Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 57

1.

BÖLÜM
TEKNOLOJİ, İLETİŞİM VE DEĞİŞİM

1. Teknoloji Kavramı Çerçevesinde İletişim Teknolojilerinin Değerlendirilmesi ve


Gelişimi

1.1. Teknoloji Kavramı ve Değişim Sürecindeki Rolü

Teknolojinin, kendine has birçok tanımı vardır. Temelde teknoloji, insanın maddi
çevresini denetlemek ve değiştirmek amacıyla geliştirdiği araç-gereçlerle bunlara ilişkin
bilgilerin tümü veya üretim sürecinde yer alan her türlü alet, araç-gereç ve makinelerle
bunların mal ve hizmet üretiminde istihdam edilmesiyle ilgili bilgiler bütünü; belli bir
kullanım değeri üretebilmek için gerekli olan yöntem ve tekniklerin tümü olarak
tanımlanmaktadır (Demir; Acar 1993, 219). Eski Yunanca’da “sanatlar üzerine
konuşma” anlamına gelen teknoloji sözcüğünün diğer tanımlamalarını ise şöyle
sıralayabiliriz:

- Bir sanayi dalı ile ilgili yapım-yönetim, araç gereçleri ve kullanma


yöntemlerini kapsayan bilgi.
- Bilimlere, sanatlara, mesleklere özgü teknik terimlerin bütünü.
- Bilimin, pratik yaşam gereksinimlerinin karşılanmasına ya da insanın
çevresini denetleme, biçimlendirme ve değiştirme çabalarına yönelik
uygulamalar.
- Bilimsel buluşların, insan yaşamını iyileştiren araç ve hizmetlerin
üretimine uygulanması.
- Sanayinin çeşitli dallarında kullanılan araç ve gereçlerin, işleme
usullerinin ve metotlarının incelenmesi.
7

Tüm bu tanımlamalarda görüleceği gibi teknoloji; teknik gibi görünmekle birlikte,


özünde bilimin sosyal yaşama uyarlanmış halidir. Bu noktada teknolojiyi insanın doğayı
değiştirme ve ona hükmetme tarihi olarak niteleyen toplum bilim yaklaşımına göz
atmak, kavramı anlama noktasında yardımcı olacaktır. İnsanlar gelişmiş beyin gücü
yardımıyla, doğa karşısındaki zayıflıklarının üstesinden gelebilecek yöntem ve
teknikleri bulup yaşama biçimleri geliştirebilmişlerdir. Bu yöntemlerden ilki olan alet
yapmakla teknoloji tarihi de başlamıştır (Göksel 2004, 121).

Teknoloji, içinde doğduğu ve geliştiği toplumdan bağımsız değildir ve toplumsal


yapının en önemli belirleyicilerinden biridir (Kongar 1995, 300). İnsan toplumlarının
tümünü biçimlendiren iki temel ilişki vardır; insan-doğa ve insan-insan ilişkisi.
Toplumsal değişme ise, temelinde teknolojik değişmenin yattığı, insanlar arası
ilişkilerin değişmesinden kaynaklanmaktadır (Kongar 1995, 23).

Bu yönüyle teknoloji bir mal veya hizmeti üretmenin toplumsallaşmış biçimidir. Temel
bilimlerde elde edilen ve toplumsal süreçler içinde biriken bilgilerin pozitif bilimler
yoluyla toplumsal üretime uygulanması sürecini içeren teknoloji, üretim başta olmak
üzere tüm toplumsal süreçlerle yakından ilgilidir. Bu yüzden teknoloji toplumsal bir
olgu olarak ele alınmalıdır (Atabek 2001, 17-18). Bu yönüyle teknolojinin modern
toplumların ayrılmaz bir parçası ve gündelik hayatımızın hemen her bölümünde temel
bir öğe haline geldiği bir gerçektir. Toplumsal alanın sınırları içindeki hemen her türlü
iş, teknik bir araç yardımıyla gerçekleştirilmektedir. Seyahat etmek, haberleşmek, mal
üretmek, eğlenmek, hizmet sağlamak için artan oranda teknolojiden yararlanılmaktadır
(Timisi 2003, 33).

İletişim teknolojileri de bu ilişkilerin ve gelişmelerin birer parçası olarak karşımıza


çıkmaktadır. En geniş anlamıyla, modern iletişim teknolojisinin gelişimi ile yeni bir tür
gelişmiştir. Hareketli ve karmaşık toplum arasında etkin bir ilişki vardır. Doğrudan
incelendiğinde, bu ilişki –bir düzeyde- nedensel gibi görülebilir. İletişim teknolojisinde
ilk aşamadaki gelişmelerdeki ana dürtüler, gelişmiş askeri ve ticari işlemlerdeki denetim
ve iletişim sorunlarından kaynaklanmıştır. Bu dürtüler büyük bir hızla genişleyen
mesafe ve ölçek etmenleri açısından dolaysız, ulaşım teknolojisinin gelişmesi açısından
ise dolaylıdır. Nitekim, telgraf, telefon ve erken dönemlerinde radyo, birincil bir iletişim
sisteminin içinde doğrudan doğruya kurulmuş ve gelişen bir askeri-ticari sistemin
8

gereksinimlerini karşılayan ikincil etmenlerdir ve bu durum 19. yüzyıldan 20. yüzyıla


uzanan süreçte belirleyici etken olmuştur (Williams 2003, 17-18).

Teknolojinin bundan sonra nasıl gelişeceği, yalnızca mühendislerce yönetilecek bazı


otonom süreçlerle ilgili bir konu değildir. Bu, ulaşılmak istenen hedeflere göre, sosyal
ve kültürel bir süreçtir. Varolan gelişmeler ve olasılıklar, değişken öncelikler ve
kurumlar yelpazesinde, şimdi açıkça gündemdedir. Ancak bu, konunun belirlenmediği
anlamına gelmez; sınırlar ve baskılar gerçektir ve güçlüdür. Çoğu teknik gelişme,
askeri, siyasal ve ticari amaçların çağdaş bağlantısını ifade eden şirketlerin elindedir. Bu
kapsamda Williams’a göre; teknolojik gelişmelerdeki uygulamanın değiştirilip
değiştirilmemesi, ne iletişim yolunun belirli özelliklerine dayanacak ne de kurumların
zorunlu karakterine bağlanacaktır; ancak sürekli değişebilen sosyal hareket ve
mücadeleye bağlı olacaktır (2003, 111). Gelişimle birlikte yaşanan değişimin ele
alındığı genel değerlendirmenin ardından, iletişim teknolojilerinin, bu değişimdeki
yerinin ne olduğu ile ilgili konuya dönüyoruz.

1.2. İletişim, Kitle İletişimi ve İletişimin Altyapısı

İletişim teknolojilerinin derinlemesine incelemesine geçmeden önce iletişim ve kitle


iletişim olgularına değinmek gerekmektedir. İletişim teriminin, tek anlamlı bir terim
olmaması nedeniyle, birden çok tanımı yapılmıştır. 4 bin 560 adet kullanımının
saptandığı iletişim kavramı üzerine kavramsal içerikleri bakımından 15 ortak terim
belirlenmiştir. Bunlar; simge-konuşma dili, anlama-mesajın alınması, karşılıklı
etkileşim-ilişki, belirsizliğin aza indirgenmesi, süreç, aktarım-değişim, bağlama-
birleştirme, ortaklık, kanal, bellek-depolama, ayırımcı tepki, uyarıcı, amaç, zaman ve
durum, güçtür (Yumlu 1994, 8-11).

Kavramsal içerikleri bakımından ortak terimleştirmelere gidilen iletişim terimi,


Latince’deki “communis” kelimesinden türetilmiş “communication” kavramının
karşılığı olarak kullanılmaktadır. Bu anlamda iletişimin birey ile kişiler, gruplar,
topluluklar, toplumlar arasında yapılan bir anlam yüklü simgeler gönderimi, alımı,
işlenimi, yeniden gönderimi, yeniden alımı ve yeniden işlenimi vb. süreci olması
yanında, asıl önemlisi toplumsallaşma anlamını da ifade etmesidir (Oskay 1993, 308-
310).
9

Özetle toplumsallaşma anlamını da ifade eden iletişim olgusunu enformasyon, düşünce,


bilgi ve tutumların, anlaşmayı gerçekleştirebilecek ortak bir dil aracılığıyla kişiler,
gruplar ve toplumlar arasında aktarılmasını gerçekleştiren dinamik bir süreç olarak
tanımlayabiliriz. (Yüksel 2001, 1-3). Bu bağlamda bir süreç olan iletişim olgusu,
genelde toplumsal, özelde ise bireysel etkileşimin oluşturulması biçiminde
genellenebilir.

Kitle İletişimi ise, kitle iletişim araçlarıyla (sinema, afiş, televizyon, radyo, gazete,
internet vb.) kurulan iletişime denmektedir. İletilerin kitlelere ulaştırılmasını sağlayan
teknolojilerin bulunuşu ile kitlesel kullanım alanlarına kavuşan kitle iletişimine,
kaynağın kitleler halindeki hedefine ulaşma amacı nedeniyle bu ad verilmiş ve
iletişimin gerçekleşmesini sağlayan araçlara da kitle iletişim araçları denmiştir (Yüksel
2001, 9-10). Kitle iletişiminin iletişimden farkı, kullandığı teknik araçlar, ilettiği
mesajın içeriği ve seslendiği kişilerdir. Buradan hareketle kitle iletişimini, kısaca,
enformasyon, düşünce ve tutumların geniş bir kitleye teknik aygıtlarla iletilmesi süreci
olarak tanımlayabiliriz (Yumlu 1994, 16). Kitle iletişimini iletişimden farklı kılan unsur
kitle kavramıdır. Kitle kavramının ersellik (çift cinsiyetli) özelliği, kitle iletişimi
denildiği zaman yalnızca mesajın kitlesel olarak dağılımı değil aynı zamanda kitle
iletişim araçlarının kitlesel bir toplumda işlevlerini sürdürdükleri gerçeğinin
anlaşılmasıdır (Özkök 1985, 25-35).

Kitle kavramı toplumsal düşüncede hem olumlu hem de olumsuz anlamda


kullanılmaktadır. Olumsuz anlamda; kanunsuzların, kültür, akıl ve mantıktan yoksun
insanlar ve cahillerin oluşturduğu kitle anlamında kullanılmaktadır. Olumlu anlamda
ise, belli amaçlar için organize olup çalışan insanların dayanışmasını ifade etmektedir
(Mc Quail 1987, 32). Kitle iletişimini temsil eden temel özelliklere baktığımızda ise;
kaynak tek bir insan değil, resmi bir örgüttür. Gönderen genellikle profesyonel bir
iletişimcidir. Mesaj tek değildir; çeşitlidir ve önceden bilinmez. Fakat imal edilir, tek
tipe indirilir, her zaman herhangi bir yolla çoğaltılır. Alıcı diğerleri ile deneyimi
paylaşan, önceden tahmin etmeyi ve örneklendirilen yolları etkileyen geniş bir izleyici
kitlesinin bir bölümüdür. Kitle iletişimi bir gönderici ve birçok alıcı arasında ani, geniş
bir etki ve birçoğunun aynı zamanda cevap vermesine müsaade eden, eş zamanlı bir
bağlantı kurar (Mc Quail 1987, 34).
10

Kitle iletişiminin ortaya çıkışı ise; kentleşme ve sanayileşmenin yarattığı boş zaman
arayışı, kendini gerçekleştirme, gündeme yabancı kalmama, lezzet kültürlerinin ve
yaşam tarzlarının değişimi vb. toplumsal koşullar ile bağlantılıdır. Teknolojik gelişme;
sinema, afiş, TV, radyo, gazete, internet gibi kitlesel medya ile gerçekleşen eksiksiz bir
sanayi doğurmuştur (Lazar 2001, 61). Bundan dolayı kitle iletişimi ile kişiler arası
iletişim arasındaki fark, aktörlerin doğasına dayanmaktadır; kitle iletişimi iletişimsel
uygulama, iletişimci ve kitle dinleyicisi gibi üç bileşenle gerçekleşen toplumsal bir
süreçtir. Toplumdaki iletişim akışını destekleyen ve tartışan iletişimin altyapısı önemli
bir toplumsal yapıdır. Bu bağlamda iletişimin altyapısını da ele almak gerekmektedir.

İleriki bölümlerde kapsamlı olarak ele alınan iletişim araçlarındaki yöndeşme nedeniyle,
ülkelerin iletişim altyapısı da artık bir arada ele alınmaktadır. Radyo, televizyon,
kablolu televizyon ve bilgisayar iletişimi giderek bu ortak iletişim altyapısını
kullanmaktadır. Aynı altyapıdan farklı hizmetlerin verilmesi, iletişim altyapılarında iki
tür sınıflandırmayı da beraberinde getirmektedir. Bunlardan birincisi araçlara göre
yapılan sınıflandırma, ikinci ise hizmetlere göre yapılan sınıflandırmadır.

Araçlara göre yapılan sınıflandırmada üç ana grup vardır: Uç nokta araçları,


yönlendiriciler ve aktarma ortamları. Uç nokta araçları, bir iletişim sürecinin iki ucunda
yer alan iletişim araçlarıdır. Örneğin bir telefon görüşmesinde, iki uçtaki telefonlar uç
araçları olarak ele alınır. Uç araçları arasında bilgisayarlar, telefonlar, fakslar, videolar,
çağrı araçları, araba telefonları, cep telefonları ve diğer özel hizmet araçları yer
almaktadır. Yönlendiricileri de yine aynı örnek üzerinde açıklarsak; telefon
görüşmelerini mümkün kılan merkezi telefon santralleri de yönlendiriciler sınıfına
girmektedir. Bilgisayar ağlarını yönlendiren bilgisayar yönlendiricileri de
yönlendiriciler sınıfı içinde ele alınmaktadır. Ayrıca iletişimde yaşanan sayısallaşma
sonucu pek çok farklı iletişim biçiminin sayısallaştırılması, bunların tümünün tek bir
yönlendirici sınıfı tarafından yönlendirilmesini mümkün kılmıştır. Uç araçları arasında
veya uç araçları ile yönlendiriciler arasındaki iletişim, aktarma ortamları üzerinden
gerçekleşmektedir. Aktarma ortamları da üç alt grupta ele alınmaktadır; kablolar, radyo
dalgalarının kullanıldığı elektromanyetik ortam ve uydular. Telefon örneğine geri
dönersek; bir evden başka bir ülkedeki eve yapılan telefon konuşmasında, evden bölge
yönlendiricisine kadar bakır kablolar, bölge yönlendiricisinden uluslararası konuşma
yönlendiricisine kadar mikrodalga vericiler, oradan uydu istasyonuna kadar fiber-optik
11

kablolar, uyduya kadar tekrar elektromanyetik ortam ve nihayet yabancı ülkenin


uluslararası yönlendiricilerine kadar da uydular kullanılıyor olabilir. Burada dikkat
çekilen nokta, bu sınıflandırmaların çoğu zaman saf haliyle gerçekleşmiyor olmasıdır
(Geray 2002, 22-26).

Hizmetlerine göre sınıflandırmalarda ise pek çok ülkede temel hizmetler olarak, klasik
telekomünikasyon hizmetlerini kabul edilmektedir. Bu temel hizmetler kullanılarak
sunulan diğer hizmetler de türetilmiş veya geliştirilmiş hizmetler olarak
sınıflandırılmaktadır. Örneğin, telefon hizmeti temel hizmetler arasında sayılırken, bu
hatların kullanılarak bilgisayar iletişimi yapılması geliştirilmiş hizmet olarak
adlandırılmaktadır. Ancak pek çok ülkede bu sınıflandırmalar değişik hizmetleri
kapsamakta ve bir noktadan sonra, neyin temel hizmet neyin geliştirilmiş hizmet
sayıldığı belirsizleşmektedir. Bazı ülkelerde neyin temel hizmet neyin türetilmiş hizmet
olduğu daha çok ticari uygulamalara göre belirlenmektedir (Geray 1994, 49). Bu
hizmetleri verenlere ise telekomünikasyon işleticileri denmektedir. Bir ülkenin her
yanına ulaşılmasını mümkün kılan ağa temel telekomünikasyon ağı denir. Bu ağa sahip
olan telekomünikasyon işleticisine kamusal telekomünikasyon işleticisi, cep telefonu
gibi gezgin hizmetleri verenlere, gezgin telekomünikasyon işleticileri denirken,
internete ulaşımı sağlayan kuruluşlara da internet hizmet sağlayıcıları denir. Temel
telekomünikasyon ağına bağlanarak internet, cep telefonu, veri haberleşmesi gibi
hizmetlerin verilmesi ise katma değerli hizmetler olarak adlandırılmaktadır (Geray
2002, 27).

Öte yandan iletişim altyapısı toplumsal bir sistem olarak da adlandırılabilir. İletişim
tanımlamaları göz önünde tutularak değerlendirme yapıldığında; iletişimin altyapısı,
haber ve bilginin formülasyonu, alış-veriş ve yorumlanması, ayrıca bu etkinlikler
arasındaki gerekli ilişkileri kurmak için araçlar ve mekanizmalar sağlamak üzere
işbirliği yapan bireyler ve gruplar arasındaki karşılıklı bağımlı ilişkiler ortaya
çıkmaktadır. Her türlü iletişim biçimini destekleyen araçlar, bilgi kaynakları ve
kurumsal düzenlemelerin hep birlikte oluşturdukları bu şebeke, iletişimin altyapısını
meydana getirmektedir (Özçağlayan 1996, 53).

Önemli bir toplumsal yapı olarak da değerlendirilen iletişimin altyapısının nasıl


kurulduğu ve kullanımını belirleyen kurallar, tüm toplumsal etkinlikleri derinden
12

etkilemektedir. Bu tanımlamalar çerçevesinde etkiyle birlikte yaşanan değişim ve


iletişim teknolojilerindeki gelişmeleri merkeze alarak, etkileşimle birlikte oluşan yeni
ortamın değerlendirilmesine geçiyoruz.

1.3. İletişim Teknolojilerindeki Gelişme ve Değişim

Sürekli olarak başkalarıyla etkileşimi gerektiren gündelik işler, yapılan şeylere biçim ve
anlam kazandırır. Bu tür işleri inceleyerek, toplumsal varlıklar olarak kendimiz ve
toplum yaşamının kendisi hakkında çok şey öğrenebiliriz. Yaşamımız, her gün, her
hafta, her ay ve her yıl benzer davranış kalıplarını yineleme yoluyla geçmektedir
(Giddens 2000, 73). Ancak günlük yaşantımızdaki alışkanlıklarımızı terk edip, sürü
psikolojisinden, bireysel alışkanlıklar edinmeye doğru hızla yol alıyoruz.

Kuşkusuz yaşlanan nüfus, küreselleşme, yaşam alışkanlıklarının bireyselleşmesi,


çevreye duyarlılık gibi gündemde olan sosyal kavramlar, teknolojik gelişmelere paralel
olarak biçimleniyor. Günlük yaşamdaki değişimin temelinde bilgi ve iletişim
teknolojilerindeki hızlı gelişmeler yatıyor. İletişim teknolojisindeki yeni olanaklarla,
bilgiyi, haberi ve onunla ilgili görüntü ve sesleri anında dünyanın her tarafına
iletebiliyoruz. Yolda yürürken birisi ile telefon görüşmesi yapabiliyoruz. Dünya bir
iletişim ağı ile örülmüş durumda. Nerede olursa olsun bir bilgiye, bir yayınlanmış
rapora, bir kitaba, bir belgeye anında erişip ondan yararlanabiliyoruz. İş yerine gitmeden
evden işimizi yapabiliyoruz. Tüm bu gelişmeler sonucu zamana ve mekana bağımlı
olmaktan kurtuluyoruz. Evden çıkmadan banka işlemlerimizi, alış verişi yapabiliyoruz,
hatta başka bir ülkede satılan bir malı görüp, beğenip satın alabiliyoruz. Bunlar doğal
olarak yaşamımızı büyük ölçüde etkileyen gelişmeler. Tüm bunlar bilgi ve iletişim
teknolojilerindeki gelişmeler sonucu yaşanmaktadır (Üney, www.tbv.org.tr). Teknolojik
gelişmişlik, diğer tüm sektörleri ve teknolojileri de etkileyerek, değişikliklere neden
olmaktadır.

Örneğin; internet arama motoru Google'ın piyasa değerinin, dünyanın en büyük


televizyon, gazete ve dergilerinin sahibi Time Warner'ı geçtiği ortaya konmuştur.
Capital IQ'nun hazırladığı mali istatistiklere göre, bünyesinde CNN, Time Dergisi,
American Online, HBO, Warner Bros Entertainment, New Line Cinema, Turner
Broadcasting System ve diğer bir çok şirketi barındıran Time Warner'ın piyasa değeri
13

79.75 milyar dolarken, henüz 7 yaşındaki internet arama motoru Google'ın piyasa değeri
ise 80.82 milyar dolara ulaşmıştır (Keneş 7 Haziran 2005, 8). Bu değişimin tüm
dünyada kendini hissettirdiğini söylemek mümkündür.

Öte yandan bazı ülkelerde yapılan kamuoyu araştırmalarında toplumun internete


televizyondan daha fazla önem verdiği açıkça görülmektedir. Aynı şekilde cep
telefonuna verilen önem de klasik telli telefona verilen önemin önüne geçmiş
durumdadır. Üstelik her iki durumda da aradaki makas gittikçe açılmaktadır (Aykut,
www.antrak.org.tr). Bu gelişmeleri değerlendiren sektör uzmanlarına göre, 2010'lara
gelindiğinde geleneksel televizyon ve telefonun eskisine oranla öneminin azalacağı
öngörülüyor.

Bu öngörüyü de destekler veriler yer almaktadır. Toplumsal yaşamda televizyonun


benimsenmesi 26 yıl, kişisel bilgisayarların benimsenmesi 15 yıl, internetin
benimsenmesi ise sadece 7 yıl almıştır. Bu hesaba göre internetin kullanımının ne denli
hızlı yaygınlaştığı ortadadır. Yine önemli örneklerden biri de; radyonun 50 milyon
kişiye ulaşması 38 yıl, televizyonun 50 milyon kişiye ulaşmasının 13 yıl, internetin ise
50 milyon kişiye ulaşmasının sadece 4 yıl almış olmasıdır. (Karaduman 2003, 138-139).
İnternetin bu denli hızlı kabullenip yaygınlaşmasıyla, kısa sürede medya sektörü de bu
alana girmeye yönelmiştir.

Bu veriler öncülüğünde de olsa, iletişim teknolojilerinde son yıllarda gözlenen çok hızlı
gelişmeler ve bunlarla ilişkili toplumsal değişimler karşısında kesin bir yargıya
varabilmek ve son noktayı koyabilen tarzda bir açıklama yapabilmek olanaklı
görünmüyor. Ancak değişimin başlıca özelliklerine dikkat çekmek gerekiyor. Her yeni
iletişim teknolojisi yaygınlık kazandığında bir öncekine rakip oluyor, onu tehdit ediyor.
Ama eski teknolojiler de radyoda olduğu gibi bir başka biçim ve içerikle varlığını
sürdürmeye devam ediyor. Dolayısıyla, yeni teknolojiyle gelen iletişim aracı eskisini
bütünüyle ortadan kaldırmıyor ancak onu dönüştürüyor. En eski elektronik iletişim aracı
telgraf, yeni anlamı ve biçimiyle hala kullanılıyor. Televizyon ortaya çıktığı günden beri
tehdit ettiği sinemayı ortadan kaldıramadı. Ancak bugün varılan noktanın belirgin bir
özelliği, yeni teknolojik araçların ortaya çıkma hızının giderek artmasıdır.
14

İletişim teknolojilerinin gelişimindeki önemli bir diğer yön ise ortam, yeni mesaj veya
yeni araç eski sahip gibi deyimlerle belki biraz keskince özetlenen değişmeme
olgusudur. Teknolojinin toplumsal gelişmelerden bağımsız olarak ele alınmaması
gereği, iletişim teknolojilerinin toplumsal bir süreç olan iletişimi bütünüyle
değiştirememesi gerçeği karşısında bir kez daha önem kazanıyor (Atabek 2001, 133-
134). Bu çerçevede yaşanan aksiyonu açıklama ve değerlendirme noktasında farklı
görüşler yer almaktadır.

1.4. Teknoloji ve İletişim Teknolojileri Bağlamında Farklı Değişim Yaklaşımları

Gelişmelerin dinamiği olarak iki farklı görüş bulunmaktadır. Teknolojinin, özellikle de


iletişim teknolojilerinin toplumsal rolünü belirleme noktasında, kuramsal olarak
determinist ve semptomatik teknoloji anlayışı şeklinde özetlenebilir iki ana görüş
bulunmaktadır. Teknolojik determinizm, teknolojik gelişmenin tüm ekonomik
kalkınmayı ve toplumsal değişmeyi sağladığı görüşüdür. Bu görüş karşısında
semptomatik teknoloji anlayışı ise, teknolojik yeniliklerin toplumsal değişmenin birer
semptomu ve sonucu olarak ortaya çıktığını, bu toplumsal değişim içinde gerçeklik ve
geçerlik kazandıklarını kabul eder (Atabek 2001, 136).

Teknolojinin hem özerk olduğu, hem de toplum üzerinde belirleyici etkileri bulunduğu
varsayımı Türkçe’de teknolojik belirlenimcilik (teknolojik determinizm)olarak
adlandırılır (Mutlu 1995, 328). Teknolojik determinist yaklaşımın mantığı, yeni
teknolojilerin –matbaadan iletişim uydularına kadar- teknik çalışma ve deney sonucu
ortaya çıktığı görüşüdür. Bu teknoloji daha sonra içine doğduğu toplumu ya da sektörü
değiştirmektedir. Ancak iletişim uzmanı Raymond Williams bütün teknik deney ve
çalışmaların, mevcut toplumsal ilişki ve kültürel biçimler dahilinde genellikle önceden
tahmin edilen amaçlar için yapıldığını belirtmektedir. Bir teknik yeniliğin toplumsal
açıdan kendi başına o kadar önemli olmadığını ancak üretime yönelik yatırım için
seçildiği ve bilinçli olarak belirli bir toplumsal kullanım yolunda geliştirildiği –yani
teknik bir yenilik olmaktan çıkıp elverişli bir teknoloji haline gelmeye başladığı- zaman
önem kazandığını ileri sürer (Aktaran Timisi 2003, 39).

Williams, tüm biçimleriyle teknolojik determinizmin reddedilmesi gerektiğini, aynı


zamanda, belirlenmiş teknoloji fikrinin de onun yerini almamasına dikkat edilmesi
15

gerektiğini öne sürer. Williams; “Teknolojik determinizm, gerçek sosyal, siyasal ve


ekonomik amaç yerine; ya buluşun rastlantısal otonomisini ya da soyut bir insani öz
koyduğu için savunulamaz bir fikirdir. Ancak belirlenmiş teknoloji fikri de benzer
biçimde, insani sürecin tek taraflı, tek yollu bir uyarlamasıdır. Belirleme
(determinasyon) gerçek bir sosyal süreçtir, ancak asla tümüyle denetleyici ve
tanımlayıcı bir nedenler topluluğu değildir. Tersine, determinasyon gerçeği, değişken
sosyal uygulamaları derinden etkileyen, fakat asla zorunlulukla denetlemeyen sınırların
kurulmasına ve baskı uygulanmasına dayanır. Determinasyonu tek bir güç ya da
güçlerin tek bir soyutlaması olarak düşünmek yerine, aynı zamanda, içinde gerçek
belirleyici faktörlerin güç ya da kapital dağılımı, sosyal ya da fiziksel miras, gruplar
arasındaki genişlik ve büyüklük ilişkileri, sınırlar kurduğu ve baskı uyguladığı, ancak,
bu sınırların içinde ya da üzerinde bu baskılar altında ya da bu baskılara karşı karmaşık
hareketlerin sonuçlarını ne tümüyle denetleyen ne de tümüyle öngören bir süreç olarak
düşünmeliyiz” demektedir (2003, 108).

İletişim teknolojileri bağlamında da Williams, teknik bir keşfin toplumsal ve kültürel


kurumlara yol açmasının söz konusu olmadığını söylemektedir. Yayıncılık, teknolojiyi
aşan tercihlere alternatif ve birbirine karşıt kültürel sistemlere dönüşmüştür, ancak
bütün karmaşıklığına karşın Williams gerçek tarihi örneğin “radyonun icadının
milyonlarca kişinin hayatını değiştirdiği” gibi bir önermeye indirgemenin anlamsızlığını
vurgulamaktadır. Dolayısıyla gerçek durum teknolojinin belirlemesi değil, teknolojinin
kaçınılmazlığı ya da durdurulmazlığıyla ilgili çıkarların açık ve gizli pazarlanmasının
sonucudur. Williams, teknik ve teknolojik değişimleri soyutlamanın ve geniş toplumsal,
ekonomik ve kültürel değişimleri sanki teknolojik ve teknik değişimler tarafından
belirlenmiş gibi açıklamanın zayıf bir düşünce biçimi olduğunu söylemektedir (Aktaran
Timisi 2003, 40).

Öte yandan ülkelerin ekonomik gelişmişlik seviyeleri ile teknolojik seviyeleri arasında
dolaysız ve doğrusal bir ilişki olduğu genellikle kabul edilir. Özellikle iletişim
teknolojilerinin ekonomik kalkınma ile dolaysız ve doğrusal bir ilişki içinde olduğu
görüşü akademik çevrelerde yaygınlık kazanmıştır. Enformasyon sistemlerindeki
gelişmenin kalkınma sürecini hızlandırarak modernleşmeyi sağlayacağı görüşü,
özellikle Lerner ve Schramm gibi akademisyenlerin etkisiyle Amerikan akademik
çevrelerinde 1960’lı yılların sonuna kadar savunulmuştur. Ekonomik olarak uygun
16

olmayan teknolojilerin ekonomik sistemin dışına atıldığını, hatta uygun bir ekonomik
çerçevenin olmaması nedeniyle birçok teknolojik yeniliğin engellendiğini
söyleyebiliriz. Bu bakımdan, ekonomik kalkınmanın ekonomik sistemden özerk bir
teknoloji ile sağlanabileceği şeklindeki teknolojik determinist anlayış, az gelişmiş
ülkelere çare olmayacağı gibi, ne ekonomik-toplumsal dönüşümleri ne de teknolojik
değişimlerin kendisini açıklamakta yeterli değildir (Atabek 2001, 23-24).

Diğer taraftan, teknolojik gelişmelere bağlanan enformasyon toplumu kavramıyla ele


alınan toplumsal değişimi açıklamaya yönelik görüşler de iki grupta toplanmaktadır.
Farklılığı vurgulayanlar, teknolojik gelişme sonucunda ortaya yepyeni bir toplumsal
yapının çıktığını ve bir toplumsal dönüm noktasıyla karşı karşıya kalındığını
savunmaktadırlar. Bu görüşün karşısında yer alan görüş yani sürekliliği vurgulayanlar
ise enformasyon teknolojilerinde çok hızlı yeniliklerin yaşandığını kabul etmekle
birlikte günümüzde ortaya çıkan toplumsal durumun temel özellikleri itibariyle yeni bir
durum olmadığını ve öncekinin bir devamı olduğunu kabul ediyorlar.

Tüm bu görüşlerdeki belirgin ortak nokta, iletişim ve enformasyon teknolojilerinin


günümüz toplumsal yapısında çok önemli bir konuma sahip olmasıdır. Toplumsal
değişimin tek başına teknolojik yeniliklerin bir sonucu olmayacağı ve olağan üstü hızla
gelişen iletişim ve enformasyon teknolojilerinin temel üretim ilişkilerindeki konumlar
bakımından eskisinden bütünüyle farklı bir yapı ortaya çıkarmadığı gözlenmektedir
(Atabek 2001, 136-137). Ancak iletişim ve enformasyon teknolojilerinin gündelik
hayatımızı çeşitli kapsamlarda derinden etkilediği ve toplumsal gerçeklik içinde iletişim
ve enformasyon kavramlarının şimdiye kadar olduğundan daha merkezi bir öneme sahip
olduğu da gözlemlenmektedir. Bu değerlendirmeler çerçevesinde iletişim
teknolojileriyle yeni iletişim teknolojilerini ayrıştırma gereksinimi kendini
hissettirmektedir. Sonraki bölümde yeni iletişim teknolojilerinin neler olduğu
belirtilerek, diğer iletişim teknolojilerinden farklılıklarına değinilecektir.
2. BÖLÜM
DEĞİŞİM SÜRECİNDE YENİ İLETİŞİM TEKNOLOJİLERİ SİSTEMLERİ VE
ELEŞTİREL YAKLAŞIMLAR

1. Teknoloji ve Yeni İletişim Teknolojilerindeki Gelişmelerin Oluşturduğu Yeni


Düzen

1.1. Teknolojik Devrim ve Değişim

İlk endüstri devrimi bilim temelli olmamasına karşılık, enformasyonun yaygın


kullanımı, bilginin geliştirilmesi ve uygulanması üzerine kurulmuştur. İkinci endüstri
devrimi 1850’lerden sonra keşif ve buluşlarda bilimin ayırt edici rolünü açığa
çıkarmaktadır. Teknolojik ya da bilgi devrimini niteleyen ise bilgi ve enformasyonun
tek başına merkezliliği değil, ancak bilgi ve enformasyonun, bilginin sürekliliğinin
sağlanmasında ve enformasyon işlemede kullanılmasıdır. Bu anlamda, yeni iletişim ve
enformasyon teknolojileri belli alanlara uygulanan basit bir teknik olmaktan farklı
olarak gelişen bir süreçtir (Timisi 2003, 79).

Bu çerçevede son dönemi ele aldığımızda; 1960-1980 yılları arasında gerçekleşen bir
dizi bilimsel ve teknolojik yenilik, yeni bir teknolojik devrim çağının yaşanmaya
başladığı, bu devrimin toplumsal, ekonomik, siyasal ve kültürel alanı yeniden
yapılandırdığı ileri sürülmektedir. Mikro elektronikteki gelişmeler üretim, dağıtım,
ulaşım ve yönetim süreçlerini radikal bir biçimde değiştirmiştir. Teknolojik devrimi
niteleyen gelişmeler, 1971’de mikro işlemcilerin kullanımıyla başlamış, 1975’de mikro
bilgisayarların ticari olarak en başarılı ürünleri kişisel bilgisayarlar ortaya çıkmış,
1990’lı yıllarda tahmin edilemeyen bir yaygınlığa erişmiştir (Timisi 2003, 77-78).
55

Böylece bilginin en değerli kaynak, üretim aracı, aynı zamanda da temel ürün olduğu,
öyle ki, işgücünün çoğunluğunun enformasyon endüstrisinin işçilerinden oluştuğu ve
enformasyonun diğer göstergelere göre ekonomik ve toplumsal olarak da baskın olacağı
bir toplum anlayışı ortaya çıkmıştır (Mutlu 1995, 116).

1.1.1. Değişimle Gelen Yeni Toplumsal Yapı: Enformasyon Toplumu

Enformasyon Toplumu fikrinin kökenleri sanayi-sonrası topluma ilişkin çalışmalarda


bulunmaktadır. S. Braman, enformasyon toplumunun bir anda ortaya çıkmadığını, üç
gelişme evresi geçirdiğini belirtmektedir. İlk evre, 19. yy.’ın ortalarında başlamış ve
iletişimin elektrifikasyonuyla karakterize olmuştur. 20. yüzyıl ortalarının sonlarına
doğru başlayan ikinci evre ise teknolojilerin yöndeşmesi ve enformasyonun toplumun
özeğinde yer aldığının kabulüyle karakterize olmuştur. 1990’larda başlayan üçüncü evre
ise, enformasyon sistemlerinin birbiriyle, ulusal sınırları aşan sistemlerle ve diğer sosyal
sistemlerle uyumlaşımı (harmonization) ile karakterize olmaktadır (Mutlu 1995, 117).
Bu gelişim hiçbir zaman tek biçimde algılanmamıştır; farklı sınıflar ve toplumlar
tarafından farklı biçimde yaşanmaktadır.

Bu çerçevede yeni teknolojik devrimin ekonomik, toplumsal ve kültürel etkileri, yeni


bir dünya düzeninin alt yapısını oluşturması anlamında, farklı ideolojik açıklamalar
içinde tarif edilmektedir. Yeni iletişim teknolojilerini dikkate alarak, toplumsal bir
analiz gerçekleştiren enformasyon toplumu yaklaşımı, teknolojik devrimi, enformasyon
devrimi olarak tanımlar ve yeni bir toplumsal dönemin başladığını vurgular (Timisi
2003, 87 ). Günümüzde enformasyon toplumu kavramı, toplumsal ilişkiler içinde
bilginin belirleyici bir konuma ulaştığını vurgulamak açısından tarihsel bir süreci
tanımlamak üzere kullanılmaktadır. Kavram, 1990’larda ABD’de ulusal enformasyon
altyapısı projesi, Avrupa’da ise Enformasyon Toplumu Yolunda Avrupa isimli eylem
planları ile politik belgelerde yer almaya başlamıştır. İletişim alanında enformasyon
toplumu kavramının önem kazanmaya başlamasının tarihi 1970’lerin sonunu kadar
izlenebilir. Ancak 1970’lerde tartışılmaya başlanan enformasyon toplumu, kapitalizmin
aşılması ya da düzelmesi merkezli iken 1990’larda politik belgelerde yer almaya
başlayan enformasyon toplumu kavramı farklı olarak AB ve ABD’nin politikalarının
yeni birikim düzenini ifade etmektedir (Başaran 2003, 167). Bu yönüyle enformasyon
56

toplumu kavramı, liberal batı düşüncesinin ilerlemeci geleneğiyle uyumlu bir bütünlük
ortaya koymaktadır.

Öte yandan ABD’nin resmi belgelerine bakıldığında “bilgi toplumu” kavramının çok az
kullanıldığı görülmektedir. ABD, çeşitli sosyo-kültürel nedenlerle “Ulusal/Küresel Bilgi
Altyapısı”, “Bilgi Otoyolları” gibi kavramları daha çok kullanmaktadır. Avrupa Birliği
ise 1994 yılından bu yana ∗bilgi toplumu kavramını bu alandaki politikaların genel
çerçevesi için kullanmaktadır. Çeşitli ülkelerin resmi politika belgelerine bakıldığında
bilgi toplumu; sosyo-ekonomik faaliyetlerin giderek etkileşimli sayısal iletişim ağlarının
katılımıyla veya bu iletişim ağlarının yoğun kullanımıyla gerçekleştirilmesi yanında bu
amaçla kullanılan her türlü teknolojinin ve uygulamanın üretilmesi olarak
tanımlamaktadır. Hiç kuşkusuz bu tanımlar; elektronik ticaretten, uzaktan eğitime;
devlet-yurttaş ilişkilerinin sürdürülmesinden, karayollarının yönetimine kadar tüm
yaşam alanlarına etkileşimli sayısal ağların katılması ve bilgi ve iletişim sektörü olarak
tanımlanan uluslararası pastadan pay alınması anlamına gelmektedir
(www.bilten.metu.edu.tr.).

Bu değerlendirmeler öncülüğünde oluşan anlayış çerçevesinde; enformasyon


toplumunun toplumsal eylemin gerçekleştiği alanları genişlettiği ileri sürülür. Ayrıca bir
enformasyon toplumunun oluşturulmasının endüstri-sonrası toplumun gelişmesini
hızlandırdığı, endüstri-sonrası bir devlette ise, öncelikle mal üretiminden hizmetlerin
satışına doğru bir değişimin söz konusu olduğu belirtilmektedir. Bu anlamda bu
toplumun ikinci boyutu daha da önemlidir, çünkü ilk kez yenilik ve değişme kuramsal
bilginin derlenmesinden türemektedir (Mutlu 1995, 117). Enformasyon toplumunun can
alıcı noktası ise bilgi ve enformasyonun toplumun stratejik ve dönüştürücü kaynakları
haline gelmesidir, tıpkı sermaye ve emeğin endüstri toplumunun stratejik ve
dönüştürücü kaynakları olması gibi.

Enformasyon toplumu olarak adlandırılan döneme özgü olan şey ise, üretimin temel
kaynağını bilginin kendisinin ve etkinliğinin oluşturmasının yanı sıra, toplumsal ve
kültürel süreçlerin de vazgeçilemez bir biçimde yeni teknolojiler ve enformasyona


Enformasyon ve bilgi kelimeleri çoğu zaman birbirinin yerine geçecek şekilde kullanılmaktadır. Ancak
enformasyon bilginin hammaddesini; veriler, bulgular, sinyaller vb. oluştururken, bilgi ise düzenlenmiş,
filtreden geçmiş, netleşmiş enformasyon anlamına gelmektedir (Aktaran Timisi 2003, 88).
57

bağımlı oluşudur. Enformasyon toplumu yaklaşımı, insanlık tarihinin yeni bir evresini
oluşturmaktadır. Bu, bir önceki tarihsel evredeki değerlerin, toplumsal düzenlemelerin
ve üretim biçimlerinin kırılması anlamına gelmektedir. Bu kırılma temel olarak iletişim
teknolojilerine yaslanmaktadır (Timisi 2003, 89).

1.1.2. Enformasyon Toplumu ve Türkiye

Türkiye gelişmekte olan bir ülke olarak, iletişim teknolojilerinin bir ucundan tutarak, bir
şekilde yenilikleri yakalamaya çalışmaktadır. Ancak doğal olarak bu durum, teknoloji
alanındaki bir üretimden ziyade, ithalata ya da montaja yönelik göz boyayıcı bir gelişim
çizgisi olarak belirginlik kazanmaktadır. Dolayısıyla yaşanılan süreci, bilgi toplumu ya
da bilgi çağı olarak adlandırmanın temel gerekçelerinin genelde bilginin üretim, dağıtım
ve paylaşımındaki hız; bilginin bir meta oluşu; hizmet sektörünün büyümesi ile iletişim
ve elektronik teknolojilerindeki gelişmeler olarak sıralandığı söylenebilir. Bilgi toplumu
için genel-geçer şartlar şöyle belirlenmiştir:

1- Sanayileşme gerçekleştirilmiş olmalıdır.


2- Kentleşme sağlanmış olmalıdır.
3- Toplum, inanç ve duyguya dayalı düşünce yapısından nedenselliğe
dayalı düşünce yapısına geçmiş olmalıdır.
4- Eğitim, araştırmaya dayalı ve gelecekte gereksinim duyulacak alanlara
yönelik çağdaş bir nitelikte olmalıdır.
5- Ülkede sağlam ve gelişmiş bir bilim sistemi, bir bilim politikası
olmalıdır.
6- Ülke, hem devlet hem de toplum tarafından önemsenen çağdaş nitelikli
kütüphanelere sahip olmalıdır.
7- Bilgi, toplumsal yaşamda bireyler için bir gereksinim ve değer niteliği
taşımalıdır.
8- Ülkenin, bilgi toplumunun gerektirdiği teknolojiyi üretme kapasitesi
olmalıdır (Aktaran Dağdaş 2002, 277).

Bu belirtilen şablona Türkiye’nin ne kadar uyduğu tartışılırken, hedeflenen yapıya


ulaşmak için çeşitli reçeteler yazılmaktadır. Bunların başında bilgiye sahip olmak
gelmektedir. Bilgi, içinde bulunduğumuz çağda gerçekten önemlidir. Bilgi, insan
58

yaşamını anlamlı ve soylu kılan evrensel bir değerdir. İnsanlık için amaç, bilgili
bireylerden kurulu bilgili bir topluma ulaşmaktır. Bu noktada Türkiye’ye kesilen
reçetede; bilgi toplumuna ulaşmada özentiden öte sabır, kararlılık, plan, disiplin ve
bilim ile gerçekleştirilebilir hedefler yer almaktadır. Bu hedef çerçevesinde Türkiye’nin
en büyük desteği aday ülke olarak girmeye çalıştığı Avrupa Birliği (AB) olurken, örnek
aldığı şablon da AB ülkelerinde bulunmaktadır.

AB’ye girmek ise, toplumsal bir dönüşümü gerçekleştirmek olarak


değerlendirilmektedir. Hem mevzuat olarak, hem yaşam biçimi, düşünme tarzı,
hükümet anlayışı olarak, baştan aşağıya ülke yapısına çeki düzen vermek demektir. Bu
toplumsal dönüşüm için AB, kendisinin geçtiği süreçten, aday ülkelerin de geçmesini
beklemektedir. AB’de enformasyon toplumu politikasının temel yapı çalışmaları 1994
Bangemann Raporu ile başlamıştır. Raporu takiben AB’de bir eylem planı hazırlanmış
ve enformasyon toplumu politikalarını oluşturmak üzere gruplar oluşturulmuştur. Birlik
ülkelerinde enformasyon toplumu olgusunun altyapısından ziyade toplumsal boyutlara
ağırlık verilmesi önem kazanmıştır. “Avrupa Modeli Enformasyon Toplumu” yüksek
düzeyde toplumsal içerme (dijital olarak okur-yazar Avrupa) ile Avrupa’nın kültürel ve
dilsel çoğulluğunun korunmasına temellenir. İnsana yatırım ilkesi benimsenmiş böylece
yaşam boyu öğrenimin desteklenmesi öngörülmüştür. Temel ilke insana yatırım ise,
yeni insan kaynakları becerilerinin geliştirilmesi gerekmektedir. Bunlar ise,
enformasyon teknolojilerini kullanma becerileri, yabancı diller, tekno-kültür bilgisi,
girişimcilik ve sosyal beceriler olarak sıralanmaktadır (Binark 2003, 137-139). Bu
yönüyle AB’de enformasyon toplumu politikası öğrenme, toplumsal kapsama, topluluk
kalkınması ve demokratik katılım üzerine temellenmiştir.

Bununla birlikte Avrupa’nın yeni ekonominin ve özellikle internet’in getirdiği


fırsatlardan yararlanmaya ihtiyacı olduğunu fark eden Avrupa Konseyi, gerek ABD ile
aradaki farkı kapatmak, gerekse Avrupa içindeki bölgesel dengesizlikleri ortadan
kaldırmak için Aralık 1999’da Avrupa Komisyonu tarafından benimsenen e-Avrupa
girişimini geliştirerek desteklemeye karar vermiştir. Avrupa sözcüğünün başındaki “e”
harfi, elektronik sözcüğünün baş harfi olup, bilgi ve iletişim teknolojilerine dayalı
dönüşümün simgesi olarak kullanılmaktadır (Üney, www.tbv.org.tr). 23-24 Mart 2000
tarihlerinde Lizbon’da yapılan Avrupa Konseyi toplantısında, 15 AB ülkesinin
Hükümet ve Devlet Başkanları, Avrupa’nın gelecek on yılda “dünyadaki en rekabetçi ve
59

dinamik bilgi tabanlı ekonomi” haline gelmesi hedefini koymuşlardır. Bu hedef,


Avrupa’nın bir an önce bilgi tabanlı ekonominin, özellikle de internetin sağladığı
fırsatlardan sonuna dek yararlanması gerekliliğini ortaya çıkarmıştır. Bu gerekliliğe
yanıt olarak, 19 Haziran 2000 tarihinde Feira’da e-Avrupa Eylem Planı kabul edilmiştir.
Eylem Planı 2002 yılı sonuna kadar ulaşılması hedeflenen üç temel amaç belirlemiştir:

- Daha ucuz, daha hızlı, daha güvenli internet,


- İnsan kaynağına yatırım,
- İnternet kullanımını özendirmek (www.bilten.metu.edu.tr).

AB ülkeleri kendileri için bu eylem planlarını yaşama geçirirken, aday ülkelerin de aynı
toplumsal dönüşümden geçmeleri için e-Avrupa Eylem Planı hazırlanmıştır. e-Avrupa
Eylem Planı’nın e-Avrupa’dan farklı bir amacı da vardır. Bu da, bilgi toplumunun temel
taşlarını oluşturma çalışmalarının hızlandırılması için şu konulara öncelik vermektir:
Birincisi herkes için uygun fiyatlı iletişim hizmetleri sağlamak, ikincisi bilgi toplumu ile
ilgili AB Müktesebatı’nı uyarlamak ve uygulamak. Türkiye, Haziran 2001’de
Göteborg’da yapılan toplantıda, bu eylem planına uyacağını resmen ifade etmiştir.
Proje, Avrupa Birliği üyeliği ön koşulu değildir ancak bu durum gönüllü olarak
Türkiye’nin bilgi toplumuna ulaşmak konusundaki istekliliğinin bir ifadesidir. Bu bir
toplumsal dönüşüm programıdır.

Ancak bilgi toplumunun temel göstergeleri olarak değerlendirilen sabit telefon, mobil
telefon ve internet kullanıcı yoğunluğu ile ilgili rakamlara bakıldığında Türkiye’nin
Avrupa ülkelerinden geride olduğu gözlemlenmektedir. Dünya Ekonomik Forumu
tarafından hazırlanan 2003 verilerinin yer aldığı rapor da bunun göstergesidir. Teknik
alt yapı kadar ülkelerin hizmet sunumu, teknoloji üretme yetenekleri, insan sermayesi
ve hukuki düzenlemelerinin kriterler arasında yer aldığı rapora göre; Türkiye, 102 ülke
arasında 56. sırada yer almaktadır. Avrupa Birliği içinde bilgisayar ve internet
kullanımında son sıralarda yer aldığı belirtilen Türkiye’nin, cep telefonu kullanımında
ise üst sıralarda bulunduğu ortaya konmuştur. Raporda, bilgi ve iletişim teknolojileri
alanında temel göstergeler olarak kabul edilen bilgisayar ve internet kullanımı ile mobil
telefon kullanımı oranlarına bakıldığında Türk insanının hala bilgisayara ulaşamadığı
ancak yaygın olarak cep telefonu kullandığı ortaya çıkmıştır. Türkiye'de internet
kullanımı aynı dönemde artış gerçekleştirerek yüzde 8’lere tırmanmıştır ancak AB
60

ülkelerinde bu rakam yüzde 39'lardadır (www.cnnturk.com.tr). Bu göstergeler


Türkiye’nin önünde alması gereken daha çok yolun olduğunu ortaya koymaktadır.

Yalnız nicelik anlamındaki desteklerden öte, nitelikli gelişmeye dikkat çekmek


gerekmektedir. Bu çerçevede araştırma-geliştirme harcamalarına yeterli pay ayırmayan,
eğitim sistemindeki kaliteyi yükseltmeyen, bilgi üretmeyen veya ürettiği bilgiyi bile
kendi veri bankalarında bulamayan, uzun dönemde hangi sektörlerde dünya çapında
rekabet edeceğini belirleyemeyen bir ülke; ne kadar bilgisayarı ne kadar telefon abonesi
olursa olsun geleceği kaybetmiş demektir. Ayrıca, yeni iletişim teknolojilerini satın
almayı ve doğru kullanmayı bilmek de kendi bütünselliği içerisinde bir bilgidir. Ancak
kendi bilgi birikimimizi de oluşturmamız gereklidir. Bunun için de sadece piyasa ortamı
yeterli değildir (Geray 1994, 86). Her alanda olduğu gibi bu alanda da sosyal devlet
anlayışının yaşama uyarlanması bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır.

Öte yandan Türkiye, e-Devlet noktasında Avrupa Birliği’ne aday ülkelerle


karşılaştırıldığında geri kalmış bulunmaktadır. Aday ülkeler için 2000 yılında yürürlüğe
giren e-Avrupa Eylem Planı’ndaki hedeflere 2003 yılı sonuna kadar ulaşılması
gerekiyordu. Diğer ülkelere bakıldığında bu hedeflere büyük ölçüde ulaşıldığı
gözleniyor. Ülkemizde ise sözü edilen hedeflere ulaşmak bir yana, eylem planının ön
koşulu olan herkese ucuz ve hızlı internet erişiminin bile henüz sağlanamadığı
görülmektedir (Üney, www.tbv.org.tr).

Bu söylemleri destekleyen veriler ise e-devlet araştırmasıyla ortaya konulmuştur. ''e-


Devlet Projesi'' kapsamında ''e-esnaf ve sanatkar'' uygulamalarının tanıtıldığı bir
toplantıda konuşan Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun, 2004 yılı itibariyle 27 ülkede
gerçekleştirilen e-devlet araştırma sonuçlarına göre, Türkiye'nin internet üzerinden
kamusal hizmetlerin kullanımında yüzde 3 ile Endonezya ve Rusya ile birlikte son
sıralarda yer aldığını bildirmiştir. Bakan Coşkun, Türkiye'nin interneti ve temsil ettiği
değişimi yeterli detayda algılayıp, rotasını internet ve bilgi toplumuna çevirmek zorunda
olduğunu vurgulamaktadır (www.nethaber.com). Bu değerlendirmeler kapsamında,
aradaki farkın kapatılması için daha fazla çaba harcamak gerektiği açıkça ortaya
konulmaktadır.
61

Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener de, Mart 2005’te E-Devlet
Uygulamaları Konferansı'nda yaptığı konuşmada Türkiye'nin bilgi toplumuna dönüşüm
sürecini başlatan E-Dönüşüm Türkiye Projesi çerçevesinde yeni bir eylem planı taslağı
hazırlandığını bildirmiştir. Stratejide, her alanda yapılması gereken faaliyet ve proje
önerilerinin yer alacağını ve bununla bilgi toplumuna dönüşüm sürecinde yeni bir
safhaya geçileceğini kaydeden Şener, sağlanan gelişmeleri şöyle sıralamıştır:

- Mernis projesi tamamlanarak vatandaşlık ve vergi numaralarının


birleştirilmesinde büyük mesafe katedildi.
- Benzer şekilde şirketlere de tek ve belirleyici numara verilme
aşamasına gelindi.
- Elektronik imza yasasıyla bir boşluk kapatıldı.
- Ulusal yargı ağı projesi tüm taşra teşkilatını da kapsayacak şekilde
genişletilmekte.
- Vergi beyannameleri elektronik ortamda verilmeye başlandı.
- Gümrük işlemlerinin büyük bir kısmı iş süreçleri iyileştirilerek
elektronik ortama taşındı.
- Birlikte çalışabilirlik konusunda gerekli standart ve normların
oluşturulmasına çalışılıyor (www.nethaber.com).

Öte yandan TÜBİTAK Bilim ve Teknoloji Politikaları Daire Başkanlığı çerçevesinde


hazırlanan 2023 Türkiye Vizyonu ve Sosyo Ekonomik Hedefler kapsamında birçok
alanın yanı sıra bilgi ve iletişim alanında kararlar alınmıştır. GSMH’nın sürdürülebilir
şekilde büyümesi gerektiğinin belirtildiği Türkiye’nin oluşturduğu markalar ve
teknolojiler ile doğrudan, sağladığı iletişim olanakları ve bilgi kaynakları üzerinden
diğer sektörlere verdiği destek ile dolaylı olarak, giderek artan oranda katkıda bulunan
ve en az üç bilgi ve iletişim teknolojisi alanında, dünyada ilk akla gelen ya da tercih
edilen ülke konumuna gelmesi hedeflenmektedir (www.vizyon2023.tubitak.gov.tr.).

1.2. Küreselleşen Dünyada Yeni Ortam Eleştirileri ve İletişim Teknolojileri

Küresel enformasyon toplumu, iletişim ve bilgisayar teknolojilerinin bir araya gelmesi


üzerine kurulu olan enformasyon teknolojilerinin özelliklerini taşımaktadır. Böylece,
iletişim ve bilgisayar teknolojilerindeki gelişmeler sonucu kitle iletişimi; noktadan
62

noktaya iletişim, veri iletişimi gibi çeşitli iletişim biçimleri giderek birbirine
dönüşmekte ve aralarındaki farklılıklar yok olmaktadır. Bu teknolojik gelişmeler doğal
olarak geleneksel kitle iletişim araçlarının işlevsellikleri üzerinde önemli değişimlere
yol açmışlardır (Dağdaş 2002, 255).

Bu değişimin özelliği; belirli teknolojilerin yüksek düzeyde bütünleşmiş bir gelişme


içinde olmasıdır. Mikro elektronik, telekomünikasyon, bilgisayar gibi teknolojiler
enformasyon sistemleri altında bütünleşmiştir. Bu anlamda bir teknolojik sistem
içindeki bir unsur diğerinden ayrı olarak düşünülemez. Enformasyonun bütün insani
etkinliklerin bir parçasını oluşturması nedeniyle, insanın bireysel ve kolektif
varoluşunun bütün süreçleri, yeni teknolojik ortam aracılığıyla doğrudan
biçimlenmektedir (Timisi 2003, 79). Ancak bu ortam, esnek bir yapılanmadır. Esneklik
özgürleştirici bir güç olabileceği gibi baskıcı bir yapıda da olabilir.

İletişim teknolojilerinin küreselleşmeye etkisi, enformasyon toplumunun temel


eksenlerinden birini oluşturmaktadır. Bunlar, kültürel küreselleşmede enformasyonun
serbest akışı, bilgi özgürlüğü ve tüketici beğeni ve arzularının yöneteceği bir iletişim
ortamı, dünyanın en uzak köşelerinin iletişim teknolojileri aracılığıyla bütünleştirileceği
varsayımlarıdır. İletişim alanındaki bu gelişmeler yeni iletişim düzeni olarak tanımlanan
bir durumun esasını oluşturmaktadır. Bu yeni düzen içinde iletişim alanına yön veren
geleneksel ilkeler değişime uğramıştır. Tüm dünyada kamu yararını gözeten
düzenlemeden, ekonomik ve girişimcilikle ilgili ilkelerin hakim olduğu bir düzene
geçilmesi kurallarının kaldırılması olarak tanımlanmıştır. Enformasyon toplumunun
liberal kanadına göre bu yeni iletişim düzeni piyasanın çoğulculuğu içinde birey ve
topluluklara iletişime katılma olanağı tanıyabilir (Timisi 2003, 115). Ancak bu durumun
tersine katılımcı bir yapıdan yoksun, sadece tüketim piyasasının üyeleri olarak yeni
düzen içinde yer almak da söz konusudur. Güçsüzleri düzenin dışına atan sistemin en
büyük destekçilerinden biri de teknolojik gelişmelerdir. Teknolojik gelişmeler devam
ettiği sürece yeni dünya düzeninin de devam edeceği görüşü ağır basmaktadır (Ilgaz
2002, 247-248).

Bu değerlendirmeler çerçevesinde dünyanın bazı bölgelerinde insanların iyi bir yaşam


tarzına sahip olduğu, bazı bölgelerinde ise yoksulluğun var gücüyle egemen olduğu
yansınamaz bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. Zengin ülkeler (sanayileşmiş,
63

kuzey ülkeleri), fakir ülkeler (genelde güney ülkeleri) ve Türkiye gibi gelişmekte olan
ülkeler. Yeni dünya düzeninde ekonomik düzenin bir bakıma güçsüzleri dışlayan bir
sistem haline geldiği söylenebilir (Güçdemir 2002, 387). Tipik olarak Kuzey ve Güney
eşitsizliği olarak nitelendirilen bu durum, enformasyon teknolojileri açısından bazı
alanlarda giderek artan oranlarda sürmektedir. Dünyadaki mevcut veri bankalarının
yüzde 85’i Kuzeyin gelişmiş ülkelerindedir. Mevcut enformasyon ve iletişim sistemleri,
masaüstü demokrasi metaforu karşısında masaüstü sömürge metaforunu haklı kılan
deyimlere sahne olmaktadır (Atabek 2001, 138-139).

Öte yandan 20. yüzyılın son çeyreğinde büyük bir gelişme gösteren bilişim ve iletişim
teknolojileri dünyayı küçültürken siyasal, ekonomik ve kültürel etkilerini de
beraberinde getirmektedir. Teknolojik gelişmelere direnmenin ise mümkün olamayacağı
ileri sürülmektedir. Geri kalmış ülkelerde ise, kendi varlıklarını dünya çapında ortaya
koyabilme, gelişmelere ayak uydurarak hem kendilerini koruma hem de eşit şartlarda
dünya düzenine katkıda bulunma, görüşü hakimdir. Ancak şu an dünya düzeninde
gelişmiş ülkeler hep yönlendirici konumundadırlar.

Konuyu daha da daraltırsak gelişen teknolojiden aynı düzeyde yararlanılması bir ölçüde
yaşam standartlarının da aynı düzeyde olmasına bağlıdır. Gelişmiş ülkelerde yaşam
standartı daha yüksekken gelişmekte olan ülkelerde toplumun büyük bir çoğunluğu
yoksulluk içindedir. Ekonomik yönden zayıf olan gelişmekte olan ülkelerin dışa
bağımlılığı söz konusudur. Gelişmiş ülke olabilmek için sadece ekonomi değil,
teknoloji, eğitim, kişi ve insan hakları ve sosyal devlet anlayışı gibi konular da baz
alınmaktadır. Ancak gelişmekte olan ülkeler en başta ekonomik sorunlarla uğraşırken
diğer konulara gereken önemi verememektedir (Ilgaz 2002, 250). Bu çerçevede de
ekonomik bağımlılık yanında teknolojik bağımlılık da kendini gösteriyor.

Sanayileşme sürecini tamamlayamamış ya da bu süreci yaşayan ülkelerde sahip olunan


bilgi seviyesi, gelişmiş Batılı ülkelere oranla daha azdır. Bu da dolayısıyla, yeni
teknolojik gelişmelere ilişkin bilgi birikiminin, tek yanlı olarak sanayi ötesi dönemi
yaşayan ülkelerin egemenliği altında olduğunu ortaya koymaktadır (Dağdaş 2002, 259).
Enformasyon toplumu ancak engelsiz bir değiş tokuş koşuluyla var olabilir. Bu toplum,
tanımı gereği, engelleme ya da enformasyona ulaşımda eşitsizliklerle bağdaşmaz
(Mattelart 2003, 54).
64

1.2.1. Sayısal Uçurum Kavramının Doğuşu

İletişim ve bilgi teknolojileri alanında ülkeler arasındaki ve ülkeler içindeki eşitsizlik


olgusu 1970’lerden bu yana tartışılmaktadır. “Bilgi yoksulları/bilgi zenginleri”,
“iletişim sahipleri/iletişim yoksunları” gibi kavramlar bu nedenle kullanılmıştır. Ancak
1991’den sonra bilgi toplumu tanımlarının geliştirilmesi ve bu tanımın sosyo-ekonomik
faaliyet alanlarının bütününde köklü dönüşümlere yol açacağı beklentisi, konunun
önemini daha da artırmıştır. Artık sayısal bölünme (digital divide) veya “erişim
uçurumu”, bilgi toplumuna doğru giden yolda ABD’den Avrupa’ya kadar en önemli
sorunlardan biridir. Erişim uçurumu, bilgi toplumu olarak tanımlanan toplumlarda iki
parçalı bir toplum oluşturma tehlikesini beraberinde getirmektedir. Günümüzde sayısal
bölünme; telefon, bilgisayar, internet gibi araçlara fiziksel erişim göstergeleriyle
ölçülmektedir (www.bilten.metu.edu.tr).

Gerek kişiler, gerek kurumlar, gerekse ülkelerin zenginlikleri bilgi ve iletişim


teknolojilerine ne kadar erişebildikleriyle doğru orantılı olarak ölçülmektedir (Üney,
www.tbv.org.tr). Ev ya da kişi başına ne kadar telefon, ne kadar TV, ne kadar bilgisayar
düştüğü; kaç evden, işyerinden, okuldan internete bağlanıldığı, kaç kişinin cep telefonu
olduğu gibi rakamlarla ülkelerin durumları değerlendiriliyor. Artık ülkeler, bölgeler ve
insanlar arasındaki başka bir uçurumdan söz edilir olmuştur. Sayısal Uçurum olarak
adlandırılan bu kavram, bilgi ekonomisine geçmiş ülkeler ile bu çağın gerisinde kalmış
ülkeler arasındaki toplumsal ve ekonomik farklılaşmayı vurgulamaktadır.

Ancak gelişmiş bölgeler için de henüz tüm sorunlar giderilmiş değildir. Gelişmiş bir
yapıya sahip olan Avrupa Birliği ülkelerinde bile enformasyon toplumu ile ilgili
tartışmalarda öncelikle enformasyona sahip olanlar ve olmayanlar kutuplaşmasının
üzerinde durulmaktadır. AB için de enformasyon teknolojilerinin yaygınlığı ve
kullanımı konusunda Kuzey ve Güney ülkeleri arasında bir farklılığın olduğu
görülmektedir. Üstelik Birlik üyesi ülkelerin Avrupa Modeli Enformasyon
Toplumu’nun kurulmasında katettikleri yol da aynı değildir. Her ülkenin farklı
toplumsal ve kültürel yapıları bu yolu etkilemektedir. Birlik içinde sadece Kuzey-Güney
ayrımı ortaya çıkmakla kalmayıp erişim sorunu ile ilgili olarak, toplumsal sınıflar
arasındaki farklar da giderek belirginleşmektedir. Bu durum, enformasyon toplumu
uygulamalarının toplumsal boyutuna sürekli dikkat edilmesi gerekliliğini ortaya
65

koymaktadır (Binark 2003, 140-141). Hiç kuşkusuz bu sorunlar sadece AB’de değil,
tüm dünyada kendini hissettirmektedir.

1.2.2. Bilgi Ekonomisi Tartışmaları: Üretenler ve Tüketenler Arasındaki Çatışma

Yeni iletişim teknolojilerinin sağladığı kolaylığa rağmen, acaba herkes bilgiye eşit
haklarda ve özgürce ulaşabilecek mi? Herkesin her şeyi anında öğrenebildiği yepyeni
bir çağa gerçekten girebildik mi? İletişim devrimi haber kaynaklarını küresel boyuta
ulaştırmıştır. Örneğin, bir kaynak taraması yapıldığında internetten, bilgisayar ekranında
yüzlerce kaynak birden dökülmektedir. Ne var ki, üretim açısından kilit nitelikteki
bilgilerin herkesin emrine açık olmadığı da gözlemlenmektedir. Dahası, iletişim devrimi
haber kaynaklarını zenginleştirip, küresel boyuta ulaştırırken kilit nitelikteki bilgilerin
giderek tekel gücünün vurgulanması, bunlara ulaşmak ya da taklit etmenin küresel çapta
yaptırımlara bağlanmasıdır.

Öte yandan küreselleşmenin de etkisiyle yeni iletişim teknolojilerinde yaşanan


gelişmeler, özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin insanlarının bilgiye
ulaşabilmesinin sınırlı olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır. Gelişmiş ülkeler bilgi
alanındaki üstünlüğünü elinde tutarak, istediği bilgilerin akışına izin vermekte, önemli
saydığı bilgiler üzerinde sınırlamalar koymaktadır (Dağdaş 2002, 272). Diğer ülkeler ise
bu sorunu aşmak için çeşitli yollara başvurmaktadırlar. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma
Örgütü (OECD), ICCP WPIE grubunca yapılan bir araştırmaya göre, OECD üyesi
ülkeler şu politikalarla sayısal eşitsizliği gidermeye çalışmaktadırlar; genel politikalar,
bireylere ve hanelere teknolojinin yaygınlaştırılması, işyerlerine teknolojinin
yaygınlaştırılması, devlet geliştirme ve uygulama projelerinin başlatılması, eğitim ve
öğretim girişimlerinin başlatılması, uluslararası işbirliği oluşturulması. Bunanla birlikte
bireylere ve hanelere teknoloji yaygınlaştırma programları; bilgisayar,
telekomünikasyon ve internet hizmetlerinin maliyetini düşürmeye yönelik uygulamaları
içermektedir. Bir başka değerlendirme ise, kütüphane ve diğer kamusal kurumlara ve
okullara internet bağlantılarının sağlanması çalışmalarıdır (www.bilten.metu.edu.tr).

Bu çerçevede ülkeler arasındaki, ya da aynı ülke içinde bölgeler arasındaki ve hatta


insanlar arasındaki gelir farklılıkları, gelir dengesizlikleri küreselleşen dünyada üzerinde
durulan önemli bir ekonomik sorun olarak gündemdeki yerini korumaktadır. Genel
66

olarak zaten varlıklılar ile yoksullar arasındaki farkın giderek açıldığı gözlenmektedir.
Ancak bir anlayışa göre artık günümüzde varlıklılık ölçütü parayla değil, bilgiye ne
kadar erişebildiği ile, bilgi ve iletişim teknolojilerinin ne kadar kullanıldığı ya da sahip
olunduğuna bağlı olarak değerlendiriliyor. Bir toplumsal ve ekonomik dönüşüm
başlamış ve sürmektedir. Bu yeni oluşumda bilgi en büyük ekonomik değer haline
gelmiştir.

Küresel rekabet avantajlarını artırabilmek, daha üretken olmak, ürün ve hizmetlerde


verimliliği ve kaliteliyi, bunların sonucunda da ulusal geliri artırmak için bilgiye dayalı
yeni ekonomik düzenin kurulması gerekmektedir. Bilgi Ekonomisi olarak adlandırılan
yeni ekonomik düzen güçlü dört temel direğin üzerine oturtuluyor. Bunlar; uygun bir
kurumsal yapı, yaratıcı, yenilikçi ve yetenekli insanlardan oluşan eğitilmiş bir toplum,
toplumun tüm kesimlerinin erişimine açık bir bilişim altyapısı ve mevcut bilgilerin
değerlendirilip katma değer üretebilecek, toplumun tüm kesimlerini kapsayacak bir
yenilikçilik anlayışı ve sisteminin oluşturulmasıdır. Bu dört temel dinamikten öncelikli
olanlar ise eğitilmiş bir toplum ile yenilikçilik anlayıştır (Üney, www.tbv.org.tr).

1.2.3. Teknoloji Transferinin Kazançlı Yönü

Yeni bir teknolojinin üretimi için yapılan teknoloji transferi, transfer edene bir takım
yasal ve mali sorumluluklar getirmesinin yanı sıra, üretim artık transfer edilen teknoloji
çerçevesinde gerçekleştirileceği için, söz konusu teknolojiyi üreten ile kullanan arasında
bir başka düzeyde de bağımlılık ilişkisine neden olur. Bu bağımlılık ilişkisinin teknoloji
transfer eden açısından en kötü yönü, teknolojiyi üretenin bir süre sonra, daha yeni bir
teknolojiyi de üretebilmesi nedeniyle, transfer edenin yeni teknolojik gelişmelere
ulaşabilirliğini kontrol edebilmesidir. Uluslararası boyutta, az gelişmiş ülkelerin sürekli
gelişmiş ülkelerin eski teknolojilerine mahkum olmaları gibi şikayetleriyle sıkça
karşılaşılmaktadır. Ancak teknolojiyi üretmeyip transfer eden ülkeler açısından bir
ilginç nokta da, teknolojiyi üretip kendi ürettikleri teknolojileri kullanan ülkelerin yeni
bir teknolojiye geçmelerinin bazı üretim türleri için çok zor ve pahalı olabilmesi
nedeniyle transfer eden ülkelerin daha şanslı olabilmesidir.

Bu çerçevede teknoloji üretiminin de, üretilen bu teknolojinin kullanılır hale


getirilmesinin de maliyetleri vardır. Özellikle çok hızlı gelişen teknoloji alanlarında bu
67

maliyet daha da önem kazanır ve teknoloji üreten bir ülke, teknolojinin ekonomik ömrü
dolmadığı için yeni teknolojiye geçme kolaylığına, teknoloji üretmeyip transfer eden bir
ülkeninki kadar sahip olmayabilir. Teknolojik ilerlemenin büyük ölçüde kamusal
yatırımlara bağlı olması nedeniyle, teknoloji transfer edenin teknoloji üreten
karşısındaki bu göreli ancak geçici avantajını da değerlendirmeleri zorunluluğu
bulunmaktadır (Atabek 2001, 23). Yine de bu tür durumlar, teknoloji üretenin son
tahlilde, transfer edene karşı üstünlük kurması genel eğilimini değiştirir nitelikte
değildir.

1.2.4. Yeni Düzene Adaptasyon Sorunu

Gelişmiş ülkeler yeni iletişim teknolojilerinin üreticisi ve dağıtıcısı konumundadırlar.


Konuya merkez-çevre ilişkisi bağlamında yaklaşıldığında çevre ülkelerde henüz bu
teknolojileri fiilen hayata geçirecek altyapının, sermaye birikiminin ve entelektüel bilgi
birikiminin oluşmadığı gözlenmektedir. Buna ek olarak, az gelişmiş ve gelişmekte olan
ülkelerde yaşayan insanlar, Batılı ülkelerin geçirdiği yazılı kültür dönemini doyasıya
yaşamadan görsel kültürün egemenliğine geçiş yaptığından, bu tür toplumlarda yerleşik
bir yazılı kültür geleneği oluşmamıştır. Dolayısıyla bu insanların yeni iletişim
teknolojilerini anlamlandırarak yaşama geçirmesi ve bunları amaca uygun verimli bir
şekilde kullanmaları sorunlu olabilir (Dağdaş 2002, 263). Uluslararası ortamda ülkeler
bazında bu sakıncalar yaşanırken, ülkeler içinde de bu çarpık yapı çoğu zaman kendini
göstermektedir.

Nitekim ülkemizde de bölgeler ve bireyler arasında gelir farkı önemli boyutlardadır.


Doğudaki illerde kişi başına düşen milli gelirle Batı illeri arasında büyük farklılıklar
vardır. Kişiler ve bölgeler arasındaki uçurumun giderek azalması, tüm toplum
kesimlerinin yaşam düzeyinin yükseltilmesi için bireysel olarak yapılacaklar yanında
hükümetlerin ve yerel yönetimlerin alacakları önlemler de vardır. Bilgi toplumu olmak
ve gelişmiş ülkeleri yakalamak için ön koşul bilgiye erişmek ise, o zaman buna olanağı
bulunmayanlar için bilgiye erişim ortamı ve fırsatı oluşturulmalıdır. Yurdun her
tarafında ucuz, hızlı iletişim altyapısının yaygınlaştırılması gerekmektedir. Bu
teknolojiyi ve altyapıyı kullanmak özendirilmeli, satın alma ihtimali olmayanlar için
halka açık erişim noktaları oluşturulmalıdır. Halka bu teknolojiyi kullanma becerileri
kazandırılmalıdır (Üney, www.tbv.org.tr).
17

2. Yeni İletişim Teknolojileri ve Ortamları

2.1. Yeni İletişim Teknolojilerine Genel Bakış

Zamansal olarak ortaya ilk çıkan her iletişim teknolojisi yenidir. Televizyon da ilk
çıktığı zaman yeni bir iletişim teknolojisi olarak incelenmeye başlanmıştır. Ancak
günümüzde yeni iletişim teknolojileri zamansal olmaktan çok, kitle iletişim araçları ile
karşılaştırıldıklarında sahip oldukları ayırt edici özelliklere dayanılarak
tanımlanmaktadır. Ronald Rice, yeni iletişim teknolojilerini, "genellikle mikro işlemleri
kullanılması sonucu bilgisayar yetenekleri olan, kullanıcılara veya kullanıcıyla
enformasyon arasında karşılıklı etkileşime izin veren ya da karşılıklı etkileşimi artıran
iletişim teknolojileri" olarak tanımlanmaktadır (Aktaran Geray 1994, 5-6). Bu
teknolojilerin ortak teknik özellikleri, enformasyonun toplanmasında, saklanmasında,
işlenmesinde ve aktarımında sayısal teknik kullanan sistemlerden yararlanmasıdır.
Enformasyon teknolojileri olarak da adlandırılan yeni iletişim teknolojileri bilgisayar,
telekomünikasyon ve mikro elektronik gibi üç önemli alanda meydana gelen
gelişmelerin sonucudur (Timisi 2003, 80).

2.2. Yeni İletişim Teknolojilerinin Özellikleri

Yeni iletişim teknolojilerinin en önemli özelliklerinden biri etkileşimdir ve iletişim


alanında en çok tartışılan konulardan biri haline gelmiştir (Geray 2002, 17). Tam
anlamıyla etkileşimi iletişim sürecinde kaynağın alıcı, alıcının da kaynak olabildiği
durumla özdeşleştiren araştırmacılar vardır. Ayrıca yeni iletişim teknolojilerinin
geleneksel medyalarla karşılaştırıldığında kitle iletişim araçlarının tek yönlü olduğu
varsayımı kabul edilmektedir. Oysa ne gazetelerin ne de televizyonun bütünüyle tek
yönlü araçlar olduğunu kabul etmek mümkündür. Geleneksel kitle iletişim araçlarının
da geri besleme kanalları aracılığıyla karşılıklı etkileşime açık kapı bıraktıklarının kabul
edilmesi gerekir. Gazetelerin satış rakamları, televizyonun izlenme oranları, izleyici
veya okuyucu mektupları, telefonları birer karşılıklı etkileşim sürecidir. Etkileşimi
sadece alıcının verici de olabildiği konumla özdeşleştirmek, kavramı çok daraltmaktır.
Geri beslemeyi veya seçmeyi karşılıklı etkileşim olarak kabul etmek de tanımı
gereğinden fazla genişletmektir (Geray 1994, 6-7).
18

Yeni iletişim teknolojilerinin etkileşim boyutu göz önüne alınırken, onu diğerlerinden
ayırt edici bazı özellikleri vurgulanmalıdır. Bunlardan birincisi, yeni iletişim
teknolojilerinin alıcı ile verici arasındaki kanalda etkileşime olanak veren bir kanal
ayırmasıdır. Bu özellik, geleneksel iletişim araçlarının hiçbirinde yoktur. Örneğin, radyo
yayınları, kendi içinde etkileşime olanak tanıyan bir kanala sahip değildir. Bu nedenle,
canlı müzik istekleri programında bile başka bir kanala, örneğin telefona gereksinme
duymaktadır. Canlı televizyon yayınlarında da aynı şey geçerlidir. Buradan yola çıkarak
yeni iletişim teknolojilerindeki etkileşim şöyle tanımlanabilir: İletişim sürecine bu amaç
için katılmış; teknik düzenlemeler yardımıyla alıcının, verici olabilmesi veya kaynağın
mesaj üzerindeki kontrolünü arttırabilmesi etkileşimdir (Geray 2002, 18).

Rogers’a göre, yeni iletişim teknolojilerinin üç özelliği vardır:

a) Karşılıklı Etkileşim: İletişim sürecinde zekanın katıldığı karşılıklı etkileşimin


varlığı gereklidir. Bu, geleneksel basılı ve elektronik kitle iletişim araçlarındaki
tek yönlü işleyişi değiştirmektedir.
b) Kitlesizleştirme (demassification): Büyük bir kullanıcı grubu içinde her bireyle
özel mesaj değişimi yapılabilmesini sağlayacak kadar kitlesizleştirici olabilir.
Kitlesizleştirme genel olarak, kitle iletişim sisteminin kontrolünün mesaj
yapıcıdan iletişim aracı tüketicisine doğru kayması demektir.
c) Eşzamansız (asenkron) olabilme: Yeni iletişim teknolojileri birey için uygun
zamanda mesaj gönderme veya alma yeteneklerine sahiptirler. Aynı andalık
gerekliliğini ortadan kaldırırlar (Geray 1994, 8).

Bunun somut bir örneği olarak elektronik posta ∗ (e-posta) ve cep telefonu aracılığıyla
∗∗
kısa yazılı mesajları (SMS) gösterilebilir. Bu sistemde gönderilen mesajlar, alıcının
almak istediği zaman çekilmektedir. Elektronik posta hizmeti, yeni iletişim teknolojisi
olarak değerlendirilebilir; çünkü sistem, etkileşim için bir düzenleme getirmektedir.
Alıcı, verici konumuna gelebilmekte ve mesaj üzerindeki denetimi artmaktadır.
Kitlesizleştiricidir; çünkü adrese sahip olan milyonlarca kişiye veya bunlardan sadece

Elektronik Posta (e-posta): Elektronik posta ya da İngilizce ismi e-mail (electronic mail); bilgisayar
ağlarında kullanıcılarının birbirleriyle yazılı olarak haberleşmesini sağlayan bir yoldur. Bir yerden
diğerine elektronik ortamda mektup gönderme ve haberleşme şeklidir.

∗∗
SMS (Short Message Service): Kısa Mesaj Servisi: Kullanıcıya, hücresel telefonu aracılığıyla kısa
yazılı mesaj gönderme ve alabilme imkanı sağlayan bir hizmettir.
19

birine mesaj gönderebilir. Eşzamansızlık özelliği vardır; çünkü kullanıcılar mesajı


kendisi için en uygun zamanda almayı belirleyebilir (Geray 2002, 19). Bu özellik, bir
ölçüde iletişim ortamı olarak gazetenin, radyo ve televizyona karşı üstünlüğüne
benzemektedir. Bununla birlikte, bilgisayar ve telekomünikasyonun birleşmesiyle
ortaya çıkan yeni iletişim biçimleri için değişik kavramlar da kullanılmaktadır.

Yeni iletişim teknolojileri, hem kullanıcılar arasındaki hem de kullanıcılar ile


enformasyon arasındaki karşılıklı etkileşimi, içlerinde bulunan mikroişlemcilerle
sağlayan ve geliştiren iletişim araçlarıdır. İnsanların veya elektronik işlemcilerin
doğrudan ya da teknolojik araçlar yardımıyla algılayabildiği her türlü imlem (sinyal)
enformasyondur (Geray 1994, 9).

Öte yandan yeni iletişim teknolojileri hız, erişim, saklama kapasitesi ve yeni hizmet
alanlarının doğmasına olanak tanıması açısından da geleneksel iletişim araçlarından
ayırt edilebilmekte ve ekonomik, siyasal ve toplumsal alanlarda önemli değişikliklere
yol açabilmektedir. Yeni iletişim teknolojileri sayesinde elde edilen enformasyon
miktarı artmış, iletişimde hızlanma yaşanmıştır. Ayrıca bu gelişmeler, kullanıcının
enformasyon kanalları ve sunulan enformasyon üzerinde özgür seçim şansını artırmıştır.
Özellikleri sayesinde kitlesel yayıncılıktan dar yayıncılığa geçişe imkan vermiştir. Yeni
iletişim teknolojileri, tanımlanmış bir izleyici ya da kullanıcı grubu için hazırlanan
mesajların doğrudan bu kitleye dağıtılmasına izin vermektedir. Öte yandan medyada
merkezileşme ve kontrol sorununu da beraberinde getirmiştir. Örneğin, uydular
aracılığıyla televizyon yayıncılığı belirli merkezlerin kapsam alanını genişleterek
merkez kavramına yeni boyutlar eklerken, uydularla izleyicilere ulaşan yeni kanallar
yerel merkezlerin gücünü azaltmaktadır. Benzer bir durum iletişim araçlarının
mülkiyetinde de yaşanmaktadır. Artan maliyetler büyük sermayenin tekelleşmesine yol
açarken, aynı zamanda çeşitlenme ve parçalanma, yurttaşlara erişen iletişim kanallarını
artırmaktadır. Bu durum içeriğe de yansımakta, mesaj üzerinde kontrol tekeli de çok
merkezli hale gelmektedir. Son olarak etkileşim kapasitesi artmıştır (Timisi 2003, 83-
85). Yeni iletişim teknolojilerinin iletişim sürecine kazandırdığı en önemli unsur,
karşılıklı etkileşim kapasitesini artırmasıdır.

Özetlemek gerekirse, yeni iletişim teknolojileri, kitle izleyicisini bireysel kullanıcı


olarak da kapsayabilen, kullanıcıların içeriğe veya uygulamalara farklı zaman
20

dilimlerinde ve etkileşim içinde erişebildikleri sistemler olarak tanımlanabilir. Ancak


günümüzde pek çok uygulamanın, geleneksel medya ile yeni medyanın bir arada
kullanılmasıyla melez şekle dönüştüğü unutulmamalıdır (Geray 2002, 20).

2.3. Yeni İletişim Teknolojileri, Yöndeşme ve Kavramlar

1980’lere kadar üç ayrı alan olarak gelişen yayıncılık, telekom ve bilgi-işlem


sektörlerinin yöndeşmesi (convergence), sürekli yeni teknolojik araçları ve bunların
sağladığı olanakları ortaya çıkartmaktadır (Tuncel 2003, 85). Çeşitli teknolojik,
ekonomik ve toplumsal gelişmeler sonucu kitle iletişimi, telekomünikasyon olarak da
tanımlanan iki nokta arasındaki iletişim, veri iletişimi gibi çeşitli iletişim biçimleri
giderek birbirine dönüşmekte ve aralarındaki farklılık yok olmaktadır. Bu sürece
yakınsama veya yöndeşme denmektedir (Geray 2002, 19). Yöndeşme terimi bilgisayar,
görsel-işitsel medya, telekomünikasyon gibi sektörlerin teknolojik ve ekonomik olarak
birleşmesi, yeni ürünler ve hizmetler meydana getirmesi anlamına gelir.

Öte yandan bilgisayarların ve mikroişlemcilerin telefon gibi eski bir teknolojiyle


birleşmesi, sistemi oluşturan bütünler arasında, ayrıca kullanıcı ile sistemin bütünü
arasındaki etkileşimi artırmıştır. Benzer şekilde, pek çok ülkedeki geleneksel
telekomünikasyon altyapısı da, bilgisayarların katılmış olması ve sayısallaşma
nedeniyle yeni iletişim teknolojileri içinde değerlendirilmektedir (Geray 2002, 19-20).

Bu çerçevede yöndeşme olgusunun oluşmasında merkez konumda bulanan bilgisayarın,


yöndeşmeyle birlikte oluşan yeni ortam ve araçların ele alındığı, ardından da çalışmanın
merkezinde yer alan yeni iletişim teknolojilerinden cep telefonu ve internetin
değerlendirildiği bölümlere geçiyoruz.

2.3.1. Yöndeşmenin Getirdiği İletişim Araç ve Ortamları

Yarı iletkenlerin kullanımıyla hızlı bir gelişim gösteren elektronik teknolojileri


bilgisayar teknolojisiyle birleşince, çok sayıda iletişim aracı ve bu araçların sunduğu
iletişim ortamları gündelik hayatımıza girmiştir. Gelişim o kadar hızlı olmaktadır ki,
kullanıma sunulan araç ve ortamların hem anlamlı bir sınıflandırılması, hem de bütün
yeni araç ve ortamların anlamlı bir listesinin hazırlanması giderek olanaksız hale
21

gelmektedir. Yapılan her liste kısa zaman sonra eskimekte, yapılacak her sınıflandırma
da, çok işlevliliğin giderek artması nedeniyle, yeni iletişim araç ve ortamlarının yalnızca
bir ya da birkaç yönünü dikkate almak açısından kolayca eleştirilebilmektedir (Atabek
2001, 59).

Çok hızlı bir değişim içinde olan iletişim teknolojilerinde bugün sık sık devrim
niteliğinde gelişmeler yaşanmaktadır. Kablolu televizyon, dijital televizyon, ev
bilgisayarları, video kaset kaydedicileri, cep telefonları, uydu yayıncılığı, elektronik
bilgi ulaştırma, hiper medya (basın, televizyon, işitsel araçlar ve bilgisayarı birleştiren
yeni bir medya), ∗CD-ROM’lar, yüksek tanımlı televizyonlar ve internet sözü edilen bu
yeni teknolojilere ilişkin önemli örneklerdir (Dağdaş 2002, 256-257). Basın televizyon,
işitsellik ve bilgisayarları birleştirerek bir bilgisayar aracılığıyla ortak erişim sağlayan
hiper medyanın özelliği de birçok hat ve erişim noktalarına sahip olmasıdır. Dolayısıyla,
kullanıcı çok ortamlı bilgi çevrelerinde kolayca dolaşabilir.

İletişim teknolojileri kavramını genellikle, iletişim alanındaki bütün teknolojileri


kapsayan bir kavram olarak kullanılır. Bu nedenle iletişim teknolojileri derken, iletim
(transmission), telekomünikasyon (telecommunication), iletişim (communication),
enformasyon (information), yayın (broadcasting), yayım (puplishing) ve basım
(printing) kelimeleri ile ilgili bütün teknolojileri içermektedir. Bu kelimelerin İngilizce
ve Türkçe’deki anlamlarına ilişkin sorunlar bulunmaktadır. Ayrıca bu kelimeler
genellikle özensiz bir şekilde birbiri yerine kullanılabilmektedir. Ancak yine de iletişim
teknolojileri kavramının, telgraf, telefon, fax, teleks, radyo, televizyon, uydu, interaktif
televizyon, kablo televizyon, uzaktan kumanda, çağrı cihazı, cep telefonu, telsiz, trunk
telsiz, bilgisayar, modem, video çalar, video kamera, video projektör, kaset çalar,
amplifikatör, tuner, CD-ROM, VCD, DVD, matbaa, yazıcı, fotokopi gibi gündelik
hayatımızda sıkça karşılaştığımız yüzlerce aygıta ilişkin teknolojileri içerdiğini
söylemek mümkündür (Atabek 2001, 31).

Bu çerçevede yeni iletişim teknolojileri sıkça kullanılan bir terim olmakla birlikte,
kapsadıkları sürekli yenilenen ve değişen teknolojik gelişmelerin sonucu olduğu için


CD-ROM: Bilgisayarda veri depolamak için kullanılan yan bellek birimidir. Disketlere göre
kapasiteleri çok yüksektir. CD içindeki bilgiler CD-ROM sürücüler sayesinde okunabilir.
22

anlamı da değişebilmektedir. Önceleri yeni iletişim teknolojileri dendiğinde anlaşılan


uydudan televizyon yayını ve bir takım telekomünikasyon hizmetleriyken, bugün bu
terim kullanıldığında daha çok sayısal (dijital) televizyon, mobil iletişim ve internet akla
gelmektedir.

Yeni iletişim teknolojilerinin günümüzde en çarpıcı örneği internettir. İnterneti


“bilgisayar ağlarının ağı” olarak tanımlamak oldukça yaygındır. Oysa sayısal ağları
birbirine bağlayan ağ olarak tanımlamak, daha anlamlıdır; çünkü birbirine bağlanan
sadece klasik anlamda bilgisayarlar değildir. Her türlü hareketli görüntü, sabit görüntü,
müzik ve ses yanında metinsel verilerin gönderilmesi mümkündür. Yöndeşme
sonucunda, metin, ses, video, grafik, fotoğraf, müzik gibi her tür iletişim öğesinin, daha
önceden mümkün olmayan yeni mecralar (örneğin; web siteleri) da dahil olmak üzere
yayını ve ulusal sınırları tanımazcasına yayımı olanaklı hale gelmiştir. İlk başlarda,
telekomünikasyon amaçlı geliştirilen iletişim uydularının televizyon yayınlarını da taşır
hale gelmesiyle ortaya çıkan uydu yayınları ya da bilgi-işlem ve telekomünikasyon
olanaklarının bir araya getirilmesiyle oluşturulan data şebekeleri yöndeşmenin ilk
sonuçları olarak belirmiştir.

Günümüzde ise yeni iletişim teknolojilerinin çerçevesi, yukarıda saydığımız tüm


iletişim öğelerini çeşitli kombinasyonlarla birleştiren ortamları da kapsamaktadır.
İnternet bunun en popüler örneğini oluştururken, sayısal televizyon, sayısal radyo ve
mobil internet erişimli cep telefonları yöndeşmenin sunduğu olanakları kullanan diğer
yeni iletişim teknolojileri olarak yaşantımıza girmektedir. Üç sektörün yöndeşmesi,
şüphesiz, en çok elektronik ve iletişim endüstrilerinin dev şirketlerinin önlerinde yeni
ufuklar açmaktadır. Yöndeşen araçlar, bugüne dek varolmayan yeni bir takım iletişim
ortamlarının, dolayısıyla da bunlar üzerinde sunulacak yeni hizmet ve ürünlerin yolunu
açmaktadır (Tuncel 2003, 86).

2.3.1.1. Yeni Ortamların Mimarı: Bilgisayar

Bilgisayar 20. yüzyılın en önemli buluşlarının başında gelir. Siber kültürün oluşmasında
merkez konumundadır. Oyun oynamaya, çalışmaya ya da iletişim kurmaya her yönüyle
müsaittir ve artık günümüzde her yerdedir. Bilgisayarlar, trenlere, uçaklara, trafik
ışıklarına, bankalara, hastanelere, fabrikalara ve hatta tarım alanlarına yaşam verir.
23

Evlerde ise bilgisayarlar çeşitli işlemleri yapmaya, kişinin kendisini yetiştirmesine,


eğlenmeye ya da iletişim kurmaya olanak tanırlar. 1946 yılında ENIAC adı verilen ilk
bilgisayar tam 50 ton ağırlığındaydı ve saniyede sadece 5.000 işlem yapabiliyordu. Her
geçen gün bilgisayarların güçleri artarken fiyatları da düşmeye başlamıştır. Öte yandan
henüz yeterince ucuz olmamaları ve teknolojinin hızı yüzünden çabuk eskimeleri de
olumsuz bir yön olarak dikkat çekiyor. Kullanımları ise gözle görülebilir bir biçimde
basite indirgenmiştir. Yine de belli bir bilgi birikimi gerektirmektedir (Küçükerdoğan
2002, 664-665).

İletişim teknolojilerindeki baş döndürücü gelişmelerin nedenlerinden biri transistörle


başlayan ve chiplerle devam eden mikro elektronik devrimi ise öteki de hemen hemen
bütün iletişim araçlarına bilgisayarın yardımıyla dijital iletim ve işlem yöntemlerinin
girmesidir. Bu aracın aslında iki tabanlı sayıları sadece toplayıp çıkarabildiği, bunun
dışında başka bir işlem yapamadığı halde bir zamanlar elektronik beyin diye
adlandırılması ilginçtir (Atabek 2001, 100). Milyarlarca 0 ve 1 bilgisayar devrelerinde
dolaşmaktadır. Bu, sayısalın büyüsü, teknolojinin devrimidir. Elektronik cihazlar
(bilgisayarlar, CD okuyucuları, otomatik bilet makineleri vb.) tek bir dili kullanırlar:
Bu, 0 ve 1 sayılarının dilidir. Onluk ya da sayısal olarak adlandırılır. 0 anahtarın
açıklığını 1 ise anahtarın kapalılığını temsil eder. Örneğin, bilgisayar için A harfi bir
dizi 0 ve 1 birleşimine eşdeğer iken, B başka bir birleşime denktir ve bu böyle sürer
gider. Sayısalın en yalın anlamda açıklaması bu biçimde yapılabilir (Küçükerdoğan
2002, 668). Bu cihazların bilimsel ve endüstri çevrelerinden gördüğü iltifatın yanında
insanlar da aynı değer noktasında birleşmektedir. Bu çerçevede ABD'de CNN'in,
internet sitesinde 3 ay boyunca gerçekleştirdiği ankete katılan 119 bin kişiden 28 bin
500'ü listedeki 24 buluş arasından silikon çipi son elli yılın en önemli buluşu olarak
seçmiş, World Wide Web'in (www) yüzde 20'lik oy oranı ile 2'nci sırada
kalırken, kişisel bilgisayar ise yüzde 17 ile üçüncü olmuştur (www.ailem.com).

Her yeni teknoloji gibi bilgisayar da insanları ürkütmektedir. Ama herkes, gün gelir ki
kendisini ya bilgisayarın cazibesine kaptırır ya da ihtiyaç duyar. Bilgisayar,
alışkanlıklarımızı alt-üst etmektedir. Çok güçlü ve daha ucuz olması siber kültüre geçişe
öncülük etmektedir. Kölesi olmamak için ona hükmetmesini de iyi bilmek gerekir.
Bununla birlikte, bilişim bilginin ilerlemesini sağlar, iş dünyasını etkinleştirir ve günden
güne yaşamı kolaylaştırır. Ancak, kimi olumsuz yönleri de yok değildir: Yeni ikilemlere
24

yol açar, iş olanaklarını kısıtlar, korsanlığa özendirir ve kimi zaman da bir işletmedeki
hesap yanlışları ya da bir füzenin patlaması gibi ince kazalara yol açabilir. Ancak virüs,
ya da yanlış kullanım gibi hemen hemen tüm yanlışlar insandan kaynaklanır
(Küçükerdoğan 2002, 666-667). Ancak buna rağmen bilgisayar, gündelik hayatımızın
ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Bundan sonra ele alacağımız bütün iletişim
teknolojileri ve bunlara ilişkin araçlar ve ortamlar, bilgisayar kullanımıyla olanaklı hale
gelmiştir.

2.3.1.2. Çokluortam (Multimedya)

Kelime anlamları olarak “multi“ birden fazla forma sahip olmayı, “media“ ise bilginin
aktarıldığı ortamı ifade eder (http://iletisim.marmara.edu.tr). Bu ifadeler öncülüğünde,
resim, ses, hareketli görüntü, grafik, müzik, metin gibi bir çok ortamın bir arada
sunumuna olanak tanıyan, bu nedenle de kendi başına ayrı bir ortam oluşturan
teknolojik yeniliğe multimedya (çokluortam) adı verilmektedir (Atabek 2001, 109).
Yeni iletişim teknolojilerindeki birçok terimde olduğu gibi yabancı kökene sahip olan
multimedya terimi, Türkçe’ye çokluortam diye aktarılmış ve birçok kaynakta bu şekilde
yer almaktadır. Bu yüzden çalışmada çokluortam teriminin kullanımı tercih edilmiştir.

Bu çerçevede metinden, görüntüden ve sesten oluşan çokluortam, bilgisayarı daha


kullanışlı ve sevimli kılan bilgi-işlem alanındaki bir gelişmedir. 1990’lı yılların başında
kişisel bilgisayarlar içlerine konulan elektronik kartlar aracılığıyla ses ve nitelikli
görüntü üretmeye başlamışlardır. Etkileşimli uygulamaların metin, ses ve görüntü gibi
üç medyanın birleşmesi ve CD-ROM, internet aracılığıyla kullanımının gelişimi
gözlemlenirken çokluortamın doğuşu gerçekleşiyordu. Aynı zamanda bu sözcüğün
içeriği tekniğin ilerlemesiyle daha değişik anlamlar kazanmaktadır. Günümüzde
çokluortam, CD-ROM’dan internete uzanan bir süreci ve bilgi-işlemin gelişimini
simgelemektedir. Çokluortam aynı zamanda bilgisayar, televizyon ve telefon arasında
doğan teknolojik birleşmeyi de anlatır bize (Küçükerdoğan 2002, 672-674).

Çokluortam olgusunun temelleri çok öncesine dayansa da ortaya çıkışı 1994’lü yıllara
dayanır. Bilgisayar fiyatları büyük bir düşüşe geçmiş, CD-ROM üretimi patlamış ve
Fransa internet ile tanışmıştır. Yaklaşık aynı dönemde tüm dünyada olduğu gibi
Türkiye’de de bu alanda hızlı bir değişim yaşanmıştır. Bilgi-işlem, çokluortama
41

2.3.3. Bir Çokluortam Bilgi Bankası Olarak İnternet

2.3.3.1. Dünyada ve Türkiye’de İnternetin Gelişim Süreci

İnternetin gelişim tarihinde askeri kurum ve amaçların önemi büyüktür. İnternetin


tarihinin ABD’de ARPANET’in (Advanced Research Projects Agency Network) 1969
yılında oluşturulmasıyla başladığı kabul edilmektedir. ABD Savunma Bakanlığı’na
bağlı olarak askeri amaçlar için oluşturulan proje ajansı, askeri bilgisayarların birbiriyle
iletişimi için özel bir ağ kurmuştu. İşte bu ağ paket bilgisayar iletişiminin dolayısıyla da
internetin başlangıcını oluşturmuştur (Atabek 2001, 118). İnternet, ABD’de 1980’lerin
başlarına kadar, hepsi de askeri laboratuarlar ile üniversitelerin bilgisayar bilimleri
bölümlerinde bulunan 500 bilgisayarda bulunmaktaydı. 1983 yıllarında ise bu ağa
projeye üniversiteler gibi firmalar da katılmıştır. 1987 yılına gelindiğinde ise internet,
farklı pek çok üniversite ile araştırma laboratuarlarında bulunan 28 bin kullanıcı
bilgisayara kadar genişlemiştir (Giddens 2000, 418).

İnternet teknolojisi Türkiye'ye ilk olarak, 1987 yılında Ege Üniversitesi'nin


öncülüğünde kurulan, Türkiye Üniversite ve Araştırma Kurumları Ağı ile gelmiştir
(www.medyatava.net). İlk internet bağlantısı ise Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nden
Ankara-Washington arasında kurulan kiralık hat sayesinde 12 Nisan 1993 tarihinde
gerçekleştirilmiştir. Bu nedenle 12 Nisan tarihi, Türkiye'de internetin "doğum günü"
olarak kabul edilmektedir. Sonraki yıllarda bunu diğer üniversiteler de takip etmiştir.

İnternetin asıl gelişimi ise 1994’ten sonra gerçekleşmiştir. Bu tarihten itibaren internette
“www” (World Wide Web; dünya çapında ağ) aracının yaygın kullanılmaya
başlanmasıyla birlikte, üniversitelerin yanında ticari kuruluşların da internetten
yararlanma düşüncelerinin yaşama geçirilmesiyle, internet, akıl almaz bir hızda, tüm
dünyayı saracak şekilde genişlemiştir. Bu gelişmede etken bir faktör de kişisel
bilgisayar fiyatlarının ucuzlaması ve bilgisayarların insanların evlerine girmesidir
(Gürcan 2001, 53). Ayrıca 1996 yılında Türkiye’nin ilk internet altyapısı olan TURNET
çalışmalarına başlanmıştır. 1998 yılında da Ulaştırma Bakanlığı bünyesinde İnternet Üst
Kurulu oluşturulmuştur. Kurul, ülkede internetle ilgili kesimleri bir araya getiren yarı
sivil bir oluşum niteliği taşımaktadır. Kurul, her yıl İnternet Haftası etkinlikleriyle
toplumda internet bilinci oluşturmayı, interneti tanıtmayı ve büyütmeyi, yeni projeler
42

başlatmayı, sorunları ve çözüm yollarını tartışmayı amaçlamaktadır


(www.medyatava.com). Öte yandan 2000’li yıllardaki oluşumlar gelişmeleri daha da
hızlandırmış kurumsal ve ticari sitelerin yanı sıra bireysel siteler gibi daha kişisel birçok
sitenin kurulmasına yol açmıştır (Yücedoğan 2002, 144).

Bu çerçevede kurul, internetin Türkiye'ye gelişinin yıldönümünü her yıl 12 Nisan’ı


kapsayacak şekilde İnternet Haftası olarak kutlanılmasını sağlamakta, etkinlikler
düzenlemektedir. İnternet Kurulu üyelerinden Doç. Dr. Mustafa Akgül, İnternet Haftası
kutlamalarıyla başta öğrenciler olmak üzere internetin daha geniş kitlelere
ulaştırılmasının hedeflenildiğini kaydetmiştir. Akgül, bu dönemde ağırlıklı olarak e-
devlet ve e-Türkiye konularını ele alacaklarını, Türkiye internetini geliştirmek için
bütün sivil toplum örgütlerine büyük işler düştüğünü vurgulamıştır. 2005 Mart ayı yılı
itibariyle 10 bine yakın okula internet bağlantısı sağlandığını belirten Akgül, artık
Türkiye internetinin büyüdüğünü; 1998'de interneti bilen insan sayısının çok az
olduğunu ama bugün başta profesyonellerin interneti çok iyi kullandıklarını, KOBİ'lerde
de önemli ölçüde kullanılmaya başlandığını, okulların internetle tanıştığını, büyük
kuruluşların interneti çok etkin kullandıklarını vurgulamaktadır. AB'nin de baskısıyla
dünyadaki gelişmelerin paralelinde Türkiye'ye de bir rüzgar geldiğini kaydeden Akgül,
sektörde liberalleşmenin tam sağlanamamasının özel sektörün gelişmesine engel
olduğunu, bunun paralelinde de fiyatlarda beklenen düşüşün sağlanamadığını ifade
etmektedir. Akgül ayrıca, Türkiye internetinin önünde “koordinasyonsuzluk sorunu”nun
en önemli sorun olduğunu söylemektedir (www.medyatava.com).

Öte yandan bilişim çevrelerinde ''İkinci Sanayi Devrimi'' olarak adlandırılan internetin
Türkiye'de kullanımı hızla yayılırken, Türk kullanıcıların sayı olarak gelişmiş ülkelerle
yarışamasa da internete olan ilgisi her geçen gün artmaktadır. 2005 Nisan ayı itibariyle
Türkiye'de internet kullanıcı sayısının 7 milyona, internete bağlı bilgisayar sayısının ise
250 bine ulaştığı tahmin edilmektedir. Ayrıca 1993 yılında ODTÜ ve Bilkent'in yaptığı
''tr'' uzantılı iki web sitesiyle başlayan internet yolculuğunda günümüzde ''tr'' uzantılı
web sitesi sayısı da, 71 bin 346'ya ulaşmıştır (www.nethaber.com).

Bu yönde Devlet İstatistik Enstitüsü’nün ilk defa açıkladığı “Hanehalkı Bilişim


Teknolojileri Kullanımı Araştırması” sonuçları çarpıcı veriler ortaya koymuştur. Nisan-
Haziran 2004 dönemini kapsayan araştırmada, 16-74 yaş grubundaki hanehalkı
43

bireylerin bilgisayar kullanım oranı yüzde 16.8, internet kullanım oranı ise 13.25 olarak
tespit edilmiştir. Söz konusu dönemde bireylerin yüzde 76.42’si hiç bilgisayar, yüzde
81.15’i ise hiç internet kullanmadığı belirlenmiştir. Cinsiyet ve yaş grupları dikkate
alındığında da kadın ve erkeklerde bilgisayar ve internet kullanım oranının en yüksek
olduğu yaş grubunun 16-24 arası olduğu belirlenmiştir. Türkiye’deki hanelerin yüzde
5.86’sı kişisel bilgisayar, yüzde 0.55’i taşınabilir bilgisayar, yüzde 0.06’sı el bilgisayarı,
yüzde 2.08’i cep telefonu, yüzde 0.13’ü televizyon, yüzde 0.24’ü ise oyun konsolü
aracılığıyla internete bağlanma olanağına sahip bulunuyor. İnternete bağlı araçlara sahip
olma oranı toplam yüzde 8.92 olarak hesaplanmıştır (www.die.gov.tr). Beklenen
seviyeye henüz ulaşmayan internet kullanım oranlarının azlığı, Türk Telekom'un tekel
konumu ile internet erişiminde yaşanan düşük hız ve yüksek fiyatlara bağlanmaktadır.
Türkçe içerikli sitelerin yetersizliği ile hizmetlerin eksikliği de yine gerekçeler arasında
yer almaktadır.

Türkiye’deki 16-74 yaş grubundaki 47 milyon bireyin, internet kullananların yüzde


41’inin işyeri, yüzde 41’inin internet cafeden, yüzde 32’sinin evden, yüzde 8.9’unun
eğitim alınan kurumlardan, yüzde 11.1’inin arkadaş ve akraba evlerinden, yüzde
0.7’sinin ise diğer yerlerden internete eriştiği belirlenmiştir. Bilgisayar ve internet
kullanım oranının en yüksek olduğu eğitim grubunun ise yüksekokul mezunları olduğu
ortaya çıkmıştır. Hem bilgisayar hem de internet kullananların büyük bölümünü
öğrenciler oluşturuyor. Buna göre öğrencilerin yüzde 64.41’i bilgisayar kullanıyor.
Yüzde 53.47’si internete giriyor. İkinci sırada ise ücretli ve maaşlı çalışanlar bulunuyor.
Ücretli ve maaşlı çalışanların yüzde 33.64’ü bilgisayar, yüzde 26.62’si internet
kullanıyor (www.die.gov.tr).

Hanehalkı bireyleri, internet kullanım gerekçesini yüzde 76.1 ile iletişim amacıyla,
yüzde 93.18’le bilgi arama, yüzde 17.38’le mal ve hizmet siparişi, yüzde 45.39’u kamu
kuruluşlarıyla iletişim, yüzde 42.72 ile de eğitim amacıyla kullandığını belirtiyor.
Hanehalkının internet üzerinden alışveriş yapmama nedenleri ise; yüzde 86.15 ile
ihtiyaç duyulmaması, yüzde 63.56’le ürünün görülerek alınması tercihi, yüzde 51.5 ile
belirli yerlerden alışveriş yapma alışkanlığı, yüzde 40.52 ile güvenlik nedeniyle kredi
kartı detaylarının verilmek istenmemesi olarak sıralanmıştır (www.die.gov.tr).
44

2.3.3.2. İnternetin Gündelik Hayata Yönelik İşlevleri

Günümüzde dünyada teknoloji ve internete dayalı bir devrim dönemi yaşanmaktadır.


Zaman, ülke, dil ve din ayrımı olmaksızın dünyanın bir ucundan diğer ucuna, bilgiye,
kişiye hızlı ve kolay bir biçimde ulaşmaya olanak sağlayan internet, günümüzde
yediden yetmişe birçok kişinin yaşamında vazgeçilmez olarak yerini almaktadır (Çakır
2004, 35). İnternet teknolojisi, elektronik bilgisayar ve iletişim sektöründeki gelişmeleri
yansıtan bir yapıdadır. İnternet, 1994’ten günümüze neredeyse günlük gelişmeler
kaydetmiş bir iletişim aracı görünümündedir. İnternet’in Web ve elektronik posta
araçlarına erişimde kullanılan tarayıcı ve diğer destek yazılımları sürekli gelişmiş,
internet gezginlerine yeni olanaklar ve kolaylıklar sağlamıştır (Zeybek 2002, 425).

Bir iletişim aracı olarak internet, üzerinden yazılı, görsel ve işitsel her türlü
enformasyonun akış olanağı, onu başlı başına ve diğer kitle iletişim araçlarıyla rakip
olarak, yani yeni bir iletişim aracı konumuna getirmiştir. Bu sistem sayesinde film,
animasyon, grafik, ses dosyaları ve elektronik kataloglar vb. rahatça karşı tarafa
iletilebilmektedir (Güçdemir 2002, 391). Bu kapsamda internet, hem yazılı, hem görsel,
hem de işitsel enformasyonu iletmesi nedeniyle, diğer iletişim araçlarının sunduğu
imkanların birçoğunu internet kullanıcısının hizmetine sunması itibariyle kapsamlı bir
medya durumundadır.

Ayrıca internet ve web teknolojisi daha önce hiçbir iletişim aracının göstermediği bir
gelişim göstermiştir. Bunun nedenlerinden en önemlisi ise internetin yaygın erişime izin
vermesi ve interaktif yapısıdır (Güçdemir 2002, 392).

Sosyal boyutu ile ele alındığı zaman internet, yeni bir topluluk oluşturmuştur. İnternet,
iddia edildiği gibi sanal bir toplum oluşturmuş, bu toplumdaki insanlar birbirlerini
internet ortamında tanımışlar ve bu ortam içerisinde bir şeyler paylaşmışlardır. Birçok
internet kullanıcısı özellikle chat (sanal sohbet odaları) ortamlarındaki sohbetlere
bağlılık ölçüsünde ilgi göstermekte, günün büyük bir kısmını ve gecesini internette
sanal arkadaşlıklar kurmakla geçirmekte hatta bu ortamda başlayan arkadaşlıkları
gerçek yaşama geçirmektedir (Gürcan 2001, 52).

Yeni iletişim teknolojilerinden internet sunduğu olanaklarla bilgiye ulaşmakta ve onu


yaymakta büyük kolaylıklar sunduğu gibi enformasyon aktarımında da yeni olanaklar
45

getirmektedir. İnsanlık internet aracılığı ile oturduğu yerden dünyanın dört bir tarafıyla
iletişim kurabilmekte, dilediği konuda bilgi edinmekte, gerekli gördüğü bilgi ve
dokümanlara ulaşıp, onları kendi bilgisayarında toplayabilmektedir. İnternetin sunduğu
olanaklardan en ilgi çekici olanı en güncel bilgiye en hızlı şekilde ve de ucuz olarak
ulaşılabilme özelliğidir.

Günümüzde hemen hemen tüm bilgisayarlar bu şebekeden yararlanmaktadır. İnternet,


insanların aralarında iletişim kurmasına, elektronik posta alışverişine, görsel ya da
işitsel bilgi aktarımına, oyun oynamaya vb.; imkan sağlamakta, kısaca çok geniş çaplı
bir iletişim zemini oluşturmaktadır (Küçükerdoğan 2002, 675). Herşeyi yapabilen
ağların ağı internet, görüntüleri, yazılı metinleri iletir, kullanıcılarının ortak iletişimde
bulunmalarını sağlar ve tamamıyla iletilerden oluşmuş evrensel bir kütüphane gibi
herhangi bir konudaki merakın neredeyse sonsuz bir biçimde doyurulmasını olanaklı
kılar.

İnternetin belli başlıca üç temel işlevi vardır;

a) Tamamen pratik işlev,


b) Eğlenmeye yönelik işlev,
c) Eğitsel, kültürel işlev.

İnternetin bizim yaşamımızı kolaylaştırmaya yönelik olan pratik işlevi üzerindeki


öngörü açıktır; bugünün çocuklarının hepsi, yarının pratik internetçileri olabilir.
Kuşkular diğer işlevleri üzerinde yoğunlaşmaktadır (Sartori 2004, 40).

Diğer yönüyle internetin en temel işlevinden biri de haberleşme görülmektedir. İnternet


tüm dünya üzerinde yayılmış bilgisayar ağlarının birbiriyle birleşiminden oluşan ve
dünya üzerindeki birçok küçük bilgisayar ağını birbirine bağlayan çok büyük bir
bilgisayar ağıdır. Yeni bir kavram olarak algılanmasına rağmen sürekli büyümekte olan
internet, iletişim teknolojisine dayanmaktadır (Yücedoğan 2002, 143).

Öte yandan internet kullanıcılarının sıkça karşılaştıkları e-posta veya chat iletilerinden
birçoğu toplumsal bilgilendirme işlevine dayalıdır. İnternet ortamında chat yapan
kişilerin salt vakit geçirmek için bir görüntü izler gibi herhangi bir anlam, anlamlama,
etkileme, etkilenme ereği olmadan diğerlerini izlediklerini ya da amaçsız iletilerle
46

ortama katıldıkları gözlemlenmektedir. Bu çerçevede ele alındığında, sanal iletişim


ortamlarında yaşanan iletişim, iletişimin oyun işlevini içermektedir (Zeybek 2002, 423).

Diğer taraftan internet, müzelerden, gazetelerden, elektronik üreticilerinden, satış


mağazalarından, kişisel sayfalardan ve benzer milyonlarca siteden oluşmaktadır.
Elektronik alışveriş, yazılı basın malzemelerini, giysi, CD veya herhangi bir ürünü Web
üzerinden kredi kartıyla eve teslim edilmek şartıyla satın almak demektir. Birebir ve
grup bazında iletişim ortamı sunan internetin bu anlamda diğer işlevleri de şu şekilde
sıralanabilir: Elektronik posta (e-mail) yazılı iletileri ya da resim, ses gibi bilgi-işlem
dosyalarını karşılıklı aktarmaya olanak verir. Bu işlem dünyanın her yanında bulunan
ilgililer arasında sadece şehir içi telefon görüşme ücreti karşılığı verilmektedir. - Haber
grupları ve sohbet odaları internet kullanıcılarının yazılı, sesli veya görüntülü ortamda
tartıştığı sanal salonlardan oluşur. -Ayrıca, internet aracılığıyla ücretsiz olarak
görüntülü-görüntüsüz görüşme de yapılabilmektedir (Küçükerdoğan 2002, 675-676).

2.3.3.3. Sanal Dünyada Yaşam

2.3.3.3.1. E-Yaşam

Gelecek hız ve teknoloji devri olarak görülmektedir. Bu ortamda artık internet günlük
hayatın bir parçası olarak karşımıza çıkmaktadır. Öte yandan iş alanı için son derece
yararlı olan internet, pratik kullanımı ile gündelik sorunları basite indirgemektedir.
Bilgisayarlar cebimize kadar girmiş durumda. Telefon kablosuz kaldı ve televizyon
internete bağlandı. Giderek daha çok şaşırmamıza yol açan cihazlar siber çağı başlattı.
Bu hızlı değişim sonucu bireysel yaşama da farklı anlamlar yüklenmeye başlanıldı. Son
yıllarda çok popüler bir hale gelen ve kelimelerin başına getirilerek kullanılan
elektroniği temsil eden “e-” eki günümüzde bilgi ve iletişim teknolojilerinin hemen
hemen her alanda kendine yer bulduğunun, gündelik hayatımızın da önemli bir parçası
haline geldiğinin açık bir göstergesidir (www.baskent.edu.tr).

İnternete bağlı olmayan bir bilgisayarın, hat alamayan bir cep telefonunun, 40-50
analdan aşağı kanal sayısına sahip bir televizyonun bizlerde oluşturduğu hayal kırıklığı
ve kimi zaman da öfke, bu önemi vurgular niteliktedir. Teknolojik bağımlılık olarak da
değerlendirebileceğimiz bu gelişmeler, e-yaşam kavramını ortaya çıkarmıştır. E-yaşam
47

toplumun tüm bireylerini teknoloji kullanımı konusunda baskı altında bırakır, teknoloji
kullanımını reddeden bireylerin toplum içinde yaşamasını güçleştirir. Gençlerin
oluşturduğu bir arkadaş grubu içinde cep telefonuna ya da bir e-posta adresine sahip
olmamak grup içindeki ilişkilerinizi etkileyebilir. İş başvurusuna el yazısı ile yazılmış
bir özgeçmiş ile başvurmak ise işi almanızı engelleyebilir. Bu ve benzeri örneklerin
sayısı her geçen gün artmakta, teknolojiyi kullanmak değil, teknoloji olmadan yaşamak
bir meziyete dönüşmektedir. Son teknolojiye sahip makinelerin üretimlerinin değil, el
yapımı ürünlerin revaçta olması da verilebilir örneklerdendir. Bu çerçevede, e-yaşam
kavramını iyi bir şekilde özümsemek, hayatı kolaylaştıran zaman ve paradan tasarruf
sağlayan özelliklerini kullanırken tam anlamıyla da teknolojiye teslim olmamak
gerekiyor (www.baskent.edu.tr). Ancak teknolojinin gündelik hayatımıza kattığı ürünler
ile iç içe yaşayıp da "değerleri" korumanın bir yolu henüz bulunamamıştır. Bir anlamda
teknoloji, özünde, korunmak istenen değerleri ayakta tutmak için değil, "aşmak" için
üretilmektedir.

2.3.3.3.2. Sanal Ortamda İletişim

Bilgisayarların birbiriyle iletişimde bulunabilmesi için oluşturulan ağlar yeni bir iletişim
ortamının doğmasına yol açmıştır. Ancak bilgisayar ağları üzerindeki iletişimin, sosyal
anlamıyla bir iletişim olmadığını belirtiliyor. Ağlar üzerinde söz konusu olan,
bilgisayarlar arası veri alış-verişidir. Ancak bilgisayarlar aracılığıyla insanlar arası
iletişim gerçekleşmektedir. Bu nedenle bilgisayar ağlarının ve internetin yeni bir
iletişim ortamı ortaya çıkardığı kabul edilmektedir.

İnternet üzerinde dört tür iletişim şekli gerçekleştirilmektedir:

1- E-mail (elektronik posta) gibi bir kişiden diğer kişiye asenkron (eş
zamanlı olmayan) iletişim.
2- Usenet, e-grup gibi çok kişi arasında asenkron iletişim.
3- Chat gibi bir kişiden diğer kişiye, bir kişiden çok sayıda kişiye veya
çok kişi arasında senkron (eş zamanlı) iletişim.
4- Web gibi bir kişiden çok sayıda kişiye ya da çok kişi arasında
asenkron iletişim (Aktaran Atabek 2001, 116).
48

Çağımızda internet kullanımıyla sınırlar aşılırken, gelişen teknolojinin olanaklarıyla


çeşitlenen iletişim araçları, genel iletişim tanımlarına da başka boyutlar katmıştır.
Dolayısıyla, internet hem kişilerarası, hem de kitle iletişimi açısından yeni bir iletişim
ortamıdır. İnternet iletişiminde belki de en çok kullanılan iletişim biçimi; rastlantısal
iletişim olarak isimlendirilen chat, net-meeting, oyun odaları vb. gibi sanal ortamlarda
gezerken yapılan şeklidir (Zeybek 2002, 419).

İnternet üzerinden senkron iletişim uygulamalarının en yaygın olanı ise chat


uygulamasıdır. Chat (Internet Relay Chat) diye bilinen uygulama bir bakıma, CB (Halk
Bandı) telsizlerinin geçmişte oluşturduğu sohbet anlayışının internete taşınmış halidir.
Elektronik mektup ve chat ortamında, kişilerarası iletişimde ve yüz yüze iletişimde
olduğu gibi aynı yerde olma ve eş zamanlılık zorunluluğu ortadan kalkmıştır. Böylece
kişiler arası iletişimde belli yere ve zamana bağımlılık ortadan kalkarken; yerde ayrılık,
zamanda farklılık ve hız gelmiştir (Erdoğan 2002, 440). Giderek yaygınlaşan chat, bir
yandan internet trafik yükünün önemli bir parçası haline gelirken diğer yandan da yeni
tür bir diyalog kültürü oluşumuna neden olmaktadır.

2.3.3.3.3. Sanal Diyalog ve Dil Karmaşası

Günden güne iletişim ağlarıyla çevremiz sarılmakta. Günümüzde faks, bilgisayar, teleks
gibi teknolojik gelişmenin kullanıma sunduğu araçlar yazılı iletişimde kullanılan önemli
gereçler durumundadır. Küresel dünyanın sunduğu olanaklardan elektronik iletişim
türlerinden internet iletişimi ya da diğer adıyla sanal iletişimde, simgelerin önemi
yadsınamaz bir gerçektir. Sanal ortamda dil göstergelerinin ve çeşitli duyguların yerine
artık simgelerin aldığı ve bu durumun da giderek yaygınlaştığı bir gerçektir. Bu
nedenle, günümüzde, internet iletişimi simgesel imlerden oluşan kendi sözlüğünü de
geliştirme yolundadır. Bedenlerinin dili aracılığıyla insanlar yüzyıllardır duygularını,
düşüncelerini, isteklerini, gereksinimlerini ve ruhsal zenginliklerini başka insanlarla
paylaşabilmişlerdir. Bu yeni yapı sayesinde ise yüz ifadeleri, jestler, mimikler, sevinç ve
üzüntü belirten aktarımlar, ses tonu ve tonlama gibi olgular, simgeler, renkler, yazı türü
çeşitlemeleriyle iletilmektedir (Zeybek 2002, 420-421).

Öte yandan cep mesajları, görüntülü reklamlar, internet, e-posta, chat gibi durumlar
yaşantımızı ve belleğimizi kuşatmış, etkisi altına almış durumda. Ancak kullandığımız
49

dil görselleştikçe, sloganlaştıkça ve popülerleştikçe derinliğini yitiriyor. Bu çerçevede,


internet dilini ve bu dilin günlük ve de yazınsal dile yarar ve zararlarını irdelerken,
internet iletişiminin topluma yansımalarını da gözardı etmememiz gerekiyor. Burada ilk
dikkat çeken İngilizce ve Türkçe’nin bu ortamda iç içe girmesidir. Ayrıca internet
ortamında karşılaştığımız sözcükleri Türkçe sözlükbilim düzleminde
değerlendirdiğimizde anlamsız sözdizimlerinden oluştuğunu, güncel konuşma diliyle
çözümlediğimizde dil olayının bu dilin de sınırları dışında anlamsal bir boyut
kazandığını görmek olanaklıdır.

İnternet ortamında gezindiğimizde, özellikle chat odalarında karşılaşılan örneklerde


kimi yaşam biçiminin değiştiğinden, kimi Türkçesi’nin bozulduğundan, -manyaq oldum
yaws- biçiminde bir kalıpla iletisini göndererek, kimi çılgın olduğunun öğrenilmesinden
haz aldığından, kimi bir oyun arkadaşı bulduğu için mutlu olduğundan söz eden çeşitli
olaylarla karşılanılmaktadır. Ancak şu durumlardan fazla bahsedilmiyor; yaşamımızı
etkisi altına aldığından, yanlış bilgilenme ve bilgilendirmelerden, kimi şeylerin
zamansız öğrenilmesinin kişiye, özellikle çocuklara verebileceği zararlardan, çocukların
erken doyumları, yalnızlık ve bunalımlarından ve ilerisinde yaşamaları muhtemel ruhsal
çöküntülerden. Şu an için belli bir toplum kesiminin kullandığı ve her geçen gün
gündelik yaşamda yer alan yeni söylemler ve kullanımlar, toplum yaşamının diğer
aşamalarında, toplumun bu göstergeleri tanıması ve bu göstergeler dünyası iletişimine
katılımıyla benimsenebilir. Süreç zaman içinde, değişimin diğer toplumsal katmanlara
da taşınmasıyla yangınlaşarak sürer.

Bu çerçevede bir zamanlar Arapça-Farsça sözcüklerin, daha sonraki süreçte, günün


toplumsal koşulları doğrultusunda Fransızca’nın, günümüzde de İngilizce’nin
egemenliği altında bulunan dilimiz, 21. yüzyılda evrimini teknolojik iletişim dili
internetin egemenliği altında sürdürüp, gereksinim duyduğu sözcükleri, “internet
yapmak“, “lap-top alacam“, “faaliyetsel, tüm fonksiyonları aktif hale getirmek“ gibi
anlam ve anlatım bozukluğu içeren, Türkçe sözcük kalıplarına uymayan kullanımlarla
sağlayacak gibi görünmektedir (Zeybek 2002, 424-433). Bu durum gelecekte resmi
görüşmelerden, işyerine ve eve, sokaktaki insandan aydın insanına, çocuk ile ebeveyn
arasıdaki iletişimden birincil ilişkilere kadar geniş bir yelpazede hayatı olumsuz yönde
etkileyebilir.
50

Ancak sanal iletişimin etkinliği, bireyin içindeki beni, özendiği kişileri istediği gibi
canlandırabilmesinde; çevre, gelenek, örf ve benzeri kurallar dışında, özgür iletilerini,
özgürce gönderebilmesiyle gerçekleşir. Chat iletişiminde birey genellikle, bulunduğu
zamanın dışında başka bir başka bir boyutta, başka bir kişilikte iletilerini alıp-
göndermektedir. Bu çerçevede, iletişim, bireyin bilincinde oluşturduğu dünyada
gerçekleşmektedir (Zeybek 2002, 424). Bu nedenle de, sanal iletişim dilini incelerken
bunun başka bir ruhsal ortamda gerçekleştirilen bir iletişim dili olduğu gözardı
edilmemelidir.

2.3.3.3.4. Dijital Dışlama

Son dönemlerde dijital dışlama üzerinde durulmaktadır. Kadınlar, yaşlılar, işsizler,


düşük gelirliler, düşük eğitimliler vb. gibi grupların yeni iletişim teknolojilerinden
bireysel imkanları ile yararlanmaları oldukça güçtür. Dijital dışlama beraberinde birçok
sosyal olumsuz sonucu da getirdiği için internete erişim rakamlarındaki eşitsizliğin
üzerinde önemle durulması gerekmektedir. Özellikle internet kullanımındaki dijital
dışlama olgusunda iki temel etken önemli bir rol oynamaktadır: Erişim maliyeti ve
eğitim yetersizliği (Binark 2003, 144).

Bu konuda özellikle Avrupa ülkeleri kendilerine has çözümler üretmişlerdir. Bunlardan


biri de; Kamusal İnternet Erişim Noktaları’dır. Kamusal İnternet Erişim Noktaları
Finlandiya’da yüzde 24, Danimarka’da yüzde 21, İsveç’te yüzde 18 ve Hollanda’da
yüzde 16 oranında yaşama geçirilmiştir. Bu noktalar Finlandiya, İsveç, Danimarka ve
Portekiz’de çoğunlukla kütüphanelerde kurulmuştur. Ayrıca postaneler, gençlik
merkezleri, iş bulma kurumlarında da Kamusal İnternet Erişim Noktaları vardır.
Avusturya’da Viyana sokaklarında 300’e yakın erişim noktası bulunmaktadır. Kamusal
İnternet Noktaları, özel tecimsel girişim olarak internet cafelerin kurulması ile de
giderek artmaktadır (Binark 2003, 145). Türkiye, internete erişim noktasında, böyle bir
yapıdan oldukça uzak olduğu gibi; erişim noktası olarak yaygınca bulunan internet
cafelerin çoğunluğu da, geniş katılımlı yararlanmanın olanaksız olduğu, yaşları 13-19
olan gençlerin oyun oynama salonu olarak kullandığı mekanlar halini almıştır.

Öte yandan Türkiye’de giderek artan gelir dağılımındaki eşitsizlik ve dengesizlik ile
bunun bölgelere dağılımı göz önüne alındığında, kadınların hem cinsiyetçi örüntülerden
51

hem de sınıfsal konumu nedeni ile erişim konusunda çifte eşitsizlik durumunda
kaldığını söylemek mümkündür. Kadınların yeni enformasyon teknolojilerini
kullanmakta karşılaştıkları bir engel de zaman sorunudur. Gündelik yaşamın ev ve iş
arasında bölünmüş koşuşturmasında bilgisayar veya internet kullanımının hangi zaman
aralığına sıkıştırılacağı veya hangi gündelik etkinlikten zamanın bu etkinliğe
kaydırılacağı da önemli bir sorundur.

Ayrıca bilgisayar ev içinde kullanılan araçlara yönelik toplumsal imge ve dikey


hiyerarşi oluşumunda video player, cd player, dvd player gibi kahverengi eşya sınıfında
değerlendirilmekte, bu nedenle kullanımı evin erkeklerine, babalarına ya da çocuklarına
uygunmuş gibi görülmektedir. Türkiye’de aile içinde bilgisayar kullanımı özellikle
çocukların eğitimi ve geleceği düşünülerek yaygınlaşmaktadır (Binark 2003, 156).
Çocukların kullanımına yönelik bilgisayar satın alma kararı ailenin daha iyi gelecek
beklentisi ve sınıfsal hareket istemi ile yakından ilgilidir.

Bu çerçevede kadınlar, yeni enformasyon teknolojilerini kullanma konusunda fırsat


eşitliğinden uzak, farkında olmadan istem dışı olarak bu yapıdan yoksun kalmaktadırlar.
Kadınların kısmen bu yapıya kavuşması için ise şunlar gereklidir: Enformasyon
toplumu politikasının desteklenmesi ve yaygınlaştırılması, alt yapı ve erişim
sorunlarının çözümü ve eğitim. Bu alanda bazı sivil toplum örgütlerinin çalışmaları
yanında halihazırda AB’de uygulanmakta olan projeler de hayata geçirilebilir.
Bunlardan bazıları; Kamusal İnternet Erişim Noktaları’nın kurulması, Türkiye’de halk
kütüphanelerinde, çeşitli derneklerin merkez ve şubelerinde bilgisayar ve bilgisayar ağı
kullanımının ücretsiz olarak sağlanması, internet cafelerde kadınların kullanımına
uygun saatlerde kullanım ücretinde indirim sağlanması gibi (Binark 2003, 156-157).

2.3.3.4. İnternet Kullanımındaki Yozlaşma

Çarpıcı göstergelerin yer aldığı internet iletişimi önem kazanırken, iletişim araçlarının
değişen yönü, bir yandan toplumsal değişikliklere sahne olmuş diğer yandan da yeni
araştırma alanları meydana getirmiştir. İnternet sabit bir olgu değildir. Sürekli gelişim
gösterir. Herkesin caddeler inşa ettiği (elektronik bağlar) ve kullanım için kendisi ya da
bir başkasına evler (web siteleri) kurduğu dev bir sanal şehirdir. İnternet yüzde yüz
52

elektronik olan yeni bir ekonomik ve toplumsal bir alandır. Gelecekte evrenin iletişim
sistemi olarak görülmektedir (Küçükerdoğan 2002, 677).

Öte yandan gelişimini her geçen gün hızlı bir biçimde sürdüren internetin bilimsel
teknolojik, sosyal ve iletişim alanında bugüne kadar gerçekleşmiş en büyük
devrimlerden biri olduğu iddiaları sıkça dillendirilmeye başlanmıştır. İnternet,
teknolojik bir gelişme olarak ortaya çıkmasının yanı sıra; dünya insanlarının ve
toplumlarının birbiriyle iletişimini de oldukça geliştirmiştir. Böylelikle dünyada ortak
yeni bir kültürün ortaya çıkmasına aracılık ettiği iddia edilmeye başlanmıştır. “İnternet
Kültürü”; dünyanın değişik yerlerinden birçok insanı çeşitli paralellerde bir araya
getirerek, globalleşme kavramını kuvvetlendirmektedir (Yücedoğan 2002, 150). Ancak
dünya çapında bir iletişim ağı sunan internet önceleri bir bilgi kaynağıydı. Kütüphane
gibi kullanılmasından ziyade giderek eğlence yönü ön plana çıktı. Ardından ticaret.
Kimi interneti, milyonlarca insanın etkileştiği, haberleştiği kendine has kuralları olan bir
sosyal alan olarak tanımlıyor. Kimine göre internet kültür-sanat merkezi (Kara 2003,
108).

Bu açıdan değerlendirildiğinde bir eğlence ve boş vakit geçirme aracı olan internet,
“diyalog kurmayı ve araştırmayı seven” aktif kişilerce kullanılıyor. Ancak sorun
internetin kültürel bir büyüme üretip üretmeyeceğidir. Teoride üretiyor denilebilir.
İnternette bilgiyi arayan, bilgiyi bulur. Ama sorun bir bilme aracı olarak kaç kişi
tarafından kullanıldığıdır. Başka bir durum ise, 3-4 yaşındaki çocuğun yola televizyonla
başlamasıdır. İnternete ulaştığında ise bilişsel ilgisi soyut anahtarlarla
duyarlılaştırılmamıştır. İnternetin kültürel büyümeyi gerçekleştireceği varsayılır. Ama
pratikte, kişi internet ortamına geldiğinde artık televizyonun ürünü olan homo videns’e
(gören insan) dönüşmüş olduğu için bu mümkün olmayabilir. Bu açıdan, değişik
alanlarda farklı hobilerimizi tatmin etmemize imkan sağlayan, kullanımı kolay bir araç
olan internetin geleceği belirsiz görülmektedir.

İnternetin olanakları, iyi olduğu kadar kötü yönde de sonsuzdur. Kullanıcı, bu aleti bilgi
ve fikir almak amacıyla kullandığı zaman, yani gerçek entelektüel ilgilerden, bilme ve
anlama isteğinden etkilendiği zaman, bu olanaklar olumludur. Ama internet
kullanıcılarının büyük bir çoğunluğu bu nitelikleri taşımamaktadır; daha çok boş
vakitlerini değerlendirmek, sportif, erotik hobi dakikalarıyla zamanı doldurdukları
53

gözlemlenmektedir. Bu tip bir kullanıcı için internet öncelikle zamanı verimsizce


kullanarak, boşa harcamanın göz kamaştırıcı bir yoludur (Sartori 2004, 40-42).

Bu noktada internet yeni ve devasa bir oyun başlatmıştır. Çünkü internetin sonsuz ağ
şebekeleri; ilk defa, çılgınlıklara, garipliklere, sapkınlıklara ve teröristlere kadar uzanan
geniş bir yelpazenin önüne açılarak, kullanıma sokulmuştur. İnsanlığın önüne açılan bu
sonsuz yol, çok medyalı sistem tarafından kuşatılan ve köksüz öğelerle yoğun bir
biçimde karşı karşıya kalan insan için giderek daha sarp ve aşılmaz hale gelmektedir
(Sartori 2004, 118).

Bu değerlendirmeler öncülüğünde; ortaya çıktığı günden beri biraz aşırı bir iyimserlikle
karşılanan internet olgusunun, önceki teknolojilerden farklı olarak neler yapabileceği
konusunda tam bir netlik henüz yoktur. Ancak internetin, önceki teknolojilerle
kıyaslandığında daha gelişmiş alternatif olanak sunduğunu da kabul etmeliyiz. Ancak
bilgisayara dayalı iletişim teknolojilerinin, özellikle de internetin henüz bir çocukluk
dönemi geçirdiğini ve bu nedenle bugün görünenlerin, geleceği açıklamak için yeterli
olmayacağı söylenebilir (Atabek 2001, 134).
68

Öte yandan yeni iletişim teknolojilerinin de toplumsal katmanların tümüyle


buluşabilmesi önemlidir. Ancak bunun toplumsal refah seviyesinin ve bunun türevi olan
genel kültür ve bilinçlilik seviyesinin artışıyla doğru orantılı olduğuna dikkat
çekilmektedir. Bu teknolojiler sadece seçkin bir azınlığın elinde kullanılarak, demokrasi
karşıtı ve açık toplumsal tartışmaların ortadan kalktığı kaotik bir toplum modeline yol
açabilir (Dağdaş 2002, 278). Gerekli önlemler alınmadığı takdirde, zaten birbirlerinden
her geçen gün uzaklaşan, insani ve dayanışma bağları fazlasıyla kopan insanlar,
teknolojilerin bu hükmedici gölgesinde yalnız kalabalıklardan oluşan toplum modelini
yeni bin yılda da sürdüreceğinin ipuçlarını vermektedir.

2. Gelişen Dünyada Yeni İletişim Teknolojileriyle Birlikte Yaşanan Değişime


Getirilen Eleştiriler

2.1. Kültür Endüstrisi Bağlamında Tüketim Toplumu

Tek Boyutlu İnsan isimli çalışmasıyla Herbert Marcuse, kapitalist toplum eleştirisinden
yola çıkarak bireyin katılım sorununu iletişim teknolojileri bağlamında incelemiştir.
Ona göre, bu toplumun temel niteliği, insani etkinlikleri baskılayan tek boyutluluğu ve
insanın yabancılaşmasıdır. Bu şekilde birey, özgürlüğünü bu tek boyutlu yapı içinde
yitirmiştir. Biyolojik gereksinimler dışında kalan bütün gereksinimler, Marcuse’a göre
yapaydır ve bireyin denetleyemediği dış güçlerce belirlenir. Birey ancak özgür
olduğunda gerçek ve yapay gereksinimler arasında bir ayrım gerçekleştirebilir (Aktaran
Timisi 2003, 56-57). Teknolojik bir toplumsal baskı ve denetimin egemen olduğu
sanayi toplumunda, bireyin toplumsal katılımı, yapay ihtiyaçlar üzerinden, toplumsal
bütünleşme çerçevesinde olmakta, kendilerine zorla bir yaşam biçimi
benimsetilmektedir.

Öte yandan değişen kapitalizm çerçevesinde kıtlıktan bolluğa, yetersiz üretimden dev
boyutlu bir tüketime ve bazen aşırı tüketime (şatafat ve prestij için tüketim vb.) geçiş
olduğu belirtilmektedir. Yoksunluktan, kullanım hakkına sahip olmaya; kısır ve sınırlı
gereksinimleri olan insandan, çok sayıda ve zengin gereksinimlere sahip insana geçişin
olduğu; fakat bu geçişin bir türlü açıklanamayan zorlamaların etkisi altında sıkıntılı bir
biçimde gerçekleştiği vurgulanmaktadır (Lefebvre 1998, 61). Bu çerçevede hakim olan
69

modern tüketim anlayışı, ürünlerin özelliklerinden, işlevlerinden daha çok, taşıdıkları ve


yansıttıkları anlamlara doğru kaymıştır (Odabaşı 1999, 14).

Günümüzde çoğunlukla bu yapının dünyaya hakim olması, önü alınamaz bir tüketim
anlayışını beraberinde getirmiştir. İnsanoğlunun ruhundaki din, aile ve toplum ve
sosyalleşme duyguları, yeni dünya insanında yerini 'sahip olma ve tüketme' dürtülerine
bırakmaktadır. Bu duruma örnek olarak; çevre, sosyal ve ekonomik konular üzerine
kapsamlı çalışmaları bulunan Worldwatch Enstitüsü tarafından araştırmaları
gerçekleştirilen ve Türkiye'de TEMA Vakfı tarafından yayınlanan "Dünyanın Durumu
2004" raporunun çarpıcı sonuçlarını verebiliriz. Rapora göre; tüketim arzusu, zengin,
yoksul demeden, yaşam kalitesini 'erozyona' uğratıyor. En çarpıcı sonuçlar, bazı temel
ihtiyaçları karşılamak için gerekli olan para ile lüks malzemelere ödenen rakamların
karşılaştırıldığı tabloda bulunuyor. Buna göre, kadınlar yılda 18 milyar doları makyaj
malzemelerine verirken, her kadına üreme sağlığı hizmeti sağlayan sektörler için sadece
12 milyar dolar gerekiyor. Parfüme 15 milyar dolar harcanıyor ama evrensel
okuryazarlığın sağlanması için bu oranın sadece üçte biri, yani 5 milyar dolar gerekiyor.
Yapılan araştırmanın diğer önemli sonuçlarından biri de; tüketicilerin televizyon,
telefon ve internet kullanıcıları ile bu ürünlerin yaydığı kültür ve idealler noktasında
birleşmesi. Tüketici sınıfın yarısının, gelişmekte olan ülkelerde yaşayan insanlardan
oluşması de yine araştırmanın çarpıcı bulgularından biri olarak dikkat çekiyor.
Araştırmaya göre; 45 yıl önce özel ihtiyaçlar için yapılan harcamalar, günümüzde 4 kat
artmış durumda (www.sabah.com.tr). Uzmanlar, 20. yüzyıldaki tüketim patlamasının
altında yatan asıl sebebin refahın artmasıyla paralel gelişen üretimdeki verimlilik
olduğunu belirterek; bu durumu modern endüstri işçisinin, iki yüzyıl önce
meslektaşlarının 4 yılda ürettiği malın günümüzde bir haftada raflara taşıyabilmesine
bağlıyor.

2.2. Türkiye’deki Tüketici Anlayışı ve Bu Alanda Yeni İletişim Teknolojilere Bakış

Kitle iletişim araçlarının yayıp geliştirdiği ideoloji, kültürün görselleştirilmesi, yaşamın


yalnızlaştırılması, kullan-at anlayışının yaygınlaşması, insanın nesnelerle kuşatılması ve
doğadan, doğal olandan sürekli koparılmasını da beraberinde getirmiştir (Göksel 2005,
121). Bu çarpıklığın kaynağı olarak eleştiri oklarının çevrildiği sanayileşmiş kapitalist
ekonomilere sahip ülkelerde (ABD, Almanya, Fransa vb.) tüketim kültürünü
70

şekillendiren ve tüketim toplumu ideolojisini oluşturan bir yapı hakimdir. Burada dikkat
çeken nokta ise hem çok üreten hem de çok tüketen bir toplumun varlığıdır. Buradaki
sıkıntı özellikle ürettiğinden fazlasını tüketen ya da tüketmeye çalışan toplumlarda
ortaya çıkmaktadır. Endüstrileşmesini tam olarak gerçekleştirememiş, ülkemizin de
içinde yer aldığı ülkelerin durumunda olduğu gibi (Odabaşı 1999, 18). Sonuçta düzensiz
bir tüketim anlayışı kendini göstermeye başlamıştır.

Bu çerçevede Türkiye gibi ülkelerde özellikle 1980’lerle başlayan yoğun bilinç


yönetimi faaliyetlerinin sonucu olarak büyük kentlerden başlayarak Anadolu insanının
duyarlılıklarında ciddi değişiklikler olmuştur. Ne yazık ki bu değişiklikler “çabuk kullan
çabuk at” dünya görüşüyle gelen ve kitle tüketimini gerektiren kapitalist pazarın
çıkarlarına uygun bir yönde oluşturulmaktadır. Bu oluşturmada biçim ön plana
çıkarılmakta; özü tanımlayan biçim olmaktadır (Erdoğan, www.findthelinks.com).
Bireyselliği, paranın gücünü, gösterişi öne çıkartan yeni değerler ülkemize global
tüketim kültürünün aktarılmasındaki yakıtlar olarak kabullenilmiştir. Bu düzen kendini
gündelik hayatta kullanılan ürünlerde özellikle de yeni iletişim teknolojilerinin
ürünlerinde bariz bir şekilde göstermektedir. İhtiyacın ötesinde bireysel haz dürtüsüyle
hareket eden insanlar örneğin özelliklerini bilmediği çok fonksiyonlu cep telefonlarını
almaktan geri kalmamakta ve sık sık cep telefonu değiştirmektedirler. Göstererek tüket,
hemen tüket, fazla tüket bu dönemlerdeki neslin vazgeçemeyeceği tüketim alışkanlıkları
haline gelmiştir.

Öte yandan her alanda henüz üretim ivmesini yakalayamamış olan ülkemizde fakir ve
zengin arasındaki uçurum, iki farklı tüketici tipini ortaya çıkarmıştır. Tüketim kültürüne
uyum sağlamaya çalışan varlıklı insanlar ve bu kültüre ve onun değerlerine herhangi bir
nedenle uyum sağlayamayan ya da sağlamak istemeyen diğer kesim. Bu kesime hakim
olan duygu ise düş kırıklığı, eziklik, stres ve hınç olarak ortaya çıkmaktadır. Sosyal sınıf
farklılıklarının ayrışmaya başlaması, sınıflar arası geçişlerin gittikçe zorlaşması, hazır
bir tüketim kültürü bireyi olmak istemesine karşın tüketim olanaklarının sınırlı olması
ve dolayısıyla bastırılmış tüketim isteği gibi etkenler, sözü edilen duyguların oluşmasına
neden olabilmektedir (Odabaşı 1999, 38).

Bu eleştirel bakış açısının yanında konumuzun merkezinde yer alan yeni iletişim
teknolojileri bazında tüketici anlayışını ele aldığımızda; dijital teknoloji pazarının
71

büyümesi ve yeni ürünlerin zenginleşmesine paralel olarak tüketicilerin talepleri ve


teknoloji merakının arttığı gözleniyor. Bu tespite örnek olarak yönetim ve teknoloji
danışmanlığı şirketi Accenture’ın talepleri doğrultusunda İnterpro Pazarlama ve
Araştırma Merkezi tarafından 2002’de yapılan ‘Dijital Ekonomi Tüketici Araştırması’
verilebilir. Araştırma CeBIT Eurasia Bilişim’e katılan 652 kişi üzerinde, yüz yüze
görüşme ile gerçekleştirilmiş; kişilere; boş vakitlerini nasıl değerlendirdikleri, dijital
TV, paralı TV kullanımı, internet kullanımı, mobil telefon ve WAP hizmetleri
kullanımı, satın almada, üyeliklerde önemli olan faktörler hakkında sorular
yöneltilmiştir. Yapılan araştırma sonucunda elde edilen bulgulardan hareketle
teknolojiye karşı tutumları açısından, teknoloji kullanım grupları oluşturulurken şu
tespitlere yer verilmiştir:

1- 'Teknoloji ile yaşayanlar’


Bu tüketiciler, dijital ürünler ve hizmetlere çok büyük bir ilgi duyan kesim
ve satın almaya gönüllüler. Genellikle genç, aktif ve şu anki pazarın asıl
tüketicileri onlar.
2- ‘Teknoloji severler’
Bu tüketiciler, dijital ürün ve hizmetlere ilgililer. Ancak genellikle
teknolojinin fayda ve fonksiyonları konusunda başka birinin yardımına
ihtiyaç duyuyorlar. Yaşam tarzları aktif ve genellikle aileleri ile yaşıyorlar.
3- ‘Teknolojiyi kabullenenler’
Bu tüketiciler, teknolojik gelişmelerden heyecan duymazlar. Fakat,
teknolojinin ihtiyaçlarını karşılayacağını göstererek, onların teknolojiye
karşı ilgisi kazanılabilir. Yaşam tarzları aktiftir ve alacakları hizmetin
ödedikleri paraya değmesini beklerler.
4- ‘Teknolojiyi bilmeyenler’
Bu tüketicilerin teknoloji konusunda bilgileri pek yoktur, ancak öğrenmeye
açıktırlar. Yaşam tarzları aktiftir.
5- ‘İlgisizler’
Bu tüketiciler yeni teknoloji istemezler. Genellikle daha yaşlıdırlar, ücretsiz
TV seyreder, radyo dinlerler. Ancak zorunlu kaldıklarında teknolojiye ayak
uydururlar.

Araştırma sonucunda aslında görüşülen kişilerin büyük bir kısmının,


teknolojiye karşı ilgi duyduğu ortadadır. Teknoloji kullananların
çoğunluğunun erkek oluşu, teknolojiyi kullanan kişilerin yaş aralığının genç
yaş gruplarından oluşması, Türkiye’de çalışan kesimde erkek egemen bir
kesimin halen ağırlıkta olduğunu ve tüketim toplumunun çok genç
72

olduğunun göstergesi. Gelir durumunun 501-1.500 milyar TL arasında


olması, nispeten teknoloji kullanıcılarının ortalama gelirden biraz daha
yüksek kazandığını gösteriyor. Teknoloji kullanıcılarının büyük bir kısmı
‘tam zamanlı’ çalışanlardan ya da öğrencilerden oluşuyor. Araştırmaya
katılan kişilerin hangi grupta olursa olsunlar, aktif bir yaşam tarzı olduğu
görülüyor” (www.accenture.com).

Araştırma sonuçları değerlendirildiğinde, Türkiye’nin genel durumunu yansıttığı tespiti


yapılabilmektedir.

2.3. Yeni Ortama Olumsuz Yaklaşımlar

Teknolojik gelişmenin, kapsamlı bir ilerleme olduğuna inanılır, ancak burada bir yanılgı
kendini gösterir. Önemli olan, ilerlemenin en anlam ifade ettiğini kavrayabilmektir.
İlerleme bir artışı işaret eder, bir ileri gidişi. Ancak bu ileri gidişin her zaman olumlu
olduğunu söylemek mümkün değildir. Mesela kanserli bir tümör için de ilerlediği
söylenebilir ki bu süreç, hastalığın giderek ağırlaştığının bir göstergesidir (Sartori 2004,
30). Ancak tarihsel sürece bakıldığında genelde ilerleme kavramına olumlu bir nitelik
yüklendiği söylenebilir.

Her teknolojik gelişme, ilk ortaya çıktığı anda kuşku uyandırır, karşı çıkışlarla
engellenmeye çalışılır. Çünkü yerleşik düzeni değiştireceğinden endişe edilir. Ancak bu
görüş bir varsayımdır herhangi bir genelleme yapmak doğru değildir. Tarihsel süreç
içinde en şiddetli tepkiler sanayi makinelerine yönelik olmuştur. Akıl Çağı olarak
isimlendirilen bu dönemdeki gelişmelerin sonuçları, anayasal düzenden önce kendini
ekonomik alanda göstermiştir. Bilimsel ve teknolojik gelişmelerin sonuçlarının
ekonomiye yansımasıyla birlikte, Endüstri Devrimi gerçekleşmiş oldu. Devrim, büyük
ölçüde endüstrileşmenin ürünü sayılan emperyalizm kanalıyla yeryüzüne ve oluşan
ekonomik dönüşüm sonucu toplumsal, siyasal ve kültürel alanda çok büyük patlamalar
meydana getirmiştir (Coşkun 2003, 22). Bu ortamda oluşan tepki ve korkunun temel
nedeni, devrimle birlikte gelen araçların iş alanlarını ortadan kardıracağına olan inançtı.
İki yüzyıl boyunca korkulan tam anlamıyla gerçekleşmedi, ancak ilk sanayi devriminin,
insana verilen değer açısından korkunç sonuçları olduğu da bir gerçektir. Gelişmeleri
engellemeyen bu sanayi makinelerinin temsil ettiği makine uygarlığına ilişkin ciddi
eleştiriler günümüzde de süregelmektedir (Sartori 2004, 21).
73

Günümüzde yeni iletişim teknolojilerinde yaşanan ilerlemeye de olumlu bir anlam


yüklenildiği görülüyor. Bu araçlar kendi içerisinde bir gelişim içerisinde ancak
niceliksel bir gelişme tam anlamıyla bir ilerleme sayılamaz. Bu çerçevede yeni iletişim
teknolojilerinde yaşanan gelişmelerin uzun uğraşlar sonucu meydana gelen sosyal
sistemleri devre dışı bırakacağı savunulmaktadır. Her yeniliğe olduğu gibi, iletişim
çağının sunduğu yeniliklere de kuşkuyla bakanlar giderek artmaktadır. Almanya’da
yapılan bir kamuoyu araştırması, her iki Alman’dan birini, bilgisayarın getirdiği
yenilikler karşısında yaşamının yok olacağını düşünmektedir.

Bu çerçevede bazı toplumbilimciler de iletişim çağının büyük toplumsal çalkantılara


neden olacağını ileri sürmektedirler. Bunun sebebi de insanların yaşam biçiminin köklü
bir değişime uğrayabilme ihtimalidir. Ancak bu değişikliğin savunulduğu gibi büyük
oranda olumlu olmayacağı üzerinde durulmaktadır (Dağdaş 2002, 272). İnsanlar
bilgisayar dünyası dışında kalan gerçekliği algılamakta zorluk çekebilir. Sanal dünyada
zengin daha zengin, bilgili daha daha bilgili hale gelirken, bilgisizler daha bilgisiz,
yoksullarda daha yoksul olmaya mahkum olabilir.

Öte yandan teknolojik yeniliklerin ortaya çıkardıkları olanakların toplumsal anlamını


değerlendirme açısından teknik ayrıntılar oldukça önemlidir. İletişim teknolojilerini
kavrama açısından önemli olan bir diğer nokta ise, ortaya çıkan yeniliklere karşı
eleştirel bir mesafe koyarak söz konusu yeniliği saran göz kamaştırıcı söylemlerden
arındırmaktır (Atabek 2001, 143).

Tarihsel sürecin verileri öncülüğünde yeni iletişim teknolojinin ortaya çıkışı gerçekten
de önlenemezdi. Ama bu körü körüne kabul edilir bir önlenemezlik olmamalıdır. Sanayi
toplumunun neden olduğu öngörülmemiş sonuçlardan biri kirlilik, havanın ve çevrenin
kirlenmesidir. Her türlü önlem ve mücadeleye karşın kirlilik halen devam etmektedir
(Sartori 2004, 37). Teknolojik gelişmenin engellenememesi, insanların denetiminden
kaçmasına ve sessiz bir teslimiyete neden olmamalıdır.
Öte yandan sosyo-psikolojik açıdan teknoloji konusunda değinilmesi gereken bir nokta
da teknolojiler üzerine yapılan ∗mistifikasyonlardır. İyi-kötü, doğru-yanlış, eski-yeni vb.


Mistifikasyon: Karşısındakini üzmemek veya hoş karşılanmayacağı düşünülen fikirleri açığa
vurmamak amacıyla, tek taraflı veya karşılıklı olarak gerçek duygu ve düşüncelerin bilinçli olarak
saklandığı iletişimsizlik durumu.
74

sıfatlar kullanarak bir teknolojiyi betimlemede yapılan mistifikasyonlar bir yana,


teknolojinin toplumsal üretim ilişkilerinden tamamıyla bağımsız olduğu, teknolojinin
hemen her şeyi belirlediği gibi önermeleri içeren mistifikasyonlar dikkat çekicidir.
Teknolojik mistifikasyonların en çok iletişim teknolojileri alanında ortaya çıktığını
özellikle belirtmek gerekiyor. İletişim teknolojilerinde özellikle son yirmi yılda
gerçekleşen önemli dönüşümler sonucu ortaya çıkan olağan üstü özellikteki araçlar, söz
konusu mistifikasyon eğiliminin başlıca nedenini oluşturuyor (Atabek 2001, 27). Bu
anlamda yeni iletişim teknolojilerinin getirdiği parıltılı olanaklar hakkında olumsuz
konuşmak veya davranışta bulunmak, insanın hem kendisi için kabullenilmesi zor bir
durum halini almış hem de insanlara karşı konu hakkında eleştiri yöneltme olanağını
sınırlamıştır.

2.3.1. Düzensiz İletişim ve Yapay Gerçeklik

Günümüzde enformasyon teknolojileri, iletilerin doğruluğu, düzeyi ve niteliği üzerinde


değil, bizzat enformasyonun işlenişi, çıktısı ve transfer işlemi üzerinde
yoğunlaşmaktadır. Bu yönelimin doğal bir sonucu da, iletişim olgusunun
enformasyonsuz tekrar ve hipnoza yönelik bir etkileme biçimine dönüşmesidir. Sınırsız
mesaj üretimi ve aktarımı, dolayısıyla göndericiden alıcıya, belli bir dolaysız kanalı
izlemesi zorunlu olan ve her tür çevresel gürültüyü yerinden eden yoğunlaştırılmış bir
ileti akışına ve alıcının algılama sorunlarına işaret etmektedir. Konu bu yönüyle
iletişimin ∗redondance ve ∗∗entropi boyutlarına eğilmeyi gerektiriyor (Köse 2002, 236)
Redondance ve entropi evresindeki iletişim, toplumu oluşturacak olan “iletişen
varlık”ların düşüncelerinin bir ekolojisini oluşturmasına yeterli değildir. Öncelikle
enformasyon sisteminin bu yeni evresinde, bizler, artık olaylardan çok, bir simgeler,
işaretler, görüntüler dünyasında yaşamaktayız. Böyle bir dünyayı algılama, asla salt bir
izlenim olarak değil, kendi bilişsel düzenlemelerimizin durumuna uygun uyaranları
enformasyon olarak seçen bir yeniden kurma biçiminde kendini göstermektedir. Bu


Redondance: Aynı sistemden çıkan bir iletinin aktarım sıklığının yol açtığı belirsizlik payı ve
enformasyonsuz tekrarı simgeler. Ayrıca enformatik sistemin bozuluşunu simgeler.

∗∗
Entropi: Tümüyle görsel nitelikli ve karmaşık görünümü içindeki enformasyon sisteminin
çözülmezliğini ifade eder.
75

yüzdendir ki, her bilgi, öncelikle redondance ve entropi tarafından yapılandırılmış bir
tanımadır. Ya da daha doğrusu tanıyamama, bir tür bilememe sorunudur.

İddiaya göre enformasyon sistemindeki entropik düzensizlik yani tümüyle görsel


nitelikli ve enformasyon sisteminin çözülmezliği, canlı bir varlık olarak insanı olduğu
kadar, toplulukların içinde barındığı toplumsal ilişkileri de tehdit etmektedir. Özetle,
iletişim araçları ve teknolojileri, birbiriyle iç içe, enformasyon anlamında olağanüstü
karşıtlıklar barındıran bir yapı oluşturmuştur (Köse 2002, 245- 246).

2.3.2. Sanal (Boş) Dünya Eleştirileri

Teknolojik bir yeniliğin, kayda değer bir tepki doğurmadığı zaman bile, getireceği
değişimler ve buna bağlı olarak doğuracağı sonuçlar nedeni ile çeşitli öngörülerin
oluşmasına neden olabileceğini belirten İtalya’nın son yüzyıldaki önemli
düşünürlerinden Giovanni Sartori, iletişim teknolojisinin büyük ve önemli kuşkular
oluşturduğunu söylemek mümkün olmasa bile en azından olumsuz bazı tepkiler
doğurduğunun gerçekliğini vurgular (Sartori 2004, 23). Zira olaylar beklenmedik bir
hızla gelişmektedir.

Günümüz dünyası, televizyonun tartışılmaz üstünlüğünü bilgisayara bıraktığı çok


medyalı hızlı bir çağı yaşamaktadır. Çünkü bilgisayar ve onunla birlikte tüm medyanın
dijitalleşmesi, sadece ses, görüntü ve sözleri birleştirmekle kalmayıp, “görülebilir
olanların” içine varsayılmış, yapay gerçeklikleri de katmaktadır. Ünlü düşünür Sartori,
bu konuda iki noktayı vurgulayarak: “Televizyon gerçek şeylerin görünümünü yansıtıp,
var olanların sinematografik bir anlatımını sunarken; bilgisayar, hayallerimizin
görüntülerini ekrana taşır. Yapay gerçeklik, ekrandan yansıyan ve sadece ekran
görüntülerinde var olan gerçek dışılıktır. Yapaylık ve geçek benzeri sanallık, gerçekliğin
olanaklarını sonsuz biçimde çoğaltmalarına karşın asla gerçeklik değildir” demektedir
(2004, 24).

Öte yandan sanal olanın içinde sörf yapmanın çok çekici olduğunu yadsımak mümkün
değildir. Ancak bir sörf fazla ciddiye alınırsa, bu dünyanın sıradan kullanıcıları
gerçeklik hissini kaybetme riskiyle karşılaşırlar; yani doğru ve yanlış, varolan ve hayal
edilen arasındaki sınırlar riske girer. Onlar için her şey bir güdülenme ve karmaşadır ve
76

herşey güdülenebilir ve karıştırılabilir. Sartori, dijital çağın rahatlığını, uyuşturucunun


sağladığı bir rahatlığa benzetir. Aynı zamanda internetin tıkanıklık oluşturduğunu ve
pasif görmenin, sörflerin aktif görmelerinden daha kolay ve rahat olduğunu belirtir.
Ancak 21. yüzyılda bilen insanın bunalıma girdiği ileri süren Sartori, “İnsanın bilme
kapasitesini ve bilincini yitirme tehlikesi ile karşı karşıya olduğu gerçeği yansınamaz“
demektedir (2004, 45-46).

Bugüne kadar, gerçek dünya ile mücadele edip, onun değerlerini yansıtan insanoğlu,
artık sanal dünyanın yaratımları içinden yansıyor. Hayal edilen dünya, kendisini sanal
alem içindeki sanal sörf dalgasına bırakmış bir insan topluluğudur. Önemli olan, bu
dünyanın durağan mı, yoksa boşluğun üzerine kurulu ve sallantıda olan bir gerçeklik mi
olduğunun ayrımına varabilmektir (Sartori 2004, 155). Bütün bu olumsuz eleştirilere
rağmen her geçen gün sanal gerçeklik, yapay zeka gibi henüz tam yaygınlık
kazanmayan bir çok yenilik ortaya çıkmakta ve bunlar giderek daha çok iletişim aracına
entegre olmaktadır (Atabek 2001, 101).

2.3.3. Yazınsal Kültürün Çöküşü

Yazı birey için yalnızca bir iletişim aracı değil; insanın simgesel düşüncenin ulaştığı
birikimin, toplumsal ve ekinsel değişme sürecinde ortaya çıkardığı en önemli ürünüdür.
Temel gerçeklik, okuyan insan sayısının giderek azalmasıdır. İtalya’da bugün iki
yetişkinden birinin, yılda bir kitap bile okumadığı belirtilmektedir. Amerika Birleşik
Devletleri’ndeki bir çekirdek ailenin 1954 yılında ortalama 3 saat olan günlük
televizyon izleme oranı, 1994 yılında 7 saate çıkmıştır. 7 saat televizyon, yol ve iş için
ayrılan 9 saat ve 6-7 saat yemek, uyku, yıkanma vb. süresi, bir günün 24 saatine eşittir.
Okumak için zaman kalmadığı ortadadır (Sartori 2004, 37-38).

Siber alemde hızla yol alan Avrupa ülkelerinde yapılan kamuoyu araştırması
Eurobarometer’in 1999 yılı sonuçlarına göre, Avrupa ülkelerinde medya izleme
alışkanlığında televizyon diğerlerinden ön plandadır. Heather Field’in tespitine göre;
AB vatandaşları yüzde 69’dan yüzde 83’e varan oranlarda her gün TV izlerken, gazete
okuma oranı Finlandiya’da yüzde 70 ile en yüksek orana, Yunanistan’da ise yüzde 16
ile en düşük orana sahiptir (Aktaran Bek 2003, 16). Bu çerçevede günlük gazete okuma
ve kitap okuma oranları açısından Avrupa’nın çok gerisinde kalan ülkemiz, yazınsal
77

kültürü tamamlayamadan görsel dünyanın gözalıcı cihazlarıyla haşır neşir olmaya


başlamış, bu noktada da adaptasyon ve yararlı kullanım noktasında büyük sorunlarla
karşı karşıya kalmaktan kurtulamamıştır.

Öte yandan görüntünün, hemen hemen hiçbir anlaşırlık üretmediğinin temel bir gerçek
olduğunu söyleyen bazı uzmanlar, görüntü açıklanmalıdır ve ekrandan yansıyan
görüntü, kurgusal olarak yetersizdir demektedirler. Buna göre, görmenin anlamayı
yıprattığı bir eksilme süreci yaşanmaktadır. Görmenin anlamayı fakirleştirdiğini kabul
eden düşünce, bu fakirleşmenin, televizyon aracılığı ile yayılan ve herkese ulaşabilen
haberler sayesinde telafi edilebileceğini ileri sürer. Yeni iletişim araçlarından yana
olanlara göre, kavramsal bilme, elitist bir nitelik taşırken, görüntü aracılığı ile bilme
daha demokratiktir. Belirtildiği üzere, sadece niceliksel olan ve niteliksel bir gerilemeyi
getiren bir ilerleme, terimin pozitif anlamındaki gibi bir ilerleme değildir.
Görüntülerden edinilen bilmenin, terimin bilindik anlamıyla bir bilme olmadığı ve
bilmeyi yaymadığı gibi, temellerini de tükettiği ileri sürülebilir (Sartori 2004, 38). Yeni
iletişim teknolojilerindeki altyapının görüntüye dayalı kısmı için de aynı şeyleri
söylemek mümkündür.

Bununla birlikte toplumların, iletişimin içeriğinden çok, iletişimde bulundukları araçlar


tarafından biçimlendirildikleri bir gerçektir. Örneğin, alfabe çocuğun bilgi alışverişi ile
içselleştirdiği bir teknolojidir. Ancak elektronik teknolojisinin birleştirici ve kapsayıcı
etkisine karşılık, alfabe ve matbaanın bir parçalanma ve ayrışma süreci oluşturduğu
görüşü tamamen yanlış bir inanıştır. Gerçek bunun tam tersidir. Zira dijitalleşme, her
şeyi parçalara ayıran mükemmel bir parçalama ve birleştirme aracıdır. Dijital kültür
insanı için elle tutulan bir gerçeklik yoktur. Ona göre her gerçeklik, kendi zevkine göre
binlerce değişik biçimde yeniden oluşturulabilir (Sartori 2004, 28-29). Bu nedenle
görsel-işitsel kültürün yazılı kültüre üstün geldiğini gösterir bir kanıttan söz etmek
mümkün değildir.

Yeni medyaların savunucularının kaybolan yazılı kültürün, işitsel-görsel kültürle telafi


edildiği iddialarına da karşı çıkan Sartori, “Bir kralın ölmesi yeni bir kralın bulunacağı
anlamına gelmez. Kötü para, iyi paranın yerine geçemez. Ve yazılı kültür ile işitsel-
görsel kültür arasında sadece zıtlık vardır“ demektedir (2004, 122). Bu bakış açısıyla
bazı uzmanlara göre görsel-işitsel kültür cahildir ve dolayısıyla kültür de olamaz.
78

Günümüzde de görselliğin ön planda olduğu medya organlarının en etkini olan


televizyonun çocuklar için anne ve babanın yanında üçüncü ebeveyn olduğu ve etkisinin
hiç de az olmadığı iddialarının yanına yaşama damgası vuran yeni iletişim teknolojileri
de eklenmiştir. Yetişme çağındaki çocukların, insan deneyiminin gösteri öncesindeki
zenginliğine ulaşmanın tek yolu olan okumayı henüz beceremezken, eğitimlerine erken
yaşlarda ve büyük bir şevkle bilgisayarın mutlak bilgisi ile başlamak zorunda olmaları
hiç de şaşırtıcı değildir (Dağdaş 2002, 266). Bugün eğitim sürecinin başlangıcında
bilgisayar teknolojisine ilişkin pahalı donanıma sahip bir çocuk, bilgi bankalarına
bağlanarak internet sistemiyle her türlü veriye, enformasyona kolayca ulaşabilmektedir.

Bu yönüyle çocuk istediği gibi kullanıp, şekillendirme ve yorumlama özgürlüğüne sahip


olduğu bir metin ile karşı karşıya olduğu için, bir yaratıcı yazar konumundadır. Metne
böyle bir yaklaşım, bugüne kadar insanlığı köleleştirmiş olan doğrusal mantığı
sorgulayarak, düzenli akıl yürütmenin, olguları birbiri ardına sıralayan ardışıklık ilkesini
yok etmektedir. Bugünün sanal dünyasını savunanlara göre, böyle bir değişim insanları
sonsuz bir yaratıcılık özgürlüğüne kavuşturabilir. Ancak mantık ve düşünceye dayalı bir
dünyada yaşamaya alışık olan insanın, mantıklı düşünceyi aşan ve bunu yok sayan bu
yeni düzendeki yaşamının yansımaları beklenildiği gibi olmayabilir.

Bu çerçeveden bakıldığında bugünün yetişmekte olan çocuğu, bir evin inşaatının neden
çatıdan değil de temelden başladığını, neden tuğladan önce çimento konduğunu ve anne
babaların neden kendisine birer rehber olmaları gerektiğini anlayabilmesi kolay değildir.
Doğrusal mantık ortadan kalkınca, sanal alemde her şey tersine dönüşebilir ve
gerçeklik, düşsel bir nitelik kazanabilir. Ardışık düşünme becerisine sahip olmayan bu
insanların tutarsızlıklarının, özellikle yönetim kademelerine geldikleri zaman neden
olacağı olumsuz sonuçlar göz ardı edilemez (Sartori 2004, 156-157).

2.4. Gündelik Hayatta Karşılanan Olumsuzluklar

2.4.1. “Mobil İletişim Sistemleri ve İnsan Sağlığı” Tartışmaları

Teknolojik bir yeniliğin kendisinden beklenen ve açıkça ilan edilmiş faydası her zaman
gerçekleşmeyebilir. Ya da bu yeniliklerin beraberinde getirdiği faydaların yanında
öngörülmemiş bazı istenmeyen sonuçlar ortaya çıkarabilmektedir. Günümüzde bu

You might also like