Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 23

YAPISALCILIK

• Yapısalcılığın Tarihsel Bağlamı


ve Özellikleri
İÇİNDEKİLER

• Yapısalcılığın temel
özellikleri
• Yapı kavramı GÖSTERGEBİLİM
• Yapısalcılığın Önde Gelen
Düşünürleri
• Ferdinand De Saussure
• Claude Levi-Strauss
• Roland Barthes Dr. Öğr. Üyesi
Ahmet TAYLAN

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;


HEDEFLER

• Yapısalcılığın genel tanımını


yapabilecek,
• Yapısalcılığın tarihçesi ve temel
özelliklerini öğrenecek,
• Yapısalcılığı sosyal bilimler içinde
diğer alanlarla
ilişkilendirebilecek,
• Yapısalcılıkta önde gelen
düşünürleri tanıyabileceksiniz.
ÜNİTE

3
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Yapısalcılık

Yapısalcılığın tanımı

Yapısalcılığın tarihsel bağlamı


YAPISALCILIK

Yapısalcılığın temel özellikleri

Yapısalcılığın diğer disiplinlerle


Claude Levi-Strauss
bağı

Önde gelen yapısalcı düşünürler Ferdinand De Saussure

Roland Barthes

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2


Yapısalcılık

GİRİŞ
Düşünce tarihinde 20. yüzyıl önemli değişim ve atılımların yaşandığı bir çağa
tekabül eder. Bu dönemde, özellikle felsefi düşüncenin analitik bir bakış açısıyla
sanat, estetik, edebiyat, dilbilim, kültür gibi farklı sosyal bilim alanlarıyla daha fazla
iç içe geçmesine ve farklı disiplinlerin başlıca toplumsal sorunlara bir bütünlük ve
etkileşim içinde eğilmelerine tanık olunmuştur.
20. yüzyılda bu gibi gelişmelerin etkisiyle pozitivist ampirik (deneysel) ve
bilimci yaklaşımlarda ortaya konan nihai ve tek bir doğrunun olduğu, anlamın
doğada ve toplumda hazır bir şekilde bulunduğu ve doğanın saf bilgi
kategorilerinden oluştuğuna dair geleneksel bilimsel anlayışa karşı çıkılmaya
başlanmıştır. Bunun yerine, bireylerin öznel deneyimlerini irdeleyen ya da aksine
yapı ve kültürel sistemin rolünü odağa alan nitel yaklaşımlar sosyal bilimlerde
giderek daha fazla öne çıkmaya başlamıştır.
Özellikle 1930’lu yıllardan itibaren Walter Benjamin, Theodor W. Adorno ve
Herbert Marcuse gibi önde gelen düşünürlerin yer aldığı Frankfurt Okulunun
ortaya koyduğu eleştirel kültürel analiz; Edmund Husserl’ın öncülük ettiği
fenomenolojinin analitik felsefe odaklı bir bakışla bilginin temeline ulaşabilmek
için kesin ve mutlak doğruyu sorgulamaya açan yaklaşımı; Martin Heidegger, Karl
Jaspers ve daha sonra Jean-Paul Sartre’ın öncülük ettiği, varlıkların varoluş
nedenlerini sorgulayan varoluşçu felsefe gibi düşünce akımları bu dönemde
yaşanan dönüşümü önceler.
Bu dönüşümün ve farklı düşünsel yaklaşımların yarattığı bu çeşitliliğin
Düşünce tarihinde 20. önemli kilometre taşlarından birini de yapısalcılık (strüktüralizm/structuralism)
yüzyılda yaşanan oluşturur. Yapısalcılık, temelleri daha eskilere uzanmakla birlikte, özellikle 1950’li
değişimlerin
yıllardan sonra dilbilim, psikoloji, antropoloji, sosyoloji, iletişim, kültürel analizler,
başlıcalarından biri
yapısalcılığın hatta matematik ve bütün olarak toplumsal teoride sıkça kullanılan ve alışıldık
doğuşudur. bilimsel düşünme biçimlerini çarpıcı bir şekilde dönüştüren bir yaklaşım olmuştur.
Bu ünitede yapısalcılık yaklaşımı tarihsel bağlamı, düşünsel temelleri ve önde
gelen düşünürlerin fikirleri örneğinde genel hatlarıyla betimlenmektedir.

YAPISALCILIĞIN TARİHSEL BAĞLAMI VE ÖZELLİKLERİ


Yapısalcılığa, kapsamı oldukça geniş olduğu için ve birbirinden farklı
disiplinlerin ilgi alanına girmesi nedeniyle üzerinde tam olarak uzlaşılmış bir tanım
getirmenin zor olduğu öne sürülmüştür. Bununla birlikte şöyle bir genel tanıma
ulaşmak mümkündür: “Yapısalcılık; dilbilimden kültür araştırmalarına, halk
masallarına ve edebiyat metinlerine kısaca tüm anlatı (narrative) türlerine kadar,
geniş bir alanda uygulanmasını gördüğümüz, farklı anlamlar yüklense de genel
olarak ‘yapı’nın belirleyiciliğinden hareket eden, felsefi ve toplumsal problemleri
bu belirleyici yapı kavramından hareketle açıklamaya çalışan yaklaşımın adıdır.” [1]
Görüleceği üzere yapısalcılık, olay ya da olguları anlayabilmek için onların altında
yatan ve asıl belirleyici temel olduğu düşünülen yapıları anlamak gerektiğini
savunan bir yaklaşımdır. Bu bağlamda yapısalcılık insanın her türlü etkinliğinin
genel yapısını ortaya koymayı amaçlar. Yapısalcı yaklaşım, olguların ya da
eylemlerin tarihsel nedenlerini anlamaktan çok, onları içinde var oldukları sistemle
ilişkilendirerek olguların ya da eylemlerin yapısını ve önemini ortaya koyar. Bu
bağlamda insan eylemlerinin nedenini özgür bireyin iradesi temelinde kavrayan
hümanizm gibi akımların aksine, yapısalcılık, bireyin eylemlerinin de toplumsal
yapı tarafından belirlendiğini savunmuştur.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3


Yapısalcılık

Temelinde, toplumsal gerçekliği yapısal ve ilişkisel olarak anlama amacı


taşıyan yapısalcı yaklaşımın kökeninin ağırlıklı olarak dilbilimsel ve
göstergebilimsel yaklaşımlara ve dilbilimci Ferdinand de Saussure, antropolog
Claude Levi-Strauss ve göstergebilimci Roland Barthes’ın çalışmalarına dayandığı
bilinmekle birlikte, yapısalcılığın bu araştırmacılardan çok daha önceki dönemlere
dayanan bir tarihsel geçmişi vardır.
“İnsan gözlem ve deneyimlerine ilişkin duyu verilerinin çatısını oluşturacak
temel, kurucu yapıları bulma çabası, eski Yunan düşünürlerinin en önemli amacını
oluşturuyordu. İdea kelimesinin Yunanca anlamı örüntü, biçimlenme ya da yapı
kavramlarını içerir. Platon’un idealar doktrininden bahsederken aslında formlar
(biçimler) doktrininden bahsediyoruz. Aristoteles de yapılarla en az Platon kadar
ilgiliydi. Bütün yorumcularının vurguladığı gibi, organizma ve gelişme kavramları
Aristoteles’in kafasındaki en temel yapısal modeli oluşturuyordu.” [2]
Nitekim Çevikbaş da yapısalcılığı etkileyen ve şekillenmesine yardımcı olan
tarihsel arka planın, eski Yunan filozoflarının gözlem ve deneyimlerine ilişkin duyu
verilerinin çatısını oluşturacak temel kurucu yapıları bulma çabasından, evrene
dair açıklamalarında orta çağ felsefesinin dinsel, Rönesans felsefesinin de bilimsel
ve mekanist bir tavırla evrenin kurucu unsurlarının belirlenmesine yönelik
çabalarına kadar dayandırılabileceğini ortaya koyar. Ayrıca yapısalcılığın “sistemin
ögelere üstün ve onlara egemen olduğu fikrini benimseyen ve ögeler arası
ilişkilerden sitemin yapısını çıkarmaya çalışan bir felsefi disiplin” olduğu
Hümanizmin aksine düşünülünce Aristotelesçi form kavramını da çağrıştırdığını tespit eden Çevikbaş,
yapısalcılık, bireyin buna karşılık asıl anlamıyla yapısalcılığın, Batı düşünce tarihindeki temel yapıları
eylemlerinin toplumsal
bulma, gerçekliği bu temel yapılarla açıklama girişimlerinin yetersizlikleri üzerine
yapı tarafından
temellendirildiğine dikkat çeker [3].
belirlendiğini savunur.
Örnek

•Yapısalcılık hümanizm ve varoluşçuluk gibi düşünce


akımlarına eleştirel olarak yaklaşmış ve karşı çıkmıştır. Bu
farklı çıkış örneğin insanın anlam üretme etkinliğini
yorumlamaları bağlamında somutlaştırılabilir. Yapısalcılığa
göre insan dil sayesinde anlam üretmez, aksine dil insanı
yaratır.

Nitekim “birkaç nesildir dilbilimciler için yapısalcılık, her şeyden önce, 9.


yüzyılda yaygın olan yalınlaşmış dilsel ögenin artsüremli incelemesinden
uzaklaşarak, eşsüremli işleyen, birleşmiş dil dizgesini (bir bütün oluşturacak
biçimde birbirine bağlı ögelerin bütünü) incelemektir. Yapısalcılık, psikolojide
bütünü kendisini oluşturan ögelere indirgemek gibi atomistik bir eğilime karşı
çıkmıştır. Güncel felsefi tartışmalarda ise yapısalcılık, tarihselciliği, işlevselciliği ve
hatta bazen insana yönelik tüm kuramları sorgulamaktadır.” [4]
Yapısalcılık 1950’li yıllarda Fransa’da doğmakla birlikte tüm dünyada etkili
olmuştur. Piaget, o dönem düşünde dünyasını güçlü biçimde etkileyen yapısalcı
akımın birçok uygulamasının yeni olmasına rağmen, yapısalcılığın kendisinin yeni

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4


Yapısalcılık

olmadığına dikkat çeker. “Varsayımsal-çıkarımsal yöntemlerle karşılaştırıldığında


daha yeni olmasına rağmen, bilimler tarihinin bir bölümünü oluşturan
yapısalcılığın çok uzun bir tarihi vardır.” [4] Ancak 20. yüzyıl düşünce dünyasına
yaygın etkisi bağlamında yapısalcılık dilbilimde, Ferdinand de Saussure'ün
çalışmaları ile başlamıştır; Saussure’ün verdiği derslerin notlarının derlenmesinden
oluşan ve 1916 yılında yayımlanan Genel Dilbilim Dersleri adlı kitabında ortaya
koyduğu fikirlerin yapısalcılığın sonraki yıllarda bütünsel bir yaklaşım olarak ortaya
çıkışında özellikle etkili olduğu bilinmektedir.

Yapısalcılığın Temel Özellikleri


Piaget, yapısalcılığın bir öğretiden çok bir yöntem olduğuna dikkat çeker,
ancak yapısalcılığın “öğretisel sonuçları çok olmuştur. Bir yöntem olduğundan
uygulanabilirliği kısıtlıdır ve verimliliğinden dolayı başka yöntemlerle
birleştirilmiştir.” [4] Barthes ise yapısalcılığı toplumsal yapıları dilbilimsel
yöntemlerle analiz etmenin bir yolu olarak tanımlar. Buna göre toplumun
işleyişine dair yasaların, dilin işleyişine dair yasalarla aynı olduğunu kabul edilir. [5]
Bir yöntem olarak düşünülürse, yapısalcılığın temel amaç ya da yönelimleri
de şöyle sıralanabilir:

 Ele alınan nesnenin ‘kendi başına ve kendi kendisi için’ incelenmesi;


 Nesnenin kendi ögeleri arasındaki bağıntılardan oluşan bir ‘dizge’ olarak
ele alınması;
Jean Piaget’ye göre  Söz konusu dizge içinde her zaman işlevi göz önünde bulundurma ve her
yapısalcılık bir olguyu bağlı olduğu dizgeye dayandırma zorunluluğunun sonucu olarak,
öğretiden çok bir nesnenin artsüremlilik içinde değil, eşsüremlilik (eşzamanlılık) içinde ele
yöntemdir. alınması;
 Bunun sonucu olarak, köken, gelişim, etkileşim vb. gibi artsüremli
(artzamanlı) sorunlara ancak nesnenin elden geldiğince eksiksiz bir
çözümlemesi yapıldıktan sonra ve bunların da eşsüremsel olgular gibi
dizgesel olarak ele alınmalarını sağlayacak yöntemler geliştirildiği ölçüde
yer verilmesi;
 Nesnenin ‘kendi başına ve kendi kendisi için’ incelenmesinin sonucu olarak
‘doğa ötesel’ değil, ‘özdekçi’ bir yaklaşım biçiminde tanımlanması;
 Bu yaklaşımın felsefi, siyasal ya da sanatsal bir öğreti değil, tutarlı bir
çözümleme yöntemi oluşturmaya yönelmesi, dolayısıyla erimcilikle hiçbir
ilgisi bulunmaması. [6]

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5


Yapısalcılık

•Yapısalcı çözümlemeyi somutlaştırmak için örneğin bir elma


betimlemesi kullanılabilir. Elmayı tanımlamak üzere yapısalcı

Örnek
analizi uygulayan bir kişi elmayı sadece en temel algılarıyla
açıklayabilir. Yapısalcılık, bir şeyin, bütününü oluşturan en basit
unsurlara bölünmüş parçaların toplamı olduğuna inanır. Elma
kırmızı, yuvarlak, sert, sulu ve tatlıdır. Bu nesnel bir betimlemedir
ve bu betimleme elmanın şekli, tadı, rengi ve dokusunu
gözlemleyerek yapılabilir. Öte yandan elmayı tanımlamak üzere,
onu ısırdığınızda size ne kadar güzel bir duygu hissettirdiğini
hatırlıyorsanız bu öznel bir analiz olacaktır. Yapısalcılık sadece bir
şeyin temel tanımlarını nesnel olarak anlamakla ilgilenir, daha
karmaşık fikirlere ve onun arkasındaki tarihsel sebeplere eğilmez.

Yapısalcı yaklaşımlar, çeşitli disiplinler bakımından yöntemsel farklılıklar


göstermekle birlikte belirli bir takım ortak özellikler taşımaktadır. Smith ve Riley,
bu ortak özellikleri şöyle betimler:
 Derinlik yüzeyi açıklar. Yapısalcıların belli başlı inancı, toplumsal yaşamın
sadece yüzeysel olarak kaotik, öngörülemez ve farklı olduğudur. Şaşırtıcı
ve benzersiz olaylar düzleminin ardında saklı, oluşturucu mekanizmalar
Yapısalcılık gerçekliği, bulunur. Dolayısıyla, yüzeyde ne göründüğünü anlamak için daha
Yapısalcılık, insan
ögeler arasındaki derindeki düzleme bakmak zorundayız.
özneden çok kültürel
ilişkilere dayanarak
sistemin rolüne eğilir.  Bu derinlik yapısallaşmıştır. “Yapı”ya ilişkin fikirlerin, yapısalcılığa temel
açıklar.
olması şaşırtıcı değildir. Derindeki oluşturucu mekanizmalar sadece hazır
ve etkili değil, ayrıca örgütlü ve yapılıdır. Yapısalcılar, bu derin yapıları
ögelerin sınırlı bir kümesinden oluşmuş olarak görme eğilimindedir.
Bunlar, dış görünüşün farklılığını açıklayan biçimler içinde bir araya gelir ve
yeniden birleşirler.
 Yorumcu nesneldir. Yapısalcılar, kendilerini gerçek toplumsal aktörlere
görünür olmayan kimi gerçekleri keşfeden tarafsız ve bilimsel gözlemciler
olarak görme yanlısıdırlar. Bu öz-kavrayış, en başta postmodernizm olmak
üzere diğer bazı görüşlerin savunduğu kavrayışlardan köklü bir biçimde
ayrılır.
 Kültür dile benzer. Yapısalcılık, yapısal dilbilimi alanındaki çalışmalardan
derinden etkilenir. Bu, dilin kelimelerden ve hatta seslere benzer mikro
ögelerden meydana gelen bir sistem olarak nasıl anlaşılabileceğine işaret
eder. Bunlar arasındaki ilişkiler, dilin, bilgiyi anlama dönüştürme
çalışmasını mümkün kılar. Kültüre yönelik yapısal yaklaşımlar, benzeşen
ögeleri (işaretler, kavramlar) tanımlar ve bu ögelerin mesaj taşımak için
nasıl düzenlendiğini inceler. Bu, kimi zaman semiyotik süreçlerin
"şifresinin çözümü"nü gerektiren bir süreç olarak düşünülür.
 Hümanizm ötesi. Yapısalcı yaklaşımlar, insan öznenin rolünü azaltma,
ihmal etme ve hatta yadsıma eğilimindedir. Asıl odak, bireysel insan

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6


Yapısalcılık

failinin bilinci ve üstün niteliği değil, kültürel sistemin rolü ve kültürel


sistem çalışmalarıdır. Yapısalcılar, kendilerini, çoğunlukla bireyselci ve
bilimsel olmayan olarak eleştirdikleri varoluşçuluğun ve fenomenolojinin
karşıtı olarak görürler. Örneğin, yapısalcı antropolog Claude Levi-Strauss,
La Pensée Sauvage'ın (Yaban Düşünce) son bölümünde, rakibi varoluşçu
felsefeci Jean-Paul Sartre'a yönelik polemik ağırlıklı sert bir eleştiri
başlatmıştır. Levi-Strauss'a göre, Sartre'ın muhalif konumu toplum ve
kültürün bireylerin, onların düşünüşünün ve eylemlerinin
biçimlenmesinde sınırlandırıcı rolünün önemini anlamada başarısızdır.
Yapısalcı analiz, varoluşçuların ve fenomenolojistlerin çabaları ile
çelişmekteydi. Bu, bireylerin içsel düşünceleri ve deneyimlerinden çok,
nesnel olarak mevcut fikir ve işaret sistemlerinin "bilimsel" incelemesini
kopuş noktası olarak alır. Levi-Strauss'un belirttiği gibi: "beşeri bilimlerin
nihai amacının, insanı oluşturmak değil, aksine onu çözmek olduğuna
inanıyorum". Başka bir deyişle, yapısalcılığın amacı, bilinçli insan öznesini
analizin merkezinden çıkarmaktır.
Smith ve Riley’e göre genel olarak bu farklı özellikler, yapısal dilbilimin
kurucusu Ferdinand de Saussure'ün çalışmasındaki bir başlangıç noktasına kadar
götürülebilir. [7]
Yapısalcılığın Saussure tarafından ortaya koyulan dilbilimsel kurallara
bağlılık gösteren şeklini diğerlerinden ayırt eden temel özellikleri ise Çevikbaş
şöyle sıralamaktadır:

 Dil ile ilgilenme,


 Öznelciliğe ve insan merkezciliğe (hümanizm) saldırı,
 Tarihteki süreksizlikleri vurgulama (olayların ve olguların eşzamanlı olarak,
şimdi burada var olan şekliyle dikkate alınması),
 Doğa/kültür, gösteren/gösterilen, dil/konuşma, görünüş/öz vb. ikili
karşıtlıklarla ilgilenme,
 Gösterenle (tikel bir ses veya yazılı karakterler kümesi olarak düşünülen
sözcük-işitim imgesi) gösterilen (gösterenin temsil ettiği anlam ya da
kavram) birlikteliğinin karşılığında kullanılan ‘iki yönlü anlık bir kendiliği’
ifade eden gösterge kavramına sıkı sıkıya bağlı kalma. [3]

•Yapısalcı yaklaşımlar yöntem olarak genellikle metin


Örnek

analizlerini kullanmışlardır. Ancak bunu metin içindeki tekil


atomistik unsurlara odaklanarak yapmak yerine, bu
unsurları birbirleri ve metnin bütünüyle ilişkiselliği içinde
kavramışlardır. Örneğin gazete haber metinleri
incelenirken, haberdeki ifadelerin metnin genelinin anlatısal
yapısı ve haberin yapısal bağlamı ile ilişkisi öne çıkar.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7


Yapısalcılık

Piaget de her tür yapısalcılıkta iki ortak unsur saptanabileceğine dikkat


çeker: “Birincisi, yapıların özde-yeterli (kendi kendini idare eder) olduğu ve yapıları
kavramak için dışsal ögelere gönderme yapılması gerekmediği şartıyla
desteklenen, doğal bir anlaşılabilirlik olduğu idealidir (belki de ümididir). İkincisi,
belirli yapıların incelenebildiği ölçüde ortaya çıkan kuramsal kullanımları, eğer
genel farklılıkları bir kenara konulursa yapıların bir takım ortak ve belki de gerekli
özellikleri olduğu ortaya konmuştur.” [4]
Yapısalcılığın kurucusu olan “teorisyenler yapısalcılığın kesin doğası
konusunda bir görüş birliği içinde olmamakla beraber, yine de, insan toplumu ve
kültürünün incelenmesinde yapısalcı bir yaklaşımın, bütünler nosyonunu (bir yapı,
ögelerin basit bir toplamı değildir), yapısal dönüşüm fikrini (yapılar statik değildir,
dinamiktir ve yeni ögelerin yapıya girip değişmesinin usullerini belirleyen yasalarla
yönlendirilmektedir) ve öz-düzenleme kavramını (yapının anlamı, içsel yasaları ve
kurallarıyla ilişkisi içinde kendinde içerilir) içerdiği konusunda genel bir konsensüs
söz konusudur. (…) Kısacası yapısalcılık, gerçekliği şeyler ve toplumsal olgular
temelinde değil, ögeler arasındaki ilişkilere dayanarak açıklamaya çalışır.
Yapısalcılığın temel ilkesi, gözlemlenebilir olan bir şeyin ancak temeldeki bir yapı
ya da düzenle ilintili olduğu kadarıyla anlam taşımasıdır.” [8]

Yapı Kavramı
Piaget, yapı kavramının üç ana düşünceden oluştuğunu vurgular [4];
bütünlük, dönüşüm ve öz-düzenleme (kendi-kendini yönetme): “Bütünlük, yapıları
Yapı kavramının üç tanımlayan temel özelliklerden biridir. Tüm yapısalcılar -matematikçi, dilbilimci,
temel özelliği bütünlük, psikolog veya farklı bir alandan olanlar- yapılar ve bir araya getirilmiş kümeler
dönüşüm ve öz- arasındaki farkı kabul ederler. Yapılar bütünlerden oluşurken, bir araya getirilmiş
düzenlemedir. kümeler, içinde bulundukları toplamdan bağımsız olan ögelerden oluşan
karmalardır. Öte yandan bu ayrımı vurgulamak, yapıların ögeleri olmadığını
savunmak anlamına gelmemektedir: Bir yapının ögelerinin yasalarına bağlı
olduğunu ve ancak bu yasalarla yapı ya da buradaki anlamıyla bütünün veya
dizgenin tanımlanacağını söylemektir. Ayrıca bir yapının bireşimini sağlayan
yasalar, ögelerinin birebir çağrışımlarının toplamına indirgenemez. Bu yasalar,
ögelerin özelliklerinden ayrı olan, bütünün bütüncül özelliklerini yönetirler.
Bu noktada yapısalcılığın ana sorunlarından biri olan, çok daha önemli bir
sorun ortaya çıkar: Bu bileşik bütünler her zaman bileşik miydiler? Bu nasıl
olabilir? Biri bunları birleştirdi mi? Yoksa bunlar en başından mı (hatta hâlen)
birleşme sürecindeydiler? Soruyu başka bir şekilde sorarsak: Yapıları biçimlemek
gerekir mi, yoksa yapılar için bir tür sonsuz önceden biçimlenme mi geçerlidir?
yapısalcılıktaki görüş farklılıkları en çok bu soruların yanıtlarında ortaya çıkar. Bazı
kuramcılar, yapının doğası zamana bağlı olmadığı için, yapıların yaratımı
sorununun ortaya konamayacağını savunurlar. Bu kuramcılar yapıların kaynağının
önceden biçimlenmiş olduğu düşüncesini ileri sürerek, bir anlamda sorunun olası
bir yanıtını vermektedirler.”
Piaget’ye göre dönüşüm yapıları tanımlayan ikinci özelliktir. “Eğer yapılaşmış
bütünlerin nitelikleri bileştirme yasalarına bağlıysa, bu yasaların doğasında
yapısallaştırma olmalıdır. Yapısalcıların kullandığı yasa veya kural kavramlarının
başarısının altında yatan, aynı anda yapılaşmanın ve yapılaşmış olmanın sürekli
ikilemi veya iki kutupluluğudur.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8


Yapısalcılık

Gerçekten de matematiksel gruplardan tutun, akrabalık dizgelerine kadar


tüm bilinen yapılar, istisnasız dönüşüm dizgeleridir. Bütünü oluşturan unsurlar
kendi özelliklerini değiştirerek daha merkezi bir konumda sisteme dâhil olmak
üzere dönüşürler. Öte yandan dönüşüm zamana bağlı bir süreç de olabilir;
evlenmek ‘zaman alır’. Eğer dönüşüm kavramı olmasa, yapılar devimsiz olacaktır
ve bunları açıklamanın bir önemi kalmayacaktır. Dolayısıyla dönüşüm olmasaydı
yapılar bütün açıklayıcı özelliklerini kaybederlerdi, çünkü statik biçimlere
indirgenirlerdi.
Dönüşüm kavramı kuramda temel bir konuma sahip olduğundan, dönüşüm
ve biçim arasındaki bağıntı, yani yapıların ‘kaynağını’ bulmak da önem kazanır. Bir
yapının ögeleri, bu ögelere uygulanan dönüşüm yasalarından kesinlikle ayırt
edilmelidir. Dönüşüm veya değişim yalnızca yapının ögeleri için geçerli
olduğundan, yasalar değişmez olarak görülebilir. Yapısalcılığın katı bir şekilde
biçimlenmediği türlerinde bile, psikolojik ‘kaynaklar’ ile ilgilenmeyen ve dönüşüm
kurallarının durağanlıklarının ötesinde doğuştanlığını savunanlar vardır. Yapıların
tarihi veya psikojenezini değil de ‘kuruluşunu’ ana sorun olarak ele aldığımızda,
yapısalcılık ve kurmacılık arasındaki bağıntı kaçınılmaz olacaktır.”
Piaget, yapıların hem özde-idameyi hem de kapalılığı kapsayacak şekilde, öz-
düzenleyici olmalarına da vurgu yapar. “Sonuç olarak yapının kendisindeki
dönüşümler hiçbir zaman dizgenin dışına çıkmaz ve her zaman dizgenin içinden
ögeler kullanarak yasalarını korur. Yani yapı ‘kapalıdır’ ve bir yapının ‘kapalı
Matematiksel olması’ başka bir yapının altyapısı olması ile bağdaşır, ancak bir yapı altyapı olarak
gruplardan akrabalık ele alındığında kendi sınırlarını kaybetmez, yani daha büyük olan yapıya altyapı
dizgelerine kadar tüm ‘eklenmez’. Bu durumda iki yapının ‘birlikteliği’ söz konusudur, altyapının yasaları
bilinen yapılar, birer
değiştirilmemiştir, aynı kalmıştır ve meydana gelen değişiklik bir indirgemeden
dönüşüm dizgesidir.
çok, bir zenginleştirmedir.
Sayısız yeni ögenin kuruluşuna rağmen, bu korunma özellikleri ve sınırların
durağanlığı, yapıların öz-düzenleyici olduğunu varsayar. Yapı kavramını bu kadar
önemli kılan ve birçok araştırma alanında bu kadar büyük ümitler doğurmasına
neden olan da öz-düzenleyici olduğu düşüncesidir. Bir bilim alanı öz-düzenleyici bir
dizge veya yapıya indirgendiğinde, özün kavrandığı düşünülebilir. Ancak
dilbilimsel, sosyolojik, psikolojik vb. mantıksal veya matematiksel olmayan birçok
yapı vardır ve bunların dönüşümleri zamanla ortaya çıkar. Sonuç olarak, biyolojide
ve insan yaşamının her düzeyinde görülen dizemsel düzenekler gibi, çok daha
basit yapısal düzeneklere bağlı (sözcüğü teknik olmayan anlamı ile
kullandığımızda) ‘düzenlemeler’ vardır.”
Sonuç olarak Piaget’nin, yapı kavramını bir dönüşümler sistemi olarak
gördüğünü söyleyebiliriz. Görüleceği üzere, kısaca yapılar üç temel özellikten
oluşmaktadır; bütünlük, dönüşüm ve öz-düzenleme. Bir sistem olduğu ve sadece
ögelerin ve bunların özelliklerinin basit bir toplamı olmadığı için bu tür
dönüşümlerin yasaları vardır. Yapı, kendi dönüşüm yasaları aracılığıyla (ki bunlar
ne sistem dışından sonuçlar verir ne de sistemin dışında olan ögeleri kullanır.)
korunur ya da zenginleşir. Bu yasalar aracılığıyla yapı bütün ya da sistem açısından

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9


Yapısalcılık

tanımlanır. Bu nedenle de kültüre ya da genel olarak topluma dair tüm bilimsel


analizler yapılar üzerinden gerçekleştirilmedikçe yüzeysel birbiriyle alakasız
parçalar yığınıyla uğraşmaktan öte anlam taşımayacaktır.

YAPISALCILIĞIN ÖNDE GELEN DÜŞÜNÜRLERİ


Yapı kavramı ve toplumsal sistemlerin yapısal çözümlemesi en başından beri
temel toplumsal düşünürlerin kuramsal yaklaşımlarında önemli rol oynamıştır.
“Yapısalcı hareket, kimi eleştirmenlerinin vurguladıkları gibi, yeni bir ‘kült’ ya da
düşünsel ‘moda’ özellikleri taşısa bile yine de sosyal bilimlerde hümanist, tarihselci
ve ampirik yöntem bilgisi kavramsallaştırmalarını reddeden ve bunlara kıyasla yeni
seçenekler sunan özgün bir yaklaşımdır.” [2] “Yapısalcı yaklaşım, fenomenleri
parça ve bütün çerçevesinde analiz eden ve bir yapıyı ortak bir sistem içerisinde
parçaların karşılıklı bağıntısı olarak tanımlayan bütüncül (holistic) çözümlemelerin
yaygınlaşmasına önayak olmuştur.” [3] Bu çözümleme bağlamında yapısalcılık
“entelektüel ilgi merkezinin konuşan özneden uzaklaştırılıp konuşulan dilin
yapısına kaydırılmasına yönelik girişimler” olarak düşünülebilir. [9] Bu yaklaşım da
bizi Ferdinand de Saussure’ün Genel Dilbilim Dersleri adlı çalışmasıyla ortaya
koyduğu argümanlara götürecektir.
Bireysel Etkinlik

Yapısalcılık sosyal • Yapısalcı yaklaşımlar, insan öznenin rolünü nasıl


bilimlerde hümanist, değerlendirmişlerdir?
tarihselci ve ampirik
yöntem bilgisi
kavrayışını reddeder.

Ferdinand de Saussure
Yapısalcılığın, Megill’in [9] sınıflamasıyla “gösterge yapısalcılığı” ve “yapı
yapısalcılığı” ya da bir başka spesifik sınıflamayla “yöntem yapısalcılığı” ve
“fenomenolojik yapısalcılık” gibi farklı türleri ayrıştırılabilse de yapısalcılığın en
bilinen biçimi hümanizm eleştirisinin Ferdinand de Saussure’ün dilbilimsel
yöntemiyle birleşiminden doğan harekettir.
İsviçreli dilbilimci Saussure dilbilimin kurucularından biri olarak bilinir. En
ünlü çalışması üniversitede verdiği derslerin notlarından ortaya çıkan ve
meslektaşları tarafından derlenen Genel Dilbilim Dersleri adlı kitaptır. Saussure, bu
eserinde dilsel görüngülerin çözümlenmesine dair ortaya koyduğu fikirlerle sadece
dilbilimsel bir yöntem değil, aynı zamanda bir bilgi kuramı da oluşturmuştur.
Böylece Saussure'ün yapısal yaklaşımına dayanan yeni dilbilim modeli, toplumsal
ve kültürel hayatı kuramsallaştırmak için genel bir model hâline gelerek,
yapısalcılık ile göstergebilimin gelişiminde büyük etki yaratmıştır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10


Yapısalcılık

Resim 3.1. Ferdinand De Saussure [13]

Saussure’ün ortaya koyduğu yaklaşım ekseninde gelişen dilbilimsel modeller


dilin yapısal özelliği üzerinde durmuşlardır. Buna göre yapının ögeden, bütünün
parçadan öncelikli olduğuna inanılır. Parçayı oluşturan unsurlar, konumları ya da
fiziksel, psikolojik vs. özellikleri bakımından tek başlarına tanımlanamazlar. Aynı
şekilde bir dilin cümlelerinin tekil kelimelerle değil de bu kelimelerin karşılıklı
olarak ilişkisi içinde ortaya çıktığı düşünülür. Saussure bu mantığı şöyle ortaya
koymuştur: “Bir ögeyi yalnız belirli bir kavramın birleşimi gibi ele almak yanlış olur.
Ögeyi bu yoldan tanımlamak, onu parçası olduğu sistemden ayırmak demektir. Bu,
ögelerle başlayıp bunları toplayarak sistemi yaratabileceğimizi sanmak olur. Oysa
Ferdinand De Saussure,
dili bir göstergeler tam tersine dayanışık bütünden yola çıkarak bu bütünün kapsadığı ögeleri
sistemi olarak görür ve çözümleme yoluyla elde etmek gerekir.” [10]
dilin karşıtlıklar Saussure, dili bir tür “göstergeler sistemi” olarak kavrar ve dilin karşıtlıklar
aracılığıyla işlediğini
aracılığıyla işlediğini ortaya koyar:
söyler.
 Dil (langue) (bir yapı veya sistem olarak görülen bireysel doğal dil) ve söz
(parole) (bireysel konuşma ya da süreç olarak dilsel eylem) ayrımı,
 Göstergenin (işaret) ikili bir yapıya (gösteren / gösterilen) sahip olması,
 Eşsüremli (synchronic-senkronik) ve artsüremli (diachronic-diyakronik) dil
analizi.
Saussure’a göre dili sözden ayırt etmek gerekmektedir. “Söz, dil
kullanımının gerçek ampirik örneklerini ifade eder: İnsanların belirli zaman ve
yerlerde gerçekte söyledikleri şeyler. Buna karşılık dil ise derin bir yapıyı ifade
eder: Söz’ün temelini oluşturan bütün bir işaretler sistemi. Bu bakımdan Saussure,
daha çok dil ile ilgilidir, insanların ne söylediklerinden çok, bir şey söylemelerini
mümkün kılan temeldeki dilbilim sistemi ile ilgilenir.” [7]
Saussure'ün yaklaşımında önemli bir başka husus dilin bir göstergeler
(işaretler) sistemi olarak görülmesi ve her bir göstergenin iki parçadan oluştuğu
ilkesidir: bir gösteren (işaretleyici) (kelime veya ses sistemi) ve bir gösterilen
(kavram). Gösteren, bir kavramı işaret eden bir sestir. Gösterilen ise o sesi
işittikten sonra zihnimizde canlanan kavramdır. Saussure’a göre dil, kavramlar
(şeyler) ile bağlantılı seslerden, kelimelerden oluşur. Saussure'ün gösterge
kavramı, gerçekle ilgili olarak dilin göreceli özerkliğine işaret eder. Bununla

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11


Yapısalcılık

birlikte, daha da temelde, Saussure, dilbilim kuramının en etkili ilkelerinden birini


ortaya koyar: gösteren ile gösterilen arasındaki ilişki keyfidir. Bu yüzden dil
üzerinde ortak kodları paylaşmak ancak toplumsal uzlaşma ile olabilir.
Dilbilimin tarihi içinde, Saussure'ün yaklaşımı, o döneme dek etkili olan iki
farklı indirgemeci dil görüşüne karşı çıkmıştır. Bunlardan ilki, dilin düşüncelerin bir
aynası olduğu ve evrensel bir mantığa dayandığıdır. Bu görüşe göre dil temelde
rasyoneldir. İkinci görüşe göre, belli bir dilin tarihinin o dilin mevcut durumunu
açıkladığı kabul edilir, buna göre dil ve dilin tarihi birbiriyle eştir. Saussure ise
odağı genel olarak dilin tarihçesinden, İngilizce veya Fransızca gibi belirli bir dilin
mevcut yapısının incelenmesine kaydırır. Dilin, konuşmacının psikolojisine ya da
toplumun tarihsel evrimine indirgenemeyeceğini söyler. Böylece, bir dilin tarihi,
aralarında olası bir bağlantı olmaksızın, genel olarak dillerin tarihi hâline gelir. Bu
şekilde bir dilin şu anki yapılanmasına odaklanmak, o dilin unsurları arasındaki
ilişkiye odaklanmak anlamına gelecektir. Bu bağlamda, bir kelimenin tarih ve
zaman içindeki değişimini incelemek artsüremli bir yaklaşımdır. Böylelikle
Saussure bunun yerine eşsüremli bir analizi savunur.
Saussure, dilin daima spesifik bir şekilde düzenlendiğini söyler. Bu, herhangi
bir tekil unsurun, bu yapının sınırları dışında anlamsız olduğu bir sistem veya bir
yapıdır. Saussure, dilin spesifik doğasını göstermek için satranç oyunu örneğini
kullanır. Satrançta, oyuna yeni başlayanlar oyunu anlamak için oyunun tarihsel
olarak nasıl geliştiğini, nasıl değişiklikler geçirdiğini anlamak zorunda değildirler.
Dildeki artsüremli
değişimler dilsel dizgeyi Yeni başlayanlar için önemli olan tahtadaki taşların mevcut konfigürasyonu da
değiştirmez; işlev ve değildir (parçaların bu şekilde nasıl düzenlendiğini bilmekten başka bir anlayış elde
bağlantılar aynı kaldıkça edilemez). Tahtadaki herhangi bir taş başka parçalar (bir şah yerine bir düğme vb.)
dilde hep aynı dizge söz ile de ikame edilebilir; çünkü oyunun oynanabilirliğini oluşturan şey, taşların kendi
konusudur. öz varlıkları değil, birbirleri arasındaki sistemsel bağlantı ve ilişkileridir. Sonuçta
işlevleri değişmedikçe taşların, tahtadaki dizilimlerinin, yapıldıkları malzemelerin
değişmesi oyunda bir farklılık yaratmaz, benzer şekilde dil içinde artsüremli
değişiklikler de dilin dizgesini etkilemez, işlev ve bağlantılar değişmediği sürece,
dilde de hep aynı dizge geçerli olacaktır.
Dilin bir satranç oyunu gibi görülmesi, belirli bir anda taşların konumunun
birbirleriyle ve bütünle ilişkisi içinde kavranması, dili eşsüremli bir bakış açısından
kavramaktır. Dilin kavranışında tarihsel yaklaşıma öncelik vermek ise aksine, dili
artsüremli perspektiften görmek anlamına gelecektir. Saussure, bu bakımdan
eşsüremli açıya öncelik verir çünkü ona göre bu bakış açısı, dilde herhangi bir anda
mevcut bulunan unsurların daha net bir perspektifini sunar.
Saussure, sonuç olarak, bir sistem içindeki ögelerin konumu ve işlevinin
eşzamanlı analizini önermiş ve nedensel açıklamaya dayalı geleneği terk etmiştir.
Sosyal bilimlerde Saussure modelinin ortaya çıkmasıyla birlikte, araştırmacıların
dikkati olay ya da eylemleri tarihsel değişimleri içinde kavramaya çalışmaktan çok
öznenin eylemini anlamlı ve ilişkisel bir yapı olarak kavramaya doğru dönmüştür.
Saussure’ün bakış açısı “yapısalcılık kültür analizinde temel bir yaklaşım hâline
geldikçe, sonraki on yıllarda yeşerecek entelektüel tohumları atacaktı. Dilbilim,
yapısalcı hareketin temel taşı olmayı sürdürürken, antropoloji, psikanaliz ve

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12


Yapısalcılık

kültürel çalışmalardaki gelişmeler çeşitli disiplinleri kapsayan yenilikçi ve güçlü bir


gelenek olarak semiyolojiyi (semiyotik) kurdu.” [7]

Claude Lévi-Strauss
Fransız antropolog Claude Lévi-Strauss önde gelen yapısalcı teorisyenlerden
biri olarak bilinir. “Lévi-Strauss, akrabalık ilişkileri ile söylenlerin temel yapısını
araştırırken ileri sürdüğü yapısal inceleme yöntemi ve dilbilim kaynaklı okuma
biçimiyle yapısalcı yöntemi ilk kez dilbilim dışında kalan bir bilim dalında;
antropolojide uygular. Bir başka deyişle, dilbilimin insanbilimlerinin tüm dallarına
açık olduğu savından yola çıkarak yapısal antropolojiyi yapısalcı ilkeler üzerine
temellendirir.” [11] Bu bağlamda Lévi-Strauss’un, Saussure’cu yöntemi
antropolojide kullanarak yapısalcılığın farklı disiplinleri kapsayan bir hareket
olarak kurulmasında ve genişlemesinde önemli katkıları olmuştur.

Claude Lévi-Strauss,
yapısalcı yöntemi ilk kez
dilbilim dışında kalan
bir bilim dalında
uygulamıştır.
Resim 3.2. Claude Lévi-Strauss [14]
Lévi-Strauss özellikle gündelik hayata dair çeşitli pratikler, inanç biçimleri,
akrabalık ve mit (efsane, söylen) gibi kavramların yapısal analizlerini geliştirerek,
farklı kültürlere dair benzer olguların yapı kavramı üzerinden karşılaştırmasını
yapmıştır. Lévi-Strauss’un en ünlü eserleri 1949 yılında akrabalık ilişkileri üzerine
yazdığı Akrabalığın Temel Yapıları ve 1963 yılında yayımlanan Yapısal Antropoloji
adlı çalışmalarıdır.
Lévi-Strauss’un genel olarak Saussure'dan ilham alan yapısal antropolojik
yaklaşımı, bir sistemin ögelerinin kendi içsel değerlerinden çok birlikte nasıl bir
araya getirildiğine odaklanır. 'Farklılık' ve 'ilişki' burada temel kavramlardır. Bu
unsurların birleşimi, toplumsal alana da dinamizmini kazandıran karşıtlıklara ve
çelişkilere yol açar. 'Kapsam', Lévi-Strauss’un yaklaşımının bir başka önemli
yönüdür. Çünkü birçok toplumsal araştırmacı, toplumsal yaşama dair
araştırmalarını kendi saha çalışmalarını yürüttükleri özel toplum kesitleriyle
sınırlandırmış olsa da Lévi-Strauss hem kendisinin hem de diğer antropologların
derlediği veriler temelinde kuramsallaştırdığı evrenselci bir yaklaşımı
benimsemiştir.
Lévi-Strauss’a göre, her toplum ya da kültür (ki bu gelişmiş bir toplumdan
kabile toplumuna kadar değişebilir), diğer toplumlarda ya da diğer kültürlerde çok
ya da az düzeyde mevcut olan ve ortak yapısal benzerlikler taşıyan birtakım

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13


Yapısalcılık

özellikler sergiler. Böylece toplumsal ve kültürel yaşamın tüm yönleri, insan


zihninin etkinliklerini yönlendiren evrensel yasaları temsil eder. Bu bakış, farklı
kültürlere ait yasaların, Saussure’da örneğini gördüğümüz dil ve söz ayrımındaki dil
kavramına benzetilmesi anlamına gelir. Lévi-Strauss, dilin anlamsal yapılarına bağlı
olarak meydana çıkan döngünün çeşitli toplumsal ritüellerle benzerlik taşıdığını
düşünmüştür. Dolayısıyla belirli bir toplum ya da kültürü anlayabilmek için o
kültüre dair akrabalık sistemlerini, mitleri, inanç biçimlerini vb. yapısalcı bir
kavrayışla çözümlemek gerektiğini ortaya koymuştur.

• Lévi-Strauss’un yapısal antropolojik yaklaşımını


Bireysel
Etkinlik

oluştururken Saussure'dan yararlandığı hususlar


nelerdir, sayarak açıklayınız.

Lévi-Strauss, önemli eseri Akrabalığın Temel Yapıları’nda, akrabalık


sistemlerinde gördüğümüz karşılıklılık biçimlerini anlamak için insan zihninin bazı
yapılarına bakmamız gerektiğini ortaya koymuştur. Ona göre, toplumsal düzeyde
hâkim yapılar bireylerin diğer bireylerle olan ilişkilerinden çıkar. Akrabalığı dile
benzeten Lévi-Strauss’a göre, farklı kültürlerdeki karmaşık ilişki ağları üzerinden
Claude Lévi-Strauss, yürüyen evlenme, aile yapısı, akraba gruplarının örgütlenmesi, isim verme ve
kültürel sistemlerin
mülkiyet sahibi olma gibi akrabalık ilişkilerinin sistematik bir biçimde nasıl
kendi kendini sürdüren
özelliklerini sürdüğünü anlayabilmek ancak yapısalcı bakış açısıyla mümkündür.
çözümleyerek kültürün Farklı toplumlara ait mitler de Lévi-Strauss’un insanın temel düşünce ve
özerkliğini ortaya koyar.
davranış yapılarını bulmak için kavramsallaştırdığı bir diğer olgudur. Mit ya da
söylen, toplumda kuşaktan kuşağa aktarılan masalsı ya da efsanevi anlatılardır.
Lévi-Strauss, farklı toplumlara ait mitleri inceler ve bunlardaki karşıtlıkların izini
sürer. Her mitin birtakım karşıtlıklar (iyi-kötü, korkak-cesur) barındırdığını,
karşıtlıkların o mitin içinden çıktığı toplumların yapısı ve kültürüne dair birtakım
mesajlar aktardığını söyler. Farklı kültürlere ait olan farklı mitlerde ortaklaşa
görülebilen bu ikili karşıtlıkların nedeni insanın evreni zıtlıklar aracılığıyla
algılamasıdır. Dolayısıyla sadece mitlerdeki olaylar dizisine eğilmek yerine bu
karşıtlıklar üzerinden yapısal bir çözümleme yapmak anlamlara ulaşabilmemiz için
gereklidir.
Lévi-Strauss’a göre, mitleri oluşturan parçalar anlamlarını kendi içsel
değerlerinden değil, bir araya geldiklerinde kazanırlar. Aynı şekilde mitlerin
kendileri de tekil olarak değil toplumsal ve kültürel bağlamları ve diğer mitlerle
bağlantıları içinde değerlendirilmelidir. Lévi-Strauss, mitlerin onları yaratan insan
zihnini temsil ettiğini ve kendilerinin dışsal bir gerçekliğe sahip olmadıklarını
belirtir. Mitler tarihe direnirler, onlar sonsuzdur. Bir mitin farklı versiyonları bile
gerçek ve özgün bir versiyonun tahrifleri olarak değil, mitin yapısının temel bir
unsuru olarak düşünülmelidir. Ancak öte yandan, farklı versiyonlar aynı mitin bir
parçasıdır; çünkü bir mit tek bir tekdüze içeriğe indirgenemez. Ancak o, dinamik

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14


Yapısalcılık

bir yapıdır. Sonunda, bir mitin tüm versiyonları (artsüremli yönü), yapısının
belirginleşmesi için dikkate alınmalıdır. Başka bir perspektiften, mit her zaman bir
karşıtlığın sonucudur, örneğin, “insanoğlu aslında erkek ve kadının birleşmesinden
doğar.”
Aslında, insan toplumunun pek de istenmeyen bir yönü olarak zıtlık ve
karşıtlıklar, mitleri yaratır. Mit, inanç ve gerçeklik arasındaki asimetriden, teklik ve
çokluk, özgürlük ve zorunluluk, kimlik ve farklılık vs.den kaynaklanır. Mit, dilin
artsüremli ve eşsüremli yönleri arasındaki sentezdir. Mitin amacı insanlara
yaşadıkları çelişkileri aşabilme yeteneğine sahip bir mantıksal model sağlamaktır.
Sonuç olarak gerek akrabalık ilişkileri gerekse de mitler üzerine geliştirdiği
model örneğinde, Lévi-Strauss’un yaklaşımı kültürel sistemlerin kendi kendini
sürdüren özelliklerini çözümlemek yoluyla kültürün özerkliğini ortaya koyması
bakımından yapısalcı yaklaşım için önemli katkılar sağlamıştır.

Roland Barthes
Fransız felsefeci Roland Barthes, Lévi-Strauss ile birlikte yapısalcı
yaklaşımının diğer önemli düşünürlerinden biridir. Barthes, ilerleyen yıllarda post-
yapısalcı bakış açısında oldukça yaklaşmış olsa da ilk dönem çalışmalarında
Saussure’dan yararlanan bir semiyotik kültür modelini savunmuştur [7]. 1964
yılında yayımlanan “Göstergebilimin Ögeleri” adlı çalışması bu modeli ortaya
Barthes, bir yandan koyduğu en önemli eseri olarak bilinir.
Roland yaklaşımın
yapısalcı Barthes,
göstergebilimsel
içinde kalmaya Yukarıda da değinildiği üzere “Saussure, ikili karşıtlıklarla ve birbirini
araştırmadiğer
çalışırken, sayesinde
yandan dışlayan kategorilerle düşünme süreci içinde langue'ı (dil dizgesi) parole'den (söz)
da dilbilim ile kültürel
bu yaklaşıma yeni bir ayırırken bir yandan dilbilimin konusunu tanımlamaya çalışmış̧, diğer yandan dil ve
araştırmalar arasında
bakış açısı getirmiştir.
bağ kurmuştur. anlam sorununa bir açıklama getirmiştir. Saussure dizgenin analizine öncelik
vermiştir. Eşsüremli analiz, dilin tarihsel değişim ve dönüşümünün (artsüremli
analiz) analizinin önüne geçmiştir. Dizge içinde her göstergenin değeri diğer
göstergelerle ilişkisinden, farklılığından kaynaklanır. Dolayısıyla anlam/değer,
tarihsel ve toplumsal bağlam dikkate alınmaksızın dil dizgesi (yapı) ile
açıklanmıştır.

Resim 3.3. Roland Barthes [15]

Barthes, Saussure'ün dil dizgesini öne çıkartan yapısalcı yaklaşımının içinde


kalmaya çalışırken, başka bir deyişle bir yandan onun sadık bir takipçisi olurken,
diğer yandan da bu yaklaşıma yeni bir bakış açısı getirmiştir. Barthes, düz anlamı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15


Yapısalcılık

verili kabul etmesiyle bir yandan Saussure'ün yapısalcı yaklaşımına yakın dururken
diğer yandan ideolojinin kurulma biçimlerini açıklamak amacı ile yan anlama
yaptığı vurgu ile farklı bir yaklaşımı birleştirme çabasını sergiler: Saussure'ün
gösterge kavramı ile Marksist ideoloji sorununu...” [12]
Dilbilim ile kültürel araştırma arasında yakınlaşmayı savunan Barthes, bunu
mümkün kılmak üzere semiyotik (göstergebilimsel) araştırmayı kullanır. Smith ve
Riley, [7] Barthes’ın modelindeki bazı temel terminolojik ve kavramsal temaları
şöyle özetler:
Dil ve söz: Barthes, Saussure’ün ortaya koyduğu dil-söz ayrımının sadece
dilbilim ile ilgili görüngülere değil, bütün semiyotik bağlamlara uygulanabileceğini
savunur.
Gösteren ve gösterilen: Barthes, temsil edilen şey ya da kavram (gösterilen)
ile temsil işini yapan şey (gösteren) arasındaki temel Saussurecü ayrımın, bütün
sembol sistemleri için temel olduğunu söyler. Gösterenler, gerçekliği bölme ve
biçimsiz deneyim yığınlarından biçimleri çekip çıkarma yolu ile gösterilenleri
oluşturmaya yardım ederler. Barthes, Lévi-Strauss’u izleyerek ‘semiyolojinin
gelecekteki görevinin’ sınıflandırma işi gibi olacağı görüşünü savunur. Bu
bağlamda insanların gerçekliğe yüklediği eklemlenmeleri yeniden keşfetmemizi,
yani işaret sistemlerinin dünyayı çoğu zaman keyfi olarak nasıl parçalara ayırdığını
ve sınıflandırdığını araştırmamızı önerir.
Roland Barthes, kültür Sözdizimi ve sistem: Buradaki ayrım, büyük ölçüde boyuna kesit ile enine
içindeki işaretlerin
kesit arasındaki ya da artzamanlı ile eşzamanlı arasındaki ayrımlara benzer.
ideolojik yeniden
üretimin karmaşık ağına Sözdizimi, işaretlerin zamanla bir sıra içinde uzayan zincirler içinde düzenlenme
bulaşık olduklarını biçimlerini ifade eder. Dolaysısıyla, burada her bir terim kendi değerini kendinden
vurgular. önce gelene ve onu izleyene karşıtlığından türetir. Sistem, kendisi ile yer
değiştirebilen işaret sistemi içindeki diğer (mevcut olmayan) birimler ile hemen
hemen karşıtlık içindedir. Örneğin bir restoran menüsündeki bütün ana
yemeklerin ‘yatay’ olarak okunması sistemin incelenmesini gerektirirken,
yemeklerin sırası (meze, ana yemek, tatlı) doğrultusundaki bir ‘dikey’ okuma
sözdizimini gerektirir. Her iki yaklaşımdan birini ya da diğerini kullanarak menünün
semiyotiğini inceleyebiliriz.
Anlam ve ima: Barthes, işaret sistemlerinin kendileri üzerine kurulduklarını
ve dolayısıyla pek çok tabakaya sahip olduklarını ileri sürer. Anlam, daha alt düzen
sistemlerini ve az ya da çok işaretlerin gerçek anlamlarını ifade eder. Buna karşılık
ima, bir çeşit üst dil ile ilişkilidir. İmalar, anlamların birincil düzeninden toplanarak
bir araya getirilme eğilimindedir. Onlar ideolojiktir ve bağlantı kuran bir tema ile
‘belirtilen mesajın üstünü örtme’ eğilimindedir.
Görüleceği üzere, Barthes kültür içindeki işaretlerin asla masum
olmadıklarını, aksine, ideolojik yeniden üretimin karmaşık ağına bulaşık olduklarını
vurgular. Barthes, buradan hareketle ideoloji, mit gibi kavramlar üzerinden
anlamlandırma sürecinin nasıl işlediğini açıklamıştır. Bunun için düz anlam ve yan
anlam gibi kavramları kullanan Barthes, düz anlamın o göstergenin neyi
gösterdiğiyle, yan anlamın göstergenin bunu nasıl kavramsallaştırdığıyla ilgili

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16


Yapısalcılık

olduğunu söyler. Düz anlamlar insanların zihinlerinden evrensel olarak ortak bir
imge oluştururken, yan anlamlar ise kültür, mitler, ideolojiler gibi toplumdan
topluma farklılık gösterebilen kavramlar ekseninde farklılaşabilmektedir.
Bu modeli somutlaştırmak üzere Barthes’ın, bir fotoğrafa dair ünlü
semiyotik çözümlemesi örnek verilebilir. Barthes analizinde, Paris Match
dergisinin kapak fotoğrafı olan ve Fransız ordusunun üniforması içindeki bir genç
siyahî askerin Fransız bayrağını selamlarken görüntülendiği görseli inceler.
Barthes, bu fotoğraftaki düz anlamın bir siyahî askerin Fransız bayrağını
selamlaması olduğunu belirtir. Barthes’a göre fotoğrafın yan anlamı ise Fransa’nın
tüm yurttaşlarının herhangi bir ırk ayrımı olmaksızın Fransız bayrağı altında
sadakatle ülkelerine hizmet ettikleri büyük bir ülke olmasıdır; böylelikle Fransa
sürekli eleştirildiği sömürgecilik suçlamalarına bu fotoğraf örneğinde yanıt
vermektedir. Bu örnekteki yan anlamın oluştuğu düzlem Barthes’a göre ideolojinin
kurulması ve yeniden üretilmesi bağlamında değerlendirilebilir.
Barthes’ın fikirleri ekseninde, kendinden sonraki araştırmacılar
göstergebilimsel analizin kapsamını genişletmiş ve göstergelerin edebi metinlerde,
hukuki dokümanlarda ya da reklamlarda nasıl kullanıldığına dair analizlerle giderek
genişleyen uygulamalı bir araştırma alanı oluşturmuşlardır. Göstergebilimin
gittikçe yapısalcılıktan ayrılması ekseninde Barthes’ın “ilk eserlerinde yapısalcı
yaklaşıma olan yakınlığı ve ideoloji sorununu bu yapısalcılıkla bütünleştirerek
çözme çabaları giderek dönüşüme uğramış” [12] ve bu durum çoğu görüşe göre
Yapısalcılık 1970’lerden Barthes’ın post-yapısalcılık içinde konumlandırılmasına neden olmuştur.
sonra yerini yapısalcılık-
sonrası olarak Şu ana kadar sayılan yapısalcı düşünürlerin eserlerinde ortaya koydukları
tanımlanan akım ve anahtar kavramlar Tablo 3.1’deki gibi somutlaştırılabilir.
yöntemlere bırakmıştır. Tablo 3.1. Yapısalcı Düşünürlerin Bilinen Eserleri ve Anahtar Kavramları

Düşünür Eser Kavram


-Dil (langue)-Söz (parole) ikiliği
-Gösterge: Gösteren-
Ferdinand de Genel Dilbilim
Gösterilen ayrımı
Saussure Dersleri
-Eşsüremli (senkronik)-
Artsüremli (diyakronik) analiz
-Gündelik hayat pratikleri
Akrabalığın -Akrabalık
Claude Lévi-Strauss
Temel Yapıları -Mitler (efsaneler)
-Kültürün özerkliği
-Gösteren-Gösterilen
Göstergebilimin
Roland Barthes -Anlam ve ima
Ögeleri
-Sözdizimi ve sistem
Uzun süre Batı düşünce dünyasında etkili olan yapısalcı yaklaşımlara tarih
dışı oldukları, argümanlarının soyut, karmaşık ve kolaylıkla tanıtlanamaz oldukları,
özerk özneyi ve insanın yaratıcı etkinliklerini yeterince önemsemedikleri, ayrıca

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17


Yapısalcılık

yapıların bireylerin her türlü eylemine kaynaklık etmesini incelerken, bu yapıların


insan iradesi tarafından yeniden üretilmesine dair hususları dikkatten kaçırdıkları
yolunda eleştiriler yöneltilmiştir. Bu doğrultuda yapısalcılık da pek çok entelektüel
gelenek gibi zamanla dönüşüme uğrayarak 1970’lerden sonra yerini yapısalcılık-
sonrası (post-yapısalcılık) olarak tanımlanan başka akım ve yöntemlere bırakmıştır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18


Yapısalcılık

•Yapısalcılığın Tarihsel Bağlamı ve Özellikleri


•Yapısalcılık, temelleri daha eskilere uzanmakla birlikte, özellikle 1950’li
yıllardan sonra dilbilim, psikoloji, antropoloji, sosyoloji, iletişim, kültürel
analizler, hatta matematik ve bütün olarak toplumsal teoride sıkça kullanılan
ve alışıldık bilimsel düşünme biçimlerini çarpıcı bir şekilde dönüştüren bir
Özet
yaklaşım olmuştur.
•Yapısalcılık; dilbilimden kültür araştırmalarına, halk masallarına ve edebiyat
metinlerine kısaca tüm anlatı (narrative) türlerine kadar, geniş bir alanda
uygulanmasını gördüğümüz, farklı anlamlar yüklense de genel olarak
‘yapı’nın belirleyiciliğinden hareket eden, felsefi ve toplumsal problemleri bu
belirleyici yapı kavramından hareketle açıklamaya çalışan yaklaşımın adıdır.
•Yapısalcılığın Temel Özellikleri
•Yapısalcılık, olay ya da olguları anlayabilmek için onların altında yatan ve asıl
belirleyici temel olduğu düşünülen yapıları anlamak gerektiğini savunan bir
yaklaşımdır. Bu bağlamda yapısalcılık insanın her türlü etkinliğinin genel
yapısını ortaya koymayı amaçlar. Yapısalcı yaklaşım, olguların ya da
eylemlerin tarihsel nedenlerini anlamaktan çok, onları içinde var oldukları
sistemle ilişkilendirerek olguların ya da eylemlerin yapısını ve önemini ortaya
koyar. Bu bağlamda insan eylemlerinin nedenini özgür bireyin iradesi
temelinde kavrayan Hümanizm gibi akımların aksine, yapısalcılık, bireyin
eylemlerinin de toplumsal yapı tarafından belirlendiğini savunmuştur.
•Temelinde, toplumsal gerçekliği yapısal ve ilişkisel olarak anlama amacı
taşıyan yapısalcı yaklaşımın kökeninin ağırlıklı olarak dilbilimsel ve
göstergebilimsel yaklaşımlara ve dilbilimci Ferdinand De Saussure,
antropolog Claude Levi-Strauss ve göstergebilimci Roland Barthes’ın
çalışmalarına dayandığı bilinmektedir. Bir yöntem olarak düşünülürse,
yapısalcılığın temel amaç ya da yönelimleri de şöyle sıralanabilir:
•Ele alınan nesnenin ‘kendi başına ve kendi kendisi için’ incelenmesi;
•Nesnenin kendi öğeleri arasındaki bağıntılardan oluşan bir ‘dizge’ olarak ele
alınması;
•Söz konusu dizge içinde her zaman işlevi göz önünde bulundurma ve her
olguyu bağlı olduğu dizgeye dayandırma zorunluluğunun sonucu olarak,
nesnenin artsüremlilik içinde değil, eşsüremlilik (eşzamanlılık) içinde ele
alınması;
•Bunun sonucu olarak, köken, gelişim, etkileşim vb. gibi artsüremli
(artzamanlı) sorunlara ancak nesnenin elden geldiğince eksiksiz bir
çözümlemesi yapıldıktan sonra ve bunların da eşsüremsel olgular gibi
dizgesel olarak ele alınmalarını sağlayacak yöntemler geliştirildiği ölçüde yer
verilmesi;
•Nesnenin ‘kendi başına ve kendi kendisi için’ incelenmesinin sonucu olarak
‘doğa ötesel’ değil, ‘özdekçi’ bir yaklaşım biçiminde tanımlanması;Bu
yaklaşımın felsefi, siyasal ya da sanatsal bir öğreti değil, tutarlı bir
çözümleme yöntemi oluşturmaya yönelmesi, dolayısıyla erimcilikle hiçbir
ilgisi bulunmaması.
•Bu yaklaşımın felsefi, siyasal ya da sanatsal bir öğreti değil, tutarlı bir
çözümleme yöntemi oluşturmaya yönelmesi, dolayısıyla erimcilikle hiçbir
ilgisi bulunmaması.
•Yapısalcılığın Önde Gelen Düşünürleri
•İsviçreli dilbilimci Saussure dilbilimin kurucularından biri olarak bilinir. En
ünlü çalışması üniversitede verdiği derslerin notlarından ortaya çıkan ve
meslektaşları tarafından derlenen Genel Dilbilim Dersleri adlı kitaptır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19


Yapısalcılık

•Ferdinand De Saussure
•Saussure, dili bir tür “göstergeler sistemi” olarak kavrar ve dilin karşıtlıklar
aracılığıyla işlediğini ortaya koyar:
Özet (devamı)
•Dil (langue) (bir yapı veya sistem olarak görülen bireysel doğal dil) ve söz
(parole) (bireysel konuşma ya da süreç olarak dilsel eylem) ayrımı,
•Göstergenin (işaret) ikili bir yapıya (gösteren / gösterilen) sahip olması,
•Eşsüremli (synchronic-senkronik) ve artsüremli (diachronic-diyakronik) dil
analizi.
•Claude Lévi-Strauss
•Fransız antropolog Claude Lévi-Strauss önde gelen yapısalcı teorisyenlerden
biri olarak bilinir. “Lévi-Strauss, akrabalık ilişkileri ile söylenlerin temel
yapısını araştırırken ileri sürdüğü yapısal inceleme yöntemi ve dilbilim
kaynaklı okuma biçimiyle yapısalcı yöntemi ilk kez dilbilim dışında kalan bir
bilim dalında; antropolojide uygular. Bir başka deyişle, dilbilimin
insanbilimlerinin tüm dallarına açık olduğu savından yola çıkarak yapısal
antropolojiyi yapısalcı ilkeler üzerine temellendirir.
•Lévi-Strauss özellikle gündelik hayata dair çeşitli pratikler, inanç biçimleri,
akrabalık ve mit (efsane, söylen) gibi kavramların yapısal analizlerini
geliştirerek, farklı kültürlere dair benzer olguların yapı kavramı üzerinden
karşılaştırmasını yapmıştır. Lévi-Strauss’un en ünlü eserleri 1949 yılında
akrabalık ilişkileri üzerine yazdığı “Akrabalığın Temel Yapıları” ve 1963 yılında
yayımlanan “Yapısal Antropoloji” adlı çalışmalarıdır. Gerek akrabalık ilişkileri
gerekse de mitler üzerine geliştirdiği model örneğinde, Lévi-Strauss’un
yaklaşımı kültürel sistemlerin kendi kendini sürdüren özelliklerini
çözümlemek yoluyla kültürün özerkliğini ortaya koyması bakımından
yapısalcı yaklaşım için önemli katkılar sağlamıştır.
•Roland Barthes
•Fransız felsefeci Roland Barthes, Lévi-Strauss ile birlikte yapısalcı
yaklaşımının diğer önemli düşünürlerinden biridir. Barthes, ilerleyen yıllarda
post-yapısalcı bakış açısında oldukça yaklaşmış olsa da ilk dönem
çalışmalarında Saussure’dan yararlanan bir semiyotik kültür modelini
savunmuştur. 1964 yılında yayımlanan “Göstergebilimin Öğeleri” adlı
çalışması bu modeli ortaya koyduğu en önemli eseri olarak bilinir. Barthes,
Saussure'ün, dil dizgesini öne çıkartan yapısalcı yaklaşımının içinde kalmaya
çalışırken, başka bir deyişle bir yandan onun sadık bir takipçisi olurken, diğer
yandan da bu yaklaşıma yeni bir bakış açısı getirmiştir.
•Uzun süre Batı düşünce dünyasında etkili olan yapısalcı yaklaşımlara tarih
dışı oldukları, argümanlarının soyut, karmaşık ve kolaylıkla geçerlilenemez
oldukları, özerk özneyi ve insanın yaratıcı etkinliklerini yeterince
önemsemedikleri yolunda eleştiriler yöneltilmiştir. Bu doğrultuda yapısalcılık
da pek çok entelektüel gelenek gibi zamanla dönüşüme uğrayarak
1970’lerden sonra yerini yapısalcılık-sonrası olarak tanımlanan başka akım ve
yöntemlere bırakmıştır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20


Yapısalcılık

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. 20. Yüzyılda, nihai ve tek bir doğrunun olduğu, anlamın doğada ve toplumda
hazır bir şekilde bulunduğu ve doğanın saf bilgi kategorilerinden oluştuğuna
dair geleneksel bilimsel anlayışa karşı çıkan yaklaşımlar aşağıdakilerden
hangisini öne çıkarır?
a) Aşkın toplumsal teorileri
b) Yapı ve kültürel sistemin rolünü
c) Ekonomik determinizmi
d) Ampirik araştırma geleneğini
e) Altyapı-üstyapı metaforunu

2. Aşağıdakilerden hangisi yapısalcılığın özellikle 1950’li yıllardan sonra düşünsel


olarak etki ettiği disiplinler arasında sayılamaz?
a) Sosyoloji
b) Antropoloji
c) Dilbilim
d) Kimya
e) Edebiyat

3. Aşağıdaki konulardan hangisinde yapısalcı araştırma ve uygulamalar


görülmemiştir?
a) Halk masalları
b) Kültür araştırmaları
c) Edebiyat metinleri
d) Efsaneler
e) Telekomünikasyon sistemleri

4. Yapısalcılığa göre olay ya da olguları anlayabilmek için öncelikle incelememiz


gereken belirleyici temel aşağıdakilerden hangisidir?
a) Düzen
b) Sıra
c) Yapı
d) Rol
e) Norm

5. İnsan gözlem ve deneyimlerine ilişkin duyu verilerinin çatısını oluşturacak


temel ve kurucu “yapıları” bulma çabası tarihsel olarak hangi döneme kadar
götürülebilir?
a) Orta çağ
b) Antik Yunan
c) Yakın çağ
d) Roma dönemi
e) Rönesans dönemi

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21


Yapısalcılık

6. Yapısalcılığın bir öğretiden çok bir yöntem olduğuna dikkat çeken düşünür
aşağıdakilerden hangisidir?
a) Jean Piaget
b) Auguste Comte
c) Anthony Giddens
d) Mikhail Bakhtin
e) Roland Barthes

7. Aşağıdakilerden hangisi yapısalcılığın temel amaç ya da yönelimleri arasında


sayılamaz?
a) Ele alınan nesnenin kendi başına ve kendi kendisi için incelenmesi
b) Nesnenin bir dizge olarak ele alınması
c) Nesnenin artsüremlilik içinde ele alınması
d) Nesnenin eşsüremlilik içinde ele alınması
e) Nesnenin doğa ötesel değil, özdekçi bir yaklaşım biçiminde tanımlanması

8. Aşağıdakilerden hangisi Piaget’ye göre yapı kavramını oluşturan ana


düşüncelerden biridir?
a) Dönüşlülük
b) Eleştirellik
c) Toplumsallık
d) Özdüzenleme
e) Ayrıksı olma

9. Dilbilimsel yöntemiyle yapısalcılığın en bilinen biçimine kaynaklık eden düşünür


aşağıdakilerden hangisidir?
a) Ferdinand de Saussure
b) Roland Barthes
c) Claude Lévi-Strauss
d) Jean Piaget
e) Louis Althusser

10.İlk eserlerinde yapısalcı yaklaşıma olan yakınlığı ve ideoloji sorununu bu


yapısalcılıkla bütünleştirerek çözme çabaları giderek dönüşüme uğrayan ve
daha sonraları post-yapısalcılık içinde konumlandırılan düşünür aşağıdakilerden
hangisidir?
a) Jacques Lacan
b) Roland Barthes
c) Claude Lévi-Strauss
d) Karl Marx
e) Max Weber

Cevap Anahtarı
1.b, 2.d, 3.e, 4.c, 5.b, 6.a, 7.c, 8.d, 9.a,10.b

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22


Yapısalcılık

YARARLANILAN KAYNAKLAR
[1] Cevizci, A. (1999). Felsefe sözlüğü. İstanbul: Paradigma Yayınları.
[2] Bottomore, T. ve Nisbet, R. (2006). Sosyolojik çözümlemenin tarihi II. İstanbul:
Kırmızı Yayınları.
[3] Çevikbaş, S. (2001). “Yapısalcılık Üzerine”. Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat
Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi Sayı: 27.
[4] Piaget, J. (2007). Yapısalcılık. Ankara: Doruk Yayınları.
[5] Barthes, R. (1989). The Rustle of Language. California: University of California
Press.
[6] Yücel, T. (2016). Yapısalcılık. İstanbul: Ada Yayınları.
[7] Smith, P. ve Riley, A. (2016). Kültürel kurama giriş. Ankara: Dipnot Yayınları.
[8] Swingewood, A. (1998). Sosyolojik düşüncenin kısa tarihi. Ankara: Bilim ve
Sanat Yayınları.
[9] Megill, A. (1998). Aşırılığın Peygamberleri: Nietzsche, Heidegger, Foucault,
Derrida. Ankara: Bilim Sanat Yayınları.
[10] Saussure, F.D. (1998). Genel dilbilim dersleri. İstanbul: Multilingual Yayınları.
[11] Tüfekçi, E. (2004). “Yapısalcı Yöntem ve Uygulama Alanları”. Tiyatro
Araştırmaları Dergisi. Sayı: 17.
[12] İnal, A. (2003). “Roland Barthes: Bir Avant-Garde Yazarı”. İletişim
Araştırmaları. Sayı: 1(1).
[13] Ferdinand de Saussure. 1 Kasım 2018 tarihinde
https://www.britannica.com/biography/Ferdinand-de-
Saussure/media/525575/56950 adresinden erişildi.
[14] Claude Lévi-Strauss. 1 Kasım 2018 tarihinde
https://www.britannica.com/biography/Claude-Levi-
Strauss/media/337917/141902 adresinden erişildi.
[15] Roland Barthes. 1 Kasım 2018 tarihinde
https://www.biography.com/people/roland-barthes-36995 adresinden
erişildi.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23

You might also like