Bilim Tarihi Soh

You might also like

Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 4

2019 Fuat Sezgin Yılı

"İslam medeniyetinin büyüklüğünü kendi insanımıza anlatmak, Batılılara


anlatmaktan daha zor..." Batı’nın empoze ettiği, sorgulama ve araştırma
ihtiyacı güdülmeksizin kabul edilen bir şey vardır: Müslümanlar sanatta,
mimaride ve daha önemlisi bilimde, tarihin önemli safhalarında geri kalmış,
insanlık adına önemli bir katkıda bulunmamıştır. Bu katı önyargının her
geçen gün bilinçsizce büyümeye devam etmesi, yayılan bilgi kirliğinin
zihinleri çepeçevre sardığını görmemize ve bu ifratlardan soyutlanmak için
gerçek mânada "görebilmemiz" icap gerektiriyor... “Bütün mesele müthiş bir
şekilde gelişen ve 800 yıl insan akıl tarihinde büyük bir rol oynayan bir
medeniyetin mensubu olan insanların, bütün bunların nasıl olduğunu
düşünmesi, bu medeniyeti geliştiren insan tiplerini tanımasıdır. Bir Birûni’yi
bir İbni Sinâ’yı tanımalarını, nasıl çalıştıklarını bilmelerini istiyorum.”
Konuşulan yabancı dilden, modaya, ilgi alanlarından, gidilen mekanlara
kadar her şey dört gözle takip edilir. İzlenilen bir filmden sonra “kahraman
ekol” bilince egemen olur; her yerde bir kurtarıcı moduna girer, böylece
hayat onun için bir film penceresi haline gelir. Ilımlılığını buhar edip sürekli
bir şeyleri yerme hevesine kapılır. “Böyle yapmakla ileri gidiyorsun.” “Şurada
yanlış yaptın.”ların yerini, Amerikan hegemonyasının ürünleri olan, “Bu
sersem herif ne yaptığının farkında mı?” “Bu bir aptallık, canı
cehenneme!”gibi çok cesur görünen fakat perdenin arkasında korkakça
söylevler duyulur. Dört gözle izlenilen bu üstün insan motifinin çok somut
bir şey üretmesine gerek de yoktur, yalnızca mensubu olduğu milliyetini bile
kendi özgün düşüncelerinin önüne geçirebilir ve hiçbir şeyi süzgeçten
geçirme ihtiyacı duymaz. Kendi yetenek ve bilincinin farkında olan bir kişinin
başka uygarlıkların üstünlük ve getirilerini bu kadar kolay kabul etmesi çok
acınılası bir durum. Önünde yiyeceği olduğu halde başka yerlere dadanan
kargayı andırması gibi, sürekli kendinde olanı “yabancı” bulur. Benliğini,
kültürünü ve değerlerini unutarak aşağılık kompleksine giren bir insan, ya
yozlaşmayı kabul etmiştir ya da kast gururuna hapsolmuştur, asıl ihanet
budur. “(…) Oradaki bilgiyi yabancı bulmadığım için bende bir aşağılık
duygusu yok onlara karşı. Bir Müslüman iyi şartlar içerisinde çok iyi
çalışabilirse, çok büyük neticelere varabileceği inancı var bende. Onun için
milletimden Türk milletinden, Müslümanlardan böylesi bir davranışa sahip
olmalarını isterim. Artık Türkler korkak ve taklitçi bir millet olmaktan
kurtulmalıdır. Türkler yaratıcı olmalıdır.” Müslümanların gerilemesindeki en
önemli çatlak, duraklama devrinde Batı'da meydana gelen her yeniliğe
'gavur icadı' diye yaftalayarak bakmış olmalarıdır. Işık Doğu'dan da gelirdi,
ama Ümit Meriç'in dediği gibi Batı'dan da gelirdi. İnsanların sosyal ve
bireysel yaşamlarında iniş çıkış dönemleri olabileceği gibi devletlerin ve
medeniyetlerin de tarih sahnesinde bu dönemleri geçirerek çöktüğü, ayağa
kalktığı ya da silindiği anlarını oluşturan yaşamları vardır, fakat, 70 - 80 yıl
yerine ‘asırlar’ olarak görürsek bu şekilde değerlendirebiliriz. Buna, büyük
kültürlerin ve medeniyetlerin kaderleri açısından bakmalıyız. Bu
medeniyetler, zamanı geldiğinde bulundukları konumlarını, yükselişlerini,
kendilerinin hazırladığı ardılı olan medeniyete vermek zorundadır. Bütün
uygarlıklarda olduğu gibi, onların da kısa veya uzun bir süreden sonra
yıpranmaları, aşınmaları, yaşlanmaları, yerlerini bir veya birkaç ardıla
bırakmaları tarih sahnesinin bir gereği haline gelir. Yaşlının bir zamandan
sonra önderliğini gence bırakmasında tarihin bir gerçeği vardır.
Müslümanların üstünlüklelerinin teslimi, Portekizlilerin Afrika’nın bakir
topraklarına işgaliyle beraber Hint Okyanusu’na yaptıkları seferler ile başlar;
Müslümanlardan elde ettikleri deniz kılavuzlarıyla yeni rotalara keşifler
yaparak bir anlamda fitili ateşlemiş olurlar. Coğrafi keşifler ve akabinde
gelen Rönesans hareketleri bayrağın kimde olduğunun tescili haline gelir…
Bir bölümde “Din bilime engel değil.” cümlesiyle iddialı bir teze varıyor
Sezgin. Hakkında bir kitap yazılabilecek, belki en az 10 satırla altı
doldurulabilecek cümlenin açıklaması olarak yine cümlenin kendisini
görüyoruz. Müslümanların gerilemesiyle ilgili bir geçiştirme yolunun
izlenmesi ise eserin, dolayısıyla söyleşinin getirdiği bir diğer eksi yön olsa
gerek. Asırlar önce bir insan düşünün ki sayısı 100’leri bulan eserlere imza
atsın ve bu eserler Avrupa’da yüzyıllar boyu ders kitabı olarak okutulsun. İbn
Sina’dan Fahreddin Razi’ye, El Biruni’den, İbnü’l Heysem’e kadar birçok İslam
müfessiri, bilgini, filozofu ve gökbilimcisi, sayılamayan birçok vasfı icra etmiş,
bilimlerde "öncü" olarak birçok şeyin temelini atmışlardır... Bütün bu
hakikatin yok sayılmasına mı üzülür insan, yoksa bilinip de hatırlanmayışına
mı? Haklarının teslim edilmemesine mi, yoksa hiç isimlerinin bilinmiyor
oluşuna mı? Gülhane’deki İslam Bilim Tarihi Müzesi’nde hep bunu sordum
kendime… Kalıplaşan önyargılar ve geçmişi öğrenmenin ancak malumat
şişkinliği getireceği düşüncesi çok kez tırmaladı zihnimi. Geçmişe dönük
tamamen bir asimile ürünü olan bu bilgi kirliliğini görmemek ne mümkün?
Bu kısa kitap, gör(e)mediğimiz tarihi barındırıyor içinde... Ah bilebilsek! “Ben,
60 yılımı verdim. Milletler için zaman, bir insanın ömründen ibaret değildir.
Bugünkü Avrupa medeniyeti, İslam medeniyetinin muayyen şartlar
içerisinde, muayyen bir devirden sonra, başka iktisadi ve jeopolitik şartlar
altında ortaya çıkan devamından ibarettir.” Bilim Medeniyet ve İslam
ekseninin dışında, sayfaları çevirdikçe dil öğrenmenin önemine de vurgu
yapıldığını görüyoruz çok kez. Sezgin'e göre dil masa başında öğrenilmeli.
Anadilimizin bile çok iyi konuşulmadığı ülkemizde, İlkokul düzeyinde
sunulan bir yabancı dil öğreniminin hepimizin bildiği üzere işe yaramadığı
hatırlatılıyor. Arapça öğrenebilmek için her gün 17 saat masa başında çalışıp
bunun sonucunda 7 ay gibi bir sürede öğrenebilen bir insan görüyorsak, bu
işin eğitim ile değil, sebat etmek ile mümkün olduğunu tasdik edebiriz.
Fakat her şeyi çok kısa sürede elde etmek gibi tezcanlı olmaktan ötürü
istediğimizle kalıyoruz. Sistemin kötülüğü gibi klişe düşüncelerden sıyrılıp
çamuru üzerimizde aramak gerekir. Sezgin’in bu konudaki tavsiyeleri
oldukça umut verici. “Bir dil öğrenmekle insan bir medeniyetin mirasına
konar. Ancak Türklerin gramer bilgileri olmadığı için yazmak konusunda
sorun yaşıyorlar. Bu bizim milletimizin en büyük problemlerinden biri.”
“Yaşadığımız çağda bilgiye ulaşmak elimizin altındayken, insanların bilgiden
bu kadar uzak oluşlarına şaşırmamak elde değil.” Paketlenmiş hazır bilginin
kolay edinimi insanı tembelliğe sürüklemesinin ana sebebi. Zor insanı
yoğurur, derine inmesini sağlar, uğraşmak karşılığında güç getirir; daha
önemlisi öğrenmeyi keskinleştirir, yeni zorlara hazırlıklı kılar. “Yaşadığımız
çağda insanların bilgiye ulaşması zor bir şey iken, bilgiye bu kadar yakın
olmalarına şaşırmamak elde değil.” diye zamanı geri sararak uyarlayalım
cümleyi. Salt internet ortamında ulaşılan ne idüğü belirsiz bilgiler şunu
demeye vardırıyor: “Her zaman, her şeye fazla çabalamadan ulaşabilirim.”
Elde tutma düşüncesi insanı uyuşturduğu gibi insanın kendi kendini
kandırmasından da başka bir işe de yaramıyor maalesef. Yarın, yarın, yarın,
hep yarın… Biz, birer Oblomov'uz. _________________________________ Ya
Oryantalizm ve tefrika oyunları? Batı oryantalistliği, İslami ilimler başta
olmak üzere birçok alana bulaştırdıkları birtakım fikir ve tefrika oyunlarıyla
rotasından saptırma girişimini amaçlayan bir oluşumu amaçlar. Bir nevi gizli
ajan rolüne soyunmak da denilebilir. Arabistan’lı Lawrence’ın ektiği fitne
nasıl ussal bir düşünce olarak kabul edildiyse, batıl inanç kabul edilen
birtakım unsurlar da oryantalistlerin farklı bir yoldan izlediği tefrikaların
ürünüdür. Doğruyu yanlış, yanlışı doğru kabul ettirmek için Müslüman
kimliğine bürünüp sahte fikirlerini aşılayan şeytanımsı ideolojilerdir bir nevi…
Müslümanların bilimler tarihindeki hazinelerini keşfetmeye çalışan Sezgin,
Batılılardaki intihalle İslam kültüründeki rivayet zincirini kıyaslarken hem
Avrupalıları hem de Müslümanları eleştirir. Sezgin, kaynak zikrederek ilim
yapma geleneğinin tarihte belki de ilk defa İslam medeniyetinde teşekkül
ettiğinin altını her zaman çizme gereği duyar. Söyleşisinde çok kez yineler
bunu. İslam prensiplerinin başında ‘Hak’ gelir. İster ecnebi hakkı, ister ateşe
tapan hakkı olsun, kaynak zikretmede gereken dikkat verilmiyorsa hırsızlığa
düşülmüş olur. “Müslümanlar ecnebi hocalardan öğrendiler, onlarla birlikte
çalıştılar, komplekse kapılmadılar, aşağılık duygusu hissetmediler. Bilgiyi
Aristo’dan alınca Aristo’yu düşman görmediler. Ondan büyük üstat diye
bahsettiler.” Sezgin’e göre, Batılı birçok düşünür, İbn Rüşd, El Cezeri ve
İbnü’l Heysem’den aldıklarını eserlerinde zikretmez, intihalcilik yaparak
kaynak isimleri göstermezler. Dolayısıyla İslam’da kaynak zikretme diğer
kültür diyarlarında olduğundan daha fazla özen gösterilmesini Sezgin’den
öğreniyoruz. Bir zamanlar o üstün Müslümanların, Hak ile bilimi yoğuran o
büyük insanların, Sezar’ın hakkını Sezar’a teslim etmemesi beklenemezdi
zaten… Geçtiğimiz Haziran ayında aramızdan ayrılan Fuat Sezgin’i, gelecek
nesillerce okunup, eserleriyle çokça hatırlanacak bu güzel insanı rahmet ve
minnetle anıyorum. Geride bıraktığı eserlerle daima akıllarda olacak…
Perdelenmiş birtakım gerçekleri ortaya çıkarmak için İslam Bilimler Tarihi
alanında bir ömür adayan Fuat Sezgin'in bizlere bıraktığı bazı tavsiyeleri... -
Dünyanın nimetlerinden feragat edebilmek! -Allah korkusunu tüm
şuurumuzda hissetmek. -Masa başında oturmak ve okumak. -Dil korkusunu
yenip hemen gramere sarılmak.

You might also like