Professional Documents
Culture Documents
Medeni̇ Usul Hukuku 2. Dönem Okuma
Medeni̇ Usul Hukuku 2. Dönem Okuma
-Final Notu-
1. Hazırlık
1. Dilekçe teatisi
2. ön inceleme
2. Asıl yargılama
Dilekçe teatisi: olağan usul olarak yazılı usul öngörülmüştür ve tarafların iki dilekçe hakkı
vardır. Davacı açısından bu dava dilekçesi ve ikinci dilekçedir. Davalı açısından ise davaya
cevap dilekçesi ve ikinci dilekçedir. Tarafın mahkemeye başvurusu üzerine ilk derece
mahkemesinin görevi başlıyor (yani re’sen bir inceleme vs yok). Burada tarafın dava dilekçesi
ile taraflar ve mahkeme arasında bir usul ilişkisi kuruluyor ve bu usul ilişkisinin kurulmasına
kanunun bağladığı bazı sonuçlar vardır. Usul ilişkisinin kurulması bakımından bizim
kanunumuzda dava dilekçesinin mahkemeye sunulması yeterli fakat dersimizin daha iyi
anlaşılabilmesi için yabancı kanunlarda bulunan iki modeli örnek olarak göstereceğiz:
2. Fransız kanunu: fransız hukuku bakımından ise davanın açılması için tarafların ya
birlikte mahkemeye başvurması gerekiyor ama davacı, davalıyı buna ikna edemiyorsa
bu takdirde dava dilekçesini mahkeme yardımcısı vasıtasıyla davalıya tebliğ edip bu
tebellüğ* şerhli dilekçeyi mahkemeye ibraz ederek davanın açılmasını sağlayabiliyor.
Bu üç yaklaşımda usul ilişkisinin kurulması ile ortaya çıkan sonuçlar arasında derdestlik
(davanın görülmekte olması) hali ortaya çıkar. Bahsettiğimiz üç yaklaşım bakımından
davanın açılmış sayılma anı farklıdır. Derdestliğin bazı sonuçları vardır ve derdest sayılma
bakımından davanın açılmış olduğu an önemlidir ve o an itibarıyla sonuçlar ortaya çıkar.
- Dava dilekçesi yine şekle işaret eden bir durumdur ve yazılı beyanla davanın
açılması usulü benimsenir. Bu yüzden dava dilekçesi terimi dilimizde
yerleşiktir fakat tek şekil bu değildir bununla birlikte yazılı usul bakımından
kural, yazılı veya eşdeğer suretle dava beyanının mahkemeye sunulması
şeklindedir. Basit usul bakımından yazılı başvuru esası cari olmakla birlikte
kolaylık temini açısından basılı (matbu) bir formun doldurulması suretiyle
dava beyanının doldurulması yöntemiyle başvuru imkanı var.
Her iki usul bakımından da yazılı usule eşdeğer olan güvenli elektronik imzalı
elektronik dilekçeyle de davanın açılması mümkündür. Bu temel kuralın yazılı ve basit
usuldeki geçerliliği daha önce özel usul olarak bahsettiğimiz ve aslında basit usulün
farklı versiyonu olan kısa usul diye de adlandırabileceğimiz yargılama yöntemi
bakımından farklılıklar görüyoruz. Yazılı şekil esası burada mutlak bir şart değil, bu
açıdan özel usulle, örneğin icra mahkemesinde yapılacak yargılamalarda mahkemeye
şifai (sözlü) başvuruyla dava açılma imkanı da mevcut (uygulamada bu son derece
sınırlıdır ve fiili uygulamada yazılılık esası hakimdir).
Peki davanın açılmasında (ikamesinde) usul nedir yani hangi aşamalar izlenir ?
Dava dilekçesinin mahkemede işlenme süreci bakımından fiziki başvuru itibarıyla; dava
dilekçesi, mahkeme görevlisine karşı taraf sayısından bir fazla olarak hazırlanıp mahkeme
görevlisine teslim edilir. Bu mahkeme görevlisi mahkemelerde ön büro adıyla veya tevzi
adıyla bulunur. Davanın açılmak istendiği mahkemenin kalemine doğrudan müracat küçük
adliyelerde mevcuttur, büyük adliyelerde ön büro veya tevzi bürosuna müracat ile dava açılır.
Mahkeme kayıt defterine işlenme: dava dilekçesinin elektronik ortamda mahkeme arşivine
taratılmak suretiyle aktarılıyor.
Fiziki başvuruda işlem gerekleri açısından adli muhabere yoluyla yani görevli ve yetkili
mahkemenin bulunduğu adliye dışında herhangi bir adliyeye giderek yapılan dava ikamesinde
herhangi bir farklılık yoktur. Şöyle bir farklılık vardır, adli muhabere yoluyla yapılan dava
ikamesinde işlemler tamamlandıktan sonra evraklar posta yoluyla yer itibarıyla yetkili
mahkemeye gönderilir. Doğrudan başvuruda ise adliye binasının alt katından üst katına evrakı
sevk etme durumu vardır (yani sadece biraz işlem uzuyor).
Elektronik ortamda başvurulduğunda davanın açılma işlem gerekleri tabiki özellik arzeder.
Bir defa mesafeli başvuru sözkonusu olduğu için herhangi bir adliyeye gidilmeden burada
adliye bilgisayarına giriş sağlanması gereklidir. Adliye bilgisayarına vatandaşlar e-devlet
kapısından ulaşılabilir. Avukatlar ise avukat portal adı altında uyap işletim sisteminden giriş
sağlama imkanı vardır. Burada dava dilekçesi ekran görüntüsü elektronik güvenli imza ile
sabitlenerek adliye bilgisayarında dava açılmasıyla ilgili penceredeki yönlendirme
çerçevesinde dilekçe kaydedilip harç ödetiliyor avukatlar kredi kartı veya baro kartı
kullanabiliyorlar.
Harç-masraf ikmali sonrasında sisteme aktarılmış olan dava dilekçesi bu defa ilgili
mahkemenin görev ekranına düşerek orada görevli ve yetkili mahkemenin işlem haznesine
intikal ettirilerek ve onun esas cetveline işlenerek işlemler tamamlanıyor.
Tabiki kayıt bakımından bir numara esası vardır ve yapılan ikame işleminin adliyede bir
numara üzerinden izlenmesi sözkonusudur. Bu numara kayıt esnasında verilir ve dilekçenin
sunulmasının tamamlanması bu numaranın verilmesiyle gerçekleşir. Bir form almak da imkan
dahilindedir.
Davanın şekli unsurlarının dava dilekçesine aksettirilmesi bakımından iki temel tercih/model
vardır:
1. Bildirici dilekçe modeli: davanın şekli unsurlarından, taraf ve dava konusu (bizdeki
sistem itibarıyla talep sunma, mahkemeden istenen hukuki koruma neye ilişkin ? Yani
mahkemeden istenen şey nedir ?). Dava sebebi unsurunda ise olaya sadece genel bir
atıf yapmakla yetinir ve kapsamlı olarak dilekçede yer alması beklenmez. Bu sistem
daha çok amerikan sistemi takip eden hukuklarda görülür.
Hmk’da benimsenen dilekçe modeli: burada dava sebebine tekabül eden vakıalar.
Davacının iddia ettiği hayat olayına ilişkin vakıaların takdimi dava dilekçesinde
tamamlanmak zorunda değildir. Tarafların bu yöntemde iki dilekçesi olduğunu
söylemiştik ve davacı ikinci dilekçede bunu tamamlayabilir. Burada tabiki basit usul
tarafından temellendirici dilekçenin diğer versiyonu olan belirleyici-temellendirici
dilekçe itibarıyla durum farklılaşır ve burada sadece bir dilekçe imkanı verilir
dolayısıyla davacı, dava dilekçesinde bu olaya ilişkin ve dava sebebine ilişkin
vakıaların takdimini de tamamlamak durumundadır, yani davacı, vakıaların takdimini
ana hatlarıyla değil tafsilatlı şekilde talep sonucunu haklı gösterecek şekilde bildirmek
durumundadır.
Çekişmeli yargılamada hatırlayacağımız üzere temel hukuki koruma aracı davadır. Çekişmeli
yargılamada diğer bir hukuki koruma aracı olarak geçici hukuki koruma talebi vardır (ihtiyati
tedbir talepleri) bunlardaki dilekçe esasları dava dilekçesi standartlarının geçici korumada
basit yargılama usulü benimsendiği için bu temelde belirleyici temellendirici dilekçe itibarıyla
ve o standartta geçerli fakat birebir geçerli değil. Burada hukuki koruma talebi farklılaşıyor ve
davadaki gibi kapsamlı surette şekli unsurları başvuru dilekçesine aksettirmeye gerek yoktur
ve zaten niteliği de buna uygun değildir.
Çekişmesiz yargılamada kanun deyimiyle “iş dilekçesi” diyoruz (çünkü dava denmiyor
orada). Çekişmesiz yargılamada da bir kati hukuki koruma var orada da “geçici” hukuki
koruma var. Kati hukuki korumaya orada dava değil “iş” deniyor, çekişmesiz yargısal başvuru
da denilebiliyor. Çekişmesiz yargıda da basit yargılama usulü caridir bu sebeple dilekçeler de
o usuldeki temelde hazırlanır fakat burada davanın şekli unsurlarından dava prosedürü gibi
bahsetmemiz sözkonusu değil çünkü bir defa taraf unsuru itibarıyla çekişmesiz yargılamada
taraflı bir yargılama yoktur. Başvurucuya ilişkin bilgi vardır ve şekli ilgili – maddi ilgili
ayrımı mevcuttur. Çekişmesiz yargılamada aynı zamanda hakka ilişkin bir usuli talep de
yoktur. Önleyici, hukuk güvenliğine yönelik bir talep sözkonusu diyebiliriz. Çekişmesiz
yargılamada o alana ilişkin geçici koruma talebinde bulunmak da mümkün ve o talep
dilekçeleri de oradaki iş dilekçelerinden farklı olarak bu geçici hukuki koruma sebebiyle
sınırlı surette ve dar kapsamlı olarak hazırlanıyor.
Dava dilekçesinin içerik unsurları hmk 119’da düzenlenmiştir. Dava dilekçesinin şekli
(içerik) unsurları:
temsildir. Kanuni temsil, küçük ya da kısıtlının temsilidir. İhtiyari temsil ise avukatlara
mahsus davalara vekalet ehliyetidir. Ve temsilcinin adresi.
Malvarlığı davalarında değeri dediğimizde ise biraz önceki örnekten hareketle, haksız
fiil tazminatı demiştik. Dava malvarlığı davalarında değeri kısmına gelecek olursak
da. Konusu haksız fiil tazminatıydı ve dava değeri mesela 10.000.000 tl dir diyelim.
Burada dava değerinin belirtilmesinin önemi harçlandırma işleminin
gerçekleşebilmesidir.
6. Davacının iddiasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık
özetleri: burada dava sebebi, davanın içerik unsuru diyor. Burada bizden içerik unsuru
istenmiş yani davayı bir kategoriye sokan unsur istenmiş. Burada davacının iddiasının
dayanağı olan vakıalar: diyelim ki, haksız fiil trafik kazası şeklinde gerçekleşmiş
olduğunda buradaki dava sebebi yani davacının dayandığı vakıalar o trafik kazası
olayına ilişkin ve olayın oluşu, olayla ortaya çıkan hasar/zarar ve kusur belirtilecektir.
Başka bir örnek vermek gerekirse örneğin boşanma davasında hayat olayı, boşanma
sebebi olarak kanunun öngördüğü vakıalar vardır. Diyelim ki şiddetli geçimsizlik,
burada hayat olayı geçimsizlik nedeniyle tarafların evlilik birliğini sürdürmekten sarfı
nazar etmesi (en azından davacı bakımından). Bununla ilgili de oradaki sebepler
temelinde oradaki sebeplere ilişkin vakıalar burada yazılacaktır yani geçimsizlik ne
şekilde gerçekleşiyor. Kültür farkı mı var ? Aileler arası ilişkiler mi iyi değil ? Çocukla
iletişim mi kötü ? Evlilik birliğindeki görevler mi gerçekleştirilmiyor ? İşte bunlar
yazılacaktır.
7. İddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği: bu da bir diğer içerik
unsurudur. Burada da az önceki dava sebebi beyanında iddia edilen vakıalar karşı
tarafın inkarına uğrarsa veya hakim bakımından bazı davalarda taraf inkar etmese bile
dosya evrakı itibarıyla tereddüdü davet eder durumda ise bunun hangi delillerle ispat
edileceği ve bunların da dava dilekçesinde beyan edilmesi beklenir.
8. Dayanılan hukuki sebepler: burada hukuki sebep, dava sebebi hayat olayını tanzim
eden (düzenleyen) hukuk kuralı veya kurallarıdır. Bununla ilgili de kendi zaviyesinden
(yönünden) taraf/davacı, bu olayı tanzim eden kuralın hangisi olduğunu dava
dilekçesinde ideal olarak belirtmesi beklenir.
9. Açık bir şekilde talep sonucu: talep sonucu, kategorik unsur olarak dava konusu olan
unsurdur. Burada yine üstte verdiğimiz trafik kazası örneğinden devam edersek bu
olay çerçevesinde ortaya çıkan zarar mal zararı ise misalen … kadar maddi tazminatın
davacıdan alınarak tarafımıza ödenmesine hükmolunmasına arz ve talep ediyoruz
şeklindedir. Mahkemeden ne kadar bir tazminata hükmetmesi istendiğinin belirtilmesi
gerekiyor. Burada zarar mal zararı dışında can zararı da olabilir. Örneğin hastane
masrafları istenebilir ya da organ/uzuv kaybı varsa iş göremezlik tazminatı ve ileriye
dönük iş gücü kaybı nedeniyle uğradığı zararların istenmesi gerekir. Burada ne kadar
bir tazminat isteniyor ve tazminatın türü nedir bunların yazılması gerekiyor. Tazminat,
türü itibarıyla de maddi/manevi tazminat olabilir.
10. Davacının veya varsa kanuni temsilcisi ya da vekilinin imzası: dilekçede ileri
sürülen iddianın/talebin/beyanın kendisinden sadır olduğuna (ortaya çıktığına) ilişkin
bir ayriyet işareti olarak imzanın da yer alması gerekir. Dava temsilen açılıyorsa
temsilcinin imzası, asaleten açıldığında ise davacının kendi imzası gerekir. İmzanın
türü olarak dava dilekçesinin yazılı şekle tebaan (uygun) yazıldığı durumlarda ise
fiziki/ıslak imza şartı vardır. Yazılı şekle eşdeğer elektronik şekilde sunulduğunda ise
güvenli elektronik imza olarak dava dilekçesine aksetmiş olması gerekmektedir.
Hmk da bunlar belirtilmiş unsurlar olmakla beraber asli unsurlar sadece bunlarla
sınırlı değildir. Geri kalanlar ise 119/2 dışında diğer hükümlerden hareketle tespit
edeceğimiz şekilde istenenler yani zımnen istenenler ise:
Bunların belirtilmemiş olması halinde biraz önce ifade ettiğimiz gibi ikinci bir dilekçe
imkanının verildiği dava türlerinde davacı bunları bildirebilir. Genellikle başlangıçta bir
kanaat oluşturmaya matufen (yönelik) bu vakıalar dava dilekçesinde yer alır. Deliller
bakımından verilebildiği ölçüde bunlar da yer alır. Fakat dediğimiz gibi ikinci bir imkan
olarak replik dilekçesinde (ikinci dilekçede) bunlar belirtilebilir. Replik dilekçesinde
belirtilmediği takdirde başımıza ne gelir ? Dava yine görülmeye devam eder fakat buradaki
dava sebebi teşhir edebilecek davalar, davacının dava dilekçesinden anlaşılamıyor ise burada
daha sonra göreceğimiz iddia somutlaştırma külfeti karşılanmadığı gerekçesiyle ön
incelemede aleyhe bir sonuçla karşılaşılması kaçınılmaz bir hal alır. Bu itibarla, bunlar dava
dilekçesi açısından zorunlu değil tali mahiyetteki unsurlardır.
3. İhtiyari unsur: hukuki sebep bakımından tali unsurlara benziyor ve ihlali sonucunda
herhangi bir yaptırım sözkonusu değildir. Tali unsurla ihtiyari unsur arasındaki fark ise
tali unsurda beklenen delil ve vakıaların belirtilmemesi halinde, davanın ön inceleme
safhasında usulden reddine karar verilebilirken ihtiyari unsurda bu söz konusu
değildir. Bunun sebebi ise yargılamaya ilişkin ilkeler arasında hakimin hukuku re’sen
uygulaması görevine denk geldiği için tarafın, dilekçesinde bunu belirtmemesi veya
sonradan ikmalen de mahkemeye bunu sunmaması, başına bir şey gelmesine yol
açmıyor.
Fakat ideal olarak bunun hakime bildirilmesi hakimin olayı ele alırken, başlangıçta
davayı iyi anlayabilmesi açısından bir önem arzeder yani kolaylık sağlar.
İçerik unsurları bakımından, basit yargılama usulüne tabi davalardan matbu bir dilekçenin de
kullanılabileceğini söylemiştik. Basılı usule ilişkin dava dilekçesi formunda da istenen içerik
unsurları da aynı şekilde istenen unsurların sonuna iki nokta konularak daha sonra davacının
doldurması şeklinde o dilekçe yazılabiliyor. Yazılı usule tabi dava dilekçeleri bakımından ise
böyle bir durum (yani matbu bir form kullanma imkanı) sözkonusu değildir. Davacı, dava
dilekçesinde bu unsuları kanundaki sıralamayı da takip ederek dilekçesinde belirtmek
suretiyle dava dilekçesini sunmak durumundadır.
Dilekçe ekleri (hmk 121): bunlar belgelerdir yani dilekçeye bağlanarak mahkemeye
sunulması beklenen belgelerdir. Bu açıdan dilekçenin içerik unsurları gibi mahiyet arzetmiyor
fakat baştan davanın anlaşılmasına hizmeten bu belgelerin dava dilekçesiyle birlikte
sunulması beklendiği için dava dilekçesi ekleri olarak kanunda yer alıyor. Belgeler iki amaca
hizmeten dava dilekçesine eklenebilir:
2. İspat: tabiki izah dışında ispat işlevi de vardır belgelerin fakat ispat işlevi vakanın
anlaşmazlıklı olduğunun anlaşılmasından sonra ortaya çıkar. Ayrıca delillerin
bildirilmesi bekleniyor ama asli şartlardan biri değil demiştik üstte. O itibarla daha
sonra ön inceleme aşamasında da ispat açısından belgeleri dilekçe ekinde sunma
imkanı vardır.
Mahkeme hakiminin dava-usuli talep dilekçesi ve eklerini incelemesi (hmk md. 119/ıı ve
myiş. Y. Md200): dava dilekçesini mahkemeye verdikten sonra mahkemenin alacağı
pozisyondan da bahsetmek gerekir.
B. Davanın-usuli talebin tabi olduğu yargılama türü ve usulü ile genel ilkelerin
belirlenmesi için dilekçe ve dilekçe eklerinin incelenmesi: yapacağı yargılamada
davanın tabi olduğu usul yani yöntem hangisi bunu belirleyip atılacak adımları o
çerçeveye göre belirlemelidir (ikinci dilekçe imkanı var mı yok mu ? Veya yapılacak
yargılamada hakimin pozisyonu iddia edilen olaya ilişkin bilgilerin elde edilmesi
bakımından bu dava taraflarca getirilmeye mi tabi yoksa re’sen araştırmaya mı tabi ?).
Bu bakımdan önündeki meselede nelerin cari olup olmadığını belirlemesi açısından
dava dilekçesi ve eklerini okuması gerekir.
A. Harç ve masraf avansı hatalı hesapla noksan ödenmişse ikmali için bir süre
tanınması: yukarıda saydığımız inceleme sebepleri arasında harç ve masraf avansıyla
ilgili bir hata tespit edilmişse bunun noksansa tamamlatmak için bir süre verilmesi
gerekir. Bu hususta mahkeme yazı işleri yönetmeliğinde de bir dayanak vardır.
B. Yargılamanın türü ve tabi olduğu usul ile ilgili bilgi temininde cari ilkenin
belirlenmesi: ilk dönem yargılamada çekişmeli-çekişmesiz ayrımını öğrenmiştik.
Hakimin bu ikisine göre izleyeceği yol ve yöntemler farklıdır. Yargı basit usulde mi
yoksa yazılı usulde mi cereyan edecek veya özel usulde mi (basit usulün farklı bir
versiyonu olarak icra mahkemesi ve kadastro mahkemesinde vardır) cereyan edecek ?
Bunu tespit edecektir. Yargılamada bilgi toplanmasına ilişkin ilkelerden hangisi
önümüzdeki meselede cari bunun tespiti yapılacak ve bu tutanağa yazılacak.
D. Dışarıdan getirtilecek belgesel delil bildirilmiş ve celbi için bilgi verilmişse ilgili
kurum veya 3. Kişiye müzekkere gönderilmesi: biraz önce bahsettiğimiz dışarıdan
celbedilecek belge gereği varsa ve bilgisi verilmişse bunlarla ilgili de celp müzekkeresi
tanzimine bu tensib kararları beyanında hükmedilecektir.
gerekmektedir o yüzden hemen duruşmaya davet şeklinde bir duruşma günü verilmesi
tensib kararında (zaptında) sözkonusu değil fakat özel usullü icra mahkemesi
yargılarında basit usulün kısa versiyonunda dilekçe üzerinde duruşma günü de verilir
(tabi dilekçede şart olan unsurlar ikmal edilmişse). Yerleri bakımından o eksiklikler
duruşma gününe kadar da tamamlanabilir ama içerik unsuru itibarıyla asli unsurlar,
verilen 1 haftalık mehil içerisinde tamamlanmazsa duruşma açılmasına gerek yoktur
çünkü davanın açılmamış sayılmasına karar verilecektir.
Bir de inşai haklar bakımından da hak düşürücü süreye bağlılık esası caridir.
Davada iddia edilen hak bir inşai hak ise veya inşai hakkın kullanılmasına ilişkin
ise bu da hak düşürücü süreyi bertaraf eden bir sonucu ortaya çıkarır.
Boşanma davasında ölüm sonuç olarak evlilik akdi davacı bakımından sona
erdiriliyor olsa da miras haklarının kullanılabilmesi bakımından bir yargılama
yapılıp sonuçta da boşanma gerçekleşirse mirasçı vasfının kaybedileceği için
mirasçının burada miras haklarına ilişkin olarak davayı sürdürme hakkı vardır. Bu
itibarla burada şahıs varlığı davaları bakımından davanın açılması bu hakkı
malvarlığı hakkına tahvil eden (dönüştüren) bir etkiyi de bünyesinde barındırır.
c. İyiniyet karinesinin ortadan kalkması: bildiğimiz gibi kanunun iyiniyeti bir şart
olarak aradığı durumlarda bunun karineten mevcudiyeti farzolunur. Karşı taraf
bunun aksini ispatlamak durumundadır. Davanın açılması dava konusu olaydan
çıkabilecek başvuru imkanları bakımından veya ileri sürülebilecek def’iler veya
mukabeleler (karşılıklar) bakımından karşı tarafın iyiniyetini ortadan kaldırıyor.
Burada kastedilen davanın açılması karşı tarafı iyiniyetten yoksun hale getiriyor
anlamında değildir. Burada kastedilen karşı taraf bu olay çerçevesinde
kullanabileceği hakları varsa onları öğrenmiş farzediliyor ve sonradan bunları ileri
sürmesi halinde iyiniyetsizlik iddiasıyla karşılaşabiliyor. Buradaki iyiniyet
meselesi kanunun iyiniyet aradığı hallerde bir vakıanın bilinmesi veya
bilinmemesine tekabül ettiği için davalının, davacının dava ettiği olay hakkında
onunla bağlantılı olarak ileri sürebileceği talepler veya başvurular bakımından
bilgi sahibi olmuş çerçevesinde bir iyiniyet karinesinden yararlanma imkanını
ortadan kalkıyor.
B) Usul hukuku yönünden doğan sonuçlar: usul hukuku yönünden 5 sonuç doğar.
Bunların bir kısmını hmk dan bir kısmını ise üst ölçekli düzenleme olarak anayasadan
istihraç etmemiz (çıkarım yapmak) mümkün ve gerekli.
Esastan karara bağlama, dava şartlarının tahakkuk etmiş olması halinde yani esasın
incelenmesine geçilme şartlarının tahakkuk etmiş olması halinde sözkonusudur. Bu
itibarla öncelikle usule ilişkin, yani dava şartları yoksa usule nihai kararla davanın
esasını dinlemeden başka bir ifadeyle esastan karar verme mecburiyeti hasıl
olmadan sonuçlandırma imkanını bertaraf etmiyor (36. Madde için söylendi). Bu
c. Davayı münferiden geri alma yasağı (hmk, m.123): davanın açılmasıyla beraber
davanın münferiden geri alınması hmk 123. Madde ile sınırlanmıştır. Burada
açılan bir davanın görülmesinde davalının da menfaati olabilir çünkü açılan davada
haksız bir talep sözkonusu ise davalı, aynı haksız taleple tekrar karşılaşmamak
üzere mevcut davanın görülmesini isteyebilir. Bu yönden davacı taraf davayı geri
almak istediğinde davalı tarafın burada muvafakat vermiş olması gerekir. Geri
alma yasağı, usul hukukuna ilişkin davanın açılmasıyla usul ilişkisinin
kurulmasıyla ortaya çıktığı için bu beyanda zikredilen sonuçlardan birtanesidir.
Daha sonra göreceğimiz üzere buradaki husus feragattan farklıdır çünkü burada
davalının muvafakatı gereklidir. Davadan feragatte ise davalının muvafakati şartı
yoktur. Feragat daha çok yargılamanın hüküm safhasında görülür.
3. Diğer usûli talep ikamesinin hukuki sonuçlarının nisbiliği: yani dava dışındaki
yargısal başvurular bakımından, çekişmeli yargılamada geçici hukuki koruma ve
çekişmesiz yargılamada çekişmesiz yargısal iş veya çekişmesiz yargıya ilişkin özel
geçici hukuki koruma olarak adlandırılır.
2. Hafta
Bu haftaki konumuzda dilekçe teatisinin devamından bahsedeceğiz. Bu hafta davaya cevap ile
dilekçe teatisinin karşı taraf açısından görünümü üzerinden devam edeceğiz.
Hukuki koruma başvurusuna temelde dava kurumu üzerinden, davaya cevap ne şekilde
sunulur? Hmk 129. Md de bununla ilgili kurallardan bahsediliyor. Tabiki sadece hmk 129
üzerinden değil münferit hükümlerle birlikte dikkate alacağımız bir husustur. Bu açıdan hmk
ya ilaveten, tebligat kanunu ve harçlar kanununda bulunan ve bu konuyla alakalı olan
hükümleri de dikkate almak lazım.
A. Yazılı yargılama usûlüne tabi bir davaya cevabın mahkemeye yazılı veya
eşdeğer şekle tabi dilekçeyle sunulması: bu bakımdan davaya cevapta basit
yargılama usulünde gördüğümüz form dilekçe (matbu dilekçe olarak da geçer)
imkanı mevcut değildir. Bu itibarla tamamen yazılı şekilde tanzim edilen uyap
dilekçesinin mahkemeye bu surette sunulması usule uygun olur.
Tabiatıyla yazılı şekle eşdeğer olarak güvenli elektronik imza ile davalı veya
benzer pozisyonda bulunan taraf cevap dilekçesini sunabilir.
B. Basit yargılama usûlüne tabi bir davaya cevabın mahkemeye yazılı veya
basılı form dilekçeyle sunulabilmesi: bu usul de yine temelde yazılı şekil
caridir. Fakat ilave bir imkan olarak matbu dilekçeyle mahkeme yazı işleri
yönetmeliğinde örneği bulunan ve aslında dilekçe standartlarının cevap
dilekçesine ilişkin versiyonunda içerik unsuru olarak kanunun öngördüğü
maddeleri ihtiva eden matbu formun doldurulması suretiyle de davaya cevap
vermek mümkündür.
Gerçek kişiler, vatandaş portal ve tüzel kişiler de paralel olarak tüzel kişinin
organı olan yetkililer sisteme giriş yaparak cevap dilekçesi sunabilirler ve aynı
şekilde kanuni temsil sözkonusu ise bu defa gerçek kişinin velisi/vasisi ise
vatandaş portaldan erişim sağlayarak cevap dilekçesi sunabilir. Burada 3 adımda
elektronik ortamda uyap vasıtasıyla elektronik ortamda davaya cevap verme
gerçekleşir:
B. Cevap dilekçesi tebliği ve varsa karşı delil ikamesi için mahkemeler veznesine
masraf avansı ödetilir: davaya ilişkin ve savunmalarına ilişkin delil ibraz edilebilir
veya davacının iddia ettiği vakıaların aksini ispaten karşı delil ibraz edebilir. Bu
bakımdan delillerin toplanmasına ilişkin masraflar yönetmelik gereği ödetilir. Bu
işlem esnasında davacıdan farklı olarak iletişim masrafları ve yargı harcı ödenmesi
sözkonusu değildir.
3. Herhangi bir adliye binasında adlî muhabere yoluyla fiziki ortamda cevap-savunma
sunma: muhabere yoluyla işlem yapılması taraf – usul işlemlerinde gördüğümüz bir
imkan idi. Cevap dilekçesinin muhabere yoluyla sunulmasında davalının, görevli
mahkemenin bulunduğu yere değil de herhangi bir adliye binasına gitmesi ve orada varsa
ön büroya müracaatla ve bulunmadığı halde nöbetçi mahkemeye müracaatla biraz önce
bahsettiğimiz adımları gerçekleştirerek cevap dilekçesini sunar. Usul ve şekil bu
şekildedir.
Cevap-savunma ikamesinde süre: dava dilekçesinden farklı olarak burada bir süre
sözkonusudur. Yani davaya cevap verilmesi süreye tabidir. Taraf-usul işlemlerinin, kanunen
veya mahkeme işlemi çerçevesinde hakim tarafından belli sürede tamamlanması istenir. Bu
yönden davaya cevap işlemi bakımından kanunda bir süre öngörülmüştür. Süreler yargılama
yöntemleri bakımından farklılık göstermiyor fakat temelde farklılık göstermemekle birlikte
bazı istisnai durumlar sözkonusudur.
A. Yazılı usûle tabi davalara cevap-savunma ikame süresi (hmk, m.127, 129/2,
136/1,128,131)
Burada süreyle ilgili şundan da bahsetmemiz gerekir, davalı cevap süresini bir
engel hasebiyle geçirmiş ise bu halde usul işlemleri bahsinde gördüğümüz eski
hale iade talebinde bulunabilir. Engelin kalktığı tarihten itibaren 3 gün içerisinde o
engele ilişkin delillerle birlikte dilekçesini mahkemeye sunup bu şekilde mazereti
de salih ise geçen sürenin ihyası/canlandırılması/eski hale iadesi mahkeme
tarafından gerçekleştirilerek cevap dilekçesi süresinde verilmiş sayılır.
B. Basit usûle tabi dava vb usûli talebe cevap-savunma ikame süresi ( hmk,m.317/2,
316/1-c, 394/2,402/3,403/1; iik,m.18/ı, 265/ı)
2. Geçici hukuki koruma usûli talebine karşı cevap dilekçesinin tatbikten veya
tatbik tutanağının tebliğinden itibaren 7 günlük süre içinde sunulması: basit
usul bakımından dava dışında geçici hukuki koruma talebi itibarıyla daha farklı bir
süre vardır. Bunlara 7 günlük süre içerisinde cevap verilmesi lazımdır. Geçici
hukuki korumada, hukuki korumaya karşı 2 surette mukabele edilebilir:
mahkemenin takdiri çerçevesinde ivedi olarak ele alınıyorsa, geçici hukuki koruma
talep eden tarafın başvurusu incelenip karara bağlandıktan sonra onun talep
dilekçesi karşı tarafa tebliğ edilip, bu sefer de karşı tarafın geçici hukuki korumaya
tepkisi babında beyanı alınır ve genellikle de mukabele yönünde olduğu için kanun
bunu itiraz kavramıyla ifade eder. İvedi usul bakımından talebe müteakip hemen
değil mahkemenin işi ele almasından sonra fakat normal usul bakımından bu defa
karşı tarafa da bir geçici hukuki koruma talep dilekçesi tebliğ edilip buna karşı
beyanları alınmak durumundadır. O halde geçici hukuki koruma talebi bakımından
karşı tarafın hukuki pozisyonu süre bakımından sınırlandırılmış oluyor.
f. Savunma dayanağı olan her bir vâkıanın hangi delillerle ispat edileceği:
karşı iddia teşkil eden vakıalar eğer ispata muhtaç ise hangi delillerle ispat
edileceği kanundaki delil kataloğunda yer alan delil kategorileri üzerinden
h. Açık bir şekilde talep sonucu: talep sonucu dava dilekçesindeki kadar cevap
dilekçesinde özellik arzetmez. Davacının mahkemeden verilmesini istediği
hükme karşı davalının mukabelesini içerir. Genellikle davanın reddine karar
verilmesi arz ve talep olunur.
3. Davalının tc kimlik no
3. Talep sonucu
a. Hmk’ya göre davaya cevap verme - karşı iddia ikame etmenin ihtiyariliği:
yukarıda dediğimiz gibi davaya cevap verme/mukabele etme ihtiyari bir
durumdur. Bu bakımdan davalı, cevap dilekçesi verme tercihinde
bulunmayabilir. Tercihler, genellikle talep sonucunu kabul edip etmemeyle ve
davayı yönlendirmeyle de alakalı olarak farklı şekilde ortaya çıkar.
1. Davalı davaya esas iddialara muhalefet etmeyecekse talep sonucunu kabule ilişkin
yazılı veya eşdeğer şekle tabi beyan dilekçesiyle yetinebilir: davacının iddialarına ve
ileri sürdüğü vakıalara davalı karşı koymayacaksa dilekçede savunma sebepleri
(dayandığı savunma vakıalarının açık özeti) kısmını belirtmeyebilir ve davacıya olumsuz
anlamda tepkisi yoksa talep sonucunu kabule yönelik bir beyanla (kabul dilekçesi)
yetinebilir. Cevap sunmayabilir fakat kabul şeklinde bir beyanda bulunması yargılama
masrafları ile fazlaca karşılaşacağı için onun menfaatine olan kabul beyanı verme ciheti
için mahkemeye gidebilir.
2. Davalı taleb sonucunu kabule ilişkin beyan veya cevap dilekçesi sunmayabilir:
davaya cevap verme mecburiyeti olmadığı için herhangi bir dilekçe sunmama veya
beyanda bulunmama yoluna da gidebilir.
b. Cevap dilekçesi sunmayan davalının usûli ilk itiraz ileri sürme hakkının
sükutu: cevap dilekçesi sunmayan davalı usuli ilk itiraz hakkını yitirmiş oluyor.
Cevap dilekçesi sunulduğunda usuli ilk itiraz imkanının artık olmayacağından
bahsetmiştik. Benzer olarak cevap dilekçesi sunulmadığında da usuli ilk
itiraz imkanı ortadan kalkar. Lakin ikisi arasında bir fark vardır: cevap
dilekçesi sunulması, 2 haftalık cevap dilekçesi müddeti içerisinde 7. Gün
gerçekleşmişse artık usuli ilk itiraz öne sürememe hali 7. Gün itibarıyla ortadan
kalkmış oluyor. Yani kalan 7 günde usuli ilk itirazları ileri sürme imkanı yoktur.
Burada ise cevap dilekçesi sunmayan davalının, usuli ilk itiraz ileri sürme
hakkının sükutu bu sürenin sonuna kadar vaki olduğu için zaman bakımından
farklılık vardır.
III. Davalı veya karşı tarafın cevabi dilekçelerde ileri sürebileceği savunma çeşitleri
ve karşı dava
Bu açıdan ikili bir tasnif sözkonudur. Bazı kaynaklarda esasa ilişkin savunmalar ve usule
ilişkin savunmalar şeklinde de bir ayrım olabilir. Olumlu-olumsuz savunma ayrımı az önce
bahsettiğimiz münkir sıfatı bakımından daha açıklayıcıdır.
Vakıaların bir hakkı sükut ettirme veya engelleme özelliği nereden ortaya çıkar?
Haklar, soyut hukuk kurallarında olgusal durumlara işareten belirlenir. Hak kuralları
itibarıyla, kuralda öngörülen olgusal durumla bağlantılı bazı vakıalar, kabul edilen
hakkı nötralize eden bir etki üretecek şekilde ve adeta karşı hakkın doğmasını
engelleyen durum olarak karşımıza çıkar. Davalı, davaya cevap olarak davacının hak
olarak belirttiği hususun alınmasının engellenmesini etkileyen bir vakıanın da
sözkonusu olduğunu ileri sürebilme imkanına sahiptir.
Burada karşımıza itiraz ve def’i kavramları çıkar. Sükut ettirici olanlar itiraz teşkil
eder. Engelleyici olanlar ise def’i teşkil eder. İtiraz ile def’i arasındaki fark ise maddi
hukuk açısından hakimin bunlar karşısındaki konumu üzerinden icra edilir. İtirazı
hakim re’sen dikkate alırken, def’iler ise ileri sürüldüğü takdirde dikkate alınır. Fakat
hakimin itirazı re’sen dikkate alması bu vakıanın hiçbir surette ileri sürülmediği her
durum bakımından sözkonusu olmaz. Hakimin re’sen dikkate almasının anlamı şudur,
taraf bunu dilekçesinde bir savunma sebebi olarak ileri sürdüğünde dikkate alır fakat
taraf bunu ileri sürmediğinde ancak dosyadan usulüne uygun olarak bir evraktan bunu
anlayabiliyorsa hakim bunu dikkate alacak demektir. Yani davacının ileri sürdüğü
hakkı sona erdiren bir durum var diyelim ve bu durum dosyadaki dava evrakından
anlaşılamıyor ise bu takdirde taraf da bunu ileri sürmezse yargılama davacının iddiası
üzerinden yürütülür. Fakat taraf ileri sürmese de dava evrakında davacının iddia ettiği
hakkı sükut ettiren bir durum olduğunu hakim anlarsa o zaman bunu re’sen dikkate
almak zorundadır.
Hakkın sükut ettirilmesi 2 şekilde ortaya çıkabilir: hakkın doğumuna engel olan bir
olgu veya hak doğmuşsa da ortadan kaldıran olgudur.
A) Esasa ilişkin itiraz teşkil eden vakıaların beyanı veya dosyaya aksettirilmesi:
B) Esasa ilişkin def’i teşkil eden vakıaların ileri sürülmesi / borcu ifadan
kaçınma imkanı bahşeden “karşı hak”ların kullanılması: bu vakıaların da
cevap dilekçesinde öne sürülmesi mümkündür. Farklı def’i türleri vardır ve maddi
hukuk yönünden bunları ele alabiliriz. Burada 3 farklı def’i türü savunma
çerçevesinde ileri sürülebilir:
Buraya kadar bahsettiğimiz hususlarda dikkat edersek reddetme gibi bir durum sözkonusu
değildir. Daha çok davacının söylediklerine ilaveten tabiri caizse “bu vardır ama şu da vardır”
demekteyiz.
b. Karşı tarafın usûli işlem ehliyeti yokluğu veya eksikliğine ilişkin olgular
B) Usûle ilişkin def’i teşkil eden “ilk itiraz” vakıalarının ileri sürülmesi:
C) Dava sebebi ve hukuki sebebin inkar edilmesi: davacının ileri sürdüğü iddia
vakıalarının gerçek olmadığını davalı, cevabında ileri sürüp inkar edebilir.
Genellikle hayat olayından ziyade o hayat olayına ilişkin olgular ve olayı oluşturan
merhalelerin öne sürüldüğü görülür.
3. Karşı dava ikamesi: karşı dava ikamesi, davalının cevaplarının yanısıra davacıyla
olan bir hukuki ilişki iddiası temelinde kendisinin de davalıya karşı bir usuli talep
sahibi olduğunu iddia etmesidir. Dolayısıyla davacı nezdindeki hakkının alınmasını,
davacının davasına mukabil tutum olarak karşı dava ikame ederek tepki verebilir.
Cevaptan farklı olarak burada bir dava ikamesi var artık davalı, davacı pozisyonu
almış oluyor. Mahkemece bunun sürece sokulabilmesi bakımından kanunda öngörülen
şartların tahakkuk etmesi gerekiyor aksi halde bu iki dava birlikte yürümez. O halde
karşı davayı davalının ayrıca ikame etmesi gerekir.
b. karşı davanın müstakil bir usûli talep niteliğine sahip olması: müstakil bir
dava olduğu için genel dava ikamesine ilişkin esaslar nelerse bunlar karşı dava
ikamesi bakımından da tahakkuk etmiş olmalıdır. Bunlar dava şartlarıdır. Bu
dava şartları tahakkuk edecek ve böylece esasın incelenmesine geçilecek.
2. Asıl dava ile karşı dava arasında bağlantı olması : bu konu kanunda
bir bağlantı olması veya takas mahsup ilişkisi olması aranıyor. Takas
mahsup davada cevap olarak ileri sürülmekle yetinildiğinde (yani def’i
olarak ileri sürüldüğünde) davacının takas istediği hakkı daha fazlaysa
bu takdirde, davacının davası reddedilir ve onun fazla alacağının
hüküm altına alınması sözkonusu olmaz. Karşı dava açıldığında ise
davacı nezdinde daha fazla hakkı vardıysa o zaman o fazla hak kısmı
da hüküm altına alınır. Buradaki takas mahsup konusu davacının iddia
ettiğinden fazlaya denk gelen bir takas mahsup konusu olabilecek hakkı
varsa bağlantı sebebi olarak kabul edilir. Taraflar arasında birden fazla
hukuki ilişki olabilir, o davada taraflar arasında aynı ilişki çerçevesinde
bir karşı alacak ileri sürülmüşse o zaman mahsup olur ama davacının
iddia ettiği hakkın ortaya çıktığı hukuki ilişkinin dışında başka bir
hukuki ilişkiden doğan bir hak ileri sürülüyorsa o zaman takas olur.
Mahsupla takas arasında hukuki ilişkinin aynı olup olmaması yönüyle
böyle bir farklılık vardır.
5. Karşı davanın kaideten asıl dava ile aynı yargılama usûlüne tabi
olması: kanunda açık şekilde böyle bir şarttan bahsedilmiyor lakin
daha sonra göreceğimiz üzere davaların birleştirilmesi ve tefriki ve
keza dava yığılması bakımından benzerliğini/farklılığını ortaya koyan
şey yargılama usulüdür. Yargılama usulü, bağlantılı olmasının
aranmasından ve keza cevap süresi içerisinde ikame edilmesi şartının
aranmasından hareketle şart olarak öngörüldüğünü belirtebileceğimiz
bir özelliktir.
IV. Yazılı usulde cevaba cevap (replik) ve ikinci cevap (duplik) dilekçeleri
Tarafların dilekçe sunma imkanları yazılı usulde 2 adet olduğundan dolayı ikinci
dilekçe vermeleri sözkonusudur ve kanun bunu 136. Maddede düzenlemiştir. İkinci
dilekçeler de birinci dilekçelere ilişkin kurallara atıfla düzenleniyor ve zaten işlevi
birinci dilekçeleri tamamlamaktır. Birinci dilekçeler sunulmamışsa yani davalı davaya
cevap vermemişse davacının da ikinci dilekçe vermesine kanun gerek duymuyor.
Davacının ikinci dilekçesi replik dilekçesi, davalınınki ise duplik dilekçesidir.
Replik dilekçesinin sunulmasından itibaren 2 hafta içerisinde davalının da duplik
dilekçesini sunma imkanı vardır. Atıf, dava cevap dilekçesi kurallarına göre yapıldığı
için bu süre istisnai olarak replik dilekçesinde, dava dilekçesinde öne sürülmeyen bir
vakıayı davacı, replik dilekçesinde bildirmişse ve olay karmaşıksa davalının da duplik
dilekçesini sunmak için 2 haftadan daha uzun süreye ihtiyacı olduğunu kabul
edebiliriz.
3. Hafta
Hmk da önceki hmuk döneminde olmayan bir kesit ilk derece yargılamasına ithal edildi.
Yargılamanın etkin ve verimli surette yapılmasına imkan veren modelleri kullanan hukuk
sistemlerinden ilham alınmış olması sözkonusudur. Doğrudan bir mukayese olarak “… hukuk
sisteminden alınmıştır” diyemiyoruz lakin alman esas duruşma yargılama usul modelinden
ilham alındığını söyleyebiliriz. Bu model hmk ile eşzamanlı olarak yürürlüğe giren ve bizim
önceki usul kanunumuzun da mehazı (kaynağı) gibi isviçre hukuk sisteminde de onların
yargılama usulünde alman hukukundan mülhem (ilham alındığı) kabul edilmiştir.
araçların kullanımı alman hukukundakine kıyasen daha mutlak şekilde bir kullanım
arzeder, alman modelinde ise bu durum alternatifli kabul edilir. Hmk’nın iki özelliği
ise:
a. Hmk yargılama (olağan) usûl stilinin alman esas duruşma modeli ile kısmi
benzerliği
Verimli bir yargılama yürütülmesi, uyuşmazlığın hukuken doğru bir kararla sonuçlandırılması
bakımından yargılamada öncelikle kapsamluı bir hazırlık yapılırsa daha verimli bir sonuç
alınacağı öngörülür. Maliyet bakımından hem ucuz bir yargılama yapılması, kamu
kaynaklarının tasarruflu kullanılması hem de nispeten kısa bir sürede yargılamanın
tamamlanması şeklinde bir etkinlik düşüncesinin rol oynadığını görüyoruz.
etmemektedirler. Yani deyim yerindeyse biri “bu böyle oldu derken” diğeri
“bu şöyle oldu” demektedir.
Re’sen araştırmalarda hakim de tarafların yanısıra aktif olduğu için ve keza dava
malzemelerinin toplanmasında teksif ilkesinin yani iddia savunma değişiklik yasağı
re’sen araştırmaya tabi olan davalarda cari olmadığı için ön incelemeye ihtiyaç sınırlı
olarak sözkonusu olur.
Ön incelemenin kapsamı
Madde 137- (1) dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra ön inceleme yapılır. Mahkeme ön
incelemede; dava şartlarını ve ilk itirazları inceler, uyuşmazlık konularını tam olarak belirler,
hazırlık işlemleri ile tarafların delillerini sunmaları ve delillerin toplanması için gereken
işlemleri yapar, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebileceği davalarda onları sulhe veya
arabuluculuğa teşvik eder ve bu hususları tutanağa geçirir.
Ön inceleme, kanunda bahsedilen hem yazılı usul hem de basit usul bakımından caridir. Az
önce ön incelemenin imkanının bulunmadığı veya sınırlı olduğu prosedürler bakımından ön
incelemeye ihtiyaç duyulmayacağını ifade etmiştik.
başladığı anda eğer şartlar mevcut ise bununla ilgili kararların verilmesini
öngörüyor ve hatta burada dava şartlarının tamamlanma imkanı olmayanlar
bakımından yargılamanın sonlandırılması da dahil yetki tanınıyor.
(yazılı) usule atıf yapıldığı için az önce yazılı usulde bahsettiğimiz kurallar basit usule
tabi davalardaki ön incelemede de geçerlidir.
Yazılı usul ve basit usul bakımından şunu söyleyebiliriz: basit usulde, dava şartları/
engelleri itibarıyla dosya üzerinden karar verme yargılamanın bir sonraki aşamaya
geçilmeden sonuçlandırılması mümkün ve gerekli olduğu hallerde bu keyfiyetin yazılı
usuldekine nazaran daha belirgin olduğunu söyleyebiliriz. Temelde yazılı usul ve basit
usul bakımından ön inceleme safhasında bir farklılık yok diyebiliriz. İkisi arasındaki
fark ancak şekli bir fark olarak görülür.
Burada da ön incelemeye ilişkin usuli işlemlerin somut olarak neler olduğunu görüyoruz.
Ön incelemeye ilişkin usuli işlemler hangileridir bunların belirtilmesi gerekir.
2. Delil ikmal dilekçesi: hakim karar vermeden de beyan delili itibarıyla şahit
listesini taraf kendisi de verebilir. Dilekçede tanık deliline dayanıldığı
B) Önincelemenin tamamlanması
3-öninceleme tutanağı
Kanun tahkikata bu tutanağın esas alınmasını tahsis etmesi itibarıyla yargılamaya yön
göstermesi bakımından bu tutanağın temel bir belge olma özelliği vardır. Dava
dilekçelerinden sonra ön incelemede sözlü dinlenilmeyle birlikte artık davadaki
tarafların aralarında gelinen son nokta ve anlaşmazlıklı alanlar bakımından ve keza
deliller bakımından son noktayı gösteriyor.
4. Hafta
Tahkikat aşaması ilk derece yargılamasında ön incelemeyi takip eden yargılama kesitidir.
Yazılı usulde ve basit usulde tahkikatın cereyanı önemli ölçüde benzerdir. Basit usule tahsis
edilmiş olan davaların çapı nispeten daha dar olduğundan dolayı tahkikat da buna bağlı olarak
değişkenlik gösterebilir.
Bizim için temel olan, dar anlamda tahkikatın ifade ettiği manadır.
Tahkikat evresi her yargılama aşaması gibi hedefe götürme bakımından belli bir işleve
sahiptir. Tahkikatta tarafların iddia ve savunmalarının doğruluğunun ortaya çıkarılması
işlevi söz konusudur. Bu bakımdan tabiatıyla tarafların ileri sürdüğü tüm vakıalar,
tahkikat evresinin işlevi olarak incelenmek durumunda değil. Burada daha önce de
gördüğümüz üzere, ön incelemede tarafların üzerinde anlaşmazlık halinde bulunduğu
vakıalarda hukuken önemli bulunanlar incelenecektir.
a. İspata konu vakıaların doğru olup olmadığının tahkiki ve fiili meselenin halli (vakıa
hükmü): fiili mesele, anlaşmazlıklı olan veya hakime subut bakımından sabit görme
ihtiyacı hissettiren vakıalardan, hukuken önemli olanlar fiili meseledir. Mesele derken
burada kast ettiğimiz şey bu meselelerin vukuu hakkında hakimin bir kanaat edinmesidir.
İleri sürülen vakıa gerçek midir, doğru mudur? Bu hususta hakimin edindiği kanaattir.
Mesele derken buradaki belirsizliğin halledilmesini kastediyoruz.
Tahkikatın işlevi bakımından fiili mesele önem taşır dolayısıyla tahkikatın öncelikli hedefi
fiili meselenin hallidir. Buna vakıa hükmü de denilir. Hakimin, önündeki davada veya
yargılamada fiili mesele hakkında ulaştığı sonuç anlamında kullanılır. Hakimi önündeki
davada sonuca götüren bir mesele olarak öncelikli olarak ileri sürülen vakıalar doğru mu
ve gerçek mi bunun sonuca kavuşturulması gerekiyor. Burada hakimin ulaştığı ara sonuç,
daha sonra ulaşacağı nihai sonuç bakımdan önem arz eder. Burada hakimin ulaştığı kanaat
ve vakıa hükmü formel olarak dava evrakına aksetmez ama hakimin kendi notları
arasında yer alabilir.
Davanın olgunlaştırılması derken burada bir sonraki aşama sözlü tartışmadır ve orada hukuki
mesele ele alınacaktır ve onun halliyle de hükme varılacaktır. Hakim burada bir taraftan vakıa
hükmü elde etmeye çalışırken diğer taraftan aslında o vakıaya ilişkin olarak yürürlükteki
hukukta benzer vakıaları içeren kurallar karşısındaki durumu da zihni olarak gözden geçirir.
Bir sonraki aşamada davaya uygulanacak kuralın anlaşılması yoruma bağlı ise yapılacak
yorum faaliyeti sırasında somut durumdaki vakıanın özelliklerini kuralla karşılaştırma
bakımından bir refleks sağlar. Sözlü yargılama ve hüküm aşamasında hüküm için
olgunlaştırılması işlevi de tahkikatta tali olarak yer alıyor.
Tahkikat sonuç olarak, fiili meselenin halli ve davanın sözlü tartışma ve hüküm için
olgunlaştırılması hedefini taşıyor.
Tahkikat, ilk derece yargılaması itibarıyla yargılamanın bir evresidir. Her yargılamada
tahkikat evresinin cereyanı gerekir mi? Hukuki koruma araçlarının tümü açısından
tahkikatın varlığı ayniyet göstermiyor. Çekişmeli ve çekişmesiz yargılamada tahkikat
aşamasının cereyanı esastır.
b. Davanın tahkikat evresinin başında süre yönünden reddi hali (HMK m.142;
320/2 ilk c.): süreler bakımından ön inceleme aşaması tamamlandıktan sonra kanun,
süreleri ele alıp ve sürelere ilişkin iddialar çerçevesinde bunların karara
bağlanmasını öngörüyor. Burada sürelerden kastımız zamanaşımı ve hak düşürücü
sürelerdir. Tahkikat evresinin hemen başında zamanaşımı iddiası bakımından daha
sonra hakimin delilleri inceleyemeyip tahkikatta delilleri inceleyecektir ama bunun
bir istisnası usule ilişkin meseleler idi, tahkikattan önce bu deliller incelenebilir ama
esasa ilişkin delil inceleme yasağı vardır. Bu nedenle tahkikat aşamasının başında
ileri sürülen ve zamanaşımına yönelik, ön inceleme aşamasında toplanan
belgelerden bir kanaat edinilmiş ise hakim burada zamanaşımı nedeniyle davanın
reddine karar verecektir. Böylece tahkikat evresi cereyan etmeden sözlü tartışma ve
hüküm aşamasına geçiş olur.
d. Taraflarca getirilme ilkesine tabi bir davanın öninceleme evresi sonunda iddia
yokluğuyla reddi hali: iddia yokluğu, tarafın hukuki koruma talebine temel teşkil
etmek üzere istediği kararı elde etmek bakımından onun maddi unsurlarını teşkil
eden vakıaları dermeyan etmesidir yani davaya sebep olan şey nedir? Hangi sebep
o hedefe yönelik talepte bulunmayı gerektiriyor? Bunların ileri sürülmemiş
olmasıdır. Ön inceleme aşamasında diğer tarafın ileri sürdüğü savunmalar
meyanında da davaya sebep olan şey tespit edilebilir ama burada da tespit söz
konusu değilse hakim, tahkik edilecek mesele olmadığından tahkikat evresine gerek
kalmadan yargılamayı hüküm evresine geçerek sonlandırır.
1. Tahkikatın konusu
tahkikatta fiili meseleyi HMK daki kurallar çerçevesinde nereden tespit edebiliriz
ve bize bununla ilgili yol gösteren malzeme var mıdır bunu inceleyelim.
Yine öne sürülen her vakıa değil, önemli olan vakıalar yani davaya tatbiki
muhtemel olan kurallarda yer alan (hak kuralları) vakıalar tatbik edilecektir.
Yan/tali vakıalar önem arzetmeyeceği için bunlar tahkikatın konusu
olmayacaktır.
Burada duruşmalı icra esası vardır dolayısıyla tahkikatın yöntemi duruşma icrasıdır ve
araçları da delillerdir. Duruşmanın yanısıra sözlü oturumlarda cereyan eden bazı işlemlere
tekabül eden araçlar söz konusudur.
A) Duruşma: tahkikat, duruşmalı olarak icra edilir demiştik. Duruşma gerek basit
gerekse yazılı usul bakımından kuraldır. Basit usul itibarıyla dosya üzerinden
inceleme (duruşmasız) olarak tahkikatı icra etme imkanı da vardır daha doğrusu bu
belgesel deliller incelenerek karara bağlanan haller itibarıyla bu şekildedir.
Taraf duruşmaya gelmezse buna onu zorlayacak bir araç yoktur. İsticvap
gerektiren haller bakımından bile tarafın cebren hazır edilmesi (zorla
getirilmesi) söz konusu değildir. Zorla getirilmek şahitler bakımından söz
konusudur ve bunu da göreceğiz.
Aracı olarak duruşmada icra edilecek bazı formel imkanlar da vardır ve bunlardan
biri isticvap veya tarafın şekli dinlenmesidir. İsticvap; cevaplandırma, sorguya
çekme anlamlarına gelir ve hakimin duruşmaya katılanlara soru sorup cevap
vermelerini istemesi tahkikatın cereyanında da olur. Duruşmalı icra edilen diğer
tahkikat aşamalarında da söz konusu olabilir. Tahkikatta hakimin tarafa soru sorup
cevap istemesi 2 şekilde olabilir. Bir defa taraflarca getirilmeye tabi bir dava varsa
bu takdirde hakim taraftan bilgi alma ihtiyacındaysa tarafı o meselede isticvaba
davet eder. Taraftan bilgi alma ve tarafın bilgisine başvurma, tarafın iddia ettiği
vakıalara yönelik olabilir ve davanın unsurlarına ilişkin olabilir.
ve yaptırıma tabi tutma imkanı bulunmaz ama taraf çağırılıp dinlenerek ondan
elde edilecek bilgileri bu surette hakim temin ederek tahkikatta kullanabilir.
C) Delillerin incelenmesi
b. Delillerin alınışının her bir delil türü bakımından farklılığı: eğer delil
beyani bir delil değilse, keşif icrasıysa mahale gidilerek tarafın da katılımıyla
oradaki belirtiler toplanır. Belge celbi varsa da bu sefer talebin katılımını
gerektiren bir durum yoktur.
Delillerin tarafların önünde alınması, her iki taraf itibarıyla neticede objektif
olarak gerçeğin bulunmasında hem ortaya çıkan sonuçtan tatmin olmak hem de
katkıda bulunmak şeklinde bir fayda hasıl olur. Kanunda, delillerin tümünün
birlikte inceleneceği belirtilmiştir. Delillerin tümü birlikte incelenir derken
anlamamız gereken şey, ileri sürülen delillerden, delil türleri itibarıyla tümünün
aynı anda değerlendirmeye tabi tutulması değildir. Özellikle kapsamlı
yargılamalar bakımından her bir meseleye ilişkin delil ayrı bir celse tayin
edilerek ayrı ayrı incelenir (etraflıca incelenebilmesi açısından). Tabiatıyla
burada parçalanıp, resmin bütününü görebilme bakımından ilave bir ameliyeyi
gerektirir yani ideal olan tüm delillerin birlikte ele alınarak, resmin tümünü
görmeye ve bir delilin diğerini tamamlaması suretiyle daha tam bir bilgi elde
edilmesi ve sonuç alınmasıdır.
3. Tahkikatın kapanışı
Tahkikatın kapanışı bakımından bazı önemli hususlar vardır. Bir defa tahkikatın sonunda
taraflar, tahkikata beyanda bulunma imkanına sahiptir. Az önce bahsettiğimiz gibi ayrı
ayrı delillerin incelenmesi sonrasında da böyle bir imkana sahiptir ama aynı zamanda
topluca da beyanda bulunulabilir ama topluca beyanda bulunma esastır.
a. Beyanın sözlü veya yazılı şekilde sunulabilmesi: taraflar duruşmada sözlü olarak bu
imkanı değerlendirebileceği gibi yazılı dilekçe olarak da (tahkikata beyan dilekçesi
şeklinde) sunabilirler.
b. İncelenmemiş delillerin tüketilmesi: örneğin taraf 4 tane delil göstermiş ama hakim
2 tanesini dinlemenin yeterli olduğunu düşünmüştür. Tahkikatın genişletilmesinde ise
geri kalan 2 şahidin de dinleyebilir. Ya da bir yerden gelecek belgenin zaman alıcı ya
da tali olduğu düşünüldüğü için başta onun celbini hakim sağlamamıştı ama sonradan
hakim yeterli kanaat edinemediği takdirde o belgenin de celbine karar vererek ilave
bilgi alma yoluna gider. Özellikle istinabe yoluyla elde edilen deliller bakımından
bunların tekrarına da gidilebilir.
b. Basit usulde doğrudan sy-h evresine geçilip tarafların esasa dair sondiyecekleri
sorulup alınarak hükmün verilebilmesi (HMK, m.321/1): zaten önceki dönemde de
yazılı usulden farklı olarak burada tahkikatın tamamlanmasını takiben son diyecekler
olarak sözlü yargılamaya ilişkin hukuki mesele hakkındaki beyanların alınıp hüküm
aşamasına geçilebiliyordu ve orada herhangi bir değişiklik yoktu. Bu durumda yazılı
usul ve basit usul 2020 değişiklik öncesi itibarıyla aynı hale geldi.
A) Kapsam ve sınırlarıyla ıslah hakkı: öncelikle ıslah işlemi iddia savunma değişiklik
yasağına tabi yargılamalar bakımından tarafların, davanın unsurları üzerinde, taraf
unsuru dışındaki unsurları üzerinde değişiklik yapma ihtiyacını karşılayan bir
kurumdur. O halde taraf usuli işlemlerine yönelik dolayısıyla mahkeme usuli işlemleri
ıslaha tabi değildir. Burada dava sebebi yani vakıalar ve dava konusu yani neticeyi
talep ile ilgili işlemler bakımından bunları değiştirme ihtiyacını karşılama amacı söz
konusudur. Islahın işlevi, daha önce eksik ya da hatalı olarak tesis edilmiş olan söz
konusu taraf usuli işlemlerinin düzeltilmesi ve iyileştirilmesidir. Davanın sebebi olan
vakıalar bakımından eksik olan bir vakıa ilave bir imkan olarak ıslah suretiyle
yargılamaya ithal edilebilir. Keza davanın konusu usuli talep bakımından eksik
bıraktığını düşündüğü veya sonra isabetli olduğunu düşündüğü bir usuli talep unsurunu
davacı, yargılamaya ıslah suretiyle ithal edebilir. Burada sadece davacı bakımından
değil davalı bakımından da bir imkandır. Islah davalı bakımından da gündeme gelir
ama burada davanın unsurlarından değil de benzerlerinden bahsetmemiz gerekir.
Burada cevap dilekçesinin unsurlarını dikkate alabiliriz.
2. Maddi anlamda kesin hüküm etkilerini (müsbet etki) haiz olmayan karar
istihsal olunan bazı yargılamalarda ıslahın sınırlılılığı
C) Islahın sonuçları
Burada ön sorunu anlamlı kılan yönü esasa ilişkin olan taraftır. Esasa ilişkin ön
sorunlar örneğin, tahkikatta inceleyeceği hakkında bir sahtelik iddiasında bulunulması
durumunda o delilden kanaat edinilmeden önce delil tahrif edilmiş mi, sahte mi
gerçek mi, sahih mi bunu belirlemesi gereklidir. Burada da şunu söylemek gerekir ki,
delillere ilişkin sahtelik iddiası resmi belgeler dışındaki deliller bakımından hakimin
yetkisindedir. Eğer resmi belge hakkında bir sahtelik iddiası varsa o takdirde
önündeki davada bunu karara bağlama yetkisi yoktur ve bunun için ayrı dava açılması
gerekir. O delile resmiyet kazandırmış olan (bunlar genellikle noterlikten sadır olur)
kurum da işin içine katarak yapılan bir yargılamada halledilir.
B) Bekletici sorun (HMK, m.165, 54 ): geniş anlamda ön soruna dahil kabul edilen
başka bir kuralla başka bir kurum olarak bekletici sorun, kanunda tanımlanıyor.
Burada da hakimin kendisinin çözmeye yetkili olmadığı meselede, o meselenin
çözümünde yetkili olan kuruma müracaat edilmesini sağlayıp, o mesele çözülene
kadar önündeki davayı karara bağlamaktan geri durması söz konusudur.
Burada başkası dediğimiz kurum idari veya yargı mercii olabilir. Hakimin önündeki
davayı karara bağlaması için idari bir işlemin tesisi gerekiyorsa idari merciiye
başvurulduktan sonra bekletici mesele olarak yargılamayı durdurur. Eğer tarafa
verilen süre içerisinde başvuru işlemi yapılmamışsa bu takdirde mevcut haliyle
davada karar vermek söz konusu olacaktır.
b. Zaruri bekletici sorun // geçerli bir yargılamayla doğru ve/veya tutarlı kararlar
verilmesi: eğer davanın karara bağlanabilmesi için bu meselenin halli zaruri ise
zaruri bekletici sorundur.
1.1. hukuki mesele temelli ( tatbike medar kural hakkında aym’de dava
açılması hali): eğer anayasaya aykırılık gündeme gelmiş ve iptal davası
açılmışsa onu beklemek durumunda kalınır.
1.2. Fiili mesele temelli (bekletici sorun sebebinin ön sorun - asıl sorun
ilişkisi teşkil etmesi / beklenecek davadaki meselenin asıl davada ön
sorun olması): görülen davadaki bekletici meseleye ilişkin ön sorun başka
bir davada asıl sorun ise o zaman da bunun beklenmesi aslında önündeki
sorunu çözmeye yetkisi olmadığı bir ahval söz konusu olmamakla birlikte
çelişkili olmayan kararlar verilmesi ve yargılamanın doğru bir kararla
sonuçlandırılması bakımından zarurilik arzedebilir. Bazı hallerde usul
ekonomisi de buna davet edebilir çünkü henüz yeni başladığı bir yargılama
bakımından hakim, kendi yetkisi dahilinde olduğu o meselede karara
bağlanmış ama kontrol yargısı aşamasında olan bir durum söz konusuysa
onu beklemesi de bu yönden bir fayda sağlayacaktır.
5. Hafta
Yargılamada İspat
Aslında tahkikat ispattır. Hakim, tahkikatta tahkikata konu olan vakıalar hakkında bilgi
toplayıp bunların varlığı ve doğruluğu hakkında kanaat edinmeye çalışır. Bu ameliye de ispata
tekabül ediyor. Temelde bu hakime tereddüp etmekle birlikte taraflar bakımından hakime
kanaat verme, hakimi inandırma bakımından bunlar da bu faaliyet içerisinde yer alır.
I. İspat kurumu
A) İspat kavramı: kelime anlamı itibarıyla sabit gösterme demektir ve “subut” kökünden
gelmektedir.
bakan tarafı, sabit gör itibarıyla delili inceleme, onun temsil kabiliyetinden
hareketle vakıanın doğruluğunu ve var olup olmadığını tespit etme hakimin
pozisyonunu ifade eder.
Vakıalar çerçevesinde fiili olan vakıalar bakımından biz ispatın konusunu, tahkikatın
programını oluşturan ön inceleme tutanağında da belirlenmiş bulunan anlaşmazlıklı
vakıaların oluşturduğunu görmüştük. Bu halde üzerinde anlaşmazlık bulunmayan
vakıalar, fiili vakıalar itibarıyla ispatın konusu dışında kalır. Üzerinde anlaşmazlık
bulunmayan vakıalar 2 kategoridir: herkesin malumu olan vakıalar ispata muhtaç
sayılmaz ve benzer şekilde ikrarlı olan vakıalar da ispata muhtaç sayılmaz.
Hakimin bilgisi dahilinde bir ölçü olabilir mi? Hakimin kendi özel bilgisi (mesleki
bilgisi değil) dahilinde olan konular bu anlamda ispatın dışında kalır denilemez.
Basit ikrar, ispata konu olan vakıaya herhangi bir ilave yapmadan ve doğrudan o
vakıa hakkındaki teyit beyanı anlamını taşır. Örneğin, para alacağı hususundaki
tahsil davasında ödünç verilen paranın alındığının kabul edilmesi bu anlamda
herhangi bir ilave içermediği için ödünç verilen paranın alındığının ikrar edilmesi
basit ikrar manasına gelir.
Bileşik ikrar bakımından, doğrudan vakıa ile sınırlı ve ilave bir yan vakıa kişinin
kendisi yönüyle ortaya konuluyor ise bu takdirde de bileşik ikrar var denilir.
Örneğin, alacak tahsil davası itibarıyla alacak ilişkisine konu olan para kabzettiğini
ama ödediğini beyan ediyor olursa bu takdirde parayı teslim aldığını ikrar etmiş
oluyor fakat ilave bir vakıa ekliyor ve bu borcunu geri ödediğini ifade ediyor.
2.2. İkrarın mahkeme içi zuhur etmiş olması: bunun doğrudan dava
mahkemesinde cereyan etmesi şart değildir. Başka bir mahkeme önünde de
ikrar olabilir. Mahkeme önünde cereyan etmemiş ikrarlar bakımından
destekleyici delillere bağlı olarak ikrarlı sayma sonucu ortaya çıkabilir.
4.2. Normun tanzim ettiği olayla ilgili vakıalar: kuralların, her zaman birebir
olarak düzenlenen vakıalar üzerinde yoğunlaşması mümkün değildir.
Vakıaların ilgili olduğu vakıalar da bu kapsamda hukuken önemlidir ve
kapsam içinde yer alır. Örneğin, hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar
veren kişi zararı tazmin etmekle mükelleftir, düzenlemesi bakımından
hukuka aykırı bir fiilin varlığı bu olgusal durum kapsamındaki vakıalardan
birisidir. Trafik kazasına bağlı tazminat davasında, kazaya sebebiyet veren
aracın süratli geldiğine ilişkin bir iddia kapsamında burada aracın süratli
oluşu bu manada fiilin hukuka aykırılığı bakımından kural ihlaline tekabül
ettiği için bu da ilgili vakıa olarak hukuken önem taşır ve ispata konu teşkil
eder.
Tecrübe kuralı dediğimizde burada kastedilen, genel hayat tecrübesine dair olan
tecrübeler kastedilmez. Bu açıdan genel hayat tecrübesinde, olağan yaşantıda
herkesin varlığından haberdar olduğu kurallar değil özellik arzeden kurallar
ispatın konusunu oluşturuyor.
Bu açıdan bilimsel bilgiler ve mesleki bilgiler şeklinde bir tasnif söz konusudur.
2. Mesleki bilgiler: mesleki bilgiler de ispata konu vakıalar kapsamında yer alır.
Mesleki bilgiler, mesleki faaliyet çerçevesinde öğrenilerek yerine getirilen
meslek ve sanat çerçevesinde kazanılan bilgilerdir. Örneğin, çimentonun beton
dökme esnasında ne miktarda sulanması gerektiği ve yeterli miktarda sulanmış
olmadığından yandığı ve inşaatın kalitesine ilişkin bir ayıp teşkil ettiği
şeklindeki bir inşaat sözleşmesinde, ahde aykırılık bakımından beton dökme
işlemini yapan inşaat ustalarının mesleki bilgisine tekabül eder.
c. Hukuki işlem ve fiiller: hukuki olgular olarak, hukuki işlemler ve hukuki işlem
benzeri fiiller şeklinde bir tasnif söz konusudur.
2. Hukuki işlem benzeri fiiller: bunlar da ispata konu teşkil edebilir. Hukuki işlem
benzeri fiilden anlamamız gereken şey tarafların iradesi dışında doğrudan
kanunun sonuç bağladığı hukuki fiillerdir.
A) İspat külfeti: kısaca, davada ispatsızlığın riskini ifade eder. Hakim, tahkikatın
sonunda gösterilen delillerde bunların vukuu hususunda yeterli kanaat sahibi
olmadığında bu vakıalar usuli talebin kabulü bakımından maddi temel teşkil ettiği için
bu vakıaların varlığı hakkındaki kanaatsizlik bunların mevcut olmadığının kabulü
sonucunu doğurur dolayısıyla talep sahibinin, usuli talebinin reddi sonucunu doğurur.
1. Bir vakıadan kendine hak çıkaran ispatlamalıdır (TMK m.6; HMK m.190/1):
M k madde 6 dan bildiğimiz üzere “ileri sürdüğü vakıadan kim kendi lehine hak
iddia ediyorsa bu vakıayı ispatla yükümlüdür” ve aynı husus benzer şekilde HMK
da da yer almaktadır. Bu genel kuralın her durumda yeterli sonuç vermesi veya
adil sonuç vermesi mümkün olamayabilir. Bu yüzden bazı yardımcı kurallarla bu
genel kuraldan ayrılmaya da cevaz verilmektedir.
4. Bir kanuni karineye dayanan taraf onun sahip olduğu temel vakıayı
ispatlamalıdır (HMK m.190/2):
İkrar hususunda kural olarak, aleyhine bir vakıayı ikrar eden kişi bundan dönemez.
Ancak bu hususta eğer hata sebebiyle bu ikrar ortaya çıkmışsa bu istisnai olarak
ikrardan dönme sebebi kabul ediliyor. Bir de hasmın muvafakati halinde ikrarın geri
alınabileceği kabul ediliyor.
İkrarın türleri bakımından başta da ifade ettiğimiz gibi mahkeme içi – mahkeme dışı
ayrımı söz konusudur. İspatı etkileyen, ispat açısından önem arzeden ikrar mahkeme
içi ikrardır. Mahkeme dışı ve usule gelmiş bir ikrarın da yargılamaya etkisi
destekleyici bir delille mümkündür. Özellikle takdiri delillerle ve idari mercii
nezdinde, taraflar arasında bir mektup ilişkisinde kabul edilmiş bir vakıanın,
yargılamada ileri sürüldüğü ahvalde bunların destekleyici takdiri delillerle ispatın
konusu olmaktan çıkması mümkündür.
İspat hakkı, denilince akla gelen husus anayasada da yer alan ceza hukukuna ilişkin
kuraldır. Hukuk yargısı açısından ise ispat hakkından anlaşılan bu değildir. Anayasaya
geçmiş olan, ceza hukukundaki ispat hakkı, hakaret davalarıyla ilgilidir ve hakarete
ilişkin ceza davası açıldığında hakaret konusu vakıanın vukuunu ispat ederek, sanık
cezadan kurtulabilir. Mesela kişinin birisine “sahtekar, dolandırıcı” dediğini
düşünelim. Bunların doğruluğunu ispat hakkı, anayasada geçtiği surette tasfiye
ediliyor.
Hukuk yargısı açısından ispat hakkı ise ispat imkanı ve ispata ilişkin yetkilere tekabül
ediyor. Biraz önce ispat külfetinden bahsetmiştik, peki külfet olan yani yük olan şey
nasıl olur da hak bahşeder? Usul hukuku açısından ispat, hem hak hem külfet olan
karma vasıflı bir kurumdur. Maddi hukuk bakımından, velayet hem bir hak hem bir
yükümlülük olduğu gibi.
İspat külfetini taşımayan taraf da karşı tarafın iddiasının doğru olmadığını ileri
sürdüğünde, bunların incelenmesi de gerekir ki bu hususta karşı delil ileri sürme
yetkisi de mevcuttur.
İspat hakkını gördük lakin ispat hakkının mutlak olmadığını da görmemiz gerekir. Bu
açıdan, kanunda bazı yasaklar da mevcuttur. Münferit hükümlerden hareketle, açık
veya örtülü olarak ispata ilişkin bazı yasaklar da görüyoruz ve bunlar “delil yasakları”
olarak da belirtilir. Ortada ispata konu olan vakıaların tespitini içeren bir hüküm varsa
bu hüküm kapsamındaki yapılan tespitler belli özellikler çerçevesinde gerçeklik
hususunda karine meydana getirir. Buradaki karine, kesin kanuni karine teşkil ediyor
dolayısıyla delil ikamesini – delil incelenmesini engelliyor. Bu açıdan aynı taraflar
arasında daha evvel farklı konulu bir yargılamada, sonraki davada ispata konu olmuş
bir vakıa tespit edilmiş ise buradaki tespit devamındaki yargılamada bağlayıcıdır.
1.2. Hukuki dinlenilme fırsatı tanınmış olan üçüncü kişi ile o yargılamanın
tarafı arasındaki sonraki aynı sebepli farklı konulu sonraki davalarda
kaideten aynı sonuç caridir (HMK, m.64,69/2): Aynı taraflar arasında
olmamakla birlikte daha önceki bir yargılamada, ihbar etkisi - geri
müdahale etkisi ortaya koyan bir hüküm elde edilmiş ise önceki davada
yer alsın veya almasın önceki davanın taraflarından birisi bu ihbar ve geri
müdahale durumları çerçevesinde rücu imkanına sahip olduğu kişi
aleyhine açtığı sonraki davada, önceki hüküm kapsamındaki tespitler
tekrar araştırılmaz.
1.3. Tarafları farklı olan sonraki bir davada dava sebebi ve/veya dava
konusu aynı olan önceki davadan sadır kesin hüküm bünyesindeki asıl
veya ön mesele tespitleri güçlü takdiri delil / çürütülebilir karine teşkil
eder: Tarafları tamamen farklı olan bir davada elde edilen hüküm, aynı
dava sebebi veya dava konusu bakımından farklı taraflar arasındaki bir
yargılamada da delil teşkil edebilir fakat buradaki durum delil dermeyanını
engellemiyor ancak güçlü bir takdiri delil olarak dikkate alınıyor ve
delillerin değerlendirilmesine etkide bulunuyor.
b. İspatın süresi ve şekline ilişkin yasaklar: Bir defa delil ikamesi bakımından
kanun, delillerin zamanını açıkça belirtmiş olmamakla birlikte kanunda gösterilen
süreden sonra “tarafların ancak şu istisnalar halinde delil göstermesi
145. madde çerçevesinde delil ileri sürmeye ilişkin sınırlama ve keza 140. Madde
çerçevesinde de belgesel delilleri daha önce gösterse de ön incelemeye ilişkin
olarak bunların sunulması yine zaman sınırına tabidir. Keza dışardaysa ve evinde
değilse de nerede olduğunu bildirme hususunda bir sınırlama vardır. Bunlar ispat
hakkına ilişkin zaman bakımından sınırlardır.
2.1. Hukuki işlemlere ilişkin olarak kaideten senetle ispat mecburiyeti: Biz
kanunda hukuki işlemlere yönelik olarak ispatın konusunun hukuki
işlemler olduğu haller bakımından senetle ispat mecburiyeti şeklinde bir
sınırlama görüyoruz.
2.2. Senede karşı aksini ispaten kural olarak şahit delili ikame yasağı
(HMK, m.201)
ihlal eden surette elde edilmiş deliller bakımından da benzer bir durum olarak bu
yasağın söz konusu olduğunu görüyoruz. Örneğin boşanma davasında eşlerin
şahsi dolabından elde edilmiş bir mektubun yahut şifresi ele geçirilerek elde
edilmiş bir e-postanın delil olarak kullanılması bu anlamda hukuka aykırı kabul
ediliyor. Özel hayatın gizliliğinin ihlal edilmiş olması, hukuk kuralının ihlali
suretiyle o delile ulaşılmış olması çerçevesinde tartışma vardır ama delil
imkanının sınırlı olması ve mevcut delilin tek delil olması ve özellikle kamu
yararının söz konusu olması hallerinde delilin hukuka aykırı elde edilmiş
olmasının yaptırımı yine cari olsa da o tür delillerin yine de değerlendirilmesi
gerektiği kabul ediliyor. Bir de bu delilin 189. Maddede dikkate alınmaması
şeklinde kesin bir sınır koyulduğunu görüyoruz ve bu bakımdan re’sen bir
dikkate alma söz konusudur. Karşı tarafın, ikame edilmek istenen/ikame edilen/
ileri sürülen delilin hukuka aykırı elde edildiğini ileri sürmesine gerek yoktur
çünkü hakim kendisi bunu dosya evrakından tespit eder ve o delili incelememe
gibi bir sonuç ortaya çıkar.
A) İspatın işlevi itibarıyla türleri: İspat konusunda işlev itibarıyla yani ispatın amacı
çerçevesinde 3 farklı ispattan bahsedildiğini görüyoruz
a. Asıl ispat (HMK m.190): İspat külfeti ve bağlı olarak delil gösterme külfeti
üzerinde bulunan tarafın ispat faaliyetindeki konumunu ifade eder. Yargılamada
genellikle ispat külfeti davacının inisiyatifiyle ilişkilendirilebilir fakat bu durum
mutlak değildir dolayısıyla asıl ispat, davacının iddia vakıalarına ilişkin olabileceği
gibi aynı zamanda davanın savunma vakıalarına ilişkin olarak da ortaya çıkabilir.
Bu inkar vakıaları, davacının asıl ispat faaliyetine tabi iken davalının inkar dışında
ilave olumlu bir savunma vakıası ileri sürdüğü haller bakımından bu defa asıl ispat
onun söz konusu anlaşmazlıklı vakıalarını anlatacak biçimde ve onun zaviyesinden
de cari oluyor.
b. Karşı ispat (HMK m.191): Karşı ispatla da bağlantılı olarak davalının inkar
savunmasında bulunduğunu düşünelim. İnkar savunması bakımından davacı, iddia
vakıalarını kural olarak ispat külfeti altındadır ve asıl ispat faaliyetini o yürütüyor.
Davalı da aynı zamanda inkara taalluk eden (denk düşen) bu vakıalar bakımından
karşı ispat faaliyeti kapsamında karşı delil dermeyan edebilir. Davalı, bununla
ispat külfetini üzerine almış sayılmıyor ve davacının iddia vakıaları kapsamında
gösterdiği delillerin incelenmesiyle ilgili olarak veya davacının iddia ettiği
vakıaların doğrudan aksinin vaki olduğunu ortaya koymaya matuf olarak
(yönelerek) lehine bir sonuç almayı sağlama imkanına erişmiş oluyor.
c. Aksini ispat [ör: adi kanuni karinenin tersinin doğruluğunu ispat] (HMK
190/1): Aksini ispata örnek olarak karinelerle ispatı verebiliriz. İspatın genel
kuralı, kim ileri sürdüğü vakıadan lehine hak iddia ediyor ise o vakıayı ispat
külfeti o kişinin üzerindedir fakat bunun bazı tamamlayıcı kurallarla
desteklendiğini ve kolaylaştırıldığını söylemiştik ve bu meyanda karinelerle ispat
meyanında kanuni karine kabul edilen haller çerçevesinde ve genel kural
bağlamında ileri sürdüğü vakıadan hak iddia etse de o kişiyi ispat külfetinden
a. Doğrudan ispat: İspata konu vakıayı varit gösteren veya varit olmadığını ortaya
koyan delillere başvurularak yapılan ispattır. İspata konu vakıanın cereyanını
gözlemleyen bir şahit deliline başvurulması durumunda doğrudan ispata konu
vakıa hakkında delilin bildirilmiş olması hali doğrudan ispata tekabül eder.
b. Dolaylı ispat (delil zinciri): Doğrudan ispatın konusu olan vakıaya ilişkin delil
incelenmesi söz konusu olmaksızın yan vakıalara ilişkin delillerden hareketle asıl
vakıanın varit olup olmadığı hakkında bilgi edinildiği ahvalde de dolaylı ispat söz
konusu olur. Bu bakımdan dolaylı ispat da kendi içinde emareler yardımıyla ispat
ve karineler vasıtasıyla ispat şeklinde 2 kategoride karşımıza çıkıyor.
Keza trafik kazasında kural ihlali bu bakımdan bir ilk görünüş ispatı
teşkil eder. Örneğin, araca arkadan vuran kişinin ilk görünüş ispatı olarak
kusurlu sayılması şeklinde bir kabul söz konusudur fakat ilk görünüş
iii) Sonuç karinesi / sözde karine (TMK, m.3): Buna örnek olarak
TMK 3. Maddedeki iyi niyet karinesi verilebilir. Buna göre
kanunun iyi niyeti aradığı hallerde buna dayanan tarafın iyi
niyetinin esas olduğu belirtiliyor. Dolayısıyla karşı tarafın bu
karinenin aksini ve iyi niyetli olmadığını ispatlaması gerekiyor.
Örneğin TMK 722 ve devamında kendi levazımıyla iyi niyetli
olarak başkasının arazisine yapı inşa eden kişinin, tazminatta yapı
mülkiyetini talep edebilme hakkının olduğundan bahsediliyor.
Burada iyi niyetle kastedilen başkasının arazisine yapı yapan
kişinin o arazide yapı yapmasına cevaz veren şartların var
olduğunu sanmasıdır. Burada olgu karinesindeki gibi bir fiile
dayalı olma durumu yoktur ama hukuk politikası çerçevesinde
dürüstlüğe ilişkin bir varsayım söz konusudur.
Hakime bakan tarafı itibarıyla ispat ile ortaya çıkan sabit görme hali hakimin
edindiği kanaatin derecesinin ne olması gerektiği bakımından subut dereceleri ve
yine bağlantılı olarak subut türlerinden bahsedeceğiz.
Bu hususta sıkı veya formal subut ve aynı zamanda bu sıkı ispat ve formal ispat
şeklinde de belirtilir. Eğer ispat faaliyeti, delil kuralları katı olarak belirlenmiş
surette o çerçevede yürütülecekse o zaman sıkı deniliyor ki ve yine delil vakıaları
ancak belirli delillerle ispat edileceğine ilişkin düzenlemeleri kabul eden
kanunlardaki ispat rejimi veya subut rejimi buna tekabül ediyor. İspatın sıkı delil
kurallarına bağlı olmadığı ve delil kataloğu dışında da hakimin vakıanın vukuu
hakkında kanaat edinebilmesine izin veren yaklaşım ise serbest subut veya serbest
ispat yaklaşımı adını alır.
2. Serbest subut
1. Katı değerlendirme
a. Subut türü ve derecesi: Sıkı ispat mı var serbest ispat mı var diye baktığımızda
karma bir yaklaşımın benimsendiğini görüyoruz zira hukuki işlemlerde kural olarak
senetle ispat öngörülmektedir. HMK 192 ye göre ise delil kataloğunu öngörüyor
ama delil kataloğunda yer alan delillerin dışında da hakimin kanaat edinmesi
yasaklanmıyor elbette istisnai haller çerçevesinde bu itibarla karma bir yaklaşımın
benimsendiğini söyleyebiliriz.
Ölçü bakımından ispat ölçüsü veya subut derecesi bakımından da burada hukuk
yargısı, ceza yargısından farklı olarak ceza yargısında eminlik derecesinde bir ölçü
cari iken hukuk yargısında makul şüphesizlik derecesinde bir ölçü olduğunu
görüyoruz. Ceza yargısında “şüpheden sanık yararlanır” ilkesinin de ifade ettiği
surette görüyoruz ki hakimin eminlik ölçüsünde bir kanaat edinmiş olması gerekir.
Hukuk yargısında ise bu derece yüksek bir ispat ölçüsü söz konusu değildir, makul
surette bir şüphesizlik söz konusu ise bu bakımdan bu vakıa ispat edilmiş
sayılacaktır. Yaklaşık ispata tabi olan yargılamalar da söz konusudur, geçici hukuki
koruma araçları bakımından ve ön sorunlar bakımından (hakimin reddi gibi) kanun,
yaklaşık ispata yani ağır basan ihtimal ölçüsündeki ispata da cevaz veriyor. Bu
itibarla kural olarak makul şüphesizlik söz konusudur ama istisnai hallerde ağır
basan ihtimal ölçüsünün de cari olduğunu görüyoruz.
HMK da bunun böyle olduğu söylerken dayanak olarak yaklaşık ispata ilişkin
düzenleme geçici hukuki koruma bakımından cari olduğunu gösterirken diğer kati
hukuki korumada onun ölçü olmadığını çıkarmamıza izin veriyor. Aynı zamanda
AY çerçevesinde vicdani kanaate bağlı olarak hakimin karar vereceği öngörülmesi
ve yine ceza yargılamasında az önce bahsettiğimiz eminliğe yol açan durumun varit
olmaması HMK da da makul şüphesizliğin kati hukuki koruma bakımından ispat
ölçüsü olduğu sonucuna götürüyor.
Taraflarca getirilmeye tabi olan yargılamalarda kanuni delil istemi de denilen ispat
mecburiyetini ihtiva eden bağlı değerlendirme sonucunun kabul edildiğini
görüyoruz. Ama re’sen araştırma bakımından serbest değerlendirmenin ve
dolayısıyla re’sen araştırmada kanuni delil sistemine bizi götüren ispat yasaklarının
söz konusu olmadığını ve bu yüzden serbest subuta da tekabül ettiğini
söyleyebiliriz.
5. Hafta
Geçen hafta ispat unsurunu ve ispatın temel kavramlarını inceledik bugün ise delilleri
incelemeye başlayacağız.
SÛBUT DELİLLERİ -I
I. DELİL TEORİSİ
Delil teorisi denilince bundan anlamamız gereken şey hukukta belli bir alanın teorisidir, o
alana ilişkin hukuk sistemlerinde ortak olan hususlar veya alternatif yaklaşımlar ile münferit
olarak milli hukuk sisteminde, kanundan münferit hükümlerin sistematik yorumuyla elde
edilen açıklamalar, tasnifler bağlantılı yönler ve boşluklar ile bunlarla ilgili kavramlar ile
konuları içerir. Delillerle ilgili olarak başka hukuk sistemlerinde de ortak olan kavram ve
kurumların yanı sıra varsa alternatifler ve yine bizim kanunumuzdaki durumdan kısaca
bahsederek başlayalım.
A) Delil Kavramı
Delil kelimesi sözlük anlamı itibarıyla olan vakıaları temsil eden ve simgeleyen
araç manasına geliyor. Vakıalara ilişkin olarak bunların vaki olup olmadığını ve
olduysa ne şekilde olduğunu aksettiren bilgi kaynaklarıdır. Terminolojide kısaca
ispat araçlarına tekabül ettiği söylenebilir. Tabiatıyla deliller, yargılamanın tahkikat
aşamasında toplanıp inceleniyor. Bildiğimiz üzere tahkikatın konusunu da
tarafların iddia savunma vakıaları oluşturuyor. Bu iddia savunma vakıalarından
üzerinde anlaşmazlık bulunanlar geçen hafta gördüğümüz ispat kuralları
çerçevesinde bu vakıalara ilişkin delillerin incelenmesiyle kanaat verilerek tahkikat
aşamasının işlevi bu şekilde gerçekleşmiş oluyor. Vakıa geçmişte olmuş bir olaydır
ve geçmişte kalan o olayı tüm çıplaklığıyla tespit etme imkanı yoktur fakat bu
B) Delillerin Tasnifi
Kıta Avrupasında taraf tanıklığı yerine isticvap ikame edilmiştir. Bir de Kıta
Avrupası itibarıyla şu ayrımın yapılması gerektiğini görüyoruz: Klasik Kıta
Avrupası Usul Sistemi bakımından isticvap yerine yemin öngörülüyor.
Sonradan Kıta Avrupasında ortaya çıkan bir ayrım olarak Orta Avrupa ülkeleri
(daha ziyade Güneyde kalan diğer Avrupa ülkeleri) klasik yaklaşımdan
ayrılarak yemini delil kataloğundan çıkarmışlar ve onun yerine isticvabı kabul
etmişler. Bugün bizim hukukumuzda da bu hususta bahsettiğimiz üzere
isticvap delil kataloğunda yer almıyor dolayısıyla yemin yer almaktadır.
1.3.Belirti Delilleri: Belirti deliller, ispatın konusu olan vakıanın geçtiği mahal ve
ispatın konusu olan vakıanın nesnesi veya öznesi ispata konu olayın vukuu ve
oluş şekilleri hakkında bazı izler barındırır. Belirti delilleri de bu mahalden,
ispata konu vakıanın nesnesi veya öznesinden elde edilen delillerdir. Bunlar
tabiatıyla diğer delillere nazaran daha farklı yollarla toplanır ve bu hususta
tipik yöntem keşiftir (mahal keşfi). Vakıanın zuhur ettiği meselede araştırılan
şey nesne ise muayene suretiyle de gerçekleştirilebiliyor. Belirti delilleri, keşif
ve muayene ile (teftiş de denir) gerçekleştiriliyor. Keşif genellikle olay
mahallindeki ipuçlarının ve emarelerin toplanması ve sonradan gözlemlenmesi
manasına geliyor. Burada bizzat hakim veya olaya göre bazı uzmanlarla
birlikte keşfe gidiyorken mesela vakıanın nesnesi bir menkul ise o aracın
üzerinde yapılan gözlem ve incelemelerde emare toplanıyor ve hatta bazı
davalar bakımından insan da ispatın öznesi olduğu halde nesne olarak
karşımıza çıkabiliyor.
Bazı hukuk sistemleri bakımından deliller, kanuni etkisi itibarıyla ayrıma tabi
tutulmuş olabilir ve bizim hukuk sistemimiz de bu kapsamdadır. Bu
sistemlerdeki yaklaşıma “kanuni delil sistemi” de denilmektedir. Burada
hakimin kanaati bakımından delil kataloğunda yer alan ispat araçlarının ispat
gücü arasında bir farklılaştırmaya gidiliyor ve bazıları bakımından hakimin,
onların aksettirdiği bilgi ile bağlı olarak kanaate varması öngörülüyor ve bu
açıdan kesin delil ile takdiri delil şeklinde bir ayrım görüyoruz.
1.2. Takdiri Deliller: Burada senet dışı belgeler, tanık ve bilirkişi yer alır.
Keşif bakımından da son zamanlardaki teknolojik ilerlemeler
çerçevesinde takdiri deliller arasında kuvvetli delil olma imkanı
olduğunu da söylememiz gerekir.
Eğer kanunda benimsenen modele bir delil ayrımı yapılıyorsa bu defa delilin
kapsamı bakımından ayrım yapılır etkisi bakımından değil. Kapsam itibarıyla
kanunda delil kataloğunda düzenlenen delillerin yanı sıra eğer hakim bu
katalogda yer alan delillerin dışında da bilgi kaynaklarını tahkikatta vaka
hükmüne temel alabiliyor ise bu takdirde tipik olarak katalogda yer alan/
düzenlenen delillerin dışında bir de kanunda özel olarak düzenlenmiş olmayan
atipik delillerden bahsediliyor. Bizim kanunumuz bakımından HMK 192
maddede belirtildiği üzere biz hakimin, delil kataloğu dışındaki delillere de
başvurabileceğini anlıyoruz. Bu meyanda HMK 192 yi atipik delillere
gönderme yapan bir madde olarak belirtebiliriz.
C) Delil Sözleşmesi
İspat hakkını ortadan kaldırıcı nitelikte bir delil anlaşması akdedilemez ve ispat
hakkı ispata ilişkin bir yargısal haktır. Hukuki dinlenilme hakkına riayet
ilkesiyle bağlantılı bir haktır. Bu aynı zamanda adil yargılanma hakkının da bir
unsurudur. Bu itibarla tabiatıyla temel haklar, yargılamada gözetilmesi
çerçevesinde delil sözleşmesiyle diğer tarafın ispat hakkını ortadan kaldıracak
kararlaştırmaya kanun koyucu geçerli sonuç bağlamıyor. Bu bakımdan
taraflardan sadece birinin delillerinin dikkate alınarak vaka meselesinin
halledileceğine ilişkin bir delil sözleşmesi ispat hakkını ortadan kaldırdığı için
geçerli kabul edilmiyor.
Burada da yine delillerle ilgili olarak bazı kavramlara temas etmemiz gerekiyor. Bu açıdan
Delil ikamesi ve delil değerlendirmesi iki temel kavram olarak karşımıza çıkar.
A) Delil İkamesi
Delil ikamesi bakımından iki ayrı kavramdan bahsederiz. Delil ikamesi, delillerin
toplanması ve delillerin incelenmesini içeren bir süreçtir. Delil ikamesi kavram olarak
delillerin ortaya konulması anlamına geliyor. Delillerin ortaya koyulması, ispat araçlarının
yargılamaya ithali ve onların ihtiva ettiği bilgilerin ortaya serilmesi/dökülmesi anlamlarını
içeriyor. Bizim kanunumuzda birkaç yerde bu kavramın kullanıldığını görüyoruz.
Birincisi yargılama masraflarıyla ilgilidir 322. Maddede geçiyor ve diğeri de basit usulde
delil ikamesi 318. Maddede geçiyor. Yargılama masraflarındaki anlam bahsettiğimiz asıl
anlamı karşılıyor, basit usuldeki yani 318. Maddede ise delillerin ileri sürülmesi
anlamında kullanıldığını görüyoruz fakat bir mukayeseli hukuktan hareketle başka hukuk
sistemlerindeki kabuller çerçevesinde ve genel esaslar dahilinde delil ikamesini sadece
delillerin ileri sürülmesi değil ve dolayısıyla delillerin toplanması değil aynı zamanda
bunların incelenmesini de içerdiği sonucuna varıyoruz.
Dedik ki delillerin toplanmasında 4 alt kavram vardır ve bunlar da 4 ayrı usuli işleme
tekabül ediyor. Birazdan bahsedeceğimiz üzere bu usuli işlemler delil ikamesine
ilişkin modeller bakımından tercihlere göre taraf veya mahkeme usuli işlemi olabilir
veya her ikisi birlikte karşımıza çıkabilir. Öncelikle ne anlama geliyor ve dayanakları
ne olabilir bunu söyleyelim.
3. Delil Sunulması: Bir diğer kavram da delil sunulmasıdır. Delil sunulması, temelde
belgesel delillerle ilgilidir ve bunu da biz 137. Maddede ön incelemeye ilişkin
düzenlemelerde görüyoruz. Burada başka bağlantılı bir madde olarak 140/5 te de
bildirilen belgesel delillerin ve belgelerin yapılan ihtara rağmen ön incelemeye
kadar ibraz edilmemiş olması durumunda veya bunların dışarıdan gelecek olması
halinde bununla ilgili bilginin verilmemiş olması halinde bu delillerden vazgeçmiş
sayılmasına karar veriliyor. Maddede geçen ibraz kelimesi delillerin sunulmasına
tekabül eder. bununla beraber belgesel deliller dışında delillerin gösterilmesiyle
bağlantılı olarak şahit listesinin verilmesi daha doğrusu şahit bilgilerinin verilmesi
(adres bilgileriyle beraber) ve yine delillerin gösterilmesi meyanında yapılmamışsa
somutlaştırılmasını da bununla beraber düşünmek mümkündür fakat bizim
kanunumuz bakımından temelde belgesel delillerin ibrazı anlamına geldiğini
söyleyebiliriz.
4. Delil İkmali: Delillerin toplanmasıyla ilgili son alt kavram da delillerin ikmalidir.
Bunu da 31. Maddede hakimin davayı aydınlatma ödevini tanzim eden düzenlemede
görüyoruz. O kuralda kanun hakime delil gösterilmesini isteme yetkisi de veriyor.
Bunun anlamı şudur: delil gösterilmesine hakim, ileri sürülmüş vakıalar bakımından
ileri sürülmüş vakıaların, delil dilekçesinde gösterilenler arasında yer almayan başka
bir delille ispat edilebileceğini değerlendiriyor ise bu durumda tarafa bazı sorular da
yönelterek ve örtülü imalarla aslında delillere ilişkin hatayı da ortaya koyarak bu
manada kanun koyucu delillerin ikmaline imkan tanıyor. Bu çerçevede 31. Maddede
bizim hukukumuz bakımından bir pozitif dayanak teşkil ediyor ki başka hukuk
sistemlerinde de davanın aydınlatılması hakim bakımından bir ödev olarak kabul
ediliyor ve bu çerçevede delillerin ikmali ve hatta geliştirilmesi de kabul ediliyor.
Delillerle ilgili bir diğer işlem kategorisi de delil değerlendirmesidir ki bu karar makamına
ilişkin deliller bakımından tesis edilen bir usuli işlem olarak ifade edilir. Bizde delil
değerlendirmesi hakim işlemidir ve delilin ispat gücüne bağlı olarak anlaşmazlıklı iddia-
savunma vakıasının vukuu veya oluşu itibarıyla hakime kanaat vermesi ve hakimin
kanaatinin, bu vakıanın olup olmadığı veya olduysa ne şekilde olduğu yönünde ortaya
çıkması/oluşması anlamına geliyor. Az önce anlattığımız delil sistemleriyle de bağlantılı
olarak farklı hukuk sistemlerinde 2 başlık altında incelenir.
a. Serbest Değerlendirme: Delil kataloğunda yer alan deliller arasında ispat gücü
itibarıyla herhangi bir sınırlama öngörülmeksizin hakimin serbestçe kanaat edindiği
değerlendirme şeklidir.
Biz başka hukuk sistemlerinde temayüz etmiş işlevselliğiyle ortaya çıkmış hukuk
sistemlerindeki kanunlara baktığımızda delil ikamesi bakımından 3 farklı yaklaşımın
benimsendiğini tespit edebiliyoruz.
Burada kaideten dedik. Kamu yararına olan yargılamalar bakımından hakimin delil
dermeyanı ve o yargılamalarda örneğin şahit delili bakımından şahitleri hakimin
sorgulama yetkisi vardır fakat bu son derece istisnaidir.
Senet de belgesel delillerin bir türüdür fakat diğer belgelerden ayrılan tarafı bunun bir
defa yazılı belge olması ve ikinci olarak da aidiyet işareti taşıması ve belgenin sadır
olduğu kişiyi göstermesidir. Bu iki unsur diğer belgelerde yer almaz ve bir de irade
beyanı unsuru vardır. İspata konu olay hakkında bir beyan içerme unsuru diğer
belgelerde de yer alabilir fakat senetlerde hukuki işlemlere tekabül eden bir yön
olduğu için bu irade beyanı özelliği daha barizdir bu itibarla 3 ama temelde 2 yönden
diğer belgelerden yani seyirlik belgeler ve işitsel belgeler ve yazılı belgeler ayrımı
içinde seyirlik ve işitsel belgelerde olmayan bu 3 özelliği ile ortaya çıkıyor.
Aidiyet işareti bakımından biz imza, mühür, parmak izi ve hatta mühre benzer
mekanik aletler önceden belirlenmek kaydıyla bunların da aidiyet işareti olarak
kullanıldığını görüyoruz. Bu bakımdan bir defa tabiatıyla imza tipik olarak aidiyet
unsurunun işaretidir. Biz imzayı BK da HMK da bu hususta elektronik imzayla
ilgili dolaylı bir düzenleme vardır. ama imzanın şekli anlamıyla ilgili BK nun
14-15. Maddelerindeki düzenlemeyi görüyoruz. İmzanın mahiyetiyle ilgili de
soyadı kanununda ismin ve soy ismin sırasıyla harflerinin kullanılmak suretiyle
imzanın kullanılacağını kanun öngörüyor. Bununla birlikte imzanın mutlaka
kişinin isim ve soy isminin harflerini aksettirmesi bir geçerlilik şartı değildir.
Kişiden sadır olması ve onun elinden çıkmış olması kaydıyla onun benimsediği
herhangi bir simge de imzaya tekabül ediyor. Fakat o tür durumlarda aynı zamanda
ismin de senette yer alması isim ve soy ismin baş harfleri kullanılarak atılan bir
imza değilse bu takdirde bir önem taşıyor ve atıf açısından sonraya matuf
incelemeye esas teşkil etmek üzere de olsa isim ve soy ismin yer alması ile
bütünleşiyor ve birlikte tamamlanıyor diyebiliriz. Temelde zaten isim de imzanın
yanı sıra belgede teamülen yer alır ve o açıdan da simgesel imzaların sorun
çıkarmadığını görüyoruz.
aidiyet onaylı olması keyfiyeti bir zaruret arz ediyor (bu belgenin senet niteliği
kazanması için).
Okuma yazma bilmeyen kişiden sadır belgeler yani yazılı belgeler bakımından
burada düzenleme şeklinde olması haliyle yani düzenleme şekli noterlikçe tanzim
edilen işlemler onaylama ya da düzenleme şeklinde iki türde olabiliyor. Bu
meyanda düzenleme şeklinde olması haliyle kanun bu belgeye senet özelliği
atfediyor. Klasik anlamda okuma yazma elbette görme vasfını da gerektiriyor
dolayısıyla kişi görme engelli yani ama ise böyle bir engeli olmamakla birlikte
okuma yazma öğrenmemiş bir kişi ise yani ümmi ise bunlar bakımından da yine
bunlardan sadır bir yazılı belge ve bir senet atfetmek için bu belgenin noterlikçe
tanzim edilmiş olması önem kazanıyor. Burada noterlikçe tanzimli veya onaylı
arasındaki fark şu şekilde ifade edilebilir, onaylı olunca imza veya tarih noterin
teyidine bağlanmış oluyor fakat içerik noterlikçe düzenlenmiş değildir. İlk
bahsettiğimiz kategori bakımından yani okuma yazma bilip imza atamayan kişiler
bakımından bu yeterli denilebilir. Bu kişiler imza kullanamayıp yerine parmak izi
basıyor veya varsa mühür veya mühür yerine geçen bir alet yani bir simge basıyor
olabilir. Eğer işaret dedikleri alet de notere tasdikli ise o da aidiyet unsurunu
taşıyor kabul edilir.
Burada bir istisna vardır, eğer bir banka hesabı gibi hesap cüzdanıyla işlem yapılan
haller bakımından o hesabın açılışı sırasında yine önceden noterlikçe aidiyet onaylı
bir mühür veya parmak izi tespiti ibraz edilmek kaydıyla sonraki işlemlerde artık
noterlikçe onay veya tanzim aranmaksızın ilk baştaki işleme istinaden müteakip
işlemler bakımından kanun koyucu bir istisna öngörmüştür. Bu bakımdan sürekli
işlem yapılan durumlarda noter nezdinde işlemin tesisindeki güçlüğü aşmaya
yönelik bir kolaylık öngörülmüştür.
1.2.Yazılı Belgenin Aleyhine İbraz/Celp Olunanın Dahil Olduğu İspata Konu Bir
Vakıaya İlişkin İrade Beyanı İçermesi
Senedin ispat değeri bakımından bir kere kesin delil olduğunu belirtmiştik.
Dolayısıyla kesin delil olması sebebiyle bunun ihtiva ettiği bilgi ispata konu vakıa
hakkında ne bilgi veriyorsa hakim onunla bağlıdır. Orada yazanların doğru olup
olmadığını inceleme veya oradan farklı bir değerlendirmeye gitme keyfiyeti mevcut
olmaksızın hakimi bağlıyor ve o konuyu ispatlanmış sayıyor. Bununla birlikte
senetlerin resmi senet ve adi senet şeklinde iki türü mevcuttur. Bu ispat değeri
bağlayıcı özellik bu senetlere karşı aksinin ileri sürülmesi itibarıyla bir farklılık ortaya
koyuyor. Bu açıdan resmi senet ve adi senet sahtelik iddiasıyla karşılaşıldığında farklı
işlemlerle uzla kavuşturulup ondan sonra ispat değeri buna göre atfediliyor.
a. Resmi Senet
Resmi senetler bakımından ön sorun veya bekletici sorun şeklinde 2 farklı işlemle
bunun ispat değerinin ortaya çıkarılması söz konusudur. Öncelikle resmi senedin ne
olduğunu belirtelim. Resmi senet, oluşturulmasına bir resmi makamın dahil olduğu
senetlerdir. Az önce senetl hakkında söylediğimiz özelliklere ilaveten demek ki
oluşturulmasına bir resmi makamın dahli suretiyle 4. Bir unsur daha mevcut oluyor
diyebiliriz. Burada resmi makamın dahli düzenleme ya da onaylama şeklinde
gerçekleşmiş olabilir bu ikisi arasında temelde sahtelik iddiası bakımından bir fark
yoktur fakat mahiyet itibarıyla az önce onaylama ne demek düzenleme ne demek
bahsetmiştik. Buna göre unsurlar, yani sahteliği incelenecek olan unsurun kapsamı
değişiyor.
1.1.1. İlamlar:
1.2. Aksi Sabit Olmadıkça İçeriği Geçerli Kabul Edilip Delil İkamesine Konu
Edildiğinde Tahkiken Dikkate Alınan Resmi Belgeler: Bunlar da noter
veya diğer görevlilerin onaylama senetleri ve yabancı makamlardan sadır,
konsolosluk onaylı senetlerdir. Bunlar da 2 kategoridir. Buradaki vasıf
diğerinden farklı olarak bir kere bunlar ilam değil ve ikinci olarak da diğer
kategorisi yani noterlik veya diğer resmi görevlilere bunların nezdinde
gerçekleşme yönüyle düzenleme değil onaylı olması. Düzenlemede noter
veya yetkili memur içeriğe ilişkin olarak da nezaret ediyor. Burada ise içeriğe
değil az önce bahsettiğimiz gibi tarih veya imzaya ilişkin bir tasdik yapılıyor
yani o kişiden sadır olma durumuna yönelik bir sağlama yapılıyor veya noter,
kendine yapılan başvuru tarihini onaylıyor.
Adi senetler bakımından ve resmi senetler bakımından bunların ispat gücü arasında
bir fark yoktur ama ileri sürülen sahtelik iddiasındaki süreç farklılığı çerçevesinde
yargılamadaki etkisi farklılık gösteriyor. Adi senet, resmi senedin az önce
bahsettiğimiz özelliğini (4. Özellik olarak eklenmiş olan) resmi makamın araya
girmesi keyfiyetini içermeyen senettir. Bu senetler yargılamada ispat gücünü ortaya
koyarken inkar edilmemiş olması veya inkar edilmiş olmakla birlikte bunun
mahkemece reddedilmiş olması halinde kesin delil etkisi ortaya çıkıyor. İnkar
edilmediği takdirde herhangi bir ön sorun meydana gelmeksizin senedin ihtiva ettiği
bilgi doğrultusunda hakim, bunu kanaatine temel alacak demektir ama eğer inkar
söz konusuysa bu takdirde burada da ön sorun mahiyetinde bu inkarın yöneldiği
unsur üzerinde yapılacak incelemeye bağlı olarak mahkeme bunu tarafların
huzurunda yapılacak inceleme ve bunların katılımıyla, gösterecekleri delillerle
birlikte bu hususta hakimin de re’sen başvuracağı tahkikat yöntemi ve araçları vardır
ki o çerçevede bu mesele de uzla kavuşturularak kesin delil gücüne sahip bir senet
ortada var mı yok mu belirlenmiş olsun.
Burada adi senet olduğu için sahtelik davası dolayısıyla söz konusu olmayacak.
Bununla beraber sahtelik davası ayrıca öncesinde açılmış olabilir ve bu senedin delil
olarak gösterildiği yargılama daha sonra başlamış olabilir işte bu durumda safha
itibarıyla hakim, diğer davada verilen kararı bekletici sorun yapabilir ve neticesine
göre hareket eder. burada sahtelik iddiası imza veya yazı inkarıyla ortaya çıkar ve
burada yapılacak imza incelemesi bakımından hakimin izleyeceği yol kanunda
öngörülmüştür. Önce çıplak gözle bakacak ve senedin sadır olduğu kişinin başa
hukuki işlemlerde kullandığı imzaları içeren belgeleri getirip bunlarla karşılaştıracak
1. Resmi Bir Makam veya Memurun Dahli Olmaksızın Tanzim Olunan Senedin
Adi Oluşu
3.2. Adi Senet Sahtelik İddiasının İmza veya Yazı İnkarıyla İleri Sürülmesi
4. Adi Senetlerin Üçüncü Kişiler için Kaideten ve Ancak Tanzimi Teyid Eden Bir
Resmi Belge Tarihi veya Aksine Fiili Karine Zuhuru Tarihi İtibariyle İsbati
Değer Taşıması (HMK, m.215)
Başka bir ifadeyle ikame ne şekilde gerçekleşiyor? Delil ikamesi meyanında senet
delilinin ikamesi, senedin toplanması ve incelenmesine tekabül ediyor.
a. Toplanması
Bu arada üçüncü kişi böyle bir belgenin kendi elinde olmadığını ileri sürdüğü
takdirde elbette ilgili taraf bakımından bunun aksini ortaya koyacak bir delil ibrazı
kural olarak söz konusu olmayacaktır ve sonuçsuz kalacaktır fakat burada kaybolmuş
olduğuna ve elinde olmadığına ilişkin bir yemin teyidi imkanı ile desteklenebilir ama
bundan kaçınma halinde üçüncü kişiye, yargılamanın tarafı olmadığı için aleyhine
sonuç çıkartma olmasa bile disiplin yaptırımı mahiyetinde bir işlem tesisi söz konusu
olabilir. O halde demek ki senet, üçüncü kişi elinde ise bu üçüncü kişinin
mahkemenin verdiği ibraz kararı üzerine buna verdiği tepkiye bağlı olarak bu delil de
toplanmış olacak veya olmayacaktır.
1. Doğrudan veya İstinabe ile Hakim Marifetiyle Mahkemede İnceleme: Fakat eğer
kendi yargı çevresi dışındaysa bu takdirde istinabe yoluyla inceleme gerekiyor ve
istinabe mahkemesine bu hususta bir müzekkere gönderilerek (o belgenin celbi de bu
kapsamda yer alabilir) incelenmesi o istinabe mahkemesindeki hakim marifetiyle
tutanağa bağlanmış haldeki belgeyle birlikte gönderilir çünkü bazı hallerde doğrudan
Senet deliline ilişkin kuralları bu şekilde görmüş olduk. Bu konuda ikinci olarak
bahsedeceğimiz husus ticari defterlerdir:
2. Ticari Defter (HMK, m.222): Delil kataloğunda belge ve senede ilişkin kurallar
arasında senetler arasında değil ama belgeler arasında örtülü olarak tanımlanmıştır
diyebiliriz. 222. Maddede ticari defterlerin delil vasfı özel olarak düzenlenmiş
durumdadır.
Bu ticari defterin belge ve senet delili arasındaki yeri bakımından özellikleri az önce
bahsettiğimiz senet unsurlarını taşımıyor, senet unsurlarından bazılarını taşıyor fakat
aidiyet unsuru olan imza ve diğer aidiyet unsurları ticari defterlerde yer almaz ve ayrıca
daha önemlisi burada senette aleyhine celp olunan tarafa atfedilen bir irade beyanı
özelliği mevcut değildir çünkü ticari defterlerde ticari defteri düzenleyenin kendisinin
işleme özelliği vardır yani deftere kendisi bu işlemle ilgili durum hakkındaki kaydı
derç ediyor (kaydediyor).
a. Ticari Defterlerin Kanunen Muayyen Şartlarla Senetten Başka Bir Diğer Kesin
Delil Hükmünde Olması (222/3-İlk cümle [son yarım c]): Dolayısıyla senetlerden
farklıdır ama diğer belgeler arasında belgesel delil olma özelliği taşıyor. Tacirler
arasında bahsettiğimiz meseleler bakımından eğer kanunen öngörülmüş olan şartlara
haizse kesin delil işlevi görüyor. Şimdi ise bu şartların ne olduğunu inceleyelim:
İkinci olarak bu defterlerin takvim yılı itibarıyla tutulması esastır fakat buradaki
takvim yılı, mali yıl itibarıyla açılış ve kapanış onayı noterlere yaptırılıyor ve o
durumda takvim yılından farklılık gösterebiliyor.
Açılış ve kapanış onayına haiz olması lazım. Açılış onayı o mali yıl başı itibarıyla
henüz hukuki işlemler tesis edilmeden o başlangıç itibarıyla notere kaç yapraklı
olduğu ve her bir sayfasına noterlik mührü basılarak tespit edilerek tasdikletiliyor.
Mali yılın sonunda da (mart veya haziran olması lazım bu detayı hatırlamamış
hocamız) kapanış onayının da notere bu mali yılın tamamlanmasına müteakip
yaptırılması gerekiyor. Noter yine o defterde nereye kadar yazılmışsa, yazılmış
olan kısmın sonuna kapanış onayı konuyor. Bunun anlamı ise zaman olarak
sonradan deftere bir kayıt derç edilmesinin önünü kapatmaya yönelik bir tedbirdir.
Bu iki şartın dışında karşılıklı olarak iki tarafın da tacir olduğu bir yargılamada
diğer tarafın defterindekindekiyle delil olarak defterine dayanan tacirin
defterindeki kaydın birbirini tutması gerekiyor. Bu haliyle kendi lehine delil teşkil
ediyor. Burada karşı tarafın defterinde bir delil yoksa veya karşı taraf, ibrazdan
kaçınmışsa usulüne uygun olarak defteri tutmuş olması yeterliyken, karşı tarafa
böyle bir durumda başka bir kesin delil ortaya koyma şansı tanınıyor ve bu karşı
delil dermeyan edilmiş olmadıkça ticari defterdeki kayıt kesin delil olarak bu
deftere dayanan kişinin iddiasını ispat açısından yeterli bir delil teşkil ediyor.
1.2. Ticari Defterdeki Kaydın Aksinin Bir Kesin Delille Sabit Olmaması
2. Usulüne Uygun Olsun Olmasın Karşı Taraf Lehine Kayıt İçeren Ticari
Defterlerinin Tacir Aleyhine Delil Teşkil Etmesi: Bahsettiğimiz şartlar tahakkuk
etmiş değilse yani defterin usulüne uygun açılış ve kapanış olayları usulüne uygun
gerçekleştirilmemişse böyle bir defterde de bu defa karşı tarafın lehine, bu defteri
tutan kişinin aleyhine olabilecek olan kayıtlar delil olarak dikkate alınıyor. Az önce
bahsettiğimiz kendi lehine ve kendi defterine, kendi iddiasını ispaten dayanması
durumunda kanunun öngördüğü o şartların tahakkuk etmiş olması lazımdır. Neydi
bu şartlar? Usulüne uygun tutulacak, açılış-kapanış onaylı olacak, karşı taraf
ibrazdan kaçınmış veya onun usulüne uygun defterinde aksine bir kayıt
bulunmamış olacaktır. Bu ikisi dışında karşı tarafa kanun koyucu, aksini ispata
cevaz veriyor fakat bir kesin delille bu imkanı tanıyor ve zaten bu ticari deftere
kesin delil özelliği atfetmemizin nedeni de aksinin kesin delille ortaya
konulabilmesidir dolayısıyla bu delilin kıymetini de kanun koyucunun atfettiği
kesinliği bize gösteriyor.
b. Tacir Olmayan Bir Tarafın Senetle İspata Tabi Konularda Tacir Karşı Tarafın
Hasren Ticari Defterlerine Dayanabilmesi (HMK, m.222/5): Taraflardan sadece
birinin tacir olması halinde, tacir olmayan kişinin karşı tarafın defterine dayanması
halinde ise karşı tarafın defterine kendi iddiasını ispaten, tacir olmayan kişi delil
olarak dayandığında artık onun defterinden çıkan kaydı kendi iddiasının akıbetine
bağlamış oluyor. Böyle bir durumu genellikle başka bir delilin olmadığı hallerde
görüyoruz. Böyle bir delil dermeyanı halinde karşı taraf defteri ibrazdan kaçınırsa o
zaman elbette bu deftere dayanan ve tacir olmayan kişinin iddiası ispat edilmiş
sayılacaktır. Yahut karşı taraf defteri ibraz etti ve defter de tarafın iddiasını teyit
ediyor ise o takdirde zaten iddia ispat edilmiş oluyor.
Ticari defter delilleri tabi ki özellik arzeden belgelerdir, bu itibarla içerdiği bilgilerin
hakim tarafından okunup anlaşılması pek çok halde mümkün değildir ve bu yüzden bir
uzman yardımıyla bu deliller incelenir fakat öncelikle toplanması nasıl oluyor ondan
bahsedelim.
Ticari defterlerin celbi, tarafa ibrazı hususunda ikazı da içeren bir mehil verilerek
oluyor bir de TTK da defterin ibrazı dışında teslimine ilişkin olarak da bir düzenleme
var. Miras ve mal ortaklığı veya şirket tasfiyesi halinde defterlerin mahkemeye teslim
edilmesi gerekiyor. Bu ihtimalde şirket faaliyet halinde değil veya şirket hissedarı
olan murisin vefatı nedeniyle zaten hissesi tasfiye edilecek dolayısıyla ticari defterler
mahkemeye kün halde teslim edilmek suretiyle bu ihtimalde ticari defterler
celbedilecek demektir. Diğer ihtimal ise ibraz kararı çerçevesindeki durum
bakımından mahkemeye bilirkişi incelemesi için bir gün de verilerek o günün defteri
mahkemeye getirilir bilirkişiye gösterilmesi çerçevesinde ve ilgili kısımlardan birer
suret çıkarılıp (fotokopi) onların incelemeye tabi tutulması ve dolayısıyla defterleri
ibraz halinde mahkemeye teslim işlemi tesis edilmiş olmaz, aslının götürülüp suret
çıkarılıp orada yer alınmak suretiyle çıkarılan suret üzerinden işlem yapılmak üzere
defter toplanmış olur.
Defterin incelenmesinde artık orada senetle ispat mecburiyeti bulunan işlem kaydı
genellikle bilirkişi tarafından incelenip okunarak usulüne uygun tutulmuş mu ya da
tutulmamış mı ve gerekli şartlar var mı yok mu bakılır. İkincisi ise kayıt ne bilgi
ihtiva ediyor bunlar açıklanıp bir rapora bağlanarak mahkemeye bu hususta ticari
defter incelenmesinden çıkan sonuç bildirilir. Burada bilirkişi delili ile ticari defter
veya belgesel delil iç içe geçmiş oluyor fakat bunun başka örneklerinden de bahsettik
(belirti delillerinin toplanmasında keşfe hakim refakatinde bilirkişinin de iştirak
etmesi durumunda da böyle bir özellik var demiştik).
Defterlerin teslim kararı veya ibraz kararına uyulmaması halinde, aleyhe sonuç
çıkarma şeklinde bir yaptırım vardır. Tabi ki bu uygulama meşru bir sebebe
dayanıyorsa yaptırım söz konusu olmaz. Genellikle kaybolduğu, bulunamadığı ve
zayi olduğunun ileri sürülmesi vaki olur fakat o durumda zayi belgesinin ibraz
edilmiş olması gerekir.
Eğer ibrazdan meşru bir sebep yokken kaçınılmış ise aleyhe sonuç çıkarılmasının
anlamı, bu deftere dayanan kişinin iddiasının ispat edilmiş sayılmasıdır. Başka
delillerle birlikte mesele farklılaşabilir ama tek delil ise az önce belirttiğimiz sonuç
doğuyor.
3. Yemin
Yemin deliline delil olarak kataloglarında yer vermeyen ülkelerden beyani deliller
kısmında bahsetmiştik ve onların yemin delili yerine isticvabı ikame ettiklerini
söylemiştik.
Yemin delili bakımından taraflarca getirilme ilkesine tabi olan yargılamalarla sınırlı
olarak buna başvurulduğunu görüyoruz. Re’sen araştırmaya konu yargılamalarda
yine ispat külfeti var. Re’sen araştırmaya tabi yargılamalarda hakimin, tarafların
c. Teklif Olunan Tarafın Meşru Sebepsiz Kaçınması veya Davete İcabet Etmemesi
Halinde Yemine Konu Vakıanın İkrarlı Sayılması ve Yemin Etmesi Halinde
İspatsız Sayılması:
Yemin delili genellikle yargılamada son çare olarak devreye sokulan bir ispat aracıdır
bu yüzden bunun incelenmesi yani alınması bir hususiyet arzediyor.
Bir defa bu delilin ikamesinde yemin teklif edecek tarafın delil olarak yemine
dayanmış olması gerekir bu meyanda dilekçelerde yemin delilini deliller arasında
belirtmesi gerekiyor.
Yeminin toplanmasına ilişkin şöyle bir özellik de var, bir defa davacı veya davalı
dilekçesinde belirtecek demiştik ama davalı bakımından yeminin dilekçede
belirtilmesi özellik arzediyor şöyle ki davalı, karşı delil sadedinde de karşı ispat
sadedinde de delil dermeyan edebilir. Karşı ispat çerçevesinde delil gösterecek ise o
zaman ispat külfetini üzerine almış olmaz dolayısıyla ispat külfetinin kendisine ait
olmadığı bir hususta davalının yemin deliline dayanması söz konusu değildir. Aynısı
davalının olumlu savunmada bulunduğu hallerde yani ilave vakıa yani “davacının
iddialarının şöyle veya böyle olup olmadığı dışında ayrıca şunların da olduğu”
şeklindeki vakıasına karşı da bu defa ispat külfeti ondadır kural olarak davacı karşı
ispat sadedinde olacağı için yemin deliline dayanamaz.
c. Yemin Teklif Olunanın Yemini Kural Olarak Karşı Tarafa İade Edebilmesi:
Kendisine yemin tevcih edilen tarafın burada takınabileceği iki farklı tutum vardır:
bu yemini eda etmeyi kabul edebilir veya yemini karşı tarafa iade edebilir ki buna
yeminin nakli denir ve bunun anlamı da “ben yemin etmiyorum o etsin, ben
neticesine razıyım”.
Yemine konu olan bir mesele huzurdaysa tarafa özetlenip daha sonra kanundaki
formüle, o meselenin doğru olduğuna inandığı tüm değerler üzerine yemin edip
etmediği soruluyor ve o da bu soruya yemin ettiğini beyanla cevap verirse tutanağa
bağlanıyor ve akabinde yemininde sebat edip etmediği de sorulup eğer bir vazgeçme
söz konusu değilse bu surette yemin edası tamamlanmış oluyor. Kişi eğer yemin
ettikten sonra sebat da eder ve daha sonra yemininin aksi yönde bir delil ortaya çıkar
da kendisinin ettiği yeminin yalan olduğu öğrenilirse bu durumda TCK hükümlerine
göre yalan yere yeminin cezasına maruz kalır ve aynı zamanda bunun sabit olmasına
bağlı olarak da yargılamanın tekrarı gündeme gelir.
7. HAFTA
Bu hafta delillere devam ediyoruz, geçen hafta kesin delilleri incelemiştik. Bugün takdiri
delillere geçip onları tamamlayacağız.
Kanunda belgeler senetle birlikte düzenlenmiş bulunuyor fakat geçen hafta da bahsettiğimiz
gibi belge ve üst kavram ve senet dışında ticari defterleri ve senet ve ticari defter dışındaki
diğer bilgi taşıyıcıları içeriyor. Bu bakımdan senet ve ticari defter dışında kalan belgeler
takdiri delil teşkil eder. Burada senetle ticari defterler arasındaki farklar: yazılılık özelliği
dışında, aidiyet unsuru olan imza ve benzeri unsuru belgeler içermez. Yazılılık özelliği dışında
diğer surette oluşturulmuş olan bilgi taşıyıcıları da bu manada belge olarak ispat faaliyetinde
delil olarak kullanılabiliyor.
a. Senetden Farklılığı
İşitsel olarak da bilgi taşıyıcılık özelliği olması mümkündür örneğin, bir bant
kaydı, ses kaydı şeklinde görüntü içermeksizin de oluşturulmuş olabilir. Bu
açıdan senetten farklı özelliği yazılılık dışındaki bir surette oluşturulmuş olması
cihetidir diyebiliriz.
Ticari defterlere nazaran ve ticari defterlerden farkı nedir diye baktığımızda bir defa
ticari defterlerin, bildiğimiz üzere formel şekilde kanunen muayyen surette açılış/
kapanış noter onaylı surette oluşturulan bir özelliği vardı. Orada yer alan kayıtlar
kanunda gösterilen usullere göre tutulmakta idi ve dolayısıyla orada ispata ilişkin
olarak kullanılabilecek bilgiler belli bir usule göre kaydediliyor ve belgeleşiyordu işte
bu bakımdan ticari belgelerin bu resmiyet özelliği diğer belgelerden farklıdır.
c. Takdiri Delil Teşkil Etmesi: Ticari defter ve senet kesin delil iken bunların dışındaki
belgelerin delil kıymeti takdiri delil teşkil eder. Bunu kanunda 202. Maddenin 2.
Fıkrasındaki belirtmeden anlıyoruz, orada kendisine gönderilen ya da verilen belgenin
delil başlangıcı teşkil edeceği öngörülmüş. Orada delil başlangıcını aslında senet
Burada delil başlangıcı deyince sanki delil değilmiş gibi bir anlam çıkıyor halbuki
belgeyi kanun kendisi de delil olarak düzenleyip kabul ediyor. Orada kastedilen
aslında senet kesin deliline yönelik bir yolun ilk adımını teşkil edecek bir özellik
gösterme keyfiyetidir. Bu itibarla senet ve ticari defterden gayrı olan belgeleri, kanun
koyucunun takdiri delil olarak kabul ettiği sonucuna varmamız mümkün ve gereklidir.
Bir defa bu niteliksiz belgeler tarafın elindeyse bunların mahkemeye ibraz edilebilir
surette bir form olarak yargılamanın giriş aşamasında dilekçe eki meyanında
mahkemeye sunulması gerekir (ve bu beklenir).
Eğer niteliksiz belge görsel bir malzemeyse buna ilişkin video bandı ve işitsel bir
malzemeyse buna ilişkin ses bandı mahkemeye ibraz edilmelidir. Onların incelenmesi
elbette araya başkaca bir vasıta da sokularak gerçekleşecektir. Örneğin e-postalar da
bir belgedir ve e-postaları o haliyle ibraz etme imkanı yoktur fakat onların da
çıktılarını alıp mahkemeye ibrazı mümkündür. Bu daha sonra inceleme itibarıyla teyit
açısından e-posta kayıtlarını tutan sunucuların kayıtları incelenmek suretiyle teyide
muhtaç bir özellik taşır fakat toplanma açısından yargılamanın giriş safhasında tarafın
Niteliksiz belgeler tarafın hakimiyet alanı dışında ve karşı tarafın hakimiyet alanında
veya 3. Bir kişide de olabilir. Bunlar bakımından bunların bulunduğu yerin
mahkemeye bildirilmesi ve oradan celbedilmesinin istenmesi için gerekli bilgi ve
masrafın verilmesi gerekir. Zaten masraf avansı delillere ilişkin olarak o meyanda
sunulduğu için karşılanmış oluyor. Mahkeme tarafın bu talebini yani bu delili ilgili
görürse ispata konu vakıaları temsil kabiliyeti açısından bu özellikte olduğunu
değerlendirirse bu delillerin bulunduğu yerden celbine ilişkin ara kararı oluşturacaktır
ve o karşı taraf elinde olanlar bakımından belge ibraz mecburiyeti hükümlerine ilişkin
bir ara kararla gerçekleşecek demektir. Zira ön incelemede delillerin sunulmasına
ilişkin işlemleri de mahkeme tesis eder. Burada ön inceleme aşaması mutlaka ön
inceleme duruşması anlamına gelmez, dilekçe teatisinin tamamlanmasıyla başlayan ve
ön inceleme duruşmasının tamamlanmasıyla biten kesit ön incelemedir işte o itibarla
bazı hallerde ön inceleme duruşması dışında ön incelemeye hazırlık tutanağına
geçecek kararlarla bahsettiğimiz ara kararlar verilmiş olur.
Diğer bir ihtimal de niteliksiz belgelerin karşı taraf ve 3. Kişi iktidar alanında
bulunduğu haller bakımından ön inceleme aşamasından sonra diğer delillerin
toplanması, beyan ve belirti delillerinin toplanması sırasında, örneğin keşif ve
muayene ve özellikle de keşif delillerinin toplanmasının icrası kapsamında da usule
geldiğini söylememiz gerekir. Keşif için gidilen karşı taraf veya 3. Kişiye ait bir iş
Bu hususta bir yol da avukat marifetiyle yani avukatların bilgi ve belge toplama
yetkisi yoluyla (avukatlık kanununda var) karşı taraf veya 3. Kişi elinde davayla ilgili
olabilecek herhangi bir belgenin avukata kural olarak gösterilmesi düzenleniyor ve
vekaletname ibrazı kaydıyla verilmesini gerektiriyor. Avukatların, yargılama
öncesinde de belge temin etmiş olmaları mümkündür işte onları ilk başta söylediğimiz
surette elinde bulunanlar meyanında dilekçesine bağlayıp verecektir. Önce girişimde
bulunulup başarılı olunamadığı ahvalde de mahkemeden duruşma öncesinde (tahkikat
duruşması öncesinde) müzekkereyle de avukat daha evvel talep edip de temin
edemediği belgenin bu defa mahkeme desteğiyle verilmesini de sağlayabilir. Bu
şekilde toplanma keyfiyeti, senet ve ticari defterlere nazaran kısmen farklı özellik
gösteriyor.
C) Sır veya İfşası Zarar Verici Bilgi İçeren Niteliksiz Belgelerin İbraz veya
Tesliminden Kaçınılabilmesi (HMK, m.221/3;Av.K, m.2/III-İkinci c.):
Karşı taraf veya 3. Kişi bakımından sır teşkil eden, kendisine ait, mesleğine ait, kişisel
olabilir veya bazı hallerde icra ettiği meslek nedeniyle bir başkasına ait sırları da kendi
nezdinde bulunduruyor olabilir işte o ihtimalde 3. Kişi pozisyonuyla kendisinden belge
temin cihetine gidilmiş olabilir. İşte bu hallerde örneğin hekimlerin veya avukatların
müvekkillerine ya da hastalarına ilişkin bilgi ve belgeleri sır olarak saklamaları ve
korumaları ayrıca müvekkil ve hastalarının izni bulunmadan ifşa etmemeleri gerekir. Bu
çerçevede bir kaçınma imtiyazına sahiplerdir.
5- Tanık (Şahid):
Kanunda takdiri deliller meyanında yeminden sonra düzenlenen ilk delil tanık delilidir.
Tanık delili ne anlama geliyor önce bundan bahsedelim. Tanıklık, ispata konu olan vakıa
hakkında görgü veya duyum yoluyla bir bilgiye sahip olan kişinin o vakıa hakkında bilgisine
başvurulmasıdır. Burada tanıklık ve tanık delili mahiyeti açısından önem arz eden ispata konu
vakıa hakkında bir bilgiye sahip olma keyfiyetidir. Bu bilginin elde edilme şekli bakımından
görmek suretiyle (görgü şahidi de denir) veyahut bulmak suretiyle elde edilmiş olması
mümkündür.
a. İspatın Konusunu Teşkil Eden Vakıalar Hakkında Görüm veya Duyum Yoluyla
Edinilmiş Bir İspati Bilgiyi Haiz Oluş: Burada ispata konu vakıayı görmek, izlemek,
seyretmek olayın oluşu esnasında bulunmak ve duyu organlarından gözleri vasıtasıyla
bunu gözlemlemek suretiyle bilgi sahibi olmayı ifade ediyorken duyum yoluyla ispata
konu mesele hakkında bilgi sahibi olmak bakımından bir ayrım yapılmalıdır. Bir defa
orada olayın geçtiği yerde bulunup fakat gözle seyredip izleyemeyecek durumla
olmakla birlikte olaya ait oluş sırasındaki sesleri, olaya karışan kişi veya aracın sesleri
işitmek suretiyle de bilgi edinilmiş olabilir.
Duyum bakımından bir de olayın meydana geliş şeklini bir başkasından naklen
öğrenmeyi de içerir. Burada bazı hukuk sistemleri tanığın sahip olduğu ispati bilginin
bu suretle elde edilmiş olanları bakımından bunları dışlama cihetine gidiyor (Anglo-
Amerikan hukuku). Kıta Avrupası ve onları takiben bizde böyle bir yasak yoktur
elbette bunun delil değeri hakimin takdir edeceği ve o 3. Kişiye ulaşamama
bakımından buna da bir kıymet etme ve bundan mahrum kalmamaya hürmeten delil
olarak dolaylı tanıklığa cevaz verildiğini görüyoruz.
Tanığın kim olduğu ile ilgili söylememiz gereken ise bunun taraf dışındaki kişilerden
olması gerektiğidir. Anglo-Amerikan hukukunda tarafı sorgulamaya tabi tutmak
suretiyle taraf tanıklığına cevaz verilir ve ondan alınan bilgiler karar makamınca
değerlendirilir ama bizde bu kabul edilmemiştir ve Kıta Avrupasında da tanıkların
taraflar dışında olması gerekir. Tanığın bunun dışında ispata konu vakıa bakımından
bilgi verme yeteneğine sahip olması yeterlidir yani tanığın reşit olması vs gibi bir şart
yoktur bu açıdan söylenmesi gereken şeyin tanığın idrak çağında olması gerektiğidir
(bazı kaynaklarda temyiz kudretine haiziyet diye de geçer ama o hukuki işlemler
bakımından söz konusu olan temyiz kudreti anlamında değil idrak çağı kastedilir).
İdrak çağı denilen şey kişiye göre değişkenlik gösterir fakat yargısal içtihatlar
çerçevesinde ve özellikle çocuğun dinlenilmesi gereken yargılamalarda geliştirilen
içtihatlar bizim hukuk sistemimizde 10 yaştan itibaren kişinin tanık olabileceğini
gösteriyor fakat bu demek değildir ki 10 yaşın altında olan kişinin tanıklığına
başvurulamaz. Özellikle tek delilin olduğu durumlarda az önce de bahsettiğimiz gibi
kişiye göre değişeceği için hakim artık onu çağırıp dinler ve onun verdiği bilgiye göre
idrak kabiliyetini de değerlendirerek bunu kanaat edinmede kullanacaktır.
Görmeye ilişkin deliller bakımından görme engelli kişilerin tanıklığı caiz olmamakla
birlikte duymaya ilişkin deliller bakımından ise duyma engelli kişilerin tanıklığı caiz
olmayacaktır.
c. Takdiri Delil Oluşu: Tanık delili vasıf bakımından takdiri deliller arasında yer alıyor.
Burada bu kişi tarafların yakını da olabilir ya da tarafların etki altında kalması da
muhtemeldir ki bu durumda hakim tanığı serbestçe değerlendirir. Bazı hallerde takdiri
delil olma keyfiyeti kuvvetli olabilir ve bu olaya göre değişir ama şurası değişmez ki
bu kesin bir delil değil takdiri bir delildir. Bu kesin delil – takdiri delil ayrımı taraflarca
getirilmeye ilişkin yargılamalar bakımından önemlidir, re’sen araştırmaya tabi
yargılamalarda hakimin kanaat edinmesi açısından bağlanması yönüyle zaten böyle bir
kayıt yoktur.
c. Tanık Listesi Verilmesi veya Tanık Bildirmek Üzere Mehil İstenmesi Üzerine
Bildirilmiş Olan veya Bildirilmesi için Mehil Verilmiş Olan Tanıkların Hakimce
Dinlenilmesine Karar Verilmesi: Tanık listesi bakımından bir kayıtlama da vardır ve
bu bir defa tanzim edilebilecek (tesis edilebilecek) olan bir usuli işlem özelliği
gösteriyor. Tanık listesinin ikinci kez tanzim edilmesine ve dinlenilecek yeni tanıkların
bulunduğunun bildirilmesine izin verilmiyor. Baştan bilinmeyip sonradan ortaya çıkan
tanığın durumu ise tartışmalıdır ve bunu delillerin sonradan gösterilmesine ilişkin 145.
Madde çerçevesinde somut olaya göre hakim takdir eder.
bu adreste tanığa bir çağrı çıkarılarak tebligat kanununa göre tanıklık yapacağı
mahkeme, gün ve saati davetiyede yer alır. Bu adres bilgisi doğru değilse yeniden
adres bildirmek üzere verilen mehil neticesinde mahkemenin de yardımı istenebilir.
Bunda başarılı olunamazsa ve taraf bu hususta gerekli işlemleri tesis etmezse o
delilden yani o tanığı dinletmekten vazgeçmiş sayılacaktır.
Burada tanıkların davetiye dışında da çağırılması mümkündür fakat arada bir fark
vardır ki davetiye dışında yani tebligat kanunundaki formel ve resmi çağrı dışında e-
postayla hatta telefonla da çağrılması mümkündür. Burada elbette bunlar işlevsel
değildir, bir defa davetiyeyle bildirilen tanığın gelme ve bilgi verme mecburiyeti
vardır ve bu ihlal edildiği takdirde ona ilişkin bazı sonuçlar da doğar. İşte bu harici
yollarla tanığın çağırılması halinde bu disiplin sonuçları geçerli değildir.
Tanıktan delil alınması aynı zamanda incelemeye de tekabül eder. Çağırılan tanığın sözlü
olarak mahkemede dinlenilmesi, soru sorulması ve cevapların alınması şeklinde oluyor.
Kural olarak tanık mahkemede dinlenilir ama bazı davalar bakımından tanığın olay
yerinde de yani ispata konu olayın geçtiği mahalde de dinlenilmesi mümkündür veya
ispata konu vakıaya tekabül eden yerde tanık özellikle gayrimenkule ilişkin davalarda,
ayni davalarda tanıkların hem keşif bulguları toplanmak hem de o gayrimenkulle ilgili
ayni uyuşmazlık hakkında ispati bilgisi bulunan tanıkların o esnada dinlenilmesi
şeklinde ikisi birleştirilebiliyor işte o ihtimalde mahkeme dışında dinlenilir. Mahkeme
dışında dinlenilmenin bir sebebi de tanığın hasta olması ve mahkemeye gelemeyecek
durumda olması veya çok yaşlı olmasıdır işte bu çerçevede onun bulunduğu yere
gidilerek ve taraflara da haber verilerek onlardan da gelecek olan kişilerle birlikte tanık
dinlenir ve bu da istisnai olarak mahkeme dışında dinlenilmenin bir sebebi olarak
karşımıza çıkıyor.
Burada diğer bir delil alma şekli de mesafeli dinlenilmedir. Bu da teknolojik gelişmeler
çerçevesinde ses ve görüntü nakli yoluyla taraf veya 3. Kişilerin duruşmaya
katılabilmesi imkan dahilindedir.
Tanığın anlatımları tutanağa bağlanır ve burada birebir harfi harfine bir tutanak
tanzimi söz konusu değildir. Tahkikatta duruşmanın cereyanına ilişkin olarak
bahsettiğimiz gibi hakimin sevk ve idaresinde hakimin ihdasıyla özet olarak katibe
tanığın anlattıkları yazdırılır. Eksik kalan hususlar varsa yani tanığın söylediği ve
kayda geçmeyen bir şey varsa bunu hakime bildirebilir ve bildirmesi gerekir.
Tanıklıkla ilgili bir diğer husus da tanıklıktan kaçınma imtiyazı ve ona bağlı bazı
hususlardır. Tanığın vereceği bilgiye bağlı olarak bazen hukuk yargılaması itibarıyla
yargılamadan hasıl olacak kişi yararına karşın bundan sarfı nazar edilmesini gerektiren
daha üstün bir yarar bulunabilir ve böyle durumlar bakımından kanun koyucu tanıklıktan
kaçınma ve çekinme imtiyazları öngörmüştür.
kabul etmiş ve göze almış olduğu surette ve yine tanık da buna muvafakat ediyorsa
bu imtiyaz kullanılmayabilir.
Bir defa eğer ispata konu olay bir hukuki işleme ilişkin ise ki hukuki işlemler
bildiğimiz üzere senetle ispat mecburiyetine tabidirler ama bu kural emredici
değildir. İlgilinin muvafakatiyle veya delil sözleşmesiyle bunun aksinin taraflar
Bir başka istisna da hukuki işlemlerle veya geniş anlamda hukuki fiillerle ilgili
olarak bu işlemin taraflarının halefi veya selefi veya bunların temsilcisi sıfatıyla yer
almışsa o zaman da bu kişi bu hukuki fiil hakkında tanıklıktan kaçınma imtiyazına
sahip değildir.
4. Kamu İzin Merci Yetkilisine İfşası Kamu Yararına Aykırı Olmayan Devlet Sırrı
Bakımından İzin Vermeme/Çekinme İmtiyazı Tanınmamış Olması:
Az önce bahsettiğimiz devlet sırları bakımından eğer sır sahibi kişinin tanıklığına
izin verilmiş ise ki amiri tarafından, o amirin bu olayda verilecek olan bilginin
ifşasının sonuçlarını değerlendirme yetkisi de tanınmıştır. O çerçevede yapacağı
değerlendirmeye bağlı olarak izin verildiğinde memur artık burada tanıklıktan devlet
sırrı nedeniyle kaçınma imtiyazını ileri süremeyecektir. Fakat amir izin vermediği
ahvalde onun bilgisine başvurulmayacak mı? İşte bu konuda hakimin de amirin
gösterdiği sebebi değerlendirmesi çerçevesinde verilecek karara bağlı olduğunu
söyleyebiliriz. Fakat işin içinde devlet sırrı söz konusuysa orada üst makamın izni
çerçevesinde hareket edildiğini söylememiz gerekir. Buradaki amir herhangi bir
amir değildir, ilgili memurun bağlı olduğu Bakanlık bakımından Bakan veya
Bakanlar bakımından CB dır.
Sürecin sonunda verilen karar imtiyazın reddi yönünde olursa tanığın buna uyması
gerekir. Uymadığı takdirde disiplin yaptırımına maruz kalması mümkündür ve keza
mahkemeye zorla getirtilmesi mümkündür. Burada disiplin yaptırımı iki türlüdür:
disiplin para cezası olabilir veya iki haftaya kadar disiplin hapsi de buna dahildir.
Aynı zamanda tanıklık mecburiyeti çerçevesinde bahsettiğimiz, mahkemeye
gelmemenin yanı sıra gelip de hakimin yönelttiği soruya veya sorulması uygun olan
diğer katılanın (diğer taraf avukatının) sorusuna cevap vermeme bakımından da
disiplin yaptırımı gündeme gelebilir. Keza tanıklık yemin altında cereyan ediyor ve
aynı şekilde tanık yeminden kaçınırsa bu disiplin yaptırımına maruz kalma hali
mümkün olabilir.
F) Yalan veya Parayla Tanıklığın Suç Teşkiliyeti ve Yalan Tanıklık Beyanının Dikkate
Alınmaması (HMK, m.264):
Tanığın verdiği bilginin doğru olması esastır tabiatıyla bunun sonradan anlaşıldığı haller
bakımından durumu önemlidir. Sonradan anlaşılma bir defa yalan tanıklık ve suç olduğu
için ceza kovuşturması çerçevesinde olabilir ve böyle bir durumda cezai yaptırıma maruz
kalmanın yanı sıra aynı zamanda bu tanığın beyanları da dikkate alınmayıp delil olarak
kullanılmaz. Bazı hallerde yargılama sırasında da tanığın yalan söylediği anlaşılabilir.
Birden fazla tanığın dinlenildiği aynı ispata konu vakıa bakımından tanıkların sırayla
a. Yalan veya Parayla Tanıklık Hakkında Yeterli Delil Mevcudiyeti Halinde Tanık
Hakkında Suç Duyurusunda Bulunulması ve Tutuklanabilmesi:
6- Bilirkişi:
Bilirkişi delili de tanığa benzer şekilde bir takdiri delildir. Ayrıca vakıalar hakkında
bilirkişinin de bilgisine başvuru yönüyle bir benzerlik var fakat arada önemli farklar vardır.
Burada mahiyet bakımından bilirkişiye başvurma hem bir tahkikat aracıdır aynı zamanda
taraflar da hakimin tahkikatta bilirkişiye başvurmasının yanı sıra delil olarak bilirkişi
görüşüne dayanabilirler oysa tanık bakımından böyle bir özellik yoktur. Hakimin tanık
bakımından tanıklar hakkında re’sen delil ikame yetkisi mevcut değildir.
a. Hem Bir Tahkikat Yöntemi ve Hem de Bir Dolaylı İspat Aracı Niteliği:
Bilirkişi ispata konu vakıa hakkında o olayın oluşu veya vasfı hakkında bilgi verir.
Tanıklıktan farklı olarak olaya şehadet etme özelliğine sahip değildir, sonradan bu olay
hakkında delilleri de inceleyerek olayla ilgili beyanları da dikkate alarak o olayın ne
şekilde olmuş olabileceği ve vasfının ne olabileceği hakkında yorumda bulunan kişidir.
Bilirkişinin bu görüşü hakime olayın diğer deliller meyanında varit olup olmadığı ve
varitse ne anlama geldiği hususunda bir kanaat edinme imkanı sağlıyor fakat bilirkişi
özel bilgilere sahip olan bir kişidir ve dolayısıyla onun yorumu işin içinde özellik arz
eden bir durum varsa yani o vakıanın vasfı özel bilgiyle anlaşılabiliyorsa böyle
durumlarda bilirkişiye başvurulması söz konusudur. Bilirkişi bir dolaylı ispat aracıdır
dememiz gerekir oysa tanık bakımından doğrudan ispat aracı olduğunu söylemiştik
(olaya şehadet çerçevesinde). Bilirkişide ise olaya şehadet söz konusu olmadığı için olay
hakkında dolaylı olarak oluşturduğu yorum çerçevesinde tecrübe kuralları uyarınca
vardığı sonuç hakime vasıf ve oluşu itibarıyla kanaat verici surette bir özellik taşıyor.
Bilirkişiye özel bilgi ihtiyacı olmayan hallerde başvurulması caiz değildir. Örneğin
hakim tahkikat aşamasında özel bir bilgi ihtiyacı yokken bilirkişiye başvurduğunda
bu usuli bir hata teşkil eder ve keza taraflar da bilirkişi delili ikame edecek olduğunda
mesele özellik arz eden bir durum göstermiyorsa bu delilin olayla ilgili veya caiz
olmadığı bu itibarla da bilirkişi görüşüne mahkemenin başvurmasının söz konusu
olmayacağı anlamına gelir.
Burada özellik arz eden yönü neresidir denildiğinde özel bilgi teşkil eden durum
hangi hallerle ilgilidir bu hususta hakimin kendi genel hayat bilgisiyle
anlayamayacağı bir özellik belirleyici oluyor işte bu bakımdan meslek sanat ve bilim
disiplinleri çerçevesinde üretilen veya oluşturulmuş olan bilgiler özel bilgi anlamına
geliyor. Bu itibarla belirli bir mesleğin mensuplarının, belli bir sanatın icracılarının
anlayabileceği veya bilebileceği veya bilim uzmanlarının anlayabileceği bir mesele
olmaması durumunda hakimin genel bilgisiyle bu mesele hakkında kanaat
Bilirkişi görüşünün takdiri delil olduğunu belirtmiştik. Burada tabi ki takdiri delil
vasfı taraflarca getirilmeye tabi yargılamalar bakımındandır. Az önce bahsettiğimiz
bilirkişiye başvurmanın zorunlu olduğu hallerde re’sen araştırmaya tabi olan
yargılamalarda neredeyse bilirkişi deliline kesin delil gözüyle de bakılabilir. Bu
durumlar bakımından kesin delile yaklaşan bir etki söz konusudur. Hakimin başka bir
bilirkişinin görüşüne de başvurduğunda farklı bir sonuç çıksa dahi 3. Bilirkişiye
başvurma yargısal içtihadın kabul ettiği bir esastır. Bazı hallerde olayın oluşu ve arz
ettiği özellik önemli değilse yani o mesele özel bilgiye dahil olmakla birlikte hakim
bilirkişiden aldığı bilgilerle kendi hayat tecrübesini birleştirdiğinde bir sonuca
varabilecek durumdaysa bazıları bakımından böyle olmaz. Böyle bir durumda 2. Ya
da 3. Bilirkişiye başvurmaya gerek kalmadan gerekçesini açıklayarak da bilirkişi
görüşünü diğer deliller çerçevesinde de dikkate almayabilir yani başka bir ifadeyle
takdirini bilirkişi görüşüne itibar etmeme, rağbet etmeme şeklinde kabul edebilir.
Bilirkişi bir defa yargılamaya katılan kamu görevlisi konumundadır. Ceza hukuku
açısından kamu görevlisi sayılıyor. Bu bir memur değil, mahkemenin bağlı sabit bir
personeli değil, mahkeme yardımcıları, mahkeme teşkilatı içerisinde yer almıyor ama
bununla birlikte arızi olarak yer alıyor olsa da mahkemenin bilirkişi olarak görüşüne
başvurduğu yargılamaya etkisi ve katkısı bakımından hakim yardımcısı pozisyonunda
oluyor.
1. Bilirkişi Akreditasyonu:
Bunlar zaten meslek ve sanatlarla ilgili hem meslek odaları, sanatkar odaları hem
de erbaplarının bulunduğu akademi açısından belli kurumsal çerçeveler de
mevcuttur. Bilirkişilerin; o kurumlara, organizasyonlara dahil olan kişilere
tekabül ettiğini söyleyebiliriz. Tabi ki tüzel kişilerin de bu hususta akredite
edildiklerini söylememiz gerekir ama bu tüzel kişiler bahsettiğimiz özellikteki
gerçek kişileri bünyesinde barındıran tüzel kişilerdir.
Bu meyanda resmi olarak oluşturulan bazı bilirkişilik müesseseleri vardır (adli tıp
gibi). Ayrıca özel hukuk alanında da tüzel kişi olarak bilinen bazı vakıf, dernek
ve şirket mensuplarının bahsettiğimiz kişileri bünyelerinde barındırmaları
kaydıyla kurumsal olarak da akredite olup bilirkişilik yapabiliyorlar.
Bu bilirkişi listesine kayıtlı olan gerçek veya tüzel kişiler adalet bakanlığının
disiplin denetimine tabi olarak faaliyet gösteriyorlar dolayısıyla bu disiplin
denetimi çerçevesinde bu faaliyeti gereği gibi yürütmedikleri durumlarda listeden
silinme disiplin yaptırımına maruz bırakılabilirler işte bu bakımdan kamu
hizmetlisinin disiplin denetimi çerçevesinde faaliyet gösteriyorlar.
b. Bilirkişinin Sorumluluğu
İkinci olarak cezai sorumluluk eğer bir suç teşkil ediyorsa burada bilirkişinin
hukuki sorumluluğu bakımından ihmali surette de hakimi yanıltması hafif
kusurdur bu belki suç teşkil edecek özellikte olmayabilir ama kasıt bakımından
cezai sorumluluğun doğacağı tipik bir hal diyebiliriz.
Bilirkişi delili de diğer delillerin toplanmasına benzer şekilde bir defa başta dava ve
cevap dilekçesinde taraflar bu delile dayanıyor ise dilekçelerinde bunu belirtmeleri
gerekiyor ve bilahare kaideten ön inceleme aşamasında bilirkişiden hangi hususta görüş
vermesinin istendiği, gereğinde ona yöneltilecek soruların neler olduğuyla birlikte ve bu
surette ispata konu hangi vakıa bakımından onun oluşu mu vasfı mı bilirkişi
incelemesine konu edilecek bunlar da belirtilerek ikinci aşamada bilirkişi delilinin
gösterilmesi suretiyle bir delil dilekçesi verilmesi gerekiyor. Tarafın bilirkişi delili
bakımından bu usul caridir, hakim bakımından durum farklıdır. Hakimin bir tahkikat
aracı olarak başvurduğu hallerde buna lüzum yoktur.
Tarafın bu bilirkişi gösterme işlemine karşı elbette hakim, önündeki mesele bakımından
bilirkişiye başvurmayı gerekli kılan veya bu somut mesele bakımından bilirkişi delilinin
caiz olup olmadığını inceleyip yapacağı değerlendirme neticesinde (ön incelemede veya
ön incelemenin sonunda veya tahkikat aşamasında) bilirkişi incelemesine karar vererek
3. Aşamada bilirkişinin yargılamaya ithali süreci bu surette tamamlanmış oluyor. Burada
hakimin re’sen başvurduğu hallerde münhasıran tahkikat aşamasında hakimin özellikle
diğer delillerin toplanmasından sonra o delillerin de dikkate alınarak ispata konu olay
bilirkişi görüşünü gerektiren bir özellik gösteriyorsa oradaki açıklamalar ve beyanları da
dikkate alarak bilirkişiye olayın oluş veya vasfı itibarıyla soru yönelterek veya özel
olarak görev vererek bu delili ikame etmesi bakımından tahkikat aşamasında bunun
gerçekleştiğini söyleyebiliriz.
d. Bilirkişi Delili Dermeyan Eden veya İlgili Tarafın Bilirkişilik Ücret ve Masrafını
Ödemesi:
Burada belirli bir usul ve şekil vardır. Bilirkişinin belirlenmesine müteakip mahkemece
bu bilirkişiye bir davetiye gönderiliyor ve davetiyede bilirkişilik yapması beklenen
dosya bilgileri ve içeriğiyle ilgili bilgi verilir (ama genellikle içerikle alakalı bilgi
gitmez). Bilirkişi eğer heyetli ise bir gün de belirtilerek taraflar da bundan haberdar
edilir ve o günü taraflar huzurunda bilirkişiye dava evrakı teslim edilir. Taraflardan sadır
olacaksa tarafların zaviyesinden hangi hususta bilirkişi deliline dayandığını
dilekçelerinde açıklar demiştik. Mahkeme, hangi konularda bilirkişinin yorumda
bulunması ve görüş bildirmesi gerektiğini belirliyor.
Tetkikat dışı hallerde bilirkişi, mahkeme kaleminden dosyayı alarak bilirkişi delilinin
alınmasına ilişkin şekli işlemi gerçekleştirmiş oluyor.
d. Tarafların Süresinde Talebi Üzerine veya Resen Mahkemenin Görüş Beyan Eden
Bilirkişiden Eksik ve Belirsizliklerin İkmalini ya da Başka Bir Bilirkişiden Görüş
Bildirmesini İsteyebilmesi:
Keşif ve muayene geçen hafta belirttiğimiz delillerin içerik itibarıyla türlerindeki ayrımdan
belirti delillerin toplanmasına tekabül ediyor ve belirti deliline ilişkin keşif ve muayene
bulgusu olarak kaynaklarda bu takdiri delil yer alır.
a. Hem Tahkikat Yöntemi Hem de Dolaylı İspat Aracı Niteliğine Sahip Olması:
Bu vasıf bakımından takdiri deliller arasında yer almakla birlikte kuvvetli bir
takdiri delil dememiz mümkündür zira gerek keşif gerekse muayene kural olarak
hakimin bizzat bu ispata konu vakıanın cereyan ettiği mahal veya vakıanın
nesnesi üzerinde duyu organlarıyla bunların içerdiği emareleri toplaması ve
alması şeklinde gerçekleşiyor. Bu itibarla birebir doğrudan temas suretiyle
Bu meyanda keşif ve muayene de bir masrafa tabidir ve aynı zamanda ücret olarak
hakim bizzat bu süreçte yer aldığı için ve genellikle mahkeme dışında cereyan
edeceği için hakim yolluğu adı altında bir meblanın da ücret olarak ödenmesi
gerekiyor ve aynı zamanda hakime eşlik eden katip ve mübaşir bakımından da
tarifede yer alan yol ücretinin ödenmesi tarafça bu surette mahkemenin kararından
sonra gerekiyor.
8- Uzman Görüşü:
Uzman görüşü kanunda, delil kataloğunun en sonunda yer alan bir ispat aracıdır.
Burada ispat aracı vasfı bakımından bazı tartışmalar da vardır bu yüzden vasıf olarak
ispata yardımcı malzeme şeklinde nitelenir. Mahiyet olarak bunu aslında taraf
bilirkişisi şeklinde düşünmek yanlış olmaz zira bu delilin hem ikamesi hem toplanması
bakımından tarafın tercihi ön plandadır.
Bilirkişi deliline benzer tarafları vardır ama farklı olarak burada uzman kişi bir
mahkeme yardımcısı vasfına haiz değildir. Aynı şekilde yargılamada ispata konu
mesele hakkında özellik arz eden bilginin, meselenin aydınlanmasında etkili olduğu
durumlar arasında fakat münhasıran bilim uzmanlığı çerçevesindeki bilgiler ile sınırlı
olarak mahkemeye olayın vasfı hakkında bir bilgi verilme aracı diyebiliriz. Bilirkişi
delilinde mesleki ve sanat çerçevesindeki bilgiler, bilim uzmanlığının yanında devrede
idi. Uzman görüşünde münhasıran bunu bilimsel alanla sınırlamamız mümkündür.
Burada maddi meselenin yanı sıra hukuki mesele hakkında uzman görüşünün
sorulabileceği ve buna dayanılabileceği kabul ediliyor burada bilirkişiden farklı bir
yönü de bu diyebiliriz.
İspata yardımcı malzeme niteliği çerçevesinde bir defa olayın oluşuna delaleten
hakime kanaat verme ve hakimin olayın varitliği yönünde bunu hükme temel
yapma özelliği cari değildir. Vasfı itibarıyla hakimi aydınlatma ve hakimi bundan
yararlandırma söz konusudur. Bu itibarla vakıaların yorumu bakımından gerek
hukuki gerek maddi olgular açısından uzman, hakime kanaat vermeye yöneliyor.
Bu tabi ki neticede ispatı kolaylaştırmaya yönelik olabilir veya hasım taraftan cari
olursa engellemeye yönelik olabilir.
Burada takdiri deliller arasında yer alıyor ama zayıf bir takdiri delil diyebiliriz zira
tarafın, bilirkişiliği özelliğini taşıması çerçevesinde tarafgirlik ve bağımlılık riski
vardır. Burada ispata yardımcı malzeme olarak bakıldığında bunun bir delil olmadığı
akla gelebilir fakat kanundaki düzenlemede hakimin değerlendirmesinden bahsediyor
ve dolayısıyla bunun delillere ilişkin kısımda düzenlendiğini de dikkate alırsak takdiri
delil olduğunu kabul etmek gerekir ancak zayıf bir takdiri delildir diyebiliriz.
2. Uzmana Yargılamaya Konu Olay veya İspata Konu Vakıalar veya Bunlara
İlişkin Olarak Mahkemeye Sunulmuş Olan Bilirkişi Raporu Hakkında Bilgi-
Belge Verilmesi:
Burada uzmanın sunduğu mütalaa bakımından bir ücret/masraf sarfiyatı söz konusu
olabilir. Bunun deliller arasında yer alması çerçevesinde buna dayanıldığı haller
bağlamında belki tarife üzerinden kıyasen bir ücret tahmiline gidilmesi gerektiğini
belirtebiliriz fakat kanunda bu şekilde bir düzenleme yer almıyor.
2. Taraf veya İlgili Uzmana Soru Sordurabilir veya Avukatı Uzmana Soru
Yöneltebilir:
8. HAFTA
Hükmün verilmesi için tabiatıyla hukuki meselenin de halledilmiş olması lazım ve hukuki
meselenin halline de bağlı olarak uygulanacak hukuk kuralı, dava sebebi olayı oluşturan
vakıalara altlanarak bunu karşılama düzeyine göre ilgili hukuk kuralında belirlenen hukuki
sonucun teyit edilip edilmediği kural olarak belirlenecektir ve böylece davacının usuli
talebinin kabulü veya reddi hüküm altına alınacaktır.
Buradaki işlev hukuki meselenin hallidir. Hukuki meseleden anlamamız gereken şey
yargılamada uygulanacak hukuk kuralının hangisi olduğunun ve içeriğinin belirlenip
kesinleştirilmesidir.
yine önce kendisi önündeki meseleyle sınırlı olarak bir kural geliştirecek ve ondan sonra
bu altlamayı kendi geliştirdiği ilke veya kural vasıtasıyla yapacaktır.
Kuralın altlanması halinde kuralın iki unsurlu olduğunu biliyoruz: olgusal durum ve o
olgusal durumun mevcudiyeti halinde buna bağlanan hukuki sonuç. Netice olarak
davadaki usuli talebi altlama faaliyeti çerçevesinde olgusal durumun içini doldurması
haliyle hukuki sonucun teyidi davanın kabulü anlamına gelir aksi halde davanın reddi
söz konusu olacaktır.
Burada hukuki tartışma, bu alt evrenin işlevi olan hukuki meselenin halli bağlamında
yapılacaktır. Bu açıdan da tarafların hukuki beyanları hakim tarafından incelenip
değerlendirilecektir ve tabiatıyla bu hakimin zihni bir faaliyeti olmakla birlikte hakimin
zaman zaman taraflarla diyaloğunu da gerektirir. HMK 186. Maddede belirtilen “son
sözler” ile kastedilen esasen bu hukuki tartışmadır.
Tek hakimli mahkemeler bakımından burada hakim, tek başına (toplu mahkemelerde
cereyan edecek süreci) zihni olarak kendi kendine yapacaktır ve buna da hakim
muhakemesi diyebiliriz.
Burada sözlü yargılama ve hüküm evreleri birlikte gerçekleşecektir. 2020 değişikliği ile
olağan usul bakımından bu yargılama evresinin parçalı kurgulanmasından kanun koyucu
bir müdahale ile nispeten vazgeçilecek şekilde bir gelişme de oldu ama bununla birlikte
tahkikat evresi ile olan bağlantısı bakımından bir değişiklik meydana getirmiş oluyor.
Sözlü yargılama ve hüküm alt evresinin icrası bakımından durum temelde aynıdır. Yani
sözlü yargılama ve hüküm evresi birlikte veya ayrı şekilde icra olunabilir.
Sözlü yargılama ve hüküm alt evreleri, HMK 186. Maddenin 2. Fıkrasının lafzı
itibarıyla “hakim, sözlü yargılamada taraflara son sözlerini sorar ve hüküm verir”
şeklindeki formülasyon gösteriyor ki sözlü yargılama ve hüküm alt evreleri iç içe ve
arada bir parçalılık söz konusu olmaksızın yapılmaktadır. Hüküm için hazırlık yapılması
zaman gerektiriyorsa hüküm için ayrı bir celse tayini de mümkündür.
c-Kaideten Yargılamada Son Usuli İşlemi Tesis Eden Hakim Tarafından Karar
Verilebilmesi: Kararın, sözlü yargılamaya katılmış ve orada bulunmuş hakimler
tarafından verilmesi gerekir. Bu, sözlü yargılamada tarafların katkısıyla hukuki
tartışma çerçevesinde hukuki meselenin hallinde hükme temel alınacak olan şeyin o
hukuki tartışmadan çıkan sonuç olduğunu gösteriyor. Bu itibarla az önceki
örneğimizdeki gibi hakim izindeyse ve geçici bir hakim çıktığında artık kararın
verilmesi hüküm aşamasına kalmışsa (sözlü yargılamayla hüküm celsesinin
ayrıldığı istisnai durum mevcutsa) sözlü yargılamadaki beyanların tekrar alınması
ve tekrar son sözlerin sorulması gerekir. Ya da hakim izinde değilse ve mesela
emekli olmuşsa o zaman zorunlu olarak sözlü yargılamadaki bu faaliyet kısaca
tekrar edilir.
İlamın içeriğinde bazı şekil unsurları vardır ve bunlar HMK 297 ve 299 da
düzenlenmiştir. Burada artık hükmün tefhimi değil hükmün tebliği aşaması itibarıyla
oluşturulan karar belgesinden söz ediyoruz. Hükmün tefhimi açısından asgari olarak
hüküm fıkrasının belirtilmesi yeterlidir. Burada ise hükmün tebliği aşamasında karar
belgesi oluşturulurken sadece gerekçenin ilavesinden farklı olarak kanunda yer alan
içerik unsurlarının da ilamda belirtilmiş olması gerekir.
ç-Hüküm Fıkrası (Kısa Karar) ve Yargılama Masrafı Tahmili ile Kanun yolu
Keyfiyeti (Sonuç): Burada davanın kabulü faraziyesi ile davacının tanınan hakkı (yani
mahkeme burada hak inşa etmiyor) söz konusudur. Tarafın tespit edilen ve yerine
getirilmesi gerektiği hakkı ve aynı zamanda karşı tarafa tahmil edilen ve karşı tarafın
mahkum edildiği yerine getirilmesinin hüküm altına alındığı şey bulunur. Bunlara
ilaveten yargılama masraflarındaki sorumluluk bulunur ve burada daha sonra da
göreceğimiz gibi kaybeden öder kuralı vardır ama bunun istisnaları da söz konusudur.
Ve nihayet burada hükme karşı bir kanun yolu başvuru imkanı var ise bunun hangisi
olduğu (istinaf-temyiz-itiraz) ve kanunda bu hususta yer alan başvuru süresi bulunur.
Kanun yolu başvuruları iş mahkemelerinde tefhim ile diğer mahkemelerde ise tebliğ ile
başlar ama bu ayrımı da kısa karar kısmında görürüz.
d-Mahkeme Mührü ile Hakim ve Katip İmzası-Yazım İkmal Tarihi (Tevsik): Son
olarak da kararın, hakimin ve katibin imzalarını içermesi gerekir ve yine mahkemenin
mührünü taşıması gerekir ve aynı zamanda kararın yazım tarihi bulunur (kararın yazım
tarihi bizde genellikle başlık kısmına konulur) burada tefhim tarihi yeterlidir ama
tefhim tarihinin altına yazım tarihi diye de uygulamada genellikle eklenir.
Bu şekilde 5 temel unsurun ihtiva edilmesi gerekir. Bunların eksikliği, usuli işlemler eğer
kamu düzenindense ve esaslı şekilse kanun yollarında iptale yol açabilir.
İşten el çekmeden itibaren mahkemenin tekrardan bu karara yönelik herhangi bir işlem tesis
etmesi söz konusu değildir. Bunun istisnası kanunda öngörülen hallerde ve usuli şekle bağlı
olarak kararın tashih edilmesi, tavzih edilmesi veya tamamlanmasıdır. Tashih ayrı tavzih ve
tamamlama ayrı taraflara konularak incelenmelidir.
A)Hükmün Tashihi
abb)Hüküm Taraflara veya Karşı Tarafa Tebliğ Olunmuş ise Hatanın Taraflar/
Karşı Taraf Beyanı Alınarak Düzeltilebilmesi:
Düzeltmenin şekli ile ilgili olarak da mevcut karar metninde değil, kararın tebliğinden
(hüküm tebliğ olsa da olmasa da) sonra ayrı bir ek karar metni oluşturularak yapılır ve
asıl ilama iliştirilir.
Hükmün tavzihi, hükümdeki kapalı ifadeler ve hatta hüküm fıkraları arasında birbiriyle
tutarsızlık oluşturulan ifade bozukluklarının yarattığı tereddüdün giderilmesine
yöneliktir. Böyle durumlarda hükmün mahkemece açıklanması yani izah edilmesi
istenebilir. Tavzih kural olarak hüküm fıkrasıyla ilgilidir yani hüküm fıkrasının vazıh
olması önemlidir çünkü taraf bunu yerine getirecektir ve o bakımdan neyin yerine
getirileceğini anlaması gerekir. Bu bakımdan kararın tereddüt oluşturan bir hal ortaya
koyması durumunda tavzih talebinde bulunulması mümkündür. Tavzih, talebe bağlıdır
ve talep edilmiş olması gerekir.
A)Hüküm Kavramı:
Hüküm, yargısal karar olarak hukuk düzeninin bazı sonuçlar bağladığı bir mahkeme usul
işlemidir. Mahkeme usul işlemlerini kategorik olarak ara kararlar ve nihai kararlar
şeklinde 1. Dönem incelemiştik. Hüküm, mahkemenin yargılamaya son veren nihai
kararların tamamı bakımından değil esasa ilişkin bir kararla yargılamanın sona erdirildiği
hallerdeki yargısal karara tekabül eder. Esasa ilişkin olmaktan anlamamız gereken davaya
sebep olan olayın yürürlükteki hukuk karşısındaki durumu hakkında verilen yargıdır.
a-Hükmün Bir Hukuki İhtilafı Kati Olarak Çözen Esasa İlişkin Nihai Karar
anlamına Gelmesi: Çekişmeli yargı türünde de çekişmesiz yargı türünde de esasa ilişkin
bir karar verilmesi söz konusudur fakat burada hüküm kavramı, çekişmeli yargıda esasa
ilişkin nihai kararı ifade eder.
ba)Davanın Kabulü Kararları: Zaten esasa ilişkin bir sonuç taşıdığından dolayı
burada bir güçlük yoktur.
Hükmü, çekişmeli yargıya teksif edince çekişmesiz yargıda verilen kararlar bunun
dışında kalıyor.
2-Hükmün Sonuçları
Hükmün tefhiminin aslında gerekçeyle birlikte olması kuraldır ancak kısa karar
şeklinde açıklanmasına cevaz veriliyor. Dolayısıyla hüküm, hukuk düzenine girmesi
itibarıyla kısa karar şeklinde varlık kazanıyor fakat daha sonra gerekçeli kararın
oluşturulmasıyla hükmün kontrolü yollarına başvurma imkanı da buna ilişkin sürelerin
işlemesiyle karşımıza çıkar fakat istisnai olarak tefhimle başlayan haller de vardır (örn
iş mahkemesi ve icra mahkemesinin bazı kararları).
Hükmün varlık kazanması tefhimle meydana geldiğinde usule ilişkin bir sonuç olarak
mahkemenin işten el çekme sonucu çerçevesinde karara dokunamama keyfiyetinin
hasıl olduğunu belirtmemiz gerekir ve bunun istisnasının da geçen hafta gördüğümüz
tavzih, tashih ve tamamlama kurumlarıdır demiştik.
Hükmün kesinleşmesi ile hukuk düzeninin hükme bağladığı sonuç olarak temelde iki
kategorik durumdan bahsetmek suretiyle etkileri açıklayabiliriz. Hükmün bu bakımdan
maddi ve usuli etkileri vardır.
Hüküm türlerine bağlı olarak değişiklik gösterir. Hüküm türleri de kaideten dava
türleriyle bağlantılı olarak eda davasının kabulüyle bir eda hükmü ve inşai davanın
kabulüyle bir inşai hüküm ve tespit davasının kabulüyle bir tespit hükmü verilir fakat
bu kuralın istisnaları vardır. Eda davasında bazı hallerde bir inşai hüküm sadır olduğu
da vakidir. İcra edilebilirlik etkisi ile birleştirildiği ahvalde eda davasında bir inşai
hükmün istihsal edildiğini görüyoruz.
İnşai etki, inşai hükümlere tanınan bir yetkidir yani inşai etki, hukuk düzeninde
hükmün doğrudan bir değişiklik meydana getirmesi ve verilen hükmün hukuk
aleminde sonuçlarının kendiliğinden ortaya çıkması halidir.
İcra edilebilirlik etkisi, eda hükümleri bakımından söz konusudur zira eda hükümleri
bir edimin gerçekleştirilmesi verme-yapma-yapmama borçlarına ilişkin olarak hüküm
altına alınıyor dolayısıyla hükme bağlanan edim yükümlülüğünün rızaen yerine
getirilmemesi halinde icra aşaması çerçevesinde devlet kuvvetleri tarafından yerine
getirtilmesi süreci başlatılıyor.
ab)İnşai Etki - İcra Edilebilirlik Etkisi –Unsur Etkisi (İlave Talep Yetkisi ve
Hukuki Sonuç)
Usul hukukuna yönelik etkiler hüküm türlerinin tümü bakımından ortak etkilerdir. Bu
itibarla az önce bahsettiğimiz inşai, eda ve tespit hükümlerinin tümü bakımından ve
dolayısıyla o hükümlerin verildiği davaların tümü bakımından söz konusudur. Burada
birbiriyle bağlantılı 2 etki söz konusudur: Kesin hüküm etkisi ve kesin delil etkisi.
Kesin hüküm etkisi, maddi anlamda ve şekli anlamda kesin hüküm şeklinde 2 alt
kavramla ifade ediliyor ama aslında şekli anlamda kesin hüküm etkisi, maddi anlamda
kesin hüküm etkisinin bir ön şartıdır. Bununla birlikte, hükmün kesinleşmesiyle ortaya
çıkan bir sonuç olarak artık yargılamanın sürdürülememesi ve yargısal prosedürün orada
kesilmesi şeklindeki etkiyi şekli anlamda kesin hüküm etkisi olarak da düşünmek
mümkündür.
Kesin hüküm denilince anlaşılması gereken maddi anlamda kesin hüküm etkisi denilen
şeydir ki bu da yargısal kararlara bu kararın aksettirdiği adli gerçeğin sonraki davada
taraflar arasında tartışma konusu yapılamaması ve tabiatıyla evleviyetle aynı konuda
taraflar arasında yeni bir davanın açılamaması şeklinde ifade edilir. Bu, kesin hükmün
önleyici etkisi ve bağlayıcı etkisi şeklinde iki ayrım temelinde açıklanıyor:
ab)Maddi Kesin Hüküm Etkisi (HMK, m.64,69/2; 114/1-i )(Maddi anlamda kesin
hüküm, bir yargısal kararın, aksettirdiği kanuni gerçeğin sonraki davada tartışma
konusu yapılamamasıdır):
Bağlayıcı etkide ise biz bir kanun öngörmüyoruz. İstisnai olarak kesin hükmün
cari olmadığı hallerde karşımıza çıkan bir etkidir, başka bir ifadeyle önleyici
etkiden muaf olan hallerde taraflar arasında aynı konuda aynı davanın yeniden
açılabildiği bir halde daha evvel verilen kararda yer alan tespitler sonraki
yargılamada hiç dokunulmaksızın yargılamanın onlar üzerinden devam etmesi
şeklinde ortaya çıkıyor. Bu bakımdan bahsettiğimiz istisnaya örnek olarak
usulden verilen kararlar sonradan o usuli eksiklik veya kusur giderilebilecek
türden ise giderildiğinde yeniden dava açılmasına engel olmaz. Yeniden açılan
aynı davada önce verilen usulden red kararında eğer içeriğinde hukuki meseleye
ilişkin olarak bir tespit varsa sonraki yargılamada da dikkate alınması orada tespit
edilen adli gerçeğin sarsılmaması ve ona tanınan gücün teyidi bakımından
sonraki davada da dikkate alınıyor. Fakat usulden red durumlarda vakaya ilişkin
tespit yapılması hali oldukça sınırlıdır.
Hükmün verildiği dava ile daha sonra açılan davanın aynı dava olması ile tarafların
ayniyeti şartı bir sınır çizmiştir (bunu 1. Dönem görmüştük) fakat bunun dışında da
objektif ve sübjektif sınır olarak ifade edilen ve söz konusu önleyici-bağlayıcı etkinin
meydana gelip gelmemesine yol açan hukuki sınır olarak bunların ne olduğuna bakalım.
Maddi kesin hükmün etkilerinin sınırlarını HMK 303. Maddede görüyoruz ve keza
şekil şartlarını da oradan çıkarıyoruz. 303. Maddenin fıkralarında kesin hükmün
objektif ve sübjektif sınırlarına ilişkin düzenlemeler yer alıyor.
Objektif sınır ile kastedilen şey önleme ve bağlama etkisinin hüküm fıkrasıyla sınırlı
tutulmasıdır. Hüküm fıkrası dışında, hüküm belgesinde gerekçeli karar kısmında
objektif sınır bakımından gerekçeye şamil değildir, önleyici ve bağlayıcı etki hüküm
fıkrası sırasında tutuluyor.
Bununla kast edilen aynı taraflar arasında olmak şartıyla ilgili olarak sonraki
yargılamada tarafların ayniyeti bakımından haleflerinin de bu kapsamda görülmesini
teşkil ediyor. Tarafların kendisi ve halefleri dışında, tarafla bağlantılı kişilere etki
etmemesi sübjektif sınır teşkil ediyor. Burada önceki davada davacı ve davalı
konumunda bulunan kişiler sonraki bir yargılama bakımından zıt konumda
olabilirler. Burada önemli olan husus önceki hükmün etkilerinin tarafların halefleri
dışındaki kişilere uygulanamamasıdır. Külli haleflere örnek olarak mirasçıları
verebiliriz. Cüz’i halefiyete de bir hukuki ilişki çerçevesinde örnek olarak
sözleşmenin devrini verebiliriz.
Kanunda bir de sübjektif sınır meyanında taraflar arasında müteselsil ilişki varsa
taraflar, hükmün verildiği davada dava arkadaşı olarak birden fazla kişi yer alıyorsa
ve bu şekilde yargılama yürütülerek karar verilmişse dava sırasında dava arkadaşı
olarak yer alan kişilerin dışında eğer başkaca müteselsil sorumluluk sahibi bulunan
kişilerin yer aldığı ilişkiye yönelik karar verilmişse davada yer almamış olan diğer
müteselsil sorumlulara önceki davada verilen kararın etkilerinin uygulanmaması
gerekir.
Usule etkinin bir diğer nevi olarak bahsetmemiz gereken bir diğer etki de kesin delil
etkisidir. Kesin delil etkisi, aynı taraflar arasında sebebi veya konusu farklı sonraki bir
davada aynı taraflar arasında daha önce verilen bir kararın gerekçe kısmının bağlayıcılığı
anlamına gelir.
Temelde MÖHUK tan hareket edebiliriz ancak bununla birlikte HMK da 64 ve 69.
Maddede ve keza BK 79. (hoca bu maddeden emin olmayarak söyledi maddenin
konusuna ilişkin olarak bir şey söylemediği için gerçek maddeyi de bulamadım)
Maddeden de hareket etmek de mümkündür fakat tabiatıyla farklı mahkemeler olunca
yargı yolu veya yargı bölümü değişiyor.
10. HAFTA
Taraflarca tasarruf ilkesi kanunda genel hükümler kısmında yer alır. Davacının davayı açma,
sürdürme ve nihayet sona erdirme şeklinde 3 yetkiye tekabül eder. davalı bakımından da
yargılamanın kapsamına etki itibarıyla savunma sebebi ileri sürme ya da sürmeme ve keza
yargılamada davacının usuli talebine verdiği tepki bakımından farklı ihtimallere ilişkin
tercihte bulunabilme şeklinde onun kullandığı yetkilere tekabül eder.
Bu 3 kurumun maddi hukukla olan ilişkisi veya ona etkisi çerçevesinde sözleşme özgürlüğü
ile birlikte düşünülür. Sözleşme, esasen borçlar hukukunun bir kavramıdır ama hukukun diğer
alanlarında da farklı sözleşme türlerini görüyoruz.
Bu kapsamda yer alan taraf iradelerinin niteliği de önemlidir. Usuli işlemlerin, hukuki
işlemlerle birlikte tesisi mümkündür. Taraf usuli işlemlerinin tesisinde hukuki sonuçlar da
ortaya çıkabildiği gibi usuli işlemin bünyesinde bir hukuki işlem tesisi mümkündür. Örneğin
takas mahsup bir hukuki işlemdir ama dava kapsamında ileri sürüldüğünde (daha önce ileri
sürülmüş de olabilir) cevap dilekçesinin verilmesi bir usuli işlemdir. Bu usuli işlem,
bünyesinde hukuki işlemi de barındırır.
ab)Hem Maddi Hukuk Hem de Usûl Hukuku Alanında Sonuç Doğuran Taraf Usûli
İşleminin Çift Karakterli (Hukuki-Usûli) İşlem Teşkil Etmesi
a-Tarafların Yargılamayı Salt Usûl İşlemiyle Sona Erdirtebilmesi (HMK, m.123): Salt
usul işlemiyle yargılamayı sona erdirmeye ilişkin imkanı kanunda görüyoruz. Bu hususta
HMK 123. Maddede feragat-kabul ve sulhun dışında davanın geri alınması kurumu bu
konuda örnek teşkil eder.
b-Tarafların Yargılamayı Tek Yanlı Usûli veya İki Yanlı Hukuki-Usûli İşlemle Sona
Erdirtebilmesi:
A)Feragât:
Burada yargılamanın sona ermesine ilişkin yön elbette davacı aleyhinedir çünkü usuli talepten
vazgeçilince artık o usuli talep hakkında davanın kabulü veya reddine ilişkin bir
değerlendirme imkanı yoktur ve bununla birlikte açılmış bir dava vardır ve bu dava da
feragatin sonucu davacı aleyhine sonuçlanacaktır. Feragat maddi hukuka da etkilidir
dolayısıyla dava sebebi vakıalardan çıkan haktan da feragat edilmiş sayılıyor.
Peki feragat her davada mümkün müdür? Yargılamayı sona erdirme etkisinin sınırlarından
bahsetmiştik işte bu manada kamu düzeninden olan hallerde feragata geçerli sonuç
bağlanmadığını görüyoruz. Temelde feragat, sözleşme özgürlüğüne bağlı bir hak olarak kabul
edildiğinden dolayı kural olarak her tür hukuki koruma talebinden vazgeçilmesi bunun hak
alanı kapsamında kalır fakat örneğin, hakimin hukuki sorumluluğuna ilişkin düzenlemeler bu
hususta feragatin sınırlandırıldığı alanlardan bir tanesidir. Bir de temel hak niteliğine ilişkin
hak iddiasına havi bazı davalarda feragati görmekteyiz. Bildiğimiz üzere temel haklar kişinin
kendisine karşı da korunmaktadır. İki konuda gördüğümüz gibi feragata, kamu düzenine etkisi
mutlak görünen haklarda cevaz verilmiyor.
b-Davadan Başka Usûli Taleplerden Feragâtin Kaideten Mümkünlüğü: Bir defa hukuki
koruma talepleri diğer yargısal prosedür olarak feragate açıktır. Bir diğer yargısal prosedür
olarak kanun yolu başvuruları da feragate açıktır.
Bir diğer yargısal prosedür alanı olarak çekişmesiz yargılarda ikili bir ayrım yaparak inceleme
yapacağız: Talep üzerine başlatılanlar ve re'sen hareket suretiyle başlayanlar. Talep üzerine
başlayanlardan kural olarak feragat caizdir. Re'sen hareket bakımından ise feragat kabul
edilmiyor çünkü işin içerisinde kamusal yarar özelliği vardır.
Kanun yolu açık olan kararlar bakımından feragatin gerçekleşme şekli bakımından 2 yol
mümkündür: gerekçeli kararın tebliğinden sonra kanun yolu başvuru süresi içerisinde davacı,
davadan feragat edebilir ve böyle bir durumda mahkeme, yargılamayı sona erdirirken verdiği
hükmün kaldırılması zımnında bir ek kararla davanın feragat nedeniyle hükümsüz sona
ermesi şeklinde bir karar verir. Eğer kanun yolu aşamasında feragat ortaya çıkmışsa bu
takdirde kanun yolunda ilk durak Bölge Adliye Mahkemesidir. Bölge Adliye Mahkemesi
esastan da yeni bir karar verebilir bu durumlarda feragati dikkate alıp feragat nedeniyle ek
karar vermek üzere dosyanın geri çevrilmesi şeklinde bir uygulama vardır. Yargıtay
bakımından ise bir vaka yargılaması yapılması söz konusu olmadığı için esastan yeni karar
verme imkanı yoktur ve orada her halükarda feragat vaki ise dosya geri gönderilerek feragat
başvurusu hakkında gerekli kararın feragat dikkate alınarak verilmesi gerekiyor.
ç-Feragâtin Usûl Hukukuna Tabian Tesis Olunması: Feragatin şekli açısından irade beyanı
itibarıyla davacının iradesiyle oluştuğunu söylememiz gerekir. Bu açıdan tek taraflı bir usuli
işlem özelliği vardır bu bakımdan karşı tarafın muvafakatine gerek yoktur. İrade beyanının
şekli açısından ise bir sınırlama yoktur yalnız hakim huzurundayken şifahi olarak beyan
edildiğinde tutanağa bağlanması söz konusuyken hakim huzuru dışında gerçekleştiğinde
bilzarur hem aidiyet tespiti bakımından hem iradenin yargılamanın hafızası olan dosyaya
aksetmesi bakımından yazılı şekilde sunulması gerekir. yazılı olmayan şekil bakımından
güvenli e-imza ile uzaktan tesis imkanı da vardır. İçerik itibarıyla feragatin şarta bağlı
olmaması gerekir. Feragatin tesisine ilişkin mahkemenin konumu şekli denetim ile sınırlıdır
dolayısıyla mahkemenin feragati, içeriğe ilişkin inceleme görev ve yetkisi yoktur.
B)Kabul
Kabul, davayı davalı aleyhine sona erdirecektir dolayısıyla oradaki vakıanın varitliği veya
varitlik kapsamının inceleme gereği olmaksızın yargılama davalının bu beyanı ile son buluyor
ve ikrardan bu yönüyle de bir farklılık taşıyor.
c-Kabulün Usûl Hukukuna Tabian Tesisi (HMK, 309/2): Kabul işleminin tesisi
bakımından tek taraflı bir işlem tesisi olduğunu görüyoruz ve davacının buna katılması söz
konusu değildir. şekil bakımından mahkeme huzurunda ise sözlü beyanla ve hakim huzuru
dışında tesis edilmesi halinde de yazılı veya yazılı olmayan şekilde ve aidiyet unsurunun teyit
edilerek gerçekleştirilmesi söz konusudur. Bu itibarla kesin bir şekil şartına tabi olmadığını
söyleyebiliriz. Burada kabul beyanının açık olması ve şarta bağlı olmaması gerekir. Burada da
kabulle ilgili bir şekli denetim yetkisi caridir. Bu itibarla içeriğe ilişkin bir inceleme söz
konusu değildir (şekil denetiminin içerisine kişinin kabul beyanında bulunduğu durumun
serbeste denetimde bulunabileceği haller girer).
ca)Şeklen Tek Taraflı Usûli İşlem Olarak Yazılı veya (Mahkeme Huzurunda) Sözlü
Beyanla Tesis Olunabilme
cb)Kabul Beyanının Açık Olması ve Şarta Bağlı Olarak Tesis Olunamaması (Kısmi-
Tamami K // Sulh Teklifi)
davalı aleyhine yargılama sona erdiği için yargılama masraflarının tahmilinde, kabulün
gerçekleştiği safhaya göre bir ayrım vardır.
C)Sulh (Mahkemeiçi)
a-Sulhün Tarafların Yargılama Konusu İhtilafı Sona Erdirmek Üzere Mahkeme Önünde
Karşılıklı Kabul-Feragât Sadedinde Kısmen veya Tamamen Sona Erdirmek üzere
Anlaşmalarını İfade Etmesi (HMK, m.313/1): Sulh bakımından söylememiz gereken ilk
şey kanunun düzenlediği sulhun mahkeme içi sulh olduğudur. Sulh bakımından mahkeme içi
ve mahkeme dışı olmak üzere iki sulh vardır. Aslında her ikisi de davaya ilişkin olup olmama
yönüyle önem arz eder.
Sulhte feragat ve kabuldekinden daha mutlak bir şekilde çifte mahiyet özelliği caridir yani
hem maddi hukuk hem usul hukuku işlemi. Sulhun tesisi bakımından maddi hukuk kuralları,
içeriği ve sonuçları bakımından ise usul hukuku kuralları dikkate alınacak şekilde bir
keyfiyete tekabül eder. Bu halde sulh, sulh sözleşmesi olarak karşımıza çıkıyor. Böyle olunca
sadece taraflardan birinin iradesi şeklinde karşımıza çıkmıyor ve tarafların her ikisinin de yer
aldığı bir işlem söz konusudur. Burada sulhun hem kabul özelliği var hem feragat özelliği
vardır. Davalı bakımından, davacının usuli talebine kısmi kabul söz konusudur. Davacı
bakımından, feragat sadedinde usuli talepten kısmen vazgeçme özelliği taşır.
Yeni düzenlemede dava sebebi yapılmayan ve dolayısıyla dava konusuna dahil olmayan
uyuşmazlıklı alanların da sulh tesisi sırasında sulh anlaşmasına dahil edilmesine izin verilen
bir düzenleme yapıldı.
b-Sulhün Usûl Hukukuna Tabian Tesis Olunması (HMK, 309/2): Özellikle yargılamayı
sona erdirme yönü itibarıyla şöyle bir farkı vardır: kanun tarafların sulhe ilişkin
anlaşmalarının hükme geçirilip geçirilmemesi hususunda bir tercih imkanı sunuyor. Taraflar
sulhun hükme geçirilmesini isterlerse bu takdirde artık dava hükümle sona erebilecektir.
Burada hükme dönüştürme tercihi bakımından iki durum vardır: sulhte sözleşme karakteri
olunca şarta bağlılık bakımından bir engel yoktur yani tek taraflı bir usuli işlem değil de
karşılıklı bir usuli işlem olarak tesis edildiğinden dolayı tarafların aralarındaki başka
meseleleri de katabilmek bakımından şartlı olarak sulhu tesis etmeleri anlamlı olur. Hükme
dönüştürülmeye ilişkin durum dışında sulh şarta bağlı olarak tesis edilebilir ama hükme
dönüştürülmek istenirse şarta bağlı olmayacak surette tesis etmesi aranır. Sulhun hüküm
haline getirilmesi istendiğinde tarafların uzlaşmaya ilişkin iradelerinin herhangi bir şarta
bağlılık içermemesi gerekiyor.
Davanın hükümsüz sona ermesine ilişkin hallerden tartışmasız surette usuli işlem mahiyetini
taşıyan bir işlemdir. Fakat burada irade beyanının münferit ya da birlikte ortaya çıkması ile
ilgili değildir. Usul hukuku müessesesi olarak hukuki ilişkiye tesir etmemesi bakımından
mutlak usuli işlem özelliği taşıyor.
Feragat, karşı tarafın muvafakatini gerektirmezken davanın geri alınması, karşı tarafın şekli
muvafakatini gerektirir çünkü geri alınan davanın yeniden açılması mümkündür. Karşı taraf
muvafakat vermezse yargılama devam edip sona ulaşabilecektir.
b-Davanın Hüküm Kesinleşene Dek Geri Alınabilmesi (HMK, m.123/Son c.): Az önce
bahsettiğimiz gibi burada da kesinleşmeye dek davanın geri alınması mümkündür.
c-Davanın Geri Alınmasının Usûl Hukukuna Tabian Tesis Olunması: Şarta bağlı tesis
edilmesi söz konusu değildir çünkü zaten talep sonucuna ilişkin vazgeçme iradesi içermiyor.
Sadece o an itibarıyla görülmesinden vazgeçme keyfiyeti vardır işte bu açıdan burada bir şarta
bağlılık ihtiyacı yoktur ve davanın görülmesiyle bağdaşmadığı için cari değildir.
Davanın konusuz kalması, davanın hükümsüz olma durumundan 3 şekilde ayrılır. Orada
maddi hukuktan kaynaklanan sebepler öne çıkar. Burada dediğimiz gibi 3 durumdan söz
edilir: hukuki imkansızlık, fiili imkansızlık, kullanılmış olan hakkın dava sırasında geri
alınması.
a-Hukuki İmkansızlık Hali Zuhuruyla Konusuz Kalma: Hukuki imkansızlık hali, davanın
tarafları üzerinden belirtilebilir. Özellikle şahıs varlığı davalarında bunların 2 farklı türünü
görüyoruz. Bir şahıs varlığı davasında taraflardan birinin ölümü, hukuki bir olaydır ve böyle
bir durumda davanın konusu kalmıyor zira burada davanın konusu şahıs varlığı hakkıyla
ilgilidir. Buna örnek olarak boşanma davasını verebiliriz. Bazı şahıs varlığı davalarında ve
bazı malvarlığı davalarını da bu kapsamda görüyoruz. Taraflardan davacının ölümüyle de
davanın sona ermesi vakidir ve bu yönüyle boşanma örneğinden farklıdır. Bunları şahıs
varlığı davaları bakımından şahsa sıkı surette bağlı olan türlerinde görüyoruz. Örneğin
mirastan iskat davalarında davacının vefatı davayı konusuz bırakır. Şahıs varlığı hakkı dışında
bir de malvarlığı davasından örnek verecek olursak aynı şekilde davacının vefatıyla davanın
sona erme hali olarak kanundan değil de akitten doğan şufa-vefa ve iştira haklarının
kullanılmasına ilişkin davalarda bu inşai hak kullanılarak oluşturulan sözleşmelerin eğer
haleflere intikali kararlaştırılmış değilse bu halde şahsa bağlı kalıyor ve bu şahsın vefatı
halinde dava yoluyla kullanıldığından dolayı bu davanın da sona ermesine sebep teşkil ediyor.
Bazı malvarlığı davalarında ve inşai hak iddiasına dayalı malvarlığı davalarında örneğin
bağışlamadan rücu davasında bu sefer davalının ölümü davanın sona ermesine yol açıyor.
aba)Şahsa Sıkıbağlı Şahısvarlığı Hakkı İddiasını Havi Davalarda (Ör: Mirastan iskat)
abb)Ardıla İntikali Kararlaştırılmamış Suretteki Bir Sözleşmeden Doğan İnşai Hak
İddiasını Havi Davalarda (Ör. Akdi şufa-Vefa-İştira)
ac)Bazı Malvarlığı İnşai Hak İddiasını Havi Davalarda Davalının Ölümüyle (Ör:Bağış
Rücuu)
b-Fiili İmkansızlık Hali Zuhuruyla Konusuz Kalma: Biz bunu eda davalarında ve bazı
inşai davalarda görüyoruz. Eda davalarındaki aynen ifanın istendiği davalarda ifası istenilen
şeyin telefi halinde bu fiili durum davayla hedeflenen sonucun ortaya çıkmasını imkansız
kılar.
İnşai davalarda iki farklı türde karşımıza çıkar: edimin ifası imkansız hale gelirse ve iadesi
imkansız hale gelirse bu durumda da dava konusuz kalır. İadesinin imkansız olması
bakımından örneğin, ayıba bağlı dönmede ayıplı şeyin telefi halinde ki dönecek olan alıcının
kusuru yol açmalı böyle bir durumda alıcı kendi kusuruyla ayıplı şeyi telef ederse burada
dönme hakkını kullanma imkanı ortadan kalkar.
bb)Bazı İnşai Davalarda Hakkın Doğduğu Hukuki İlişkiye Konu Edimin İfası veya
İadesinin İmkansızlaşması (Ör-2:Ayıba bağlı dönmede ayıplı şeyin alıcının kusuruyla
telefi)
c-Uyuşmazlıklı İnşai Hakkın (Kullanılmış) veya Türev İnşai Hak Doğuran Bir İnşai
Kararın Muhatabın Muvafakati veya Buna İtirazı ya da Tatmini Üzerine Geri Alınması
(Ör-1: Bertarafı istenen itirazın geri alınması, af; Ör-2: SC’ye İtiraz Davasında İflâsın
Kaldırılması): Buradaki inşai haklar dava yoluyla değil tek yanlı beyanla kullanılan inşai
haklardır. Bu türden inşai hakların kullanılmasıyla bazı şartların yerine getirilmesi halinde
bunların geri alınması mümkündür: burada muhatabın muvafakati veya buna itirazı ya da
muhatabın tatmini üzerine geri alınması mümkündür.
Davanın açılmamış sayılmasında da bir hüküm verilmesi söz konusu olmadığından dolayı bir
diğer hükümsüz sona erme halidir.
Bazı usuli eksikliklerin yerine getirilmemesi veya usuli kusur teşkil eden, ikmali mümkün
olmayan bir eksiklikten farklı olarak bir özellik taşıması hallerinde bu davanın açılmamış
sayılmasına sebep olur. 5 farklı durum vardır:
ç-Usûli Talebin Hiç İleri Sürülmemiş Gibi Kabul Edilmesi (HMK, m.150/7): Örneğin kişi
daha önce takas hakkının kullanmamış da dava çerçevesinde kullanmışsa, temerrüt veya iyi
niyet hallerindeki tereddütlü durumu ortadan kaldırmak için kanun koyucu HMK 150.
Maddede bunu düzenlemiştir.
B)Hüküm Yerine Geçen Taraf Usûli İşlemlerinin Bertarafı (HMK, m.311/Son c.; TBK,
m.39/I)
I-YARGILAMA MASRAFLARI
Diğer kategori ise ispat faaliyetindeki masraflardır. Tahkikat veya daha doğrusu tarafların
tahkikata katkıları bakımından olan masraflar yani delillerle ilgili masraflar tahkikat
masrafları olarak ifade edilir. Avukatla temsilde temsil harcamalarına ilişkin terminolojik
ifade ise avukatlık ücret masrafıdır.
ba)Yargı Harçları
a-Yargı Harçlarının 492 Sy. Harçlar K’da Düzenlenmesi (m.11, 15,21, 26-28, 127,
129, 138): Harçlar kanununda 3 tür harç öngörülmüştür:
Yargılama masrafları ile ortaya çıkan durumu telafiye yönelik bir müessesedir.
b-Adli Yardım Kavramının Anayasal Temeli (TCAY, m.10, 36): Adli yardımın
hukuk düzeninde yer alması anayasal kurallardan hareketle usul kanununa ve ilgili
diğer kanunlara aksetmesi şeklinde gerçekleşir. Burada kanun önünde eşitlik ilkesi, adli
yardıma da temel teşkil edici niteliktedir ve aynı zamanda hak arama hürriyetini de
etkinleştirir. Yani dezavantajlı bir kişinin yargılama masraflarına bakarak hakkını
aramaktan geri kalması hak arama hürriyetinin kullanılmasını zorlaştırıcı bir hale
getirir işte bu bakımdan yargı harçlarının yansıtılması bakımından harçların yüksek
tutulmaması hak arama hürriyetinin etkin şekilde kullanılmasına hizmeten kabul edilir.
c-Kamusal ve Özel Kurum-Kişiler Eliyle Karşılama: Diğer bir yöntem de üstteki iki
sistemi birden kullanan yaklaşımdır. Dolayısıyla kamusal ve özel kurum kişiler marifetiyle
ortaklaşa yürütülmesi de Kıta Avrupası ülkelerinin bazılarında mevcuttur.
a-Baro Adli Müzaheret Bürosu Vasıtasıyla Adli-İdari İşlem Tesisi Suretiyle (Av.K,
m.176-179): Burada yine bir kamu hukuku kurumu söz konusudur ve burada tesis edilen
hizmet de kamu hukuku işlemi tesisiyle yürütülüyor ve bu itibarla adli-idari bir özellik
taşıdığını da söylemek mümkündür.
bb)Kapsamlı Adli Yardım Kararı (HMK, m.339, 340): Adli yardım kararı verildiği
takdirde kişi, avukatlık hizmetini de içermesi bakımından tüm yargılama masraflarına
yönelik bir muafiyet ortaya çıkar. Bu kararın kesinleşmesine kadar karşısına
çıkabilecek tüm masraflara şamil olmak üzere genel bir muafiyet öngörülür fakat bu
muafiyet geçicidir. Kişinin aleyhine karar verildiğinde daha evvel ödetilmeyen
masrafları taksite bağlama imkanı cari olmakla birlikte oradan alınmasına karar
verilmesi gerekiyor. lehine karar verildiği durumda ise bu defa karşı tarafa tahmil
edileceği için karşı taraftan alınmasına karar veriliyor.
C)Adli Yardım Temin Şartları (HMK, m.334; AvKAYY, m.5/II, 6/I): Adli yardımdan
yararlanma şartları arasında davanın temelsiz olmaması yani dayanaktan yoksun olmaması
şeklinde bir şart da vardır. Bu şart her zaman davada başarılı olunması gerektiği anlamına
gelmiyor işte bu itibarla adli yardım mutlaka kazanılacak dava sahiplerine yönelik işletilen
bir kurum değildir.
Ç)Adli Yardım Usulü (HMK, m.336, 337; Av.K, m.178, 182[AYY, m.6])
e-Adli Yardım Talebine ilişkin Mahkeme Kararının İtiraz Kanun yoluna Tabiiyeti:
Buradaki kanun yolu itiraz kanun yoludur. İtiraz kanun yolu temelde mahkeme vasıtasıyla
bu mahkemeyle ilişkilendirilen refik mahkeme nezdinde olur. Aynı mahkemenin birden
fazla dairesi varsa müteakip dairedir ve tek daire varsa o zaman en yakın yargı
çevresindeki mahkemedir. Müteakip mahkeme yoksa başa dönüp 1. Asliye hukuk
mahkemesine gider.
11. HAFTA
Geçici hukuki koruma fiili sebeplerle sağlanan bir ön korumadır fakat bu aynı zamanda
hukuki bir gerekliliktir. Bu açıdan anayasal bir temeli olduğu da kabul edilir. Asıl
hukuki korumaya ilişkin olarak hak arama hürriyetini, iddia savunma hakkını
öngörüyor başka bir ifadeyle dava hakkını öngörüyor. Bu bakımdan hak arama hürriyeti
ön korumaya ilişkin olarak da tanınmaktadır. Esasen kişilere sağlanacak hukuki
korumanın kapsamlı ve etkin olması da bunu gerektirir. Burada etkinliği hem etkililik
anlamında yani sonuç alınabilmesi anlamında düşünebiliriz hem de erken veya
gecikmeden ya da zamanında bazı muhtemel sebepler de buna yol açabilir işte bu
nedenle kapsamlı ve etkin olması gerekiyor.
Amaç olarak sonradan telafisi imkansız veya zor olabilecek durumları engellemeye
hizmet eder ve erken hukuki koruma sağlar. Geçici hukuki korumanın işlevi ise
prosedürün verimini artırma şeklinde bir işlevinden bahsetmemiz mümkündür.
a-İhtiyati Tedbir: Geçici hukuki koruma kurumu içerisinde geçici hukuki koruma
araçlarından bir tanesidir ve bu çekişmeli yargıda başlayacak bir geçici hukuki koruma
aracıdır. Asıl hukuki koruma öncesinde yani dava açılmadan veya açıldığında sonuç
itibarıyla asıl hukuki korumaya bağlı olarak başvurulabilecek bir araçtır. Mutlaka
muaccel bir hak iddiasında başvurulur.
b-İhtiyati Haciz: İhtiyati tedbirden farklı olarak bir dava prosedürüne yönelik veya bir
dava prosedürü içerisinde değil bir takip prosedürüne yönelik geçici hukuki koruma
aracıdır. Bu da çekişmeli yargı hukuki koruma aracıdır denilebilir. İhtiyati haciz
bakımından muaccel olmayan alacak iddiaları bakımından da bu geçici hukuki koruma
aracı devreye sokulabilir.
c-Delil Tespiti: Yapılacak bir yargılamaya yönelik olarak veya yargılama sırasında
henüz incelenme sırası gelmemiş olan delillerin muhafazasına hizmet eden bir geçici
hukuki koruma prosedürüdür. Diğerlerinden farklı özelliği ise bir hak iddiası çerçevesi
içerisinde değil usule ilişkin olarak yargılama içerisinde delillerin muhafazasına hizmet
eder.
ç-Diğer Geçici Düzenleme / Geçici Önlem: Diğer üçü dışındaki diğer geçici
düzenlemeler ya da önlemlerdir. HMK 406 da düzenlenmiştir.
konusunun kaybı tehlikesini bertaraf ediyor. Bu açıdan asıl hukuki koruma yolunun
açık tutulmasını veya asıl hukuki koruma prosedürüne ulaşılmasını sağlıyor. Aynı
zamanda asıl hukuki koruma sürecinde tarafın durumunun kötüleşmesini önlemeye
yönelik bir işlev de meydana getirebiliyor.
b-Tatmin Amaçlı İhtiyati Tedbirler (ör:TBK, m.76; TMK, m.332/II; FSK, m.77):
Erken faydalanmaya yönelik işlev görür. Dava sonunda elde edilecek edimin dava
sırasında geçici olarak ifa edilmesi şeklinde alınacak önlemlere tekabül eder. Örneğin,
iş kazası nedeniyle ortaya çıkan iş göremezlik tazminatı davasında asıl dava içerisinde
zaruret hali hasıl olabilir ve kişi ifaya muhtaç olabilir işte böyle bir durumda ona
davanın sonunda ödenecek olan tazminata mahsuben geçici olarak kısmi bir ifa kararı
verilebilir. Davada kişi aleyhine sonuç çıkarsa erken ifanın iadesi de mümkündür.
Dolayısıyla para alacağı bakımından ihtiyati tedbir söz konusu edilecek olursa
teminat amaçlı değil de eda amaçlı, ifaya muhtaçlık çerçevesinde söz konusudur.
b-Taraflarca Tasarrufa Tabi ve Davadan Önce veya Davanın Derdest iken Talep
Olunabilmesi
b-Şekli Hukuk Dava Prosedürüne İlişkin İhtiyati Tedbir Talepleri: Şekli hukuk
davası denildiğinde bir yargılama hukuku kuralları çerçevesinde tanınan dava hakkını
anlıyoruz. Şekli hukuka ilişkin bir dava prosedürüdür ve ilk derece mahkemesinde
görülür.
a-Asıl Yargılamaya Konu Usuli Talep İkamesi Öncesinde İhtiyati Tedbir Talebi
a-Şekli Şartlar:
aa)Kaideten Bir İhtiyati Tedbir Talebi Mevcudiyeti: Öncelikle bir talep mevcut
olmalıdır. Talebin şekli ile ilgili olarak da yazılı dilekçe ile talepte bulunulması söz
konusudur. Talep dilekçesinde, dava dilekçesine ilişkin kurallar mevcuttur lakin basit
usuldeki dilekçe kuralları kapsamında bir yazılı dilekçe ile talepte bulunulur. Talep
dilekçesinde talep sebebinin ve ortaya çıkacak sakıncanın izah edilmesi ve yine tedbir
türünün de belirtilmesi gerekir ve bağlı olarak da talep sonucu yani verilmesi istenen
tedbir kararının ne olduğunun belirtilmesi gereklidir.
b-Maddi Şartlar:
ba)İhtiyati Tedbir Talebine Esas Hak İddiasının Makul Görünmesi: İhtiyati tedbir
talebinin esası dava konusuna ilişkin uyuşmazlıklı hak iddiasıdır. Burada hak iddiasının
makul görülmesi lazımdır. Yani kavranabilir, ileri sürülebilir görülmesi lazımdır.
bç)Karşı Tarafça Uygun Bir Teminatın Mevcut veya Teklif Edilmiş Olmaması: Karşı
tarafça uygun bir teminatın mevcut olmaması veya teklif edilmemiş olmaması gereklidir.
a-İhtiyati Tedbir Talebinin Kabulü Kararı (HMK, m.391/2-3): Talebin kabulü kararı
halinde kanunda ihtiyati tedbir kararı bakımından bir içerik formülasyonu vardır.
bbb)Esastan Red Halinde Kararın Şeklen Kesinleşmesi ile Ancak Karar Anına
Dek Vaki Vakıalar ve Mevcut Deliller Çerçevesinde Objektif Sınırlar Dahilinde
Önleyici Etkiye Sahip Olabilirliği
ç-İhtiyati Tedbir Kararının Etkisinin Aksi Belirtilmiş Olmadığı Sürece Kaideten Asıl
Yargılamada Verilen Nihai Kararın Kesinleşmesine Dek Devam Etmesi (HMK,
m.392/2, 397/2): İhtiyati tedbir kararının etkisi, asıl yargılamada verilen karar yani nihai
karar kesinleşene dek caridir. Bununla birlikte hakim, nihai kararında bunun aksini
kararlaştırabilir ama aksi kararlaştırılmadığı müddetçe ihtiyati tedbir kararı nihai karar
kesinleşene dek devam eder.
12. HAFTA
İhtiyati tedbir kararının uygulanması, ihtiyati tedbir türleri çerçevesinde işlem veya eylem
ikası suretiyle yapılır.
a-İ. T.’nin Kararın Verildiği Tarihten İtibaren Bir Haftalık Süre İçinde
Uygulanmasının İstenilmesinin Gerekliliği: Kararın uygulanması 1 haftalık
süre sınırına tabidir. Kanun 1 haftalık süre içerisinde kararın uygulanmasının
istenmemesine hükümsüzlük sonucunu bağlar. Kanun, eğer tedbir kararında yazı
işleri müdürlüğünü (kalem) görevlendirmiş değilse icra dairesine başvurulmasını
öngörüyor. Dolayısıyla ihtiyati tedbir kararının kapsamında başvuru mercii
olarak yer alacak demektir.
getirmeye görevli olan memur yetkilidir. Burada resmi bir ihtarat söz konusu
olabilir. Aslında ihtiyati tedbir kararının yerine getirilmesinde tarafa bildirim
yapılması bir sakınca taşımıyorsa ihtiyati tedbir kararı tarafın gıyabında ise
verilen karar tebliğe çıkarılarak ilgili tarafa tebliğ edilir.
Burada kapsamlı bir inceleme yapılmadığından dolayı verilen ihtiyati tedbir kararı doğru
olmayabilir. Fakat verilen kararın isabetsizliğinin sonuçları, mahkeme nezdinde değil
lehine karar verilmiş olan taraf nezdinde doğar.
A)Delil Tesbit Usulü: Delillerin tespitine de ihtiyati tedbir ve ihtiyati hacizler bakımından
olduğu gibi asıl hukuki korumadan önce de başvurulması mümkündür.
Delil tespiti işlemi, delilin türüne göre ve delilin bulunduğu yere gidilerek mahallinde
tutanakla gerçekleştirilir. Yapılacak işlemler, korunması istenen delilin türüne göre özellik
gösterir ve değişebilir fakat burada işlemlere rehberlik eden şey alınacak olan delilin asıl
hukuki korumada incelenmesi hangi kurallara tabi ise delil tespitinde de aynı kuralların
niteliğine uygun düştüğü ölçüde izlenmesi gerekir. Bu açıdan korunacak olan delil belge ise
belgesel delillerin alınmasına ilişkin kurallara tabi olarak hareket edilecektir. Beyan delili ve
tanıksa tanık dinlenilmesine ilişkin kurallara göre hareket edilecektir. Keşfen toplanması söz
konusu olan bir emare ise keşif kurallarına göre hareket edilecektir. Bu itibarla delil
tespitinin gerçekleştirilmesi ilgili delilin türüne bağlı kalır.
Tespiti istenen delilin yargılamada kullanılması ise bir tutanak tanzimi söz konusu
olduğundan dolayı bu tutanak ve delil tespiti işlemine bu tutanağın karşı tarafa tevdiinden
sonra, karşı tarafın mukabelesi çerçevesinde onun itirazları üzerine mahkeme onu karşılar
şekilde ek inceleme kararı verirse o ek incelemeye ilişkin tutanakla birlikte bunlar asıl
hukuki korumaya ilişkin dava dosyasına eklenir ve tahkikatta hakim, o delil o sırada orada
olmayacağı için oradaki belirlemeler delilin değerlendirilmesinde dikkate alınır ve bu
şekilde asıl yargılamada kullanılmış olur.
KANUNYOLLARI
I-KANUNYOLU KURUMU:
Bu aslında ilk derece yargılamasına eklemlenmiş bir kademedir. İlk derece yargılaması
tamamlandıktan sonra verilen kararın kontrolünün yapıldığı bir 2. Derece yargılaması söz
konusudur. Aslında ilk derece yargılamasının bir devamı ve onun etkinliğini sağlamaya
yönelik bir kurumdur diyebiliriz.
1-Kanunyolunun Mahiyeti
A)Kanunyolu Kavramı:
B)Kanunyolunun Amacı:
a-Tarafa Etkin Bir Hukuki Koruma Sağlanması: Burada kararın kontrolünde menfaati
olan kişi genellikle aleyhine karar verilen kişidir. Kararın genel anlamda denetlenip
hukuka uygunluğunun denetlenmesi söz konusuyken temelde ilgili tarafa hukuki koruma
sağlamayı da gerçekleştirmiş oluyor. Bazen lehine karar verilen tarafın da kararın
kontrolünde faydası olabilir ve onun bakımından da daha elverişli bir karar verilmesi söz
konusu olabilir.
ab)Lehine Karar Verilenin Daha Elverişli Bir Karara Ulaşmak Üzere Kararın
Denetlenmesini İsteyebilmesi
girilmesi söz konusu değildir sadece hukuki meseleyle ilgili bir denetim yapılır.
Temyize “bozucu” kanun yolu ya da “düzelttirici” kanun yolu da denir.
b-Olağanüstü Kanunyolları:
ba) Kanun Yararına Temyiz (Hukuki Mesele Denetimi): Etki bakımından kanun
yararına temyiz burada yapılan denetim bakımından hükmün etkilerine yönelik bir
sonucu taşımaz. Hükmün sonraya matufen, başka olaylarda benzer hataların
yapılmamasına matufen denetlenmesi şeklinde bir işlevi vardır. Dolayısıyla
yukarıdaki erteleyici etki burada yoktur.
c-Anayasa Şikayeti (Yargısal Temel Hak İhlali Denetimi): Yargısal kararlar dışında,
yürütmenin tasarruflarına karşı da başvuru imkanı olduğu için kanun yollarından başka
bir kurum olan anayasa şikayeti vardır. Anayasa şikayeti, benzer şekilde hukuki
korumaya ve kararın kontrolüne ilişkin bir özellik gösterdiğinden dolayı bir “kanun
yolu” sayılabilir. Anayasa şikayetinde, yargısal temel haklara ilişkin bir ihlalin kontrolü
yapılır.
B)İstinaf Başvuru //İstinaf Şartları (HMK, m.341-346; İİK, m.363/I –Son. önceki c,
Ek m.1):
unsurunun bulunması gerekiyor. İkinci olarak ise istinaf sebeplerinin gösterilmiş olması
gerekiyor ki istinaf sebepleri kanunda düzenlenmemiş olmakla beraber burada temyiz
sebeplerinden kıyasen ilerlemek mümkündür. Burada kamu düzeninden olan hususlar
bunun dışında kalıyor çünkü mahkeme bunlara re'sen de yönelerek inceleme yapabilir.
Başvurunun usule uygunluğu meyanında harç ve masrafların da ödenmiş olması gerekir.
Başvuru için gerekli harçlar, harçlar kanununda gösterilmiştir. Harç ve masraf şartı
bakımından başvuru şartları aslında istinaf incelemesi sırasında Bölge Adliye Mahkemesi
tarafından yapılıyor ama harç ve masraf şartına ilişkin incelemeyi ilk derece
mahkemesinin de yapması mümkündür ve böyle bir durumda harç ve masraf ödenmiş
değilse ödetilmesi için bir mehil veriliyor ve bu süre içerisinde ödenmiş olmazsa istinafa
başvurulmamış sayılıyor.
13. HAFTA
2) İleri sürülen haklı ret talebine rağmen reddedilen hâkimin davaya bakmış
olması.
İkinci olarak ise usule aykırılıkların mutlak mahiyette olanlarını ve yargılama hatası
teşkil edenleri dosya üzerinden inceleme meyanında gördük. Burada ise sonuca etkili
bir nispi usule aykırılıkta da bu bakımdan bir duruşma açılması ve duruşmalı
incelemeyle karar verilmesi gerekir. duruşmalı inceleme ile karar verilecek olduğunda
taraflar da duruşmaya katılacaktır ve bunun için tarafların duruşmaya davet edilmesi
gerekir. Taraflar mazeretsiz olarak duruşmaya katılmadıklarında kaideten
yokluklarında (gıyaben) karar verileceği duruşma davetiyesinde taraflara ikaz edilir.
Burada yapılacak tahkikat sonucunda iki ihtimal vardır: birinci durumda istinaf edilen
önceki karar kaldırılacak ve ilk derece mahkemesinin hatalı olarak kabul ettiği
davanın reddine karar verilecek veyahut ilk derece mahkemesinin hatalı olarak
reddetmiş olduğu karara karşı istinaf talebi bakımından bu karar kaldırılıp bu davanın
kabulüne karar verilecektir.
1.2)Temyiz Kanunyolu
ab)Dava Şartlarına Aykırılık Bulunması: Yani mutlak usule aykırılık teşkil ediyor.
aç)Karara Etkili Sair Bir Yargılama Hatası veya Noksanının Mevcut Olması:
Burada yine bir usul hatası vardır ama bu mutlak değildir ve nispi usule aykırılıktır.
Bunlar da karara etkili olması halinde bir bozma sebebidir.
Ç)Temyiz İncelemesi
Öncelikle temyiz şartları tahakkuk etmiş değilse başvurunun reddine karar verilmesi
gerekiyor. Bu tabi ki temyiz talebinin içeriği incelenerek verilen bir karar değildir o
yüzden içerik bir özellik arz etmiyor.
aa)Temyiz Talebi Esastan Red İçerikli Bir BAM Kararına İlişkin ise Karar
Örneği Kararı Bozulan BAM’a Bildirilip Dosya İlkderece Mahkemesi veya
Paralel Mahkemeye Gönderilir: Burada esastan red içerikli Bölge Adliye
Mahkemesi kararının bozulması halinde dosya kararı bozulan Bölge Adliye
Mahkemesine bildirilip sonra da ilk derece mahkemesine gönderilir. Başvurucunun
ilk derece mahkemesinin kararını hatalı olduğu gerekçesiyle istinaf talebi esastan
Bazı hallerde ilk derece mahkemesi tarafından da o mahkemeye değil de başka bir
dairesine gönderilebilir.
ab)Temyiz Talebi BAM ‘ın Düzelterek veya Yeniden Esastan Verdiği Bir Karara
İlişkinse Dosya Kararı Bozulan BAM veya Paralel BAM’ne Gönderilir: İkinci
olarak eğer temyiz talebi Bölge Adliye Mahkemesinin düzeltme suretiyle veya
yeniden esastan karara bağlamak suretiyle verdiği bir karara ilişkinse bu takdirde
verilen karar hatalı yani temyiz bozması hükümleri varit ise kararın bozulması üzerine
dosya Bölge Adliye Mahkemesine veya buna paralel Bölge Adliye Mahkemesine
gönderilir.
aç)Bozmaya Uyulmayıp Kararda Israr Edilirse Kural Olarak Yarg HGK Temyiz
Talebini Kesin Olarak Karara Bağlar: Bozma kararı hakkında, kararı bozulan
mahkeme eğer ısrar kararı verirse böyle bir durumda dosya kaideten Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu tarafından karara bağlanır.
m.370/2): Düzelterek onama kararı, nispi bir esasa aykırılık söz konusuysa temyiz
mahkemesi bu aykırılığı dosya üzerinden giderecek şekilde kararı düzelterek onayabilir.
Kanun yararına temyizden anlamamız gereken şey aslında taraflara temyiz hakkı
tanınmış olmayan kararlar bakımından kamu yararına olarak, kamu otoritelerinin temyiz
yoluna başvurusunu ifade ediyor. Bu bakımdan Adalet Bakanlığı veya Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı bu hususta kanun yararına temyiz başvurusunda bulunabilir.
istinaf incelemesi üzerine verdiği karar hakkında temyiz kanun yolu açıkken
oraya başvurmaksızın karar kesinleşmişse Bölge Adliye Mahkemesi kararı
bakımından da kanun yararına temyize başvurmak mümkündür.
14. HAFTA:
Yargılamanın iadesi, kanun yollarından: olağanüstü kanun yolu kategorisinde yer alıyor.
HMK 374-381. Maddeleri arasında düzenleniyor.
Burada çekişmeli yargıdan verilen kararlardan kastımız nihai kararlardır, ara kararlar
değildir. Çekişmeli yargılamada esasa ilişkin nihai kararlar bakımından yargılamanın
iadesi yolu açık iken usule ilişkin nihai kararlar bakımından tümü için aynı şeyi
söylememiz mümkün değildir.
C)Başvurma Sebepleri:
sonradan anlaşılırsa böyle bir durumda görünüşte temsil edilmiş olan kişiler bu
karara karşı yargılamanın iadesi yoluna başvurabilirler.
c-Karara Esas Alınan Bir Senedin Sahteliğinin Bir Hükümle veya Mahkeme içi
ya da Mahkeme dışı İkrarla Sabit Olması veya Aleyhine Hüküm Verilen
Tarafın Kusursuz Olarak Elde Edemediği Bir Belgesel Delilin Karardan Sonra
Ortaya Çıkmış Olması: Bu durumda da ağır hata ile yürütülmüş bir yargılama ve
hatalı bir karar var demektir. Böyle bir durumda da yargılamanın iadesi yoluna
başvurulması mümkündür. Bağlantılı bir diğer sebep de sonradan yargılama
sırasında elde olmayan bir belge nedeniyle yeterince savunma yapamamaya bağlı
olarak kişinin aleyhine karar verildiği takdirde bu yargılama sırasında elinde
olmayan belgesel delili karar verildikten sonra elde ettiğinde ve bunda kusuru
bulunmadığı ahvalde bu kişi de yargılamanın iadesini isteyebilir ve evvelce ikame
edemediği bu belgesel delil de dikkate alınarak yeniden yapılacak yargılamada yeni
karar verilmesi talebinde bulunabilir.
A)İtiraz Kavramı
b-Olağan Kanunyolu Kapalı Olan Bir Karara Karşı Hüküm Mahkemesi veya
Refik Mahkeme Nezdinde Maddi-Hukuki Mesele Yönlerinden İtiraz
Olunabilmesi: Olağan kanun yolu kapalı olan karara karşı hüküm mahkemesi ya da
refik mahkeme nezdinde kararın fiili veya hukuki yönden kontrolünü tazammum eden
(içine alan) bir başvuru yoludur.
Hakem heyeti kararı istinaf veya temyiz kanun yoluna tabi değildir fakat tüketici
mahkemesi nezdinde tüketici hakem heyeti kararlarına itiraz edilebiliyor. Bu açıdan
tüketici hakem heyeti kararları itiraz kanun yoluna tabidir.
bc)6284 Sy. AKK m.5 Hükmüne Göre Aile Hakimi Tarafından Verilen
Kararlara Mahkeme ve Refik Mahkeme Nezdinde İtiraz
Edilebilmesi (AKK, m.9): Ailenin korunması kanununa göre verilen ve
orada tedbir kararı olarak zikredilen kararlar aslında çekişmesiz yargısal
prosedürdür. Dolayısıyla bu prosedürden verilen kararlara karşı da bu
kanunun 9. Maddesinde bu mahkeme nezdinde mahkeme değiştirecekse
değiştiriliyor ve değiştirilmeyecekse refik mahkemeye aktararak verilen
kararın kontrol edilmesi sağlanıyor.
bç)5395 Sy. ÇKK m.5-9 Hükümlerine Göre Çoçuk Hakimi tarafından Verilen
Kararlara Karşı CMK’ya Göre En Yakın Çoçuk Mahkemesine İtiraz
Edilebilmesi (ÇKK, m.14): Çocuk koruma kanunundan verilen kararlar
bakımından da itiraz kanun yolunun söz konusu olduğunu görüyoruz. Çocuk
mahkemesinin kararları ihmal, istismar edilmiş veya suça sürüklenmiş çocuklarla
YARGITAY
9. HUKUK DAİRESİ
BÖLGE ADLİYE
İLK DERECE
Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, süresi içinde olarak
temyizen incelenmesi davalılar avukatınca istenilmesi davalılardan ... İnşaat
Taahhüt ve San. Tic. A.Ş. vekili duruşma talep etmesi üzerine dosya incelenerek
işin duruşmaya tabi olduğu anlaşılmış ve duruşma için 17.11.2020 Salı günü tayin
edilerek taraflara çağrı kağıdı gönderilmişti. Duruşma günü .... adına kimse
gelmedi. Diğer davalı ... adına avukat ... geldi. Karşı taraf adına kimse gelmedi.
Duruşmaya başlanarak hazır bulunan avukatın sözlü açıklaması dinlendikten sonra
duruşmaya son verilerek Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor sunuldu,
dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
İstinaf Başvurusu:
Bölge Adliye Mahkemesince davalı ... İnş. İz. San. ve Tic.Ltd.Şti. vekilinin istinaf
başvurusu, süresinde sunulmuş usulüne uygun istinaf başvuru dilekçesi
bulunmadığı ve İlk Derece Mahkemesi kararında kamu düzenine de aykırılık
bulunmadığı gerekçesiyle, HMK 352, 353/1-b.1 ve 355. maddeleri uyarınca,
davalı ... vekilinin istinaf başvurusu ise İlk Derece Mahkemesi kararının usul ve
esas yönünden hukuka uygun bulunduğu gerekçesiyle HMK'nun 353/1-b.1
maddesi gereğince ayrı ayrı esastan reddine karar verilmiştir.
Temyiz:
Gerekçe:
SONUÇ:
Tarafından verilen karardır materyalden kopyalayamadım. Son hafta yollanan pdf ten
inceleyebilirsiniz. Sınavda başarılar dilerim 😊