Professional Documents
Culture Documents
Dini Çoğulculuk - MAHMUT AYDIN - PARADİGMANIN YENİ ADI DİNSEL ÇOĞULCULUK
Dini Çoğulculuk - MAHMUT AYDIN - PARADİGMANIN YENİ ADI DİNSEL ÇOĞULCULUK
Yıl : 4 Sayı : 14
··......@?
'. ·"··.,···
O " .·":
. .
. .
.
~- .. . " -· ·. .·
Giriş
Bilindiği üzere dinsel tecrübe ''Nihai Aşkın Varlığın" araştırılması olarak
tanımlanmaktadır. Bu araştınna esnasında dinler tabii olarak kendilerinin eşsiz,
biricik olduğu iddialarına yer vennektedirler. Bu bağlamda büyük dünya dinleri
olarak adlandırdığımız dinlerden her biri kendinin yegane doğru din olduğu ve
kurtuluş için en doğru yolu- insanlara öğreten öğretiye sahip olduğu gibi içsel
eğilime sahiptir. Öyle ki kendisinin dışında başka doğru din ve kurtarıcı vahiy-
lerin de olduğu şeklindeki ifadeler bu dinsel geleneklerin kendi mutlaklık iddia-
larıyla tezat teşkil etmektedir. Ancak aşağıda da göreceğimiz üzere günümüz
dünyasının en karakteristik özelliklerinin başında onun sadece kültürel açıdan
değil aynı zamanda dinsel açıdan da çoğulcu bir yapı arz etmesi gerçeği gel-
mektedir. Dinsel çoğulculuk oldukça eski bir fenomen olmasına rağmen onun
idrak ediliş Şekilleri günümüz dünyasında son birkaç on yıldır devamlı bir deği
şiklik göstermektedir. Çünkü yeni tarihi faktörler etkili olarak onun kavramsal
yapısını, teolojik durumunu ve mütalaa edildiği ortamın politik ve ekonomik
yapısını etkilemiş ve neticede geçmişte hiçbir şekilde mümkün olmadığı şekilde
kültürel, ırki ve coğrafi sınırlar ortadan kalkmaya başlamış, bu ise sonuçta i-
nançları yerel kültür havzalarına ve coğrafi sınırlara hapseden geleneksel tasav-
vurları ortadan kaldırmıştır. Öyle ki bu yeni gelişmeler batının veya doğunun
kendi içinde kapalı olduğu bir dünya değil de hangi bölgeden olursa olsun tüm
insanların kendi farklılıklarını koruyarak barış içerisinde birlikte yaşayacakları
bir dünyanın tesis edilmesini gerekli kılmaya başlamıştır. Bu durum Aydınlan
ma çağı sonrası dönemde tarihsel ve kültürel olarak kendini dünyanın merkezi
olarak gören batı Hıristiyan dünyası için son derece önem arz etmekteydi. Çün-
kü batı dünyası kendini artık bu şekilde göremeyecekti. Bu da açıkça kendini
mutlak doğru din ve yegane kurtuluş vasıtası olarak gören batı Hıristiyanlığmın
sahip olduğu mutlaklık iddialarının bu gelişmeler ışığı altında tekrar gözden ge-
çirilmesi ve yorumlanması anlamına geliyordu.
İşte biz de bu yazımızda, 20.yüzyılın ikinci yarısından itibaren batı akade-
milerinde hem mevcut dini çeşitliliğe entelektüel ve pratik bir cevap ve hem de
farklı din mensuplarının dinler arası diyalog adı altında bir araya gelmelerini
kolaylaştırma için ortaya atılan ve geliştirilen her dinsel geleneğin kendi tarafta-
rını kurtuluşa ulaştırma noktasında eşit geçerliliğini öngören dini çoğulculuk ol-
gusunu ele alıp inceleyeceğiz. Bunu yaparken konuyu temelde iki bölüm halin-
de ele alacağız. İlkin batı Hıristiyan düşüncesinde dinsel çoğulculuğun nasıl or-
taya çıktığını, temel argümanlarının ne olduğunu ortaya koymaya çalışacağız.
İkinci olarak ise söz konusu bu yeni. paradigmanın günümüz dünyasında niçin
gerekli olduğu hususu üzerinde durmaya gayret sarf edeceğiz. Bütün bunları
yaparken amacımız sadece dinsel çoğulculuğun niçin ve nasıl ortaya çıktığını
ortaya koyarak onun temel argümanlarının "diyalog çağı" olarak adlandırılan
95
Akademik
Araştırmalar
Dergisi
Paradigmanın Yeni Adı: Dinsel Çoğulculuk
21. yüzyılda niçin gerekli olduğunu izah etmek olduğu için ona yöneltilen veya
yöneltilmesi muhtemel olan tenkitler üzerinde durmayacağız. Ancak konuyu bu
iki bağlam dahilinde incelemeye başlamadan dinsel çoğulculuğu yeni bir para-
digma olarak ifade ettiğimiz için paradigmanın ne olduğu ve teoloji alanında ne
anlama geldiği hususu üzerinde durmak istiyoruz.
96
Journal
_Qf__hcaclerı:ılc_~
Studies
Mahmut Aydın Yıl: 4, Sayı: 14 Ağustos-Ekim 2002
karak söz konusu bu dinsel geleneklerin aynı Nihai Aşkın Varlığa3 farklı cevap-
lar olduklarını öngören dinsel çoğulculuk paradigmasını incelemeye geçiyoruz.
97
Akademik
Araştırmalar
Dergisi
Paradigmanın Yeni Adı: Dinsel Çoğulculuk
98
Journal
-of-Academic · ·
Studies
Mahmut Aydın Yıl: 4, Sayı: 14 Ağustos-Ekim 2002
yol açmıştır.Buna göre statik ve ezeli olan hakikat, dinamik ve tarihi olarak al-
gılanmaya başlanmıştır. Zira, hakikat onu kavrayan kişinin idrakine bağlıdır. Bu
nedenle, mutlak hakikati elinde bulundurduğunu iddia eden her görüş şöyle ve-
ya böyle reddedilmelidir. 19. yüzyıl öncesi durağan ve dışlayıcı bir yapı arzeden
bu hakikat anlayışının, mutlaklıktan çıkartılıp dinamik ve diyaloga açık bir ya-
pıya kavuşturulmasını L. Swidler bize şu altı maddede özetlemektedir. 8 Tarih-
sellik, niyetsellik, bilgi sosyolojisi, dilin sınırları, hermenötik ve diyalog. Şimdi
hakikat anlayışının izafileşmesini sağlayan bu altı farklı fakat birbiriyle yakın
dan alakalı yolu kısaca ama hatlarıyla izah etmeye çalışalım.
a-Tarihsellik (Historicism): 19. yüzyılda pek çok ilim adamı bir şeyin anla-
mının hakikati hakkındaki tüm ifadeleri onların tarihi şartlarının kısmi ürünleri
olarak idrak etmeye başlamışlardır. Tarihselciliği savunan araştırmacılara göre
eğer hakikat iddiaları ortaya çıktıkları tarihsel bağlamlarına yani Sitz im
Lebenlerine yerleştirilirse, ancak o zaman layıkıyla anlaşılabilirler. Metnin an-
lamı ancak kendi bağlamı çerçevesinde anlaşılabilir. Daha sonraki bir bağlamda
aynı orijinal anlamı ifade etmek için kişi nispeten farklı bir ifadeye muhtaçtır.
Bu anlayışa göre hakikat ifadeleri ancak kendi tarihsel şartları içerisinde doğru
olarak anlaşılabilir. Bundan dolayı eşyanın anlamı hakkındaki bütün ifadeler
zaman bağlamında mutlak olarak mütalaa edilmemelidirler. Bu, hakikatin tarih-
sel olarak algılanmasıdır.
b-Niyetsellik (Iııtentionality): Sonraki düşünürler de, yukarıda belirttiğimiz
bilginin tarihselleştirilmesi sürecine geçmişle alakalı değil de gelecekle alakalı
olan niyetlilik teorisini eklemişlerdir. Bu araştırmacılar hakikatin, temelinde,
nihayette eylem ve uygulamaya yönlenmiş bir niyetsellik unsuru ihtiva ettiğini
ileri sürmüşlerdir. Onlar, cevaplanması gereken sorular olarak belli şeyleri idrak
ettiğimizi ve spesifik bilgi edinmek için bir takım amaçlar ta"yin ettiğimizi ileri
sürmüşlerdir. Çünkü onlara göre biz o konularda bir şey yapmayı arzu eder ve
ileri sürdüğümüz soruların cevaplarında ve araştırmaya karar verdiğimiz bilgide
keşfetmeyi ümit ettiğimiz hakikate göre yaşamaya niyet ederiz. Böylece eşyala
rın anlamının hakikati düşünür veya konuşmacının eyleme yönelik niyetselliği
tarafından gayri-mutlak olarak görüşmüştür. Bu anlayışa göre biz, kendisine gö-
re yaşamak istediğimiz şekilde bilgi ve hakikat elde etmek için sorular sorarız.
İşte bu, hakikatin herhangi bir uygulama veya niyet doğrultusunda kabul edil-
mesi görüşüdür. Buna göre hakikat hakkındaki bir ifade, düşünürün eyleme yö-
nelik niyetiyle alakalı olarak anlaşılmalıdır.
c-Bilgi Sosyolojisi (Tlıe Sociology of Knowledge): Tıpkı eşyaların anlamı
hakkındaki hakikat ifadelerinin bazı düşünürler tarafından zaman içinde tarihsel
olarak gayri-mutlak olarak anlaşılması gibi, 20. yüzyılın ilk dönemlerinde Kari
Mannheim gibi bazı bilim adamları da hakikatin ifadelerini kültür, sınıf, düşü
nürün cinsiyeti, ve zamanı dikkate alma gibi sosyolojik faktörlere göre algıla
maya başlamışlardır. Buna göre bir şeyin hakikati hakkındaki tüm gerçeklik,
onu kavrayanın dünya görüşüne bağlıdır. Buna göre bir şeyin anlamının hakikati
hakkındaki herhangi bir ifade onu söyleyen kişinin görüş açısına bağlı olduğu
için mutlak değildir.
d-Dilin Sınırları (Tize Limitations of Langııage): Ludwing Wittgenstein ve
diğerlerini izleyen pek çok düşünüre göre gerçeklik hakkındaki her hangi bir
99
Akademik
Araştırmalar
Dergisi
Paradigmanın Yeni Adı: Dinsel Çoğulculuk
ifade, tasvir etmeye çalıştığı gerçekliğin ancak kısmi bir tasviri olabilir. Gerçek-
lik sınırsız sayıda bakış açılarından görülebilmesine rağmen, insanoğlunun dili o
gerçekliği bir defada ancak bir veya birkaç açıdan ifade edebilir. Şayet bu, "bi-
limsel hakikatler" diye isimlendirdiğimiz şeyle alakalı bir durumsa, o zaman o,
bundan daha çok eşyaların anlamının hakikati hakkındaki ifadeler için de söz
konusu olan durumdur. Bir şeyin anlamının hakikati ile alakadar olmak, gerçeği
bilenin (knower) temelde onunla ilgili olduğunu ima eder ve böylece bütün bu
çeşit ifadelerin bakış açılı karakterini yansıtır. Buna göre bir ifade doğru olabilir
veya işaret ettiği nesnenin dış realitesini doğru olarak tasvir edebilir. Ancak bu
daima belli kategoriler, dil ve alakalar içinde meydana gelir ve böylece de sınır
landırılır ve izafileştirilir. Kısaca, bir şeyin anlamı ve özellikle de Nihai Aşkın
Varlık hakkında konuşma olan hakikat, insanoğlunun söyleminin tabiatından
dolayı izafileştirilir.
e-Hermenötik (Hermeııeııtic): Hans-George Gadamer ve Paul Riceour, bir
metin hakkındaki tüm bilginin aynı zamanda metnin bir yorumu olduğunu ileri
sürerek hermenötik biliminin gelişmesine yol açmışlardır. Nitekim bu düşünce
de sonuçta metnin gerçek anlamı hakkındaki iddiaları izafileştirilmiştir. Bir me-
tin hakkındaki tüm bilgi yorumlanmış bilgi olduğundan, kavrayan kişi kavranan
şeyin bir parçası haline gelir. Yani özne nesnenin parçasıdır. Kısaca,
hermenotiğe göre tüm hakikat ve bilgi, yorumlanmış hakikat ve yorumlanmış
~il~idir. Böylece yorumcu da sürekli olarak gözlemci tarafından izafileştirilmiş
tır.
f-Diyalog: Kişi hakikati, sadece açık veya pasif kavrayıcı olarak değil, aynı
zamanda onunla diyalog içinde öğrenebilir. Böylece, kişi gerçekliği sadece işi
tip idrak etmekle kalmaz aynı zamanda onunla konuşur yani diyalog içinde olur.
Dahası kişi gerçeklikle ilgili sorular sorar ve bu şekilde onu kendi sorularını ce-
vaplandırmaya zorlayarak kendisiyle konuşmasını sağlamış olur. Bu süreçte, ki-
şi gerçekliğe kendisine yanıt verebilecek belirli kategoriler ve dil (söylem) verir
ve gerçeklikten aldığı yanıtlar onun sorularını yönelttiği dil ve düşünce kalıpla
rında ifadesini bulur. Yani kişi ile iletişim içine giren gerçeklik ancak kişinin
anlayacağı dil ve düşünce kalıpları içerisinde onunla konuşabilir ve iletişim ku-
rabilir. İşte bu, hakikatin diyalojik görüşüdür ve izafi bir nitelik arzeder. Haki-
kat ancak onun kavramak isteyen kişinin ona yüklediği dil sayesinde kişiyle ko-
nuşabilir. Dolayısıyla kişinin ona yüklediği ve dil vasıtasıyla ondan geri aldığı
yanıtlar her zaman kişinin ona yüklediği dil, düşünce kalıpları ve sorularda ifa-
desini bulur. .
Bu altı noktayı bir bütün olarak ele aldığımızda şu sonuca varabiliriz: Haki-
katin mutlak bir anlamı yok'tur. Çünkü hakikat hakkında ayrılmış, izole edilmiş,
şarta ve konjonktüre bağlı olmayan mutlak ifadeler artık mevcut değildir. Haki-
kat izafidir ve pek çok faktörün etkilediği bir bilgi ağıyla ilintilidir. Buna göre
hakikat her şeyin ötesinde onu idrak ve ifade edenle alakalıdır. Bu nedenle de o,
kişinin bakış açısına, fikrine ve diline bağlıdır. Kısaca, bizim hakikat anlayışı
mız mutlak olmayıp, anlayışımızın tarihi şartlarına, anlama eylemimizin altında
yatan niyetimize, bakış açımıza, dilimize, yorumumuza ve diğer hakikat anlayış
ları ile olan diyalogumuza bağlıdır. 10
100
Journal
of Acadernic
----~·sıoaies
Mahmut Aydın Yıl: 4, Sayı: 14 Ağustos-Ekim 2002
Görüldüğü üzere 18. yüzyıl Aydınlanma düşüncesinin bir sonucu olarak or-
taya çıkan batı Hıristiyan düşüncesindeki bu epistemolojik paradigma değişimi
hakikatin özellikle de eşyaların anlamı hakkındak,i tüm ifadelerin tarihsel, niyet-
se!, bakış açısına bağlı, kısmi, yorumsal ve diyalojik olarak anlaşılmasını ön-
görmektedir. Tüm bu vasıfların ortak olarak ifade ettikleri şey gerçeklik hak-
kındaki tüm anlayışların veya ifadelerin önemli derecede konuşmacı veya bilen-
le ilgili olduğudur.
Bütün bu gelişmelere paralel olarak hem mevcut dinsel çeşitliliğe entelektü-
el ve pratik bir cevap hem dı:! dışlayıcılık (exclıısivizın) ve kapsayıcılığa
(iııclusivivn) alternatif olarak çoğulculuk (plııralism) modeli ortaya çıkmıştır.
Bu konu John Hick, W. Cantwell Smith, Paul Knitter ve benzer düşünceye sa-
hip diğer önde gelen Hıristiyan düşünürlerinin yazılarıyla çağdaş Hıristiyan teo-
lojisi ve din felsefesinde oldukça popüler bir hal almıştır. Hatta ve hatta yuka-
11
101
Akademik
Araştırmalar
Dergisi
Paradigmanın Yeni Adı: Dinsel Çoğulculuk
Dışlayıcılık
Bu görüşün temsilcilerine göre sadece tek bir din doğru, diğer bütün dinler
yanlıştır. Dolayısıyla bu tek doğru dinin temel hedefi, uzlaşmaz bir tutumla di-
ğer dinlerin taraftarlarıyla karşı karşıya gelip onları sahip oldukları dinsel gele-
neklerinden vazgeçirerek kendi dini geleneğine döndürmektir. Yani kendi dı
şındaki diğer bütün dinsel geleneklerin yerini almaktır. Çünkü, sadece bu tek
doğru din sayesinde insanlar Tanrı tarafından kabul edilebilir hale gelir ve neti-
cede de kurtuluşa ererler. Bu şu demektir: Bu tek doğru dinin dışında kalan din-
lerin mensupları ne kadar dindar, ahlaklı ve yüce şahsiyetler olursa olsunlar, ve
ne kadar kendi bulundukları dinin gereklerini yerine getirirlerse getirsinler yine
de kurtuluş ulaşmaları mümkün değildir. Çünkü onların dinleri tek doğru ve
mutlak dine göre eksiktir ve bu nedenden dolayı da taraftarlarını Tanrıya ve do-
layısıyla da kurtuluşa erdiremezler. İşte bu sebeple Tanrı tarafından kabul edil-
mek ve kurtuluşa ermek için tüm insanların bu tek doğru dini benimseyip onun
gereklerini yerine getirmeleri gerekir.
Dinler tarihine bir göz attığımızda hemen hemen her dinsel gelenekte bu gö-
rüşü savunanlar bulunmaktadır. Örneğin, Hıristiyanlara göre Tanrı'ya ve dolayı
sıyla da kurtuluşa götüren tek yol İsa-Mesih'ten geçmektedir. Çünkü o, Tan-
rı'nın eşsiz ve tüm insanlar için bağlayıcı yegane vahyidir. Bu yüzden.de o, tüm
diğer dinlerin ve inançların tek ölçütüdür. Bu görüşü savunan Hıristiyanlar iddi-
alarını temelde şu iki İncil ayetine dayandırmaktadırlar: "İsa, ben tek yol, tek.
hakikat ve tek yaşamım, ben aracı olmadıkça kimse Baba'ya gelemez dedi"; 14
"Başka hiç kimse için kurtuluş yoktur. Çünkü göğün altında, insanlar arasında
bizi kurtarabilecek verilmiş başka bir ad yoktur". 15
Müslümanlara göre ise Hz. Muhammed vasıtasıyla tebliğ edilen müesses İs
lam, insanları Allah'a ve dolayısıyla kurtuluşa yani cennete ulaştıran tek mutlak
yoldur. Çünkü o Allah tarafından peygamberlerin sonuncusu olan Hz. Muham-
med'e tüm insanlık için vahyedilen en son ve en mükemmel dindir. Dolayısıyla
bu dinin dışında olanlar için kurtuluşa erme ve cennete girme söz konusu değil
dir. Yani Allah tarafından kabul edilmek ve cennete girmek için tüm insanların
mutlak surette Hz. Muhammed tarafından tebliğ edilen müesses İslam'ı kabul
edip onun gereklerini yerine getirmeleri gerekir. Bu dışlayıcı görüşü savunanlar
iddialarını temelde şu Kur'an ayetlerine dayandırmaktadırlar. "Allah katında din
İslam'dır" 16 ; "Kim İslam' dan başka bir din ararsa, ondan kabul edilmeyecek, ve
o, ahirette kaybedenlerden olacak.'tır" 17 ; " ...Bu gün size dininizi mükemmelleş
tirdim ve size olan nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'ı seç-
tim ... 18
Bu dışlayıcı görüş, diyalog çağının başladığı 1960'lardan itibaren bir kısım
teologlar tarafından haklı olarak ciddi tenkitlere tabi tutulmuş ve reddedilmiştir.
Şimdi bu tenkitleri kısaca görelim.
!"Niçin ezeli ve ebedi olan Tanrı kendini sadece tek bir yol, tek bir kişi veya
bir topluma vahyediyor da diğerlerine vahyetmiyor? Tıpkı reklamcıların belirli
ürünleri farklı kesimlere uygun olarak pazarlaması gibi, Tanrı da farklı toplum-
lara kendi mesajını farklı yollarla sunamaz mı? Veya bir başka deyişle, Tanrı
farklı toplumlara mesajını sunarken, o toplumların kültürel motiflerine o mesajı
uyarlaması gerekmez mi? Bütün bu sorulara verilecek cevap elbette ki olumlu
102
Journal
of Academic
-----srudies~
Mahmut Aydın Yıl: 4, Sayı: 14 Ağustos-Ekim 2002
103
Akademik
Araştırmalar
Dergisi
Paradigmanın Yeni Adı: Dinsel Çoğulculuk
Kapsayıcılık
Kapsayıcılık bir taraftan kişinin kendi geleneksel değerlerine bağlı kalarak
diğer taraftan da diğer dinsel geleneklere ve onların taraftarlarına karşı dışlayıcı
tutumdan kurtulup onlara karşı daha olumlu bir tavır takınması amacıyla gelişti
rilen bir modeldir. Bu modelin savunucularına göre Tanrı'nın insanlık için ön-
gördüğü kurtarıcı iradesi evrenseldir. Dolayısıyla sadece belirli bir dinin men-
supları değil, aynı zamanda diğer dinlerin mensupları da kurtuluşa ereceklerdir.
Buna göre hakikat ve kurtuluş her dinsel gelenekte mevcuttur. Ancak her
gelenekte şöyle veya böyle mevcut olan bu hakikat ve kurtuluş, gerçekte sadece
tek bir bağlayıcı mutlak hakikatin kısmi yansımalarıdır. Yani bu görüşe göre tek
bir mutlak hakikat ve doğru vardır ve bu doğrunun bulunduğu dinsel gelenek,
diğerlerinden üstündür. Diğer dinsel geleneklerdeki doğru ve güzel şeylerse, bu
tek ve mutlak doğrunun kısmi yansımalarıdır. Hıristiyanlık ve İslam nokta-i na-
zarından bakıldığında bu, şu anlama gelmektedir.
Kapsayıcılığı savunan Hıristiyanlara göre Tanrı'nın tüm insanlık için öngör-
düğü evrensel kurtuluş, her bir dinsel gelenekte mevcuttur. Ancak bu kurtuluş
hangi dini gelenekte gerçekleşirse gerçekleşsin daima İsa-Mesih sayesinde ola-
caktır. Çünkü o, Tanrı'nın tek, nihai, eşsiz ve bağlayıcı vahyidir. O, hem ı:ıihai
icra makamı hem de asli nedendir. 27 Diğer bir deyişle, Yahudiliğin, Yahudilerin
yaşamları için, İslam'ın Müslümanların yaşamları için, Hinduizmin Hinduların
yaşamları için ve Budizm'in Budistlerin yaşamları için olan kurtarıcı etkilerini-
hayette gizli olarak onlarda faal olarak bulunan İsa-Mesih'in kurtarıcılık vasfın
dan kaynaklanmaktadır. 28 Yoksa söz konusu bu dinsel geleneklerin hiç biri İsa
Mesih 'ten, dolayısıyla da Hıristiyanlıktan bağımsız olarak kendi taraftarlarını
kurtuluşa erdirme yetkisine sahip değillerdir. Çünkü bunlar mutlak hakikati de-
ğil de sadece onun kısmi yansımasını ihtiva etmektedirler.
İslam'da ise bütün peygamberler ve onlara tabi olanlar "müslüman" olarak
nitelendirilmek suretiyle bu kapsayıcı tutuma gönderme yapılmaktadır. Kapsa-
104
Joürnal
of Academic
---~studies
Mahmut Aydın Yıl: 4, Sayı: 14 Ağustos-Ekim 2002
yıcılığı savunan Müslümanlara göre sadece Hz. Muhamrned'in tebliğ ettiği ku-
rumsal İslam tek mutlak doğru dindir. Diğer dini gelenekler ise bu mutlak doğru
dinin kısmi yansımalarıdır. Bu şu demektir: Sadece İslam İlahi varlık yani Allah
hakkında tam ve gerçek bir bilgiye sahipken diğer dini gelenekler bu İlahi Var-
lık hakkında sadece bazı gerçekliklere sahiptirler. Bu nedenle de sadece İslam
diğerlerinden bağımsız olarak taraftarlarını Allah'a ve dolayısıyla da kurtuluşa
erdirirken, diğer dini geleneklerin İslam'dan bağımsız olarak taraftarlarını kur-
tuluşa erdirmesi söz konusu değildir.
Tek bir dinsel geleneğin mutlak doğru olmakla beraber diğer dini gelenek-
lerin taraftarlarının da kurtuluşa erebileceklerini ifade eden bu kapsayıcı görüş
günümüz dünyasının çoğulcu yapısı ışığında ancak dışlayıcılıktan ayrılmayı ve
biraz sonra ele alacağımız çoğulculuğa geçişi temsil eden bir köprü olarak kabul
edilebilir. Zira, hem dışlayıcılığın hem de kapsayıcılığın üzerinde durduğu te-
mel konu, tek mutlak doğru dinin dışındaki diğer dinlere mensup kişilerin şu
veya bu şekilde bu tek mutlak doğru dinle ilişkilendirilmesidir. Çünkü bu din-
lerde bulunan hakikatler, iyi ve güzel şeyler, gerçekte bu tek doğru dinin haki-
katinin, iyi ve gtizel şeylerinin kısmi yansımalarıdır. Bu da bu dinlerin tek mut-
lak doğru dinden ayrı olarak bağımsız bir statüye sahip olmadıklarını gösterir.
Bu bağlamda kapsayıcılığı benimseyenlerin sadece tolerans ve hoşgörü ile çev-
relerine şirin gözükmeye çalıştıklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü kapsayı
cılığa geçişle birlikte dışlayıcılıkta ifade edilen tek bir dini geleneğin mutlak
doğru olduğu yönündeki mutlaklık iddiaları bir kenara bırakılmamakta, aksine
diğer dinlerin taraftarlarına Tanrının kurtuluş planında dolaylı olarak bir yer ve-
rilerek bu mutlaklık iddialarının yeni gelişmeler karşısında hayatiyetlerini de-
vam ettirmelerine çalışılmaktadır. Hick'in deyişiyle bu kapsayıcı görüş,
Kopernik devrimiyle son bulmadan önce Batlamyusçu astronomiyi biraz daha
fazla yaşatmak için ona eklenen yörüngelere benzemektedir. 29 Çünkü ona.göre
kapsayıcılık aslında ölmek üzere olan tek bir dinin mutlak doğru olduğu tarzın
daki mutlaklık iddialarının biraz daha yaşaması için ortaya konmuş bir model-
dir. Kısaca güncel terimlerle kapsayıcılığı şu şekilde ifade edebiliriz. O, tüm
devletlerin tam bağımsızlığını tanıyarak ve devletlerin birbirlerini sömürmeye-
rek sürekli bir dünya barışının sağlanması yerine, sıcak savaştan ziyade soğuk
savaşı, nükleer savaştan ziyade milletler arası ilişkileri yumuşatmayı öngören
bir politikadır.
Çoğulculuk
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi çoğulculuk, tek bir mutlak doğru din veya
inanç üzerinde vurgu yapmak veya bu mutlak doğru dini veya inancı diğer din-
sel geleneklerin ve inançların taraftarlarını da içine alacak şekilde kapsayıcı ha-
le getirmek yerine her dinsel geleneğin veya inancın kendi başına diğerlerinden
bağımsız olarak taraftarlarını kurtuluşa götürecekleri noktasından hareket ede-
rek dışlayıcılık ve kapsayıcılığın ötesine geçmeyi hedef edinen bir modeldir. Bu
görüşün savunucularına göre büyük dünya dinleri bizim insani melekelerimizin
ötesindeki aynı Nihai Aşkın Varlığa ilişkin farklı cevaplardır. Bu şu demektir:
Farklı dünya dinlerinin her biri kendi kutsal kitapları, manevi uygulamaları, dini
tecrübe formları, inanç sistemleri, kurucuları, hayat tarzlarını ifade eden kültürel
105
Akademik
Araştırmalar
Dergisi
Paradigmanın Yeni Adı: Dinsel Çoğulculuk
tarzlarıyla beraber kannaşık (komplex) tarihi yapılar olarak her birinin farklı şe
killerde tanıklık ettiği nihai aşkın varlığa farklı cevap teşkil ederler. Bu anlayışa
göre bütün dinlerin temel hedefi aynıdır. Bu hedef, kendi taraftarlarını
ben(ego).merkezlilikten uzaklaştırarak onları Tanrı veya Gerçeklik-merkezliliğe
ulaştırmaktır. Bu bağlamda onların hepsi de Nihai Aşkın Varlığın farklı yolla-
rını temsil ederler.. Çünkü onların hiçbiri mutlak doğruyu ihtiva etmez. Amold
Toynbee, bu bağlamda bizim diğer dinlere ve onların taraftarlarına nasıl yak-
laşmamız gerektiğini şu şekilde izah eder: ,endi inançlarımızı ve kanaatlerimizi
doğru ve hakiki olarak göreceğiz. Ancak bunu yaparken diğer inanç ve kanaat-
lerin onları takip edenler için doğru ve hakiki olduğunu da kabul edeceğiz. Yani
kendi dini geleneğimizin nasıl Tanrıdan geldiğini kabul ediyorsak diğer dini ge-
leneklerin de aynı şekilde Tanrıdan geldiğini kabul etmeliyiz. 30 Bu anlayışa gö-
re Hakikat mutlaktır. Ancak bu mutlak hakikati tanımlamaya ve kavramaya yö-
nelik her hareket görecelidir. Bu model farklı dinsel geleneklerin taraftarlarının
birbirleriyle ilişkilerinde radikal bir değişmeyi ve yeni bir paradigmayı ifade
eder. Bu paradigma da, kendinden öncekilere bağlı olarak onlardan farklı bir
bakış açısını temsil eder. Bu çoğulcu paradigmaya göre ne bu dini gelenek, ne
şu ne de bu din kurucusu kurtuluşun yegane vasıtasıdır. Çünkü kurtuluş sadece
ve sadece Tanrı'dan gelmekte değişik yollar ve vasıtalarla her dinsel gelenekte
şöyle veya böle bulunmaktadır. Bu özelliğiyle çoğulculuk, onu benimseyenler
için kendi dininin dünyadaki yerini ve diğer dinleri anlama noktasında yeni bir
yaklaşımı temsil etmekte ve yukarıda izah edilen dışlayıcılık ve kapsayıcılıktan
ayrılmaktadır.
Bu çoğulcu anlayışın ışığı altında hemen şu iki temel soru aklımıza gelmek-
tedir. Eğer tek bir mutlak doğru din değil de pek çok muhtemel doğru din varsa,
veya diğer bir deyişle her bir dinsel gelenek kendi taraftarlarını İlahi Varlık ta-
rafından kabul edilebilme yolunda eşit geçerliliğe sahipse, bu görüşün savunu-
cuları dinlerin tanrı tecrübeleri ve kurucuları hakkında nasıl bir değerlendirme
de bulunuyorlar. Bu iki soruya çoğulcu düşüncenin batıdaki en yetkin savunucu-
larından Hick şu cevabı vermektedir. 31 En azından axiaz3 2 dönemden beri her
bir dini toplum Yahve, Vishnu, Siva, Kutsal Teslis, Allah gibi kendi Tanrı tec-
rübelerini veya Brahman, Tao, Dharmakaya gibi kişisel olmayan kendi Mutla-
ğının bizzat nihai olarak Gerçek (tize Real=el Hakk) olduğunu varsayarlar. Ço-
ğulcu düşünceye göre buların hepsi, el-Hak'kın hakiki tezahürleri olmasına
rağmen, hiçbiri gerçek anlamda bizzat O değildir. Farklı dinsel geleneklerin teo-
loj ilerinde ve felsefelerinde vücut bulan nihai Gerçeğin tanımlamaları, kendi
Tanrısı veya Mutlak hakkında literal olarak konuşmak suretiyle bizzat el-Hakk
hakkında da mitolojik olarak konuşmuş olurlar. Mitolojik dini hakikat ise kendi
kapasitesi içinde Nihai Varlığa karşı uygun bir insani söylem ortaya koyan ve
geliştiren önemli bir vasıtadır. Dinleri kurucuları ile ilgili olarak da Hick şu
tespitte bulunmaktadır. Din kurucuları ve dinlerdeki yüce şahsiyetler kendi dö-
nemlerinin kültürel şartları içinde Aşkın Varlığa son derece açık ve O'nu olağan
dışı bir canlılıkla tecrübe eden mümtaz şahsiyetlerdir. İşte Hick'e göre, bizim
vahiy dediğimiz şey, bu yoğun son derece güçlü Tanrı veya Aşkın Varlık bilinç-
lik ve onun olağan dışı bir canlılıkla tecrübe edilmesi olayıdır. Bu asli vahiyler
öylesine kuşatıcı ve etki altına alıcıdır ki bunları tecrübe eden din kurucularının
106
Journal
of Academic
· - - '-.§!lJdles
Mahmut Aydın Yıl: 4, Sayı: 14 Ağustos-Ekim 2002
ve dinsel figürlerin sözleri ve hayatları Tanrı'yı veya Nihai Aşkın Varlığı insan-
lara bildirir ve tanıtır. Bu bağlamda Hick'e göre din kurucularına kendi dönem-
lerinin insanları olarak daima saygı gösterilmeli ve kendimizi onların kültürleri-
ne uydurmaya çalışmak yerine onların temel mesajını kendi dönemimize taşı
maya çalışmalıyız.
Bu tespitin ışığı altında dinsel çoğulculuğu savunan Hıristiyan teologlarına
göre onları dini çoğulculuğu benimsemeye götüren temel sebepler şunlardır: (1)
Günümüzde yapılan istatistikler bize göstermektedir ki %99'a varan bir oranda
biz dinimizi sonradan seçmiyor, bilakis onu doğuştan alıyoruz. Yani bizim han-
gi dini seçtiğimiz bizim kendi irademize değil de nerede ve ne zaman doğdu~
ğumuza bağlıdır. Örneğin, bir kimse Müslüman bir anne-babadan Müslüman bir
ülkede dünyaya gelmişse o kimse muhtemelen Müslüman olacak ve Tanrı ile de
İslami inançlar dahilinde irtibatlı olacaktır. Yine bir kimse Hıristiyan bir anne-
babadan Hıristiyan bir ülkede dünyaya gelmişse, o da muhtemelen Hıristiyan
olacak ve Tanrıyla da Hıristiyan inancı dahilinde irtibatlı olacaktır. 33 İşte bu is-
tatistiksel gerçeğin ışığı altında çoğulcu modelin taraftarları şu hususun altını
önemle çizmektedirler: Kendimiz seçmediğimiz bir dinsel geleneğin diğerlerin
den üstün olduğunu apriori olarak nasıl iddia edebiliriz?
2- Diğer dinsel geleneklerin taraftarlarının yaşamlarını yakından gözlemle-
yip, onların nasıl bir hayat sürdüklerini öğrenmekle, ahlaki ve manevi meyveleri
farklı olsa da, onların dinsel inançlarının bizimkinden daha az veya daha çok
verimli olmadıkları hususu gözlemlenebilir bir hakikattir. Örneğin, diğer dinsel
gelenekleri tanımak ve onların taraftarlarının yaşamlarını gözlemlemekle kolay-
ca o inançların da kendi inancımız kadar faydalı olduğu ve onları benimseyen
kişilerinde en az bizim kadar veya bizden daha az ya da çok şefkatli, nazik, di-
ğerlerini düşünen, şerefli ve merhametli oldukları sonucuna rahatlıkla varabili-
riz.
3- Dinsel çoğulculuğun yadsınamaz bir gerçeklik olduğu günümüz dünya-
sında bir inancın diğerlerinden üstün olduğunu o inanca mensup olanlarla diğer
lerine mensup olanlar arasında mukayese yaparak ortaya koymak pek mümkün
değildir. Zira, farklı dinlerin mensupları tarafından tesis edileh büyük dünya
medeniyetlerine baktığımız da bu medeniyetlerin her birinde hem iyi hem de
kötü hususiyetlerin mevcut olduğunu rahatlıkla gözlemleyebiliriz. Örneğin, Hint
kast sisteminin kötülüğüne karşı Avrupa sınıf sisteminin kötülüğünü; Budist,
Hindu ve Müslüman ülkelerin fakirliğine karşı, pek çok Hıristiyan ülkenin yer-
yüzünün yenilenemeyen kaynaklarını tüketmeleri ve bencilce çevreyi kirletme
kötülüğü; çeşitli fakir ülkelerde ki sosyal problemlere karşı, gelişmiş Avrupa
ülkelerindeki uyuşturucu, şiddet ve suç oranlarının artması; bazı doğulu ülkele-
rin rejimlerinin zulüm ve işkencelerine karşı, Hıristiyan Avrupa'nın uzun za-
mandır devam ettirdiği Yahudi düşmanlığı. .. 34
Çoğulcu modeli ileri sürenlerin argümanlarını daha iyi anlamak için bu son
iki maddeyi daha da açmak istiyoruz. Günümüz büyük dünya dinlerine uzunca
süredir yaşanan tarihsel gerçeklikler olarak baktığımızda onların her birinin hem
faydalı hem de zararlı unsurları ihtiva eden karmaşık bir yapı arz ettiklerini gö-
rürüz. Bu dinsel geleneklerden her biri kendi milyonlarca taraftarları için onları
farklı hayat safhaları boyunca taşıyarak; hastalık, ihtiyaç ve felaket anlarında
107
Akademik
Araştırmalar
Dergisi
Paradigmanın Yeni Adı: Dinsel Çoğulculuk
Buraya kadar ifade ettiklerimiz büyük dünya dinlerinin iyi taraflarıdır. Bir
de madalyonun öbür tarafı vardır ki burası da söz konusu bu dinsel geleneklerin
her birinin kendi taraftarlarının yaptıkları bazı hata ve kötülüklerini kutsayarak
haklı çıkarmasıdır. Örneğin, Hinduizm oldukça zengin ve güçlü kainat anlayışı
tesis etmesi ve iç kurtuluş yoluna işaret etmesine rağmen, kast sisteminin yaşa
masına izin vermek suretiyle insanlar arası eşitsizliği onaylamaktadır. Budizm
temelde barışçıl ve hoşgörülü olmasına rağmen, ben-merkezli olmama fikrinden
dolayı bu dinsel gelenekteki pek çok insan sosyal adalet meselesi ile ilgili ola-
rak birbirlerinden farklılaşmamıştır. Yani kişilerin ferdi hakları ihmal edilmiştir.
İslam' da taraftarlarını tüm kalpleriyle Allah'a teslim olmaya ve "İslam kardeşli
ğini" tesis etmeye teşvik etmesine ve renk, ırk, dil ve din ayırımı yapmaksızın
barış ve kardeşliği ön plana çıkarmasına rağmen, cihat veya kutsal savaş adı al-
tında Müslümanlar tarihin çeşitli dönemlerinde fanatisizme, hoşgörüsüzlüğe, in-
108
Journal
--::-~of~Academic
Studies
Mahmut Aydın Yıl: 4, Sayı: 14 Ağustos-Ekim 2002
109
Akademik
Araştırmalar
Dergisi
Paradigmanın Yeni Adı: Dinsel Çoğulculuk
110
Journal
of Academic
----smaıes-
Mahmut Aydın Yıl: 4, Sayı: 14 Ağustos-Ekim 2002
içine alma gücüne sahip olduğu anlamında empeıyalizm değildir. Yine o bütün
dinleri birbirlerinin geçerliliklerini tanımaya ve sonrada kendi yollarında birbir-
lerinden habersiz olarak yürümeye çağıran işe yaramaz bir hoşgörü de değildir.
Bütün bunların aksine "birleştirici çoğulculuk" her bir dinin kendi varlıklarını
kendilerinde yoğunlaştırdığı bir birliktir. Buna göre her "bir din kendi eşsizliği
ni muhafaza eder. Ancak bu eşsizlik birbirlerine karşılıklı bağımlılık içinde bir-
birleriyle ilişkili o.lmak suretiyle gelişir ve yeni derinlikler kazamr". 43
İşte bu şekilde ifade edilen çoğulcu anlayış, "teolojik Rubicon'u geçmek"
44
111
Akademik
Araştırmalar
Dergisi
Paradigmanın Yeni Adı: Dinsel Çoğulculuk
112
Joumal
_ _otAcademic
Studies
Mahmut Aydın Yıl: 4, Sayı: 14 Ağustos-Ekim 2002
113
Akademik
Araştırmalar
Dergisi
Paradigmanın Yeni Adı: Dinsel Çoğulculuk
114
Journal
:: ___ of~Academic
Studies
Mahmut Aydın Yıl: 4, Sayı: 14 Ağustos-Ekim 2002
115
Akademik
Araştırmalar
Dergisi
Paradigmanın Yeni Adı: Dinsel Çoğulculuk
• Yrd.Doç.Dr., OMÜ İlahiyat Fakültesi, Dinler Tarihi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
ı Thomas Kuhn, Tlıe Strııctııre of Scientific Revolııtions, Chicago: University of Chica-
~o, 1970, s: 174-210. . . . .
- Hans Kimg, "Paradıgm Change ın Theology: A Proposal for Dıscussıon", (Hans
Küng& David Tracy, eds., Tlıeology and Paradigm C!ıange, New York: Crossroads,
1989 içinde) s. 3-33.
3
Bu makalede Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam gibi semitik kökenli dinlerdeki Tanrı
tasavvurundan Hinduizm ve Budizm gibi Hint kökenli dinsel geleneklerdeki Aşkın Ger-
çeklik tasavvurlarını ifade etmek için "Nihai Aşkın Varlık" kavramını kullanacağız.
4
Alan Race, Clıristians and Religioııs Plııralism: Patterııs iıı tlıe Clıristiaıı tlıeology of
Religions, Landon: SCM Press, 1983, s. 1-2.
5
Paul F. Knitter, No Otlıer Name? A Critical Sıırvey of Clıristian Attitııdes Towards tlıe
World Religioııs, Landon: SCM Press, 1985, s. 23-30.
6
Race, Christians and Religioııs Pluralism, s.lvd.; John Hick, Tlıe Reinboıv of Faitlıs,
Landon: SCM Press, 1995, s. 12-13; Daniel B. Clendein, Many Gods Maııy Lords:
Clıristianity Encoııııters World Religions, Grand Rapids: Baker Books, 1995, s.18-29;
Charles Kimball, Striving Togetlıer: A ıvay Fonvard in Clıristiaıı-Mııslim Relatioııs,
Maryknoll: Orbis Books, 1991, s.48-56.
7
W. Cantwell Smith, Tlıe Faith of Ot/zer Meıı, New York: Harper Torchbooks, 1972,
s.11. .
8
Leonard Swiciler, After tlıe Absolııte: Tlıe Dialogical Fıııııre of Religioııs Reflectioıı,
Minneapolis: Augsburg Fortress, 1990, s. 7-11.
9
Herınenötik ve hakikat konusunda daha fazla bilgi için bk. Burhanettin Tatar, Felsefi
Hermenötik ve Yazarın Niyeti: Gadamer versııs Hirsc/ı, Ankara: Vadi yay., 1999.
ıo R. Bemhardt, Clıristiaııity ıvitlıoııt Absolııtes, Landon: SCM Press, 1994, s. 119;
Swidler, After tlıe Absolııte, s. 58-59.
11
Hick, Cantwell Smith ve Knitter'in dini çoğulculukla ilgili en önemli eserleri şunlar
dır: John Hick, Aıı bıterpretatioıı of Religioıı: Hııman Response to tlıe Transceııdent,
Landon: Macmillan, 1989; Hick, Problems of Religious Plııralism, Landon: Macmillan
1989; Hick, Tlıe Raiııboıv of Faitlıs; Paul F. Knitter, No Otlıer Name?; Knitter, Jesııs
and tlıe Otlıer Names: Clıristiaıı Missioıı and Global Respoıısibility, Maryknoll: Orbis
Books, 1996; Cantwell Smith, Toıvards A World Tlıeology: Faitlı aııd tlıe Comparative
History of Religioıı, Landon: Macmillan, 1980.
12
Smith, Faitlı of Otlıer Meıı, s. 133.
ı 3 Hick, "Foreword", in Smith's Meaııiııg aııd End of Religİoıı, Minneapolis: Fortress
Press, 1991, s.vı.
ı 4 Yıılıamıa, 14:6.
15
Resullerin İşleri, 4: 12.
16
Kıır'aıı, 3:19.
ıı Kur'an, 3:85.
18
Kıır'an, 5:4; Türkçe'ye yapılan Kur'an tercümelerinin çoğunda söz konusu bu ayetler-
deki İslam terimi sözlük anlamıyla değil de Hz. Peygamberin tebliğ ettiği kurumsal İs
lam olarak anlaşılmıştır. Ancak kanaatimizce bu tarz bir tercüme gerçeği pek yansıtma
maktadır. Zira, çağımızın Muhammad Esed kaleme aldığı meal tefsirinde Mekke döne-
minde inen Kalem suresinin "Yoksa, bize teslim olanlara [müslimin] suçlular ile aynı mı
davranalım" mealindeki 35. ayetine ilişkin şu önemli anekdota yer vermektedir:
"Miislimfiıı (tekili miislim) teriminin Kur'an'ın vahiy tarihinde ilk kullanıldığı yer, bura-
sıdır [Kalem, 68/35]. Bu çalışmada miislİm ve İslam terimleri orijinal anlamlarına uygun
116
Journal
of Academic
----"----Studies
Mahmut Aydın Yıl: 4, Sayı: 14 Ağustos-Ekim 2002
olarak, yani "Allah'a teslim olan [veya "olmuş"] kimse" ve "insan'ın Allah'a teslimiye-
ti" şeklinde çevirdim. Aynı şey, esleme fiilinin Kur'an'da kullanılan bütün biçimleri_için
de geçerlidir. Unutulmamalıdır ki, bu terimlerin "kurumsallaşmış" kullanımı '..-yani, özel-
likle Peygamber Muhammed (s)'in izleyicileri için kullanılması-kesinlikle Kur'an sonra-
sı bir gelişmeyi yansıtmaktadır ve bu nedenle de bir Kur'an çevirisinde yer almamalıdır.
Bkz., Esed, Kur 'an Mesajı, III, 1177 (17. Not). Buna göre yukarıda meallerini verdiği
miz ayetleri şu şekilde Türkçe'ye tercüme etmek ve anlamanın daha uygun olacağı kana-
atindeyiz. "Allah ııezdinde tek hak din insanın O 'na teslimiyetidir; daha ince vahiy veri-
lenler kıskançlıklarından dolayı, kendilerine hakikat bilgisi geldikten sonra bu konuda
farklı görüşlere sarıldılar. Allah'ın mesajlarını inkar edenlere gelince; unutma, Allah he-
sap görmede hızlıdır. (Kur'an 3:19). "Kim Allah'a teslimiyetten başka bir din ararsa, bu
kendisinde asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette kaybedenlerden olacaktır. (Kur'an
3:85). " ... Bugün dininizi sizin için kemale erdirdim, nimetlerimin tamamını size bahşet
tim ve Bana teslimiyeti sizin dininiz olarak belirledim. (Kur'an 5:3).
ı 9Michael Peterson ve diğerleri, Reason & Religious Belief" Aıı lntroduction to tlıe
Philosophy of Religioıı, Oxford: Clarendon Press, 1991, s. 222-223.
20
Hick, Problems of Religioııs Pluralism. s. 38.
2
ıRace, Christiaııs and Religious Pluralism, s. 37
22
Bkz.,Cantwell Smith, "Idolatry: in Comparative Perspective", (Hick & Knitter, eds.,
The Mytlı of Christiaıı · Uniqııeness içinde) s. 53-68; Tom F. Driver, "The Case for
Pluralism", (Hick & Knitter, eds., Tlıe Myth of God lııcarııate, içinde) s. 216.
23
Kur'an, 5:48.
24
Kur'an, 22:67.
25
Kur'an, 2:62; 5:65.
26
Kur'an, 2:136, 285; 3:84).
27
Gavin D'Costa, Theology and Religioııs Pluralism: Tlıe Challenge of Otlıer
Religions, Oxford: Basil Blackwell, 1986, s. 80.
28
Hick, Tlıe Rainbow of Faitlıs, s. 22.
29
Hick, Tize Rainbow of Faitlıs, s.21.
30
A. J. Toynbee, Christiaııity among tize Religions of tlıe World, New York: Scribner's,
1957, ss. 99-100. Kanaatimizce Toynbee'nin bu argümanı şu şekilde değiştirirsek kabul
edilmesi daha kolaylaşır veya bizim için kabul edilebilir bir hale gelir: Kendi dinsel i-
nançlarımız ve kanaatlerimizi mutlak olarak doğru ve hakiki olarak kabul ederken diğer
dinsel geleneklerin inançlarının da mutlak olarak doğru ve hakiki olduğunu değil de o-
labileceğini kabul etmeliyiz. Çünh.ii eğer söz konusu o geleneklerin inançlarını tamamen
yanlış olarak nitelendirirsek o zaman kendi geleneğimizi mutlaklaştırır ve bu şekilde de
dışlayıcılığa dönüş yaparız. Ancak onları tıpkı kendi inançlarımız gibi doğru ve hakiki
kabul edersek o zaman da bizim sahip olduğumuz dinsel geleneğin bizim için bir anlamı
kalmaz. Bütün bu olumsuzluklardan sakınmak için kendi dinsel geleneğimizin mutlak
olarak doğru ve hakiki olarak kabul edilip diğerlerinin de doğru olabileceği ihtimalini
tanımamız gerektiğini ileri sürüyoruz.
31
J. Hick, The Fiftlı Dimension; An Exploration of tlıe Spiritııa~ Realm, Oxford:
Oneworld, 1999, s.78.
32
Axial age kavramı ilk defa Kari Jaspers tarafından Origin and Goal of History adlı e-
serinde ileri sürülmüştür. MÖ. 800-200 yılları arasında insanlık tarihi kendi toplumla-
rından nüfuz ederek son derece önemli fikir ve düşünceleri insanlığa vaaz eden mümtaz
şahsiyetlerin ortaya çıktığına tanıklık etmektedir. Bunların en belli başlı olanları Çin'de
Konfüçyüs ve Lao-Tzu; Hint alt kıtasında Gautama Buda, Mahavira, Upanişhadların ve
117
Akademik
Araştırmalar
Dergisi
Paradigmanın Yeni Adı: Dinsel Çoğulculuk
daha sonra Bhagavad Gita'nın yazarları; İran'da Zerdüşt veya Zoroaster; Filistin bölge-
sinc;!e Amos, Hoşea, Yeremya, İşaya, ve Hezekiel gibi Eski-Ahit peygamberleri; Eski-
Yunan'da Pisagor, Sokrates, Eflatun ve Aristo gibi düşünürlerdir. İşte insan tarihi ve dü-
şüncesindeki bu son derece önemli bağ axial dönem olarak ifade edilmektedir. Bu bağ
lamada şayet Hıristiyanlığı Yahudiliğin ve İslam'ı da Yahudilik ve Hıristiyanlığın varsa-
yıcısı olarak görüyorsak o zaman mevcut tüm dünya dinlerinin köklerini bu axial döne-
me dayandırdıklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Hick, Tlıe Fiftlı Dimeıısio11, s. 5; Ewert
Cousins, "The World Religions: Facing Modemity Together", Joıınıal of Ecwııe11ical
Stııdies, 30/3-4, 1993, s. 417-425.
33
Hick, "Is There Only üne Way To God?", Tlıeology, 1980, s.4-7.
34
Hick, The Rainboıv of Faitlıs, s.14.
35
Dinlerdeki altın kuralla ilgili olarak bk. Hick, A11 lııterpretatio11 of Re lig io11, s. 309-
314; ayrıca bk. Mahmut Aydın, "Dinler Arası Diyalogda Teoriden Pratiğe Geçiş: Küre-
sel Bir Ahlaka Doğru", (Hoşgörü Yılı ve İnanç Turizminde Göller Bölgesi Sempozyumu,
07-08-2000, Isparta: Süleyman Demirel Ünv. Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2001 içinde)
s.163-178.
36
Hick, "Religion, Violence and Global Conflict: A Christian Proposal", Global
Dialogııe: Tize Neıv Universe of Faitlıs, 2/1 (2000), s. 1-10.
37
Hick, "The Non-Absoluteness of Christianity", (Hick &Knitter ed., Tlıe Myth of
Christiaıı Uniqueness, Landon: SCM Press, 1987, içinde) s. 29-30.
38
Hick, Tlıe Rainboıv of Faitlıs, s. 15.
39
Hick, Tlıe Rainboıv of Faitlıs, s.13.
40
Hick, God ançl tlıe Universe of Faitlzs, Oxford: Oneworld, 1993, s.viii-ix.
41
Hick, God and Uııiverse of Faitlıs, s.131.
42
Hick, "Trinity and Incarnation in the Light of Religious Pluralism", (John Hick &
Edmund S. Meltzer, eds., Tlıree Faitlıs- 011e God: A Jeıvish, Christiaıı, Mııslim
Encowıte, Landon: Macmillan, 1989, içinde) s. 204.
43
Knitter, No Otlzer Name?, s.9.
44
Crossiıı tize Rııbicoıı: Bir işte kesin bir adım atmak, dönülmez bir harekette bulunmak
demektir.
45
Paul F. Knitter, "Hans Küng' Theological Rubicon", (Leonard Swidler, ed., Toıvards
a Uııiversal Tlıeology of Religion, içinde) s. 225.
46
Knitter, "Preface", (Hick & Knitter, Myth of Christiaıı Uniqueness, içinde) s. vii.
47
Söz konusu bu tezlerle ilgili bk. Hick & Knitter, ed., T/ıe Myt/ı of C/ıristiaıı
Uniqııeness.
48
Chester Gillis, Plııralism: A Neıv Paradigm far Theology, Louvain: Peeters Press,
1993, s. 170-171. .
49
Langdon Gilkey, "Plurality and Its Theological Implications'', (Hick & Knitter, eds.,
'['he Mytlı of C/ıristian Uniqııeness, içinde) s. 37-50.
'
0
Paul F. Knitter, One Eartlı Ma11y Religioııs: Multifaitlı Dialogııe & Global
Respoıısibility, Maryknoll: Orbis Books, 1995, s, 30.
51
David J. Krieger, Tize Neıv Uııiversalism: Foundations far a Global Tlzeology,
~aryknoll: Orbis Books, 1991, s. 59-62 .
. '-Krieger, Tlıe Neıv Uııiversalism, s. 74.
118
Journal
of Academic
----·--sruaies
Mahmut Aydın Yıl: 4, Sayı: 14 Ağustos-Ekim 2002
Abstract
Tize issııe of religioııs pluralism has coıne aut as aıı iııtellectııal aııd practical
respoııse ta tlıe religious diversity of oıır world. Tlzis plıeııomeııoıı /ıas becoıııe
sa popular iıı coııtemporaıy Clzristiaıı tlıeology aııd plıilosoplıy of religioıı
tlıroııglı tize ıvritiııgs of leadiııg Clıristiaıı tlıiııkers suclı as Jolııı Hick,
W. Caııtwell Sın itiz, Paııl F. Kııitter aııd ot/ıer like ıniııded oııes, aııd a vast
amowıt of literatııre has growıı up arowıd tlzeir writiııgs. in fact, tlıe
developmeııt of religioııs plııralism as an alterııative ta religioııs exclıısivism
aııd iııclusivism is partially tize result of better kııowledge of otlıer religioııs,
iııcreasiııg dialogLte aııd coııtact betıveeıı tlıe followers of dif.fereııt religious
traditioııs. Forma! aııd iııformal coııtacts ıvitlı people of otlıerfaitlıs lıave led
some C/ıristiaııs ta ask wlzetlzer tlıere are ot/ıer ıvays of salvatioıı besides tlıe
Clzristiaızfaitlı. Far, oııe of tlıe maiıı argwııeııts of t/ıe defenders of tlıis
plzeııomeııoız is tlıat by becomiııg ta kızow people of otlıerfaitlıs aııd observiııg
tlıe lives of t/ıeirfollowers, it has become fairly commoıı discoveıy tlıat tlıose
faitlıs are beııeficial as mıcclı as Clıristiaııity aııd tlıeirfollowers are ııo less
kiızdly, lıoiıest, t/ıoııglztfııl far otlıers, ııo less trııtlifııl, lzoııoıırable, loviııg aııd
compassioııate tlıaıı" Clıristiaııs. Tlıis aııd otlıer simi/ar argıımeııts lıave led
some coııteıııporaıy Clıristiaıı tlıiııkers ta recoıısider tlıe traditioııal Clıristiaıı
beliefs iıı tlıe liglıt of ııew developıneııts aııd tlıe practical implicatioııs of
dialogııe witlı people of otlıerfaitlıs. Since, accordiııg tlzese tlıiııkers, tlıese
traditioııal beliefs imply tize wıiqııeness, defiııitiveııess, absoluteııess,
ııormativeııess, superiority of Clzristiaııity in comparisoıı witlı otlıer religioııs of
tize world. Witlıiıı t/ıis coııtext, iıı tlıis essay, first of all we will ex/ıibit lıow tlıe
issııe of religioLts p!Ltralism has coıııe aut iıı tlıe westerıı Clıristiaıı tlzoııglzt.
Secoııdy, we will tıy ta elaborate its ıııaiıı argumeııts. T/ıirdly, we will tıy ta
examiııe ıv/ıy tlıe relious plııralism is necessaıy far oıır coııtemporaıy world. Iıı
otlıer words we will fly ta slzoıv tize beııefits of tize argıımeııts of tlıe religioıcs
pluralism ta !ive peaceftılly ıvitlz people of ot/zer faitlıs witlıiıı tlıe diversity of
oıırfaitlıs aııd cııltures.
119
Akademik
Araştırmalar
Dergisi