Mother Film Cozumleme

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 8

FİLM ÇÖZÜMLEMESI

Filmi birçok açıdan okumak mümkün. Bir yazarın ilhamını bulma yolculuğu, doğa ve
çevrenin ilişkisi ya da en basit haliyle gece yarısı bir eve ansızın yapılan baskın gibi.
Ancak biz bugün filmi eski ahit üzerinden çözümleyeceğiz.

-Sana yetemediğim için canım yanıyor


+Sen suçlu değilsin, benim için her zaman her şey yetersiz. Yoksa ben yaratamazdım.
Şimdi her şeye baştan başlamalıyım.

“Mother!” filminin finalinden bu replikler hem filmin hem de tüm yaratılış döngüsünün bir
özeti niteliğinde. Nitekim insana asla hiçbir şey yeterli gelmez. Daha çok olmak ister,
daha çok yaratmak, daha çok sevmek ister ve daha çok sevilmek… O nedenle hep
baştan başlar durmaksızın. Lafı uzatmadan direkt olarak filmde kimin ne olduğuna
değinmek gerekirse öncelikle filmde hiç isim kullanılmamış olması yönetmenin sanatını
özgür bırakmış olması anlamına geliyor. Film gerçek bir sanat filmi. Her şeyi izleyicinin
öznel bakış açısına bırakmış. Yine de kendi kişisel evren görüşünü en sert biçimde
ortaya koymaktan çekinmemiş.

Öncelikle tüm film eski ahitte anlatılan hikayeler üzerinden gidiyor. Tanrının evreni
yaratışı, havva ile adem, cennetten kovuluşları, İsa’nın doğumu ve günümüze hatta
yönetmenin çizdiği olası geleceğe kadar gidiyor film. Oyuncuların gerçek isimleriyle neyi
sembolize ettiklerini anlatmaya çalışalım:

Javier Bardem: Tanrı (İncil’deki tanrı)


Jennifer Lawrence: Doğa Ana (Anima Mundi, dünyanın ruhu)
Ev: Evren
Kristal: Sevgi (Koşulsuz, saf sevgi)
Ed Harris: Adem
Michelle Pfeiffer (Ed Harris’in karısı): Havva
Havva ile Adem’in iki oğlu: Habil ve Kabil
Bebek: İsa
Şimdi kronolojik olarak filmde olanları çözümleyelim:

● Javier Bardem Tanrı'yı temsil ediyor. Başrolümüz, ünlü yazarımız; Yani Javier
Bardem bu filmde Tanrı'yı tasvir ediyor. Muhtemelen fark etmediniz fakat filmin en
başında gördüğünüz kadın Jennifer Lawrence değildi. Farklı bir kadın yok oldu ve Tanrı
ondan aldığı kristali (sevgi-kutsal ruh) yerine koyarak hayatı başlattı.

Filmin başında yok olan kadın.

● Kadın Doğa’yı temsil ediyor. Film boyunca panik halinde gördüğümüz Jennifer
Lawrence’I ise Doğa Ana-Meryem Ana olarak izliyoruz.

Jennifer Lawrence
● Tanrı, yani yaratıcı; Evreni, Dünyayı ve Doğayı yaratıyor. Fakat 'yalnız kalmalıyım'
diyerek başka ilhamlar arıyor. Bu sürede Jennifer yani Doğa Ana da duvara gri ve sarı 2
çizgi çiziyor. Bu Ay ve Güneş'i temsil ediyor. Sonrasında ise lavabo ve şömine
sahnelerini izliyoruz. Bu da artık dünyada Su ve Ateş'in de yer aldığını bize gösteriyor.

Film eve güneş doğmasıyla başlar çünkü önce evren yaratılmıştır. Ardından doğa ana
uyanır. Ev ve doğa ananın farklı şeyleri sembolize etmesi ama birbirlerine bağlı olmaları
oldukça iyi bir detay. Jennifer Lawrence’ın karekteri ise anima mundi kavramıyla
ilişkilendirilebilir. Çünkü bir doğa vardır bir de doğanın ruhu. Mesela dünya yaşayan bir
varlıktır. Biz canlı deyince kolları bacakları eti kemiği olan organik varlıklar aklımıza
getiriyoruz ama canlılığın tanımı oldukça muğlaktır. Dünya canlıdır ve anima mundi
kavramı onun ruhunu temsil eder. Jennifer Lawrence yani Mother ile tamir etmeye
çalıştığı ev arasında da böyle bir bağ var. Çünkü dünyaya zarar verdiğimizde, anima
mundi onu tamir etmek için bir şeyler yapar. Bu bazen sel, bazen depremlerdir. Belki de
Corona Virüsü böyle bir tamirat çalışmasıdır. Çünkü corona virüs ortaya çıktığından beri
tüm dünyanın üzerindeki hava kirliliği ve karbondioksit salınımı uydu
fotoğraflarından bariz bir şekilde görülecek ölçüde azaldı.

Javier Bardem

● Ve Tanrı insanı yarattı; “Adem”; Bir akşam kapı çalıyor ve bir doktor geliyor. Bu kişi
gelir gelmez evde bir huzursuzluk hakim oluyor. Doğa Ana’nın karnında ağrılar baş
gösteriyor. İnsanın kendine zarar vereceğini düşünüyor. Sonrasında raflardaki kitapları
gören adam, Tanrı’ya “Bunları yazan siz miydiniz? Hayranınızım, kitaplarınız hayatımı
değiştirdi” diyor. Hemen akabinde ise tanrının üzerine titrediği kristali görüp dokunmak
istiyor. Tanrı buna izin vermiyor.
Tanrı yazardır çünkü incil bakış açısında kaderlerimiz onun ellerindedir. Lakin bu noktadan
sonra yönetmenimiz Darren Aronofsky’nin kişisel ve dine karşı protest bakış açısı kendini
göstermeye başlar. Bir yazar olarak tanrı yaratma sancısı çekmektedir ve yarattığı evrene insanı
da dahil eder. Ve böylece Adem (Ed Harris) eve girer. Doğa ana ona evde sigara içmenin yasak
olduğunu söylemesine rağmen o dinlemez ve hasta olmasına rağmen sigara içip kendisini yavaş
yavaş öldürmeye devam eder. Doğa ana tamamen yaratma, düzeltme, birleştirme odaklı
olduğundan; Adem’in bu davranışları ona saçma gelir ve onu sinirlendirir. Gecenin bir yarısı tanrı
ve Adem tuvalette iken doğa ana ademin sırtında kaburgalarının olduğu yerde bir yara görür.
Akabinde eve Havva yani Ed Harris’in karısı girer. Bu da; “kadın Adem’in kaburga kemiğinden
yaratılmıştır” sözüne atıftır incildeki.

● Havva geliyor! Doğa Ana gece kalkıp yanında eşini göremeyince hemen aşağıya
iniyor ve ikiliyi banyoda görüyor. Tam o esnada Tanrı, Doktorun kaburgasındaki yarayı
kapatıyor. Bu sahne, tüm dinlerde geçen Havva’nın, Adem’in kaburgasından
yaratılmasını tasvir ediyor. Sabah ise kapı çalıyor ve Havva geliyor.

Michelle Pfeiffer ve Ed Harris

● İnsanoğlu cennetten kovuluyor. Adem ile Havva, Doğa Ana’nın girilmesinin yasak
olduğunu söylediği odaya girip Tanrı’nın çok değer verdiği Kristali kırıyor. Tanrı
bağırıyor ve herkes korkuyor. Bu sahnede yasak meyvenin yenildiği resmediliyor.
Ardından oradan çıkan adam ve kadın birlikte oluyor ve çocuklar dünyaya geliyor.
● Habil ve Kabil sahnesi… Eve gelen çocuklar tartışmaya başlıyor ve bir cinayet
yaşanıyor. Tartışma miras yüzünden oluyor ve tıpkı kutsal kaynaklarda bahsedilen Habil
ve Kabil kardeşlerin yaşadıklarını temsil ediyor. İlk kan dökülüyor ve ev yani “Dünya” ilk
yarayı alıyor. Yerdeki kan lekesini çıkarmaya çalışan Doğa Ana, bunu başaramıyor ve
üzerine halı çekiyor. Kan evde bir delik oluşturuyor ve evin zemininde cehenneme
açılan bir kapı görüyoruz. Buradan çıkan “kurbağa” ise felaketleri ve dünyanın sonunun
buradan olacağını bize gösteriyor.

● Doğa Ana her bocaladığında sarı bir su içiyor. Ben bunun “Güneş” olarak tasvir
edildiğini düşünüyorum. Filmde cevabı verilmiyor fakat Doğa Ana her kötü hissettiğinde
Güneş’ten güç almaya çalışıyor da denilebilir.

● İnsanoğlu çoğalıyor. Cenaze sonrası eve gelenler o kadar artıyor ki Doğa Ana çok
rahatsız oluyor. Tanrı ise “Bu insanların anlattığı hikayeleri duyman lazım!” diyerek

eğleniyor. Burada İnsanoğlu’nun binlerce yıldır uydurduğu(!), yazdığı, inandığı ve


uğruna kurbanlar, adaklar verdiği Mitolojik efsanelere atıfta bulunuluyor. Tanrı bunları
komik buluyor.

● Su borusunun patlaması ise Nuh Tufanı’nı temsil ediyor. İnsanlar birden çoğalarak
eve yani dünyaya zarar vermeye başlayınca Doğa Ana kızıyor ve sonrasında patlayan
lavabo borusundan sular fışkıyor. Bu olaydan hemen sonra evdeki herkes etrafa
kaçışıyor. İşte burada Nuh Tufanı’nı izliyoruz.

● Ve sarı içecek dökülür… Tanrı ve Doğa Ana birlikte oluyor ve hemen sonraki sabah,
Tanrı ilhamla dolup yazmaya başlıyor. Doğa ise “Ben gidip kıyameti başlatayım…”
diyerek esprili bir şekilde gidip içtiği sarı toz içeceği (Yani Güneş’i) döküyor. İşte bu
sahne Küresel ısınmayı, yani dünyanın sonunun başlangıcını bize gösteriyor.

● Tanrı eserini bitirir… Doğa Ana bunu kutlamak için nefis bir yemek hazırlıyor fakat
birden yine eve insanlar gelmeye başlıyor. Gelenler Tanrı’ya hayranı olduklarını
söylüyor ve birden ev bu kalabalık tarafından istila edilmeye başlanıyor. Doğa Ana
“Burası benim evim” dese de insanlar “Şair (yani Tanrı) buranın hepimizin evi olduğunu
söylüyor” cevabı alıyor. Ev yağmalanıyor.

Doğa ana bebeğine hamileyken, tanrıya ilham gelir ve o meşhur olan kitabını yazar. İncil’i. Kitap
herkes tarafından çok beğenilir. Öyle ki hayranları yazarı putlaştırmaktadır. (Pek çok kişisel
gelişim danışmanının başına gelen bir şey, ve çoğu da kendini kaybeder.) Yani kitabın
anlattıkları önemsiz hale gelir sadece yazara olan hayranlık ve sevgilerini ona sunmaları
görünür filmde. Tanrı bu sevgi halinden hoşnuttur çünkü sevgi yaratmak istemektedir ama
insanlar sevgiyi bile putlaştırırlar ve sevgiyi kullanarak parçalarlar. Zaten Adem’in yasak elmayı
kırması da bunu sembolize etmektedir. Bu tam bir severken boğma vakasıdır.
● Ve kıyamet!... Doğa Ana bu kaosun içinde bebeğini dünyaya getiriyor fakat insanoğlu
bebeği severken öldürüp yiyor. Bu sahnede o kişiler, Dini kullananları, Kilise gibi geçmiş
tarihte yıllarca insanları sömürenleri temsil ediyor. Doğa Ana ise daha fazla
dayanamıyor ve Adem’den aldığı bir “Çakmak” ile tüm dünyayı yakıyor. Bu da kıyameti
temsil ediyor. Fakat sonrasında Tanrı’yı görüyoruz. Zarar almamıştır ve Doğa Ana’nın
bedeninden bir Kristal çıkarır ve onu yerine koyar. Gün aydınlanır ve yatakta farklı bir
kadın görürüz. Tanrı’ya seslenerek uyanır. Ve döngü tekrar başlar…

Yani dünya yaratıldı, biz insanoğlu dünyaya geldi ve kendi elimizle gezegenimizin
sonunu getirdik. Hepimiz yok olacağız ve her şey yeniden başlayacak. İşte filmin özeti
tam olarak bu.

Bu arada doğa ananın içtiği kehribar rengi toz ile yasak elmayı sembolize eden kristalin rengi
aynı. Doğa ana evdeki yani doğadaki acıları hissedebiliyor ve doğanın içine kehribar rengi tozu
karıştırıp duvarı boyuyor. Arada da bu tozu kendi içiyor. Bu toz kırılmış yasak elma yani sevgi.
Kendini ve doğayı iyileştirmek için arada bunu kullanıyor. Nitekim kendi kalbi de ileride kırılacak
ve bir sonraki doğa ana onu kullanacak kendini iyileştirmek için. Böyle bir kısır döngü.

Dedik ya yönetmen izleyiciyi özgür bırakmış. Tüm filme şöyle de yaklaşabiliriz: Yazarlık
gibi yaratıcı işlerde bir süre sonra sevgi, hayranlık gibi kavramlar yaratıcının gözünü kör
edebiliyor. Bunun sonucunda sanatçı bir tür körlük yaşıyor. Hayranlarının ona ne
yaptığını ya da onun hayranlarına ne yaptığını göremiyor çünkü sevgi sarhoşluğu içinde
oluyor. Anne yani sanatçının ilham kaynağı bundan en çok zarar gören oluyor. Bir
manzaraya bakıp manzaranın fotoğrafını çekersiniz ve paylaşırsınız. Fotoğraf öyle çok
sevilir ki herkes o manzaranın olduğu yere gitmek ister ve o manzarayı bir çöplüğe
dönüştürürler. Dünya sahnesi de böyle bir çöplüğe dönüşüyor. İlham alıp korumak
yerine onu yok ediyoruz. O nedenle de resetlenme adına dünyanın başına arada bir
felaketler geliyor. Tıpkı dünyanın corona virüsüyle kendini iyileştirme çabası gibi…

You might also like