşağı bir konuma indirilmiştir ve oluşturulmuş
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 168

olan dengeyi bozacağından hiçbir terapi girişimi istenmez. Analist


böyle durumlarda bir huzur kaçırıcıdan daha fazla bir şey olmayı dili­
yorsa ben ve id arasındaki iç çatışmaları yeniden oluşturmaya çalış­
malıdır; yani kendisi asıl nevrotikleri kurtarmaya çalıştığı aynı çatış­
maları onaylamalı hatta oluşturmalıdır.
Çocuk analizi özelinde, çelişkili görünen bu terapi görevi iki yazar
tarafından ele alınmıştır.
İlk olarak August Aichhom (1925a ve b) genç suçlular karşısında,
onların beni dürtüsel arzulan onayladıkça, kendisinin ve bütün dış
dünyanın yadsınmasına yol açtıkça kendini çok çaresiz hissettiğini
belirtmişti. Bu durumda narsisist bir bağ kurma, gencin kendisiyle ve
kendi değerleriyle özdeşleşmesini sağlama ve çatışmaları böylece
gencin kişiliğinin çekirdeğine iletmeyi çare görmüştü. Böylece bir
suçlu bir nevrotiğe dönüştükçe onun bilinen kurallara göre yürütüle­
cek bir analitik terapiye yatkınlaştığını görmüştü. Aichhom için de,
daha birçok yazarda olduğu gibi iç çatışmaların varlığı bireyin analiz
edilebilirliğiyle eşanlamlıydı.
Benim tarafımdan 1926'da önerilmiş olan çocuk analizine başlan­
gıç aşaması aynı amaca yönelikti. s Çocuğun özel yaşamına ve gizleri­
ne girmeyi amaçlayan ilk yoklayıcı girişimlerin yanında analist bura­
da çocuğun dikkatini kendi içindeki zıtlıklara çekmek ve bunların
yadsınmasına karşı çıkmak görevini de üstlenmektedir. Aichhom'la
birlikte ben de iç çatışmaların algılanmasının ve yeniden yaşanması­
nın, onların yorumlanması ve yeni çözümler aranmasından daha önce
gelmesi gerektiği kanısındaydım.
Başlangıç aşaması yaklaşımını bugün artık kullanmıyoruz. Teknik
olarak, savunma düzeneklerinin ve onlar tarafından bastırılan bilinç­
dışı içeriklerin yorumlanmasının, id ile ben arasındaki çatışmanın yo­
rumlanmasıyla aynı amaca hizmet ettiğini düşünüyoruz.

Özet olarak denilebilir ki bir ruhsal bozukluk çocuğun iç dünyasında­


ki çatışmalardan kaynaklanıyorsa, bunlar ister gelip geçici ve gelişi­
me bağlı, ister nevrotik nitelikte ve kalıcı olsunlar, çocuk analizi
olumlu bir rol üstlenebilir. Çocuğun analiste karşı duyduğu olumlu
duygulara bağladığımız yüzeysel iyileşmeler yani aktarım başarılan
sayılmazsa, kısmi ya da tam iyileşmeler genel olarak bastırılmış mal-

8. Çoğu ı.aman sanıldığının aksine, buradaki amacun kolay aktanin başarılan sağla­
mak değildi.
TERAPi YOLLARI VE OLANAKLAR! 1 1 69

zemenin bilince çıkartılmasıyla, direnç ve aktarımların yorumuyla,


yani sözcüğün tam anlamıyla analitik çalışmayla sağlanabilir.
Gelişim bozukluklarında (Tanı kategorisi 2) iyileşme her şeyden
önce tehlikeli durumların ve kaygıların yorumlanması ve çalışılması,
gerilemelerin düzeltilmesi ve ileriye yönelik gelişimin tıkandığı yer­
den yeniden yola koyulması ile sağlanır. Çocukluk nevrozlarında (Ta­
nı kategorisi 3) kaygı nöbetleri, uykuya dalma törenleri, takıntılı tu­
tumlar, vb., bilinçdışı içeriklerinin bilince çıkarılması durumunda
kaybolurlar. Dokunma zorlantılan ya da dokunma korkuları ancak ço­
cuk bunların mastürbasyonla ya da saldırgan fantezilerle ilgisini anlar­
sa terk edilir. Fobiler oidipal yer değiştirmelerin yorumu sonucunda
çözülür. Travmatik yaşanblara saplanma, travmanın kendisi bilinçli
belleğe getirilebilir ya da aktarım sırasında yeniden yaşanabilir ve yo­
rumlanabilirse çözümlenebilir.
Yukarıda anlatıldığı gibi nevrotik semptom oluşumu çocuğa bir
yandan dürtü yaşamının zayıflamasıyla, öte yandan benin çabaları ve
becerilerinin kısıtlanmasıyla iki yönden zarar verir. Bununla koşut
olarak çocuk analizinin görevi de ikilidir. Savunmayla savunulan ara­
sında gidip gelen yorum çalışması bir yandan korkmuş olan bene, öte
yandan yetersiz doyurulan ve boşalımı elinden alınmış olan dürtülere
rahatlama sağlar. Sonuçta nevrotik çocukların analizinden beklediği­
miz, kişiliklerinin özgürleşmesi, zenginleşmesi ve rahatsız edilmeden
gelişmeyi sürdürebilmesidir.

Nevrotik Olmayan Nitelikteki Bozukluklarda Terapötik Önlemler


Çabşmaya bağlı olan nevrotik bozukluklardan, yani 1 -4 arası tanı ka­
tegorilerinden uzaklaşbkça, çocuk analizinin yöntemleri kullanılabi­
lir ve iyileşme sağlayabilir durumda olsa da, terapi sürecinin ayrıntıla­
rı değişikliğe uğrar.

Psikanalitik yöntemde terapötik öğeler9


Analitik yöntemin analistin en fazla umut bağladığı ayrıntıları direnç
ve aktarımın yorumu, id, ben ve üstbenin bilinçdışı bölümünün zararı­
na olarak bilincin genişletilmesi, bundan sonra da kişiliğin öbür kı­
sımlan üzerindeki ben egemenliği'nin artırılmasıdır. Bu önemli öğeler
yanında, niyet dahilinde olmasalar bile kaçınılmaz şekilde karşılaşı-

9. Bkz. E. Bibring ( 1 954).


ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 1 70

lan başka bir dizi öğe de bulunmaktadır. Çocuk analizinde özellikle


Önbilinç içerikleriyle uğraşmak büyük bir rol oynar. Analist bunlan
çocuk için sözcüklere döktüğünde ve tümüyle bilince çıkardığında bi­
linçdışının her doğrudan yorumuyla ortaya çıkan kaygılan azaltmış
olur. Telkin öğeleri analizden hiçbir zaman tam olarak dışlanamazlar.
Özellikle de analisti hep bir otorite halinde görecek olan çocuk için bu
mümkün değildir. Analizin eğitici denilen işlevi buna bağlıdır. Ço­
cuklar analisti aktanm nesnesi olarak değil de gerçek ve yeni bir nes­
ne olarak aldıklannda, ona olan duygusal ilişkilerini geçmişin açık­
lanması için değil, geçmiş zamanlarda sevgi nesnelerinde yaşadıklan
düş kınklıklannın düzeltilmesi ve zararlann giderilmesi için kullan­
maya başlarlar. Korkulann yüzeysel olarak yatıştırılması da analizde
az çok kaçınılmazdır. Güvenilebilir bir yetişkinin orada olması bile
çocuğun korkulannın yatışması için yeterli etki yapar. Analistin gös­
tereceği dostça paylaşım da buna eklenir.
Kurala uygun bir analiz sürdürmeyi isteyen bir analist, bu analiz dı­
şı araçlann etkisini de analize katmak için elinden geleni yapar. An­
cak çabalannın her zaman başanlı olamayacağını da görmelidir. Te­
rapi yöntemi ve sürecinin seçimi onun ellerindeyse de iyileşme süre­
cinin doğası sonuçta ona değil, hastasının bireysel yapısına, kişiliğine
ve hastalığının özgül türüne bağlıdır.
Ferenczi ( 1 909) Freud'un bir sözünü naklederek nevrotiklerin, ana­
list nasıl bir terapi izlerse izlesin kendi kendilerini aktanmlar yoluyla
iyileştirdiklerini söylediğini bildirir. Buna lçarşılık başka kaynaklar­
dan, kısmen sözlü olarak aktanldığına göre Freud'un şöyle bir izleni­
mi de vardır: Analist hangi araçlan kullanırsa kullansın, hastalar ken­
di hastalık türlerine göre analitik duruma tutunurlar: Histerikler tut­
kun olduklan sevgi ve nefreti analistleriyle doyurmaya çalışarak; ta­
kıntılı nevrotikler mutlak güç dileklerini, hiç değilse hayallerinde ger­
çekleştirmelerine katkıda bulunmuş olan analistlerine yansıtarak; ma­
zoşistler tedavi sürecinden hayali acılar türeterek; sadistler eziyet et­
menin zevkini analistin kişiliğinde yaşayarak; bağımlılar bağımlı ol­
duklan maddenin yerine analisti koyarak, vb.
Buna benzer biçimde K. R. Eissler ( 1 950), ben patolojisiyle ilişkili
olarak, her hastanın kendi bireysel patolojisine uygun şekilde analisti
teknik yöntem değiştirmeye zorladığını ve bu zorlamalar aracılığıyla
hastadaki ben bozukluğunun çıkarsanabileceğini belirtmektedir.
Her iki yazann sözleri kimi değişikliklerle çocuk analizinde de kul­
lanılabilir. Analist olarak terapide bulunan çocuğa, yöntemin içerdiği
TERAPi YOLLARI VE OLANAKLAR! 1 1 71

bütün terapi öğelerini sunarız. Ve sonra da tekniğin hep aynı kaldığı


durumda bile çocuktaki iyileşme sürecinin farklı yollar izlediğini, ya­
ni özgül hastalığa en uygun olan terapi öğesinin çocuk tarafından en
etkin şekilde alındığını görürüz.

Hastalık biçimi, terapötik araçlar ve iyileşme süreci arasındaki ilinti


Çocuğun psikopatolojisine yeni bir düzen vermeye çalışan tanı kate­
gorilerirniz (bkz. 4. Bölüm), aynı zamanda çocuk analizindeki iyileş­
me sürecinin kuram ve tekniği üzerinde de yeni görüşler sağlamakta­
dır. Aşağıdaki satırlarda gösterildiği gibi bozuklukların her biri yalnız
terapinin amacı üzerinde değil aracın etkisi ve iyileşme sürecinin do­
ğası üzerinde de belirleyici bir etkiye sahiptir.
Yukarıda belirtildiği gibi terapi süreci en iyi olarak çocuk nevrozu­
nun çeşitli ön'3şamalarında ve nevrozun kendisinde uygulanabilir.
Burada analitik araçlar, sözcüğün tam anlamıyla değişikliklere ve iyi­
leşmelere yol açarlar. Analist rolüne uygun davrandığı sürece ne tel­
kin, ne eski duygu ilişkilerinin düzeltilmesi, ne korkunun yatıştırılma­
sı önemli bir rol oynar. Nevrotik çocuğun bu araçları yeğlemesi bir di­
rencin ifadesidir; böyle bir anda analizden kaçmak, içgörü kazanmak­
tan daha önemli olarak algılanır. Ancak bu araçların biri veya birkaçı,
çocuk nevrozu üzerinde, analistin i;,'ileşme anlayışını andıran terapö­
tik bir etki yaratamaz. Çocuk terapistleri ve eğitim danışmanlarının
çeşitli psikoterapilerde bu yoldan yapabildikleri şey, id, ben ve üstben
arasındaki karşılıklı ilişkilerde bir değişiklik değil, çok başka ve ço­
ğunlukla yüzeysel süreçlere dair değişikliklerdir; bu çabalar nevrozun
kendisine hiç dokunmazlar.
Nevrotik olmayan bozukluklarda (Tanı kategorisi 5) durum tama­
men değişiktir. Burada bilinçdışının yorumu, aktarım ya da direnç et­
kisiz kalır ya da zaman zaman istenmeyen sonuçlara yol açabilirken,
ikincil araçlar tek tek veya hep birlikte ön plana çıkabilirler.
Örneğin, yorum sonucunda kötüleşme çocukluk psikozunun sınır
durumlarında gözlenebilir. Böyle çocuklarda genellikle aşın bir fan­
tezi yaşamı bulunur. Bu çocukların hayal gücünün verileri nevrotik
çocukların bilinçli fantezilerinin aksine çarpıtmaya uğramamıştır.
Bunlar analist için kolay kavranabilir, kolay anlaşılabilir ve kaygılara,
id içeriklerine ilişkin yeterli bilgi verir. Ama bu fanteziler eğer nevro­
tiklerle aynı yoldan yorumlanacak olursa kaygı ve iç gerilimin düş­
mesine yol açmaz. Tam tersine, analistin şaşkın bakışları önünde yo-
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 172

rumlar çocuğun kendi patolojisi bağlamında kullanılır. Çocuk yalnız­


ca sözcükleri alır ve analistin söylediğinden hareketle dunnadan ge­
nişleyen fanteziler oluşturur. Analist analitik tekniğe ne denli uygun
davranırsa çocuk da o denli beklenmedik davranır. Analisti fantezile­
rinin tanığı haline getirir; ama bu sırada amacı bunlardan kurtulmak
değil onları analistin yardımıyla yaşamak, onunla bir tür folie a deux
(iki kişilik delilik) oluştunnaktır. Çocuk analisti fantezinin içeriğini
yorumlamanın böyle olgularda amaca uygun olmadığını; çalışmanın
önbilinçteki tehlike durumları ve korkulan çocuk adına dile getinnek­
ten ve onun bunları anlamasına yardım etmekten ibaret kalması ge­
rektiğini öğrenir. Bu yolla çocuk adı geçenleri kendi düşünce sürecine
alabilecek ve bilinçli beninin egemenliğini sağlayabilecektir. Sınır
durumlar ile ağır nevrozlar arasında ayırıcı tanı zorluğu çekildiğinde
bu özellik bir işaret değeri taşıyabilir.
Duygu yaşamı ağır bir şekilde zedelenmiş olan çocuklarda fark
özellikle aktarımın yorumundadır. Hastalar analiste yönelik algılama­
larında libidinal aşamanın bütün belirtilerini gösterirler. Burada yo­
rum ancak bozukluğun travmatik bir yaşantıya ya da libidonun görece
daha yüksek aşamalarına gerilemeye dayandığı durumlarda işe yarar.
Zedelenmelerin çok geride kalmış çarpıtma ve yadsımalara dayalı ol­
duğu durumlarda aktarımın yorumu hiçbir etki yapmaz. Öte yandan
böyle durumlarda bile analiz sırasında iyileşme görülür ve çocuklar
aşağı libido evrelerinden üst evrelere ilerlerler. Burada analist için,
iyileşmenin analizin kendisinden kaynaklanmadığını bilmek önemli­
dir. Bu hastalarda terapötik olarak etkiyen yetişkinin sabırlı, paylaşan
ve hiçbir şeyle eksilmeyen ilgisidir. Bu, eğer çok geç kalınmamışsa
çocukta yankı bulur ve libido kalıntılarını yeniden gelişme yönünde
uyarır. Burada çocuk analizinde karşılaştığımız şey aslında geçmişin
analizi değil, düzeltilmesidir. ıo
Ağır zeka bozuklukları olan çocuklarda burada incelenen farklar
korkunun giderilmesinde görülür. Böyle hastalar büyük ölçüde arkaik
korkularla ezilmektedir. Ben işlevlerinin geri kalmış olmasından do­
layı onlar iç ve dış dünyada yollarını bulabilecek durumda değildir.
Her iki taraftan gelen uyanlarla başa çıkılamaz ve bunlar korkuya yol

1 O. Bu tür iyileşmeler ya da düzelmelerin analitik başarıdan farkı, belli bir zamanla sı­
nırlı olmasıdır. Gerekli düzeltmelerin bozukluğun onaya çıktığı gelişim evresi içinde ya­
pılması zorunludur. Çok erken ortaya çıkan zedelenmeler çocukluğun dııha ileri yaşların­
da artık düzeltilemezler. Yani eğer öngörülmüş oldukları süre geçmişse artık belli geliş­
meleri yeniden onaya çılcarınak mümkün değildir.
TERAPi YOLLARI VE OLANAKLAR! 1 1 73

açar. Burada terapi müdahale eder; terapist çocuğa çabalarında yar­


dımcı olur, gerilimleri gevşetir ve böylece güçleri gelişim için serbest
bırakır. Çocuk o zaman korku türlerinde ilerlemeler gösterir, yani ar­
kaik yok olma korkusundan ayrılık korkusu, sevgi nesnesi yitimi kor­
kusu gibi korkulara geçer. Burada da iyileşmeyi sağlayan analitik uğ­
raşı değil çocuk tarafından korkulan kaydırmakta kullanılan terapist­
tir. Beklentilerimizin aksine analiz, organik vakalarda bile iyileşmele­
re yol açar. Zararın özellikle dürtülerde fakirleşme yarattığı ve ben iş­
levlerinin görece sağlam kaldığı durumlarda terapi fantezi yaşamının
uyarılmasıyla ve olabilecek bütün dürtü türevlerinin desteklenmesiy­
le gerçekleştirilir. Buna karşılık benin ağır zarar gördüğü ve görece
normal bir dürtü yaşamının bulunduğu vakalarda çocuğun kişiliği
analistte bulabildiği ben desteklerinden faydalanır. Bu vakalarda da
uygun terapötik etkiyi sağlayan, analizin kendisi değil onda bulunan
ikincil elementJerdir.
Dengesiz ergenlerin analizinde psikopatolojilerinin karmaşık özel­
liği ile analitik terapiye karşı olan tutumlarındaki sürekli değişim ara­
sında bir uygunluk görürüz. K. R. Eissler'in bir tanımına göre ( 1 958)
bu gençlerde nevroz ve psikozların, suçluluk ve bağımlılığın, vb. be­
lirtileri bir araya gelmektedir. Bu yüzden analistten de tekniğinin dur­
madan değişmesi ve bu farklı hastalık türlerine uyması beklenir. Eiss­
ler'in buradan terapi tekniği için çıkardığı sonuçlan biz tersine doğru
izleyerek analiz edilen kişinin davranışlarına da uyarlayabiliriz. Genç
de kendi iç durumundaki değişimlere uygun olarak analizin teknik
araçları arasından arka arkaya kendisini rahatlatacak olanları seçip
alır. Nevrotik olduğu sırada düzenli analitik yorumlan dikkate alır;
bağımlılık durumunda analistin kişiliği onun için vazgeçilmez ola­
caktır; dürtüler altında boğulduğu sırada analisti bir yardımcı ben ola­
rak kullanacaktır; ben ve idi birlikte çalıştıklarında ise analizi bir teh­
dit olarak algılayacak, terapi çabalarını kesmek ve kırmak için uğraşa­
caktır, vb.
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 1 74

S O N U Ç LA R

Çocuklukta terapi yollan ve araçtan gelişim sürecinde ortaya çıkan


bozukluklar kadar çok, çocuk kişiliğinin çeşitli kısımlan kadar da
farklıdır. Çocuğu olduğu yerde durduran ketlenmeler ve kökleşmiş
nevrotik semptomlann söz konusu olduğu durumlarda ancak ruhsal
yapılar arasındaki güçler dengesini değiştiren bir çocuk analizi yar­
dımcı olabilir. Dış dünyayla bağlanbnın olabildiğince korunduğu
öbür bozukluklarda ev, okul ve yüzeysel psikoterapiler de etkilerini
gösterebilirler.
Bu tür dış etkilenmelerin iyi bir örneği, çocuğa bakan annenin gö­
rüş ve tutumlannın çocuğun hızlı ya da yavaş gelişimi için son derece
önemli olduğu birinci yıldır. Daha sonraki yıllarda da anne babalar
gelişim hızı uygunsuzluklannı düzeltmek için birçok şey yapabilirler.
Onlar kendi ilgi, dikkat ve libidolannı çocuğun geri kaldığı alanlara
yöneltirlerse çocuğun ilgi ve libidosu da onlan izler ve bu şimdiye ka­
dar geri kalınmış olan konuda ilerlemeyi kolaylaştınr. Ancak anne ba­
balar çoğunlukla aksi yönde etkide bulunmaktadırlar. Çocuğun zeka­
sının erken geliştiği yerde onu durmadan beslemek için her şeyi yap­
maya hazırdırlar, konuşma yeteneği erken gelişmişse çocukla durma­
dan konuşurlar, hareketliliğin özellikle çok geliştiği durumlarda da
ona durmadan yeni uygulama olanaklan yaratırlar. Anne babalann
Üzerlerine düşen terapötik olanaklan tam zamanında fark edebilmele­
ri, bu tür hatalardan kaçınmakta ve erkenden çok i şe yarayan etkiler
sağlamakta hayli faydalı olur.
Yıkıcı eğilimler örneğinde dış dünya sanıldığı kadar etkisiz değil­
dir. Çocuğun yüksek saldırganlık ve yıkıcılığının yetersiz sevgi bağ­
lanyla ilgili olduğu durumlarda yeni bir çevreyle libidinal ilişki ola­
naktan durumun hafiflemesine yardımcı olur. Libido gelişiminin ken­
disi çocuğun çevresindeki kişilerin çocuğa ve onun sevgi gereksini­
mine nasıl yaklaştıklanna bağlıdır. Çocuğun beni nesne dünyasının
kendisine sunduğu özdeşleşme olanaklanna yanıt verir. Çocuğun
içindeki çok kah bir üstben karşısındaki suçluluk duygulan ve korku,
dış çevredeki kişilerden biri geçici olarak onun vicdanı rolünü üstle­
nir ve acısını azalbrsa dindirilebilir. Böyle olumlu değişimlerle karşı­
laştıkça çocuk gelişiminin anne baba tarafından iyileşme yönünde et­
kilenmesi olanaklannın neredeyse sınırsız olduğuna inancımız art­
maktadır.
TERAPi YOLLARI VE OLANAKLAR! 1 175

Bu kitabın bir önceki bölümünden hareketle, her bir hastalığın öz­


gül yapısına uygun terapi yöntemini uygulamanın avantajlı olacağı
sonucu çıkartılabilir. Pratikte bu yaklaşım libidinal bozukluğa uğra­
mış çocukların doğrudan doğruya ortakyaşamsal ya da otistik tutumla­
rına yöneltilmiş bir tekniği gereksindikleri; ilk yaşlardaki ruhsal yok­
sunluklar nedeniyle hastalanmış çocuklara anne benzeri bir nesneyle
daha önceki eksiklikleri giderme olanağı verilmesi gerektiği (Augusta
Alpert, 1 959); ağır ben sakatlanmaları olgularında ya da psikotik sınır
durumlarda beni güçlendirici bir terapiye ihtiyaç duyulduğu, vb. anla­
mına gelir.
Bu tür özgül terapiler çocuk analizine göre kuşkusuz çok daha az
masraflı ve çok daha kısa sürelidir. Bu yöntemler çocuğun kullanama­
yacağı terapi olanaklarını sunmadıkları için ekonomiktir de. Onlar
tekniklerinin asıl bileşeni olarak, analitik yöntem için ancak ikincil
belirtiler sayılan-.şeyleri alır ve geliştirirler.
Bu tür gerekçeler ilk bakışta çok şey vaat etmektedir ama yakından
bakıldığında bunun böyle olmadığı görülür. Bir kez, olguların çoğu­
nun belli bir tanı kategorisinde sınıflandırılması olanaksızdır. Karşı­
mızda çoğunlukla hastalığa çeşitli oranlarda katkı yapan farklı öğeler­
den oluşan durumlar bulunmaktadır. Örneğin çocuğun duygusal yaşa­
mındaki bozukluklar onun ilgisinin dış dünyadan çekilmesine ve böy­
lece zihinsel bozukluklara yol açar. Akut travmalar genellikle tek ba­
şına değil, tam tersine yinelenen yani kronikleşen zedelenmelerle bir­
liktedir. Suçluluk belirtilerinin çoğu olguda nevrotik bir temeli de var­
dır. Tipik olmayan gelişmeler ve sınır durumlar çocuk nevrozuyla bir­
çok semptomu paylaşırlar. En ağır olgular sayılmazsa (Tanı kategori­
si 6) ruh hastası çocuklarda da kişiliğin birçok sağlıklı yönünü bulabi­
liriz. O yönleri tamamen normal bir gelişim göstermiştir.
Çocukluğun psikopatolojisi bilebildiğimiz kadarıyla hiç de tek
yönlü değildir. Birbiriyle çelişkili birçok etkiye bağlıdır ve bir dizi
birbiriyle çelişkili hastalık tablosu ortaya çıkarır. Bir yöntem ne kadar
çok terapi olanağı sunarsa çocuğun çok yönlü terapi gereksinimleri­
nin karşılanması o denli doyum imkanı bulabilir.
Çocuk analizinin çocukluk nevrozları alanının ötesinde kullanımı
için bir gerekçe daha vardır. Yalnızca analitik yöntem aynı zamanda
iki amaca birden yönelebilir: terapi ve araşbrma. Bunlardan vazgeçti­
ğimizde aynı zamanda çocukluk psikopatolojisinin karanlıkta kalan
alanlarını zorlama olanaklarımızdan da vazgeçmiş oluruz. Gelecekte
tanısal kararlarımızın, bir çocuğun terapisini daha başından yalnızca
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 1 76

bir amaçla sınırlarnamızı sağlayacak ölçüde keskinleşmesi olanaksız


değildir. Ancak bilgilerimizin şu andaki durumu bize böyle bir kesin­
lik hakkını vermiyor. Öğrendikçe terapiste durmadan yeni görüşler
kazandıran ve çocuğa da kendi iyileşme yolunu kendiliğinden bulma
olanaklarını sağlayan bir yöntemle çalışmanın üstünlüğüne giderek
daha fazla inanıyoruz.
Kaynaklar

AICHHORN, A. ( 1 925a): Verwahrloste Jugend. Die Psychoanalyse in der Fürsor­


geerziehung, Bern (Huber) 1 95 1 .
-- ( 1 925b): Erziehungsberatung und Erziehungshilfe. 12 Vortriige über
psychoanalytische Piidagogik, Bern/Stuttgart (Huber) 1 959.
ALPERT, A. ( 1 959): " Reversibility of Pathological Fixations Associated with Ma­
ternal Deprivation in Infancy", Tİıe Psychoanalytic Study of the Child, 14, 169-
85 ( 1 ).
ANGEL, A. ( 1 937): "Die Rolle der Verschiebung bei der Stra6enangst", lnt. Z
Psychoanal., 2:3, 376-92. Bkz. KATAN, A.
BIBRING, E. ( 1 936): "Zur Entwicklung und Problematik der Triebtheorie", /ma­
go, 22, 147.
-- ( 1 937): "On the Theory of the Therapeutic Results of Psycho-Analysis", /nt.
J. Psycho-Anal. , 1 8, 1 70- 1 89.
-- ( 1 954): "Psychoanalysis and the Dynamic Psychotherapies", J. Amer.
Psychoanal. Assn. , 2, 745-70.
BIBRING, GRETE L. ( 1 940): "Über eine orale Komponente der miinnlichen In­
version", lnt. Z Psychoanal. , 25, 1 24-30.
BÖHM, F. (1 920): "Beitriige zur Psychologie der Homosexualitiit", lnt. Z Psycho­
anal. , 6, 297-3 19.
-- ( 1 930): "Über den Weiblichkeitskomplex des Mannes", Psyche, 1 4, 38.
-- ( 1 933): "Über zwei Typen von miinnlichen Homosexuellen'', lnt. Z Psycho-
anal. , 19, 499-506.
BONNARD, A. ( 1 950): "Environmental Backgrounds Conducive to the Producti­
on of Abnormal Behaviour and Character Structure, lncluding Delinquency" ,
Congres lnternational de Psychiatrie içinde, Paris (Hermann).
BORNSTEIN, B. ( 1 949): "Die Analyse eines phobischen Kindes", Psyche, 20, 72.
-- ( 1 95 1 ): "On Latency", The Psychoanalytic Study of the Child, 6, 279-85.
BOWLBY, J. ( 1 944): Forty-four Juvenile Thieves. Londra (Bailliere, Tindall &
Cox), 1 946.
-- ( 1 960): " Die Trennungsangst", Psyche, 15, 4 1 1 .
-- ROBERTSON, JAMES ve ROSENBLUTH, D. ( 1 952): " A Two-Year-Old
Goes to Hospital" , The Psychoanalytic Study of the Child, 7, 82-94.
BREUER, J. ve FREUD, S. ( 1 893): "Studien über Hysterie", S. Freud, Ges. Werke
l (2).
B RODEY, W. M. ( 1 %5): "On the Dynamics of Narcissism: 1. Extemalization and
Early Ego Development", The Psychoanalytic Study ofthe Child, 20, 165-93.
B RYAN, D. ( 1 930): "Bisexuality", lnt. J. Psycho-Anal. , 1 1 , 1 50-66.
B ÜHLER, C. ( 1 928): Kindheit und Jugend, Leipzig (Hirzel).
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 1 78

-- ( 1 935): From Birth to Maturity, Londra (Routledge & Kegan Paul).


BURLINGHAM, D. ( 1 952): Twins: A Study of Three Pairs of /dentical Twins,
New York (Intemational Universities Press).
-- GOLDBERGER, A. ve LUSSIER, A. ( 1 955): "Simultaneous Analysis of
Mother and Cbild", The Psychoanalytic Study of the Child, 1 0, 165-86.
DALY, C. D. ( 1 928): "Der Menstnıationskomplex", /mago, 14, 1 1 -75.
-- ( 1 943): "Tbe Role of Menstnıation in Human Pbylogenesis and Ontogene­
sis", lnt. J. Psycho-Anal., 24, 1 5 1 -70.
DANZIGER, L. ve FRANKL, L. ( 1 934): "Zum Problem der Funktionsreifung", Z
Kinderforsch. , 43, 2 1 9-54.
EISSLER, K. R. ( 1 950): "Ego-Psycbological Implications of the Psycboanalytic
Treatment of Delinquents", The Psychoanalytic Study of the Child, 5, 97- 1 2 1 .
-- ( 1 953): "Tbe Effect of tbe Structure of the Ego o n Psycboanalytic Tecbni­
que", J. Amer. Psychoanal. Assn. , l , 104-43.
-- ( 1 958): "Bemerkungen zur Tecbnik der psycboanalytiscben Bebandlung Pu­
bertierender nebst einigen Überlegungen zum Problem der Perversion'', Psyche,
20, 837.
FENICHEL, O. ( 1 936): "Die symboliscbe Gleicbung: Miidcben = Pballus", lnt. Z.
Psychoanal., 22, 299-3 14.
FERENCZI, S. ( 1 909): "lntrojection und Übertragung", Bausteine zur Psychoa­
nalyse, l , Bern/Stuttgart (Huber) 1 964, 9.
-- ( 1 9 1 1 ): "Über die Rolle der Homosexualitiit in der Patbogenese der Parano­
ia'', Bausteine zur Psychoanalyse, l , 120.
-- ( 1 9 1 3): "Die Entwicklungsstufen des Wirklicbkeitssinnes", Bausteine zur
Psychoanalyse, 1 , 62.
-- ( 1 9 1 4): "Zur Nosologie der miinnlicben Homosexualitiit (Homoerotik)", Ba­
usteine zur Psychoanalyse, 1, 152.
FLUGEL, J. C. (l 930): The Psychology of Clothes, Londra (Hogarth Press).
FREUD, A. ( 1 926- 1 946): Einführung in die Technik der Kinderanalyse, Londra
(lmago) 1 949 ve Münib (Kindler) 1 966.
-- ( 1 945): "lndikationsstellung in der Kinderanalyse", Psyche, 2 1 , 233-53.
-- ( 1946): "The Psycboanalytic Study of Infantile Feeding Disturbances", The
Psychoanalytic Study of the Child, 2, 1 1 9-32.
-- ( 1 949): "Aggression in Relation to Emotional Development'', The Psychoa­
nalytic Study of the Child, 3/4, 37-42.
-- ( 1 95 1 ): "Observations on Cbild Development", The Psychoanalytic Study of
the Child, 6, 1 8-30.
-- ( 1 952): "Tbe Role of Bodily lllness in tbe Mental Life of Cbildren", The
Psychoanalytic Study of the Child, 7, 69-8 1 .
-- ( 1 936): Das leh und die Abwehrmechanismen, Londra (lmago), Münib
(Kindler), 1 964.
-- ( 1936): Einführung in die Psychoanalyse für Piidagogen, Bem/Stuttgart
(Huber), l 956.
-- ( 1 962): "Assessment of Cbildhood Disturbances'', The Psychoanalytic
Study of the Child, 1 7, l 49-58.
FREUD, A. ve BURLINGHAM, D. ( 1 949): Kriegskinder, Londra (lmago Publ.
-
ili�
-- -- ( 1 950): Anstaltskinder, Londra (lmago Publ. Co.).
KAYNAKLAR 1 1 79

FREUD, A. ve DANN, S. ( 1 95 1 ): "Gemeinschaftsleben im frühen Kindesalter",


Jahrb. d. Psychoanalyse, 2, 201 -48; Köln (Westdeutscher Verlag) 1 961162.
Bkz. ROBERTSON, JOYCE, LEVY, KATAN.
FREUD, S. ( 1 893): "Über den psychischen Mechanismus hysterischer Phiino-
mene", Ges. Werke /.
-- ( 1 900): "Die Traumdeutung", Ges. Werke il ve ll/.
-- ( 1 905): "Drei Abhandlungen zur Sexualtheorie", Ges. Werke V.
-- ( 1 907): "Zur sexuellen Aufkliirung der Kinder", Ges. Werke Vll.
-- ( 1 909): "Analyse der Phobie eines fünfjahrigen Knaben", Ges. Werke Vll.
-- ( 1 9 1 3): "Die Disposition zur Zwangsneurose", Ges. Werke Vlll.
-- ( 1 9 14): "Zur Einführung des Narzi8mus", Ges. Werke X (Türkçesi: Narsiun
Üzerine, Metis, 1998).
-- ( 1 9 1 6- 1 9 1 7 [ 1 9 1 5 - 1 9 1 7]): "Vorlesungen zur Einführung in die Psychoa­
nalyse", Ges. Werke XI.
-- ( 1 9 1 8 [ 1 9 14]): "Aus der Geschichte der infantilen Neurose", Ges. Werke Xll.
-- ( 1 9 1 9): "Vorrede zu 'Probleme der Religionspsychologie' von Dr. Theodor
Reik", Ges. Werke Xll.
-- ( 1922): ::.._Ober einige neurotische Mechanismen bei Eifersucht, Paranoia
und Homosexualitiit", Ges. Werke Xlll.
-- ( 1 924): "Kurzer Abri8 der Psychoanalyse", Ges. Werke Xlll.
-- ( 1 926 [ 1 925)): "Hemmung, Symptom und Angst", Ges. Werke XIV.
-- ( 1 927): " Die Zukunft einer Illusion", Ges. Werke XIV.
-- ( 1 930 [ 1 929]): "Das Unbehagen in der Kultur", Ges. Werke XIV (Türkçesi:
Uygarlığın Huzursuzluğu, Metis, 1 999).
-- ( 1 93 l ) : " Das Fakultiitsgutachten im Fail Hallsmann" , Ges. Werke X/V.
-- ( 1 932): "Neue Folge der Vorlesungen zur Einführung i n die Psychoanalyse",
Ges. Werke XV.
-- ( 1 937): "Die endliche und die unendliche Analyse", Ges. Werke XVI.
B kz. BREUER.
GELEERD, E. R. ( 1 958): "Borderline States in Childhood and Adolescence", The
Psychoanalytic Study ofthe Child, 1 3, 279-95.
GILLESPIE, W. H. ( 1 964): "Symposium on Homosexuality", lnt. J. Psycho-Anal.,
45, 203-209.
GREENACRE, P. ( 1 960): "Considerations Regarding the Parent-Infant Relations­
hip", lnt. J. Psycho-Anal., 4 1 , 57 1 -84.
GYOMROI, E. L. ( 1 963): "The Analysis of a Young Concentration Camp Vic­
tim", The Psychoanalytic Study of the Child, 1 8 , 484-5 1 0.
HARTMANN, H. ( 1 947): "On Rational and lrrational Action" , Psychoanalysis and
the Social Sciences, 1 , 359-92, New York (lnt. Univ. Press).
-- ( 1 950a): "Psychoanalyse und Entwicklungspsychologie", Psyche, 1 8, 354,
1 964.
-- ( 1 950b): " Bemerkungen zur psychoanalytischen Theorie des Ichs", Psyche,
1 8, 330, 1964.
HELLMANN, 1., FRIEDMANN, O. ve SHEPHEARD, E. ( 1 960): "Simultaneous
Analysis of Mother and Child", The Psychoanalytic Study ofthe Child, 1 5 , 359-
77.
HOFFER, W. ( 1 950): "Development of the Body Ego", The Psychoanalytic Study
of the Child, 5 , 1 8-23.
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 1 80

-- ( 1 952): "The Mutual Influences in the Development of Ego and Id: Earliest
Stages", The Psychoanalyıic Sıudy of ıhe Child, 7, 3 1 -4 1 .
ISAKOWER, O . : Kişisel görüşme.
JACOBSON, E. ( 1946): "The Effect of Disappointment on Ego and Superego For­
mation in Normal and Depressive Development", Psychoanal. Rev., 33, 1 29-
47.
JAMES, M. ( 1 960): "Premature Ego Development: Some Observation upon Dis-
turbances in the First Three Years of Life", lnı. J. Psycho-Anal., 4 1 , 288-94.
JAMES, T. E. ( 1 962): Child Law, Londra (Sweet & Maxwell).
JONES, E. ( 1 932): "Die phallische Phase", lnı. Z Psychoanal., 1 9, 322-5 1 .
KATAN, ANNY ( 1 937): "The Role o f 'Displacement' i n Agoraphobia", lnı. J.
Psycho-Anal. , 32, 4 1 -50, 1 95 1 .
-- ( 1 96 1 ) : "Some Thoughts about the Role of Verbalization i n Early Childhood",
The Psychoanalyıic Study ofıhe Child, 16, 1 84-88.
KLEIN, M. ( 1 957): "Neid und Dankbarkeit", Das Seelenleben des Kleinkindes
içinde, Stuttgart ( Klett) 1 962.
KRIS, E. ( 1 950): "Notes on the Development and on Some Current Problems of
Psychoanalytic Child Psychology", The Psychoanalyıic Sıudy of ıhe Child, 5,
24-46.
-- ( 195 1 ) : "Opening Remarks on Psychoanalytic Child Psychology", The
Psychoanalyıic Sıudy ofıhe Child, 6, 9- 17.
LAFORGUE, R. ( 1 936): "La Nevrose Farniliale", Rev. Franç. Psychanal., 9, 327-
59.
LAGACHE, D. ( 1 950): "Homosexuality and Jealousy", ini. J. Pscyho-Anal., 3 1 ,
24-3 1 .
LAMPL-DE GROOT, J. ( 1 950): "On Masturbation and Its Influence on General
Development", The Psychoanalyıic Sıudy of ıhe Child, 5, 1 53-74.
LEVY, K. ( 1 960): "Simultaneous Analysis of a Mother and Her Adolescent Daugh­
ter: The Mother's Contribution to the Loosening of the I nfantile Object Tie", An­
na Freud'un sunuşuyla, The Psychoanalyıic Sıudy ofıhe Child. 1 5 , 378-9 1 .
LEWIN, B . D. ( 1 933): "The Body as Phallus", Psychoanal. Quarı., 2, 24-47.
LITTLE, M. ( 1 958): "On Delusional Transference (Transference Psychosis)", lnı.
J. Pscyho-Anal., 39, 1 34-38.
LOEWENSTEIN, R. M. ( 1 935): "Phallic Passivity in Men", lnı. J. Psycho-Anal. ,
16, 334-40.
MAHLER, M. S. ( 1 952): "Über Psychose und Schizophrenie im Kindesalter, Au­
tistische und symbiotische frühkindliche Psychosen", Psyche, 2 1 , 895.
MAHLER, M. S. ve GOSLINER, B. J. ( 1 955): "On Symbiotic Child Psychosis:
Genetic, Dynamic and Restitutive Aspects", The Psychoanalyıic Sıudy of ıhe
Child, 10, 1 95-212.
MICHAELS, J. J. ( 1 955): Disorders of Characıer: Persisıent Enuresis, Juvenile
Delinquency and Psychopaıhic Personality, Springfield, Ill. (Charles C. Tho­
mas).
-- ( 1958): "Character Disorder and Acting upon Impulse", Readings in
Psychoanalytic Psychology içinde, der. M. Levitt, New York (Appleton).
MURPHY, L. B. ( 1 964): "Some Aspects of the First Relatj,,o nship", lnt. J. Psycho­
Anal., 45, 3 1 -43.
NAGERA, H. ( 1 966): "Early Childhood Disturbances, the Infantile Neurosis and
KAYNAKLAR 1 1 81

the Adulthood Disturbances", New York (lnt. Univ. Press).


NUNBERG, H. ( 1 947): Problems of Bisexuality as Rejlecıed in Circumcision,
Londra (lmago Publishing Co.) 1949.
PANEL ( 1 954a): "The Traditional Psychoanalytic Technique and lts Variations",
J. Amer. Psychoanal. Assn., 2, 62 1 -7 I O.
-- ( 1 954b): "Psychoanalysis and Dynamic Psychotherapies: Similarities and
Differences", J. Amer. Psychoanal. Assn., 2, 7 1 1 -97.
PASCHE, F. ( 1 964): "Symposium on Homosexuality", lnı. J. Psycho-Anal., 45,
2 I 0- 1 3 .
PECK, N . ( 1 962): Chronological Age and ıhe Rehabilitative Process, Tez, Ceza
Hukuku Bölümü, Yale Law School, New Haven.
RANGELL, L. ( 1 954): "Panel Report: Psychoanalysis and Dynamic Psychothe­
rapy-Similarities and Differences", J. Amer. Psychoanal. Assn., 2, 1 52-66.
ROBERTSON, JAMES ( 1 958): Young Children in Hospital, Londra (Tavistock
Publications), New York (Basic Books) 1 959.
ROBERTSON, JOYCE ( 1 956): "A Mother's Observations on the Tonsillectomy of
Her Four-Year-Old Daughter" , Anna Freud'un yorumlarıyla, The Psychoanaly­
tic Studr of ıhe Child, 1 1 , 4 I 0-33.
-- ( 1 962): "Mothering as an lnfluence on Early Development. A Study of
Well-Baby Clinic Records", The Psychoanalyıic Study ofthe Child, 17, 245-64.
SADGER, J. ( 1 920): "Psychopathia sexualis und innere Sekretion", Fortschr.
Med., 1 .
-- ( 1 92 1 ) : Die Lehre von den Geschlechtsverirrungen, Leipzig & Wien (Deu­
ticke).
SARNOFF, C. ( 1 963 ): "Discussion of 'The Analysis of a Transvestile Boy' by Me­
Iitta Sperling", Psychoanalytic Association, New York toplantısının özeti,
Psychoanal. Quart., 32, 47 1 .
SEMPOZYUM ( 1 937): "The Theory of the Therapeutic Results of Psycho­
Analysis'', lnt. J. Psycho-Anal., 1 8 , 1 25-89.
-- ( 1 954): "The Widening Scope of lndications for Psychoanalysis'', J. Amer.
Psychoanal. Assn., 2, 567-620.
-- ( 1 958): "V ariations in Classical Psycho-Analytic Technique" , lnt. J.
Psycho-Anal., 39, 200-42.
SPERLING, M. ( 1 963): "Fetishism in Children", Psychoanal. Quart. , 32, 374-92.
SPITZ, R. A. ( 1 945): "Hospitalism", The Psychoanalyıic Study of ıhe Child, 1 , 53-
74.
-- ( 1 946): "Anaclitic Depression", The Psychoanalytic Study of the Child, 2,
3 1 3-42.
-- ( 1 954): Die Enısıehung der ersten Objecktbeziehungen, Stuttgart (Klett)
1957.
-- ( 1 957): Nein und Ja, Stuttgart (Klett) 1 960.
-- ( 1965): Yom Siiugling zum Kleinkind, Stuttgart (Klett) l 967.
SPRINCE, M. P. ( 1 962): "The Development of a Preoedipal Partnership between
an Adolescent Girl and Her Mother, The Psychoanalyıic Study of ıhe Child, l 7,
4 1 8-50.
STERBA, R. ( 1 934): "Das Schicksal des lchs im therapeutischen Verfahren" , lnt.
Z. Psychoanal., 20, 66-73 .
WEISS, E. ( 1 925): "Über eine noch nicht beschriebene Phase der Entwicklung zur
ÇOCUKLUKTA NORMALLiK VE PATOLOJi 1 1 82

heterosexuellen Liebe", lnt. Z. Psychoanal., 1 1 , 429-43.


WINNICOTI, D. W. ( 1 949): The Ordinary Devoted Mother and Her Baby, Lond­
ra (Tavistock Publicaıions).
-- ( 1 953): "Transitional Objects and Transitional Phenomena: A Study of the
First Not-Me Possession", lnt. J. Psycho-Anal., 34, 89-97 (Türkçesi için bkz.
Oyun ve Gerçeklik, Metis, 1998).
-- ( 1 955): "Metapsychological and Clinical Aspect of Regression within the
Psycho-Analytical Set-up", lnt. J. Psycho-Anal. , 36, 1 6-26.
-- ( 1960): "The Theory of the Parent-Infant Relationship", lnt. J. Psycho­
Anal. , 4 1 , 585-95.
WULFF, M. ( 1 94 1 ): "Über einen Fall von mlinnlicher Homosexualitlit", lnı. Z.
Psychoanal., 26, 105-2 1 .
-- ( 1 946): "Fetishism and Object Choice i n Early Childhood", Psychoanal.
Quart., 1 5, 450-7 1 .
ZETZEL, E . R . ( 1 953): "Panel Report: The Traditional Psychoanalytic Technique
and Its Variations", J. Amer. Psychoanal. Assn., l , 526-37.

You might also like