Antonio Gramsci - Aydınlar Ve Toplum

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 104

? .

İ,a]
'|i

N*'*Z 'l

A YDTNLAR
VE
TOPTUM

ANToNİo GR.AMSCİ

çAı[ Yı.YIN]IıARI
Bu kitaptaki yazılat Eağıdaki eser-
lerden alrnmıştır :

o Antonio Gramsci :

Antologia degli scritti, I, Editori


Riuniti, Roma 1963.
o Oeuures cbaisies d'Antonio
Gramsci.
Ed. sociales, Paris 1959
GRAMSCI VE YAşANTISI

Antonlo Graınsci, İtalyan işçi hareketi taribinde


olduğu kadar, küItilr ue düşünce tarihinde de ilk ger-
çek ue İutarlı marksistir' o da, tıpkı yurtİaşı Carnpa-
ııella gibi, insaııın insanı sönıürmediği, zorbalığın, ka-
ba gücün hiç kirnseye üstünlük sağIamadığı, kurnazh-
ğın dalauerenin geçer akçe olmadığı, namııslıı, kardeş-
çe bir dünya düşünnüştü. Bu yüzden,I tıpkı Campa-
nella gibi - ondan tam ikiyüz seksen yıI sonra - cellit-
lmııı eline düştü, thri|siz işkencelere uğratıIdı.
Gramsci, 1928 Faşist İtalyasında, işlernediği bir
sact61ı yargıIanıyordu. Karşısında sömürgen ue gerici
İtalyan burfuaazisi ile onun ternsilcisi Mussolini aar-
fu. Cellitxarı <<bu 'beynin işlemesini yirmi yıI önlernek
zorandayızr> diyorlardı. Çünkü, İtalyanın yetiştirJiğ'i
bu büyük insanın beyni. işIerse, kapita|'ist burjuııazi
sömiirüsünü sürdilrerniyecekti, haİk uyanacak, belİei
de o rczilce sömi}riiye bİr son uerecekti. onun içirı bu
beynin işIemez bale getirilmesi gerekiyordu: onu yiı-
mi'yıl hapse mabkfrn ettiler. Tam onbir yıI o cılız be'
d, enİni bapisl erd e, ins an aktrının almıyacağı iş kenc el erle
ANT'oNİo GRAMSCİ

çürilttiller, ama 3ıine de bu büyük beynin işIemesini öa:


liyemediler. Dünyanın ,dört bir yanından yağan protes'
tolar karşısında Mussolini onu bapisten çıkarmak zo-
runda kaldı. Türlü hastaJıklardan işIemez hale gelen be-
deni ancak üç gün daba dayanabildi' Ana, cellhtlarının
söndiirmek istedikleri bu eşsiz zek[ onbir yıI İşledi ue
lrapishane dizeni'nin türlü baskısına karşın, üçbin ray-
fa tutan atuz iki de|terlik yazılarla sauıSxnı sijrtl'ür-
dü ue yenilgiye düşınediğini bütiin düq,aya gösİcr-
d..

Antonio Gtamsci," Sardenya'nırı bir 'köyünde


7891'de dünyaya gelir. Babası, Francesco Gramsci, ka
dastroda k;;çık bir memurd.ur. Ailenin ıedİ çocuğu
aardır: Dört oğlan,'iiç kız. Antonio bunların altıncısı-
dır. Çelimsiz, hastalıklı bir çocuktur. Aile geçim sıkın-
tısı İçiııdedir' Bu yüzden, küçük Antonio daha onbir
yaşında çalışruaya başİar. Bir ınektupta şöyle anlatır o
günlerirıi: <Günde on Sdat çalışır, ayda dokuz lhet a-
Iırdırn (yani, günde bir ekmek pması). Kend,imden
ağır sicil hütüklerini taşırdım. Çoğu geceler, dört bir
yanım ağrılar ,içinde kıuranıt, sessiz sessiz ağIardırn.
Hayat hep acı ue hoyrat yanıyla çıktı karşıma. Ama hiç
yıImadım, acının üstesinden geldirn her zaman.r>
Küçük Antonio bir yandan da okula gider. Öğ-
retmenlerİ zekfrsına bayrandırlar' Boş uakitlerinde kıt-
da bayırda dolaşmaktan hoşlanır. En çok seud.iği şey-
Ierden biri de uabşi hayaanlarla dostluk kurmaktır.
Küçiik Aatonio'nun doğup bilyüdüğii, Iise öğre-
nimini yaptığı Sardenya böIgesi, ekonoınik ue toplum-

6
AYDINLAI" VE TOPLUM

.çal bakımdan, İtalya'nın geri kalmış bölgelerinden bi'


dir. İ mlya' nıa ula s aJ birliği gerçekleşir gerçekleşmez,
r i

bütiin güney İarıııı böİgeleri gibi, Sardenya da kapitaliy


burju.uazinin sörnürgesi haJine gelniştir. Bütiin bu höİ'
gc köylülerinin, ırgatlarının yoksalluğu, Kuzey'in en-
rl.i.i s triy el kalkınmas ını hazırlıy an ko ş ullar arasında ye r

r'ılrııştır. Kapitalist bıırjuuazi bu böxgenin köylü yığı'


ıııüzerindeki egemenliğini sağlamlaştırmak için, kfuı
ağaları ae bayıik toprak. sahipleriyle iş birliği kurmuş-
/ur. Kuzey'in endüstri babalarıyla güneyin gerici ae
lutuca sınıflarının birleşnıesi, işçilere greu ue örgüt'
lcııme bakları tanımak zorunda kaldıklan bir dönerrı'
lc bile, İrulyan politik hayatına gerici bir yön uerrnek-
/ cydi.
1914 Dünya' Sauaşından az öıce, baştaki sınıf
i talyan halkına genel oy bakkı tanıırıak zorunda ka}-
|üxıştxr. Ama, kapitalist burjuuazi türlii oyanlarla bu
hakkı işIernez hale sokmak için elinden geleni yap'
nıaktadt. Grarnsci'nin belleği.nde derİnlemesine yer
cdeıı olaylar arasında bir seçim 9?unu uardır: Sarden-
vd köylerilıde oylarını kullanmaya giden kaylüler bıi-
ı iin ceplerini diktirrnek zorundadırlar. Kapital,istlerin

ıı.lanıları ue siuil polis elbirliğiyle nuhalif köylüIerin


cı'plcrine bıçak koymakta, sorıra da onları jandmrn*
Iüır4 yakaldtıp tutuklamakta ae böylece kendi adanla'
|' In lfl SeÇlilme sinİ sağİaınaktaydıIar.

ondokuzurıda liseyi başarıyla bitirip, bir öğren'


,'i hursuylaToriao üniuersitesine giden Grarnsci, yart
ı'ıırıınları iistiinde daba bir bilinçle düşünrneye başIar.
Arala bir, bir kaç günlüğüne Satderıya'ya gidip gel,ir.
ANTONIO G,RAIVISCI

Bu kısa geziler onun <<Güney ıoranıı)> d.enilen şeyi an-


Lamasına yardırn eder. Kapitalist deuletin ' sörn'ürü-
cülerin eline bıraktığı Sarderıya'nın yürekler acıs'ı du-
runıu, yüreğine haksız bir düzene k'arşı nefret tohurn-
lan eker. italya'nın başka balgeler,i geliştiği halde,
Güney ae Sardenya neden yoksul kalınıştır? Genç
Gramsci arkadaşla.rını da bu konu ile ilgilend'irmeğe
çalışıyor: Sardenya uzahlardan gelen yeraltı salarıyla
beslenen bereketli bir İoprakken, bugün neden ıerim-
siz hale gelrniş, beti bereketi kalmarnıştır? Neden eski-
niıı o bol ürünlerinin yerini güneşte 'kauralmuş ot-
Iar ialmıştır? <<Banun nedenini, oturdağunuz yerde is-
tediğiniz. /ladar düşüniln, bularnazsınız, diyordu arka-
daşIarına, kuçak furla]arınızın çeuresinden çıkıp, suyan
geldiği dağa kadar uzarımalısınız, kilometrelerce azak-
larda, topraklarınızı besleyen sw damarlarıııı hangi
bencil ue namussuz ellerin kestiğini göriir, han1ıayı
konyayı anlarsınız.r>
Torino'da Gramsci'nin öğrenim bayatı bıyık
yoksunluklar ı;e yoğan bir çalışrna içinde geçer. Kız-
kardeşiııe yazdığı bir mektupta oradaki bayatını şöy-
le anlatır: <Bir kaç yıl sanki dünyadan uzakta, diisJer
içinde darrnadan çalışmak, öğrenmek için yaşadım. oy-
sa yaşatmak için dinlenmeırı, eğIenınem de gerekirdi.
İh; yı içinde giildüğürııü de ağladığımı da batırlaınıyo-
funı.>>
o günlerde Torino İtalyan proletaryasının kay'
ınak tabakasının çalıştığı ue sömürücülerle sauaştığı
eııdiistri merkezidir. Büyük İtalyan burjuuazisi saua-
şa girmek kararuıdadır. Massalini üyesi bulunduğu sos-
AYDINI"AR VE TOPLIIM

yalist paüiye ihanet etmiş ue Fransız, İngiliz, Rus


emperyalistlerinin safında, sauaşten yana açıIaıı kam-
pdnyd'!6 katıInı ış tır. S osyalis t partisinin yöneticileri de
sauaş isteklerine boyun eğerler. Büyük işçi greulerirıe
ue gösterilerine tağmen, İtalya 24 Mayıs L9L5'de sa'
uaşa girer' Grarrısci, sosyalist l parhisi içirıde saaaşa
karşı cephe alanlalın başında yer alır. 7917'de Torirıo
ğçileri, İtalyan ernperyalizmine ue millitailzrnine kar-
şı ayaklanırsa da yenilir.
Gramsci, 7979'da Togliatti ae 7'ercacini ile birlikte
haftalık ordine Nuouo (Yeni Düzen) adlı gazeteyi çı'
karııoıaya başIar ue İmlyan sosyalist parıi yöneticileri'
nin reaiziyonculuğwna karşı sauaş açar. Gramsci'nin bu
gazetedelei bir çağrısı üzerine, Torino'nun büyiik fab-
rikalarında ünlii Fabnka Danrşma Kurullarz kurulur
ue bir yı}da 15.000 üyeyi içiııe alan bir örgüt olar.
Bu örgütleritx'nmacı, re|ormist sendikacı şeflerirı,istedi'
ği gibi yaİnız kapital,ist üretinı sistemi ilzerinde kont'
rol sağlaıııak değil, üretirn ue yönetim işIerinde teknik
bi'r örgüt kurmaktı. Yani, bu kurullar işçi demokrasi-
sinin örgütler,i alacaklar ue bu yoldan işçi|Jer, |abrika-
daıı başIıyarak, şebiri, Deuleti, giderek bütün biı' top'
lunııı yöne tmesini öğreneceklerdi.
23 Mart 7919'da saaaş bitıiği zıvndn' işsiz ue pa-
rasız kalan Benito Mussolini,' büyük toprak' sabipleri-
nin ue ad.Iarıııı gizli tutan onb'eş kişinin yardımıyla i:Ik
faşist örgütünü kıırwyor. İmlya'yı 1ııIlaı' yılı bir zinda-
na çeuirecek olan bu örgüt, ilk,ağızda şu aldatıcı söz'
Ierle sahneye çık'ıyor: <<Bizler büyüh cumfuuriyetten
lane, diktntörlüğe karşıyız..' İşç'ilerin isteklerini kar-
ANToNİo GRAMscİ

ş ılay ac ağız.' D ii s t ur um uz : e ko no m i k d e rn o kras İd ir. >

Çok geçmeden, bu örgüt geryek yüzüniİ^göster-


rneye başlar' L9L9 Nisanında, Mussolini'nin adarnları
sosyalist Avanti gazetesinin yörıetirn yerini ue basımeai-
rıi ateşe uerirler. 7920'de, çoğu sosyal,ist olaıa Bolonya
Beled.iye MecIisinde bir faşist bomba pntlar. Belediye
sarayı önüııde baş gösteren kanlı kaugada İşçiIer sos-
yalist ka-ıİıIer, |aşistlerle onların polislerine yenilir-
ler. Bir kaç gün sanra, Bolonya'da ııe kasabalarında,
ıosyclist şefler, sendikacılar, güpe gündüz sopalı |a-
ş,İstlerin saldırısına uğrm. <,Kızıl auı> başlarıZıştıf 6r-
tık. SaJdırıIar, çok geçmeden ortt ue kuzey İtalya'ya,
oradaıı da giineye ue Sicilya'ya kadar yayıılır. Faşist
haydutları, her zaınan, bire karşı yirmidirler. Sopay'
la, t'ii|ek, tabanca, hançerle çaldırm'aktadırlar. Eulere
zorla girip adamları karıl'arınuı çocuklannın önünde bo-
ğazkyor kadınlarııı kızların ırzına geçiyorlm. Sosyalist
ş elleri kamy o nl arın arkas ına bağlayıp sür i'iklüyor, eul e'

ri ateşe aeriyor, gazeteleri, işçi kooperat,iflerirıi bası-


yor, yakıp yıkıyorlar.i .İşçiler karşı çıkmaya çalışıyor,
anıa karşıİarındo" bükiimeti, kıralı, polisi, büyük kapi-
talistleriıı adarnlaı.ını buluyoı,lar. Sosyalist şefler |a-
şistİerle <(yatıştırffia anlaşması>> imzalıyorlar. Bu an-
leşma, İşçi sınıfının eİ nİ kolunu bağIıyor ue |aşistleı,in
cinayetlerini aı,ttırmalmırıa yol açıyor. Nihayet, 28
Ekinı 7922'de, kıral 'Vittorio Eınıııaııaele'nin çağır-
d,ığı Mussolini Roma'ya geliyor.
Gramsci, 792L'den sonra ha|talık oları ordine
Nuovo'yzz yönetmektedir. Durmadarı okuyor ue işçi
çeurelerini biİ.inçlerıdirmeye çalışıyor. Aynı yıl Rusya'-

i0
AYDINLAR YE TOFLUM

y6 gidip biı yıt kalıyor ae orada İanıştığı lulia Schwcbt'-


la euxeniyor. 7923'd.eViyana'ya geçiyor ue oradaUnita'
gızetes,iı1i çıkıırıyor. Faşistİerin bütün yıIdırmolarıng,
zorbalıklarına rağmen rnilletuekili seçilerek 1924'de
İtaJya'ya döııüp, Roma'ya yerleş,iyor. Faşizmi <basit
b ir yöne tim değiş iktiği> s ayıp, ellerini kirle trn edenı>
<<

deurim ilkelerine bağlanmayı salık ueren korııünist


pa'rtisi başkanı Bodilga'ya cephe alıyor ae faşizıııirı
önemŞennaesi gerektiğini ue onıırı ancak büyük bİr
haJk hareketiyle yıkıIabileceğiııİ sıuanuyor'
G rarn sci p arliın e nt o kür s üs ilnd en
a3ını zara anda,
3ıararlanıp biryandan Mussolini'ye yükleııirken, bir
yandaıı la, proletaryayı ue bütüı rnemleketi, anti fa'
şistlere harşı birlik olma3'a, bir sauaş cepbesi karrna'
ya çağırıyor.
Mussolini 3 Ocak 1925'de ikinci deulet darbesi-
nİ yapıyor ue küstahça bir söyleude, söz, yazz 0e top'
lan'ııa özgürlüklerine karşı sıkı tedhirler alacağını bil'
diriyor. Bu, antifaşistler için her türlil özgürlüğün so'
nudur.
Lxıon'da toplanan parti kongresinde Bodriga ııe
onu tutanlar yenilgiye uğrarlm. Parlhtıento'da Mus-
solini bilrt Graıasci'ııin sert konuşrnalarını dinlemek
zorundadır: <Bir deuleti el'e geçirebilir, yasaları değİş'
tirebilir, örgütlerin bugüne kadmki biçİmleriyle yaşa'
nıalarııı eıgelleırıeye çahşabilirsiniz. Anaa, sizirı de u'
yup gittiğiniz nesnel koşullara bir şey İapamazsııııZ"'
Bu kürsüden İtalyan köylasüne ııe İşçilerine söylemek
istediğimiz şey şu bizim: İmlyax deurİm gi'içIeri ken-
diIerini ezd,irmiyeceklerdir; sizin o uğursaz düşüniiz

11
ANTONIo GRAMSCİ

gar Ç ekl eş e m iy ec e k t ir. >>

Kasıın 7926'da, Mussolini'ye karşı uydurma ae


tertipli' bir komplo L,wbanesiyle <<Deulet,in güuerıliğini
koruyan oİağanüstü yasalar> yayrılanıyor' Bütün poti-
İik partiler, ınti-İaşist örgütler, gazeteler kapatıhyor,
politik suçlar için özex mahkemeler kuraluyor, bapi*
ler, sürgilnler, ölüm cezaları birbirini fuoualıyor.
Gramscİ'yi arkadaşları saklarnak istiyorlar. o, Ro-
ma'da u|ak bir odada pturmaktadır. Kaçmayı ertexiyor
ae bu kötü günlerde yerinde kalmayı uygun buluyor.
Nihayet, faşist haydııtları 8 Kasııı 1926'da tuİııklu-
yoilar onu.
Gramscİ lıapse atıldığının ilk günlerinde, hiç bir
yılgınlığa kapıİmadan bir çalışma pfogramı çiziyor. Ha-
pishane yönetiminİn sansürürıe ue sıkı denetine, ge-
rekli belgeler bu,lamam'asına rcğmen, İtalyan aydınla-
rıflı ue düşünür,lerini ele alıyor. Machiauelİi'deıı, Ugo
F oscolo'dan, Dante, Croce' ye, rönesans' dan reforrndan
t etriko rornanlarına, folklora, Am er,ikanlığa, F ortçulağa

kadar türlü konulaııı |işliyor. Hapishanede yazdığı eser-


lerin başlıcaİarı şunlardır; Il Materialismo storico, La
Filosofia di Benedetto Croce, Gli İntellettuali e l'Orga_
nizzazione de7la Cult'ura, İl Risorgimento, Note suI
Machiavelli, Sulla politica e sullo stato moderno, Let-
teratura e rıita nazionale, Passato e presente...
Palncira Togliatti, 23 'Nisarc 1949'da sauaş arka-
daşının yedinci öIüm yıl dönümünde, Torino üniaersi-
ıcsinde şun'ları söylüyordu :

<Gramsci yaşarnak, çalşrr}ak istiyor. Biitün iste-


ıııi bıı amaca yönel'miştir. Ama yalnız isternle yşana-

t2
.dyoılrr,ın yE ToPLUM

ı, d a y gul ar ın h aya t t an u za klaş t ı r ıl aırı ıy ac ağı-


nı ıy ac a ğı n
nı anlamıştı. Bir ailesi, bir karısı, blrinin yüzünii bile
görrnediği iki çocuğu uardı. Hapisbaııede ba büyük
grrç"kti uzak kalıyor. Kendini yoğan bır çalışrııaya
adıyor. Çaİışmayı, İazıudyı sürdürmek istiyor; artık
düşleri içinde yitmek isteraiyor. Bunun için gerçek-
le baruıı buruıea gelınesi gerekiyordu. Aına bu ger-
çek dört bir ycnnda erimiş, kaybolmuştu. Kendini ya'
aaş 1duaş saran karanlığa karşı o 4cı protestosu ue dış
diirıyayı, karı sının çocuklannın yüzlerin i, b iit ün somııt'
tuğuyla gözünün bYıüne getirme yolundaki çabası bur-
dan geliyor. Bu, aydınlığa Susamış bir ruhun acı hay'
kırışıdır.
Öyle sanıyorum ki, irısanların tarihinde, Sorı ne'
|esine kadar kend'i ytileri l]e aırıanşız kader arasında;
çaxışmak, sauaşmak, öğrenmek isteyen insanla, onu
ya.uaş yauaş yiyip tüketen kaba güç arasında böylesine
trajik bir sauaş örneği yoktur.
Grarasci'nin hapiste geçen hayatını diİşündükçe
ae o kotkunç yılların ürünü olan eserlerin bir bİr ay'
dınlığa çıktığını gördiikçe, ona karşı her şeyden önce
derİn bir ırzinnet dayayorum. Sonuna kadar bizler
için yaşadı, kaderİmizi daha tutarlı daha biİinçli kılrnak
ue bu yolda bize yardıın etmek için yaşadı...>>
Faşist re7im Grarnsci'nin bayatına kıydı. Arna
ölürne rrzabhüm ettiği bu bl;yı;k adamın, uykusuz ge-
çen on bir yıI boyunca defterlere döktijğü mesajını
bizl e rc ul a ş t ır rn as ın a e n gel oİ aaa ad ı. G ram s c i',' öl ü rn ii n'
den bir kaç giin önce, biiyii.k oğIuna şunları yazıyordu:
<ıHer halde sen de benim gİbi tarihi seuiyorsun'

13
AN.roNİo GRAMscİ

d'ur, senin yaşındcyken benirn seudiğim gibi seuİyor-


sund.ur. Çünkü tarih yEıyan insanlarla iİgileııir. insan-
larla, nıümkün olduğu kadar çok insmıİa, biraraya g*
lip ıoplurnlar kıııan, çaİışan, sauaşa?ı, iİerliyen İnsan-
Iarla ilgilenen ,tarihin seni her şeyden çok çekmemesi
alacak şey mi?>
(P. Togliatti, f . Noaro, C. Salinari ue M. Spinel,-
Ia'dan özeİtliyen : V. Günyol.)

t4
KÜLTÜR HAYATININ
SORUNLARI
AYDINLARIN YETIşMESI

Aydınlaı özerkli ve bağımsız bir taklm mıdırlar,


yoksa her toplumsal takımın kendi ay&n uzmanlaı
bijlüğü vaf m1dır? Karmaşrk bir sorundur bu. Çün-
kü, bugüne kadar çeşitli aydın biilüklerinin yetişme-
sindeki gerçek tarihsel oluşum değişik biçimlet almış-
tlr.
Bu biçimlerin en önemlileri ikidir:
1. Ekonomik üretim dünyasrnda, temel bir gö-
revin doğtış danında oftaya çıkan her toplumsal ta-
kım, kendisiyle birlikte, organik oIarak, blr ya da bir
kaç aydıı kaİı yatatıt' Bu aydın katlan, toptrumsal
takrma, yalruz ekonornik alanda değil, politika ve top-
lum aları]l,arlnda da, türdeşiiğini ve görev bilincini ve-
rir:
Kapitalist işletme sahibi, kendisiyle birlikte,
lıem endüstri teknisyeniıi, ekonomi bilginini yarattt,
hem yeni bir kültürün, yeni bir hukukun vb' nın öı-
gütleyicisini. Şunu gözden kaçırmamak gerekir ki, iş-

L7
A'NToNİo GRAMSCİ

letme sahibi yiitsek bir toplumsal çabayı temsil eder.


"8u çabada, azçokbit yönetme yetisi ile teknik yeti (ya_
ni diişiinsel bir yeti) yer alır: İşinin ve girişiminin ol-
dukça sınırh alanr dışında, hiç değilse ekonomik üreti
mine en yakın a7anlarda, azçok teknik bit yetisi olma.
lıdr onun. Yani, işletme sahibi insan yığınlarıru örgüt_
Ieyebilmeli, yürüttüğü işe karşı <<pafa yatffmış ol2n_
larrrr>> güvenini, kendi mal7arıma karşı da alıcıların gü-
venini örgütleyeibilmalidir.
İşletme salıiplerinin hepsi değilse bile, içlerinden
seçkin bir azınlık, genel olarak, gerek kendi işlerinin
karmaşrk düzeni, gerek kamusal düzen içiıde ortak-
Iığı örgütliyecek yetide olmalıd-ır. Çünkü, ya kendi
sınıflarrnrn gelişimine en elverişli tr<oşulları yaratma7a-
ı, ya da, hiç değilse, işletmenin dışarıyla olan iliş-
kilerini örgütliyebilecek <,uzman görevlileri> ni seçe_
cek yetiye sahip olmaları gerekir. Denebilir ki, her
yeni srnrfin, kendisiyle birlikte yaruttığı ve gelişimi
L,oy.unca yetiştirdiği <<organik>> aydınlar, çoğo zaman
tıirer <<uzman1aşma>dır; yeni sınıfin yarattığı toplum-
sal tiplerin ilk çaba7arını bazı yönleriyle temsil eden
birer .<uzman1aşma>>. (1)

(') Bu konuda Mosca'nın Elementi di scienza politica


(yeni baksı, 1923) adlı eseyini'incelemek gerek. Mos-
ca'nın \<<politik sını|>ı' 'baştaki toplunısal takırrıın ay-
dınlar balığünden başka b}r şey değitd.ir: <Pil;tik şı
nıfr> kaurarnı, aydın olayını ue aydınların ,deulet be
foplıım içİndeki göreulerini taııih açısından bir başka
yaruma bağIama çabasıdır.

18
AYDINıAR VE ToPLI'M

Derebeylik döneminin beyleıi de, askerlik ala-


nında azçok teknik biı yetiye sahiptileı. Nitekiııı,
ariştokrasi askerlik alanındaki teknik yeti tekeliqi
yitirir yitirnıez, derebeylikte buhran baş göSteİmeye
başlamrştır. Ama, daha önceki klAsik diinyada olduğu
gibi, derebeylik dünyasında da aydınların yetişmesi,
üzerinde aytıca dutıLmasr gereken bir sorundur: Bu
yetişme ve yetiştirme çabasr da bir takım yönler ve
biçimler almıştır ki onların da somut olarak incelen-
mesi gerekir. Böylece, dikkat edilirse, üretim dünya-
sında önemli bir,görevi olan köylü yığınrnın kendine
özgi <<organik> aydın yetiştirmediği, herhangi bir
aydrn katını da benimsemediği görülür. oysa, başka
toplumsal katlara bağlı ay&nların btıytik bölüğü köy-
lü yığını içinden çıktığı gibi, geleneksel aydınIarın ço-
ğu da yine koyden çlkmaktadır.
2. Ama, bir önceki ekonomik yapldan gelen ve
onun gelişiminin bir yönünü temsil eden her toplumsal
tenıel ta\<ım (1), tarih yiieüne (hiç değilse bugüne ka-
darki tarih yüzüne) çıktığı Zaman' kendinden önce var
olan bir takım aydın bölükleri bulmuştur. Bunlar, ga-
liba, toplum ve politika alanında, en karmaşrk ve en
köklü değişmelerin bi]e durduramadığı tarihsel sürek-
triliğin de temsiicileri olmuşlardır.
Bu aydın biiltiklerinin en tipiği Kiliseye bağIı
aydınlar bötriğüdür ki, bunlar uzun süre, din ideolo-

(1 ) Toplumsal <<temel>> takırnlar, tarih bakırnından,

iktidarı'pe öbür sınıflnın yönetirnini üzerine alacak


gi)çte İd,iler 'ya da güçtedi.rler: Buriuua sını!ı h;e pro'
l,etarya, örneğin, bayİesİ takımlardır.'
19
ANTONIO GRAMSCi

jisini, yani o dönemin felsefe ve bilimini, okul, eği-


tim, ahlAk, adalet, hayırseverlik Ve yardlrn işleri gibi
bir takım önemli görevleri tekellerinde tuttular. Kili
senin aydınlar bölüğüne, toprak aristokrasisine ofga-
nik olarak bağl-ı bir aydın bö1üğü gözüyle bakılabilir:
Bu bölük, hukuk bakımından aristokrasiyle bir tutul-
makta ve toprağın feodal mülkiyetini kullanma Ve ona
bağlı devlet ayrıcalıklarından yararlanma hakkını pav-
laşmaktaydı' (1) Ama papaz sıruflnın (') b, üstyapı

(') Bu aydın bölükleri içinde en önernlisi, belki de


ilkel toplunlardaki saygınlığı ue gördüğü toplumsal
göreui dolayısıyla <<rabipİer,> bölilğü dışında, geniş wn-
lanıında hekiruler'dir, garıi ölümle ae hastalıklarla <<sa-
uaşan>>' y6 ida !öyte görilıenlenin bötiiğiid rli.,Bu konu-
da Arturo Castigl'ioni'nin Storia della medicina (Tıp
tarihi) adlı eserine bakrnak gerekir. Şunu unatrnarna'
lıdır ki, dinle hekimlik arasında bir bağIantı uardır
ue bu bağlantı bazı böI.gelerde süregelınektedir: Örne-
ğin, b'azı örgütlere bağh hasta|ianeler rahip ue rahi-
belerin yönetimindedir.' Ayrıca lıekirrıİerin bulund.a-
ğu bir çok yerde rahlple7 de görülm'ektedir. (Şeytan ue
cinlerİ kaumak için yapıIan dualar ab..) Bir çok d'in
u.lularına, aynı zamanda, ftıucize 'gıaratan, ölüleri d'iril-
ten ,,birer <<şi|acı>> gözüyle \bakıldığı olmııştur. Kıral-
Iar için de uzıın süre 'aynı inanç beslenmiş, örneğin el-
lerini dokundurarak bastaları iyi eİtiklerine inanılzaış-
tır. ( Granasci'nin noİu)
(2) NeoJatin kayılaklı lahince, ya da, kilise latincesi
yoluyla neo-latin dillerin iyiden iyıiye etkisinde kalmış

20
AYDINLAR VE TOPLUM

tekeli kavgasız yürümeciiği gi,bi, bir takım kısıtlamalar-


dan da kurtulamamrştl. Burıdan ötürü, çeşitli biçim-
ler altınd.a Liaşka başka bölüklerin (ki bunların somut
olarak araştırılıp incelenmesi gerekir ) doğduğu ve
kıralın merkezci gücüyle dçsteklenerek mutlakçılığa
varacak ölçüde geliştiği görülmüştür. Böylece, ya-
vaş yavaş özel ayncalıklı bir yargıçlat aristokrasisi,
bir yöneticiler katı vb. doğmuştur; Bilginler, kuram-
cilar, laik fllozoflar vb...
Bu çeşitli geieneksel aydın bölükleri, bir <birlik
rüunar>, tarih bakımından kesintisiz bir sürelilik,
'ozelbit nitelik bilincine vardıkları için, kendilerini ege-
men toplumsal taklmdan ayrı, ondan bağımsız say-
maktadırlar. Kendilerinin yatatİlğl bu durum, ideo-
lojik ve politik bakımdan önemli sonuçlar doğurmuş-
tur: Bütün idealist felsefe, aydınlann toplumsal kar-
maşığınca alınan bu tutuma kolayca bağlanabilir ve
ayd,ınların kendilerini <<bağımsrz>>, özerk ve özel nite-
liklere sahip sanmalarınayo| açan toplumsal <<Utopya>>
(3) deyiminin srnırlarr da saptanabilir.

olan bir di|de, ,,clerc,> (yazgan", küçük memur) keli-


mesircin aldığı <iııtell,ettuale>> <aydın> ya da <,specia-
Iista>>(uzman) anlaını buradan gelmiştir. Bunun bağ-
laşıh olduğıı kelime de, uzman olrnayan, din yabancısı
<<taik.> tir. (Grarnsci'nin natu).
(dinsel olınayan)
(3) Aydınların kendiIerini' egemen sını|tan bağırnsız
saymalarını sağIayan <Utopya> ile >idealist> kaurarnı
arasındaki bağlantı şurdan gelınektedir.: İdealiste dİj-
şüniişe göre, gerçeği düşünce, yani idea yaraıır, yolzsa
gerçek düşiinceyi değil.
2T
ANToNİo GRAr\lrsCİ

Bunıınla birlikte, şunu da göz öııünde tutrnak ge_


ıekir ki, Papa ile Kilise ululaıı, senatör Benni ve Angel_
li'y. (') inat, kendilerini isa'ya ve havirrilere bağlı
saymaktadıtlar. oysa, Gentile i]e Groce için ayru şeyi
söyliyemeyiz; örneğin, özellikle Croce, Aristo'ya ve
Platon'a sıkı sıkrya bğlı olduğunu bilmekle birlikte,
senatör Angelli'ye bağIılığıru da gizlememektedit.
Grcce felsefesinin en önernli özelliğini de asıl burada
aramak gerekir. (2).
<<Aydrn> kavramırun <<en geniş>> sınırlarr nedir}
Değişik Ve apayrt bütiin düşünce çabalarını belirJiyen,
bunları başka toplumsal takımlarınkinden kesinlikle
aylran tek bir ölçü bulrınabilir mi? En yaygn yöntem
yanlışlığı, bana kalrrsa, bu ölçüyii düşünce çabaları-
nın özünde amrnAkt:ı. Bence, bu ölçüyü, diişünce ça-
balarının bir anya ge|diği karmaşık toplumsal ilişki-
lere bağlıyan tüm ilişkiler sişterninde aramak gerekir.
Aslrnda, işçiyi, ya da proleteri belirliyen nitelik, ijeel
olarak kol ve bedenle, ya da ançlarla gördüğü iş
değil, belirli koşulJar altında ve L'elirli toplumsal iliş_

(1) Angelli lle ,Benni senaİör ue İtalyan kapitatizmi-


nin iki biiyıjk temsiJcisiydiler: Angelİi Fiat'ın, Benni
d e,h['ont ecatirıi' nin başlıca h is s edarıydılar.
(2) Croce, Angelli ile Benn'l'yi hİç tanımadığını ileri
sürmi.İşti,İr' Burada Gramsoi' nin onları tanıdığını söy-
lemecl,iği açıktır. o daha çok, Croce'nin, küItür ala-
nında, büyüh İmlyan kapitali ile itgilİ gelişinıin belli
bir'aşamasındaki ekononıik ue poİİtİk gerekliliğini d.i-
{'e getirdiğini anlatmak i:: emiştir.

22
AYDINLAR VE TOPLUM

kiler içinde yapıığı iştir. (Kaldı ki, şalt el kol bederı


çalrşması diye bir şey de yoktur ve Taylor'un <<insana
alışmış>> goril deyimi de belli bir yönde, bir sınır gös_
termek için kulianılmış bir benzetmedir sadece: Her-
hangi bir beden çalışmaslnda, hatti en mekanik ve
en kaba bir çalışmada bile, ne kadar az da olsa, bir
teknik ustalrk, yani, ne kadar az da olsa, yaratlcı bir
düşüiıce çabası vardrr. Daha önce de görüldüğü gibi,
işletme sahibi, görevi gereği, belli bir öIçüde,. bir ta-
kım diişünsel niteliklere sahip olmak zorundadır.
onun toplumsal kişiliğini, bu yetilerden ço,k, patto-
nun endüstrideki duıumunu niteliyen bir takm genel
ilişkiler belirlemektedir. )
işte, bundan ötiffi derıebilir ki, bütün insanlaf
aydın kişilerdir. Ama bütün insanlar toplumda aydı-
nın gördüğü işi göreııezler (ı)
..t..-.'

Aydın olanla aydın olmayan arasrnda bir aynm


yapıldığı z^m^n' aslmda, yalnn aydırüarrn kendi mes-
lek dallarındaki toplumsal görevleri hesaba katılır ki,
bu da, özel meslek çalışmalarında ağt basan yönteın
göz önünde tutuluyor demektir. Ama, düşünce ve be-
yin çabası ile kol ve sinir çabasr arasındaki orantı her-
keste eşit değldir, onun için de, 6zel düşiince çabaJ^-
rının çeşitli hasamakları vardır. Düşüncenin karışma-
dığı hiç bir insan çabasr yoktut ve horno |aber'i homo

('1) Nitekim, hayatının herbangi bir anııda ber in-


İanın yamur7a ipişirdiği, la 'da \ ceketinin söküğüni}
diktiği olabi]it. |Buna bakıp,l'l7erkesin aşçı ya da terıil
rıIduğunu İIeri sürerıeyiz. (Gramsci'nin noİu).

It
ANToNİo GRAMSCİ

sapiens'ten ayftamaylz. (ı) Her insan, mesleği dışın_


da herhangi bir düşünce çabası gösterir. lrJ.et zaman
bir <<filozof>, bir sanatçıdır o; belli bir beğenisi var_
dır, b,iı dünya görüşüne katrlır, bilinçli bir alılAk gö-
rüşüne göre davranrr. Öyleyse, belli bir dünya görü-
şünü destekleme' ya da bu görüşü değiştirme, yani ye_
ni yeni düşünce biçimleri yataİma işinde bir payr var-
dır.
Yeni blr aydın katr yaratma Sorunu, demek olu-
yor ki, herkeste belli bit gelişim aşamasrnda var olan
kafa çabasını, eleştirel yoldan geliştirmektir sadece.
Bunu da, yeni bir deııge kurmak amacıyla, bu çaba_
nın kol ve sinir çabasıyla olan ilişkisini değiştirmekle,
fizik ve toplumsal dünyayı durııadan yenileyen pra-
tik, genel bir çaba olan kol ve sinir çabasrnı. yepyeni ve
tüm bjr dünya görüşiine temel yapmakla gerçekleş-
tirebiliriz ancak. Her yerde görülen geleneksel aydın
tipini, edebiyatçı, fi7ozof ve sanatçıda bulmaktayız.
onun için, kendilerini edebiyatçı, {ilozof., sanatçl sa_
yan gazeteciler de birer <<gerçek> aydın olduklarını
Sanrrlar. Bugünkü dünyaııızda, endiistriyel çabaya,
hattA en ilkel ve değersizine bile sıkı sıkıya bağlı olan
teknik eğitim, yeni aydın tipinin temelini atmak zo-
rundadır.
İşte, L'ordine rıaouo (Yeni düzen adlr haftalık
gazete), yeni intellectua]isme'in bazı biçimlerini geliş_
tirmek ve onu yeni biçimlerde ele almak amacıyla bu

(1) Lhtince deyimler: kol çalışınası ue ka|a çalışma.rı


anlamıııda; işlq,en - alam ue bilen -adam.

24
AYDINLAR VE TOPLUM

temel üzerinde çalışmlştır ve başarısında da bunun ha-


trrı sayıIır bir yeri olmuştur' Çünkü, sorunu bu tür-
1ü ortaya koymakla, bit takım sürekli.dilekleri kar.şı-
lamakta ve hayatn gerçek biçimlerinin gelişimine uy-
gun düşmekteydi. Yeni aydınrn özelliği, söz ustalığın-
da, yani duygularr ve tutuklarr bir an için harekete
getiren bu dış güçte aranmıyor artık. Bu yeni özelük
aydınln, pfatik hayata yaplcl' örgütleyici, <<süreldi
jııandırıcı>> olarak karşımasırdadır. Çünkü o, sadece söz
ustası ceğildir artlk. Bununla ü,irlikte, soyut matema-
ıik bir kafanın da üstünd'edir. Teknik-iş'ten bilim-
iş'e ve hümanist tarih gödşüne yükselir lci, onusuz,
insan sadece bir uzman ka]ır ve <<yönetici>> (uzman *
politikacı) olamaz. (1)
Böylece ta.rihsel olatak, düşünce görevinin işle-
yişinden bjr taklm LıZman böIükleri yetişmektedir.
Bunlar, bütün toplumsal takımlara ilişkin olarak yeti-
şirIet ve egemen toplumsal takımla sıkı sıkıya ilgili
olarak da daha-geniş bir çabayr gerektirirler. Başa
geçmek istiyen her takımln en önemli özellilçlerinden

(1 )
Burada \Grumsci'ııin'dışındıigli aydın tipi, işçİ
sınıfının politik örgütilne ue bu örgütüni gelişimine
organik olarak bağIı aydındır.'Bu yeni yönctici aydın
tipİniıı, güzel söz saıxatınt iue <duygu> ögesine 'önenı
ueren gel.eneksel babalarıyIa biç bir i:Ii|:şkisi
'poİitika
3ıoktur. Tanı'tersine, ü,retim, teknik ue ekonomi so-
ı'unlerı konusuııd.akİ bilgisi yanında, gerçeğe genel açı'
dan (bir hunzanist ue tarihçi eibi) bakmasını bllmesi
1)e o7xu1/ değiştirnıeye çalışması igerekİidir.

25
ANT\fNİo GRAMSCİ

biri, geleneksel ayd-ınlan <ideolojik olarak> kendine


dönüştürme ve kazanma yolunda yaptığı savaştır. Bu
taklm, organik aydınlarınr yetiştirdiği ölçüde, bu dö-
ırüştürme ve kazaıma işini daha çabuk ve etki]i olarak
gerçekIeştirebilir.
ortaçağ dünyasmda meydana çıkan toplumlarda,
(geniş anlamda) eğitim ve öğrenim alarundaki çaba-
lar ve örgütleme işlerinin ulaştığı bıiytık gelişme, ey-
dıı biilii}Ieriyle görevierinin, bugün}ü dünyacia ne
büytik bir önem kazanmış oldııklarını göstermekte-
cir: Her insanııı, <aydınlrğınıı> derinleştirmeye Ve ge-
liştirrneye nasıl çal_ışılmıssa, uzmanlıkların arttırılma-
slna Ve inceltilmesine de öyle önem verilmiştir.
okiıl, çeşitli basanıaklarda aydıı yetiştirmeye ya-
rıyan bir ar^Çtfi. Türlü devletlerde aydın görwiıin
karmaşıklığı, nesnel olaıak, uzmanlaşmlş okul sayrsına
ve bu okullarln aşama slraslna göre ölçülebilir: Eği
tim ne denli geniş olursa' okulun <<düşey>
<<alanı>
<<basamakları>> o denli çok olur ve bir dev]etin kiiltiu
dünyası ile uygarlığ da o ölçüde karmaşık bir düzeye
ulaşır. Endüstriyel teknik alanında bir kıyaslama te-
rimi bulunabilir: Bir memleketiıı eııdüstrileşııesi, baş-
ka makineler yapmay^ yarlyan makinelerin yapımı ile
ilgilidonatı.mla ölçülür. Ayrıca, bu makineleri yap-
rnaya yaflyan makine ve araçları yapabilecek daha in-
ce makineler meydana getirmeye yafly^n makine ve
araçlarln yaplmı ile ilgili donatrmla da öIçiilür. Bilim
laboratuarlatına araçlar ve bu araçlarr doğrulayan baş-
ka araçlat sğama bakrmından en iyi donatrlmlş mem-
lekete, teknik ve endiistri alarunda en karmaşü örgü-

26
AYDINLAR YE TOFLUI\I

tü kurmuş, en uygar bir memleket gözüyie bakılabi_


liı. Aydınların hazıı|ar'ıtrıasl Ve bu hazırlığa adanmış
okul]ar için de durum aynıdır; okullar yiı}sek kiiltür
enstitülerine dönüşebilirler. İık öğretimin miimküfı
olan en büyük genişlemesi ve ara basamak1arın bü-
yük çoğunluğa açıLmasında gösterilecek en büyii} ça_
ba, ister istemez, en incelmiş kiılttrlü teknik uzman'
lığa götürmek zorundadır' En yüksek düşünce yeti-
lerini seçip yetiştirmek - yani, yüksek kültür ve tekni-
ğe demokratik b'fu yapı sağlamak için müm[<ün
- olan
en geniş temeli yaratma zorunluğunun sakıncaları yok
değildir elbette: Bu yoldan, bütün toplumlarda oldu_
ğu gitıi, orta aydın katlarında geniş işsizlik buhranları
yaratılmış olur.
Şunu göz öniınde tutmak gerekir ki, gerçekte
aydrn katlarınrn yetişmesi, so1'ut bir demokratik alan-
da değil, çok somut geleneksel \ıe tarihsel oluşl''ıra
göre gerçekleşmektedir. Gelenekşel olarai<, aydın
<üreten>> toplumsal katlat meydana gelmiştir. Bu
katlat, genel olarak, <<biriktirim>> de, yanı, küçiik ve
orta' toprak burjuvazisi ile küçük ve ofta şhir but_
juvazisinin bazr katlarında uzmanlaşmışlardır. Çeşitli
okul (klAsik ve meslek okulu) tiplerinin <ekonomik>
alana dağıIrş|' ayt1ca bu toplumsal katlaru bğlı tıırltı
biiliiklerin değişik özlemleri, çeşitli düşiince dalları'
nrn üremesine ve uzmanlaşmasma yol a.çat, ya da bu
dalLara biçim verir. Örneğin, ita|ya'da, köy ve kasaba
burjuvazisi, özellikle, kamu görwlileri ile seı"best mes'
lek adamları yetiştifir. Şehir burjuvazisi ise, endiist_
ri için teknik aAamlar üretir: Bundan ötijfü, Kueey

27
ANToNİo GRAMSCİ

İtalya'da teknik adamlat, Güney İalya'da da, daha


çok, kamu görevleriyle serbest meslek adamları ye-
tişmektedir.
Aydınlarla üretim dünyasl arasında, toplumsal
temel takımlarda olduğu gibi, doğrudan doğruya bir
ilişki yoksa da, bütün toplumsal dokudaır tA üstyapı
karmaşığına kadar (ki aydırı7at onun <<görevlileridir>)
çeşitli basamak]arda <<dolaylr>> bir ilişki vardır. Çeşit_
li aydın katlarının <<organik>> özelliğiı:li, belli başh bir
toplumsal takım ile olan az ya da çok sıkı ilişkileriııi,
yukarıdan aşağtya doğru bir görev ve iistyapı merdi-
veni kurarak, ölçebiliriz. Şimdilik, üstyapıIarda iki
büyük basamak kurulabilir: 1. <Sivil toplum>> basa-
mağı diyebileceğimiz basamak, yani, kabaca <<özeI>>
denilen otganizmalann tümünü içine alan basamak;
2. <politik toplum ü,a da devlet>> basamağı. Bunl.ar,
egemen takımln biitün toplum üzerindeki <<egernen_
lik> (egemonia) görevini karşıladıkları gibi, devlette
ve <<hukuksal>> yönetimde dile gelen <doğrudan doğ-
ruya baskı>> (domiııjo) (1) ya da kumanda gö_
revini de karşılamaktadır. Bunlar da örgütleme ve

(' ) Granısci'nin diişliııcesinin belli başlı ilkelerinden


biri diktatörlilk (domiııo) ile hegamonya (diişünce
ue ahldk yönetiıni), yaıi zorlama gücü i[e\bağdaşıua
(conseııso) aı,asıııdaki ilişkidir' Her sınıt'ın gücilnü pe-
kiştirmek için, karşı sınıflar üzerinde diktarötlük kur-
ması, amd çeğdaş olarak da, kendisine karşı olmayan
toplamsal sını|ların 'ıe katların yönetimini sağla-
ması gerekir.

28
AYDINLAR VE TOPI,UM

birleştirme görevleridir. Aydınlar, egemen sını{ın


<elçileridir>. Yerine getirdikleri görevler toplumsal
hegemonya ve politik yönetimdir, yani: 1. halkın
büyük çoğulnuğunun egemen temel talçım aracılığıylh
toplum hayatlna çizdiği yöne <<kendiliğinden> verdi-
ği onay (ki, bu onay, tarihsel olarak Ve egemen takl-
mrn üretim dünyasındaki görevi dolayısiyle, kazandı-
ğı sayglnlıktan, do,layıslyla güvenden doğar); 2. ge-
rek etken gerek edilgen hiç bir <(onay)>a yanaşmayan
takrmlarrn <,yasa yoluyla> disiplini sağ|ayan devletin
zar7ama atacı' Aına bu araç, <kendiliğinden> onay
niteliği kazanamaması halinde, kumanda ve yönetim-
de meydana geleL,ilecek buhran anları göz önünde tu-
tula.rak, toplumun tümü için kurulmuştur.
Sorunu bu Iıiçimde ortaya koymak, aydrn kav-
ramlnl çok geniş tutmak oiursa da, gerçeğe azçok so-
mut olarak varmanln tek yolu d,a budur. Sorunun bu
biçimde ele alrnmasr bir ta,kım sınıf önyargilarryla
çatşmaktadır: Gerçekte, toplumsal hegeııonya ile
devlet egemenliğinin (domonib) örgütleme ğörevi, az
çok bir işbiilümü, dolayısiyie de, bütün bir yetkilet
merdiveni yarutmaktadır ki, bunlardan bazılarının
artık hiç bir yönetim ve örgütleme rolü kalmamrştır.
Topluma ve devlete yön verme mekanizmasrnda el
kol ve ançlarla yapılan bir sürü iş vaıdır (ki bun]ar,
yaraİtna işi değil, uygulama işidir; bu işleri yapanlar
biıet görevlidir, ya da sadece verilen işi uygulayanlar-
dır). Böyle tıir ayırım yapmak gereklidir, başka ayl-
rrml.ar yapmak gerektiği gibi. Gerçekte, düşünce ça-
basında, özünlü olarak, çeşitIi basamakları birbirin-

29
,dNToNİo GRAMSCİ

den ayırmak gerekir ki, bu basamaklar' bazı engelle-


me anlarında gerçek bir nitelik ayİiığl gösterirler:
En yüksek basamağa, çeşitli bilim, felsefe Ve sanat
vb. yaratıcılafıru; en altbasamağa da, daha önceki, bi
rikrniş, geleneksel düşünce hazinesinin en alçak gö-
nüllü <yöneticileri>> ni ve yayrcılarını koymak gere-
kir. (1)
Bugünkü dünyada, bu çeşit aydın btilüğü, görü1_
medik ölçiide gelişmiştir. Demokratik-bürokratik top-
lum düzeni, hatırr sayılır bir takım yrğmlar yaratfiıış-
tlr ki, bunlarrn lıepsini ( egemen takımın politik zo_
runlukları gerektirse bile ) üretimin toplumsal zorun_
luğu haklı göstermez. Onun için, Loria'run üretici oi-
rnayan oişçi, (') kavramını (ama kime v'e ne çeşit Lrir

(') Bı halde de askeı,lik örgütü bu karmaşık basa-


ınaklannıaya örnek olarak göStefilebilir: Ast subay-
lar, üst subayIar, hurmaylar, b,ir de gerçek önemle-
ri sandığımızdan büyük olan birliklere bağlı çeşitli
basamaklar. İşin itginç yanı, bi)tün ba öğelerin kendi-
Ierini birbİrlerine bağlı hissetmeleri ae bundan <gurarr>
daynıalarıdır.
(2) <Üreilc,i olmayarı işçi>> kaııramı, Loria'nın 1909'da
basılan ııe sonradan yeııi baskıları yapılan Corso di
economia politica adlı eserinde anlatılmaktadır. Lo-
ria'ya göre,'<<üreticİ olmayan işçiler>>, şairler, filozo|-
lar, her çeşit yazarlar, '1bekinıIer, auukatlar, 'protesör-
ler ub. dır. Bunlar <mal sabipleri>ne, (kapiıalistlere)
karşıdırlar. Çünkü, mülk sahipleni, gördükleri hizmet-
lere daba'oz karşılı,k ' ödenıek için, onların sayıIarını

30
AYDINLAR VE TOPLUM

üretim biçimine göıe üretici olmayan?), bu yığınla_


rın tilusal gelirden çok btıyıık bir pay elde etmek için
durumlarından ne ölçüde faydalandftlarıru hesaba ka;
tarsak, anlıyabilitiz ancak. Yrğnların yetiştirilmesi,
bireyleri gerek kişisel nitelikleri gerek psikolojileri
bir takım kalıplara sokmuş ve biiy-
bakrrnrndan, belli
lece, bütün kalıplaştırılmış yığınlarda göriilen olay-
latın meydana gelmesine yol açmıştır: Meslekler için
savunma örgütleri kurma zorunluğu yatatzın yafişma,
işsizlik, diplomalıların aşrrl ölçüde yetişmesi, göçler
vb...

arttırmak isterler. oysa onlmın yararı bunuft t67rı


tersid.ir. Bu, Loria'nırı s6),xsız garipliklerinden biridir.

(Çeuiren : Vedat Günyol)

31
ŞEHIR VE KÖY TiPİ
AYDINLARIN DEGİsİr ounUMU

Şehir tipi aydınlar, endüstri ile birlikte gelişmiş


v€ onun kaderine bağlanmışlardır. Oniarın görevini,
ordudaki assubayların görevine benzetebiliriz: Yapım
plAnlarınrn hazrrlanmasrnda hiç bir özetk payları yok_
tur onlarrn. İşçi sınıfiru (1) önemsiyerek, onunla işlet-
me sahibi arasında ilişki kuraralat. BaşLca çalışma (:ı)

(1 )
Grarnsci, burada massa strumentale deyimini kul-
lanıyor ki, araç kullanan yığın, yani işçi yığını aılamı-
na gelrneİetedir.
(2) Grarnsci'nin, genel olarak, geçerl.i, yazı yazdığı dö-
neın bakırnından'da özellikle değerli. olan göri'İşü bu-
gün geliş t iril e bilir. T eknih göreulerde n baş ka, iş çiler:[.e
işletme sahibirıi ıızlaştırıcı yerıi bir.takını görealer,
Birleşik Ameri|ka örnek alınarak, fabrika teknisyen-
lerine ııenilrniştir. Bu görealerin am6cı, uerirnliliği, do-
layısiyle de, kapitalist rejinde, kazancı arttırrnaktır.
Bıuıa göre, bugün bu tekrıisyenlerin işçiler üzerinde-
ki doğrudan doğruya politik etkisini belirl,iyebiliriz.

32
AYDINL'AR VE TOPLUM

evrelerini denetliyerek, endüstri kurmaylarrnın koydu_


ğu üretim plAnının hemen uygulanmasını sağlariaı.
Genel olarak, şehir aydınları çok kalıplaşmışl"ardır.
En yükselmişleri, git gide, ası1 endüstri kurmaylarrn',
dan ayırt edilmez olurlar.
Köy tipi aydınların çoğu <<ge1enekse1,> dirler,
yani köy topluluklarına ve kapitaiist düzenin heniiz
değiştirip harekete getiremediği şehirlerin (özellikle
maden ocağı merkezlerinin) küçük burjuvazisine bağ'
lrdırlar: Bu aydın tipi, köylü yığını ile merkez ya da
bölge yönetimi ( avukatlar, noterler ) arasında ilişki
kurar ve bu yoldan önemli bir görev yapar. Bu görev
hem politik hem toplumsal biı görevdir, çünkü mes-
lek aracılığı ile politika araclrğını birbirinden ayırmak
güçtür. Ayrrca, köy aydıırının (papaz, avukat, ilkokul
öğretmeni, ncıteı, hekim vb. ) orta bir hayat çizgisi
vardrr ki bu, orta köylünün hayat çizgisinden üs-
tündür, hiç değilse ondan apayrıdır. onun için de, bu
hayat çizgisi, koyltinıin gözüııde, kendi durumundan
kurtulma Ve onu iyileştirme özlemi bakımından, top_
lumsal bir örnek niteliği taşır. Köylü, hiç olmazsa o-
ğullarımdan biri aydın ( özellikle papaz) , yani
<<efendi>, olabilir, ailenın toplumsal durumunu yii{<'
seltir ve başka <e{endi>>1erle, isteI istemez ilişki kura-
rak ekonomık hayatımızı kolaylaştrabilir, diye düşü-
nür hep. Köylünün aydın karşısındaki tutumunda,
biıbiriyle çelişir görüıren iki yön vardrr: Köylü, aydı-
nrn, genel olarak da, devlet görevlilerinin durumuna
hayranlık duyar. Ama, kimi z^man, onu aşağı gö-
rüyormuş gibi davrandlğı olur. Başka deyişle, onun

33
ANToNİo GRAMscİ

hayranJığı, içgüdüsel olatak, kıskançLk ve aşırl öfkey-


le yoğrulmuştur. Aydırılaı karşısındaki bu kulluğu he_
saba katılmaz, Somut olarak incelenmez ve deriıIeşti
rilmezse, köylüniin ne kollektif hayatından bir şey an-
laşılabilir, ne de ondaki gelişme tohumlarından ve
geiişme mayasmdan. Köylü yığınınn her organik ge-
Iişmesi, bir noktaya kadar, aydrnlarııı davranı.şlarrna.
bağlı ve bağımlıdır.
Şehir aydınları içinse durum baınbaşkadır: Fab"-
rika teknisyenleri, kendi işçi yığınları üzerinde hiç bir
politik etkide bu]'unamazlat, ya da, afiık bulunamaz
olmuşlard'ır. Kimi zaman, bunun taln tersi olmakta,
işçl ylğıru, doğrudan doğruya değitrse bile, organik ay-
dınlarrnın arucıLığı ile, teknisyenler üzerinde politik
bir etki yapmaktadır.
Sorunuır en can allcr noktası, her toplurnsal te-
mel takımın iki bölük aydınr, yani organik aydınlafla
geleneksel aydınları arasındaki ayrımdrr' Bu ayrımdan
bir çok sorunlara ve tarihsel anşttmalara varılabilit.
Bu bakımdan ele alınırsa görülür ki, en ilginç
sorun, bugünkü politik paniy|e, partinin gerçek kay-
nakları, gelişmeleri ve biçimleriyIe ilgili olan Sorun_
dur. Aydınlar Sorunu bakrmından politik partinin du-
rıımu nedir, ne oiacaktır? Burad,a bir takım ayrrmlar
yapmak gerek: 1Bazı toplııms a| talırıı7aru göre, politik
.
parti, sadece kendi organik aydınlannı kendi dileğince
yetiştiren bir afaçtf. Bu yetiştirme, üretimci (ı)

(1) Üreüın tekniği alanında, ordudaki assubayların


karşılığı sayabileceğinziz katlar ııeydana gelmektedir:

34
AYDINLAR VE TOPLUM

tekıjk alanındadeğıI, doğrudan d.oğruya politika ve fel-


sefe aianrnda olrnaktadır. Bu aydınlar, belli bir toplum-
sal takımın yetişme, yaşama ve gelişme koşullatı içinde
ve bunların genel çizgi-leri doğrultusunda böyIe yetişir-
ler ve b,tiyle yetişmemek de ellerinde değildir. 2. Bütiin
takımlar içinse, politik parti, devletin politik topIumda
daha geniş ve daha bileşimli bir biçirnde gördüğü işi,
sivil toplumda gören, yani belli Lıir egemen takrmrn oı-
gaıik aydınları ile geleneksel aydınlarıru birbirine
bağlıyan mekanizmadrr. Parti bu işi, temel görevine
bağlı olarak yapar. Bu temel görev de, kendini meyda-
na getirenleri, yani <ekonomik o7aruk doğ"p gelişen
toplumsal bir takımın öğelerini işleyip onları'eksiksiz,
, sivil ve politik bir toplumun birer usta politik aydını,
yöneticisi ve örgütleyicisi durumuna yükseltfu. Bun-
lar, o toplumun organik gelişmesine bağlı bütün çaba-
iarr gösterirler, bütün işleri görürler. Denebilir ki, poli
tik parti, görevini kendi ottamtnda, devletin ge"
niş bir ortamd'a yaptığından daha tam ve organik bir
biçimde yapat: Belli bit toplumsal takımın politik
partisine giren bir aydın, bu takımın organik aydınla-
rıyla kaynaşır, takıma da sıkı sıkıya bağlanrr. oysa,
devlet hayaİlna katıldığı zaman> bu bağlanma gevşek
olur, kimi Zaman dahiç olmaz.Bazan da çoğu aydırıla-
ıın lçendilerini devletle bit saydıkları görü1ür: Bu takrm

Şehirde usta işçiIer, uzn'fon işç,iLer, kayde de yarıcıIar


ae çiftçiler. Bunların durumu daha karınaşıktır, çün-
kiİ, bunxar, genel olarak,1 ortaçağ ekononıisinin usta
işçisi olan zanaatçi tipini knşılarlar (Graıısci'nin notu)

35
ANT]oNio GRAMSCİ

hayli kabarlk olduğundan, bu inanış bazan önemli so-


nuçlaf doğurur Ve egemen ekonomik takım (ki ger-
çekten (1) devletin kendisidir) için iizücü yan etkilefe
yol açar.
Bir politik partinin bütün üyeierini aydıı saymak
gerektiğini ileri sürmek, gülünç gelebilir insana : Ne
var ki, iyice düşüniılürse görüiür ki, bundan daha doğ-
ru bir sav olamaz. Burada, basamakian birbirinden
ayırdetmek gerekir: Bir partinin en alt, ya da en üst
basamağında en büyük genişleme olabilir. Ama, bu,
önemli değildir. Önemli olan, partinin yönetme ve ör-
gütleme görevidir, yani eğitme görevi, yani düşiınme
görevi. Bir tüccar bir partiye ticaret yapmak amacıyla
nasrl girmezse, bir endüstrici daha çok üretip da-
ha aza maletmek, bir köylü de yeni tarrmsal yöntem-
leri öğrennrek amacıyla gitmez; tüccarın, endüstrici-
n.in, köylünülı istekleri, bazı lıakımlardan, politik par-
tide karşılansa bile. (') Bu amaçla aynı smırlar için-
de kurulmuş bir takım meslek seırdikalarr vardır ki,
onlarda endüstricinin, köylünün Ve tüccarın korpo-

(1 ) Grarnsci bura:da, deııleti yöneten bir takım poli'

tika adamaarı ile ekonomik güçler arasında çıkabilecek


ge\,iş m eleri e7ıış tırıyor. Gram sci' ye göre, r e sm en d eule-

ti yöneten kişiler, ashnda bu ekonomik güçlerin birer


etkeııi ya da <elçileri> d'irler.
(2) Kamu oyu bunun tersinİ kabal etmekte ue <<pol,i-
tika yaparı tüccarın, endüstriainin ue köylünüa bu iş-
te kazankcah, yerde kaybettiklerini ileri sürmektedir
ki, bu da bir tartışına konu.su olab;ıır. (Gramsci)

36
AYDINLAR VE TOPLUM

rasyonl'a ilgili ekonomik çabasl en elverişli ortamlru


buiur. Politik partide, toplumsal ve ekonomik bit gu-
rup meydana getiren öğeler, gelişmelerinin bu tarih-
,.i urr.rr aşatak, ulusal ve uluslararasr nitelikte genel
bir çabanın etkenleri oIurlar. Politik partinin bu gö-
revi, somut tarihsel blr inceleme ile çok daha açık o-
larak görülebiIir. Böyle bir inceleme, organik ve gele-
neksel aydın biilüklerinin (gerek çeşitli uluslaİln ta-
rihleri bakımından, gerekse çeşitli uluslardaki en ö-
nemli toplumsal takırrılarrn, özellikle de, ekonomik
çabaları makineye bağlı takımların gelişimleri batı-
mlndan) nasıl geliştiklerini meydana koyabilir.
Geleneksel' aydınların yetişmesi, çok ilginç L,ir
tarihsel sorundur. Bu sorun, elbette ki, antik çağclaki
kölelik ile Roma imparatorluğunun toplum düzeni
içindeki Yunanlı ve Dbğu kaynaklı azatlı köIelerin du-
fumLlna bağlıydı.

Not.- Roma'da Cumhuı^iyetten İmparatorluk dö'


nenıine kadar (yani, I aristokratik-korporatiıı reiim'
deıı demoratik-bürokratik bİr rejime kadar) aydınla-
rın topamsal durumlarındcki değişme Sezar'a bağlıy-
dı. Sezar, daba gönüIden Roma'da otursunxar ae ,baş'
kaları da çağrılabilsin diye, hekimlerle serbest nıeslek
alamlarına yurttaşIık hakkz tanımıştır. Cezur'ın bunun-
la 1ıaprnak istediği şuydu: 7. Daha önc'eden Roma'da
bulunan aydınların Roma'ya yerleşmeİerini sağlamak
ue böylece Roma'da sürehxi bir aydın böıüğiİ
yaratmak. Bu"aydınİ.ar orada sürehli olarak kalmadık-
Iarı için bir kültür örgütü kurarnıyorİardı' Bu ko,nu-

37
AJNIroNİo GRAMsci

d.aki karaısızlığı ortad.an ka].dırrnak gerekiyordu' 2'


Büyük ölçüde bir ınerkezleşme yaıatarak Rorna'ya
büti)n imparatorluğun aydınlarını çekmek. Roına'da,
katolik papaz sını|ı ile sürüp gidecek olan oimpara-
torluk>>'un aydın böIi;"ğü bu pldan kurulrnaya başIar
ki, bu bötük, kozmopolit nitelikleriyle İtalyan aydın'
ları tarihinde xvIII.Vüzyıla kalar derin bir iz bırak
tıf.
rrıış
: <omııesque medicinam Romae professos et libera'
tiurn artium-doctores, quo l'ibentius et ipsi urbem in'
colorent et coeteri ıppetetent ciuitate 'donauit (')
( Suetone, Seı,ar' ın Hayatı, XLII ).

Büylik aydın yığını ile, imparatorluğun egemen


sırufı arasındaki (toplumsal olduğu kadar, ulusal ve
tksa1 olan) uçüfum, imparatorluğıın çöküşünden son_
ra' cermen savaşılar i\e, azat|ı köleler bölüğünü silr-
diiren (eqkiden) romalı1aşmış alınlar arasrnda yeni_
den başgösterir. Bu olaya, katolik dini ile papaz ot'
gütüniin doğuşu ve gelişimi eklenmiştir' Bu örgüt'
yiizyıllar boyunca, düşünce çabalarrnın btiyıık bölüğü-
nü kendine çekmiş ve kültiir yönetimini de kend'i te'
kelinde tutmuş, bu'na karşı gelmek, hattA yan'
çizmek istiyenleri cezalandırmıştr. İtalya'da çğlara
g6te az ya da çok yeğin olarak, aydınların kozrno'polit
Lir gatwle oftaya çıktı'kları göriilüyor' Şimdi, bir çok

(') <Rorna'da bekirnlik ytpan ue se|best meslek öğ'


reten kirnselere, orııja bütijfi büti;lx yerleşneye heues'
l,ensinler ue biitün öbürleri de oraya gölmeye can at'
sınlm diye, yurttaşIık hakkı tanındı'>

38
AYDINLAR VE ıtoPLUM

memlekette, hiç değilse, en önemlilörinde, ilk u.ğü^


göze çarpan aydın gelişmesindeki ayrüklara değirıe_
lim. Yalruz şunu da belirtelim ki, bu gözlemleri ayn'
ca denetleyip deriıleştirmek gerekir.
italya bakııııından önemli olan şey, aydırıJarınrn
uluslararasr, ;ra da kozmopolit görevidit ki, bu, yarı_
adanın 1870 yılına kadatki dağılma durumunı.rn nede_
ni ve sonucudur.
Fraıısa, uitısal giiçlerin, özellikle de aydın bölük_
lerinin u1'ı-ıınlu gelişmesi bakımdan tarrı bir örnek ni_
teliğindedir. I789'da tarih sahnesine çıkan yeni bir
toplumsal kümelenme, bütün toplumsal görevlerine
salıipti. onun içindir ki, eşki sınıflatla bir takrm tey
mel uzlaşmdlara yanaşmadaf|, tam tersine onlara ken-'
di inançlarını kabul ettirerek, ulusun toptan egemen_
liği uğrunda savaşryor. Yeni tipin ilk aydın çekir,dek-
leri, ilk ekonomik çekirdeklerle birlikte doğuyor: Ki;
ı
lise örgütü de onun etkisinde kalyor (Gallicanisme ( ),
Kilise ile Devlet arasrnda çok erken başlayan savaşlar).
Bu kocaman düşiinsel yapı, Fransz kiıltürünün XVIII.
ve XIX. yüzyıllardaki görevir_ıi açıklamaktadır. Bu gö_
rev, uluslarafası ve kozmopolit nitelikte bir yayılma,
emperyalist nitelikte bir genişleme, bir egemonya co_

(1) Gallicarıisme : Gdlikaıların öğretisi (lötince gat'


lİcanus, G aalois anl.am ına gele rı G al|,us' t an türetilrniş'
tir). ) Ga'lxikanlar Fransa Ki.lisesİniı özgürlüğiindetı
ae Papalığa karşı ulusd. kiliseleün bağırnsızlığından
y.anadırlar. Bu konuda Papanın matlık yetkisini des'
te kliy e n (JIt ram on t ana' cı7ara fur ş ıd ırI ar.

39
ANToNio GRAMSCİ

revidir, onun için de İtalyan kültüründen apayrıdır.


Çünkü, İtalyan kültürü, kişiset ve dağınıIc bir gijç ni
teliği taşımakta, ulusal temele yeni değerlet kazan-
dırmak için hiç bir davranışta bulunmamakta, hattd,
tam tersine, ulusal bir temel kurmanın yollarını tıka-
maktadrr.
İngiltere'deki gelişme, Fransa'dakinden oldukça
değişiktir. Modern endüstriden doğan yeni bir top-
lumsal takım, şaşIrtlcl bir ekonomik (korporativ) ge-
Iişme göstermişse de, düşünce ve politika alanında el
yord.amı ile ilerlemektedir. Organik aydrnlar taklmr,
yani endüstri alanında ekonomik ta'lınıla birlikte do_
ğan aydırlar takımı çok geniştir. Ne var ki, en yüksek
katında, toprak sahibi eski sınıflat yarı-tekelci durum-
larmı elden blrakmamışlardıt: Bu sınıf her ne kadar
ekoııomik üstünlüğünü yitirınişse de, politka ve dü-
şünce üstünlüğünü uzun süre elinde tutmuş ve baş-
taki yenl takımca <geleneksel aydınlar>> ve yöııetici
kat olarak benimsenrrıiştir. Eski toprak aristokrasisi,
başka nıemleketlerde geleneksel aydınları yeni egemen
sınıflara bağlıyan bağların aynısiyle endüstricilere bağ-
Ianrnaktadır.
ingiltere'deki durum, başka bir takım tarihsel ve
gelenekseI öğelerle karmaşıftlaşarak, Almanya'da da
kendini göstermiştir. Almanya da, tıpkı İtalya gibi, ev_
rensel nitelikte, ulusun üstünde bir kurum ve ideoloji
nin (Kutsal Roma germen impatatorluğu) merkezi ol-
muş, Ortaçağın başkentine bir yönetim kadrosu .sağla-
mış, içerdeki güçlerini azaltmış, onu ulusal örgüt so-
runlarlndan uzak tutan ve ortaçağdaki toprak parçalan-

40
AYDINI"AR VE TOPLUM

maslnl sürdüren lıit takım savaşlarr körü,klemiştir. En-


clüstrideki gelişme 1918'e kadar siilrmüş olan yarı-feo-
dal bir görünüş altnda olmuş ve junkey'let (ı) İngil-
tere'd,eki benzerierinin politik ve düşünsel üstünlüğü-
nü göIgede bırakan bir durumu sürdürmüşlerdir.
Junker'let Alman endüstri adamlarrnrn geleneksel ay-
dınları idiler, ama özel ayrıcalıkları vardr ve bağımsz
topiumsal bir sınrf bilincine varmışlardı' Bu bilinç,
ingiltere'dekinden daha <<verinıli>> olan bir toptağa
sahip olmalarrndan geliyordu. Alman j an kl. e r'led kapa-
1ı bfu papaz-asker sırufına benzerler. Bu srnıfın, politik
toplumda yönetim ve örgütleme görevlerini hemen
hemen tekelinde bulundurmakla lıirlikte, kendine öz-
gü ekonomik bir temeli Vardlr ve egemen ekonomik
taklııın cömertliğine bağlı değildir. Ayrıca' toprak sa-
hibi İngiliz soylularından farklı olarak. junker'|etin s{r-
rekli büyük bir ordunun suibay kadroslınu meydana ge-
tirirler ki, bu da onlara birlik ruhuna ve politik teke-
le elverişli, sağlam örgütcü kadrolar sağlamakta idi. ('?)

(l) Iankerler : Prusya soyluları : XVIII' yüzyıl.darı


Birinci Dünya saadşınt kadar Almanyanın ord.u ı',e yö'
netirn kad.rolarını sağIamış olan büyük |eodal nülk
sehipleri ki, gerici bir sınıf meydann getirmişIerdir.
(2) Max I(eber'in Almanya'nın Yeni Düzeninde Par-
lamento. ve Hükümet adlı /eitabında, soyluların sahip
olduhları politik tekex,in, görgiilü ue yayg:ı bir politik
buriaua kadrosunun yetişnıesini nasıl önlediğini, sü-
rekJi parkmento bııhranlerıyla, lİberal ue dernokratik
partilerin dağilmasına nasıl yol açtığını gösteren öğe'

4l
ANToNİo GRAMSCi i

Rusya'da, çEitli çıJış noktaları var: Politik ve


ekonomik düzeni Normanlar (Varegue'ler (1), dinsei
düzeni de bizanslı yunanlrlar kurmuşlaıdır' ALııanlar-'
]a Fransızlat da sonradan Rusya'ya Avruparun görgü
ve deneylerini, Rus tarihinin ilk iskeletini kuracak
olan özi getirmişlerdir. Ulusal güçler durgun,
edilgen ve algındır ama, belki bu yüzd'en, yat'ancr et_
kileri ruslaştırarak tümden kendilerine dönüştürebil_
mektedirler. Daha yalın bir taıihte bunun tersi olu-
l'ot: En etkin, enerjik, girişkin ve disiplinli kimseler_
den me1,dana gelen seçkin bir azınlık, yabancı memle-
ketlere gidiyor, Batlnrn en ileri iılkelerinin kültürünü
ve tarihseL deneylerini, (kendi ulusal ana niteliklerini
yitirmeksizin, yani kendi halkıyla olan duygusal ve
tarihsel bağlarını koparmaksuın) benimsiyor, düşün-
sel çıraklık clönemini biiylece yaptlktan sonra 1ıırduııa

ler bulablİirsİniz. İmparatorluk döneıninde oldukça


önemli parlarnenter bir yönetim kaİı kurınayı başaran
KatoIik Merkez ile soryal'denokrasinin öııeıni burdan
gel,mektedir. (Grarn sci' nin notu )
(') vorrgo"'Ier IX. yüzyılda Skaıdİnauya'dan gelen
?ıor1?76n kaynaklı sauaşçılardır ki, Finlere karşı kendi'
lin:ni sauunsunlar diye Slaularca çağrıIınışlardır' Bun'
ler Nouogorod ue Kie|'e yerleşmişler ııe başları Rurik
B62'de'grandük iinuanını almıştır. Rurik'in oğlu olek,
Kiet''i kendine başkent ycpmış ue Do'netz böIgesiae
kadar yayıIan rus irnparatorluğunu kurruuştar' XIL
yİİzyıİden başIıyarak Varegue'leri Ruslar kendilerine
maIetnişlerdir'

A)
r\YDINIAR VE TOPLUM

dönüyç1, halkı zorla uyaİlp, aşamaları atlayan kıızlı


bir yürüyüşe sokuyor. Bu seçkinler'Ie, dışarıdan ge'
tirilen (örneğin Büyük Petro'nun getifttiği) Alman ay",
dınlatı arasındaki ayrük, het şeyden önce, bu seğin_
lerin ulusçu ve hal'kçı niteliklerinde toplanmaktadır :
Rus halkının uyuşu}luğu bu seçkinleri benimsiyemezdi,
çiinkü, onlaı' tarihsel durgunL,uğa karşı güçlü bir rus
repkisiydi.
Bir başka a}anda ve oldukça değişik yer ve Zatr.,e;n
koşulları a[tında, bu Rus olayı, Amerikan ulusunun
doğuşuna benzerilebilir: Anglo-sakson g@menler de
kafara ve ahlAkça seçkin kişilerdi. Taiıii, burada ilk
gijçmenlerden, öncülerden, ingiliz din ve politika kah-
ramanlarından söz etmek istlyorum. Bunlaı Anayurt_
larrnda yenilgiye uğramış, a:Tra onurlarıru yitirmemiş,
aşağılanmamlş kimselerdi. Amerika'ya, kendileriyle
birlikte, yakuz ahlAk güçlerini değil, azçok Avrupa uy-
garlrğıru, beili bir taıihsel gelişim eı'resini de getiri_
yorlaıü. El değmemiş Amerika topraklarına tiiylesi
insanların getirdikleri bu gelişim evreŞi, özündeki güç_
leri, yaşlı Avrupa'nınkiyle tıyaslanamıyacak kaAar tıız'
L bir tempoyla geliştiriyordu. Çünkn, Awupa'da nü-
fusun belli katlarına mal olmuş ve bir türlü ortadan
kalkmak istemiyen, eski rejimlerden kalma bir tahm
ahlAksal, düşünsel, politik ve ekonomik frenler hızlı
bir gelişmeye karşı koymakta ve her çEit atümı ge_
,"k ,u.rr* gerek yer bakımından sınırlandıtacalç bir
<ırtalama içinde dengelemektedir.
Dikkat edilirse görülür ki, Birleşik Amerika'da,
belli bir ölçüde, geleneksel aydınlar yoktur Aydınlar

43
ANTONIO GRAMSCI

araslnda, genel denge bakrmından, ayrıIık burdan gel-


mektedir. Bütiin mod,ern üstyapılarda, endüstri teme-
line dayanan bk yığın eğitimi d,oğmuştur. Bir denge
kurmak zorunluğu, organii< aydınlar ile, billürlaşmış
ve her çeşit yeniliğe düşman bir aydın ııiteliğiyle zaten
var olan geleneksel aydınlarr kaynaştırmak gereğinden
gelmiyor. Bu zoıunluk, tıirleştirici bir tek potada, de_
ğişik ulusal kaynaklı göçmenlerin getirdiği çeşit1i kül-
tür tiplerini kaynaştırmak gereğinden geliyor. Yaşlı
uygarlıklarda olduğu gibi, geııiş bir geleneksel aydın
tortulaşmaslnın yokluğu, bir yandan (gerçekte bit tek
parliye indirilebilecek olan) iki büyük paftinin vatlığl-
nr, öte yandan, dinsel toplulukların Sonsuzca çoğalışı
ru açıklar bir bakıma.
Birleşik Amerika'd,a, incelenmeye değer bir baş-
ka olay da, Amerikan kültürünü ve tekıiğini benimse-
yen şaşftıCl sayıdaZeıci aydınların yetişmiş olmasıdrr.
Bu kara renkli aydınların, Afrika'nın geri kalmış yı-
ğııl,arı üzerinde dolay'ı olarak nedenli bir etki yapabi-
leceklerini bir düşünün. Bir de, şu varsayrmlar doğru-
lanabilirse, doğrudan doğruya yapabilecekleri etki de
büyük olabilir: 1. Amerikanın yayıIma poiitikasrnın,
Afrilça pazar!.arını elde etmek ve otalara kendi uygar-
]ıklarını götürmek için, bu geleneksel Zencilerden
faydalanması ( Buna benzer bir şey daha önce olmuş-
tu ama' ne ölçüde, bilemiyorum); 2, Amerikan halkt
il kaynaştırma uğrundaki savaşlarrn, Zencilerin top-
tan göç etmesine ve en bağlmslz, en enerjik (dolayı
siyle, bugün yürürlükte olan,,1,25a]21jaı daha da aşağı-
latıcı yasalara boyun eğmeye pek yatkın olmayan)

44
AYDINLAR VE T'OPLUNT

öğelerin orrrnu'uudönmelerine yol açacak kadat azıt'


ması. O zaman' ottaya iki sorun çıkabilir: 1. Dil so_
runu: İngilizce, saylsız lehçe klrıntılarınr birleştiterek,
Afrika'nm kültür dili durumuna gelemez mi? 2' B;u
aydın taklmının, bugünkü dağınık ve ilkelbir ırk bilin_
cinin, Afrika topraklarını bütün zencileı için bir
yurt katına ve mitosurıa yükselterök <millileştirebile-
cekı> yetide c,lup olamıyacağr sorunu. Bana öyle geli
yor ki, şimdilik, Afrika zenci|eti, olumlu değil, daha
çok, olumsuz bir ırk ve ulus biIincine varmalıdırlar'
Çünkü, bu bilinç, beyaz|arın onları yalnızlaştırmak ve
alçaltmak için yaptıkla[ üsavaşlaIl köriiklemektedir:
XVIIL yizyıLa kadar yahudilerin durumu biiyle de_
ğil miydi? Çoktan Amerikanlaştırılmış ve devlet dili
ingilizce olan Liberya, Afrika'nın Piemonte'si gibi
davran.ma eğilimi ile Amerika zencilerinin Kudüs'ü
olabilir.
Güney ve Orta Anıerika'da, bana kalırsa, aydrn_
lar sorununü şu teme1 koşulları göz önünde tutarak
incelemek gerekir: Güney Ve Ofta Amerika'da geniş bit
geleneksel aydın bölüğü yoktur ama, durum Birleşik
Amerika'daki gibi değildir: Getçekte, bu memleket_
lerin gelişimlerinin temelinde XVI ve XViI. yizyıIla'
rın ispanyol ve Portekiz uygarlığını bulmaktayız. Bu
uygarlığın özelliği Karşı-R'eform ve asalak militarizm-
dir. Bu memleketlerde hAlA direten değişmez kurumlar,
rahip sınıfi ile asker sınıfidır. Bunlar, anayurdun (Avıu
pa'nın) verdiği biçim içinde fosilleşmiş geleneksel ay-
dınlar biilüğüdür. Endüstriel temel çok sınlrlıdır ve
çok karmaşık bir takım üstyaprlar yaratmlştlr: Aydın_

45
ANToNİo GRAMSCI

ların büyük birlüğü köy tipidir. Latifundia'|ar, geniş


bir kilise mülkiyeti ile birlikte egemen olduğu için de.
bu aydmlar rahip srnıfina ve toprak süiplerine bağ_
lıdırlar. Ulusal doku, Beyazlar arasrnda bile dengesiz
oImakla birlikte 1ıazı bölgelerd,e nüfusun blıyıık ço-
ğunluğunu meydana getiten önemli yerli topluluğu ile
karmaşık bir duöm almaktadır. Genel olarak denebi
lir ki, Amerika'nın bu bölgelerinde hAlA bit Kultur'
kampf (1) durumu ve Dreyfus dAvası sürüp gitmekte'
dir; öyle tıir durum ki, onda halkın laik ve burjuva
bölüğü, rahip ve askerlerin çıkar ve etkileti, henüz
iaik devlet politikasının buyruğu altına girecek bir
aşamaya ulaşarnamrştr. Böylece, cizvitlik'e karşı ma-
sonluk hAlA büyük biı: etki yapmakta ve pozitivist ki-
lise örgütüne benzer bir örgüt kurmaktadır. Şu son
günlerin olayları (Kasım |930) - Meksika'da Calle'-
lerin (2) kulturkampf'rndan tA Arjantin, Btezı7ya,
Peru, Şili ve Bolivya'daki asker ayaklanmalannakadar
bu gözlemlerin doğruluğunu göstetmektedir.

(l) Kulturkampİ: (KiiJtiir ııe aygarlık uğrunda sauaş)


: 1873'd.e hekirrı Virtchou'un ilerici parti için bazırla-
dığı seçİm pı'ogramında kullandığı ALmanca bir kelirne'
Kitturkanıp|, Birnıarck'ın L871-1876 arası, destekle'
diği sauaşa aerilen addır' Bu sauaşın uıtrar7ıontdna
(Roma'ya bağxıtık) eğilirnleri bir çeşit politik rnuha'
le|et halini almışüı.
(2) Calle'lerin kulturkampf'ı Calle'treriıı Meksika bii-
küınetinin ue ulusal-De'urirnci partifiin Kiliseye kary
açtığı sauaşa uerilen addır' Bu özellikle 1923''
'sau6şt6'

46
AYDINI.AR VE TOPLUM

Aydın biilüklerinin yetişmesi ve buniarrn ulusaİ


güçlerle olan ilişkiieri konusunda, Hindistan, Jupon_
ya ve Çin'de başka tiplere rashyabiliriz. Japonya'da
ingitriz ve Alman tipinde bir eğitim yer almaktadır,
i,arıi, feodal-bürokratik bir kadro içind.e, baştan bdşa
özgün niteliklerle gelişen endüstriel bir uygarlık.
Çin'de, aydıı'ıLar|a halk arasındaki uçrırumu dile
getiren yazl sorunu var. Hindistan'da ve Çin'de aydın-
Laila halkı birtıirincen ayıran büyük uçur'um din ala-
nında da ğöze çatpmaktadt. Nüfusun türlü katlarl
arasında, özellikle rahipler srnfı ile bir yandan aydın-
lar, bir yandan da halk arasında değişik inançlarla aynr
dini başka başka anlayış ve uygulaylş sofunlı genel bir
inceleme konusu olabilir. Çünkü, aşlrı belirtileri Asya
memleketlerinde görülrnekle birlikte, bu sorun her
yerde azçok kendini göstermektedir. Protestan memle-
ketleı:deki ayrılıksa aynı ölçüde önemli değildir (mez-
heplerin çokluğu ayduıJar|ahalk arasında tam blr bağ-
lantı kurma gerekliliğine bağlıdt. Bu da, yüksek ör_
güt çevresini gerçek halk yığmı kavramına bağlı bütün
güçlüklerle karşr karşıya koymaktadır. Bu aynı olayı
katolik memleketlerde çok önemlidir, ama çeşitli dere-
celerde: Katolik Almanya ve Fransa'da daha oz, ital-
ya'da, özellikle güneyde ve ada|atda daha çok belirli;
it erya yarımadasrnda ve LAtin Amerika memleketle-

de, Papaııın orta elçisi kapı dışarı ed,ilmiş, Kiliseye


karşı sıkı yasalar uyga|annıış, Meksika apostolik kili-
sesi kurulmuş, bu kİIiseden yuno olanlar ile katolikler
Saua'Şmıştır.

47
ANTONiO GRAMSCi

rinde daha da önemlidir. Ortodoks memleketlerde o-


Layın daha geniş bir kapsamı vardır. Orada, aynr dinin
üç basamağından söz edilebilir: Yüksek rahipler, Kili-
se görevlileri ve halk. Ha]kın dini ile kitapların dini
arasında, (her ikisine de aynı adr vermelerine rağ-
men), hiç bir ilişki olamayan orta Asya'da ise bu o-
lay anlunsız kalmaktadır.

(Çeuiren : Vedat Günyol)

48
TARİHSEL MADDECİI-İK
SORUNT-A.RI
FEI-SEFE VE TARIHSEL
MADDECiLIK ', ÜsrÜNr,
oldukça yaygm bir kan-ıya göre, felsefe güç bir
konudur. Çünkü, uzmanlaşmış bazı bilginlete, ya da
bir felsefe sistemi olan filozoflara'ozgibitkaİa çab*'
sıdır. Bu önyargr1'r yıkmak için yapilaca'k ilk şey, bü-
tün insanlatın birer filozof olduğunu ispatlama}tır'
Bunun için de, o herkese <<özgiı>>, o <kendiliğinden do-
ğan fe1sefe>>'nin srnırlarrnı ve özelliklerini
tanıma'k
gerekir' Bu felsefe şu üç şeyin içinde yer almaktadrr:
1. saclece, gİamer bakımmdan özden yoksun kelimde_
rin değil, kavram ve düşünüşlerin de bütünü olan dil''
de; 2. Ottakduyu (t) ve sağduyuda; 3. halkın dinin-
de, dolayısıyle de, her çeşit inanç, körinanç sisteminde,
düşünüşte ve, genel o|atak, <folklor> adı altında top-
lanan görüş ve davranrş biçirnlerinde.

(1 ) ortakduyu (İtal. Senso coffımune, !r. SenS conı'


naun) d'iye çeairdiğimiz kaurarn, genel olaral<, insanla'
rın doğuştan sahip oldu'kları zek6 anlarrzına gelmekte'
d ir.

5l
ANToNİo GRAMSCİ

Herkesin, tabii, kendjne göre ve bilinçsiz olaıak,


f1|ozoİ olduğunu ispatladrktan sonıa, ikinci evreye
geçilir. Burada bilinçsiz olank diyoruz, çünkü, herhan-
gi bir kafa Çahasurın en basit belirtisinde bile, örne_
ğin, <<dil> konusunda, belirli bir dünya görüşü vardır.
Bu ikinci evre, eleştiri ve bilinç, yani soru evresidir:
Acat>a eieştirel bir bilinç ve bir bütünlük düşiincesine
vatmaAan, olayların akışına göre, yani çevrenin zorla
kabul ettirdiği bir diinya görüşüne <<katılmak>> mr da_
ha iyidir; başka bir deyişle, her insanın bilinç dünya_
srna ayak bastığı anda kendini içinde buduğu
şu Sayl_
Su toplumsal takımlardan birinin (ki bu dünya kişi
nin köyü ya da k*sabası olalbilir ve köklerini papazffi
ya da her söyledikleri yasa sayllan büyüklerin, kuşak-
tan kuşağa büyücülüğü sürdüren yaşlı bir kadı_
ffln, ya da aptallığı ve güçsüzliiğü içinde hırçınlaşırıış
küçiik aydının <düşünsel eükisinde> bulabilir) dünya
görüşüne katılmak mı. daha iyidir, yoksa, bilinçIe, teİ
başına, eleştirei bir tutumla, yani kendi kafa çabasıyla
t..
dünya görüşünü kurmak mr, kişisel çaba alanıru seç-
mek mi, dünya tafihinin oluşumrına etken olarak ka_
tılmak mı, kişiliğine dışarrdan vurulmuş damgayı ka-
bul edecek yerde, kendi kendisinin kıiavuzu olmak mı
daha iyidir?

Not L' İnsan, her zanıaı, keıdi dünya görüşü bakı-


nıından, belirli bir topluluğa bağIıdır; özellikle de aynı
biçirnde d.üşünen ue dauranan to,plumsa:l öğelenin bu-
landuğu toplwluğa. İnsan, ber zamarı, bir uyarcıxığın
(Con|ormisme'in) ayarcısıdır ae 'her zanıan ya kitle-

52
AYDINI"AR VE TOPLUM

insaııı' ya da kollektif-insan'dır. AsıI sorun, söz konu-


su uyarcılığın .hangi 'tarihsel tipte bir uyarcılık oldu'
ğuılıır. Kitle-insanı (hi, bitey onun bİr paıçasıdır), na'
sıl bir tarihsel tiptir? Dilnya görüşii elestirel;ue tutarh
değil de hn'a bağIı ue bir bütüıılüğe ulaşrnış olax kinse
aynı anda çeşitli kitİe-insanı rtiplerini <bağrında>> ba'
ı'ındırıyor d.ernektiı". Kışiliği garip bir <bileşim> için'
dedir: anda, hem nıağara 'insanının öğeleri, hem en
yeni, en ileri bilim İlkeleri'i'le geçmişin bijtüıı önyar'
gıları bulunmaktadır. Ayrıca, insanoğIunun yeryiizün'
de birlik kurduğu z6rn6n aaracağı bir |elsefenirı sezgi-
leri de bulunacaktır. Öyleyse, insanın kendi dünya
görüşünü eleştirrıesi, onu birleştirici ue tutarlı kılma-
sı, en ileri dünya görüşünüıı uardığı noktaya yücelme-
si demektir. Bu, aynı zamanda, kendine padar si'İre'
geİmiş olan ber türli; İetseİeyi, bu |else|enin halk |eI-
s e I e sind e bırakt ığı s ağIanı katlar öIçüsünd e eleştirn esİ

demektir. Eleştiret çabanın başIangıcı, insanırı gerçek'


te.ııe olduğunun bilincİne uarması, bir çeşit <<kendi
kendini tanırıasıdır>>. Bu, bugüne ka.dar süregelen ue
ijstiinde uzun boylu durmadığıııız halde hepirnİzde
sdyısız izler bırakmış olan tarihsel siirecin i.İrünü ola'
rak düşüniilmiiştür. İşrc, i|'kin bunıın üstünde durup
J iiş il n n em iz gerekm ekt ed ir.

Not 2. Felsefe tarihi telse|eden, küItıif taib| de


küItürden ayrılamaz. İnsan ( gerçeğe en yakın ue en uy-
gun arılamda) İitozoİ alamaz; yani, İrısan, eleştirel açı'
ıİan tatarlı bir dünya göüşüne sabip olamaz, eğer bu
göri)şün tarih içindeki yerini kauramamtş, onun gös'

53
ANTCINİo GRAMSCİ

terd.iği gelişimin bilincine u4ı14/namış, bunun y6nı s'-


ra başka görüşIerle, ya da o görüşlerin çeşitli öğele-
riyle çelişme halinde olduğunu anIaınamışsa.
Düııya görüşümüz, gerçeğin ortayı koyduğw be-
lirli sorunlara ce,uap uerir: Bu sorunlar tazelikleri için-
de belirli ue <<özgün>> dürler. Şimdiki Enı, iyice beİirli
<<inı>>, çoğu zernan hay,Ii uzah bir geçmişİn sorunları
ydrarıflı çalışrnış bir kala ile nasıI diişiiııebiliriz? Eğer
düşünebilirsek, bu d.emektir ki, çağımızın dşına çık-
rnışızdır ue ,rnodera dünyada y6şıyan bir .uarlıktan çok
birer fos,iliz, ya da, hiç değilse, garip birer <bi[eşik>
yaratıklarız. Gerçekte de bazı toplumsal takımların,
bazı yönleriyle en gelİşruiş çağdaş bir görünüşü teın-
sil.,ettikleri, bazı yönlerdense toplumsal durumtarııın
geri kaldığı, dolayısiyle de tam bir tarihsel öze&lik
sağlaya n ad ıkl arı ol m uş t ur'

' Not 3. Her dilde, bir dünya görüş.iiniin ue bir k'ıl'


türün öğeleri bulunduğu doğru ise, herkesin <<dili>>nin
kendi göriişiinün azçok büyük karmaşığını artaya ko-
yacağı o derece doğrudur. Yalnız bir lehçeyi konuşan
ııe ulusal dili azçok bilenxer, dünya taribine yön aeren
bı;yak düşiince akırrılarının karşısında, oldukça dar,
taşralı, fosi|.Ieşniş çağdışı bir düııya <sezgisini>> ister
istemez paylaşırlar. Bunların 'ilgileri sınırIı, azçok kor-
porati| ya da ekonomik olacak, hiçbir zaman eurensele
ulaşanııyacaktır. Eğer, çeşitlİ küItürlerle İlişki kurabİx-
mek için bir kaç yabancı dili üyi öğrennek mürnkün
olrnazsa, hiç 'değilsc kendi ana dilini çok iyi bilrnesi
gerekir inİqnın. Biiyüh bir küİtür, bir başka büyiik

54
AYDINLAR VE T,oPLUM

kiiltıriin diline çeurilebilir, yani, tarihsel olarak zen-


gin ae basit olrnayan bir'dil, herhangi bir bışka biiyük
kütıürii kendine aktarabilir ue eurensel bir niteliğe ka'
uuşabilir. Ama bir lehçe için aynı şeyi söyliyemeyiz. '
Not 4. Yeni bir küıtiir yaratmak, yal,nız bireysel
olarak <özgün bir takım buluşIar yapnıak değildir'
Bu, ayni zamaıda (ue özellikle) daba önce bulannıwş
gerçeüleri el'eştirel bir yöntem[e yaymak, <<toplurn'
sallaştırınak>>, dolayısiyle de hayatla ilgili çabaların te-
meli yapmak, onların düşünsel ue rııhsal bir öğe olma-
larını sağIamak demektir. Bir böıük insanın günxük ger'
çeği birleştirici ııe tutarlı bir biçimde düşünneyi
başa'
rabilrnesi bir felsefe olayıdır ue bu olay bir felse|e <de'
hası>>ıın buIduğu ue yalııız küçük aydın takırnlarınıw
ııaIı olarak kalan yeni bir gerçehten çok daba önemli-
dir.

oRTAK - DÜYu, DİN V€. FELSEI'E AR3'SINDAKİ


glĞr.ıNı'İ :

Felsefe bir düşünce diizenidir. oysa, din ve of-


takdtı1'u içiıı böyle bir şey söylenemez. Gerçekte din
ile oıtakduy'u bit aıaya gelmedikleri halde, nasıl olu_
yor da, din ortakduyu'nun dağlnık iiğeleri içinde bir
öğe oluyor? Ashnda, ortaıkduyı, din gibi kollektif bit
isimdir: Bir tek ortakduyu yoktur. Çünkü, tarihselbir
veri, tarihsel bir oluştur o. Felsefe dinin, aynı zAman'
da ortakduyunun eleştirisi ve aşılmasıdır. Felsefe, bu
an_lamda, ortakduyuya karşı olan sağduyu ile birleş_
ınektedir.

55
Ar{ToNio GRAMSCİ

giüıvr-nİş_oRTAKDUYU ARASINDAKI İLİşKiLER


'
Din ve ortak duyu, düşünce dü"fni kuramazlar.
Çünkü, değil kollektif ;bilinçte, bireysel ıbilinçte bile
birliğe ve bütünlüğe ulaşmazlar. Buna <<kendiliğinden>
değil, olsa alsa, yalnız zorba bit yöntemle varılabilir
ancak. Geçmişte b,Jna zaman zaman varıldığı olmuş-
ıur. Din sofununu, inanç anlamında değil, laik aıılam-
da biı diinya görüşüyle, bu görüşe uygun bir dawa-
mş kutalı atasındaki inanç birliği anlanrrna aldığımız_
da, inanç birJiğine <din>> diyoruz da, <ideoloji>, ya da
düpedüz <<politika>> demiyoruz? Gerçekten de, genel
olarak, felsefe diye bir şey yoktur, çeşitli felsefeler,
çşitli dünya görüşleri vardrr. İnsan, bunlarln arastn-
da her zaman bir seçme yapar. Bu seçme nasıl olur?
Yalnız aydmca bir seçme midir bu, yoksa daha karma_
şık Lıir şey mi? Düsünce ile davranış arasında, hemen
heı zaman b,ir çelişme yok mudur? Bu durumda ger-
çek dünya görüşü ne olacaktrr? İşi mantıği vurursak,
düşünsel bir olgu olarak ileri sürülen mi, yoksa insa_
nrn davraruşında kendiliğiııden bulunan gerçk bir et-
kinlik mi? Madem, her davranışın, her zamaI7 politik
bir davraruş olduğuna inanıyoruz, öyleyse herkesin
gerçek felsefeşi davraruşındadır diyemez miyiz? Dii-
şünce ile davıanrş arasındaki bu çatışma, vani iki ayn
dünya görüşünün birarada bulunmasr gibi bir durum-
la kaışı karşıya değil miyiz? Bu iki ayrr görüşten biri
kendini sözle belirlerken, öbürü davranışla göstermek-
tedir. Bunu bir <katü niyet>>e bağlamak yan1ış olur.
<Kötü niyetı>, ayrr ayfl alınan bireylet, hatth azpk

56
AYDINI"AR VE TOPLUM

kalabalık bir takım insan için doyurucu bir açıklama


olabilit. Ama yığnların yaşamında bir çelişme belirdi
mi, doyurucu olamaz. Bu durumda <<kötü niyet>>, ta_
rihsel ve toplumsal nitelikte daha derin bir takım ça_
tışmalarrı ifadesi olur ister istemez. Bu demektir ki,
biiylesi bir durumda, belli bir diınya görüşüne sahip
toplumsal bir takım (çekirdek halinde de olsa), kendi-
ni eyleın içinde ortaya koyar ve sırası geldikçe, olga-
ııik bir b:ılik gibi davranrr. Birtakım düşünsel bağIılık
nedenleriyle, kendinin olmayan bir götüşü benimsş
yebilir ve bunu sözleriyle doğrulıyabilir, giderek izle-
diğini bile sanabilir bunu. Çünkü, onu <<normal za-
rnanda> (1) izliyordur, b,aşka bir deyişle, davranışı
iıağımsız ve özerk değil, bağımlr ve bağlıdır. Bı.ınu
söylerken, felsefenin politikadan ayrılamıyac{ını ve
bir dünya görüşünü seçmenin de, eleştirmenin de
politik bir olay olduğunu göstermek istiyoruz.
onun için, her zaman çeşitli felsefe sistem ve a-
kımlarınrn bit arada nasıl doğup yaşadığını, yayıl'cı_
ğırı, yayılırken de niçin bazı yöntreri ve kırılma çizgi-
led izlediklerini açıklamak gerekecektir. Bu da, dün-
y,a ve hayatla ilgili sezgileri, eleştirel ve tutarlr bir yol-
dan, bir sistem içinde toplamak zorunluğunu gösteri-
yor. Yalnız burada (sistem)> sözcüğiyle ne anlaşılma_
sı gerekiyorsa onu iyice belirlemek ister. Yoksa bu

(1) Nornıa| zaman: To;pluluğun organik bir bütüıı


olarak barel<ete geçtiği ae kendine öıgii dünya görü-
şünii 'izted.iği <<cıIaganüstü ZaıııAn)> ın karşıtı anlamına
g.clnıc.btedir.

57
ANToNİo GRAMscİ

sözcüğüı bilgiççe ve profesörce kullanıld:ğı sanılabi-


Iir. Bu Sonınun cevabı, ya7ruzca felsefe taıihinin
çer_
çevesi içinde arznmalıd::r. Çünkü, insan düşüııcesinin
yüzyrllar boy-unca ne gibi değişmelere uğra<lığmı, bu_
gunkü düşünce tatzlm:zt naşıl kollektif bit
çabaya
borçlu olduğumuzu bi]e ancak felse{e tarihi göstere.
bilir. Geçmişin tarihini, yaruimaların a, <<sayıklama1a-
rırıay> kadat özetliyen, biıaraya getiren odur. Tabii,
bu yanıImaJar ve <<sayık1ama7ar>>, geçmişin malı olma-
lanna ve diızeltilmiş bulunmalarlna rağmen, bit daha
arteya çıkmaz, yeni düzeltmeleri gerektirmez demek
değildir.
Hallçın felsefe konusunda düşüncesi nedir? Bu
sorunun karşılrğlıı hall< dilinin çeşitli deyimlerinde
tıu]abilirlz' Btr konudaki en yaygın deyimierden biti,
<lolup bitenleri filozofça lrarşılamak>>trr. Bu sözün üs_
tiinde duıacak clutsak, pek öyle yabana atılacak bir
şey olmadığını görürüz. Bu <<formül>ün kişiyi, boyun
eğmeye ve sabırh olmaya çağırdığı doğrudur. Anıa, lıi_
raz düşünürsek, görürüz ki, eıı önemli nokta, tam ter_
sine, olup biten-ler üstünde insanr iyiden iyiye düşün_
meye çağırmasıdır. Bu formii]e göre, olup bitenler o.
Jağan şeylerdir, öyle oldugu için de, insarun hoyratça
ve içgüdüsel tepkilere kendini kaptrrmaması, aklınl
kullanarak olaylaru korkusuzca göğüs germesi gerek_
mektediı. Bu çeşit halk deyinıleriyle, halkın tuttuğu
yazarl,afln beruer deyişleri (büyük sözlük]ere başvu-
rarak) bit anya getirilebilir: İşte o zaman görülür ki,
bu <<felsefe> ve filozofça> terimleri, insanın davraru-
şına bilinçii bir yön veren b:r zorun-Iuk kavramı, iI-

58
AYDI}TLAR VE TOPLUM

kel ve hayvaıısal tutkuiarı altetme anlamına gelmek-


tedir. Ortakduyunun asıl özü ve yarulmadan sağdu1'u
adl verebiiec eğimv şey bundadır, ki bu da hiç şüphe_.
siz, geliştirilmeye, bir birlik ve bütünlüğe kavuştu_'
rı:lmaya değer bir şeydiı. İşte yine, bundan ötüıüdiir
ki, <bilimsei>> felsefeyi, <pöpüler>> felsefeden, yani da_
ğınık görüs ve düşünceledn bütününden başka bir
şey o1mayan felsefeden ay:,ıaır.aytz'
Şimdi, her üt1ü dünya görüşünün ve felsefenin
ana sorunu çılıyor karşrmıza. o ki, bir kültiir
{elsefe
akınu, bir <<din>>, biı <inanç>> olmuş, yani pratik t}ir
cl_avranrş ve istem yaratmlştlr ve bu sonuncularda ku-
ramsal bir <öncül> olarak ybr almıştır' Burada <ön-
cü1>> yerine <ideoloji> diyebiliriz. Tabii, ideoloji
ke_

limesiııi burada, Safialta' hüukta ve ekonomik çaba-


larcla, bir'eysel ve kollektif hayatın bütün beiirtilerin'
de kendini gösteren en yüksek bir dünya görüşü anla_
mında kullanıyoruz. Başka bir deyişle, sorun bütiiıı
toplumsal yığınlarda ideoloji birliğiııi sürdürmektediı'
çıınkrı, bu yığınlarr birleştiren ve birbirine
perçinle_
y.. b, ideolojidir. Dinlerin, özellikle, katolik kilise'
,inin gtıcti, dün olduğu gibi bugün de, bütün bir
<,dinsel> topluluğun öğreti birliğinin zorunluğuna iyi-
den iyiye inanmış olmalarından geliyor: Bunlar, <<oku-
moş, sırrıfl, halkın binbirinden kopmamasına çaıış'
maktadırlar. Katolik kllisesi, het zamarı, ortaya iki
ayrr din çıkmasıru, yani aydınJarın ve <<basit insanla_
rın> dini diye iki ayrı din yaratrlm4sını önlemek için
ölesiye bir savaş açm$tf. Bu savaş, kilise için ciddi
bir iakm salancalaı: yaratmlştır' Ama, bu salıncalar
59
ANToNİo GRAMs,cİ

bütün sivi] toplumlan değiştiren ve ünler bakrmln.daır


yıkıcı bir eleştiriyi kapsayan tarihsel sütece bağlıdır-
Lar. Papazlar srrufinn kiiltür alanındaki öıgütlennıe
güçlerini yükseltmesi ve aydınlarla <<basit insanlar>>
arusrrüda sürdürebilmesi de buna bağlıdıı. Cizvitler,
hiç şüphesiz, bu dengenin en büyük içşiled olmuşlaı_
drr : Bu dengeyi sağlamakta ve sürdiirmekte ellerin.
den geleni yapmışlardır. Kilise içinde, felsefenin ve
bilimin gereklerini karşılayacak, onları memnun edecek
ilerici bir a]<ımın ottaya çıkmasıııı sağiayan da onlar.
dır. Arna, buıu öylesine yavaş' öylesine diizen]e yüı:üt-
müşlerdir kj, bu alandaki değişmeJer, kilise içinde kök_
lü yenilik istiyenler (integralisti) <<devrimci>> ve de-
magojik gömüdüğü halde, <<basit insanlar>> ca {arke_
dilmemiştir.
İçklnlik (İmmanence) felsefelerinin en çürük
yanlarından biri, genellikle, alt tabaka ile üst ta"
baka, <<basit insanlar>la aydmlar aıasında ideo_
lojik bir birlik yaratmayl başatamamış olmaları_
drr. Batr uygarlığı tarihinde, bu olgu, kilise kaşısında,
R'önesans'ın, bir balama da reform'un iflAsıyla, Avru-
pa çapında meydana gelmiştir. Bu güçsüzliik, kendi-
ni, özellikle, öğretim sorunılnda göstermektedir 'Şöy-
le ki, <içkinlik> fclsefeleıi, çocuğun eğitiminde, dinin
yerine bir başka kavram otalaya koyrnaya çallşrnamış-
tır. Bu da, sahte bir tarihçiliğin şu saçma iddiasına yol
açmıştrr: Buna göre, güya bu dinsiz ve tanfıtarumaz
eğitimciler, <<Din insanl_ığın çocukluk döneminin felse-
fesidir ve kendini çocukta yeniJer> diyerek, dinsel oğ_
retirne hak tanımışlardır' ideatıst felsefe de, halk

60
AYDINI"AR VE TOPLUM

üniversiteleri adr velilen okullarda (ya da benzeri


kuruluşlarda) kendini göstereo ve amaçları <halka
yönelmok> olan lçültür akımlarına her zaman karşı
koymuşlar, bunu da bu ai<rmların yalıız olumsuz yön:
lerine karşı yapmrşlardır. Öyle olmasaydı, gördiikleri
.van1ışI-ıkları düzeltir, daha iyisini oftaya koyarlardı.
As-
lında, bu <halka yönelme>> akrmrnın çok ilgi çekici ve
üzerinde dtırulması gereken yönleri vardı' Bunlar, il-
kin başarıh Sonuçlar eld,e ettiler. Başarılı sonuçlar der-
ken, şunu söylemek istiyorum: <<Basit insanlat>> yii'k-
sek bir küLtüre ve bir dünya görüşüne varmak için iç_
ten Lıir coşkunluk ve güçlü bir bilinç gösterdiler. Hiç
şüphesiz, herhangi bir organi'k yapıdan yoksundu L'u
kişiler, felsefe açrsından olduğu kadar, sağlam bir kül'
tür merkezcfiği ve örgütü'bakımından da. Halk üni-
versitelerinde insan, Ingi|iz tüccarları ile Afrikalı zeıı_
ciler arasrndaki o ilk ilişkilete taffklık ediyormuş gibi
oluyordu; sanki külçe külçe altınlara karşılık bir ta-

l<rm incik boncuklar veriyorlardr. Tuhaf bir değiş to_

kuş! Ama, işin aslında da L,iiyle olmasr gerekiyordu'


Çünkü, düşiiıcenin organik bütünlüğünün ve kültü-
rel sağlamlığın varlığı ancak aydınlar ile <<basit insan'
lar>> arasrnda teori. ile pfatiğin birleştirilnıesi ve gerek_
li birliğin sağlanmasr ile mümkündür. Açıkçasr, aydın_
ların bu yrğınlarrn organik aydınları olmalatr, bu yığın-
ların günlük davranrşlannm ortaya koyduğu ilkeler ve
sorunlar üstünde durup onlan tutarlı hale getirmeleri
gerekirdi' Aynca, bunu da toplumsal ve kültürel bir
biıriın yaratarak yapmaları gerekirdi. Az önce değindi-
ğinıiz sorıın, burada da karşrmıza çıkryor: Bir
felsefe

6I
ANTONIO GRAMSCI

akımı, yalruz sınırlı bir aydınlar topluluğunu ilgilen-


diıen özel bir kültür gelişmesi üstünde çaiıştığı za-
man ml bir felsehe akımıdır, yoksa tersine, bir yüksek
düşünceyi ortakdu1,uya <<indirgemeye>>, uygulamaya
çalıştığı, bunu yaparken de hiç ir zamall <<basit insan-
lar>>la olan ilişkisini koparmamaya dikkat ettiği ve bu
ilişkide ele alırup çözümlenmesi gereken sotunların
kaynağını bulduğu zaman ııı bir felsefe akımıdır? Biz
diyoruz ki, bir felsefe ancak bıı ilişki ile <tarihsel>> ola-
bilir, bireysel öz1ü ente]lektüalist öğelerle kurulabi
lir; ancak biiylelikle <(yaşlyan)> bir düşünce niteliği ka_
zanabilir. (1)
Praxis (2) feisefesi, başlangıçta ancak tartışmalı
ve eleştirel bir görünüş a7tında, kendinden önceki ve
bugünkü somut düşüncelerin (ya da, yaşlyan kiiltüt
dünyasının) bir aşanıasr olarak; sonra da, her şeyden
önce, <<ortakduy,u>nun eleştirisi olarak görülebiliı. Çün-
kü, bu felsefe ortakduyuya dayanarak, <<bütün>> insan-
ların filozof olduklarını göstermiş ve asıl sorunun bir

(1) Belki |elsefe ile orta.kduyu arasında, birinci eure-


den ikinciye geçişi daba,iyİ beJirtebilnıek için bir ayrım
yapmak yararlı olacaktıı'. Felseİede, özellikle diişünce
ile iİgili bireysel çaba nitelikleriııin belirtilmesİ söz ko-
nusudur. Ortakduyuda ise, tersine, belll bir halk orta-
ı%ırıda, belIi bir çağın yaygın ae cinsil (gönttique)
öze\l,i,klerinin ortaya konafunası söz konusudwr.
() Praxis : Teori (|else|e) ile pratiğin (praxis) bir'
biriyle tam bir dialektik payrıaşması'anlaınında Markı'
çılık.

62
AYDINL,AR VE TOFLUM

bilimi ex noııo (mutlak lıir yenilik) olarak bireysel


hayata sokmak değil, daha önce var olan biı etkinliğe
eleştirel ve yeni bir nitelik kazan-dırmak olduğunu
açıklamıştır. Praxis felsefesi, ayni zamanda, aydın|dt
felsefesinin de b,ir eleştirisidir. Aydınlar felsefesi, fel-
sefe tarihinin doğmasına yol açmıştıt ve bireysel bir
felsefe o]mak balım-ından (çünkü, özel yetisi olan ki-
şilerin çabasıyla gelişmiştir), ortakduyunun, hiç de-
ğilse toplıimun en kültüılü katlarının ( dolayıs'iyle de
halkın) ortakduyusunun gelişme <<noktaları>> sayıla_
bilir. Bu baJiımdan, felsefe öğretimine başlarken, ge-
nel küitürün gelişme sürecinden doğan sorunlarl, sen-
tez halinde afiaya koymalıdır. Bu şJenel kültür, kısmel-ı
felsefe tarihinde yansımaktadır. Elde belgeler bulun-
rnadığı için yazı|amayan ortakduyu tarihinin yokluğun_
da, felsefe tarihi, bu söztinü ettiğimiz sorunlarn eleş_
tirisini yapmak, onların gerçek değerini ( eğer btıgün
de varsa), eski anlamrnr göstermek, yeni çağdaş so-
runları, ya da bugünkü biçimleri iie, eski sorunları ta-
rurn_lamak için başvurulacak tek kaynaktır...
Aktif halk adamrnrn davranrşr ptat'iktir, ama dav'
railşrnln her zaman teorik bilincine varmrş değildiı
(ki, bu bilinç, dünyai,ı değiştirdiği ölçüde onu bilmek,
onu tanımak demektir). Aktif halk adamınrn kuram-
sal bilinçle davranmasl, tarihsel yönden, tutarsrz, çeli_
şik olabilir. Denebitir ki, onun iki çeşit kuramsal bi
linci vardır (ya da tek bir çelişki bilinci) : Birincisi, iç_
sel olarak, eylemindedir ve güniük gerçeğin değiştiril-
mesinde onu işbirliği yapİ'ğl arkadaşlarrna dağlar; ikin-
cisi 'ise, geçmişten kendisine kalan ve üstünde kaİa
ANToNİo GRAMSCi

yofmadan kaLıutlendiği bir bilinçtir ki, <<sözsel>> bir


açıklığı vard:r. Bu sonuncusuna, <<sözsel> deyip geç_
memek gerekir. Çünkü, ibeliıli bir toplumsal takırrıIa
ilişkiler kurar, kişilerin moral davranışlarınt etkilef,
az ya da çok enerjik bir biçimde, istem_lere yön
verir.
Bu <sözsel> düşünüş öyle bir noktaya varabilir ki,
bi_
ünç çelişmeleri hiçbir karata, hiçbir seçmeye yer
Veİe-
ırıez olur, kişiyi hem ruhsal, hem pratik bir uyuşuklu-
ğa sürifier. Demek ki, insanrn kendi kendini anlama-
Sl, tarumasl, gerçeğin bilincine varmakta daha yiiksek
bir ıoktaya ulaşınasr önce ahlAk, sonra da politik a_
landa-, kaışrt yönJü politik <<egemonia>> savaşı
içinde
miimkiin olabiiiyor. Belki bir baskı (egemonia) gücü-
nün bir öğesi olma bilinci (yani politik bilinç), <<ken_
di kendnin bilincine>> Valmanln ilk aşamasıdır. Bu
aşam,ada teori ile pratik birleşir. tsu birleşııe bile,
gö_
rüldüğü iizere, mekanik biı olgunun sonr.o değiJ,
tarilıısel bir oluştuf, ki
'bunun başlangç evresini pek
de içgüdiiseI diyemiyeceğimiz bit oayııdetme>, <<kop-
ma> Ve bağırnsulrk duygularında buluyoruz. Bu
duy_
gu, gelişerek, sonunda birlik ve bütüniük niteliği
taşı-
yan bir dünya görüşiine vanr. işte bunun için
baskı
(egernonia) kavramının politik geüşmesinin pratik
politika yönü drşında, ne denli btiyı;k bir felsefe ilerle-
yişi gösterdiğine değinmek gerekir.
Çünkü, bu kavram,
ister-istemez, bir düşiinsel birlik ve ortal<duyu},u aşmlş
ve, hayli dar s-ırurlar içinde de oIsa, eieştirel du_
ruma ulaşmış olan bir gerçek kavramına uygun bir
ah-
Jik gerektirmektedir.
Bununla birlikte, şunu da söylemek gerelrir ki,

64
AYDINTAR VE TOPLUM

praxis felsefesinin son gelişmelerinde' teofi ile pra_


tiğin bifliği kavramr daha yeni yeni derinleştirilmeye
başlanmıştır. Mekanizman-ın kalıntdarr hdl6 ortada
durmaktadır. Çünkü, teoriden,bir <;bütiinleyici>,.
pratiğin <<yedek parçasr)> ve hizmetçisi diye söz edil_
mektedir. Bu sorunun da tarihsel olarak ortaya konul-
ması gerekir. Yani, ayd-ınlar politi-kası, sorunun bir
yönü olarak e1e alınma]rdır. Eleştirel yoldan insarun
kendi smr{ bilincine varmasl demek, tarihsel ve poli-
tik olarak biı seçkin aydın slrufmln yaratılmasr de_
mektir: Bir insan yığıru (keiimenin en geniş anlamın_
da) örgütlenmeden, kendini başkalarından ayırdede_
mez, <<kendi1iğinden> bağımsız bir duruma geçemez.
Aynca, hiç bir örgüt yoktur ki, içinde aydm, yani ör-
gütleyici ve yönetici brrlunmasın. Yine, aydın ve filo-
zof yetişiminde <<uzmanlaşmış>> kimselef afasmda, teo-
ri - pratik takımlarırun teorik yönü somut olarak ay_
rılmamış bir örgüt de yoktur. Ama bu aydın yetiştir-
me yolu uzun, güç ve çelişmelerle, ilerleyip gerileme-
Ier, ayılıp yeniden b'uluşmalarla doludur. Bütün bun_
lalda, halkın <bağIılığı>, kimi zaman oldukça büyük
güçlüklerle karşılaşır. (Kültür olayrııa yığınların katıl-
Inası ve bu olayın gelişmesinde rol oynaması, başlan_
gıçta bağlük ve disiplin biçiminde olmuştur). Gelişme
siireci, bir aydın-halk diyalektiğirıe bağlıdır. Aydınlar
talımı hem nicelik, hem nitelik olarak gelişiı. Ama,
yeni bir <genişliğe> ve aydınlar bölüğünün yeni bir
<ü<armaşığına> doğru her atılış, basit halk yığınınınki_
ne benzer bir harekete bağIrdır; bu yğın, yüksek bir
kiiltür düzeyine ulaşmaya çalrşmakta, gerek bireysel

65
ANToNİo GRAMSCİ

çabalarla gerek azçok önemli takımlarla uzman aydın


katlarına doğru etki a|aıı7annt genişletmektedirler. Ama
bu süre içinde, öylesi durumlar kendini gösterfu ki, kit-
le ile aydınlar arasında ( ister ibirkaç aydın, ister bir bö-
iük aydın arasında) bir kopuş olur. Bunun sonucu ola-
rak da <yedek parçalrk>>, <(tamam1aytcıIık>> ve bağIıiık
duyguları çıkat ortaya. Bu iki öğeyi bölüp birbirinden
ayırdıJ<tan Sonfa, teori-pratik Lölüğünün <<pratik>> ö-
ğesi üstünde drırmak (bu iki öğeyi aytmak yetmez, sa-
dece bunu yapmak mekanlk ve uzla.şmacı bir işlein
otrur), aslmda hayli ilkel ama hAlA ekonomik ve kor-
poratif bir tarih evresi içinde olmak demektir.'
Bu evrede, <(yapınln)> genel çerçevesi nicel olarak deği-
şir ve tam bir üstyapı niteliği L'elirmeye başlar ki, bu
henüz organik bir biçim almış değildir.
Dünya görüşlerinin kurulması ve yayılmasr konu-
sunda, politik partilerin modern dünyadaki önemini
belirtmek gerekir. Bu partiler önemlerini asıl, dünya
görüşlerine uygun bir ahlAk ve politika yaratmatann'
dan ve bunların tarihsel <deneycileri> olarak çalışma-
Iarından almaktadırIar. Partiler, pratik Ve teorik alan-
da etkin yığınları seçerler. Bunda, teori ile ptatik aru-
sında öylesine sıkl bir ilişki kurarlar ki, dünya görüşü
daha kökten, daha canlı bir yenilik kazanır ve eski
düşünce biçimlerinin karşısrna çıkar. Böylece, denebi-
lir ki, partiler bir takım yeni düşiiıısel V€ toptand kav-
ramlar ortaya koyarlat, yani, gerçek tatihsel bir sü-
reç olarak, pfatik ile teori arasında birleştirici bir po-
ta işini görürler. onun için, partinin, <<laboar party>
örneğine göre değil, bireysel katılrnalarla kurulması

66
AYDINLAR VE TOPLUM

gerektiği zorunluğu çIkar ortaya. Çünkü, asll Sorun,


<ekonomik balımdan etkili olan her yığını>> eski ka-
lıp|ara göre değil, organik yeniliklerle yönetmektir.
Bu yenilikler, başlangıçta ancak seçkin'leıin aracilrğıy-
la bir yığın niteliğini alabiliı. Çünkü, bu seçkinler i-
çin, insan çabasında bulunan düşünce, bir ölçüde,
sistemli ve tutarlr bir bilinç, açık ve kesin bir istem
oimuştur.
Praxis felsefesi ile ilgili en Son gelişmeleri orta-
yakayan bir tartışma, bu evrelerden biri üstünde dü-
şünmeye çağırıyor bizi. (1) Tıim dlşsal bir nitelik
taşlyan mecaniste bir görüşten n:ası].actiuiste bir görü-
şe geçildiğini görebiliriz. Ba actiuiste görüş, bu tar-
tlşma S1ras1nda görüldüğü giLni, pratik ile teori birli
ğinın (henüz boyle bit bileşime tam anlamrnı ver-
mediği halde) tüm bir uyuma yaklaşrnaktadır. Gere-
kirci (deterministe), kaderci, mekanist öğenin, nasıl
praxis fe\seİesinin ideolojikbit kokaszz olduğunu, be-
lirli toplumsal katlarırı zorunlu kildığı ve tarih bakı_
m-ından haklı gösterdiği bir çeşit din ve (uyuşturucu
rnadde niteliğinde) bir uyaflcl olduğunu görmek
mümkiindür.
Kavgaya başlamak insaıın kendi istemiyle olma-
dığı için, kavga da bozgundan bozguna düşünce, meka_

(1) Grarnsci, o sıralarda 'yapıImış bir tartışrnaflııı


Cultura dergisinde yayınlanan bir özetinin çağrışımını
yapıyor. Sözü ediİen yrz', frnnsftca çeairmenlere göre
Auustur|alı yazar D. E. Mirski'niz Bolşevizmde Par-
ti ve Demokrusi adlı kitabından bir böıündür.

67
ANTONiO GRAMSCi

nik gerekircilik korkunç bir ruhsaldiretme, bir bklik,


inatçl Ve sabırlı biı d,ayatma gücü oluverir. <Şimdilik
yenildim, ama biliyotum ki, olayların akışı benden ya-
na gelişmekte...>> Gerçek istem inanç biçimine, bir çe-
şit ussal tarih biçimine, dinsel biı bireycilik kılığına bü-
rünür. Bu durumda bile, <olaylatrn akrşr> üstünde is_
temiı doğrudan doğruya ve güç1ü bir etkide L'ulundu_
ğunu, ama bunu kendinden utanan örtülü bir biçimde
yaptığıru göstermek gerekir. Ayrıca şunu da göster-
mek gerekir ki, bundan eleştirel bilinçteıı yoİsun bir
takım çlişmeler de doğmaktadlr. Ama, <<ast durumda_
kiler> yönetici durumuna geIdiği Ve yığInn ekono'
rnik çabasırun sorumluluğunu yüklendiği zaman, meka'
nizma bir an, yakrn bir tehlike olarak belirir ve o za'
man bütün bir düşünce sistemi yeni baştan ele a]rrur.
Çünkü, toplum hayatında değişiklik olmuştur. Niçin
<<olayların a!ış> alanı ve Şıffrl daha darlaşıyor? Çün-
kü, eğer <(aŞt durumundaki> dün bir şey idiyse, bu'
giin aItıi< bir şey değil, tam tersine, tarihsel öııemde
bir kişidir; dün yab,ancr bir isteme karşıkoyan Sorum_
suz bir kişi gibi davran-ıyorduysa bugün kendinde so-
rumluluk duymaktadır. Çünkü, artık bir karşıkoyaıı,
bıt göreali, etken Ve girişken bir kişidir.o. Peki, dün
gerçekten basit bir <karşıkoy'uş>>, basit bir <sorum_
suzlü>, basit bir <şey> miydi? Hiç şüphesiz ki, ha'
yır. Burada, kaderciliğin, gerçek ve etkin bir isternin
güşiizlüğünü örtmekten tıaşka bir işe yaramadığını
göstermek gerekir. İşte bundan ötürü mekanik gere'
kirciliğin kofluğunu oftaya koymalıya. Denebilir ki,
halk yığınrrun <sa{dil> felsefesi olarak açıklanabilen

68
AYDINLAR VE TOPLUM

Ve salt bu yönü ile kaba gücün özünlü bir öğesi olan


mekanik gericilik aydıııJ'arca, tutarlı ve derin düşünce
ürünü bir felsefe olarak ele alındığı zarnan da, bir uyu-.
şukluk, apta\ca bir <kendi kendineyetetlik> kaynağı'
olur; bu da, <<aşağr durumdaki insanın>> yönetici ve
sorumlu duruma geçmesini beklemez. Halk yığınırun
bir biiliğıi, aşağı durumda olsa bile, hep yönetici ve
sorumludur ve bir Liilüğün felsefesi teorik bir öncele_
me değil, edimselbir zorunluk olarak da, bütünün fei-
sefesinden önce gelir.
Mekanist dünya göriişünün, alt taL'akaların dini
olduğu, hıristiyanlığın geçirdiği gelişmeden görüle-
lıilir. Belki bit tarihsel dönemde, belirli taıihsel ko_
şul1ar içinde bir <ızorunluluktu>> ve zorunluluk olagel-
mişti. Bu, ayıı zamanda, halk yığınları isteminin
bir biçimi, diinya ve yaşam ussalIığnın belirli bir şek_
li olmuş ve olmakta devam etmiş, genel kadroların
gerçek pratik çabalarını sağlamıştır. 1932'de C'iuilitd
cattolica'da yayınlanmış bir yazldan aktardığım şu paf_
ça, bana öyle geliyor ki, Hıristiyanlığın bu görevini
çok iyi dile getiriyor:
<Güvenli bir geleceğe, ahret mutluluğuna adan-
mış ruhun ölürnsüzlüğüneı sonsuz mutluluğa varabil_
me güvenine olan inarrç, iç olgunluğuna ve nıhsal
yüceliğe varma yolundaki verimli çalrşmanın başIrca
öğesi olmuştur. Gerçek hıristiyan bireyciliği, kendi,si-
ni zaferlere ulaştran atılış gücünü burda bulmuştur.
Hıristiyanların bütiin güçleri bu soylu amaç çevresin_
de toplaımrştır. Ruhu şüpheleı içinde yıpratan dü-
şiince kararsızlığmdan kurtulan ölümsijz ilkelerin ışı

69
ANToNİo GRAM$Cİ

insan, umutlarının yeniden doğ_


ğında aydınlığa eren
irğrr.o hissetmiştir. Kötülüğe karşr açtlğı savaşta'
k.idırri üstün bir gücün desteklediğine inanarak
ken_

di kendine karşr zor kullanmış ve dünyayı avucuna

almrştrr.>>
lBrrud, yine, <safdil> hıristiyanlığın sesini duyu-
yorğz, yoksa halk yığınlarını uyuşturan'
cizvitleşnıiş
irrri.tiyurlıgın sesini değil' Ama, Calvin'ciliğin duru_
genişletmiştir)'
*, (ki, rtılr* d.ryg,rsunu alabildiğine
daha an-
kader ve <<tanrısal kayra> kavramlarr ile çok
lamIıdrr.
Yeni dünya görüşleri, halklarca tutularak niçin
(ki' bu'
ve nasıl yayılırlar? Bu yayılma süreci içinde
ru^un'da, eskinin yerini alma, çoğu zaman
da' es_
^yn"
ki ,r. y"rri arasındaki bileşim sürecidir)-' ;'eni dünya
gariıştiniı" aftaya konuluş Ve açrklanlş- biçiminin bir
ltHrı .ru. mıdr acaba? Ayrlca, bu açıklamayt yapan
kişi ile onun dayandığı bilgin ve düşünürlerin de'
ye-

ni düşünceyi benimseyenlerin aynr örgüte bağlı kal_


sözünü etti_
mularinda biı payları var mldır? Gerçekte'
grrri, u" öğeler, toplums"l takıma ve bu takımın ele alı_

nan kültüreldüzeyine göre değişir' Ama düşünceleriıi'


görüşlerini pek öyle kolay kolay değiştirmeye yanaşma_
halk yrgrrlu., üstüne yapılacak bir araştırma bu
ko
ian
ozelıiı.le yararlr olur. Yalnız burada, onları
"saf"'
""ar,
borrl-r-rş biçimleri içinde kabul etmeli ve onlarrn az
çok kural-dışı ve garip bir <ibileşim>
olduklarını da
,rrr,-r-uhjr.. Aklu uygun' mantıksal bir tutatlığı
olan biçimin, ağrr basan hiç bir kanıtı küçümsemiyen
tamamlayıcı düşünce yönıemlerinin nite1iği de
ijnern'

7ü'
AYDINLAR VE TPPLUM

1idir. Ama, bunlar ,lresin olmaktan çok uzaktırlar''


Buiılar ikinci derecede yararlı olabilen öğelerdir; özel_
lik-le' bir btına_]ınr içinde olan, yeni ile eski arasında
bocalryan, eskiye olan iırancınr yitirmiş ama yeni için-'
henüz karara varamamış bir insana yararlı o'labileıı
og:ler.
Düşüniiı ve i:ilginleıin yetkileri için de ayil şey
söylenebil.ir. Halk arasında bu yetkiye büyük değer
ı,erilir. Şu ia bir gerçektir ki, her düşüncenin, het
görü-şün kendi düşünürleri, kendi bilginleri vardır;
yetki de paylaşılmaktadır. Öte yandan, insan, her
clüşünür için bfu ayrlm , yapabilir ve söylediklerinin
gerçek değeri üstünde kuşkuya düşebilir. Bütün bun-
lardan şu sonuca varilabilir: Yeni'kavramların yayilma
streci, politik yani son kertede toplumsal nedenler-
den doğmaktacür ve bu süreçte rnantıksal tutarlık,
yetki ve örgütleme öğelerinin büyük bir ro1ü vardu;
gerek ayrı ayrı bireyIerde, gerek kalabalık takımlarda
genel yönelim belirirbelirmez, bu ro1 d,e (fitaya çlkar'
Böylece, felsefenin halk yığınlarında ancak bir inarç
olarak yaşıyabileceği sonucuna varabi|iriz- Her şey bir
yana., bir halk adamının düşünsel durumu göz önüne
getıilsin: Onun yetişmesinde ro1ü olan öğeler, bir ta_
kım k"nılar,' inançlar, değer ölçüleri ve davranış ku-
ıallarıdır. Eğer kaışısındaki kirnsenin görüşlerine ay'
kırı bir görüşü savunan her kişi, haİaca ondan daha
üstünse, kanıtları ondan dalıa iyi ortaya koymayı ba-
Peki, öy'
şarır Ve <<mantlk gücü> ile onalat söyletmez'
leyse, lıalk adamr kendini savunamıyor diye, inancr_
nr1değiştitsin mi? Öyle'olursa' günde dört kez, yani

7L
,A.NToNİo GRAMscİ

haİaca üstün bir hasımia karşı karşıya geldikçe, dü_


şiincesini değiştirmesi gerekecektit. onun felsefesi
hangi öğeler üstüne kurulmuştur? Özellikle, kendisi
için büyük önem taşıyan <<davranış felsefesi> nedir?
En önemli öğe, hiç şüphesiz, akla dayanmayan bir öğe,
yani inançtır. Ama, kime, neye olan inanç? Her
şeyden önce, insanrn bağlı olduğu toplumsal takrma
(,ki, olayları onun gibi değerlendirdiği ölçüde bağlı-
drr ona) olan inancı. Hasmrnın türlü kanıtlara başvu_
rutak kandtmaya çalıştığı halde tongaya basmryan
halk adımı, kalabalık bir halk yığınırun öyle her ko-
nuda kanaL'ileceğiıe inanmaz. Tabii, kendi düşüncele-
rini, görüşlerini kendi başına derinlemesine geliştire-
cek, saı'unacak yetide olmadığını; bağlı bulunduğu
topluluıkta, bunu hasmından daha iyıyapacak kişilerin
bulunduğunu b:lir; en ince ayrıntılanna kadar tam
bir tutarlıi< içinde, inaıcrnın nedenlerini açık seçik
kendine anlattıklarıru ve onlara akLnın yattığım ha-
tırl.at. Bu nedenleri, şimdi somut olarak hatırlamıyor-
dur, onlaıın neler olduğunu söyliyemez belki. Ama,
onların var oldrıklarıru, kendine inandırıcı
bir biçimde anlatıldığıru hatırlamaktadır. Bir kez çar-
pıcı bir biçimde inanmış bulunması, inancırun sürekli
olma.sırun sürekli bir nedenidir, bu inanç kendine özgü
kanıtlaİı bulamasa bi]e.
Bu görüşler bizi şu sonuca götürüyor: Halk yı
ğrnlarının yeni inançlan, egemen sınıfların genel çı-
karlarına ayLırı iseler, son derece dayanıksu olurlar'
Bunun biiyle olduğunu anlamak için, dinlerin ve kili_
senin kaderi iistiinde düşünmek elverir. Din,

72
AYDINI"AR VE TOPLUM

ya da şu bu kilise, kendi öz inancırı sağlam bir


örgütle ve sürekli olarak sürdürdüğü ölçüde dinliler
topluluğunu elinde tııtabilir. Bunun için de dinin kural-..
larıru yorulmadan savunmasl, her an ve her yende,
aynl kanrtlaıa dayanaruk savaşmasl ve dine, hiç ol'
mazsa göriinüşte düşünceye onurunu sağlamakla gö_
revli, büyüklü küçüklü bir aydın takrmını kendine bağ-
lamasr gerekir. Kilise ile d,inliler arasmdaki bağ, poli
tik nedenler yüzünden, birden kopuverseydi (Fransız
Devriminde olduğu gibi ), kilisenin zaıan çok btiyiit
olurdu. Hele, günlük taplnma' belli bir zamailn sırur_
larrnı aşsaydı.,b, zarar daha da kesin olurdu her hal_
de. Ya da, hiç değiJse yeni mezhepler ortaya çıkardı;
riitekim, Fransa'da eski dinle birleşerek ortaya çlk-
mıştır da. Bundan, ortakdu1ıı ve, genel olarak, eski
dünya görüşlerinin yetini almaya çalışan her türlü kiil_
tür alıml için belirli bir takım zorunluklar çıkarılabi_
lir. Şöyle ki: 1. Kendi iİel kanıtlarınr (yeni deyişler,
veni biçimler içinde) durmadan tekrarlamak; 2. halk
yığırunın şekilsiz öğesine kişilik kazandırmak için, her
zaman daha göniş halk tabakalarının düşünce düzeyini
durmadan yi.iıkseltmek; bu da, halk yığınlan içinden,
doğrudan doğruya yeni tipte seçkin aydınlar çıJ<masına
çalrşmak ve aradaki ilişkileri sürdürmek demektit. Bu
ikinci zorunluk, doyurucu olursa, bir dönemin <ideolo
jik pa.notaması>. nl.gerçd<ten değiştirebilir . Zaten bı
seçkinler, kendi takımlan içinde düşünce ve bilgi yeti_
Ierine göre (başında bireyci bir filozof bulunan) bir
değetler basamağı yaruİmaAan ortaya çıkıp gelişemez'
|er.'' Yalnır', bu filozofun, ideolojilc topluluğun istek-

73
j.NToNİo GRAMSCi

lerini somut olarak yenideır yaşıyabilecele' bireysel bir


beyne özgü gücün yeterli o|amıyacağını anlıyabilecek,
doiayısiyle de, kollektif bir düşünürün, düşünce yön_
ternlerine daha uygun, d.aha bağlı bir kollekti{ öğreti
biçimini afiaya koyabilecek yetide olmasr gerekir.
Böylesi bir yığının kurulrnasr, her hangi bir ide-
oloji çevresinde bu amaca, felsefe iie ya da dinsel i_
nanç bağnaz|ığı ile itelenmiş bir kişinin, ya da bir
takıınrn (kesin) yaratma istemine bağlı olamaz şüp_
hesiz. Düşünce yoilarının tarihseiliği ve akrlcillğın ger_
çek eleştirisi kendini, halk yığınırun bir ideolojiye ka-
tilması, ya da katıiııamasr ile gösterir. Gelişi güzel,
keyfe bağlılkuıuluşlar, tarih boyunca, kimi zaman, gün'
lütr< gerçeklerin elverişli olmaları- sayesinde halkça tu_
tuluı' gibi görünmelerine rağmen, ergeç elenmişlerdir.
oysa, karmaşık ve organik taıihsel bir döneınin istek-
lerine uygun kuruluşlar, en sonunda, üstün gelmiş ve
kendilerini kabul ettirmesini başarmışlardır, kendileri
ııi ancak garip ve karmaşık yollardan kabul ettirdikle-
ri sayrsız bir takım '<<ara>> evrelerden geçmiş olsalaı
bile.
Bu gelişmeler ortaya say$ız bir takım Sorunlar
çıkarmaktadır. Bunlarrn en önemlileri, ka{aca oigun
diyebileceğimiz çeşitli katlar arasındaki ilişkilerin üs-
lubıında ve niteliğinde özetlenen sorunlardır. Bu so-
runlar, ayrrca iis1 tabakaların yarutıcı katlannın alacağı
ve almaşr gereken önemde ve görevde ijzetlenebi.
liı. Bu katkılarsa alt tabakaların yeni eleştirel kavram_
loıı tartışıp gehştifıIre .yetileri ile ilişkilidir.
I)ernek, önemli oIbn, tartrşrna ve propaganda

74
AYDINI,AR VE TOPLUM

özgürliiğiinün' srnrrlarınr çizmektir. Burada özgürliik


kelimesini, yöneticiliğe've yurt güvenliğine deggin an_
lamda değil, yöneticilerin kendi davranışlarrna çizdik_
leri sınırlar anlanıında, ya da, bit kültür politikasının
yönünü belirtnıek anlamında kullanryoruz. Başka biı
deyimle, <<bilimin hakları>> nı, bilimsel afaştlrmaların
sırıırlarrnı kim çizecek? Bu haklar ve srnrrlar gerçekten
tam olarak çizilebiiir mi? En yeni, en güzel gerçekleri
sabırla araştırma, onları daha açlk, daha tutarh foı-
müllere bağlarna işinin (en önemli görünen ilkeier
durmadan tartlşma konusu yapllsa bile ) her biiginin
özgür çabasına bırakılması zorunlu gibi görünmekte_
dir. Bununla birlikte, btiylesi tartlşmalar, bilimsel a-
maçlarından uzaklaştırılıp, kişisel çıkarlar uğruna sür_
dürülmek istendi mi, işin bu yanınl ofiaya koymak pek
güç olmayabilir.'
Be1li bir ülkede, ideolojik dünyayl hareket halin-
de tutan kiiltürel örgüt üstünde somut o1arak durmak,
bunun pratik işleyişini incelemek ilginç olur' Meslek_
leri gereği, kendilerini aktif kültür çabalamna adayan
kişileı'le, çeşitli ülkelerin halkları arasındaki politik
ilişkiyi (serbest güçleri de yaklaşık olarak hesaplaya_
rak) incelemek de ayrıca yararls' olur. Her memlekette,
en büyük iki kültür örgütü, içleıinde çalışan insanlar
bakrmrndan (bütün dereceleri ile) okul ve kilisedir'
onlardan sonra, gazeteler, dergiler, yayım işleri, özel
öğretim kurumlaıı gelir (devlet okullatrrun yatdımcı-
sı okullardan, hallç ünivesitesi tipindeki kiiltürel ku_
ruluşlara kadar). Öbür meslekler (hekimlik, subaylrk,
yarglçlü ırb. ) kendilerine özgü çalışmalarıyla önemsiz

75
ANToNİo GRAMSCİ

sayılmayacak ktılttırel b;r katkıda brılunurlar. Ama


bu anAa, şuna da değinmek gerekir ki, büttin iilke-
lerde, heni2 değişik ölçiilerde de olsa, halk yığınlarıy_
la aydınlar arasında (hattA sayıları oldukça kabarık ve
halka daha yalın olan öğretmenler ve din adam|an ar:a-
sında) büyiik ibir uçurum vadır. Çiinkü, yöneticilet
istedikleri kadaı teısini söylesinler, devlette birleştiri_
cr, tutarlr bir görüş mayası yok'tur; bu yüzden de, ay-
dın takımlaıı, nüfusun, tiitlü katları arasında (ve aynı
katın sınırları içinde) dağınık durumda bulunmakta-
dırlar. Bir kaç ülke drşrnda, ünivetsitenin bitleştirici
hiç bir et}i ve çabası yoktur. Genel olamk, özgür bir
düşünürün, bütün bir yüksel< öğretim kurumundan
daha çok etkisi görülmektedir.
Praxis felsefesinin kaderci kavtamıyla oynadığı
tarihsel role geIince, onun ruhuna gerçek bir <rah-
met>> okuyup üstiiıe toprak atılabilir. Gerçelr bir rah-
met dedik, gerçekten de, onun belirli bir tarihsel dö-
ııem için yarutIı olduğu unutulamamalı ve bu yönden
tutulmüdır. Onun bu görevi, yeni bir dünyarun baş-
langıcı için gerçekte <<kader>> ve <<tanrısal kayta>> ku_
ramlarıyla kanştırılabilir. Bilindiği giibi, bu kuramlaı,
en yü}sek noktalarına klAsik alman felşefesinde var-
mışlardır. Bu kuıam, <<Tanrı biiyle istiyor>> un bir
eşiydi' Ama ilkel alanda bile, <Tanrı btiyle istiyom,
ya da <<tanırsal kayra>> kuramındaki kavramdan daha
yeni, daha verimli bir diŞüncenin kaynağı oluyor,du.
Acaba yeni bir görüş, hallçın ,kaba ve buIanık görü-
şürıden başka bir biçimde kendini giisterebilir mi?
Tarihçi, gerekli göüş açısına süipse, şunu açı,kça gö_

76
AYDINLAR VE TOPLUM

rüp anJıyacaktrr ki, yeni bir dirnyanın, het zaırıan ça'


kıllı ve engelli yollaıında aalan ilk adrmlar, can çe-
kişenbiı dünyarun çöküşünden ve can çekişirken mey-
dana getirdiği son eserinden çok daha üstündür.

(Çeuiren : Ferit Edgü'V. Günyol)

77
EDEBıYAT VE ELEŞTiRi
SORUNLARI
SANAT VE YENi BiR UYGARLIK
sAVAşI

Sanatsa] niteiikteki ilişkiler, felsefi düşiince ala-


nrnda, kaydedilmiş birkaç küçük formül içinde
bütün
kapılarr açan anahtatlar ( bu anahtarların ud, du obııı-
btil> clür) elde ettiklerini sanan pap{anların bilgiççe
saflığını ortay a koymaktadır.
İki yazat ayru tarihsel Ve toplumsal an,ı canlan-
dırabfiı, ama bunlardan biri Sanatçt, öteki basit bir
yazıcı o7abilır. Bu iki yazafln canlandırdığı ya da dile
getirdiği şeyleri toplumsal açrdan betimleyerek, yani
belli bir tarihsel ve toplumsal an,ı iyi kötti özetleyerek
sorunu çözümleyebileceğini ileri sürmek, sanatsal so_
runun y.ıilna bile yanaşmamalı demektir' Bütün bun-
Lat dayarurlı ve gerekli olabiür, hattA öyledir de, ama
bambaşka bir alanda: Siyasal eleştini alanrnda, töre_
Ierin eleştirilmesi, bazı dryg, ve inanç akımlarrrun, ya_
şam ve diinya karşısında takınılan bıazı tavıt7aıın'yı-
kılmasr savaşında yararlıdlr ibu yöntem; bilimşel lçav_
mmlarr geriletmek ya da yerinde saydırmak, daha doğ_

80
AYDINLAR VE TOPLUM

ru bir deyişle, kültürel Savaşa ozgü. amaçlara Slrt çe-


virmek ne eleştiridir, ne de Sanat tarihi; bunun tersi
öne sütülemez; sürülürse katışıklığa dıışııltlr.
Belli bir tarihsel ııe toplumsal an hiçbir z^man
tek yanlı değildir, hattA bir sürü çelişik yanlarla do-
ludur. Belli bit hayat çabasl, ötekilere ağır bastı mr, bu
an bir <kişilik> kazanıt, tarihin akışl içinde bir <<an>
ciur, tarihsel bir <ucu> temsil eder: Ama bu, her şey_
den önce bir değerler sıralarnasını, bir karşıtlığı, L,ir
savaşı gerektirir. Btı belirgin etkinliği, bu tatihsel
<<ucuı> canlandıran yazarın işte bu belli an'ı canlandır-
rnış olmasr getekir; iyi ama, öteki etkinlikleri, öteki
öğeleri canlandıran yazarlat için ne diyeceğiz bu du_
rumda? Onlar da <temsil edici>> değiller mi? Ya <<ge_
rici>> ve çağına uymayan öğeleri canlandıran yazat' o
da bu an'ı temsil etmiyor mtl? Yoksa çatlşan Ve SaVa_
şan bütün öğeleri, yani tadhsel ve toptr_ımsal bütün-
nün içindeki tüm çelişkileri dile getiren insana mI tem_
sil edici gözüyle ibakmahyu?
Edebi uygarlık eleştirisinin, yeni bir kültür yarat_
mak için girişilen Savaşln da sanatsal olabileceği dü-
şüniilebilit, çünkü her yeni kültür yeni bir saflat vata'
tacaktt; ama bu düşünce bize bit safsata gibi gözü_
küyor. Bununla birlikte, De Sanctis i]e Croce afasln_
daki ilintiyi Ve öz - biçim tartışmalarımı ancak bu var-
sayrmlardan yola çıkarak daha iyi anlayabiliriz. De
Sanctiş'in eleştirisi savaşç1, estetik bir eleştiridir, ve
savaşçıiığı da <soğuk harp> lıiçiminde değildir; bu
eleştiri, kiiltürel bir savaş dönemine, yaşam konusun-
<lalri çlişik dünya görüşlerine yöneltilııiştir. Öz'le il-

81
ANToNİo GRAMsci

gili incelemeler, eserlerin <<yapı'sınrn>, yani sanatsal


biçimde canlandırıIan duygu yığınlan arasındaki ııan-
trksal ve tatihsel uygunluğun eleştirilmesi... bıtün
bunlar adr geçen kıIttırel savasa bağlıdır: görünüşe
göre, De Sanctis'in o derin insanlrğr ve insancıIrğı bu-
radadıt Ve onu bugün de sevimli yapan
şey budrir
işte. insan onda, taraf tutan, sağlam uhialrul ve siya_
sal inançIatr bulunan, bunlarr sakianıayan, saklamayı
ak]rnrn kösesinden geçirıneyen ateşli birinin varlığını
hissediyor. Cıoce, elestirmenin çeşitli görünüşlerini
ottaya koymustur; oysa bu görünüşIer üe Sanctis,de
organik olarak biıleşmiş, kaynaşmış durumdaydı.
Croce'de de, De Sanctis'teki ktilttırel dürtüler vat''
ama bun].ar henüz yayıIma ve başarı döneınindedirler;
Croce savaşr sürdürmektedir, ama bu savaşr kendi. ya_
şama hakkr uğruna değil, kültürün (belii bir kültürün)
incelemesi uğruna vermektedir: Romantik tutku ve
coşku, yüCe bif diırgintik ve saflıkla dolu bir hoşgö-
rü içinde |>fuaraya geImistir. Ama bu durum Croce,-
nin kendisinde ;bile sürekli değildir: bunun ardrndan,
o dinginIikle hoşgörünün çatlak Vefdiği, zot dizgin-
lenen bir öfkoyle bir sertliğin belirdiği bir evre gelir:
Bu artık saldırgan ve ateşIi evre değil, sa\runma evre.
sidir ve tabii De Sanctis'in durumuyla lrıyaslanması
olanaksızdır.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, filozoİça düşünceye
ö,zgü edebi e1eştiği bize Croce ya da başka bir eleş_
titmen (ve özellikle Carducci) değil, De Sanctis ta_
nltmıştrr; Bu eleştiri, yeni flıir kültür, yani yeni bir
hurnanizmaya vaımak amacıyle girişilen töre, duygu

82
, AYDINLAR VE TOPLUM

Ve dünya görüşü eleştirisiyle estetik ya da salt sanat'


sai eleştiriyi, acl bir alay biçiminde de olsa, tutuklu
lıir ateşlilik içinde birleştirmelidir...
Daha açık konuşrnak gerekirse, <<yeni Iıiı: Sanat>
taır değil (sanat sözünü en dolaysız anlamıoda düşün_
mek gerekir), <<yeni bir kültür>den söz edilmelidir'
Hatt6', işin doğrusu, yeni bir sanatsal öz için savaşlyo_
rgz da dememek gerekir, çünkü bu öz, biçimden ayrı,
soyut olarak düşünüleınez. Yeni iıir sanat için savaş_
mak, yeni bireysei sanatçrlar yaratmak için savaşmak
demektir, ki bu da çok saçrna bir lAftır, çünkü insan
zot7a sanatçl yataİarnaz. Yeni bir kültür için, yani ye_

ni bir tjnsel yaşam için girişilen Savaştan söz etırıek


gerekir; bu tinsei yaşam yeni bir lrayat sezgisine sıkl
sıkıya bağlıdlr, o kadar ki sonunda gerçeği görme ve
<Iı-ıymanın 1,eni bir biçirni haline gelir; ve tabii bu sa-
Vaş ayil zamanda, <<doğması miirnkün olan Sanatçl-
lar>a, <ıioğmasr ırıüml'.iin olan sanat eserleri>>ne sıkr
sıkıya bağIr yeni tıir dünya yatatmaya yönelmiştir'
Zorla sanatçı yatatılamıyacağını söylemek, uğrun-
da savaşa girişilen yeni kültür dünyasırun ,insanca
tutkularr ve coşkunluğu Lışkırttığı için, ille de <yeni
sanatçrlar>> doğuracağı anlamtıa gelmez; yani Durand
ya da Drıpont'un sanatçı olacakIatr iileri sürülemez,
ama hareketin kendisi yeni sanatçılar doğuracaktrr de-
nebilir. Eskiden sahip olmadığı bir inan ve güvenle ta_
rihsel yaşam. içine giren yeni bir toplumsal takım, es-
kiden belli bir yönde düşüncelerini ve duygularml dile
getirecek kadar güç1ü o1ma5'a1 bir takım kişilikler do-

ğuracaktır elbet.

ö,
ANToNİo GRAMSCİ

Deııek ki, buudan ibirkaç yıl önce sevilip tutulan


bir deyimle söylersek, yeni bir <şiirsel soluk> mey-
dana gelecektir. <<Şiirsel soluk> deyimi ,daha önceden
meydana gelmiş ya da oıtaya çkmış sanatçılar takrmı-
nı, ya da hiç olmazsa daha önceden başlamış ve sağ-
lamlaşmış bulunan bir oluş Ve ortaya çıkış sürecini
gösteren bir istiaredir ...

eĞİricİ SANAT ]

<<Sanat, sanat olarak eğiticidir, yoksa <<eğitici sa-


nat>> olarak deği1, çünkü bu ikinci durumda bfu hiçtir,
hiç se eğitici olamaz. Şurası su götürmez ki hepimiz,
örneğin d'Annunzio devrindeki saıata değil de, Ri-
sorgimento'rrunkine (') benzeyen bir sanat özlemin-
de birleşiyoruz; ama doğrusu atanlfıa',bu isteğe ya-
kından bakacak olursak, onda bir sanatı ötekine üstün
tutma isteği değil, tinsel bir getçekliği ötekine yeğ
tutma eğilimi görüriiz. Nitekim, bir aynann çirkin
bir insanı değil de güzel birini yansltmaslnl isteyen
kişi, önündeki aynadan başka bir ayna değil, sadece
başka tıir insan ister>> (2)
<Şiirsel bit eser ya da biı şiirsel eserler d'izisi
meydana geldiği zaman, adı geçen eserleri inceleyerek,
taklit ederek, onlaı'da ufak tefek değişiklikler yapa-

( )xB yüzyıIda İlalyanın kal'kınrrıa İıareketi.


(2) Croce, Cultra e aita morale, s. 1"69-170, bI.
<<Fede e prograrırrıi>>, L9L1. (Gramsci'nin notu.)

B4
AYDINI,AR VE TOPLUM

rak bu dizi sürdürü7eme: İnsan, bu yolla ancak şiir-


sel okul denen şeyi,dpigone'ların Seruul7ı pecas'unu e7-

de edebilir 2. Şiir,şiir doğurmaz; burada<döIsiiz 1'u-


murta>> (parth6nog6nöse) 3 yoktur; erkek öğenin,
gerçek tutkusal, pratik, tinsel öğenin yardımr gerek-
lidir. En büyük şiir eleştirmenleri, yeni eserler ve di-
ziler katşısında, edebi reçetelere başwırmayı değil,
kendi deyimleriyle, <<insaru yeniden yaratmayl>> "saldt
verirler. İnsanı yeniden y arattığırıız, zihni canlandırdı-
ğrnu ve yeni bir du,vgusal y.aşaı:i. yaızttığın:a zamaf1
eğer çrkarsa, işte bu yaşamdan çıkacaktır yeni şiir
a.>>

Tarihsel maddecilik bu görüşü kendine mal ede-


bilir. Eddbiyat, edebiyat yaİaİmaz.'. yani: ideolojiler
idmloji yatatm^z, üst yapılar da üst yapl yaratmaz'
olsa olsa duruk ve edilgin a|t yapılar .Yatat:-ı Bunlar

(2) Servum pecus: Horatius'un, edebiyattaki taklitçi'


lerİ göstermek üzere kulland.ığı Lütince bir deyim: (ke-
lime kelime: tutsak si'irilsii, anlamına geliyor.)
Epigone: Yunan mitoloiisinde, Thebai kentinin ku'
şatıInıası Sırısırıda can uefen yedi başbuğun oğulIarı'
na uerilen ad' Bugün sözcijk (bir parça alaylı bir an'
tanıda) oğul, torun gibİ sonradan gelen soydaşIan gös-
ıermektedir .

(J.) Parth€nogdnöse: bazı ha:yuanlordaki dölsü7 yu'


ınurtayla üreme (Yutıanca: Parthenos, bökir ae Gene'
sis, doğum sözcüklerindeıı kuruladur).
(a)Croce : Cultura e vita morale, s. 241"242, bI.
<Troppa |ilosofiaı>, 1-922. (Gramsci'nin notu. )

85
ANToNio GRAMSCİ

dölsüz yumurtayla değil, <erkek> öğenin, yani tari'


hin; <<yeni insan>>ı yatar'an devrimci erkinliğin, yani
yeni toplumsal ilişkilerin yardımıyla me;,d,ana gelir.
Bundan şu sonucu çıkarabiltiz: eski <,insan>> ,da,
meydana gelen değişikliğin etkisiyle <<yeni>> olmakta-
arr, çti"ı.t eski ilişkiler allak buIlak olduğu anda, yeni
bir takım ilişkiler içine girmektedir. Buna göre, olum_
lu bir biçimde yaratıLan <<yeni insan>> kendi şiirini ge_
tirmezden önce, eski insanrn olumsuz bir biçimde ye_
nilenen <kuğu şarklsr (') ,ylu karşılaşıyoruz: Çoğu
kez de lbu kuğu şarkrsr son derece göz kamaşırıcıdır;
bı-ında eskiyle yeni birbirine karrşır, tutkular eşi ben-
zeri görülmemiş bir ateşle yanarlar, vb. (Diuinia Conı'
rıedia, bir yönüyle yeni zamaııJ,'ardan ve yeni tarihten
az önce gelen, Orta Çağ'ın <kuğu şarklsl>, ölüm şarkı-
sı değil midir? )

EDEBİYATTA ELEŞTiRiNix orÇÜışni

Sanatın, ve öne siirülen siyasal bir pro_


<ristenen>>
paganda değil de, sadece sanat oluşu düşüncesi, ken_
di çağiarıru yansltan ve belli siyasal akımları güçlen-
dirmeye yardrm eden belli kültürel akımların meydana
gelişini engeller mi açaba? Sanmıyorum, hattA biiyle
biı düşüncenin Sorunu daha kökten tedmlerle oftaya
koyduğuna ve bu tei:imlerin daha etkili, daha kesin

(') Bir smıatçının öleceğine yakın uerdiğİ büyük ya'


pıt.

86
AYDI}TLAR VE TOPLULI

SonuÇlu bir eleştiıinin temel1eri oldiığuna inanıyo-


ruın. Bir sanat eserinde "valnız sanatsal nitelikler ara-
maya karar verilirse, bu demek değildir ki, yapıtın
}çendisindeır çkan duygu yığrnlarr, hayat görüşü araş-
tırrlmayacaktır. HattA De Sanctis'de, Croce'de bu <-1ü-
şüncenin, çağdaş estetik alamlarla birlikte kabul edil_
diğini görüyoruz. Biı: eserin, yalnız ah|dksal ve siya'sal
ijzü bakımrndan güzel olacğ, soyut özü benimseyip
kendinde eriten biçirn bakımrndan olamayacağı diye bir
sey söylenqrnez. Ayrıca bir sanat esefinin başarrsızlı-
ğırlı, yazarııın bir takım pratik dış kaygı7an sapmlş
olmasrnda, içtenlikten uzaklaşmasın da anştırablliriz.
Görünüşe göre, tart1şman1n can alrcr noktasr buı:ada_
dr: X..., yapmacrklr olarak, ;lıel[ bir özü dile getir-
mek <<ister>>, ama ü'ir sanat eseri yaratafiaz. Bu eserirı
başarlsızlığı (çünkü X..., gerçekten duyup yaşadığı
başka eserlerinde bir Sanatçı olduğunu göstermiştir),
bu özün X... için ses Veffneyen, kafa tutan bir özü o1-
duğunu; X...'in coşkuıluğunun yapay ve dışardan
gelme olduğunu; şu ele aldrğımz duıumda, X"''in
gerçek bir sanatçı değil, efendilerinin hoşuna gitmek
jsteyen bir uşak olduğunu gösterir. I)emek ki, bura-
da iki çşit olgu vardır: Bir yanda salt estetik ve sarıat
njteliği taşlyan olgular, öte yanda da siyasal kültür ol-
gulan (daha doğrusu siyasal olgular ) . Bir eserin sa_
natsal niteliği olmadığını ileri sürmek, X...''in, bir sa_
natçr olarak, belli bir siyasal dünyaya girmediğini or_
taya koymak bakımından politika eleştiricisinin işine
yarayabilir; eleştirmerı, onun kişiliğinde, özeltrikle, sa-
natçı yrni., ağır bastğınr, bu siyasal diinyanın iç y+

87
ANToNİo GRA\{scİ

şamınr e*ilemediğini, bu dünyanın onun için varol-


madığlru; X.'.'in bir siyaset oyuncusu olduğunu, ken-
dini olduğundan başka göstermek istediğini vb. söy-
liyebilir. Demek ki, politika eleştiricisi X...'i bir sa-
natçı olarak değil, <eyyamcı bir politikacr>> olarak yere
vurulacaktrr.
Bir siyaset adamı, çağındaki sanatln belli bir ktil-
tüt dünyasını dile getirmesini istediği zamao karşımı_
za çıkan şey siyasal bir eyierndir, yoksa sanatsal bir
eleştiri değil: Eğ'er uğrunda savaşılan ktilttr dünyası
canü ve geıekli bir şeyse, bu dünya, ister istenıez, ya-
yılacak ve kendi sanatçrlarrru bulacaktır. Ama eğer ya_
pılan baslryi rağmen bu karşr konmaz nitelik ortaya
çıkmaz ve görünmezse' o zamafl bu demektir ki, be-
nimsetilmek istenen kültür ciün1,a51 dü'zmece Ve yap-
madır; kendilerinden daha yetenekli insanların keııdi
görüşlerini benimsemeııesinden ya}rnan bir takım
küçük adarnlarin ipsiz sapsız lilflatıyla karşı karşıya
bulunuyoruz. Sorunu ürtaya koyuş biçimi bile, bi;yle
bir ruh ve kültür dünyasının sağlamlığı konusunda
b,ize bir fikir verebiliı: gerçekteıı de, <<calligraphisme>>
<<güzel yazt Safla;tl>> denen şey, oportünizme dayanarak
bir takım ilkeler ileri süren, ama bunları sanat yoluy_
7a, yani kendi çabalariyle dile getiremeyen ve özü mö_
zü heı şeyi kendisi olan katkısız bir biçim üzeriıde
oyalanıp duran küçük sanatçılarrn savunmasınclan baş_
ka bir şey değildir. Zihinsei kategoryatrarla, on1ann
<idolaşım> birliğinin bfubirinden ayrıldığını ileri sü_
ren biçimsel ilke, soyut görünüşüyle de olsa, asrl ger.
çği yakalamaya ve ellerindeki kartları giİstermeye ra-
88
AYDINLAR VE TIOPLUM

zl olrnayafi ya <Ia sadece bir tastlantı sonucu bir ku_


manda mevkiine. gelmiş bulunan kişilerin keyfi, yanla-
rınl Ve sahte hayatlarınl eleştirmeye imkAn vermekte-
dir.
L'Educazione fascista'nın 1933 Mart sayısında,
Aigö ile Paul Nizan'ın, tam bir düşünsel ve ruhsal
yerıilenmed,en doğabilecek yeni bir edebiyat kavra_
mı konusunda giriştikleri tartlşmaya bakın ( <Idee
d'oltre confine> Srnırlat Ötesindeki Diişünceler).
- noksansız değişimin ne olduğu_
Kültürel temellerdeki
nu tanrmlamakla ve araştlrma alanrnr sınırlamakla işe
başlayan Nizan, sorunu iyi ortaya koyar gibidir. Argd'-
nun ileri siirdüğü karşıt düşünceler içinde akla yatk-ın
bit şu var. ona göre: Yeni edebiyatın ulusal, yerel bir
evresi atlaııamaz> ve Nizan'ın görüşünde bir takım koz_
mopolit tehlikeler vardrr. Bu açıdan bakrnca, Nizan'_
ın Fransız aydın takımlarrna yönelttiği sayısz eleşti_
rileri yeniden ele almak gerekir: N. R. F., <lıalkçı_
lık>, vb' dan Monde ı takrmına kadar... Yaptığı eleş-
tiriler siyasal yönden haklı değildir, ama yeni edebi
yatn da', az çok melez olan çeşitli dernek ve kuruluş_
lar aracılığryla, <<ulusal>> nitelikte ortaya çıkmaması
imkAnszdır. İncelenmesi, hem de nesnel açıdan ince-
lenmesi gereken şey, akrmın biitünüdür.
Öte yaadan, edebiyatla siyaset arasındaki ilişki-

(l) Monde gurubu: bu, Henri Barbusse'lİn 1928'de


kurduğa .ı.,e işÇilerle aydınların meydana getirdiği anti-
laşist cepbenin 1ıaratılışında bıyıik bir rol oyn6y4?ı
deryidir.

89
ANTONiO GRAMSCi

ler korıusunda şu ölçütü göz<len ırak tutmamak gete


kir: Edebiyatçı, siyaset adamından daha az kesin, da-
ha beLirsiz görüşlere sahip olacaktır; de;,i111 yerindeyse,
daha az <<softa>> olacaktrr, ama görünürde, daha çelişik
bir biçimde. Siyaset adamr için önceden <tespit edil-
miş>>her imge gericidirı Politikacr bir lıareketin tü_
münü oluşumu içinde inceler. oysa saılatçl, tam tersi-
ne, <<duruk>>, kesin kalıplara dökülııüş iıngeler ara_
rnak zorundadır. Siyaset adamı insanı hem olduğu gi-
bi, hem de belli bir ereğe ulaşabilmesi için olmasr ge_
rektiği gibi düşünür; onun işi, iırsanlatr harekete- ge-
tirmek, varmak istedikleri amaca birada varabilmele-
ri için onlarr bugünkü kişiliklerinden sıyırmak, yaııi bu
:amaca <uyc1urmak,>t1f. Sanatçl ise, istef istemez, bel_
li bir aıida, kişisel olanr, uyd,ucu olmayanr, gerçekçi
bir biçimde canlandrtrr. Bu yüzden de, siyasal açıdan,
lsiyaset adaını hiçbir zafi7afl sanatçIdan hoşnut kalma_
yacu\, kalarnayacaktır: ona hep çağının gerisinde kal_
nıış çağdışı ve gerçek akrşın ardnda bir adam göz;jy'
le bakacaktrr. Eğer tarih, sürekli bir oluşum bt öz-
gürleşme ve bilinçIenme oluşumu ise, her aşafnalın,
-tarih açrsından' Ve bu durumda ktılttır açrsındaıı, he_
men aşılacağı, ço,k geçmeden de artık kirnseyi ilgilen_
,dirmeyeceği acıktır, Nizan'rn bu değişik talımlar üs-
tüne verdiği yargıJian değerlendirebilmek için bütün
bunları göz önünde buluıdurmak gerektiğine inanryo-
.rum.
'' Ama nesnel açıdan bakılırsa, tıpkı VoJtaire'in bu_
gunbazı toplum katları için hAlA ilgi çekici oluşu gi_
bi, bütün bu edebi talımlar ve temsil.ettikleri bütün

90
AYDINLAR VE :TOPLUM

düzenler de geçerii olabilir ve olmaktadır da: öyleyse,


<.nesnel>> terimi, nüsal ve düşünsel yenileşmenin bü-
tün toplum katlarında aynı anda oluşmadığını, böyle
lıir şeyin akla t'ile gelemeyeceğini göStermektedir:
Söylemek bile gereksiz, bugün bile bir sürü insan
1. Birçok
Copernic'i değil, Ptoleme'yi tutmaktadf
<<Uyarcılrk>> vardır, yeııi <<uyarcıLklar>> için şayısız
savaş ı,erilmektediı ve şu anda varolan şeyle (ve bu
şeye bir sürü değişik açıdan bakıIabilir) yaratılmak
istenen şey arasrnda (bu yolda çalışan insanların sayı_
sı da çoktur) çeşitli bileşimler meydana gelebilir. Ye-
ni bilgilerin biriktiğini ve kendinden sonraki bilgiler
için çıkış noktası olduğunu kaibul eden <<bir tek>> ileri
ci hareket çizgisi açlsma yerleşmek L,üyiik hatadır: Ge_
lişim çizgilerinin çeşitliliğini bir yana bırakın ayr7ca en
'
<<iler1eyici>> çizgi üzerinde bile gerilemeler görülmek-
tedir. Öıte yandan, Ntan <halk edebiyatı> adı verilen
sorlınu, yani tefrika edebiyatırun (serüven, polis, ci-
nayet rornanlarlnln' vb. nin) kazandrğı, sinema ve ga_
zetenin de arttırdığı başarıyı açrkça ortaya koyamıyor.
oysa lıu, ruhsal ve düşünsel bir yenileşmeyi dile ge'
tirecek yeni edebiyat sorunu içinde çok önemli yer tu'
tan bir sorundur: Çünkü yeni edebiyata gerekli kültü_
rel temel için gerekli okuyucu ancak tefrika olruyucu-

(1) Pek çok insan bfli, Yunaıc coğra|yacısı Ptoleme'-


.. . 1,.
nin görüşüne, yani dünyanın güıeş sisten'iıin nerkezi
olİuğuna inanrnakta; yer kürenin güneş çeuresinde
dönei bİr gezegen olduğu düşüncesini kabul etmemek'
tedir.

91
ı"NToNİo çnıiuscİ

larından yoia çıkılarak elde edilebilir. Bence sorun


şudur : Sanat açısından, tefrika foman konusunda
Eugöne Srıe ile Soulid'yc oranla Dostoyevski'nin, ya
da polis İomant konusunda Conan Doyle ile Trailace'a
oranla Chesterton'un yerine koyatıileceğimiz yazarla-
rı nasd yaratma7ı? Bu amaçla, bir sürü önyargryr ter-
ketmek gerekir; ama her şeyden önce şunu düşüıımek
znrundayız ki, insan bu tür edebiyatı tekelde toptaya-
mayacağı gibi, basrmevlerinin o korkunç ç*ar örgü-
tü de sizlere karşıdrr.
En yaygın bir önyargıya göre, yeni edebiyatın,
tıplı fütürizmde olduğu gibi, aydınlar çevresinden
çıkmış bir sanat okuluna özdeş olrnası gerekmektedir.
Yeni edebiyatrn öncülleri ister istemez tarihsel, siya-
sal ve halkçı olacaktrr; bu öncüller, ister tartışma yo-
luyla, istet başka bfu yoldan, daha önceden varolanı
geliştirmeye yönelmelidir; önemli olan, bu yeni ede-
biyatın köklerini halk kültürünün, hem de beğenileri,
eğilimleri (geri kalmış, kalrplaşmış da olsa,) ahla}sal
ve düşünsel dtinyası ile bugün]d halk ktiltürünin be'
r ek e tli to prağına daldlrmasrdrr.

ü' vn BİÇiM
' Bu iki sözcüğün karşılaştırılması, Sanat eleştiıi-
sinde, biı:çok anlamlar alabilir. Özle biçimin aynl şey
ölduğunu kabul etsek bile, bu, özle biçim arasında bir
ayrım yapamayacağız dernek dğldir. <Öz> iızerinde
duran insaıın, gerçekte, belli bir kültür, belli bir

92
AYDINLAR VE TOPLUM
1.,
dünya görüşü uğruna öteki külttir ve diinya görüşle_
ı:ine savaş açtığını söyleyebiliriz; ayrrca' tarihsel açı_
dan bakıldığrnda, <<özcü>> diye adlandırabileceğimiz ki-
şilerin, öıneğin, rakipleri parnasse'cılardan daha <de_
mokrat >> olduk1arını, y ani, y alnız ay dııı7at a seslenen
<< >>

bir edebiyata karşı olduklarını söyleyebiliriz .


Öz'ün biçimden önce geldiği i]eri süfilebfir mi?
Şu anlamda evet : Sanat eseri, bir oIrışumdur öz ve
<leğişiklikleri, aynı zamanda birer değişikliğidir; yal-
nız, öz'den söz açmak, b,içirrıden ko4uşmaktan daha
<<kolay >>drı:, çünkü öz, mantık yoluyla <özetlenebilir>>.
Öz'ün biçimden önce geld.iğini söylediğimiz zaman,
bir sanat eserinin işlenişinde, ard atda gelen girişim_
leıe başka bir ad değil, öz adı verilir demek istetiz.
İnsanr doyurmayan ilk öz de bir biçimdir ve aslında,
doyurucu <biçim>i elde ettiğimiz za,man, öz de değiş-
miştir. Şurası bir gerçek ki, öz'e karşı biçim miçim
iizerinde gevezelik edenler, çoğu kez, boş kafalı in_
sanlardrr; bunlar (örneğin Ungaretti), aralarrnda dil_
bllgisinin gerektirdiği temel bağlıIığın bile bulunma-
dığı sözcükleri birbirine tokuşttırmal<ta ve teknik, bi-
çim, vb. sözcii{<1erle, iboş kafalr bir avuç insanın kul_
landığr bozuk dilin boşluğunu anlatmak istemektedir_
ler.
* İtalyan tarihiyle ilgili sorunlar arasrnda şu Sofun
da yer a]makta Ve türlü biçimlere girmektedir :

1. Halk için kaleme alınmış yazılarla ötekilet ara-


sında, örneğin mektuplarIa edebi eserler arasında bir
üslüp ayrımı vardır. Hattö bu aynm o kadar btiyiik_
tür ki, insan iki aynyazarla karşılaştığıru sanır. Mek_

93
ANToNİo GRAMscİ

ttıplarda (D'Annunzio gibi, aynasını'n önünde' kendi


k*dır. karşı bıle oyun oynayanların rrıektupları bu-
nun dışındajrr), anılarda ve genellikle, dar bir oku_
yucu topluluğuna ya da yazaoın kendine seslenen yazr_
i, .r.rl"rd., sadelik, özentisizlik ve içten geldiği gibi_
lik ağn basar; t>ysa ötekilerde ağır basan şey' göSte_
riş, ,lylev üslübu, tisiüp ikiyüzlülüğüdür' Bu <<hasta-
Ger-
1ık,, o"denli yaygındir ki, halka da bulaşmıştır:
carrlbaz ayaklık-
çel<ten de, halkın gözünde <<yazmak,
ları üstüne çrkmak, takıp takıştırmak, tufiıtlraklı bir
gibi yapınak>, kısacasl' herkesten
üslüpla <yazlyor_muş
ruşır, uiç;-de konuşmak demektir; halk edebiyatçı
olrnadığı ve edebiyat diye yalnızca XIX' yüzyıl opefa-
1rrrr,rrr-güft.terini bildiği ıçin, yazar|ar da işi
<melod'
,u*u dök".rler. Arna <<öz>> ve <biçim> sözcüklerinin'
<(estetik>> anlamr dışında, bir de <<tarihsel>> anlamlarr
vardrr. <<Tarihsel>> bir biçiıı, nasılbe1li bir dil demek'
se; <<öz>> de,ya7nız değil, aynı zamanda' <<ö'
<<tarlhsel>>

zenLisiz>>, insanrn Suratlna 1'umruk atmadarı


derdini
anlatan, Cthello'daki ya da operadaki gibi' tutkuları-
nı kızı}i,a boyamadan tutkulu olan, sözün krsasr' tiyat_
ro maskesi takmayanbe]li bir düşünce biçimi demek-
tir. Bu yuri bu yaygın gösteriş ııeralı' yalnrz
"1gr, C}rlaya
bizim ülked e çıkıyor galiba, çünkü başka her
yerde bir takım özel durumlar görülilyor' Ama dik-
tatfi olmak gerekir: Çünkü bizim ü]ke' Barok ğele-
( ) ağıt
t
rıeklerinin urdırrdun Arkadya geleneklerinin
bastrğı, bir yerdir; ama, şu üıa da bu' hep
geleneklet

(1.) Arkadya, başlangıçta, kötü beğenileri diİzeltmek

94
AYDINLAR VE TOPLUM

i.İzere Roıua'd"a kı,ıı,w|riııış biı,,4kadenaya'nııc adıydı;


Akade nı -ı a, ço b an şiiı"t erinde özen t isiztri
ğiıı sauanucu-
lıığıııızı 3ıapıyordu' I(ısa zamanda, bıtün İtalyalya kal
salclı; ona iiye olan ozınlar <Çoban;> diye çağrıhyordu
ıı e b ı ı rıl a ı,, üp rı dcı k k o ıııı s aın d a b ir b irl e r iyl e y 6 ! ı r y o r,
)] ş

çö-zrıekte ataıı, alzs/<ınlıkları kötü bir sınıfııı dıjsijnseİ


boş!ıığıınu, şehuet düşküıı|üğünii t,e aylaklığını dile
g,etiriyorla.rıİı. <Sığırtıncç Türküsıil> deyiıni, bıından
seıııra, teııiz blr seagiyi dile getireı, süslü ae biçimi
belli bir şiiı"i aııİatnıakta leııl|anzlrıııstıı,.
Barol< çağ lse, İtalya'da, xvlL yüzyıl iislübudur;
iisl;iıp, Frans'a'da, XVilL ııüz},ıl ıaobilyalarıııda
bıı
anı e t nz i ş ! ir. Bcı, o k üsliıp, Kar ş ı-Re I orm h are ke İin-
tJ e u

deıı sanı,a cloğınustar ı,e biiyı',i/e ölçüde, ıızuıı süredir


hastırılnııs bir istepi, bir özgiirleşııe coskusııııu dile
getiı,mektadir. Çizgilerdeki sertlik ue i!üzeııiıı /<ınrşı-
sxl.]d o' s*natÇlnzn dauranış ue eıılatııı özgüı,lükleriııi
çıkaı,maktadır. Brırok iislüp, çoğıı kez, hir duygu ya rla
giciİı dile gclişiııdcıı çok, bıın!arııı l<arşılığı olan, ti-
3ıatrosal harekettiı,. F,dabiyalİa, aşırıcl ue bilgiç kişi-
lerden kurulu gerçeİe Lıir rrk:ul ıııeydaııa g,etireıı şöual-
1ıe }7[ariııo'7a barok sıt'alırıı uerııe/< bir gelenek olııuş-
tur: bu okula bağlanaıı yazarlar, güneşi: <biiyük gök
t au a s zn d a k i kzz gın o ın l e t > d iy e b e t i ıa l e nı e kl e k a! nı aııı ı ş'
yaauklaİarının kıçl;k köpeğinin kaı,zıı ağrılarını, /ıa,ra
düşünceleı,ini 'ııb hatt6 seı,ilen kadının bitlerini şiire
sokmuşIardır: <<altın sarzsı bir orrııanda dolaşan fildi-
şinden yapılma yırtıcı hayuanlar... altın sarısı saçIarı-
ııızın meydana getirdiği hazineden sallayarak döktüğ'i-
nüz miicuberİer...>>

95:
ANToNİo GR.A.MşC1

hep tiyatro ola gelmiştir. Şunu da söylemek gerekir ki,


son yıllarda işler bir hayli düzelmiştir: D'Annunzio,
italyan halkındaki bu hastalığuı en Son nöbeti olmuş-
tur Ve basın" dizyazıyr <akıl düzeyine çıkarma>> gibi
şerefli bir işe giıişmiştit. Ne var ki, basın, dijzyazıyı
fakirleştirmis' ona bir koıse giydirmiştiı, bu da ken_
disine zarar vermiştir. Ama halk içinde, <<antı ' aka'
demik fütürist>lerin 2 yanında, XVII. vüzyıIrn barok
üslübunu berıimseyen bir sürü yazar vatdır. Öt. yu"-
dan, burada karşlmıza çlkan şey, bugünkü hastalıklarr
gidermek için girişilmiş güncül bir savaş değil, gçmişi
açıklama ereğini güden tarilısel bir sorundur; oysa
bu güncül hastalıklar tümüyle ortadan kalkmamştır
ve özelilkle bazr şeylerde onlarr katşımızda bulutuz
( tören söylevleri, özellikle cenaze törenlerinde çeki-
len söylevier , vatao roillet nutukları, bir yere üye olun-
duğu zaman yapı|an konuşmalar, vb.). Bunun bir be-
ğeni işi olduğu ileri süriilebilit, ama yanlrştrr bu gö-
rüş. Beğeni ya <kişisei>dir, ya da küçük talımların
malıdır; burada kaşımıza çıkan, büyük halk yığınlaıı
dıi, onlar arasında da ancak kültürden, tarihsel olgu-
dan, iki kültürün varlığından söz edilebilir: Kişisel
kültür, <<özentjsiz>> bir beğenidir, öteki değildir; me-

<<Barok üslübun aı'dından gelen Arkadya üslübu>>,


insanları şaşırtmak isteyen bir özenti züppeliğini izli'
yen yapmacık züppelik dernektir.
(1) Fütiİrizm, <<akaderniye i karşı>> oxduğu gibi, <mü'
zeye, kültiİre, rnantığa, çekiciliğe, duygululuğa ab' da
karşıydı>.

96
AYDINI,AR VE TOPLUM

lodram ulusal beğenidir, yani ulusal kültürdür.


Şimdi kalkıp, bu sorunla uğraşmak hiç de gerek-
li değil, demeyin; hem can]ı Ve anlatrm gücü olan, hem
de özentisiz ve ölçü1ü bit d;azyazınrn yaratrlması he-
pimizin başlıca kültürel amaçlarından biti olmalıdrr.
Bu durumda, biçimle anlam özdeşlenmektedir ve <<bi-
çim> iizerinde durmak, öz iizerinde çalışmanın, gele-
neksel belAgat balonunu <söndürebi1menin>> pratik
yolundan başka bir şey değildir; ki bu geleneksel be-
Ldgat, het türlü kiiltür biçimini, hattA, ne ymıktıt,
<belAgata karşıı> olmak isteyen kültürü bile bozmak-
tadır.
Bir İtalyan rcmantlzmi var mrydr? sorusu, <(ro-
mantizm> siizcüğüne verilen anlamlara göre, birkaç
türlü cevaplandırılabilir. Nitekim, <(romatizm)> siız-
cüğü çok çeşitli yollardan tanı.mlaırmlştr' Ama bizim
için bu tanımlamalardan yalna biridir, önemli olan
ve yine bizim için ön plAnda gelen, sorunun <edebi>>
yönüdür. Romantizm, öbür anlamları drşmda, bir de
ayd_ınlarla halk, ulus aıasında özel bir ilişki, bir bağ
an]amrnı almıştır; fomatizm, (geniş anlamıyla <<de-
mokrasi>>nin edebiyatta özel bir yansrmasrdrr (edebi-
yat sözcüğünü de geniş anlamında almak gerekir; bu-
rada, katoliklik bile <demokratik> diye nitelenebiür,
ama <1ibera1izm>> hayır). Bu anlamda, sorun biziital-
ya aç$mdan ilgilendirmektedir ve ard arda sıraladığı'
ırıız sorunlafa Slkca bağlıdır: Bir italyan tiyatfosu
var mrydı?; dil sorunu; edebiyat neden bir halk edebi-
yatı olrnadı? vib. Demek ki, romantizm iizerine yazı-
lan sayısız eserde, bu niteliği çekip ayırmak ve onu,

97
ANTONIO GRA}\TSCI

tıpkı tarihsel bir olgu, yani tıpkr güncüI bir hareketi,


çözülecek güncül bir sorunu ofiaya çıkaran genel bir
eğilimi inceler gibi, teori Ve pratik açrsından ele al-
mak gerekir. Bu anlamda' tomafitizm, adınr Fransrz
Devrim'inden alan Avrupa çerçevesindeki şu harekete
öncüiük ve yoldaşlık etnıekte, onu onaylamakta, geliş-
tirmektedir; o bu lıareketin duygusal-edebi yanrdır
(edebi olmaktan çok, duygusal yanıdrr; çünkü edeL,İ
yan, bütün yaşamr kaplayan duygusal akrmrn ancak bir
parçasrdir, ya da yaşamın çok önemli bir parçasıdır
ve bu yaşamrn ancak çok küçük bir bölümü edebiyatta
dile gelelıilme olanağı buimuştur).
Demek ki bu araştırma, kültür tarilıinin, daha
doğrusu edebiyat tarihiniıı kapsaııına girmektedir,
çünkü çok daha geniş bir kültür tarihinin bir parçasr
ve gorunuşuduf. Işte' bu kesin anlamıyla, İtalya'da
+

romantizm olmamıştır; en iyi durumlarda' pek küçük,


pek seyrek belirtiler halinde otİaya.çıkmış, genellik-
le de, salt edebi bir görünüş içinde kalmlştır
3.

Bu tartışmaların, İtdya'da, nasıl akılşal ve soyut


bir göıünüş kazandıklanna bakmak gerekir: Gioberti_
nin <<Pelasge>>\eria, <<Roma öncesi halklar>, vb. şey_

('.) Bu noktada,'Ihierry'nin kuramİarznl ue Manzoni


üzerinde ki et/<isini haı ırlat rrıak ger e kiyor. T h ierry' ni n

kuraınları, burada elealdığınız biçirniyle, rornatİzmin


öneıııli görünüşIerinden biridir (Gramsci'nin notu) '
e;tı
(a.) Pelasge'lar: tarib öncesi çağIar}a, Yunanistan'da,
Takııı' Adalar'da Anadolu kıyılarında, İmlya'da yaşa'
mış eski bir halk.

98
AYDINLAR VE TOPi,UI{

ieriiı, gcrçekte, bugün yaşayan halkla hiçbir ilgisi yok_


tur; bunJ.ar, olsa olsa, Thierry'yi Ve ona ü,akın bir takım
siyasal vakanüvisleri ilgilenditir.
<<Deııokrasi>> sözcüğünün böyle yalnız lAik an]a_
rnıyla değil, aynr zamanda <<Katoiik>>, hattA;gerici an-
lamıyla düşünülmesi gerektiği ileri sürüldü; önemli
olan, halkla, ulusla bir L,ağ tr<urmaya çalrşllmak, bir
birlik yaratmak zorunluğuna inanmaktrr. Bu birlik,
körukörüne boyun eğen bir köleler birliği değil, et-
kin ve canlı bir birlik olacaktrf; Her çeşit özü bit ya'
na bıraksak bile, işte bu canlr bir]'ik eksik kalmıştır
Italya'da; ya da, encak taıiiısel bir olgu olmasrna ye_
tecek kadar bir bitlik sağlanabilmiştir Ve işte bunun
için: <<Bir İtalyaıı romantizmi var nıydı?> sorusu ye-
rinde bir soırrdrır.

SANATIN iLGi ÇEKICI YANI

Genel olarak Saflatta,özei olarak da betimleyici


edebiyatta Ve tiyatroda, <<ilginç>> sözüyle ne anlatmak
istediğimizi çok iyi belirleı'nek gerekir.
<İlginç> öğe, bireylere, toplumsa| takımlara, ya
da büyük haik topluluğuna göre değişir: Demek ki
bu, b;r sanat değil, bir ktiltür öğesidjr. Aıııa biiyledir
diye, sanattan iyice ayrl' Sanata tüm yabancı bir şey
midir acaba? Sanat zaten ilgi çeker, yani, yaşamrn ge_
reklikierinden birine karşıIrk verdiği oranda,. kendi
başrna ilgi çekicidir. Dahasr var: Sanatın ,lıu en öznel
niteliği ( iıani kendi başına ilgi çekici olma niteliği ya_
ANTONIO GRAMSCI

nında, bir sanat eseri, örneğin bir roman, bir şiir ya


da bir dram daha başka ne gibi ilgi çekici yanlar taşr-
yabilit? Kuram ibakımından sonsuzdur bu yanlar. A-
ma ilgiyi doğuran şeyler sonsuz değil: Bir romarun,
şiirin ya da dıamın (ilk plAnda) dolayrsız ya da do-
laylı bir <<başarı>> elde etmesini sağlayaı da, işte bu
belirli sayıdaki öğelerdir. Bir dil bilgini; Pirandello'-
nun, itğan edebiyat diline sözliik, söz yapısr ve söz-
cüklerin kullanıhşı açısrndan, ne ölçiide Sicilya öğesi
getirdiğini anlamak için onun bir dramıyla ilgilenebi
lir: Bu, sözü geçen dramın tanlnmasına pek yardımr
olmayan bir <ilgi çekici> ögedir. Carducci'nin <<barbar
Vezrü)>
ı' daha yaygn bir çevre için, meslekten yaz^t
olan ya da olmak isteyen edebiyatçılar için <ilginç>
bir öğeydi; Bunun için de, bu öğe, daha başından,
öııem1i bir <<başarı,> öğesi oldu ve <<barbarr> vezniyle
yazılmış birkaç tıin şiit kitabının yayilmasma yardım
etti. Bu gibi <ilginç öğeler>>, çağlaru, kültürel iklimle-
re ve kişisel mizaçlan göre değişir.
En değişmuz <ilgi> öğesi, hiç kuşkusuz <(ruh
sal> ilgidir; bu, olumlu ya da olumsuz biçimde, yani

(1.) Burada, Odi barbare'ye (1877-1879) imada bu-


l.unuyor Graınşci. Cardacci,bu' şiirlerinden özell,İkte
Yunan-Latin ölçüsü üzerine kurulmuş, ama uurgu yö-
nünden, İmlyan dizesinin düzenini sürdüren bir şiire
ul'aşnak istemiştir. Bir Antik Çağ okuyucusuna <,bar-
barcar', yani bir yabancı tara|ırıdan yazılnış duygusunu
'aerebilecek bu şiirler, çağdaş bir İtalyan'tn kulağına
da <<barbarca>>, yani garip ae alışılmanıış gelebilirdi.

100
AYDINI"AR VE TOPLUM

bağlanma ya da karşı koyma biçiminde ortaya çıkar:


bir anlamda, somut ruhsal öz değil, <<tinsel kategoryaı>
nın sğadığı ilgidir <siirekli> olan. Bu öğenin hemen
yanmda, ona Srkl sıkıya bağlı olaıak, <teknikı> öğeyi
bu1uruz; burada <<teknik>> sözü, romanın, şiirin ya da
dıamın ruhsal öziinü, ıuhsal çatışmaslff en dolaysız,
en dramatik yoldan vermek anlamındadır; biiylece,
dramda bir takım <<beklenmedik değişiklikler>>, ro
manda da temel olayı elde etrrıiş oluruz. Bütün bu
öğeler ille de sanatsal değildirler, ama sanat dışı da
değildirler. Sanat açıslndan, bit bakıma, <(kayıtslz>,
yani <<sanatsal'ın dışında> hiter ögedirler. Bunlar, kül-
tür tarfüiııin sağladığı verilerdir ve bu açıdan değeı'
lenditilmeleri gerekir.
Bunun böyle olduğunu, en iyi, ulusal halk ede_
biyatınrn bir dalı olan ve <<ticari>> edebiyat denen şey
kanrtlamaktadır:'burada, sanat eserinin <<ticari>> nite_
liğ,i, <<ilginç> öğenin <<saf>>, <<içten geldiği gibi>>, sanat
görüşü içind.e iyice eritilmiş olmayıp, tersine, dış et-
kenlerin bastısı altrnda, mekanik bir yoldan araştırrl-
mrş, lısa vadeli bir başarı öğesi gibi, isteğe ayarlan'
mrş oluşr;ndan gelmektedir. Ama, her ne olursa olsun,
ticarİ edebiyat bile, kıılttir tarihi bakımından azt:m-
Sanamazi hatü bu açldafl, büyük bir değeri de vardır;
çiinkü ticari bir edebiyat kitabının başarısl, bize <<ça_
ğın felsefesi>ni, yani <<sessiz>> yığına etki yapan drıygu
ve kavram]arı göstetmektedir (çoğu kez de, elimizde_
ki tek gösterge budur). Bu edebiyat, bir halkı oüyoş-
turan>, bir <<afyon>>dur. Halk romanlarının belki de
en <<#yonlusu>> cılan Moıte Kııisto'yu bu açıdan ince_

101
ANToNİo GRAMSCİ

leyebiliriz belki: Halkln içinde, güçlülerden haksulık


görmemiş, cnları düşIemeyen insan
<<ceza1andırmayr>>
var mldlr? Edrnond Dantös bu gibi insanların karşı-
srna bir örnek gibi çıkmakta, onlarr <salhoş> etmek-
te, okuyucunun artlk sistemli olarak inanmadığr bit
adalet duygusunun yerine dünya dışı bir adaiet inan-
cını geçirmektedir.
Carlo Linati, Lıbri del giorni (Günüıı Kitaplarl)
adlı derginin Şubat |929 sayrsrnda, J/gl başlıkl-ı bir
yazı yayım7amrş. Linati ,burada, kitapları ilgi çekici
kıLan şqLin (quid) ne olduğunu araştlrly-or' ama bir
karşılık bulamlyor. Kesin bir karşilık, hiç değilse Li-
nati'nin arudtğı gibi bir karşılık bulunamaz; Linati,
ilgi çekme konusunda bir ö1çü elde etmek ve bu ö1çü-
yü, ilgi çekici kitaplat yazmakta kulianmak istiyor.
Linati; bu sorun, son zamaıı7arda, pek önemli bir hal
aldı, diyor. Doğrtı; ayttca' biiyle olması da çok doğal.
Ulusal duygularda bir uyanış meydana geldi: italyan
kitaplarının neden okunmadığrnı, bunlara neden <<can
,ıkr.r, diye bakıldığını' yabancı kitaplarınsa neden,
tam tersine, <ilginç> b,ulunduğunu araştrrmamlz çok
doğaIdı.

Ulusal uyaruş, itaLyan edebiyatırun <<ulusal>>, ya_

ni bir başka deyişle halka seslenen bir edebiyat olma_


dğıru; hizim, halk olarak, yabancı boyunduruğu altın-
da.olduğumuzu meyd,ana koydu. Bunun üzerine, aslın_
da hiçbir yere Varmayan programIar, tartışmalar, gi'
dşiml'er attaya çıktı. Asıl gerekli olan, geleneği aman-
sızca eleştirmek, ahlAksal ve kiiltürel alanda bir yeni_

102
AYDINI,AR VE TOPT.UM

lik getirmektir ki, bundan da, yeni bir edebiyat doğa_


bilir. oysa bayle şey olamaz; Çünkü attada korkunç
bir çelişme var: Ulusal uyaruş; geçmişin göklere çıka_
rıImasr biçimini almıştır.

(Çeuiren : Bertan onaran)

103
IÇINDEKILER

Gramsci ve Yaşantsr 5
Aydınlann Yetişmesi t7
Şehir ve Köy Tipi Ay ınlar 32
Felsefe ve Tarihsel Maddecilik Üstüne 49
Sanat ve Yeni Bir Uygalhk Savaşı 8C)
Eğitici Sanat 84
Edebiyatta Eieştirinin Ölçıileri 86
Öz ve Biçim 92
Sanatın iıgi çekici vafu 99
YENİ urUKLAR
Dergisinin Ek Ya}'ını

ÇAN YAYINLARI
İsteme Adresi : P. K. i034
Galata - İstanbı'ı]
Kttapçılara, Yeni Llfuklar'ın akıo-
nelerine, öğretmen ve öğıeneiiere
% 25 indirim yapılır ve posta
üCreti alınmaz.
Yönet:m Yeri :
ÇemLeılttaş, BoJ'aCı Ahmet sokağl,
Nuribey Han. kat 2. i\o. 8, İstanbui

4 lira

You might also like