Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 282

Medeni usul hukuku

-Final Notu-

Yargılama bir süreçtir ve tipik olarak iki ana safhada incelenir:

1. Hazırlık

1. Dilekçe teatisi

2. ön inceleme

2. Asıl yargılama

2.1 tahkikat aşaması

2.2 sözlü tartışma hüküm aşaması (sözlü yargılama)

Dilekçe teatisi: olağan usul olarak yazılı usul öngörülmüştür ve tarafların iki dilekçe hakkı
vardır. Davacı açısından bu dava dilekçesi ve ikinci dilekçedir. Davalı açısından ise davaya
cevap dilekçesi ve ikinci dilekçedir. Tarafın mahkemeye başvurusu üzerine ilk derece
mahkemesinin görevi başlıyor (yani re’sen bir inceleme vs yok). Burada tarafın dava dilekçesi
ile taraflar ve mahkeme arasında bir usul ilişkisi kuruluyor ve bu usul ilişkisinin kurulmasına
kanunun bağladığı bazı sonuçlar vardır. Usul ilişkisinin kurulması bakımından bizim
kanunumuzda dava dilekçesinin mahkemeye sunulması yeterli fakat dersimizin daha iyi
anlaşılabilmesi için yabancı kanunlarda bulunan iki modeli örnek olarak göstereceğiz:

1. Alman kanunu: alman hukuku bakımından davanın açılması, dilekçenin mahkemeye


verilmesiyle değil davalıya tebliği ile ortaya çıkar.

2. Fransız kanunu: fransız hukuku bakımından ise davanın açılması için tarafların ya
birlikte mahkemeye başvurması gerekiyor ama davacı, davalıyı buna ikna edemiyorsa
bu takdirde dava dilekçesini mahkeme yardımcısı vasıtasıyla davalıya tebliğ edip bu
tebellüğ* şerhli dilekçeyi mahkemeye ibraz ederek davanın açılmasını sağlayabiliyor.

3. Türk hukuku ve bizimkine benzer yaklaşımlarda: dava dilekçesinin mahkemeye


verilmesiyle davanın açılmış olduğu kabul edilir (amerikan ve ingiliz hukuku da bu
yaklaşımı esas alır).

Bu üç yaklaşımda usul ilişkisinin kurulması ile ortaya çıkan sonuçlar arasında derdestlik
(davanın görülmekte olması) hali ortaya çıkar. Bahsettiğimiz üç yaklaşım bakımından
davanın açılmış sayılma anı farklıdır. Derdestliğin bazı sonuçları vardır ve derdest sayılma
bakımından davanın açılmış olduğu an önemlidir ve o an itibarıyla sonuçlar ortaya çıkar.

Davanın açılmasına ilişkin şekil ve usul açısından ne gibi özellikler sözkonusudur?

- Dava dilekçesi yine şekle işaret eden bir durumdur ve yazılı beyanla davanın
açılması usulü benimsenir. Bu yüzden dava dilekçesi terimi dilimizde
yerleşiktir fakat tek şekil bu değildir bununla birlikte yazılı usul bakımından
kural, yazılı veya eşdeğer suretle dava beyanının mahkemeye sunulması
şeklindedir. Basit usul bakımından yazılı başvuru esası cari olmakla birlikte
kolaylık temini açısından basılı (matbu) bir formun doldurulması suretiyle
dava beyanının doldurulması yöntemiyle başvuru imkanı var.

Her iki usul bakımından da yazılı usule eşdeğer olan güvenli elektronik imzalı
elektronik dilekçeyle de davanın açılması mümkündür. Bu temel kuralın yazılı ve basit
usuldeki geçerliliği daha önce özel usul olarak bahsettiğimiz ve aslında basit usulün
farklı versiyonu olan kısa usul diye de adlandırabileceğimiz yargılama yöntemi
bakımından farklılıklar görüyoruz. Yazılı şekil esası burada mutlak bir şart değil, bu
açıdan özel usulle, örneğin icra mahkemesinde yapılacak yargılamalarda mahkemeye
şifai (sözlü) başvuruyla dava açılma imkanı da mevcut (uygulamada bu son derece
sınırlıdır ve fiili uygulamada yazılılık esası hakimdir).

Peki davanın açılmasında (ikamesinde) usul nedir yani hangi aşamalar izlenir ?

Dava ikamesinde usul bakımından esasen iki temel araç vardır:

1. Fiziki olarak mahkemeye başvuru: doğrudan adliye binasına dava dilekçesi


götürülerek başvuru yapılır ve yazılı şekle tabidir. Fiziki başvuruda iki yol vardır:

1.1.Görevli ve yetkili mahkemenin bulunduğu adliye binasına gidilerek orada,


mahkeme görevlilerine dava dilekçesinin sunulması ve kayıt işlemlerinin
tamamlatılmasıyla gerçekleşir.

1.2.Görevli ve yetkili mahkemenin bulunduğu adliyeye değil de herhangi bir adliyeye


gidilerek de dava ikamesi imkanı da mevcuttur. Buna muhabere (haberleşme)
yoluyla dava dilekçesi verme de denir. Burada dava dilekçesi nöbetçi mahkeme
görevlileri tarafından alınıp, kayıt işlemleri yapıldıktan sonra yer bakımından
görevli mahkemeye iletilir.

2. Gayrifiziki (elektronik ortamda) başvuru: adliye bilgisayarına bağlanarak orada


görülen adımları izlemek suretiyle mahkeme arşivine işletilerek dava ikamesi
gerçekleşir.

Dava dilekçesinin mahkemede işlenme süreci bakımından fiziki başvuru itibarıyla; dava
dilekçesi, mahkeme görevlisine karşı taraf sayısından bir fazla olarak hazırlanıp mahkeme
görevlisine teslim edilir. Bu mahkeme görevlisi mahkemelerde ön büro adıyla veya tevzi
adıyla bulunur. Davanın açılmak istendiği mahkemenin kalemine doğrudan müracat küçük
adliyelerde mevcuttur, büyük adliyelerde ön büro veya tevzi bürosuna müracat ile dava açılır.

Burada ön büro ve tevzi bürosuna müracat ettikten sonra harçlandırma işlemini


gerçekletiriyor. Hatırlarsak dava şartlarında masraf avansının ödenmesi yerine getirilmesi
gereken bir usuldür. Bunlar arasında öncelikle başvuru harcının ödenmesi ve iletişim
masraflarının ödenmesi söz konusudur. Mahkeme görevlisi, adliyede bulunan maliye veznesi
vasıtasıyla davacıya veya vekiline bu harcı ödetiyor. Bu şekilde harcı ödenmiş ve iletişim
masrafı alınmış olan dava dilekçesi mahkeme kayıt defterine işlenilerek işlem tamamlanır.

Mahkeme kayıt defterine işlenme: dava dilekçesinin elektronik ortamda mahkeme arşivine
taratılmak suretiyle aktarılıyor.

Bu işlemler adliye bilgisayarında da elektronik ortama işlenerek gerçekleştirildiği için bu


sistemin çalışmadığı zamanlarda yani iş akışının kesildiği zamanlarda kayıt işlemi fiziki
olarak tutanak tanzimiyle alımı gerçekleştirilir ve daha sonra uyap sistemine ilgili görevli
tarafından aktarılarak işlem tamamlanır.

Fiziki başvuruda işlem gerekleri açısından adli muhabere yoluyla yani görevli ve yetkili
mahkemenin bulunduğu adliye dışında herhangi bir adliyeye giderek yapılan dava ikamesinde
herhangi bir farklılık yoktur. Şöyle bir farklılık vardır, adli muhabere yoluyla yapılan dava
ikamesinde işlemler tamamlandıktan sonra evraklar posta yoluyla yer itibarıyla yetkili

mahkemeye gönderilir. Doğrudan başvuruda ise adliye binasının alt katından üst katına evrakı
sevk etme durumu vardır (yani sadece biraz işlem uzuyor).

Elektronik ortamda başvurulduğunda davanın açılma işlem gerekleri tabiki özellik arzeder.
Bir defa mesafeli başvuru sözkonusu olduğu için herhangi bir adliyeye gidilmeden burada
adliye bilgisayarına giriş sağlanması gereklidir. Adliye bilgisayarına vatandaşlar e-devlet
kapısından ulaşılabilir. Avukatlar ise avukat portal adı altında uyap işletim sisteminden giriş
sağlama imkanı vardır. Burada dava dilekçesi ekran görüntüsü elektronik güvenli imza ile
sabitlenerek adliye bilgisayarında dava açılmasıyla ilgili penceredeki yönlendirme
çerçevesinde dilekçe kaydedilip harç ödetiliyor avukatlar kredi kartı veya baro kartı
kullanabiliyorlar.

Harç-masraf ikmali sonrasında sisteme aktarılmış olan dava dilekçesi bu defa ilgili
mahkemenin görev ekranına düşerek orada görevli ve yetkili mahkemenin işlem haznesine
intikal ettirilerek ve onun esas cetveline işlenerek işlemler tamamlanıyor.

Tabiki kayıt bakımından bir numara esası vardır ve yapılan ikame işleminin adliyede bir
numara üzerinden izlenmesi sözkonusudur. Bu numara kayıt esnasında verilir ve dilekçenin
sunulmasının tamamlanması bu numaranın verilmesiyle gerçekleşir. Bir form almak da imkan
dahilindedir.

Davanın şekli unsurlarının dava dilekçesine aksettirilmesi bakımından iki temel tercih/model
vardır:

1. Bildirici dilekçe modeli: davanın şekli unsurlarından, taraf ve dava konusu (bizdeki
sistem itibarıyla talep sunma, mahkemeden istenen hukuki koruma neye ilişkin ? Yani
mahkemeden istenen şey nedir ?). Dava sebebi unsurunda ise olaya sadece genel bir
atıf yapmakla yetinir ve kapsamlı olarak dilekçede yer alması beklenmez. Bu sistem
daha çok amerikan sistemi takip eden hukuklarda görülür.

2. Temellendirici dilekçe modeli: davanın şekli unsurlarından üçüne ilişkin de


dilekçede içerik unsurlarının yer alması gerekir. Burada da bir versiyon olarak
temellendirici dilekçe modelinde bir hazırlayıcı-temellendirici ve belirleyici-
temellendirici olarak da ifade edebileceğimiz iki versiyon var. Bu şekli unsurların

aksetmesi hazırlayıcı-temellendirici dilekçede daha dar kapsamda kalır yani


belirleyici-temellendiriciye nazaran.

Belirleyici temellendirici dilekçede her üç unsur talep sonucunu haklı gösterecek


şekilde dava sebebi üzerinde toplanıyor. Dilekçenin kapsamı bakımından sonradan
bildirilebilme imkanı şekli unsurlardan taraflar ve dava sebebine ilişkindir. Dava
sebebi bakımından temellendirici dilekçede bu üç unsur arasında dava sebebi bildirici
dilekçeye nazaran, o olayda mekan-zaman bakımından tafsilata veya olayı oluşturan
vakıalara (zarar ne ? Hasar ne ? Mal veya can zararları neler ?) Değinme çerçevesinde
kapsamlı bir vakıalandırmaya gerek kalmadan dava açılması imkanı mevcutken
belirleyici-temellendiricide bu olaya ilişkin dava sebebi kapsamlı şekilde
belirtilmelidir. Temellendirici dilekçe daha çok kıta avrupası hukuk sisteminde
benimsenen bir yaklaşımdır ve türk hukuk sistemi de bu yaklaşımı benimser.

Hmk’da benimsenen dilekçe modeli: burada dava sebebine tekabül eden vakıalar.
Davacının iddia ettiği hayat olayına ilişkin vakıaların takdimi dava dilekçesinde
tamamlanmak zorunda değildir. Tarafların bu yöntemde iki dilekçesi olduğunu
söylemiştik ve davacı ikinci dilekçede bunu tamamlayabilir. Burada tabiki basit usul
tarafından temellendirici dilekçenin diğer versiyonu olan belirleyici-temellendirici
dilekçe itibarıyla durum farklılaşır ve burada sadece bir dilekçe imkanı verilir
dolayısıyla davacı, dava dilekçesinde bu olaya ilişkin ve dava sebebine ilişkin
vakıaların takdimini de tamamlamak durumundadır, yani davacı, vakıaların takdimini
ana hatlarıyla değil tafsilatlı şekilde talep sonucunu haklı gösterecek şekilde bildirmek
durumundadır.

Bildirmediği takdirde bununla ilgili karşılaşacağı yaptırımlar dava değiştirme yasağı,


iddia-savunma genişletme yasağı şeklindeki düzenlemede belirtilmiştir. Bu yasağın
başlangıç anı bakımından basit usulde dava dilekçesinin mahkemeye sunulması ile bu
yasak başlar. Yazılı usulde ise bu yasak ikinci dilekçe verildikten sonra başlıyor (2020
değişikliğinden bahsedilecek).

Temellendirici dilekçenin versiyonlarının tercih edilmesinin sonucu bu dava sebebine


ilişkin vakıaları bildirme imkanının tek dilekçe ile yani dava dilekçesinin mahkemeye
verilmesiyle mi yoksa yazılı usul bakımından ikinci dilekçeyle mi tamamlanabileceği
ile ilgilidir.

Çekişmeli yargılamada hatırlayacağımız üzere temel hukuki koruma aracı davadır. Çekişmeli
yargılamada diğer bir hukuki koruma aracı olarak geçici hukuki koruma talebi vardır (ihtiyati
tedbir talepleri) bunlardaki dilekçe esasları dava dilekçesi standartlarının geçici korumada
basit yargılama usulü benimsendiği için bu temelde belirleyici temellendirici dilekçe itibarıyla
ve o standartta geçerli fakat birebir geçerli değil. Burada hukuki koruma talebi farklılaşıyor ve
davadaki gibi kapsamlı surette şekli unsurları başvuru dilekçesine aksettirmeye gerek yoktur
ve zaten niteliği de buna uygun değildir.

Çekişmesiz yargılamada kanun deyimiyle “iş dilekçesi” diyoruz (çünkü dava denmiyor
orada). Çekişmesiz yargılamada da bir kati hukuki koruma var orada da “geçici” hukuki
koruma var. Kati hukuki korumaya orada dava değil “iş” deniyor, çekişmesiz yargısal başvuru
da denilebiliyor. Çekişmesiz yargıda da basit yargılama usulü caridir bu sebeple dilekçeler de
o usuldeki temelde hazırlanır fakat burada davanın şekli unsurlarından dava prosedürü gibi
bahsetmemiz sözkonusu değil çünkü bir defa taraf unsuru itibarıyla çekişmesiz yargılamada
taraflı bir yargılama yoktur. Başvurucuya ilişkin bilgi vardır ve şekli ilgili – maddi ilgili
ayrımı mevcuttur. Çekişmesiz yargılamada aynı zamanda hakka ilişkin bir usuli talep de
yoktur. Önleyici, hukuk güvenliğine yönelik bir talep sözkonusu diyebiliriz. Çekişmesiz
yargılamada o alana ilişkin geçici koruma talebinde bulunmak da mümkün ve o talep
dilekçeleri de oradaki iş dilekçelerinden farklı olarak bu geçici hukuki koruma sebebiyle
sınırlı surette ve dar kapsamlı olarak hazırlanıyor.

Dava dilekçesinin içerik unsurları hmk 119’da düzenlenmiştir. Dava dilekçesinin şekli
(içerik) unsurları:

1. Mahkemenin adı: hangi mahkemeden hukuki koruma isteniyorsa o mahkemenin adı


dava dilekçesine yazılmalıdır. Peki hangi mahkemeden hukuki koruma isteneceği
nereden çıkarılacaktır ? Görev kurallarından çıkarılacaktır. Burada genellikle bu işin
uzmanları, taraflar adına taraf avukatları yaparlar. Mahkemenin adı yazılmazsa dava
dilekçesinin mahkemeye sunulması gerçekleşmez.

2. Taraflar: tarafların kimlik bilgileri, adres bilgileri

3. Davacı tarafın tc kimlik numarası

4. Taraf unsuru bakımından kişi yargılamada temsilen yer alacaksa temsilcinin


kimliğinin de belirtilmiş olması gerekir. Burada temsil kanuni temsil veya ihtiyari

temsildir. Kanuni temsil, küçük ya da kısıtlının temsilidir. İhtiyari temsil ise avukatlara
mahsus davalara vekalet ehliyetidir. Ve temsilcinin adresi.

5. Dava konusu ve malvarlığı davalarında değeri: davanın şekli unsurlarında


gördüğümüz ve bahsettiğimiz, talep sonucundan farklıdır (irtibatı olsada) burada
bahsedilen talep sonucunun yazılması değildir. Talep sonucunun kısaca belirtilmesi
yani mahkemeden istenen hukuki himaye türü itibarıyla. Diyelim ki haksız fiile ilişkin
bir tazminat talebi sözkonusu. Talep sonucunda haksız fiil tazminatı denmesi
yeterlidir. Oysa dava konusu bakımından ise detay istenir yani verilmesi istenen karara
ilişkin içerik bilgisi de yer alır.

Malvarlığı davalarında değeri dediğimizde ise biraz önceki örnekten hareketle, haksız
fiil tazminatı demiştik. Dava malvarlığı davalarında değeri kısmına gelecek olursak
da. Konusu haksız fiil tazminatıydı ve dava değeri mesela 10.000.000 tl dir diyelim.
Burada dava değerinin belirtilmesinin önemi harçlandırma işleminin
gerçekleşebilmesidir.

6. Davacının iddiasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık
özetleri: burada dava sebebi, davanın içerik unsuru diyor. Burada bizden içerik unsuru
istenmiş yani davayı bir kategoriye sokan unsur istenmiş. Burada davacının iddiasının
dayanağı olan vakıalar: diyelim ki, haksız fiil trafik kazası şeklinde gerçekleşmiş
olduğunda buradaki dava sebebi yani davacının dayandığı vakıalar o trafik kazası
olayına ilişkin ve olayın oluşu, olayla ortaya çıkan hasar/zarar ve kusur belirtilecektir.

Başka bir örnek vermek gerekirse örneğin boşanma davasında hayat olayı, boşanma
sebebi olarak kanunun öngördüğü vakıalar vardır. Diyelim ki şiddetli geçimsizlik,
burada hayat olayı geçimsizlik nedeniyle tarafların evlilik birliğini sürdürmekten sarfı
nazar etmesi (en azından davacı bakımından). Bununla ilgili de oradaki sebepler
temelinde oradaki sebeplere ilişkin vakıalar burada yazılacaktır yani geçimsizlik ne
şekilde gerçekleşiyor. Kültür farkı mı var ? Aileler arası ilişkiler mi iyi değil ? Çocukla
iletişim mi kötü ? Evlilik birliğindeki görevler mi gerçekleştirilmiyor ? İşte bunlar
yazılacaktır.

7. İddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği: bu da bir diğer içerik
unsurudur. Burada da az önceki dava sebebi beyanında iddia edilen vakıalar karşı
tarafın inkarına uğrarsa veya hakim bakımından bazı davalarda taraf inkar etmese bile
dosya evrakı itibarıyla tereddüdü davet eder durumda ise bunun hangi delillerle ispat
edileceği ve bunların da dava dilekçesinde beyan edilmesi beklenir.

8. Dayanılan hukuki sebepler: burada hukuki sebep, dava sebebi hayat olayını tanzim
eden (düzenleyen) hukuk kuralı veya kurallarıdır. Bununla ilgili de kendi zaviyesinden
(yönünden) taraf/davacı, bu olayı tanzim eden kuralın hangisi olduğunu dava
dilekçesinde ideal olarak belirtmesi beklenir.

9. Açık bir şekilde talep sonucu: talep sonucu, kategorik unsur olarak dava konusu olan
unsurdur. Burada yine üstte verdiğimiz trafik kazası örneğinden devam edersek bu
olay çerçevesinde ortaya çıkan zarar mal zararı ise misalen … kadar maddi tazminatın
davacıdan alınarak tarafımıza ödenmesine hükmolunmasına arz ve talep ediyoruz
şeklindedir. Mahkemeden ne kadar bir tazminata hükmetmesi istendiğinin belirtilmesi
gerekiyor. Burada zarar mal zararı dışında can zararı da olabilir. Örneğin hastane
masrafları istenebilir ya da organ/uzuv kaybı varsa iş göremezlik tazminatı ve ileriye
dönük iş gücü kaybı nedeniyle uğradığı zararların istenmesi gerekir. Burada ne kadar
bir tazminat isteniyor ve tazminatın türü nedir bunların yazılması gerekiyor. Tazminat,
türü itibarıyla de maddi/manevi tazminat olabilir.

Başka bir örnekte de boşanma davasında da “davalıyla aramızdaki evlilik ilişkisinin


sonlandırılmasını arz ve talep ediyoruz” şeklinde verilir.

10. Davacının veya varsa kanuni temsilcisi ya da vekilinin imzası: dilekçede ileri
sürülen iddianın/talebin/beyanın kendisinden sadır olduğuna (ortaya çıktığına) ilişkin
bir ayriyet işareti olarak imzanın da yer alması gerekir. Dava temsilen açılıyorsa
temsilcinin imzası, asaleten açıldığında ise davacının kendi imzası gerekir. İmzanın
türü olarak dava dilekçesinin yazılı şekle tebaan (uygun) yazıldığı durumlarda ise
fiziki/ıslak imza şartı vardır. Yazılı şekle eşdeğer elektronik şekilde sunulduğunda ise
güvenli elektronik imza olarak dava dilekçesine aksetmiş olması gerekmektedir.

yargı usulü aşamaları


Hazırlık safhası Yargılama safhası

Dilekçe Ön inceleme Tahkikat Sözlü tartışma ve


Aşaması Aşaması hüküm
Teatisi
Aşaması

Hmk madde: 118-131 / 140-141 / 142-185 ve 187-293 / 186, 294-296 ve 307-315

B) dava dilekçesinin şekil unsurlarının tefriki (asli-tali-ihtiyari unsur):

1. Asli unsurlar (hmk md. 119/2): yukarıda saydığımız 10 maddedeki unsurların


bazılarının dilekçede mutlaka yer alması gerekir. İşte bunlara asli unsurlar denir. Asli
unsurların dilekçede yer almaması halinde buna bir yaptırım bağlanmıştır. Kanunda
açıkça sayılanlar:

- Tarafların kimliği ve adresi

- Davacının tc kimlik numarası

- Tarafların varsa kanuni temsilcisi ve vekillerinin kimliği

- Açık bir şekilde talep sonucu

- Davacının veya varsa kanuni temsilcisi ya da vekilinin imzası

Bu unsurlar asli unsurdur ve bunların dilekçede belirtilmesi şarttır.

Hmk da bunlar belirtilmiş unsurlar olmakla beraber asli unsurlar sadece bunlarla
sınırlı değildir. Geri kalanlar ise 119/2 dışında diğer hükümlerden hareketle tespit
edeceğimiz şekilde istenenler yani zımnen istenenler ise:

- Mahkemenin adı (hmk md. 2,4 ve 5-17)

- Malvarlığı davalarında dava değeri (harçlar kanunu md.16/ııı)

2. Tali unsurlar: yukarıda saydığımız 10 maddedeki unsurların bazılarının dilekçede


bulunmaması ihlali bir yaptırıma bağlanmamış olan fakat mahkemeden istenen hukuki
koruma talebi bakımından bulunması beklenen yani lehe bir hüküm isteniyorsa
dilekçede bulunması gereken unsurlardır. Bunlar ise:

- Davacının iddiasının dayanağı olan vakıalar

- İddia edilen her bir vakıanın delilleri

Bunların belirtilmemiş olması halinde biraz önce ifade ettiğimiz gibi ikinci bir dilekçe
imkanının verildiği dava türlerinde davacı bunları bildirebilir. Genellikle başlangıçta bir
kanaat oluşturmaya matufen (yönelik) bu vakıalar dava dilekçesinde yer alır. Deliller
bakımından verilebildiği ölçüde bunlar da yer alır. Fakat dediğimiz gibi ikinci bir imkan
olarak replik dilekçesinde (ikinci dilekçede) bunlar belirtilebilir. Replik dilekçesinde
belirtilmediği takdirde başımıza ne gelir ? Dava yine görülmeye devam eder fakat buradaki
dava sebebi teşhir edebilecek davalar, davacının dava dilekçesinden anlaşılamıyor ise burada
daha sonra göreceğimiz iddia somutlaştırma külfeti karşılanmadığı gerekçesiyle ön
incelemede aleyhe bir sonuçla karşılaşılması kaçınılmaz bir hal alır. Bu itibarla, bunlar dava
dilekçesi açısından zorunlu değil tali mahiyetteki unsurlardır.

3. İhtiyari unsur: hukuki sebep bakımından tali unsurlara benziyor ve ihlali sonucunda
herhangi bir yaptırım sözkonusu değildir. Tali unsurla ihtiyari unsur arasındaki fark ise
tali unsurda beklenen delil ve vakıaların belirtilmemesi halinde, davanın ön inceleme
safhasında usulden reddine karar verilebilirken ihtiyari unsurda bu söz konusu
değildir. Bunun sebebi ise yargılamaya ilişkin ilkeler arasında hakimin hukuku re’sen
uygulaması görevine denk geldiği için tarafın, dilekçesinde bunu belirtmemesi veya
sonradan ikmalen de mahkemeye bunu sunmaması, başına bir şey gelmesine yol
açmıyor.

Fakat ideal olarak bunun hakime bildirilmesi hakimin olayı ele alırken, başlangıçta
davayı iyi anlayabilmesi açısından bir önem arzeder yani kolaylık sağlar.

İçerik unsurları bakımından, basit yargılama usulüne tabi davalardan matbu bir dilekçenin de
kullanılabileceğini söylemiştik. Basılı usule ilişkin dava dilekçesi formunda da istenen içerik
unsurları da aynı şekilde istenen unsurların sonuna iki nokta konularak daha sonra davacının
doldurması şeklinde o dilekçe yazılabiliyor. Yazılı usule tabi dava dilekçeleri bakımından ise

böyle bir durum (yani matbu bir form kullanma imkanı) sözkonusu değildir. Davacı, dava
dilekçesinde bu unsuları kanundaki sıralamayı da takip ederek dilekçesinde belirtmek
suretiyle dava dilekçesini sunmak durumundadır.

Dava dilekçesinde asli unsurların belirtilmemesinin yaptırıma tabi olduğundan bahsettik


birazdan bu yaptırımların neler olduğundan bahsedeceğiz. Tamamlatma şeklinde bir mehil
(süre) verilmesi söz konusudur ama o mehile rağmen tamamlanmadığı takdirde daha erken
(tali unsurlarda ön incelemede sorun çıkar demiştik burada ise daha erken) sonuçlar ortaya
çıkar. Şimdilik bu kadarını bilmemiz yeterli detayına birazdan değineceğiz.

Dava dilekçesinin tanzimi ve mahkemeye verilmesi bakımından kanunun 121. Maddesinde


bir de dilekçe eklerinden bahsediliyor.

Dilekçe ekleri (hmk 121): bunlar belgelerdir yani dilekçeye bağlanarak mahkemeye
sunulması beklenen belgelerdir. Bu açıdan dilekçenin içerik unsurları gibi mahiyet arzetmiyor
fakat baştan davanın anlaşılmasına hizmeten bu belgelerin dava dilekçesiyle birlikte
sunulması beklendiği için dava dilekçesi ekleri olarak kanunda yer alıyor. Belgeler iki amaca
hizmeten dava dilekçesine eklenebilir:

1. İzah: iddia talebi izah sadedinde (aşamasında) destekleyici mahiyette kullanılabilir.


Trafik kazası örneğinden devam edersek, kaza tespit tutanağının dilekçeye
koyduğumuzda kazanın oluşuyla ilgili trafik polisinin düzenlediği veya tarafların
karşılıklı olarak düzenleyip imzaladıkları sonradan anlaşamama nedeniyle iş
mahkemeye intikal etmiş olabilir.

2. İspat: tabiki izah dışında ispat işlevi de vardır belgelerin fakat ispat işlevi vakanın
anlaşmazlıklı olduğunun anlaşılmasından sonra ortaya çıkar. Ayrıca delillerin
bildirilmesi bekleniyor ama asli şartlardan biri değil demiştik üstte. O itibarla daha
sonra ön inceleme aşamasında da ispat açısından belgeleri dilekçe ekinde sunma
imkanı vardır.

Dava-usuli talep dilekçesinin mahkemece incelenmesi ve tensib zaptı tanzimi:

Mahkeme hakiminin dava-usuli talep dilekçesi ve eklerini incelemesi (hmk md. 119/ıı ve
myiş. Y. Md200): dava dilekçesini mahkemeye verdikten sonra mahkemenin alacağı
pozisyondan da bahsetmek gerekir.

A. Harç ve masraf avansı tahakkukunun doğruluğunun incelenmesi: burada dava


dilekçesinin mahkemeye intikalinden sonra mahkeme hakimi, dava dilekçesi üzerinde

bir şekli inceleme gerçekleştirmek durumundadır. Bu incelemenin amacı da harç-


masraf avansı bakımından mahkeme görevlisi bunu ödettirse de tarafların beyanları
açısından dilekçeden hareket etti mahkeme görevlisi. Fakat tarafın beyanında bu
hususta bir ifadesizlik bir hata olabilir işte o yüzden hakim işin doğrusu neyse bunların
tamamlattırılması görevi yönüyle evleviyetle inceleme durumundadır.

B. Davanın-usuli talebin tabi olduğu yargılama türü ve usulü ile genel ilkelerin
belirlenmesi için dilekçe ve dilekçe eklerinin incelenmesi: yapacağı yargılamada
davanın tabi olduğu usul yani yöntem hangisi bunu belirleyip atılacak adımları o
çerçeveye göre belirlemelidir (ikinci dilekçe imkanı var mı yok mu ? Veya yapılacak
yargılamada hakimin pozisyonu iddia edilen olaya ilişkin bilgilerin elde edilmesi
bakımından bu dava taraflarca getirilmeye mi tabi yoksa re’sen araştırmaya mı tabi ?).
Bu bakımdan önündeki meselede nelerin cari olup olmadığını belirlemesi açısından
dava dilekçesi ve eklerini okuması gerekir.

C. Dilekçede, kanunda doğrudan veya dolaylı olarak düzenlenen zaruri unsurların


mevcut olup olmadığının incelenmesi: biraz önce bahsettiğimiz asli, tali ve ihtiyari
unsurlardan asli unsurlardan yani zaruri mahiyetteki unsurlar dilekçede yer alıyor mu
almıyor mu bunlar incelenecektir.

D. Dilekçede dışardan getirilecek belgesel delil bildirilmişse celbi için gerekli


bilgilerin mevcut olup olmadığının incelenmesi: keza kanun ayrıca dilekçede
belirtilen olaya ilişkin olarak izah veya ispat sadedinde deliller beyanında bir belgeden
bahsedilmişse ve bunun nerede bulunduğu da bildirilmişse bunların celbini temin
etmesi lazım yani mahkemeye getirtilmesini sağlaması lazım. Bu yönüyle de belge
celbi gereği var mı bunu anlamak bakımından da dava dilekçesi üzerinden yaptığı ilk
incelemede şekli inceleme itibarıyla mahkeme bu hususlara dikkat ederek bir tutanak
tanzim edecek ve bu hususta vardığı sonuçları yazacaktır. Bu tutanağın adı “tensib
tutanağıdır”.

Burada hakimin hazırlık kararları, dava dilekçesini inceleme neticesinde dava


dilekçesini incelemeye ve biraz önceki amaçlara işareten, onları belirleyen bir tutanak
düzenlenmesi zımnında (için) incelediği dilekçenin üzerine tensib kararları vermesi
gerekiyor.

Mahkeme hakiminin tensib kararları (myişy md.200/ı):

A. Harç ve masraf avansı hatalı hesapla noksan ödenmişse ikmali için bir süre
tanınması: yukarıda saydığımız inceleme sebepleri arasında harç ve masraf avansıyla
ilgili bir hata tespit edilmişse bunun noksansa tamamlatmak için bir süre verilmesi
gerekir. Bu hususta mahkeme yazı işleri yönetmeliğinde de bir dayanak vardır.

B. Yargılamanın türü ve tabi olduğu usul ile ilgili bilgi temininde cari ilkenin
belirlenmesi: ilk dönem yargılamada çekişmeli-çekişmesiz ayrımını öğrenmiştik.
Hakimin bu ikisine göre izleyeceği yol ve yöntemler farklıdır. Yargı basit usulde mi
yoksa yazılı usulde mi cereyan edecek veya özel usulde mi (basit usulün farklı bir
versiyonu olarak icra mahkemesi ve kadastro mahkemesinde vardır) cereyan edecek ?
Bunu tespit edecektir. Yargılamada bilgi toplanmasına ilişkin ilkelerden hangisi
önümüzdeki meselede cari bunun tespiti yapılacak ve bu tutanağa yazılacak.

C. Dilekçe içeriğindeki zaruri unsur eksikse, giderilemediğinde davanın-usuli talebin


ikame olunmamış/açılmamış sayılmasına karar verileceği uyarısıyla, ikmali için
davacıya/müracaatçıya 1 haftalık süre tanınması; noksan yoksa veya ikmal
edildiğinde davalıya/ilgiliye tebliği: dava dilekçesinde içerik unsurları arasında
yazılması şart olan asli unsur yazılmamış görülürse bu hususta kanunda öngörülen 1
haftalık bir süre tanıyarak bu süre içerisinde dilekçeye yazılmamış olan içeriğin
tamamlanılarak dava dilekçesinin yeniden sunulmasına da tensib kararları beyanında
hükmedilebilecektir.

D. Dışarıdan getirtilecek belgesel delil bildirilmiş ve celbi için bilgi verilmişse ilgili
kurum veya 3. Kişiye müzekkere gönderilmesi: biraz önce bahsettiğimiz dışarıdan
celbedilecek belge gereği varsa ve bilgisi verilmişse bunlarla ilgili de celp müzekkeresi
tanzimine bu tensib kararları beyanında hükmedilecektir.

E. Özel usule ve duruşmalı incelemeye tabi yargılamalarda duruşmaya davet: tensib


zaptı bakımından eğer tarafa süre vermeyi gerektirecek bir durum yok ise yani asli
unsurlar dilekçede ikmal edilmiş ise bu takdirde önündeki meselede yaptığı tespite göre
eğer özel usule tabilik sözkonusuysa veya duruşmada incelemeye ilişkin bir geçici
koruma talebi ise o zaman duruşmaya davet sözkonusu olacaktır. Dava yargılaması
tipik basit usule tabi olanlarda bir sonraki aşama ön inceleme aşaması yazılı usulden
farklı olarak tahkikatın ilk celsesindedir ama onun için belgelerin tamamlanmış olması

gerekmektedir o yüzden hemen duruşmaya davet şeklinde bir duruşma günü verilmesi
tensib kararında (zaptında) sözkonusu değil fakat özel usullü icra mahkemesi
yargılarında basit usulün kısa versiyonunda dilekçe üzerinde duruşma günü de verilir
(tabi dilekçede şart olan unsurlar ikmal edilmişse). Yerleri bakımından o eksiklikler
duruşma gününe kadar da tamamlanabilir ama içerik unsuru itibarıyla asli unsurlar,
verilen 1 haftalık mehil içerisinde tamamlanmazsa duruşma açılmasına gerek yoktur
çünkü davanın açılmamış sayılmasına karar verilecektir.

Hukuk sistemimizde dava-usuli talep ikamesinin sonuçları:

1-dava ikamesinin hukuki sonuçları ( yarg. İbgk, 23.12.1976, e.1976/11-7, k.1976/6):


gerek yazılı usulde gerek basit usulde türk hukukunda dava dilekçesinin mahkemeye
sunulmasıyla dava açılır. Davanın açılmasına kanun 2 adet kategorik sonuç bağlıyor:

A) Maddi hukuk yönünden doğan sonuçlar (tbk, m.117/ı,154/b.2; tmk, m.3): bu


maddi hukuk sonucunu biz maddi hukuk normlarından çıkarıyoruz aslında tasnif de
esasen ilgili hukuk kurallarının kategorisine bakılarak yapılan bir ayrımdır.

a. Zamanaşımının kesilmesi ve hakdüşürücü süre etkisinin bertarafı: borçlar


kanununda zamanaşımı bildiğimiz üzere borcun hükümlerinde borcu düşüren veya
engelleyen sebepler arasında kanunkoyucu zamanaşımını da tanzim eder.
Zamanaşımının kesilmesi sonucu mahkemenin önündeki dava eğer zamanaşımına
tabi bir hakka ilişkin ise sözkonusudur. Zamanaşımına tabi olan haklar ise alacak
hakları, hakların tasnifi bakımından nispi haklara tekabül ediyor. Bu açıdan mutlak
hakka ilişkin (mutlar haklar eşya hukukuna ilişkin olarak mülkiyet hakkı ve
mülkiyetten gayri ayni haklar ve keza şahıs hukukunda da mutlak haklar ve
kişiliğe bağlı haklar zamanaşımına tabi değil bunlarda hak düşürücü süre caridir).
Burada nispi haksa zamanaşımını kesme etkisi ortaya çıkıyor. Zamanaşımının
kesilmesi taraflar arasında alacağa bağlanan tahsil engelini ortadan kaldırıyor
ancak yine kanundan anlaşılıyor ki davanın açılmasıyla kesilen zamanaşımı süresi
yeniden ikinci bir usul işlemine kadar durmaksızın yeniden işlemeye başlıyor ve
ikinci usul işlemine kadar işlemeye devam edip ikinci usul işleminde yeniden
kesiliyor bu itibarla arada fasılaya uğrarsa ona bağlı maddi hukuk sonuçlarının
ortaya çıkardığı etkilerden bahsetmekte mümkündür.

Burada zamanaşımı davalı bakımından savunma sebepleri beyanında kullanılabilir


ama o burada davanın açılmasıyla ortaya çıkan kesilme etkisinin dışında bir
konudur. Hak düşürücü süre bakımından burada da sürenin bertaraf edilmiş olması
mutlak haklara bağlı bir dava sözkonusuysa yani davada iddia edilen hak mutlak
hakka ilişkin ise kanun o mutlak hakkın kullanılmasına ilişkin bir süre şartı
koyması sözkonusu olması temelinde bu süreyi bertaraf eden bir sonuç ortaya
çıkar.

Bir de inşai haklar bakımından da hak düşürücü süreye bağlılık esası caridir.
Davada iddia edilen hak bir inşai hak ise veya inşai hakkın kullanılmasına ilişkin
ise bu da hak düşürücü süreyi bertaraf eden bir sonucu ortaya çıkarır.

b. Bazı şahıs varlığı haklarının malvarlığı hakkına dönüşmesi: dava içerisinde


tarafların mevcudiyetine bağlı olarak belli sonuçların ortaya çıkması
sözkonusudur. Burada genellikle boşanma davası örnek verilir. Davanın
açılmasından sonra davacı tarafın vefatıyla boşanma davasından kaynaklanacak
şahıs varlığı hakkı malvarlığı hakkına ilişkin olarak devam ettirilir.

Boşanma davasında ölüm sonuç olarak evlilik akdi davacı bakımından sona
erdiriliyor olsa da miras haklarının kullanılabilmesi bakımından bir yargılama
yapılıp sonuçta da boşanma gerçekleşirse mirasçı vasfının kaybedileceği için
mirasçının burada miras haklarına ilişkin olarak davayı sürdürme hakkı vardır. Bu
itibarla burada şahıs varlığı davaları bakımından davanın açılması bu hakkı
malvarlığı hakkına tahvil eden (dönüştüren) bir etkiyi de bünyesinde barındırır.

c. İyiniyet karinesinin ortadan kalkması: bildiğimiz gibi kanunun iyiniyeti bir şart
olarak aradığı durumlarda bunun karineten mevcudiyeti farzolunur. Karşı taraf
bunun aksini ispatlamak durumundadır. Davanın açılması dava konusu olaydan
çıkabilecek başvuru imkanları bakımından veya ileri sürülebilecek def’iler veya
mukabeleler (karşılıklar) bakımından karşı tarafın iyiniyetini ortadan kaldırıyor.
Burada kastedilen davanın açılması karşı tarafı iyiniyetten yoksun hale getiriyor
anlamında değildir. Burada kastedilen karşı taraf bu olay çerçevesinde
kullanabileceği hakları varsa onları öğrenmiş farzediliyor ve sonradan bunları ileri
sürmesi halinde iyiniyetsizlik iddiasıyla karşılaşabiliyor. Buradaki iyiniyet
meselesi kanunun iyiniyet aradığı hallerde bir vakıanın bilinmesi veya

bilinmemesine tekabül ettiği için davalının, davacının dava ettiği olay hakkında
onunla bağlantılı olarak ileri sürebileceği talepler veya başvurular bakımından
bilgi sahibi olmuş çerçevesinde bir iyiniyet karinesinden yararlanma imkanını
ortadan kalkıyor.

d. Davalının temerrüde düşmesi: para alacaklarına veya borçlarına ilişkin ve para


borçlarında muaccel olan borcun gecikmeye girmesini kanun bazı sonuçlara
bağlıyor. Para borçları bakımından bunlardan bir tanesi de gecikme faizidir.
Dolayısıyla davalının, davanın açılmasına bağlı olarak (dava dilekçesinin
verilmesiyle) dava konusu talep sonucu içerisinde kendisinden istenen para
alacağına ilişkin gecikme faizine yönelik temerrüt keyfiyeti de gerçekleşmiş
oluyor.

Aslında temerrüt, borçlar kanunu itibarıyla hak sahibinin ihtarıyla gerçekleşecek


yani muaccel bir alacağın borçlusu alacaklının ihtarıyla mütemerrit (temerrüde
düşen) olur diyor kanun. Fakat oradaki ihtar şartı eğer bu mesele dava konusu
olmuşsa ortadan kalkıyor ve dava dilekçesi o ihtarın yerine geçmiş oluyor. Bu
itibarla davanın açılması, temerrüde bağlı talep haklarını da alacaklıya sunuyor.

B) Usul hukuku yönünden doğan sonuçlar: usul hukuku yönünden 5 sonuç doğar.
Bunların bir kısmını hmk dan bir kısmını ise üst ölçekli düzenleme olarak anayasadan
istihraç etmemiz (çıkarım yapmak) mümkün ve gerekli.

a. Mahkemenin davayı inceleme ve karara bağlama mecburiyeti (tcay, m.36/ıı;


hmk, m.46/1-e): anayasa hukuku bakımından mahkemenin davayı karara bağlama
mecburiyeti hasıl olur. Burada tabiki karara bağlama esasın incelenmesi anlamında
ve usulün incelenmesi anlamında iki şekilde karşımıza çıkar.

Esastan karara bağlama, dava şartlarının tahakkuk etmiş olması halinde yani esasın
incelenmesine geçilme şartlarının tahakkuk etmiş olması halinde sözkonusudur. Bu
itibarla öncelikle usule ilişkin, yani dava şartları yoksa usule nihai kararla davanın
esasını dinlemeden başka bir ifadeyle esastan karar verme mecburiyeti hasıl
olmadan sonuçlandırma imkanını bertaraf etmiyor (36. Madde için söylendi). Bu

sonucu biz hmk da 46. Maddeden yani hakimin hukuki sorumluluğundan da


çıkarabiliriz. Bu maddeye göre hakim, önündeki davayı inceleyip karara
bağlamakla yükümlüdür. Bu usul hukuku yönünden davanın açılmasının ortaya
çıkardığı sonuçlardan ilkidir.

b. Derdestlik (hmk, m.114/1-ı): davanın açılmasıyla, dersin başında söylediğimiz


gibi usul ilişkisi (dava ilişkisi de denilebilir) ortaya çıkar. Bu ilişki bakımından
usuli talep süreçte ele alınıyor olmaklık anlamına yani “derdest” olmak
anlamagelir. Yani aynı taraflar arasında ve aynı konuda başka bir mahkemede dava
açıldığında derdestlik engelinin birinci açılan dava bakımından ileri sürülebilmesi
keyfiyeti ortaya çıkıyor. Burada usul hukuku yönünden doğan sonuç hakimin
önündeki somut mesele açısından derdestlik itirazın ileri sürülmesi değil de ikinci
davanın (sonradan açılan davada) dava şartı yokluğu nedeniyle esası
incelenmeksizin sona erdirilmesi ve derdestlik itirazının ileri sürülebilmesi
sonucunu ortaya çıkarıyor.

c. Davayı münferiden geri alma yasağı (hmk, m.123): davanın açılmasıyla beraber
davanın münferiden geri alınması hmk 123. Madde ile sınırlanmıştır. Burada
açılan bir davanın görülmesinde davalının da menfaati olabilir çünkü açılan davada
haksız bir talep sözkonusu ise davalı, aynı haksız taleple tekrar karşılaşmamak
üzere mevcut davanın görülmesini isteyebilir. Bu yönden davacı taraf davayı geri
almak istediğinde davalı tarafın burada muvafakat vermiş olması gerekir. Geri
alma yasağı, usul hukukuna ilişkin davanın açılmasıyla usul ilişkisinin
kurulmasıyla ortaya çıktığı için bu beyanda zikredilen sonuçlardan birtanesidir.
Daha sonra göreceğimiz üzere buradaki husus feragattan farklıdır çünkü burada
davalının muvafakatı gereklidir. Davadan feragatte ise davalının muvafakati şartı
yoktur. Feragat daha çok yargılamanın hüküm safhasında görülür.

d. Mahkemenin görev ve yetkisinin kaideten sabitlenmesi (tcay, m.37/ı; hmk,


gm.1/1): yani görev ve yetki kuralındaki bir değişiklikten etkilenmeme ilkesidir.
Bu tabiki kanunkoyucu bakımından istisnai bir düzenleme yapılmasına engel
değildir lakin kural davanın açılmasıyla, değişiklik kanununda aksi öngörülmüş
olmadıkça mahkemenin görev kuralı değişikliği veya yetki kuralı değişikliği

nedeniyle bu davayı görüyor olmaktan alıkonulamamasıdır. Bu durum görev


yönünden, mahkemeyi re’sen ilgilendirir. Yetki yönünden ise tarafların yetki itirazı
imkanını ortadan kaldırıyor. Hmk da bu hususta bir geçici madde de vardır (hmk
gm. 1/ı). Temeli anayasada düzenlenen tabii hakim ilkesinin korunmasına
dayanıyor. Usul hukukunda davanın açılmasıyla beraber mahkemenin görev ve
yetkisi de sabitlenmiş oluyor.

e. Dava ikamesi öncesinde verilmiş ihtiyati tedbirin kural olarak muhafazası


(hmk, m.397/2): dava ikamesi öncesinde geçici hukuki koruma kararı verilmişse
daha sonra göreceğiz ama şimdi de değinmekte fayda var. Geçici hukuki koruma
kararları, adından da anlaşılacağı üzere geçici hukuki koruma kati hukuki
korumaya kadar sonuç doğurabilecektir fakat evleviyetle geçici hukuki korumanın
ayakta kalabilmesi için kati hukuki korumanın da istenmiş olması elzemdir.
Normal olarak araya bir süre girer (tamamlayıcı merasim şeklinde) ve bu süre
içerisinde de kati hukuki koruma talebinde bulunmak gerekiyor. Kati hukuki
koruma talebinde bulunmak çekişmeli yargı bakımından davanın açılması
demektir ve daha önce bir ihtiyati tedbir kararı verilmiş olması halinde
tamamlayıcı merasim yerine geçtiği için ihtiyati tedbir kararının muhafazası
sonucunu doğurur (yani davanın sonuna kadar ayakta kalması sonucunu doğurur)
ancak mahkeme değiştirmediği sürece.

3. Diğer usûli talep ikamesinin hukuki sonuçlarının nisbiliği: yani dava dışındaki
yargısal başvurular bakımından, çekişmeli yargılamada geçici hukuki koruma ve
çekişmesiz yargılamada çekişmesiz yargısal iş veya çekişmesiz yargıya ilişkin özel
geçici hukuki koruma olarak adlandırılır.

Yukarıda bahsettiğimiz davanın açılmasının hukuki sonuçları burada nispilik gösterir.

2. Hafta

Bu haftaki konumuzda dilekçe teatisinin devamından bahsedeceğiz. Bu hafta davaya cevap ile
dilekçe teatisinin karşı taraf açısından görünümü üzerinden devam edeceğiz.

I. Hukuki koruma başvurusuna mukabele

Hukuki koruma başvurusuna temelde dava kurumu üzerinden, davaya cevap ne şekilde
sunulur? Hmk 129. Md de bununla ilgili kurallardan bahsediliyor. Tabiki sadece hmk 129
üzerinden değil münferit hükümlerle birlikte dikkate alacağımız bir husustur. Bu açıdan hmk
ya ilaveten, tebligat kanunu ve harçlar kanununda bulunan ve bu konuyla alakalı olan
hükümleri de dikkate almak lazım.

1-dava vb usûli talebe cevap – savunma (karşı iddia) ikamesi

A) Cevap-savunma ikamesinde şekil (hmk, m.126,128,317/1-4,316/1-c; myiy,


m.198 ): dava dilekçesine paralel olarak aslında diğer cevap dilekçesiyle ilgili
kuralların, diğer konularla ilgili kısmını ele alanlar olduğu gibi dava dilekçesi
paralelinde davaya cevap da şekil açısından yazılı veya eşdeğer şekle tabidir.

A. Yazılı yargılama usûlüne tabi bir davaya cevabın mahkemeye yazılı veya
eşdeğer şekle tabi dilekçeyle sunulması: bu bakımdan davaya cevapta basit
yargılama usulünde gördüğümüz form dilekçe (matbu dilekçe olarak da geçer)
imkanı mevcut değildir. Bu itibarla tamamen yazılı şekilde tanzim edilen uyap
dilekçesinin mahkemeye bu surette sunulması usule uygun olur.

Tabiatıyla yazılı şekle eşdeğer olarak güvenli elektronik imza ile davalı veya
benzer pozisyonda bulunan taraf cevap dilekçesini sunabilir.

B. Basit yargılama usûlüne tabi bir davaya cevabın mahkemeye yazılı veya
basılı form dilekçeyle sunulabilmesi: bu usul de yine temelde yazılı şekil
caridir. Fakat ilave bir imkan olarak matbu dilekçeyle mahkeme yazı işleri
yönetmeliğinde örneği bulunan ve aslında dilekçe standartlarının cevap
dilekçesine ilişkin versiyonunda içerik unsuru olarak kanunun öngördüğü
maddeleri ihtiva eden matbu formun doldurulması suretiyle de davaya cevap
vermek mümkündür.

B. Cevap-savunma ikamesinde usûl (hmk, m.445/5; myiy, m.98/5-6,205/5, 212,


252/1): usul derken burada atılacak adımları kastediyoruz. Cevap sunulması hangi
merhalede gerçekleşiyor bunu cevaplıyoruz. Burada elektronik ve fiziki imkan olmak
üzere iki imkan vardır. Zaten şekle ilişkin düzenlemelerden de bunu çıkarmak
mümkündür. Elektronik ortamdan da dava dilekçesine cevap verilebilir. Burada
elektronik ortam yani adliye bilgisayarı ile anlamamız gereken uyap sistemidir. Yani

cevap dilekçesinde de uyap sistemini kullanarak dava dilekçesine cevap vermek


mümkündür.

1. Uyap vasıtasıyla elektronik ortamda cevap-savunma sunma: uyapta dava


dilekçesine cevap verecek olan davalı asil ise (davalı kişi kendisi ise), vatandaş
portal penceresinden giriş yapması lazımdır. Eğer iradi temsile tabi ise de bu
takdirde avukat portal (davaya vekalet ehliyeti avukatlara mahsus olduğu için)
üzerinden adliye bilgisayarına erişim imkanına sahiptir.

Gerçek kişiler, vatandaş portal ve tüzel kişiler de paralel olarak tüzel kişinin
organı olan yetkililer sisteme giriş yaparak cevap dilekçesi sunabilirler ve aynı
şekilde kanuni temsil sözkonusu ise bu defa gerçek kişinin velisi/vasisi ise
vatandaş portaldan erişim sağlayarak cevap dilekçesi sunabilir. Burada 3 adımda
elektronik ortamda uyap vasıtasıyla elektronik ortamda davaya cevap verme
gerçekleşir:

A. Cevap dilekçesinin güvenli e-imza ile uyap vatandaş-avukat portal


üzerinden mahkeme görevlisine gönderilir: öncelikle cevap dilekçesi
sisteme taratılarak sistem merkezine gönderiliyor ve burada fiziki
ortamda gördüğümüzden farklı surette birden fazla adette dilekçenin
sunulması ihtiyacı sözkonusu değildir.

B. Cevap dilekçesinin karşı tarafa tebliği ve karşı delil ikamesi için


mahkeme veznesi banka hesabına gider avansı havale olunur: cevap
dilekçesinin masraflandırılmasının yapılması gerekiyor. Cevap
dilekçesinin masraflandırılmasındaki yargılama masraf avansı, aslında
dava şartlarında davacıya tereddüb eden bir usuli gerektir fakat
yargılama masraf avansında yönetmelikten kaynaklanan bir sebeple
toplanacak deliller için de avans ödettirilir. Bu itibarla davalı eğer karşı
delil olarak delil ikame etmek istiyor ise yine dilekçe içeriğinde
belirttiği deliller üzerinden masraf avansına ilişkin bir yönergede/
tarifede yer alan tutar üzerinden bu husustaki masrafları da ödemesi
beklenir.

C. Cevap dilekçesi dava dosyasına işlenir ve buna ilişkin ekran


görüntüsü çıktısı oluşturulur: bu masraf avansı da yine mahkeme
veznesine kredi kartı üzerinden ödenerek ikinci aşama da

tamamlandıktan sonra cevap dilekçesi sistem tarafından dava dosyasına/


arşive işlenerek onunla ilgili bir ekran görüntüsü de (kayıt işleminin
yapıldığına dair) oluşturularak süreç tamamlanıyor.

2. İlgili mahkemenin bulunduğu adliye binasında fiziki ortamda cevap-savunma


sunma: burada üç farklı adım vardır ve bu işlemlerin gerçekleştiriliş biçimi farklıdır.

A. Cevap dilekçesi mahkemeler önişlem bürosuna veya mahkeme kalemi


personeline davacı sayısından bir adet fazla olarak teslim edilir (teb.k, m.8): artık
pek çok adliyede bulunan adliye ön büroya başvurularak bu cevap dilekçesi oradaki
personele teslim edilir. Tebligat kanununda yer alan düzenleme çerçevesinde taraf
sayısından bir adet fazla surette cevap dilekçesi verilmesi elzemdir. Elektronik
ortamda sistem tarafından bu husus sağlanırken fiziken cevap vermede karşı tarafa
tebliğ açısından bu suret kullanılır. Keza bir nüshası da mahkeme dosyasında kalacak
ve bir nüshası da tarafın kendi elinde kalarak işlemin yapıldığı bunun üzerinden takip
imkanı sağlayacak.

B. Cevap dilekçesi tebliği ve varsa karşı delil ikamesi için mahkemeler veznesine
masraf avansı ödetilir: davaya ilişkin ve savunmalarına ilişkin delil ibraz edilebilir
veya davacının iddia ettiği vakıaların aksini ispaten karşı delil ibraz edebilir. Bu
bakımdan delillerin toplanmasına ilişkin masraflar yönetmelik gereği ödetilir. Bu
işlem esnasında davacıdan farklı olarak iletişim masrafları ve yargı harcı ödenmesi
sözkonusu değildir.

C. Cevap dilekçesi sunulduğu ve bilgisayar ortamında dosyasına eklendiğine dair


alındı belgesi oluşturulur: işlemler artık uyap üzerinden arşivlediği için, fiziken
götürülen dilekçede evraklar taratılarak uyap otomasyon sistemine yüklenir. Ve yine
fiziken teslim alınan, dilekçe alındı belgesi ve nüshası dilekçeyi teslim eden tarafa
verilerek işlem tamamlanır.

3. Herhangi bir adliye binasında adlî muhabere yoluyla fiziki ortamda cevap-savunma
sunma: muhabere yoluyla işlem yapılması taraf – usul işlemlerinde gördüğümüz bir
imkan idi. Cevap dilekçesinin muhabere yoluyla sunulmasında davalının, görevli
mahkemenin bulunduğu yere değil de herhangi bir adliye binasına gitmesi ve orada varsa
ön büroya müracaatla ve bulunmadığı halde nöbetçi mahkemeye müracaatla biraz önce
bahsettiğimiz adımları gerçekleştirerek cevap dilekçesini sunar. Usul ve şekil bu
şekildedir.

Cevap-savunma ikamesinde süre: dava dilekçesinden farklı olarak burada bir süre
sözkonusudur. Yani davaya cevap verilmesi süreye tabidir. Taraf-usul işlemlerinin, kanunen
veya mahkeme işlemi çerçevesinde hakim tarafından belli sürede tamamlanması istenir. Bu
yönden davaya cevap işlemi bakımından kanunda bir süre öngörülmüştür. Süreler yargılama
yöntemleri bakımından farklılık göstermiyor fakat temelde farklılık göstermemekle birlikte
bazı istisnai durumlar sözkonusudur.

A. Yazılı usûle tabi davalara cevap-savunma ikame süresi (hmk, m.127, 129/2,
136/1,128,131)

1) Cevap dilekçesinin dava dilekçesinin tebliğinden itibaren 2 haftalık sürede


sunulması: yazılı usule tabi davalara cevap süresi 2 haftadır. Buradaki 2 haftalık
süre dava dilekçesinin davalıya tebliğinden itibaren 2 haftalık süre içerisinde cevap
dilekçesinin sunulması gerekmektedir. Sürelerin hesabını görmüştük. 2 hafta
sonraki tebliğ işleminin gerçekleştirildiği gün, son gündür.

2) Cevap dilekçesi sunmak için kanuni sürenin yetersizliği halinde mahkemece


azami 1 ay ek süre verilebilmesi ve cevap dilekçesi eki belgesel delillerin
önincelemede sunulabilmesi: kanunen öngörülen süre, özellikle de karmaşık
davalarda davaya cevap verebilmek bakımından davalı, iradi bir süreye ihtiyaç
duyabilir. İleri süreceği vakıalara/iddialara/savunmalara ilişkinbazı belgeleri
toplaması, incelemesi gerekebilir. Böyle bir durumda mahkemeye müracaatla (yine
2 haftalık süre içerisinde) iradi süre verilmesi istenebilir. Mahkeme bu talebi
yerinde görürse azami 1 aya kadar ek süre kullandırabilir.

Burada süreyle ilgili şundan da bahsetmemiz gerekir, davalı cevap süresini bir
engel hasebiyle geçirmiş ise bu halde usul işlemleri bahsinde gördüğümüz eski
hale iade talebinde bulunabilir. Engelin kalktığı tarihten itibaren 3 gün içerisinde o
engele ilişkin delillerle birlikte dilekçesini mahkemeye sunup bu şekilde mazereti
de salih ise geçen sürenin ihyası/canlandırılması/eski hale iadesi mahkeme
tarafından gerçekleştirilerek cevap dilekçesi süresinde verilmiş sayılır.

3) Cevap dilekçesinin süredışı sunulmasının tarafın münkir sayılmasına yol


açabilmesi: cevap dilekçesinin süresinde verilmemesi halinde içeriğine bağlı
olarak ise ileri sürülen savunma sebepleri temelinde münkir şeklinde bir terimle
ifade edilen surette, münkir konumuna gelebilir. Ona da birazdan detaylı şekilde
bakacağız.

B. Basit usûle tabi dava vb usûli talebe cevap-savunma ikame süresi ( hmk,m.317/2,
316/1-c, 394/2,402/3,403/1; iik,m.18/ı, 265/ı)

1. Dava vb usûli talebe cevap dilekçesi ve eki belgelerin dava-usûli talep


dilekçesinin tebliğinden itibaren 2 haftalık süre içinde sunulması: davaya cevap
ikamesinde sürede basit usul bakımından, burada da süre kural olarak 2 haftadır.
Basit usulde, dava dilekçesinin davalıya tebliğinden itibaren davalı, 2 haftalık süre
içerisinde cevap dilekçesini mahkemeye sunmak durumundadır. Biraz önce de
bahsettiğimiz gecikmeye dair imkanlar basit usulde de geçerlidir. Fakat burada iradi
süre açısından böyle bir ihtiyaç daha nispidir çünkü basit usule ilişkin davalar yazılı
usule ilişkin davalara nazaran daha dar kapsamlıdır. Burada süreye duyulan ihtiyaç
savunma-cevap hazırlama bakımından genellikle istisnai olacaktır.

2. Geçici hukuki koruma usûli talebine karşı cevap dilekçesinin tatbikten veya
tatbik tutanağının tebliğinden itibaren 7 günlük süre içinde sunulması: basit
usul bakımından dava dışında geçici hukuki koruma talebi itibarıyla daha farklı bir
süre vardır. Bunlara 7 günlük süre içerisinde cevap verilmesi lazımdır. Geçici
hukuki korumada, hukuki korumaya karşı 2 surette mukabele edilebilir:
mahkemenin takdiri çerçevesinde ivedi olarak ele alınıyorsa, geçici hukuki koruma
talep eden tarafın başvurusu incelenip karara bağlandıktan sonra onun talep
dilekçesi karşı tarafa tebliğ edilip, bu sefer de karşı tarafın geçici hukuki korumaya
tepkisi babında beyanı alınır ve genellikle de mukabele yönünde olduğu için kanun
bunu itiraz kavramıyla ifade eder. İvedi usul bakımından talebe müteakip hemen
değil mahkemenin işi ele almasından sonra fakat normal usul bakımından bu defa
karşı tarafa da bir geçici hukuki koruma talep dilekçesi tebliğ edilip buna karşı
beyanları alınmak durumundadır. O halde geçici hukuki koruma talebi bakımından
karşı tarafın hukuki pozisyonu süre bakımından sınırlandırılmış oluyor.

C. Çekişmesiz yargısal başvurusuna karşı ilgilinin beyanda bulunmasının kaideten


basit usûlde cevap-savunma ikame süresine tabiyeti (hmk, m.385/1): burada taraf
kavramı yoktur. Başvurucu ve ilgili vardır. Başvurucunun çekişmesiz yargı başvuru
dilekçesinde verilecek karardan hukuki durumu etkilenecek birisi varsa bunu ismen
bildirebilir fakat bu hususta bir mecburiyet altında da değildir. Ama o bildirmese de
mahkemenin vereceği karardan etkilenecek herhangi birisi varsa bu kişiye de hukuki
dinlenme hakkı tanınmaktadır. Hukuki dinlenme hakkı tanınması çekişmesiz yargısal
başvurunun temelde bu maddi ilgiliye tebliğ edilip onun beyanının alınması suretiyle olur.
Eğer çekişmesiz yargıda da bir hukuki dinlenme hakkı tanınmasını gerektirecek bir ilgili
varsa mahkemenin bu kişiye mahkeme dilekçesini göndermesinden itibaren bu maddi
ilgili sözkonusu usuli talebe bir beyanda bulunmak imkanına sahiptir. Burada kullanılacak
süre ise kanunun çekişmesiz yargılamaya ilişkin düzenlemeler bir süre öngörmez fakat
basit usule atıfta bulunulduğundan dolayı basit usulle ilgili kurallar çerçevesinde burada
da 2 haftalık sürenin cari olacağı belirtilebilir ancak basit usule ilişkin hükümler
çekişmesiz yargılamada kullanılırken, çekişmesiz yargının niteliğine uygun ölçüde
kullanılacaktır ve bu açıdan mahkeme daha farklı bir süre de belirleyebilir.

2. Hmk cevap dilekçesi modeli ve içerik standartları

Burada dilekçe standartları dava dilekçesi üzerinden kavramlaştırılmaktadır. Bununla birlikte


cevap dilekçesinin de bunun kapsamında olduğunu belirtmemiz gerekir. Zira davanın
unsurları (kategorik unsurlar) cevap dilekçesi bakımından dava dilekçesindeki kadar
olmamakla birlikte cevap dilekçesini ferdileştirmek caridir.

A. Hmk dilekçe modelinin davaya cevap dilekçesi bakımından da geçerliliği

a. Yazılı usûlde hazırlayıcı-temellendirici esaslı cevap dilekçesi : bir defa


buradaki dilekçenin temellendirici olması bunun alternatifi olan bilgilendirici
dilekçe modelinden farklı olarak davayı, dava dilekçesi bakımından ve cevap
dilekçesi bakımından da cevabı (savunmayı) temellendirmeye yönelik bir yapı
arzediyor.

b. Basit usûlde belirleyici - temellendirici esaslı cevap dilekçesi: basit usulde


ise belirleyici-temellendirici dilekçe modeli benimsenmiştir çünkü yazılı usul
ve basit usul bakımından dilekçe kuralları tarafların mahkemeye cevap
hazırlama hususunda kullanabileceği iki dilekçe sunma imkanı vardır. Basit
usulde ise bir dilekçe imkanı vardır. Yazılı usulde 2 dilekçe imkanı olunca
davasını veya cevabını temellendirmek bakımından bu iki dilekçede birincide
eksik bıraktıysak ikincide tamamlayabilmek olanağına sahibiz. Tabiki bu tüm
unsurlar bakımından mevcut değildir çünkü bazı hususların ilk dilekçede
yazılmış olması elzemdir (eğer ilk dilekçede aranan hususlar tamam değilse
hakim bunun tamamlatılmasını ister). Yani kısaca basit usulde dilekçe imkanı
tek bir dilekçeyle sınırlandığı için bu tali unsurlar itibarıyla daha sonra
tamamlanabilecek unsurlar ortaya çıksa da yazılı usulde ikinci dilekçeyle
ikmal etme imkanı basit usulde mevcut değil o yüzden belirleyicilik artık tek
bir dilekçeyle davasının cevabını çerçeve içine alıp belirlemek durumundadır.

B. Cevap dilekçesi mahiyet ve içeriğinin hukuki koruma aracı çeşitleri itibarıyla


farklılığı : cevap dilekçesinin içeriği hukuki koruma aracı çeşitleri bakımından
farklılık gösterebilir. Hukuki koruma aracı denildiğinde bildiğimiz gibi çekişmeli
yargılama ve çekişmesiz yargılama şeklindeki yargılama çeşitleri meyanında (içinde)
mahkemeden bu hukuki koruma isteniyor ve bu hukuki koruma isteme prosedürleri
çekişmeli yargılamada temelde dava ikamesiyle dava prosedürü şeklinde gerçekleşiyor
fakat bu kati korumaya ilişkin bir araçtır.

a. Davaya cevap- savunmanın usûlüne uygun dilekçe standartına göre


tanzimi (hmk, 129;322) : çekişmeli yargılamadaki, geçici hukuki koruma da
diğer bir araç ve prosedür olarak karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla bahsettiğimiz
yaklaşım bu araçlar bakımından birebir aynı değildir.

Çekişmeli yargılamada dava prosedürü itibarıyla kanunun 129 ve 322.


Maddesindeki atıfta yine yazılı usule yani yine 129’a yapılan gönderme
kapsamında usulüne uygun içerikleri aksettiren bir dilekçe sunulması
lazımdır.

b. Geçici hukuki koruma taleblerine cevap dilekçesinin niteliğine uygun


düştüğü ölçüde basit usul davaya cevap dilekçesi standartlarına göre
tanzimi (hmk, m. 316/1-c; 394/4): çekişmeli yargılamada geçici hukuki
koruma taleplerinde verilecek cevap dilekçesi bakımından burada da yine
basit usuldeki davaya cevap dilekçesi standartları niteliğine uygun düştüğü
ölçüde hazırlanarak sunulmak durumundadır. Kanunda 316. Maddede özel
olarak belirtilmesi istenen içerikler de vardır ve onların mahfuz olarak dava
ve cevap dilekçesinden hareketle hazırlanması gereklidir.

c. Dava benzeri icra-iflas hukuku yargısal başvurularına (iik,m.18/


ıı,70,169a) cevabın niteliğine uygun düştüğü ölçüde basit usul davaya
cevap dilekçesi standartlarına göre tanzimi (yarg. 23 hd,
04.07.2012/3148-4621 ; yarg. 12 hd, 12.05.2005/9689-10424 ): buradaki
yaklaşımda yine basit usulün bir versiyonu kullanılır. Bu hal de basit
usuldeki davaya cevap dilekçesinin tanzimine benziyor fakat bunun kendi
farklılığını da aksettirecek surette öncelikle özel usul dediğimiz usule dahil
olan düzenlemelerde yer alan farklılıkları da dikkate almak suretiyle dilekçe
hazırlanır.

d. Çekişmesiz yargısal başvuruya ilgili beyanının niteliğine uygun düştüğü


ölçüde basit usûl cevap dilekçesi modeli ve içerik standartları uyarınca
tanzimi (hmk, m.385/1): burada da ilgilinin beyanıyla (cevap dilekçesi
kavramı kullanılmasa da) hukuki koruma talebine başvuruda bulunması,
ilgili bakımından ona dinlenilme hakkı tanınması çerçevesinde mümkün
olduğundan burada basit usul cari olduğu için basit usulde cevap dilekçesi
bunun niteliğine uygun düştüğü ölçüde caridir.

II. Hmk davaya cevap dilekçesi gerekleri

1. Davaya cevap dilekçesi içeriği ve ekleri:

A) Davaya cevap dilekçesinin içerik-şekil unsurları (hmk,m.129/1a-ğ): dava


dilekçesinde 10 unsur varken burada 9 unsur sayılmıştır. Burada olmayan unsur ise,
dava konusu veya dilekçe konusu veya dava dileğidir. Çünkü cevap dilekçesiyle bir
dava ikamesi sözkonusu değildir dolayısıyla onun konusu ve değerinden bahsetmek
ve belirtmek ihtiyacı sözkonusu değildir.

a. Mahkemenin adı ve dairesi : mahkemenin adı ve dairesini davalı, cevap


dilekçesini hazırlarken nereden temin edecek ? Tabiatıyla kendisine tebliğ
edilen dava dilekçesinden. Dava dilekçesinde de davacı bir mahkeme adı
belirtmişti. Fakat pek çok durumda orada dairesi yer almaz. Çünkü işbölümü
esasları nedeniyle önbüroda otomatik kota sistemi üzerinden birden fazla
mahkeme dairesi bulunan bir mahkemeyse uyap üzerinden onlar arasında bu
başvuruları dağıtıyor. Bu itibarla dava dilekçesinde o daire yer almaz. Ancak
davalıya dava dilekçesi tebliğ edilirken mazbatalı zarf içerisinde bu dilekçe
gönderiliyor. İşte o zarf üzerinde gönderen mahkeme dairesi ve dosya
numarası yer alır çünkü dava ikamesinde davanın esasa kaydının bir
numarayla tamamlandığını söylemiştik. O dosya numarası da yine davalıya
götürülen tebliğ zarfı üzerinde yer alıyor. Kanun cevap dilekçesi içerik unsuru
olarak numaradan bahsetmiyor ama o da bununla bağlıdır. Arşivlemenin doğru
olması açısından.

O halde davalı, mahkeme adı ve dairesinin kendisine gönderilen dilekçe ve


mazbatalı zarftan dosya numarasıyla birlikte belirterek unsuru dilekçeye
aksettirecektir.

b. Davacı ile davalının ad-soyad ve adresleri ile yurtdışında mukimse


davalının yurtiçi teb. Adresi: önce davalı olarak kendi ismini ve sonra da
davacısı kimse onun da adını kendi adının altına yazacak. Burada adres bilgisi
bakımından bir detay vardır, kişi yurtdışında ise bu takdirde yurtdışına tebligat
güçlüğü nedeniyle davalıdan, yurtiçinde bir tebligat adresi bildirmesi istenir.
Sebebi ise yargılamanın safahatında kendisine yapılacak müteakip tebligatlar
bakımından kullanılmak istenmesidir. Eğer kişi bunu bildirmezse dava
dilekçesinde bildirilmiş adres tebligatta esas alınacaktır. Fakat o yurtdışı adresi
ise değil.

c. Davalının tc kimlik numarası: burada davalı gerçek kişi bakımından kendi


tc kimlik numarasını da yazacaktır. Eğer davacı, davalının da tcsini biliyorsa
bunu da dava dilekçesinde yazabilir. Fakat o kendisininkini yazmak
zorundadır, davalınınkini belirtmek zorunda değildir. Aynı şekilde davalının
kendi tc kimlik numarasını belirtmesine gerek var. Buradaki sebep de
davalının benzer isimdeki kişilerle karışmasına mahal vermemektir. Tüzel
kişiler bakımından ise bu defa vergi kimlik numarası istenir, potansiyel vergi
mükellefi olarak tüzel kişiler göründüğü için onların da vergi kimlik numarası
istenir. Şirketlerde ise ticaret sicil numarası başka bir ayırıcı araç olarak
kullanılabilir.

d. Tarafların varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad-soyad ve adresleri:


taraflar yargılamada temsilen yer alıyorsa temsilcinin kimlik bilgileri ve adres
bilgilerinin yazılması gerekmektedir. Keza temsilci adresini de yazacaktır.

e. Savunma dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık


özetleri: karşı iddia teşkil eden veya davacının iddialarına cevap mahiyetinde
ileri sürülen vakıalar yazılacaktır.

f. Savunma dayanağı olan her bir vâkıanın hangi delillerle ispat edileceği:
karşı iddia teşkil eden vakıalar eğer ispata muhtaç ise hangi delillerle ispat
edileceği kanundaki delil kataloğunda yer alan delil kategorileri üzerinden

yazılacaktır. Temelde 3 kategori vardır: belge, beyan, belirti delilleri


şeklindedir (alt türleri de vardır). O türleri ismen yazarak bu unsur
tamamlanmış olur.

g. Dayanılan hukuki sebepler: savunma sebepleri çerçevesinde, savunma


sebeplerini tanzim eden kuralların hukuki sebep beyanında cevap dilekçesinde
de belirtilmesi gerekiyor. Bir mecburiyet şeklinde değil de daha çok ideal
olarak belirtilir.

h. Açık bir şekilde talep sonucu: talep sonucu dava dilekçesindeki kadar cevap
dilekçesinde özellik arzetmez. Davacının mahkemeden verilmesini istediği
hükme karşı davalının mukabelesini içerir. Genellikle davanın reddine karar
verilmesi arz ve talep olunur.

i. Davalının veya varsa kanuni temsilcisi ya da vekilinin imzası: aidiyet


belirteci olarak yer alır. Oradaki bilgilerin bu dilekçeyi hazırlayan kişi
tarafından dilekçenin sadır olduğunu belirten bir kapanış işaretidir. İmza,
dilekçenin tabi olduğu şekle göre farklılık arzeder. Yazılı şekil bakımından
ıslak imza atılması gerekir ama bu imza bilen kişiler itibarıyla geçerlidir.
Görme engelliler bakımından notere tasdikli “brüj” (bu kelimeyi tam
anlayamadım) kullanılması mümkündür. Okuma yazmayı bilmeyenler
bakımından nadir de olsa parmak basma şeklinde de karşımıza çıkabilir. Yazılı
şekle eşdeğer surette hazırlanan bir cevap dilekçesi sözkonusuysa burada artık
güvenli elektronik imza kullanılır.

B) Davaya cevap dilekçesi şekil unsurlarının (aslî-talî-ihtiyarî ) tefriki: sayılan 9


içerik unsuruna verilen kıymet aynı değildir. Yani bunların eksikliğinde kanunun
verilmesini öngördüğü tepki aynı değildir.

a. Eksikliği halinde hakimin verdiği sürede ikmal olunmaması davaya cevap


verilmemiş sayılması yaptırımına tabi olan dilekçe içeriğinin aslî unsur
vasfını haiz olması (hmk,m.130): kanunun 130. Maddesinde, bazılarının
eksikliği halinde cevap verilmemiş sayılması ihtarıyla bir haftalık süre
verilmesini öngörüyor ve tamamlanılmaması halinde davaya cevap

verilmemiş sayılma yaptırımına tabi kılınıyor. Bir yaptırıma tabi


tutulmasından hareketle bu unsurların asli unsurlar olduğunu söylememizde
yarar vardır. Bu süre içerisinde tamamlanması gereken bilgiler:

1. Mahkemenin adı ve dairesi

2. Tarafların ad-soyad ve adresleri

3. Davalının tc kimlik no

4. Tarafların varsa kanuni temsilcisi ve vekillerinin kimliği

5. Davalının veya varsa kanuni temsilci ya da vekilinin imzası

b. Eksikliği tarafın davayı kaybetmesine yol açabilecek usûli külfet teşkil


eden birkısım içeriğin talî unsur niteliğine sahip olması: bunlar ise tali
unsurlardır. Bunlarda usuli bir yaptırım sözkonusu değildir fakat bunlarla
irtibatlı bazı usuli yükler mevcuttur. Geçen hafta dava dilekçesi bakımından
somutlaştırma yükü/külfetinden bahsettik. Davalı bu tali unsurları
tamamlamadığı takdirde aleyhine karar verilmesi riskini almış oluyor. Tali
olarak cevap dilekçesinde bulunması gereken unsurlar ise:

1. Davalının savunmasının dayanağı olan vâkıalar

2. Savunma olarak ileri sürülen her bir vâkıanın delilleri

3. Talep sonucu

c. Hukuki sebep’in aleyhe herhangi bir usûli yaptırım veya külfet


doğurmaksızın bildirilmesi beklenen ihtiyarî unsur niteliğine sahip
olması: burada herhangi bir usuli yaptırım veya külfet sözkonusu değildir.
İradi unsur da diyebiliriz. Burada belirttiği hukuki sebep, savunmaya tekabül
eden hukuk kurallarıdır. Bunu belirtmiş olması demek hakime bu hususta bir
öneride bulunmuş olması demektir. Tabi kişinin burada isabetli bir belirleme
yapması da önem arzetmektedir. Sonuç olarak hakimin bu hususu kendi görevi
mahiyetiyle yapması gereği olduğu için bu hususun cevap dilekçesinde
bulunmaması herhangi bir usuli yaptırıma tabi değildir.

2. Davaya cevap verme veya vermemenin sonuçları

A) Hmk’ya göre davaya cevap dilekçesi sunulmasına bağlanan sonuçlar: hmk’nın


cevap dilekçesi sunulmasına bağladığı bir sonuç vardır. Cevap dilekçesi
sunulmasından sonra kanun, davalının usuli itiraz ileri süremeyeceğini belirtir. Yani
cevap dilekçesi vermenin hmk’da belirtilen yegane sonucu budur. Dava şartlarından
hatırlayacağımız üzere usuli ilk itiraz, taraf yararına konulmuş olan usuli gereklerdir
(kamu yararına olanlar dava şartında vardı). Usuli ilk itirazda farklı olarak ileri
sürüldüğünde dikkate alma prensibi vardır.

a. Cevap dilekçesinin mahkeme önbüro-kalem/uyap/muhabere kayıt


tarihinde mahkemeye verilmiş sayılması (hmk, m.131,319; myiy, m.197/5’e
kıyasen): cevap dilekçesinin sunulma anı önem arz eder çünkü sunulmasından
sonra usuli ilk itiraz öne sürülemez. Cevap dilekçesinin sunulmuş sayıldığı
zaman veya cevap dilekçesinin tamamlandığı zaman, cevap dilekçesinin işleme
konulması anı dikkate alınır. Fiziki olarak cevap dilekçesi sunmada mahkeme
önbürosuna teslimi, masraf avansının ödenmesinden sonra tarayıcıdan geçirip
dilekçeyi uyap sistemine aktarıyor demiştik. Onu yapmadığı ahvalde sistem
kesikse bir tutanakla belgeleme yapılıyor. Cevap dilekçesinin alındı işlemiyle
sunma anı, burada tarih ve saat yer alır. Burada saatten çok tarih dikkate alınır.

b. Cevap dilekçesi sunulmasından sonra usûli ilk itiraz ileri sürülememesi


(hmk, m.131): cevap dilekçesinin sunulması itibarıyla artık usuli ilk itiraz
imkanı ortadan kalkıyor. Esasa ilişkin sonradan savunma bildirme imkanı ıslah
veya hasmın muvafakatıyla mümkündür. Islahta bir araç olarak tarafın usul
işlemlerinde bir değişiklik yapabilme imkanı vardı. İşte bu imkana, cevap
dilekçesinin sunulmasıyla başvurma kapıları kapanıyor.

B) Davaya karşı cevap dilekçesi sunmamanın sonuçları (hmk, m.128,130): temelde


davaya cevap verme mecburiyeti yoktur. Tıpkı davacının dava açmaya icbar
edilemeyeceği gibi davaya cevap verme mecburiyeti yoktur. Bu bakımdan davaya
cevap verme/mukabele etme ihtiyari bir durumdur.

a. Hmk’ya göre davaya cevap verme - karşı iddia ikame etmenin ihtiyariliği:
yukarıda dediğimiz gibi davaya cevap verme/mukabele etme ihtiyari bir
durumdur. Bu bakımdan davalı, cevap dilekçesi verme tercihinde
bulunmayabilir. Tercihler, genellikle talep sonucunu kabul edip etmemeyle ve
davayı yönlendirmeyle de alakalı olarak farklı şekilde ortaya çıkar.

1. Davalı davaya esas iddialara muhalefet etmeyecekse talep sonucunu kabule ilişkin
yazılı veya eşdeğer şekle tabi beyan dilekçesiyle yetinebilir: davacının iddialarına ve
ileri sürdüğü vakıalara davalı karşı koymayacaksa dilekçede savunma sebepleri
(dayandığı savunma vakıalarının açık özeti) kısmını belirtmeyebilir ve davacıya olumsuz
anlamda tepkisi yoksa talep sonucunu kabule yönelik bir beyanla (kabul dilekçesi)
yetinebilir. Cevap sunmayabilir fakat kabul şeklinde bir beyanda bulunması yargılama
masrafları ile fazlaca karşılaşacağı için onun menfaatine olan kabul beyanı verme ciheti
için mahkemeye gidebilir.

2. Davalı taleb sonucunu kabule ilişkin beyan veya cevap dilekçesi sunmayabilir:
davaya cevap verme mecburiyeti olmadığı için herhangi bir dilekçe sunmama veya
beyanda bulunmama yoluna da gidebilir.

a. Cevap dilekçesi sunmayan davalının münkir ve talebi kabul etmemiş


sayılması: cevap dilekçesi sunmayan ve kabul beyanında da bulunmayan davalı
karşılaşacağı sonuç münkir sayılmasıdır. Münkir, inkar eden anlamına gelir.
Münkirlik, davacının iddia ettiği vakıaların vaki olmadığını ileri sürmüş olmak
ve usuli talebi reddetmiş ve kabul etmemiş sayılmak sonucunu içerir.

Münkir sayılmanın pratik sonucu yargılamaya katılamayacağı anlamında mı


ortaya çıkar? Hayır, yargılamaya katılıyor fakat cevap vermeme nedeniyle

Davacının iddia vakıalarını reddetmiş sayılması dışında bunlara tekabül eden ve


bunları çürüten surette dava evrakında kendi lehine delilleri de yargılamaya
katıldığında izah edebilir. Daha belirgin bir sonuç ise inkar dışında davacının
öne sürdüğü vakıalar dışında kendisinin bir karşı iddia olarak ileri sürebileceği
vakıa varsa artık onları ileri sürme imkanını kaybetmiş oluyor (kural olarak).

b. Cevap dilekçesi sunmayan davalının usûli ilk itiraz ileri sürme hakkının
sükutu: cevap dilekçesi sunmayan davalı usuli ilk itiraz hakkını yitirmiş oluyor.
Cevap dilekçesi sunulduğunda usuli ilk itiraz imkanının artık olmayacağından
bahsetmiştik. Benzer olarak cevap dilekçesi sunulmadığında da usuli ilk
itiraz imkanı ortadan kalkar. Lakin ikisi arasında bir fark vardır: cevap
dilekçesi sunulması, 2 haftalık cevap dilekçesi müddeti içerisinde 7. Gün
gerçekleşmişse artık usuli ilk itiraz öne sürememe hali 7. Gün itibarıyla ortadan
kalkmış oluyor. Yani kalan 7 günde usuli ilk itirazları ileri sürme imkanı yoktur.
Burada ise cevap dilekçesi sunmayan davalının, usuli ilk itiraz ileri sürme
hakkının sükutu bu sürenin sonuna kadar vaki olduğu için zaman bakımından
farklılık vardır.

III. Davalı veya karşı tarafın cevabi dilekçelerde ileri sürebileceği savunma çeşitleri
ve karşı dava

Bu açıdan ikili bir tasnif sözkonudur. Bazı kaynaklarda esasa ilişkin savunmalar ve usule
ilişkin savunmalar şeklinde de bir ayrım olabilir. Olumlu-olumsuz savunma ayrımı az önce
bahsettiğimiz münkir sıfatı bakımından daha açıklayıcıdır.

1. Olumlu savunmalar (hakkı sükût ettirici-engelleyici başka veya yan vakıaların


dermeyanı): davacının davada iddia ettiği hakkı sükut ettirici veya engelleyici
vakıaların ileri sürülmesi olumlu savunma anlamına gelir. Hakkı sükut ettirici ve
engelleyici dediğimizde ikili bir ayrım yapmış oluyoruz.

Vakıaların bir hakkı sükut ettirme veya engelleme özelliği nereden ortaya çıkar?
Haklar, soyut hukuk kurallarında olgusal durumlara işareten belirlenir. Hak kuralları

itibarıyla, kuralda öngörülen olgusal durumla bağlantılı bazı vakıalar, kabul edilen
hakkı nötralize eden bir etki üretecek şekilde ve adeta karşı hakkın doğmasını
engelleyen durum olarak karşımıza çıkar. Davalı, davaya cevap olarak davacının hak
olarak belirttiği hususun alınmasının engellenmesini etkileyen bir vakıanın da
sözkonusu olduğunu ileri sürebilme imkanına sahiptir.

Burada karşımıza itiraz ve def’i kavramları çıkar. Sükut ettirici olanlar itiraz teşkil
eder. Engelleyici olanlar ise def’i teşkil eder. İtiraz ile def’i arasındaki fark ise maddi
hukuk açısından hakimin bunlar karşısındaki konumu üzerinden icra edilir. İtirazı
hakim re’sen dikkate alırken, def’iler ise ileri sürüldüğü takdirde dikkate alınır. Fakat
hakimin itirazı re’sen dikkate alması bu vakıanın hiçbir surette ileri sürülmediği her
durum bakımından sözkonusu olmaz. Hakimin re’sen dikkate almasının anlamı şudur,
taraf bunu dilekçesinde bir savunma sebebi olarak ileri sürdüğünde dikkate alır fakat
taraf bunu ileri sürmediğinde ancak dosyadan usulüne uygun olarak bir evraktan bunu
anlayabiliyorsa hakim bunu dikkate alacak demektir. Yani davacının ileri sürdüğü
hakkı sona erdiren bir durum var diyelim ve bu durum dosyadaki dava evrakından
anlaşılamıyor ise bu takdirde taraf da bunu ileri sürmezse yargılama davacının iddiası
üzerinden yürütülür. Fakat taraf ileri sürmese de dava evrakında davacının iddia ettiği
hakkı sükut ettiren bir durum olduğunu hakim anlarsa o zaman bunu re’sen dikkate
almak zorundadır.

Hakkın sükut ettirilmesi 2 şekilde ortaya çıkabilir: hakkın doğumuna engel olan bir
olgu veya hak doğmuşsa da ortadan kaldıran olgudur.

A) Esasa ilişkin itiraz teşkil eden vakıaların beyanı veya dosyaya aksettirilmesi:

a. İddia vakıalarının tekabül ettiği hakkın doğumuna engel olan olgular:


örneğin, sözleşmeye dayalı bir borcun ifası davasında sözleşmenin kanunen
resmi şekle tabi olduğunu fakat mevcut durumda dayanılan bu şekil şartına
haiz olmadığını ileri sürmesi bu manada hakkın doğumuna engel olan türden
hakkı sükut ettirici bir olumlu savunma teşkil eder.

b. İddia vakıalarının tekabül ettiği hakkı söndüren olgular: örneğin, bir


alacak davasında davalı alacağa ilişkin hukuki ilişkiyi reddetmeden, “bu
hukuki ilişki doğrudur ve bu alacak doğmuştur fakat bilahare ibra edilmiştir.
Davacı bu alacak nedeniyle bizi ibra etmiştir.” Dediğinde bu ibra borçlar
kanunundaki itfa, beyanı halinde borcu ortadan kaldıran bir vakıadır ve itiraz
teşkil eder. İbraya ilişkin öne sürmenin esasa ilişkin itiraz mahiyetinde cevap
dilekçesinde belirtebileceği ve davacının belirttiği hakkı söndüren bir olgudur.

B) Esasa ilişkin def’i teşkil eden vakıaların ileri sürülmesi / borcu ifadan
kaçınma imkanı bahşeden “karşı hak”ların kullanılması: bu vakıaların da
cevap dilekçesinde öne sürülmesi mümkündür. Farklı def’i türleri vardır ve maddi
hukuk yönünden bunları ele alabiliriz. Burada 3 farklı def’i türü savunma
çerçevesinde ileri sürülebilir:

a. İddia vakıalarının tekabül ettiği hakkın doğurduğu borcun istenilmesini


engelleyen olguların beyanı: bunlara engelleyici def’iler denir. Örneğin
zamanaşımı bunlardan birtanesidir. Zamanaşımına tabi bir alacak davasında
alacağın, maddi hukukta öngörülen süre içerisinde istenmiş olmadığını öne
sürdüğümüzde belli bir zamanın geçmiş olması vakıası def’iyi temellendirir ve
dolayısıyla alacağın istenme imkanı, yargı yoluyla/icra yoluyla elde edilme
imkanı ortadan kalkar.

b. İddia vakıalarının tekabül ettiği hakkın doğurduğu borcun istenilmesini


geciktiren olguların beyanı: bunlara da geciktirici def’iler denir. Örneğin,
ödemezlik def’i, karşılıklı taahhütleri havi (içeren) bir sözleşmede taahhütlerin
yani edimlerin ifasında öncelik/sonralık taraflar arasında kararlaştırılmış
değilse karşı taraftan bir edim isteyecek olan taraf öncelikle kendi edimini
teklif etmekle yükümlüdür (bk uyarınca). Davacı, kendi edimini teklif etmeden
karşı edimi dava ettiğinde davalı buna karşı ödemezlik def’inde bulunabilir.

c. Dava öncesi dermeyan olunmamış bir takas hakkına tekabül eden


olguların beyanı: buna takas mahsup da denir. Burada bir farklılık vardır.
Eğer davadan önce takas dermeyanında bulunulmuşsa o zaman artık davacıya
yöneltilmiş olmasına rağmen davacının bunu dikkate almadan dava açması
artık o borcu/alacağı/hakkı söndüren bir etkide bulunur. Fakat dava öncesinde
kullanılmadığı ahvalde, dava açıldıktan sonra öne sürülüyorsa bir def’idir.
Takas bakımından da takasa konu olan hak ölçüsünde davada ileri sürülen
hakkı nötralize ediyor. Dava sırasında öne sürme itibarıyla def’i olduğu için bir
olumlu savunma teşkil ediyor.

Buraya kadar bahsettiğimiz hususlarda dikkat edersek reddetme gibi bir durum sözkonusu
değildir. Daha çok davacının söylediklerine ilaveten tabiri caizse “bu vardır ama şu da vardır”
demekteyiz.

2. Olumsuz savunmalar (vukû bulmuş olması gerekenlerin yokluğunun ve


olmaması gerekenlerin varlığının dermeyanı): burada az önce bahsettiğimiz maddi
hukuka ilişkin itiraz ve def’ilerden farklı olarak usul hukukuna ilişkin bir özellik
atfedeceğimiz bazı vakıaların öne sürülmesi sözkonusudur. Ayrıca dava sebebi ve
hukuki sebebe yönelik bir olumsuz tutum alınması da sözkonusudur.

A) Usûle ilişkin itiraz teşkil eden dava/yargılama şartlarına ilişkin vakıaların


ileri sürülmesi: bunlar kamu yararına olduğu için hakimin görevi gereği bunları
re’sen dikkate alması gerekir. Aynı zamanda davalı da davacıya tereddüp edenleri
itibarıyla bunların vaki olmadığını savunma sebebi olarak öne sürebilir.

a. Mahkemenin işlev-konu-yer itibarıyla (kesin)yetkisizliğine ilişkin olgular

b. Karşı tarafın usûli işlem ehliyeti yokluğu veya eksikliğine ilişkin olgular

c. Dava/yargılama konusuna dair noksan ve kusurlara ilişkin olgular

B) Usûle ilişkin def’i teşkil eden “ilk itiraz” vakıalarının ileri sürülmesi:

a. Mahkemenin kesin olmayan yer itibarıyla yetkisizliği

b. Tahkim anlaşması mevcudiyeti

c. Özel kanunlarda tarafın cevabında ileri sürmesi gerektiği kabul edilen


sair nisbi usûli kusurlar

C) Dava sebebi ve hukuki sebebin inkar edilmesi: davacının ileri sürdüğü iddia
vakıalarının gerçek olmadığını davalı, cevabında ileri sürüp inkar edebilir.
Genellikle hayat olayından ziyade o hayat olayına ilişkin olgular ve olayı oluşturan
merhalelerin öne sürüldüğü görülür.

a. İddia dayanağı vakıaların gerçek olmadığının ileri sürülmesi: davacının


iddia ettiği vakıaların (dava sebebinin), hiç vuku bulmadığını ileri sürebileceği
gibi davacının iddia ettiğinden daha farklı bir versiyonun vaki olduğunu da
ileri sürülebilir.

1. İddia vakıalarının vaki olmadığının bildirilmesi: örneğin boşanma


davasında şiddetli geçimsizlik babında ileri sürülen vakıalar var.
Davalı, “böyle bir vakıa gerçekleşmemiştir” diyebilir. Veya “trafik
kazasına ilişkin haksız fiil ve tazminat davasında davacının iddia ettiği
zarar doğmamıştır” dediğinde bunu inkar etmiş demektir.

a. İddia vakıalarının farklı bir versiyonunun vaki olduğunun


ileri sürülmesi: yukarıdaki trafik kazası örneğinden hareketle
örneğin davacı, davalının kırmızıda geçtiğini ve bu sebeple kaza
olduğunu söylüyor. Davalı da o esnada kırmızı trafik lambasının

sabit kırmızı şeklinde değil de dikkatli geç manasında yanıp


söndüğünü söylüyor. Bu da farklı bir versiyonun ileri
sürülmesidir.

b. Dava temelinin yetersizliğinin ileri sürülmesi: davalı burada hukuki sebebi


de inkar edebilir. Hukuki sebep inkarı, davacının iddia ettiği vakıaların ya hiç
vaki olmadığını ya da farklı şekilde vaki olduğu şeklinde bir tutuma girmeden
vakıaların vuku halinde bile iddia edilen hak neticeyi talebin kabulünü
gerektirecek surette sabit değildir şeklinde bir tepki de verebilir. Böyle bir
durumda aslında kastettiği şey kanunen hak, olgusal durum üzerinden ve belirli
vakıalar üzerinden tanımlandığına göre uygulanabilecek kuralda yer alan
vakıalara ilişkin olarak vakıanın, kuralın içini doldurmaya yetmediğini veya
vakıada, kuralın içindekiler olmadığı şeklinde bir inkar sözkonusudur.

3. Karşı dava ikamesi: karşı dava ikamesi, davalının cevaplarının yanısıra davacıyla
olan bir hukuki ilişki iddiası temelinde kendisinin de davalıya karşı bir usuli talep
sahibi olduğunu iddia etmesidir. Dolayısıyla davacı nezdindeki hakkının alınmasını,
davacının davasına mukabil tutum olarak karşı dava ikame ederek tepki verebilir.
Cevaptan farklı olarak burada bir dava ikamesi var artık davalı, davacı pozisyonu
almış oluyor. Mahkemece bunun sürece sokulabilmesi bakımından kanunda öngörülen
şartların tahakkuk etmesi gerekiyor aksi halde bu iki dava birlikte yürümez. O halde
karşı davayı davalının ayrıca ikame etmesi gerekir.

A) Karşı dava kavramı (hmk,m.134,135):

a. Kavramın davalının aynı mahkeme nezdinde ve mevcut yargılamayla


birlikte incelenecek surette kendi hakkının hüküm altına alınması için bir
dava dosyalatmasını ifade etmesi :

b. karşı davanın müstakil bir usûli talep niteliğine sahip olması: müstakil bir
dava olduğu için genel dava ikamesine ilişkin esaslar nelerse bunlar karşı dava
ikamesi bakımından da tahakkuk etmiş olmalıdır. Bunlar dava şartlarıdır. Bu
dava şartları tahakkuk edecek ve böylece esasın incelenmesine geçilecek.

1. Karşı dava ikamesinin dava ikame esaslarına tabiyeti :

2. Karşı davanın akibetinin asıl davadan bağımsızlığı:

B) Karşı dava ikame ve idame şartları (hmk, m.132,133):

a. Genel dava / yargılama şartlarının mevcudiyeti :

b. Karşı dava şartlarının mevcudiyeti:

1. Ortada açılmış bir dava prosedürü bulunması : dava açılmış ve


yürütülüyor olmalıdır. Yani karşı davanın açılabilmesi için elde bir dava
prosedürünün olması lazım. Davacı bir dava açacak ve davalı da
bununla bağlı olarak karşı davasını bu surette ikame edebilecek.
Davacının usuli talebi yani mahkemeye yönelik hukuki koruma talebi
bir dava prosedürü değilse karşı dava açılması sözkonusu değildir.

Mahkemenin önündeki başvuru çekişmesiz yargılamaya ilişkin bir


talep ise karşı dava karşımıza çıkmayacaktır. Keza bir geçici hukuki
koruma talebi olduğunda da bir dava sözkonusu olmadığı için yine
davalının/karşı tarafın bir karşı dava ikame etmesi sözkonusu
olmayacak tır.

2. Asıl dava ile karşı dava arasında bağlantı olması : bu konu kanunda
bir bağlantı olması veya takas mahsup ilişkisi olması aranıyor. Takas
mahsup davada cevap olarak ileri sürülmekle yetinildiğinde (yani def’i
olarak ileri sürüldüğünde) davacının takas istediği hakkı daha fazlaysa
bu takdirde, davacının davası reddedilir ve onun fazla alacağının
hüküm altına alınması sözkonusu olmaz. Karşı dava açıldığında ise
davacı nezdinde daha fazla hakkı vardıysa o zaman o fazla hak kısmı
da hüküm altına alınır. Buradaki takas mahsup konusu davacının iddia
ettiğinden fazlaya denk gelen bir takas mahsup konusu olabilecek hakkı
varsa bağlantı sebebi olarak kabul edilir. Taraflar arasında birden fazla
hukuki ilişki olabilir, o davada taraflar arasında aynı ilişki çerçevesinde
bir karşı alacak ileri sürülmüşse o zaman mahsup olur ama davacının
iddia ettiği hakkın ortaya çıktığı hukuki ilişkinin dışında başka bir
hukuki ilişkiden doğan bir hak ileri sürülüyorsa o zaman takas olur.
Mahsupla takas arasında hukuki ilişkinin aynı olup olmaması yönüyle
böyle bir farklılık vardır.

Burada diğer bağlantı ise hukuki veya fiili olabilir.

3. Asıl dava mahkemesinin aynı yargı yolu ve görev esaslarına tabi


olması: yargı yolu farklıysa veya başka bir mahkeme görevliyse karşı
davanın açılmış sayılması, aynı dava ile yürütülebilmesi imkan
dahilinde değildir.

4. Karşı davanın asıl davaya cevap süresi içinde ikame edilmiş


olması: burada cevap süresi içerisinde karşı davanın açılması, cevap
dilekçesiyle dava dilekçesinin birlikte formüle edilmesiyle de olabilir
veya ayrı dilekçeler halinde sunulması şeklinde de olabilir. Burada
önemli husus cevap süresi içerisinde karşı davanın ikame edilmesidir.
Süre aşıldığı takdirde diğer şartlar tahakkuk etmiş olsa da karşı davanın
talep edilebilmesi mümkün değildir.

5. Karşı davanın kaideten asıl dava ile aynı yargılama usûlüne tabi
olması: kanunda açık şekilde böyle bir şarttan bahsedilmiyor lakin
daha sonra göreceğimiz üzere davaların birleştirilmesi ve tefriki ve
keza dava yığılması bakımından benzerliğini/farklılığını ortaya koyan
şey yargılama usulüdür. Yargılama usulü, bağlantılı olmasının
aranmasından ve keza cevap süresi içerisinde ikame edilmesi şartının
aranmasından hareketle şart olarak öngörüldüğünü belirtebileceğimiz
bir özelliktir.

IV. Yazılı usulde cevaba cevap (replik) ve ikinci cevap (duplik) dilekçeleri

Tarafların dilekçe sunma imkanları yazılı usulde 2 adet olduğundan dolayı ikinci
dilekçe vermeleri sözkonusudur ve kanun bunu 136. Maddede düzenlemiştir. İkinci
dilekçeler de birinci dilekçelere ilişkin kurallara atıfla düzenleniyor ve zaten işlevi
birinci dilekçeleri tamamlamaktır. Birinci dilekçeler sunulmamışsa yani davalı davaya
cevap vermemişse davacının da ikinci dilekçe vermesine kanun gerek duymuyor.
Davacının ikinci dilekçesi replik dilekçesi, davalınınki ise duplik dilekçesidir.
Replik dilekçesinin sunulmasından itibaren 2 hafta içerisinde davalının da duplik
dilekçesini sunma imkanı vardır. Atıf, dava cevap dilekçesi kurallarına göre yapıldığı
için bu süre istisnai olarak replik dilekçesinde, dava dilekçesinde öne sürülmeyen bir
vakıayı davacı, replik dilekçesinde bildirmişse ve olay karmaşıksa davalının da duplik
dilekçesini sunmak için 2 haftadan daha uzun süreye ihtiyacı olduğunu kabul
edebiliriz.

1. Replik ve duplik dilekçeleri sunulması (hmk, m.136/1):

A. Replik ve duplik dilekçelerinin cevap ve cevaba cevap dilekçesi


sunulmasına bağlanması

B. Replik duplik dilekçelerinin cevap ve cevaba cevap dilekçelerinin


tebliğinden itibaren 2 haftalık sürede sunulması

2. Replik ve duplik dilekçe içeriği hakkında dava ve cevap dilekçesi kurallarının


kıyasen cariliği (hmk,m.136/2): içerik unsurlarına ilişkin “açılmamış sayma,
cevap verilmemiş sayma” yaptırımı cari değildir.

V. Dilekçe teatisi evresinin tamamlanması

Mahkemenin dilekçe teatisi meyanında cevap dilekçesinin de sunulmasıyla yapacağı


işlemlerle ilgili olarak:

1. Dilekçe teatisinin tamamlanmasının yargılama usûllerine göre değişkenliği:

A. Yazılı usûlde ikinci cevap dilekçesinin verilmesi veya verilme süresinin


hitamıyla dt’nin tamamlanması (hmk, m.137/1-ilk c): replik ve duplik
dilekçelerinin verilmesiyle veya buna ilişkin sürenin hitamıyla dilekçe teatisi
tamamlanır.

B. Basit usûlde cevap dilekçesinin verilmesi veya verilme süresinin hitamıyla


dt’nin tamamlanması (hmk, m.319): dava dilekçesinden sonra cevap
dilekçesinin verilmesi ya da sürenin hitamıyla dilekçe teatisi tamamlanır.

2. Dilekçe teatisi evresinde önincelemeye veya duruşmaya hazırlık kararları (hmk,


m.129/2,130,323/1; myiy, m.200/2):

A) Öninceleme celsesine hazırlık zabtı (önincelemeye tabi yargılamalarda


öninceleme celsesine hazırlık zabtı tanzimi): ön incelemeye tabiyete bağlı
olarak ön inceleme yapılacak ise ön incelemeye hazırlık zaptı tanzim edilmesi
gerekiyor. Eldeki yargılama ön incelemeye tabi değilse bu takdirde de doğrudan
tahkikata geçileceği için tahkikat duruşması için gün tayini ve tahkikat hazırlık

kararlarının alınması gerekiyor. Mahkemenin bu itibarla bir tutanak tanzim etmesi


lazım. Bu zabıtta yazılacaklar:

a. Cevap dilekçesi noksanlarını ikmal mehli kararı –cevap dilekçesinin


davacıya tebliğ kararı: asli unsur eksiği varsa bir süre verilir. Davalıya
verilen süre içerisinde davalının eksiklerini ikmal etmemişse cevap
verilmemiş sayılacağı hususunda bir ikazın yazılması ilk bahsedilecek
işlemlerdendir.

b. Öninceleme celse günü tayini ve tarafları önincelemeye davet kararı:


tarafların ön inceleme bakımından ön inceleme duruşmasına ve tahkikat
bakımından tahkikat duruşmasına davet kararı ve gelmezler ise
yokluklarında yargılamanın devam edeceği ikazı yapılır.

c. Dava-yargılama şartları hakkında beyana davet veya gereğinde ikmal


mehili kararı: hakim, cevap dilekçesi sonrasında ve dava şartları üzerinde
veya usuli ilk itiraz öne sürülmüşse tarafları beyana davet edebilir.

d. Savunma delili masraf avansı ikmal mehli kararı: delillerle ilgili


masraflar, iletişim masrafları, yargı harcı gibi masraflarda eksikler
sözkonusuysa zaten davacı açısından tensib zaptıyla bunlar davacıya
bildirilmiş olmalıdır. Davalı bakımından yargı masrafı ve iletişim masrafı
değil ama delil avansı (baştan alınması gerekir ama alınmamışsa ikmali
gerekir) alınır.

e. Cevap dilekçesi ekinde sunulmayan belgelerin ikmali veya celbi


kararı: dilekçelerde belirtilen ama sunulmamış belgelerin ikmaline karar
verebilir. Bunlar dışardan getirilecekse nereden getirileceklerinin
bildirilmemiş olması halinde bunların bildirilmesine karar verebilir.

B) Duruşma celsesine hazırlık zabtı (önincelemeye tabi olmayan yargılamalarda


duruşmaya hazırlık zabtı tanzimi):

a. Cevap dilekçesi noksanlarını ikmal mehli kararı -cevap dilekçesinin


davacıya tebliğ kararı

b. Tahkikat duruşma celse günü tayini ve tarafları davet kararı

c. Yargılama şartı ve süreler hakkında beyana davet veya gereğinde


ikmal mehili kararı

d. Savunma delili masraf avansı ikmal mehli kararı

e. Cevap dilekçesi ekinde sunulmayan belgelerin ikmali veya celbi


kararı

3. Hafta

İlkderece hukuk yargılamasında öninceleme aşaması

I. Önincelemenin niteliği ve işlevleri

Öncelikle ön incelemenin ne olduğundan bahsedelim. Ön inceleme hmk ya önceki kanundan


intikal ettirilen hükümlerden değildir dolayısıyla hmk da olmayan bir yargılama kesitidir.

Hmk da önceki hmuk döneminde olmayan bir kesit ilk derece yargılamasına ithal edildi.
Yargılamanın etkin ve verimli surette yapılmasına imkan veren modelleri kullanan hukuk
sistemlerinden ilham alınmış olması sözkonusudur. Doğrudan bir mukayese olarak “… hukuk
sisteminden alınmıştır” diyemiyoruz lakin alman esas duruşma yargılama usul modelinden
ilham alındığını söyleyebiliriz. Bu model hmk ile eşzamanlı olarak yürürlüğe giren ve bizim
önceki usul kanunumuzun da mehazı (kaynağı) gibi isviçre hukuk sisteminde de onların
yargılama usulünde alman hukukundan mülhem (ilham alındığı) kabul edilmiştir.

1. Önincelemenin yargılama hazırlık aracı olma özelliği

A) Mukayeseli hukukta kullanılan başlıca yargılama (olağan) usûlü modellerinde


yargılamaya hazırlık

a. Kıta avrupası usul sisteminde olağan usûle ilişkin yapısal modellerde


hazırlık araçları: bu modelde yargılamaya hazırlık bakımından farklı araçların
benimsendiğini görüyoruz. Bu anlamda ön inceleme bir yargılama inşa aracıdır.
Yargılama ve hüküm için hazırlık yapılmasına yönelik kabul edilen bir usuli
araçtır.

1. İtalyan-kanonik yargılama usûl modelinde yargılama hazırlığının dt ile


yapılması: bu sistem bakımından yargılamaya hazırlık, dilekçe teatisi ile
sınırlı olarak yapılıyor. Bu klasik kıta avrupası hukuk sisteminin klasik bir
modelidir. Bizdeki hmuk döneminde de bu model cariydi diyebiliriz. Bu
modelde, temelde hazırlık bakımından yargılama ve hüküm için yapılan
işlemler dilekçe teatisiyle sınırlı olduğundan dolayı yazılılık özelliği
gösterir. Yazılı usul işlemleriyle yargılama hazırlanır.

2. Alman esas duruşma yargılama usûl modelinde dt ve/veya önduruşma


ile yapılması: bu model italyan-kanoik modele göre daha yenidir. Bu model
ise almanya, isviçre, avusturya (kısmen) tarafından kullanılan bir modeldir.
Bu model aslında italyan-kanoik modelin, günümüz ihtiyaçlarına cevap
verecek şekilde revize edilmesiyle meydana gelmiştir. Burada yargılama
için hazırlık sadece dilekçe teatisiyle değil aynı zamanda ön duruşmayla da
yapılır. Dolayısıyla sadece yazılı araçlarla değil sözlü araçlarla da
yargılamanın hazırlandığı ve yargılamayla hüküm için hazırlık yapıldığı
görülür. Alman esas modelinde bir esneklik vardır, olağan usuldeki dilekçe
teatisinde bildiğimiz gibi ikişer dilekçedir. Bu açıdan almanların esas
duruşma modelinde eğer sözlü hazırlık yapılacaksa yazılı dilekçeler birer
dilekçe ile sınırlandırılıp bundan sonra bir ön duruşma ile hazırlığın
yapılması şeklinde taraflara bir seçenek sunulur. Hakimin önündeki mesele
eğer sözlü duruşmayla hazırlık yapılmasını gerektirmiyorsa da tamamen
dilekçe teatisiyle yazılı araçlarla da hazırlık işlemleri yapmaya izin verilir.

b. Anglo-amerikan usul sisteminde olağan usûle ilişkin yapısal modellerde


hazırlık araçları: burada yargılamaya hazırlık konusunda daha ziyade yazılı
araçlar yerine sözlü araçların tercih edildiğini görüyoruz.

1. Amerikan /abd yargılama usûl modelinde hazırlığın hakim-taraf


görüşme oturumları ve discovery ile yapılması: burada hakim ve taraflar
arasında sayısı 5’e kadar çıkabilen karşılıklı görüşme çerçevesinde
yargılamaya ilişkin hazırlık yapılır. Ayrıca bu 5 adede kadar çıkabilen
hazırlık araçları içerisinde discovery denilen belge ve delil meydana
çıkarma yani tarafların karşılıklı olarak meseleye ilişkin vaka ve delil
araştırma yetkileri de devreye sokularak bu şekilde yargılamanın hazırlık
aşaması yazılı olmayan özellikte ve sözlü-fiili diyebileceğimiz araçla
cereyan eder.

2. İngiliz yargılama usûl modelinde hazırlığın hakim-taraf görüşme


oturumları ve disclosure ile yapılması: burada ise amerikan sistemine
göre discovery yerine vaka ve delil çıkarma bakımından birbirinin iktidar
alanında geniş araştırma yapma imkanı tanımaya yönelik olmayan fakat
temelde tarafların kendi ellerindeki tüm belgeleri ifşa etmeleri üzerinden
veya tanıklara ilişkin olarak da onların bilgisi dahilindeki vakıaları belgeler
halinde karşılıklı olarak paylaşmaya yönelik hakim-taraf görüşmeleri
dışındaki araçlarla yargılamanın hazırlandığını görüyoruz.

c. Karma usûl sistemlerinde olağan usûle ilişkin yapısal modelde hazırlık


araçları (ör: alman esas duruşma ve amerikan yargılama usûl modelleri
karması japon medeni yargılama usulünde hazırlığın dt veya önduruşma
veya yarıaleni hakim-taraf görüşme oturumları ile yapılması): burada da
temelde anglosakson ve kara avrupası sistemindeki yargılamaya hazırlık
aşamalarının en iyi özelliklerinin harmanlanarak bir sistem elde edildiği
görülür. Japon hukuk sisteminde tipik olarak görülür. Rusyayı da bu sisteme
sokmak mümkündür.

B) Hmk yargılama (olağan) usûl stilinde yargılama hazırlığının nisbeten kendine


özgülüğü: hmk da her ne kadar yargılamaya hazırlık safhasında alman modelinden
ilham alınmıştır demişsek de birebir ayniyet sözkonusu değildir. Bizde yazılı ve sözlü

araçların kullanımı alman hukukundakine kıyasen daha mutlak şekilde bir kullanım
arzeder, alman modelinde ise bu durum alternatifli kabul edilir. Hmk’nın iki özelliği
ise:

a. Hmk yargılama (olağan) usûl stilinin alman esas duruşma modeli ile kısmi
benzerliği

b. Yargılama hazırlığının dt ve önduruşma (yazılı-sözlü araçlarla) vasıtasıyla


yapılması

2. Önincelemenin (önyargılama’nın) amaç ve işlevleri

Verimli bir yargılama yürütülmesi, uyuşmazlığın hukuken doğru bir kararla sonuçlandırılması
bakımından yargılamada öncelikle kapsamluı bir hazırlık yapılırsa daha verimli bir sonuç
alınacağı öngörülür. Maliyet bakımından hem ucuz bir yargılama yapılması, kamu
kaynaklarının tasarruflu kullanılması hem de nispeten kısa bir sürede yargılamanın
tamamlanması şeklinde bir etkinlik düşüncesinin rol oynadığını görüyoruz.

A) Önincelemenin hedefleri: her yargılama bakımından yargılamanın daha önce


bahsettiğimiz tipik merhalelerinin tümünü kateden bir süreç izlemesi zorunlu mudur?
Elbette bu soruya verilecek cevap hayır olur. Bu itibarla, davanın bir sonraki aşamaya
geçmeden sonuçlandırılması ve mümkünse bunun sağlanması bakımından bu kapsamlı
hazırlığın başta yapılması ayrıca gerek mahkeme gerek tarafların birbirlerine karşı
vazı kazanması çerçevesinde sonraki aşamaların izlenmesine gerek kalmaksızın
yargılamanın erken surette bitirilmesi ve sürecin yarıda kesilmesi şeklinde bir hedef
içerir.

a. Davanın bir sonraki aşamaya geçilmeden sonuçlandırılması mümkünse


bunun temini (olumsuz hazırlık// etkinlik-verimlilik): cevabı üst kısımda
verilmiştir.

1. İkmal olunamayacak dava şartı ve engeli teşkil eden noksan veya


kusurlar halinde davanın usulden reddiyle yargılamayı sonlandırma:
daha önce gördüğümüz dava şartları ve dava engellerine ilişkin noksanlık/
kusurlar bu aşama itibarıyla yoğun bir şekilde incelenip bunların tahakkuk
etmediği durumda yargılamanın sona erdirilmesi, davanın usulden reddi
şeklinde bir sonucu doğurur.

2. Elverişli uyuşmazlıklarda sulh -arabuluculuk çözümüyle yargılamayı


sonlandırma: burada taraflar arasında dilekçe teatisi ve ön inceleme ve ön
duruşması çerçevesinde yazılı ve sözlü araçlarla taraflar arasındaki
meselenin çözüme kavuşturulması ve tarafların bu sayede baştakinden daha
farklı bir pozisyona gelmesi imkanı değerlendiriliyor. Yazılı ve sözlü
şekilde toplanan bu malzemeyle taraflar kendi aralarındaki meselede
başlangıçtaki anlaşmazlık içinde olmak şeklindeki pozisyonlarını
değiştirebilirler. Bu noktada hakim de devreye girerek tarafları buna teşvik
çerçevesinde bir destekle ön incelemede ikinci bir hedef olarak uygun
uyuşmazlıklar bakımından sulh ve arabulucukla davanın hükümsüz halli
de diğer bir hedef olarak gözetilir. Sulh ve arabuluculuğa elverişlilik kriteri
bakımından kamu düzenine ilişkin olup olmama çerçevesi üzerinden bir
değerlendirme yapılır. Hukuk uyuşmazlıklarında arabuluculuk kanununun
da kabul ettiği bir temel esas olarak tarafların üzerinde tasarrufa izinli
olduğu hususlar bakımından sulh ve arabuluculuk caridir.

b. Yargılamanın kapsamının tayini (olumlu hazırlık-verimlilik): bu hedef


bakımından eğer dava şartları ve dava engelleri sözkonusu değilse ve yine
taraflar sulh ve arabuluculuk suretiyle aralarındaki uyuşmazlığı çözmek
tercihinde bulunmadılarsa veya somut durumdaki uyuşmazlık buna elverişli
değilse bu halde artık kelimenin tam anlamıyla yargılama ve hüküm için olumlu
anlamda hazırlık yapılması bakımından taraflar arasındaki uyuşmazlığın direngi
noktası neresi yani anlaşmazlık sebepleri nelerdir? İşte bu açıdan fiili ve hukuki
mesele ayrımı da literatürde yapılmaktadır:

1. Davada sözkonusu uyuşmazlık meselesinin (fiili-hukuki ) belirlenmesi:


taraflar arasındaki anlaşmazlığın fiili meselelerden kaynaklanması dava
sebebi hayat olayında, o olayı oluşturan vakıaların vukuu hususundaki
anlaşmazlıktır. Yani taraflar vakıaların vukuunu mutabık bir şekilde kabul

etmemektedirler. Yani deyim yerindeyse biri “bu böyle oldu derken” diğeri
“bu şöyle oldu” demektedir.

2. Davada tatbike medar olabilecek maddi hukuk kurallarının


belirlenmesi: mevcut uyuşmazlıktaki anlaşmazlık noktalarının vakıalara
ilişkin değil de bu vakıaların vukuu hususunda mutabık olmakla birlikte,
hukuken bu vakıalara dayalı olarak hak ileri sürülmesi hususunda bir
anlaşmazlık varsa burada hukuki meseleye yönelik uyuşmazlıkta
“anlaşmazlıklı olan alan” denir. Bu belirleme, baştan ön inceleme
çerçevesinde doğru bir şekilde yapıldığında, yargılamanın yürütülmesi
bakımından elbette delil dermeyanına gerek kalmaması ve ağırlığın
yargılamada uygulanacak hukuk kurallarının belirlenmesinin teksif
edilmesine (toplanması) gibi bu ikisinden hangisinin anlaşmazlık konusu
olduğunun belirlenmesine de bağlı olarak yargılamanın etkinleştirilmesine
hizmet eder.

3. Uyuşmazlık meselesi fiili ise isbatın konusu ve ispat araçlarının


belirlenmesi: bu durumda da hangi vakıaların ispata konu edileceği ve
hangi araçlarla ispatın gerçekleştirileceğinin belirlenmesi sözkonusu olur.
Dilekçe teatisinden başlayarak sözlü ön dinlemelerle veya ön duruşmalarla
ön inceleme safhası sonuca kavuşturulmaktadır. Bu açıdan taraflar arasında
anlaşmazlıklı kalan vakıaların neler olduğu tespit edilip ikinci olarak da
bunlardan hangisinin hukuken önemli olduğu, hükme temel alınacak ve
hüküm bakımından etkili olabilecek olduğu saptanır. Tatbike medar (uygun
olan) hukuk kurallarının belirlenmesiyle de bağlantılıdır. Oradaki hukuk
kurallarında soyut olarak öngörülen vakıaların varlığı ya da yokluğu önemli
olduğu için anlaşmazlıklı kalan vakıalar bakımından o kuraldakine benzer
vakıalar seçilip ispatın konusu bakımından ispatın delillendirilmesi nasıl
yapılacak onun değerlendirilmesi yapılır ve böylece toplanılacak delillerin
münferiden belirlenmesi de mümkün hale gelir. Bu çerçevede ön
incelemenin bir diğer hedefi yargılamanın kapsamının tayin edilmesidir.
Yani aşamaları sıralayacak olursak:

3.1.Anlaşmazlıklı kalan iddia-savunma vakıalarının tespiti

3.2.Anlaşmazlıklı kalan vakıalardan hukuken önemli olanın tayini

3.3.İncelenecek delillerin tayini ve toplanmamış olanlarının celbi


kararı

c. Dava yönetim planlaması (olumlu hazırlık-etkinlik): delillerden hangisinin


önce inceleneceğinin ve bu delillerin sınıflandırılmasını da içerecek şekilde daha
sonra göreceğimiz şekilde delil kataloğunda yer alan deliller: belgesel deliller,
beyan delilleri ve belirti delilleri şeklinde ayrılıyor. İspata konu olan vakıalar
bakımından incelenmek üzere gösterilen delillerin dilekçe teatisinde gösterilmesi
gereği çerçevesinde ve gösterilen delillerden gereğinde, hakimin de dermeyan
edilmiş vakıalar çerçevesinde ve davayı aydınlatma ödevi temelinde ima yollu
hatalı delil ihmallerini ve eksik delil ihmallerini tamamlatma çabası çerçevesinde
ikame edilen delillerin sınıflandırılması ve hangisinin önce inceleneceği dava
yönetim planlamasında ön inceleme hedefleri meyanında belirleniyor.

Burada delillerin tasnifinin amacı ve inceleme sırasının belirlenmesindeki gaye


tüm delilleri birlikte incelemek yerine daha doğrusu delillerin tümünü incelemek
yerine uyuşmazlığın çözümünde mantıksal olarak bazılarının incelendiğinde
diğerlerini incelemeye gerek bırakmayacak bir yargılama ve hüküm
hazırlanabilecekse onların hangisi olduğunun baştan belirlenip, tahkikat
aşamasına geçildiğinde bu belirleme çerçevesinde önce incelenen delile göre
ortaya çıkacak durum çerçevesinde, tahkikatın kısa kesilmesi ve hüküm
aşamasına geçilmesine imkan sağlanmış oluyor. Burada inceleme sırasında
delilin ağırlığını değerlendirme sözkonusu değildir, vakıalar bakımından
yargılamada hangisinin daha önemli olduğu dikkate alınarak sıralama yapılır.

1. Çoklu veya murtabit usuli talepli davaların tefriki veya murtabit


davaların tevhidi: mahkemenin önündeki dava ile irtibatlı başka davaların
bulunduğu da anlaşılabilir. Bazı hallerde bunların mahkemenin önündeki
davayla birlikte ele alınması işlevsel sonuçlar meydana getirebilir ve böyle
bir durumda da mahkeme, vereceği tevhid (birleştirme) kararı

çerçevesinde, dava yönetim planlamasıyla bunları belirleyerek yine asıl


yargılama safhasında yargılama ve hüküm için etkin ve verimli sonuçları
elde edebilir.

2. İncelenecek delillerin tasnifi ve incelenme sırasının tayini: üstte


anlatıldı (c- başlığında)

B) Önincelemenin maddi kesin hüküm istihsal olunan (dava) yargılamalar(ın)da


işlevsel oluşu: demin bahsettiğimiz hedefteki unsurları taşımayabilecek ve o
unsurların rol oynamadığı davalar bakımından ön inceleme, mutlak bir gereklilik
teşkil etmez. Acaba ön inceleme mahkemenin önündeki her yargılama bakımından
yapılması gerekli bir hazırlık işlemi midir? Bazı davalar bakımından ön inceleme
işlevsel değildir ve yapılmayabilir.

a. Öninceleme kesitinin çekişmesiz yargılama prosedüründe yokluğu:


çekişmesiz yargılamada uyuşmazlık yokluğu ve husumet yokluğu, sulh ve
arabuluculuğu devreden çıkarıyor. Bazı hallerde re’sen harekete cevaz vermesi
burada yargılamada toplanacak malzeme bakımından tarafların rolünü tali kılıyor.
Yargılamanın cereyanında dava prosedüründen farklı olarak esnek bir yapının
benimsenmesine yol açıyor. Bu itibarla burada bir ön inceleme kesitine ihtiyaç
olmadığını görüyoruz.

b. Öninceleme kesitinin geçici hukuki koruma prosedürlerinde yokluğu: bu da


çekişmeli yargılamanın bünyesinde bulunan bir diğer hukuki koruma aracı idi.
Bunlar bakımından da yine uyuşmazlığın kati hukuki koruma prosedüründe
çözülecek olması esnasında sözkonusu edilebilecek sakıncalar nedeniyle erken
bir hukuki koruma sağlama ihtiyacı bakımından ele alınacak meselenin bununla
sınırlı olması nedeniyle yargılamanın kapsamının belirlenmesi, sulh ve
arabuluculuk vs burada rol oynamıyor. Burada ön inceleme ihtiyacı cari değildir.

c. Öninceleme kesitinin davabenzeri yargısal prosedürlerde yokluğu: çekişmeli


yargılama kapsamında yer alır fakat tipik dava prosedüründen farklı özellikler
göstermesi nedeniyle dava dışı bir hukuki koruma aracı olarak bahsedilir ve icra

mahkemesinin görev alanında yoğunlaşır. Bunlar bakımından bir de ivedilik


özelliği sözkonusudur. İcra mahkemesindeki yargılamalar üzerinden bahsedecek
olursak bunlar ivedi yani hızlı yürütülmesi gereken yargılamalardır ve o itibarla
ön inceleme kesiti zaman alan bir şeydir, ayrıca sözlü dinlenilme imkanı
tanınmasına ilişkin yargılamanın kapsamı da tipik dava prosedürlerinden farklılık
gösterir.

C) Resen araştırmaya tabi davalarda öninceleme kapsamının darlığı: aslında ön


incelemeye duyulan ihtiyacın mevcut olduğu fakat tipik olarak ön incelemenin takip
edilmesinin gerekmediği yargılardır. Re’sen araştırmaya tabi davalarda yargılamada
malzeme toplanması bakımından yargılamaya bilgi teminine ilişkin belgelerden
temelde taraflarca getirilme idi ama onun alternatifi olarak kamu düzeninden olan ve
kamu yararının ön planda olduğu davalar itibarıyla re’sen araştırma ilkesi caridir.
Burada da aslında ön inceleme aslında taraflarca getirilme ilkesine tabi olan
yargılamalarda caridir.

Re’sen araştırmalarda hakim de tarafların yanısıra aktif olduğu için ve keza dava
malzemelerinin toplanmasında teksif ilkesinin yani iddia savunma değişiklik yasağı
re’sen araştırmaya tabi olan davalarda cari olmadığı için ön incelemeye ihtiyaç sınırlı
olarak sözkonusu olur.

a. Kural olarak sulh-arabuluculuk teşviki yokluğu: bunlar kamu yararının ön


planda olduğu davalar olduğu için ve taraflarca üzerinde tasarruf imkanı
bulunmadığından, kaideten sulh ve arabuluculuğa teşvik de bunlarda sözkonusu
değildir.

b. İncelenecek vakıaların-delillerin önceden belirlenmesi ihtiyacının nisbiliği:


burada hakim de iddia savunma değişiklik yasağı olmadığı için vakıalar dilekçe
teatisi dışında da yargılamaya ithal edilebiliyor. Bu durum önceden belirlenme
ihtiyacını da ortadan kaldırıyor.

II. Hmk’ya göre öninceleme aşaması ve işlemleri

Hmk da ön incelemeye ilişkin düzenlemeler 137-141. Maddeler arasındadır.

Ön incelemenin kapsamı

Madde 137- (1) dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra ön inceleme yapılır. Mahkeme ön
incelemede; dava şartlarını ve ilk itirazları inceler, uyuşmazlık konularını tam olarak belirler,

hazırlık işlemleri ile tarafların delillerini sunmaları ve delillerin toplanması için gereken
işlemleri yapar, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebileceği davalarda onları sulhe veya
arabuluculuğa teşvik eder ve bu hususları tutanağa geçirir.

(2) ön inceleme tamamlanmadan ve gerekli kararlar alınmadan tahkikata geçilemez ve


tahkikat için duruşma günü verilemez.

Bu hedeflere ilişkin usul ve şekil itibarıyla

1. Önincelemenin usûl ve şekli (hmk,m.139, 320/2)

Ön inceleme, kanunda bahsedilen hem yazılı usul hem de basit usul bakımından caridir. Az
önce ön incelemenin imkanının bulunmadığı veya sınırlı olduğu prosedürler bakımından ön
incelemeye ihtiyaç duyulmayacağını ifade etmiştik.

A) Yazılı usule tabi davalarda öninceleme

a. Yazılı usulde önincelemenin yargılamanın hazırlık safhasının ayrı bir evresi


oluşu: ön inceleme hazırlık aracı ve ön incelemenin yapılması, ön inceleme
kesitiyle sınırlı değildir.

1. Önincelemenin hazırlık safhasının giriş evresinin ikmalinden sonra dosya


üzerinde başlaması ve gerekli kararların verilmesi (öninceleme celsesine
hazırlık zabtı): dilekçelerin teatisinin tamamlanmasından sonra ön inceleme
için bir gün verilmesi sözkonusudur. Bu arada hakim, dosya üzerinden ön
incelemeye başlıyor. Ön incelemeye tabi yargılamalarda, dilekçe teatisinden
sonra ön inceleme celsesine bir hazırlık zaptı tanzim edileceğini geçen
derslerimizde belirtmiştik. Burada dosya üzerinde, ön inceleme bakımından
hakimin usuli işlemlerinin başladığını görüyoruz. Bu meyanda yazılı usul ve
basit usul bakımından dosya üzerinden ön incelemede, ön incelemenin
işlevleri arasında dava şartları ve ilk itiraz eğer ön inceleme duruşması
yapılmadan karara bağlanabiliyorsa hakim, dava şartı ve dava engellerini
dosya üzerinden inceleyip yine dosya üzerinden karar verme imkanına da
sahiptir. Burada dilekçe teatisinin tamamlanmasıyla bazı hallerde durum
sonuçlanabilir. Dilekçelerle toplanan malzeme yeterli de olmayabilir. Bu
açıdan dava şartları ve ilk itirazlarla ilgili kararlar ön inceleme duruşmasında
da verilebilir fakat kanun hakime, bu açıdan dosya üzerinden ön inceleme

başladığı anda eğer şartlar mevcut ise bununla ilgili kararların verilmesini
öngörüyor ve hatta burada dava şartlarının tamamlanma imkanı olmayanlar
bakımından yargılamanın sonlandırılması da dahil yetki tanınıyor.

2. Önincelemenin sözlü oturumlarla (öninceleme celsesi) tamamlanması:


yargılamanın sonlandırılmasına yol açacak şekilde dava şartı ve dava engelleri
nedeniyle bir tahakkuksuzluk yoksa veya bunlar ikmal edilebilir türde iseler
ön inceleme celsesi için gün verilecek ve taraflara bu hususta çağrıda
bulunulacaktır.

2.1.Tarafların meşruhatlı davetiye ile öninceleme celsesine çağrılması ve


noksan belgelerin ibrazı ikazında bulunulması: kanun yapılacak bu
çağrıya, noksan belgelerin ibraz edilmesi aksi takdirde bunlar ön inceleme
celsesine kadar sunulmadığı takdirde, delil olarak bunlardan yararlanması
gerektiğinde bu delile dayanmaktan vazgeçilmiş sayılacağını da ihtar
eder.

2.2.Öninceleme celsesine mazeretsiz gelmeyen tarafın yapılan işlemlere


karşı koyamaması: aynı zamanda bu ön inceleme çağrısı taraflara, ön
incelemeye katılmadıkları takdirde, ön incelemeye gelen tarafın ve
mahkemenin tesis ettiği usul işlemlerine karşı koyma imkanının da
olmayacağını ihtar ediyor.

b. Öninceleme celsesinin en çok iki oturumda tamamlanması: ön inceleme celsesi


bakımından kanun, en çok iki oturumda ön incelemenin tamamlanmasını
öngörüyor.

B) Basit usule tabi davalarda öninceleme

Burada ön inceleme, dilekçe teatisinin tamamlanmasıyla beraber dosya üzerinde


başlar. Basit usule ilişkin düzenlemeler kanunun 316 vd. Maddelerinde yer alır. Orada
ön inceleme etraflıca düzenlenmiş değildir fakat hüküm bulunmayan hallerde olağan

(yazılı) usule atıf yapıldığı için az önce yazılı usulde bahsettiğimiz kurallar basit usule
tabi davalardaki ön incelemede de geçerlidir.

Yazılı usul ve basit usul bakımından şunu söyleyebiliriz: basit usulde, dava şartları/
engelleri itibarıyla dosya üzerinden karar verme yargılamanın bir sonraki aşamaya
geçilmeden sonuçlandırılması mümkün ve gerekli olduğu hallerde bu keyfiyetin yazılı
usuldekine nazaran daha belirgin olduğunu söyleyebiliriz. Temelde yazılı usul ve basit
usul bakımından ön inceleme safhasında bir farklılık yok diyebiliriz. İkisi arasındaki
fark ancak şekli bir fark olarak görülür.

a. Basit usulde önincelemenin asıl yargılama safhasında tahkikat evresinin


altevresi oluşu: işlev itibarıyla ön incelemeden beklenilen işlevlerin
gerçekleştirilebilmesi için hakim, dosya üzerinde davayı sona erdirecek bir dava
şartıyla/engeliyle karşılaşmadığı takdirde burada artık yargılama safhasına
geçilmesi sözkonusu olduğu için tahkikatın ilk celsesi olarak ön inceleme
gerçekleştirilir. Sonrasında tahkikat duruşması için gün verilecektir ve ön
incelemeye tahsis edilme meyanında, ön incelemeye ilişkin ihtarat (az önce
bahsettiğimiz) basit usulde de caridir.

1. Basit usûlde yargılamanın kural olarak kapsamlı hazırlık gerektirmemesi

2. Önincelemenin dilekçe teatisini müteakip dosya üzerinden başlaması

2.1.Dosyanın tekemmül etmiş olması ve davanın giriş aşamasında karara


bağlanabilecek olması halinde usule ilişkin önincelemenin kural olarak
dosya üzerinden tamamlanması

2.2.Davanın giriş aşamasında usulden karara bağlanmasının mümkün ve


gerekli olmadığı hallerde esasa ve dava yönetimine ilişkin meseleler
için önincelemenin asıl yargılama safhasında tamamlanması
(öninceleme celsesine hazırlık zabtı)

b. Duruşmanın ilk celsesinin önincelemeye tahsis olunması

1. Tarafların meşruhatlı davetiye ile tahkikat duruşmalarına çağrılması

2. Duruşmaya mazeretsiz gelmeyen tarafın yapılan işlemlere karşı


koyamaması

2. Öninceleme aşamasının seyri

Burada da ön incelemeye ilişkin usuli işlemlerin somut olarak neler olduğunu görüyoruz.
Ön incelemeye ilişkin usuli işlemler hangileridir bunların belirtilmesi gerekir.

A) Önincelemeye ilişkin usûli işlemler

Ön incelemenin hedefleri çerçevesinde bahsettiğimiz o işlevlere tekabül eden


işlevler, mahkemeye ve taraflara ilişkin usuli işlemlerle gerçekleştirilir.

a. Mahkeme usuli işlemleri

Bu işlemler iki kategoride ele alınır.

1. Mutlak öninceleme işlemleri: az önce incelediğimiz yargılamanın


kapsamının belirlenmesi ve davanın mümkünse bir sonraki aşamaya
geçilmeden sonuçlandırılması ile ilgili işlemlerin yapılması ve nihayet dava
programlaması şeklindeki 3 hedeften ilk ikisi mutlak ön inceleme işlemleri
arasında yer alıyor.

1.1.Dava şartları ve engellerinin incelenmesi (hmk,m.138[115/2,117]):


biraz önce yazılı usul ve basit usul bakımından dosya üzerinden bunların
incelenmeye başladığını söylemiştik. Dosya üzerinden inceleme

neticesinde tamamlanabilir olanlar bakımından bir mehil verilmesi


sözkonusudur. Tamamlanılabilir yargı şartlarının mehil müddeti içerisinde
tamamlanmadığı takdirde tahakkuk etmemiş sayılacağı için yargılamanın
usule ilişkin bir nihai kararla sona erdireceğini biliyoruz. Bu çerçevede
tamamlanmayan/tamamlanması mümkün olmayan dava şartları gibi
mümkün olup da ikmal edilmeyenler bakımından da ön inceleme davanın,
usulden reddine karar verilmesi şeklinde cereyan edecektir.

1.2.Anlaşmazlıksız ve hukuken önemsiz vakıaların tefriki ile davada


sözkonusu uyuşmazlık meselesinin belirlenmesi
(hmk,m.137/1,140/12.yarım c.): hakimin ön incelemede uyuşmazlık
alanlarının belirlenmesi, tarafların anlaşmazlıklı olduğu vakıaları böyle
olmayanlardan tefrik etmesi şeklinde kanunda bir düzenleme vardır.

1.2.1. Giriş evresi ve öninceleme celsesindeki iletişim neticesinde


tarafların dilekçelere nazaran iddia-savunma vakıalarına
ilişkin son pozisyonlarının belirlenmesi: burada anlaşmazlıklı
vakıalar, dilekçe teatisinde tarafların, davacının dava dilekçesine
davalının verdiği cevap veya bunun üzerine davacının replik
dilekçesindeki açıklamaları ve buna mukabil davalının, duplik
dilekçesindeki açıklamaları çerçevesinde tarafların vakıa iddiaları
başlangıçtakine nazaran farklılaşabilir.

1.2.2. Anlaşmazlıklı ve hukuken önemli vakıaların (ispatın


konusunun) tayini: tarafların arasında anlaşmazlıklı kalan
vakıalar bakımından hangileri hükme temel alınma bakımından
hukuken önemlidir bunun belirlenmesi de hakime tereddüp eden
bir işlemdir fakat hakim bunu enformel olarak yapar yani ön
inceleme tutanağına bu hususta kendi kanaatini geçirmesi
sözkonusu değildir.

1.3.Uyuşmazlık meselesi fiili olduğunda delillerin belirlenmesi ve


toplanması kararının verilmesi (hmk,137/2, 140/5,187-189/4,195):
benzer şekilde yargılamanın kapsamının belirlenmesinde taraflar
arasındaki uyuşmazlık fiili mi hukuki mi buna ilişkin belirlemeyi de
uygulamada formel olarak ön inceleme tutanağına geçirilen bir işlem
olarak görmüyoruz. Yine bu enformel şekilde yapılır. Eğer uyuşmazlık
meselesi fiili ise vakıaların ispatında kullanılmak üzere gösterilen deliller
yeterli değilse, eksikse vakıa olarak dosyada ileri sürülmüş beyanın
ispatında hangi delile başvurulduğu 194. Madde çerçevesinde
somutlaştırılmış değilse hakim, bu kapsamda ön inceleme duruşmasında
taraflara bunları açıklattırabilir. Bu hususta 31. Maddedeki hakimin
davayı aydınlatma ödevi de pozitif dayanak teşkil eder. Ön incelemede
delillerin somutlaştırılmasına ilişkin, delillere ilişkin eksiklik ve
belirsizliklerin giderilmesine ilişkin mehil verilmesini de mahkeme usul
işlemi itibarıyla belirtebiliriz.

1.3.1. Delil dermeyanları incelenip gereğinde tamamlatılarak


hasrettirilmesi:

i) Davada tatbike medar hukuk kural(lar)ının geçici olarak


belirlenmesi:

ii) Taraflara farklı hukuki sebep dermeyanı halinde ek delil


ibraz izni verilmesi:

1.3.2. Tahkikatta incelenecek delillerin belirlenmesi ve belgesel


olanların toplanması: delillerle ilgili bir diğer işlev de delillerin
toplanmasına yönelik gerekli kararların verilmesi, belgesel
delillerden dilekçeye taraf olanları bağlayacak ve ibraz edecek.

Hakim ön incelemede dışardan getirilecek belgelerin toplanmasına


da karar verebilir (hmk 195. Madde). Beyan delilleri, şahit delilleri
ve yemin delilleri bakımından dava dilekçesinde bunlara
dayanılmışsa bunların yargılamaya ithali ile ilgili henüz erkendir ve
bu hususta yemin deliline de tahkikatta son çare olarak
başvurulacağı için yapılması gereken bir usul işlemi yoktur.

Taraflar dilekçede tanık deliline dayanmış ise o tarafların kimler


olduğu, kimlerden ibaret olduğu ve kaç kişi olduğu liste halinde
verileceği hususunu da tahkikat aşamasında göreceğiz. Belirti
delilleri bakımından ön incelemede yapılması gereken bir işlem
sözkonusu değildir. Delillerle ilgili olarak şunu ifade etmekte yarar
vardır, ön incelemede delillerin toplanmasıyla ilgili kararlar
verilecektir ve burada delillerin incelenmesi sözkonusu değildir.
Delillerin incelenmesi tahkikat aşamasında yapılacaktır. Eğer usule
ilişkin bir mesele bakımından eğer derin inceleme gerekiyorsa
(dava şartları/engelleri ile ilgili meseleler) bunların huzura
kavuşturulması bakımından delil incelemesi gerekiyor ise bunlar
ön incelemede incelenebilir ve hatta dava şartları bakımından
hakim bunu re’sen ele almak durumunda olduğu için re’sen
durumlar ilgili delilleri de celp edebilir ve inceleyebilir.

1.4.Sulhe elverişli uyuşmazlıklarda tarafların sulhe-arabuluculuğa


teşviki (hmk,m.140/2): sulhe ve arabuluculuğa teşvik hakimin çabasını
da gerektirir. Burada hakimin tarafsızlık pozisyonu sulhe ve
arabuluculuğa teşvikle bağdaşıyor mu sorusunu akla getirebilir? Biliyoruz
ki hakimin reddi sebepleri arasında hakimin taraflara yol göstermesi de
yer alır ama burada, görevi olmadığı halde bir yol gösterme durumu da
sözkonusudur. Ön incelemeye ilişkin sulhe ve arabuluculuğa teşvikte ise
hakime bir görev bindiğinden dolayı burada hakimin, sulh ve
arabuluculuğa teşvik sadedindeki çabaları ve taraflara tavsiyeleri hakimin
reddi sebebini teşkil etmez.

Ön incelemede sulh ve arabuluculuğa teşvik hususunda hakimin yapacağı


usuli işlemler, taraflara sulh ve arabuluculuğa başvurup başvurmayacağını

sorması şeklinde olabilir. Aynı zamanda bu soruya tarafların verdiği


cevapla birlikte hakim tarafından, sulh ve arabuluculukla ilgili
açıklamalar ve bilgilendirme şeklinde bir tutum izlenebilir. Sulh
bakımından şartlar uygunsa ve açıkça taraflardan gelen sulh teklifini
hakimin reddetmesi sözkonusu değildir.

1.4.1. Hakimin tarafları bizzat sulh müzakeresine yönlendirmesi

1.4.2. Hakimin tarafları arabulucuya müracaat hususunda


bilgilendirmesi

2. Nisbi /arızi öninceleme işlemleri: az önce saydığımız işlemlerden farklı


olarak bunların her duruşmada yapılması sözkonusu olan işlemler değildir.
Her ön inceleme duruşmasında yapılması gerekli olmayan veya karşımıza
çıkmayan işlemlerdir. Ön inceleme bakımından istisnai işlemlerdir.

2.1.Tahkikatın planlanması (hmk,m.142, 143/2): burada tahkikatta


incelenecek konuların sırasının tayini şeklinde bir işlemden
bahsedebiliriz. İnceleme konularının sırasının tayinine ilişkin bir karar
verme durumu sözkonusudur. Bizdeki uygulamaya pek aksetmemiştir.
Zamanaşımına ilişkin delillerin toplanmasına öncelik veren bir kararla
hakim, bu husustaki sıra tayini ve tasnife ilişkin kararını da ortaya
koyabilir.

2.1.1. Tahkikat duruşma celse sayısının tahmini

2.1.2. Konuların tahkik sırasının tayini

2.2.Dava yönetimi kararları verilmesi (hmk, m.163-165, 166-168)

2.2.1. Davanın tefriki veya tevhidi: dava yığılması halinde davaların


tefriki ve yine irtibatlı olan başka davaların bulunduğunun
anlaşılması halinde davaların tevhidi ile ilgili kararlar bu meyanda
nispi ön inceleme işlemi olarak zikredilebilir.

2.2.2. Önsorun veya bekletici sorun tesbiti: ön sorun veya bekletici


sorun (daha sonra detaylı şekilde göreceğiz) kanunda 166 vd.
Maddelerde düzenleniyor. Hakimin önündeki meseleyi karara
bağlamak bakımından başka yargısal veya idari işlemin tesis
edilmesinin sözkonusu olduğunu anladığı hallerde tarafa o yönde
girişimde bulunması için mehil verebilir ve duruşmayı o işlemin
yapılmasına yönelik girişimin neticesine dek erteleyebilir. Ön
inceleme aşamasında hakimin bunların farkedilmesi etkin ve
kapsamlı bir hazırlık bakımından daha uygun olur. Bunların
sözkonusu olduğu hallerde ön inceleme işlemi sırasında ön sorun
veya bekletici sorun kararını da verebilir.

b. Taraf usuli işlemleri

1. Belge ibraz dilekçesi: dilekçeye ekleme imkanının önceden bulunmayıp


sonradan ön inceleme aşamasında mahkemeye bu belgeleri sunabilir. Bu bir
taraf usuli işlemidir.

2. Delil ikmal dilekçesi: hakim karar vermeden de beyan delili itibarıyla şahit
listesini taraf kendisi de verebilir. Dilekçede tanık deliline dayanıldığı

ahvalde bunların kimler olduğuna ilişkin şahit listesini taraf, ön incelemede


verebilir.

3. Delil ikamesine ilişkin beyan ve talep: delillerin somutlaştırılmasının


aslında dilekçe teatisi kısmında yapılması gerekiyor ancak ön incelemede
dilekçe teatisi sonrasında hakimin de taraflarla diyaloğu çerçevesinde
anlaşmazlıklı kalan vakıaların ortaya koyduğu son durum itibarıyla delillerin
somutlaştırılmasına ilişkin bir talep de ön incelemede verilebilir.

4. Sulh ve arabuluculuk teklif ve mukabelesine ilişkin beyan ve talep: sulh


ve arabuluculuk teklifi bakımından bir tarafın teklifine diğer tarafın
mukabelesi veya bir hakkın, tarafın ön inceleme duruşma çağrısına ikaz
kapsamında bir hazırlık yapması da bekleniyor.

5. Usuli meseleler hakkında beyan ve talep: yani dava şartları ve dava


engellerine ilişkindir. Bunlar savunma sebebi olarak da ortaya
konulabilmektedir. Hakimin bunlarla ilgili tamamlama mehili
verebileceğinden bahsetmiştik. Bu çerçevede tamamlamaya ilişkin bir
dilekçe sürülmesi de taraf usul işlemleri açısından karşımıza çıkabilir.

6. Yargılamanın kapsamına ilişkin beyan: genel bir dilekçe verilmesi de


nadir olmakla birlikte mümkündür. Ön inceleme duruşmasının özellikle iki
celse olarak tatbik edildiği hallerde birinci celseden sonra yapılan işlemlere
karşı tarafın beyanda bulunması mümkündür.

B) Önincelemenin tamamlanması

a. Yazılı usûlde öninceleme duruşmasındayargılamanın sonlandırılmaması


halinde tahkikat için duruşma günü verilmesi: ön incelemenin mahkeme
taraf usuli işlemleriyle cereyanından sonra tamamlanması sözkonusudur. Artık
asıl yargılama safhasının aşaması olan tahkikata ilişkin bir duruşma günü
verilmesi sözkonusudur. Ön inceleme duruşmasının kapsamında yargılama
sonlandırılmış olmamalıdır.

b. Basit usûlde öninceleme duruşmasındayargılamanın sonlandırılmaması


halinde tahkikata geçilebilmesi: tahkikat aşamasının içerisinde ön inceleme
yapıldığı için delillerin incelenmesine yönelik bir işlemin tesis edilmesi
mümkündür. Dolayısıyla basit usulde ön inceleme celsesinde, ön incelemenin
yargılamayı sonlandırmayan bir sonuç ortaya koyması gerekir.

3-öninceleme tutanağı

Ön incelemenin gerçekleştirilmesine müteakip, kanun ön inceleme tutanağının tanziminden


bahseder. Ön inceleme tutanağı, duruşma tutanaklarından farklı özellikler taşır. Duruşma
tutanakları, duruşma celselerinde yapılan işlemlerin özetini ihtiva ederken ön inceleme
tutanağına kanun ayrıca içeriği itibarıyla tahsis ediyor ve içeriğini duruşma tutanağından
farklı olarak öngörür.

A) Öninceleme tutanağının düzenlenmesi (hmk,m.140/3,320/2son c.): ön incelemede


gerçekleştirilen mahkeme ve taraf usuli işlemlerinin özetini içereceği gibi temelde
diğer duruşma tutanaklarından farklı olarak hakim ve katibin imzasının yanısıra hazır
bulunanların imzasını da içermesidir. Tarafların imzasının da alınması ön incelemenin
cereyanında tarafların özellikle anlaşmazlığının kaldığı meselelerin tefriki bakımından
mutabakatlarına yönelik bağlayıcı bir sonuç elde etmeye de yöneliktir. Taraf imza
atmak istemediğinde buna ilişkin durum da tutanağa geçirilerek hakimin imzasıyla ön
inceleme tutanağının düzenlenmesi tamamlanabilir. Yani tarafların imzası geçerlilik
şartı niteliği taşımaz.

a. Tutanağın taraf açıklamaları dikkate alınarak mahkemece re’sen


düzenlenmesi

1. Öninceleme tutanağının celse zabtı bünyesinde tanzim edilebilmesi

2. Hakim ve zabıt katibince mutlaka imzalanması

b. Taraflardan hazır bulunanın imzalaması gereği ve imtina halinde bunun


tutanağa derci

B) Öninceleme tutanağının niteliği ve işlevi

Kanun tahkikata bu tutanağın esas alınmasını tahsis etmesi itibarıyla yargılamaya yön
göstermesi bakımından bu tutanağın temel bir belge olma özelliği vardır. Dava
dilekçelerinden sonra ön incelemede sözlü dinlenilmeyle birlikte artık davadaki
tarafların aralarında gelinen son nokta ve anlaşmazlıklı alanlar bakımından ve keza
deliller bakımından son noktayı gösteriyor.

Yargılamanın kapsamının sonradan değişebilmesi mümkündür ve özellikle ıslah


suretiyle ve keza delillerin gösterilmesine ilişkin kanunda öngörülen dilekçe teatisine
yönelik sınırlama dışında haklı sebepler halinde sonradan delil gösterilmesi haline de
kanun 145. Maddede cevaz veriyor.

a. Tutanağın mahkeme usuli işlemi vasfı

b. Tutanağın tahkikatın kapsamını belirleme işlevi

1. İncelenecek vakıa ve deliller bakımından kural olarak taraflar ve hakimi


bağlayıcılığı

2. Tutanağın zorunlu hallerde revize olunabilirliği

c. Resen araştırmaya tabi davalarda öninceleme tutanağı işlevinin sınırlı oluşu:


burada da taraflarca getirilmeye tabi olan davalardan farklı olarak re’sen
araştırmaya tabi davalarda, ön inceleme tutanağının kapsamı/işlevi de tahkikata
temel teşkil etme açısından da sınırlı oluyor. Hakimin bu hususta zaten re’sen delil
toplayabilmesi ve tarafların da delil teklif edebilmelerine ve keza vakıalara ilişkin
dermeyanda bulunabilmelerine iddia-savunma değişiklik yasağının bulunmadığı
için burada ön inceleme tutanağının işlevi sınırlı kalıyor deriz.


4. Hafta

İlk derece hukuk yargılamasında tahkikat aşaması

I. Yargılama hukukunda tahkikat kurumu

1. Yargılamada tahkikat evresi

Tahkikat aşaması ilk derece yargılamasında ön incelemeyi takip eden yargılama kesitidir.
Yazılı usulde ve basit usulde tahkikatın cereyanı önemli ölçüde benzerdir. Basit usule tahsis
edilmiş olan davaların çapı nispeten daha dar olduğundan dolayı tahkikat da buna bağlı olarak
değişkenlik gösterebilir.

A) Yargılama terminolojsinde tahkikat kavramı

Tahkikat kavramı, köken olarak “hakikat” kelimesinin kökünden gelmektedir. Tahkikatta,


hakikatlendirme anlamına geliyor ve yeni söyleyişte soruşturma da denir. Fakat kanunda
kullanılmadığından dolayı hem de ceza yargılamasında kullanıldığından dolayı bu
kelimeyi pek kullanmıyoruz.

a. Geniş anlamda tahkikatın usûle ve esasa ilişkin meselelerin mahkemece


aydınlatılması anlamına sahip oluşu: yargılamada usule veya esasa ilişkin
meselelerin incelenmesine yönelik olarak hakimin hüküm faaliyetini ifade eder. Bu
açıdan tahkikat, meselenin incelenmesi, gerçekliğinin araştırması anlamına geliyor
ve dolayısıyla bu hususta usule veya esasa yönelik ileri sürülen iddiaların
araştırılması, geniş anlamda tahkikatın tanımını yapar.

b. Dar anlamda tahkikatın esasa ilişkin meselelerin soruşturulduğu yargılama


evresini ifade edişi: münhasıran esasa ilişkin meselelerin soruşturulduğu ve
araştırıldığı yargılama anlamına gelir.

Bizim için temel olan, dar anlamda tahkikatın ifade ettiği manadır.

B) Yargılamada tahkikat evresinin işlevi

Tahkikat evresi her yargılama aşaması gibi hedefe götürme bakımından belli bir işleve
sahiptir. Tahkikatta tarafların iddia ve savunmalarının doğruluğunun ortaya çıkarılması
işlevi söz konusudur. Bu bakımdan tabiatıyla tarafların ileri sürdüğü tüm vakıalar,
tahkikat evresinin işlevi olarak incelenmek durumunda değil. Burada daha önce de
gördüğümüz üzere, ön incelemede tarafların üzerinde anlaşmazlık halinde bulunduğu
vakıalarda hukuken önemli bulunanlar incelenecektir.

a. İspata konu vakıaların doğru olup olmadığının tahkiki ve fiili meselenin halli (vakıa
hükmü): fiili mesele, anlaşmazlıklı olan veya hakime subut bakımından sabit görme
ihtiyacı hissettiren vakıalardan, hukuken önemli olanlar fiili meseledir. Mesele derken
burada kast ettiğimiz şey bu meselelerin vukuu hakkında hakimin bir kanaat edinmesidir.
İleri sürülen vakıa gerçek midir, doğru mudur? Bu hususta hakimin edindiği kanaattir.
Mesele derken buradaki belirsizliğin halledilmesini kastediyoruz.

Tahkikatın işlevi bakımından fiili mesele önem taşır dolayısıyla tahkikatın öncelikli hedefi
fiili meselenin hallidir. Buna vakıa hükmü de denilir. Hakimin, önündeki davada veya
yargılamada fiili mesele hakkında ulaştığı sonuç anlamında kullanılır. Hakimi önündeki
davada sonuca götüren bir mesele olarak öncelikli olarak ileri sürülen vakıalar doğru mu
ve gerçek mi bunun sonuca kavuşturulması gerekiyor. Burada hakimin ulaştığı ara sonuç,
daha sonra ulaşacağı nihai sonuç bakımdan önem arz eder. Burada hakimin ulaştığı kanaat
ve vakıa hükmü formel olarak dava evrakına aksetmez ama hakimin kendi notları
arasında yer alabilir.

1. Delillerin incelenmesi: hakimin delilleri incelemesi gerekir. Vakıanın gerçek


olup olmadığı veya doğru olup olmadığı belli araçlardan, başka bir ifadeyle
onları temsil eden araçlardan hareketle anlaşılabilir.

2. Delillerin değerlendirilmesi: hakim, tahkikat aşamasında fiili meselenin


hallinde vakıa hükmü bakımından delilleri değerlendirir. Delillerin
değerlendirilmesi derken delillerin bu vakıayı temsil gücü ölçüsünde hakim
bunları kanaatine temel alır. Örneğin, şahidin bu meseleye ilişkin verdiği bilgi,
şahidin taraflara olan mesafesi, şahidin olayla ilişkisi, bilginin kalitesi ve somut
durum çerçevesinde bunların değerlendirilmesi yapılır.

b. Davanın sözlü yargılama ve hüküm için olgunlaştırılması

Davanın olgunlaştırılması derken burada bir sonraki aşama sözlü tartışmadır ve orada hukuki
mesele ele alınacaktır ve onun halliyle de hükme varılacaktır. Hakim burada bir taraftan vakıa
hükmü elde etmeye çalışırken diğer taraftan aslında o vakıaya ilişkin olarak yürürlükteki
hukukta benzer vakıaları içeren kurallar karşısındaki durumu da zihni olarak gözden geçirir.
Bir sonraki aşamada davaya uygulanacak kuralın anlaşılması yoruma bağlı ise yapılacak
yorum faaliyeti sırasında somut durumdaki vakıanın özelliklerini kuralla karşılaştırma
bakımından bir refleks sağlar. Sözlü yargılama ve hüküm aşamasında hüküm için
olgunlaştırılması işlevi de tahkikatta tali olarak yer alıyor.

Tahkikat sonuç olarak, fiili meselenin halli ve davanın sözlü tartışma ve hüküm için
olgunlaştırılması hedefini taşıyor.

2. Tahkikat evresinin her yargılama bakımından icrasının nispiliği

Tahkikat, ilk derece yargılaması itibarıyla yargılamanın bir evresidir. Her yargılamada
tahkikat evresinin cereyanı gerekir mi? Hukuki koruma araçlarının tümü açısından
tahkikatın varlığı ayniyet göstermiyor. Çekişmeli ve çekişmesiz yargılamada tahkikat
aşamasının cereyanı esastır.

A) Kati hukuki koruma araçlarına ilişkin yargılamalarda tahkikatın kural olarak


mevcudiyeti

a. Çekişmeli yargılama davalarında: çekişmeli yargılamada, dava prosedürü


itibarıyla tahkikat aşamasının cereyanı esastır. Tipik durumları dikkate alarak ifade
edersek çekişmeli yargılamada kati hukuki koruma aracı olarak davada tahkikatın
kural olarak mevcut olduğunu ifade ederiz.

b. Çekişmesiz yargılama başvurusunda: bu bakımdan da durum benzerdir.


Çekişmesiz yargılamada kanun, çekişmeli yargılamadaki gibi kuralları düzenlerken
tipik olarak tüm yargılama aşamalarını bunun içinde cari kılmış sayılmıyor ve
bununla birlikte çekişmesiz yargılama başvurusunda da tahkik edilecek fiili mesele
söz konusudur. Örneğin, ismin değiştirilmesi davası bir çekişmesiz yargılama işidir

ve mk da gerekli bir sebebin varlığı halinde kişi, isminin değiştirilmesi hususunda


mahkemeye talepte bulunabilir. Burada mahkeme, ismin değişikliğine ilişkin olarak
mk da görülen gerekli sebep var mı yok mu? Buna ilişkin tarafın iddia ettiği
sebeplere tekabül eden vakıalar doğru mu değil mi mahkeme bunu araştırır.
Çekişmesiz yargılamada re’sen araştırmaya tabi olma özelliği çerçevesinde, bu
iddianın arkasında başkaca sebepler de yer alıyor olabilir mi? Kamu düzeni
bakımından ve hukuk güvenliği bakımından acaba bir sakınca var mı yok mu?
Bunlar da araştırılırken tahkikat icra edilecek demektir. Dolayısıyla burada da
tahkikatın icrası esastır.

B) Hüküm etkilerinin sınırlı olduğu karar hasıl eden yargılama prosedürlerinde


tahkikatın sınırlılığı

a. Geçici hukuki koruma yargılamasında tipik tahkikat evresi yokluğu: bu da


çekişmeli yargılamada yer alan bir yargısal prosedür/süreçtir demiştik. Burada da
tahkikat evresi yok değildir fakat variyeti farklıdır çünkü burada nihai bir karar
verilmesi ve dolayısıyla da fiili bir meselenin halledilmesi keyfiyeti yer almıyor
fakat burada da geçici hukuki koruma ihtiyacına duyulan ihtiyaç bakımından
yargılamanın uzaması halinde o somut durumda verilecek nihai karardan yararlanma
imkanının azalması bir sebep olabilir. Geçici hukuki koruma da kati hukuki
korumayla irtibatlı ve onun içerisinde veya hemen sonrasında kati hukuki koruma
sürecinin başlayacağı bir usuli talep prosedürüdür dolayısıyla oradaki esasın
araştırılması söz konusu değildir. Burada sadece bunun kendi mahiyeti ile sınırlı
olarak bir delil incelemesi söz konusu olur. Geçici hukuki korumada da tahkikat
aşaması vardır ama tipik özellikler göstermez ve bu açıdan tipik tahkikat aşamasının
olmadığını söyleyebiliriz.

b. İcra mahkemesi şekli dava prosedürlerinde tahkikat evresinin dar kapsamlı


oluşu: burada tahkikat evresinin, çekişmeli yargılamadaki kati hukuki koruma
aracının tüm özelliklerini barındıran dava prosedüründeki kadar kapsamlı
olmadığını söyleyebiliriz. Yani burada tahkikat daha dar kapsamlı olarak icra edilir.
Zaten orada daha önce ifade ettiğimiz gibi basit usulün kısa versiyonu kullanılır.

C) Kati hukuki koruma aracı yargılamalarında bazı hallerde tahkikat evresinin


gerekmeyebilmesi

Tahkikat evresine gelmeden yargılamanın sonlandırılması hallerinden, ön inceleme


evresindeki usule ilişkin incelemeler çerçevesinde bahsetmiştik. Dava şartları ve dava
engelleri dışında dilekçe kurallarına aykırılık ve bunların karşılanmaması suretiyle de
davanın açılmamış sayılması sayılabilir. Bir de yargılamanın başında usule gelebilecek
sulh veya feragat ya da kabulü de eklemek gerekir ve bu ihtimallerde de tahkikat
evresi cereyan etmez.

a. Yargılamanın tahkikat evresinden önce usûli kararla veya hükümsüz sona


erdirilmesi hali (HMK: m.138,140/1 ilkc m.320/1, 320/2 ilk c. ; 322/1 )

1. Davanın açılmamış veya yargısal müracatın yapılmamış sayılması halleri

2. Dava veya yargısal müracatın usulden reddi halleri

3. Davanın mahkeme içi veya mahkemedışı sulhen veya kabulen ya da


feragaten ortadan kalkması halleri

b. Davanın tahkikat evresinin başında süre yönünden reddi hali (HMK m.142;
320/2 ilk c.): süreler bakımından ön inceleme aşaması tamamlandıktan sonra kanun,
süreleri ele alıp ve sürelere ilişkin iddialar çerçevesinde bunların karara
bağlanmasını öngörüyor. Burada sürelerden kastımız zamanaşımı ve hak düşürücü
sürelerdir. Tahkikat evresinin hemen başında zamanaşımı iddiası bakımından daha
sonra hakimin delilleri inceleyemeyip tahkikatta delilleri inceleyecektir ama bunun
bir istisnası usule ilişkin meseleler idi, tahkikattan önce bu deliller incelenebilir ama
esasa ilişkin delil inceleme yasağı vardır. Bu nedenle tahkikat aşamasının başında
ileri sürülen ve zamanaşımına yönelik, ön inceleme aşamasında toplanan
belgelerden bir kanaat edinilmiş ise hakim burada zamanaşımı nedeniyle davanın
reddine karar verecektir. Böylece tahkikat evresi cereyan etmeden sözlü tartışma ve
hüküm aşamasına geçiş olur.

c. Yargılamadaki fiili meselenin öninceleme evresinde vuzuhu hali (HMK,m.146):


tarafların gerek dilekçe teatisinde karşılıklı açıklamalarından gerekse ön incelemede

toplanan belgelerden ve hatta ön inceleme duruşmasında anlaşmazlıklı meselelerin


tefriki meyanında hakimin taraflar ile diyaloğu sırasında anlaşmazlıklı olan
meselelerin alanı daralmışsa ve toplanan belgelerden hareketle kalan kısımda
uzlaşılmışsa bu takdirde de ortada tahkik edilecek bir mesele kalmadığından dolayı
bu evre atlanacak ve sözlü tartışma ile hüküm aşamasına geçilecektir.

d. Taraflarca getirilme ilkesine tabi bir davanın öninceleme evresi sonunda iddia
yokluğuyla reddi hali: iddia yokluğu, tarafın hukuki koruma talebine temel teşkil
etmek üzere istediği kararı elde etmek bakımından onun maddi unsurlarını teşkil
eden vakıaları dermeyan etmesidir yani davaya sebep olan şey nedir? Hangi sebep
o hedefe yönelik talepte bulunmayı gerektiriyor? Bunların ileri sürülmemiş
olmasıdır. Ön inceleme aşamasında diğer tarafın ileri sürdüğü savunmalar
meyanında da davaya sebep olan şey tespit edilebilir ama burada da tespit söz
konusu değilse hakim, tahkik edilecek mesele olmadığından tahkikat evresine gerek
kalmadan yargılamayı hüküm evresine geçerek sonlandırır.

e. Yargılamada uyuşmazlığın hukuki meseleye münhasır olması hali: yargılamada


iki mesele vardır demiştik; fiili mesele ve hukuki mesele. Fiili meseleyi az önce de
ifade etmiştik. Hukuki mesele ise söz konusu olayı tanzim eden hukuk kuralı hangisi
ve bu davaya tatbik edilecek hukuk kuralları yoruma açık ise bunun makul anlamı
ne olmalıdır. Hangi kuralın uygulanacağının belirlenmesi ve anlamı kapalıysa bunun
yoruma tabi tutularak makul anlamının belirlenmesidir. Taraflar, belirli vakıaların
vukuu hususunda bir anlaşmazlık içinde değil de bu vakıaların vukuuna rağmen
davalı, davacının neticeyi talebinin haklı olmadığını ileri sürüyorsa taraflar arasında
hukuki mesele hususunda bir anlaşmazlık var demektir. Bunun inceleneceği
yargılama kesiti de tahkikat değil sözlü tartışma ve hüküm evresidir.

II. Yargılamada tahkikatın kapsamı ve icrası

1. Tahkikatın konusu

Az önce tahkikatın işlevinden bahsettik, bu husus tahkikatın konusuyla da bağlantılıdır.


A) Çekişmeli yargılamada davadaki fiili mesele

tahkikatta fiili meseleyi HMK daki kurallar çerçevesinde nereden tespit edebiliriz
ve bize bununla ilgili yol gösteren malzeme var mıdır bunu inceleyelim.

a. Öninceleme tutanağında taraflararasında anlaşmazlıklı olduğu belirlenmiş


olan vakıalardan hukuken önemli olanların tahkiki (HMK m.140/3, 187/1):
ön inceleme tutanağı; ön inceleme kesitinde, kanunun ön incelemede
yapılmasını istediği işlemler arasında tarafların anlaşmazlıklı olduğu vakıaların
tefriki şeklindeki bir işlemde yer alıyordu. Bu tutanağa bağlanacak ve kanunun
söylediği şekliyle daha sonra da tahkikata temel teşkil edecektir. Yani tahkikat
ön inceleme tutanağının üzerinden yürüyecektir. Bu tabiki ön inceleme
tutanağının öneminin mutlak olduğu haller bakımından yol gösterici olur. Ön
inceleme tutanağının nispi olduğu ve re’sen araştırmaya tabi davalar
bakımından mutlak surette ön inceleme tutanağından hareket etme
keyfiyetinden bahsedemeyiz.

b. Öninceleme tutanağı revizyonu çerçevesinde yargılamaya sonradan ithal


edilen vakıalardan hukuken önemli olanların tahkiki (HMK m. 176/1,
177/1, 179/3): ön inceleme tutanağı her zaman ön inceleme aşamasında
düzenlendiği şekliyle yargılamanın kapsamını tayin hususunda yeterli
olmayabilir. Bir defa kanunda yer alan kurallar çerçevesinde tarafların ıslah ve
hasım muvafakatıyla da vakıa getirme ve vakıa ileri sürme imkanları vardır.

1. Öninceleme tutanağı tanziminden sonra ıslah dilekçesiyle getirilen yeni


vakıalardan anlaşmazlıklı ve hükme etkili olabilecek olanlar: tahkikat
aşamasına kadar taraf, ıslah dilekçesiyle yeni vakıa ileri sürmüşse ön
inceleme tutanağının düzenlenmesinden sonra, ön inceleme tutanağında
belirlenen anlaşmazlıklı vakıalar dışında yol göstericilik özelliği ilave vakıa
bakımından anlam taşımayacaktır dolayısıyla ıslah söz konusuysa ıslahen
getirilecek vakıaları da buna ilave edeceğiz.

Yine öne sürülen her vakıa değil, önemli olan vakıalar yani davaya tatbiki
muhtemel olan kurallarda yer alan (hak kuralları) vakıalar tatbik edilecektir.
Yan/tali vakıalar önem arzetmeyeceği için bunlar tahkikatın konusu
olmayacaktır.

2. Öninceleme tutanağı tanziminden sonra hasmın izniyle getirilen yeni


vakıalardan anlaşmazlıklı ve hükme etkili olabilecek olanlar: ıslah
dışında karşı taraf (tarafların konumuna göre davacı veya davalıdır. Davacı
bakımından iddia vakıası ve davalı bakımından savunma vakıası) ileri
sürebilir. Davada, bizim ele aldığımız konu itibarıyla ön inceleme
tutanağının düzenlenmesinden sonra ve tahkikatın başında böyle bir vakıa
ileri sürülmüşse veya tahkikatın cereyanında ileri sürülmüşse bu defa tekrar
onu da ön incelemedeki gibi hakim, tahkikata konu olabilecek özellikteyse
dikkate alıp bununla ilgili delilleri de inceleyecek demektir.

c. Resen araştırmaya tabi davalarda öninceleme tutanağındakilere ilaveten


taraf(lar)ca sonradan mahkemeye arzolunan ve/veya usuli talep
çerçevesinde hakimce tesadüf olunanlardan hukuken önemli olan
vakıaların tahkiki: re’sen araştırmaya tabi davalarda da ön inceleme cereyan
edecek demiştik. Fakat burada tutanağın önemi taraflarca getirilmeye tabi
olanlarınki kadar belirgin değildir zira re’sen araştırmaya tabi davalarda iddia-
savunma değişiklik yasağı yoktur. Re’sen araştırmaya tabi davalarda ön
inceleme tutanağına ilaveten hakimin, re’sen incelenmesini gerekli gördüğü
vakıalar tahkikata konu teşkil eder.

B) Çekişmesiz yargılamada usûli talep veya sebebi

Çekişmesiz yargılamada tahkikatın konusu bakımından buna temel teşkil edecek


yani tahkikatın işlevini gerçekleştirmeye yönelik olarak formel araç/malzeme iki
surette usule geliyor.

a. Tasarruf ilkesine tabi bir çekişmesiz yargılamada hukuki koruma isteyenin


talebinin maddi unsuru olan vakıaların tahkiki: başvurucunun talebi üzerine
çekişmesiz yargısal başvuru ile prosedür başlayabilir. Örneğin, mirasçılık
örneği itibarıyla buradaki yararlanma terekeden pay alabilmedir. Bu hak
tartışma konusu değildir. Mirastan pay alma hakkı burada anlaşmazlıklı/

uyuşmazlıklı değildir sadece yararlanmanın bir şartı olarak mirasçıların


belirlenmesi gerekiyor. Burada talebe bağlı bir başvuru varsa veraset belgesi
düzenlenmesini düşünebiliriz. Burada dilekçeden hareketle, tarafın gösterdiği
veraset ilamının düzenlenmesi bakımından o vakıalar, dilekçeden hareketle
tahkikata konu edilecektir.

b. Re’sen hareket ilkesine tabi bir çekişmesiz yargılamada mahkemeyi


harekete geçirten bildirim ve hukukun uygulanması nedenlerinin tahkiki:
re’sen hareket ilkesine tabi bir çekişmesiz yargısal başvuru varsa bu surette de
tahkikatın işlevini gerçekleştiren formel işlem usule gelebilir. Diyelim ki bir
çocuk koruma başvurusu söz konusudur. Burada ilgili kamu otoritesi de
mahkemeden talepte bulunabiliyor. Ya da başka bir örnekte koruma amaçlı
hürriyeti kısıtlama başvurusunda, akıl hastası kendine ve başkasına zarar
veriyor. Bu kişinin müşahade altına alınabilmesi için kamu otoritesi
başvurduğunda, orada kamu otoritesinin mahkemeyi harekete geçirmeye
yönelik sebep neyse o sebep tahkik edilecektir. Çekişmesiz yargılamada bir ön
inceleme tutanağı yoktur ve ön incelemenin cereyanı da yoktur.

2. Tahkikatın yöntem ve araçları

Burada duruşmalı icra esası vardır dolayısıyla tahkikatın yöntemi duruşma icrasıdır ve
araçları da delillerdir. Duruşmanın yanısıra sözlü oturumlarda cereyan eden bazı işlemlere
tekabül eden araçlar söz konusudur.

A) Duruşma: tahkikat, duruşmalı olarak icra edilir demiştik. Duruşma gerek basit
gerekse yazılı usul bakımından kuraldır. Basit usul itibarıyla dosya üzerinden
inceleme (duruşmasız) olarak tahkikatı icra etme imkanı da vardır daha doğrusu bu
belgesel deliller incelenerek karara bağlanan haller itibarıyla bu şekildedir.

a. Duruşmalı inceleme ve sınırları: duruşma icrası temeldir zira deliller, taraflar


üzerinde ve tarafların katılımıyla incelenir ve yine incelenecek deliller arasında
belgesel olmayanlar da vardır dolayısıyla beyani olan delil kaynaklarının sözlü
celseye celbiyle duruşmada alınması söz konusudur.

1. Çekişmeli yargılamada dava prosedüründe kural olarak duruşmalı


inceleme zorunluluğu (HMK, m.27/1,147/1): özellikle çekişmeli yargılama
bakımından bu kuraldır. Çekişmesiz yargılamada pekçok halde dosya
üzerinden incelemeyle karar verilebilir. Çekişmeli yargılamada da yazılı usul
bakımından mutlak ve basit usul bakımından ise istisnai olarak tahkikat, dosya
üzerinden yürütülebilir. Yazılı usulde de dosya üzerinden karar verme halleri
aslında tahkikatın icrasına gerek olmayan ve tahkikatın icra edilmeyeceği
surette yargılamanın sona ermesi anlamına gelir.

2. Meşruhatlı çağrı ve duruşmaya cebren ihzar olunamama (HMK


m.147/2): ön incelemenin kapanışında tarafların tahkikata davet edileceğini
söylemiştik. HMK 147/2 de “taraflar, tahkikat ve sözlü yargılamaya davet
olunur diyor”. Tahkikat ve sözlü yargılama arasında bir geçişlilik de vardır ve
burada o zikredilmiş. Ama asıl kastedilen hazırlık safhasının geçip asıl
yargılamaya başlamaktır. Eğer ön inceleme duruşmasına gelmeyen bir taraf
varsa onun için de bir duruşma davetiyesi çıkarılır. Burada, eğer taraflar
gelmezlerse tahkikatın yokluklarında cereyan edeceği ve sözlü yargılamaya
geçilmek haliyle de taraf yokluğunda karar verilebileceği uyarısı da yer alır o
bakımdan buna meşruhatlı davetiye denir yani şart içeren manasında.

Taraf duruşmaya gelmezse buna onu zorlayacak bir araç yoktur. İsticvap
gerektiren haller bakımından bile tarafın cebren hazır edilmesi (zorla
getirilmesi) söz konusu değildir. Zorla getirilmek şahitler bakımından söz
konusudur ve bunu da göreceğiz.

3. Tarafların duruşmaya gelmesinin kanunen teşviki (HMK, m.150 ): tarafın


duruşmaya gelmemesi taraf bakımından bir dezavantaja yol açabilir. Bu
açıdan kanun, tarafın duruşmaya katılmasını teşvike ilişkin bazı kurallar da
düzenlemiş durumdadır. Taraflar duruşmaya gelmedikleri takdirde ve mazeret
de beyan etmedikleri takdirde ve gelmeyen taraf davacı ise davalı,
yargılamaya devam yönünde davaya takip iradesi göstermezse dosya işlemden
kaldırılır. Burada dosyanın işlemden kaldırılması yargılamanın durdurulması
demektir yani yargılama sonlandırılmış olmuyor. Duran yargılamanın devamı

için tekrar mahkemeyi harekete geçirmek üzere bir başvuruda bulunulması


gerekir ki o da yenileme işlemi olarak adlandırılır ve bir süreye bağlıdır. Bu
hususta 2 adet süre vardır: 1 aylık ve 3 aylık. 1 ay içerisinde harçsız olarak
yenileme imkanı vardır ve yargılamayı kaldığı yerden devam ettirme
mümkündür fakat 1 aylık süre geçerse o zaman 3 aylık süre (yani geri kalan 2
ay) içerisinde dilerse bu takdirde de harç yeniden ödenerek yargılama devam
ettirilebilir.

Eğer kalan 2 aylık sürenin içerisinde de yenileme gerçekleşmezse davanın


açılmamış sayılması kararının verilmesi söz konusu olur. Bu karar usule
ilişkin nihai bir karardır.

Eğer davalı, davacının gelmediği duruşmada takip iradesi ortaya koyarsa bu


takdirde de dosya işlemden kaldırılmayıp yargılama davacının gıyabında
devam eder. Bu durum sadece o celsede geçerlidir. Müteakip celseye davacı
katıldığında artık onun da varlığıyla tahkikata devam edilir.

Mazeret beyan edilmişse bu takdirde gelmeyen tarafın mazereti kabul


edilebilir bir mazeretse onunla ilgili yargılama işlemleri yapılmayacak
demektir ve bu durum celsenin ertelenmesine yol açar.

b. Duruşmanın aleniyet ve sözlülüğü (HMK m.28,144/1 ): yargılamaya ilişkin


ilkelerde aleniyetten bahsetmiştik ve hakimin sevkinden bahsetmiştik. Bunlar
tahkikat bakımından da caridir. Duruşmanın icrasında şekil itibarıyla ve kural
olarak bu dışa açıktır (salon imkanları dahilinde). Fotoğraf çekilmesi ve görüntü
alınması hakim izniyle söz konusu olabilir. Celsenin kapalı icra edilmesine
ilişkin olarak istisnai bir durum vardır ve taraflardan gelecek bir talepte veya
hakim, durumun icabı olarak gördüğü hallerde duruşmanın kapalı icrasına karar
verebilir.

Duruşmanın sözlülüğü derken de burada yapılacak usul işlemlerinin şifahi şekle


tabi olduğu anlamına gelir. Duruşmanın sözlü dinlenilme oturumu anlamına
gelir.

c. Duruşmanın cereyanının zapta bağlanması (HMK m.157, 154/1,2, 155


,156): sözlü cereyan eden duruşma, tutanağa bağlanıp belgeleştirilir. Duruşma
tutanağı tahkikatta da düzenlenir ve hatta tutanakta yer alması gereken içerik/
şekil unsurları da formel olarak tanımlanmıştır. Duruşma sonunda zabıt, hakim
ve katip tarafından imzalanır. Tarafın imzası ön inceleme tutanağından farklı
olarak buradaki duruşma tutanağında yer almaz fakat herhangi bir vazgeçme
varsa feragat varsa ve dermeyanı geri alma varsa o zaman tarafların imzaları
alınır.

d. Duruşma oturumlarını hakimin sevk ve idaresi (HMK m.32, 144/2, 148,


151,153): duruşmanın icrasını hakim sevk ve idare eder. Usuli işlemler sözlü
olarak tesis edildiği için hakim, taraflara söz vererek bu işleme konu teşkil eden
beyan neyse onu alır ve hakim tarafından özet olarak tutanağa geçirilir. Burada
zabıt katibi de yer alır ve bu beyanları hakimin diktesiyle tutanağa geçirir.
Duruşmanın cereyanında duruşma disiplinini bozacak davranışlar zuhur edebilir
ve böyle bir durumda hakimin disiplini sağlamak üzere: ihtar, duruşma
salonundan çıkarma ve hatta disiplin hapis cezası verme yetkisi vardır. Burada
da taraf avukatları bunun dışında kabul edilir ve taraf avukatları bazı hararetli
davalarda birbirlerine karşı veya hakimle diyaloglarında ölçüyü aşarsa orada
duruşmayı ara vererek ve aradan sonra tekrar devam ettirerek hakim, bu
sükuneti sağlayıp disiplinli şekilde duruşmanın cereyanını da sağlayacaktır.
Burada tahkikat, duruşmayla icra edildiği için duruşmaya ilişkin kurallar
tahkikatın yapılışına da etki eder.

B) Tarafların isticvabı veya şekli dinlenmesi

Aracı olarak duruşmada icra edilecek bazı formel imkanlar da vardır ve bunlardan
biri isticvap veya tarafın şekli dinlenmesidir. İsticvap; cevaplandırma, sorguya
çekme anlamlarına gelir ve hakimin duruşmaya katılanlara soru sorup cevap
vermelerini istemesi tahkikatın cereyanında da olur. Duruşmalı icra edilen diğer
tahkikat aşamalarında da söz konusu olabilir. Tahkikatta hakimin tarafa soru sorup
cevap istemesi 2 şekilde olabilir. Bir defa taraflarca getirilmeye tabi bir dava varsa
bu takdirde hakim taraftan bilgi alma ihtiyacındaysa tarafı o meselede isticvaba
davet eder. Taraftan bilgi alma ve tarafın bilgisine başvurma, tarafın iddia ettiği
vakıalara yönelik olabilir ve davanın unsurlarına ilişkin olabilir.

a. Tahkikatta delil kataloğu dışındaki bilgi kaynaklarına da başvurulabilmesi


(HMK,m.192): hakim sadece delil kataloğundaki delillerle sınırlı olarak kanaat
edinmek zorunda değildir. Bu bakımdan taraftan bilgi alınması, delil
kataloğunda yer alan bir husus değildir dolayısıyla isticvap veya şekli
dinlenilme şeklinde bir delil yoktur.

b. Resen araştırmaya tabi yargılamalarda taraf veya ilgilinin şekli


dinlenilmesi (HMK,m.144): bilgi kaynağı olarak isticvapla ilgili gerekli şekli
dinlenmenin HMK 144 te zımnen düzenlenmiş olduğunu söyleyebiliriz.

c. Taraflarca getirilme ilkesine tabi davalarda ispat yükü taşımayan tarafın


isticvabı (HMK, 169): isticvap bakımından bu formel bir araç olduğu için açık
kanun hükmünde bir düzenleme vardır. İsticvap bakımından bu husus taraflarca
getirilme ilkesine tabi olan davalarda caridir. Burada taraf, bilgi vermeye
çağırılma bakımından gelmediği takdirde bu hususta bundan aleyhine sonuç
çıkabileceğine dair uyarılır. Burada aleyhine sonuç çıkarılma demek aslında
tarafı bilgi vermeye icbar etme yani zorlama anlamına geliyor. Gelen taraftan
elde edilebilecek bilgili delilsizlik bakımından vakıa hakkında tarafı o vakıaya
ilişkin iddiasından sarfı nazara götürebilir. Tarafın o vakıanın vukuu hakkında
daha önce ileri sürdüğünden farklı bir beyanı ortaya çıkabilir ve hakim böyle
şüpheli durumlar bakımından hakim buna başvurur ki buna da isticvabın ikrar
elde etme amacı deniyor. Özellikle meselenin delillerden anlaşılma imkanı
olmayan hallerde tarafa isticvap davetiyesi çıkarılarak hakim bu hususta
tahkikatı isticvapta da destekleyebilir.

Taraflarca getirilmeye tabi olmayan davalar bakımından tarafın bilgisine


başvurma itibarıyla şekli dinlenme cihetine gidebilir. Burada HMK 144.
Maddede örtülü şekilde olduğunu söylemiştik. Burada re’sen araştırma
bakımından tarafın beyanı hakimi bağlamaz. Taraflarca getirilmeye tabi
davalarda ikrar edildiği takdirde vakıa anlaşmazlıklı olmaktan çıkar dolayısıyla
tahkikata konu teşkil etmez ve neticeten de delil incelenmesine gerek kalmaz
fakat re’sen araştırmada kamu yararının ön planda olma özelliği nedeniyle
tarafların belli vakıaların üzerinde mutabık kalması/anlaşması hakimi bağlamaz.
Hakim bakımından sabit görme ihtiyacı söz konusuysa hakim o meseleyi
araştırır ve araştırması gerekir. Burada da tarafı, isticvaptaki gibi eğer bilgi
vermek üzere gelmezse aleyhine sonuç çıkabileceği şeklinde bir duruma sokma

ve yaptırıma tabi tutma imkanı bulunmaz ama taraf çağırılıp dinlenerek ondan
elde edilecek bilgileri bu surette hakim temin ederek tahkikatta kullanabilir.

Tarafların duruşmadaki hal ve tavırları dahi hakime kanaat verebilir. İsticvap


veya şekli dinlenme bakımından tarafların sadece söyledikleri değil tutumları da
tahkikatta etkili olabilir. Bununla birlikte bunların tabiki gerekçelendirmede
delillerle desteklenmesi gerekir çünkü sadece tutumların gözetilmesi haliyle
durum fazla subjektif kalıyor.

İsticvap bakımından vekille temsil edilen yargılamalarda tarafın isticvabı,


taraftan bilgi alınması anlamına geldiği için vekil marifetiyle bu işlemin tesis
edilmesi mümkün değildir. Taraf bizzat gelecektir.

C) Delillerin incelenmesi

Tahkikatın cereyanında, tahkikata konu olan meseleler deliller üzerinden incelenir.


Delillerin incelenmesi esasen, delil kaynağından onun ihtiva ettiği delilin alınması
manasına gelir. Bu itibarla delillerin incelenmesi ile delillerin alınması eş anlamlı
olarak düşünülebilir.

a. Delillerin toplanma /alınma yöntemi: burada kastedilen fiziki olarak delilin


alınması değildir. Burada kastedilen o delilin soyut olarak alınması yani delilin,
delil kaynağından elde edilmesidir. Delil toplamasının, delil kaynağının
yargılamaya getirtilmesi anlamı daha ön plandadır ve dolayısıyla delillerin
toplanması denildiğinde belgesel delil ise belgelerin yargılamaya getirtilmesi
eğer beyani delilse şahitlerin yargılamaya getirtilmesi veya belirti delili ise
mahale gidilmek üzere gün verilmesi anlamına gelir.

1. Doğrudan mahkeme hakimince (HMK,m.197/1,149/2): delillerin


incelenmesi anlamındaki alınması hakim faaliyetidir. Burada hakim kural
olarak doğrudan delil ile yüz yüze gelmelidir fakat her zaman bu şekilde
olmayabilir. Tek hakimli ya da çok hakimli mahkemede kural, doğrudanlık
çerçevesi içerisinde delillerin doğrudan mahkemece/mahkeme heyetince

incelenmesidir. Bunun sebebi delilin bozulmamış olmasıdır. Örneğin tanık


delili bakımından tanığın doldurulmamış olmasıdır.

2. Niyabet veya istinabe yoluyla (HMK,m.183a/2-3,185/2-son c,197/2): delilin


fiziken yargılamaya dahil edilmesi anlamında toplanması ve duruşmaya
getirtilmesi mümkün olmayabilir. Mesela, şahit delili itibarıyla bilgi alınacak
işte bu durumda şahit mahkemenin yargı çevresi içindeyse ve şahit duruşmaya
celp edildiği ama gelmediği takdirde şahidi zorla getirtme imkanı vardır lakin
şahit yargı çevresi dışındaysa şahidin, bulunduğu yerden başka bir yargı
çevresindeki mahkemenin duruşmasına icbar edilmesi imkanı yoktur. Böyle
bir durumda istinabe denilen şahidin bulunduğu yerdeki mahkemeye talepte
bulunarak ve onun vereceği delilin alınması yöntemi istinabe yöntemiyle olur.

Toplu mahkemelerde tahkikat kural olarak birlikte yürütülür fakat mahkeme


başkanı içlerinden birisini belirli meseleleri tahkik etmekle görevlendirebilir
yani tahkikatı devredebilir. Böyle bir durumda ona naip hakim denilir.

b. Delillerin alınışının her bir delil türü bakımından farklılığı: eğer delil
beyani bir delil değilse, keşif icrasıysa mahale gidilerek tarafın da katılımıyla
oradaki belirtiler toplanır. Belge celbi varsa da bu sefer talebin katılımını
gerektiren bir durum yoktur.

c. Delillerin alınışının tutanağa bağlanması: duruşmada seyredilen usuli


işlemler sözlü olarak gerçekleşirken hakim tarafından tutanağa geçirtilir.
Deliller bakımından da eğer delil belgeyse (dışardan celbedilen bir belge ya da
tarafın sunduğu bir belge olabilir) “… belgenin dosyaya geldiği görüldü, açıldı
ve okundu ve şu hususun havi olduğu (içerdiği) görüldü ve dosyasına konuldu”
şeklinde tutanağa bağlattırılır. Şahit delili incelerken ise şahit neyi anlattıysa
onu özet biçiminde duruşma tutanağına geçirttirir. Belirti delili bakımından eğer
menkul ve taşınabilir bir şeyse bu zaten duruşma salonunda inceleneceği için
oradaki inceleme ameliyesi yine tutanağa geçirtilir. Eğer salon dışında bir
yerdeki belirti alınacaksa o takdirde keşif suretiyle alındığı için müteakip
tahkikat celsesinde (keşfin yapıldığı tarihi izleyen celse) eğer taraflar keşfe
katıldıysa keşif bittikten sonra keşif tutanağı verilir ama taraflar keşfe
katılmamışsa müteakip celsede bu tutanak verilir.

d. Delillerin tarafların önünde alınması ve hakimce tümü birlikte incelenip


değerlendirilmesi (HMK,m.197/1,198): delillerin tarafların huzurunda
alınması önemlidir çünkü delillerin değerlendirilmesinde tarafların beyanları da
delilin özellikle ispat değeri bakımından önem taşıyabilir.

Delillerin tarafların önünde alınması, her iki taraf itibarıyla neticede objektif
olarak gerçeğin bulunmasında hem ortaya çıkan sonuçtan tatmin olmak hem de
katkıda bulunmak şeklinde bir fayda hasıl olur. Kanunda, delillerin tümünün
birlikte inceleneceği belirtilmiştir. Delillerin tümü birlikte incelenir derken
anlamamız gereken şey, ileri sürülen delillerden, delil türleri itibarıyla tümünün
aynı anda değerlendirmeye tabi tutulması değildir. Özellikle kapsamlı
yargılamalar bakımından her bir meseleye ilişkin delil ayrı bir celse tayin
edilerek ayrı ayrı incelenir (etraflıca incelenebilmesi açısından). Tabiatıyla
burada parçalanıp, resmin bütününü görebilme bakımından ilave bir ameliyeyi
gerektirir yani ideal olan tüm delillerin birlikte ele alınarak, resmin tümünü
görmeye ve bir delilin diğerini tamamlaması suretiyle daha tam bir bilgi elde
edilmesi ve sonuç alınmasıdır.

3. Tahkikatın kapanışı

Delillerin incelenmesinin de tamamlanmasıyla tahkikat son bulacaktır.

A) Tarafların tahkikata beyanlarının alınması

Tahkikatın kapanışı bakımından bazı önemli hususlar vardır. Bir defa tahkikatın sonunda
taraflar, tahkikata beyanda bulunma imkanına sahiptir. Az önce bahsettiğimiz gibi ayrı
ayrı delillerin incelenmesi sonrasında da böyle bir imkana sahiptir ama aynı zamanda
topluca da beyanda bulunulabilir ama topluca beyanda bulunma esastır.

a. Beyanın sözlü veya yazılı şekilde sunulabilmesi: taraflar duruşmada sözlü olarak bu
imkanı değerlendirebileceği gibi yazılı dilekçe olarak da (tahkikata beyan dilekçesi
şeklinde) sunabilirler.

b. Beyanın delillerin tahkik olunan vakıaları sabit gösterip göstermediğine yönelik


oluşu: burada tahkikata karşı yapılacak beyan tarafların incelenen, alınan delillerin
ispat değeri hakkındaki yorumlarıdır. Bu bakımdan incelenen delillerin ispata konu
vakıaları sabit gösterip göstermediği hususunda taraflar genellikle birbirlerine karşı
konumları itibarıyla lehte/aleyhte beyanda bulunurlar.

B) Tahkikatın genişletilmesi / tevsi-i tahkikat (HMK, m.184/2,185/2,3): hakim, delillerin


işlemlerini tamamlamış olduktan ve tarafların beyanını da aldıktan sonra eğer söz konusu
vaka meselesi hakkında vaka hükmü elde etmişse tahkikatın bittiğini bildirir fakat eğer bu
hususta yeterli bir kanaat elde edememişse ve elde başkaca başvurulabilecek araçlar/bilgi
kaynakları varsa tahkikatın genişletilmesine karar verir. Bu hem ilerde delillerin
dermeyanını hem de bazı delil işlemlerinin tekrarını içerir.

a. Kusurlu veya eksik alınmış delil inceleme işlemlerinin tekrarı

b. İncelenmemiş delillerin tüketilmesi: örneğin taraf 4 tane delil göstermiş ama hakim
2 tanesini dinlemenin yeterli olduğunu düşünmüştür. Tahkikatın genişletilmesinde ise
geri kalan 2 şahidin de dinleyebilir. Ya da bir yerden gelecek belgenin zaman alıcı ya
da tali olduğu düşünüldüğü için başta onun celbini hakim sağlamamıştı ama sonradan
hakim yeterli kanaat edinemediği takdirde o belgenin de celbine karar vererek ilave
bilgi alma yoluna gider. Özellikle istinabe yoluyla elde edilen deliller bakımından
bunların tekrarına da gidilebilir.

c. İlaveten başka veya yeni delil ikamesi

1. Resen araştırmaya tabi dava ve yargısal müracatlarda başka-yeni delillerin


incelenebilmesi

2. Taraflarca getirilme ilkesine tabi davalarda

2.1. Varlığı dosyadan anlaşılan başka-yeni belgesel delillerin hakimce re’sen


incelenebilmesi

2.2. Tarafın mazuren sonradan dermeyan ettiği halde gerektiğinde


alınmasına karar verilip henüz toplanmamış başka-yeni delillerin
incelenmesi

C) Tahkikat evresinin sona ermesi / tahkikatın kapanışı ile st-hüküm evresine


geçilebilmesi: tahkikatın genişlemesine gerek kalmaksızın tamamlanması halinde bir
sonraki evreye geçilmek üzere kapanışına da değinelim. Burada yargılamanın bir sonraki
aşaması sözlü tartışma ve hüküm aşamasıdır.

a. Yazılı usulde tarafların talebi halinde sözlü yargılama (hukuki tartışma) ve


hüküm evresi celsesi icrası içinyargılama ertelenip gün tayini (HMK,m.186):
geçen sene yazılı usulde yapılan bir değişiklikle aslında tahkikatın tamamlandığı
oturumda hakim, tarafların tahkikata beyanlarını aldıktan sonra tahkikatın bittiğini
bildirip sözlü tartışma ve hüküm duruşmasına bir gün verip davet etmek
durumundaydı. Şimdi yapılan bir değişiklikle sözlü yargılama ve hüküm aşamasına
geçme imkanı getirildi fakat burada tarafların talebi önemlidir. Taraflar burada sözlü
yargılamaya hazırlık yapmak üzere süre talep ederse yine gün tayin edilecek ve
tahkikatın bittiği celse itibarıyla bir sonraki aşamaya geçmeyecek fakat taraflar böyle
bir tutum içerisinde olmazlarsa tahkikatın tamamlanması ile birlikte sözlü yargılama ve
hüküm aşamasına da geçebilecek. Bu durum taraflara ve özellikle de gelmeyen taraf
bakımından tebligat yapılmasını da gerektirdiğinden dolayı yargılamanın uzamasına da
yol açıyor ve keza karara bağlanabilecek hallerde bu yapılmayıp ayrı bir gün verilmesi
nedeniyle yargılama uzuyor işte bu nedenle bu şekilde bir esneklik getirilmiş oldu.

b. Basit usulde doğrudan sy-h evresine geçilip tarafların esasa dair sondiyecekleri
sorulup alınarak hükmün verilebilmesi (HMK, m.321/1): zaten önceki dönemde de
yazılı usulden farklı olarak burada tahkikatın tamamlanmasını takiben son diyecekler
olarak sözlü yargılamaya ilişkin hukuki mesele hakkındaki beyanların alınıp hüküm
aşamasına geçilebiliyordu ve orada herhangi bir değişiklik yoktu. Bu durumda yazılı
usul ve basit usul 2020 değişiklik öncesi itibarıyla aynı hale geldi.

III. Tahkikata etki eden bazı özellikli usûli işlemler

Bu kapsamda da ıslah, ön sorun ve bekletici sorun kurumlarına değinmemiz gerekiyor.

1. Bazı yargılamalarda ıslah ve maddi hataların düzeltilmesi

A) Kapsam ve sınırlarıyla ıslah hakkı: öncelikle ıslah işlemi iddia savunma değişiklik
yasağına tabi yargılamalar bakımından tarafların, davanın unsurları üzerinde, taraf
unsuru dışındaki unsurları üzerinde değişiklik yapma ihtiyacını karşılayan bir
kurumdur. O halde taraf usuli işlemlerine yönelik dolayısıyla mahkeme usuli işlemleri
ıslaha tabi değildir. Burada dava sebebi yani vakıalar ve dava konusu yani neticeyi
talep ile ilgili işlemler bakımından bunları değiştirme ihtiyacını karşılama amacı söz
konusudur. Islahın işlevi, daha önce eksik ya da hatalı olarak tesis edilmiş olan söz
konusu taraf usuli işlemlerinin düzeltilmesi ve iyileştirilmesidir. Davanın sebebi olan
vakıalar bakımından eksik olan bir vakıa ilave bir imkan olarak ıslah suretiyle
yargılamaya ithal edilebilir. Keza davanın konusu usuli talep bakımından eksik
bıraktığını düşündüğü veya sonra isabetli olduğunu düşündüğü bir usuli talep unsurunu
davacı, yargılamaya ıslah suretiyle ithal edebilir. Burada sadece davacı bakımından
değil davalı bakımından da bir imkandır. Islah davalı bakımından da gündeme gelir
ama burada davanın unsurlarından değil de benzerlerinden bahsetmemiz gerekir.
Burada cevap dilekçesinin unsurlarını dikkate alabiliriz.

a. İlk derece yargılamasında taraf usuli işlemlerinin tadil-tashih imkanı


(HMK,m.176/1)

1. İddia ve savunma değiştirme yasağına tabi olmayan yargılamalarda ıslahın


gereksizliği

2. Maddi anlamda kesin hüküm etkilerini (müsbet etki) haiz olmayan karar
istihsal olunan bazı yargılamalarda ıslahın sınırlılılığı

3. Değişiklik yasağına tabi davalarda iddia veya esasa ilişkin savunmaların ve


usuli talebin ıslahla değiştirilebilmesi (HMK,m.180,181)

3.1. Tam ıslah

3.2. Kısmi ıslah

4. Delil dermeyanında ve usuli itirazlarda ıslah hakkının sınırlanmışlığı


(HMK,m.117/1,145)

b. Islah hakkının yargılamada bir kez ve iyiniyetle kullanılabilmesi


(HMK,m.176/2,182)

B) Islahın zamanı ve şekli (HMK, m.177)

Bu hususta kanun 1 kez ıslah hakkının kullanılabileceğini öngörüyor ve dolayısıyla


yargılamanın cereyanı boyunca tarafın söz konusu usuli işlemlerini 1 kez düzeltme
veya tamamlama imkanı vardır. Islah hakkının iyi niyetle kullanılması gerekir yoksa
ıslah hakkının kullanılmamış gibi değerlendirilmesi hasıl olur. Burada iyiniyetten kasıt
yargılamayı uzatmamaya yöneliktir. Islahın şekil itibarıyla herhangi bir şekle tabi
olmadığını görüyoruz. Bu bakımdan taraf, duruşmada sözlü beyanla da ıslah hakkını
kullanabilir veyahut yazılı dilekçe de verebilir. Kanun, tahkikatın sonuna dek ıslah
hakkının kullanılabileceğini öngörüyor dolayısıyla sözlü yargılama ve hüküm
aşamasında ıslah hakkı kullanma imkanı yoktur. Burada bir detay olarak hüküm
verildikten sonra hükmün kanun yollarında naksına (bozulmasına) yönelik olarak
yeniden yapılacak olan yargılamada ıslahta bulunulup bulunulamayacağıyla ilgili
olarak daha önce tahkikat yapılmamışsa, tahkikattan önce yargılama sona ermiş ve o
hüküm bozulmuşsa o zaman tahkikatın yapılacağı şeklinde bir içtihat vardır.

a. Islah hakkının tahkikatın sonuna dek kullanılabilmesi:

b. Islahın sözlü beyan zaptı veya yazılı dilekçeyle yapılabilmesi:

C) Islahın sonuçları

a. Islahın yargılamaya etkisi(HMK,m.179): usul işlemi yenilendikten sonra önceki


usul işlemi yapılmamış sayılıyor. Bununla bağlı olarak önceki işlemlere
eklemlenerek yapılmış işlemler de geçersiz sayılıyor, özellikle tahkikat işlemleri
bakımından durum böyledir. Fakat ıslah edilen işlemden bağımsız olan işlemlere
ıslahın bir etkisi yoktur. Dolayısıyla bunlar tahkikat işlemiyse de tahkikattan
etkilenmeyecektir.

1. Değiştirilen usul işleminin yapılmamış sayılması

2. Yapılmamış sayılan usul işlemine bağlı olarak yapılan tahkikat işlemlerinin


de geçersiz olması

3. Islahla bağlantısı olmayan tahkikat işlemlerinin ıslahtan etkilenmemesi

b. Islahın yol açtığı ilave masraf ve zararın ıslah eden tarafından


karşılanması(HMK,m.178): ıslah nedeniyle yeniden işlem tesisi, yeniden masraf

yapılması sonucunu doğuruyor. Bizde yargılama masraflarının tahmilinde usul,


davayı kaybedenin ödemesidir. Buradaki ıslah imkanı ise daha önce yapılması
mümkün ve muhtemel olan bir işlemin doğru yapılmaması veya eksik
yapılmasından kaynaklandığından dolayı bu masrafa, ıslah hakkını kullanan kişi
sebebiyet verdiği için burada davayı kaybeden kişinin ödemesi kuralı geçerli
değildir. Keza bir zarara yol açılmışsa bu da aynı şekilde ıslah hakkı kullanan
tarafa tahmil edilecek demektir.

1. Islahtan etkilenen yargılama işlemlerinin tekrar tesisi masrafların temin


olunması

2. Karşı tarafın uğrayacağı zararın tazmininin temini

D) Tüm yargılamalarda taraf ve mahkeme usuli işlemlerindeki yazı ve hesap


hatalarının düzeltilebilmesi (HMK,m.183,304/1)

2. Tahkikat evresinde esasa ilişkin ön sorun – bekletici sorun

A) Ön sorun (HMK, m.163-164): davada hakimin karara bağlayacağı hususları tespit


edebilmesi, başka bir ifadeyle karar verebilmesi, önündeki meselenin dışında yan
meselelere bağlıysa bunlara, ön sorun deniliyor. Bu açıdan ön sorun kavramı, dar
anlamıyla bekletici sorun kurumunu da içeriyor diyebiliriz. Ön sorun bakımından
hakimin önündeki davada karar verebilmesi için halli gereken meseleler kendi
yetkisinde olsun veya olmasın tamamı ön sorundur. Ön sorunda hakime, kendi yetkisi
dahilinde bir yan mesele çıktığında o meseleyi de halletme görevi/mecburiyeti hasıl
olur. Bunlar usule veya esasa ilişkin olabilir: örneğin usule ilişkin olarak, hakimin
reddi gündeme gelmişse bu takdirde hakimin karar vermekten alıkoyulması söz
konusudur. Dava şartları, mahkemenin yetkisizliği de hakimin, önündeki davayı
karara bağlaması için halletmesi gereken meselelerdir ve hakimin yetkisi dahilindedir.

Burada ön sorunu anlamlı kılan yönü esasa ilişkin olan taraftır. Esasa ilişkin ön
sorunlar örneğin, tahkikatta inceleyeceği hakkında bir sahtelik iddiasında bulunulması
durumunda o delilden kanaat edinilmeden önce delil tahrif edilmiş mi, sahte mi
gerçek mi, sahih mi bunu belirlemesi gereklidir. Burada da şunu söylemek gerekir ki,
delillere ilişkin sahtelik iddiası resmi belgeler dışındaki deliller bakımından hakimin

yetkisindedir. Eğer resmi belge hakkında bir sahtelik iddiası varsa o takdirde
önündeki davada bunu karara bağlama yetkisi yoktur ve bunun için ayrı dava açılması
gerekir. O delile resmiyet kazandırmış olan (bunlar genellikle noterlikten sadır olur)
kurum da işin içine katarak yapılan bir yargılamada halledilir.

B) Bekletici sorun (HMK, m.165, 54 ): geniş anlamda ön soruna dahil kabul edilen
başka bir kuralla başka bir kurum olarak bekletici sorun, kanunda tanımlanıyor.
Burada da hakimin kendisinin çözmeye yetkili olmadığı meselede, o meselenin
çözümünde yetkili olan kuruma müracaat edilmesini sağlayıp, o mesele çözülene
kadar önündeki davayı karara bağlamaktan geri durması söz konusudur.

Burada başkası dediğimiz kurum idari veya yargı mercii olabilir. Hakimin önündeki
davayı karara bağlaması için idari bir işlemin tesisi gerekiyorsa idari merciiye
başvurulduktan sonra bekletici mesele olarak yargılamayı durdurur. Eğer tarafa
verilen süre içerisinde başvuru işlemi yapılmamışsa bu takdirde mevcut haliyle
davada karar vermek söz konusu olacaktır.

Bunun iki türü vardır, zaruri ve ihtiyari bekletici sorun şeklinde:

a. İhtiyari bekletici sorun // beklenecek yargılama veya idari prosedürde mevcut


yargılamadakiyle bağlantılı fiili-hukuki meselelerin ele alınabilecek olması
nedeniyle istifade ihtimali hali (usul ekonomisi): eğer davanın karara
bağlanabilmesi için bu meselenin halli zaruri değil ise ihtiyari sorundur.

b. Zaruri bekletici sorun // geçerli bir yargılamayla doğru ve/veya tutarlı kararlar
verilmesi: eğer davanın karara bağlanabilmesi için bu meselenin halli zaruri ise
zaruri bekletici sorundur.

1. Esasa ilişkin zaruri bekletici sorun

1.1. hukuki mesele temelli ( tatbike medar kural hakkında aym’de dava
açılması hali): eğer anayasaya aykırılık gündeme gelmiş ve iptal davası
açılmışsa onu beklemek durumunda kalınır.

1.2. Fiili mesele temelli (bekletici sorun sebebinin ön sorun - asıl sorun
ilişkisi teşkil etmesi / beklenecek davadaki meselenin asıl davada ön
sorun olması): görülen davadaki bekletici meseleye ilişkin ön sorun başka
bir davada asıl sorun ise o zaman da bunun beklenmesi aslında önündeki
sorunu çözmeye yetkisi olmadığı bir ahval söz konusu olmamakla birlikte
çelişkili olmayan kararlar verilmesi ve yargılamanın doğru bir kararla
sonuçlandırılması bakımından zarurilik arzedebilir. Bazı hallerde usul
ekonomisi de buna davet edebilir çünkü henüz yeni başladığı bir yargılama
bakımından hakim, kendi yetkisi dahilinde olduğu o meselede karara
bağlanmış ama kontrol yargısı aşamasında olan bir durum söz konusuysa
onu beklemesi de bu yönden bir fayda sağlayacaktır.

2. Usule ilişkin zaruri bekletici sorun (uyuşmazlık mahkemesinde de yargı yolu


hakkında dava açılması hali)

5. Hafta

Yargılamada İspat

Aslında tahkikat ispattır. Hakim, tahkikatta tahkikata konu olan vakıalar hakkında bilgi
toplayıp bunların varlığı ve doğruluğu hakkında kanaat edinmeye çalışır. Bu ameliye de ispata
tekabül ediyor. Temelde bu hakime tereddüp etmekle birlikte taraflar bakımından hakime
kanaat verme, hakimi inandırma bakımından bunlar da bu faaliyet içerisinde yer alır.

I. İspat kurumu

1. İspat faaliyeti ve konusu

A) İspat kavramı: kelime anlamı itibarıyla sabit gösterme demektir ve “subut” kökünden
gelmektedir.

a. İspat kelimesinin etimolojik anlamı (sabit-tespit-subut-ispat): tespit edilmiş


sayma, varlığını gösterme manasına gelir ve dolayısıyla etimolojik olarak bir
iddianın ve bir olayın varlığını ortaya koyma anlamına gelir.

b. İspat kelimesinin terminolojik anlamı: yargılama terminolojisi anlamında


tahkikata konu iddia savunma vakıalarının doğruluğu hakkında hakimi inandırma
faaliyetini ifade eder.

1. İddia-savunma vakıalarının varlığı-yokluğu keyfiyetinin delillerle ortaya


koyulması: ispat faaliyetinin taraflar bakımından ne şekilde cereyan ettiğini
belirtmek için delillerin gösterilmesi, sunulması, incelenmesi ve delillere beyanda
bulunulması işlemleri hep birlikte ispatı meydana getirir. Taraflara bakan yönüyle
burada tarafların delilleri dilekçelerinden itibaren göstermeleri ve sonra onları
dilekçe teatisini müteakip ön incelemeye kadar belgesel olanlardan başlayarak
sunmaları ve tahkikatta hakimin incelemesini bir tarafa bırakırsak tarafların
incelenen delillere beyanda bulunmaları suretiyle bu faaliyete katıldıklarını
görüyoruz.

2. Delillerin hakimin incelemesine sunulup açıklanarak iddia-savunma


vakıalarının vukuu hakkında kanaat uyandırılması: ispat faaliyetinin hakime

bakan tarafı, sabit gör itibarıyla delili inceleme, onun temsil kabiliyetinden
hareketle vakıanın doğruluğunu ve var olup olmadığını tespit etme hakimin
pozisyonunu ifade eder.

B) İspatın konusu (tahkik olunacak iddia-savunma vakıalarından hakkında delil


incelenecek olanlar): tahkikatın konusu, iddia-savunma vakıaları ve onun
çerçevesinde tahkikat programı olarak ön inceleme tutanağında belirlenmiş olan
anlaşmazlıklı vakıalar ispatın konusunu oluşturur. İspatın konusu bakımından temelde
vakıaların deliller üzerinden variyetinin incelenmesinden dolayı ispatın konusunu
vakıalar oluşturuyor. Burada vakıalarla kastedilen maddi vakıalardır. Burada maddi
vakıaların yanı sıra hukuki olgular da ispata konu teşkil eder. Hakkında delil
incelenecek olan olgular: fiili, hukuki, tecrübi olabilir.

Vakıalar çerçevesinde fiili olan vakıalar bakımından biz ispatın konusunu, tahkikatın
programını oluşturan ön inceleme tutanağında da belirlenmiş bulunan anlaşmazlıklı
vakıaların oluşturduğunu görmüştük. Bu halde üzerinde anlaşmazlık bulunmayan
vakıalar, fiili vakıalar itibarıyla ispatın konusu dışında kalır. Üzerinde anlaşmazlık
bulunmayan vakıalar 2 kategoridir: herkesin malumu olan vakıalar ispata muhtaç
sayılmaz ve benzer şekilde ikrarlı olan vakıalar da ispata muhtaç sayılmaz.

a. Anlaşmazlıklı ve/veya resen incelenecek mutabık vakıalar (HMK, m.25,187/1-2)

1. maruf ve meşhur vakıaların ispata muhtaç sayılmaması: örneğin uçak


kazasına bağlı tazminat davasında uçağın düştüğü vakıası pek çok halde ulusal
ölçekte bilinir fakat bölgesel düzeyde biliniyor olması da davanın cereyan ettiği
şehir itibarıyla bölgesel mevzi vakıalar bakımından nispi de olsa aynı surette
bunların da ispata konu teşkil etmediğini söyleriz. Yine zam-zarar tazminatı
davalarında faizle karşılanmayan bir alacağın geç ödenmesi nedeniyle oluşan ilave
zarara ilişkin olarak, zararı meydana getiren olay itibarıyla herkesçe bilinen bir
olgu olarak ispata konu teşkil etmez.

Hakimin bilgisi dahilinde bir ölçü olabilir mi? Hakimin kendi özel bilgisi (mesleki
bilgisi değil) dahilinde olan konular bu anlamda ispatın dışında kalır denilemez.

Örneğin boşanma davasında taraflarla aynı apartmanda oturan hakimin, tarafların


geçimsizliğine ilişkin duyduğu, gördüğü olgular yargılama içerisinde ispattan ari
hale gelmez çünkü hakimin şahsi bilgisidir.

2. Mahkeme içi ikrarlı vakıaların kural olarak ispatının gerekmemesi: ikrar:


varlığını teyit etme, varlığını doğrulama ve varlığını kabul etme anlamına gelir
fakat burada aleyhe olan bir hususun varlığına ilişkin olan bir ikrar söz konusudur.
Davanın kabulü ile yakın bir kavram olsa da ondan farklıdır. İkrar, vakıaların ve
olguların doğruluğuna karşı koymama ve teyit etme birkaç şekilde karşımıza
çıkabiliyor. Bu açıdan basit ve bileşik ikrar ayrımı yapılır. Bileşik ikrar bakımından
yeniden bir alt ayrım mevcuttur.

Basit ikrar, ispata konu olan vakıaya herhangi bir ilave yapmadan ve doğrudan o
vakıa hakkındaki teyit beyanı anlamını taşır. Örneğin, para alacağı hususundaki
tahsil davasında ödünç verilen paranın alındığının kabul edilmesi bu anlamda
herhangi bir ilave içermediği için ödünç verilen paranın alındığının ikrar edilmesi
basit ikrar manasına gelir.

Bileşik ikrar bakımından, doğrudan vakıa ile sınırlı ve ilave bir yan vakıa kişinin
kendisi yönüyle ortaya konuluyor ise bu takdirde de bileşik ikrar var denilir.
Örneğin, alacak tahsil davası itibarıyla alacak ilişkisine konu olan para kabzettiğini
ama ödediğini beyan ediyor olursa bu takdirde parayı teslim aldığını ikrar etmiş
oluyor fakat ilave bir vakıa ekliyor ve bu borcunu geri ödediğini ifade ediyor.

2.1. İkrarın hasmın iddia-savunma vakıalarının varlığını-yokluğunu


doğrulamayı ifade etmesi

2.2. İkrarın mahkeme içi zuhur etmiş olması: bunun doğrudan dava
mahkemesinde cereyan etmesi şart değildir. Başka bir mahkeme önünde de
ikrar olabilir. Mahkeme önünde cereyan etmemiş ikrarlar bakımından
destekleyici delillere bağlı olarak ikrarlı sayma sonucu ortaya çıkabilir.

2.3. İkrardan kaideten dönülememesi

3. Kanunen varit sayılan vakıaların ispatının gerekmemesi (ör: TMK, m.166/ııı-


ıv): kanunen bazı vakıaların varit sayıldığı vakidir böyle durumlarda da bu
vakıalar ispata konu teşkil etmez. Örneğin, medeni kanunda 1 yıldan fazla süren
evlenme ilişkisinde tarafların birlikte mahkemeye müracaat ederek boşanmak
istediklerini bildirmeleri halinde kanun, evlilik birliğinin sarsıldığını varsayıyor.
Dolayısıyla burada artık evlenmenin sarsıldığı, boşanma sebebi olarak belirtilen
vakıalara tekabül eder.

4. Hakkında delil incelenecek vakıaların hukuken önemli olması: anlaşmazlıklı


tüm vakıalar ispata konu olur mu? Burada kanun 187. Maddede, hukuken önemli
olan vakıalar, hükme etki eden vakıalar hakkında delil gösterileceğini belirtiyor.

4.1. Normun koşul unsurunu karşılayan vakıalar: hukuka giriş derslerinden


hatırlayacağımız koşul unsuru, davranış yükümlülüğü tanımlar ve bu
davranış yükümlülüğü yerine getirilmediği takdirde ona bağlanan hukuki
sonuçlar vardır.

4.2. Normun tanzim ettiği olayla ilgili vakıalar: kuralların, her zaman birebir
olarak düzenlenen vakıalar üzerinde yoğunlaşması mümkün değildir.
Vakıaların ilgili olduğu vakıalar da bu kapsamda hukuken önemlidir ve
kapsam içinde yer alır. Örneğin, hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar
veren kişi zararı tazmin etmekle mükelleftir, düzenlemesi bakımından
hukuka aykırı bir fiilin varlığı bu olgusal durum kapsamındaki vakıalardan
birisidir. Trafik kazasına bağlı tazminat davasında, kazaya sebebiyet veren
aracın süratli geldiğine ilişkin bir iddia kapsamında burada aracın süratli
oluşu bu manada fiilin hukuka aykırılığı bakımından kural ihlaline tekabül
ettiği için bu da ilgili vakıa olarak hukuken önem taşır ve ispata konu teşkil
eder.

b. Genel hayat bilgisi haricindeki tecrübe kuralları

Tecrübe kuralı dediğimizde burada kastedilen, genel hayat tecrübesine dair olan
tecrübeler kastedilmez. Bu açıdan genel hayat tecrübesinde, olağan yaşantıda
herkesin varlığından haberdar olduğu kurallar değil özellik arzeden kurallar
ispatın konusunu oluşturuyor.

Bu açıdan bilimsel bilgiler ve mesleki bilgiler şeklinde bir tasnif söz konusudur.

1. Bilimsel bilgiler: bilimsel bilgilerde örneğin, bir davada fizik kurallarının


yardımıyla süratlilik kavramı bakımından yoldaki fren izinden aracın kaç km
hızla seyrettiğini tespit eden bir kural bulunup bulunmadığı ispata konu
edilebilir. Bunlar hakimin hukuk bilgisi dışında olan, teknik bilgiler olduğu için
uzmanların görüşüne başvurularak ortaya konulabilir.

2. Mesleki bilgiler: mesleki bilgiler de ispata konu vakıalar kapsamında yer alır.
Mesleki bilgiler, mesleki faaliyet çerçevesinde öğrenilerek yerine getirilen
meslek ve sanat çerçevesinde kazanılan bilgilerdir. Örneğin, çimentonun beton
dökme esnasında ne miktarda sulanması gerektiği ve yeterli miktarda sulanmış
olmadığından yandığı ve inşaatın kalitesine ilişkin bir ayıp teşkil ettiği
şeklindeki bir inşaat sözleşmesinde, ahde aykırılık bakımından beton dökme
işlemini yapan inşaat ustalarının mesleki bilgisine tekabül eder.

c. Hukuki işlem ve fiiller: hukuki olgular olarak, hukuki işlemler ve hukuki işlem
benzeri fiiller şeklinde bir tasnif söz konusudur.

1. Hukuki işlemler: sözleşmeler ve tek yanlı hukuki işlemler şeklinde karşımıza


çıkabilir. Bunlar ispata konu olabilir.

2. Hukuki işlem benzeri fiiller: bunlar da ispata konu teşkil edebilir. Hukuki işlem
benzeri fiilden anlamamız gereken şey tarafların iradesi dışında doğrudan
kanunun sonuç bağladığı hukuki fiillerdir.

2. İspat faaliyetinin tanzimine ilişkin kavramlar ve ilgili kurallar

A) İspat külfeti: kısaca, davada ispatsızlığın riskini ifade eder. Hakim, tahkikatın
sonunda gösterilen delillerde bunların vukuu hususunda yeterli kanaat sahibi
olmadığında bu vakıalar usuli talebin kabulü bakımından maddi temel teşkil ettiği için
bu vakıaların varlığı hakkındaki kanaatsizlik bunların mevcut olmadığının kabulü
sonucunu doğurur dolayısıyla talep sahibinin, usuli talebinin reddi sonucunu doğurur.

İspat külfeti kurumu, hakimin kanaatsiz kaldığı durumlarda karar vermesini


kolaylaştıran bir emniyet yoludur. Hakim, önündeki meselede usuli şartlar varsa, esasa
ilişkin bir karar verme mecburiyeti altındadır. Bu karar verme mecburiyeti anayasanın
36. Maddesinin 2. Fıkrasında da sabittir.

a. İspat külfeti dağılımında genel kural ve tamamlayıcı yardımcı normlar

İspatsızlığın, kanaatsizliğin taraflardan kimin üzerinde bulunduğunu tanımlayan


kurallarda ispat yükü belirlenir ve bu maddi hukukla ilgilidir. HMK da da bu
hususta bir kanun düzenlendi.

1. Bir vakıadan kendine hak çıkaran ispatlamalıdır (TMK m.6; HMK m.190/1):
M k madde 6 dan bildiğimiz üzere “ileri sürdüğü vakıadan kim kendi lehine hak
iddia ediyorsa bu vakıayı ispatla yükümlüdür” ve aynı husus benzer şekilde HMK
da da yer almaktadır. Bu genel kuralın her durumda yeterli sonuç vermesi veya
adil sonuç vermesi mümkün olamayabilir. Bu yüzden bazı yardımcı kurallarla bu
genel kuraldan ayrılmaya da cevaz verilmektedir.

2. Olağana aykırı vakıa iddia eden ispatlamalıdır (yarg.2 hd, 20.06.1974/3351):


ispata konu olan vakıa eğer olağana aykırı bir vakıa ise bu vakıayı iddia etmiş
olan kişi ispat yükü altındadır. Yargıtay bunu, “hayatın olağan akışına aykırılık”
şeklinde formüle ediyor.

3. Kolay başaracak konumda olan ispatlamalıdır (TMK 2; HMK m.29): ispat


külfetinin yerine getirilmesini kolaylaştıran; örneğin, karinelerden hareketle
bunun yerine getirilmiş sayılacağı HMK 190/ıı de de düzenleniyor. Keza
tamamlayıcı kurallar meyanında; örneğin, “kim iddia edilmiş olan ve ispata konu
olan vakıayı kolayca ispat edebilecek durumdaysa ispat külfeti onun üzerinde
sayılır” şeklinde bir ilkeden de bahsedilir. Bu genellikle olumsuz vakıaların
ispatında genel kuraldan ayrılmanın, dürüstlük kuralının gereği olduğu
anlamından ilerliyor.

4. Bir kanuni karineye dayanan taraf onun sahip olduğu temel vakıayı
ispatlamalıdır (HMK m.190/2):

b. İspat külfeti dağılımına ilişkin özel düzenlemeler (kanunda düzenlenen ispat


külfeti dağılımı [ör: işk m.19; bk m.96; bank.k, m.137] ): ana kuraldan hareket
edilir fakat o ana kural bahsettiğimiz suretteki yardımcı kurallarla ispat külfetinin
kimin üzerinde bulunduğunu belirlemeye yardım eder. Bu bir maddi hukuk
konusudur dolayısıyla önümüzdeki meseleyi tanzim eden maddi hukuk kurallarında
ispatsızlığın sonucuna ilişkin bir maddi düzenleme var mı? Öncelikle onu dikkate
almamız gerekir. Kanunda ispat külfetine ilişkin özel düzenlemeler de ispat
külfetinin belirlenmesi bakımından yargılamaya ışık tutar.

c. Tarafların tasarrufa yetkili oldukları uyuşmazlıklarda akdi ispat külfeti


dağılımı (yarg. Td, 23.10.1970, e.1742, k.3822): ispat külfeti konusunda, maddi
hukuk kurallarının yanı sıra taraflar arasında akdi olarak da ispat külfeti dağılımına
ilişkin bir belirleme yapılması kabul ediliyor. Bu itibarla ispat külfetine ilişkin
düzenlemelerin emredici olmadığına ve aksinin kararlaştırılabileceğini anlıyoruz.
Akdi olarak da taraflar arasındaki hukuki ilişkiyi tanzim eden bir sözleşmede bu
yönde bir kural varsa, demekki o kurala göre hareket edilecektir.

B) İddia ve somutlaştırma külfeti (HMK m.119/1e, 129/1d; 194/1)

İddia külfetini kanunda açıkça görmüyoruz. Somutlaştırma külfeti hakkındaki


düzenlemenin aksine iddia külfeti, örtülü olarak düzenlenen bir kavramdır. İddia
külfetini, dilekçe kurallarında yer alan düzenlemelerden hareketle açıklayabiliriz.
Dilekçe kurallarında, davacının talebini dayandırdığı vakıaları dilekçesinde
bildirmesinin beklendiğini biliyoruz. Burada hatırlamamız gereken bir husus da
dilekçe kuralları içerisinde vakıaların beyanının zorunlu içerikten sayılmamış olması
ve dolayısıyla bu dilekçe teatisinde yerine getirilmediğinde davanın açılmamış,
cevabın verilmemiş sayılması yaptırımına tabi değildir.

a. İddia külfetinin kaideten ispat külfetiyle paralelliği (ispat külfeti bulunmayan


hallerde de iddia külfetinin mevcudiyeti): ön inceleme safhasında anlaşmazlıklı
vakıalar yani tahkikat programı belirlenirken, ortada davacı bakımından bir talebi
temellendiren vakıa iddiası yoksa bunun sonuçlarına katlanma külfeti ortaya
çıkıyor. Bu itibarla iddia külfeti aslında az önceki ispat külfeti kavramıyla birlikte
düşünülebilecek bir kavramdır. İspat külfeti, ispatsızlığın riskini ifade ediyorken
iddia külfeti, ispata konu olan ve ispatsızlığın riskinin taşındığı vakıaları evleviyetle
ortaya koyulması yükünü ifade ediyor. Bu açıdan iddia külfetini kimin taşıdığı, ispat
külfeti kimin üzerindeyse onunla ilişkilidir.

b. Somutlaştırma külfetinin dermeyan olunan vakıa ve delillere sariliğin:


somutlaştırma külfeti, tarafların ileri sürdükleri vakıaları kapsadığı gibi aynı
zamanda delillere ilişkin olarak da kabul edilir. Vakıalar bakımından gerek iddia
gerek savunma vakıalarının yer-zaman-kişi itibarıyla somut surette ortaya
koyulması gerekir ki bunlar ispata konu edilebilsin ve varlığı ya da yokluğu
hususunda delil dermeyan edilebilsin. Deliller bakımından da iddia edilen vakıaların
hangi delillerle ispat edileceği, “delil kataloğunda yer alan … delillerle” şeklinde
soyut surette değil de ileri sürülen vakıalar bazında, vakıa ile eşleştirilip
ilişkilendirilerek bunun giderilmesi yükünü ifade eder.

c. İddia ve somutlaştırma külfeti ikmalsizliğinin aleyhe nihai karara yol açması :


iddia külfetinin yerine getirilmemesinin sonucu davacı bakımından ve davalı
bakımından az önce ifade ettiğimiz gibi özellikle davacı açısından ön inceleme
aşamasında ortaya çıkar. Tahkikata geçilmeden önce iddia yokluğu nedeniyle,
ortada tahkik edilecek bir vakıa bulunmadığından usuli talebin reddine yönelik
sonuç doğurur. Davalı bakımından ise davacının iddia ettiği vakıalara bağlı olarak
tahkikat aşamasında görüyoruz.

Somutlaştırma külfetinin ortaya koyduğu sonuç ise vakıalar somutlaştırılmış değilse


burada usule ilişkin bir nihai karar ile davanın reddi kabul ediliyor iken deliller
bakımından, eğer deliller somutlaştırılmış değilse bu takdirde ispatın özellik
arzetmesi çerçevesinde esastan reddi sonucuna yol açacaktır.

C) Delil gösterme külfeti (HMK m.194/2):

Buna delil ikame külfeti de denilir. Bu kurum usul hukukuna ilişkindir.

a. Usûl hukuku kurumu olmakla birlikte kural olarak ispat külfetiyle


paralelliği: ispat külfetine benzer ve onunla ilişkilidir fakat ondan farklıdır. İspat
külfeti, maddi hukuk kapsamında kalan bir yük iken delil gösterme külfeti, usul
kurallarıyla tanzim ediliyor dolayısıyla usul hukukuna ilişkindir. Fakat genellikle
ispat külfeti kimin üzerindeyse delil gösterme külfetini de o taşır. Bununla birlikte
delil gösterme külfeti bazı hallerde ispat külfetini taşıyan tarafın üzerinde
olmayabilir.

Keza delil gösterme külfeti, yargılama içerisinde de davanın başı ve sonrası


itibarıyla da farklılık gösterebilir. Şöyle ki taraflardan birinin gösterdiği delilin
ortaya koyduğu sonuç hakim bakımından tatmin ediciyse bu takdirde diğer tarafın
bu delilin ortaya koyduğu sonucu sarsmaya yönelik delil ikame etmesi söz konusu
olabilir. Bu itibarla baştaki ve sondaki delil gösterme külfeti bakımından somut ve
soyut delil gösterme külfetinden de bahsedilir.

1. Kaideten ispat külfetlisinin delil gösterme külfetini taşıması



2. İspat külfetinin aksine re’sen araştırmaya tabi yargılamalarda kural olarak


cari olmaması

b. Yargılamada yer değiştirebilmesi / soyut-somut delil gösterme külfeti ayrımı:


soyut delil gösterme külfeti, davanın başındaki ispat külfetiyle ilişkili ve el ele olan
külfettir. Somut delil gösterme külfeti ise yargılamanın cereyanında tahkikatın
seyrinde son durum itibarıyla ispata konu olan vakıalardır.

Delil gösterme külfetinin ispat külfetinden farkı şurada karşımıza çıkıyor:


yargılamaya ilişkin ilkeler bakımından, malzeme toplanmasına ilişkin ilkeler
itibarıyla taraflarca getirilme ve onun alternatifi olan re’sen araştırma ilkelerini
biliyoruz. İspat külfeti her iki ilkeye tabi olan yargılamalar bakımından da caridir
ama delil külfeti re’sen araştırmaya tabi yargılamalar bakımından cari değildir zira
orada hakim işin doğrusunu araştırmakla sorumludur.

D) İkrarın delil gösterme külfetine etkisi

İspatın konusu bakımından vakıaların anlaşmazlıklı olanlarının bu kapsamda olduğunu


belirtirken bundan bahsetmiştik. Özellikle tahkikatta ispat külfeti bakımından,
tahkikata konu olma- ispata konu olma itibatıyla etkisi açıktır. İkrar varsa bu vakıa
hakkında delil incelenmesine gerek yoktur dolayısıyla tahkikata konu oluyor ama
ispata konu olmuyor. Delil gösterme külfetine etkisi itibarıyla da ilk bölümde
bahsettiğimiz ikrar türleri, basit ikrar dışında bileşik ikrar itibarıyla ikrarın bölünmesi
ve bölünememesi çerçevesinde taraflar arasında delil gösterme külfetinin yer
değiştirmesine ilişkin bir etki meydana getiriyor.

İkrar hususunda kural olarak, aleyhine bir vakıayı ikrar eden kişi bundan dönemez.
Ancak bu hususta eğer hata sebebiyle bu ikrar ortaya çıkmışsa bu istisnai olarak
ikrardan dönme sebebi kabul ediliyor. Bir de hasmın muvafakati halinde ikrarın geri
alınabileceği kabul ediliyor.

İkrarın türleri bakımından başta da ifade ettiğimiz gibi mahkeme içi – mahkeme dışı
ayrımı söz konusudur. İspatı etkileyen, ispat açısından önem arzeden ikrar mahkeme

içi ikrardır. Mahkeme dışı ve usule gelmiş bir ikrarın da yargılamaya etkisi
destekleyici bir delille mümkündür. Özellikle takdiri delillerle ve idari mercii
nezdinde, taraflar arasında bir mektup ilişkisinde kabul edilmiş bir vakıanın,
yargılamada ileri sürüldüğü ahvalde bunların destekleyici takdiri delillerle ispatın
konusu olmaktan çıkması mümkündür.

a. İlaveli olmayan ikrar kapsamındaki vakıaların ispatı gerekmez (basit ikrar)

b. İlaveli ikrar kapsamındaki vakıaların duruma göre ispatı gerekebilir

1. Birleşik ikrar(lar) bölünebilir ve dg külfeti yer değiştirebilir

1.1. Birleşik bağlantılı ikrar (beyana eklenmiş vakıanın kaideten ispatı


gerekir)

1.2. Birleşik bağlantısız ikrar (beyana eklenmiş vakıanın istisnasız


ispatı gerekir)

c. Mevsuf ikrar (gerekçeli inkar ) bölünmez ve dg külfeti yer değiştirmez (ikrarlı


vakıanın aslen iddia edilmiş vasfının [ikrar edenin hasmı tarafından] ispatını
gerektirir)

E) İspat hakkı (HMK m.189)

İspat hakkı, denilince akla gelen husus anayasada da yer alan ceza hukukuna ilişkin
kuraldır. Hukuk yargısı açısından ise ispat hakkından anlaşılan bu değildir. Anayasaya
geçmiş olan, ceza hukukundaki ispat hakkı, hakaret davalarıyla ilgilidir ve hakarete
ilişkin ceza davası açıldığında hakaret konusu vakıanın vukuunu ispat ederek, sanık
cezadan kurtulabilir. Mesela kişinin birisine “sahtekar, dolandırıcı” dediğini
düşünelim. Bunların doğruluğunu ispat hakkı, anayasada geçtiği surette tasfiye
ediliyor.

Hukuk yargısı açısından ispat hakkı ise ispat imkanı ve ispata ilişkin yetkilere tekabül
ediyor. Biraz önce ispat külfetinden bahsetmiştik, peki külfet olan yani yük olan şey
nasıl olur da hak bahşeder? Usul hukuku açısından ispat, hem hak hem külfet olan

karma vasıflı bir kurumdur. Maddi hukuk bakımından, velayet hem bir hak hem bir
yükümlülük olduğu gibi.

a. İspatın hak ve külfet niteliği

b. İspat hakkının hukuki dinlenilme hakkına riayet ilkesinin unsuru olması ve


içeriği

1. Delil dermeyan etme (asıl-karşı): ispat hakkının olması delillere ilişkin


yetkilere tekabül ediyor. Tarafların delil dermeyan etme yetkisi özellikle davalı
itibarıyla ya da ispat yükünü taşımayan taraf itibarıyla daha kolay anlaşılacak
şekilde karşımıza çıkar.

İspat külfetini taşımayan taraf da karşı tarafın iddiasının doğru olmadığını ileri
sürdüğünde, bunların incelenmesi de gerekir ki bu hususta karşı delil ileri sürme
yetkisi de mevcuttur.

2. Dermeyanlı delillerin tüketilmesini isteme (tevsii tahkikat): ispat hakkı, ileri


sürülmüş olan delillerin tüketilmiş olma yetkisini de bahşeder. Özellikle
tahkikatın genişletilmesi bağlamında bunu görmüştük. Tarafların tahkikata
beyanları sonunda hakim eğer kanaat edinememişse ve başka deliller varsa onları
da inceleyerek bu hususta tahkikatı tamamlamak durumundadır demiştik. İşte o
başka delillerin mevcudiyeti durumunda hakimin, ispatsızlık nedeniyle davayı
reddetmesi durumunda ispat külfetini taşıyan taraf, ikame ettiği delillerin
tamamının tüketilmediğini ileri sürerek bu kararın kontrol yargılamasında
bertaraf edilmesini isteyebilir dolayısıyla delillerin tüketilmesi gerekir. Elbette bu
durum gösterilen tüm delillerin incelenmesi sonucunu doğurmaz.

3. Delillere erişim (HMK m. 27/2b;189/1): özellikle 3 eşitsizliği bulunan tarafların


bulunduğu yargılamalarda, başka bir ifadeyle taraflar arasında gerek iktisadi ve
gerekse olaya yakınlık itibarıyla dezavantaj bulunan durumlarda, silahların
eşitliği olarak da ifade edilen surette dezavantajlı tarafın bunu talep etme yetkisi
var. Bu hususta avukatlık kanununda da madde vardır ve avukat marifetiyle bilgi-
belge temin edilmesi, delillere erişim imkanı sağlıyor. Keza belge ibraz
mecburiyeti şeklinde delillere ilişkin kuralları gördüğümüzde inceleyeceğiz.

Karşı tarafın hakimiyet alanında bulunan belgenin mahkemeye sunulma


mecburiyeti sonucunu doğuran bir kural da ispat hakkıyla bağlantılıdır.

3.1. Tarafın avukat marifetiyle bilgi –belge temini (av.k m.2/ııı)

3.2. Tarafın kendi hakimiyet alanı dışındaki delillerin mahkemece


teminini isteyebilmesi (HMK m.195 ; 219-222 ; 278/4 ; 288/2)

4. Delillerin alınmasına katkıda bulunma – “yüzleşme” (HMK, m.152):


delillerin alınmasına taraflar da katkıda bulunabilir. Geçen hafta tahkikatta 152.
Maddeden bahsetmiştik. Özellikle tanığa soru yönelterek, ondan alınabilecek
delillerin eksiklik ve hatalı olmamasına ilişkin sonuç da meydana getiren surette
delillerin alınmasına katkıda bulunma yetkisi de ispat hakkıyla ilgili olarak ortaya
çıkan bir imkandır.

F) İspat hakkının sınırları // ispat-delil yasakları

İspat hakkını gördük lakin ispat hakkının mutlak olmadığını da görmemiz gerekir. Bu
açıdan, kanunda bazı yasaklar da mevcuttur. Münferit hükümlerden hareketle, açık
veya örtülü olarak ispata ilişkin bazı yasaklar da görüyoruz ve bunlar “delil yasakları”
olarak da belirtilir. Ortada ispata konu olan vakıaların tespitini içeren bir hüküm varsa
bu hüküm kapsamındaki yapılan tespitler belli özellikler çerçevesinde gerçeklik
hususunda karine meydana getirir. Buradaki karine, kesin kanuni karine teşkil ediyor
dolayısıyla delil ikamesini – delil incelenmesini engelliyor. Bu açıdan aynı taraflar
arasında daha evvel farklı konulu bir yargılamada, sonraki davada ispata konu olmuş
bir vakıa tespit edilmiş ise buradaki tespit devamındaki yargılamada bağlayıcıdır.

a. Kesin hüküm hilafına ispat faaliyetine tevessül engeli //maddi delil


(inceleme)yasağı

1. Kesin hüküm kapsamındaki vakıalara ilişkin tespitin mutlak bağlayıcılığı


(HMK, m.190/2-c.2,],375/1-ğ; umk,m.24,25)

1.1. Olumsuz yargılama şartı olmayacak nitelikteki bir kesin hüküm


bünyesindeki asıl veya ön mesele tespiti çürütülemez kesin kanuni
karine teşkil eder (tespit davası - eda davası; kısmi dava-ek dava):
Örneğin taraflar arasında hukuki ilişkiye yönelik bir tespit davasının
açıldığını düşünelim. Mesela rekabet hukukunda, haksız rekabet olup
olmadığının tespitinin istenebileceğini kanun öngörüyor. Buna bağlı olarak
bu davanın sonunda açılan bir haksız rekabet nedeniyle tazminat
davasında, tespit davasında bu rekabet vakıalarına ilişkin olarak yer alan
hüküm kapsamındaki belirlemeler eda davasında yeniden incelenmeksizin
doğrudan hukuki mesele çerçevesinde yargılamada delil ikamesini
engeller. Bu durum kısmi dava – ek dava şeklinde de karşımıza çıkabilir.
Usuli talebin bölünebilir haklara ilişkin olduğu haller çerçevesinde, kısmi
davada öncelikle o bölünebilir olan hakkı ortaya koyan hukuki ilişkinin
mevcudiyetine yönelik tespit veya yokluğu hususundaki tespit, sonraki
davada yeniden araştırılmaz.

1.2. Hukuki dinlenilme fırsatı tanınmış olan üçüncü kişi ile o yargılamanın
tarafı arasındaki sonraki aynı sebepli farklı konulu sonraki davalarda
kaideten aynı sonuç caridir (HMK, m.64,69/2): Aynı taraflar arasında
olmamakla birlikte daha önceki bir yargılamada, ihbar etkisi - geri
müdahale etkisi ortaya koyan bir hüküm elde edilmiş ise önceki davada
yer alsın veya almasın önceki davanın taraflarından birisi bu ihbar ve geri
müdahale durumları çerçevesinde rücu imkanına sahip olduğu kişi
aleyhine açtığı sonraki davada, önceki hüküm kapsamındaki tespitler
tekrar araştırılmaz.

1.3. Tarafları farklı olan sonraki bir davada dava sebebi ve/veya dava
konusu aynı olan önceki davadan sadır kesin hüküm bünyesindeki asıl
veya ön mesele tespitleri güçlü takdiri delil / çürütülebilir karine teşkil
eder: Tarafları tamamen farklı olan bir davada elde edilen hüküm, aynı
dava sebebi veya dava konusu bakımından farklı taraflar arasındaki bir
yargılamada da delil teşkil edebilir fakat buradaki durum delil dermeyanını
engellemiyor ancak güçlü bir takdiri delil olarak dikkate alınıyor ve
delillerin değerlendirilmesine etkide bulunuyor.

2. Kesinleşmiş ceza mahkumiyetine konu bazı vakıalara ilişkin tespitlerin


(hukuk mahkemesini) nispi bağlayıcılığı (TBK, m.74/ı, HMK, m.214/2; yarg.
Hgk, 11.10.1989, e.11-373, k. 472; 27.04.2011, 17-50, 231 e.k. ): Az önce
bahsettiğimiz ihtimaller hukuk mahkemesi ya da idare mahkemesinden sadır olan
hükümlerle ilgilidir fakat aynı zamanda ceza mahkemesinden sadır hükümlerde
de hükmün bünyesinde bazı vaka tespitleri hukuk yargılamasında delil ikamesini
engelleyebilir. Kusurun derecesi ve zararın tutarı dışında ceza mahkemesinin fiile
ilişkin tespiti ve keza failin o fiili gerçekleştiren kişi olup olmadığıyla ilgili
hükümleri hukuk hakimini bağlıyor ve dolayısıyla o hususlarda delil ikamesi ve
delil incelemesi söz konusu olmuyor. Buradaki özellik, kusurun derecesi ve
zararın tutarını dışarda bırakıyor olmasıdır. Kusurun derecesi, ihmal – kasıt – ağır
ihmal – hafif ihmal gibi durumlar hukuk yargılamasında özellik gösteriyor. Bu
itibarla ceza mahkemesindekinden farklılık gösteriyor ve o yönü itibarıyla değil
sadece vakıanın varit olup olmaması yönüyle hukuk hakimi bağlıdır. Keza
zararın varlığı dışında, tutar ve miktar ile ilgili olarak da hukuk hakimi delil
inceleyebilir.

Bu kuralın ceza ve hukuk mahkemesi arasında, dava sebebi ve dava konusu


benzer olan diğer yargılamalarda da cari olduğu kabul ediliyor. Bu hususta esasen
HMK da da bir düzenleme mevcuttur (HMK 214/ıı). Belge sahteciliğine ilişkin
hallerde, ceza mahkemesinde belge sahteciliğine ilişkin beraat ve cezasızlık
kararları bakımından hukuk hakiminin bağlı olmayacağı hükme bağlanmıştır ve
bu ihtimallerde delil yasağı ortaya çıkmıyor. Burada beraat ve cezasızlık, ceza
mahkemesinde “şüpheden sanık yararlanır” ilkesi çerçevesinde ispat ölçüsünün
yüksekliği, hukuk yargılamasında bu kadar kesinlik derecesinde değildir ve bu
yüzden ispat zaafiyetine ilişkin olarak avantajlı bir durum ortaya çıkmaması
çerçevesinde izah edilebilir.

2.1. Ceza mahkemesinin kusurun derecesi ile zararın tutarına ilişkin


tespiti haricinde fiilin varitliği ve failin kimliği tespitleri hukuk
hakimini bağlar

2.2. Belge sahteciliğine ilişkin beraat ve cezasızlık kararları hukuk


hakimini bağlamaz

b. İspatın süresi ve şekline ilişkin yasaklar: Bir defa delil ikamesi bakımından
kanun, delillerin zamanını açıkça belirtmiş olmamakla birlikte kanunda gösterilen
süreden sonra “tarafların ancak şu istisnalar halinde delil göstermesi

mümkündür…” derken 145. Maddede delil dermeyanının belli bir zamanla


sınırlandırılmış olması söz konusudur. Bu açıdan dilekçe kurallarında, dilekçe
teatisiyle delil ikamesinin yargılamanın bu kesitinde ileri sürülmesi gerektiği kabul
edilir. Bu konuda farklı görüşler mevcuttur ve bunlar ön incelemeye çekenler veya
dilekçede delillerin gösterilmesini delillerin hasrı olarak kabul eden yaklaşımlardır.
Sonuç itibariyle dilekçe teatisinde, dilekçe kurallarına göre tarafların delillerini
bildirmesi gerektiğini biliyoruz. Yazılı usul bakımından ikinci dilekçelere de
dilekçe teatisinde imkan sağlanıyor. Islah ve hasmın muvafakati çerçevesinde
sonradan ileri sürülen vakıalar bakımından da bunların delillerinin bilahare
gösterilebildiğini biliyoruz. Varlığı sonradan öğrenilen deliller bakımından da
hakimin izniyle tarafın, bunları yargılamaya getirmesi mümkündür.

145. madde çerçevesinde delil ileri sürmeye ilişkin sınırlama ve keza 140. Madde
çerçevesinde de belgesel delilleri daha önce gösterse de ön incelemeye ilişkin
olarak bunların sunulması yine zaman sınırına tabidir. Keza dışardaysa ve evinde
değilse de nerede olduğunu bildirme hususunda bir sınırlama vardır. Bunlar ispat
hakkına ilişkin zaman bakımından sınırlardır.

1. Gecikmiş delil ikame talebinin dışlanabilmesi / delil dermeyanında teksif


ilkesi (HMK m. 94/3,119/1f, 121, 129/2, 136/2, 191 ;140/5;145)

2. İspat kurallarına uygun ve elverişli olmayan delillerin dışlanması (HMK m.


30; 189/3,4,193; 200/1,201,202,203): Delillerin ispat kurallarına uygun ve
elverişli olması gerekir.

2.1. Hukuki işlemlere ilişkin olarak kaideten senetle ispat mecburiyeti: Biz
kanunda hukuki işlemlere yönelik olarak ispatın konusunun hukuki
işlemler olduğu haller bakımından senetle ispat mecburiyeti şeklinde bir
sınırlama görüyoruz.

2.1.1. Kanunen muayyen tutarı aşan bir hakkın doğumu, düşümü,


tadili, tecdit ve temditini havi hukuki işlemlerin kural olarak
senetle ispatı gerekir: Bir hakkın doğumunu-düşümünü-
değiştirilmesini-yenilenmesini-ifasının uzatılmasını mucip olan
(gerekli kılan) hukuki işlemler bakımından kanunen belirlenen miktar
aşılıyor ise bunun senetle ispat edilmesi gerektiği öngörülüyor ve

dolayısıyla senet dışındaki örneğin tanık delili gösterilmiş olsa da bu


kural bunun incelenmesini engelliyor. Fakat bu kural mutlak değildir
ve hasmın muvafakati çerçevesinde tanıkla da kanunen muayyen
değeri aşan hukuki işlemler ispat edilebilir. Hakimin bunu re’sen
dikkate alması ölçüsünde mutlaktır, yasa değildir.

2.1.2. Akraba arasındaki veya halin icabı ya da mücbir sebep ve senedin


salihen kaybı halleri ile irade fesadı –gabin ve 3.kişinin muvazaa
iddiası hallerinde takdiri delil ikame olunabilir: Yukarıdaki
yasağın kendi içinde bir istinası olarak eğer akraba arasında veya
mücbir sebebin söz konusu olduğu hallerde veya teamülen senet
alınması/belgeye bağlanmayan hukuki bir ilişkiyse bunlar bakımından
bahsettiğimiz sınır yine söz konusu olmuyor.

2.1.3. İspat şekline ilişkin kurallar emredici olmayıp aksine delil


sözleşmesi caizdir: Burada dikkate almamız gereken husus bunun
mutlak bir kural olmamasıdır dolayısıyla aksine delil sözleşmesi de
caiz oluyor. Delil sözleşmesi, yargılamada söz konusu vakıalar
hakkında senet dışındaki delillerin ileri sürüldüğü durumlarda hasmın
buna karşı koymaması suretiyle de oluşabilir.

2.1.4. Delillerin serbest değerlendirilmesi ilkesine tabi yargılamalarda


senedle ispat mecburiyeti yoktur (ör:HMK, m.25/2,70/3; iik, m.97/
xvıı, 281/ı): Bir başka istisna da budur. Bazı davalar bakımından
kanunun, hakimin tüm delilleri serbestçe değerlendirebileceğini
düzenlediğini görüyoruz. Bu ihtimaller bakımından karşı taraf buna
karşı koysa da senetle ispat mecburiyeti hasıl olmuyor. Yani aksi
kararlaştırılabilmesi ölçüsünde taraf lehine bir kural olarak
konulmuşken, delillerin serbest değerlendirilmesi ilkesine tabi
yargılamalar bakımından hakimin elini bağlamıyor ve orada karşı
taraf lehine sonuçtan farklı olarak yargılamalarda bu delillerin senet
dışı tahdidi delillerle incelenmesi çerçevesinde de başvurulabiliyor.
Örnek olarak parantez içindeki kanun maddelerine bakabilirsiniz.

2.2. Senede karşı aksini ispaten kural olarak şahit delili ikame yasağı
(HMK, m.201)

2.3. Senetle ispat mecburiyeti ve senede senet kuralının niteliksiz belge


delil ikamesiyle gevşetilmesi (HMK, m.202, 222): Senetle ispat
mecburiyetine ya da başka bir deyişle şahitle ispat yasağına tabi olan bir
konuda karşı tarafın da, ortaya konulan senedin aksini yani senetle ispat
mecburiyeti altında bulunan taraf kendi iddiasını senetle ispat sadedinde
delil ortaya koyup incelenmesi isteminde veya o ispat külfetine bağlı
olarak delil gösterme külfetini yerine getirmiş olduğunda bu defa karşı
tarafın da o hususta senet deliline başvurarak aksini ispata yönelmesi veya
kendi ispatla yükümlü olduğu olumlu vakıalar bakımından bunun da
senetle ispata tevessül etmesi (başlaması) gerekmesi söz konusudur. Bu da
ispatın şekline ilişkin olarak kanunda yer alan kurallar çerçevesinde ispat
hakkını sınırlandırıyor.

2.3.1. Delil başlangıcı

2.3.2. Tacirler arasında hukuki işlemlerin ticari defterle ispat


olunabilmesi: Tacirler arasında senetle ispat mecburiyeti hasmın
muvafakati dışında da gevşetilmiş durumdadır. Şöyle ki orada ticari
defterler de ispat faaliyetinde kullanılabilir (bazı şartları var bunu
gelecek hafta göreceğiz). Bu ticari deftere geçirilmiş olan kayıtlara
tekabül eden vakıalar bakımından senetle ispat mecburiyetini tacirler
arasındaki yargılamada da gevşetiyoruz.

c. İspat yöntemine ilişkin yasaklar (usuli delil yasakları):

1. Hukuka aykırı yoldan elde edilmiş delillerin dikkate alınmaması (HMK


m.189/2) (baskın görüş: resen dikkate almama): Bu da hukuka aykırı yolla
elde edilmiş delillerin dikkate alınmaması veya hukuka aykırı elde edilen delil
inceleme yasağı kuralıdır. Delilin elde edilmesi hususunda hukuka aykırılık olan
hallerde, delilden ortaya çıkacak temsil kabiliyetinin sınırlandırıldığını
görüyoruz. Hukuka aykırı yoldan elde edilmiş olmada, bu delilin hasmın veya bir
3. Kişinin hakimiyet alanına girerek gayrimeşru surette elde edilmiş olması
durumuna tekabül ettiği gibi özellikle özel hayatın gizliliğine temas eden ve onu

ihlal eden surette elde edilmiş deliller bakımından da benzer bir durum olarak bu
yasağın söz konusu olduğunu görüyoruz. Örneğin boşanma davasında eşlerin
şahsi dolabından elde edilmiş bir mektubun yahut şifresi ele geçirilerek elde
edilmiş bir e-postanın delil olarak kullanılması bu anlamda hukuka aykırı kabul
ediliyor. Özel hayatın gizliliğinin ihlal edilmiş olması, hukuk kuralının ihlali
suretiyle o delile ulaşılmış olması çerçevesinde tartışma vardır ama delil
imkanının sınırlı olması ve mevcut delilin tek delil olması ve özellikle kamu
yararının söz konusu olması hallerinde delilin hukuka aykırı elde edilmiş
olmasının yaptırımı yine cari olsa da o tür delillerin yine de değerlendirilmesi
gerektiği kabul ediliyor. Bir de bu delilin 189. Maddede dikkate alınmaması
şeklinde kesin bir sınır koyulduğunu görüyoruz ve bu bakımdan re’sen bir
dikkate alma söz konusudur. Karşı tarafın, ikame edilmek istenen/ikame edilen/
ileri sürülen delilin hukuka aykırı elde edildiğini ileri sürmesine gerek yoktur
çünkü hakim kendisi bunu dosya evrakından tespit eder ve o delili incelememe
gibi bir sonuç ortaya çıkar.

2. Delil vermekten kaçınma imtiyazlarının gözetilmesi (HMK,


m.220/3,221/3;226/c;242/2,248-250;270/2;291/3son c.,292/1): Bazı deliller
bakımından delil vermekten kaçınma imtiyazı vardır. Örneğin; şahitler
bakımından, resmi görevliler bakımından, şahitlere ilişkin hükümlere gönderme
yapan bazı belgesel deliller bakımından 3. Kişinin durumları itibarıyla delil
vermekten kaçınma yetkisi olan kişilerden alınacak deliller dermeyan edilmek
istendiğinde burada da yönteme ilişkin bir sınırlama söz konusudur. Tüm bunlar
ispat hakkının mutlak olmadığını bize gösteriyor ve ispat kuralları çerçevesinde
ispat hakkının bahşettiği yetkilerin kullanılacağını gösteriyor.

II. İspat-Subut tür ve yöntemleri:

1. İspatın işlevi veya şekli itibarıyla ispat tür ve yöntemleri:

A) İspatın işlevi itibarıyla türleri: İspat konusunda işlev itibarıyla yani ispatın amacı
çerçevesinde 3 farklı ispattan bahsedildiğini görüyoruz

a. Asıl ispat (HMK m.190): İspat külfeti ve bağlı olarak delil gösterme külfeti
üzerinde bulunan tarafın ispat faaliyetindeki konumunu ifade eder. Yargılamada
genellikle ispat külfeti davacının inisiyatifiyle ilişkilendirilebilir fakat bu durum

mutlak değildir dolayısıyla asıl ispat, davacının iddia vakıalarına ilişkin olabileceği
gibi aynı zamanda davanın savunma vakıalarına ilişkin olarak da ortaya çıkabilir.

Davalının savunma vakıaları bakımından inkar dışındaki olumlu savunma


vakıaları bakımından asıl ispat söz konusu olur. İnkar, davacının iddia vakıalarının
varit olmadığı sonucunu doğururdu bu açıdan bunun ikrarın zıttı olduğunu
söyleyebiliriz. İkrar, davacının iddia vakıalarının doğruluğunu teyit idi. İnkar ise
davacının iddia vakıalarının doğru olmadığı anlamına geliyor dolayısıyla ikisi
birbirine zıt kavramlardır.

Bu inkar vakıaları, davacının asıl ispat faaliyetine tabi iken davalının inkar dışında
ilave olumlu bir savunma vakıası ileri sürdüğü haller bakımından bu defa asıl ispat
onun söz konusu anlaşmazlıklı vakıalarını anlatacak biçimde ve onun zaviyesinden
de cari oluyor.

b. Karşı ispat (HMK m.191): Karşı ispatla da bağlantılı olarak davalının inkar
savunmasında bulunduğunu düşünelim. İnkar savunması bakımından davacı, iddia
vakıalarını kural olarak ispat külfeti altındadır ve asıl ispat faaliyetini o yürütüyor.
Davalı da aynı zamanda inkara taalluk eden (denk düşen) bu vakıalar bakımından
karşı ispat faaliyeti kapsamında karşı delil dermeyan edebilir. Davalı, bununla
ispat külfetini üzerine almış sayılmıyor ve davacının iddia vakıaları kapsamında
gösterdiği delillerin incelenmesiyle ilgili olarak veya davacının iddia ettiği
vakıaların doğrudan aksinin vaki olduğunu ortaya koymaya matuf olarak
(yönelerek) lehine bir sonuç almayı sağlama imkanına erişmiş oluyor.

c. Aksini ispat [ör: adi kanuni karinenin tersinin doğruluğunu ispat] (HMK
190/1): Aksini ispata örnek olarak karinelerle ispatı verebiliriz. İspatın genel
kuralı, kim ileri sürdüğü vakıadan lehine hak iddia ediyor ise o vakıayı ispat
külfeti o kişinin üzerindedir fakat bunun bazı tamamlayıcı kurallarla
desteklendiğini ve kolaylaştırıldığını söylemiştik ve bu meyanda karinelerle ispat
meyanında kanuni karine kabul edilen haller çerçevesinde ve genel kural
bağlamında ileri sürdüğü vakıadan hak iddia etse de o kişiyi ispat külfetinden

kurtarıyordu. Burada karineye dayalı olarak ispat külfetini ve delil gösterme


külfetini yerine getirmiş olan tarafın dayandığı karinenin kesin kanuni özellikte
olmadığı haller bakımından, karine olarak kabul edilen vakıanın tersinin varit
olduğu zannında karşı taraf ispat faaliyetine yönelebilir ve buna aksini ispat
denilir. Dolayısıyla karine temelini ortaya koyan tarafın, hakim nezdinde
oluşturduğu kanaati sarsmaya yönelik bir ispat şekli veyahut türü anlamına gelir.

B) İspatın şekli bakımından yöntemleri

İspatın yöntemlerinden de bahsetmemiz gerekir zira ispat faaliyeti, ispatın konusunu


olan vakıaları temsil eden vakıalara ilişkin delil kaynaklarıyla sınırlı değildir aynı
zamanda o vakıalara komşu vakıalardan hareketle de o vakıaların vukuu veya varit
olmadığının ispatı mümkündür. Bu açıdan doğrudan ispat ve dolaylı ispat ayrımı söz
konusudur.

a. Doğrudan ispat: İspata konu vakıayı varit gösteren veya varit olmadığını ortaya
koyan delillere başvurularak yapılan ispattır. İspata konu vakıanın cereyanını
gözlemleyen bir şahit deliline başvurulması durumunda doğrudan ispata konu
vakıa hakkında delilin bildirilmiş olması hali doğrudan ispata tekabül eder.

b. Dolaylı ispat (delil zinciri): Doğrudan ispatın konusu olan vakıaya ilişkin delil
incelenmesi söz konusu olmaksızın yan vakıalara ilişkin delillerden hareketle asıl
vakıanın varit olup olmadığı hakkında bilgi edinildiği ahvalde de dolaylı ispat söz
konusu olur. Bu bakımdan dolaylı ispat da kendi içinde emareler yardımıyla ispat
ve karineler vasıtasıyla ispat şeklinde 2 kategoride karşımıza çıkıyor.

1. Emareler (delîli vakıalar) yardımıyla ispat: Burada ispata konu vakıanın


vukuunu ortaya koyan delili vakıalarla yapılıyor. Örneğin, trafik kazasında

zarara sebebiyet verenin fiilinin hukuka aykırılığı bakımından, süratli seyri


kusura tekabül eden bir vakıadır. Süratli seyrettiğine ilişkin bir şahit delili
dermeyan edildiğinde bu durum doğrudan ispata girer. Böyle bir şahit mevcut
olmadığı ahvalde örneğin, aracın yaptığı fren esnasında yola çıkan tekerlek
izini göz önüne alarak bu surette arabanın süratli seyrettiği vakıası öne
sürülecek olursa o yerdeki tekerlek izini bir emare (ipucu), delili vakıa olarak
kabul ederiz ve bu suretteki ispat da dolaylı ispattır deriz. Yerdeki fren izinin
sürati nasıl anlatacağı/kanıtlayacağı da mantık ve tecrübe kurallarından yola
çıkılarak ve hatta bilim ve meslek kuralları çerçevesinde aracın kilometresini
veya hızlı/yavaş olup olmadığını belirleyecek bilgileri ediniriz. Bu bakımdan
emareler aslında yine bir vakıadır ama kendisi delil olan vakıalardır, ispata
konu olan vakıaya ilişkin bir delil değil ispata konu olan vakıayı ortaya koyan
başka bir vakıa dermeyanı suretiyle gerçekleştirilen ispat yöntemidir.

1.1. İspata konu asıl vakıa yerine yan vakıaların ispatı

1.2. Emarenin ispatı halinde mantık ve tecrübe kuralları yardımıyla asıl


vakıanın ispatlanmış sayılması

1.3. Emarenin fiili karine veya ilk görünüş ispatı oluşturabilmesi:


Karineden bahsetmedik ama bunlar neticede tecrübe kuralı kategorileri
olarak adlandırabileceğimiz karinelerdir. Bunun kuvvetli olup
olmamasına göre kanuni karine, fiili karine olarak karşımıza çıktığını
görüyoruz. Tecrübe kurallarının ortaya koyduğu karinenin soyut veya
somut oluşuna göre soyutsa ilk görünüş ispatı ve eğer somutsa fiili ilk
karine olarak ayrıma tabi tutulur. Somut vakıaları, soyut vakıalardan
ayırabilmek için bir hususu dikkate almamız gerekir. Özellikle kusurla
ilgili kural ihlaline ilişkin ve kural ihlalinin ispatına ilişkin meslek
kuralları ve bu manada hekimin tıbbi müdahalede sorumluluğu
bakımından, ameliyat yerinde bırakılan pamuk/tampon parçası olması
durumunda ve hastanın sağlığının kaybına bağlı olarak (sağlığının kaybın
doğrudan bunlar yol açmasa da) açtığı davada hekimin, kural ihlali ve ilk
görünüş ispatı onu ispat faaliyetinde dezavantajlı hale getiriyor.

Keza trafik kazasında kural ihlali bu bakımdan bir ilk görünüş ispatı
teşkil eder. Örneğin, araca arkadan vuran kişinin ilk görünüş ispatı olarak
kusurlu sayılması şeklinde bir kabul söz konusudur fakat ilk görünüş

ispatının yargılamanın cereyanında kuvvetli olmadığı ortaya konulabilir


yani ispat etkisinin değişebileceğini söyleyebiliriz. Mesela öndeki aracın
sahibi olan kişi ani fren yapmışsa da bu kazaya yol açmış olabilir.

1.3.1. Somut vakıaların ispatında kuvvetli emareden çıkan fiili karine:

1.3.2. Soyut vakıaların ispatında kuvvetli tecrübe kuralından çıkarılan


ilk görünüş ispatı [ör:tıbbi müdahelede veya trafik kazasında
kural ihlalinin kusur ve illiyet bağına delalet edebilmesi]

2. Karineler vasıtasıyla ispat (HMK, m.190/2): Karinelerle ispattan aslında


önceki derslerimizde çeşitli konular vasıtasıyla bahsettik ama bu karinenin
anlamını ifade etmedik. Karine, kelime anlamı itibarıyla “hakikate yakın
gösterme” demektir. Yaygın tanımı, bilinen vakıadan hareketle bilinmeyen ve
varlığı belirsiz olan hususun varlığı veya yokluğu hususunda bilgi edinmiş
sayma keyfiyetidir. Bunlar az önce de ifade ettiğimiz gibi tecrübe kurallarıyla
ilgilidir ve tecrübe kurallarından hareketle kabul edilmiş “varsayımlar”
diyebiliriz. Bu varsayımlar genel ispat kuralını destekleyici şekilde ispat
faaliyetinde yer alır. Bunun kanuni veya fiili karine şeklinde çeşitli türleri
vardır. Bahsettiğimiz tecrübe kuralı etkisi kuvvetliyse fiili karinedir ama
varsayıma götüren değerlendirme çok daha kuvvetliyse bu durumda kanuni
karinedir deriz.

Kendi içerisinde de kanuni karineler bakımından yapılan ayrımlar vardır ve


bunlar 3 tanedir. İspat faaliyetinde en ön planda olgu karineleri vardır.

2.1. İspatın konusu hakkındaki kanuni-akdi karine temelini ortaya


koyma

2.2. Kanuni karine türleri

2.2.1. Konusuna göre kanuni karineler

i) Olgu karinesi (TMK, m.31, 285): İspat faaliyetinde en ön


plandadırlar ve hak karinesi ile sonuç karinesinden daha fazla
görülürler. Örneğin, ölüm karinesinde tehlike şartlarında

kaybolmuş olan kişinin cesedi bulunmasa bile ölmüş olduğunu


varsayarız. TMK nın ilgili maddelerine göre de ölüm tehlikesi
taşıyabilecek şartların varlığı, o kişinin ortadan kaybolması
olguları kişinin cesedi bulunmasa da onun ölmüş kabul
edilmesine yol açan bir temel teşkil eder. Bunun tartışma konusu
içerisinde olduğu bir yargılamada, ölüm tehlikesi içerisinde ve
görüldüğü son zamanda şartların varit olduğunu ortaya koyulan
bir kişi cesedi bulunmasa da ölmüş sayılmasına ilişkin sonucu
beklemekte haklı kabul edilir. Bu konudaki ispat külfetini, delil
gösterme külfetini yerine getirmiş kabul ediliyor.

Örneğin, yakınlar arasındaki satımların bağışlama sayılması bir


kanun hükmüdür. Buradaki karinenin niteliğiyle ve aksinin
ispatıyla ilgili bazı tartışmalar da vardır ve burada da bir kanuni
karine olduğu örneğini verebiliriz.

ii) Hak karinesi (TMK, m.985): Genellikle bu konuda verilen


örnek, TMK 985 ine göre menkullerde zilyetlik mülkiyete
karinedir deniliyor. Burada zilyetlik yani elde bulundurma
keyfiyeti bu menkul bakımından elde bulunduranın malik
sayılacağı sonucunu doğuruyor. Bu da yargılamada ispat
konusunda karşımıza çıkabilecek bir husustur.

iii) Sonuç karinesi / sözde karine (TMK, m.3): Buna örnek olarak
TMK 3. Maddedeki iyi niyet karinesi verilebilir. Buna göre
kanunun iyi niyeti aradığı hallerde buna dayanan tarafın iyi
niyetinin esas olduğu belirtiliyor. Dolayısıyla karşı tarafın bu
karinenin aksini ve iyi niyetli olmadığını ispatlaması gerekiyor.
Örneğin TMK 722 ve devamında kendi levazımıyla iyi niyetli
olarak başkasının arazisine yapı inşa eden kişinin, tazminatta yapı
mülkiyetini talep edebilme hakkının olduğundan bahsediliyor.
Burada iyi niyetle kastedilen başkasının arazisine yapı yapan
kişinin o arazide yapı yapmasına cevaz veren şartların var
olduğunu sanmasıdır. Burada olgu karinesindeki gibi bir fiile
dayalı olma durumu yoktur ama hukuk politikası çerçevesinde
dürüstlüğe ilişkin bir varsayım söz konusudur.

2.2.2. Etkisine göre kanuni karine türleri: Karinelerle ilgili olarak


bahsetmemiz gereken bir diğer ayrım da adi karine ve kesin
karinedir.

i) Adi karine (TMK, m.7; HMK, m.204/2):

ii) Kesin karine (TMK, m.166/son fık.; HMK, m.204/1): Bu


karineler aksinin ispatı mümkün olmayan karinelerdir ve bu
konuda adi karinelerden farklıdır. TMK da 166. Maddede
belirtilen boşanmayla ilgili olarak 1 yılı aşmışlarsa ve birlikte
başvurmuşlarsa evliliğin birliğinin temelden sarsıldığına ilişkin
varsayım kesin karinelerle ilgili olarak onun bir türüdür de denilir
veya ondan farklıdır da denilir ancak netice itibarıyla aynı sonuca
bağlandığı için arada bir fark olmadığını da söylememiz gerekir.

2. İspat faaliyetinin sonucu itibarıyla subut tür ve dereceleri

Hakime bakan tarafı itibarıyla ispat ile ortaya çıkan sabit görme hali hakimin
edindiği kanaatin derecesinin ne olması gerektiği bakımından subut dereceleri ve
yine bağlantılı olarak subut türlerinden bahsedeceğiz.

A) İspat teorisinde sabit görme türleri ve dereceleri

a. Sabit görmede alternatif yaklaşımlar

Bu hususta sıkı veya formal subut ve aynı zamanda bu sıkı ispat ve formal ispat
şeklinde de belirtilir. Eğer ispat faaliyeti, delil kuralları katı olarak belirlenmiş
surette o çerçevede yürütülecekse o zaman sıkı deniliyor ki ve yine delil vakıaları
ancak belirli delillerle ispat edileceğine ilişkin düzenlemeleri kabul eden
kanunlardaki ispat rejimi veya subut rejimi buna tekabül ediyor. İspatın sıkı delil
kurallarına bağlı olmadığı ve delil kataloğu dışında da hakimin vakıanın vukuu
hakkında kanaat edinebilmesine izin veren yaklaşım ise serbest subut veya serbest
ispat yaklaşımı adını alır.

1. Sıkı veya formal subut

1.1. İspatın delil kurallarına tâbi kılınması

1.2. İspatın kanuni delil kataloğu ile sınırlandırılması

2. Serbest subut

2.1. İspatın delil kurallarına bağlı kılınmaması

2.2. Tipik ve atipik delillerle ispat imkanı tanınmış olması

b. Subut derecesine (delillerin değerlendirilmesinde) alternativ yaklaşımlar


(taraflarca getirilmede takdiri deliller ve re’sen araştırmaya tabi
yargılamalarda tüm deliller bakımından ulaşılması gereken kanaat düzeyi):
Subut derecesi denildiğinde burada ispat ölçüsü karşımıza çıkıyor. Hakimin
delillerden elde ettiği kanaatin derecesinin ne olması gerekir? Burada 2 farklı
alternatif vardır, katı subut ve esnek subut veya bunlar katı değerlendirme ve esnek
değerlendirme olarak adlandırılır.

Eğer delilden elde edilecek kanaat o vakıanın vukuu hususunda eminlik


düzeyindeyse veya şüphelenme hususunda makul şüphesizlik derecesindeyse katı
değerlendirme deniliyor. Geçmişteki bir olay elbette tarihsel olarak kesinleme
olayından yoksundur ama emin olma veya şüphenin yenilmesi yani makul
şüphesizlik bu anlamda katı değerlendirmeye tekabül ederken eğer emin olma veya
makul şüphesizlik değil muhtemeli yani olmuş olabilirlik derecesinde bir subut
sınırı söz konusuysa esnek değerlendirme denilir. Muhtemeliyet yani olmuş
olabilirlik ihtimaller dengesinde ağır basan yani terazinin kefesinin ağır basmasının
yeterli olmasıdır. Burada ağır basma itibarıyla zaten emin olma veya makul
şüphesizliğe nazaran daha hafif bir ölçüt olma durumu vardır ki rakamsal olarak
ifade edecek olursak %51, %49 dan büyüktür ve ağır basar dolayısıyla ağır basan
ihtimal yaklaşık ispat ölçüsüne tekabül ederken diğer emin olma ve makul
şüphesizlik rakamsal olarak ikisi arasında da yine aşağıdan yukarıya bir ilişkiden
bahsedebiliriz. Makul şüphesizlik %85 ise emin olma %90-99 dur. Denge hali yani
esnek değerlendirme bakımından baktığımızda ise bu elbette muhtemeliyeti ortaya
koyan bir ölçüdür ve %50 yi ifade eder.

1. Katı değerlendirme

1.1. Emin olma / nispi kesinlik

1.2. Makul şüphesizlik

2. Esnek değerlendirme ve subut sınırı

2.1. Muhtemeliyet (olmuş olabilirlik)

2.2. Denge hali (nonlikit)

B) HMK’da benimsenen subut tür ve derecesine ilişkin kurallar

HMK da bir defa karma yaklaşımın benimsendiğini görmekteyiz.

a. Subut türü ve derecesi: Sıkı ispat mı var serbest ispat mı var diye baktığımızda
karma bir yaklaşımın benimsendiğini görüyoruz zira hukuki işlemlerde kural olarak
senetle ispat öngörülmektedir. HMK 192 ye göre ise delil kataloğunu öngörüyor
ama delil kataloğunda yer alan delillerin dışında da hakimin kanaat edinmesi
yasaklanmıyor elbette istisnai haller çerçevesinde bu itibarla karma bir yaklaşımın
benimsendiğini söyleyebiliriz.

1. Kanunda subut bakımından karma yaklaşımın benimsenmiş olması

1.1. Hukuki işlemlerde kaideten senetle ispat (HMK m.189/3;198,200-201)

1.2. Hukuki işlemler haricinde kaideten serbest ispat (HMK m.192[istisna


ör:TMK, m.165, 7])

Ölçü bakımından ispat ölçüsü veya subut derecesi bakımından da burada hukuk
yargısı, ceza yargısından farklı olarak ceza yargısında eminlik derecesinde bir ölçü
cari iken hukuk yargısında makul şüphesizlik derecesinde bir ölçü olduğunu
görüyoruz. Ceza yargısında “şüpheden sanık yararlanır” ilkesinin de ifade ettiği
surette görüyoruz ki hakimin eminlik ölçüsünde bir kanaat edinmiş olması gerekir.
Hukuk yargısında ise bu derece yüksek bir ispat ölçüsü söz konusu değildir, makul
surette bir şüphesizlik söz konusu ise bu bakımdan bu vakıa ispat edilmiş
sayılacaktır. Yaklaşık ispata tabi olan yargılamalar da söz konusudur, geçici hukuki
koruma araçları bakımından ve ön sorunlar bakımından (hakimin reddi gibi) kanun,
yaklaşık ispata yani ağır basan ihtimal ölçüsündeki ispata da cevaz veriyor. Bu

itibarla kural olarak makul şüphesizlik söz konusudur ama istisnai hallerde ağır
basan ihtimal ölçüsünün de cari olduğunu görüyoruz.

HMK da bunun böyle olduğu söylerken dayanak olarak yaklaşık ispata ilişkin
düzenleme geçici hukuki koruma bakımından cari olduğunu gösterirken diğer kati
hukuki korumada onun ölçü olmadığını çıkarmamıza izin veriyor. Aynı zamanda
AY çerçevesinde vicdani kanaate bağlı olarak hakimin karar vereceği öngörülmesi
ve yine ceza yargılamasında az önce bahsettiğimiz eminliğe yol açan durumun varit
olmaması HMK da da makul şüphesizliğin kati hukuki koruma bakımından ispat
ölçüsü olduğu sonucuna götürüyor.

2. Kanunda subut derecesinde de karma yaklaşımın benimsenmiş olması

2.1. Kesin kararlara ilişkin vakıa hükmünde makul şüphesizlik - vicdani


kanaat hasıl olması (ay m.138/ı )

2.2. Geçici kararlara ilişkin vakıa hükmünde muhtemeliyetin yeterliliği


(HMK m.390/3;400/2)

Yargılamada malzeme toplanılmasına ilişkin ilkeler bakımından farklılık var


mı?

Taraflarca getirilmeye tabi olan yargılamalarda kanuni delil istemi de denilen ispat
mecburiyetini ihtiva eden bağlı değerlendirme sonucunun kabul edildiğini
görüyoruz. Ama re’sen araştırma bakımından serbest değerlendirmenin ve
dolayısıyla re’sen araştırmada kanuni delil sistemine bizi götüren ispat yasaklarının
söz konusu olmadığını ve bu yüzden serbest subuta da tekabül ettiğini
söyleyebiliriz.

C) HMK’da benimsenen delil değerlendirme yöntemi

a. Sıkı-formal subutta ve taraflarca getirilmede kaideten bağlı değerlendirme

b. Serbest subutta ve resen araştırılmada serbest değerlendirme

5. Hafta

Geçen hafta ispat unsurunu ve ispatın temel kavramlarını inceledik bugün ise delilleri
incelemeye başlayacağız.

SÛBUT DELİLLERİ -I

I. DELİL TEORİSİ

Delil teorisi denilince bundan anlamamız gereken şey hukukta belli bir alanın teorisidir, o
alana ilişkin hukuk sistemlerinde ortak olan hususlar veya alternatif yaklaşımlar ile münferit
olarak milli hukuk sisteminde, kanundan münferit hükümlerin sistematik yorumuyla elde
edilen açıklamalar, tasnifler bağlantılı yönler ve boşluklar ile bunlarla ilgili kavramlar ile
konuları içerir. Delillerle ilgili olarak başka hukuk sistemlerinde de ortak olan kavram ve
kurumların yanı sıra varsa alternatifler ve yine bizim kanunumuzdaki durumdan kısaca
bahsederek başlayalım.

1. Delillere İlişkin Temel Kabul ve Kurumlar

A) Delil Kavramı

Delil kelimesi sözlük anlamı itibarıyla olan vakıaları temsil eden ve simgeleyen
araç manasına geliyor. Vakıalara ilişkin olarak bunların vaki olup olmadığını ve
olduysa ne şekilde olduğunu aksettiren bilgi kaynaklarıdır. Terminolojide kısaca
ispat araçlarına tekabül ettiği söylenebilir. Tabiatıyla deliller, yargılamanın tahkikat
aşamasında toplanıp inceleniyor. Bildiğimiz üzere tahkikatın konusunu da
tarafların iddia savunma vakıaları oluşturuyor. Bu iddia savunma vakıalarından
üzerinde anlaşmazlık bulunanlar geçen hafta gördüğümüz ispat kuralları
çerçevesinde bu vakıalara ilişkin delillerin incelenmesiyle kanaat verilerek tahkikat
aşamasının işlevi bu şekilde gerçekleşmiş oluyor. Vakıa geçmişte olmuş bir olaydır
ve geçmişte kalan o olayı tüm çıplaklığıyla tespit etme imkanı yoktur fakat bu

açıdan eldeki bilgi kaynakları çerçevesinde bu husustaki “adli gerçek” in tespiti


meselenin halli bakımından deliller üzerinden gerçekleştiriliyor.

a. Delil Kelimesinin Lugaten Olan Vakıayı Temsil Eden Araç Anlamına


Gelmesi

b. Delil Kavramının Yargılama Terminolojisinde İspat Araçlarını İfade


Etmesi

B) Delillerin Tasnifi

Çeşitli hukuk sistemlerinde delillerin türleri ve içeriğine göre 3 şekilde tasnif


edildiğini görüyoruz.

a. Türlerine Göre Deliller

1.1.Belgesel Deliller: Adından da anlaşılacağı gibi belgede akseden dolayısıyla


ispatın konusu olan vakıayı ortaya koyan bilgileri taşıyan belgeler, belgesel
delillere tekabül eder. Bu açıdan belgenin hissel, seyirlik veya okunarak
içindeki bilgilerin edinilmesi mümkün olabilir. Bu hususta bizim
kanunumuzda belge ve senet şeklinde katalogda yer alır. Dolayısıyla bizim
kanunumuzda senedin yanı sıra belge kavramından bahsedildiğini de
görüyoruz.

1.2.Beyanî Deliller: Burada aslında sözlü deliller kastediliyor ve bu bakımdan


hukuk sistemleri arasında bunların tekabül ettiği deliller bakımından bir
ayniyetten bahsedemesek de burada da temelde bir benzerlik tespit etmek
mümkündür. Bu deliller: tanık, bilirkişi temelinde ifade edilir. Fakat tanık
bakımından Kıta Avrupasında tarafın tanıklığına cevaz verilmemiştir ama
Anglo-Amerikan cenahta tanıklık taraf tanıklığını da içerir. Kıta Avrupasında
taraf tanıklığı yerine isticvap bazı hukuk sistemlerinde beyan delilleri
arasında, delil kataloğunda yer alıyor. Bizde ise isticvap delil kataloğunda yer
alan ve kanunen kabul edilmiş, kanunen düzenlenmiş bir delil değildir.
Bununla beraber önceki haftalarda gördüğümüz üzere isticvap, bir tahkikat

aracı olarak hakimin yargılamada bilgi toplamakta kullandığı kurumlardan


birisidir.

Kıta Avrupasında taraf tanıklığı yerine isticvap ikame edilmiştir. Bir de Kıta
Avrupası itibarıyla şu ayrımın yapılması gerektiğini görüyoruz: Klasik Kıta
Avrupası Usul Sistemi bakımından isticvap yerine yemin öngörülüyor.
Sonradan Kıta Avrupasında ortaya çıkan bir ayrım olarak Orta Avrupa ülkeleri
(daha ziyade Güneyde kalan diğer Avrupa ülkeleri) klasik yaklaşımdan
ayrılarak yemini delil kataloğundan çıkarmışlar ve onun yerine isticvabı kabul
etmişler. Bugün bizim hukukumuzda da bu hususta bahsettiğimiz üzere
isticvap delil kataloğunda yer almıyor dolayısıyla yemin yer almaktadır.

Bilirkişi delili bakımından uzman tanıklık şeklinde Anglo-Amerikan hukuk


sisteminde ifade edildiğini görüyoruz. Kıta Avrupasında mahkeme bilirkişiliği,
uzman tanıklıktan farklı olarak mahkeme yardımcısı olan kişi olan vakıayı
tanıktan farklı olarak ne şekilde olmuş olduğuyla ilgili tecrübe kurallarından,
meslek kurallarından hareketle açıklayan uzman görüşü, bilirkişi deliline
tekabül eder. Tanığın vereceği bilgi görme veya duymaya dayalıdır. Bilirkişi
de olay hakkında bilgi verse de onunki daha çok yoruma dayalıdır.

1.3.Belirti Delilleri: Belirti deliller, ispatın konusu olan vakıanın geçtiği mahal ve
ispatın konusu olan vakıanın nesnesi veya öznesi ispata konu olayın vukuu ve
oluş şekilleri hakkında bazı izler barındırır. Belirti delilleri de bu mahalden,
ispata konu vakıanın nesnesi veya öznesinden elde edilen delillerdir. Bunlar
tabiatıyla diğer delillere nazaran daha farklı yollarla toplanır ve bu hususta
tipik yöntem keşiftir (mahal keşfi). Vakıanın zuhur ettiği meselede araştırılan
şey nesne ise muayene suretiyle de gerçekleştirilebiliyor. Belirti delilleri, keşif
ve muayene ile (teftiş de denir) gerçekleştiriliyor. Keşif genellikle olay
mahallindeki ipuçlarının ve emarelerin toplanması ve sonradan gözlemlenmesi
manasına geliyor. Burada bizzat hakim veya olaya göre bazı uzmanlarla
birlikte keşfe gidiyorken mesela vakıanın nesnesi bir menkul ise o aracın
üzerinde yapılan gözlem ve incelemelerde emare toplanıyor ve hatta bazı
davalar bakımından insan da ispatın öznesi olduğu halde nesne olarak
karşımıza çıkabiliyor.

b. Kanunda Benimsenen Isbat-Sûbut Modeline Göre Deliller

Kanunda benimsenen ispat veya subut modeline göre de deliller 2 ayrı


kategoride ifade edilebilir.

1. Kanuni Etkisi İtibariyle Delil Ayrımı ( HMK, m.198)

Bazı hukuk sistemleri bakımından deliller, kanuni etkisi itibarıyla ayrıma tabi
tutulmuş olabilir ve bizim hukuk sistemimiz de bu kapsamdadır. Bu
sistemlerdeki yaklaşıma “kanuni delil sistemi” de denilmektedir. Burada
hakimin kanaati bakımından delil kataloğunda yer alan ispat araçlarının ispat
gücü arasında bir farklılaştırmaya gidiliyor ve bazıları bakımından hakimin,
onların aksettirdiği bilgi ile bağlı olarak kanaate varması öngörülüyor ve bu
açıdan kesin delil ile takdiri delil şeklinde bir ayrım görüyoruz.

1.1. Kesin Deliller: Bununla kastedilen bizim hukuk sistemimizle ifade


edecek olursak senet ve yemin delili ve bazı şartlarda ve bazı
yargılamalar bakımından tacirler itibarıyla ticari defterler bu kategoride
yer alır.

1.2. Takdiri Deliller: Burada senet dışı belgeler, tanık ve bilirkişi yer alır.
Keşif bakımından da son zamanlardaki teknolojik ilerlemeler
çerçevesinde takdiri deliller arasında kuvvetli delil olma imkanı
olduğunu da söylememiz gerekir.

Kanuni delil sistemine tabi olmayan ülkeler bakımından bu ayrım bir


şey ifade etmiyor ve dolayısıyla delil kataloğunda yer alan tüm deliller
bakımından hakim, serbestçe kanaat edinme imkanına sahip kılınıyor.
Bu itibarla serbest ispat yaklaşımı bakımından deliller arasında ispat
gücü bakımından bir ayrım söz konusu değildir. Örneğin, Almanya ve
Orta Avrupa ülkelerinde bu yaklaşımı görüyoruz.

2. Kanunda Düzenlenmesi İtibariyle Delil Ayrımı (HMK, m.192)

Eğer kanunda benimsenen modele bir delil ayrımı yapılıyorsa bu defa delilin
kapsamı bakımından ayrım yapılır etkisi bakımından değil. Kapsam itibarıyla
kanunda delil kataloğunda düzenlenen delillerin yanı sıra eğer hakim bu
katalogda yer alan delillerin dışında da bilgi kaynaklarını tahkikatta vaka
hükmüne temel alabiliyor ise bu takdirde tipik olarak katalogda yer alan/
düzenlenen delillerin dışında bir de kanunda özel olarak düzenlenmiş olmayan
atipik delillerden bahsediliyor. Bizim kanunumuz bakımından HMK 192
maddede belirtildiği üzere biz hakimin, delil kataloğu dışındaki delillere de
başvurabileceğini anlıyoruz. Bu meyanda HMK 192 yi atipik delillere
gönderme yapan bir madde olarak belirtebiliriz.

Bazı kanunlarda az önceki çizgiyi takiben Orta Avrupa ülkelerinde atipik


delilleri görmüyoruz ve delillerin kanunda düzenlenenlerden ibaret olduğunu
görüyoruz. Orada kanaat edinme bakımından hakim serbest bırakılmış ama
delillerin neler olabileceği ile ilgili de bir belirleme vardır dolayısıyla kanunda
düzenlenen ispat araçlarından hakim serbestçe kanaat edinme imkanına
sahiptir ve buna mukabil bizim takip ettiğimiz diğer yaklaşım da deliller, delil
kataloğunda yer alanlar ile sınırlı olmaksızın hakime kanaat verme
bakımından tipik-atipik şeklinde bir ayrıma tabi tutulurken aynı zamanda bu
defa delil kataloğunda yer alan delillerden bazıları itibarıyla hakimin bunların
ispat kuvvetiyle bağlı kılınması şeklinde bir sınırlama getirilmiştir.

2.1. Tipik Deliller

2.2. Atipik Deliller

C) Delil Sözleşmesi

Deliller bakımından bahsetmemiz gereken bir diğer kurum da delil sözleşmesidir.

a. İspat Şekline İlişkin Yasakları veya İspatı Daraltıcı veya Genişletici


Surette Delil Sözleşmesi Yapılabilmesi (Ör: HMK, m.193/1): Delillere
ilişkin ispat imkanına ilişkin olarak kanun koyucu, kişileri deliller hakkında bir
anlaşma tesis etmesine kıymet atfetmeye zorlamıştır. Bu itibarla burada
özellikle kanuni delil sisteminin benimsendiği ülkeler bakımından ispat
kuvvetine ilişkin yapılan ayrımı da kaldırmaya cevaz veriyor. Bu açıdan ispatı
genişletici surette taraflar anlaşma yapabilirler veya tersine olarak belirli
vakıaların ancak belirli delillerle ispatını kabul etmeye matufen daraltıcı surette
delil anlaşması yapabilirler. Bu bakımdan delil sözleşmesinin iki türü olarak
daraltıcı olana münhasır delil sözleşmesi ve genişletici olana da gayrimünhasır
delil sözleşmesi denilir.

1. Münhasır Delil Sözleşmesi: Örneğin inşaat sözleşmesinde, inşaatın


sözleşmeye uygunluğu anlaşmazlık konusu olduğunda bu hususta inşaat
mukavelesinde belirlenmiş olan veya belirlenebilecek olan bir sürveyanın bu
hususta hakem bilirkişi olarak ispat aracı ve başlıca delil olarak buna
başvurulabileceği şeklinde bir kararlaştırmanın da münhasır delil sözleşmesi
olduğunu söyleyebiliriz. Pozitif hukuk bakımından ticaret hukukunda ve
özellikle deniz ticareti ve sigorta hukukunda kullanılan bir hakem bilirkişilik
formu vardır. Onlar hakimi bağlayıcı surette ve kanunen öngörülmüş bir araç
iken burada bunun dışındaki alanlarda münhasır delil sözleşmesi bu işlevi
görüyor diyebiliriz. Başka şekillerde de münhasır delil sözleşmelerinin
örneklerini görmek mümkündür mesela, tacirler arasındaki anlaşmazlıkların
sadece ticari defterlerdeki kayıtların dikkate alınarak çözüleceği anlaşması da
münhasır delil sözleşmesi teşkil eder.

2. Gayrımünhasır Delil Sözleşmesi: Buna örnek olarak da geçen hafta


gördüğümüz yargılamada ispat konusu bakımından hukuki işlemlerin
ispatında kanunen muayyen değeri aşanlar bakımından kaideten senetle ispat
mecburiyeti söz konusudur fakat bu mutlak ve emredici bir yapı göstermiyor
ve istisnaları vardır. Emredici olmaması çerçevesinde aksine sözleşme
yapılabilmesi nedeniyle gayrimünhasır delil sözleşmesine tekabül edecek
surette örneğin, taraflar arasında hukuki işlemlerin tahdidi delillerle ispatı
kararlaştırılabilir. Bu bakımdan elbette kanundaki sınırlama da ortadan
kalktığı için genişletici özellikteki delil sözleşmesine tekabül ediyor ve bu

bakımdan gayrimünhasır delil sözleşmesinin örneği olarak da bunu düşünmek


açıklayıcı olur.

b. Delil Sözleşmesinin Şartları ( Ör: HMK, m.193/1 İlk c, 193/2): Delil


sözleşmesi bakımından kanunda bazı şartlardan bahsetmek mümkündür ve bu
arada kanunda şekil itibarıyla herhangi bir geçerli şeklin kararlaştırılmış
olmadığını görüyoruz. Bununla beraber delil sözleşmeleri, uyuşmazlık
öncesinde yapıldığında genellikle hukuk güvenliği açısından yazılı olarak
tanzim edilir ve hatta bu da ayrı bir usul sözleşmesi değil aradaki maddi hukuk
ilişkisini tanzim eden akdi ilişki söz konusuysa o akit içerisinde bir kloz/şart
olarak yazılı surette akdedildiğini görüyoruz. Uyuşmazlık sonrasında da delil
sözleşmesi akdedilmesi mümkündür ve bu da genellikle mahkeme safhasında
olduğunda kifai olarak yani taraflardan birinin teklifini diğerinin kabul etmesi
çerçevesinde tutanağa bağlanmak suretiyle ve yargılama tutanağına aksettiği
şekilde sonradan yazılı hale geliyor fakat bir geçerlilik şartı söz konusu
değildir. Delil sözleşmesi bakımından eğer uyuşmazlık öncesinde de kifai
olarak bir delil Anlaşması yapıldığı yargılamada diğer tarafın inkarına
uğramazsa bu surette yargılamaya yansıyacaktır diyebiliriz.

İspat hakkını ortadan kaldırıcı nitelikte bir delil anlaşması akdedilemez ve ispat
hakkı ispata ilişkin bir yargısal haktır. Hukuki dinlenilme hakkına riayet
ilkesiyle bağlantılı bir haktır. Bu aynı zamanda adil yargılanma hakkının da bir
unsurudur. Bu itibarla tabiatıyla temel haklar, yargılamada gözetilmesi
çerçevesinde delil sözleşmesiyle diğer tarafın ispat hakkını ortadan kaldıracak
kararlaştırmaya kanun koyucu geçerli sonuç bağlamıyor. Bu bakımdan
taraflardan sadece birinin delillerinin dikkate alınarak vaka meselesinin
halledileceğine ilişkin bir delil sözleşmesi ispat hakkını ortadan kaldırdığı için
geçerli kabul edilmiyor.

1. Haricen Yazılı veya Mahkeme Önünde Şifahi Beyan Zabtıyla Tanzim


Olunabilme

2. İspat Hakkını Ortadan Kaldırmama

2. Delillere İlişkin Usûli İşlemler

Burada da yine delillerle ilgili olarak bazı kavramlara temas etmemiz gerekiyor. Bu açıdan
Delil ikamesi ve delil değerlendirmesi iki temel kavram olarak karşımıza çıkar.

A) Delil İkamesi

Delil ikamesi bakımından iki ayrı kavramdan bahsederiz. Delil ikamesi, delillerin
toplanması ve delillerin incelenmesini içeren bir süreçtir. Delil ikamesi kavram olarak
delillerin ortaya konulması anlamına geliyor. Delillerin ortaya koyulması, ispat araçlarının
yargılamaya ithali ve onların ihtiva ettiği bilgilerin ortaya serilmesi/dökülmesi anlamlarını
içeriyor. Bizim kanunumuzda birkaç yerde bu kavramın kullanıldığını görüyoruz.
Birincisi yargılama masraflarıyla ilgilidir 322. Maddede geçiyor ve diğeri de basit usulde
delil ikamesi 318. Maddede geçiyor. Yargılama masraflarındaki anlam bahsettiğimiz asıl
anlamı karşılıyor, basit usuldeki yani 318. Maddede ise delillerin ileri sürülmesi
anlamında kullanıldığını görüyoruz fakat bir mukayeseli hukuktan hareketle başka hukuk
sistemlerindeki kabuller çerçevesinde ve genel esaslar dahilinde delil ikamesini sadece
delillerin ileri sürülmesi değil ve dolayısıyla delillerin toplanması değil aynı zamanda
bunların incelenmesini de içerdiği sonucuna varıyoruz.

a. Delillerin Toplanması (HMK, m.31/son yarım c,119/1-f,129/1-


e,136/2,137/1,145-146, 194/2-197): Delillerin toplanmasında 4 adet işlem görüyoruz
dolayısıyla 4 alt kavramdan bahsetmek durumundayız. Delillerin toplanması geniş
anlamda delillerin alınması, incelenmesini de içerir fakat bir kavrama birden fazla
anlam yüklemek özellikle terminoloji açısından anlaşılmayı zorlaştırıyor ve yanılgılara
da yol açabiliyor işte bu açıdan dar anlamı yani daha ön planda bulunan anlamı
kullanmak gerekir. Delillerin toplanması, incelenmesine ilişkin başka
düzenlemelerden hareketle de kanunda geçiyor bu itibarla biz delillerin toplanmasına
geniş değil dar anlamı yüklemek durumundayız.

Dedik ki delillerin toplanmasında 4 alt kavram vardır ve bunlar da 4 ayrı usuli işleme
tekabül ediyor. Birazdan bahsedeceğimiz üzere bu usuli işlemler delil ikamesine
ilişkin modeller bakımından tercihlere göre taraf veya mahkeme usuli işlemi olabilir
veya her ikisi birlikte karşımıza çıkabilir. Öncelikle ne anlama geliyor ve dayanakları
ne olabilir bunu söyleyelim.

1. Delil Bildirilmesi: Tarafların, iddia ve savunmaları bakımından yargılamada bunlar


anlaşmazlıklı olduğunda hangi delillere dayanmayı niyet ettiklerinin belirtilmesi
anlamına gelir. Bizim hukukumuz bakımından biz bunu dilekçe kurallarında 119 ve
129 da tarafların iddia ve savunmalarını dayandırdıkları delillerin belirtilmesi
şeklindeki düzenlemeden örnekleyebiliriz. Dilekçe teatisi sırasında buradaki anlam
delillerin bildirilmesi anlamındadır.

2. Delil Gösterilmesi: Yargılamada anlaşmazlıklı kalan meselelerin neler olduğu temel


olarak belli olduktan sonra tarafların bildirdiği delillerden hangisine dayandıklarının
belirtilmesini ifade ediyor. Yargılamada tarafların iddia ve savunma vakıaları
bakımından hangilerinin anlaşmazlıklı olduğu en erken dilekçe teatisinin sonunda
ortaya çıkar diyebiliriz. En erken diyoruz zira sözlü hazırlık bulunan sistemlerde bu
sözlü ön duruşmada da yine taraflarla hakimin diyaloğu çerçevesinde tarafların
anlaşmazlıklı olduğu vakıaların adedi azalabilir ve alanı daralabilir dolayısıyla sözlü
hazırlığın olduğu durumlarda delillerin gösterilmesi sözlü hazırlık kesitine
sarkabilirken, sözlü hazırlık cereyan etmeyen hallerde dilekçe teatisi sonu itibarıyla
delillerin gösterilmesi işlemi tesis edilir ve edilmesi gerekir diyebiliriz. Bizim
hukukumuzda delillerin gösterilmesi bakımından durum nedir? Biz, delillerin
gösterilmesini 187. Maddede “taraflar, ispatın konusu çerçevesinde anlaşmazlıklı
olduğu vakıalar bakımından delil gösterir” derken delil gösterilmesinden
bahsedildiğini görüyoruz fakat daha belirgin olarak 196. Maddede bir tarafın
gösterildiği delilden karşı tarafın muvafakati olmaksızın vazgeçemeyeceğini
söylüyoruz. Orada delil gösterilmesi bu bahsettiğimiz anlamda, anlaşmazlıklı
kalması söz konusu olduğunda dayanılacak bildirimden farklı olarak tam da delil
gösterilmesi anlamında kullanılıyor ve delil gösterilmesinin ayrı bir usuli işlem
olarak bizim kanunumuzda da kabul edildiği sonucuna varmamızı gerektiriyor zira
dilekçede deliller kategorik olarak bildiriliyor örneğin: belgesel deliller, beyani
deliller, belirti deliller şeklindeki ayrım içerisindeki delillerin katalogdaki terimleri
dilekçelerde yazılıyor. Senet, tanık, gerektiğinde yemin, bilirkişi ve keşif şeklinde.
Dilekçede belirtilen delillerden sonra dilekçe teatisinin akabinde yani ön
incelemenin başında (veya bazı hallerde ön inceleme celsesinde de olabilir) delil
dilekçesi vermesi gerektiğini 196. Madde bize şöyle gösteriyor “dilekçede bildirilen
delillerden vazgeçme bir anlam ifade etmez” yani dilekçede dayanmaya niyet ettiği
tanıkları dinletmeyeceğini söyleyen kişi bakımından karşı taraf “buna
muvafakatimiz yoktur” derse buna bağlanacak bir sonuç olması gerekir. Halbuki
delilin gösterilmesi dilekçede tanık delili bakımından ismen belirtmek şeklinde
gerçekleşirken tanık delilinin gösterilmesi tanıkların kimler olduğunun, isimlerinin
ve adreslerinin belirtilmesinin de sağlanması şeklinde gerçekleştirilir. Tanıkların

kimler olduğunu ve adreslerini de bildirdiğinde artık karşı taraf bunu gösteren


bundan vazgeçtiğinde muvafakat etmediğini beyan ettiğinde artık o tanıkları
mahkemeye çağırıp dinlemek durumunda olur. Dolayısıyla delillerin bildirilmesinin
dışında dilekçelerin yanı sıra aynı zamanda anlaşmazlıklı kalan meseleler
bakımından tarafın hangi delille ispat edeceğini ortaya koymak babında delilleri
göstermesi de gerekir.

Burada bizim önceki kanun döneminde kullandığımız “delillerin hasredilmesi”


kavramı da vardır ve mevcut kanunda yer almaz lakin doktrinde yer almaktadır.
Doktrinde ağırlıklı görüş dilekçede delil bildirilmesinin aynı zamanda delil
gösterilmesi olarak kabul edilmesi gerektiğidir fakat görüş sahiplerinin bir kısmı
dilekçede delillerin bildirilmesinin delillerin hasrı anlamına geldiği anlamına
gelirken diğerleri bu kadar ileri bir görüşü savunmuyor. Hasır edilmesinin de bu
anlaşmazlıklı kalan meselelerden sonra açık beyanla gerçekleşeceğini söylüyor.

Yargıtay da bir içtihadı birleştirme kararında ağırlıklı görüşe meyletmiştir ve


dolayısıyla delillerin dilekçelerde bildirilmesinin aynı zamanda gösterilmesi
anlamını ve işlevini karşıladığı görüşünü kabul ediyor.

3. Delil Sunulması: Bir diğer kavram da delil sunulmasıdır. Delil sunulması, temelde
belgesel delillerle ilgilidir ve bunu da biz 137. Maddede ön incelemeye ilişkin
düzenlemelerde görüyoruz. Burada başka bağlantılı bir madde olarak 140/5 te de
bildirilen belgesel delillerin ve belgelerin yapılan ihtara rağmen ön incelemeye
kadar ibraz edilmemiş olması durumunda veya bunların dışarıdan gelecek olması
halinde bununla ilgili bilginin verilmemiş olması halinde bu delillerden vazgeçmiş
sayılmasına karar veriliyor. Maddede geçen ibraz kelimesi delillerin sunulmasına
tekabül eder. bununla beraber belgesel deliller dışında delillerin gösterilmesiyle
bağlantılı olarak şahit listesinin verilmesi daha doğrusu şahit bilgilerinin verilmesi
(adres bilgileriyle beraber) ve yine delillerin gösterilmesi meyanında yapılmamışsa
somutlaştırılmasını da bununla beraber düşünmek mümkündür fakat bizim
kanunumuz bakımından temelde belgesel delillerin ibrazı anlamına geldiğini
söyleyebiliriz.

4. Delil İkmali: Delillerin toplanmasıyla ilgili son alt kavram da delillerin ikmalidir.
Bunu da 31. Maddede hakimin davayı aydınlatma ödevini tanzim eden düzenlemede
görüyoruz. O kuralda kanun hakime delil gösterilmesini isteme yetkisi de veriyor.
Bunun anlamı şudur: delil gösterilmesine hakim, ileri sürülmüş vakıalar bakımından

ileri sürülmüş vakıaların, delil dilekçesinde gösterilenler arasında yer almayan başka
bir delille ispat edilebileceğini değerlendiriyor ise bu durumda tarafa bazı sorular da
yönelterek ve örtülü imalarla aslında delillere ilişkin hatayı da ortaya koyarak bu
manada kanun koyucu delillerin ikmaline imkan tanıyor. Bu çerçevede 31. Maddede
bizim hukukumuz bakımından bir pozitif dayanak teşkil ediyor ki başka hukuk
sistemlerinde de davanın aydınlatılması hakim bakımından bir ödev olarak kabul
ediliyor ve bu çerçevede delillerin ikmali ve hatta geliştirilmesi de kabul ediliyor.

b. Delilerin Alınıp İncelenmesi (HMK, m.199-293)

Delillerin toplanmasının yanı sıra delillerin alınıp incelenmesi de delil ikamesinin


kapsamında yer alıyor. Delillerin alınıp incelenmesi, dermeyan edilen delillerden
bunların ihtiva ettiği bilgilerin alınması anlamına geliyor ve tabiatıyla bu da her bir
delil türü bakımından farklı işlemlerle gerçekleştirileceği için farklı anlamları da yani
alt anlamları da barındırıyor.

1. Belgesel Delillerin Mahkemece Okunması-Seyredilmesi-İşitilmesi: Belgesel


deliller bakımından belgenin niteliğine göre yazılıysa okunması, seyirlik belgeyse
seyredilmesi, işitsel belgeyle dinlenilmesi suretiyle onun ihtiva ettiği vakıaya ilişkin
bilgi ondan devşirilecek demektir.

2. Beyani Delillerin Mahkemece Dinlenilmesi ve/veya Okunması: Beyan delilleri


bakımından tanık, yemin ve duruma göre isticvaptır. Tanık delili itibarıyla tanığın
gördüğü ya da duyduğu bilginin ondan öğrenilmesi ve yine yemin verme itibarıyla
doğruluk teyidiyle o olaya ilişkin verilecek bilginin alınması bu delil kategorisinin
incelenmesine tekabül ediyor. Bir istisna olarak bilirkişi delili bakımından bilirkişi,
görüşünü olayla ilgili olarak yoruma dayalı vereceği bilgiyi sözlü olarak verebilir.
Yargılamaya çağırılarak yargılamada sözlü olarak bilgi alınabilir fakat kabul edilen
esas bilirkişinin görüşünü yazılı olarak sunmasıdır ve bu rapor bilirkişi raporu olarak
ifade ediliyor. Aynı zamanda gerektiğinde yargılamaya çağırılarak bilirkişinin
raporda belirttiği görüşleri açıklaması da imkan dahilindedir. Bu açıdan bilirkişi
raporuna atfen okunmasını da bu kapsamda bir inceleme şekli olarak kabul etmek
gerekiyor.

3. Belirti Delillerin Doğrudan veya Dolaylı Olarak Mahallen Görülmesi-


Yoklanması: Belirti delilleri bakımından ise bunların alınıp incelenmesi, ispatın
konusuna bağlı olarak belirtilerin bulunabileceği mahallin veya ispatın nesnesinin
gözlemlenmesi, yoklanması bu delilin incelenmesine tekabül ediyor.

B) Delil Değerlendirilmesi (HMK, m.198)

Delillerle ilgili bir diğer işlem kategorisi de delil değerlendirmesidir ki bu karar makamına
ilişkin deliller bakımından tesis edilen bir usuli işlem olarak ifade edilir. Bizde delil
değerlendirmesi hakim işlemidir ve delilin ispat gücüne bağlı olarak anlaşmazlıklı iddia-
savunma vakıasının vukuu veya oluşu itibarıyla hakime kanaat vermesi ve hakimin
kanaatinin, bu vakıanın olup olmadığı veya olduysa ne şekilde olduğu yönünde ortaya
çıkması/oluşması anlamına geliyor. Az önce anlattığımız delil sistemleriyle de bağlantılı
olarak farklı hukuk sistemlerinde 2 başlık altında incelenir.

a. Serbest Değerlendirme: Delil kataloğunda yer alan deliller arasında ispat gücü
itibarıyla herhangi bir sınırlama öngörülmeksizin hakimin serbestçe kanaat edindiği
değerlendirme şeklidir.

b. Bağlı Değerlendirme: Kanunda öngörülen ispat gücü dikkate alınma mecburiyeti


çerçevesinde hakimin kanaat edinmesi yaklaşımı olarak ifade edilebilir. Bizde bu
hususta kabul edilen çözüm kural olarak istisnai deliller dışında serbestçe
değerlendirileceği 198. Maddede belirtiliyor. Bu bağlamda kural serbest
değerlendirme, istisna ise kanuni delillerle bağlı kalmadır. Fakat tabiatıyla
yargılamada dermeyan edilen delillerin kapsamına bağlı olarak bu istisnanın alanı
genişleyebilir.

3. Hukuk Sistemlerinde Delil İkamesine İlişkin Alternatif Yaklaşımlar

Biz başka hukuk sistemlerinde temayüz etmiş işlevselliğiyle ortaya çıkmış hukuk
sistemlerindeki kanunlara baktığımızda delil ikamesi bakımından 3 farklı yaklaşımın
benimsendiğini tespit edebiliyoruz.

A) Mukayeseli Hukukta Delil İkamesinde Kullanılan Başlıca Modeller

a. Delillerin Taraflar ve Mahkemece Toplanıp Mahkemece İncelenmesi: Bunların


birincisi klasik yaklaşımdır yani diğer bir deyişle kıta Avrupası hukuk sisteminin
yaklaşımıdır. Bu sistemde delil ikamesinde, delillerin toplanması bakımından hem
taraf hem mahkeme birlikte hareket ediyor ve yargılamaya bu yaklaşım bakımından
delili kimin getirdiğinin bir önemi yoktur. Yani toplanmayı yargılamaya delil ithali
olarak düşünebiliriz. Burada hem taraflar hem mahkeme birlikte faaliyet gösterdiği
için taraf usuli işlemi veya mahkeme usuli işlemi olarak delillerin toplanması
gerçekleşebiliyor fakat incelemeye gelince yani delil kaynağından toplanan ispat
aracından bunun taşıdığı bilginin alınması bakımından orada mahkeme usul işlemidir
çünkü kanaat edinecek olan odur. Elbette taraflar bu faaliyete neticeten içerik onlara
dokunduğu için ikna sadedinde katkıda bulunmak durumundalar ve orada delillere
beyan şeklinde veya hakiminkinden geriye kalan bir faaliyete tekabül edecek şekilde
taraf usul işlemlerinin yer aldığını görüyoruz. Temelde mahkemece incelenmenin esas
olduğunu görüyoruz ve bu bakımdan klasik usul sisteminde delillerin doğrudanlığı
esası olarak ifade edilen, mümkün mertebede delille ilk önce hakimin temas etmesine
de hizmeten bu yaklaşımın benimsendiğini görüyoruz.

b. Delillerin Kaideten Taraflarca Toplanması ve Ortaya Çıkarılması: Burada


toplama itibarıyla tarafların usuli işlemlerinin kapsamını anlıyoruz. Toplanmaya
müteakip delillerin ortaya çıkarılması tarafların faaliyeti, tümüyle tarafların üzerinde
bir nitelik gösterdiği için mahkemece incelenmesinden bahsetmek mümkün değildir
burada ve artık taraflar şahidi kovuşturarak ve söyleterek ya da anlatıcı ve söyletici
sorgular vasıtasıyla (örn: çapraz sorgu) onun bildiği bilgiyi ortaya çıkarmaya
çalışıyorlar dolayısıyla karar makamı da basit bir şekilde ortaya çıkan bu bilgiyi
edinmekle yetiniyor ve bu itibarla orada mahkemenin incelemesi ve subuta erdirmeye
yönelik zihni de olsa bir çabası bazı ameli işlemlerle de desteklenmesi suretiyle burada
karşımıza çıkıyor. Bu yaklaşım Anglo-Amerikan yaklaşımıdır.

Burada kaideten dedik. Kamu yararına olan yargılamalar bakımından hakimin delil
dermeyanı ve o yargılamalarda örneğin şahit delili bakımından şahitleri hakimin
sorgulama yetkisi vardır fakat bu son derece istisnaidir.

c. Delillerin Kaideten Taraflarca Toplanılıp Taraflar ve Mahkemenin Müşterek


Çabasıyla İncelenmesi: Buradaki durum, taraflar delilleri yargılamaya getirdikten
sonra onun ihtiva ettiği ispati bilgileri de o ispat aracından ortaya çıkartmaya yönelik
işlemleri de hem taraflar tesis ediyor hem mahkeme tesis ediyor. Burada taraflar da

şahidi sorguluyor mahkeme de sorguluyor fakat burada öncelik mahkemenindir. Buna


karma yargılama sistemi denir ve Japon hukukunda örneğini görüyoruz ve Rus
hukukunda da benzer bir versiyonunun olduğunu söyleyebiliriz.

B) HMK’da Benimsenen Delil İkame Modeli

Bu 3 yaklaşımdan bizim hukuk sistemimizde hangisinin benimsendiği noktasına


baktığımızda bizimkisinin aslında klasik kıta Avrupası hukuk sistemini takip ettiği
görülür fakat ondan ayrıldığı yerler vardır. Hakim bakımından delillerin incelenmesinde
kıta Avrupası daha aktiften bizimkisinde kıta Avrupasındaki kadar faaliyeti bizzat
yürütme şekli görülmez diyebiliriz.

a. Delillerin Kaideten Taraflarca ve Mahkemenin Sınırlı Yardımıyla Toplanılıp


Mahkemece İncelenmesi (HMK, m.25/1,31/Son yarım c.;119,129,136/2,145;
219,222/1,266/1,288/2): Bir defa deliller, yargılamaya taraflarca getiriliyor ve bu
kuraldır. Tarafın hakimiyet alanı dışında olan deliller bakımından mahkemenin bir
yardımı olsa da bu yardım sınırlıdır. Taraf delilin kendi elinde değil dışarıda bir yerde
olduğunu bildirecek ve hakim, gerekli görürse ki bu deliller belirti ve belgesel
delillerle sınırlıdır. Belgesel deliller bakımından 3. Kişilerde bir belge bulunduğunda
hakimin bu husustaki olumlu kararıyla 3. Kişiyi belge ibraz etmeye icbar etme
şeklinde bir yardım vardır. Keza bir de bu keşif muayene bakımından da 3. Kişi
nezdinde olan yani tarafların hakimiyet alanı dışında olan mahal bakımından 3.
Kişinin hakimin kabulüyle keşfe katlanma mecburiyeti çerçevesinde bir yardımı
vardır. Temelde hakim, bu düşüncesini tarafların gösterdikleri ve iktidar
alanındakilerle sınırlıyor. Bir de keşfe kendisi tahkikat aracı olarak başvurabiliyor.

İncelenmesine gelince de burada tabiatıyla delil türleri itibarıyla beyan delillerinden


tanık ve yemin doğrudan hakimin usuli işlemiyle bunların ihtiva ettiği bilgi ortaya
çıkarılmış oluyor. Bilirkişi delili bakımından hakim buna başvurabilir ama taraf bunu
dermeyan edecektir. Delillerin incelenmesinde zihni faaliyet bakımından tarafların
beyanları hakimi ikna etme yönünde etkili olmak durumunda diyebiliriz. Özellikle
uzayan yargılama süresi içerisinde hakim değişikliğiyle birlikte iş belgelere
aksedenlerle sınırlı kalıyor ve o bakımdan tarafların, delillerin incelenmesine katkısı
beyanlarının rolü çerçevesinde artıyor. Bizim hukuk sistemimizin de kıta Avrupası
sistemiyle, karma usul sisteminin arasında bir yerde durduğunu söyleyebiliriz.

b. Delillerin İstisnai Olarak Re’sen Mahkemece Toplanılıp İncelenmesi (HMK,


m.25/2; 292): Aksi kanunda belirtilen haller var ki o durumlarda mahkeme kendisi
re’sen delil toplar ve inceler bunlar da kamu yararının ön planda olduğu davalardır.

c. Toplanan Delilin Alınıp İncelenmesinden Karşı Tarafın Muvafakatiyle


Vazgeçebilmesi (HMK, m.196)

II. HMK DELİL KATALOĞU ve KURALLARI (HMK, m.199-293)

Kanunda delillerin düzenlenişi bakımından bizde kanuni delil sistemi benimsendiği


için ispat gücüne göre yapılan ayrıma bağlı olarak kanun önce kesin delillere sonra da
takdiri delilleri şahitten başlayarak yöneliyor. Kanun kesin delillerle başlıyor fakat
kesin delillerde senet delilinin yanı sıra belgeyi de birlikte düzenliyor. Bu itibarla
belge ve senet delili kesin delillerden belgesel deliller meyanında senet bu özelliğe
sahip ama senet dışındaki belgelerde bu özellik mevcut değildir. Bununla birlikte
aradaki bağlantı nedeniyle kanun koyucu bunları birlikte düzenlemiş.

1. (Belge ve) Sened (HMK m.199)

A) Senetlerin Vasıf ve Mahiyeti

Senet de belgesel delillerin bir türüdür fakat diğer belgelerden ayrılan tarafı bunun bir
defa yazılı belge olması ve ikinci olarak da aidiyet işareti taşıması ve belgenin sadır
olduğu kişiyi göstermesidir. Bu iki unsur diğer belgelerde yer almaz ve bir de irade
beyanı unsuru vardır. İspata konu olay hakkında bir beyan içerme unsuru diğer
belgelerde de yer alabilir fakat senetlerde hukuki işlemlere tekabül eden bir yön
olduğu için bu irade beyanı özelliği daha barizdir bu itibarla 3 ama temelde 2 yönden
diğer belgelerden yani seyirlik belgeler ve işitsel belgeler ve yazılı belgeler ayrımı
içinde seyirlik ve işitsel belgelerde olmayan bu 3 özelliği ile ortaya çıkıyor.

a. Senedin Kesin Delil Vasfını Haiz Bir Belgesel Delil Oluşu:

b. Senedin Aleyhine İbraz/Celp Olunanı Bağlayıcı Yazılı İspati Bilgiyi Havi


Taşınabilir Belge Oluşu: Senedin içerdiği irade beyanı, yazılı belgenin aleyhine
celp olunduğu tarafa dair vakıa hakkında bir irade beyanıdır. Dolayısıyla bu kişinin
beyanı şeklinde ortaya çıkıyor. Diğer belgelerden farklı bir yönü olarak da aidiyet
işareti taşır.

Aidiyet işareti bakımından biz imza, mühür, parmak izi ve hatta mühre benzer
mekanik aletler önceden belirlenmek kaydıyla bunların da aidiyet işareti olarak
kullanıldığını görüyoruz. Bu bakımdan bir defa tabiatıyla imza tipik olarak aidiyet
unsurunun işaretidir. Biz imzayı BK da HMK da bu hususta elektronik imzayla
ilgili dolaylı bir düzenleme vardır. ama imzanın şekli anlamıyla ilgili BK nun
14-15. Maddelerindeki düzenlemeyi görüyoruz. İmzanın mahiyetiyle ilgili de
soyadı kanununda ismin ve soy ismin sırasıyla harflerinin kullanılmak suretiyle
imzanın kullanılacağını kanun öngörüyor. Bununla birlikte imzanın mutlaka
kişinin isim ve soy isminin harflerini aksettirmesi bir geçerlilik şartı değildir.
Kişiden sadır olması ve onun elinden çıkmış olması kaydıyla onun benimsediği
herhangi bir simge de imzaya tekabül ediyor. Fakat o tür durumlarda aynı zamanda
ismin de senette yer alması isim ve soy ismin baş harfleri kullanılarak atılan bir
imza değilse bu takdirde bir önem taşıyor ve atıf açısından sonraya matuf
incelemeye esas teşkil etmek üzere de olsa isim ve soy ismin yer alması ile
bütünleşiyor ve birlikte tamamlanıyor diyebiliriz. Temelde zaten isim de imzanın
yanı sıra belgede teamülen yer alır ve o açıdan da simgesel imzaların sorun
çıkarmadığını görüyoruz.

İmza bakımından isim soy isim bilgilerinin aksettirilmesi çerçevesinde, okuma


yazma bilgisi veya buna muktedir olma özelliği de önem taşıyor. Bu açıdan kanun
koyucu okuma yazma bildiği halde imza atamayan kişiler bakımından bunların
parmak izi veya mührünün kullanılması hususunda belgenin, noterlikçe tanzimli
veya aidiyet onaylı olması şartını arıyor ancak bu halde senet niteliği atfediyor.
Eğer bu özellikte değilse senedin taşıdığı ispat kuvveti bunlar bakımından mevcut
olmayacak demektir. O halde okuma yazma bilen fakat imza atamayan kişiler yani
imza atma kabiliyetine fiziken sahip olamayan kişiler imzanın atılması bakımından
bu yönüyle bir engel sahibi bulunan kişi bu hususta ancak noterlikçe tanzimli ve

aidiyet onaylı olması keyfiyeti bir zaruret arz ediyor (bu belgenin senet niteliği
kazanması için).

Okuma yazma bilmeyen kişiden sadır belgeler yani yazılı belgeler bakımından
burada düzenleme şeklinde olması haliyle yani düzenleme şekli noterlikçe tanzim
edilen işlemler onaylama ya da düzenleme şeklinde iki türde olabiliyor. Bu
meyanda düzenleme şeklinde olması haliyle kanun bu belgeye senet özelliği
atfediyor. Klasik anlamda okuma yazma elbette görme vasfını da gerektiriyor
dolayısıyla kişi görme engelli yani ama ise böyle bir engeli olmamakla birlikte
okuma yazma öğrenmemiş bir kişi ise yani ümmi ise bunlar bakımından da yine
bunlardan sadır bir yazılı belge ve bir senet atfetmek için bu belgenin noterlikçe
tanzim edilmiş olması önem kazanıyor. Burada noterlikçe tanzimli veya onaylı
arasındaki fark şu şekilde ifade edilebilir, onaylı olunca imza veya tarih noterin
teyidine bağlanmış oluyor fakat içerik noterlikçe düzenlenmiş değildir. İlk
bahsettiğimiz kategori bakımından yani okuma yazma bilip imza atamayan kişiler
bakımından bu yeterli denilebilir. Bu kişiler imza kullanamayıp yerine parmak izi
basıyor veya varsa mühür veya mühür yerine geçen bir alet yani bir simge basıyor
olabilir. Eğer işaret dedikleri alet de notere tasdikli ise o da aidiyet unsurunu
taşıyor kabul edilir.

Burada bir istisna vardır, eğer bir banka hesabı gibi hesap cüzdanıyla işlem yapılan
haller bakımından o hesabın açılışı sırasında yine önceden noterlikçe aidiyet onaylı
bir mühür veya parmak izi tespiti ibraz edilmek kaydıyla sonraki işlemlerde artık
noterlikçe onay veya tanzim aranmaksızın ilk baştaki işleme istinaden müteakip
işlemler bakımından kanun koyucu bir istisna öngörmüştür. Bu bakımdan sürekli
işlem yapılan durumlarda noter nezdinde işlemin tesisindeki güçlüğü aşmaya
yönelik bir kolaylık öngörülmüştür.

1.1.İsbati Bilginin Harf-Çizgi-Rakam İçeren Bir Yazılı Belgede Yeralıyor Olması

1.2.Yazılı Belgenin Aleyhine İbraz/Celp Olunanın Dahil Olduğu İspata Konu Bir
Vakıaya İlişkin İrade Beyanı İçermesi

1.3.Yazılı Belgenin Düzenleyene Atfı Kabil Bir Aidiyet İşareti (İmza-Mühür-


Parmak İzi) İçermesi (TBK, m.14,15/1,2 [5070 Sayılı E-İmza K, m.5 {HMK,
m.205/2}]; 2525 Sy. Soyadı K, m.2; HMK, m.206 )

1.3.1. Okuma-Yazma Bilen ve Fakat İmza Atamayan (Engelli) Kişiden Sadır


Yazılı Belgenin Kaideten Noterlikçe Tanzimli veya Aidiyet Onaylı Olması
Haliyle Senet Teşkil Etmesi

1.3.2. Okuma-Yazma Bilmeyen (Engelli-Engelsiz) Kişiden Sadır Yazılı Belgenin


Kaideten Noterlikçe Tanzimli Olması Halinde Sened Teşkil Etmesi

B) Senetlerin Türleri ve İsbati Değerleri

Senedin ispat değeri bakımından bir kere kesin delil olduğunu belirtmiştik.
Dolayısıyla kesin delil olması sebebiyle bunun ihtiva ettiği bilgi ispata konu vakıa
hakkında ne bilgi veriyorsa hakim onunla bağlıdır. Orada yazanların doğru olup
olmadığını inceleme veya oradan farklı bir değerlendirmeye gitme keyfiyeti mevcut
olmaksızın hakimi bağlıyor ve o konuyu ispatlanmış sayıyor. Bununla birlikte
senetlerin resmi senet ve adi senet şeklinde iki türü mevcuttur. Bu ispat değeri
bağlayıcı özellik bu senetlere karşı aksinin ileri sürülmesi itibarıyla bir farklılık ortaya
koyuyor. Bu açıdan resmi senet ve adi senet sahtelik iddiasıyla karşılaşıldığında farklı
işlemlerle uzla kavuşturulup ondan sonra ispat değeri buna göre atfediliyor.

Yargılamada deliller hakkında sahtelik iddiasında bulunulduğunda bu durum bir ön


sorun teşkil eder ve hakimin önce bu meseleyi halletmesi gerekir fakat burada da ön
sorun için kendi görev ve yetkisi dahilinde olması lazımdır. Eğer kendi görev ve
yetkisi dışında ise o zaman da bekletici sorun teşkil edeceğinden bahsetmiştik.

a. Resmi Senet

Resmi senetler bakımından ön sorun veya bekletici sorun şeklinde 2 farklı işlemle
bunun ispat değerinin ortaya çıkarılması söz konusudur. Öncelikle resmi senedin ne
olduğunu belirtelim. Resmi senet, oluşturulmasına bir resmi makamın dahil olduğu
senetlerdir. Az önce senetl hakkında söylediğimiz özelliklere ilaveten demek ki

oluşturulmasına bir resmi makamın dahli suretiyle 4. Bir unsur daha mevcut oluyor
diyebiliriz. Burada resmi makamın dahli düzenleme ya da onaylama şeklinde
gerçekleşmiş olabilir bu ikisi arasında temelde sahtelik iddiası bakımından bir fark
yoktur fakat mahiyet itibarıyla az önce onaylama ne demek düzenleme ne demek
bahsetmiştik. Buna göre unsurlar, yani sahteliği incelenecek olan unsurun kapsamı
değişiyor.

1. Resmi Senet Kategorileri (HMK, m.204/1-2,209/2, 224; TCK, m.204/3; TMK,


m.7/I):

1.1. Sahteliğine Hükmolunmuş Olmadıkça İçeriği (imza ve tarihi dahil)


Geçerli Kabul Edilip Aksine Delil İkame Olunmaksızın Doğrudan
Dikkate Alınması Gereken Resmi Belgeler: İlamlar ve noterlikçe ya da
yetkili memurca görev dahilinde re’sen tanzimli senetler bakımından bir
sahtelik iddiası, mahkemenin bu yöndeki bir kararı ile belirli hale geliyor
dolayısıyla mahkemece bu hususta bir karar verilmedikçe bunlar senet
kuvvetini muhafaza ediyor.

1.1.1. İlamlar:

1.1.2. Noterlikçe ya da Yetkili Memurca Görev Dahilinde Re’sen


Tanzimli Senetler

1.2. Aksi Sabit Olmadıkça İçeriği Geçerli Kabul Edilip Delil İkamesine Konu
Edildiğinde Tahkiken Dikkate Alınan Resmi Belgeler: Bunlar da noter
veya diğer görevlilerin onaylama senetleri ve yabancı makamlardan sadır,
konsolosluk onaylı senetlerdir. Bunlar da 2 kategoridir. Buradaki vasıf
diğerinden farklı olarak bir kere bunlar ilam değil ve ikinci olarak da diğer
kategorisi yani noterlik veya diğer resmi görevlilere bunların nezdinde
gerçekleşme yönüyle düzenleme değil onaylı olması. Düzenlemede noter
veya yetkili memur içeriğe ilişkin olarak da nezaret ediyor. Burada ise içeriğe
değil az önce bahsettiğimiz gibi tarih veya imzaya ilişkin bir tasdik yapılıyor
yani o kişiden sadır olma durumuna yönelik bir sağlama yapılıyor veya noter,
kendine yapılan başvuru tarihini onaylıyor.

1.2.1. Haricen Hazırlanılıp İmza ve Tarihi Noterlikçe veya Yetkili


Memurlarca Görevleri Dahilinde Onaylanan Senetler

1.2.2. Yabancı Makamlardan Sadır veya Oradaki TC Konsolosluk


Onaylı Senetler

2. Resmi Senetlerin İsbati Değeri (HMK, m.209,375/1-d)

2.1. İlamlar ve Düzenleme Noter Senetleri ile Diğer Kanunlarda Sahteliği


Sabit Olmadıkça Geçerli Olduğu Kabul Edilen Resmi Belgeler
Sahteliğine Hükmolunmadıkça Bağlayıcıdır

2.2. Onaylama Noter ve Yetkili Memur Senetleri ile Yabancı Senetler ve


Kanunlarda Aksi İsbat Olunana Dek Geçerli Kabul Edilen Diğer Resmi
Belgeler İçeriğinin Aksi Sabit Olana Dek Bağlayıcıdır: Buradaki sahtelik
meselesinde dikkat etmemiz gereken nokta burada “aksi sabit olmadıkça”
ibaresi geçiyor. Diğerinde sahteliğine hükmedilmiş olmadıkça diyip
mahkeme kararını arıyorken burada bir mahkeme kararından bahsetmiyor
aksinin sabit olmasını arıyor. O halde aksi bu ikinci kategoriye giren senetler
bakımından yargılamada tarafların delil dermeyanı ile bir başka kesin delille
bunların aksi ispat edilebilir ve o durumda aksi sabit olur ve bunlar delil
olarak aksi sabit olduğunda kullanılmaz ve senet vasfına haiz olmaktan çıkar.
Ama aksi ispatlanamadığında senet olarak kesin delil gücüne sahiptir. İkisi
arasında şöyle bir fark var ki ikinci kategori mahkeme huzurunda ispata konu
ediliyor ve tabiatıyla hakim bundan kanaat ediniyor ama ilkinde sahteliğe
ilişkin bir karar bakımından bu ilamlar ve noterler veya diğer görevliler
tarafından düzenlenerek senede resmiyet kazandırılmış hallerde bir sahtelik
davasının açılmasıyla hüküm alınması gerekiyor.

İlamlar veya noterler ya da diğer memurların düzenleme senetleri bakımından


üçüncü kişinin işleme nezareti ve işlemin metnine ilişkin bilgisi söz
konusudur ve bu üçüncü kişi bu delilin ikame edildiği yargılamada yer
almıyor ve dolayısıyla üçüncü kişinin dahli bulunan bir işleme ilişkin
yargılama ancak onun uzluyla yapılırsa sonuç doğurur. Bu itibarla birinci
grup meseleler bakımından bir sahtelik davasıyla aksi mahkeme kararına
bağlanmış olma özelliği önem taşır.

İkinci grup resmi belgelerde ise yargılamanın yapıldığı mahkemenin önünde


bir ispat faaliyeti çerçevesinde ispat hususunda bir zaafiyetin ortaya
çıkmamış olması yeterlidir. Bunun anlamı ise ikincisinde bir ön sorun olarak
mahkeme onları kendisi inceliyor ilkinde ise bekletici sorun yaparak o
hususta mahkemece verilecek olan karar bekleniyor. Bekletici sorun
olmasının sebebi üçüncü şahsı o ön soruna dahil ettiğinde mevcut sorunun
tarafı dışında bir tarafın da yargılamaya katılması gerekiyor ve buradaki
güçlükler nedeniyle ayrı bir sahtelik davasıyla birinci grup resmi senetler
bakımından bunların sahteliğinin mahkeme kararına bağlanmış olması
gerekiyor. O halde böyle bir durumda yargılamada bekletici sorun kararı
verme hali hakimin ihtiyarındadır. Vermediği takdirde o delili kesin delil
olarak dikkate alacaktır ama sahtelik davasında aksi bir karar çıktığında eğer
kanun yolu aşamasındaysa kanun yolunu bozmasını da teşkil edecektir ama
kanun yolundan geçtiyse de bu sefer yargılamanın iadesi suretiyle kesin delil
olarak dikkate alınan resmi senedin sahteliğinin ortaya çıkardığı sarsıcı
durum artık yargılamada yeniden değerlendirilerek durum düzeltilmiş
olacaktır.

İlamlar bakımından hakimin tereddüdü halinde o ilamın istihsal edildiği


mahkemeye bildirimin sunulması mümkündür ve buna rağmen durum uzla
kavuşmayabilir ve orada da mesele bir sahtelik davasına konu olabilir ama bu
sınırlıdır.

Sahteliğin ileri sürülmesi iki şekilde olabilir:

3. Resmi Senet Yazı ve İmza İnkarının Sahtelik Davasıyla Dermeyanı (HMK,


m.208/4,214; TCK, m.209/2): Yazının inkarı içeriğe ilişkin, içeriğin kendisinden
sadır olmadığına ilişkin bir inkar (yani sahtelik iddiası), imzanın inkarı ise
senetteki yazı başka bir belge tanzimi sırasında o kişiden sadır olsa bile imzanın o
kişiye, o kişinin kendisine ait olmadığı yönündeki sahtelik iddiasıdır ve genellikle
kopyalama şeklinde yapılır. Yazı itibarıyla kişinin oluşturduğu bir belgeye onun
imzasını taklit ederek başka birinin imzasının yapıştırılmış olmasıdır hatta pek çok
halde de o kişinin başka bir belgedeki imzasının kopyalanması suretiyle olur ve o
meyanda imza inkarı aslında içeriğin de kendisinden sadır olmadığını yani metin
olarak kendisi yazsa bile aslında öyle bir iradesi olmadığını ortaya koyma
bakımından işlemin tümüne yönelik bir reddi içeriyor. Bununla beraber yapılacak
inceleme bakımından imza inkarında sadece imzanın inkarının incelenmesi
yeterliyken yazının inkarında içeriğe ilişkin de resmiyet kazandıran makamın-

noterin-görevlinin eşliğinin vaki olmadığı veya onun beyan ettiği şekilde


gerçekleşmediği biçiminde olabilir ve bu bakımdan resmi senetlerde genellikle
vekaleten feshedilen işlemlerde sahte vekaletnameyle işlem tesis edildiğinde
imzayı atan kişi vekildir fakat asili temsil yetkisi yoktur, bu itibarla içerikle ilgili
aidiyet reddi irade beyanının mevcut olmadığı şekline yoğunlaşıyor.

4. Şüpheli Resmi Senetlerde Mahkemece Merciinden Açıklama İstenebilmesi


(HMK, m.204/3)

b. Adi Senet ve İsbati Değeri:

Adi senetler bakımından ve resmi senetler bakımından bunların ispat gücü arasında
bir fark yoktur ama ileri sürülen sahtelik iddiasındaki süreç farklılığı çerçevesinde
yargılamadaki etkisi farklılık gösteriyor. Adi senet, resmi senedin az önce
bahsettiğimiz özelliğini (4. Özellik olarak eklenmiş olan) resmi makamın araya
girmesi keyfiyetini içermeyen senettir. Bu senetler yargılamada ispat gücünü ortaya
koyarken inkar edilmemiş olması veya inkar edilmiş olmakla birlikte bunun
mahkemece reddedilmiş olması halinde kesin delil etkisi ortaya çıkıyor. İnkar
edilmediği takdirde herhangi bir ön sorun meydana gelmeksizin senedin ihtiva ettiği
bilgi doğrultusunda hakim, bunu kanaatine temel alacak demektir ama eğer inkar
söz konusuysa bu takdirde burada da ön sorun mahiyetinde bu inkarın yöneldiği
unsur üzerinde yapılacak incelemeye bağlı olarak mahkeme bunu tarafların
huzurunda yapılacak inceleme ve bunların katılımıyla, gösterecekleri delillerle
birlikte bu hususta hakimin de re’sen başvuracağı tahkikat yöntemi ve araçları vardır
ki o çerçevede bu mesele de uzla kavuşturularak kesin delil gücüne sahip bir senet
ortada var mı yok mu belirlenmiş olsun.

Burada adi senet olduğu için sahtelik davası dolayısıyla söz konusu olmayacak.
Bununla beraber sahtelik davası ayrıca öncesinde açılmış olabilir ve bu senedin delil
olarak gösterildiği yargılama daha sonra başlamış olabilir işte bu durumda safha
itibarıyla hakim, diğer davada verilen kararı bekletici sorun yapabilir ve neticesine
göre hareket eder. burada sahtelik iddiası imza veya yazı inkarıyla ortaya çıkar ve
burada yapılacak imza incelemesi bakımından hakimin izleyeceği yol kanunda
öngörülmüştür. Önce çıplak gözle bakacak ve senedin sadır olduğu kişinin başa
hukuki işlemlerde kullandığı imzaları içeren belgeleri getirip bunlarla karşılaştıracak

ama çıplak gözle incelemede bir neticeye kavuşamadığında bilirkişi yardımıyla


gereğinde bu kişiye imza attırarak temin edilecek örneklerle birlikte bilirkişi
tarafından yapılacak değerlendirme neticesine göre imzanın bu kişiye ait olup
olmadığı veya inkar edilen yazı ise yazının bu kişiden sadır olup olmadığı, adi
senettekine nazaran resmi senetteki yazı inkarı içerik inkarının yanı sıra aynı
zamanda kendisinden sadır olmamaya tekabül ediyor ve o yönüyle farklılık
gösteriyor.

1. Resmi Bir Makam veya Memurun Dahli Olmaksızın Tanzim Olunan Senedin
Adi Oluşu

2. Adi Senetlerin Yargılamada İnkar Edilmemiş veya İnkarının Mahkemece


Reddedilmiş Olması Haliyle Bağlayıcılığı (HMK, m.205/1, 207, 208/1,209/1,
375/1-d)

3. Adi Senetlerin İnkarı için Sahtelik Davası Açılmasının Zaruri Olmayışı


(HMK, m. 207,208/3,210,211,213): Adi senet ile resmi senet arasında şöyle bir
fark var ki bu senetlerin her ikisi de senette adı geçen kişinin taraf olduğu
yargılamalarda kesin delil özelliğine sahiptir fakat üçüncü kişinin taraf olduğu bir
yargılamada bu senetler delil olarak dermeyan edildiğinde resmi senetler
bakımından içeriğindeki vakıa üçüncü kişileri de olaya göre kapsamına alabilir.
Adi senetler bakımından kanun koyucu buna belirli şartlarla cevaz veriyor bu
açıdan araya senedin tarihi itibarıyla düzenlenmiş olma keyfiyetini dışsallaştıran
bir resmi işlem tesisi veya bir noter olayı usule gelmişse bu takdirde üçüncü kişiyi
de kapsama alıyor zira bu adi senetler resmiyet kazandırma keyfiyetinden yoksun
olduğu için her zaman düzenlenilebilir. Üçüncü kişiler bakımından kendilerinin
yer almadığı bir işlem söz konusu olduğunda bu tehlikeyi ortadan kaldıracak ve bu
tehlikeyi/riski bertaraf edecek surette araya bir resmi işlem veya noterlik işleminin
bildirilmesi halinde bu senette üçüncü kişiyle ilgili bir mesele varsa o zaman
üçüncü kişiye de bu ispat etkisi teşmil edilebiliyor. Bir de fiili karine olarak imza
sahibinin vefatına değer atfedilmiş (bu hususta HMK 215. Maddeyi
okuyabilirsiniz)

3.1. Adi Senet Hakkında Sahtelik İddiasının Mahkemece Önsorun Olarak


(da) Halli

3.2. Adi Senet Sahtelik İddiasının İmza veya Yazı İnkarıyla İleri Sürülmesi

4. Adi Senetlerin Üçüncü Kişiler için Kaideten ve Ancak Tanzimi Teyid Eden Bir
Resmi Belge Tarihi veya Aksine Fiili Karine Zuhuru Tarihi İtibariyle İsbati
Değer Taşıması (HMK, m.215)

C) (Belge ve) Senet Delilinin Toplanması ve İncelenmesi

Başka bir ifadeyle ikame ne şekilde gerçekleşiyor? Delil ikamesi meyanında senet
delilinin ikamesi, senedin toplanması ve incelenmesine tekabül ediyor.

a. Toplanması

1. Elde Bulunanların Dilekçe Teatisi Sırasında Dilekçe Ekinde veya En geç


Öninceleme Celsesinde İkmalen Mahkemeye Sunulması (HMK, m.121, 129/2,
136/2,199): Toplama bakımından, senet eldeyse bunların dilekçe teatisi sırasında
dilekçe ekinde veya en geç ön inceleme celsesinde mahkemeye sunulması gerekiyor.
Bu hususta bir ihtarat da davacı bakımından tensip zaptında ve davalı bakımından ön
incelemeye hazırlık zaptında tarafa bildirimde bulunulduğu gibi ön inceleme duruşma
davetiyesinde de bu hususta bir içerik vardır işte bu bakımdan bu ikaza rağmen
kanun, belgenin ibraz edilmemiş olmasına o delile dayanmaktan vazgeçmiş olma
sonucunu bağlıyor.

2. Elde Mevcut Olmayanların Bu Durum ve Bulunduğu Yer Evvelce Mahkemeye


Bildirilmiş Olmak Kaydıyla Mahkeme Yardımıyla Tahkikat Öncesinde
Dışarıdan Celbi: Senet kişinin kendi hakimiyet alanında değilse o zaman bunun
nerede olduğunu belirtmesi gerekiyor yani kişi belgeye delil olarak dayanmış ama
belge kendi elinde değil o yüzden dilekçe teatisinde veya ön incelemede belge ibraz
edilemiyor bu takdirde bulunduğu yeri bildirmesi ve bu belgenin mahiyeti hakkında
mahkemeye bilgi vermesi lazım işte böyle bir durumda az önce delil ikamesinde
tarafa sınırlı yardımdan da bahsetmiştik, tahkikat incelemesinde mahkeme ön
inceleme duruşmasında eğer resmi makam nezdindeyse öncesinde müzekkere ile celp
edilerek bu belge temin edilecektir fakat belge, resmi makam dışında bir üçüncü

kişideyse belge ibrazı mecburiyetine ilişkin düzenlemeler 219-221. Maddeler


çerçevesinde bu üçüncü kişiye belge ibraz kararının tebliği ile belgenin yargılamaya
celbi sağlanacaktır.

Bu arada üçüncü kişi böyle bir belgenin kendi elinde olmadığını ileri sürdüğü
takdirde elbette ilgili taraf bakımından bunun aksini ortaya koyacak bir delil ibrazı
kural olarak söz konusu olmayacaktır ve sonuçsuz kalacaktır fakat burada kaybolmuş
olduğuna ve elinde olmadığına ilişkin bir yemin teyidi imkanı ile desteklenebilir ama
bundan kaçınma halinde üçüncü kişiye, yargılamanın tarafı olmadığı için aleyhine
sonuç çıkartma olmasa bile disiplin yaptırımı mahiyetinde bir işlem tesisi söz konusu
olabilir. O halde demek ki senet, üçüncü kişi elinde ise bu üçüncü kişinin
mahkemenin verdiği ibraz kararı üzerine buna verdiği tepkiye bağlı olarak bu delil de
toplanmış olacak veya olmayacaktır.

2.1. Resmi Makam ve Mercilerden Celp Kararıyla Celp (HMK, m.195)

2.2. Karşı Taraf ve 3. Kişilerden İbraz-Teslim Kararıyla Celb (HMK,


m.219-221)

b. İncelenmesi (HMK, m.218)

Senet delilinin incelenmesi bir güçlük arzetmez ve bu da tahkikatta usule ilişkin


meseleler dışında burada mahkemenin tahkikatta senedi eğer kendi yargı çevresinde
bir üçüncü kişideyse eğer zaten bizzat celp edilmiş olacak ve tarafın elindeyse de taraf
sunmuş olacaktır. Hakim incelemesi güçlük arzetmez, onun içerdiği ispata konu vakıa
hakkındaki bilgi okunarak tutanağa bağlanmak suretiyle bu delil incelenmiş olur ve
tarafların da beyanı alınıp tutanağa geçirilir.

1. Doğrudan veya İstinabe ile Hakim Marifetiyle Mahkemede İnceleme: Fakat eğer
kendi yargı çevresi dışındaysa bu takdirde istinabe yoluyla inceleme gerekiyor ve
istinabe mahkemesine bu hususta bir müzekkere gönderilerek (o belgenin celbi de bu
kapsamda yer alabilir) incelenmesi o istinabe mahkemesindeki hakim marifetiyle
tutanağa bağlanmış haldeki belgeyle birlikte gönderilir çünkü bazı hallerde doğrudan

belgenin hüküm mahkemesine intikalinin sağlanması dışında bu cesametli (büyük) bir


belge ise yani hacmen kapsamlıysa ve getirilmesi zorsa bazı kanuni engeller de
olabilir, böyle bir durumda istinabe mahkemesi tarafından incelenip tutanağa
bağlanan haliyle yani onun içerdiği bilgi hülasası netice itibarıyla hüküm
mahkemesine intikal ettirilir ve bu surette ispata konu olan bilgi değerlendirilir.

2. Mahallinde Bilirkişi Marifeti veya Refakatiyle İnceleme: Bu hususta bazı belgeler


bakımından senette istisnai haller bakımından söz konusu edilebilir, bilirkişi de bu
incelemede eşlik edebilir ve eşlik etmesi gerekebilir. Bu senetler bakımından
belgelerde ve özellikle kişisel yani seyirsel belgelerde yorum yönünde çözümleme
yönüyle bilirkişi yardımı gerekir ama yazılı belgede yani senet vasfındaki unsurları
içeren belgede bu daha ziyade kroki-şekil-rakam hakimin bilgisi dışında kalacağı için
teknik bilgiyle okunması söz konusu olabilir. Bunlar bakımından incelemede bilirkişi
de bu süreçte yer alabilir.

Senet deliline ilişkin kuralları bu şekilde görmüş olduk. Bu konuda ikinci olarak
bahsedeceğimiz husus ticari defterlerdir:

2. Ticari Defter (HMK, m.222): Delil kataloğunda belge ve senede ilişkin kurallar
arasında senetler arasında değil ama belgeler arasında örtülü olarak tanımlanmıştır
diyebiliriz. 222. Maddede ticari defterlerin delil vasfı özel olarak düzenlenmiş
durumdadır.

Bu ticari defterin belge ve senet delili arasındaki yeri bakımından özellikleri az önce
bahsettiğimiz senet unsurlarını taşımıyor, senet unsurlarından bazılarını taşıyor fakat
aidiyet unsuru olan imza ve diğer aidiyet unsurları ticari defterlerde yer almaz ve ayrıca
daha önemlisi burada senette aleyhine celp olunan tarafa atfedilen bir irade beyanı
özelliği mevcut değildir çünkü ticari defterlerde ticari defteri düzenleyenin kendisinin
işleme özelliği vardır yani deftere kendisi bu işlemle ilgili durum hakkındaki kaydı
derç ediyor (kaydediyor).

A) Ticari Defterlerin Belgesel Delil Vasfı

a. Tacirler Arasındaki Ticari Dava ve İşlerde Senetle İspata Tabi Konularda


Tarafların Kendisinin ya da Karşı Tarafın Ticari Defterlerine Dayanabilmesi
(HMK, m.222/1-3): Bir defa ticari defterler, tacirler arasındaki ticari dava ve ticari
işlerde senetle ispat mecburiyeti olan hukuki işlemler bakımından delil olarak
dermeyan edilebilir oysa diğer yargılamalarda bunu ispat aracı olarak görmüyoruz.
Burada bunların ispat aracı olarak kabul edilmesinin sebebi tacirlerin defter tutma
mecburiyetidir dolayısıyla tacirler ticari işletmeyle ilgili alışverişlerini
karneleştirmek durumdadır işte bu açıdan ticari defterler, bunların hukuki
işlemlerine delalet özelliği taşır.

b. Ticari Defterlerin Tacirlerin Ticari İşletmeye İlişkin Akdi Borç İlişkisi


İhtilaflarının Halline Münhasır Özel Bir Belgesel Delil Oluşu: Bu ticari defterin
belge ve senet delili arasındaki yeri bakımından özellikleri az önce bahsettiğimiz
senet unsurlarını taşımıyor, senet unsurlarından bazılarını taşıyor fakat aidiyet
unsuru olan imza ve diğer aidiyet unsurları ticari defterlerde yer almaz ve ayrıca
daha önemlisi burada senette aleyhine celp olunan tarafa atfedilen bir irade beyanı
özelliği mevcut değildir çünkü ticari defterlerde ticari defteri düzenleyenin
kendisinin işleme özelliği vardır yani deftere kendisi bu işlemle ilgili durum
hakkındaki kaydı derç ediyor (kaydediyor).

1. Ticari İşletmelerin Defter Tutma ve Hukuki İşlemlerden Doğan Alacak-Borç


Kayıtlarını Ticari Defterlere Kaydetme Mecburiyeti (TTK, m.64/1,3)

2. Senetle İspat Mecburiyeti Kuralının Tacirler Bakımından Gevşetilmiş Olması

B) Ticari Defterlerin İspat Değeri ve Şartları


a. Ticari Defterlerin Kanunen Muayyen Şartlarla Senetten Başka Bir Diğer Kesin
Delil Hükmünde Olması (222/3-İlk cümle [son yarım c]): Dolayısıyla senetlerden
farklıdır ama diğer belgeler arasında belgesel delil olma özelliği taşıyor. Tacirler
arasında bahsettiğimiz meseleler bakımından eğer kanunen öngörülmüş olan şartlara
haizse kesin delil işlevi görüyor. Şimdi ise bu şartların ne olduğunu inceleyelim:

1. Tacirlerin Usulüne Göre Tutulup Açılış-Kapanış Onaylı ve Birbirini


Doğrulayan Ticari Defterlerinin Aksi Sabit Olmadıkça Kendi Lehine Delil
Teşkil Etmesi: Usulüne uygun tutulmuş olması Vergi Usul Kanunu (VUK)
hükümlerine uygun surette o hukuki işlemleri kaydetmesi anlamına gelir. Bir de
zamanla ilgili bir sınır da vardır ki 10 günlük ve 45 günlük bir azami süre
içerisinde bunların deftere geçilmiş olması gerekiyor.

İkinci olarak bu defterlerin takvim yılı itibarıyla tutulması esastır fakat buradaki
takvim yılı, mali yıl itibarıyla açılış ve kapanış onayı noterlere yaptırılıyor ve o
durumda takvim yılından farklılık gösterebiliyor.

Açılış ve kapanış onayına haiz olması lazım. Açılış onayı o mali yıl başı itibarıyla
henüz hukuki işlemler tesis edilmeden o başlangıç itibarıyla notere kaç yapraklı
olduğu ve her bir sayfasına noterlik mührü basılarak tespit edilerek tasdikletiliyor.
Mali yılın sonunda da (mart veya haziran olması lazım bu detayı hatırlamamış
hocamız) kapanış onayının da notere bu mali yılın tamamlanmasına müteakip
yaptırılması gerekiyor. Noter yine o defterde nereye kadar yazılmışsa, yazılmış
olan kısmın sonuna kapanış onayı konuyor. Bunun anlamı ise zaman olarak
sonradan deftere bir kayıt derç edilmesinin önünü kapatmaya yönelik bir tedbirdir.
Bu iki şartın dışında karşılıklı olarak iki tarafın da tacir olduğu bir yargılamada
diğer tarafın defterindekindekiyle delil olarak defterine dayanan tacirin
defterindeki kaydın birbirini tutması gerekiyor. Bu haliyle kendi lehine delil teşkil
ediyor. Burada karşı tarafın defterinde bir delil yoksa veya karşı taraf, ibrazdan
kaçınmışsa usulüne uygun olarak defteri tutmuş olması yeterliyken, karşı tarafa
böyle bir durumda başka bir kesin delil ortaya koyma şansı tanınıyor ve bu karşı
delil dermeyan edilmiş olmadıkça ticari defterdeki kayıt kesin delil olarak bu
deftere dayanan kişinin iddiasını ispat açısından yeterli bir delil teşkil ediyor.

1.1. Karşı Tarafın Kendisininkini İbrazdan Kaçınması ve Usulüne Uygun


Tutulmuş Açılış-Kapanış Onaylı Ticari Defterinde Aksine Kayıt
Bulunmaması

1.2. Ticari Defterdeki Kaydın Aksinin Bir Kesin Delille Sabit Olmaması

2. Usulüne Uygun Olsun Olmasın Karşı Taraf Lehine Kayıt İçeren Ticari
Defterlerinin Tacir Aleyhine Delil Teşkil Etmesi: Bahsettiğimiz şartlar tahakkuk
etmiş değilse yani defterin usulüne uygun açılış ve kapanış olayları usulüne uygun
gerçekleştirilmemişse böyle bir defterde de bu defa karşı tarafın lehine, bu defteri
tutan kişinin aleyhine olabilecek olan kayıtlar delil olarak dikkate alınıyor. Az önce
bahsettiğimiz kendi lehine ve kendi defterine, kendi iddiasını ispaten dayanması
durumunda kanunun öngördüğü o şartların tahakkuk etmiş olması lazımdır. Neydi
bu şartlar? Usulüne uygun tutulacak, açılış-kapanış onaylı olacak, karşı taraf
ibrazdan kaçınmış veya onun usulüne uygun defterinde aksine bir kayıt
bulunmamış olacaktır. Bu ikisi dışında karşı tarafa kanun koyucu, aksini ispata
cevaz veriyor fakat bir kesin delille bu imkanı tanıyor ve zaten bu ticari deftere
kesin delil özelliği atfetmemizin nedeni de aksinin kesin delille ortaya
konulabilmesidir dolayısıyla bu delilin kıymetini de kanun koyucunun atfettiği
kesinliği bize gösteriyor.

b. Tacir Olmayan Bir Tarafın Senetle İspata Tabi Konularda Tacir Karşı Tarafın
Hasren Ticari Defterlerine Dayanabilmesi (HMK, m.222/5): Taraflardan sadece
birinin tacir olması halinde, tacir olmayan kişinin karşı tarafın defterine dayanması
halinde ise karşı tarafın defterine kendi iddiasını ispaten, tacir olmayan kişi delil
olarak dayandığında artık onun defterinden çıkan kaydı kendi iddiasının akıbetine
bağlamış oluyor. Böyle bir durumu genellikle başka bir delilin olmadığı hallerde
görüyoruz. Böyle bir delil dermeyanı halinde karşı taraf defteri ibrazdan kaçınırsa o
zaman elbette bu deftere dayanan ve tacir olmayan kişinin iddiası ispat edilmiş
sayılacaktır. Yahut karşı taraf defteri ibraz etti ve defter de tarafın iddiasını teyit
ediyor ise o takdirde zaten iddia ispat edilmiş oluyor.

C) Ticari Defter Delilinin Toplanması ve İncelenmesi

Ticari defter delilleri tabi ki özellik arzeden belgelerdir, bu itibarla içerdiği bilgilerin
hakim tarafından okunup anlaşılması pek çok halde mümkün değildir ve bu yüzden bir
uzman yardımıyla bu deliller incelenir fakat öncelikle toplanması nasıl oluyor ondan
bahsedelim.

a. Ticari Defterlerin Mahkemeye İbrazı ve Teslimi

Ticari defterlerin celbi, tarafa ibrazı hususunda ikazı da içeren bir mehil verilerek
oluyor bir de TTK da defterin ibrazı dışında teslimine ilişkin olarak da bir düzenleme
var. Miras ve mal ortaklığı veya şirket tasfiyesi halinde defterlerin mahkemeye teslim
edilmesi gerekiyor. Bu ihtimalde şirket faaliyet halinde değil veya şirket hissedarı
olan murisin vefatı nedeniyle zaten hissesi tasfiye edilecek dolayısıyla ticari defterler
mahkemeye kün halde teslim edilmek suretiyle bu ihtimalde ticari defterler
celbedilecek demektir. Diğer ihtimal ise ibraz kararı çerçevesindeki durum
bakımından mahkemeye bilirkişi incelemesi için bir gün de verilerek o günün defteri
mahkemeye getirilir bilirkişiye gösterilmesi çerçevesinde ve ilgili kısımlardan birer
suret çıkarılıp (fotokopi) onların incelemeye tabi tutulması ve dolayısıyla defterleri
ibraz halinde mahkemeye teslim işlemi tesis edilmiş olmaz, aslının götürülüp suret
çıkarılıp orada yer alınmak suretiyle çıkarılan suret üzerinden işlem yapılmak üzere
defter toplanmış olur.

1. Taraflarca veya Mahkemece Resen Delil İkamesi Çerçevesinde Ticari


Defterlerin Belge İbraz Mecburiyeti Hükümlerine Tebaen Mahkemeye İbrazı
ve İlgili Kısımların Tasdikli Suretinin Sunulması (HMK, m.220/3, 222/1)

2. Miras veya Mal-ortaklığına ya da Şirket Tasfiyesinde Ticari Defterlerin


Mahkemeye Teslimi (TTK, m.85)

b. Ticari Defterlerin İncelenmesi (HMK, m. 218, TTK, m. 84, 85)

Defterin incelenmesinde artık orada senetle ispat mecburiyeti bulunan işlem kaydı
genellikle bilirkişi tarafından incelenip okunarak usulüne uygun tutulmuş mu ya da
tutulmamış mı ve gerekli şartlar var mı yok mu bakılır. İkincisi ise kayıt ne bilgi
ihtiva ediyor bunlar açıklanıp bir rapora bağlanarak mahkemeye bu hususta ticari
defter incelenmesinden çıkan sonuç bildirilir. Burada bilirkişi delili ile ticari defter
veya belgesel delil iç içe geçmiş oluyor fakat bunun başka örneklerinden de bahsettik
(belirti delillerinin toplanmasında keşfe hakim refakatinde bilirkişinin de iştirak
etmesi durumunda da böyle bir özellik var demiştik).

Buradaki incelemeye diğer delil incelemelerinde de olduğu gibi taraflar da katılır.


Tarafların katılımı burada ibraz halinde suret çıkarılmasına nezaret etme şeklinde olur.
Burada tabi ki ticari sır niteliğindeki bilgiler de olduğu için sadece ilgili kısımların
suret olarak çıkarılıp bilirkişiye örnekleri teslim edilir. Tarafın ihtiva ettiği başkaca
kayıtlar çerçevesinde örnek alması engellenebilir. Daha sonrasında bilirkişinin
yorumuna karşı beyanda bulunmak suretiyle taraf incelemeye katılmış olur. Teslim
suretiyle ticari delillerin toplanmasında defterin ibrazı yani gösterilip geri alınması
değil defterin teslimi özelliği vardır yani burada ticari sır içerip içermeme durumu
daha çok önem taşıyor.

1. Doğrudan veya İstinabe ile Hakim Marifetiyle Mahkemede İnceleme

2. Mahallinde Bilirkişi Marifeti veya Refakatiyle İnceleme

3. İncelemeye Tarafların Katılımı

c. Ticari Defterleri Mahkemeye İbraz veya Teslim Etmeme ya da İnceletmemenin


Sonuçları (HMK, m.218/2, 220/3, 222/5; TTK, m.83)

Defterlerin teslim kararı veya ibraz kararına uyulmaması halinde, aleyhe sonuç
çıkarma şeklinde bir yaptırım vardır. Tabi ki bu uygulama meşru bir sebebe
dayanıyorsa yaptırım söz konusu olmaz. Genellikle kaybolduğu, bulunamadığı ve

zayi olduğunun ileri sürülmesi vaki olur fakat o durumda zayi belgesinin ibraz
edilmiş olması gerekir.

Eğer ibrazdan meşru bir sebep yokken kaçınılmış ise aleyhe sonuç çıkarılmasının
anlamı, bu deftere dayanan kişinin iddiasının ispat edilmiş sayılmasıdır. Başka
delillerle birlikte mesele farklılaşabilir ama tek delil ise az önce belirttiğimiz sonuç
doğuyor.

Bir de mahallinde inceleme de söz konusu olabilir. Az önce istinabeden bahsetmiştik.


Eğer ticari defterler, mahkemeye celbine imkan vermeyecek şekilde cesametliyse o
zaman mahallinde incelenir. Eğer aynı yargı çevresi içindeyse bilirkişinin
yetkilendirilmesi suretiyle olur. Bilirkişinin mahalle giderek orada defteri taraflarla
birlikte incelemesi söz konusudur. Eğer yargı çevresi dışındaysa istinabe
mahkemesine ibrazıyla ve bu takdirde oraya tarafların katılımıyla söz konusu olur
fakat istinabe suretiyle olduğunda da yine mahkemede bizzat değil o yargı çevresi
içerisindeki mahkemenin binası dışında ilgilinin mahalline gidilerek de bu defa o
mahkeme tarafından bilirkişi yetkilendirilerek bu işlemin gerçekleştirilmesi
gerekebilir. Böyle bir durumda mahallinde incelemelerde bu incelemeye taraflardan
ya da üçüncü kişilerden engel olanlar olabilir. Bunların disiplin para cezasına
mahkum edilmesi söz konusudur ve böyle bir durumda incelemenin temini açısından
zora da başvurulabilir yani kolluk yardımıyla engel olan kişilerin direnci kırılarak
inceleme gerçekleştirilebilir.

1. Meşru Sebeple İbraz Olunamadığında Mahkemece Teklif Olunan Yeminin


Reddi Halinde ve Meşru Sebepsiz Kaçınıldığında Aleyhe Sonuç Çıkarılabilmesi

2. Ticari Defterine Hasren Dayanılan Tarafın İbrazdan Kaçınmasında Karşı


Taraf İddiasının İspat Olunmuş Sayılması

3. Mahallinde İnceleme Kararının Uygulanmasına Engel Olanların Disiplin Para


Cezasına Mahkum Edilmesi ve İncelemenin Zor Kullanılarak Yapılabilmesi

3. Yemin

Yemin deliline delil olarak kataloglarında yer vermeyen ülkelerden beyani deliller
kısmında bahsetmiştik ve onların yemin delili yerine isticvabı ikame ettiklerini
söylemiştik.

A) Yeminin Vasıf ve Kıymeti (HMK, m.225,226, 229)

a. Yeminin İspatın Konusunun Vukuunu Maneviyat Teyitli Beyanla Karşı Tarafa


Doğrulatmaya Matuf Bir Taraf Usuli İşlemi Oluşu: Yemin delili, beyan delilleri
arasında yer alır ve tabiatıyla bu biraz önce de bahsettiğimiz ihdas, tarafın ispata
konu mesele hakkında doğruluk teyidiyle verdiği bilgi anlamına geliyor o yüzden
tarafın verdiği bilgi bu olayı doğrudan temsil eden bir bilgidir diyemeyiz. Tanığın
verdiği görme veya duyma suretiyle olaya ilişkin bilgiden farklı olarak yeminde,
taraf o olay hakkında kendi tecrübesini aktarmak durumundadır ama bu verdiği
bilginin doğruluğuna ilişkin bir teyitle desteklemek suretiyle kanun buna delil
özelliği atfediyor.

b. Taraflarca Getirilme İlkesine Tabi Davalarda Son Çare Olarak Yemine


Başvurulabilmesi: Burada doğruluğa ilişkin teyit, maneviyata vurgu yapan bir
formülasyon çerçevesinde karşı tarafın da bu delil dışındaki başka bir ispat aracına
başvurma imkanının olmadığı hallerde karşı tarafın iddiasını ispat bakımından son
çare olarak bu delil dermeyanından çıkan sonuca katlanmak dışında yapacağı başka
bir şey olmadığı da ispat külfeti kuralları çerçevesinde benzer surette hakimin karar
verme mecburiyetiyle bağlantılı olarak bunun da delil kataloğunda yer aldığını
görüyoruz.

Yemin delili bakımından taraflarca getirilme ilkesine tabi olan yargılamalarla sınırlı
olarak buna başvurulduğunu görüyoruz. Re’sen araştırmaya konu yargılamalarda
yine ispat külfeti var. Re’sen araştırmaya tabi yargılamalarda hakimin, tarafların

ikrarıyla da bağlı olmaması dolayısıyla tarafın kabulü o vakıanın oluşu hakkındaki


beyanı benzer surette yeminin de cari olmaması sonucunu ortaya koyuyor.

c. Teklif Olunan Tarafın Meşru Sebepsiz Kaçınması veya Davete İcabet Etmemesi
Halinde Yemine Konu Vakıanın İkrarlı Sayılması ve Yemin Etmesi Halinde
İspatsız Sayılması:

B) Yemin Delilinin Alınma ve İncelenmesi (HMK, m.227,228,230-239)

Yemin delili genellikle yargılamada son çare olarak devreye sokulan bir ispat aracıdır
bu yüzden bunun incelenmesi yani alınması bir hususiyet arzediyor.

a. Yemin Teklif Edecek Tarafın Delil Olarak Yemine Dayanmış Olması

Bir defa bu delilin ikamesinde yemin teklif edecek tarafın delil olarak yemine
dayanmış olması gerekir bu meyanda dilekçelerde yemin delilini deliller arasında
belirtmesi gerekiyor.

Yeminin toplanmasına ilişkin şöyle bir özellik de var, bir defa davacı veya davalı
dilekçesinde belirtecek demiştik ama davalı bakımından yeminin dilekçede
belirtilmesi özellik arzediyor şöyle ki davalı, karşı delil sadedinde de karşı ispat
sadedinde de delil dermeyan edebilir. Karşı ispat çerçevesinde delil gösterecek ise o
zaman ispat külfetini üzerine almış olmaz dolayısıyla ispat külfetinin kendisine ait
olmadığı bir hususta davalının yemin deliline dayanması söz konusu değildir. Aynısı
davalının olumlu savunmada bulunduğu hallerde yani ilave vakıa yani “davacının
iddialarının şöyle veya böyle olup olmadığı dışında ayrıca şunların da olduğu”
şeklindeki vakıasına karşı da bu defa ispat külfeti ondadır kural olarak davacı karşı
ispat sadedinde olacağı için yemin deliline dayanamaz.

1. Yeminin Dava-Cevap Dilekçelerinde veya Bazı Hallerde İkinci Dilekçelerde


Delil Meyanında Bildirilmiş Olması (YİBK, E.2015/2, K.2017/103.03.2017
[RG:17.06.2017/30099])

2. Mutlak veya Nispi Resen Araştırma İlkesine Tabi Davalarda Yemine


Dayanılamaması

3. Karşı İsbat Sadedinde Yemine Dayanılamaması

b. Tek Delilde Doğrudan ve Çok Delilde Non-Likit Durumunda Hakimin Yemini


İsbat Külfetli Tarafın Hasmına Tevcihi: Sadece yemin delili mevcut ise bizzarur
(zorunlulukla) zaten o yemin deliline dayalı olarak ispat külfetini taşıyan taraf karşı
tarafın yemininin sonuçlarına maruz bulunuyor. İspat külfetini taşıyan tarafın elinde
bir delil yok, böyle bir durumda karşı tarafın yeminine yönelik olarak kendi
iddiasının sonucunu bağlamış oluyor. Eğer ispat külfetini taşıyan tarafın elinde
başka deliller varsa bu delillerden mahkemeyi ikna yönünde veya hakimi de subut
bakımından kanaat yönünde bir sonuç alınamaması halinde yemin delilinin devreye
sokulması gerekiyor. Böyle bir durumda tabi ki hakim non-likit durumda yemin
teklifini yöneltmelidir.

c. Yemin Teklif Olunanın Yemini Kural Olarak Karşı Tarafa İade Edebilmesi:
Kendisine yemin tevcih edilen tarafın burada takınabileceği iki farklı tutum vardır:
bu yemini eda etmeyi kabul edebilir veya yemini karşı tarafa iade edebilir ki buna
yeminin nakli denir ve bunun anlamı da “ben yemin etmiyorum o etsin, ben
neticesine razıyım”.

d. Yeminin Asıl veya İstinabe Mahkemesinde Hakim Huzurunda Edası: elbette


tarafın kendi çevresindeki vakıalar bakımından anlamlıdır yani eğer o vakıanın
mahalli yeminin iade edildiği tarafın nezdinde söz konusu değilse yani orada
gerçekleşmiş değilse bu geçerli olmaz yani onun çevresinde gerçekleşmiş bir vakıa
özelliğine sahip olması gerekir. Yemin delili asıl veya istinabe mahkemesinde eda
edilebilir.

e. Tarafın Yemin Formülünü Yemin Altında Tekrar Edip Yemininde Sebat


Beyanı: Kişi, yeminin tevcihini kabul ettiğinde yeminin edasının bir formülü vardır.

Yemine konu olan bir mesele huzurdaysa tarafa özetlenip daha sonra kanundaki
formüle, o meselenin doğru olduğuna inandığı tüm değerler üzerine yemin edip
etmediği soruluyor ve o da bu soruya yemin ettiğini beyanla cevap verirse tutanağa
bağlanıyor ve akabinde yemininde sebat edip etmediği de sorulup eğer bir vazgeçme
söz konusu değilse bu surette yemin edası tamamlanmış oluyor. Kişi eğer yemin
ettikten sonra sebat da eder ve daha sonra yemininin aksi yönde bir delil ortaya çıkar
da kendisinin ettiği yeminin yalan olduğu öğrenilirse bu durumda TCK hükümlerine
göre yalan yere yeminin cezasına maruz kalır ve aynı zamanda bunun sabit olmasına
bağlı olarak da yargılamanın tekrarı gündeme gelir.

7. HAFTA

SUBUT DELİLLERİ -II

Bu hafta delillere devam ediyoruz, geçen hafta kesin delilleri incelemiştik. Bugün takdiri
delillere geçip onları tamamlayacağız.

II-HMK DELİL KATALOĞU ve İLGİLİ KURALLAR

4- Senetden ve Ticari Defterden Başka Belge

Kanunda belgeler senetle birlikte düzenlenmiş bulunuyor fakat geçen hafta da bahsettiğimiz
gibi belge ve üst kavram ve senet dışında ticari defterleri ve senet ve ticari defter dışındaki
diğer bilgi taşıyıcıları içeriyor. Bu bakımdan senet ve ticari defter dışında kalan belgeler
takdiri delil teşkil eder. Burada senetle ticari defterler arasındaki farklar: yazılılık özelliği
dışında, aidiyet unsuru olan imza ve benzeri unsuru belgeler içermez. Yazılılık özelliği dışında
diğer surette oluşturulmuş olan bilgi taşıyıcıları da bu manada belge olarak ispat faaliyetinde
delil olarak kullanılabiliyor.

A) Niteliksiz Belgelerin Mahiyeti ve Delil Vasfı

a. Senetden Farklılığı

1. Yazılı-Görsel-İşitsel İsbati Bilgi Taşıyan Herhangi Bir Şey Olabilmesi:


Yazılılık dışındaki bilgi taşıyıcısı vasfı bakımından görsel (örn: video kaydı)
olabilir veya bilgisayar ekran görüntüsü şeklinde yansıyan bir araç vasıtasıyla
algılanabilir hale gelen surette bir taşıyıcılık da bu manada belge kapsamında
kalıyor.

İşitsel olarak da bilgi taşıyıcılık özelliği olması mümkündür örneğin, bir bant
kaydı, ses kaydı şeklinde görüntü içermeksizin de oluşturulmuş olabilir. Bu
açıdan senetten farklı özelliği yazılılık dışındaki bir surette oluşturulmuş olması
cihetidir diyebiliriz.

2. Aleyhine Dermeyan Olunana Atfı Kabil Olmanın Yeterliliği ve Aidiyet


Unsurunun ( İmza vb) Şart Olmaması (HMK, m.202/2-son yarım c):
Senetten ikinci farkı ise aidiyet unsuru içermemesidir. Aidiyet unsuru olarak da
imza ve imza yerine kullanılan mühür, parmak izi gibi unsurları ihtiva etmemesi
senetten ikinci bir farklı yönünü gösteriyor. Burada ortak bir özellik olarak ispati
bilgi taşıma yönüyle burada bu belgeyi oluşturan kişiye atfı kabil surette bir
beyan yer alması gerekir işte bu özelliği senetle ortak yönüdür diyebiliriz.

b. Ticari Defterlerden Farklılığı

Ticari defterlere nazaran ve ticari defterlerden farkı nedir diye baktığımızda bir defa
ticari defterlerin, bildiğimiz üzere formel şekilde kanunen muayyen surette açılış/
kapanış noter onaylı surette oluşturulan bir özelliği vardı. Orada yer alan kayıtlar
kanunda gösterilen usullere göre tutulmakta idi ve dolayısıyla orada ispata ilişkin
olarak kullanılabilecek bilgiler belli bir usule göre kaydediliyor ve belgeleşiyordu işte
bu bakımdan ticari belgelerin bu resmiyet özelliği diğer belgelerden farklıdır.

1. Aleyhine Dermeyan Olunanca veya Katılımıyla Düzenlenmiş Olması

2. Tanzim Şeklinin Formal Olmasının Gerekmemesi

3. Takdiri Delil Özelliğine Sahip Olması

4. Yazılı Olmayabilmesi: Az önce senetten farklı kapsamda bahsettiğimiz belgenin


yazılı olmayabilme hususu ve görsel ya da işitsel olabilmesi benzer şekilde ticari
defterlerden de farklı bir yön oluşturur.

c. Takdiri Delil Teşkil Etmesi: Ticari defter ve senet kesin delil iken bunların dışındaki
belgelerin delil kıymeti takdiri delil teşkil eder. Bunu kanunda 202. Maddenin 2.
Fıkrasındaki belirtmeden anlıyoruz, orada kendisine gönderilen ya da verilen belgenin
delil başlangıcı teşkil edeceği öngörülmüş. Orada delil başlangıcını aslında senet

başlangıcı diye düşünebiliriz, senet olmayan ama oradaki düzenlemeyi tekrar


belirtelim “delil başlangıcı tanık deliliyle desteklenmesi halinde artık senetle ispat
mecburiyetine ilişkin yeterliliği sağlıyor” dolayısıyla delilin başlangıcı + tanık veya
diğer bir takdiri delil, kesin delile ibra edilmiş ve tamamlanmış oluyor.

Burada delil başlangıcı deyince sanki delil değilmiş gibi bir anlam çıkıyor halbuki
belgeyi kanun kendisi de delil olarak düzenleyip kabul ediyor. Orada kastedilen
aslında senet kesin deliline yönelik bir yolun ilk adımını teşkil edecek bir özellik
gösterme keyfiyetidir. Bu itibarla senet ve ticari defterden gayrı olan belgeleri, kanun
koyucunun takdiri delil olarak kabul ettiği sonucuna varmamız mümkün ve gereklidir.

B) Niteliksiz Belge Delilin Toplanması (HMK, m.121,129/2,199,216,217, 219-221, 404;


Av.K, m.2/III)

Senet ve ticari defter dışındaki belgelere niteliksiz belgeler de dememiz mümkündür.


Senet ve ticari defterlerde kanuna muayyen bir vasıf vardır işte o bakımdan onları
nitelikli belge olarak düşünmek yanlış olmaz ve onların dışındaki belgeleri de niteliksiz
belge diyebiliriz. Niteliksiz belge delillerinin toplanması bakımından nitelikli belgelerin
toplanması arasında bir farklılık yoktur ama kendi özelliği çerçevesinde ve özellikle
yazılılık dışı olma keyfiyeti itibarıyla arada bazı farklar vardır ve keza bu yazılılık
özelliği dışında da bazı nüansların bulunduğunu söyleyebiliriz.

a. Dermeyan Eden Taraf Elinde Olanların Bizzat Mahkemeye Sunulması Suretiyle:

Bir defa bu niteliksiz belgeler tarafın elindeyse bunların mahkemeye ibraz edilebilir
surette bir form olarak yargılamanın giriş aşamasında dilekçe eki meyanında
mahkemeye sunulması gerekir (ve bu beklenir).

Eğer niteliksiz belge görsel bir malzemeyse buna ilişkin video bandı ve işitsel bir
malzemeyse buna ilişkin ses bandı mahkemeye ibraz edilmelidir. Onların incelenmesi
elbette araya başkaca bir vasıta da sokularak gerçekleşecektir. Örneğin e-postalar da
bir belgedir ve e-postaları o haliyle ibraz etme imkanı yoktur fakat onların da
çıktılarını alıp mahkemeye ibrazı mümkündür. Bu daha sonra inceleme itibarıyla teyit
açısından e-posta kayıtlarını tutan sunucuların kayıtları incelenmek suretiyle teyide
muhtaç bir özellik taşır fakat toplanma açısından yargılamanın giriş safhasında tarafın

elinde bulunduğu şekliyle ve mahkemeye ibraz edilebileceği surette bunun dilekçe


ekinde mahkemeye ibrazı söz konusu olacaktır.

1. Dermeyan Eden Taraf Elinde Bidayeten Mevcuden

2. Dermeyan Edene Bilahare Karşı Tarafça Verilmiş veya Gönderilmiş Olarak

b. Karşı Taraf ve 3.Kişi Elinde Olanların Kaideten Öninceleme Aşamasında Belge


İbraz Mecburiyeti Hükümlerine Tabian Celbi Suretiyle:

Niteliksiz belgeler tarafın hakimiyet alanı dışında ve karşı tarafın hakimiyet alanında
veya 3. Bir kişide de olabilir. Bunlar bakımından bunların bulunduğu yerin
mahkemeye bildirilmesi ve oradan celbedilmesinin istenmesi için gerekli bilgi ve
masrafın verilmesi gerekir. Zaten masraf avansı delillere ilişkin olarak o meyanda
sunulduğu için karşılanmış oluyor. Mahkeme tarafın bu talebini yani bu delili ilgili
görürse ispata konu vakıaları temsil kabiliyeti açısından bu özellikte olduğunu
değerlendirirse bu delillerin bulunduğu yerden celbine ilişkin ara kararı oluşturacaktır
ve o karşı taraf elinde olanlar bakımından belge ibraz mecburiyeti hükümlerine ilişkin
bir ara kararla gerçekleşecek demektir. Zira ön incelemede delillerin sunulmasına
ilişkin işlemleri de mahkeme tesis eder. Burada ön inceleme aşaması mutlaka ön
inceleme duruşması anlamına gelmez, dilekçe teatisinin tamamlanmasıyla başlayan ve
ön inceleme duruşmasının tamamlanmasıyla biten kesit ön incelemedir işte o itibarla
bazı hallerde ön inceleme duruşması dışında ön incelemeye hazırlık tutanağına
geçecek kararlarla bahsettiğimiz ara kararlar verilmiş olur.

c. Karşı Taraf veya 3.Kişi Mahallinde Hakim veya Mahkeme Yardımcıları ya da


Avukatlar Tarafından Mahallinden Temin Suretiyle:

Diğer bir ihtimal de niteliksiz belgelerin karşı taraf ve 3. Kişi iktidar alanında
bulunduğu haller bakımından ön inceleme aşamasından sonra diğer delillerin
toplanması, beyan ve belirti delillerinin toplanması sırasında, örneğin keşif ve
muayene ve özellikle de keşif delillerinin toplanmasının icrası kapsamında da usule
geldiğini söylememiz gerekir. Keşif için gidilen karşı taraf veya 3. Kişiye ait bir iş

yerinde bilgisayar üzerinde yapılan bir araştırmada o bilgisayardaki ekran görüntüleri


ve onların örnekleri alınmak suretiyle toplanabilir. Ön inceleme aşamasından sonra da
istisnaen de olsa yargılamaya ithal edilebilir.

Bu hususta bir yol da avukat marifetiyle yani avukatların bilgi ve belge toplama
yetkisi yoluyla (avukatlık kanununda var) karşı taraf veya 3. Kişi elinde davayla ilgili
olabilecek herhangi bir belgenin avukata kural olarak gösterilmesi düzenleniyor ve
vekaletname ibrazı kaydıyla verilmesini gerektiriyor. Avukatların, yargılama
öncesinde de belge temin etmiş olmaları mümkündür işte onları ilk başta söylediğimiz
surette elinde bulunanlar meyanında dilekçesine bağlayıp verecektir. Önce girişimde
bulunulup başarılı olunamadığı ahvalde de mahkemeden duruşma öncesinde (tahkikat
duruşması öncesinde) müzekkereyle de avukat daha evvel talep edip de temin
edemediği belgenin bu defa mahkeme desteğiyle verilmesini de sağlayabilir. Bu
şekilde toplanma keyfiyeti, senet ve ticari defterlere nazaran kısmen farklı özellik
gösteriyor.

C) Sır veya İfşası Zarar Verici Bilgi İçeren Niteliksiz Belgelerin İbraz veya
Tesliminden Kaçınılabilmesi (HMK, m.221/3;Av.K, m.2/III-İkinci c.):

Karşı taraf veya 3. Kişi bakımından sır teşkil eden, kendisine ait, mesleğine ait, kişisel
olabilir veya bazı hallerde icra ettiği meslek nedeniyle bir başkasına ait sırları da kendi
nezdinde bulunduruyor olabilir işte o ihtimalde 3. Kişi pozisyonuyla kendisinden belge
temin cihetine gidilmiş olabilir. İşte bu hallerde örneğin hekimlerin veya avukatların
müvekkillerine ya da hastalarına ilişkin bilgi ve belgeleri sır olarak saklamaları ve
korumaları ayrıca müvekkil ve hastalarının izni bulunmadan ifşa etmemeleri gerekir. Bu
çerçevede bir kaçınma imtiyazına sahiplerdir.

Bahsettiğimiz belgelerin toplanması işlemleri sırasında bu belgenin nezdinde bulunduğu


karşı taraf veya 3. Kişi böyle bir özellik varsa bunların ibrazından, örnek verilmesinden
ve tesliminden kaçınabilir. Böyle bir durumda elbette belgeler o nitelikte midir, değil
midir bunun incelenmesi mahkemece yapıldıktan sonra verilecek karara uyulmadığı
takdirde buna ilişkin karşı tarafsa aleyhine sonuç çıkartma ve 3. Kişiyse disiplin para
cezasına ve emre aykırılık, itaatsizlik cezasına ilişkin yaptırımlar çerçevesinde bu
belgelerin yargılamaya teminini veya bunlardan elde edilebilecek faydanın hasıl olması
sağlanabilir.

5- Tanık (Şahid):

Kanunda takdiri deliller meyanında yeminden sonra düzenlenen ilk delil tanık delilidir.

A) Tanıklığın (Şahaded) Mahiyeti ve Delil Vasfı (HMK, m.240/1):

Tanık delili ne anlama geliyor önce bundan bahsedelim. Tanıklık, ispata konu olan vakıa
hakkında görgü veya duyum yoluyla bir bilgiye sahip olan kişinin o vakıa hakkında bilgisine
başvurulmasıdır. Burada tanıklık ve tanık delili mahiyeti açısından önem arz eden ispata konu
vakıa hakkında bir bilgiye sahip olma keyfiyetidir. Bu bilginin elde edilme şekli bakımından
görmek suretiyle (görgü şahidi de denir) veyahut bulmak suretiyle elde edilmiş olması
mümkündür.

a. İspatın Konusunu Teşkil Eden Vakıalar Hakkında Görüm veya Duyum Yoluyla
Edinilmiş Bir İspati Bilgiyi Haiz Oluş: Burada ispata konu vakıayı görmek, izlemek,
seyretmek olayın oluşu esnasında bulunmak ve duyu organlarından gözleri vasıtasıyla
bunu gözlemlemek suretiyle bilgi sahibi olmayı ifade ediyorken duyum yoluyla ispata
konu mesele hakkında bilgi sahibi olmak bakımından bir ayrım yapılmalıdır. Bir defa
orada olayın geçtiği yerde bulunup fakat gözle seyredip izleyemeyecek durumla
olmakla birlikte olaya ait oluş sırasındaki sesleri, olaya karışan kişi veya aracın sesleri
işitmek suretiyle de bilgi edinilmiş olabilir.

Duyum bakımından bir de olayın meydana geliş şeklini bir başkasından naklen
öğrenmeyi de içerir. Burada bazı hukuk sistemleri tanığın sahip olduğu ispati bilginin
bu suretle elde edilmiş olanları bakımından bunları dışlama cihetine gidiyor (Anglo-
Amerikan hukuku). Kıta Avrupası ve onları takiben bizde böyle bir yasak yoktur
elbette bunun delil değeri hakimin takdir edeceği ve o 3. Kişiye ulaşamama
bakımından buna da bir kıymet etme ve bundan mahrum kalmamaya hürmeten delil
olarak dolaylı tanıklığa cevaz verildiğini görüyoruz.

Tanığın kim olduğu ile ilgili söylememiz gereken ise bunun taraf dışındaki kişilerden
olması gerektiğidir. Anglo-Amerikan hukukunda tarafı sorgulamaya tabi tutmak
suretiyle taraf tanıklığına cevaz verilir ve ondan alınan bilgiler karar makamınca
değerlendirilir ama bizde bu kabul edilmemiştir ve Kıta Avrupasında da tanıkların
taraflar dışında olması gerekir. Tanığın bunun dışında ispata konu vakıa bakımından

bilgi verme yeteneğine sahip olması yeterlidir yani tanığın reşit olması vs gibi bir şart
yoktur bu açıdan söylenmesi gereken şeyin tanığın idrak çağında olması gerektiğidir
(bazı kaynaklarda temyiz kudretine haiziyet diye de geçer ama o hukuki işlemler
bakımından söz konusu olan temyiz kudreti anlamında değil idrak çağı kastedilir).
İdrak çağı denilen şey kişiye göre değişkenlik gösterir fakat yargısal içtihatlar
çerçevesinde ve özellikle çocuğun dinlenilmesi gereken yargılamalarda geliştirilen
içtihatlar bizim hukuk sistemimizde 10 yaştan itibaren kişinin tanık olabileceğini
gösteriyor fakat bu demek değildir ki 10 yaşın altında olan kişinin tanıklığına
başvurulamaz. Özellikle tek delilin olduğu durumlarda az önce de bahsettiğimiz gibi
kişiye göre değişeceği için hakim artık onu çağırıp dinler ve onun verdiği bilgiye göre
idrak kabiliyetini de değerlendirerek bunu kanaat edinmede kullanacaktır.

Görmeye ilişkin deliller bakımından görme engelli kişilerin tanıklığı caiz olmamakla
birlikte duymaya ilişkin deliller bakımından ise duyma engelli kişilerin tanıklığı caiz
olmayacaktır.

b. Taraftan Gayrı ve Bilgi Verme Yeteneğine Sahip Bir Kişi Olmak:

c. Takdiri Delil Oluşu: Tanık delili vasıf bakımından takdiri deliller arasında yer alıyor.
Burada bu kişi tarafların yakını da olabilir ya da tarafların etki altında kalması da
muhtemeldir ki bu durumda hakim tanığı serbestçe değerlendirir. Bazı hallerde takdiri
delil olma keyfiyeti kuvvetli olabilir ve bu olaya göre değişir ama şurası değişmez ki
bu kesin bir delil değil takdiri bir delildir. Bu kesin delil – takdiri delil ayrımı taraflarca
getirilmeye ilişkin yargılamalar bakımından önemlidir, re’sen araştırmaya tabi
yargılamalarda hakimin kanaat edinmesi açısından bağlanması yönüyle zaten böyle bir
kayıt yoktur.

B) Tanık Delilinin Toplanması (HMK, m.240/2,3, 241, 255,265):

a. Yargılamaya Giriş Dilekçelerinde Tanık Deliline Dayanılacağının Bildirilmesi:


Bir defa yargılamanın giriş aşamasındaki dava ve cevap dilekçesinde dayanılacak olan
deliller meyanında tanık delilinin de bulunduğunun bildirilmesi gerekiyor.

b. Hangi Vakıaların Tanık Deliliyle İspat Olunacağının Kaideten Önincelemeye Dek


Açıklanması ve Tanıkların Gösterilmesi: İkinci olarak delillerin bildirilmesi dışında
geçen hafta bahsettiğimiz gibi delilin gösterilmesi de gerekir. Bu delillerin
gösterilmesi ön incelemeye dek ve bazı deliller bakımından ön incelemede delil
dilekçeleri ile gerçekleşir. Bu meyanda tanık delili bakımından da kimlerin tanık
olarak dinletileceği ve hangi vakıalar hakkında tanıklık yapacağı konu itibarıyla
belirtilerek verilen tanık listesiyle tanık delilinin toplanmasında ikinci adım atılmış
olur.

c. Tanık Listesi Verilmesi veya Tanık Bildirmek Üzere Mehil İstenmesi Üzerine
Bildirilmiş Olan veya Bildirilmesi için Mehil Verilmiş Olan Tanıkların Hakimce
Dinlenilmesine Karar Verilmesi: Tanık listesi bakımından bir kayıtlama da vardır ve
bu bir defa tanzim edilebilecek (tesis edilebilecek) olan bir usuli işlem özelliği
gösteriyor. Tanık listesinin ikinci kez tanzim edilmesine ve dinlenilecek yeni tanıkların
bulunduğunun bildirilmesine izin verilmiyor. Baştan bilinmeyip sonradan ortaya çıkan
tanığın durumu ise tartışmalıdır ve bunu delillerin sonradan gösterilmesine ilişkin 145.
Madde çerçevesinde somut olaya göre hakim takdir eder.

d. Tanık Celp ve İcabet Masraflarının Dermeyan Eden Tarafça Önceden Ödenmesi:


Tanık delilinin toplanmasında üçüncü adım olarak tanıkların dinlenilmesine karar
verilmesi gerekiyor ve yine bu tanıkların hazır edilmesi açısından davetiye masrafı,
kural olarak çağrılarak dinlenilme suretiyle onların yargılamaya getirme işlemi tesis
edilmesi gerekiyor. Ayrıca tanık bakımından harcadığı zaman ve mesai kaybı
bakımından bir ücrete de tabidir. Tanık ücretinin de ödenmiş olması gerekiyor. Bunun
delil avansı meyanında mahkemeye önceden verilmesi gerekir fakat eksikse o halde
bu delilin toplanması işlemleri sırasında temin edilmiş olması gerekir.

C) Tanık Delilin Alınma Şekli (HMK, m.243; 242; 245; 246):

a. Kural Olarak Tanığın Mahkeme Huzuruna Getir(t)ilmesi: Tanık delilinin


toplanmasında dedik ki bir defa tanığın yargılamaya çağırılarak hazır edilmesi gerekir.
Burada tanığın bilgisine ilişkin, tanık listesinde bir adres de beyan edilmiş olacağı için

bu adreste tanığa bir çağrı çıkarılarak tebligat kanununa göre tanıklık yapacağı
mahkeme, gün ve saati davetiyede yer alır. Bu adres bilgisi doğru değilse yeniden
adres bildirmek üzere verilen mehil neticesinde mahkemenin de yardımı istenebilir.
Bunda başarılı olunamazsa ve taraf bu hususta gerekli işlemleri tesis etmezse o
delilden yani o tanığı dinletmekten vazgeçmiş sayılacaktır.

Burada tanıkların davetiye dışında da çağırılması mümkündür fakat arada bir fark
vardır ki davetiye dışında yani tebligat kanunundaki formel ve resmi çağrı dışında e-
postayla hatta telefonla da çağrılması mümkündür. Burada elbette bunlar işlevsel
değildir, bir defa davetiyeyle bildirilen tanığın gelme ve bilgi verme mecburiyeti
vardır ve bu ihlal edildiği takdirde ona ilişkin bazı sonuçlar da doğar. İşte bu harici
yollarla tanığın çağırılması halinde bu disiplin sonuçları geçerli değildir.

1. Tanık Listesinden Dinlenmesine Karar Verilenlerin Tanıklık için


Mahkemece Davet Olunması:

2. Çağrılan Tanıkların Kural Olarak Davete İcabet Etme ve Tanıklık Etme


Mecburiyeti:

3. Tanıkların Dinlenilme Günü Mehilen Listesiz -Davetsiz Mahkemeye


Getirilebilmesi:

b. Bazı Tanıkların Verebileceği Delilin İstisnaen Yazılı Alınabilmesi (S. Kağıdı):


Tanıktan delilin başka bir toplanma şekli de tanıktan vereceği bilginin sözlü olarak
dinlenilerek ve ona soru tebliğ edilerek alınır. Fakat kanunda istisnai hallerde bazı
tanıkların vereceği bilgilerin yazılı olarak alınmasına da cevaz veriliyor işte bu hususta
soru kağıdı denilen ve tanığın bilgisine başvurulan hususlara ilişkin davetiye ekinde
bir metin de gönderilerek o hususlarda bilgisi neyse mahkemeye bunları yazılı olarak
bildirmesi isteniyor. Burada hem toplama şekli bakımından hem alınma şekli
bakımından istisna söz konusudur. Bu istisnai olarak kullanılabilecek bir imkandır ve
üst düzey bürokrat, devlet başkanı, bakanlar gibi hem meşguliyet hem de yargılamaya
katılması birtakım spekülatif sonuçlara yol açabilecek kişiler için soru kağıdıyla
tanıklık mümkündür.

D) Tanık Delilin Alınma Usulü (HMK, m.258,259,256,263; 257, 260-262;152):

Tanıktan delil alınması aynı zamanda incelemeye de tekabül eder. Çağırılan tanığın sözlü
olarak mahkemede dinlenilmesi, soru sorulması ve cevapların alınması şeklinde oluyor.

a. Tanıktan Kural Olarak Mahkemece Doğrudan veya İstinaben Kimliği Tespit


Olunup Görevinin Önemi Hatırlatılarak Dinlenilmek Suretiyle Delil Alınması:

Kural olarak tanık mahkemede dinlenilir ama bazı davalar bakımından tanığın olay
yerinde de yani ispata konu olayın geçtiği mahalde de dinlenilmesi mümkündür veya
ispata konu vakıaya tekabül eden yerde tanık özellikle gayrimenkule ilişkin davalarda,
ayni davalarda tanıkların hem keşif bulguları toplanmak hem de o gayrimenkulle ilgili
ayni uyuşmazlık hakkında ispati bilgisi bulunan tanıkların o esnada dinlenilmesi
şeklinde ikisi birleştirilebiliyor işte o ihtimalde mahkeme dışında dinlenilir. Mahkeme
dışında dinlenilmenin bir sebebi de tanığın hasta olması ve mahkemeye gelemeyecek
durumda olması veya çok yaşlı olmasıdır işte bu çerçevede onun bulunduğu yere
gidilerek ve taraflara da haber verilerek onlardan da gelecek olan kişilerle birlikte tanık
dinlenir ve bu da istisnai olarak mahkeme dışında dinlenilmenin bir sebebi olarak
karşımıza çıkıyor.

Burada diğer bir delil alma şekli de mesafeli dinlenilmedir. Bu da teknolojik gelişmeler
çerçevesinde ses ve görüntü nakli yoluyla taraf veya 3. Kişilerin duruşmaya
katılabilmesi imkan dahilindedir.

Tanığın dinlenilmesindeki usul bakımından eğer tanık yargılama çevresi dışındaysa


istinabe yoluyla da dinlenebilmesi de mümkündür. Burada taraflar da istinabe
mahkemesinde tanığın dinlenmesine iştirak edebilir. İstinabe mahkemesi, tanığı hangi
gün dinleyeceğini taraflara tebligat yoluyla duyurur. Dava mahkemesi de istinabe
mahkemesine tanığın hangi konuda dinleneceği ve davanın mahiyetiyle ilgili belgelerden
örnek göndererek bu hususta bilgi verir.

1. Tanığın Tarafların Yüzüyle Duruşmada Dinlenilmesi:

2. Tanığın Tarafların Katılımıyla Keşif Mahallinde Dinlenilebilmesi:

3. Hasta veya Engelli Tanığın Tarafların Katılımıyla Evinde veya Hastanede


Dinlenilebilmesi:

4. Tarafların Kabulüyle Ses-Görüntü Nakli Yoluyla Mesafeli Dinlenilme (HMK,


m.149/2):

b. Tanığın Kaideten Yemin Altında İspatın Konusu Açıklanarak Bilgisi Sorulup


Sözü Kesilmeden Dinlenmesi:

Tanığın dinlenilmesi kural olarak öncesinde yemin ettirilmek suretiyle gerçekleşir.


Hangi konuda tanıklık yapacağı ve ispata konu vakıanın ne olduğu kendisine belirtilir
ve bu hususta kanunda da yer alan yemin formülü kendisine tekrar ettirilerek vereceği
bilginin doğru olmasına ilişkin manevi teyit alınır. Bundan sonra taraftan olay
hakkındaki bilgisi neyse onu anlatması beklenir, arada hakim soru da sorabilir ama
kural olarak sözü kesilmez ve biraz konu dışına çıktığında veya bazı konular eksik
kaldığında veya hakim tanığın o konudaki bilgisinin doğru olup olmadığını da
anlamaya matuf olarak arada bazı sorular da sorabilir ama kural olarak anlatma
sırasında müdahale edilmeden tanığın dinlenilmesi gerekir.

c. Tanığa Dinlenilmesi ve Hakimin Sorgusundan Sonra Taraf Avukatlarınca


Doğrudan Soru Yöneltilebilmesi:

Tanığı dinlemenin sonunda tarafların avukatlarının katkıda bulunma hak ve imkanları


vardır. Burada taraflar bakımından avukatla temsil halinde avukatları marifetiyle
onlara tanınan yetki çerçevesinde doğrudan tanığa ithafen soru yöneltilmesi
mümkündür. Tabi ki avukatın bu sorusu konuyla ilgisizse ve tacizkar ise ve
hırpalamaya yönelikse hakim buna müdahale edebilir. Taraflar bakımından, avukatla
temsili bulunmayan tarafın doğrudan soru yöneltme yetkisi yoktur o, hakime “tanığa

şu soruyu yöneltmek istiyorum” şeklindeki beyanı üzerinde hakim bunun olayla


ilgisini değerlendirerek sorunun tanığa yöneltilmesine cevaz verir veya vermez.

d. Tanığın Beyanları ve Avukatların Sorularının Mahkeme Katibi Marifetiyle


Tutanağa Bağlanması:

Tanığın anlatımları tutanağa bağlanır ve burada birebir harfi harfine bir tutanak
tanzimi söz konusu değildir. Tahkikatta duruşmanın cereyanına ilişkin olarak
bahsettiğimiz gibi hakimin sevk ve idaresinde hakimin ihdasıyla özet olarak katibe
tanığın anlattıkları yazdırılır. Eksik kalan hususlar varsa yani tanığın söylediği ve
kayda geçmeyen bir şey varsa bunu hakime bildirebilir ve bildirmesi gerekir.

E) Tanıklıktan Kaçınma / Çekinme İmtiyaz ve İstisnaları ile İmtiyaz Dermeyan Usulü

Tanıklıkla ilgili bir diğer husus da tanıklıktan kaçınma imtiyazı ve ona bağlı bazı
hususlardır. Tanığın vereceği bilgiye bağlı olarak bazen hukuk yargılaması itibarıyla
yargılamadan hasıl olacak kişi yararına karşın bundan sarfı nazar edilmesini gerektiren
daha üstün bir yarar bulunabilir ve böyle durumlar bakımından kanun koyucu tanıklıktan
kaçınma ve çekinme imtiyazları öngörmüştür.

a. Kaçınma /Çekinme İmtiyazları (HMK, m.242/1, 247-250):

Bunlar temelde 3 kategoride ifade edilebilir.

1. Aile Bağlarını Zayıflatmama İmtiyazı: En başta aileyi korumaya matufen


tanığın vereceği bilgiler eğer onun aile bağlarını zayıflatacak durumdaysa burada
bir kaçınma imtiyazının olduğu kabul ediliyor ve bu hususta 3. Dereceye kadar
yakınların hakkında tanıklık etmeme imtiyazı vardır. Hakim bunu hatırlatır ve
tabiatıyla tanık olan gösteren taraf ve hasmı bunu değerlendirerek bu olayda bu var
mı yok mu diye bakarak gösterilen tanığa itiraz etme durumu da vardır. Ve keza
tarafın aile çevresi bakımından kendisiyle ilgiliyse ve buna rağmen aile bağlarıyla
ilgili olarak bazı hususları tanık anlatırken bahsettiğimiz suretteki etkiler
doğabilecek olmasına rağmen taraf, tanığı kendisi göstermesine rağmen bunu

kabul etmiş ve göze almış olduğu surette ve yine tanık da buna muvafakat ediyorsa
bu imtiyaz kullanılmayabilir.

2. Başkası veya Kamu Menfaatine Kanunen Korunan Sırları İfşa Etmeme


İmtiyazı: Burada olayla ilgili ispati bilgi kamu menfaatine halel getirebilecek bir
sonuç doğurabilecekse bu haller bakımından da kanun koyucu bunları ifşadan da
yasaklıyor. Kamu yararına olma özelliği çerçevesinde devlet sırrı olarak kategorize
edilen buna mukabil bilgilere sahip kişilerin tanıklığı özel bir usule bağlanmış
durumdadır. Bu kategori bakımından kaçınma imtiyazları açısından da devreye
girebilen istisnalar çerçevesinde bu özel usul izlenerek kamu yararınalık
bakımından devlet sırrı mahiyetinde bu sırra sahip kişilerin tanıklığına da izin
verilmesi imkan dahilindedir.

3. Kendi veya Yakınlarının Maddi-Manevi Zarara Uğratmama İmtiyazı: Burada


kişinin kendisi veya yakınlarının maddi-manevi zarar görmesi veya haklarında bir
ceza soruşturmasına yol açabilmesi halleri bakımından ve burada maddi manevi
zarar bakımından itibar kaybı (ticari veya şahsi itibar olabilir) söz konusuysa
tanıklıktan kaçınma imkanı mevcuttur. Aynı kapsamda kendi veya yakınlarının bir
ceza soruşturmasına uğraması da bir kaçınma imtiyazı sebebi teşkil ediyor.

4. Kendi veya Yakınlarını Suçlamama İmtiyazı:

b. Kaçınma / Çekinme İmtiyazı İstisnaları (HMK, m. 242/2, 251-253):

1. Hukuki İşlemlerin Tesisinde Tanık Olarak Yeralmış Olanlara Bu Hukuki


İşlemlerin İspatında Çekinme İmtiyazı Tanınmamış Olması:

Bir defa eğer ispata konu olay bir hukuki işleme ilişkin ise ki hukuki işlemler
bildiğimiz üzere senetle ispat mecburiyetine tabidirler ama bu kural emredici
değildir. İlgilinin muvafakatiyle veya delil sözleşmesiyle bunun aksinin taraflar

arasında kararlaştırılması mümkündür. Bu itibarla tanık deliliyle bu işlem ispat


edilecekse bahsettiğimiz surette aile bağları veya kendi ve yakınlarına ilişkin maddi-
manevi zarar ya da cezai soruşturmaya yol açma riskleri çerçevesinde tanık,
herhangi birisi dahilinde bulunan biriyse eğer bu işlemde yer almışsa bu imtiyazı
kullanma imkanına sahip değildir yani ispat edilecek olan işlemin tesisinde tanık
olarak yer almışsa zaten o işlemin tesisi sırasında aynı konumda bulunduğundan
dolayı bu hukuki işlemin ispatı bakımından böyle bir imtiyaz söz konusu değildir.

2. Tarafların Aile Fertlerine Aile Mensuplarının Doğum-Ölüm-Evlenme


Vakıalarının ve Aile içi Malvarlığı ihtilaflarının İspatında Çekinme İmtiyazı
Tanınmamış Olması:

Bunlarda da kaçınma imtiyazı cari değildir. Doğum-ölüm-evlenmenin hem


sonuçlarının kamusallığı çerçevesinde çünkü bunlar nesebi etkileyebilir hem de
sonraya matuf nüfus kayıtlarının düzenli tutulmasındaki menfaati aleyhtar edebilir o
itibarla burada kaçınma imtiyazı cari değil. Keza aile içi mal varlığı ihtilaflarında da
böyledir ve burada da artık uyuşmazlık mal üzerinde yoğunlaşıyorsa o zaman bu
aile bağlarına ilişkin korunacak değer malla karşılaştırıldığında malın özelliğinden
de bağımsız olarak çekinme imtiyazı burada da cari değildir.

3. Hukuki İşlem veya Eylemleri Tarafların Halefi-Selefi veya Temsilcisi Sıfatıyla


Tanzim-Tesis Etmiş Olanlara Bu İşlem ve Eylemlerin İspatında Çekinme
İmtiyazı Tanınmamış Olması:

Bir başka istisna da hukuki işlemlerle veya geniş anlamda hukuki fiillerle ilgili
olarak bu işlemin taraflarının halefi veya selefi veya bunların temsilcisi sıfatıyla yer
almışsa o zaman da bu kişi bu hukuki fiil hakkında tanıklıktan kaçınma imtiyazına
sahip değildir.

4. Kamu İzin Merci Yetkilisine İfşası Kamu Yararına Aykırı Olmayan Devlet Sırrı
Bakımından İzin Vermeme/Çekinme İmtiyazı Tanınmamış Olması:

Az önce bahsettiğimiz devlet sırları bakımından eğer sır sahibi kişinin tanıklığına
izin verilmiş ise ki amiri tarafından, o amirin bu olayda verilecek olan bilginin
ifşasının sonuçlarını değerlendirme yetkisi de tanınmıştır. O çerçevede yapacağı

değerlendirmeye bağlı olarak izin verildiğinde memur artık burada tanıklıktan devlet
sırrı nedeniyle kaçınma imtiyazını ileri süremeyecektir. Fakat amir izin vermediği
ahvalde onun bilgisine başvurulmayacak mı? İşte bu konuda hakimin de amirin
gösterdiği sebebi değerlendirmesi çerçevesinde verilecek karara bağlı olduğunu
söyleyebiliriz. Fakat işin içinde devlet sırrı söz konusuysa orada üst makamın izni
çerçevesinde hareket edildiğini söylememiz gerekir. Buradaki amir herhangi bir
amir değildir, ilgili memurun bağlı olduğu Bakanlık bakımından Bakan veya
Bakanlar bakımından CB dır.

c. Kaçınma/Çekinme İmtiyaz Dermeyan - İnceleme Usulü(HMK, m.242/3, 252,253):

Kaçınma imtiyazının dermeyan edildiği her ahvalde elbette ki istenen bilginin


alınmasından vazgeçme sonucu doğmayacaktır. Buna devlet sırrı mahiyetinde amirin
izin vermemesi de dahildir. Burada imtiyaz iddiası ileri sürüldüğünde tarafların da bu
husustaki beyanları önemli olabilir. Bu itibarla öncelikle tarafların beyanları alınır ve
hatta burada bir ön sorun mahiyetinde bu hususta ileri sürülen imtiyazın variyet olup
olmadığının incelenmesi bakımından bu husustaki delilleri de sorulur. Tahkikatta ön
sorundan ve bekletici sorundan bahsetmiştik. Bekletici sorun, görevli dışında olan
meseleler bakımından ve başka merciiler bakımından iken ön sorun, hakimin kendinin
görevli olduğu hususta öncelikle asıl yargılama konusundan önceki sorunu halletmesi
ile ilgilidir. Bu meyanda senetlerdeki sahtelik iddiasını örnek olarak verebiliriz ve aynı
şekilde tanıklıktan kaçınma imtiyazının bulunduğunun ileri sürülmesi veya belgesel
delillerde bahsettiğimiz belge verilmesiyle sırrın ifşası veya manevi zarara yol
açabilecek durumun olup olmadığı çerçevesindeki imtiyazların değerlendirilmesi de
aynı şekilde ön sorun usullerine tabi olarak yerine getirilir.

1. Memurun Tanıklığında Kamu İzin Merciinin Tanıklık Konusu Sırrın İfşasının


Kamu Yararına Aykırı Olduğunun Gerekçesiyle İleri Sürülmesi:

2. İmtiyaz İddiası ve Delillerinin Tanıklık Davetini Müteakip Yazılı Olarak veya


En geç Dinlenilmezden Önce İleri Sürülmesi:

3. İmtiyaz İddiası ve Delilleri Hakkında Taraf Beyanlarının Alınması:

4. İmtiyazın Reddi veya Kabulü Kararı:

5. Red Kararını İhlalin Sonuç ve Yaptırımları:

Sürecin sonunda verilen karar imtiyazın reddi yönünde olursa tanığın buna uyması
gerekir. Uymadığı takdirde disiplin yaptırımına maruz kalması mümkündür ve keza
mahkemeye zorla getirtilmesi mümkündür. Burada disiplin yaptırımı iki türlüdür:
disiplin para cezası olabilir veya iki haftaya kadar disiplin hapsi de buna dahildir.
Aynı zamanda tanıklık mecburiyeti çerçevesinde bahsettiğimiz, mahkemeye
gelmemenin yanı sıra gelip de hakimin yönelttiği soruya veya sorulması uygun olan
diğer katılanın (diğer taraf avukatının) sorusuna cevap vermeme bakımından da
disiplin yaptırımı gündeme gelebilir. Keza tanıklık yemin altında cereyan ediyor ve
aynı şekilde tanık yeminden kaçınırsa bu disiplin yaptırımına maruz kalma hali
mümkün olabilir.

5.1.Tanığın[Kamu İzin Yetkilisin] Disiplin Para Cezasına Mahkumiyeti:

5.2.Tanığın Zorla Mahkemeye Getirtilmesi:

5.3.Gelip de Beyan Vermeyen veya Verip de Yemin Etmeyen Tanığın Disiplin


Hapsi:

F) Yalan veya Parayla Tanıklığın Suç Teşkiliyeti ve Yalan Tanıklık Beyanının Dikkate
Alınmaması (HMK, m.264):

Tanığın verdiği bilginin doğru olması esastır tabiatıyla bunun sonradan anlaşıldığı haller
bakımından durumu önemlidir. Sonradan anlaşılma bir defa yalan tanıklık ve suç olduğu
için ceza kovuşturması çerçevesinde olabilir ve böyle bir durumda cezai yaptırıma maruz
kalmanın yanı sıra aynı zamanda bu tanığın beyanları da dikkate alınmayıp delil olarak
kullanılmaz. Bazı hallerde yargılama sırasında da tanığın yalan söylediği anlaşılabilir.
Birden fazla tanığın dinlenildiği aynı ispata konu vakıa bakımından tanıkların sırayla

dinlenilmesi gerçekleşir ve birbirinin söyleyeceklerini duymalarına izin verilmez. Bu


çerçevede sonra dinlenilen tanıkların verdiği bilgiler ile tezatlık oluşursa yeniden de
tanık huzura alınıp bu çelişkinin açıklattırılması cihetine gidilir. Bu kapsamda yalan
tanıklık da hakim tarafından anlaşılabilir.

a. Yalan veya Parayla Tanıklık Hakkında Yeterli Delil Mevcudiyeti Halinde Tanık
Hakkında Suç Duyurusunda Bulunulması ve Tutuklanabilmesi:

b. Yalan Tanık Beyanının Dikkate Alınmaması:

6- Bilirkişi:

Bilirkişi delili de tanığa benzer şekilde bir takdiri delildir. Ayrıca vakıalar hakkında
bilirkişinin de bilgisine başvuru yönüyle bir benzerlik var fakat arada önemli farklar vardır.

A) Bilirkişi Delilin Vasıf ve Mahiyeti (HMK, m.266,269,281):

Burada mahiyet bakımından bilirkişiye başvurma hem bir tahkikat aracıdır aynı zamanda
taraflar da hakimin tahkikatta bilirkişiye başvurmasının yanı sıra delil olarak bilirkişi
görüşüne dayanabilirler oysa tanık bakımından böyle bir özellik yoktur. Hakimin tanık
bakımından tanıklar hakkında re’sen delil ikame yetkisi mevcut değildir.

a. Hem Bir Tahkikat Yöntemi ve Hem de Bir Dolaylı İspat Aracı Niteliği:

Bilirkişi ispata konu vakıa hakkında o olayın oluşu veya vasfı hakkında bilgi verir.
Tanıklıktan farklı olarak olaya şehadet etme özelliğine sahip değildir, sonradan bu olay
hakkında delilleri de inceleyerek olayla ilgili beyanları da dikkate alarak o olayın ne
şekilde olmuş olabileceği ve vasfının ne olabileceği hakkında yorumda bulunan kişidir.
Bilirkişinin bu görüşü hakime olayın diğer deliller meyanında varit olup olmadığı ve
varitse ne anlama geldiği hususunda bir kanaat edinme imkanı sağlıyor fakat bilirkişi

özel bilgilere sahip olan bir kişidir ve dolayısıyla onun yorumu işin içinde özellik arz
eden bir durum varsa yani o vakıanın vasfı özel bilgiyle anlaşılabiliyorsa böyle
durumlarda bilirkişiye başvurulması söz konusudur. Bilirkişi bir dolaylı ispat aracıdır
dememiz gerekir oysa tanık bakımından doğrudan ispat aracı olduğunu söylemiştik
(olaya şehadet çerçevesinde). Bilirkişide ise olaya şehadet söz konusu olmadığı için olay
hakkında dolaylı olarak oluşturduğu yorum çerçevesinde tecrübe kuralları uyarınca
vardığı sonuç hakime vasıf ve oluşu itibarıyla kanaat verici surette bir özellik taşıyor.

1. Hakimin Resen İspata Konu Vakıaların Vasıf ve Oluşunu Bilirkişi


Marifetiyle Tahkiki:

2. Tarafların İsbata Konu Vakıaları Tesbiten Bilirkişiye Başvurulmasını


İsteyebilmesi:

b. Uyuşmazlık Meselesinin Münhasıran Hukuki Olduğu Yargılamalarda Bilirkişiye


Delil Olarak Başvurulamaması:

Bilirkişiye özel bilgi ihtiyacı olmayan hallerde başvurulması caiz değildir. Örneğin
hakim tahkikat aşamasında özel bir bilgi ihtiyacı yokken bilirkişiye başvurduğunda
bu usuli bir hata teşkil eder ve keza taraflar da bilirkişi delili ikame edecek olduğunda
mesele özellik arz eden bir durum göstermiyorsa bu delilin olayla ilgili veya caiz
olmadığı bu itibarla da bilirkişi görüşüne mahkemenin başvurmasının söz konusu
olmayacağı anlamına gelir.

Burada özellik arz eden yönü neresidir denildiğinde özel bilgi teşkil eden durum
hangi hallerle ilgilidir bu hususta hakimin kendi genel hayat bilgisiyle
anlayamayacağı bir özellik belirleyici oluyor işte bu bakımdan meslek sanat ve bilim
disiplinleri çerçevesinde üretilen veya oluşturulmuş olan bilgiler özel bilgi anlamına
geliyor. Bu itibarla belirli bir mesleğin mensuplarının, belli bir sanatın icracılarının
anlayabileceği veya bilebileceği veya bilim uzmanlarının anlayabileceği bir mesele
olmaması durumunda hakimin genel bilgisiyle bu mesele hakkında kanaat

edinmesinin mümkün olduğunu kabul etmemiz gerekir. Bu haller bakımından


bilirkişiye başvurma gereği ve imkanı mevcut değildir. Hukuk bilgisine veya genel
hayat bilgisine dayalı meselelerde bilirkişi delilinin ikamesi caiz değildir.

1. Yargılamada Kaideten Fiili Mesele(Maddi Mesele/Vakıa Meselesi)


Bakımından Bilirkişi Görüşü İstenebilmesi ( Vakıaların İzahı // Vakıa Tesbiti
// Bilgi Arzı ):

1.1.Halli Özel ve Teknik Bilgi Gerektiren Vakıa Meselesi Hakkında Bilirkişi


Görüşü Alınabilmesi:

1.1.1. Bilim veya Sanat-Zanaat Alanında Üretilmiş Bilgilerin Özel Bilgi


Teşkili:

1.1.2. Özel Bilginin Uygulanmasının Teknik Bilgi (Beceri) Teşkili:

1.2.Hakimin Genel Hayat Tecrübesiyle Çözülebilecek Meselelerde Bilirkişiye


Başvurulamaması:

1.3.Bazı Fiili Meselelerin Hallinde Bilirkişiye Başvurmanın Zorunlu Oluşu


(Ör: TMK, m.165; 2942 Sy. Kamulaştırma Kanunu, m.10): Bilirkişi
delilinin ikamesinde, bilirkişi deliline başvurmak ihtiyaridir. Bazı haller
bakımından ise bilirkişi deliline başvurmak zaruridir. Bu hallerde hakimin
bilirkişiye başvurmaya ilişkin değerlendirme hususunda takdir yetkisinin
bulunmadığını söylememiz gerekir. Bu hallerde bilirkişiye başvurulmaması
usuli hata ve yargılama hatası teşkil eder. Parantez içinde verdiğimiz kanun
maddelerinde bilirkişiye başvurmanın zaruri olduğu haller mevcuttur.
Kamulaştırma kanununda, kamulaştırma konusu gayrimenkulün değeri
hakkında bilirkişi görüşünün alınması zorunludur. TMK da verilen maddede
ise babalık davasında bilirkişiye başvurma mecburiyeti bulunan haller vardır.
sadece dava değil çekişmesiz yargılamada da olabilir, mesela iddet müddetinin
kaldırılmasında bilirkişi görüşüne başvurulabilir veya boşanma davasında akıl
hastalığına dayalı olarak boşanma istenmişse böyle bir durumda akıl
hastalığının varlığı bakımından bu vakıanın ispatı bakımından bilirkişi
görüşüne başvurulması zorunluluğu açıktır.

c. Bilirkişi Görüşünün Kaideten Bağlayıcı Etkiye Sahip Olmaması:

Bilirkişi görüşünün takdiri delil olduğunu belirtmiştik. Burada tabi ki takdiri delil
vasfı taraflarca getirilmeye tabi yargılamalar bakımındandır. Az önce bahsettiğimiz
bilirkişiye başvurmanın zorunlu olduğu hallerde re’sen araştırmaya tabi olan
yargılamalarda neredeyse bilirkişi deliline kesin delil gözüyle de bakılabilir. Bu
durumlar bakımından kesin delile yaklaşan bir etki söz konusudur. Hakimin başka bir
bilirkişinin görüşüne de başvurduğunda farklı bir sonuç çıksa dahi 3. Bilirkişiye
başvurma yargısal içtihadın kabul ettiği bir esastır. Bazı hallerde olayın oluşu ve arz
ettiği özellik önemli değilse yani o mesele özel bilgiye dahil olmakla birlikte hakim
bilirkişiden aldığı bilgilerle kendi hayat tecrübesini birleştirdiğinde bir sonuca
varabilecek durumdaysa bazıları bakımından böyle olmaz. Böyle bir durumda 2. Ya
da 3. Bilirkişiye başvurmaya gerek kalmadan gerekçesini açıklayarak da bilirkişi
görüşünü diğer deliller çerçevesinde de dikkate almayabilir yani başka bir ifadeyle
takdirini bilirkişi görüşüne itibar etmeme, rağbet etmeme şeklinde kabul edebilir.

1. Bilirkişi Görüşünün Takdiri Delil Vasfını Haiziyeti:

2. Hakimin Bilirkişi Görüşünü Ancak Gerekçe Göstermek Suretiyle Dikkate


Almayabilmesi:

B) Bilirkişinin Statüsü ve Sorumluluğu (HMK, m.284-287; BilK, m.12/4,13/2):

a. Bilirkişinin İşlevsel Kamu Görevlisi Sayılması:

Bilirkişi bir defa yargılamaya katılan kamu görevlisi konumundadır. Ceza hukuku
açısından kamu görevlisi sayılıyor. Bu bir memur değil, mahkemenin bağlı sabit bir
personeli değil, mahkeme yardımcıları, mahkeme teşkilatı içerisinde yer almıyor ama
bununla birlikte arızi olarak yer alıyor olsa da mahkemenin bilirkişi olarak görüşüne
başvurduğu yargılamaya etkisi ve katkısı bakımından hakim yardımcısı pozisyonunda
oluyor.

1. Bilirkişi Akreditasyonu:

Bu hususta bir akreditasyon da mevcuttur. BAM yargı çevresi itibarıyla bir


bilirkişilik kurumu mevcuttur. Bu bilirkişilik kurumunun akreditasyonu, tuttuğu
listeye kaydedilmiş olan kişilerin bilirkişi olarak görüşüne başvurulabiliyor.
Kural olarak listede yer alan kişilerin uzmanlığı dışında bir mesele söz konusuysa
o zaman haricen böyle bir kişinin bilirkişi olarak görüşüne başvurulması
mümkündür fakat kural olarak o listede yer alan kişiler bilirkişilik yapabiliyor.
Bu bakımdan işlevsel kamu görevlisi, kamu hizmetlisidir. Memur statüsünde
olmayan ve her zaman görülmeyen ama yargılama faaliyetine katkıda bulunup
dahil olan mahkeme yardımcısı pozisyonuna sahip olan kişilerdir. Bunların
bilirkişi listesine kayıt veya akreditasyon bakımından kimler olabildiği ile ilgili
bu hususta bilirkişilik kanunu vardır. Bilirkişilik kanunu çerçevesinde kanunda
öngörülen meslek, sanat ve bilim erbabı gerçek kişiler ve bu gerçek kişilerin
bünyesinde yer aldığı tüzel kişiler bilirkişi olarak akredite edilebilirler ama o
kişiler bakımından ilaveten bir kıdem şartı da vardır (5 sene).

Üç kategori vardır: bilinen düzenlenmiş meslek mensuplarına ilişkin bir kategori


var. İkinci olarak zanaatkarlar ve üçüncü olarak da bilim insanlarıdır. Bu üç
kategori hukuk dışı özellik arz eden, hakimin genel hayat tecrübesi dışında
öğrenilmiş, edinilmiş bilgi sahipliğine tekabül eden alanlarda bulunan kişilerdir.

Bunlar zaten meslek ve sanatlarla ilgili hem meslek odaları, sanatkar odaları hem
de erbaplarının bulunduğu akademi açısından belli kurumsal çerçeveler de
mevcuttur. Bilirkişilerin; o kurumlara, organizasyonlara dahil olan kişilere
tekabül ettiğini söyleyebiliriz. Tabi ki tüzel kişilerin de bu hususta akredite
edildiklerini söylememiz gerekir ama bu tüzel kişiler bahsettiğimiz özellikteki
gerçek kişileri bünyesinde barındıran tüzel kişilerdir.

Bu meyanda resmi olarak oluşturulan bazı bilirkişilik müesseseleri vardır (adli tıp
gibi). Ayrıca özel hukuk alanında da tüzel kişi olarak bilinen bazı vakıf, dernek
ve şirket mensuplarının bahsettiğimiz kişileri bünyelerinde barındırmaları
kaydıyla kurumsal olarak da akredite olup bilirkişilik yapabiliyorlar.

1.1.İkamet-İşyeri BAM Bölge Bilirkişilik Kurulu Bilirkişi Listesine Kayıt:

1.1.1. Kanunen Muayyen Kıdemi ve Vasfı Haiz Meslek-Sanat-Bilim


Erbabı Gerçek Kişi

1.1.2. Kanunen Muayyen Kıdemi ve Vasfı Haiz Kişilerden Müteşekkil


Tüzel Kişi

2. Akredite Bilirkişinin Bakanlık Disiplin Denetimine Tabiyeti:

Bu bilirkişi listesine kayıtlı olan gerçek veya tüzel kişiler adalet bakanlığının
disiplin denetimine tabi olarak faaliyet gösteriyorlar dolayısıyla bu disiplin
denetimi çerçevesinde bu faaliyeti gereği gibi yürütmedikleri durumlarda listeden
silinme disiplin yaptırımına maruz bırakılabilirler işte bu bakımdan kamu
hizmetlisinin disiplin denetimi çerçevesinde faaliyet gösteriyorlar.

b. Bilirkişinin Sorumluluğu

Bilirkişiler aynı zamanda bu yürüttükleri faaliyet bakımından mali ve cezai


sorumluluğa da sahiptir. Beyan ettikleri görüş bakımından hakim tarafından
hükme temel alınır ve bir zarara yol açarsa ilgilinin bu zararında tazmin
bakımından devletin sorumluluğuna gitmesi mümkündür. Burada da devlet
aleyhine davada davanın kabulü halinde devletin bilirkişiye hukuki sorumluluk
atfıyla rücu etmesi çerçevesinde bilirkişi bu zarardan malen mesul bulunuyor.

İkinci olarak cezai sorumluluk eğer bir suç teşkil ediyorsa burada bilirkişinin
hukuki sorumluluğu bakımından ihmali surette de hakimi yanıltması hafif
kusurdur bu belki suç teşkil edecek özellikte olmayabilir ama kasıt bakımından
cezai sorumluluğun doğacağı tipik bir hal diyebiliriz.

1. B.kişinin Kusurlu Görüşüyle Hakimi Yanıltması Mahsulü Hatalı Hüküm


Sebebiyle Doğan Zarardan Devletin Sorumluluğu ve Bilirkişiye Rücûu

2. Bilirkişinin Cezai Sorumluluğuna Gidilebilmesi

C) Bilirkişi Delilinin Toplanması (HMK, m. 267,268,272,273/1,283; BilK, m.12/5,6):

Bilirkişi delili de diğer delillerin toplanmasına benzer şekilde bir defa başta dava ve
cevap dilekçesinde taraflar bu delile dayanıyor ise dilekçelerinde bunu belirtmeleri
gerekiyor ve bilahare kaideten ön inceleme aşamasında bilirkişiden hangi hususta görüş
vermesinin istendiği, gereğinde ona yöneltilecek soruların neler olduğuyla birlikte ve bu
surette ispata konu hangi vakıa bakımından onun oluşu mu vasfı mı bilirkişi
incelemesine konu edilecek bunlar da belirtilerek ikinci aşamada bilirkişi delilinin
gösterilmesi suretiyle bir delil dilekçesi verilmesi gerekiyor. Tarafın bilirkişi delili
bakımından bu usul caridir, hakim bakımından durum farklıdır. Hakimin bir tahkikat
aracı olarak başvurduğu hallerde buna lüzum yoktur.

Tarafın bu bilirkişi gösterme işlemine karşı elbette hakim, önündeki mesele bakımından
bilirkişiye başvurmayı gerekli kılan veya bu somut mesele bakımından bilirkişi delilinin
caiz olup olmadığını inceleyip yapacağı değerlendirme neticesinde (ön incelemede veya
ön incelemenin sonunda veya tahkikat aşamasında) bilirkişi incelemesine karar vererek
3. Aşamada bilirkişinin yargılamaya ithali süreci bu surette tamamlanmış oluyor. Burada
hakimin re’sen başvurduğu hallerde münhasıran tahkikat aşamasında hakimin özellikle
diğer delillerin toplanmasından sonra o delillerin de dikkate alınarak ispata konu olay
bilirkişi görüşünü gerektiren bir özellik gösteriyorsa oradaki açıklamalar ve beyanları da
dikkate alarak bilirkişiye olayın oluş veya vasfı itibarıyla soru yönelterek veya özel
olarak görev vererek bu delili ikame etmesi bakımından tahkikat aşamasında bunun
gerçekleştiğini söyleyebiliriz.

a. Giriş ve/veya Delil Dilekçesinde Bilirkişi Görüşüne Dayanılacağının Bildirilmesi:

b. Hangi Vakıaların Bilirkişi Görüşüyle İspat Olunacağının veya Bilirkişinin


Cevaplaması İstenilen Soruların Kaideten Öninceleme Aşamasında Açıklanması:

c. Hakimin Bilirkişiden Görüş İstemeye Karar Vermesi ve Bilirkişiyi Belirlemesi:

Ön inceleme aşaması meyanında veya hakim tarafından re’sen başvurulduğu haller


bakımından da tahkikat aşamasında bilirkişi görüşünün yargılamaya ithalinde bir
işlem de bilirkişinin kimliğinin belirlenmesi yani bilirkişinin kim olacağının
belirlenmesidir. Burada bilirkişinin az önce bahsettiğimiz gibi bakanlık tarafından
akredite edilen listeden tayin edilmesi lazımdır. Sayı bakımından bir sınırlama yoktur
ama tek sayıda olması gerekir. Kural olarak bir sınırlama yok ama teamülen meselenin
kapsamına göre ya 1 olur ya 3 olur ya da bazı hallerde 5 olduğu da vakidir. Bilirkişinin
belirlenmesine bağlı olarak tarafların gerek kendilerinin bilirkişi deliline dayandığı,
bilirkişi gösterdiği gerek hakimin re’sen bilirkişi görüşüne başvurma cihetine gittiği
durumlarda taraflar bilirkişi ismen belirlendiğinde buna itiraz edebilirler. Bilirkişiler
de hakimin reddi ve yasaklılığı kurallarına tabidir dolayısıyla bilirkişi mahkeme
yardımcısı konumunda demiştik. Tarafsızlık ve bağımsızlık şüphesine ilişkin karine
sebepleri halinde taraflar bilirkişiyi reddedebilir ve bu yasaklılık bakımından bir sebep
varsa onu mahkemeye bildirebilirler ve bu surette bilirkişiye itiraz edebilirler. Burada
hakimin reddi ve yasaklılık kurallarına göre bilirkişinin görevden, mahkemenin
haberdar etmesi çerçevesinde veya sonradan kendisinin taraflar itiraz etmemekle
birlikte kendisine yöneltilen meselede tarafsızlık şüphe sebepleri mevcutsa ve
yasaklılık şüphe sebepleri tarafların bilip de itirazı dışında kalan sebepler mevcutsa
burada kendisinin görevden çekilmesi gerektiği gibi mahkeme tarafların bu husustaki
itirazlarını değerlendirip bahsettiğimiz ret ve yasaklılık kuralları çerçevesinde hakim
bunu değerlendiriyor (bu bakımdan refik hakimlik devrede değil yani davanın
görüldüğü mahkeme bunu kendi değerlendirir).

1. Bilirkişinin Kural Olarak Listeden ve Tek Sayıda Seçilmesi:

2. Tarafların Belirlenen Bilirkişiyi Hakimin Reddi Sebeplerine Tebaen


Reddedebilmesi:

3. Yasak veya Red Sebepli Bilirkişinin Görevden Çekilmesi:

d. Bilirkişi Delili Dermeyan Eden veya İlgili Tarafın Bilirkişilik Ücret ve Masrafını
Ödemesi:

Bir de bu delilin veya tahkikat aracının ikamesinde bilirkişi ücret ve masrafının da


ödenmesi gerekir. Bilirkişi ücreti bir tarifeye bağlı olarak belirleniyor bu itibarla
taraflar dilekçelerinde bilirkişi deliline dayanıyorsa aslında delil avansı baştaki dava
şartı mahiyetindeki yargılama masrafına dahil olmamasına karşın yönetmelik gereği
tarife uyarınca baştan depo ettiriliyor ama baştan depo ettirilmediği hallerde de
sonradan mesela hakimin taraflar dışında re’sen tahkikatta bilirkişiye başvurma yoluna
gittiği hallerde kural olarak davacıya bilirkişi ücretinin depo edilmesini mahkeme
ister. O ödemediği takdirde diğer taraf ve o da ödemediği takdirde hakimin re’sen
bilirkişiye başvurduğu hallerde suçüstü ödeneğinden (hazineden) ücreti ödenmek
üzere o masraf yerine getirilmiş olur ve sonradan ilgili tarafa ödettirilir.

D) Bilirkişi Delilin Alınmasında Usul-Şekil (HMK, m.269,270, 276, 273/2,


274,279-281):

a. Bilirkişinin Tetkikata ve Görüş Beyanına Mahkemece Davet Olunması:

Burada belirli bir usul ve şekil vardır. Bilirkişinin belirlenmesine müteakip mahkemece
bu bilirkişiye bir davetiye gönderiliyor ve davetiyede bilirkişilik yapması beklenen
dosya bilgileri ve içeriğiyle ilgili bilgi verilir (ama genellikle içerikle alakalı bilgi
gitmez). Bilirkişi eğer heyetli ise bir gün de belirtilerek taraflar da bundan haberdar
edilir ve o günü taraflar huzurunda bilirkişiye dava evrakı teslim edilir. Taraflardan sadır
olacaksa tarafların zaviyesinden hangi hususta bilirkişi deliline dayandığını
dilekçelerinde açıklar demiştik. Mahkeme, hangi konularda bilirkişinin yorumda
bulunması ve görüş bildirmesi gerektiğini belirliyor.

Tetkikat dışı hallerde bilirkişi, mahkeme kaleminden dosyayı alarak bilirkişi delilinin
alınmasına ilişkin şekli işlemi gerçekleştirmiş oluyor.

1. Bilirkişiye Mahkemece Görev Davetiyesi Tebliği:

2. Bilirkişiye Tetkikat Günü Görevlendirme Yazısı ve İncelemeye Esas Dosya ve


Eklerinin Tevdii:

b. Bilirkişilik Bilgi ve Yeterliği Bulunanların Görev Tevdiine Riayet Mecburiyeti


(BilK, m.3,6/2-f, 8/d,12/3,13/1):

Bilirkişi delilinin alınmasında bilirkişi, kendisine yöneltilen görev bakımından bir


görüş beyan etme mecburiyeti altındadır. Eğer bu konu, görevlendirme kararında
yazılı olan görev başta tetkikat günü veya dava evrakını teslim alma günü sonrasında
dosyada farkettiği üzere kendi uzmanlık alanı veya meslek ve sanat alanı dışında bir
bilgiyi gerektiriyorsa bunu mahkemeye bildirmesi gerekir ve bunun 1 haftalık süresi
vardır. Çekilmenin gerçekleşmediği durumlarda görüş beyan etme mecburiyeti altında
bulunuyor. Bu beyan edeceği görüş itibarıyla bir bilgi verme usulü de vardır ama bir
defa bu görüşü mahkemeye verirken veya sunarken münhasıran bizzat bu işi yapması
ve tesis etmesi açısından münferit hareket etmesi lazımdır. Burada kendi inceleme ve
araştırmaları neticesinde görüşünü oluşturması lazım yani başka bir 3. Kişiyi devreye
sokması imkan dahilinde değildir. Burada görüş oluştururken başka yardımcılara
ihtiyaç duyulduğu haller söz konusuysa o zaman mahkemeye ilaveten kendisinin yanı
sıra başka bir bilirkişinin o meselede görüş vermek üzere görevlendirilmesini
bildirmesi gerekir. Zaten mahkeme heyetli şekilde görevlendirme yapıyorsa o zaman
bu özellikleri de meselenin kapsamı bakımından dikkate alır. Tabiatıyla bilirkişi, tekli
veya heyet halinde görüş verirken durum farklılık gösterecektir. Tekli bilirkişi
görevlendirmesinde bilirkişi sadece bu bahsettiğimiz surette kendi alanıyla ilgili
meseleyi bildirecektir. Çoklu görevlendirme varsa o zaman birlikte müzakere etmeleri
gerekir. Sonuç itibarıyla hakime kanaat vermeye elverişli bir surette bilirkişi
münferiden veya müştereken görüşünü mahkemeye kural olarak bir rapor halinde
yazılı olarak sunar.

1. Bilirkişinin Mahkemece Sorulan Hususlarda Kaideten Görüş Beyan Etme


Mecburiyeti:

2. Bilirkişinin İnceleme ve Görüş İhsasını Bizzat Yerine Getirmesi Gereği:

3. Bilirkişinin Görüş Beyanına Mani Hal veya Mazeretini Haber Vermesi


Gereği:

c. Bilirkişinin Görüşünü Yazılı Rapor Tanzimi veya Celsede Sözlü Açıklamanın


Mahkeme Katibi Marifetiyle Tutanağa Bağlanması Suretiyle Mahkemeye
Sunması ve Yazılı Raporun Taraflara Tebliği:

Burada bilirkişi görüşü yazılı olarak mahkemeye sunulduktan sonra mahkemenin


ayrıca sözlü açıklamalara da davet edebilmesi şekilde bir tali usul de bulunuyor.
Genellikle mahkeme bunu bilirkişi raporunun yeterli olmaması, eksiklikler bulunması
veya tarafların itirazı çerçevesinde uygulayabilir. Bununla beraber uygulamada
bilirkişinin sözlü olarak mahkemeye davet edilmesi yaygın değildir. Raporu
tamamlama veya açıklama hususunda genellikle ek rapor verme suretiyle bu ikmal
ediliyor dolayısıyla eksiklik veya itirazlar ek rapor istenme şeklinde gerçekleşiyor.
Bilirkişi raporu mahkemeye sunuyor ve mahkeme kalemi tarafından taraflara da
bilirkişinin görüşü tebliğ ediliyor ve taraflar da bilirkişi görüşüne karşı beyanda
bulunma hem imkan hem de yükü altındadır. İki haftalık bir süre içerisinde bilirkişi
raporunda eksiklik veya hatalı değerlendirildiğini düşündükleri noktalar var ise bunu
mahkemeye sunmaları gerekiyor aksi halde mahkeme bu bilirkişi görüşüyle tarafların
mutabık olduğu sonucunu çıkarabilir. Tabi ki bu tarafların bilirkişi raporuna karşı
olumsuz beyanda bulunmaması, itiraz etmemesi mahkemeyi bağlamaz ve
mahkemenin kendisi herhangi bir eksiklik olduğu görüşündeyse veya hata
değerlendirme görüşündeyse ek rapor isteme cihetine gidebilir.

d. Tarafların Süresinde Talebi Üzerine veya Resen Mahkemenin Görüş Beyan Eden
Bilirkişiden Eksik ve Belirsizliklerin İkmalini ya da Başka Bir Bilirkişiden Görüş
Bildirmesini İsteyebilmesi:

Bilirkişiden ek rapor veya ek görüş isteme yerine eğer bu surette de meselenin


aydınlanmayacağı düşünülüyorsa o zaman başka bir bilirkişiye de mahkeme
başvurabilir veya raporda ortaya konulan görüş açık bir şekilde hakimi tatmin etmemiş
ise doğrudan ek rapor da istenmeksizin bir başka bilirkişinin görüşüne başvurulabilir.
Bu talep aynı şekilde taraflardan da gelebilir.

7- Keşif ve Muayene (Bulgusu):

Keşif ve muayene geçen hafta belirttiğimiz delillerin içerik itibarıyla türlerindeki ayrımdan
belirti delillerin toplanmasına tekabül ediyor ve belirti deliline ilişkin keşif ve muayene
bulgusu olarak kaynaklarda bu takdiri delil yer alır.

A) Keşfin ve Muayene Delilin Vasıf ve Mahiyeti (HMK, m.288/1- İlk c.):

a. Hem Tahkikat Yöntemi Hem de Dolaylı İspat Aracı Niteliğine Sahip Olması:

Keşif ve muayene mahiyet bakımından belirti delillerin toplanılmasına ve


alınmasına tekabül ediyor. Diğer delillerden farklı olarak hem toplanma hem de
alma ve inceleme ikisi birlikte gerçekleşiyor. Burada da bilirkişiye benzer şekilde
hakimin re’sen başvurabilme özelliği caridir ve o açıdan aynı zamanda bir
tahkikat aracıdır. Tabiatıyla taraflar da delil olarak keşif ve muayeneye
dayanabilir.

1. İspatın Konusu Vakıaları Hakimin Duyu Organlarıyla Mahallen Tahkik


Etmesi:

2. İspatın Konusu Vakıaları Gösteren Bulguları Gereğinde Bilirkişi Refakati


veya Yardımıyla Hakimin Mahallen İdrak Etmesi:

b. Keşif-Muayene Bulgusunun (Kuvvetli) Takdiri Delil Vasfı:

Bu vasıf bakımından takdiri deliller arasında yer almakla birlikte kuvvetli bir
takdiri delil dememiz mümkündür zira gerek keşif gerekse muayene kural olarak
hakimin bizzat bu ispata konu vakıanın cereyan ettiği mahal veya vakıanın
nesnesi üzerinde duyu organlarıyla bunların içerdiği emareleri toplaması ve
alması şeklinde gerçekleşiyor. Bu itibarla birebir doğrudan temas suretiyle

hakimin kanaat edinmesine ilişkin olduğundan diğer takdiri delillerden farklı


olarak bu delil ve aynı zamanda tahkikat aracı kuvvetli bir kanaat teşkil ediyor.

B) Keşif-Muayene Bulgusunun Toplanması (HMK, m.288/2)

a. Giriş ve/veya Delil Dilekçelerinde Keşif-Muayene Bulgusuna Dayanılacağının


Bildirilmesi:

Taraflar dava ve cevap dilekçelerinde belirti deliline dayanıyorlarsa keşif ve muayene


şeklinde bunu mahkemeye bildireceklerdir.

b. Hangi Vakıaların Keşif-Muayene Bulgusuyla İspat Olunacağının Kaideten


Öninceleme Aşamasında Açıklanması:

Keza ön incelemede hangi vakıaların keşif ve muayene bulgusuyla ispat edileceğini


delil dilekçesiyle mahkemeye bildirerek bu surette delillerin gösterilmesi işleminin
de ikmali söz konusudur.

c. Hakimin Keşif-Muayene Bulgu Delilinin Toplanmasına Karar Vermesi:

Keza taraflardan gelen keşif ve muayene deliline dayanmak bakımından


mahkemenin de keşif ve muayene yoluyla ispata konu vakıa hakkında bulguların
toplanmasının gerekip gerekmediğine karar vermesi lazım. Onun bu husustaki
değerlendirmesi ve kararı da 3. Aşamayı ifade ediyor.

d. Keşif-Muayene Ücret ve Masraflarının Dermeyan Eden veya İlgili Tarafça


Ödenmesi

Bu meyanda keşif ve muayene de bir masrafa tabidir ve aynı zamanda ücret olarak
hakim bizzat bu süreçte yer aldığı için ve genellikle mahkeme dışında cereyan
edeceği için hakim yolluğu adı altında bir meblanın da ücret olarak ödenmesi
gerekiyor ve aynı zamanda hakime eşlik eden katip ve mübaşir bakımından da
tarifede yer alan yol ücretinin ödenmesi tarafça bu surette mahkemenin kararından
sonra gerekiyor.

C) Keşif-Muayene Bulgusu Alınma-İncelenmesinde Usul-Şekil (HMK, m.288/1-İkinci


c., 289- 292):

a. Keşif-Muayene Bulgusunun Doğrudan veya İstinaben Hakimce ve/veya


Bilirkişi Marifetiyle Mahallen-Huzuren Alınması:

Dedik ki hakimin bizzat söz konusu belirtileri toplaması suretiyle gerçekleşecek bu


delilin alınması burada bazı meseleler bakımından eğer işin içerisinde özellik arz
eden bir yön varsa hakim keşifte bilirkişiyi de refakatine alabilir. Böyle bir durumda
bilirkişi görüşü delili de birlikte alınıp incelenecek demektir. Genellikle
gayrimenkule ilişkin ayni davalarda bu surette bilirkişi refakatiyle keşfe başvurulur
fakat bilirkişi bazı hallerde muayene bakımından da bizzarur bu emarenin temininde
doğrudan yer alabilir.

1. Keşfin Bizzat Hakimce Mahallen Beş Duyu Yoluyla ve Taraf/İlgilinin


Katılımıyla İcrası:

2. Muayenenin Bilirkişi Refakati veya Yardımıyla Taraf/İlgili Nezdinde İcrası:

b. Keşif Mahal Sahibi veya Muayenelinin Keşfe-Muayeneye Katlanma


Mecburiyeti:

Burada keşfin ve muayenenin gerçekleşmesi bakımından belli bir yöntem de söz


konusudur. Keşif icrasında, belirti bulgu toplama eğer karşı taraf veya 3. Kişi
nezdinde gerçekleşecekse önceden keşif günü belirlenerek ilgili karşı taraf veya 3.
Kişiye bildirilir ve aynı zamanda bu delile dayanan taraf da haberdar edilir. Bu
açıdan 3. Kişinin ve karşı tarafın da keşfe katlanmaları kanunen mecburiyet olarak
öngörülmüş durumdadır. Taraf bu yükümlülüğe aykırı hareket ederse aleyhe sonuç
çıkarma yaptırımına maruz kalır ama 3. Kişi bakımından ise bir disiplin cezası
yaptırımı söz konusudur ve aynı zamanda keşif ve muayenenin kolluk yardımıyla
yapılması da söz konusudur.

Tabi ki muayene ve keşif bakımından özellikle 3. Kişi tanıklıktan kaçınma imtiyazı


bulunan hallere benzer durumlarda bu tanıklık hükümlerine göre keşif ve muayeneyi
reddedebilir ve böyle bir durumda mahkeme durumu değerlendirip söz konusu
kaçınma hali varit ise o zaman bu keşif ve muayene delilinin ikamesinden vazgeçme
sonucu ortaya çıkar.

Maddi hukukta öngörülen düzenleme örneğin babalık davasında beden


muayenesinden kaçınma ve bedensel muayenenin reddi sağlığa aykırı olmadıkça söz
konusu değildir ve burada az önce bahsettiğimiz tanıklıktan kaçınmanın dışında
kalan bir alan söz konusudur.

1. Taraf/İlgili veya 3.Kişinin Keşfe-Muayeneye Kaideten Engel Olamaması:

2. 3.Kişinin Tanıklıktan Çekinme Hallerinde Keşfi-Muayeneyi Reddebilmesi:

3. Taraf/İlgilinin Soybağının Tespitinde Sağlığa Aykırı Olmayan ve Usulüne


Uygun Bedensel Muayeneyi Hiçbir Surette Reddedememesi:

4. Keşfi-Muayeneyi Salih Sebepsiz Engelleyen Taraf/İlgili Aleyhine Sonuç


Çıkarılabilmesi:

5. Keşfi-Muayeneyi Salih Sebepsiz Engelleyen 3.Kişinin Disiplin Para Cezasına


Mahkumiyeti ve Mahalden Zorla Çıkartılabilmesi:

c. Keşif-Muayenenin Cereyanının ve Bulguların Tutanakla Tespiti:

Keşif ve muayene delillerinin incelenmesi ve alınması bir tutanakla tespit ediliyor.


Hakim, katip ve mübaşirle olay yerine gittiği için orada mahkeme katibi tarafından
düzenlenen tutanakta bu keşif ve muayenenin cereyanı ve orada elde edilen belirtiler
tutanağa bağlanıyor. Hakimin bizzat keşifte bilirkişi refakati dışında yer aldığı
hallerde tutanağa keşfin cereyanı yazılır ve elbette o belirtiden çıkan sonuç hakimin
zihnine yer edip tutanağa geçmeyecektir ama bilirkişi refakati mevcutsa burada da
zaten bilirkişi olayla ilgili gözlemini bilahare yazılı olarak mahkemeye rapor
edeceği için o ihtimalde de keşif tutanağında keşfin cereyanı ile sınırlı bir içerik yer
alıyor diyebiliriz.

1. Keşfin Cereyanının Özeti ve Bulguların Hakimce Mahkeme Katibi


Marifetiyle Tutanağa Bağlatılması:

2. Muayene Bulgularının Refakati veya Yardımı İstenen Bilirkişi Marifetiyle


Yazılı Rapora Bağlanması:

8- Uzman Görüşü:

A) Uzman Görüşünün Vasıf ve Mahiyeti (HMK, m.293):

Uzman görüşü kanunda, delil kataloğunun en sonunda yer alan bir ispat aracıdır.
Burada ispat aracı vasfı bakımından bazı tartışmalar da vardır bu yüzden vasıf olarak
ispata yardımcı malzeme şeklinde nitelenir. Mahiyet olarak bunu aslında taraf
bilirkişisi şeklinde düşünmek yanlış olmaz zira bu delilin hem ikamesi hem toplanması
bakımından tarafın tercihi ön plandadır.

Bilirkişi deliline benzer tarafları vardır ama farklı olarak burada uzman kişi bir
mahkeme yardımcısı vasfına haiz değildir. Aynı şekilde yargılamada ispata konu
mesele hakkında özellik arz eden bilginin, meselenin aydınlanmasında etkili olduğu
durumlar arasında fakat münhasıran bilim uzmanlığı çerçevesindeki bilgiler ile sınırlı
olarak mahkemeye olayın vasfı hakkında bir bilgi verilme aracı diyebiliriz. Bilirkişi
delilinde mesleki ve sanat çerçevesindeki bilgiler, bilim uzmanlığının yanında devrede
idi. Uzman görüşünde münhasıran bunu bilimsel alanla sınırlamamız mümkündür.
Burada maddi meselenin yanı sıra hukuki mesele hakkında uzman görüşünün
sorulabileceği ve buna dayanılabileceği kabul ediliyor burada bilirkişiden farklı bir
yönü de bu diyebiliriz.

a. Taraf Bilirkişisi Vasfı ve İsbata Yardımcı Malzeme Niteliğine Sahip Olması:

İspata yardımcı malzeme niteliği çerçevesinde bir defa olayın oluşuna delaleten
hakime kanaat verme ve hakimin olayın varitliği yönünde bunu hükme temel
yapma özelliği cari değildir. Vasfı itibarıyla hakimi aydınlatma ve hakimi bundan
yararlandırma söz konusudur. Bu itibarla vakıaların yorumu bakımından gerek
hukuki gerek maddi olgular açısından uzman, hakime kanaat vermeye yöneliyor.
Bu tabi ki neticede ispatı kolaylaştırmaya yönelik olabilir veya hasım taraftan cari
olursa engellemeye yönelik olabilir.

1. İspata Konu Vakıaları Tesbite Temel Alınma Özelliği Yoktur

2. Dolaylı İsbatta Fiili Karine veya Karine Temeli ya da Emarelerden


Çıkarılabilecek Muhtemel Bilimsel Sonuçları Açıklar

3. İspata Konu Vakıaları Yorumlayıp Tavsif Eder

4. İsbatı Kolaylaştırma ve Engelleme İşlevi Görebilir

b. Tarafgirlik-Bağımlılık Riski Nedeniyle Zayıf Bir Takdiri Delil Sayılabilirliği:

Burada takdiri deliller arasında yer alıyor ama zayıf bir takdiri delil diyebiliriz zira
tarafın, bilirkişiliği özelliğini taşıması çerçevesinde tarafgirlik ve bağımlılık riski
vardır. Burada ispata yardımcı malzeme olarak bakıldığında bunun bir delil olmadığı
akla gelebilir fakat kanundaki düzenlemede hakimin değerlendirmesinden bahsediyor
ve dolayısıyla bunun delillere ilişkin kısımda düzenlendiğini de dikkate alırsak takdiri
delil olduğunu kabul etmek gerekir ancak zayıf bir takdiri delildir diyebiliriz.

B) Uzman Görüşünün Temini:

a. Bilimsel Bilgi ve Yeterliğe Sahip Uzmana Taraflarca Müracaat Edilmesi:

Bu delilin alınması ve toplanması bakımından taraflar genellikle yargılama


öncesinde dava konusu mesele hakkında ilgili uzmana başvurup o meselenin daha
sonra ispata konu olabilecek olan vakıaların vasıfları hakkında bir açıklama
mütalaa şeklinde alıp dava dilekçesiyle ve cevap dilekçesiyle bunu mahkemeye
sunabilirler fakat bununla sınırlı değildir aynı zamanda tahkikat aşamasında da
yine taraflar ve hatta genellikle bilirkişi raporuna itiraz sadedinde değerlendirilmek
üzere o alanda bir uzman olan bir kişinin mütalaasını, bilirkişinin ortaya koyduğu
kanaati sarsmak üzere de devreye sokabilirler. Burada her ikisi de mümkündür.
Taraftan sadır olduğu için toplanmasına ilişkin özel bir usul cari değildir. Ama
kanun burada bu uzmanın mütalaasını sunmasından sonra duruşmaya davet
edilmesi ve gelmediği takdirde değerlendirilmemesi şeklindeki bir düzenleme
vardır. O çerçevede demek ki mütalaa sunulduktan sonra uzmanın mahkemece
çağırılması mümkün ama uygulamada genellikle yaygın değildir.

1. Uzmana Kural Olarak Hazırlık ve İstisnaen Tahkikat Aşamasında


Başvurulabilmesi:

2. Uzmana Yargılamaya Konu Olay veya İspata Konu Vakıalar veya Bunlara
İlişkin Olarak Mahkemeye Sunulmuş Olan Bilirkişi Raporu Hakkında Bilgi-
Belge Verilmesi:

b. Uzmanın Sunulan Bilgi-Belge Çerçevesinde Görüşünü Yazılı Mütalaname


Olarak Tarafa/İlgiliye Vermesi:

c. Uzman Görüşü Mütalaname Ücretinin Taraf/İlgili Tarafından Ödenmesi:

Burada uzmanın sunduğu mütalaa bakımından bir ücret/masraf sarfiyatı söz konusu
olabilir. Bunun deliller arasında yer alması çerçevesinde buna dayanıldığı haller
bağlamında belki tarife üzerinden kıyasen bir ücret tahmiline gidilmesi gerektiğini
belirtebiliriz fakat kanunda bu şekilde bir düzenleme yer almıyor.

C) Uzman Görüşünün Mahkemece Alınıp İncelenme Usûlü (HMK, m.293/2,3, 152):

a. Uzman Mütalanamesinin Taraflarca Mahkemeye Sunulması ve Karşı Tarafa


Tebliği:

b. Mahkemenin Uzmanı Talep Üzerine veya Resen Duruşmaya Çağırıp


Dinleyebilmesi:

1. Hakim Davet Olunan Uzmandan Açıklama İsteyip Soru Sorabilir:

2. Taraf veya İlgili Uzmana Soru Sordurabilir veya Avukatı Uzmana Soru
Yöneltebilir:

c. Davete Salih Mazeretsiz İcabet Etmeyen Uzmanın Mütalaasının Dikkate


Alınmaması:

8. HAFTA

SÖZLÜ YARGILAMA (TARTIŞMA) ve HÜKÜM

I-İLKDERECE YARGILAMASINDA FİNAL EVRESİ

1-Final Evresinin Amaç ve İşlevi ile Başvurulan Araçlar

A)Final Evresinin Hükme Varma Amaç ve İşlevine Sahip Oluşu:

Hükmün verilmesi için tabiatıyla hukuki meselenin de halledilmiş olması lazım ve hukuki
meselenin halline de bağlı olarak uygulanacak hukuk kuralı, dava sebebi olayı oluşturan
vakıalara altlanarak bunu karşılama düzeyine göre ilgili hukuk kuralında belirlenen hukuki
sonucun teyit edilip edilmediği kural olarak belirlenecektir ve böylece davacının usuli
talebinin kabulü veya reddi hüküm altına alınacaktır.

a-Sözlü Yargılama Altevresinde Hukuki Meselenin Halli İşlevi:

Buradaki işlev hukuki meselenin hallidir. Hukuki meseleden anlamamız gereken şey
yargılamada uygulanacak hukuk kuralının hangisi olduğunun ve içeriğinin belirlenip
kesinleştirilmesidir.

aa)Esasa Tatbik Edilecek Hukuk Kuralının Hangisi(leri) Olduğunun


Kesinleştirilmesi:

Ön inceleme aşaması ve tahkikat aşaması geçtikten sonra artık hakimin


vakıaya uygulanacak olan hukuk kuralının hangisi olduğunu kesinleştirmiş
olması gerekmektedir. Ayrıca bu hukuk kuralının içeriği bazen yoruma açık
olabilir ve birkaç alt anlamı içerebilir işte bu itibarla bir yorum faaliyeti buna
eşlik eder. Bu bakımdan makul anlamın ne olduğunu belirlemek de hukuki
meselenin halli konusuna müdahildir.

ab)Esasa Tatbik Edilecek Hukuk Kuralı İçeriğinin Somutlaştırılması:

Tabiatıyla hakimin önündeki mesele yürürlükteki hukukta düzenlenmiş bir


meseleyse anlattıklarımız geçerli olur. Bu açıdan hakime, yürürlükteki hukuk
kurallarıyla düzenlenmiş olmayan bir mesele bakımından kendisi kanun
koyucu gibi bir kural koyma yetkisi de tanınmaktadır. Bu çerçevede hukuk
kuralının hangisi olduğunun belirlenmesinin yanı sıra somut olaydaki mesele
hukuken tanzim edilmiş değilse o halde bunun tanzimi bakımından ne şekilde
bir ilkenin belirleneceği şeklinde bir ilave faaliyeti de yürütmesi hukuki
meselenin halli kapsamındadır.

b-Hüküm Altevresinin Altlama ve Kararın Verilmesi İşlevi:

Burada altlama işlemi yapılacaktır. Altlama işleminden anlaşılması gereken, kuralın


vakıaya tatbik edilmesidir. Başka bir ifadeyle hukuki meselenin halli kapsamında
belirlenen kural ile tahkikatta incelenip mevcudiyeti tespit edilmiş olan vakıaları kuralda
yer alan olgusal durumla karşılaştırarak bunları karşılama düzeyi yani içini doldurup
doldurmadığının belirlenmesidir. Az önce de belirttiğimiz gibi eğer söz konusu mesele
yürürlükteki hukukta düzenlenmişse bu şekilde cereyan edecektir aksi takdirde hakim

yine önce kendisi önündeki meseleyle sınırlı olarak bir kural geliştirecek ve ondan sonra
bu altlamayı kendi geliştirdiği ilke veya kural vasıtasıyla yapacaktır.

Kuralın altlanması halinde kuralın iki unsurlu olduğunu biliyoruz: olgusal durum ve o
olgusal durumun mevcudiyeti halinde buna bağlanan hukuki sonuç. Netice olarak
davadaki usuli talebi altlama faaliyeti çerçevesinde olgusal durumun içini doldurması
haliyle hukuki sonucun teyidi davanın kabulü anlamına gelir aksi halde davanın reddi
söz konusu olacaktır.

ba)Sabit Vakıaların Tatbik Edilecek Kuraldakilerle Karşılaştırılması

bb)Olayda Soyut Kuraldaki Hukuki Sonucun Teyid Olunup Olunmadığı


Zımnında Talep(ler)in Kabulü veya Reddi

B)Final Evresinde Hukuki Tartışma ve Hakim(ler) Müzakeresi Araçlarının


Kullanılması:

a-Sözlü Yargılama Altevresinde Hukuki Tartışma (HMK, m.186/2; 321/1):

Burada hukuki tartışma, bu alt evrenin işlevi olan hukuki meselenin halli bağlamında
yapılacaktır. Bu açıdan da tarafların hukuki beyanları hakim tarafından incelenip
değerlendirilecektir ve tabiatıyla bu hakimin zihni bir faaliyeti olmakla birlikte hakimin
zaman zaman taraflarla diyaloğunu da gerektirir. HMK 186. Maddede belirtilen “son
sözler” ile kastedilen esasen bu hukuki tartışmadır.

aa)Sözlü Yargılamanın Tarafların Hukuki Beyanlarının İnceleme ve


Değerlendirilmesini İfade Etmesi

ab)Sözlü Yargılamada Taraflar ve Hakimin Diyaloğu (Sabit Vakıaların Tatbik


Edilecek Kural Karşısındaki Durumunun Analizi)

b-Hüküm Altevresinde Karar Hazırlığı (HMK, m.295,296; 322/1) (Hakimler


Müzakeresi-Hakim Muhakemesi):

Özellikle toplu mahkemelerde hakimlerin müzakeresi yani hakimlerin birbirleriyle sözlü


yargılama tamamlandıktan sonra tartışma dediğimiz faaliyet tamamlandıktan sonra toplu
mahkemelerde ya salonu boşaltıp ara verip ya da kendileri odalarına çekilip hükmün ne
olması gerektiği hususunda bir müzakere yürütürler. Bu hakimlerin ferdi olarak bu alt
evre bakımından söz konusu olan altlama ve hukuki sonucun teyit edilip edilmediği
hususundaki görüşlerini birbirlerine aktarmaları ve görüş ayrılıkları halinde alternatif
ihtimaller arasında hangisinin cari olduğu hususunda bir sonuca ulaşmalarına hizmet
eder. Hakimlerin müzakereleri kendi aralarında olduğu için tarafların gıyabında yani
aleniyet ilkesinin dışında cereyan eder.

Tek hakimli mahkemeler bakımından burada hakim, tek başına (toplu mahkemelerde
cereyan edecek süreci) zihni olarak kendi kendine yapacaktır ve buna da hakim
muhakemesi diyebiliriz.

2-Final Evresinde Yargılamanın Seyri

A)Sözlü Yargılama ve Hüküm Altevrelerinin Birlikte veya Ayrı İcra Olunabilmesi:

Burada sözlü yargılama ve hüküm evreleri birlikte gerçekleşecektir. 2020 değişikliği ile
olağan usul bakımından bu yargılama evresinin parçalı kurgulanmasından kanun koyucu
bir müdahale ile nispeten vazgeçilecek şekilde bir gelişme de oldu ama bununla birlikte
tahkikat evresi ile olan bağlantısı bakımından bir değişiklik meydana getirmiş oluyor.
Sözlü yargılama ve hüküm alt evresinin icrası bakımından durum temelde aynıdır. Yani
sözlü yargılama ve hüküm evresi birlikte veya ayrı şekilde icra olunabilir.

a-Final Evresinde Alt evrelerin İç içeliği:

Sözlü yargılama ve hüküm alt evreleri, HMK 186. Maddenin 2. Fıkrasının lafzı
itibarıyla “hakim, sözlü yargılamada taraflara son sözlerini sorar ve hüküm verir”
şeklindeki formülasyon gösteriyor ki sözlü yargılama ve hüküm alt evreleri iç içe ve
arada bir parçalılık söz konusu olmaksızın yapılmaktadır. Hüküm için hazırlık yapılması
zaman gerektiriyorsa hüküm için ayrı bir celse tayini de mümkündür.

b. Sözlü Yargılama Alt evresinin Her Yargılamada İcrasının Şart Olmayışı:


Hüküm alt evresinin yargılamada cereyan etmesi gerekir ama sözlü yargılama alt
evresi yani tartışma alt evresi mutlak değildir. Bazı davalarda veya yargılamalarda
atlanabilir. Bunun hangi konularda söz konusu olduğunu anlamamız için öncelikle

sözlü yargılamanın işlevini anlamamız elzemdir. Sözlü yargılamanın işlevi, hukuki


meselenin hallidir. Hukuki meselenin halline veya ortada hukuki meseleye ilişkin bir
ihtiyaç bulunmayan hallerde sözlü yargılama evresinin cereyan etmesi gerekmez.

ba)İddia Vakıalarının İsbatsızlığı Halinde: Tahkikatın sonunda davacının iddia


ettiği vakıalar ispatsız kalmışsa o takdirde hakim, ispatlanamayan davanın reddine
karar verecektir. Sözlü yargılamada artık hangi hukuk kuralının kesinleştirilmesine
gerek bulunmuyor çünkü bir defa kuraldakilerle karşılaştırılacak somut vakıalar
mevcut değildir.

bb)Uyuşmazlık Meselesi Münhasıran Fiili Olduğunda (Ör: Sahtelik Davası):


Ortada hukuki mesele açısından istisnai de olsa bu da söz konusu olabilir. Somut
yargılama bakımından hukuki meseleye dair duyulan ihtiyacın söz konusu olmadığı,
örneğin sahtelik iddiasında taraflar arasındaki anlaşmazlık bir hukuki ilişkiye işaret
eden belgenin gerçek olup olmadığı o itibarla tipik surette bir hukuki mesele söz
konusu değil. Bu belgenin vasfıyla ilgili destek normlar dikkate alınsa da sonuç
itibarıyla orada o vakıanın vaki olup olmadığının belirlenmesi karar vermek ve
hükme varmak bakımından yeterlidir bu itibarla bu davalarda da sözlü yargılamaya
ihtiyaç yoktur ve burada da sözlü yargılama evresi atlanır.

bc)Tahkikattan Sonraki bir Hükümsüz Sona Erme Hali Zuhurunda: Burada


feragat, kabul ve sulh tarafların usuli işlemleri olarak hakimin vereceği hükmün
formunu değiştiriyor. O usuli işlemler kanunen yargılamayı sona erdirici niteliğe
sahip olduğundan dolayı burada hukuki meselenin halline ilişkin bir faaliyetin de
yürütülmesi gereksizdir.

B)Sözlü Yargılama ve Hüküm Altevrelerinin Cereyanı (HMK, m.186/1; 321/1):

a-Olağan Usulde Tahkikatı Takiben Sözlü Yargılama ve Hüküm Evresine Geçiş


veya Taraflar Mehil İstediğinde Ayrı Celse Günü Tayini: 2020 değişikliği ile
taraflar burada sözlü yargılama ve hüküm evresine ilişkin bir mehil istemiş
olmadıkça basit usuldeki gibi yargılamayı sürdürerek ara vermeyip final evresindeki
sözlü tartışma ve hüküm aşamalarını da icra ederek nihai karar verilecektir.

b-Basit Usulde Tahkikatı Takiben Doğrudan Sözlü Yargılama ve Hüküm


Evresine Geçilmesi: Basit usulde tahkikatın bitiminde hakim, tarafların beyanlarını
da alıp hükmünü verebilir.

c-Olağan Usulde Son Sözlerin Sorulması ve Basit usulde Son Beyanların


Alınması: Basit usul ve yazılı usulde hükmün lafzında son sözlerin sorulması şeklinde
beyanların alınmasından bahsediliyor. Kapsam itibarıyla basit usule tabi yargılamalar
daha dar kapsamlı olacağı için bu faaliyetin çapı daralacak olsa da neticede aynı
faaliyet söz konusudur.

ç-Hüküm için Hazırlık Gerekmedikçe Kararın Verilmesi ve Aksi Halde Hüküm


Celsesi Tertibi:

II-HMK’ya Göre HÜKMÜN İTTİHAZI

1-Hükmün Verilmesi ve İlama Bağlanması

A)Hüküm Verme ve İlama Bağlama Rejimi (TCAY, m.36/I-II, 40/II, 143/III;


HMK,m.27/2,33, m.205/2,3,294/3-4,297,298/2 )

a-Hüküm Verme Mecburiyeti ve Toplu Mahkeme Üyesi Hakiminin de


Kararsız Kalamaması: Hakim, burada hukuki mesele bakımından da bir sonuca
kolayca ulaşamadığı hallerde bir tereddüt duyabilir fakat neticede davayı sonuçsuz
bırakma gibi bir şey mümkün değildir. Anayasa’da öngörüldüğü surette hakim,
görevi dahilindeki yargısal başvuruları karara bağlama görevi altındadır. Kural
olarak bu karara mevcudiyeti de usuli şartlar sağlanmışsa bir esas haline
gelmektedir. Dolayısıyla hüküm aşamasında mahkeme bir karar vermek zorundadır.
Bu, tek hakimli mahkemelerde elbette kolayca halledilebilir fakat toplu
mahkemelerde üyeler arasında kararsız kalan biri olduğunda o zaman diğerlerinin
görüşüyle mi sonuca gidilecektir? Hayır, orada da hakimlerin her biri o hususta
kendi görüşlerini belirtmek durumundadırlar. O zaman verilecek karar bakımından
alternatif görüşler mevcutsa bir oylama yapılır. Yani hakimin kararsız kalması çok
hakimli mahkemelerde de söz konusu değildir.

b-Hakim Tarafından Kaideten Mahkeme Salonunda ve Görevdeyken Karar


Verilebilmesi: Elbette yargılama mahkeme salonunda yapıldığı gibi hükmün de bu
şekilde aleni duruşmada verilmesi gerekir. Burada aleniyet ilkesi nedeniyle kararın
mahkeme salonunda verilmesi gerekir. Yargı yetkisinin kullanılması hususunda bir
eksikliğin bulunmaması lazım. Bu bakımdan hakimin izindeyken yargılamaya
katılıp hüküm oluşturması söz konusu olmaz.

c-Kaideten Yargılamada Son Usuli İşlemi Tesis Eden Hakim Tarafından Karar
Verilebilmesi: Kararın, sözlü yargılamaya katılmış ve orada bulunmuş hakimler
tarafından verilmesi gerekir. Bu, sözlü yargılamada tarafların katkısıyla hukuki
tartışma çerçevesinde hukuki meselenin hallinde hükme temel alınacak olan şeyin o
hukuki tartışmadan çıkan sonuç olduğunu gösteriyor. Bu itibarla az önceki
örneğimizdeki gibi hakim izindeyse ve geçici bir hakim çıktığında artık kararın
verilmesi hüküm aşamasına kalmışsa (sözlü yargılamayla hüküm celsesinin
ayrıldığı istisnai durum mevcutsa) sözlü yargılamadaki beyanların tekrar alınması
ve tekrar son sözlerin sorulması gerekir. Ya da hakim izinde değilse ve mesela
emekli olmuşsa o zaman zorunlu olarak sözlü yargılamadaki bu faaliyet kısaca
tekrar edilir.

ç-Hükmün Kaideten Gerekçeli Olarak Verilmesi: Mahkeme hüküm aşamasında


hükmü açıklarken vardığı tatbike medar hukuki sonucun teyit edilip edilmemesine
göre davanın kabulü veya reddine karar verecektir ancak orada o kabul veya redde
götüren gerekçeler önemlidir.

ça)Hüküm Fıkrasının Kararın Verildiği Celsede Tefhim Olunup Tutanağa


Derci: Hüküm verilirken yani tefhim anında sadece hukuki sonuç yani gerekçe
açıklanmaksızın neye karar verildiği, taraflara bahşedilen hak veya yükümlülük
kısaca formüle edilerek belirtilir (bunlar davanın kabulü ihtimalinde geçerli,
davanın reddinde zaten bir hak bahşedilmesi ve davalıya bir yükümlülük
yüklenmesi de söz konusu değildir). Davanın kabulü itibarıyla hükmün tefhimi
sırasında gerekçesiz olarak açıklanıyor.

çb)Gerekçeli Kararın Tefhimden İtibaren 1 Ay içinde Yazılıp Taraf-İlgiliye


Re’sen Tebliği: Yargılama bu surette hükmün tefhimiyle sona erdikten sonra
açıklanmamış olan gerekçe tefhimi takiben 1 aylık süre içerisinde kısa karar
gerekçeli hale getirilerek taraflara re’sen tebliğ edilmesi gerekiyor. Burada dikkat
gerektiren husus, kısa karardan sonra gerekçeli kararın yazımında gerekçe ilave
edilecektir fakat kısa karar mahkemenin duruşma tutanağında yer alıyor halbuki

gerekçeli karar ayrı bir belge olarak oluşturulacaktır. O gerekçeli kararın


oluşturulmasında hüküm fıkrası yazılırken duruşma tutanağındaki kısa kararın
oraya geçirilmesi gerekir ve arada bir fark olmaması gerekir.

çc)Gerekçeli Karar / İlam Metninin Tefhim Olunan Hüküm Fıkrasına Aykırı


Yazılmaması:

d-Hükme Karşı Kanunyolunun Açık Olup Olmadığının Kararda Belirtilmesi ve


Açıksa Yolu ve Başvuru Süresinin Gösterilmesi: Hükmün tefhiminde duruşma
tutanağına geçirilirken taraflara verilen karara karşı bir kanun yolu imkanı bulunup
bulunmadığı ve varsa bunun süresinin de belirtilerek tutanağa geçirilmesi
gerekiyor. Bu bir hüküm olarak AY 40. Maddeden kaynaklanan bir zorunluluktur
ve HMKda da düzenlenmiştir.

e-Kaideten Şarta Bağlı ve İcrası-İnfazı Gayrıkabil Hüküm Verilmemesi: Yargısal


içtihatlarda somut duruma bağlı olarak şarta bağlı karar verilebileceği yönündedir.
Şarta bağlılık kural değil istisnadır çünkü infazda tereddüde yol açabilir ve hukuk
güvenliğini ihlal eder.

f-Hükmün Kaideten Taraflara Muzafen Verilmesi: Hükmün verilmesinde bir


özellik de kararın, yargılamada taraf konumunda bulunanlar hakkında verilmesidir.
İstisnai durumlarda hükmün bazı unsurları taraflar dışındaki 3. Kişiler lehine de
olabilir ve buna örnek olarak da yargılama harçlarını verebiliriz.

g-Hükmün Yazımıyla Mahkemenin İşten Elçekmesi ve Karara Kaideten


Dokunamaması: Hükmün tefhimine bağlı kurallardan birisi de hakimin hükmün
tefhiminden sonra işten el çekmiş olur ve karara dokunulamaması gerekir fakat bu,
hükmün gerekçeli tefhim edilmediği hallerde gerekçeli kararın yazılması sonrasından
itibaren başlar. Az sonra göreceğimiz istisnai durumlar dışında artık hakimin hükme
dokunması söz konusu değildir ve artık kararı verdikten sonra ancak kanun yollarında
hükmün iptali veya ihdası, değiştirilmesi veya kaldırılması mümkündür.

B)İlamın Unsurları (HMK, m.297,299)

İlamın içeriğinde bazı şekil unsurları vardır ve bunlar HMK 297 ve 299 da
düzenlenmiştir. Burada artık hükmün tefhimi değil hükmün tebliği aşaması itibarıyla
oluşturulan karar belgesinden söz ediyoruz. Hükmün tefhimi açısından asgari olarak
hüküm fıkrasının belirtilmesi yeterlidir. Burada ise hükmün tebliği aşamasında karar
belgesi oluşturulurken sadece gerekçenin ilavesinden farklı olarak kanunda yer alan
içerik unsurlarının da ilamda belirtilmiş olması gerekir.

a-Mahkeme ve Taraf Bilgileri ile Tefhim Tarihi (Başlık): Bu başlık kısmında


mahkemenin hangisi olduğu, tarafların kim olduğu ve varsa temsilcileri yer alır keza
hükmün tefhim tarihi yani açıklanma tarihi de belirtilir. Mahkemeye ilişkin kararı
veren hakimin adı ve sicili yer alır. Aynı zamanda hükmün tefhiminde kısa kararı
tutanağa geçiren katibin kimliği ve sicil numarası yer alır.

b-Tarafların İddia –Savunma Özeti ve Delilleri (Giriş): Tarafların iddia-


savunmalarını ve delillerini içeren bir kısmın ilamda yer alması lazımdır ve bu özet
halinde yazılır.

c-Gerekçe // Hukuki ve Maddi Dayanaklar (Gelişme): Kararın hukuki ve maddi


dayanakları yer alır. Hukuki dayanak, hukuki sebeptir yani tatbik edilen hukuk
kuralıdır. Maddi dayanak olarak da kararın maddi temeli olan vakıalara ilişkin deliller
yer alır.

ç-Hüküm Fıkrası (Kısa Karar) ve Yargılama Masrafı Tahmili ile Kanun yolu
Keyfiyeti (Sonuç): Burada davanın kabulü faraziyesi ile davacının tanınan hakkı (yani
mahkeme burada hak inşa etmiyor) söz konusudur. Tarafın tespit edilen ve yerine
getirilmesi gerektiği hakkı ve aynı zamanda karşı tarafa tahmil edilen ve karşı tarafın
mahkum edildiği yerine getirilmesinin hüküm altına alındığı şey bulunur. Bunlara
ilaveten yargılama masraflarındaki sorumluluk bulunur ve burada daha sonra da
göreceğimiz gibi kaybeden öder kuralı vardır ama bunun istisnaları da söz konusudur.
Ve nihayet burada hükme karşı bir kanun yolu başvuru imkanı var ise bunun hangisi
olduğu (istinaf-temyiz-itiraz) ve kanunda bu hususta yer alan başvuru süresi bulunur.
Kanun yolu başvuruları iş mahkemelerinde tefhim ile diğer mahkemelerde ise tebliğ ile
başlar ama bu ayrımı da kısa karar kısmında görürüz.

d-Mahkeme Mührü ile Hakim ve Katip İmzası-Yazım İkmal Tarihi (Tevsik): Son
olarak da kararın, hakimin ve katibin imzalarını içermesi gerekir ve yine mahkemenin
mührünü taşıması gerekir ve aynı zamanda kararın yazım tarihi bulunur (kararın yazım

tarihi bizde genellikle başlık kısmına konulur) burada tefhim tarihi yeterlidir ama
tefhim tarihinin altına yazım tarihi diye de uygulamada genellikle eklenir.

Bu şekilde 5 temel unsurun ihtiva edilmesi gerekir. Bunların eksikliği, usuli işlemler eğer
kamu düzenindense ve esaslı şekilse kanun yollarında iptale yol açabilir.

2-Hükmün Tashih – Tavzih ve İkmali (HMK, m.304-306)

İşten el çekmeden itibaren mahkemenin tekrardan bu karara yönelik herhangi bir işlem tesis
etmesi söz konusu değildir. Bunun istisnası kanunda öngörülen hallerde ve usuli şekle bağlı
olarak kararın tashih edilmesi, tavzih edilmesi veya tamamlanmasıdır. Tashih ayrı tavzih ve
tamamlama ayrı taraflara konularak incelenmelidir.

A)Hükmün Tashihi

a-Hakimin İlama Şeklen Müdahale Yetkisinin Saklı Oluşu

aa)Hükümdeki Açık Yazı ve Rakam Hatalarının Taleben veya Resen


Düzeltilebilmesi:
Tashihte, hükümdeki açık yazı ve rakam hatalarının düzeltilmesi suretiyle hükme bir
müdahale söz konusudur. Bu iki şekilde olabilir: hakimin re’sen sonradan farketmesi
çerçevesinde veya taraflardan birinin başvurusu şeklinde olabilir. Burada usul
bakımından ilam, tarafa tebliğ edilmişse bu takdirde taraflara bir beyan imkanı
tanınması gerekiyor.

ab)Düzeltme Yönteminin Hükmün Tebliğ Olunup Olunmadığına Göre


Değişkenliği: Eğer tebliğ söz konusu değilse dosya üzerinden tarafların beyanını alma
gereği olmadan mahkemenin kararı tashih etmesi mümkündür. Özellikle hüküm
fıkrasındaki açık yazı ve rakam hatası, yüklenen mahkumiyet tutarı ile ilgili olabilir.
Kısa karardaki formülasyon ve dava evrakında yapılan hesaplamalara müracaat
edilerek yapılan hata düzeltilir. Yazı ve rakam hatalarının düzeltilmesinde hakimin
verdiği kararın dışına çıkılmaması önem arz etmektedir.

aba)Hüküm Taraflara veya Karşı Tarafa Tebliğ Olunmadığında Hatanın Dosya


Üzerinden İncelemeyle ve Taraflar-Karşı Taraf Dinlenilmesi Gerekmeksizin
Düzeltilmesi:

abb)Hüküm Taraflara veya Karşı Tarafa Tebliğ Olunmuş ise Hatanın Taraflar/
Karşı Taraf Beyanı Alınarak Düzeltilebilmesi:

b-Düzeltmenin Hatalı Karara Dokunulmaksızın Ayrı Bir Karar Yazılarak


Yapılması:

Düzeltmenin şekli ile ilgili olarak da mevcut karar metninde değil, kararın tebliğinden
(hüküm tebliğ olsa da olmasa da) sonra ayrı bir ek karar metni oluşturularak yapılır ve
asıl ilama iliştirilir.

ba)Ayrık Kararın Mevcut Karardaki Hatalı İçerik ve Ne Şekilde


Düzeltildiği Belirtilmek Suretiyle Ittihazı

bb)Ayrık Kararın Hatalı Karara İliştirilmek Suretiyle Birleştirilmesi

B)Hükmün Tavzihi veya İkmali

a-Hükmün İzahı ve Tamamlanması veya Form Tahvilinin Mümkünlüğü:

Hükmün tavzihi, hükümdeki kapalı ifadeler ve hatta hüküm fıkraları arasında birbiriyle
tutarsızlık oluşturulan ifade bozukluklarının yarattığı tereddüdün giderilmesine
yöneliktir. Böyle durumlarda hükmün mahkemece açıklanması yani izah edilmesi
istenebilir. Tavzih kural olarak hüküm fıkrasıyla ilgilidir yani hüküm fıkrasının vazıh
olması önemlidir çünkü taraf bunu yerine getirecektir ve o bakımdan neyin yerine
getirileceğini anlaması gerekir. Bu bakımdan kararın tereddüt oluşturan bir hal ortaya
koyması durumunda tavzih talebinde bulunulması mümkündür. Tavzih, talebe bağlıdır
ve talep edilmiş olması gerekir.

Tamamlama, kararda mahkemenin esasen tefhim aşaması itibarıyla karara bağlamayı


unuttuğu, ihmal ettiği usuli talep unsuru veya kendisinin re’sen hareketle karara
bağlaması gereken unsur bakımından kararın tamamlanması ihtiyacı ortaya çıkabilir
(2020 değişikliği ile kanuna girdi).

Tahvil ve kararın daha sonra feragat-kabul-sulh kesinleşme aşamasına kadar mümkün.


Hükmün verilmesinden sonra davacının davadan feragati, sulh ortaya çıkabilir ve
yargılamada talep konusu olan hususlar dışındaki unsurların katılması da mümkündür. O
yüzden sulhe kararın verilmesinden sonra da ihtiyaç olabilir.

aa)Kapalı veya Mütereddit İfadeli Kararların Hüküm Fıkrasının İçeriği


Değiştirilmeyecek Şekilde Vazıh Hale Getirilebilmesinin veya
Tutarsızlıkların Giderilmesinin İstenebilmesi

ab)Karara Bağlanması Unutulan Talep veya Resen Hareket Unsurları


ya da Gerekleri Hakkında Ek Karar Verilebilmesinin İstenebilmesi

b-Hükmün Tavzihi ve Tamamlanması veya Tahvilinde Usûl-Şekli:

Usul bakımından tavzih, tamamlama veya tahvil talep üzerinedir fakat


burada kararın talep edilmiş olup olmamasından bağımsız olarak tarafın
talebi halinde karşı tarafın beyanının da alınması ihtiyacı vardır. Burada
dosya üzerinden de yazılı beyan alınıp yapılabilir ve sözlü beyan imkanı
tanınarak da yapılabilir. Yöntem bağlamında zaman bakımından tavzih-
tamamlama-tahvil arasında bir fark vardır. Tavzih için hükmün icrasına
kadar zaman vardır ama tamamlama ve tahvil için 1 aylık süre vardır. Tahvil
için daha sonra kanun yolu aşamasında kullanılabilecek bir fırsat da vardır
ama ilk derece mahkemesinin önünde o süre gerçekleşmişse tamamlama
yolu çerçevesinde feragat ve sulh bakımından da 1 aylık süre geçerlidir.

Şekil itibarıyla gerek tahvil ve gerekse tamamlama veya tavzih bakımından


tashihtekine benzer bir durum vardır. Bu işlemin ayrı bir karar yazılarak
yapılması gerekiyor ve özellikle tamamlama bakımından bu daha mutlaktır
çünkü tamamlamada verilmemiş olan bir hüküm mevcuttur.

ba)Tavzih ve Tamamlama veya Form Tahvilin Tarafların Yazılı Talebi Üzerine


ve Kaideten Karşı Tarafın Beyanı Alınıp Dosya Üzerinden Gereğinde
Taraflar Dinlenilmek Suretiyle Yapılması

bb)Tavzih için Engeç Hükmün İcrasına Dek Talepte


Bulunulabilmesi

bc)Tamamlama için Tebliği Müteakip Bir Aylık Sürede Talepte


Bulunulabilmesi

bç)Talebin Kabulü Halinde Tavzih ve Tamamlama veya Form Tahvilin


Mevcut İlama Dokunulmaksızın Ayrı Bir Karar Yazılarak Yapılması

bça)Tavzih Kararının Mevcut İlama İliştirilmek Suretiyle Birleştirilmesi

bçb)Tamamlama veya Form Tadiline İlişkin Ek Kararın Mevcut İlama


İliştirilmek Suretiyle Birleştirilmesi

C)Tashih ve Tavzih veya Tamamlama Kararları Kanun yoluna Tabiiyeti:

Kanuna baktığımızda sadece tamamlama açısından kanun yoluna başvurulabileceği


düzenlenmektedir fakat uygulamada tashih ve tavzih kararları bakımından da kanun yolu
başvurusunda bulunulduğunu ve yargısal içtihadın da buna cevaz verdiğini görüyoruz.
Genel ilke nihai kararlara karşı kanun yoluna başvurulabilmesidir, tashih ve tavzih
bakımından da işten el çekilmiş ama istisnai olarak müdahale ihtiyacı söz konusudur. Bu
itibarla geriye dönmeye yönelik bir keyfiyet vardır ve bu itibarla burada yapılan
müdahalenin isabeti bakımından bir kanun yolu denetimi ihtiyacı söz konusudur.

III- YARGISAL KARAR ile HÜKMÜN SONUÇ ve ETKİLERİ

1-Hüküm ve Sair Yargısal Karar Kavramları (HMK, m.295/1-Son c;294/6, 341/1):

A)Hüküm Kavramı:

Hüküm, yargısal karar olarak hukuk düzeninin bazı sonuçlar bağladığı bir mahkeme usul
işlemidir. Mahkeme usul işlemlerini kategorik olarak ara kararlar ve nihai kararlar
şeklinde 1. Dönem incelemiştik. Hüküm, mahkemenin yargılamaya son veren nihai

kararların tamamı bakımından değil esasa ilişkin bir kararla yargılamanın sona erdirildiği
hallerdeki yargısal karara tekabül eder. Esasa ilişkin olmaktan anlamamız gereken davaya
sebep olan olayın yürürlükteki hukuk karşısındaki durumu hakkında verilen yargıdır.

a-Hükmün Bir Hukuki İhtilafı Kati Olarak Çözen Esasa İlişkin Nihai Karar
anlamına Gelmesi: Çekişmeli yargı türünde de çekişmesiz yargı türünde de esasa ilişkin
bir karar verilmesi söz konusudur fakat burada hüküm kavramı, çekişmeli yargıda esasa
ilişkin nihai kararı ifade eder.

b-Hükmün Dava Prosedüründen Verilen Esasa İlişkin Nihai Karar Vasfını


Haiziyeti: Hüküm kavramı esasa ilişkin çekişmeli yargıya müdahil bir nihai karar
olarak bir hukuki itilafı esastan çözen karardır. Burada iki ihtimal vardır:

ba)Davanın Kabulü Kararları: Zaten esasa ilişkin bir sonuç taşıdığından dolayı
burada bir güçlük yoktur.

bb)Davanın Esastan Reddi Kararları: Esastan verilen nihai karar olmasını


dikkate aldığımızda davanın reddi kararlarından davanın esastan reddi bir hüküm
teşkil edecektir.

B)Hükümdışı Yargısal Karar Kavramı

Hükmü, çekişmeli yargıya teksif edince çekişmesiz yargıda verilen kararlar bunun
dışında kalıyor.

a-Hükümdışı Yargısal Kararın Çekişmeli Yargıda Davanın Usulden Reddine


İlişkin Nihai Kararlar ile Geçici Hukuki Koruma Talebine İlişkin
Kararlara Tekabül Etmesi: Çekişmeli yargıya dahil olmakla birlikte geçici
hukuki korumaya ilişkin yargılamalar bakımından da aynı şekilde buradan sadır
kararlar hakkında hüküm kavramı kullanılmaz ve hüküm bu prosedürün dışında

kalır. Burada geçici hukuki koruma talebini sonuçlandıran mahkeme iradesine


de hüküm diyemiyoruz ve karar olarak adlandırıyoruz.

b-Hüküm Kurallarının “Mutatis Mutantis” Kararlara da ve Üstderece Mhk. K.


Uygulanması: Üst derece mahkemesi olarak Bölge Adliye Mahkemesi ve Yargıtay
mevcuttur. Hüküm kuralları, Bölge Adliye Mahkemesi kanunda düzenlenmeyen
yargılama usulü bakımından ilk derece yargılamasının tabi olduğu usul kurallarına da
tabidir dolayısıyla buna hüküm kuralları da dahildir. Yargıtay kararları bakımından
orada bir vaka yargılaması yapılmayıp hukuki meseleye ilişkin bir kontrol yapılması
söz konusudur o itibarla hukuki uyuşmazlık çözümü hakkında yeni karar verilmesi
söz konusu değildir işte bu yüzden Bölge Adliye Mahkemesindekinden farklı olarak
Yargıtay kararlarında hüküm özelliklerini görmüyoruz. Bununla birlikte hüküm
kuralları gerek Bölge Adliye Mahkemesinin vaka denetimi dışındaki kararlarına
gerekse Yargıtay özel dairesinin kararlarına kıyasen uygulanır. HMK 295 vd
düzenlenen hükmün şekli ve içeriğine ilişkin düzenlemeler, az önce bahsettiğimiz
hüküm teşkil etmeyen diğer yargısal kararların ittihazında ve istihsalinde de kıyasen
uygulanır.

2-Hükmün Sonuçları

Hükmün sonuçlarından anlamamız gereken, hukuk sisteminin hükme bağladığı hukuki


etkiler yani onun hukuk düzeninde meydana getirdiği sonucu kastediyoruz. İcra
edilebilirlik etkisi de hükme bağlanan sonuçlardan birisidir fakat orada farklı bir özellik
vardır ki kesinleşme aranmadan bu etkinin ortaya çıkmasına kanun koyucu cevaz vermiş
(geniş istisnaları vardır) .

A)Hükmün Ortaya Çıkması ve Kesinleşmesi:

a-Hükmün Tefhimle Varlık Kazanması ve Mahkemenin Kaideten Karara


Dokunamaması:

Hükmün tefhiminin aslında gerekçeyle birlikte olması kuraldır ancak kısa karar
şeklinde açıklanmasına cevaz veriliyor. Dolayısıyla hüküm, hukuk düzenine girmesi
itibarıyla kısa karar şeklinde varlık kazanıyor fakat daha sonra gerekçeli kararın
oluşturulmasıyla hükmün kontrolü yollarına başvurma imkanı da buna ilişkin sürelerin

işlemesiyle karşımıza çıkar fakat istisnai olarak tefhimle başlayan haller de vardır (örn
iş mahkemesi ve icra mahkemesinin bazı kararları).

Hükmün varlık kazanması tefhimle meydana geldiğinde usule ilişkin bir sonuç olarak
mahkemenin işten el çekme sonucu çerçevesinde karara dokunamama keyfiyetinin
hasıl olduğunu belirtmemiz gerekir ve bunun istisnasının da geçen hafta gördüğümüz
tavzih, tashih ve tamamlama kurumlarıdır demiştik.

b-Hükmün Gerekçeli Kararın Yazılmasını Müteakip Olağan Kanunyoluna


Başvurma İmkanı Bulunmaması veya Başvuru İmkanının Tükenmesi-
Tüketilmesiyle Kesinleşmesi:

Hükmün kesinleşmesi, tefhime müteakip gerekçeli kararın yazımı ve tebliği üzerine


eğer kanun yolu açık olan hükümse kanun yolu başvuru süresinin geçmesiyle sona
erer tabiatıyla burada kanun yoluna başvurulmaması hali bakımından da söz
konusudur. Eğer kanun yoluna başvurulmuş ise kanun yolu incelemesinin
tamamlanması ve hükmün mevcudiyetini bu inceleme çerçevesinde de muhafaza
etmesi ile mevcut hüküm kesinlik kazanır. Kanun yolu başvurusu açık olmayan
durumlar bakımından elbette verildiğinde kesinlik söz konusudur.

B)Hükmün Maddi-Usuli Etkileri:

Hükmün kesinleşmesi ile hukuk düzeninin hükme bağladığı sonuç olarak temelde iki
kategorik durumdan bahsetmek suretiyle etkileri açıklayabiliriz. Hükmün bu bakımdan
maddi ve usuli etkileri vardır.

a-Hükmün Maddi Hukuka Yönelik Etkileri (HMK, m.108/2;350/2,367/2; İİK,


m.39):

Hüküm türlerine bağlı olarak değişiklik gösterir. Hüküm türleri de kaideten dava
türleriyle bağlantılı olarak eda davasının kabulüyle bir eda hükmü ve inşai davanın
kabulüyle bir inşai hüküm ve tespit davasının kabulüyle bir tespit hükmü verilir fakat
bu kuralın istisnaları vardır. Eda davasında bazı hallerde bir inşai hüküm sadır olduğu
da vakidir. İcra edilebilirlik etkisi ile birleştirildiği ahvalde eda davasında bir inşai
hükmün istihsal edildiğini görüyoruz.

İnşai etki, inşai hükümlere tanınan bir yetkidir yani inşai etki, hukuk düzeninde
hükmün doğrudan bir değişiklik meydana getirmesi ve verilen hükmün hukuk
aleminde sonuçlarının kendiliğinden ortaya çıkması halidir.

İcra edilebilirlik etkisi, eda hükümleri bakımından söz konusudur zira eda hükümleri
bir edimin gerçekleştirilmesi verme-yapma-yapmama borçlarına ilişkin olarak hüküm
altına alınıyor dolayısıyla hükme bağlanan edim yükümlülüğünün rızaen yerine
getirilmemesi halinde icra aşaması çerçevesinde devlet kuvvetleri tarafından yerine
getirtilmesi süreci başlatılıyor.

Unsur etkisinden anlamamız gereken şey hükmün unsurlarının maddi hukuk


çerçevesinde ilave bir talep yetkisi doğurmak veya ilave sonuçlar bağlanmak şeklinde
karşımıza çıkar. Mesela boşanma kararı türev bir etki olarak nafaka hükmünü de
doğurabilir. Unsur etkisinin bir diğer formu hükme ilave hukuki sonuç bağlanmasıdır.
Bunun örneğini de İİK nın 39. Maddesinde görüyoruz. Orada ilamların zamanaşımı
bakımından 10 yıllık bir süreye tabi olduğu öngörülmüştür. Esasen zamanaşımı maddi
hukukta farklı sürelerde farklı hukuki ilişkiler çerçevesinde belirlenmiş durumdadır
fakat yargılamanın tamamlanması ve hükmün verilmesiyle aradaki hukuki ilişkiden
bağımsız olarak hükmün elbette zamanaşımına tabi bir alacak içermesi kaydıyla her
durumda 10 yıllık bir zamanaşımına bağlandığını görüyoruz işte bu itibarla burada yeni
bir hukuki sonuç tanınmış oluyor ki bu da unsur etkisinin bir diğer kategorisidir.

aa)Maddi Hukuka Yönelik Etkilerin Hüküm Türlerine Göre Değişkenlik


Göstermesi

ab)İnşai Etki - İcra Edilebilirlik Etkisi –Unsur Etkisi (İlave Talep Yetkisi ve
Hukuki Sonuç)

b-Hükmün Usûl Hukuku Etkileri (HMK, m.303; MÖHUK, m.59):

Usul hukukuna yönelik etkiler hüküm türlerinin tümü bakımından ortak etkilerdir. Bu
itibarla az önce bahsettiğimiz inşai, eda ve tespit hükümlerinin tümü bakımından ve
dolayısıyla o hükümlerin verildiği davaların tümü bakımından söz konusudur. Burada
birbiriyle bağlantılı 2 etki söz konusudur: Kesin hüküm etkisi ve kesin delil etkisi.

C)Hükmün Usuli Etkileri

a-Kesin Hüküm Etkisi:

Kesin hüküm etkisi, maddi anlamda ve şekli anlamda kesin hüküm şeklinde 2 alt
kavramla ifade ediliyor ama aslında şekli anlamda kesin hüküm etkisi, maddi anlamda
kesin hüküm etkisinin bir ön şartıdır. Bununla birlikte, hükmün kesinleşmesiyle ortaya
çıkan bir sonuç olarak artık yargılamanın sürdürülememesi ve yargısal prosedürün orada
kesilmesi şeklindeki etkiyi şekli anlamda kesin hüküm etkisi olarak da düşünmek
mümkündür.

Kesin hüküm denilince anlaşılması gereken maddi anlamda kesin hüküm etkisi denilen
şeydir ki bu da yargısal kararlara bu kararın aksettirdiği adli gerçeğin sonraki davada
taraflar arasında tartışma konusu yapılamaması ve tabiatıyla evleviyetle aynı konuda
taraflar arasında yeni bir davanın açılamaması şeklinde ifade edilir. Bu, kesin hükmün
önleyici etkisi ve bağlayıcı etkisi şeklinde iki ayrım temelinde açıklanıyor:

aa)Şekli Kesin Hüküm Etkisi (HMK, m.302) (Hükmün Kesinleşmesini Müteakip


Yargılamanın Devam Edememesi ve Kararın Hukuk Sisteminde Varlığının
Teyidi):

ab)Maddi Kesin Hüküm Etkisi (HMK, m.64,69/2; 114/1-i )(Maddi anlamda kesin
hüküm, bir yargısal kararın, aksettirdiği kanuni gerçeğin sonraki davada tartışma
konusu yapılamamasıdır):

aba)Şekli Unsurları Aynı Olan Yeni Bir Davanın Görülmesini Önleme


( Menfi Etki / Dava İkamesini Önleme Etkisi - Tekrar Yasağı): Önleyici etki,
dava şartlarında gördüğümüz, mahkemenin önüne getirilen davada daha evvel
aynı taraflar arasında aynı konuda bir hüküm verilmiş olmaması şeklindeki dava
şartı aslında bu kesin hükmün menfi hükmü denilen önleyici etkiye tekabül eder.

Bağlayıcı etkide ise biz bir kanun öngörmüyoruz. İstisnai olarak kesin hükmün
cari olmadığı hallerde karşımıza çıkan bir etkidir, başka bir ifadeyle önleyici
etkiden muaf olan hallerde taraflar arasında aynı konuda aynı davanın yeniden

açılabildiği bir halde daha evvel verilen kararda yer alan tespitler sonraki
yargılamada hiç dokunulmaksızın yargılamanın onlar üzerinden devam etmesi
şeklinde ortaya çıkıyor. Bu bakımdan bahsettiğimiz istisnaya örnek olarak
usulden verilen kararlar sonradan o usuli eksiklik veya kusur giderilebilecek
türden ise giderildiğinde yeniden dava açılmasına engel olmaz. Yeniden açılan
aynı davada önce verilen usulden red kararında eğer içeriğinde hukuki meseleye
ilişkin olarak bir tespit varsa sonraki yargılamada da dikkate alınması orada tespit
edilen adli gerçeğin sarsılmaması ve ona tanınan gücün teyidi bakımından
sonraki davada da dikkate alınıyor. Fakat usulden red durumlarda vakaya ilişkin
tespit yapılması hali oldukça sınırlıdır.

abaa)Yargılamanın İadesi ve Değişiklik Davası Hallerinde Önleyici Etki


Yoktur

abab)Çekişmesiz Yargılama Konusu Usuli Taleplerde Önleyici Etki Kural


Olarak Yoktur

abb)Önleyici Etkiden Muafen Açılan Sonraki Aynı Davada Hakimi ve


Tarafları Bağlama ( Müsbet Etki / Konu İkamesini Önleme Etkisi – Çelişki
Yasağı): Değişiklik davası ve yargılamanın iadesi davalarında menfi etki cari
değildir. Yargılamanın iadesi olağanüstü bir kanun yoludur ve aynı davanın
kanunda belirtilen sebepler çerçevesinde aynı mahkemede davanın ele alınıp
yeniden bir karar verilmesi ve o meyanda yeniden karar verilme kanundan doğan
bir zaruret teşkil ettiği için 114. Maddedeki dava şartı olan yeniden görülememe
burada söz konusu değildir. Aynı zamanda değişiklik davası denilen ve kanunda
muayyen hallerle sınırlı durumlarda bir dava türü diyemesek de yargılama söz
konusudur, örneğin nafaka yükümlülüğü bakımından değişen şartlara bağlı
olarak yeni bir karar verilmesi istenebilir.

abba)Hüküm Sonucu Kapsamındaki Unsurların Bağlayıcılığı

abbb)Gerekçe (Hüküm Sonucuyla Sıkı İlişkili) Unsurunun


Bağlayıcılığı

ac)Maddi Kesin Hükmün Etkilerinin Sınırları (HMK, m.303):

Hükmün verildiği dava ile daha sonra açılan davanın aynı dava olması ile tarafların
ayniyeti şartı bir sınır çizmiştir (bunu 1. Dönem görmüştük) fakat bunun dışında da

objektif ve sübjektif sınır olarak ifade edilen ve söz konusu önleyici-bağlayıcı etkinin
meydana gelip gelmemesine yol açan hukuki sınır olarak bunların ne olduğuna bakalım.

Maddi kesin hükmün etkilerinin sınırlarını HMK 303. Maddede görüyoruz ve keza
şekil şartlarını da oradan çıkarıyoruz. 303. Maddenin fıkralarında kesin hükmün
objektif ve sübjektif sınırlarına ilişkin düzenlemeler yer alıyor.

aca)Kesin Hükmün Objektif Sınırları (Kesin Hükmün Objektif Sınırlarını


Kaideten Hüküm Fıkrasının Çizmesi):

Objektif sınır ile kastedilen şey önleme ve bağlama etkisinin hüküm fıkrasıyla sınırlı
tutulmasıdır. Hüküm fıkrası dışında, hüküm belgesinde gerekçeli karar kısmında
objektif sınır bakımından gerekçeye şamil değildir, önleyici ve bağlayıcı etki hüküm
fıkrası sırasında tutuluyor.

acb)Kesin Hükmün Subjektif Sınırları:

Bununla kast edilen aynı taraflar arasında olmak şartıyla ilgili olarak sonraki
yargılamada tarafların ayniyeti bakımından haleflerinin de bu kapsamda görülmesini
teşkil ediyor. Tarafların kendisi ve halefleri dışında, tarafla bağlantılı kişilere etki
etmemesi sübjektif sınır teşkil ediyor. Burada önceki davada davacı ve davalı
konumunda bulunan kişiler sonraki bir yargılama bakımından zıt konumda
olabilirler. Burada önemli olan husus önceki hükmün etkilerinin tarafların halefleri
dışındaki kişilere uygulanamamasıdır. Külli haleflere örnek olarak mirasçıları
verebiliriz. Cüz’i halefiyete de bir hukuki ilişki çerçevesinde örnek olarak
sözleşmenin devrini verebiliriz.

Kanunda bir de sübjektif sınır meyanında taraflar arasında müteselsil ilişki varsa
taraflar, hükmün verildiği davada dava arkadaşı olarak birden fazla kişi yer alıyorsa
ve bu şekilde yargılama yürütülerek karar verilmişse dava sırasında dava arkadaşı
olarak yer alan kişilerin dışında eğer başkaca müteselsil sorumluluk sahibi bulunan
kişilerin yer aldığı ilişkiye yönelik karar verilmişse davada yer almamış olan diğer
müteselsil sorumlulara önceki davada verilen kararın etkilerinin uygulanmaması
gerekir.

acba)Kesin Hükmün Tarafların Külli Haleflerine ve Kaideten Cüzi


Haleflerine Sirayeti

acbb)Kesin Hükmün Teselsül Etmemesi

acc)Kesin Hükmün Zaman İtibarıyla Sınırları: Bunu HMK 303. Maddeden


çıkaramayız. Hukuk düzeni bir bütün olduğundan dolayı hukuk düzeninin
maddi bünyesi içerisindeki diğer mevzuat da birlikte ele alınmalıdır. Bu
bakımdan İİK 33. Maddesinde bir düzenleme vardır. Daha önce yargılama
sırasında mahkumiyete mani bir itiraz sebebi olmuşsa onların yargılamada ele
alınması ve dolayısıyla sonraya sahri (?) olmaması gerekiyor. Kesin hüküm
etkisi mevcut hale ve geçmişe etkilidir, sonraya etkili değildir.

Burada iddia-savunma değişiklik yasağı ve bunun istisnası olan taraf


muvafakati ve ıslah çerçevesinde bahsettiğimiz itirazları savunma sebebi olarak
yargılamaya taraflarca getirilmek durumundadır. Burada sınır tahkikatın hitamı
gerek ıslah bakımından gerekse tarafların muvafakati bakımından tahkikatın
hitamına dek bu istisnai surette iddia-savunma değişiklik yasağı mevcut
değildir ama artık ondan sonra vaka getirme imkanı bu istisnalar dairesinde de
mevcut değildir çünkü artık sözlü yargılama ve hüküm aşamasına geçilecektir.
Bu bakımdan tahkikatın hitamına dek getirilen malzeme çerçevesinde
yargılama yapılacak ve tahkikatın hitamından sonraki vakıalar dikkate
alınmayacaktır. Burada tahkikat hitamına dek getirilmeyen vakıalara ilişkin
dava hakkı da sükut etmiş oluyor yani bu vakıalardan kaynaklanan ileri
sürülebilecek haklar sükut etmiş oluyor.

acaa)Kesin Hükmün Hale ve Geçmişe Etkili Oluşu (Kesin Hükmün


Önleyici Etkisinin İddia -Savunma Değişiklik Yasağı ve İstisnaları
Çerçevesinde Tahkikat Hitamına Dek Getirilen Vakıalarla Sınırlı Olması):

acab)Değişiklik Yasağı ve İstisnası Çerçevesinde Tahkikatın Hitamına Dek


Yargılamaya Getirilmeyen Vakıalar Nedeniyle Dava Hakkının Sükut
Etmesi

b-Kesin Delil Etkisi (MÖHUK, m.59; HMK, m.64,69):

Usule etkinin bir diğer nevi olarak bahsetmemiz gereken bir diğer etki de kesin delil
etkisidir. Kesin delil etkisi, aynı taraflar arasında sebebi veya konusu farklı sonraki bir

davada aynı taraflar arasında daha önce verilen bir kararın gerekçe kısmının bağlayıcılığı
anlamına gelir.

MÖHUK 59. Maddede yabancı kararların iç hukuka etkisi bakımından aktarılması


tanıma-tenfiz yargılamaları çerçevesinde tanımlanıyor. Bu düzenleme sadece yabancı
kararlar bakımından değil bizim kararlarımızın da dışarıya yönelik etkisi çerçevesinde iç
hukukla da etkilidir.

Temelde MÖHUK tan hareket edebiliriz ancak bununla birlikte HMK da 64 ve 69.
Maddede ve keza BK 79. (hoca bu maddeden emin olmayarak söyledi maddenin
konusuna ilişkin olarak bir şey söylemediği için gerçek maddeyi de bulamadım)
Maddeden de hareket etmek de mümkündür fakat tabiatıyla farklı mahkemeler olunca
yargı yolu veya yargı bölümü değişiyor.

HMK da 64 ve 69. Maddede kabul edilen esaslardan hareketle ifade etmek de


mümkündür. İhbar ve fer’i müdahale halinde kesin delil etkisindeki aynı taraf şartı
aranmaz fakat burada da zaten aynı tarafla arada bir bağlantı vardır.

ba)Aynı Taraflar arasında Sebebi veya Konusu Farklı Sonraki Davada


Gerekçenin Bağlayıcılığı

bc)İhbar ve Fer’i Müdahale Halinde Gerekçenin Farklı Taraflar arasında da


Bağlayıcılığı

10. HAFTA

YARGILAMANIN HÜKÜMSÜZ SONA ERMESİ

I-DAVANIN BAZI TARAF İŞLEMLERİ ile HÜKÜMSÜZ SONA ERMESİ

1-Tarafların Yargılamayı Sona Erdirme Kapasitesi:

A)Tarafların Yargılamayı Sonlandırabilmesinin Hukuki Temeli:

Taraflarca tasarruf ilkesi kanunda genel hükümler kısmında yer alır. Davacının davayı açma,
sürdürme ve nihayet sona erdirme şeklinde 3 yetkiye tekabül eder. davalı bakımından da
yargılamanın kapsamına etki itibarıyla savunma sebebi ileri sürme ya da sürmeme ve keza
yargılamada davacının usuli talebine verdiği tepki bakımından farklı ihtimallere ilişkin
tercihte bulunabilme şeklinde onun kullandığı yetkilere tekabül eder.

Bu 3 kurumun maddi hukukla olan ilişkisi veya ona etkisi çerçevesinde sözleşme özgürlüğü
ile birlikte düşünülür. Sözleşme, esasen borçlar hukukunun bir kavramıdır ama hukukun diğer
alanlarında da farklı sözleşme türlerini görüyoruz.

a-Taraflarca Tasarruf İlkesinin Yargılamayı Sona Erdirtme Etkisi (HMK, m.24)


123,307,308/1, 313/1,349): Yargılamayı sona erdirme, usul hukukuna veya maddi hukuka
ilişkin sözleşme formunu da bünyesinde ihtiva edecek şekilde feragat-kabul-sulh kurumlarına
ilişkin, bu kurumların altında yatan bir yetki şeklinde yer alır.

b-Sözleşme Özgürlüğünün Davanın Kabulünü ve Davadan Feragâti veya Yargılama


Konusu Üzerinde Sulh Akdedilebilme Yetkisini de Kapsaması: Tarafların yargılamayı
sona erdirme yetkisi ve sözleşme özgürlüğü, mutlak değildir ve kamu düzenine açık olan
hallerde biliyoruz ki sözleşme özgürlüğü de kısıtlanabilir ve tarafların usuli işlem yetkileri de
kısıtlanabilir. Dolayısıyla bahsettiğimiz durum temelde taraf yararının öne çıktığı davalar
bakımından söz konusudur.

c-Kamu Yararının Ağırlıklı Olduğu Davalarda Tarafların Yargılamayı Sonlandırtma


İktidarının Sınırlılığı (TMK,m.146, 298,301; HMK,m.308/2, 313/2): Kamu yararının
ağırlıklı olduğu davalarda ise tarafların yargılamayı sona erdirme yetkisinin de
sınırlandırıldığını görüyoruz.

B)Tarafların Yargılamaya Son Verdirmeye İlişkin İrade Beyanlarının Mahiyeti

Bu kapsamda yer alan taraf iradelerinin niteliği de önemlidir. Usuli işlemlerin, hukuki
işlemlerle birlikte tesisi mümkündür. Taraf usuli işlemlerinin tesisinde hukuki sonuçlar da
ortaya çıkabildiği gibi usuli işlemin bünyesinde bir hukuki işlem tesisi mümkündür. Örneğin
takas mahsup bir hukuki işlemdir ama dava kapsamında ileri sürüldüğünde (daha önce ileri
sürülmüş de olabilir) cevap dilekçesinin verilmesi bir usuli işlemdir. Bu usuli işlem,
bünyesinde hukuki işlemi de barındırır.

Feragat-kabul-sulh e ilişkin olarak yargılamayı sona erdirmeye yönelik ilave beyanların


mahiyeti bakımından çifte karakterli yani usuli işlem ve hukuki işlemin her ikisinin de
özelliğini taşıyan kurumlar olmaları söz konusudur (tartışmalı bir konu ama sulh bakımından
bu konuda bir mutabakat var).

a-Yargılamayı Sona Erdirici Taraf Usûli İşlemlerinin Hukuki İşlemlerle İlişkisi

aa)Taraf Usûl İşlemlerinin Hukuki Sonuç da Doğurabilmesi

ab)Hem Maddi Hukuk Hem de Usûl Hukuku Alanında Sonuç Doğuran Taraf Usûli
İşleminin Çift Karakterli (Hukuki-Usûli) İşlem Teşkil Etmesi

b-Çift Karakterli İşlemlerin Birbirinden Kaideten Bağımsız Oluşu

C)Tarafların Yargılamanın Sona Erdirilmesini Temin Yöntemleri

a-Tarafların Yargılamayı Salt Usûl İşlemiyle Sona Erdirtebilmesi (HMK, m.123): Salt
usul işlemiyle yargılamayı sona erdirmeye ilişkin imkanı kanunda görüyoruz. Bu hususta
HMK 123. Maddede feragat-kabul ve sulhun dışında davanın geri alınması kurumu bu
konuda örnek teşkil eder.

b-Tarafların Yargılamayı Tek Yanlı Usûli veya İki Yanlı Hukuki-Usûli İşlemle Sona
Erdirtebilmesi:

2-Davayı Hükümsüz Sona Erdiren Taraf Usûl İşlemleri (HMK, 307-315)

A)Feragât:

a-Feragâtin Davacının Usûli Talepten Kısmen veya Tamamen ve Münferiden


Vazgeçebilmesini İfade Etmesi: Feragat kurumu davacının usuli talepten kısmen veya
tamamen ve münferiden vazgeçebilmesini ifade eder. Bu vazgeçme bakımından davalının
muvafakatine de muhtaç değildir.

Burada yargılamanın sona ermesine ilişkin yön elbette davacı aleyhinedir çünkü usuli talepten
vazgeçilince artık o usuli talep hakkında davanın kabulü veya reddine ilişkin bir
değerlendirme imkanı yoktur ve bununla birlikte açılmış bir dava vardır ve bu dava da
feragatin sonucu davacı aleyhine sonuçlanacaktır. Feragat maddi hukuka da etkilidir
dolayısıyla dava sebebi vakıalardan çıkan haktan da feragat edilmiş sayılıyor.

Peki feragat her davada mümkün müdür? Yargılamayı sona erdirme etkisinin sınırlarından
bahsetmiştik işte bu manada kamu düzeninden olan hallerde feragata geçerli sonuç
bağlanmadığını görüyoruz. Temelde feragat, sözleşme özgürlüğüne bağlı bir hak olarak kabul
edildiğinden dolayı kural olarak her tür hukuki koruma talebinden vazgeçilmesi bunun hak
alanı kapsamında kalır fakat örneğin, hakimin hukuki sorumluluğuna ilişkin düzenlemeler bu
hususta feragatin sınırlandırıldığı alanlardan bir tanesidir. Bir de temel hak niteliğine ilişkin
hak iddiasına havi bazı davalarda feragati görmekteyiz. Bildiğimiz üzere temel haklar kişinin
kendisine karşı da korunmaktadır. İki konuda gördüğümüz gibi feragata, kamu düzenine etkisi
mutlak görünen haklarda cevaz verilmiyor.

aa)Feragâtin Davayı Hukuki İlişkiye de Sarien Davacı Aleyhine Sonlandırması:

ab)Hukuka Hakimin Hukuki Sorumluluğu ve Temel Hak Niteliğindeki Hak İddiasını


Havi Hukuk Davalarında Feragâtin Sınırlandırılması (HMK, m.48/2; 1479 Sy. K, m.26/
I):

b-Davadan Başka Usûli Taleplerden Feragâtin Kaideten Mümkünlüğü: Bir defa hukuki
koruma talepleri diğer yargısal prosedür olarak feragate açıktır. Bir diğer yargısal prosedür
olarak kanun yolu başvuruları da feragate açıktır.

Bir diğer yargısal prosedür alanı olarak çekişmesiz yargılarda ikili bir ayrım yaparak inceleme
yapacağız: Talep üzerine başlatılanlar ve re'sen hareket suretiyle başlayanlar. Talep üzerine
başlayanlardan kural olarak feragat caizdir. Re'sen hareket bakımından ise feragat kabul
edilmiyor çünkü işin içerisinde kamusal yarar özelliği vardır.

ba)Tipik ve Atipik Geçici Hukuki Koruma Taleplerinden Feragât Edilebilmesi

bb)Kanunyolu Denetim Talebi ve Kanunyolu Benzeri Yargısal İnceleme


Başvurularından Feragât Olunabilmesi (HMK, m.349, 366)

bç)Talebe İkame Olunan Çekişmesiz Yargılama Usûli Taleplerinden Kaideten Feragât


Olunabilmesi

bd)Resen İkame Olunan Çekişmesiz Yargılama Usûli Taleplerinden Feragâtin Sonuç


Doğurmaması

c-Feragâten Sona Eren Davada Yargılama Masraflarının Davacıya Safha Bazında


Tahmili (HMK, m.312/1;HarçK, m.22; AvAÜÜT, m.6): Feragatin yargılamayı sona erdirici
etkisi çerçevesinde yargılamanın akıbeti bakımından yargılama masraflarına ilişkin bir karar
verilmesi söz konusudur. Burada feragat davacı aleyhine bir sonuç doğurduğundan dolayı
yargılama masraflarına ilişkin bizdeki tahmil kuralı “kaybeden öder” dir. Dolayısıyla davada
başarılı olamayan tarafa tahmil edilir. Feragatte de yargılama masrafları feragat eden davacıya
yükleniyor.

ç-Feragâtin Hükmün Kesinleşmesine Dek Mümkünlüğü: Yargılamayı sona erdiren işlemin


hükmün kesinleşmesine dek yapılabildiğini görüyoruz. Bu itibarla feragat, hükmün
kesinleşmesine dek yapılabilir. Bu anlamda hükmün tefhiminden sonra da feragat caizdir.
Burada verildiğinde kesin olan kararlar bakımından bir farklılık ortaya çıkar.

Kanun yolu açık olan kararlar bakımından feragatin gerçekleşme şekli bakımından 2 yol
mümkündür: gerekçeli kararın tebliğinden sonra kanun yolu başvuru süresi içerisinde davacı,
davadan feragat edebilir ve böyle bir durumda mahkeme, yargılamayı sona erdirirken verdiği
hükmün kaldırılması zımnında bir ek kararla davanın feragat nedeniyle hükümsüz sona
ermesi şeklinde bir karar verir. Eğer kanun yolu aşamasında feragat ortaya çıkmışsa bu
takdirde kanun yolunda ilk durak Bölge Adliye Mahkemesidir. Bölge Adliye Mahkemesi
esastan da yeni bir karar verebilir bu durumlarda feragati dikkate alıp feragat nedeniyle ek
karar vermek üzere dosyanın geri çevrilmesi şeklinde bir uygulama vardır. Yargıtay
bakımından ise bir vaka yargılaması yapılması söz konusu olmadığı için esastan yeni karar

verme imkanı yoktur ve orada her halükarda feragat vaki ise dosya geri gönderilerek feragat
başvurusu hakkında gerekli kararın feragat dikkate alınarak verilmesi gerekiyor.

ça)Derecatsız Kesinleşme Sürecinde Mahkemenin Ek Kararıyla

çb)Kanunyolu Sürecinde Üstmahkeme Vasıtasıyla

ç-Feragâtin Usûl Hukukuna Tabian Tesis Olunması: Feragatin şekli açısından irade beyanı
itibarıyla davacının iradesiyle oluştuğunu söylememiz gerekir. Bu açıdan tek taraflı bir usuli
işlem özelliği vardır bu bakımdan karşı tarafın muvafakatine gerek yoktur. İrade beyanının
şekli açısından ise bir sınırlama yoktur yalnız hakim huzurundayken şifahi olarak beyan
edildiğinde tutanağa bağlanması söz konusuyken hakim huzuru dışında gerçekleştiğinde
bilzarur hem aidiyet tespiti bakımından hem iradenin yargılamanın hafızası olan dosyaya
aksetmesi bakımından yazılı şekilde sunulması gerekir. yazılı olmayan şekil bakımından
güvenli e-imza ile uzaktan tesis imkanı da vardır. İçerik itibarıyla feragatin şarta bağlı
olmaması gerekir. Feragatin tesisine ilişkin mahkemenin konumu şekli denetim ile sınırlıdır
dolayısıyla mahkemenin feragati, içeriğe ilişkin inceleme görev ve yetkisi yoktur.

ça)Şeklen Tek Taraflı Usûl İşlemiyle Tesisi

çb)Şarta Bağlı Olarak Tesis Olunamaması ( Sulh Teklifi )

çc)Mahkemenin Usûli Denetim Yetkisinin Saklı Oluşu

B)Kabul

a-Kabulün Davalının Davacı Usûli Talebine Kısmen veya Tamamen ve Münferiden


Muvafakat Beyanını İfade Edişi (HMK, m.308/1): Kabul, davacının usuli talebine
muvafakat beyanını ifade eden bir hukuki yargılama işlemidir. Burada hukuki muvafakat
kısmi ya da tamami olabilir yani davacının usuli talebinin tamamı veya bir kısmı kabul
edilebilir. Kabul akla ikrarı getirse de ikrardan farklı olarak davalının kabulü neticeyi talebe
ilişkindir. İkrarda da bir kabul vardır fakat orada dava sebebi olan vakıanın vukuu ile ilgili bir
irade beyanı söz konusudur. Kabulde ise davanın konusu ile ilgili davalı iradesini ortaya
koyar.

Kabul, davayı davalı aleyhine sona erdirecektir dolayısıyla oradaki vakıanın varitliği veya
varitlik kapsamının inceleme gereği olmaksızın yargılama davalının bu beyanı ile son buluyor
ve ikrardan bu yönüyle de bir farklılık taşıyor.

b-Kabulün Feragâtten Farklı Olarak Münhasıran Tarafların Üzerinde Serbestçe


Tasarruf Edebileceği Haklara İlişkin İhtilafların Sözkonusu Olduğu Davalar
Bakımından Sonuç Doğurması (HMK, m.308/2): Burada feragatten farklı olarak tarafların,
üzerinde tasarrufa izinli olduğu uyuşmazlıklar ile sınır söz konusudur. Feragatteki çerçeve ise
daha genişken kabulde daha dardır çünkü burada tarafların üzerinde serbestçe tasarruf
edebileceği hak iddialarının söz konusu olduğu bir yargılamanın olması lazım.

c-Kabulün Usûl Hukukuna Tabian Tesisi (HMK, 309/2): Kabul işleminin tesisi
bakımından tek taraflı bir işlem tesisi olduğunu görüyoruz ve davacının buna katılması söz
konusu değildir. şekil bakımından mahkeme huzurunda ise sözlü beyanla ve hakim huzuru
dışında tesis edilmesi halinde de yazılı veya yazılı olmayan şekilde ve aidiyet unsurunun teyit
edilerek gerçekleştirilmesi söz konusudur. Bu itibarla kesin bir şekil şartına tabi olmadığını
söyleyebiliriz. Burada kabul beyanının açık olması ve şarta bağlı olmaması gerekir. Burada da
kabulle ilgili bir şekli denetim yetkisi caridir. Bu itibarla içeriğe ilişkin bir inceleme söz
konusu değildir (şekil denetiminin içerisine kişinin kabul beyanında bulunduğu durumun
serbeste denetimde bulunabileceği haller girer).

ca)Şeklen Tek Taraflı Usûli İşlem Olarak Yazılı veya (Mahkeme Huzurunda) Sözlü
Beyanla Tesis Olunabilme

cb)Kabul Beyanının Açık Olması ve Şarta Bağlı Olarak Tesis Olunamaması (Kısmi-
Tamami K // Sulh Teklifi)

cc)Mahkemenin Şekli Denetim Yetkisinin Saklılığı

ç-Kabulün Hükmün Kesinleşmesine Dek Mümkünlüğü: Burada da feragate benzer şekilde


kabul, hükmün kesinleşmesine dek mümkündür. Biraz önce feragatle ilgili yaptığımız
açıklamalar burada da geçerlidir.

d-Kabulün Davayı Davalı Aleyhine Sonlandırması ve Yargılama Masraflarının


Safhalara Göre Davalıya Tahmiline Sebep Olması (HMK, m.312/1; HarçK, m.22;
AvAÜÜT, m.6): Burada yargılama masrafları da feragattekine benzerlik gösteriyor. Burada

davalı aleyhine yargılama sona erdiği için yargılama masraflarının tahmilinde, kabulün
gerçekleştiği safhaya göre bir ayrım vardır.

C)Sulh (Mahkemeiçi)

a-Sulhün Tarafların Yargılama Konusu İhtilafı Sona Erdirmek Üzere Mahkeme Önünde
Karşılıklı Kabul-Feragât Sadedinde Kısmen veya Tamamen Sona Erdirmek üzere
Anlaşmalarını İfade Etmesi (HMK, m.313/1): Sulh bakımından söylememiz gereken ilk
şey kanunun düzenlediği sulhun mahkeme içi sulh olduğudur. Sulh bakımından mahkeme içi
ve mahkeme dışı olmak üzere iki sulh vardır. Aslında her ikisi de davaya ilişkin olup olmama
yönüyle önem arz eder.

Sulhte feragat ve kabuldekinden daha mutlak bir şekilde çifte mahiyet özelliği caridir yani
hem maddi hukuk hem usul hukuku işlemi. Sulhun tesisi bakımından maddi hukuk kuralları,
içeriği ve sonuçları bakımından ise usul hukuku kuralları dikkate alınacak şekilde bir
keyfiyete tekabül eder. Bu halde sulh, sulh sözleşmesi olarak karşımıza çıkıyor. Böyle olunca
sadece taraflardan birinin iradesi şeklinde karşımıza çıkmıyor ve tarafların her ikisinin de yer
aldığı bir işlem söz konusudur. Burada sulhun hem kabul özelliği var hem feragat özelliği
vardır. Davalı bakımından, davacının usuli talebine kısmi kabul söz konusudur. Davacı
bakımından, feragat sadedinde usuli talepten kısmen vazgeçme özelliği taşır.

Yeni düzenlemede dava sebebi yapılmayan ve dolayısıyla dava konusuna dahil olmayan
uyuşmazlıklı alanların da sulh tesisi sırasında sulh anlaşmasına dahil edilmesine izin verilen
bir düzenleme yapıldı.

b-Sulhün Usûl Hukukuna Tabian Tesis Olunması (HMK, 309/2): Özellikle yargılamayı
sona erdirme yönü itibarıyla şöyle bir farkı vardır: kanun tarafların sulhe ilişkin
anlaşmalarının hükme geçirilip geçirilmemesi hususunda bir tercih imkanı sunuyor. Taraflar
sulhun hükme geçirilmesini isterlerse bu takdirde artık dava hükümle sona erebilecektir.
Burada hükme dönüştürme tercihi bakımından iki durum vardır: sulhte sözleşme karakteri
olunca şarta bağlılık bakımından bir engel yoktur yani tek taraflı bir usuli işlem değil de
karşılıklı bir usuli işlem olarak tesis edildiğinden dolayı tarafların aralarındaki başka
meseleleri de katabilmek bakımından şartlı olarak sulhu tesis etmeleri anlamlı olur. Hükme
dönüştürülmeye ilişkin durum dışında sulh şarta bağlı olarak tesis edilebilir ama hükme
dönüştürülmek istenirse şarta bağlı olmayacak surette tesis etmesi aranır. Sulhun hüküm

haline getirilmesi istendiğinde tarafların uzlaşmaya ilişkin iradelerinin herhangi bir şarta
bağlılık içermemesi gerekiyor.

ba)Şeklen İki Taraflı ve Çift Karakterli Sözleşme Olarak Tesis Olunabilmesi

bb)Hükme Dönüştürülecekse Şarta Bağlı Olarak Tesis Olunamaması

c-Sulhün Hükmün Kesinleşmesine Dek Akdolunabilmesi: Feragat ve kabulle benzer


şekilde tesis edileceği zaman itibarıyla hükmün kesinleşme anına kadar mümkün olduğunu
görüyoruz. Bu konuda feragat için yaptığımız açıklamalar sulh için de geçerlidir.

ç-Sulhün Münhasıran Tarafların Üzerinde Serbestçe Tasarruf Edebileceği Haklara


İlişkin İhtilafların Sözkonusu Olduğu Davalar Bakımından Mümkün Oluşu (HMK,
m.313/2): Sulh ile kabul arasında feragatten farklı olarak bir özellik de taraflarca üzerinde
tasarrufa izin verilmiş alanlara ilişkindir. Bu bakımdan taraf menfaatlerinin ön planda olduğu
yargılamalarda sulh sonuç doğurur, kamu yararının ön planda olduğu davalarda ise sulhe
geçerli sonuç bağlanmaz.

d-Sulhün Davayı Kaideten Kendiliğinden Sona Erdirmesi ve Aksi Kararlaştırılmış


Olmadıkça Yargılama Masraflarının Kısmen Kabul Kısmen Feragât Sadedinde Tahmili
(HMK, m.315/1-Son c.): Sulhte diğerlerinden farklı olarak yargılama masrafları hususunda
da tarafların anlaşması ihtimal dahilindedir. Bu hususta bir anlaşma yapılmamışsa hakim
taraflara iradelerini sorarak sulhun kapsamı dahilinde bir işlem imkanı da değerlendirebilir.
Bu hususta taraflar kendi aralarında anlaşamamışsa bu hususa ilişkin bir yargısal karar
verilmesi gerekebilir.

Ç)Davanın Geri Alınması

Davanın hükümsüz sona ermesine ilişkin hallerden tartışmasız surette usuli işlem mahiyetini
taşıyan bir işlemdir. Fakat burada irade beyanının münferit ya da birlikte ortaya çıkması ile
ilgili değildir. Usul hukuku müessesesi olarak hukuki ilişkiye tesir etmemesi bakımından
mutlak usuli işlem özelliği taşıyor.

a-Davanın Geri Alınmasının Davacının Davanın Görülmesinden Hukuki İlişkiye Sari


Olmaksızın Vazgeçmesini İfade Etmesi (HMK, m.123): Davanın geri alınması, davacının
davanın görülmesinden hukuki ilişkiye sari olmaksızın vazgeçmesini ifade eder. Feragatte
yine bir vazgeçme var ama orada dava hakkını da etkileyecek şekilde hukuki ilişkinin
iddiasına da tesir ediyor ve sonradan o konuda bir dava açılması imkan dahilinden çıkıyor.
Davanın geri alınmasında feragatten farklı olarak davacının vazgeçmesi hukuki ilişkiye sari
değil münhasıran somut durumdaki davayla sınırlı olarak o davanın görülmesinden
vazgeçmek şeklinde bir özellik taşır.

Feragat, karşı tarafın muvafakatini gerektirmezken davanın geri alınması, karşı tarafın şekli
muvafakatini gerektirir çünkü geri alınan davanın yeniden açılması mümkündür. Karşı taraf
muvafakat vermezse yargılama devam edip sona ulaşabilecektir.

b-Davanın Hüküm Kesinleşene Dek Geri Alınabilmesi (HMK, m.123/Son c.): Az önce
bahsettiğimiz gibi burada da kesinleşmeye dek davanın geri alınması mümkündür.

c-Davanın Geri Alınmasının Usûl Hukukuna Tabian Tesis Olunması: Şarta bağlı tesis
edilmesi söz konusu değildir çünkü zaten talep sonucuna ilişkin vazgeçme iradesi içermiyor.
Sadece o an itibarıyla görülmesinden vazgeçme keyfiyeti vardır işte bu açıdan burada bir şarta
bağlılık ihtiyacı yoktur ve davanın görülmesiyle bağdaşmadığı için cari değildir.

ca)Şeklen Karşı Tarafın Kabulüyle Tesis Olunabilmesi

cb)Şarta Bağlı Olarak Tesis Olunamaması

ç-Davanın Geri Alınmasıyla Davanın Baştan İtibaren Açılmamış Sayılması ve Yargılama


Masraflarının Davacıya Tahmili (HMK, m.150/7, 331/3): Davanın geri alınmasıyla dava,
açılmamış sayılıyor ve davanın açılmamış sayılmasına bazı sonuçlar bağlanmıştır. Yargılama
masrafları davacının üzerinde bırakılır çünkü davanın geri alınması ve davanın görülmesinin
istenmemesi davaya sebebiyet nedeniyle davacının başarısızlığı olarak değerlendirilir.

II-DAVANIN BAZI HUKUKİ-FİİLİ SEBEP ZUHURUYLA HÜKÜMSÜZ SONA


ERDİRİLDİĞİ HALLER

1-Davanın Konusuz Kalması ve Tabi Olduğu Hukuki Rejim

Davanın konusuz kalması, davanın hükümsüz olma durumundan 3 şekilde ayrılır. Orada
maddi hukuktan kaynaklanan sebepler öne çıkar. Burada dediğimiz gibi 3 durumdan söz
edilir: hukuki imkansızlık, fiili imkansızlık, kullanılmış olan hakkın dava sırasında geri
alınması.

A)Başlıca Konusuz Kalma Halleri

a-Hukuki İmkansızlık Hali Zuhuruyla Konusuz Kalma: Hukuki imkansızlık hali, davanın
tarafları üzerinden belirtilebilir. Özellikle şahıs varlığı davalarında bunların 2 farklı türünü
görüyoruz. Bir şahıs varlığı davasında taraflardan birinin ölümü, hukuki bir olaydır ve böyle
bir durumda davanın konusu kalmıyor zira burada davanın konusu şahıs varlığı hakkıyla
ilgilidir. Buna örnek olarak boşanma davasını verebiliriz. Bazı şahıs varlığı davalarında ve
bazı malvarlığı davalarını da bu kapsamda görüyoruz. Taraflardan davacının ölümüyle de
davanın sona ermesi vakidir ve bu yönüyle boşanma örneğinden farklıdır. Bunları şahıs
varlığı davaları bakımından şahsa sıkı surette bağlı olan türlerinde görüyoruz. Örneğin
mirastan iskat davalarında davacının vefatı davayı konusuz bırakır. Şahıs varlığı hakkı dışında
bir de malvarlığı davasından örnek verecek olursak aynı şekilde davacının vefatıyla davanın
sona erme hali olarak kanundan değil de akitten doğan şufa-vefa ve iştira haklarının
kullanılmasına ilişkin davalarda bu inşai hak kullanılarak oluşturulan sözleşmelerin eğer
haleflere intikali kararlaştırılmış değilse bu halde şahsa bağlı kalıyor ve bu şahsın vefatı
halinde dava yoluyla kullanıldığından dolayı bu davanın da sona ermesine sebep teşkil ediyor.

Bazı malvarlığı davalarında ve inşai hak iddiasına dayalı malvarlığı davalarında örneğin
bağışlamadan rücu davasında bu sefer davalının ölümü davanın sona ermesine yol açıyor.

aa)Bazı Şahısvarlığı Davalarında Taraflardan Birisinin Ölümüyle (Ör:Boşanma)

ab)Bazı Şahısvarlığı ve Malvarlığı Davalarında Davacını Ölümüyle

aba)Şahsa Sıkıbağlı Şahısvarlığı Hakkı İddiasını Havi Davalarda (Ör: Mirastan iskat)
abb)Ardıla İntikali Kararlaştırılmamış Suretteki Bir Sözleşmeden Doğan İnşai Hak
İddiasını Havi Davalarda (Ör. Akdi şufa-Vefa-İştira)

ac)Bazı Malvarlığı İnşai Hak İddiasını Havi Davalarda Davalının Ölümüyle (Ör:Bağış
Rücuu)

b-Fiili İmkansızlık Hali Zuhuruyla Konusuz Kalma: Biz bunu eda davalarında ve bazı
inşai davalarda görüyoruz. Eda davalarındaki aynen ifanın istendiği davalarda ifası istenilen
şeyin telefi halinde bu fiili durum davayla hedeflenen sonucun ortaya çıkmasını imkansız
kılar.

İnşai davalarda iki farklı türde karşımıza çıkar: edimin ifası imkansız hale gelirse ve iadesi
imkansız hale gelirse bu durumda da dava konusuz kalır. İadesinin imkansız olması
bakımından örneğin, ayıba bağlı dönmede ayıplı şeyin telefi halinde ki dönecek olan alıcının
kusuru yol açmalı böyle bir durumda alıcı kendi kusuruyla ayıplı şeyi telef ederse burada
dönme hakkını kullanma imkanı ortadan kalkar.

ba)Bazı Malvarlığı Davalarında Edası İstenen Uyuşmazlıklı Şeyin Varlığının Son


Bulması

bb)Bazı İnşai Davalarda Hakkın Doğduğu Hukuki İlişkiye Konu Edimin İfası veya
İadesinin İmkansızlaşması (Ör-2:Ayıba bağlı dönmede ayıplı şeyin alıcının kusuruyla
telefi)

c-Uyuşmazlıklı İnşai Hakkın (Kullanılmış) veya Türev İnşai Hak Doğuran Bir İnşai
Kararın Muhatabın Muvafakati veya Buna İtirazı ya da Tatmini Üzerine Geri Alınması
(Ör-1: Bertarafı istenen itirazın geri alınması, af; Ör-2: SC’ye İtiraz Davasında İflâsın
Kaldırılması): Buradaki inşai haklar dava yoluyla değil tek yanlı beyanla kullanılan inşai
haklardır. Bu türden inşai hakların kullanılmasıyla bazı şartların yerine getirilmesi halinde
bunların geri alınması mümkündür: burada muhatabın muvafakati veya buna itirazı ya da
muhatabın tatmini üzerine geri alınması mümkündür.

B)Konusuz Kalan Davada Yargılamanın Akibeti:

Yukarıda saydığımız durumlarda davanın konusuz kalması söz konusudur.

a-Mahkemenin Durumu Tesbit Ederek Yargılamayı Sona Erdirmesi ve Hüküm


Verilmesine Yer olmadığına Karar Verilmesi: Artık davanın konusu kalmadığından dolayı
yargılamanın sürdürülmesi ve buna bağlı olarak esastan bir hüküm verilmesi söz konusu
değildir fakat davanın konusuz kaldığının tespit edilip bir karar verilmesine yer olmadığına
yani hüküm verilmesine yer olmadığına hükmedilerek yargılama son bulur.

b-Yargılama Masraflarının Görünüşteki Haklılık Haline Göre Tahmili (HMK, m.331/1):


Başlangıçtaki duruma göre dava ikamesine sebebiyet çerçevesinde yapılacak bir incelemede
mahkeme yargılama masraflarını da burada haksız görülen tarafa tahmil şeklinde karara
bağlar.

2-Davanın Açılmamış Sayılması ve Tabi Olduğu Hukuki Rejim

Davanın açılmamış sayılmasında da bir hüküm verilmesi söz konusu olmadığından dolayı bir
diğer hükümsüz sona erme halidir.

A)Davanın Açılmamış Sayılması Sebepleri (HMK, m.20/1; 54/3,77/1; 119/1; 150/5,6,7


[320/4],331/3):

Bazı usuli eksikliklerin yerine getirilmemesi veya usuli kusur teşkil eden, ikmali mümkün
olmayan bir eksiklikten farklı olarak bir özellik taşıması hallerinde bu davanın açılmamış
sayılmasına sebep olur. 5 farklı durum vardır:

a-Görevsizlik Yetkisizlik Kararlı Davaların Süresinde Yargı Merciine Aktarılmaması:


görevsizlik-yetkisizlik hallerinde mahkeme usule ilişkin bir karar verir fakat usulden red söz
konusu değildir. Davanın görevli ve yetkili mahkemeye aktarılması durumunda orada davanın
devam etmesi söz konusudur. Aktarma işleminin yapılması için taraflardan birinin hareket
etmesi gereklidir. Kanuni sürede bu aktarma talebinde bulunulmazsa davaya devam etmek
mümkün değildir. Bundan sonra tarafların başvurduğu mahkeme davanın açılmamış
sayılmasına karar verip davayı sona erdirir.

b-Temsil ve İzin Belgelerinin Süresinde Mahkemeye İbraz Edilmemesi: Bu da temsil


yoluyla ikame edilen davalarda temsilcinin usulüne uygun surette temsil belgesini
mahkemeye ibraz etmemesinden meydana gelir.

c-Zaruri Unsur Noksanlı Dava Dilekçesinin Süresinde İkmal Edilmemesi: Burada da


kanunen muayyen süre içerisinde davacı tarafın, dilekçede eksikliği gideren bir dilekçe
sunulmadığı ahvalde mahkeme davanın açılmamış sayılmasına karar verecektir.

ç-İşlemden Kaldırılan Davanın Süresinde Yenilenmemesi (HMK, 150;HK, m.30):


Yargılamanın durdurulması ve takipsiz bırakıldığı hallerde basit usulde 1 kez, yazılı usulde ise
2 kez yenileme imkanı vardır. Kanunda muayyen sürelerin semeresiz-kayıtsız geçirilmesi
halinde daha evvel durdurulmuş olan dava bu sefer sonlandırılarak davanın açılmamış
sayılmasına karar verilir (3 aylık süre).

d-Davanın Kanunen Cevaz Verilenden Fazla Kere Takipsiz Bırakılması: Az önce


dediğimiz gibi basit usulde 1 kez, yazılı usulde 2 kez yenileme imkanı vardır. Daha önce
bırakılmış ve yenilenmiş ama tekrar bu sayıyı geçen surette takipsiz bırakılmış bir durum
zuhur ederse bu takdirde yenileme imkanı olmadığından dolayı yenilenmemeden farklı olarak
yenileme imkanının ortadan kalktığı surette bir takipsiz bırakma keyfiyeti hasıl olduğunda
herhangi bir süre beklenmeksizin mahkeme davanın açılmamış sayılmasına karar verir.

B)Davanın Açılmamış Sayılması Hallerinde Yargılamanın Akibeti

a-Gerektirici Sebeplerin Vukuunda Mahkemenin Durumu Tesbit Edip Yargılamayı


Davanın Geri Alınmış Sayılmasına Kararıyla Sona Erdirmesi: Mahkeme davanın
açılmamış sayılması sebeplerinin ortaya çıktığı hallerde bunu tespit edip davanın açılmamış
sayılmasına karar verip davayı sona erdiriyor.

b-Açılmamış Sayılan Davada Yargılama Masraflarının Davacıya Tahmili (HMK,


m.331/3): Davalı ve davacının yaptığı yargılama masrafları davacıya yükleniyor.

c-Davanın Açılmasıyla Ortaya Çıkan Sonuçların Ortadan Kalkması: Davanın açılmasıyla


ortaya çıkan sonuçlar da hukuk aleminden silinecek surette ortadan kalkar.

ç-Usûli Talebin Hiç İleri Sürülmemiş Gibi Kabul Edilmesi (HMK, m.150/7): Örneğin kişi
daha önce takas hakkının kullanmamış da dava çerçevesinde kullanmışsa, temerrüt veya iyi
niyet hallerindeki tereddütlü durumu ortadan kaldırmak için kanun koyucu HMK 150.
Maddede bunu düzenlemiştir.

III-DAVANIN HÜKÜMSÜZ SONA ERME HALLERİNDE VERİLEN KARARLARIN


HUKUKİ SONUÇ ve ETKİLERİ

1-Davanın Tarafların İşlemleriyle Hükümsüz Sona Erdirilmesinin Sonuç ve Etkileri


(HMK, m.311,315/1-2)

A)Hüküm Yerine Geçen Taraf Usûli İşlemlerinin Etkileri

a-Feragât-Kabul-Sulhün Hükmün Maddi Hukuk Etkilerini Haiz Oluşu: Burada maddi


hukuk etkileri derken unsur etkisi, icra edilebilirlik etkisi ve inşai etkiden bahsetmiştik. Maddi
hukuk etkileri somut durumda davada verilecek olsaydı verilecek olan hükmün hukuki niteliği
ile ilgili olarak o şartın tahakkuk ettiği ahvalde söz konusudur.

b-Feragât-Kabul-Sulhün Hükmün Usûli Etkilerinden Kesin Hüküm Etkisini Haiz


Sayılması: Kesin hüküm etkisi temelde önleyici etki olarak aynı taraflar arasında aynı sebep
ve aynı konulu olan davanın yeniden ileri sürülmesine imkan bırakmamaktır. Bu etki feragat-
kabul-sulh bakımından da kabul edilmiştir ve kanunda kesin hüküm gibi sonuç doğuracağı
düzenlenmiştir.

B)Hüküm Yerine Geçen Taraf Usûli İşlemlerinin Bertarafı (HMK, m.311/Son c.; TBK,
m.39/I)

a-Feragât-Kabul-Sulh’ün Ortaya Çıktığı Davada Hakimin Şekli Denetimi ve Teyidiyle


Geçersiz Sayılması: Eğer şekli denetim sırasında bir geçersizlik söz konusu ise örneğin irade
fesadı çerçevesinde feragat-kabul-sulh tesis edilmişse o anda irade fesadının mahkemeye
bildirilmesi durumunda mahkemenin bunu teyidi çerçevesinde feragat-kabul-sulh beyanı ve
iradesi ortadan kaldırılıp geçersiz kılınabilir.

b-Yargılama Sonrası İrade Sakatlığı Halinde Feragât-Kabul-Sulh Hakkında İptal


Davası İkamesinin Mümkün ve Gerekli Oluşu:

2-Davanın Hukuki-Fiili Sebep Zuhuruyla Hükümsüz Sona Erdirilmesinin Sonuç ve


Etkileri:

A)Davanın Konusuz Kalma ve Açılmamış Sayma Kararlarının Hüküm Etkilerinden


Yoksunluğu: Konusuz kalma ve açılmamış sayma halinde hüküm etkilerinin bulunmadığını
görüyoruz. Konusuz kalmada bir karar verilmesine yer olmadığına ilişkin karar verilmesi
çerçevesinde mahkemenin bir hüküm vermemiş olmasına bağlı olarak hüküm etkisi ortaya
çıkmaz.

B)Davanın Konusuz Kalma ve Açılmamış Sayılma Kararlarının Kanunyollarında


Bertaraf Edilebilmesi: Konusuz kalma ve açılmamış sayma kararı verildikten sonra bunlar
ancak kanun yollarında bertaraf edilebilir. Feragat-kabul-sulhte gördüğümüz iptal davasıyla
bunun ortadan kaldırılması imkanı yoktur ve ancak kanun yollarında bu kararın ortadan
kaldırılması mümkündür.

YARGILAMA MASRAFLARI ve ADLİ YARDIM

I-YARGILAMA MASRAFLARI

1-Yargılama Masrafı Kavramı:

A)Yargılama Masrafı ve Kategorileri

a. Y. Masrafı Teriminin Yargılama Süjelerinin Yargılamaya İlişkin Harcamalarını İfade


Etmesi: Yargılama masrafı terimi, tarafların yargılamaya ilişkin harcamaları anlamına
gelir. Süjeler derken burada taraflar ve mahkemeyi kastediyoruz. Mahkemenin
masrafları, devlet tarafından karşılandığından dolayı devlet, yargı mercilerini korumaya
ve işler halde tutmaya ilişkin harcamaları da bu kapsamda yargılama masraflarına katar.
Taraflar bakımından ise tarafların yargılamadaki harcamaları gerek taraflar arası gerekse
tarafların mahkemeyle arasındaki iletişim masrafları bunun bir kalemini oluşturur.
Tahkikatta tarafların ispata ilişkin masrafları yani delillerin toplanması ve incelenmesi
ile ilgili masrafları bir diğer kategoridir. Yargılamada avukat ile temsil edilen taraflar
bakımından avukatlık masraflarının kanunen kabul edilen bir kısmı da yargılama
masrafları arasında karşı tarafa tahmil edilir ve yargılama masrafları arasında yer alır.

aa)Devletin Yargı Mercilerini Kurma ve İşletme Harcamaları Birim Maliyeti

ab)Taraflar ve Mahkeme Arasındaki Usuli İlişkide İletişimin Temini


Harcamaları

ac)Tarafların İsbat Faaliyeti Masrafları ve Yargılamada Temsili


Harcamalarının Kanunen Kabul Edilen Kısmı

b-Yargılama Süjelerinin Harcama-Sarf Konularının Masraf Kategorilerini


Oluşturması: Burada terminolojik olarak mahkemeninkiler yargı harçlarına tekabül eder.

Tebligat ve müzekkere masrafları, mahkeme ile iletişimde kullanılır. Tebligat, bildirimlerle


ilgilidir ve bu husustaki idare tarafından yerine getiriliyor. Mahkeme yazışmaları
bakımından da müzekkere masrafları bu kalem kapsamında yer alır.

Diğer kategori ise ispat faaliyetindeki masraflardır. Tahkikat veya daha doğrusu tarafların
tahkikata katkıları bakımından olan masraflar yani delillerle ilgili masraflar tahkikat
masrafları olarak ifade edilir. Avukatla temsilde temsil harcamalarına ilişkin terminolojik
ifade ise avukatlık ücret masrafıdır.

ba)Yargı Harçları

bb)Tebligat ve Müzekkere Masrafları

bc)Tahkikata Katkı Masrafları ve Avukatlık Ücret Masrafı

B)Hukuk Sistemlerinde Yargılama Masraflarının Karşılanmasına İlişkin Temel


Yaklaşımlar

a-Kadim Hukuk Sistemlerinde Kamusal Yargılama Hizmetlerinin Bedelsiz


Verilmesi: Eski hukuk sistemlerinde yargılama masrafları devlet tarafından
karşılanırdı.

b-Günümüz Hukuk Sistemlerinde Yargılama Masraflarının Süjelerce


Karşılanması: Günümüzde yargılama bir kamu hizmeti olarak kabul edilmekle
beraber harç adı altında yargılama masraflarının alınması yaygınlaşmıştır.

ba)Kamusal Yargılama Hizmetleri Maliyetinin Kısmen Taraflara


Yansıtılması: Harçlarda davanın açılması sırasında peşin şekilde
davacıdan alınan masraf itibarıyla davacının harç yükümlüsü
olduğunu görüyoruz. Davanın sonu itibarıyla da bakiye harç karar ve
ilam harcı şeklinde ödenmesi de söz konusudur fakat burada

davadaki başarısı çerçevesinde davacıdan değil davalıdan bu


masrafın alınması söz konusudur.

baa)Peşin Harç Ödeme Yükümlüsü

bab)Bakiye Harç Ödeme Sorumlusu

bb)İletişim ile Tahkikat ve Temsil Masraflarının Taraflara Tahmil ve/


veya Taksimi: Burada yargılama çeşitleri bakımından temelde
çekişmeli yargılama üzerinden benimsendiğini gördüğümüz 2 yaklaşım
vardır: bunlar kıta Avrupası ve Anglo Amerikan hukuk sistemlerinde
benimsenen yaklaşımlardır.

bba)Çekişmeli Yargılamada Sonuç veya Hak Arama Odaklı Yükleme


(European Rule - American Rule): Kıta Avrupasında davada
davacının başarılı olması halinde masraflar davalıya ödetilir. Anglo
Amerikan Hukuk sisteminde ise tarafların başarısından bağımsız olarak
hukuk politikası ile bağlantılı olarak alternatif tahmil veya taksim etme
tercihi olabilir.

bbb)Çekişmesiz Yargılamada Başvurucuya Aidiyet ve İlgililer


Arasında Paylaştırılma: Başvurucuya aidiyet vardır fakat bazı istinai
durumlarda ilgililerin yargılamaya katılması söz konusudur işte böyle
bir durumda paylaştırma şeklinde farklı bir durum ortaya çıkabilir.

2-Mukayeseli Hukukta Kullanılan Yargılama Masraflarının Dağıtım ve


Denkleştirilmesine İlişkin Temel ve Güncel Modeller:

A)“Modeller”in Adalete Erişim Politikasıyla İlişkisi:

B)Masraflarının Taraflara Tahmil veya Taksiminde Benimsenen Farklı Çözümler

a-Masraflarının Tarafların Kendi Üzerlerinde Bırakılması (“Pay Your Own Way”/


“Kendi Amacın için Kendin Öde”): Burada herkes kendi amacı için yaptığı masrafları
kendisi karşılasın anlayışı hakimdir. Anglo-Amerikan sisteminin tercihidir.

b-Davacı veya Davalıdan Kaybedenin İki Tarafın Masrafını da Üstlenmesi (“Loser


Pays”- Two Way Fee Shifting / “Kim Kaybederse Tüm Masrafları O Ödesin”-(İki
Yönlü Tahmil): Burada dava sonucunda kaybeden taraf iki tarafın da masraflarını öder
anlayışı hakimdir. Kıta Avrupası hukuk sisteminin ve bizim hukuk sistemimizin tercihidir
ama bizim hukuk sistemimizde bazı istisnalar vardır.

c-Davalı Kazandığında Davacının Onun Masrafından Sorumlu Tutulmaması (“One


Way Fee Shifting” / Davacı Kaybederse Sadece Kendi Masrafı Üzerinde Kalsın-Tek
Yönlü Tahmil ): Burada davacı eğer davayı kaybederse davalının masraflarından da aynı
zamanda sorumlu tutulmaması anlayışı hakimdir. Burada davacı üzerinden davalının
davayı kazanması, netice itibarıyla davacının kaybetmesi durumunda kendi masrafını
çekmiş olması ve davalınınkini de üstlenmemesi davanın kazanılmasına iki yönlü
tahmilden farklı olarak bu konuda bir kıymet atfetmemizi engelliyor. Bu, Türk hukukunda
tüketici davalarında tahkikat masraflarının devlet tarafından karşılanması şeklinde vardır.

ç-Masrafların Tarafların Kararlaştırmasına Göre Tahmil Olunması (“Agrements


Allocation Cost and Fee” / “Akdi Tahmil”): Burada taraflar, yargılama masraflarını kendi
aralarında kararlaştırırlar ve buna da akdi tahmil denir. Bu daha ziyade tahmilde vs karşımıza
çıkar.

3-Hukuk Adalet Sistemimizde Yargılama Masrafı Taksim-Tahmil Rejimi

A)Yargılama Masraflarına İlişkin Kategorik Kurallar (HMK, m.323) (Yargılama


Masrafları HMK -Harçlar K – Tebligat K ve Av.K’da Düzenlenmiştir)

a-Yargı Harçlarının 492 Sy. Harçlar K’da Düzenlenmesi (m.11, 15,21, 26-28, 127,
129, 138): Harçlar kanununda 3 tür harç öngörülmüştür:

aa)Başvurma Harcı (Maktu-Peşin): Bu harç dava açılması sırasında peşin alınıyor.

ab)Karar Harcı (Nisbi veya Maktu- Kısmen Peşin): Yargılamanın sonunda


mahkemenin vereceği kararda nispi veya maktu surette yani davanın konusu parasal
değere tekabül ediyor ise 15/1000 – 18/1000 miktarın yargılamanın sonunda ödetilen
azami kısmının yanı sıra ¼ inin de yargısal başvuru sahibine peşin ödetilmesi
gerekiyor.

ac)Celse Harcı (Maktu): Celse kaybına sebebiyet verilmesi halinde gereksiz


duruşmaya sebebiyet veren taraf kim ise ona maktu olarak bir harç tahmili dava
sonunda hüküm altına alınacak şekilde tahakkuk ettiriliyor.

b-İletişim Masraflarının Teb.K ve HMK’da Düzenlenmesi (Teb K, m.3, 5, 60;


HMK, m.114/1-g, 449[HMKY, m.45/3,7]): Tebligat kanununda ve HMK da buna
ilişkin düzenleme vardır. Tebligat kanununda posta idaresi tarafından yapılan
bildirimler tebligat ücreti olarak belirlenir ve HMK da da artık dava şartları arasında
masraf avansı ödetilmesi de söz konusudur işte bu çerçevede bunlar baştan davacıya
ödettirildiği gibi davalının da tahkikat masrafları çerçevesinde delil avansı şeklinde
dava şartı masraf avansının ödenmesi kapsamında yargılama masraflarına mahsuben bir
ödeme yapması söz konusudur.

c-Tahkikat Masraflarının HMK’da Düzenlenmesi (m.324, 325, 449 [HMKY,


m.45/4,5]): Tahkikat masrafları HMK da masraf avansı dışında kalıyor ve tahkikata
geçildiğinde herkes kendi inceletmek istediği delillere ilişkin olarak bunların celp
masrafları, keşifse keşif masrafları ve tanıksa tanık ücreti ve bilirkişi ücreti de bu
delilleri ikame edenlere tahmil edilir.

ç-Temsil Masraflarının Av.K’da Düzenlenmesi (Av.K, m.169; AAÜT,m.5-10):


Temsil masrafları Avukatlık Kanununda düzenleniyor. Avukatlık kanununda 2 ayrı
avukat ücreti düzenlemesi görüyoruz: birincisi avukatlık sözleşmesi çerçevesindeki
avukatlık ücretidir diğeri ise avukatlık asgari ücret tarifesidir.

B)Yargılama Masraflarının Dağıtım ve Denkleştirilmesine İlişkin Temel


Düzenlemeler

a-Yargılama Masraflarının Taksim-Tahmiline Mahkemece Resen Hükmolunması


(HMK, m.328, 330,331,332): Yargılama masraflarına yönelik ilk gördüğümüz şey
bunun talebe bağlı olmadığıdır ve dolayısıyla mahkeme re'sen yargılama masraflarını
yargılamanın sonunda karara bağlamak durumundadır.

b-Çekişmeli Yargılamada Masrafın Kaideten Kaybeden Tarafa Tahmili (HMK,


m.326, 312; Av.K, m.165): Bizde çekişmeli yargılama bakımından temel kural
“kaybeden öder” kuralıdır. Temel kural bu olmakla birlikte istisnaları vardır.

c-Çekişmesiz Yargılamada Masrafların Talepçi Üzerinde Bırakılması ve


İlgililer Arasında Paylaştırılması (HMK, m.326 - a Contrario): Burada da
başvurucunun üzerinde bırakılması veya ilgililer arasında paylaştırılması
şeklinde bir düzenleme vardır.

ç-Temel Kurallarda İstisna Mevcudiyeti: Çekişmeli yargılama bakımından istisna var


demiştik:

ça)Çekişmeli Yargılamada Bazı Hallerde Masrafın Neticeden Bağımsız Olarak


Sebeb Olan veya Kötüniyetli Kabul Edilen Tarafa Tahmil Olunabilmesi
(HMK, m.101, 182, 213, 327): Bir defa dava açmada veya davaya mukabele
etmede bir kötü niyet tespit edilmişse yargılama masrafları, kaybeden öder
kuralından bağımsız olarak kötü niyetle hareket eden tarafa yüklenir. Taciz amaçlı
dava açılması yönüyle uygulamada karşımıza çıkabilir.

çb)Re’sen Hareketle Yürütülen Çekişmesiz Yargısal Taleplerde Masrafın


İlgililerden Hukuki Durumu İyileştirilen Üzerinde Bırakılabilmesi (HMK,
m.326 – a Similie)

çc)Davanın Tahkikat Evresi Öncesinde Hükümsüz Sona Erme ve


Açılmamış Sayılma Hallerinde Av. Ücretinin ½’sine Hükmolunması
(AAÜT, m.6,7): Yargılamada hükümsüz sona erme halleriyle bağlantılı
olarak bazı masraflar bakımından yargı harcı bakımından ve avukatlık
ücreti bakımından farklı tahmil-taksim cihetine gidilebilir. Eğer
hükümsüz sona erme hali tahkikat öncesinde ön inceleme duruşmasında
ortaya çıkmışsa avukatlık ücretinin yarısına hükmedilmesi şeklindedir.
Eğer tahkikattan sonra olursa avukatlık ücretinin tamamına hükmedilir.

çç)Karar ve İlam Harcının Hükümsüz Sona Erme Halleri Öninceleme


Celsesinde Vuku Bulursa 1/3 ve Sonrasında Vuku Bulursa 2/3’sine
Hükmolunması (HK, m.22): Yargı harcı bakımından hükümsüz sona
erme hallerinde avukatlık ücretinden daha farklı bir durum vardır. Burada
ön inceleme celsesine kadar bulunan hallerde 1/3 ü ve sonrasında olursa
2/3 üne hükmolunur.

II-YARGILAMA MASRAFLARI için ADLİ YARDIM

1-Adli Yardım Kurumu:

Yargılama masrafları ile ortaya çıkan durumu telafiye yönelik bir müessesedir.

A)Adli Yardım Kavramı:

a-Adli Yardım Teriminin Dezavantajlı Kişilere Yargılama ve Yardımcı


Prosedürler ile Cebri İcra Mekanizmasından Yararlanmaya İlişkin Parasal
Gereklerden Bazı Şartlarla Muafiyet Tanınmasını İfade Etmesi: Adli yardım
kavramı dezavantajlı kişilere yargılama masrafı olarak karşılaşacakları parasal
gereklilikleri bazı şartlarla onların üzerinden almaya matufen muafiyet tanıma
imkanı öngören bir kurumdur. Buradaki muafiyet geçici bir muafiyettir.

b-Adli Yardım Kavramının Anayasal Temeli (TCAY, m.10, 36): Adli yardımın
hukuk düzeninde yer alması anayasal kurallardan hareketle usul kanununa ve ilgili
diğer kanunlara aksetmesi şeklinde gerçekleşir. Burada kanun önünde eşitlik ilkesi, adli
yardıma da temel teşkil edici niteliktedir ve aynı zamanda hak arama hürriyetini de
etkinleştirir. Yani dezavantajlı bir kişinin yargılama masraflarına bakarak hakkını
aramaktan geri kalması hak arama hürriyetinin kullanılmasını zorlaştırıcı bir hale
getirir işte bu bakımdan yargı harçlarının yansıtılması bakımından harçların yüksek
tutulmaması hak arama hürriyetinin etkin şekilde kullanılmasına hizmeten kabul edilir.

ba)Kanun Önünde Eşitlik İlkesini Temin Aracı Özelliği

bb)Hak Arama Hürriyetini Etkinleştirmesi

c-Adli Yardım Kurumunun Madden Sıkıntılı Kişilere Adalete Erişim İmkanı


Sağlaması:

B)Adli Yardım İhtiyacını Teminde Başlıca Yaklaşımlar

Adli yardım ihtiyacını karşılamaya yönelik olarak çeşitli yollar vardır:

a-Baro ve Mahkemeler Eliyle Karşılama: Netice itibarıyla bu, devlet tarafından


üstlenilmesi anlamına gelir. Barolar da kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşu olarak
kamu kesiminde kalır. Onların finansmanına ilişkin adli yardım çerçevesinde hazineden
ödenen belli bir fayda yer alır.

b-Sivil Organizasyonlar Eliyle Karşılama: Devlet dışı kuruluşlara bırakmaktır yani


birtakım dernek ve vakıflar eliyle karşılamaktır. Bu genellikle Anglo-Amerikan hukuk
sisteminde benimsenen bir yaklaşımdır.

c-Kamusal ve Özel Kurum-Kişiler Eliyle Karşılama: Diğer bir yöntem de üstteki iki
sistemi birden kullanan yaklaşımdır. Dolayısıyla kamusal ve özel kurum kişiler marifetiyle
ortaklaşa yürütülmesi de Kıta Avrupası ülkelerinin bazılarında mevcuttur.

2-Hukuk Adalet Sistemimiz Adli Yardım Rejimi:

A)Hukuk Yargılaması Adli Yardım Kurallarının HMK ve AvK’ da Düzenlenmesi: Bir


defa bizde devletin üstlendiğini görüyoruz. Bu açıdan barolar ve mahkemeler üzerinden
devlet bunu yapar. Mahkeme üzerinden yapılmasına ilişkin kısımda HMK daki kurallar
geçerlidir. Barolarla ilgili olan kısımda ise avukatlık kanunu geçerlidir.

B)Adli Yardım Temin Yol ve Yöntemleri

a-Baro Adli Müzaheret Bürosu Vasıtasıyla Adli-İdari İşlem Tesisi Suretiyle (Av.K,
m.176-179): Burada yine bir kamu hukuku kurumu söz konusudur ve burada tesis edilen
hizmet de kamu hukuku işlemi tesisiyle yürütülüyor ve bu itibarla adli-idari bir özellik
taşıdığını da söylemek mümkündür.

aa)Münhasıran Avukatla Temsil Temini Suretiyle Kısmi Adli Yardım Sağlar


(Av.K, m.176): Avukatlık kanununda barolar tarafından yürütülen adli yardım
faaliyeti veya hizmeti yargılama masraflarının temsil masraflarına ilişkin kısımdır.

ab)Atanan Avukatın Gereğinde Tam Adli Yardım Kararı İstihsaline Tevessülünü


de Mutazammındır(AYY, m.6/III)

ac)Avukatla Temsil İmkanı Teminen Avukat Atama Kararının Etkisi


Vekaletname ve Belge İkmaliyle Başlayıp İlgili Hukuki Koruma Prosedürü
Son Aşamasına Dek Kaideten Devam Eder (Av.K, m.179/II)

b-Doğrudan Mahkeme Marifetiyle Yargısal İşlem Tesisi Suretiyle (HMK,


m.334-340): Burada mahkeme üzerinden yargısal işlem tesisi şeklinde karşımıza çıkar.
HMK 335 de avukatla temsil dışındaki yargılama masrafları dışındaki yargılama
masraflarından ne şekilde muaf kılınır bununla ilgili bir düzenleme yer alıyorken
339-340. Maddelerde avukatlık ücretini de karşılayacak şekilde daha kapsamlı bir adli
yardım temini imkanı yer alır. Buradan hareketle adli yardım talep edildiğinde kişi,
mahkemenin incelemeleri sonunda adli yardımdan yararlandırılmaya karar verilirse bu
takdirde avukatlık hizmeti alması hususunda bu defa mahkeme baroya başvurarak bu
kişiye bir avukat tayin edilmesi şeklindeki bir bildirimle avukatlık hizmeti alması da
sağlanabiliyor.

ba)Olağan Adli Yardım Kararı (HMK, m.335/2)(Avukatla Temsil Haricinde Tüm


Adli Yardım Unsurlarından Karara Göre Yararlanma Konulu Muafiyet
Bahşeder):

bb)Kapsamlı Adli Yardım Kararı (HMK, m.339, 340): Adli yardım kararı verildiği
takdirde kişi, avukatlık hizmetini de içermesi bakımından tüm yargılama masraflarına
yönelik bir muafiyet ortaya çıkar. Bu kararın kesinleşmesine kadar karşısına
çıkabilecek tüm masraflara şamil olmak üzere genel bir muafiyet öngörülür fakat bu
muafiyet geçicidir. Kişinin aleyhine karar verildiğinde daha evvel ödetilmeyen
masrafları taksite bağlama imkanı cari olmakla birlikte oradan alınmasına karar
verilmesi gerekiyor. lehine karar verildiği durumda ise bu defa karşı tarafa tahmil
edileceği için karşı taraftan alınmasına karar veriliyor.

bba)Avukat Ücreti ileYargılama Masrafı ve Teminatın Karara Göre


Kısmen veya Tamamen Asıl Kararın Kesinleşmesine Dek Ödeme
Yükümlülüğünden Muafiyet Bahşeder

bbb)Asıl Yargılamada Aleyhine Karar Verilirse Adli Yardım Alan


Yargılama Masraflarını Azami Oniki Aylık Taksitle Ödemeye
Mahkum Edilebilir

bc)Adli Yardım Kararının Etkileri

bca)Kararın Etkilerinin Müteakip Usuli işlemlere Sari Olması (HMK, m.337/3)


bcb)Kararın Etkilerinin Kaldırılmadıkça Asıl Kararın Kesinleşme Aşamasına Dek
Devam Etmesi (HMK, m.338)

C)Adli Yardım Temin Şartları (HMK, m.334; AvKAYY, m.5/II, 6/I): Adli yardımdan
yararlanma şartları arasında davanın temelsiz olmaması yani dayanaktan yoksun olmaması
şeklinde bir şart da vardır. Bu şart her zaman davada başarılı olunması gerektiği anlamına
gelmiyor işte bu itibarla adli yardım mutlaka kazanılacak dava sahiplerine yönelik işletilen
bir kurum değildir.

Adli yardımdan yararlanma şartı bakımından avukatlık kanunundaki başvuru sırasında da


bir değerlendirme vardır ve orada “görünüşte haklılık” şeklinde biraz daha davasında
haklılık veya davaya mukabelede haklılık şeklinde bir vurgu mevcuttur. HMK da ise açıkça
dayanaktan yoksun olmama şeklinde bir içerikle formüle edilmiştir.

a-Yararlanmak İsteyenin TC Tebalı Gerçek Kişi veya Dernek ya da Vakıf Olması:


Adli yardım, gerçek kişi veya tüzel kişiye yönelik olabilir ama gerçek kişinin Türk
vatandaşı olması gereklidir. Yabancılar bakımından ancak mütekabiliyet söz konusuysa
mümkündür. Tüzel kişilerde de dernek veya vakıflara yöneliktir.

b-Yararlanmak İsteyenin Maddi Sıkıntı Mevcudiyeti veya Muhtemeliyeti: Adli


yardımdan yararlanmak isteyenin bu imkan sağlanmazsa maddi açıdan sıkıntıya düşmesi
veya düşme muhtemeliyetinin ortaya çıkmasıdır.

c-Yararlanmak İsteyenin İddia-Savunma Talebinin Açıkça Dayanaktan Yoksun


Olmaması veya Adli Yardım Sebebi Prosedürde Verilecek Karardan Hukuki
Durumunun Etkilenebilecek Olması: İddia savunmanın dayanaktan yoksun
olmamasıdır. Davacı bakımından davasının, davalı bakımından savunmasının hukuki ve
maddi temeli itibarıyla hem hukuki açıdan dayanaksız olmaması gerekir ve ileri
sürülebilir olması lazım hem de maddi temel itibarıyla delillendirilmiş, ispat edilebilir
olması lazımdır.

Ç)Adli Yardım Usulü (HMK, m.336, 337; Av.K, m.178, 182[AYY, m.6])

a-Baro Müzaheret Bürosu Nezdinde İlgili Kanundaki Usule Tabiyet (HMK,


m.385/3): Barolarda teşkil edilen bir adli müzaheret bürosuna başvuru gerekiyor ve bu
başvurunun yazılı olması şart değildir şifahi olarak da başvurulabilir. İkinci olarak da
iddia veya savunmasının görünüşte haklılığını delillendirmesi beklenir. Baro müzaheret
bürosunun yaptığı değerlendirme neticesinde bu şartlar tahakkuk etmişse (görünüşte
haklılık) adli yardıma karar veriliyor ve aksi halde ise talebin reddine karar veriliyor.
Burada verilen karara karşı baro başkanı nezdinde bir itiraz yolu da mevcuttur dolayısıyla
baro başkanı adli müzaheret bürosunun verdiği kararı değiştirebilir.

aa)Baro Adli Yardım Bürosuna Şifahi Müracaat (AYY, m.6//I)

ab)Müracaat Sırasında Hukuk Koruma İddia-Savunmasının Görünüşte


Haklılığının Delillendirilmesi (Av.K, m.178/I)
ac)Talep Hakkındaki Karara Karşı Baro Başkanı Nezdinde İtiraz
Edilebilmesi(Av.K, m.178/2)

b-Mahkeme Nezdinde Çekişmesiz Yargılama Usulüne Tabiyet (HMK,


m.385/1,2): Mahkeme nezdindeki başvuru yargılama çeşitleri arasında çekişmesiz
yargısal başvuruya tekabül eder ve dolayısıyla oradaki kurallar caridir. Buradaki
kurallarda belirlenen görev ve yetki esasları çerçevesinde mahkemeye müracaat
edilmesi gerekiyor. Henüz dava açılmadan ve mahkemeye başvurulmadan,
mahkeme nezdinde adli yardım talebinde bulunacak ise burada asıl yargılama
bakımından görevli ve yetkili mahkemeye müracaat şeklinde bir kural vardır.
Yargılama sırasında ise aynı şekilde davayı görecek ve yargılamayı yürütecek olan,
usuli talebin derdest olduğu mahkemeden bu talep edilecektir. Burada verilen bir
karara karşı bir “kanun yolu” imkanı da vardır fakat tipik kanun yolundan farklıdır.
Bu adli yardım, yargılama masraflarının yanı sıra gereğinde icra masraflarını da
karşılıyor dolayısıyla icra aşamasında da müracaat edilebilir ve bu aşamada
başvurulacak mercii icra mahkemesidir.

ba)Yargılama Öncesinde Usuli Talep Hakkında Görevli ve Yetkili Mahkemeye


Müracaat

bb)Yargılama Sırasında Usuli Talebin Derdest Olduğu Mahkemeye Müracaat

bc)Yargılama Sonrasında Denetimle Görevli Kanunyolu Mahkemesine


Müracaat

bç)İcra Aşamasında Takip Yerinde Görevli İcra Mahkemesine Müracaat

bd)Adli Yardım Talebinin Takdiren Dosya Üzerinden veya Duruşmalı


İncelemeyle Karara Bağlanması

c-Mahkeme Nezdinde Adli Yardım Talep Dilekçesinde Mali Durumu ve Asıl


Hukuki Koruma İddia-Savunmasına İlişkin Belgesel Delillerin Eklenmesi:
Mahkeme nezdinde yapılan başvuruda sadece matbu dilekçe kullanılabilir yani şifahi
başvuru imkanı yoktur ve bu dilekçesine aynı zamanda iddia savunmasının
dayanaktan yoksun olmadığına ilişkin delillerini belirtecektir ve bunlardan belgesel
olanlarını da dilekçesine ekleyecektir. Ekleyeceği bir diğer şey de yargılama
masraflarına maruz kalırsa maddi sıkıntıya düşeceği veya düşme ihtimalinin ortaya
çıkacağına ilişkin şartı karşılamaya matufen mali durumudur.

ç-Adli Yardım Talebi ve Tahkikatına Konu Belge ve İşlemlerin Harç-Vergiden


Müstesna Oluşu: Bu başvurunun kendisi de haliyle asıl hukuki korumaya ilişkin başvuru
yargılama masrafından muafiyetini temine yönelik olduğu için bu da harçtan muaftır
dolayısıyla herhangi bir harç ödenmesi söz konusu değildir.

d-Mahkeme Nezdindeki Adli Yardım Talebinin Dosya Üzerinden ve Talep Halinde


Duruşma İcra Olunarak Resen Araştırma Suretiyle İncelenip Karara
Bağlanması: Mahkeme kural olarak dosya üzerinden inceleme yapacaktır fakat
özellikle delillerle ilgili dilekçeden yeterli kanaat edinilemediği takdirde burada
ispata ihtiyaç duyulan bir durum çerçevesinde delillendirilmiş olması gerektiğinden
dolayı duruşmalı incelemeye de gidilebilir. Duruşmalı inceleme çekişmesiz yargılama
işi olduğundan dolayı hasım tarafın bir “müdahalesi, itirazı, karşı koyması” üzerine
de duruşma açılması gerekir ve o ihtimalde de dosya üzerine değil duruşmalı
incelemeyle karara bağlanmak gerekir.

e-Adli Yardım Talebine ilişkin Mahkeme Kararının İtiraz Kanun yoluna Tabiiyeti:
Buradaki kanun yolu itiraz kanun yoludur. İtiraz kanun yolu temelde mahkeme vasıtasıyla
bu mahkemeyle ilişkilendirilen refik mahkeme nezdinde olur. Aynı mahkemenin birden
fazla dairesi varsa müteakip dairedir ve tek daire varsa o zaman en yakın yargı
çevresindeki mahkemedir. Müteakip mahkeme yoksa başa dönüp 1. Asliye hukuk
mahkemesine gider.

11. HAFTA

MEDENİ USÛLDE GEÇİCİ HUKUKİ KORUMA PROSEDÜRLERİ

I-GEÇİCİ HUKUKİ KORUMA TEORİSİ

1-Geçici Hukuki Koruma Kurumu

A)Geçici Hukuki Koruma Terimi

a-Terimin Hukuki Koruma Biçimlerinden Birini İfade Etmesi: Asıl hukuki


korumanın yanı sıra kişilere hukuk sisteminin sağladığı bir imkandır. Geçici hukuki
koruma aslında 3. Bir yargılama çeşidi ihtiva eder.

b-Terimin Asıl Hukuki Korumaya Bağımlı veya Bağımsız olarak Tarafa-İlgiliye


Muhtemel Fiili Sebeplerle Bir Ön Koruma Sağlanmasını İfade Etmesi: Muhtemel
fiili sebeplerle kişilere bir ön koruma sağlanması söz konusudur. Bazı hallerde asıl
hukuki korumaya bağımlı olarak ve bazı hallerde bağımsız olarak taraf veya ilgiliye
muhtemel fiili sebepler nedeniyle ön koruma sağlanması anlamına gelir. Asıl hukuki
koruma öncesinde veya asıl hukuki koruma sırasında buna başvurulabilir. Bağımsız
olanlar bakımından derdest yargılama içerisinde başvurulabilme özelliği de vardır.

B)Geçici Hukuki Korumanın Anayasal Temeli (TCAY, m.2,36):

Geçici hukuki koruma fiili sebeplerle sağlanan bir ön korumadır fakat bu aynı zamanda
hukuki bir gerekliliktir. Bu açıdan anayasal bir temeli olduğu da kabul edilir. Asıl
hukuki korumaya ilişkin olarak hak arama hürriyetini, iddia savunma hakkını
öngörüyor başka bir ifadeyle dava hakkını öngörüyor. Bu bakımdan hak arama hürriyeti
ön korumaya ilişkin olarak da tanınmaktadır. Esasen kişilere sağlanacak hukuki
korumanın kapsamlı ve etkin olması da bunu gerektirir. Burada etkinliği hem etkililik
anlamında yani sonuç alınabilmesi anlamında düşünebiliriz hem de erken veya
gecikmeden ya da zamanında bazı muhtemel sebepler de buna yol açabilir işte bu
nedenle kapsamlı ve etkin olması gerekiyor.

a-Kurumun Hak Arama Hürriyetinin - Yargısal Korunma Hakkının


Unsuru Olması

b-Kurumun Hukuki Korumanın Etkin Şekilde Sağlanması Gereğinden


Çıkarsanması

C)Geçici Hukuki Korumanın Amaç ve İşlevi:

Amaç olarak sonradan telafisi imkansız veya zor olabilecek durumları engellemeye
hizmet eder ve erken hukuki koruma sağlar. Geçici hukuki korumanın işlevi ise
prosedürün verimini artırma şeklinde bir işlevinden bahsetmemiz mümkündür.

a-Sonradan Telafisi İmkansız Güç Durumların Engellenmesi ve Erken


Hukuki Koruma Sağlanması

b-Yargılama Süjeleri Bakımından Prosedürün Veriminin Artması

Ç)Geçici Hukuki Korumanın Konusu:

a-Asıl Hukuki Korumada Sözkonusu Hakkın veya Hukuki Durumun


Muhafazası veya Geçici Düzenlenmesi: Geçici hukuki korumanın konusu,
çekişmeli yargıda ortaya çıkışına göre asıl hukuki korumada söz konusu olan
hakkın, çekişmesiz yargı itibarıyla hukuki durumun muhafazası ya da bazı hallerde
bu hak veya hukuki duruma tekabül eden veya bunları doğuran hukuki ilişkinin
geçici olarak düzenlenmesi, geçici hukuki koruma prosedürünün konusunu teşkil
ediyor.

b-Ortaya Çıkabilecek Tehlikenin Bertarafı için Elverişli Tüm Yargısal Önlemleri


İçerebilmesi: Geçici hukuki korumada ön koruma sağlamaya matufen bazı önlemler
alınması söz konusudur. Bu önlemlerin alınması bakımından bir sınırlama kural olarak
yoktur. Bu açıdan asıl hukuki koruma içerisinde veya öncesinde bir tehlike halinin
bertarafı bakımından gerekli önlemlerin alınması söz konusudur.

D)Geçici Hukuki Koruma Araçları

a-İhtiyati Tedbir: Geçici hukuki koruma kurumu içerisinde geçici hukuki koruma
araçlarından bir tanesidir ve bu çekişmeli yargıda başlayacak bir geçici hukuki koruma

aracıdır. Asıl hukuki koruma öncesinde yani dava açılmadan veya açıldığında sonuç
itibarıyla asıl hukuki korumaya bağlı olarak başvurulabilecek bir araçtır. Mutlaka
muaccel bir hak iddiasında başvurulur.

b-İhtiyati Haciz: İhtiyati tedbirden farklı olarak bir dava prosedürüne yönelik veya bir
dava prosedürü içerisinde değil bir takip prosedürüne yönelik geçici hukuki koruma
aracıdır. Bu da çekişmeli yargı hukuki koruma aracıdır denilebilir. İhtiyati haciz
bakımından muaccel olmayan alacak iddiaları bakımından da bu geçici hukuki koruma
aracı devreye sokulabilir.

c-Delil Tespiti: Yapılacak bir yargılamaya yönelik olarak veya yargılama sırasında
henüz incelenme sırası gelmemiş olan delillerin muhafazasına hizmet eden bir geçici
hukuki koruma prosedürüdür. Diğerlerinden farklı özelliği ise bir hak iddiası çerçevesi
içerisinde değil usule ilişkin olarak yargılama içerisinde delillerin muhafazasına hizmet
eder.

ç-Diğer Geçici Düzenleme / Geçici Önlem: Diğer üçü dışındaki diğer geçici
düzenlemeler ya da önlemlerdir. HMK 406 da düzenlenmiştir.

2-Çekişmeli Yargılamada Asıl Hukuki Korumaya Bağımlı Geçici Hukuki Koruma


Olarak İhtiyati Tedbir

A)İhtiyati Tedbir Kavramı:

a-Kavramın Asıl Hukuki Koruma Sürecinde Sözkonusu Hakkın Muhafazası ve


Tarafın Erken Korunmasına İlişkin Usuli Talep ve Kararları İfade Etmesi:
İhtiyati tedbir kavramı geçici hukuki korumanın özelliklerini ihtiva etmekle birlikte
farklılıklarına da tekabülen asıl hukuki koruma sürecinde davada iddia edilen
hakkın muhafazası ve tarafın erken korunmasına ilişkin usuli talep prosedürünü ve
bu prosedürde verilen kararları ifade eder.

b-İhtiyati Tedbir Kararlarının Asıl Hukuki Koruma Sürecinde Dava


Konusunun Kaybı Tehlikesini ve Tarafın Durumunun Kötüleşmesini Önleme
İşlevini Gerçekleştirmesi: İhtiyati tedbir, asıl hukuki koruma sürecinde dava

konusunun kaybı tehlikesini bertaraf ediyor. Bu açıdan asıl hukuki koruma yolunun
açık tutulmasını veya asıl hukuki koruma prosedürüne ulaşılmasını sağlıyor. Aynı
zamanda asıl hukuki koruma sürecinde tarafın durumunun kötüleşmesini önlemeye
yönelik bir işlev de meydana getirebiliyor.

B)İhtiyati Tedbirlerin Türleri

a-Teminat Amaçlı İhtiyati Tedbirler (ör:TMK, m.1010/b.1,1011): Dava konusunun


muhafazasına hizmet eder ve dava konusunun icra aşaması itibarıyla teminine yönelik
önlemlere tekabül eder. örneğin gayrimenkullere yönelik ayni davalarda bu
gayrimenkulün 3. Kişilere devrinin önlenmesine ilişkin olarak ferağdan men yasağı
veya muvakkat tescil asıl karardan önce alınır.

b-Tatmin Amaçlı İhtiyati Tedbirler (ör:TBK, m.76; TMK, m.332/II; FSK, m.77):
Erken faydalanmaya yönelik işlev görür. Dava sonunda elde edilecek edimin dava
sırasında geçici olarak ifa edilmesi şeklinde alınacak önlemlere tekabül eder. Örneğin,
iş kazası nedeniyle ortaya çıkan iş göremezlik tazminatı davasında asıl dava içerisinde
zaruret hali hasıl olabilir ve kişi ifaya muhtaç olabilir işte böyle bir durumda ona
davanın sonunda ödenecek olan tazminata mahsuben geçici olarak kısmi bir ifa kararı
verilebilir. Davada kişi aleyhine sonuç çıkarsa erken ifanın iadesi de mümkündür.

c-Düzenleme Amaçlı İhtiyati Tedbirler (ör:TBK, m.182/III,227/I-2; TTK, m.449):


Dava sırasında, dava sonunda elde edilecek inşai sonuca ilişkin bir geçici ayarlama
yapılması suretiyle bazı önlemlerin alınması düzenleme amaçlı ihtiyati tedbirlere örnek
teşkil eder.

C)İhtiyati Tedbirlerin Kapsamının Belirlenmesi

a-İhtiyati Tedbirin Kapsamının Tedbir Türü ve Konusuna Göre Belirlenmesi:


Türler çerçevesinde, teminat amaçlı tedbirlerde paradan başka alacak hakkı iddialarına
ilişkin bir karar ihtiyati tedbir kararının kapsamını oluşturuyor.

aa)Teminat Amaçlı Tedbirlerin Paradan Başka Alacak Hakkı İddialarına İlişkin


İçeriğe Sahip Oluşu: İhtiyati tedbirler, paradan başka alacak hakkı iddialarına
ilişkin içeriğe sahip oluyorken, ihtiyati haciz para alacaklarına ilişkindir.

Dolayısıyla para alacağı bakımından ihtiyati tedbir söz konusu edilecek olursa
teminat amaçlı değil de eda amaçlı, ifaya muhtaçlık çerçevesinde söz konusudur.

ab)Eda Amaçlı Tedbirlerin İstisnaen (ifaya muhtaçlık-zaruret hali) Para Alacağı


Hakkına İlişkin Olabilmesi: Eda amaçlı ihtiyati tedbirler sadece para alacağı ile
sınırlı değildir ve paradan başka alacaklara ilişkin davalarda da erken olarak ifaya
ilişkin geçici önlemlerin alınması mümkündür.

ac)Düzenleme Amaçlı Tedbirlerin İnşai Sonucun Karşı Tarafın Kabulüyle


de Doğabildiği İnşai Haklara Münhasır Olması: Düzenleme amaçlı
tedbirlerde, inşai haklara ilişkin inşai sonucun karşı tarafın kabulüyle
doğabildiği haklara münhasırdır.

b-Kapsam ve İçerik Belirlemede Şekli Maddi ve Hukuk Kurallarının


Dikkate Alınması: Kapsam ve içerik belirlemede şekli hukuk ve maddi
hukuk kurallarına uygun hareket edilmesi yol göstericidir.

aa)Usuli Talep İçeriğine Bağlılık: Şekli hukuk itibarıyla taleple bağlılık


ilkesi çerçevesiyle ihtiyati tedbirler ancak talep üzerine karara bağlanabilir.

ab)Maddi Hukuka Uygunluk: Eda amaçlı, teminat amaçlı ve düzenleme


amaçlı tedbir türlerine konu olan hak iddiasının maddi hukukta
düzenlendiği surette karar verilmesi sonucunu doğuracaktır.

ac)Ölçülülük İlkesine Riayet: İhtiyati tedbir kavramının içeriğe ilişkin


kapsam bakımından ölçülü olması gerekir. Örneğin cüz’i bir alacak için
önemli bir mal varlığının ihtiyati tedbir altına alınması uygun olmaz.

3-Çekişmesiz Yargıda Asıl Hukuki Korumaya Bağımlı ve Çekişmeli Yargıda


Bağımsız Diğer Geçici Düzenlemeler: İhtiyati tedbir şartlarına ilişkin düzenlemede
çekişmesiz yargı işlerinde de geçici hukuki korumaya hükmedilebileceği
düzenlenmiştir.

II-HMK’ya Göre İHTİYATİ TEDBİR TALEBİ ve HÜKÜMLERİ

1-İhtiyati Tedbir Talep Prosedürünün Özellikleri

A)Prosedürün Niteliği ve Tabi Olduğu Sevk İlkeleri

a-Çekişmeli Yargılamanın Başlıca Aracı Davaya Yönelik Oluşu

aa)İvedi İhtiyati Tedbir Taleplerinde Taraf Teşkilinin Ertelenebilmesi (HMK,


m.390/2)

ab)Çekişmesiz Yargılamada İht. Tedbir’e Atfın Tehlike Sebebi ile Sınırlılığı


(HMK, m.389/2)

b-Taraflarca Tasarrufa Tabi ve Davadan Önce veya Davanın Derdest iken Talep
Olunabilmesi

B)Prosedürün Uygulama Alanı ve Görünüm Biçimleri: İhtiyati tedbirin uygulama alanı


dava prosedürüdür. Dava prosedürü açısından da maddi hukuk ve şekli hukuka ilişkin
davalar bu kapsamda kalır. Sadece ilk dereceyle sınırlı değil, aynı zamanda davanın bir
kademesi olarak kontrol yargılamasında da ihtiyati tedbir geçici hukuki korumasından
yararlanmak mümkündür.

a-Maddi Hukuk Dava Prosedürüne İlişkin İhtiyati Tedbir Talepleri

aa)Mahkeme Nezdindeki Davalara İlişkin (HMK,m.389/1)

aaa)İlk Derece Yargılamasında

aab)Kontrol Yargılamasında: Burada kanun yoluna başvuran kişi burada aleyhine


verilen bir kararın kaldırılması veya daha lehe bir karar verilmesi amacıyla kanun
yoluna başvurduğunda aleyhe veya daha az lehe olan kararın sonuçlarından
etkilenmeye yönelik olarak ortaya çıkabilecek lehine kararı elde ettiğinde bu defa ilk
derece mahkeme kararının uygulanmasıyla ortaya çıkabilecek sonuçların
önlenmesine matufen ihtiyati tedbir talep edebilir.

ab)Hakem Nezdindekine Davalara İlişkin (HMK, m.414): Hakem nezdindeki


davalarda da ihtiyati tedbirin, başvurulabilecek bir geçici hukuki koruma aracı olarak
karşımıza çıktığını görüyoruz. Hakem nezdindeki davalarda yani tahkim
yargılamasında tarafların usul hukuku sözleşmesiyle tanzim ettiği bir yargılama söz
konusudur işte bu açıdan hakemlere verdikleri yetki çerçevesinde aralarındaki
uyuşmazlığın çözüm prosedürünü de önceden ihtiyati tedbire başvurma imkanını HMK
da kabul ediyor.

b-Şekli Hukuk Dava Prosedürüne İlişkin İhtiyati Tedbir Talepleri: Şekli hukuk
davası denildiğinde bir yargılama hukuku kuralları çerçevesinde tanınan dava hakkını
anlıyoruz. Şekli hukuka ilişkin bir dava prosedürüdür ve ilk derece mahkemesinde
görülür.

ba)Değişiklik Davası Kapsamında: Nafaka davasında boşanmanın bütünlüğü ilkesi


çerçevesinde mali olmayan sonuçlar bakımından mutlak surette fer’i hüküm veriliyor.
Nafaka talep halinde karara bağlanabilir ama boşanmaya müteakip 1 yıl içerisinde
boşanma sırasında talep edilmemişse nafaka talep edilebilir.

bb)Yargılamanın Yenilenmesi Kapsamında: Burada da icra aşaması itibarıyla


yeniden yargılamayla ortadan kaldırılması istenen ve yeni bir karar verilmesi istenen
prosedürdür. Önceki kararın icrasının durdurulması çerçevesinde bir ihtiyati tedbir
kararı da verilebilir ve bu da tedbir amaçlı bir ihtiyati tedbirdir.

C)Prosedürün Türleri (HMK, m.390/1): İhtiyati tedbir prosedürü, ihtiyati tedbir


türlerinden farklı olarak prosedürün cereyanına ilişkin farklı türlere tekabül eder. Bu açıdan
ihtiyati tedbir asıl yargılamaya konu usuli talep ikame edilmeden de istenebilir ve karar
verilebilir veya asıl yargılama başladıktan sonra da bunun içerisinde talep edilebilir ve
karar verilebilir.

a-Asıl Yargılamaya Konu Usuli Talep İkamesi Öncesinde İhtiyati Tedbir Talebi

b-Asıl Yargılamaya Konu Usuli Taleple Birlikte İhtiyati Tedbir Talebi

Ç)İhtiyati Tedbirin Şartları (HMK, m. [316c], 389/1, 390/3):

a-Şekli Şartlar:

aa)Kaideten Bir İhtiyati Tedbir Talebi Mevcudiyeti: Öncelikle bir talep mevcut
olmalıdır. Talebin şekli ile ilgili olarak da yazılı dilekçe ile talepte bulunulması söz
konusudur. Talep dilekçesinde, dava dilekçesine ilişkin kurallar mevcuttur lakin basit
usuldeki dilekçe kuralları kapsamında bir yazılı dilekçe ile talepte bulunulur. Talep
dilekçesinde talep sebebinin ve ortaya çıkacak sakıncanın izah edilmesi ve yine tedbir
türünün de belirtilmesi gerekir ve bağlı olarak da talep sonucu yani verilmesi istenen
tedbir kararının ne olduğunun belirtilmesi gereklidir.

aaa)Talebin Yazılı Dilekçeyle İleri Sürülmesi

aab)Dilekçenin Mutatis Mutantis Basit Usul Dilekçe Kurallarına


Tabiyeti

aac)Talep Dayanağı ile Sebebi ve Tedbir Türünün Belirtilmesi


aaç)Talep Sonucunun Belirtilmesi

ab)Talep Harç ve Giderlerin Ödenmesi: İhtiyati tedbir de bir yargılamadır ve


dolayısıyla yargı harçlarına tabidir.

b-Maddi Şartlar:

ba)İhtiyati Tedbir Talebine Esas Hak İddiasının Makul Görünmesi: İhtiyati tedbir
talebinin esası dava konusuna ilişkin uyuşmazlıklı hak iddiasıdır. Burada hak iddiasının
makul görülmesi lazımdır. Yani kavranabilir, ileri sürülebilir görülmesi lazımdır.

bb)İhtiyati Tedbir Sebebinin Varit Olması: Dilekçede tedbir sebebi meyanında


belirtilen sebeplerin neler olduğunun açıklanmış olması lazımdır.

bc)İhtiyati Tedbir Sebebinin Açıklanmış Olması: İhtiyati tedbir sebebi bakımından


eğer tedbir kararı verilmezse teminat amaçlı tedbirlerde hakkın elde edilmesinin icra
aşamasında imkansız hale geleceği veya büyük ölçüde zorlaşacağı şeklindeki iddialar
belirtilmiş olmalıdır. Eda amaçlı davalarda ise eğer tedbir kararı verilmezse bir zaruret
hali hasıl olacağı ve ifaya muhtaç olduğundan durumunun kötüleşeceğinin açıklanması
lazım. Düzenleme amaçlı davalarda ise tedbir açıklanmaması halinde bundan zarar
görüleceği açıklanmış olmalıdır.

bç)Karşı Tarafça Uygun Bir Teminatın Mevcut veya Teklif Edilmiş Olmaması: Karşı
tarafça uygun bir teminatın mevcut olmaması veya teklif edilmemiş olmaması gereklidir.

2-İhtiyati Tedbir Talep Prosedürünün İşleyişi

A)İhtiyati Tedbir Yargılaması (HMK, m.390/1,3)

a-Talepte Bulunabilecek Kişiler: Genellikle davacı başvurur ve aynı zamanda davacı


yanında müdahil olan kişiler de ihtiyati tedbir talebinde bulunabilir ve bazen de 3. Kişiler
ihtiyati tedbir talebinde bulunabilir.

b-Görevli ve Yetkili Mahkeme:

ba)Asıl Yargılama Öncesi İ.T. Prosedüründe Asıl Yargılama Hakkında Görevli ve


Yetkili Mahkeme Nezdinde Talepte Bulunulması: Bu takdirde asıl yargılama
hakkında görevli mahkeme nezdinde olacaktır ve yine asıl yargılama bakımından
dava hangi yerdeki mahkemede açılabiliyor ise orada talepte bulunulacaktır.

bb)Asıl Yargılama Sonrası İ.T.Prosedüründe Asıl Yargılama Mahkemesinin


Görevli ve Yetkili Olması: Davanın derdesti sırasında ise yetki meselesi
halledilmiş oluyor ve zaten görevli mahkeme de bellidir.

B)İhtiyati Tedbir Prosedüründe Verilecek Kararlar ve Akibeti (HMK,


m.391,392,394-397)

a-İhtiyati Tedbir Talebinin Kabulü Kararı (HMK, m.391/2-3): Talebin kabulü kararı
halinde kanunda ihtiyati tedbir kararı bakımından bir içerik formülasyonu vardır.

aa)Kararın Kanunen Muayyen İçerikte Formülasyonu: Asıl hukuki korumadaki


karar içeriğine benzer şekilde kararın oluşturulmuş olması gerekir.

ab)Kararın Tatbikinin Teminat Gösterilmesi Şartına Bağlanabilmesi


(HMK, m.392): Kararla ihtiyati tedbirin uygulanmasını mahkeme teminat
gösterilmesi şartına bağlayabilir. Buradaki teminat, ihtiyati tedbir kararı isteyen
kişi tarafından gösterilecek teminattır.

ac)İ.T. Talebinin (Vicahta) Kabulü Kararlarına Karşı Tarafın


Kanunyoluna(İstinaf) Başvurabilmesi (İstinaf) Başvurabilmesi: İhtiyati tedbir
kararının kabulü halinde buna karşı eğer gıyabi olmayan surette yani hukuki dinlenilme
hakkı tanınarak verilmişse buna vicahta karar yani yüze karşı karar denilir. Burada karşı
taraf ihtiyati tedbir talebinin verildiği tarihi takiben kanunen muayyen süre içerisinde
istinaf kanun yoluna başvurabilir.

aç)İvedi Hallerde Gıyabi Karara Karşı Tarafın Mahkeme Nezdinde İtiraz


Edebilmesi: Eğer ihtiyati tedbir talebi gıyabi olarak kabul edilmişse bu takdirde
ortada bir ivedi ihtiyati tedbir prosedürü var demektir. Burada karşı tarafın kararı
öğrendikten sonra itiraz imkanı vardır ve bu itirazı kararı veren mahkeme nezdinde
yapacaktır. Hakkındaki gıyabi kararı öğrendikten sonra 1 hafta içerisinde mahkemeye
dilekçeyle başvurarak buna muhalefet edebilir. Burada karşı taraf ihtiyati tedbir
şartlarının sağlanmadığına veya teminat şartının gerçekleşmediğine dayanarak itiraz
edebilir.
aça)İtirazın Tatbik veya Tebliğden Bir Hafta İçinde Yazılı Dilekçeyle İleri
Sürülmesi
açb)Görev ve Yetki ile İ.T. Şartları ve Teminat Yönünden Muhalefet Edilebilmesi
açc)İtiraz Hakkında Verilen Karara Karşı Kanunyoluna Başvurulabilmesi

ad)Teminat Mukabili Tedbirin Tadili veya Kaldırılmasının İstenebilmesi: Karşı


tarafın, ihtiyati tedbire muhalefet etmek için başvurabileceği bir imkan da teminat
göstererek tedbirin değiştirilmesi veya kaldırılmasını isteme imkanıdır.

ae)Durum ve Koşulların Değişmesiyle Tedbirin Tadilinin veya Teminatsız


Olarak Kaldırılmasının İstenebilmesi: Bir diğer imkan da durum ve
koşulların değişmesi halinde tedbirin değiştirilmesi ya da kaldırılmasının
istenmesidir. Fakat burada teminata ihtiyaç yoktur durum ve koşullar

değişmişse tedbir kararının verilme şartları an itibarıyla ortadan kalkmış


olabilir ve böyle bir durumda da teminat gösterilmesine gerek kalmaksızın
verilen tedbir kararı kaldırılabilir veya değiştirilebilir.

b-İhtiyati Tedbir Talebinin Reddi Kararı ve Sonuçları (HMK, m.391/3):

ba)Karara Karşı Talepçinin Kanunyoluna (İstinafa) Başvurabilmesi: İhtiyati tedbir


talebi reddedildiğinde talepte bulunan kişi kanun yoluna yani istinafa başvurabilir.

bb)Talepçinin Kaideten Aynı Şartlarla Yeniden İ.T.Talebinde Bulunamaması: Bir


diğer sonuç da aynı şartlarla ve yeniden bir ihtiyati tedbir kararı talebinde
bulunulamamasıdır.

bba)Usulden Red Halinde İkmal Olunabilir Usuli Şartları İkmaliyle


Kararın Şeklen Kesinleşmesiyle Yeni Talebin Kesin Hükmün Önleyici
Etkisine Tabi Olmaması

bbb)Esastan Red Halinde Kararın Şeklen Kesinleşmesi ile Ancak Karar Anına
Dek Vaki Vakıalar ve Mevcut Deliller Çerçevesinde Objektif Sınırlar Dahilinde
Önleyici Etkiye Sahip Olabilirliği

bbc)Talep Dayanağı Vakıalar ve Usuli Talebin Aynıyeti Ölçüsünde Mükerrer


Talebin Sınırlı Kesin Hüküm Etkisi Nedeniyle Reddin Gerekmesi

c-İhtiyati Tedbir Kararını Tamamlayıcı İşlemlerin İkmalinin Gerekliliği (HMK,


m.397): İhtiyati tedbir kararının verilmesinden sonra onu tamamlayan bazı işlemlerin
yapılması gerekiyor. Kararın uygulamaya sokulması talebinden sonra 2 hafta içinde
davanın açılması lazımdır bu, dava açılmadan önce ihtiyati tedbir kararı verilen haller
bakımından söz konusudur. İhtiyati tedbirin uygulanmasıyla birlikte ihtiyati tedbir
prosedürü sırasındaki incelemeler, yapılan yargılamaya ilişkin dosya asıl yargılamaya
ilişkin dava dosyasına eklenir.

ca)Asıl Yargılama Öncesinde İ.T. Prosedüründe Talebin Kabulüne Dair Verilen


Kararın Uygulatılma Süresindeki Talebini Müteakip İki Hafta İçinde Dava
Açıldığının Tevsiki

cb)İhtiyati Tedbir Talep Dosyasının Asıl Yargılama Dosyasına Eklenmesi


ç-İhtiyati Tedbir Kararının Etkisinin Aksi Belirtilmiş Olmadığı Sürece Kaideten Asıl
Yargılamada Verilen Nihai Kararın Kesinleşmesine Dek Devam Etmesi (HMK,
m.392/2, 397/2): İhtiyati tedbir kararının etkisi, asıl yargılamada verilen karar yani nihai
karar kesinleşene dek caridir. Bununla birlikte hakim, nihai kararında bunun aksini
kararlaştırabilir ama aksi kararlaştırılmadığı müddetçe ihtiyati tedbir kararı nihai karar
kesinleşene dek devam eder.

12. HAFTA

3-İhtiyati Tedbir Kararının Uygulanması ve Sonuçları

A)Kararın uygulanması (HMK, m.393,398):

İhtiyati tedbir kararının uygulanması, ihtiyati tedbir türleri çerçevesinde işlem veya eylem
ikası suretiyle yapılır.

a-İ. T.’nin Kararın Verildiği Tarihten İtibaren Bir Haftalık Süre İçinde
Uygulanmasının İstenilmesinin Gerekliliği: Kararın uygulanması 1 haftalık
süre sınırına tabidir. Kanun 1 haftalık süre içerisinde kararın uygulanmasının
istenmemesine hükümsüzlük sonucunu bağlar. Kanun, eğer tedbir kararında yazı
işleri müdürlüğünü (kalem) görevlendirmiş değilse icra dairesine başvurulmasını
öngörüyor. Dolayısıyla ihtiyati tedbir kararının kapsamında başvuru mercii
olarak yer alacak demektir.

aa)İnfaz Görevlisi Belirlenmediğinde Kararın Tatbikinin Mahkeme veya


Tedbir Konusu Mahalli İcra Dairesinden İstenmesi:

ab)Süresinde Tatbik Talebinde Bulunulmadığında Kararın Hükümsüz Hale


Gelmesi

b-İ.T. Kararının Gereğinde Zor Kullanılarak ve Uygulamanın Cereyanı


Tutanağa Bağlanmak Suretiyle İnfaz Olunup Tutanak Örneğinin Taraflara
ve İlgililere Tebliği: Burada eylem ikası gerekecektir demiştik. Bu eylemlerin
kararı yerine getirmeye yönelik tasarrufların uygulanmasına direnilmesi halinde
bu direncin kırılması gerekir işte bu açıdan zor kullanmaya da kararı yerine

getirmeye görevli olan memur yetkilidir. Burada resmi bir ihtarat söz konusu
olabilir. Aslında ihtiyati tedbir kararının yerine getirilmesinde tarafa bildirim
yapılması bir sakınca taşımıyorsa ihtiyati tedbir kararı tarafın gıyabında ise
verilen karar tebliğe çıkarılarak ilgili tarafa tebliğ edilir.

c-İ. T. Kararına Uymayan veya Aykırı Davrananların İlgili Mahkemece Disiplin


Hapsiyle Tecziyesi (HMK, m.398): Özellikle tedbir kararının yerine getirilmesi
bir disiplin yaptırımıyla da desteklenir işte bu itibarla o disiplin yaptırımını devreye
sokabilmek bakımından bir muhtıra da gönderilmesi gerekebilir. HMK 398’e göre
kişinin 1 aydan 6 aya kadar disiplin hapsine maruz bırakılması mümkündür.

B)Haksız İhtiyati Tedbir Kararı Temininin Sonuçları (HMK, m.399):

Burada kapsamlı bir inceleme yapılmadığından dolayı verilen ihtiyati tedbir kararı doğru
olmayabilir. Fakat verilen kararın isabetsizliğinin sonuçları, mahkeme nezdinde değil
lehine karar verilmiş olan taraf nezdinde doğar.

a-İhtiyati Tedbir Nedeniyle Doğan Zararın Talepçiye Tazmin Ettirilebilmesi: Eğer


verilen ihtiyati tedbir kararı haksız ise bu durumda bozulan dengenin yeniden tesisi
gerekir. Bu açıdan kanun, aleyhine ihtiyati tedbir kararı alınan kişiye bir tazminat talebi
bahşediyor.

aa)Şartları: Öncelikli olarak kararın isabetsiz olduğunun veya haksız talepte


bulunulduğunun ortaya çıkmış olması gerekir. Asıl hukuki korumaya ilişkin nihai
karar eğer ret yönündeyse, ihtiyati tedbir kararının da buna mahsuben verilmiş olması
çerçevesinde isabetsiz ve haksız olduğu anlaşılır. Bazı durumlarda ise asıl hukuki
korumaya ilişkin nihai karar ortaya çıkmadan da ihtiyati tedbirin haksız olduğu
ortaya çıkabilir. Bazı hallerde ihtiyati tedbir kararı alınmadan veya kararın alınıp
tatbik edilmesi dolayısıyla bir zarar meydana gelebilir. Dolayısıyla itirazen kaldırma
usulüyle de bu kararın haksız ve isabetsiz olma şartı gerçekleşmiş olur.

aaa)İhtiyati Tedbirin Haksız Talep Olunmuş Olduğunun Hükümle veya İtirazen


Kaldırılma Suretiyle Sabit Olması ya da Hükümsüz Hale Gelmesi Suretiyle
Haksız Olduğunun Varsayılması

aab)İhtiyati Tedbir Kararı veya Tatbiki Nedeniyle Bir Zarar Doğması

ab)Usulü: Bu davanın cereyanında görevli mahkeme, asıl hukuki korumaya ilişkin


korumayı talebe bağlayacak olan mahkemedir ve bu tazminat talebini de inceleyip
karara bağlar. Bu da bir çekişmeli yargı aracı olduğu için dava prosedürüne ilişkin
usul kuralları burada da caridir. Tazminatın karara bağlanmasında kararın haksızlığı
veya isabetsizliği yeterlidir, ayrıca davacının bu hususta sübjektif sorumluluk
çerçevesinde bir sorumluluğu dikkate alınmaz. Tazminatın karşılanmasında
başvurulacak bir araç olarak daha evvel ihtiyati tedbir kararının verilmesi sırasında
bir teminat gösterilmesi gerektiğinden bahsetmiştik işte bu teminat, tazminat davası
kabul edildiğinde burada hükmolunan tazminatın ödenmesine de teminat teşkil eder
ve zaten de işlevi budur.

aba)Tazminat Talebinin Asıl Yargılamanın Karara Bağlandığı Mahkemede


Mutazarrır Tarafından Talepçi Aleyhine Dava İkamesi Suretiyle İleri Sürülmesi

abb)Yargılamanın Genel Hükümlere Tabiyeti

abc)Tazminatın Kaideten Objektif Sorumluluk Esaslarına Göre Belirlenmesi

abç)Tazminatın Öncelikle Teminattan Karşılanması

b-Davanın Talebin Haksızlığını Ortaya Koyan Asıl Yargılamadaki Hükmün veya


İtirazen Kaldırma Kararının Kesinleşmesinden veya Kararın Hükümsüz Hale
Gelmesinden İtibaren Bir Yıllık Zamanaşımına Tabiyeti: Burada kanun 1 yıllık
süre öngörmüştür. Bu sürenin başlangıcı ihtiyati tedbir kararının isabetsiz veya
haksızlığını ortaya koyan durumlardan sonra başlar.

III-HMK’ya Göre DELİL TESBİTİ TALEBİ ve HÜKÜMLERİ

1-Delil Tesbiti Kurumu

A)Delil Tesbiti Kavramı ve Kurumun Hukuki Niteliği: Bir uyuşmazlıkta henüz


inceleme sırası gelmemiş olan delillerin muhafazasına ihtiyaç duyulduğunda bunların
muhafazasına ilişkin usuli işlemlerin yapılması delil tespiti anlamına gelir.

a-Kavramın Mevcut veya Kuvvetle Muhtemel Bir Uyuşmazlıkta Sonraki


İspat Faaliyetine Konu Olması Muhtemel Vakıaları Gösteren Delillerin
Korunmasını İfade Etmesi

B)Delil Tesbitinin Mahiyeti (HMK, m.400):

a-Delil Tesbitinin Kaybolma-Tahrip/Tahrif-Bozulma İhtimali Bulunan


Delillerin Korunmasını Sağlamaya Matufiyet Özelliğine Sahip Olması:
İnceleme sırası gelmemiş olan delillerin muhafaza altına alınmasına yönelik
olduğu için ortada muhafaza altına alınmayı gerektiren bir durum mevcut
olmalıdır. Dolayısıyla burada o delilin kaybolma, tahrip edilme, tahrif
edilme, bozulma tehlikesi bertaraf edilmeye çalışılıyor.

b-Delil Tesbitiyle Varlığı Bilinmeyen Delillerin Araştırılamaması: Uyuşmazlık


meseleleri bakımından bir hususta onu sabit gösterecek bir delil var mı yok mu bunun
araştırılması sadedinde bir delil tespit başvurusunda bulunulamaz yani böyle bir başvuru
kabul edilmez. Mevcut/belirli bir delil hakkında tespit talebinde bulunulması gerekir.

2-Delil Tesbit Prosedürü


A)Delil Tesbit Usulü: Delillerin tespitine de ihtiyati tedbir ve ihtiyati hacizler bakımından
olduğu gibi asıl hukuki korumadan önce de başvurulması mümkündür.

a-Görevli ve Yetkili Mahkeme ile “Yargılama Usulü”( HMK, m. 401,316/c, 103/


a; 4539 sayılı K, m.1,2): Asıl hukuki korumadan önce başvurulacak olduğunda bu
delilin bulunduğu yer bakımından delile yakınlık önemlidir, delilin bulunduğu yer
mahkemesi bu konuda yetkili kabul edilir. Görev bakımından asliye hukuk veya
sulh hukuk bakımından kanun bir belirleme yapmamıştır dolayısıyla asıl hukuki
koruma başvurusundan önceki delil tespiti sulh hukuk veya asliye hukuk
mahkemesinden istenebilir. Burada genellikle asıl hukuki koruma neredeyse oraya
başvurulması uygulamada yaygındır. Asıl yargılama sırasında delil tespiti
istenebilir ve burada da delillerin incelenmesi yargılamanın tahkikat aşamasında
asıl yargılama safhasının ilk evresi veya ilk aşamasıdır dolayısıyla bir dava
açıldığında hazırlık safhası itibarıyla dilekçe teatisi, ön inceleme aşamasında da
delilleri korumaya ihtiyaç olabilir. İşte böyle bir durumda asıl hukuki koruma
hususunda başvurulmuş olan mahkeme neresiyse delil tespiti oradan istenecek
demektir.

aa)Asıl Yargılamadan Önceki Bir Talep Bakımından Hukuk Mahkemelerinin


Görevli Oluşu

ab)Asıl Yargılamadan Önceki Bir Talep Bakımından Tesbit Olunacak Delilin


Bulunduğu Yer Mahkemesinin Yetkili Oluşu

ac)Asıl Yargılama Sırasındaki veya Öncesindeki Bir Talep Bakımından


Yargılamayı Yürüten Mahkemenin Görevli ve Yetkili Oluşu

aç)Müracatın Basit Yargılama Usulüne Tabiyeti ve İvedi İş Mahiyeti

b-Talep ve Kararın Aleyhine Tesbit İstenene Tebliği(HMK, m.402,403): Asıl


hukuki koruma öncesinde başvurulan hallerde henüz ortada asıl bir dava yoktur
dolayısıyla delil tespitinin kime yönelik olarak yapılacağı da belli olmayabilir
ya da kesin olmayabilir. Bu konuda aleyhine delil tespiti istenen taraf muhtemel
olarak belirlenmek durumundadır. Bunu belirleyebilme ölçüsünde başvurucu,
dilekçesinde karşı tarafı da göstermelidir. Başvuru açısından tespiti istenen
delil, delilin bulunduğu yer ve özellikle tespit ihtiyacının belirtilmesi önem
taşır. Burada da her yargısal başvuruda olduğu gibi bir yargısal harç masraf
keyfiyeti vardır. Delil tespit dilekçesi bir geçici hukuki koruma olması
nedeniyle karşı tarafa tebliğe ilişkin bir zorunluluk taşımaz ve burada delilin
muhafazasında başvurucunun yararı vardır. Bu itibarla tespit dilekçesinin karşı
tarafa tevdii bir sakınca da ortaya çıkarabilir. Bu hususta delil tespiti eğer karşı

tarafın gıyabında gerçekleşmişse burada bir tutanak düzenleniyor ve o


tutanağın karşı tarafa tebliği ve akabinde ona hukuki dinlenilme hakkı
kullandırılıyor. Delil tespiti basit usule tabi olduğu için dosya üzerinden
değerlendirme de dosya üzerinden yapılır.

ba)Mümkünse Aleyhine Tesbit İstenen Muhtemel Taraf ile Mutlaka Tesbiti


İstenen Delilin Tarifi-Konusu ve Tesbit İhtiyacının Sebeplerini Havi Yazılı
Dilekçeyle Talepte Bulunulması

bb)Tesbit Masraflarının Peşinen Ödenmesi

bc)Tesbit Talebinin Acele Hallerde Aleyhine Tesbit İstenene Savunma İmkanı


Tanınmadan ve Dosya Üzerinden Karara Bağlanması ve Tesbit Yapılarak
Karşı Tarafa Tesbit Tutanağı ve Talep Dilekçesinin Bilahere Tebliği

bç)Acele Olmayan Hallerde Asgari 1 Hafta Sonrasına Tesbit Günü Belirlenip


Talebin Aleyhine Tesbit İstenen Tarafa Tebliği ile Varsa İtirazları ve Tanık
veya Bilirkişi Delilleri Bakımından Kendisinin de Cevaplanmasını İstediği
Soruları 1 Hafta içinde Bildirmesinin İstenmesi

B)Delil Tesbitinin İcrası (HMK, m.404):

Delil tespiti işlemi, delilin türüne göre ve delilin bulunduğu yere gidilerek mahallinde
tutanakla gerçekleştirilir. Yapılacak işlemler, korunması istenen delilin türüne göre özellik
gösterir ve değişebilir fakat burada işlemlere rehberlik eden şey alınacak olan delilin asıl
hukuki korumada incelenmesi hangi kurallara tabi ise delil tespitinde de aynı kuralların
niteliğine uygun düştüğü ölçüde izlenmesi gerekir. Bu açıdan korunacak olan delil belge ise
belgesel delillerin alınmasına ilişkin kurallara tabi olarak hareket edilecektir. Beyan delili ve
tanıksa tanık dinlenilmesine ilişkin kurallara göre hareket edilecektir. Keşfen toplanması söz
konusu olan bir emare ise keşif kurallarına göre hareket edilecektir. Bu itibarla delil
tespitinin gerçekleştirilmesi ilgili delilin türüne bağlı kalır.

Tespiti istenen delilin yargılamada kullanılması ise bir tutanak tanzimi söz konusu
olduğundan dolayı bu tutanak ve delil tespiti işlemine bu tutanağın karşı tarafa tevdiinden
sonra, karşı tarafın mukabelesi çerçevesinde onun itirazları üzerine mahkeme onu karşılar
şekilde ek inceleme kararı verirse o ek incelemeye ilişkin tutanakla birlikte bunlar asıl
hukuki korumaya ilişkin dava dosyasına eklenir ve tahkikatta hakim, o delil o sırada orada
olmayacağı için oradaki belirlemeler delilin değerlendirilmesinde dikkate alınır ve bu
şekilde asıl yargılamada kullanılmış olur.

a-Talep Konusu Delilin Bulunduğu Mahal ve/veya Kişi Uhdesinden


Teminen Tutanakla Tesbiti

b-Tesbitin Korunması İstenen Delilin Alınması ve İncelenmesine İlişkin


Hükümlere Göre Yapılması

c-Tesbit Olunan Delilin Yargılamada Kullanılması(HMK, m.405)

ca)Delil Tesbit Dosyasının Asıl Yargılama Dosyasına Eklenmesi

cb)Asıl Yargılamada Taraf veya Müracatçısının Dermeyanıyla Tesbit


Tutanağı ve Eklerinin Delil İkamesi Yerine Kaim Olması

KANUNYOLLARI

I-KANUNYOLU KURUMU:

Bu aslında ilk derece yargılamasına eklemlenmiş bir kademedir. İlk derece yargılaması
tamamlandıktan sonra verilen kararın kontrolünün yapıldığı bir 2. Derece yargılaması söz
konusudur. Aslında ilk derece yargılamasının bir devamı ve onun etkinliğini sağlamaya
yönelik bir kurumdur diyebiliriz.

1-Kanunyolunun Mahiyeti

A)Kanunyolu Kavramı:

a-Kanunyolunun Geniş Anlamıyla Tüm Yargısal Kararlara Karşı Kabul


Edilen Başvuru Yollarını İfade Etmesi: Bu bizde yoktur. Ara kararların
incelendiği ve kontrolünün yapıldığı tüm yargısal kararlara karşı başvuru
yoludur.

b-Kanunyolunun Dar Anlamıyla Nihai Yargısal Kararların Kontrol Edilmeden


Kesinleşmesini Engelleyen ve Hatalı Olanların Bertarafını veya Düzeltilmesini
Hedefleyen Başvuru Yollarını İfade Etmesi: Kanun yolu denildiğinde tipik
olarak ilk derece mahkemeleri kararlarının kontrolüne ilişkin prosedür anlaşılır.

B)Kanunyolunun Amacı:

a-Tarafa Etkin Bir Hukuki Koruma Sağlanması: Burada kararın kontrolünde menfaati
olan kişi genellikle aleyhine karar verilen kişidir. Kararın genel anlamda denetlenip
hukuka uygunluğunun denetlenmesi söz konusuyken temelde ilgili tarafa hukuki koruma
sağlamayı da gerçekleştirmiş oluyor. Bazen lehine karar verilen tarafın da kararın
kontrolünde faydası olabilir ve onun bakımından da daha elverişli bir karar verilmesi söz
konusu olabilir.

aa)Aleyhine Karar Verilene Hatalı Olabilecek Bir Kararın


Bertarafı için Kararın Denetlenmesini İsteme İmkanı Tanınması

ab)Lehine Karar Verilenin Daha Elverişli Bir Karara Ulaşmak Üzere Kararın
Denetlenmesini İsteyebilmesi

b- Hukuk Birliğinin Sağlanması ve Hukukun Geliştirilmesi: Burada hukuki


korumayı etkin kılma işlevinin yanı sıra denetim fonksiyonu yönüyle hukuk birliğinin
sağlanmasına ve hukukun geliştirilmesine de hizmet edilir.

C)Kanunyolunun Hukuki Temeli ve Niteliği

a-Kanunyolunun Hukuk Devleti İlkesinden Kaynaklanan Subjektif Kamusal


Hak Olması: Bu ilk derece yargılamasının bir devamı şeklindedir ve bir kademedir
demiştik. Dolayısıyla bunun hukuki temeli bakımından kişilere hukuki koruma sağlama
özelliği, kamu yararına olan denetim fonksiyonu çerçevesindeki durumdan ziyade
hukuki korumayı etkinleştirmesi yönüyle önem taşır. Anayasa hukuku açısından da
devlet faaliyetinin yürütülmesi sırasında kişilerin hak ve özgürlüklerinin korunması,
devletle kişiler arasındaki ilişki bakımından hukuki dayanaklara ihtiyaç gösterir işte bu
itibarla burada hukuki koruma özelliği bu kanun yolunun hukuki temeli bakımından

belirleyici oluyor. Kanun yolu kurumu anayasada örtülü olarak madde 2 de


öngörülmüştür.

aa)Kurumun Anayasada Örtülü Olarak Öngörülmüş Olması (TCAY, m.2;


149;154)

ab)Tarafın Ancak Doğduktan Sonra Kanun yolu Başvuru Hakkından


Feragat Edebilmesi

ac)Kural Olarak Tarafın Başvurusu Olmaksızın Kanun yolu İncelemesinin


Yapılamaması

b-Taraflarca Hazırlama İlkesine Tâbi Davalarda Kural Olarak Kanun yoluna


Başvuran Tarafın Lehine ve İleri Sürdüğü Sebepler Çerçevesinde İnceleme
Yapılması (Reformatio In Peius): Kanun yolu ile incelenecek kararların,
başvurucunun aleyhine olmaması gibi bir sonuç doğar. Eğer temel, başvurucunun
hukukunun korunması ise onun durumunu iyileştirmeye hizmet eden bir işlev görmesi
gerektiği kabul edilir ve buna da “aleyhe bozma yasağı” denir. Bu netice itibarıyla ve
taraflarca hazırlama ilkesi çerçevesinde yani taraf yararının ön planda olduğu davalarda
incelemenin, başvurucunun yararına dolayısıyla onun ileri sürdüğü sebepler dairesinde
yapılması ve verilecek kararın onun lehine olması ve aleyhine karar verilmemesi
şeklinde gerçekleşir.

c-Kanun yollarının Müstakil Bir Hukuki Koruma Yolu Olmayıp Yargısal


Prosedürün Kademesini Teşkil Etmesi: Kanun yollarının her anlamda ilk derece
mahkemelerinin nihai kararlarına karşı başvurulan bir yol ve prosedür olduğunu
söylememiz gerekir. Burada tek bir prosedür ve tek bir araç yoktur birden fazla
prosedür ve araç mevcuttur işte bu açıdan bunların bir tasnifi de yapılır:

2-Kanunyollarının Tavsif ve Tasnifi

Bu sınıflandırma bakımından aslında yargısal kararlara tanınan hüküm etkilerinden hareket


edilir. Kanun yolunun ilk derece mahkemesinin vermiş olduğu kararın nihai etkilerini
nelerin etkilediğine bakılarak tasnif edilir.

A)Dar Anlamda Kanunyollarının Karakteristik Özellikleri

a-Aktarıcı Etkiyi Haiz Olması (Devolutive Effect): İlk derece mahkemesinin


kararının kontrolü, üst derece mahkemesi tarafından yapılmasını içeriyor. Bazıları
bakımından ilk derece mahkemesine paralel olan ve neticede eş düzey olan
mahkemelerde de yapılması vakidir fakat temelde aktarıcı olması bekleniyor.

aa)Mahkemelerin Dikey Teşkilatlanmasında Hükmün Üst Mahkemece Nakzedici


– Düzeltici Kontrolünün Tipik Aktarıcı Etkiyi Havi Oluşu:

ab)Mahkemelerin Yatay Teşkilatlanmasında Hükmün Paralel Mahkemece Salt


Nakzedici Kontrolünün Hukuki Güvencesi Teşkil Etmemesi Nedeniyle Aktarıcı Etki
İçermemesi:

b-Erteleyici Etkiyi Haiz Olması (Suspencive Effect): İlk derece mahkemesinin


etkisine ilişkin etki buradadır. Buna erteleyici etki denmesinin sebebi, ilk derece
mahkemesi tarafından verilen hükmün kesinleşmesini önlediği veya hükmün icra
kabiliyetini ertelediği içindir.

aa)Hükmün Şekli Kesinleşmesinin Önlenmesi

ab)Hükmün İcra Kabiliyetinin Kaideten Ertelenmesi

B)Dar Anlamdaki Kanun yollarının Tasnifi

a-Olağan Kanun yolları:

ab)İstinaf (Maddi ve Hukuki Mesele Denetimi // Düzeltici Kanunyolu): İlk


derece mahkemesinin kararı, burada (ikinci derece mahkemesinde) kontrol edildikten
sonra üçüncü derece (temyiz) de bu kararın kontrolünü sağlar. Burada ilk derece
mahkemesinin nihai kararı hem maddi mesele hem de hukuki mesele yönünden
denetlenir.

ac)Temyiz (Hukuki Mesele Denetimi / Düzelttirici [Bozucu] Kanunyolu):


Üçüncü derece yargılama her hukuk sisteminde cari değildir. Burada maddi meseleye

girilmesi söz konusu değildir sadece hukuki meseleyle ilgili bir denetim yapılır.
Temyize “bozucu” kanun yolu ya da “düzelttirici” kanun yolu da denir.

b-Olağanüstü Kanunyolları:

ba) Kanun Yararına Temyiz (Hukuki Mesele Denetimi): Etki bakımından kanun
yararına temyiz burada yapılan denetim bakımından hükmün etkilerine yönelik bir
sonucu taşımaz. Hükmün sonraya matufen, başka olaylarda benzer hataların
yapılmamasına matufen denetlenmesi şeklinde bir işlevi vardır. Dolayısıyla
yukarıdaki erteleyici etki burada yoktur.

bb)Yargılamanın Yenilenmesi (Maddi ve/veya Hukuki Mesele Denetimi):


Yargılanmanın yenilenmesi esasen kesinleşmiş ve dolayısıyla etkilerinin ortaya
çıkarmasına izin verilmiş ve etkileri ortaya çıkmış kararlara karşı başvurulabilen bir
imkandır dolayısıyla burada da erteleyici etkiyi görmüyoruz.

bc)İtiraz: Burada itiraz üzerine verilen kararla etkinin ertelenmesi/geciktirilmesi


mümkün fakat burada da temelde aktarıcı etki yoktur yani nihai kararın etkileri değil
ama nihai kararın kontrolünün aynı derecede yapılıp yapılmamasına bağlı olarak söz
konusu olan etki burada yoktur çünkü itiraz üst derece mahkemeleri tarafından ele
alınmıyor ve hükmü veren mahkeme ya da paralelindeki eş düzey bir mahkeme
tarafından ele alınıyor.

c-Anayasa Şikayeti (Yargısal Temel Hak İhlali Denetimi): Yargısal kararlar dışında,
yürütmenin tasarruflarına karşı da başvuru imkanı olduğu için kanun yollarından başka
bir kurum olan anayasa şikayeti vardır. Anayasa şikayeti, benzer şekilde hukuki
korumaya ve kararın kontrolüne ilişkin bir özellik gösterdiğinden dolayı bir “kanun
yolu” sayılabilir. Anayasa şikayetinde, yargısal temel haklara ilişkin bir ihlalin kontrolü
yapılır.

II-HUKUK ADALET SİSTEMİMİZ KANUNYOLU REJİMİ

1-HMK Kanun yolu Prosedürleri

1.1)İstinaf Kanun yolu

A)İstinaf Kanun yoluna Tabi Yargısal Prosedürler (HMK, m. 341-360, 387)

a-İlk derece Mahkemelerinin Nihai Kararlarına Karşı Kaideten İstinaf


Kanun yoluna Başvurulabilmesi: İlk derece mahkemelerinin nihai
kararlarına karşı kural olarak sadece istinaf mahkemelerine başvurulabilir.
Nihai kararlara karşı başvurulabildiğine göre nihai karar prosedürleri
hangileriyse oradan verilen kararlar istinafa tabi demektir. İşte bu açıdan
bildiğimiz gibi asıl hukuki koruma ve geçici hukuki koruma prosedürü
vardır:

aa)Asıl Hukuki Koruma Prosedürlerinde İttihaz Olunan Nihai Kararlara


Karşı: Asıl hukuki korumada verilen nihai kararlar bakımından da iki kategorik
yargısal koruma çeşidi vardır ve bunlardan verilen kararlara karşın asıl hukuki
koruma meyanında istinaf kanun yoluna başvurulabilir:

aaa)Çekişmeli Yargılama Prosedüründe İttihaz Olunan Nihai Kararlar


Hakkında

aab)Çekişmesiz Yargılama Prosedürlerinde İttihaz Olunan Kararlar


Hakkında

ab)Geçici Hukuki Koruma Prosedürlerinde İttihaz Olunan Nihai


Kararlara Karşı : Geçici hukuki koruma araçlarına yönelik
prosedürler nihai karar istihsal ediyor değil dolayısıyla ihtiyati tedbir
ve ihtiyati haciz ile sınırlıdır. Diğer geçici hukuki korumalar ve delil
tespiti bu bakımdan kanun yoluna açık değildir çünkü onlar ara karar
olarak kabul edilir.

aba)İhtiyati Tedbir Kararlarına Karşı

abb)İhtiyati Haciz Kararlarına Karşı

b-Bazı Nihai Kararlar Aleyhine İstinaf Kanunyoluna Başvurulamaması: Burada


özellikle çekişmeli yargılama bakımından verilen tüm nihai kararlara istinaf kanun
yolu açık değildir işte bu açıdan kanun bazılarının verildiğinde kesin olduğunu
öngörüyor ki bu iddia sınırlaması anlamına geliyor. Çapı sınırlı olan, dar kapsamlı
olan, parasal değeri düşük olmayan uyuşmazlıklardan verilen kararlar verildiğinde
kesin kabul edilip kanun yoluna götürülmesine cevaz verilmiyor. Bu açıdan icra
mahkemesinde verilen kararlar bakımından böyle bir özellik vardır.

B)İstinaf Başvuru //İstinaf Şartları (HMK, m.341-346; İİK, m.363/I –Son. önceki c,
Ek m.1):

İstinafa başvuru yapmak için bazı şartlar vardır:

a-İstinaf Yolunun Açık Olması ve Kanun yoluna Başvurmada Hukuki Yarar


Mevcudiyeti: Öncelikle kontrol edilecek kararın istinaf yolunun açık olması
gereklidir ve ilaveten kanun yoluna başvurmada, başvurucunun hukuki yarara sahip
olması lazımdır. Hukuki yarara sahip olması demek burada hukuki koruma istemekte
tarafın menfaatinin bulunmasıdır.

b-Başvuru Talebinde Süreye Uyulmuş Olması: İkinci olarak da istinafa başvurunun


belirli bir süreye tabi olması söz konusudur işte bu süre sınırına uyulmuş olması
gerekir. Süre bakımından nihai kararı veren mahkemenin türüne göre bazı farklılıklar
vardır ve bu süre ilamın tebliğinden itibaren başlıyor:

ba)Kural Olarak İlamın Tebliğinden İtibaren 2 Haftadır

bb)Ticaret Mahkemesinin İflas Hukukuna İlişkin Kararlarına


Karşı 10 Gündür

bc)İcra Mahkemesi Kararlarına Karşı 10 Gündür

bç)İş Mahkemesi Kararlarına Karşı 8 Gündür

bd)Katılma Yoluyla Başvurulduğunda 2 Haftadır

c-Başvurunun Usulüne Uygun Olması: Başvurunun usulüne uygun olması demek:


öncelikle dilekçe kurallarına uygun şekilde olmalıdır. İstinafa ilişkin dilekçe unsurlarında,
istinaf edilen karar hangisi ise bunun belirtilmesi, başvuranın kimliği ve aidiyet

unsurunun bulunması gerekiyor. İkinci olarak ise istinaf sebeplerinin gösterilmiş olması
gerekiyor ki istinaf sebepleri kanunda düzenlenmemiş olmakla beraber burada temyiz
sebeplerinden kıyasen ilerlemek mümkündür. Burada kamu düzeninden olan hususlar
bunun dışında kalıyor çünkü mahkeme bunlara re'sen de yönelerek inceleme yapabilir.
Başvurunun usule uygunluğu meyanında harç ve masrafların da ödenmiş olması gerekir.
Başvuru için gerekli harçlar, harçlar kanununda gösterilmiştir. Harç ve masraf şartı
bakımından başvuru şartları aslında istinaf incelemesi sırasında Bölge Adliye Mahkemesi
tarafından yapılıyor ama harç ve masraf şartına ilişkin incelemeyi ilk derece
mahkemesinin de yapması mümkündür ve böyle bir durumda harç ve masraf ödenmiş
değilse ödetilmesi için bir mehil veriliyor ve bu süre içerisinde ödenmiş olmazsa istinafa
başvurulmamış sayılıyor.

ca)Başvuranın kimliği ve imzası ile istinaf edilen kararın yeterli derecede


belirtilmesi

cb)Başvuru Dilekçesinde İstinaf Sebeplerinin Belirtilmiş Olması

cba)İstinaf Sebeplerinin Kanunda Açıkça Düzenlenmemiş Olması (HMK, m.355


[353/1-a,b {371}])

cbb)Temyiz Sebeplerinin Kıyasen İstinaf İncelemesinde de Geçerli Kabul


Edilebilirliği

cbc)İstinaf Sebebi ve Gerekçe Gösterilmemişse Münhasıran Kamu Düzenine


Aykırılık Yönünden Resen İnceleme Yapılabilmesi

cc)Harç ve Masrafların Ödenmiş Olması

cç)Süre ve Harç-Masraf İkmali ile İstinaf dışılık Şartları


Bakımından İlk derece Mahkemesince İstinaf Dilekçesinin
Reddolunabilmesi

C)İstinaf Başvurusunun Sonuçları:

a-Başvurunun Kararın İcrasını Kural Olarak Durdurmaması (HMK, m.350): İlk


derece mahkemesi kararına etkileri bakımından olağan kanun yolu olması çerçevesinde
kararın şeklen kesinleşmesini engellediği için şekli kesinliğe bağlı kılınan bir kesin
hüküm etkisi gerçekleşmiyor ve istinaf başvurusu o kesin hüküm etkisini bertaraf ediyor.

b-Görevli ve Yetkili BAM Dairesinde İstinaf İncelemesi (5235 S.K, m.35/I-1,36,46):


Öncelikle istinaf şartlarının mevcut olması incelenecek ve bunlar tahakkuk etmişse buna
bağlı olarak da istinaf talebi incelenip gerekli karar verilecektir. Bölge Adliye
Mahkemesindeki yargılama duruşmalı olarak cereyanı açısından tarafların da katılımıyla
yapılacaktır ve bu bakımdan taraflar da duruşmaya davet edilir ve bu davetiyeye,
gelmedikleri takdirde yokluklarında ve fakat mevcut haliyle talebin karara bağlanacağı
şeklinde bir ikaz yapılır ve keza yeniden yargılama yapıldığında bu masraflar da istenir
ve bunlar ödenmediği takdirde aynı şekilde mevcut haliyle karara bağlanacağı bu
davetiyede yer alır. Bazı hallerde tahkikat işleminin yapılması bakımından istinabe
kurumuna da cevaz vardır bu yönden Bölge Adliye Mahkemesinin yargı çevresi dışında
kalan vakıa ve deliller açısından istinaf incelemesinde bulunulurken nasıl bir yol
izlenecektir? Burada kararı veren 1. Derece mahkemesi dışında bir mahkemeye de
istinabe edilebileceği kabul edilir.

ba)Başvuru Şartlarının Gerçekleşmemişse Dilekçenin Reddine Karar


Verilmesi

bb)Başvuru Şartları Gerçekleşmişse Talep İncelenip Gerekli Kararın


Verilmesi

13. HAFTA

Ç)İstinaf Talebinin İncelemesinde Verilebilecek Kararlar ve İçeriği (HMK, m.352-360)

İstinafta 2 ayrı yöntemle karar verilebiliyor:

a-Esas Hakkında Gerekli Kararın Kanunen Muayyen Konularda Dosya


Üzerinden İncelemeyle Verilmesi: Bu husus HMK 353 te düzenlenmiştir.
Dosya üzerinde karar verilebilen haller 353. Madde kapsamında 2 bölümde
düzenlenmiş:

aa)İstinafı İstenen Kararda Usul veya Esasa Aykırılık Tespit Olunamaması


Halinde İstinaf Talebinin Reddine Karar Verilmesi (HMK, m.353/b-1 [“onama
kararı benzeri”]): Bunu istinaf talebinin kabule değer (“kabule şayan” demiş hocamız,
bunu da görürseniz şaşırmayın) olup olmamasıyla karıştırmamak gerekir.

ab)İstinafı İstenen Kararda Mutlak Usule Aykırılık Tesbit Olunmuşsa İstinaf


Talebinin Kabulüyle Karar Kaldırılıp Dosyanın Yeniden Yargılama için
Mahkemesine veya Paralel Mahkemeye Gönderilmesine Kesin Olarak
Karar Verilmesi ( HMK, 353/a [“usulden bozma kararı benzeri” ] ): Karar
hukuka aykırı bulunmuşsa bu takdirde hukuka aykırılık veya uygunluk
incelemesinde öncelikle usulden başlayarak bir denetim yapılıyor. Usule
ilişkin meseleler bakımından hukuka aykırılık incelemesinde bir tespit söz
konusuysa bu takdirde usule aykırılık bakımından mutlak usule aykırılık ve
nispi usule aykırılık şeklinde bir ayrım yaparız. Söz konusu aykırılık usul
hükümlerinin ağır biçimde ihlali ise bu takdirde mutlak usule aykırılık hali
mevcuttur ve bu takdirde istinaf talebinin kabulüyle ilk derece mahkemesinin
vereceği karar kaldırılıp dosyanın geçersiz hale gelmesinden dolayı yeniden
yargılama yapmak üzere ilk derece mahkemesine gönderilmesine karar verilir
ve burada bu kararın mahiyeti kesindir dolayısıyla bu karara karşı herhangi bir
kanun yolu mevcut değildir. İstisnai olarak kararı veren ilk derece
mahkemesine değil de başka bir dairesine de gönderildiği vakidir.

Duruşma yapılmadan verilecek kararlar (1)

MADDE 353- (1) Ön inceleme sonunda dosyada eksiklik bulunmadığı


anlaşılırsa;

a) Aşağıdaki durumlarda bölge adliye mahkemesi, esası incelemeden kararın


kaldırılmasına ve davanın yeniden görülmesi için dosyanın kararı veren
mahkemeye veya kendi yargı çevresinde uygun göreceği başka bir yer
mahkemesine ya da görevli ve yetkili mahkemeye gönderilmesine duruşma
yapmadan kesin olarak karar verir:

1) Davaya bakması yasak olan hâkimin karar vermiş olması.

2) İleri sürülen haklı ret talebine rağmen reddedilen hâkimin davaya bakmış
olması.

3) Mahkemenin görevli ve yetkili olmasına rağmen görevsizlik veya yetkisizlik


kararı vermiş olması veya mahkemenin görevli ya da yetkili olmamasına
rağmen davaya bakmış bulunması (…) (1) .

4) Diğer dava şartlarına aykırılık bulunması.

5) Mahkemece usule aykırı olarak davanın veya karşı davanın açılmamış


sayılmasına, davaların birleştirilmesine veya ayrılmasına, (…) (1) karar
verilmiş olması. (1)

6) (Değişik:22/7/2020-7251/35 md.) Mahkemece, uyuşmazlığın çözümünde etkili


olabilecek ölçüde önemli delillerin toplanmamış veya değerlendirilmemiş
olması ya da talebin önemli bir kısmı hakkında karar verilmemiş olması.

ac)İstinafı İstenen Kararda Yargılama Gerektirmeyecek Şekilde Hukuki Meseleye


İlişkin Nisbi Bir Esasa Aykırılık Tesbiti ( Tatbik Edilecek Kanunun Tayin veya
Tatbikinde Hata) Halinde İstinaf Talebinin Kabulüyle Hatayı Düzeltici
Mahiyetteki Yeni Bir Karar Verilmesi ( HMK, 353/b-2 [“düzelterek onama
kararı benzeri] ): Burada yine bir yargılama hatası vardır fakat bu yargılama hatası
mutlak usule aykırılık teşkil eden türden değildir. bu yargılama hatası hukuki
meseleye ilişkin bir esasa aykırılık ortaya çıkmışsa mümkün olur yani hakim,
yargılamada hukuk kurallarını tatbikte bir hata yapmışsa ve fakat bu hata
yargılamanın yenilenmesini gerektirmeyecek türdense işte bu nispi esasa aykırılıktır.
Böyle bir durumda karardaki gerekçe kısmında yer alan hukuk kuralına izharı
değiştirerek bu manada karar düzeltilerek istinaf talebinin kabulüyle düzeltici
mahiyette bir karar verilmesi söz konusudur.

aç)İstinafı İstenen Kararda Duruşmasız Tamamlanılabilecek Fiili Meseleye


İlişkin Sonuca Etkili Nisbi Bir Usuli Noksan Tesbiti Halinde İstinaf Talebinin
Kabulüyle Eksiklik Giderilmek Suretiyle Yeni Bir Karar Verilmesi ( HMK,
m.353/b-3 [“ikmalen karar”] ): Burada fiili meseleye ilişkin bir hata var ve bu

hata esas bakımından istinaf talebinin incelenmesi bakımından eksiklik giderilerek


karar verilmesi mümkün cinstense (duruşma yapılmadan, tahkikat icrası
gerekmeden yapılabilecek özellikteyse) bu takdirde de bu eksikliğin giderilmesi
suretiyle karar verilerek istinaf talebinin bu surette kabulü de mümkündür. Fiili
meseleye ilişkin derken, tahkikatta incelenmesi gereken bir belgenin temin
edilmeden karar verilmiş olması buna örnek teşkil eder.

b-Esas Hakkındaki Kararın İlkderece Kararının Mutlak Esasa Aykırılıkla Hatalı


Olduğu Hallerde ve –Duruşma Gerektirir Surette- Sonuca Etkili Bir Nisbi Usûli
Aykırılıkla Malul Olduğu (HMK m.353/a hükmünde sayılmayan ve 357/3 de
sayılan) Hallerde, Duruşmalı İncelemeyle Verilmesi: Duruşmalı incelemeyle karar
verilmesi, esasa ilişkin mutlak surette bir aykırılık söz konusu olmuşsa, usuli talebin
esası bakımından ağır bir aykırılıkla karar verilmesi nedeniyle hukuka aykırılık söz
konusu ise böyle bir durumda o usuli talebin esasının yeniden incelenmesi gerektiği
için duruşma icrasıyla istinaf mahkemesi tarafından karar verilecek demektir.

İkinci olarak ise usule aykırılıkların mutlak mahiyette olanlarını ve yargılama hatası
teşkil edenleri dosya üzerinden inceleme meyanında gördük. Burada ise sonuca etkili
bir nispi usule aykırılıkta da bu bakımdan bir duruşma açılması ve duruşmalı
incelemeyle karar verilmesi gerekir. duruşmalı inceleme ile karar verilecek olduğunda
taraflar da duruşmaya katılacaktır ve bunun için tarafların duruşmaya davet edilmesi
gerekir. Taraflar mazeretsiz olarak duruşmaya katılmadıklarında kaideten
yokluklarında (gıyaben) karar verileceği duruşma davetiyesinde taraflara ikaz edilir.
Burada yapılacak tahkikat sonucunda iki ihtimal vardır: birinci durumda istinaf edilen
önceki karar kaldırılacak ve ilk derece mahkemesinin hatalı olarak kabul ettiği
davanın reddine karar verilecek veyahut ilk derece mahkemesinin hatalı olarak
reddetmiş olduğu karara karşı istinaf talebi bakımından bu karar kaldırılıp bu davanın
kabulüne karar verilecektir.

ba)Duruşmalı İnceleme Hallerinde Tarafların Duruşmaya Davet Olunması


ve Tahkikat Masrafının Muayyen Sürede İkmali Halinde Yargılama
İcrasıyla Gerekli Kararın Verilmesi (HMK, m.356, 358)

baa)İstinaf Talebinin Kabulü ile İstinaflı Karar Kaldırılıp Davanın veya


Usuli Talebin Reddi Kararı

bab)İstinaf Talebinin Kabulü ile İstinaflı Karar Kaldırılıp Davanın veya


Usuli Talebin Kısmen veyahut Tamamen Kabulü Kararı

bb)Tarafların Salih Mazeret Beyanı Halinde Gıyaben Yargılamayla ve Masraf


İkmal Edilmiş Olmadığında Mevcut Duruma Göre İncelemenin
Sonuçlandırılması (Öngörülen Tahkikat Yapılmadan Karar Verilemeyecekse
İstinaf Talebinin Reddi): Taraflar duruşmaya mazeret beyanıyla katılmamış ve bu
mazeret geçerli bir mazeretse yeni bir duruşma verilerek o gün yeniden duruşmaya
çağırılacaklardır. Yeniden belirlenen duruşma günü itibarıyla taraflardan biri ya da
ikisi de gelmemişse ve masraf ikmal edilmişse bu takdirde gerekli karar verilecektir
fakat eğer masraf ikmal edilmemişse bu durumda mevcut duruma göre incelemenin
sonuçlandırılması gerekir ama eğer mevcut durum, masraf da verilmediğinden
tahkikatın tam olarak icra edilmemesi nedeniyle yeni bir karar verilmesine engel
teşkil edecek bir özellik gösteriyorsa haliyle bu tahkikat muamelesi yapılmadan
doğru bir karar verme imkanı da mevcut olmaz.

c-BAM Kararlarının Kaideten İlk Dereceden Sadır Karara Benzer İçerikle


Formülasyonu (HMK, m.359): Burada da ilk derece mahkemesindekine benzer şekilde
Bölge Adliye Mahkemesi duruşma ve inceleme halinde son sözlü hüküm ve tartışma
celsesinde kısa karar verebilir. Bu ihtimalde gerekçeli karar metnini bilahare oluşturacak
demektir. HMK 359. Maddede karar içerik unsurları yer alır ve bunları aksettirecek
şekilde karar hazırlanacak ve gönderilecektir.

ç-Temyize Tabi Hallerde Kararın BAM Dairesince Resen Tebliğe Çıkarılması:


Verilen karara karşı temyiz yolu açıksa bu takdirde temyiz kanun yoluna başvurulması
ihtimali söz konusu olduğundan dolayı kararı Bölge Adliye Mahkemesi tebliğe
gönderecektir. Eğer temyize tabi değilse bu takdirde dosya ilk derece mahkemesine
gönderilecek ve tebligat ilk derece mahkemesi tarafından yapılacaktır.

1.2)Temyiz Kanunyolu

A)Temyiz Kanun yoluna Tabi Yargısal Prosedürler (HMK, m. 353/a-son c, 361-373):


Bölge Adliye Mahkemesinin verdiği kararlardan mutlak usule aykırılık dışındaki kararlar
temyiz karar yoluna tabidir fakat onların da hepsi temyize tabi olmayabilir.

a-Kesin Olmaksızın Verilen BAM Kararları ile Yargıtayca Kaldırılan BAM


Kararları Sonrası İlk Derece Mahkemesinin Yeniden Verdiği Kararlara ve
Yargıtay’ın Derece Mahkemesi Sıfatıyla Yaptığı Yargılamalarda Verilen
Kararlar Aleyhine Yargıtay Nezdinde Temyiz Kanunyolu Başvurusunda
Bulunulabilmesi: Bölge Adliye Mahkemesi tarafından verilen kesin olmaksızın
verilen kararlar bir kategoridir. Bölge Adliye Mahkemesinin temyize tabi olan kararı
üzerine temyiz mahkemesi onun verdiği hatalı kararı da kaldırabilir. Bu takdirde
Yargıtay, dosyayı karara bağlanması için ilk derece mahkemesine göndermişse ilk
derece mahkemesinin verdiği karara karşı artık temyiz mahkemesinden devam
edilmesi gerekir yani araya istinaf sokulmaz. Üçüncü kategori ise Yargıtay’ın derece
mahkemesi sıfatıyla yaptığı bazı yargılamalardır ve bunlar bakımından da araya
istinaf sokulmaz ve temyiz kanun yolundan devam edilir.

b-Bazı BAM Kararları Aleyhine Temyiz Kanun yoluna Başvurulamaması (HMK,


m.362): Mutlak usule aykırılık çerçevesindeki kararlar temyize tabi değildir. bunun
dışında da Bölge Adliye Mahkemesinin bazı kararları temyize tabi değildir:

ba)Tutar veya Değeri Kanunen Belirli Meblağı Aşmayan Dava


Kararları: Belirli değeri aşmayan kararlar kesin hükmündedir. Bu, 117.960
Türk Lirasıdır.

bb)KMK’dan Doğan Taşınmazın Aynına İlişkin Davalar Haricindeki


SHM Görevi Kapsamındaki Davalar Hakkında Verilen Kararlar: Kat
mülkiyeti kanunundan doğan davalardan taşınmazın aynına ilişkin
olmayanlar bakımından sulh hukuk mahkemesi tarafından verilen kararlar
da temyiz kanun yoluna tabi değildir.

bc)İlk derece Mahkemeleri Arasındaki Görev ve Yetki


Uyuşmazlıklarının Halli ile Merci Tayini ve Nakle İlişkin Kararlar: İlk
derece mahkemesi, göreve veya yetkiye ilişkin karar verdiğinde bu kararlar
üzerine dosyanın gönderildiği diğer ilk derece mahkemesi de kanun
yolundan geçmiş değilse farklı karar verebilir ve böyle bir durumda görev
ve yetki uyuşmazlıkları ortaya çıkıyor. Görev ve yetki uyuşmazlıklarının
çıktığı durumlar Bölge Adliye Mahkemesi tarafından karara bağlanır.
Mercii tayini ve nakle ilişkin bakımından da ilk derece mahkemesinin

verdiği karar hakkında Bölge Adliye Mahkemesi karar verdikten sonra


temyize gidilemez.

bç)Soybağına Etkili Olmayan Nüfus Kaydı Düzeltiminde Dava


Prosedürlü Kararlar: Soy bağına etkili olmayan nüfus kaydı düzeltimi
davalarında Bölge Adliye Mahkemesi karar vermişse artık temyize tabi
olmaz.

bd)Geçici Hukuki Korumaya İlişkin Kararlar: Nihai mahiyette olan


ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararları bakımından istinaf kanun yoluna
başvurma imkanı mevcuttur. Diğer geçici önlemler bakımından onlar ara
karar kabul edildiği için onlara ilişkin verilen kararlar kesindir (itiraz dışında
başvuru yolu yok). İstinafın ihtiyati tedbir ve ihtiyati hacze ilişkin kararları
da temyize tabi değildir.

be)Çekişmesiz Yargı Prosedürüne İlişkin Kararlar: Bu meyanda çekişmesiz yargı


prosedürlerinden istinaf kanun yoluna tabi olanlardan Bölge Adliye Mahkemesi
tarafından verilen kararlar da temyize tabi değildir.

bf)Mutlak Usule Aykırılık (HMK m.353a) Sebebiyle KK Kararları: bunlar da


temyiz yoluna tabi değildir.

B)Temyiz Başvurusu Şartları/Başvuru Kabule Şayanlık Şartları (HMK, m.366


[343-349, 352] ):

İstinafta olduğu gibi temyizde de bazı başvuru şartları mevcuttur:

a-Temyiz Yolunun Açık Olması ve Kanunyoluna Başvurmada Hukuki Yarar


Mevcudiyeti: Öncelikle temyiz talebinin incelenmesi ve bunun kabul edilebilir
görünmesi için temyiz yolunun açık olması gerekir. İkinci olarak ise kanun yoluna
başvurmada hukuki bir yarar mevcut olmalıdır. Başvuran tarafın kararı lehine
çevirmeye çalışması ya da lehine olan bir kararı daha elverişli bir karara çevirmeye
çalışması gerekir.

b-Başvuru Talebinde Süre ve Başvuru Usulüne Uyulmuş Olması: Temyiz başvuru


süresinin aşılmamış olması gerekir. Bu süre kural olarak 2 haftadır. Katılma yoluyla da
temyiz kanun yoluna başvurmak mümkündür.

ba)Kural Olarak 2 Haftadır

bb)Katılma Yoluyla da Başvurulan Hallerde Temyize Cevap Süresi Olan 2


Haftadır

c-Başvuru Dilekçesinde Esaslı İçerik Unsurlarına Yer verilmiş Olması (HMK,


m.364/2-3): Başvuru dilekçesinde başvuru sebeplerinin ve esaslı içerik unsurlarının
gösterilmiş olması gerekir. Hocamız bunlar mutlak değil demiş. Başvuranın kim
olduğunun, hangi karara karşı temyiz yoluna başvurulduğunun belirtilmiş olması
gerekiyor veya dilekçeden bunun anlaşılabiliyor olması gerekir.

ç-Harç ve Masrafların Ödenmiş ve Tesbit Edilen Noksanın İkmal Edilmiş


Olması: Temyiz kanun yolu da harç ve masrafa tabidir ve bunların süresinde
ödenmiş olması lazımdır. Burada eksiklik varsa eksikliğin giderilmesi için bir
tebligat yapılabiliyor.

d-Süre ve Harç-Masraf İkmali ile Temyiz dışılık Şartları Bakımından İlk


derece Mahkemesince Temyiz Dilekçesinin Reddolunabilmesi: Temyiz
mahkemesine gelmeden önce kararına karşı temyiz yoluna başvurulan mahkemede
de inceleme yapılabiliyor ve orada temyiz dilekçesi reddedilebiliyor ama bu ret
kararına karşı da temyize başvurulabilir ama burada yersiz başvuru nedeniyle para
cezasıyla caydırma durumu söz konusudur.

e-Başvurunun Kararın İcrasını Kural Olarak Durdurmaması (HMK, m.367): Bu


açıdan kural olarak temyiz başvurusu, karar veren mahkemenin kararının icrasını
durdurmaz ve istinaf bakımından da aynı şey geçerliydi. Bazı kararlar bakımından icra
edilebilirlik şeklen kesinleşmeye bağlıdır burada zaten şeklen kesinleşme olmadığı için
bunu saymayabiliriz.

C)Temyiz Sebepleri (HMK, m.371)

a-Temyiz Sebeplerinin Kanunda Gösterilen Bozma Sebeplerinden Çıkarsanması:

aa)Hukukun veya Sözleşmenin Hatalı Uygulanmış Olması: Aslında temyize tabi


karar veren mahkeme tarafından hukuk kuralının hatalı tatbik edilmiş olması manasına
gelir. Akdi ilişkiler içerisinde yer alan kurallar da tarafların hukuku gibidir işte onların
da hatalı uygulanması mümkündür ve bu da temyiz sebebi teşkil eder.

ab)Dava Şartlarına Aykırılık Bulunması: Yani mutlak usule aykırılık teşkil ediyor.

ac)Delillerin Sebepsiz Kabul Edilmemiş Olması: Bu meyandaki talep karşılık


bulmamış ise veya geçerli bir sebep gösterilmeden reddedilmiş ise bu da bir diğer
temyiz sebebidir.

aç)Karara Etkili Sair Bir Yargılama Hatası veya Noksanının Mevcut Olması:
Burada yine bir usul hatası vardır ama bu mutlak değildir ve nispi usule aykırılıktır.
Bunlar da karara etkili olması halinde bir bozma sebebidir.

b-Temyiz Sebepleriyle Bağlı Olmaksızın İnceleme Yapılması (HMK, m.369):

Ç)Temyiz İncelemesi

a-Temyiz İncelemesini Görevli Yargıtay Daire veya Kurulunun Yapması (Yarg.K,


m.14 ): İstinaftaki gibi yöntem bakımından talebin incelenmesinin hususiyeti olmayan
bir kanun yoludur bu itibarla dosya üzerinden inceleme ile karar verilmesi söz
konusudur. Burada yeniden yargılama yapılması tahkikat icrası anlamına gelmez ve
bazı durumlarda taraflar sözlü olarak dinlenilebilir ve buna murafaalı inceleme deniyor.

aa)Başvuru Kabule Şayanlık/Temyiz Şartları Ön İncelemesinin Yapılması


(Yarg.K, m.40)

ab)Temyiz Şartlarının Mevcut Görülmesi Halinde Temyiz Talebinin İncelenmesi

aba)Temyiz İncelemesinin Kural Olarak Dosya Üzerinden Yürütülmesi

abb)Kanunen Muayyen Hallerde Talep Üzerine Murafaalı Temyiz


İncelemesi:

abca)Tüzel Kişiliğin Feshine veya Genel Kurul Kararlarının İptali

abcb)Evlenmenin Butlanı veya İptali ya da Boşanma ve Ayrılık

abcc)Velayet- Soybağı-Kısıtlama Hakkındaki Usuli Talepler

abcç)Tutar veya Değeri Kanuni Sınırı Aşan Malvarlığı Davaları

abc)Yargıtay’ın Re’sen Murafaalı İncelemeye Karar Verebilmesi

b-Kabule Şayan Bulunmaması Halinde Başvurunun Reddine Karar Verilmesi

D)Esas Hakkında Verilebilecek Kararlar (HMK, m.370, 373/1,2):

Öncelikle temyiz şartları tahakkuk etmiş değilse başvurunun reddine karar verilmesi
gerekiyor. Bu tabi ki temyiz talebinin içeriği incelenerek verilen bir karar değildir o
yüzden içerik bir özellik arz etmiyor.

a-Temyiz Bozma Sebeplerinin Varit Görülmesi Halinde Bozma Kararı (HMK,


m.373): Eğer temyiz talebi Bölge Adliye Mahkemesinin bir kararına karşı veriliyorsa
ve bu karar istinaf talebinin esastan reddine ilişkinse böyle bir karar hatalı ise yani
temyiz bozma sebepleri burada varit ise bu takdirde Bölge Adliye Mahkemesi kararının
bozulmasına/kaldırılmasına karar verilir.

aa)Temyiz Talebi Esastan Red İçerikli Bir BAM Kararına İlişkin ise Karar
Örneği Kararı Bozulan BAM’a Bildirilip Dosya İlkderece Mahkemesi veya
Paralel Mahkemeye Gönderilir: Burada esastan red içerikli Bölge Adliye
Mahkemesi kararının bozulması halinde dosya kararı bozulan Bölge Adliye
Mahkemesine bildirilip sonra da ilk derece mahkemesine gönderilir. Başvurucunun
ilk derece mahkemesinin kararını hatalı olduğu gerekçesiyle istinaf talebi esastan

reddedilmiş ve bu hatalı ise bu takdirde ilk derece mahkemesince yanlış karar


verildiği ortaya çıkmış olduğu için ilk derece mahkemesi yeniden bir yargılama
yaparak karar verir.

Bazı hallerde ilk derece mahkemesi tarafından da o mahkemeye değil de başka bir
dairesine gönderilebilir.

ab)Temyiz Talebi BAM ‘ın Düzelterek veya Yeniden Esastan Verdiği Bir Karara
İlişkinse Dosya Kararı Bozulan BAM veya Paralel BAM’ne Gönderilir: İkinci
olarak eğer temyiz talebi Bölge Adliye Mahkemesinin düzeltme suretiyle veya
yeniden esastan karara bağlamak suretiyle verdiği bir karara ilişkinse bu takdirde
verilen karar hatalı yani temyiz bozması hükümleri varit ise kararın bozulması üzerine
dosya Bölge Adliye Mahkemesine veya buna paralel Bölge Adliye Mahkemesine
gönderilir.

ac)Bozmaya Uyulursa Bozma Doğrultusunda İncelemeyle Yeniden Karar


Verilir: Bozma kararı halinde, kararı bozulan mahkeme bu karara uyabilir
veya kendi verdiği kararda ısrar edebilir.

aca)İlkderece Mahkemesi Bozma Doğrultusunda Karar Verirse Bu Karar


Temyiz Edilebilir: Bozmaya uyulursa, burada bozma doğrultusunda karar
vermesi beklenir. Bu karara karşı verilen karardan (kanun yoluna
başvurulmasında) menfaati bulunan bu kararı taraf temyiz edebilir.

acb)Davanın esastan Reddine Yönelik Bir Bozmaya Uymayla Verilen


Karar Yeniden Bozulursa Temyiz İncelemesi Yarg HGK Tarafından
Yapılır: Davanın esastan reddine yönelik bir bozma yapılmışsa bu bozmaya
uyma suretiyle yeniden verilen karar da bozulursa temyiz incelemesi
Yargıtay hukuk genel kurulu tarafından yapılır.

aç)Bozmaya Uyulmayıp Kararda Israr Edilirse Kural Olarak Yarg HGK Temyiz
Talebini Kesin Olarak Karara Bağlar: Bozma kararı hakkında, kararı bozulan
mahkeme eğer ısrar kararı verirse böyle bir durumda dosya kaideten Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu tarafından karara bağlanır.

b-Yeniden Yargılama Yapılmasını Gerektirmeyen Surette Nisbi Esasa Aykırılıktan


Bozma Sebebi Mevcudiyeti Halinde Kaideten Düzelterek Onama Kararı (HMK,

m.370/2): Düzelterek onama kararı, nispi bir esasa aykırılık söz konusuysa temyiz
mahkemesi bu aykırılığı dosya üzerinden giderecek şekilde kararı düzelterek onayabilir.

c-Temyiz Bozma Sebeplerinin Varit Görülmemesi Halinde Onama Kararı: Burada


temyiz bozma sebepleri varit değildir dolayısıyla temyiz talebinin reddi söz konusudur.
Temyiz talebinin reddi ile temyizi istenen kararın bozma sebepleri varit olmadığından
onanmasına ilişkin bir karardır.

ç-Bozma ve Onama Kararlarının Taraflara Resen Tebliğe Çıkarılması: Verilen


kararın tebliği bakımından burada temyiz mahkemesince taraflara kararın gönderilmesi
gerekiyor. Kararı veren mahkemeye zaten dosya ile birlikte yeniden yargılama için
karar gönderiliyor. Keza onama kararı için de ilk derece mahkemesine bildirimde
bulunuluyor.

1.3)Kanun Yararına Temyiz (HMK, m.363)

A)Kanun Yararına Temyiz Kavramı:

Kanun yararına temyizden anlamamız gereken şey aslında taraflara temyiz hakkı
tanınmış olmayan kararlar bakımından kamu yararına olarak, kamu otoritelerinin temyiz
yoluna başvurusunu ifade ediyor. Bu bakımdan Adalet Bakanlığı veya Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı bu hususta kanun yararına temyiz başvurusunda bulunabilir.

a-Kavramın Bazı Yargısal Kararlara Karşı Adalet Bakanlığı veya


Yarg.C.Başsavcılığı Tarafından Kamu Yararına Olarak Temyiz Kanunyoluna
Başvurulmasını İfade Etmesi

B)Kanun Yararına Temyize Tabi Yargısal Prosedürler:

Her karar bakımından bu yola başvurma imkanı tabiatıyla yoktur.

a-Verildiğinde Kesin Olan veya Kanunyolundan Geçmeden Kesinleşmiş Olan


İlkderece Mahkemesi Kararları: Bunlar bu yolun tanınmasına yol açan sebebi
de gösterecek şekilde verildiğinde kesin olan veya kanun yolundan geçmeden
şeklen kesinleşmiş olan kararlardır. İlk derece mahkemesi kararları ve Bölge
Adliye Mahkemesi bakımından da ilk derece mahkemesinden gelen karara karşı

istinaf incelemesi üzerine verdiği karar hakkında temyiz kanun yolu açıkken
oraya başvurmaksızın karar kesinleşmişse Bölge Adliye Mahkemesi kararı
bakımından da kanun yararına temyize başvurmak mümkündür.

b-Bölge Adliye Mahkemesinin İlk derece Mahkemesi Sıfatıyla Verildiğinde Kesin


Olan ya da Kanun yolundan Geçmeden Kesinleşmiş Olan İstinaf Kararları:
Bölge Adliye Mahkemesi de bazı hallerde ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama
yapabiliyor (örneğin bilirkişinin sorumluluğu davası). Bu tür kararlar bakımından
ise ilk derece mahkemesi sıfatıyla buna karşı temyiz kanun yoluna başvurulması
gerekiyor.

C)Kanun Yararına Temyiz İncelemesi:

a- Kanun Yararına Temyiz İncelemesini Görevli Yargıtay Daire veya Kurulunun


Yapması: Hangi özel dairelerin hangi hususlardaki temyiz incelemelerine bakacağı
yıllık yani periyodik olarak Yargıtay Büyük Genel Kurulu tarafından belirlenip resmi
gazetede ilan edilir. Yargıtay Büyük Genel Kurulu kararı çerçevesinde belirlenen
esaslar dairesinde hangi özel daire o hususta görevliyse orası inceleme yapar.
Yargıtay’ın Hukuk Genel Kurulu da bu mesele hakkında görevlendirilmiş olabilir.

b-Kanun Yararına Temyizin Hukuki Meseleye Sâri Olması

c--Başvuru Üzerine Verilebilecek Bozma Kararının Etkisiz Hüküm Teşkil


Etmesi: Kamu yararına temyizin hizmet ettiği şey aslında hukuk birliğinin
sağlanmasıdır. Kanun yararına temyiz burada bir kamu yararına özellik teşkil ediyor.
İşte bu açıdan tarafın, kanun yararına temyiz incelemesinde kararın bozulması halinde
hukuki durum bundan etkilenmiyor. Kanun yararına temyiz bakımından burada temyiz
başvurusu reddedilebilir “verilen kararın onanması” na benzer durum ortaya çıktığını
söyleyemeyiz. Kanun yararına temyiz şartları tahakkuk etmiş değilse yahut bu başvuru
bu husustaki yetkili otoritelerden sadır değilse zaten kabule şayan bulunmayacaktır.

14. HAFTA:

1.4)Yargılamanın İadesi (HMK, m.374-381):

Yargılamanın iadesi, kanun yollarından: olağanüstü kanun yolu kategorisinde yer alıyor.
HMK 374-381. Maddeleri arasında düzenleniyor.

A)Yargılamanın İadesi Kavramı

a-Kavramın İlkDerece Mahkemesinin Bazı Kararlarına Karşı Olağanüstü


Kanunyolu Başvurusunu İfade Etmesi: İlk derece mahkemesinin bazı kararlarına karşı
bu yola başvurulması söz konusudur. olağanüstü kanun yolu özellikleri açısından
kesinleşmiş olan ilk derece mahkemesi kararları veya ilk derece mahkemesi sıfatıyla
yargılamalardan verilen diğer mahkeme kararlarına karşı başvurulabilen bir kanun
yoludur. Kanun yolu ayrımı bakımından dar anlamda kanun yollarına ilişkin aktarıcı etki,
erteleyici etki söz konusu değildir işte bu itibarla olağanüstü kanun yoludur.

b-Çekişmeli Yargılamadan Sadır ve Bilahare Anlaşılan Bir Ağır Hukuka Aykırılıkla


Malul Kesin Hüküm Etkili Kararlar Hakkında Hüküm Mahkemesi Nezdinde
Yargılamanın Yenilenmesinin İstenebilmesi: Burada verilen kararların tümüne karşı
yargılamanın iadesi yoluna başvurmak mümkün müdür? Hayır, bu hususta münhasıran
çekişmeli yargıda verilen kararlar yargılamanın iadesi yoluna tabidir. Çekişmesiz yargı
kararlarında maddi anlamda kesin hüküm teşkil etme özelliği yoktur. Bu yargı çeşidinden
verilen kararlar, şartların sonradan değişmesi veya hatalı olduğunun anlaşılması
çerçevesinde mahkemece tekrar ele alınıp yeni bir karar verilmesi mümkündür
dolayısıyla maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmiyor işte bu itibarla yargılamanın
iadesi yoluna ihtiyaç göstermez. Geçici hukuki kararlar bakımından da benzerlik vardır.

Burada çekişmeli yargıdan verilen kararlardan kastımız nihai kararlardır, ara kararlar
değildir. Çekişmeli yargılamada esasa ilişkin nihai kararlar bakımından yargılamanın
iadesi yolu açık iken usule ilişkin nihai kararlar bakımından tümü için aynı şeyi
söylememiz mümkün değildir.

B)Yargılamanın İadesi yoluna Başvuru Şartları

a-Hukuki Menfaat Mevcudiyeti: Başvurucunun, yargılamanın iadesini istemekte


hukuki yararı olması gerekir. Lehine bir karar verilmesinin muhtemel olması lazımdır.

b-Başvuru Konusu Kararın Şeklen Kesin veya Kesinleşmiş Olması: Burada


kastedilen şekli kesinliktir. Yargılamanın iadesi, olağanüstü bir kategorisi teşkil ettiği
için başvuru konusu kararın henüz derecattan geçmemiş olması lazımdır dolayısıyla
şeklen kesinleşmiş olması lazımdır. İstinaf aşamasındayken veya temyiz
aşamasındayken böyle bir karar hakkında yargılamanın iadesi yoluna başvuru şartı
mevcut değildir.

c-Kanunen Muayyen Süre içinde Başvurulmuş Olması (Kaideten 3 ay ve


Herhalde 10 Yıl): Kural olarak 3 aylık bir süre vardır ve sürenin başlangıcı sebebin
öğrenilmesinden itibarendir fakat her halükarda bir üst sınır olarak 10 yıl içerisinde
kararın verildiği tarihten itibaren bu yola başvurulmuş olmalıdır.

ç)Başvurunun Kanunen Muayyen Usulüne Göre Yapılmış ve İlgili Karar


ve Başvuru Sebebinin Gösterilmiş Olması: Tabi ki geniş anlamda başvuru
dilekçesinin ve dilekçe içeriğinin içerik unsurlarının kanunen istenen özellikte
olmasını da içerir. Yargılamanın iadesinde kararı veren mahkemeye
başvurulması söz konusudur.

C)Başvurma Sebepleri:

HMK 375-376. Maddelerde yer alır.

a-Mahkemenin Bağımsızlık ve Tarafsızlık Kurallarına Aykırı Teşekkül Etmiş


Olduğunun Anlaşılması: Mahkemenin bağımsızlık ve tarafsızlık esaslarına haiz
olması gereklidir. Şeklen hakim olmakla beraber madden bağımsızlık ve
tarafsızlık kurallarına aykırı hareket eden hakimlerin verdiği karar bakımından
yargılamanın iadesi yoluna başvurulması mümkündür.

b-Yargılamanın Kanuni ve İradi Temsilci Olmayan Kişilerin Tarafları


Temsiliyle Cereyan Etmiş Olduğunun Anlaşılması: Bu kişilerin temsil ettikleri
kişinin bilgisi, muvafakati dışında bu yargılamayı başlattıkları ve yürüttükleri

sonradan anlaşılırsa böyle bir durumda görünüşte temsil edilmiş olan kişiler bu
karara karşı yargılamanın iadesi yoluna başvurabilirler.

c-Karara Esas Alınan Bir Senedin Sahteliğinin Bir Hükümle veya Mahkeme içi
ya da Mahkeme dışı İkrarla Sabit Olması veya Aleyhine Hüküm Verilen
Tarafın Kusursuz Olarak Elde Edemediği Bir Belgesel Delilin Karardan Sonra
Ortaya Çıkmış Olması: Bu durumda da ağır hata ile yürütülmüş bir yargılama ve
hatalı bir karar var demektir. Böyle bir durumda da yargılamanın iadesi yoluna
başvurulması mümkündür. Bağlantılı bir diğer sebep de sonradan yargılama
sırasında elde olmayan bir belge nedeniyle yeterince savunma yapamamaya bağlı
olarak kişinin aleyhine karar verildiği takdirde bu yargılama sırasında elinde
olmayan belgesel delili karar verildikten sonra elde ettiğinde ve bunda kusuru
bulunmadığı ahvalde bu kişi de yargılamanın iadesini isteyebilir ve evvelce ikame
edemediği bu belgesel delil de dikkate alınarak yeniden yapılacak yargılamada yeni
karar verilmesi talebinde bulunabilir.

ç-Yargılamada Hükmü Etkileyen Belge ve Beyan Delillerin Doğru Olmadığının


veya Lehine Karar Verilen Tarafın Mahkemeyi Sonuca Etkili Bir Hileyle
Yanıltmış Olduğunun Kural Olarak Bir Ceza Mahkumiyetine Bağlanmış
Surette Sabit Olması: Biraz öncekine benzerdir ama burada sahtelik mevzu bahis
değildir fakat bu da içerik itibarıyla doğru değildir. Bu sadece belgesel delillerle
sınırlı değil beyani deliller bakımından da mümkündür ve bunlar yargılamanın
iadesine yol açar. Burada doğru olmama keyfiyetinin bir mahkumiyetle sabit olması
lazımdır yani tartışmalı olmamalıdır. Bununla bağlantılı diğer bir sebep de
mahkemenin yanıltılmış olduğunun anlaşılmasıdır, başka bir ifadeyle usuli hile
suretiyle yargılamada mahkemenin iradesinin elde edilmiş olmasıdır ve bunun da
sonradan bir mahkumiyet çerçevesinde mevcut olması gerekir ve bu hal bakımından
da yargılamanın iadesine başvurularak bunlar olmaksızın diğer delillerle
yargılamanın ele alınarak yargılamanın iadesi gerçekleştirilir.

d-Kesin Hüküm Etkileri Hilafına Bir Karar Verilmiş Olduğunun


Anlaşılması (İlam Zamanaşımı Süresi İçinde Müracaat): Burada
daha evvel kesin hükme bağlanmış olan bir mesele dava şartı
tahakkuku bakımından gözden kaçmış ve sonradan anlaşılmış
olduğunda o zaman sonradan kesin hüküm hilafına verilen kararın
yargılamanın iadesi yoluyla ortadan kaldırılması gerekecektir. Kesin
hüküm karara esas alınmış ise bu takdirde de temel teşkil eden karar

ortadan kalktığında bu da yargılamanın iadesi sebebi olarak


karşımıza çıkar.

e-Kararın İHAS ve Ek Protokoller Normlarının İhlali Suretiyle


Verildiğinin AİHM Kararıyla Sabit Olması: AİHM kararıyla davada
verilen kararın istihsali esnasında yargılamada bir insan hakkı ihlali vuku
bulmuş olduğunun AİHM kararıyla sabit olması halinde bu da
yargılamanın iadesine başvuru sebebi sayılır.

Ek olarak 376. Maddede de bir sebep vardır ve orada 3. Kişilerce


kendilerine karşı muvazaa ile elde edilmiş bir karara karşı da yargılamanın
iadesi yoluna başvuru imkanı öngörülmüştür.

Ç)Başvurma Şartlarının İncelenmesi

a-Öncelikle Başvurunun Kabule Şayanlık/Yargılamanın İadesi Şartlarının


İncelenmesi ve Tahakkuk Etmemiş Olduğunun Kabul Edilmesi Halinde
Başvurunun Reddi: Öncelikle bahsettiğimiz kabule şayanlık şartının mahkeme
tarafından ele alınması gerekir ve bunlar tahakkuk etmiş değilse mahkeme,
başvuruya konu talebin esasını/içeriğini incelemeden başvuruyu reddedecektir.

b-Başvurunun Kabulü Halinde Davanın Yeniden Görülmesi için


Mahkemenin Teminat İsteyebilmesi: Mahkeme, başvuru şartlarının
mevcudiyetini tespit ederse bu takdirde davanın görülmesi için ilave bir şart
daha öngörülmüştür ve bu da teminattır ama kanun bunu mahkemenin
takdirine bırakmış.

c-Başvurunun İcrayı Etkilememesi ve Teminat Mukabili İcranın Ertelenebilmesi:


Yargılamanın iadesine başvurulabilen kararlar kesinleşmiş kararlardır. Aslında bizim
hukukumuzda kesinleşme, icra edilebilirlik etkisi bakımından bir ön şart değildir
(istisnaları var) dolayısıyla daha evvel icra edilebilirlik etkisinin tahakkuku için
ilamdan faydalanmak konumunda olan kişi icra başvurusunda bulunmuş olmalı ve
süreç ilerlemiş ve hatta sona ermiş olmalıdır ama eğer süreç henüz sona ermemişse bu

takdirde yargılamanın iadesi yoluna başvuru icrayı durdurmayacaktır fakat mahkeme


burada teminat mukabilinde icranın ertelenmesine karar verebilir. Burada
bahsettiğimiz teminat az önceki genel teminat değildir burada bahsedilen icra
edilebilirlik etkisine bağlı bir teminattır. Genel teminat hakimin takdirine bağlıdır
dedik ama burada bahsettiğimiz özel teminatta bir bağlı yetki söz konusudur ve hakim
icrayı erteleyebilmek için burada teminatı almak durumundadır.

D)Esasın İncelenmesi ve Verilebilecek Kararlar:

a-Karara Bağlanmış Olan Davanın Davacısının Muvafakati Olmaksızın


Görülmüş Olduğunun Anlaşılması Halinde Hükmün İptali: Temsilen
karar istihsal edilmiş olan yargılamalarda görünüşte temsil edilmiş tarafın
bilgi ve muvafakati dışında görülen bir davadan verilen karara karşı
temsilci muvafakatsizlik sebebiyle yargılamanın iadesi yoluna
başvurduğunda artık ortada bir dava iadesi söz konusu olmadığı için
verilen hükmün iptal edilmiş olması gerekir.

b-Kesin Hükmün Önleyici Etkisi Hilafına Yargılamayla Aksi Yönde


Karar Verilmiş Olduğunun Anlaşılması Halinde Sonraki Hükmün
İptali: Kesin hüküm etkisi hilafına yapılmış bir yargılamaya karşı burada
yargılamanın iadesi yoluna başvurulan karar kesin hükmün aksi
yönündeyse kesin hükmün hilafına karar verilmiş oluyor ve dolayıısyla
kesin hükmün tartışılmaması, taraflar arasındaki uyuşmazlığın geleceğe
yönelik olarak ilanihaye (sonsuza kadar) ortadan kaldırması etkisi ihlal
edilmiş oluyor ve böyle bir durumda da mahkemece verilen kesin hükme
aykırı karar ortadan kaldırılacak yani iptal edecektir.

c-Diğer Hallerde Yeniden Yapılan Yargılama Neticesinde Önceki Hükmün


Onaylanması veya Kısmen ya da Tamamen Tadili: Diğer hallerde ise
mahkeme, yeniden yapacağı yargılama sonunda artık mevcut şartlarla yani
yargılamanın iadesine temel teşkil eden sebeplerden ari surette yapılan
yargılamada ne karar verecek idiyse hakim bu çerçevede hareket edecektir. Bu
durumda önceki halden farklı bir karar verilmemesi de söz konusu olabilir ve
aynı sonuca gidilmesi de mümkün olabilir işte o ihtimalde önceki hükmü
onaylayan yani teyit eden bir karar verilecektir veya önceki hükümden kısmen
ayrılacak kısmen farklı bir karar verecektir veya tamamen karar değiştirilerek
yeni bir karar da verilmesi mümkündür.

1.5)İtiraz (HMK’da ve bazı Özel Kanunlarda Münferiden Düzenlenmiştir)

A)İtiraz Kavramı

a-Kavramın Olağan Kanunyolu Kapalı Olan Nihai Kararlara Karşı Başvuru


Yolunu İfade Etmesi: İtiraz yolunda istinaf ve temyiz kanun yoluna açık olmayan
nihai kararlara karşı başvuru yapılması söz konusudur. Aktarıcı etki burada üst
mahkemeye aktarma şeklinde değil paralel mahkemeye, yan mahkemeye hükmün
kontrolü şeklinde bir özellik gösteriyor. Bazı hallerde yan mahkemeye de değil
doğrudan kararı veren mahkeme nezdinde kararın kontrolü şeklinde kabul
ediliyor.

b-Olağan Kanunyolu Kapalı Olan Bir Karara Karşı Hüküm Mahkemesi veya
Refik Mahkeme Nezdinde Maddi-Hukuki Mesele Yönlerinden İtiraz
Olunabilmesi: Olağan kanun yolu kapalı olan karara karşı hüküm mahkemesi ya da
refik mahkeme nezdinde kararın fiili veya hukuki yönden kontrolünü tazammum eden
(içine alan) bir başvuru yoludur.

B)İtiraza Tabi Yargısal Kararlar

a-Çekişmeli Yargılamadan Sadır Bazı Kararlar (TMK, m.169; TKHK, m.70/3-5):


Çekişmeli yargıda az sayıda olmakla birlikte itiraz kanun yoluna tabi olan bazı kararlar
vardır. bunlar:

aa)Kanunyolu Kapalı Olan Bazı Geçici Önlem(Ara)Kararları: Bu ara kararlar


geçici önlemle ilgilidir yani yargılamanın sevk ve idaresine ilişkin usuli meseleler
hakkındaki ara kararlar değil esasa taalluk eden ve esasla ilgili bir talep hakkında
verilen kararlardır ve bunlar da itiraz kanun yoluna tabidir.

ab)Tüketici Hakem Heyeti Kararları: Bunlar mecburi tahkim dolayısıyla bir


yargılama prosedürüdür. Tüketici hakem heyetinin kanunen muayyen değerlere tekabül
eden uyuşmazlıkları ilk ve son derece mercii olarak karara bağlama yetkisi vardır.

Hakem heyeti kararı istinaf veya temyiz kanun yoluna tabi değildir fakat tüketici
mahkemesi nezdinde tüketici hakem heyeti kararlarına itiraz edilebiliyor. Bu açıdan
tüketici hakem heyeti kararları itiraz kanun yoluna tabidir.

b-Çekişmesiz Yargılamadan Sadır Bazı Kararlar (HMK, m.382/2-b.17-19)

ba)Mahkeme Vasıtalı Adli Yardım Prosedüründe Verilen Kararlar (HMK,


m.337/2): Adli yardım bir çekişmesiz yargı prosedürü çerçevesinde yürütülüyor ve
talep üzerinde bir çekişmesiz prosedürdür. Bu kararı veren mahkeme üzerinden refik
mahkemeye bir itirazda bulunulması mümkündür.

bb)Vesayet Makamı’nın Kararlarına Karşı Denetim Makamı Nezdinde


İtiraz Olunması (TMK, m.435,461/II): Vesayet makamı, medeni kanuna
göre sulh hukuk mahkemesidir. Vesayet ilişkisine ilişkin olarak, vesayet tesis
eden meseleler hakkında sulh hukuk mahkemesine başvurulması gerekiyor ve
sulh hukuk mahkemesinin kararına karşı olağan kanun yolu kapalıdır fakat
asliye hukuk mahkemesinin nezdinde itiraz yolu açıktır. Bu iki mahkeme
arasında bir ast-üst ilişkisi yoktur ve ikisi de ilk derece mahkemesidir işte bu
itibarla bu aktarıcı etkiye haiz olmuyor ama yan mahkeme teşkil ediyor
diyebiliriz.

bc)6284 Sy. AKK m.5 Hükmüne Göre Aile Hakimi Tarafından Verilen
Kararlara Mahkeme ve Refik Mahkeme Nezdinde İtiraz
Edilebilmesi (AKK, m.9): Ailenin korunması kanununa göre verilen ve
orada tedbir kararı olarak zikredilen kararlar aslında çekişmesiz yargısal
prosedürdür. Dolayısıyla bu prosedürden verilen kararlara karşı da bu
kanunun 9. Maddesinde bu mahkeme nezdinde mahkeme değiştirecekse
değiştiriliyor ve değiştirilmeyecekse refik mahkemeye aktararak verilen
kararın kontrol edilmesi sağlanıyor.

bç)5395 Sy. ÇKK m.5-9 Hükümlerine Göre Çoçuk Hakimi tarafından Verilen
Kararlara Karşı CMK’ya Göre En Yakın Çoçuk Mahkemesine İtiraz
Edilebilmesi (ÇKK, m.14): Çocuk koruma kanunundan verilen kararlar
bakımından da itiraz kanun yolunun söz konusu olduğunu görüyoruz. Çocuk
mahkemesinin kararları ihmal, istismar edilmiş veya suça sürüklenmiş çocuklarla

ilgilidir dolayısıyla suça sürüklenmiş çocuklar bakımından ceza hukukuyla ilgili


olarak orada güvenlik tedbiri özelliği gösteriliyor.

Yargıtay kararı incelenip ders bitirildi:

YARGITAY

9. HUKUK DAİRESİ

Esas Numarası: 2019/5142

Karar Numarası: 2020/16185

Karar Tarihi: 17.11.2020

BÖLGE ADLİYE

İLK DERECE

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, süresi içinde olarak
temyizen incelenmesi davalılar avukatınca istenilmesi davalılardan ... İnşaat
Taahhüt ve San. Tic. A.Ş. vekili duruşma talep etmesi üzerine dosya incelenerek
işin duruşmaya tabi olduğu anlaşılmış ve duruşma için 17.11.2020 Salı günü tayin
edilerek taraflara çağrı kağıdı gönderilmişti. Duruşma günü .... adına kimse
gelmedi. Diğer davalı ... adına avukat ... geldi. Karşı taraf adına kimse gelmedi.
Duruşmaya başlanarak hazır bulunan avukatın sözlü açıklaması dinlendikten sonra
duruşmaya son verilerek Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor sunuldu,
dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Davacı İsteminin Özeti:

Davacı vekili, müvekkilinin davalıya ait yurtdışındaki şantiyelerde


22.06.2011-03.10.2014 tarihleri arasında formen olarak çalıştığını, iş
sözleşmesinin işverence haksız olarak sona erdirildiğini, müvekkilinin işe
davalı ... tarafından alındığını, bu şirketin taşeronluğunu yapan ... İnşaatın
yetkilileri tarafından iş yerinin sevk ve idare edildiğini ileri sürerek kıdem ve ihbar
tazminatı ile ücret alacağı, fazla çalışma, hafta tatili, ulual bayram ve genel tatil
ücreti alacaklarının davalılardan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Cevabının Özeti:

Davalılar vekilleri, davanın reddini talep etmiştir.

İlk Derece Mahkemesi Kararının Özeti:

Mahkemece, yapılan yargılama sonucunda yazılı gerekçeyle davanın kısmen


kabulüne karar verilmiştir.

İstinaf Başvurusu:

İlk Derece Mahkemesinin kararına karşı, davalılar istinaf başvurusunda


bulunmuştur.

Bölge Adliye Mahkemesi Kararının Özeti:

Bölge Adliye Mahkemesince davalı ... İnş. İz. San. ve Tic.Ltd.Şti. vekilinin istinaf
başvurusu, süresinde sunulmuş usulüne uygun istinaf başvuru dilekçesi
bulunmadığı ve İlk Derece Mahkemesi kararında kamu düzenine de aykırılık
bulunmadığı gerekçesiyle, HMK 352, 353/1-b.1 ve 355. maddeleri uyarınca,
davalı ... vekilinin istinaf başvurusu ise İlk Derece Mahkemesi kararının usul ve
esas yönünden hukuka uygun bulunduğu gerekçesiyle HMK'nun 353/1-b.1
maddesi gereğince ayrı ayrı esastan reddine karar verilmiştir.

Temyiz:

Karar, davalılar vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.

Gerekçe:

Taraflar arasındaki uyuşmazlık, gerekçeli istinaf dilekçesinin süresinde


verilmemesi durumunda, süre tutum dilekçesinde bildirilen sebeplerin istinaf
incelemesi sırasında dikkate alınıp alınmayacağı noktasındadır.

İlk Derece Mahkemesinin karar tarihi itibariyle yürürlükte olan 5521 İş


Mahkemeleri Kanunu'nun 8. maddesine göre, İlk Derece Mahkemesinin istinaf
edilebilen kararlarına karşı, tebliğ tarihinden başlayarak sekiz gün içinde istinaf
yoluna başvurulabilir.

6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 342. Maddesi gereğince istinaf


dilekçesinde istinaf başvuru sebepleri ve gerekçesi bulunmalıdır. 6100 Sayılı
Kanun’un 355. maddesi gereğince istinaf incelemesi, istinaf dilekçesinde belirtilen
sebeplerle sınırlı olarak yapılır. Ancak, Bölge Adliye Mahkemesi kamu düzenine
aykırılık gördüğü takdirde bunu resen gözetir.

Dosya içeriğine göre, İlk Derece Mahkemesi tarafından verilen hükmün


22.06.2017 tarihinde taraflara tefhim edildiği; davalı ... İnş. İz. San. ve
Tic.Ltd.Şti’nin bu karara karşı 30.06.2017 tarihli süre tutum dilekçesi ile istinaf
yoluna başvurduğunu açıkladığı; gerekçeli kararın davalı ... İnş. İz. San. ve
Tic.Ltd.Şti’ne 11.07.2017 tarihinde tebliğ edildiği ve davalı ... İnş. İz. San. ve
Tic.Ltd.Şti’nin 20.07.2017 tarihinde gerekçeli istinaf dilekçesi sunduğu
anlaşılmaktadır. Bölge Adliye Mahkemesince, davalı ... İnş. İz. San. ve

Tic.Ltd.Şti’nin istinaf başvurusu, süresinden sonra sunulan gerekçeli istinaf


dilekçesine itibar edilemeyeceği, süre tutum dilekçesi olarak adlandırılan
dilekçede ise, istinaf başvuru sebepleri ve gerekçesinin bildirilmediği, ayrıca
kamu düzenine aykırılık da bulunmadığı gerekçesiyle esastan reddedilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesinin, gerekçeli istinaf dilekçesinin gerekçeli kararın


tebliğinden itibaren sekiz günlük süre içinde verilmesi gerektiğine yönelik
tespitleri yerinde olup, davalının gerekçeli istinaf dilekçesini yasal süre geçtikten
sonra verdiği sabittir. Bu nedenle süresinden sonra verilen gerekçeli istinaf
dilekçesinde bildirilen gerekçelerin istinaf incelemesi sırasında dikkate alınması
söz konusu değildir. Diğer taraftan, her ne kadar Bölge Adliye Mahkemesi
kararında, süre tutum dilekçesi olarak verilen dilekçede istinaf yoluna başvuru
sebeplerinin bildirilmediği belirtilmiş ise de; davalı ... İnş. İz. San. ve Tic.Ltd.Şti,
süre tutum dilekçesinde “ mahkeme kararının usul ve yasaya aykırı olması ve
hükme esas alınan bilirkişi raporlarına itirazlarının değerlendirilmemesi
nedeniyle” istinaf yoluna başvurduğunu açıklamaktadır. Davalı ... İnş. İz. San. ve
Tic.Ltd.Şti süre tutum dilekçesi olarak adlandırılan dilekçesinde, kısa da olsa,
istinaf sebeplerini bildirmiştir. Bu nedenle, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun
355. maddesinin 1. fıkrasına göre, davalının dilekçesinde bildirdiği sebepler ile
sınırlı olarak başvurunun esasına yönelik inceleme yapılması gerekirken, yazılı
şekilde istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmesi bozmayı
gerektirmiştir.

SONUÇ:

Temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının sair yönler incelenmeksizin,


yukarıda yazılı sebepten dolayı BOZULMASINA, dosyanın kararı veren Bölge
Adliye Mahkemesine gönderilmesine, davalı ... İnş. İzolasyon San ve Tic. Ltd.Şti
yararına takdir edilen 2.540,00 TL duruşma vekalet ücretinin karşı tarafa
yükletilmesine, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgililere iadesine,
17.11.2020 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

Bir diğer karar da:

T.C. 3. Hukuk Dairesi E. 2019/2249 K. 2020/5189 T. 30.09.2020 MAHKEMESİ: İZMİR


BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 13. HUKUK DAİRESİ

Tarafından verilen karardır materyalden kopyalayamadım. Son hafta yollanan pdf ten
inceleyebilirsiniz. Sınavda başarılar dilerim 😊

You might also like