Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 26

Ağustos - Ekim 2002

Yıl : 4 Sayı : 14

··......@?
'. ·"··.,···
O " .·":
. .
. .
.

~- .. . " -· ·. .·

August- October 2002


Volume : 4 Number : 14
Akademik Araştırmalar Dergisi 2002 Sayı14, Sayfalar 95-119

Paradigman'ın Yeni Adı:


Dinsel Çoğulculuk
Mahmut Aydın*

Giriş
Bilindiği üzere dinsel tecrübe ''Nihai Aşkın Varlığın" araştırılması olarak
tanımlanmaktadır. Bu araştınna esnasında dinler tabii olarak kendilerinin eşsiz,
biricik olduğu iddialarına yer vennektedirler. Bu bağlamda büyük dünya dinleri
olarak adlandırdığımız dinlerden her biri kendinin yegane doğru din olduğu ve
kurtuluş için en doğru yolu- insanlara öğreten öğretiye sahip olduğu gibi içsel
eğilime sahiptir. Öyle ki kendisinin dışında başka doğru din ve kurtarıcı vahiy-
lerin de olduğu şeklindeki ifadeler bu dinsel geleneklerin kendi mutlaklık iddia-
larıyla tezat teşkil etmektedir. Ancak aşağıda da göreceğimiz üzere günümüz
dünyasının en karakteristik özelliklerinin başında onun sadece kültürel açıdan
değil aynı zamanda dinsel açıdan da çoğulcu bir yapı arz etmesi gerçeği gel-
mektedir. Dinsel çoğulculuk oldukça eski bir fenomen olmasına rağmen onun
idrak ediliş Şekilleri günümüz dünyasında son birkaç on yıldır devamlı bir deği­
şiklik göstermektedir. Çünkü yeni tarihi faktörler etkili olarak onun kavramsal
yapısını, teolojik durumunu ve mütalaa edildiği ortamın politik ve ekonomik
yapısını etkilemiş ve neticede geçmişte hiçbir şekilde mümkün olmadığı şekilde
kültürel, ırki ve coğrafi sınırlar ortadan kalkmaya başlamış, bu ise sonuçta i-
nançları yerel kültür havzalarına ve coğrafi sınırlara hapseden geleneksel tasav-
vurları ortadan kaldırmıştır. Öyle ki bu yeni gelişmeler batının veya doğunun
kendi içinde kapalı olduğu bir dünya değil de hangi bölgeden olursa olsun tüm
insanların kendi farklılıklarını koruyarak barış içerisinde birlikte yaşayacakları
bir dünyanın tesis edilmesini gerekli kılmaya başlamıştır. Bu durum Aydınlan­
ma çağı sonrası dönemde tarihsel ve kültürel olarak kendini dünyanın merkezi
olarak gören batı Hıristiyan dünyası için son derece önem arz etmekteydi. Çün-
kü batı dünyası kendini artık bu şekilde göremeyecekti. Bu da açıkça kendini
mutlak doğru din ve yegane kurtuluş vasıtası olarak gören batı Hıristiyanlığmın
sahip olduğu mutlaklık iddialarının bu gelişmeler ışığı altında tekrar gözden ge-
çirilmesi ve yorumlanması anlamına geliyordu.
İşte biz de bu yazımızda, 20.yüzyılın ikinci yarısından itibaren batı akade-
milerinde hem mevcut dini çeşitliliğe entelektüel ve pratik bir cevap ve hem de
farklı din mensuplarının dinler arası diyalog adı altında bir araya gelmelerini
kolaylaştırma için ortaya atılan ve geliştirilen her dinsel geleneğin kendi tarafta-
rını kurtuluşa ulaştırma noktasında eşit geçerliliğini öngören dini çoğulculuk ol-
gusunu ele alıp inceleyeceğiz. Bunu yaparken konuyu temelde iki bölüm halin-
de ele alacağız. İlkin batı Hıristiyan düşüncesinde dinsel çoğulculuğun nasıl or-
taya çıktığını, temel argümanlarının ne olduğunu ortaya koymaya çalışacağız.
İkinci olarak ise söz konusu bu yeni. paradigmanın günümüz dünyasında niçin
gerekli olduğu hususu üzerinde durmaya gayret sarf edeceğiz. Bütün bunları
yaparken amacımız sadece dinsel çoğulculuğun niçin ve nasıl ortaya çıktığını
ortaya koyarak onun temel argümanlarının "diyalog çağı" olarak adlandırılan

95
Akademik
Araştırmalar
Dergisi
Paradigmanın Yeni Adı: Dinsel Çoğulculuk

21. yüzyılda niçin gerekli olduğunu izah etmek olduğu için ona yöneltilen veya
yöneltilmesi muhtemel olan tenkitler üzerinde durmayacağız. Ancak konuyu bu
iki bağlam dahilinde incelemeye başlamadan dinsel çoğulculuğu yeni bir para-
digma olarak ifade ettiğimiz için paradigmanın ne olduğu ve teoloji alanında ne
anlama geldiği hususu üzerinde durmak istiyoruz.

Teolojide Paradigma Değişimi


1960'lardan itibaren Hıristiyan olmayan dinsel geleneklerle ve onların taraf-
tarlarıyla olan ilişkileri sonucunda bazı Hıristiyan teologları 21. yüzyılın teolo-
jik ajandasını oluşturmak için Hıristiyan teolojisinde bir paradigma değişimi (a
paradigm slzift) yapılması gerektiğini ileri sürmeye başlamışlardır. Bilindiği ü-
zere Thomas Kuhn Tlıe Strııcture of Scientific Revolııtions adlı eserinde para-
digma tabirini bilimsel problemler ve uzmanlar topluluğunun çözümlerini ifade
eden bir modele işaret etmek için kullanmıştır. 1 Devamla Kuhn, yeni bir para-
digmanın bir dizi düşünürü diğer düşünce kalıplarından uzaklaştırarak cezp et-
tiğ-ini ve bu şekilde kendi taraftarları için farklı problemler yarattığını belirtir.
Bilimde meydana gelen paradigma değişikliklerinin en önemli örnekleri
Batlamyus'çu astronomiden Kopernik'çi astronomiye geçiş ve Aristo'nun di-
namiklerinden Newtoncu_ fiziğe geçiştir. Bilimsel anlayıştaki bu değişiklikler
tüm bilim sistemi üzerine büyük bir etki yapmıştır. Öyle ki söz konusu bu deği­
şiklikler normatif bilim olarak kabul edilmeden önce bilimsel çevrelerde yoğun
tartışmalarının yaşanmasına sebebiyet vermişlerdir.
Kuhn'un k"Ullandığı bilimde paradigma değişimi kavramını Alman teolog
Hans Küng teoloji alanında uygulamaya çalışmışhr. Bu bağlamda o, normal bir
bilimin ve ispatlanmış ve tesis edilmiş bir teori veya bilginin olduğunu söyler.
Tesis edilmiş teori veya bilgiyi kabul eden teolojik model kendi pozisyonunu
zayıflatmayı tehdit eden her türlü yeniliğe tolerans göstermeyip ·reddederken,
normal bilim ise ilave bilgiler oplayarak söz konusu bu tesis edilmiş modeli za-
yıflatmaya yardımcı olur. Bu şekilde tesis edilmiş modelin yetersiz olduğu orta-
ya çıktığında artık yeni düşünce kalıpları aranmaya başlanır. Bu durumda,
Küng'e göre, teoloji disiplininde bir krizin çabucak ortadan kaldırılmasına se-
bep olabilir. Çünkü tesis edilmiş modelin çöküşüyle onun yerini alan yeni ve
tecrübeye dayalı model veya paradigmalar ortaya konur. İleri sürülen bu yeni
modelin veya paradigmanın da kaderi konusunda üç ihtimal vardır. (1) Yeni
model veya paradigma eski modelin içine sokularak onunla meze olur. Bu şe­
kilde mevcut model yeni gelişme ve buluşları içine alarak genişletilir ve yeni
bilgilerle makul bir hale getirilir. (2) Yeni model veya paradigma tamamen eski-
lerinin yerini alır. Buna göre eskisi yeni bilgilere kafi gelmediği ve ihtiyaçları
karşılayamadığı için daha elverişli ve kifayetli olan yenisine yol verir. (3) Yeni
model veya paradigma, fonksiyonları ortadan kaldırılmadan veya itibarı tama-
mıyla zedelenmeden bir dönem için bir kenara bırakılır ve eski model veya pa-
radigma yürürlükte kalır.2
Bilim tarihçisi Kuhn'un ortaya koyduğu ve teolog Küng'ün de teolojiye u-
yarladığı bilimde ve teolojide paradigma değişimi konusundaki bu kısa girişten
sonra şimdi de insanlık tarihinde pek çok dinsel geleneğin var olduğu ve bunla-
rın her birinin dünyanın dinsel çeşitliliğini sergiledikleri argümanından yola çı-

96
Journal
_Qf__hcaclerı:ılc_~
Studies
Mahmut Aydın Yıl: 4, Sayı: 14 Ağustos-Ekim 2002

karak söz konusu bu dinsel geleneklerin aynı Nihai Aşkın Varlığa3 farklı cevap-
lar olduklarını öngören dinsel çoğulculuk paradigmasını incelemeye geçiyoruz.

Hıristiyan Batı Düşüncesinde Dinsel Çoğulculuk


Günümüz dünyasında dinsel ve kültürel izolasyon döneminin artık sona er-
diğine şahit olmaktayız. Zira, dinsel ve kültürel çoğulculuğun kaçınılmaz bir re-
alite olarak karşımıza çıktığı dünyamızda, biz, farklı din mensuplarıyla olan i-
lişkilerimizde yeni bir çağın başlangıcına tanıklık etmekteyiz. Bu post-modern
dünyada iyi bilinmek1:edir ki katı ve saldırgan bir misyonerlik ve tebliğ strateji-
leriyle bir dinsel geleneğin taraftarlarını, kendi inançlarından döndürmek sure-
tiyle o dinsel geleneği veya gelenekleri bertaraf etme çabaları artık ortadan
kalkmaya başlamıştır. Çünkü bir dinin diğer dinler üzerindeki hegemonyası ar-
tık geçerliliğini yitirmiş ve bunun yerine dünyamızın her tarafında farklı dinsel
geleneklere ve inançlara mensup kişilerin barış içerisinde beraber yaşaması;
karşılıklı saygı ve anlayış içerisinde birbirleriyle diyalog kurma gayreti içerisin-
de olmaları gerektiği kanaati yayılmaya başlamıştır. Dahası, dünyamız farklı din
mensuplarının birbirleriyle kolayca ilişki kurabilecekleri "küresel bir köy" hali-
ni almıştır. Öyle ki küreselleşmenin beraberinde getirdiği şartlar, çeşitli inançla-
rı kültürel ve coğrafi olarak belirli sınırlara hapseden eski anlayış ve görüşleri
ortadan kaldırmıştır. Çünkü farklı dinsel geleneklere ve kültürlere mensup olan
insanlar aynı işte ve aynı evde beraberce yan yana yaşamaya başlamışlardır. Zi-
ra, dünyamızın küçük küresel bir köy halini alması demek, farklı din ve kültür-
lere mensup insanların birbirleriyle daha yakın kişisel ilişkiler kurması anlamına
gelmektedir. 4 Bu şekilde farklı dinsel geleneklere ve kültürlere mensup insanla-
rın birbirleriyle karşılıklı ilişkiye girmesi onların ahlaki ve dirıi değerlerini de
etkiler duruma gelmiştir. Çünkü bu süreçte kişiler kendi kişisel inançlarını, iliş­
kiye girdiği insanların inançlarıyla mukayese ederek onları yeniden bir değer­
lendirmeye tabi tutmaya başlamışlardır.
Pek çok fah.1:ör bu gelişmenin ortaya çıkmasına vesile olmuştur. Bunların en
belli başlıları şunlardır: (1) Günümüzde gelişen teknolojik ulaşım imkanları sa-
yesinde farklı din mensupları, dini inançları, dilleri, yeme-içme, giyim-kuşam,
adet ve görenekleri gibi kültürel unsurlarını da beraberlerinde taşımak suretiyle
bulundukları ülkelerin sınırlarını kolayca aşarak diğer ülkelere seyahat edebil-
mektedirler. İşte artan bu seyahat imkanları sayesinde farklı dinsel geleneklere
ve kültürlere mensup kişiler çok daha rahat bir şekilde birbirleriyle karşılaşmak­
ta ve böylece de birbirleri hakkında önceden sahip olmadıkları şekilde bizzat o
dini yaşayanlardan bilgi sahibi olmaktadırlar. (2) Yaklaşık son iki yüzyıldır din-
sel geleneklerin ve inançların bilimsel ölçüler dahilinde araştırılmaya başlanma­
sıyla, farklı dinler ve inançlarla ilgili doğru ve tarafsız bilgilerin elde edilmesi.
Zira, aı1an bu bilimsel araştırmalar sayesinde özellikle Hinduizm, Budizm, Ya-
hudilik, Hıristiyanlık ve İslam gibi büyük dünya dinleri ile ilgili elde edilen bil-
giler, söz konusu dinlerin kutsal kitaplarının ve temel kaynaklarının çeşitli dille-
re tercüme edilerek hemen hemen dünyanın her tarafına ulaştırılmasına yol aç-
mıştır. İşte bütün bu çalışmalar, okuyucuya büyük dünya dinleri ile ilgili ilk el-
den bilgilerin sunulmasını ve bu şekilde de daha önce bu dinlerle ilgili mevcut
yanlış, tek-yanlı ve önyargılı bilgilerin düzeltilmesini sağlamıştır. Bu şekilde el-

97
Akademik
Araştırmalar
Dergisi
Paradigmanın Yeni Adı: Dinsel Çoğulculuk

de edilen doğru ve nesnel bilgiler, hem o dinlere hem de onların taraftarlarına


karşı hoşgörülü ve saygılı olmaya yol açmıştır. (3) X:X. yüzyılın başlarından iti-
baren artarak devam eden entelektüel gelişmeler dinsel çoğulculuğa karşı olum-
lu bir tutum takınılmasına katkıda bulunmuştur. Örneğin, XIX. yüzyılın sonla-
rında ve X:X. yüzyılın başlarında dinlerin tarihsel ve mukayeseli olarak araştı­
rılması gerektiğini savunanların başında yer alan Alman bilim adamı Ernst
Troelsch (1865-1923 ), insan kültürünün ve düşüncesinin izafi yani göreceli ol-
duğuna inanır. O, 1923 yılında Oxford'da verdiği bir konferansında tarihi göre-
celilik (lıistorical relativism) teorisini ileri sürerek herhangi bir dinin diğerine
üstün olduğu iddiasını reddetmiştir. 5 Benzer bir gelişme aydınlanma dönemi ile
birlikte teolojide de yaşanmıştır. Zira bu döneme kadar teoloji alanında vurgu
ortlıodoxy yani doğru inanç üzerindeyken bu dönemle birlikte vurgu yavaş ya-
vaş yerini ortlıopraxy yani doğru amele bırakmaya başlamıştır. Örneğin,
lmmanuel Kant'la birlikte ahlaki idealizm, hakiki (doğru) imanın ölçütü olarak
dogmatik aşırılığın yerini almaya başlamıştır. Bu gelişme şu anlama gelmektey-
di: Hiçbir dinsel gelenek salt dogmatik ifadelerle diğer dinsel geleneklere karşı
üstünlük iddiasında bulunamaz. Çünkü bir dinsel geleneğin diğerlerine karşı üs-
tünlüğü; ancak ve ancak onun kendi taraftarlarına ahlaki olarak sağladığı fayda-
larla ölçülebilir. Yani, bir dinsel geleneğin diğer dinsel geleneklere yönelik üs-
tünlüğü salt teorik iddialarla değil pratikte onun taraftarlarının yaşamlarına sağ­
ladığı faydayla ölçülebilir. (4) il. Dünya savaşından sonra başlayan göçler saye-
sinde farklı dinsel gelenek ve inanç mensuplarının özellikle Batı ülkelerinde bir
arada çalışmaya ve yaşamaya başlaması. Öyle ki, günümüzde yaklaşık beş mil-
yon müslüman Güney Amerika'da ve bundan daha fazlası da Avrupa'da yaşa­
maktadır. Yine hem Amerika hem de Avrupa'da oldukça fazla sayıda Hindu,
Sih ve Budist de yaşamaktadır. İşte bu sayede farklı din mensupları, artan bi-
limsel bilgiler sayesinde sadece diğerlerinin dinleri ve inançları hakkında ilk el-
den bilgilere sahip olmakla kalmayıp, aynı zamanda onların taraftarlarını da ya-
kından yüz yüze tanıma fırsatını elde etmişlerdir. 6
Kanadalı Dinler Tarihçi Wilji·ed Cantwell Smith bu yeni dıırumıın portresi-
ni şu şekilde çizmektedir.
Şu andan itibaren insanlığın dini hayatı -eğer bir bütün olarak yaşanması ge-
rekiyorsa- dini çoğulculuk çerçevesinde yaşanmalıdır. Bu hepimiz için geçerli-
dir. [Yani) sadece soyut düzeyde genel olarak bütün insanlık için değil, aynı
zamanda tek tek fertler olarak sen ve ben için de doğru ve geçerlidir. Diğer i-
nançların insanları artık bizden uzakta ve kenarda kalmış insanlar olmaktan
çıkmıştır. [Bu noktada) biz ne kadar fazla uyanık veya diğer bir deyişle dikkatli
olursak, o kadar fazla hayatla içice oluruz ve yine aynı fazlalıkta diğer din men-
suplarını komşularımız, dostlarımız, mesai arkadaşlarımız, rakiplerimiz olarak
görürüz. Konfüçyüsçüler, Budistler, Hindular ve Müslümanlar sadece Birleşmiş
Milletlerde değil, cadde ve sokaklarımızda da bizimle beraberdir. [Keza] gittik-
çe sadece bizim kaderimiz onların eylemlerinden etkilenmekle kalmamakta, ay-
nı zamanda biz onlarla kişisel olarak karşılaşmakta ve beraber çay-kahve içip
yemek yemekteyiz. 7 .
(5)Buraya kadar özetlediğimiz bu dört gelişme Batı-Hıristiyan düşüncesinde
hakikatin mutlaklaştırılması olgusunun göreceli (relative) olarak anlaşılmasıı;ıa

98
Journal
-of-Academic · ·
Studies
Mahmut Aydın Yıl: 4, Sayı: 14 Ağustos-Ekim 2002

yol açmıştır.Buna göre statik ve ezeli olan hakikat, dinamik ve tarihi olarak al-
gılanmaya başlanmıştır. Zira, hakikat onu kavrayan kişinin idrakine bağlıdır. Bu
nedenle, mutlak hakikati elinde bulundurduğunu iddia eden her görüş şöyle ve-
ya böyle reddedilmelidir. 19. yüzyıl öncesi durağan ve dışlayıcı bir yapı arzeden
bu hakikat anlayışının, mutlaklıktan çıkartılıp dinamik ve diyaloga açık bir ya-
pıya kavuşturulmasını L. Swidler bize şu altı maddede özetlemektedir. 8 Tarih-
sellik, niyetsellik, bilgi sosyolojisi, dilin sınırları, hermenötik ve diyalog. Şimdi
hakikat anlayışının izafileşmesini sağlayan bu altı farklı fakat birbiriyle yakın­
dan alakalı yolu kısaca ama hatlarıyla izah etmeye çalışalım.
a-Tarihsellik (Historicism): 19. yüzyılda pek çok ilim adamı bir şeyin anla-
mının hakikati hakkındaki tüm ifadeleri onların tarihi şartlarının kısmi ürünleri
olarak idrak etmeye başlamışlardır. Tarihselciliği savunan araştırmacılara göre
eğer hakikat iddiaları ortaya çıktıkları tarihsel bağlamlarına yani Sitz im
Lebenlerine yerleştirilirse, ancak o zaman layıkıyla anlaşılabilirler. Metnin an-
lamı ancak kendi bağlamı çerçevesinde anlaşılabilir. Daha sonraki bir bağlamda
aynı orijinal anlamı ifade etmek için kişi nispeten farklı bir ifadeye muhtaçtır.
Bu anlayışa göre hakikat ifadeleri ancak kendi tarihsel şartları içerisinde doğru
olarak anlaşılabilir. Bundan dolayı eşyanın anlamı hakkındaki bütün ifadeler
zaman bağlamında mutlak olarak mütalaa edilmemelidirler. Bu, hakikatin tarih-
sel olarak algılanmasıdır.
b-Niyetsellik (Iııtentionality): Sonraki düşünürler de, yukarıda belirttiğimiz
bilginin tarihselleştirilmesi sürecine geçmişle alakalı değil de gelecekle alakalı
olan niyetlilik teorisini eklemişlerdir. Bu araştırmacılar hakikatin, temelinde,
nihayette eylem ve uygulamaya yönlenmiş bir niyetsellik unsuru ihtiva ettiğini
ileri sürmüşlerdir. Onlar, cevaplanması gereken sorular olarak belli şeyleri idrak
ettiğimizi ve spesifik bilgi edinmek için bir takım amaçlar ta"yin ettiğimizi ileri
sürmüşlerdir. Çünkü onlara göre biz o konularda bir şey yapmayı arzu eder ve
ileri sürdüğümüz soruların cevaplarında ve araştırmaya karar verdiğimiz bilgide
keşfetmeyi ümit ettiğimiz hakikate göre yaşamaya niyet ederiz. Böylece eşyala­
rın anlamının hakikati düşünür veya konuşmacının eyleme yönelik niyetselliği
tarafından gayri-mutlak olarak görüşmüştür. Bu anlayışa göre biz, kendisine gö-
re yaşamak istediğimiz şekilde bilgi ve hakikat elde etmek için sorular sorarız.
İşte bu, hakikatin herhangi bir uygulama veya niyet doğrultusunda kabul edil-
mesi görüşüdür. Buna göre hakikat hakkındaki bir ifade, düşünürün eyleme yö-
nelik niyetiyle alakalı olarak anlaşılmalıdır.
c-Bilgi Sosyolojisi (Tlıe Sociology of Knowledge): Tıpkı eşyaların anlamı
hakkındaki hakikat ifadelerinin bazı düşünürler tarafından zaman içinde tarihsel
olarak gayri-mutlak olarak anlaşılması gibi, 20. yüzyılın ilk dönemlerinde Kari
Mannheim gibi bazı bilim adamları da hakikatin ifadelerini kültür, sınıf, düşü­
nürün cinsiyeti, ve zamanı dikkate alma gibi sosyolojik faktörlere göre algıla­
maya başlamışlardır. Buna göre bir şeyin hakikati hakkındaki tüm gerçeklik,
onu kavrayanın dünya görüşüne bağlıdır. Buna göre bir şeyin anlamının hakikati
hakkındaki herhangi bir ifade onu söyleyen kişinin görüş açısına bağlı olduğu
için mutlak değildir.
d-Dilin Sınırları (Tize Limitations of Langııage): Ludwing Wittgenstein ve
diğerlerini izleyen pek çok düşünüre göre gerçeklik hakkındaki her hangi bir

99
Akademik
Araştırmalar
Dergisi
Paradigmanın Yeni Adı: Dinsel Çoğulculuk

ifade, tasvir etmeye çalıştığı gerçekliğin ancak kısmi bir tasviri olabilir. Gerçek-
lik sınırsız sayıda bakış açılarından görülebilmesine rağmen, insanoğlunun dili o
gerçekliği bir defada ancak bir veya birkaç açıdan ifade edebilir. Şayet bu, "bi-
limsel hakikatler" diye isimlendirdiğimiz şeyle alakalı bir durumsa, o zaman o,
bundan daha çok eşyaların anlamının hakikati hakkındaki ifadeler için de söz
konusu olan durumdur. Bir şeyin anlamının hakikati ile alakadar olmak, gerçeği
bilenin (knower) temelde onunla ilgili olduğunu ima eder ve böylece bütün bu
çeşit ifadelerin bakış açılı karakterini yansıtır. Buna göre bir ifade doğru olabilir
veya işaret ettiği nesnenin dış realitesini doğru olarak tasvir edebilir. Ancak bu
daima belli kategoriler, dil ve alakalar içinde meydana gelir ve böylece de sınır­
landırılır ve izafileştirilir. Kısaca, bir şeyin anlamı ve özellikle de Nihai Aşkın
Varlık hakkında konuşma olan hakikat, insanoğlunun söyleminin tabiatından
dolayı izafileştirilir.
e-Hermenötik (Hermeııeııtic): Hans-George Gadamer ve Paul Riceour, bir
metin hakkındaki tüm bilginin aynı zamanda metnin bir yorumu olduğunu ileri
sürerek hermenötik biliminin gelişmesine yol açmışlardır. Nitekim bu düşünce
de sonuçta metnin gerçek anlamı hakkındaki iddiaları izafileştirilmiştir. Bir me-
tin hakkındaki tüm bilgi yorumlanmış bilgi olduğundan, kavrayan kişi kavranan
şeyin bir parçası haline gelir. Yani özne nesnenin parçasıdır. Kısaca,
hermenotiğe göre tüm hakikat ve bilgi, yorumlanmış hakikat ve yorumlanmış
~il~idir. Böylece yorumcu da sürekli olarak gözlemci tarafından izafileştirilmiş­
tır.
f-Diyalog: Kişi hakikati, sadece açık veya pasif kavrayıcı olarak değil, aynı
zamanda onunla diyalog içinde öğrenebilir. Böylece, kişi gerçekliği sadece işi­
tip idrak etmekle kalmaz aynı zamanda onunla konuşur yani diyalog içinde olur.
Dahası kişi gerçeklikle ilgili sorular sorar ve bu şekilde onu kendi sorularını ce-
vaplandırmaya zorlayarak kendisiyle konuşmasını sağlamış olur. Bu süreçte, ki-
şi gerçekliğe kendisine yanıt verebilecek belirli kategoriler ve dil (söylem) verir
ve gerçeklikten aldığı yanıtlar onun sorularını yönelttiği dil ve düşünce kalıpla­
rında ifadesini bulur. Yani kişi ile iletişim içine giren gerçeklik ancak kişinin
anlayacağı dil ve düşünce kalıpları içerisinde onunla konuşabilir ve iletişim ku-
rabilir. İşte bu, hakikatin diyalojik görüşüdür ve izafi bir nitelik arzeder. Haki-
kat ancak onun kavramak isteyen kişinin ona yüklediği dil sayesinde kişiyle ko-
nuşabilir. Dolayısıyla kişinin ona yüklediği ve dil vasıtasıyla ondan geri aldığı
yanıtlar her zaman kişinin ona yüklediği dil, düşünce kalıpları ve sorularda ifa-
desini bulur. .
Bu altı noktayı bir bütün olarak ele aldığımızda şu sonuca varabiliriz: Haki-
katin mutlak bir anlamı yok'tur. Çünkü hakikat hakkında ayrılmış, izole edilmiş,
şarta ve konjonktüre bağlı olmayan mutlak ifadeler artık mevcut değildir. Haki-
kat izafidir ve pek çok faktörün etkilediği bir bilgi ağıyla ilintilidir. Buna göre
hakikat her şeyin ötesinde onu idrak ve ifade edenle alakalıdır. Bu nedenle de o,
kişinin bakış açısına, fikrine ve diline bağlıdır. Kısaca, bizim hakikat anlayışı­
mız mutlak olmayıp, anlayışımızın tarihi şartlarına, anlama eylemimizin altında
yatan niyetimize, bakış açımıza, dilimize, yorumumuza ve diğer hakikat anlayış­
ları ile olan diyalogumuza bağlıdır. 10

100
Journal
of Acadernic
----~·sıoaies
Mahmut Aydın Yıl: 4, Sayı: 14 Ağustos-Ekim 2002

Görüldüğü üzere 18. yüzyıl Aydınlanma düşüncesinin bir sonucu olarak or-
taya çıkan batı Hıristiyan düşüncesindeki bu epistemolojik paradigma değişimi
hakikatin özellikle de eşyaların anlamı hakkındak,i tüm ifadelerin tarihsel, niyet-
se!, bakış açısına bağlı, kısmi, yorumsal ve diyalojik olarak anlaşılmasını ön-
görmektedir. Tüm bu vasıfların ortak olarak ifade ettikleri şey gerçeklik hak-
kındaki tüm anlayışların veya ifadelerin önemli derecede konuşmacı veya bilen-
le ilgili olduğudur.
Bütün bu gelişmelere paralel olarak hem mevcut dinsel çeşitliliğe entelektü-
el ve pratik bir cevap hem dı:! dışlayıcılık (exclıısivizın) ve kapsayıcılığa
(iııclusivivn) alternatif olarak çoğulculuk (plııralism) modeli ortaya çıkmıştır.
Bu konu John Hick, W. Cantwell Smith, Paul Knitter ve benzer düşünceye sa-
hip diğer önde gelen Hıristiyan düşünürlerinin yazılarıyla çağdaş Hıristiyan teo-
lojisi ve din felsefesinde oldukça popüler bir hal almıştır. Hatta ve hatta yuka-
11

rıda da ifade ettiğimiz gibi dinsel çoğulCuluğun ve dünya dinlerinin tehditlerini


dikkate almadan geliştirilen bir Hıristiyan teolojisinin artık güvenilir olamaya-
cağı ileri sürülmüştür. Bu bağlamda Smith, bu yeni dönemin Hıristiyan teolog-
ları için sunduğu tehdidi şu şekilde ifade etmektedir: "Şimdiden itibaren Hıristi­
yan inancı ile ilgili herhangi bir ciddi entelektüel söylem, şayet insanlar arasında
amacına hizmet etmek istiyorsa, diğer .dinlerin de bazı doktrinlerini ihtiva etme-
lidir" .12
Bu şekilde, Hıristiyan düşüncesinde dinsel çoğulculuğun dinsel dışlayıcılık
ve kapsayıcılığa bir alternatif olarak ortaya çıkmasında, yukarıda da söylediği­
miz gibi kısmen artan diyalog faaliyetleri sonucunda Hıristiyan olmayanlarla
onların dinsel gelenekleri ve inançları hakkında elde edilen ilk elden bilgiler
önemli rol oynamıştır. Zira, diğer dinlerin taraftarları ile resmi ve gayri-resmi
olarak yapılan temaslar sonucunda Hıristiyanlar çoğu zaman Hıristiyan inancı­
nın yanında diğer kurtuluş yollarının da olup olmadığını kendilerine sormaya
başlamışlardır. Diğer bir deyişle, diyalog sürecinde Hıristiyanlar, Hıristiyan ol-
mayan dinlerin de tıpkı Hıristiyanlık gibi taraftarlarını kurtuluşa erdirip erdire-
meyeceğini kendilerine sormaya başlamışlardır. Bu konuda, Hick haklı olarak
şu hususun altını çizmektedir:
Şayet Tanrı bütün insanlığın tanrısı ise ve insanlığın kurtuluşu için evrensel
bir plana sahipse, o halde niçin tek bir doğru din, Tanrıya tek doğru yaklaşım,
ilk dönemlerden şu ana kadar yaşayan milyarlarca insanın oluşturduğu çoğunluk
dışarıda bırakılsın diye insanlığın sadece tek bir sınıfına hasr edilmiştir? Eğer
Tanrı bütün insanların yaratıcısı ve babası ise, gerçek ve doğru dini sadece se-
çilmiş bir azınlığa vermiş olabilir mi? 13
Dinsel çoğulculuğun nasıl ortaya çıktığı ve temel argümanlarının neler oldu-
ğu konusuna geçmeden önce, bu etaptan önceki süreci kısaca bir gözden geçire-
lim. Yukarıda da belirttiğimiz üzere bazı Hıristiyan düşünürler çoğulculuğu,
dışlayıcılık ve kapsayıcılığa karşı bir alternatif olarak ileri sürmüş ve geliştir­
mişlerdir. Şimdi, kısaca dışlayıcılık, kapsayıcılık modellerinin ne ifade ettiğini
görerek çoğulculuğun ne anlama geldiğini ve temel argümanlarının ne olduğunu
ifade etmeye çalışalım.

101
Akademik
Araştırmalar
Dergisi
Paradigmanın Yeni Adı: Dinsel Çoğulculuk

Dışlayıcılık
Bu görüşün temsilcilerine göre sadece tek bir din doğru, diğer bütün dinler
yanlıştır. Dolayısıyla bu tek doğru dinin temel hedefi, uzlaşmaz bir tutumla di-
ğer dinlerin taraftarlarıyla karşı karşıya gelip onları sahip oldukları dinsel gele-
neklerinden vazgeçirerek kendi dini geleneğine döndürmektir. Yani kendi dı­
şındaki diğer bütün dinsel geleneklerin yerini almaktır. Çünkü, sadece bu tek
doğru din sayesinde insanlar Tanrı tarafından kabul edilebilir hale gelir ve neti-
cede de kurtuluşa ererler. Bu şu demektir: Bu tek doğru dinin dışında kalan din-
lerin mensupları ne kadar dindar, ahlaklı ve yüce şahsiyetler olursa olsunlar, ve
ne kadar kendi bulundukları dinin gereklerini yerine getirirlerse getirsinler yine
de kurtuluş ulaşmaları mümkün değildir. Çünkü onların dinleri tek doğru ve
mutlak dine göre eksiktir ve bu nedenden dolayı da taraftarlarını Tanrıya ve do-
layısıyla da kurtuluşa erdiremezler. İşte bu sebeple Tanrı tarafından kabul edil-
mek ve kurtuluşa ermek için tüm insanların bu tek doğru dini benimseyip onun
gereklerini yerine getirmeleri gerekir.
Dinler tarihine bir göz attığımızda hemen hemen her dinsel gelenekte bu gö-
rüşü savunanlar bulunmaktadır. Örneğin, Hıristiyanlara göre Tanrı'ya ve dolayı­
sıyla da kurtuluşa götüren tek yol İsa-Mesih'ten geçmektedir. Çünkü o, Tan-
rı'nın eşsiz ve tüm insanlar için bağlayıcı yegane vahyidir. Bu yüzden.de o, tüm
diğer dinlerin ve inançların tek ölçütüdür. Bu görüşü savunan Hıristiyanlar iddi-
alarını temelde şu iki İncil ayetine dayandırmaktadırlar: "İsa, ben tek yol, tek.
hakikat ve tek yaşamım, ben aracı olmadıkça kimse Baba'ya gelemez dedi"; 14
"Başka hiç kimse için kurtuluş yoktur. Çünkü göğün altında, insanlar arasında
bizi kurtarabilecek verilmiş başka bir ad yoktur". 15
Müslümanlara göre ise Hz. Muhammed vasıtasıyla tebliğ edilen müesses İs­
lam, insanları Allah'a ve dolayısıyla kurtuluşa yani cennete ulaştıran tek mutlak
yoldur. Çünkü o Allah tarafından peygamberlerin sonuncusu olan Hz. Muham-
med'e tüm insanlık için vahyedilen en son ve en mükemmel dindir. Dolayısıyla
bu dinin dışında olanlar için kurtuluşa erme ve cennete girme söz konusu değil­
dir. Yani Allah tarafından kabul edilmek ve cennete girmek için tüm insanların
mutlak surette Hz. Muhammed tarafından tebliğ edilen müesses İslam'ı kabul
edip onun gereklerini yerine getirmeleri gerekir. Bu dışlayıcı görüşü savunanlar
iddialarını temelde şu Kur'an ayetlerine dayandırmaktadırlar. "Allah katında din
İslam'dır" 16 ; "Kim İslam' dan başka bir din ararsa, ondan kabul edilmeyecek, ve
o, ahirette kaybedenlerden olacak.'tır" 17 ; " ...Bu gün size dininizi mükemmelleş­
tirdim ve size olan nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'ı seç-
tim ... 18
Bu dışlayıcı görüş, diyalog çağının başladığı 1960'lardan itibaren bir kısım
teologlar tarafından haklı olarak ciddi tenkitlere tabi tutulmuş ve reddedilmiştir.
Şimdi bu tenkitleri kısaca görelim.
!"Niçin ezeli ve ebedi olan Tanrı kendini sadece tek bir yol, tek bir kişi veya
bir topluma vahyediyor da diğerlerine vahyetmiyor? Tıpkı reklamcıların belirli
ürünleri farklı kesimlere uygun olarak pazarlaması gibi, Tanrı da farklı toplum-
lara kendi mesajını farklı yollarla sunamaz mı? Veya bir başka deyişle, Tanrı
farklı toplumlara mesajını sunarken, o toplumların kültürel motiflerine o mesajı
uyarlaması gerekmez mi? Bütün bu sorulara verilecek cevap elbette ki olumlu

102
Journal
of Academic
-----srudies~
Mahmut Aydın Yıl: 4, Sayı: 14 Ağustos-Ekim 2002

olacaktır. Yani, Tanrı farklı toplumlara mesajını iletirken o toplumların kendi


sosyal ve kültürel şartlarını elbette ki dikkate almış ve farklı toplumlara kendi
'ihtiyaçlarına göre farklı farklı yasalar yani vahiyler vermiştir. Buna göre eğer
Tanrı insanlara çeşitli kültürel elbiseler içinde ifade edilen farklı karakteristik
özelliklere ve muhtevalara sahip yasalar göndermişse, o zaman belirli bir dini
gelenek diğerlerini dışlamak için h."Ullanılmamalıdır.
2-Belirli bir dinsel geleneğin dışındaki dinsel gelenekler ve inançlara men-
sup insanların bu belirli dinin sunduğu mesajı işitmediğinden ve onun öngördü-
ğü kurtuluşu aramadığından dolayı kınanacağına veya cehenneme gönderilece-
ğine inanmak oldukça zordur. Çünkü günümüz dünya dinlerinin taraftarlarına
bir göz attığımızda, özellikle büyük dünya dinleri diye isimlendirilen İslam, Ya-
hudilik, Hıristiyanlık, Budizm ve Hinduizmde kendilerini Tanrıya veya diğer bir
deyimle Nihai Aşkın Varlığa ve insanlara adayan oldukça ahlaklı, dürüst ve dini
duyarlılığı yüksek kişilerin varlığına tanık olmaktayız. İşte bu tanıklık, söz ko-
nusu bu büyük dünya dinlerinin her birinin kendi taraftarlarını ben-
merkezcilikten Tanrı-merkezciliğe veya Hakikat-merkezliliğe götürmek için
gayret sarf ettiklerinin birer somut ve canlı kanıtıdır.
3-Tüm insanların kendisini bilmesini, tanımasını, sevmesini ve kendisine i-
badet etmesini arzu eden bir Tanrı'nın vahyini sadece belirli bir toplum, zaman
ve kültürle sınırlandırması söz konusu olamaz. 19 İşte, dışlayıcı görüşün savunu-
cuları Tanrı'yı sadece belirli bir dinsel geleneğe hapsederek O'nun değişik şe­
killerde ve pek çok yolla insanlıkla iletişim içinde olmasını görmezlikten gelir-
ler.
4- Dinlerin tarihsel olarak incelenmesi iki açıdan dışlayıcı görüşe meydan
okur: (1) Bilginin şartlı tabiatı ve dini cevap herhangi bir dini geleneğin mutlak-
lık yönündeki iddialarının daima keyfi olacağını ima etmektedir. Bu bağlamda
J. Hick şu noktanın altını çizmektedir: Her ne kadar dışlayıcı iddialar mantıki
olarak mümkün görünse de diğer dinsel geleneklere ve onların taraftarlarına yö-
nelik dışlayıcı tutum oldukça keyfi ve savunulması zor bir tutumdur. 20 (2) Dış­
layıcıların kendi görüşlerini desteklemek için kullandıkları kutsal kitap ifadele-
rinin tek bir mümkün yorumu yoktur. 21
5-Dinlerarası diyalogun yaygın olarak yaşandığı post-modern dünyamızda,
bu dışlayıcı tutumun savunucuları diyalogdan yana olsalar da, bu diyalog ancak
diğer din mensuplarını kendi dinlerine döndürme aracı olarak görülür ki, bu da
diyalogun hem tanımına hem de amacına ters düşer. Çünkü diyalog, bir misyo-
nerlik veya tebliğ vasıtası değil aksine muhatapların karşılıklı olarak birbirlerini
dinlemesi, birbirlerine öğretmesi, birbirlerinden bir şeyler öğrenmesi ve bu öğ­
rendiklerine paralel olarak gelişmesi ve kendi dinsel gelenekleri içinde değiş­
meleri sürecidir.
Kısaca tüm bu saydığımız olumsuzluklarından dolayı dışlayıcı tutum, küre-
selleşen günümüz dünyasında artık yeri olmaması gereken bir olgu olarak kar-
şımıza çıkmaktadır. Zira, Cantwell Smith'in de altını çizdiği gibi tek bir yol, tek
bir norm ve tek bir hakikat olduğu konusunda ısrar etmek anlamında tek bir din-
sel geleneğin mutlak doğru ve bağlayıcı olduğunu ileri sürmek bir nevi putpe-
restlik (idolatry) tir. 22 Buna göre Yahudilik, Hıristiyanlık, İslam, Hinduizm ve
Budizm gibi büyük dünya dinlerinin taraftarlarının kendi dinsel geleneklerini

103
Akademik
Araştırmalar
Dergisi
Paradigmanın Yeni Adı: Dinsel Çoğulculuk

inşa etmeleri için Nihai Aşkın Varlığın kendilerine ilhamda/vahiyde bulunduğu­


nu değil de bizzat Nihai Aşkın Varlığın kendi dinsel geleneklerini inşa ettiğine
inanmaları şirktir. Zaten, Kur'an'a dikkatlice baktığımızda bu tarz bir tutumun
İslam'da da yeri olmadığı sonucuna çok rahatlıkla varabiliriz. Çünkü Kur'an
kendinden önce vahyedilen kutsal kitapları, onların geçerliliğini ortadan kaldır­
madan tasdik etmekte ve onların taraftarlarını hakkıyla bu kutsal kitapların ge-
reklerini yerine getirmeye çağırmaktadır. Buna göre, Kur'an'ın ilahi veya insani
gibi bir ayrıma gitmeksizin Allah'ın vahyinin bütünlüğünü, tamamlılığını, birli-
ğini tasdik ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Nitekim bu bağlamda, Kur'an, Al-
lah'ın her bir topluma peygamberleri vasıtasıyla hayırda birbiriyle yarışmaları
için farklı yasalar ve davranış yolları23 ve Rablerine kulluklarını göstermeleri
için ayrı ibadet tarzları tayin ettiğini24 bize bildirmekte ve bunlara paralel olarak
da sadece Hz. Muhammed'in tebliğ ettiği öğretiye değil, diğer ögretileri izle-
yenlerden Allah'a ve Ahiret Gününe inanan ve doğru ve yararlı işler yapanların
da Allah tarafından kabul edilip kurtuluşa ereceklerini ifade etmektedir. 25 Nite-
kim, Yahudilik Musa'ya, Hıristiyanlık İsa'ya kadar ve İslam da İsa'dan sonra
vahyin ve peygamberliğin varlığına tanıklık eder. 26

Kapsayıcılık
Kapsayıcılık bir taraftan kişinin kendi geleneksel değerlerine bağlı kalarak
diğer taraftan da diğer dinsel geleneklere ve onların taraftarlarına karşı dışlayıcı
tutumdan kurtulup onlara karşı daha olumlu bir tavır takınması amacıyla gelişti­
rilen bir modeldir. Bu modelin savunucularına göre Tanrı'nın insanlık için ön-
gördüğü kurtarıcı iradesi evrenseldir. Dolayısıyla sadece belirli bir dinin men-
supları değil, aynı zamanda diğer dinlerin mensupları da kurtuluşa ereceklerdir.
Buna göre hakikat ve kurtuluş her dinsel gelenekte mevcuttur. Ancak her
gelenekte şöyle veya böyle mevcut olan bu hakikat ve kurtuluş, gerçekte sadece
tek bir bağlayıcı mutlak hakikatin kısmi yansımalarıdır. Yani bu görüşe göre tek
bir mutlak hakikat ve doğru vardır ve bu doğrunun bulunduğu dinsel gelenek,
diğerlerinden üstündür. Diğer dinsel geleneklerdeki doğru ve güzel şeylerse, bu
tek ve mutlak doğrunun kısmi yansımalarıdır. Hıristiyanlık ve İslam nokta-i na-
zarından bakıldığında bu, şu anlama gelmektedir.
Kapsayıcılığı savunan Hıristiyanlara göre Tanrı'nın tüm insanlık için öngör-
düğü evrensel kurtuluş, her bir dinsel gelenekte mevcuttur. Ancak bu kurtuluş
hangi dini gelenekte gerçekleşirse gerçekleşsin daima İsa-Mesih sayesinde ola-
caktır. Çünkü o, Tanrı'nın tek, nihai, eşsiz ve bağlayıcı vahyidir. O, hem ı:ıihai
icra makamı hem de asli nedendir. 27 Diğer bir deyişle, Yahudiliğin, Yahudilerin
yaşamları için, İslam'ın Müslümanların yaşamları için, Hinduizmin Hinduların
yaşamları için ve Budizm'in Budistlerin yaşamları için olan kurtarıcı etkilerini-
hayette gizli olarak onlarda faal olarak bulunan İsa-Mesih'in kurtarıcılık vasfın­
dan kaynaklanmaktadır. 28 Yoksa söz konusu bu dinsel geleneklerin hiç biri İsa­
Mesih 'ten, dolayısıyla da Hıristiyanlıktan bağımsız olarak kendi taraftarlarını
kurtuluşa erdirme yetkisine sahip değillerdir. Çünkü bunlar mutlak hakikati de-
ğil de sadece onun kısmi yansımasını ihtiva etmektedirler.
İslam'da ise bütün peygamberler ve onlara tabi olanlar "müslüman" olarak
nitelendirilmek suretiyle bu kapsayıcı tutuma gönderme yapılmaktadır. Kapsa-

104
Joürnal
of Academic
---~studies
Mahmut Aydın Yıl: 4, Sayı: 14 Ağustos-Ekim 2002

yıcılığı savunan Müslümanlara göre sadece Hz. Muhamrned'in tebliğ ettiği ku-
rumsal İslam tek mutlak doğru dindir. Diğer dini gelenekler ise bu mutlak doğru
dinin kısmi yansımalarıdır. Bu şu demektir: Sadece İslam İlahi varlık yani Allah
hakkında tam ve gerçek bir bilgiye sahipken diğer dini gelenekler bu İlahi Var-
lık hakkında sadece bazı gerçekliklere sahiptirler. Bu nedenle de sadece İslam
diğerlerinden bağımsız olarak taraftarlarını Allah'a ve dolayısıyla da kurtuluşa
erdirirken, diğer dini geleneklerin İslam'dan bağımsız olarak taraftarlarını kur-
tuluşa erdirmesi söz konusu değildir.
Tek bir dinsel geleneğin mutlak doğru olmakla beraber diğer dini gelenek-
lerin taraftarlarının da kurtuluşa erebileceklerini ifade eden bu kapsayıcı görüş
günümüz dünyasının çoğulcu yapısı ışığında ancak dışlayıcılıktan ayrılmayı ve
biraz sonra ele alacağımız çoğulculuğa geçişi temsil eden bir köprü olarak kabul
edilebilir. Zira, hem dışlayıcılığın hem de kapsayıcılığın üzerinde durduğu te-
mel konu, tek mutlak doğru dinin dışındaki diğer dinlere mensup kişilerin şu
veya bu şekilde bu tek mutlak doğru dinle ilişkilendirilmesidir. Çünkü bu din-
lerde bulunan hakikatler, iyi ve güzel şeyler, gerçekte bu tek doğru dinin haki-
katinin, iyi ve gtizel şeylerinin kısmi yansımalarıdır. Bu da bu dinlerin tek mut-
lak doğru dinden ayrı olarak bağımsız bir statüye sahip olmadıklarını gösterir.
Bu bağlamda kapsayıcılığı benimseyenlerin sadece tolerans ve hoşgörü ile çev-
relerine şirin gözükmeye çalıştıklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü kapsayı­
cılığa geçişle birlikte dışlayıcılıkta ifade edilen tek bir dini geleneğin mutlak
doğru olduğu yönündeki mutlaklık iddiaları bir kenara bırakılmamakta, aksine
diğer dinlerin taraftarlarına Tanrının kurtuluş planında dolaylı olarak bir yer ve-
rilerek bu mutlaklık iddialarının yeni gelişmeler karşısında hayatiyetlerini de-
vam ettirmelerine çalışılmaktadır. Hick'in deyişiyle bu kapsayıcı görüş,
Kopernik devrimiyle son bulmadan önce Batlamyusçu astronomiyi biraz daha
fazla yaşatmak için ona eklenen yörüngelere benzemektedir. 29 Çünkü ona.göre
kapsayıcılık aslında ölmek üzere olan tek bir dinin mutlak doğru olduğu tarzın­
daki mutlaklık iddialarının biraz daha yaşaması için ortaya konmuş bir model-
dir. Kısaca güncel terimlerle kapsayıcılığı şu şekilde ifade edebiliriz. O, tüm
devletlerin tam bağımsızlığını tanıyarak ve devletlerin birbirlerini sömürmeye-
rek sürekli bir dünya barışının sağlanması yerine, sıcak savaştan ziyade soğuk
savaşı, nükleer savaştan ziyade milletler arası ilişkileri yumuşatmayı öngören
bir politikadır.

Çoğulculuk
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi çoğulculuk, tek bir mutlak doğru din veya
inanç üzerinde vurgu yapmak veya bu mutlak doğru dini veya inancı diğer din-
sel geleneklerin ve inançların taraftarlarını da içine alacak şekilde kapsayıcı ha-
le getirmek yerine her dinsel geleneğin veya inancın kendi başına diğerlerinden
bağımsız olarak taraftarlarını kurtuluşa götürecekleri noktasından hareket ede-
rek dışlayıcılık ve kapsayıcılığın ötesine geçmeyi hedef edinen bir modeldir. Bu
görüşün savunucularına göre büyük dünya dinleri bizim insani melekelerimizin
ötesindeki aynı Nihai Aşkın Varlığa ilişkin farklı cevaplardır. Bu şu demektir:
Farklı dünya dinlerinin her biri kendi kutsal kitapları, manevi uygulamaları, dini
tecrübe formları, inanç sistemleri, kurucuları, hayat tarzlarını ifade eden kültürel

105
Akademik
Araştırmalar
Dergisi
Paradigmanın Yeni Adı: Dinsel Çoğulculuk

tarzlarıyla beraber kannaşık (komplex) tarihi yapılar olarak her birinin farklı şe­
killerde tanıklık ettiği nihai aşkın varlığa farklı cevap teşkil ederler. Bu anlayışa
göre bütün dinlerin temel hedefi aynıdır. Bu hedef, kendi taraftarlarını
ben(ego).merkezlilikten uzaklaştırarak onları Tanrı veya Gerçeklik-merkezliliğe
ulaştırmaktır. Bu bağlamda onların hepsi de Nihai Aşkın Varlığın farklı yolla-
rını temsil ederler.. Çünkü onların hiçbiri mutlak doğruyu ihtiva etmez. Amold
Toynbee, bu bağlamda bizim diğer dinlere ve onların taraftarlarına nasıl yak-
laşmamız gerektiğini şu şekilde izah eder: ,endi inançlarımızı ve kanaatlerimizi
doğru ve hakiki olarak göreceğiz. Ancak bunu yaparken diğer inanç ve kanaat-
lerin onları takip edenler için doğru ve hakiki olduğunu da kabul edeceğiz. Yani
kendi dini geleneğimizin nasıl Tanrıdan geldiğini kabul ediyorsak diğer dini ge-
leneklerin de aynı şekilde Tanrıdan geldiğini kabul etmeliyiz. 30 Bu anlayışa gö-
re Hakikat mutlaktır. Ancak bu mutlak hakikati tanımlamaya ve kavramaya yö-
nelik her hareket görecelidir. Bu model farklı dinsel geleneklerin taraftarlarının
birbirleriyle ilişkilerinde radikal bir değişmeyi ve yeni bir paradigmayı ifade
eder. Bu paradigma da, kendinden öncekilere bağlı olarak onlardan farklı bir
bakış açısını temsil eder. Bu çoğulcu paradigmaya göre ne bu dini gelenek, ne
şu ne de bu din kurucusu kurtuluşun yegane vasıtasıdır. Çünkü kurtuluş sadece
ve sadece Tanrı'dan gelmekte değişik yollar ve vasıtalarla her dinsel gelenekte
şöyle veya böle bulunmaktadır. Bu özelliğiyle çoğulculuk, onu benimseyenler
için kendi dininin dünyadaki yerini ve diğer dinleri anlama noktasında yeni bir
yaklaşımı temsil etmekte ve yukarıda izah edilen dışlayıcılık ve kapsayıcılıktan
ayrılmaktadır.
Bu çoğulcu anlayışın ışığı altında hemen şu iki temel soru aklımıza gelmek-
tedir. Eğer tek bir mutlak doğru din değil de pek çok muhtemel doğru din varsa,
veya diğer bir deyişle her bir dinsel gelenek kendi taraftarlarını İlahi Varlık ta-
rafından kabul edilebilme yolunda eşit geçerliliğe sahipse, bu görüşün savunu-
cuları dinlerin tanrı tecrübeleri ve kurucuları hakkında nasıl bir değerlendirme­
de bulunuyorlar. Bu iki soruya çoğulcu düşüncenin batıdaki en yetkin savunucu-
larından Hick şu cevabı vermektedir. 31 En azından axiaz3 2 dönemden beri her
bir dini toplum Yahve, Vishnu, Siva, Kutsal Teslis, Allah gibi kendi Tanrı tec-
rübelerini veya Brahman, Tao, Dharmakaya gibi kişisel olmayan kendi Mutla-
ğının bizzat nihai olarak Gerçek (tize Real=el Hakk) olduğunu varsayarlar. Ço-
ğulcu düşünceye göre buların hepsi, el-Hak'kın hakiki tezahürleri olmasına
rağmen, hiçbiri gerçek anlamda bizzat O değildir. Farklı dinsel geleneklerin teo-
loj ilerinde ve felsefelerinde vücut bulan nihai Gerçeğin tanımlamaları, kendi
Tanrısı veya Mutlak hakkında literal olarak konuşmak suretiyle bizzat el-Hakk
hakkında da mitolojik olarak konuşmuş olurlar. Mitolojik dini hakikat ise kendi
kapasitesi içinde Nihai Varlığa karşı uygun bir insani söylem ortaya koyan ve
geliştiren önemli bir vasıtadır. Dinleri kurucuları ile ilgili olarak da Hick şu
tespitte bulunmaktadır. Din kurucuları ve dinlerdeki yüce şahsiyetler kendi dö-
nemlerinin kültürel şartları içinde Aşkın Varlığa son derece açık ve O'nu olağan
dışı bir canlılıkla tecrübe eden mümtaz şahsiyetlerdir. İşte Hick'e göre, bizim
vahiy dediğimiz şey, bu yoğun son derece güçlü Tanrı veya Aşkın Varlık bilinç-
lik ve onun olağan dışı bir canlılıkla tecrübe edilmesi olayıdır. Bu asli vahiyler
öylesine kuşatıcı ve etki altına alıcıdır ki bunları tecrübe eden din kurucularının

106
Journal
of Academic
· - - '-.§!lJdles
Mahmut Aydın Yıl: 4, Sayı: 14 Ağustos-Ekim 2002

ve dinsel figürlerin sözleri ve hayatları Tanrı'yı veya Nihai Aşkın Varlığı insan-
lara bildirir ve tanıtır. Bu bağlamda Hick'e göre din kurucularına kendi dönem-
lerinin insanları olarak daima saygı gösterilmeli ve kendimizi onların kültürleri-
ne uydurmaya çalışmak yerine onların temel mesajını kendi dönemimize taşı­
maya çalışmalıyız.
Bu tespitin ışığı altında dinsel çoğulculuğu savunan Hıristiyan teologlarına
göre onları dini çoğulculuğu benimsemeye götüren temel sebepler şunlardır: (1)
Günümüzde yapılan istatistikler bize göstermektedir ki %99'a varan bir oranda
biz dinimizi sonradan seçmiyor, bilakis onu doğuştan alıyoruz. Yani bizim han-
gi dini seçtiğimiz bizim kendi irademize değil de nerede ve ne zaman doğdu~
ğumuza bağlıdır. Örneğin, bir kimse Müslüman bir anne-babadan Müslüman bir
ülkede dünyaya gelmişse o kimse muhtemelen Müslüman olacak ve Tanrı ile de
İslami inançlar dahilinde irtibatlı olacaktır. Yine bir kimse Hıristiyan bir anne-
babadan Hıristiyan bir ülkede dünyaya gelmişse, o da muhtemelen Hıristiyan
olacak ve Tanrıyla da Hıristiyan inancı dahilinde irtibatlı olacaktır. 33 İşte bu is-
tatistiksel gerçeğin ışığı altında çoğulcu modelin taraftarları şu hususun altını
önemle çizmektedirler: Kendimiz seçmediğimiz bir dinsel geleneğin diğerlerin­
den üstün olduğunu apriori olarak nasıl iddia edebiliriz?
2- Diğer dinsel geleneklerin taraftarlarının yaşamlarını yakından gözlemle-
yip, onların nasıl bir hayat sürdüklerini öğrenmekle, ahlaki ve manevi meyveleri
farklı olsa da, onların dinsel inançlarının bizimkinden daha az veya daha çok
verimli olmadıkları hususu gözlemlenebilir bir hakikattir. Örneğin, diğer dinsel
gelenekleri tanımak ve onların taraftarlarının yaşamlarını gözlemlemekle kolay-
ca o inançların da kendi inancımız kadar faydalı olduğu ve onları benimseyen
kişilerinde en az bizim kadar veya bizden daha az ya da çok şefkatli, nazik, di-
ğerlerini düşünen, şerefli ve merhametli oldukları sonucuna rahatlıkla varabili-
riz.
3- Dinsel çoğulculuğun yadsınamaz bir gerçeklik olduğu günümüz dünya-
sında bir inancın diğerlerinden üstün olduğunu o inanca mensup olanlarla diğer­
lerine mensup olanlar arasında mukayese yaparak ortaya koymak pek mümkün
değildir. Zira, farklı dinlerin mensupları tarafından tesis edileh büyük dünya
medeniyetlerine baktığımız da bu medeniyetlerin her birinde hem iyi hem de
kötü hususiyetlerin mevcut olduğunu rahatlıkla gözlemleyebiliriz. Örneğin, Hint
kast sisteminin kötülüğüne karşı Avrupa sınıf sisteminin kötülüğünü; Budist,
Hindu ve Müslüman ülkelerin fakirliğine karşı, pek çok Hıristiyan ülkenin yer-
yüzünün yenilenemeyen kaynaklarını tüketmeleri ve bencilce çevreyi kirletme
kötülüğü; çeşitli fakir ülkelerde ki sosyal problemlere karşı, gelişmiş Avrupa
ülkelerindeki uyuşturucu, şiddet ve suç oranlarının artması; bazı doğulu ülkele-
rin rejimlerinin zulüm ve işkencelerine karşı, Hıristiyan Avrupa'nın uzun za-
mandır devam ettirdiği Yahudi düşmanlığı. .. 34
Çoğulcu modeli ileri sürenlerin argümanlarını daha iyi anlamak için bu son
iki maddeyi daha da açmak istiyoruz. Günümüz büyük dünya dinlerine uzunca
süredir yaşanan tarihsel gerçeklikler olarak baktığımızda onların her birinin hem
faydalı hem de zararlı unsurları ihtiva eden karmaşık bir yapı arz ettiklerini gö-
rürüz. Bu dinsel geleneklerden her biri kendi milyonlarca taraftarları için onları
farklı hayat safhaları boyunca taşıyarak; hastalık, ihtiyaç ve felaket anlarında

107
Akademik
Araştırmalar
Dergisi
Paradigmanın Yeni Adı: Dinsel Çoğulculuk

onları teselli ederek zenginliklerini, sağlıklarını ve yaratıcılıklarını toplu olarak


kutlamaya muktedir kılarak onlara, etkili bir anlam muhtevası sunarlar. Kurum-
lar ve bir toplumun adet ve gelenekleri olarak herhangi bir din tarafından ileri
sürülen ve nesilden nesile aktarılarak gelen hususlar sayesinde, yüz milyonlarca
insan hayatın acılarının, meydan okumalarının üstesinden gelmiş ve onun güzel-
likleriyle neşelenmiş ve mutlu olmuşlar ve halen de olmaya devam etmektedir-
ler. Hatta ve hatta bu insanlardan bazıları kendi egolarının ötesine geçerek "E-
bedi Varlık" ve ''Nihai Aşkın Gerçeklikle" iletişim kurma seviyesine erişmişler­
dir. Yine bu dinsel geleneklerin taraftarlarının çoğu kendi gelenekleri tarafından
önemle vurgulanan ve altın kural olarak formüle edilen sevgi ve merhamet ilke-
sine olumlu mukabelede bulunmuşlardır. Genel olarak bu altın kural şunu ileri
sürer: Bir kimse sadece kendisine yapılmasını istediği şeyi diğerlerine yapmalı,
kendisine yapılmasını istemediği şeyi de başkalarına yapmamalıdır. Bu ahlaki
prensip bazen olumlu şekilde insanlara belli bir tarzda hareket etmesini öğütle­
mek bazen de olumsuz şekilde onları bencil davranışlara karşı uyarmak için kul-
lanılır. Bu altın kural yaşayan dünya dinlerinde aşağıdaki şekillerde ifadesini
bulmaktadır.
Bir kimse kendisi için istediğini kardeşi için de istemedikçe gerçek mü'min
olamaz. (İslam)
İnsanların sana nasıl davranmasını istiyorsan sen de onlara öyle davran. (Hı­
ristiyanlık).
Sana kötü gelen şeyleri arkadaşlarına yapma. İşte bu Tevrat'ın özüdür. (Ya-
hudilik).
Bir kimse dünyadaki tüm yaratıklara kendisine davranılmasını istediği gibi
davranmalıdır. (Caynizm).
Hayat herkes için azizdir. Diğerlerini kendinle mukayese ederek ne onlarla
çekiş ne de çekişmeye neden ol. (Budizm).
Kendin için istemediğin şeyi başkalarına yapma. (Konfüçyanizm).
İyi insan diğerlerinin kazancını kendi kazancı, diğerlerinin kaybını da kendi
kaybı olarak görür. (Taoizın).
İnsanın tabiatı, kendisine iyi olmayan şeyleri diğerlerine yapmadığı müddet-
çe iyidir. (Mecusilik). 35

Buraya kadar ifade ettiklerimiz büyük dünya dinlerinin iyi taraflarıdır. Bir
de madalyonun öbür tarafı vardır ki burası da söz konusu bu dinsel geleneklerin
her birinin kendi taraftarlarının yaptıkları bazı hata ve kötülüklerini kutsayarak
haklı çıkarmasıdır. Örneğin, Hinduizm oldukça zengin ve güçlü kainat anlayışı
tesis etmesi ve iç kurtuluş yoluna işaret etmesine rağmen, kast sisteminin yaşa­
masına izin vermek suretiyle insanlar arası eşitsizliği onaylamaktadır. Budizm
temelde barışçıl ve hoşgörülü olmasına rağmen, ben-merkezli olmama fikrinden
dolayı bu dinsel gelenekteki pek çok insan sosyal adalet meselesi ile ilgili ola-
rak birbirlerinden farklılaşmamıştır. Yani kişilerin ferdi hakları ihmal edilmiştir.
İslam' da taraftarlarını tüm kalpleriyle Allah'a teslim olmaya ve "İslam kardeşli­
ğini" tesis etmeye teşvik etmesine ve renk, ırk, dil ve din ayırımı yapmaksızın
barış ve kardeşliği ön plana çıkarmasına rağmen, cihat veya kutsal savaş adı al-
tında Müslümanlar tarihin çeşitli dönemlerinde fanatisizme, hoşgörüsüzlüğe, in-

108
Journal
--::-~of~Academic
Studies
Mahmut Aydın Yıl: 4, Sayı: 14 Ağustos-Ekim 2002

sanlık dışı hareketlere vesile olmuşlardır. Modem bilimin, eşitlik ve özgürlük


gibi çağdaş liberal fikirlerin ortaya çıktığı yer olan Batı Hıristiyan dünyası da
tarihin çeşitli dönemlerinde cereyan eden ve hala günümüzde de devam eden ·
din savaşlarına sebebiyet vermek; Tanrı adına çok sayıda heretiği işkence yapa-
rak yakmak; sistematik olarak ırkçılığı desteklemek; yeryüztinün yenilenebilir
ve yenilenemez tabii kaynaklarını yok eden ve nükleer enerjiyi kötüye kullanan
Batı kapitalizmine destek vermek; ve üçüncü dünya diye isimlendirilen ülkeleri
sömürmek ve bu sömürüye de hala devam etmek suretiyle bu insani kötülüklere
pirim vermektedir. 36
Bu hususların ışığı altında kısaca şunu söyleyebiliriz: Her dinsel gelenek kö-
tü ve iyinin karışımıyla kendi eşsiz sistemini oluşturur. Bu geleneklerden her bi-
ri çökme ve ge!:şme devrelerinde geçen uzun bir süredir yaşayan tarihi gerçek-
liklerdir. Bu dinsel gelenekler kendi içlerinde bazıları insani iyiliği teşvik eder-
ken bazıları da in;an nesline zarar vermek suretiyle birbirlerinden farklılık gös-
terirler. İşte bu ka,maşıklıklardan hareketle çoğulcu modelin savunucularına gö-
re her hangi bir dinsel geleneğin diğerlerine oranla iyiliğe daha fazla ve kötülü-
ğe de daha az katkıda bulunduğu yönünde küresel bir yargıda bulunmak inıkan­
sız gibi görünmektedir. Şüphesiz ki her şeyi bilen Tanrı'nın veya İlahi Varlığın
gözünde bir dinsel geleneğin diğerlerinden üstün olması mümkündür. Ancak bi-
zim yanlı ve yanılabilir insan! bakış açımıza göre bu dinsel gelenekler Tanrı ile
iletişin1 içinde olan insanoğlunun farklı yollarını temsil ederler. İşte bütün bu
nedenlerden dolayı çoğulcu düşünceye göre, şayet herhangi bir dinsel geleneğin
taraftarları, kendi dinlerinin üstünlüğü ile ilgili iddiada bulunacaklarsa, bunu
"gerçeklerin incelenmesi" temeline dayanarak yapmaları gerekir. Gerçeklerin
incelenmesinden kasıtta herkes için mevcut olan ampirik veya tecrübi bilgiler-
dir. Bu çeşit bilgiler bir dinsel geleneğin insanlığın mutluluk ve refahını diğer
dinsel geleneklerden ne kadar daha iyi ilerletip ilerletmediği konusundaki beceri
ve yeteneğinde bulunabilir. 37
Şüphesiz ki diğer bir dinsel geleneğin şekillendirdiği bir medeniyetteki göz-
le görülebilir bir kötü hususiyeti alıp, onu kendi dinsel geleneğimizin şekillen­
dirdiği medeniyetimizdeki gözle görülebilir bir iyi hasletle karşılaştırarak kendi
dinsel geleneğimizin diğerinden üstün olduğunu göstermemiz kolaydır. Ancak
bu adilane bir hareket tarzı değildir. Çünkü bir mukayesede sağlıklı sonuçlar el-
de etmek için asıl olan iki eşit şeyi karşılaştırmaktır. Buna göre gözleme daya-
narak iki dini gelenek arasında mukayese yapmak istiyorsak bu iki dini gelene-
ğin şekillendirdiği medeniyetlerdeki iyi ve kötü hasletlerin birbirleriyle karşılaş­
tırılması gerekir. Bu noktadan hareketle, büyük dünya dinlerinin temsil ettikleri
medeniyetleri gözlemlemek suretiyle bu dinlerden herhangi birinin eşsiz olarak
üstün olduğunu ortaya koymak pek mürİ'ıkün görülmemektedir. Tarihi realite o-
larak bunlardan biri Tanrı katında diğerlerinden üstün olabilir. Ancak bu dinle-
rin taraftarlarının yaşamlarını gözlemlemekle, üstün olanın hangisi olduğunu or-
taya koymanız mümkün görünmemektedir. 38
İşte bu ve benzeri önermeler bazı çağdaş Hıristiyan düşünürlerini, diğer
dünya dinleri ile mukayese edildiğinde, Hıristiyanlığın eşsizliğini, mutlaklılığı­
nı, bağlayıcılığını ve üstünlüğünü ima eden kendi geleneksel dinsel inançlarını
bu yeni gelişmelerin ve dinler arası diyalogun pratik imaları ışığı altında yeni-

109
Akademik
Araştırmalar
Dergisi
Paradigmanın Yeni Adı: Dinsel Çoğulculuk

den gözden geçirmeye ve gerektiğinde onları yeniden yorumlayarak dinsel ço-


ğulculuğun gerekleriyle uzlaştırmaya sevk etmiştir. 39 Görüldüğü üzere bu ço-
ğulcu anlayış Hıristiyanların diğer dinlerin taraftarlarıyla olan ilişkilerinde radi-
kal bir değişmeyi ifade etmektedir. Buna göre ne Hıristiyanlık ne İsa-Mesih ve
ne de Kilise kurtuluşun yegane vasıtasıdır. Çünkü kurtuluş bunlardan değil de
bizzat Tanrıdan gelmektedir. Tanrı ise sadece belli bir zümrenin veya toplumun
değil, bütün insanlığın kurtuluşunu arzu ettiğinden, değişik yollarla onu farklı
dini geleneklerde var kılmıştır.
Burada bu çeşit yeniden düşünme ve yorumlamalara örnek olarak, Batıda
günümüz dinsel çoğulculuğunun babası olarak kabul edilen ünlü İngiliz din fel-
sefecisi ve teologu Hick'in Hıristiyanlığı tek ve mutlak din olarak gören gele-
neksel Hıristiyan inancını nasıl yeniden yoruma tabi tutarak diğer dünya dinleri
ile eşit bir konuma getirdiğini örnek olarak vermek istiyoruz. Bu yolda, Hick
"teolojide Kopernik devrimi" adını verdiği teorisinde şu temel önermeyi ileri
sürmektedir: Artık insanlığın dini hayatı konusunda tek bir dinsel geleneği
merkez alan Batlamyus'çu görüşten, Tanrı-merkezli Kopemik'çi görüşe geçme-
nin zamanı gelmiştir. 40 Daha açık bir ifade ile Hick'in bu konudaki temel öner-
mesi şudur: Tıpkı Kopemik devrimi eski ve çok uzunca süre devam eden ve
yeryüzünü dönen kainatın merkezi olarak kabul eden Batlamyus dogmasından,
güneşin merkez olduğu ve dünya dahil bütün diğer gezegenlerin onun etrafında
döndüğünü kabul eden görüşe geçişi temsil ettiği gibi, çağdaş Hıristiyan teoloji-
si de Hıristiyanlığı merkezde gören geleneksel görüşten Tanrı 'yı merkeze koyan
ve Hıristiyanlık da dahil olmak üzere diğer bütün dinleri Ona hizmet eden ve
Onun etrafında do)anan unsurlar olarak gören Kopemik devrimine muhtaçtır. 41
İşte bu Kopernik devrimi çerçevesinde Hıristiyanların İsa hakkındaki mutlaklık
iddialarının nasıl Hıristiyan mutlakıyetçiliğine yol açtığını Hick şu şekilde izah
etmektedir:
Şayet Tanrı kendini sadece İsa-Mesih'te vahyettiyse, tüm diğer vahiyler bu
nedenden dolayı ikincil ve daha aşağı derecededir. Nitekim onların etkisi insan-
ları İsa' da tezahür eden Tanrının doğrudan açılımından uzaklaştırarak farklı bir
yöne çekmektir. Zira, şayet Tanrı kişisel olarak yeryüzüne inip kendi dinini
kurdu ve Hıristiyan kilisesinde vücut bulduysa, o zaman o kesinlikle tüm insan-
ların bu kilisenin bir parçası olmasını istemektedir. Bu ise tüm insanların kurtu-
luşa ermiş bir şekilde ebedi hayata katılmak için er veya geç ona katılmaları ge-
rektiğini ima etmektedir. Böylece İsa'nın Tanrıdan başka bir şey olmadığı veya
daha net olarak Kutsal Teslisin insan hayatı yaşayan ikinci şahsı olduğu doktrini
kaçınılmaz olarak Hıristiyan mutlakıyetçiliğine yol açmaktadır. İşte bu kaçınıl­
mazlık da Kilise Dışında Kurtuluş Yoktur (Extra ecclesiaın ızulla salus) dogma-
sının tarihsel olarak gelişmesine sebebiyet vermiştir.
42

Amerikalı Katolik teolog Paul F. Knitter de çoğulculuk ekseninde farklı din-


sel geleneklerin taraftarlarının biraraya gelmelerini kolaylaştırmak için "Birleş­
tirici Çoğulculuk" ( Uııitive Pluralisın) adını verdiği bir teori geliştirmiştir.
Knitter'e göre birleştirici çoğulculuk, dini birliğin yeni bir algılanış şeklidir. Bu
tabir "tek bir dünya dini" fikriyle karıştırılmamalıdır. Çünkü o, ne ortak değerle­
ri kurumsallaştırmak için dinler arasındaki tarihi farklılıkları ortadan kaldıran
bir birleştirme (syııcretisın) ne de tek bir dinin diğer bütün dinleri temizleme ve

110
Journal
of Academic
----smaıes-
Mahmut Aydın Yıl: 4, Sayı: 14 Ağustos-Ekim 2002

içine alma gücüne sahip olduğu anlamında empeıyalizm değildir. Yine o bütün
dinleri birbirlerinin geçerliliklerini tanımaya ve sonrada kendi yollarında birbir-
lerinden habersiz olarak yürümeye çağıran işe yaramaz bir hoşgörü de değildir.
Bütün bunların aksine "birleştirici çoğulculuk" her bir dinin kendi varlıklarını
kendilerinde yoğunlaştırdığı bir birliktir. Buna göre her "bir din kendi eşsizliği­
ni muhafaza eder. Ancak bu eşsizlik birbirlerine karşılıklı bağımlılık içinde bir-
birleriyle ilişkili o.lmak suretiyle gelişir ve yeni derinlikler kazamr". 43
İşte bu şekilde ifade edilen çoğulcu anlayış, "teolojik Rubicon'u geçmek"
44

(crossiııg tlıe tlıeological Rllbicoız) mecazıyla ifade edilmektedir. Bu mecazi i-


fade, Hıristiyan düşüncesinde şu anlama gelmektedir: İsa-Mesih ve Hıristiyanlı­
ğın sonluluğu, biricikliği ve diğer dinsel figürlere göre üstünlüğü üzeride ısrar
etmekten uzaklaşıp diğer dinsel geleneklerin ve onların din! figürlerin de ba-
ğımsız olarak geçerliliğini kabul etme anlamına gelmektedir. Knitter de teolojik
Rubicon'u geçmeyi şu şekilde tanımlamaktadır:
Onu geçmek aşikar ve belirgin olarak diğer dinsel geleneklerin sadece de-
ğerli ve kuıtuluşa erdirici değil aynı zamanda Hıristiyanlığınkine eşit derecede
kurtuluş tarihinde bir rol oynadığı ihtimalini kabul etmek anlamına gelir. O, İsa­
Mesih' in yanında hatta ona eşit derecede diğer kurtarıcıların var olabileceği
gerçeğini tasdik etmek demektir. Yine o, şayet diğer dinler Hıristiyanlıkta ta-
mamlanması gerekiyorsa, Hıristiyanlığın da diğer dinlerde tamamlanması gerek-
tiğini kabul etmek demektir. 45
Buraya kadar gördüğümüz üzere Hıristiyan düşüncesinde çoğulcu görüşü
benimseyen teologlar dışlayıcılık ve kapsayıcılık modelleri tarafından savunulan
Hıristiyan eşsizliği ve üstünlüğünün diğer dinsel gelenekler bağlamında düşü­
nüldüğünde yanlış ve hatalı olduğundan dolayı kesinlikle bir kenara bırakılması
gerektiği konusunda ısrar etmektedirler. Çünkü onlara göre "ondan sadece bir
tane vardır ve bu nedenle tam olarak onun gibi başka biri yoktur anlamında her
dini geleneğin eşsiz olduğu gibi Hıristiyanlıkta eşsizdir". 46
Bir grup çoğulcu Hıristiyan teologu 1986 yılında Amerika'nın California
eyaletindeki tize Departmeızt of Religioıı at tlıe Claremoııt Gradııate Sclıool'da
bir araya gelerek dışlayıcılık ve kapsayıcılık tarafından ifade edilen Hıristiyan
eşsizliğine ve biricikliğine karşı dinsel çoğulculuğu savunan çeşitli tezler ileri
sürmüşlerdir. Söz konusu bu tezleri bağlamında onların ileri sürdükleri argü-
manları genelde üç grupta toplayabiliriz. 47 (1) Tarihi-kültürel izafıliğin farkında
olma tüm bilgi ve dini inançları sınırlandırır ve sonuçta da bir kimsenin kendi
bakış açısına göre hakikat iddialarının değerlendirilmesi- tamamıyla imkansı.z
olmasa da- oldukça sorgulanabilir bir hal alır. (Kaufinan, Hick, Gilkey). (2)
Tanrı tamamıyla bizim algı alanımızın dışındadır. Bu nedenle herhangi bir din-
sel geleneğin bu algı alanımız dışındaki mutlak İlahi Sır hakkında tek ve son sö-
ze sahip olması düşünülemez (Cantwell Smith, Samartha, Panikkar, Yagi). (3)
Mutlak, bağlayıcı ve nihai normlara yönelik her hangi bir iddia haddi zatında
hem gayri ahlak! hem de diğerlerini sömürücü niteliktedir (Reuther, Suchocki,
Pieris, Knitter, Driver). Görüldüğü gibi bu üç argümanın üzerinde durduğu te-
mel nokta, Hıristiyanlığın eşsizliğinin, biricikliğinin ve diğer dinsel geleneklere
oranla üstünlüğünün metafor veya mit olduğu kabul ederek teolojik Rubicon'u
geçmenin yani çoğulculuğu benimsemenin gerekli olduğu hususudur.

111
Akademik
Araştırmalar
Dergisi
Paradigmanın Yeni Adı: Dinsel Çoğulculuk

Buraya kadar gördüğümüz üzere, bugün isteyerek veya istemeyerek bütün


ağırlığı ile tecrübe edilen dinsel çoğulculuk konusu Batı Hıristiyan düşüncesin­
de yoğun şekilde tartışılan bir olgu halini almıştır. Öyle ki hemen hemen bütün
Hıristiyan düşünürleri yazılarında ve söylemlerinde bu olguya değinmeden ken-
dilerini alamamaktadırlar. Bu Çerçevede bazıları geleneksel Hıristiyan inancını
onun gerekleriyle uzlaştırma yoluna giderken diğerleri de bu uzlaştırma eğimle­
rine karşı geleneksel inançlarını korumak için karşıt tezler geliştirme yoluna
gitmektedirler. Bu bağlamda yukarıda da ifade ettiğimiz gibi bir kişi pek çok
dinsel geleneğin varlığı problemiyle yüz yüze geldiğinde onun için üç temel teo-
lojik model gündeme gelmektedir. Şimdi bunlardan biri olan, dışlayıcılık ve
kapsayıcılığa alternatif olarak radikal bir değişimi ifade eden çoğulculuğun ni-
çin gerekli olduğu üzerinde kısaca durmaya çalışalım. Bu bağlamda öncelikle
çoğulculuk modelinin diğer modellere öncelenmesi gerekliliğinin "niçin" ve
"neden" !eri üzerinde duracağız.

Çoğulcu Modelin Gerekliliği


Yukarıda da belirttiğimiz üzere dinsel ve kültürel çoğulculuğun kaçınılmaz
bir realite olarak karşımıza çıktığı günümüz dünyasında dışlayıcılık ve kapsayı­
cılığa alternatif olarak ileri sürülen çoğulculuk modeli şu sebeplerden dolayı
benimsenmesi gerekli bir unsur haline gelmiştir. İlk olarak yukarıda açıkladı­
ğımız ve eksik yönlerini belirttiğimiz dışlayıcılık ve kapsayıcılık ne tüm verileri
tatmin edecek şekilde değerlendirebilecek ne de bizlere teolojimizin geleceği
ile ilgili yeni bir vizyon sunacak durumdadır. Zira, bu modellerden ilki olan dış­
layıcılık, ağırlıklı olarak kutsal kitap metinlerinin lafzi olarak okunması ve bü-
)rük dünya dinlerinin kuruluş evrelerinde gelişen geleneğin olduğu gibi korun-
ması temeli üzerine bina edildiğinden, kurtuluşun erişilebilirliğini küçük bir a-
zınlıkla sınırlar. Buna göre Tanrı, sadece sınırlı bir tarihi, coğrafi ve kültürel
bağlamda iş görmektedir. Sözgelimi, dışlayıcılığa göre sadece İsa-Mesih 'i tek
yol, tek hakikat kabul eden Hıristiyanların veya Hz. Muhammed'in peygamber-
liğini kabul ederek onun getirdiği öğretiye uyan Müslümanların kurtuluşa erme-
si veya diğer bir deyişle cennete girmesi söz konusu olmaktadır. Hıristiyanların
dünya nüfusunun yaklaşık olarak %25'ini ve Müslümanların da yaklaşık
%20'sini oluşturduğu dünyamızda, insanlığın %75'inin takip ettiği yolların
kendilerini kurtuluşa götüremeyeceği anlamına gelmektedir ki bu Kur'an'ın ilk
ayetinde ifade edilen Allah'ın bütün alemlerin Rabbi olduğu gerçeğiyle bağ­
daşmamaktadır. Çünkü sadece belirli bir sınıfın veya zümrenin Rabbi olmayan
bir Yaratıcının insanlığın çoğunun yaratıcılarından ayrılmasına izin vermesi
O'nun Rablığıyla ve merhametiyle bağdaşacak bir durum değildir. Yine biz bi-
liyoruz ki Allah insanları sapıklıklardan ve dalaletlerden kurtarmak için pey-
gamberler ve bu peygamberlerle de çeşitli mesajlar göndermiştir. Hal böyle i-
ken yani Tanrı insanlara kurtuluşa ermek için fırsatlar vermişken bu fırsatların
herkes için eşit derecede mümkün olmaması diye bir şey düşünülebilir mi? İşte
dışlayıcılık bunun mümkün olacağını ifade etmektedir. Çünkü dışlayıcılığa göre
mutlak olarak doğru kabul edilen bir dinsel geleneğin öğretisini ve kurucusunu
kabul edip onları takip etmeyenler Tanrı tarafından cezalandırılacaklardır. Yani
onlar öteki dünyada kaybedenlerden olacaklardır. İşte bütün bunları dikkate al-

112
Joumal
_ _otAcademic
Studies
Mahmut Aydın Yıl: 4, Sayı: 14 Ağustos-Ekim 2002

dığımızda günümüz dünyasında inançlı bir Budist'in, Hindu'nun, Yahudi'nin,


Hıristiyan'ın ve Müslüman'ın Tanrı tarafından cezalandırılacağını ileri sünnek
insafsızlık olsa gerek.
Kapsayıcılığa geçtiğimizde ise onun dışlayıcılığın bu aşırı ve katı tutumunu
yumuşatmak için ileri sürülen bir model olduğu gözümüze çarpmaktadır. Çünkü
bu modelde mutlak doğru olarak kabul edilen tek bir dini geleneğin öngördüğü
kurtuluş diğer din mensuplarını kapsayıcı hale getirilmektedir. Buna göre diğer
din mensupları, farklı dini geleneklere mensup olduklarından dolayı kınanrna­
makta ve tek mutlak doğru dinin şemsiyesi altına alınmaktadırlar. Bu model her
ne kadar Tanrıyı daha lütufkar olarak gösteriyor görünse de mutlak doğru ola-
rak kabul edilen dini geleneğin dışındaki sair dini geleneklerin tek başlarına
kendi taraftarlarını kurtuluşa erdinne konusunda yeterli olmadıklarını ileri sür-
mektedir. Bu model, kurtuluşun sadece mutlak doğru olarak kabul edilen tek bir
dini gelenek vasıtasıyla mümkün olduğunu ancak bu dini geleneğin de çeşitli
şekillerde diğer dini geleneklerde bulunduğunu yani onları kapsadığını ileri
sünnektedir. Yani tek doğru kabul edilen dini gelenek diğerlerini tamamlayarak
onların taraftarları için kurtuluşu mümkün kılmaktadır.
Dışlayıcılığa ve kapsayıcılığa alternatif olarak geliştirilen çoğulculuğa ge-
lindiğinde ise durum değişmektedir. Zira bu iki modelin aksine çoğulculuk tüm
büyük dünya dinlerinin taraftarlarına kurtuluşa ulaşmada eşit fırsat tanıyan daha
adil bir Tanrı tasavvur etmektedir. Zira, bu modelde dışlayıcılık ve kapsayıcılık­
ta olduğu gibi kişinin doğumunun onun aşkın varlık tarafından kabul edilip e-
dilmeyeceği. konusunda diğerlerine oranla daha ayrıcalıklı bir konuma sahip o-
lup olmadığı konusunda bir yargıda bulunulmaz. Yani bu anlayışa göre Müslü-
man bir ülkede doğan bir Müslüman Hıristiyan bir ülkede doğan bir Hıristi­
yan' dan kurtuluşa ulaşma konusunda daha ayrıcalıklı bir konumda değildir.
Çünkü çoğulculuğun temel hipotezine göre büyük dünya dinleri göz önüne alın­
dığında hiç birisi diğerine oranla kendi taraftarlarını kurtuluşa erdinne konu-
sunda ayrıcalıklı bir konumda değildir. Zira, çoğulculuk Tanrının sadece tek bir
dini gelenekte aktif olarak kendini vahyedip diğerlerinde vahyetmediğini iter
sünnez. O, bütün büyük dünya dinlerinde gönderdiği peygamberleri, kutsal ki-
tapları ve o dinlerin erdemli şahsiyetleri vasıtasıyla hazır ve nazırdır. 48 Böylece,
çoğulculuk, dünya dinlerinin ötesinde dini tecrübenin meşruluğunu onaylar. O,
kişilerin saygın geleneklerinin vahyini lmcakladıklarında ve hayatlarını o vahyin
emirleri doğrultusunda şekillendirdiklerinde "Nihai Aşkın Varlığa" giden hakiki
bir yolu takıp ediyor olduklarını ileri sürer. Bu ise farklı vahiylerin meşru oldu-
ğunu ve onların İlahi Varlıkla bu vahiylere tabi olanlar arasında birer vasıta ol-
duklarını ima eder. Buna göre İlahi Varlık kendini birden fazla yolla birden faz-
la topluma göstermiştir gerçeği farklı vahiyleriyle, yasalarıyla, ibadet şekilleriy­
le, gelenekleriyle ve dini tecrübeleriyle dünya dinlerinin varlığı tarafından teyit
edilmektedir.
Ancak bu şekilde çoğulculuğun gerekliliğini ifade etmekle teolojik olarak
tüm inançların doğru olduğunu ileri sürmüyoruz. Çünkü dinsel çoğulculuk mo-
delinin savunucuları tüm dinlerde "ortak bir temel" veya "ortak bir tecrübe" ol-
duğunu savunmaksızın dinler arasında "tahmini bir benzerlik" olduğunu tasdik
ederler. 49 Bu tahmini benzerlik de, tüm dinsel geleneklerin baştan aşağı aynı

113
Akademik
Araştırmalar
Dergisi
Paradigmanın Yeni Adı: Dinsel Çoğulculuk

şeyleri söylediği anlamına değil de Hıristiyanlığın diğerlerinden farklılık arz


etmesinden dolayı tıpkı onun Hıristiyanlar için yaptığı gibi diğerlerinin de kendi
taraftarlarını hakikate, barışa, Tanrıyı bilip-tanımaya ve sonuçta da kurtuluşa
götürme konusunda başarılı ve etkili olabileceklerini kabul etme anlamına gel-
mektedir. 50
Tüm dinsel geleneklerin doğru olmaması konusuyla ilgili David Krieger de
Tize New Universalism adlı eserinde üç tutum ileri sürmekte ve bunları da yeter-
siz olarak nitelendirerek reddetmektedir. 51 Bunlardan ilk ikisi bizimde yukarıda
saydığımız nedenlerden dolayı yetersiz ve kifayetsiz olarak mütalaa ettiğim dış­
layıcılık ve kapsayıcılıh."tır. Üçüncüsünü ise o tarafsızlık (indif.ferentism) olarak
tanımlar. Ona göre tarafsızlık bütün dinlerin birbirlerinden bağımsız olarak doğ­
ru ve mukayese edilemez olmasıdır. Zira, her bir din kendi taraftarlarına kurtu-
luş için bir yol ve vasıta sağlar. Bu yollar da ne birbirleriyle kesişir ne de birbir-
leriyle ortak yönleri bulunur. Bunlar ancak basitçe birbirleriyle barış içinde ol-
malıdırlar. Yani, farklı dini gelenekler birbirlerinden izole edilmiş haldedirler
ve bu nedenle de onları bir araya getirmek için girişimde bulunulmamalıdır.
Bundan dolayı tarafsızlık modeline göre dinler arasında karşılıklı anlayış ve iş­
birliği rçin yapılacak herhangi bir girişim, bu dinlerin iç işlerine karışmak anla-
mına gelir. İşte bundan dolayı farklı dinlerin taraftarları kendilerinin dışındaki
dinlerin inançlarım dikkate almaksızın· sadece kendi dinlerini takıp etmeye ça-
lışmalıdırlar. Krieger sonuçta çok haklı olarak bu tarafsızlık modelini tenkit e-
der. Çünkü bu model, onun da işaret ettiği gibi, insanları sadece birbirlerinden
ayırt etmeksizin onları dini inançlarına göre birbirlerinden izole ederek küçük
küçük parçalara böler.
Çoğulculuk ise bir taraftan çeşitli dünya dinlerinin geçerliliklerini onaylar-
ken diğer taraftan kendi din anlayışına karşıda eleştiriye açıktır. Çoğulculuğun
teşvik ettiği dinler arası diyalog karşılıklı anlayışa hizmet ettiği kadar karşılıklı
eleştiriye de hizmet eder. Diyalog sürecinde farklı dinsel geleneklere mensup
kişilerin birbirlerinden öğreneceği çok şey vardır. Zira bu süreçte farklı dinlere
mensup insanlar birbirlerinin kendi dinleri hakkındaki iddialarını, ibadetlerini,
sembollerini, ahlaki prensiplerini ve metotlarını keşfederler. Bundan dolayıdır
ki birbirimize karşı tarafsız olmamız müınkün değildir. Çünkü hem kendi zen-
ginliğimiz ve büyüyüp gelişmemiz hem de diğerlerinin ve dolayısıyla da tüm in-
sanlığın zenginleşmesi ve gelişmesi için birbirimize muhtacız. Bu itibarla dinler
karşılıklı anlayış ve işbirliği için çaba gösteımelidir. Zira, böyle bir çaba kişileri
kendi dinlerini daha geniş bir bağlamda anlamaya ve değerlendirmeye muktedir
kılar. K.rieger bu durumu şu şekilde ifade eder:
Bir kimsenin kendi ve diğerlerinin geleneğine olan 'bağlılığı' ancak doğru
inancın (011/zodoxy) prensipleri vasıtasıyla temin edilebilir. Bir kimsenin kendi
ve diğer geleneği 'tenkiti' ancak belirli bir gelenek için artık tek yanlı
apologetik anlayışın değil de her ikisi için olduğu bir durumda sonuç verecek
şekilde başarılabilir. Bu nedenle, sadece dinler arası diyalog vasıtasıyla kendi
geleneğimiz hakkında ona bağlılık gösteren ve onu eleştiren bir anlayışa gelebi-
liriz. Doğru inanç ve tenkit birbirlerini dışlamazlar aksine sadece hakiki bir kü-
resel teoloji bakış açısına göre birbirlerini tamamlarlar. 52

114
Journal
:: ___ of~Academic
Studies
Mahmut Aydın Yıl: 4, Sayı: 14 Ağustos-Ekim 2002

Batı Hıristiyan düşüncesinde dışlayıcılık ve kapsayıcılığa alternatif olarak


ileri sürülen çoğulcu modelle ilgili buraya kadar söylediklerimizi toparlayacak
olursak çoğulculukla ilgili olarak özetle şunları söyleyebiliriz. Çoğulculuk gü-
nümüzde varlığı tanınması gereken bir realite olmaktan çıkıp, özellikle büyük
dünya dinlerinin taraftarlarının şöyle ve böyle üstesinden gelmesi gereken bir
meydan okuma halini almıştır. Çünkü o, farklı din mensuplarının kendi farklı­
lıklarını muhafaza ederek barış içerisinde yaşamak istedikleri günümüz post-
modem dünyasında pek çok seçenek arasında bunun nasıl olması gerektiği ko-
nusunda bize yol gösteren varoluşsal bir problemdir. Zira, o artık Bir ve pek
çok hakkında eski okul kitaplarında bulunan bir soru değildir. Aksine o karşılık­
lı olarak birbirleriyle uyuşmaz dünya görüşleri ve felsefelerinin birbirleriyle di-
yaloga girmesiyle ortaya çıkan somut bir günlük dilemma haline gelmiştir. Bu
anlamda biz çoğulculuğu ortak insan varlığının pratik bir sorunu olarak görebi-
liriz.
Kısaca, çoğulculuk tüm insanlığın dinsel tecrübesini olduğu gibi dikkate al-
mayı ve bir dinsel geleneğin eşsizliğinden, biricikliğinde, üstünlüğünden, bir ve
tek oluşundan diğer dinsel geleneklere kendi taraftarları için bağımsız bir ge-
çerlilik tanımaya geçişi öngörür. Çünkü, çoğulcu modele göre büyük dünya din-
leri "İlahi Hakikate" veya "Nihai Aşkın Varlığa" yönelik bağımsız kurtuluş va-
sıtalarıdır. Bu argümanların ışığında gelişen çoğulculuk hoşgörüsüzlüğün ve
baskının hakim olduğu dünyamızda farklı dinsel geleneklere mensup kişiler ara-
sında eşitliği tesis ederek adaleti ve hoşgörüyü ilerletmeyi hedef edinmektedir.

115
Akademik
Araştırmalar
Dergisi
Paradigmanın Yeni Adı: Dinsel Çoğulculuk

• Yrd.Doç.Dr., OMÜ İlahiyat Fakültesi, Dinler Tarihi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
ı Thomas Kuhn, Tlıe Strııctııre of Scientific Revolııtions, Chicago: University of Chica-
~o, 1970, s: 174-210. . . . .
- Hans Kimg, "Paradıgm Change ın Theology: A Proposal for Dıscussıon", (Hans
Küng& David Tracy, eds., Tlıeology and Paradigm C!ıange, New York: Crossroads,
1989 içinde) s. 3-33.
3
Bu makalede Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam gibi semitik kökenli dinlerdeki Tanrı
tasavvurundan Hinduizm ve Budizm gibi Hint kökenli dinsel geleneklerdeki Aşkın Ger-
çeklik tasavvurlarını ifade etmek için "Nihai Aşkın Varlık" kavramını kullanacağız.
4
Alan Race, Clıristians and Religioııs Plııralism: Patterııs iıı tlıe Clıristiaıı tlıeology of
Religions, Landon: SCM Press, 1983, s. 1-2.
5
Paul F. Knitter, No Otlıer Name? A Critical Sıırvey of Clıristian Attitııdes Towards tlıe
World Religioııs, Landon: SCM Press, 1985, s. 23-30.
6
Race, Christians and Religioııs Pluralism, s.lvd.; John Hick, Tlıe Reinboıv of Faitlıs,
Landon: SCM Press, 1995, s. 12-13; Daniel B. Clendein, Many Gods Maııy Lords:
Clıristianity Encoııııters World Religions, Grand Rapids: Baker Books, 1995, s.18-29;
Charles Kimball, Striving Togetlıer: A ıvay Fonvard in Clıristiaıı-Mııslim Relatioııs,
Maryknoll: Orbis Books, 1991, s.48-56.
7
W. Cantwell Smith, Tlıe Faith of Ot/zer Meıı, New York: Harper Torchbooks, 1972,
s.11. .
8
Leonard Swiciler, After tlıe Absolııte: Tlıe Dialogical Fıııııre of Religioııs Reflectioıı,
Minneapolis: Augsburg Fortress, 1990, s. 7-11.
9
Herınenötik ve hakikat konusunda daha fazla bilgi için bk. Burhanettin Tatar, Felsefi
Hermenötik ve Yazarın Niyeti: Gadamer versııs Hirsc/ı, Ankara: Vadi yay., 1999.
ıo R. Bemhardt, Clıristiaııity ıvitlıoııt Absolııtes, Landon: SCM Press, 1994, s. 119;
Swidler, After tlıe Absolııte, s. 58-59.
11
Hick, Cantwell Smith ve Knitter'in dini çoğulculukla ilgili en önemli eserleri şunlar­
dır: John Hick, Aıı bıterpretatioıı of Religioıı: Hııman Response to tlıe Transceııdent,
Landon: Macmillan, 1989; Hick, Problems of Religious Plııralism, Landon: Macmillan
1989; Hick, Tlıe Raiııboıv of Faitlıs; Paul F. Knitter, No Otlıer Name?; Knitter, Jesııs
and tlıe Otlıer Names: Clıristiaıı Missioıı and Global Respoıısibility, Maryknoll: Orbis
Books, 1996; Cantwell Smith, Toıvards A World Tlıeology: Faitlı aııd tlıe Comparative
History of Religioıı, Landon: Macmillan, 1980.
12
Smith, Faitlı of Otlıer Meıı, s. 133.
ı 3 Hick, "Foreword", in Smith's Meaııiııg aııd End of Religİoıı, Minneapolis: Fortress
Press, 1991, s.vı.
ı 4 Yıılıamıa, 14:6.
15
Resullerin İşleri, 4: 12.
16
Kıır'aıı, 3:19.
ıı Kur'an, 3:85.
18
Kıır'an, 5:4; Türkçe'ye yapılan Kur'an tercümelerinin çoğunda söz konusu bu ayetler-
deki İslam terimi sözlük anlamıyla değil de Hz. Peygamberin tebliğ ettiği kurumsal İs­
lam olarak anlaşılmıştır. Ancak kanaatimizce bu tarz bir tercüme gerçeği pek yansıtma­
maktadır. Zira, çağımızın Muhammad Esed kaleme aldığı meal tefsirinde Mekke döne-
minde inen Kalem suresinin "Yoksa, bize teslim olanlara [müslimin] suçlular ile aynı mı
davranalım" mealindeki 35. ayetine ilişkin şu önemli anekdota yer vermektedir:
"Miislimfiıı (tekili miislim) teriminin Kur'an'ın vahiy tarihinde ilk kullanıldığı yer, bura-
sıdır [Kalem, 68/35]. Bu çalışmada miislİm ve İslam terimleri orijinal anlamlarına uygun

116
Journal
of Academic
----"----Studies
Mahmut Aydın Yıl: 4, Sayı: 14 Ağustos-Ekim 2002

olarak, yani "Allah'a teslim olan [veya "olmuş"] kimse" ve "insan'ın Allah'a teslimiye-
ti" şeklinde çevirdim. Aynı şey, esleme fiilinin Kur'an'da kullanılan bütün biçimleri_için
de geçerlidir. Unutulmamalıdır ki, bu terimlerin "kurumsallaşmış" kullanımı '..-yani, özel-
likle Peygamber Muhammed (s)'in izleyicileri için kullanılması-kesinlikle Kur'an sonra-
sı bir gelişmeyi yansıtmaktadır ve bu nedenle de bir Kur'an çevirisinde yer almamalıdır.
Bkz., Esed, Kur 'an Mesajı, III, 1177 (17. Not). Buna göre yukarıda meallerini verdiği­
miz ayetleri şu şekilde Türkçe'ye tercüme etmek ve anlamanın daha uygun olacağı kana-
atindeyiz. "Allah ııezdinde tek hak din insanın O 'na teslimiyetidir; daha ince vahiy veri-
lenler kıskançlıklarından dolayı, kendilerine hakikat bilgisi geldikten sonra bu konuda
farklı görüşlere sarıldılar. Allah'ın mesajlarını inkar edenlere gelince; unutma, Allah he-
sap görmede hızlıdır. (Kur'an 3:19). "Kim Allah'a teslimiyetten başka bir din ararsa, bu
kendisinde asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette kaybedenlerden olacaktır. (Kur'an
3:85). " ... Bugün dininizi sizin için kemale erdirdim, nimetlerimin tamamını size bahşet­
tim ve Bana teslimiyeti sizin dininiz olarak belirledim. (Kur'an 5:3).
ı 9Michael Peterson ve diğerleri, Reason & Religious Belief" Aıı lntroduction to tlıe
Philosophy of Religioıı, Oxford: Clarendon Press, 1991, s. 222-223.
20
Hick, Problems of Religioııs Pluralism. s. 38.
2
ıRace, Christiaııs and Religious Pluralism, s. 37
22
Bkz.,Cantwell Smith, "Idolatry: in Comparative Perspective", (Hick & Knitter, eds.,
The Mytlı of Christiaıı · Uniqııeness içinde) s. 53-68; Tom F. Driver, "The Case for
Pluralism", (Hick & Knitter, eds., Tlıe Myth of God lııcarııate, içinde) s. 216.
23
Kur'an, 5:48.
24
Kur'an, 22:67.
25
Kur'an, 2:62; 5:65.
26
Kur'an, 2:136, 285; 3:84).
27
Gavin D'Costa, Theology and Religioııs Pluralism: Tlıe Challenge of Otlıer
Religions, Oxford: Basil Blackwell, 1986, s. 80.
28
Hick, Tlıe Rainbow of Faitlıs, s. 22.
29
Hick, Tize Rainbow of Faitlıs, s.21.
30
A. J. Toynbee, Christiaııity among tize Religions of tlıe World, New York: Scribner's,
1957, ss. 99-100. Kanaatimizce Toynbee'nin bu argümanı şu şekilde değiştirirsek kabul
edilmesi daha kolaylaşır veya bizim için kabul edilebilir bir hale gelir: Kendi dinsel i-
nançlarımız ve kanaatlerimizi mutlak olarak doğru ve hakiki olarak kabul ederken diğer
dinsel geleneklerin inançlarının da mutlak olarak doğru ve hakiki olduğunu değil de o-
labileceğini kabul etmeliyiz. Çünh.ii eğer söz konusu o geleneklerin inançlarını tamamen
yanlış olarak nitelendirirsek o zaman kendi geleneğimizi mutlaklaştırır ve bu şekilde de
dışlayıcılığa dönüş yaparız. Ancak onları tıpkı kendi inançlarımız gibi doğru ve hakiki
kabul edersek o zaman da bizim sahip olduğumuz dinsel geleneğin bizim için bir anlamı
kalmaz. Bütün bu olumsuzluklardan sakınmak için kendi dinsel geleneğimizin mutlak
olarak doğru ve hakiki olarak kabul edilip diğerlerinin de doğru olabileceği ihtimalini
tanımamız gerektiğini ileri sürüyoruz.
31
J. Hick, The Fiftlı Dimension; An Exploration of tlıe Spiritııa~ Realm, Oxford:
Oneworld, 1999, s.78.
32
Axial age kavramı ilk defa Kari Jaspers tarafından Origin and Goal of History adlı e-
serinde ileri sürülmüştür. MÖ. 800-200 yılları arasında insanlık tarihi kendi toplumla-
rından nüfuz ederek son derece önemli fikir ve düşünceleri insanlığa vaaz eden mümtaz
şahsiyetlerin ortaya çıktığına tanıklık etmektedir. Bunların en belli başlı olanları Çin'de
Konfüçyüs ve Lao-Tzu; Hint alt kıtasında Gautama Buda, Mahavira, Upanişhadların ve

117
Akademik
Araştırmalar
Dergisi
Paradigmanın Yeni Adı: Dinsel Çoğulculuk

daha sonra Bhagavad Gita'nın yazarları; İran'da Zerdüşt veya Zoroaster; Filistin bölge-
sinc;!e Amos, Hoşea, Yeremya, İşaya, ve Hezekiel gibi Eski-Ahit peygamberleri; Eski-
Yunan'da Pisagor, Sokrates, Eflatun ve Aristo gibi düşünürlerdir. İşte insan tarihi ve dü-
şüncesindeki bu son derece önemli bağ axial dönem olarak ifade edilmektedir. Bu bağ­
lamada şayet Hıristiyanlığı Yahudiliğin ve İslam'ı da Yahudilik ve Hıristiyanlığın varsa-
yıcısı olarak görüyorsak o zaman mevcut tüm dünya dinlerinin köklerini bu axial döne-
me dayandırdıklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Hick, Tlıe Fiftlı Dimeıısio11, s. 5; Ewert
Cousins, "The World Religions: Facing Modemity Together", Joıınıal of Ecwııe11ical
Stııdies, 30/3-4, 1993, s. 417-425.
33
Hick, "Is There Only üne Way To God?", Tlıeology, 1980, s.4-7.
34
Hick, The Rainboıv of Faitlıs, s.14.
35
Dinlerdeki altın kuralla ilgili olarak bk. Hick, A11 lııterpretatio11 of Re lig io11, s. 309-
314; ayrıca bk. Mahmut Aydın, "Dinler Arası Diyalogda Teoriden Pratiğe Geçiş: Küre-
sel Bir Ahlaka Doğru", (Hoşgörü Yılı ve İnanç Turizminde Göller Bölgesi Sempozyumu,
07-08-2000, Isparta: Süleyman Demirel Ünv. Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2001 içinde)
s.163-178.
36
Hick, "Religion, Violence and Global Conflict: A Christian Proposal", Global
Dialogııe: Tize Neıv Universe of Faitlıs, 2/1 (2000), s. 1-10.
37
Hick, "The Non-Absoluteness of Christianity", (Hick &Knitter ed., Tlıe Myth of
Christiaıı Uniqueness, Landon: SCM Press, 1987, içinde) s. 29-30.
38
Hick, Tlıe Rainboıv of Faitlıs, s. 15.
39
Hick, Tlıe Rainboıv of Faitlıs, s.13.
40
Hick, God ançl tlıe Universe of Faitlzs, Oxford: Oneworld, 1993, s.viii-ix.
41
Hick, God and Uııiverse of Faitlıs, s.131.
42
Hick, "Trinity and Incarnation in the Light of Religious Pluralism", (John Hick &
Edmund S. Meltzer, eds., Tlıree Faitlıs- 011e God: A Jeıvish, Christiaıı, Mııslim
Encowıte, Landon: Macmillan, 1989, içinde) s. 204.
43
Knitter, No Otlzer Name?, s.9.
44
Crossiıı tize Rııbicoıı: Bir işte kesin bir adım atmak, dönülmez bir harekette bulunmak
demektir.
45
Paul F. Knitter, "Hans Küng' Theological Rubicon", (Leonard Swidler, ed., Toıvards
a Uııiversal Tlıeology of Religion, içinde) s. 225.
46
Knitter, "Preface", (Hick & Knitter, Myth of Christiaıı Uniqueness, içinde) s. vii.
47
Söz konusu bu tezlerle ilgili bk. Hick & Knitter, ed., T/ıe Myt/ı of C/ıristiaıı
Uniqııeness.
48
Chester Gillis, Plııralism: A Neıv Paradigm far Theology, Louvain: Peeters Press,
1993, s. 170-171. .
49
Langdon Gilkey, "Plurality and Its Theological Implications'', (Hick & Knitter, eds.,
'['he Mytlı of C/ıristian Uniqııeness, içinde) s. 37-50.
'
0
Paul F. Knitter, One Eartlı Ma11y Religioııs: Multifaitlı Dialogııe & Global
Respoıısibility, Maryknoll: Orbis Books, 1995, s, 30.
51
David J. Krieger, Tize Neıv Uııiversalism: Foundations far a Global Tlzeology,
~aryknoll: Orbis Books, 1991, s. 59-62 .
. '-Krieger, Tlıe Neıv Uııiversalism, s. 74.

118
Journal
of Academic
----·--sruaies
Mahmut Aydın Yıl: 4, Sayı: 14 Ağustos-Ekim 2002

Abstract
Tize issııe of religioııs pluralism has coıne aut as aıı iııtellectııal aııd practical
respoııse ta tlıe religious diversity of oıır world. Tlzis plıeııomeııoıı /ıas becoıııe
sa popular iıı coııtemporaıy Clzristiaıı tlıeology aııd plıilosoplıy of religioıı
tlıroııglı tize ıvritiııgs of leadiııg Clıristiaıı tlıiııkers suclı as Jolııı Hick,
W. Caııtwell Sın itiz, Paııl F. Kııitter aııd ot/ıer like ıniııded oııes, aııd a vast
amowıt of literatııre has growıı up arowıd tlzeir writiııgs. in fact, tlıe
developmeııt of religioııs plııralism as an alterııative ta religioııs exclıısivism
aııd iııclusivism is partially tize result of better kııowledge of otlıer religioııs,
iııcreasiııg dialogLte aııd coııtact betıveeıı tlıe followers of dif.fereııt religious
traditioııs. Forma! aııd iııformal coııtacts ıvitlı people of otlıerfaitlıs lıave led
some C/ıristiaııs ta ask wlzetlzer tlıere are ot/ıer ıvays of salvatioıı besides tlıe
Clzristiaızfaitlı. Far, oııe of tlıe maiıı argwııeııts of t/ıe defenders of tlıis
plzeııomeııoız is tlıat by becomiııg ta kızow people of otlıerfaitlıs aııd observiııg
tlıe lives of t/ıeirfollowers, it has become fairly commoıı discoveıy tlıat tlıose
faitlıs are beııeficial as mıcclı as Clıristiaııity aııd tlıeirfollowers are ııo less
kiızdly, lıoiıest, t/ıoııglztfııl far otlıers, ııo less trııtlifııl, lzoııoıırable, loviııg aııd
compassioııate tlıaıı" Clıristiaııs. Tlıis aııd otlıer simi/ar argıımeııts lıave led
some coııteıııporaıy Clıristiaıı tlıiııkers ta recoıısider tlıe traditioııal Clıristiaıı
beliefs iıı tlıe liglıt of ııew developıneııts aııd tlıe practical implicatioııs of
dialogııe witlı people of otlıerfaitlıs. Since, accordiııg tlzese tlıiııkers, tlıese
traditioııal beliefs imply tize wıiqııeness, defiııitiveııess, absoluteııess,
ııormativeııess, superiority of Clzristiaııity in comparisoıı witlı otlıer religioııs of
tize world. Witlıiıı t/ıis coııtext, iıı tlıis essay, first of all we will ex/ıibit lıow tlıe
issııe of religioLts p!Ltralism has coıııe aut iıı tlıe westerıı Clıristiaıı tlzoııglzt.
Secoııdy, we will tıy ta elaborate its ıııaiıı argumeııts. T/ıirdly, we will tıy ta
examiııe ıv/ıy tlıe relious plııralism is necessaıy far oıır coııtemporaıy world. Iıı
otlıer words we will fly ta slzoıv tize beııefits of tize argıımeııts of tlıe religioıcs
pluralism ta !ive peaceftılly ıvitlz people of ot/zer faitlıs witlıiıı tlıe diversity of
oıırfaitlıs aııd cııltures.

119
Akademik
Araştırmalar
Dergisi

You might also like