Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 102

T.

C
ÜSKÜDAR ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ

UYGULAMALI PSİKOLOJİ ANABİLİM DALI


YÜKSEK LİSANS TEZİ

OBSESİF İNANÇLAR, BAĞLANMA STİLLERİ VE YEME


TUTUMLARININ ÇOCUKLUK ÇAĞI TRAVMALARI AÇISINDAN
İNCELENMESİ

Nılufar GAHRAMANLI

Tez Danışmanı
DR. ÖĞR. Üyesi Zeynep GÜMÜŞ DEMİR

İSTANBUL-2023
T.C
ÜSKÜDAR ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ

UYGULAMALI PSİKOLOJİ ANABİLİM DALI


YÜKSEK LİSANS TEZİ

OBSESİF İNANÇLAR, BAĞLANMA STİLLERİ VE YEME


TUTUMLARININ ÇOCUKLUK ÇAĞI TRAVMALARI AÇISINDAN
İNCELENMESİ

Nılufar GAHRAMANLI

Tez Danışmanı
Dr. Öğr. Üyesi Zeynep GÜMÜŞ DEMİR

İSTANBUL-2023
YEMİN METNİ

Yüksek Lisans Tezi olarak sunduğum “Obsesif İnançlar, Bağlanma


Stilleri ve Yeme Tutumlarının Çocukluk Çağı Travmaları Açısından
İncelenmesi” adlı çalışmanın, tarafımdan, bilimsel ahlak ve
geleneklere aykırı düşecek bir yardıma başvurmaksızın yazıldığını ve
yararlandığım eserlerin kaynakçada gösterilenlerden oluştuğunu,
bunlara atıf yapılarak yararlanılmış olduğunu belirtir ve bunu onurumla
doğrularım.

24/02/2023

Nilufar Gahramanli

i
ÖNSÖZ

Bu yüksek lisans tezi, Üsküdar Üniversitesi Uygulamalı Psikoloji


yüksek lisans öğrencisi Nilufar Gahramanli tarafından kaleme
alınmıştır. Tez, evrensel nitelikte yazılmış ve etik onaydan
geçmiştir.

ii
TEŞEKKÜR

Saygıdeğer tez danışmanım ve sevgili hocam Dr. Öğr. Üyesi Zeynep GÜMÜŞ
DEMİR’e tezimin oluşumu aşamasında bana karşı gösterdiği sabr, akademik ve manevi
desteği için çok teşekkür ederim.
Tez boyunca bana inandıkları ve bu süreçte gösterdikleri destek için sevgili
eşime, babama ve anneme sonsuz teşekkür ederim.

iii
(GAHRAMANLI, Nilufar, Yüksek Lisans, İstanbul, 2023)

ÖZET

Bu tez çalışması, çocukluk çağı travmalarının, obsesif inançlar, bağlanma stilleri


ve yeme tutumları üzerindeki etkisini incelemektedir. Araştırmanın örneklemini 300
(167 kadın, 133 erkek) katılımcılardan oluşmaktadır. Katılımcılara çevrimiçi platformlar
üzerinden Sosyodemografik Veri Formu, Çocukluk Çağı Ruhsal Travmaları Ölçeği,
Yeme Tutumları Testi, Obsesif İnançlar Anketi ve İlişki Ölçeği uygulanmıştır. Veriler
SPSS 25 paket programı kullanılarak analiz edilmiştir. Veri analizinde kullanılan
analizler; Pearson Korelasyon Analizi, Basit Doğrusal Regresyon Analizi, Bağımsız
Gruplar t-testi, ANOVA şeklindedir.
Analiz sonucuna göre, çocukluk çağı travmaları, bağlanma stilleri, yeme tutumu
ve obsesif inançların arasında anlamlı düzeyde ilişkiler tespit edilmiştir. Çocukluk çağı
travmalarının yeme tutumu, obsesif inançlar, korkulu bağlanma, saplantılı bağlanma
için yordayıcı olduğu tespit edilmiştir. Çocukluk çağı travmaları, bağlanma stilleri,
yeme tutumu, obsesif inançlar puanları cinsiyete göre anlamlı düzeyde farklılık
göstermezken yaşa göre anlamlı bir farklılık göstermektedir. Elde edilen sonuçlar,
çocukluk çağı travmalarının yeme tutumları, obsesif inançlar ve bağlanma stillerine
etkisini göstermektedir. Bu çalışmanın ilgili alana ve yapılacak olan yeni araştırmalara
katkı sunacağı düşünülmektedir.

Anahtar Kelimeler: Çocukluk çağı travmaları, Yeme bozukluğu, Obsesif inançlar,


Bağlanma stilleri

iv
ABSTRACT

This thesis examines the effect of childhood traumas on obsessive beliefs,


attachment styles and eating attitudes. The sample of the study consists of 300 (167
female, 133 male) participants. Sociodemographic Data Form, Childhood Psychological
Traumas Scale, Eating Attitudes Test, Obsessive Beliefs Questionnaire and Relationship
Scale were applied to the participants via online platforms. The data were analysed
using SPSS 25 package programme. The analyses used in data analysis were Pearson
Correlation Analysis, Simple Linear Regression Analysis, Independent Groups t-test,
ANOVA. According to the results of the analysis, significant relationships were found
between childhood traumas, attachment styles, eating attitudes and obsessive beliefs.
Childhood traumas were found to be predictive for eating attitude, obsessive
beliefs, fearful attachment and obsessive attachment. While the scores of childhood
traumas, attachment styles, eating attitude, obsessive beliefs do not differ significantly
according to gender, there is a significant difference according to age. The results
obtained show the effect of childhood traumas on eating attitudes, obsessive beliefs and
attachment styles. It is thought that this study will contribute to the related field and new
researches to be conducted.

Keywords: Childhood traumas, Eating disorder, Obsessive beliefs, Attachment styles

v
İÇİNDEKİLER

YEMİN METNİ…………………………………………………………………….……i
ÖNSÖZ ............................................................................................................................. ii
TEŞEKKÜR..................................................................................................................... iii
ÖZET .............................................................................................................................. İV
ABSTRACT..................................................................................................................... V
İÇİNDEKİLER ............................................................................................................... Vİ
TABLOLAR DİZİNİ ................................................................................................... Vİİİ
SİMGELER VE KISALTMALAR DİZİNİ ................................................................... İX
1.GİRİŞ ............................................................................................................................. 1
1.1. Araştırmanın Amacı ve Önemi ................................................................................. 2
1.2. Araştırmanın Hipotezleri ........................................................................................... 4
1.3. Tanımlar ..................................................................................................................... 5
1.4. Araştırmanın Sayıltıları .............................................................................................. 6
2.GENEL BİLGİLER ....................................................................................................... 7
2.1. Yeme Tutumları ve Yeme Bozuklukları .................................................................... 7
2.1.1 Anoreksiya nevroza……………………………………………………………...9
2.1.2. Bulimiya nevroza ............................................................................................... 14
2.1.3. Diğer yeme bozuklukları .................................................................................... 18
2.2. Bağlanma ve Bağlanma Tipleri ............................................................................... 21
2.2.1. Bowlby’nin bağlanma kuramı ............................................................................ 22
2.2.2. Ainsworth’ün kurama katkıları .......................................................................... 24
2.2.3. Bartholomew'in dörtlü bağlanma modeli ........................................................... 26
2.2.4. Bağlanma stilleri ile ilgili yapılan araştırmalar .................................................. 27
2.3. Obsesif Kompulsif Bozukluğa Genel Bir Bakış ...................................................... 29
2.3.1. DSM-5’e göre obsesif kompulsif bozukluk ....................................................... 29
2.3.2. Obsesif inançlar ................................................................................................. 31
2.4. Çocukluk Çağı Travmaları....................................................................................... 34
2.4.1. Tanım ................................................................................................................. 34
2.4.2. Türler.................................................................................................................. 36
2.4.3. Risk faktörleri .................................................................................................... 39
2.4.4. Yapılan araştırmalar ........................................................................................... 40

vi
3.GEREÇ VE YÖNTEM ................................................................................................ 43
3.1. Araştırmanın Yöntemi ............................................................................................. 43
3.2. Evren ve Örneklem .................................................................................................. 43
3.3. Veri Toplama Araçları ............................................................................................. 43
3.3.1. Sosyodemografik veri formu ............................................................................. 44
3.3.2. Çocukluk çağı ruhsal travmaları ölçeği ............................................................. 44
3.3.3. Yeme tutum testi ................................................................................................ 44
3.3.4. Obsesif inançlar anketi kısa formu..................................................................... 45
3.3.5. İlişki ölçekleri anketi .......................................................................................... 46
3.4. Verilerin Toplanması ............................................................................................... 46
3.5. İşlem......................................................................................................................... 46
4.BULGULAR ................................................................................................................ 48
4.1. Korelasyon Analizi………………………………………………………………...............50
4.2. Regresyon Analizi…………………………………………………………………………...55
4.3. Karşılaştırma Analizi ............................................................................................... 57
5.TARTIŞMA ................................................................................................................. 65
6.SONUÇ VE ÖNERİLER ............................................................................................. 68
7.KAYNAKÇA............................................................................................................... 69
8.EKLER......................................................................................................................... 92

vii
TABLOLAR DİZİNİ

Tablo 4.1 Çocukluk Çağı Travmaları Ölçeği, Yeme Tutumu Ölçeği, Obsesif İnançlar
Anketi-Kısa Form, İlişki Ölçekeri Anketinin Çarpıklık ve Basıklık Değerleri………...48
Tablo 4. 2. Katılımcıların Demografik Özellikleri……………………………………..49
Tablo 4.3. Çocukluk Çağı Travmaları Ölçeği, Yeme Tutumu Ölçeği, Obsesif İnançlar
Anketi-Kısa Form, İlişki Ölçekeri Anketinin Tanımlayıcı Değerleri…………………..49
Tablo 4.4. Çocukluk Çağı Travmaları Ölçeği, Yeme Tutumu Ölçeği, Obsesif İnançlar
Anketi-Kısa Form, İlişki Ölçeği Arasındaki İlişki……………………………………..50
Tablo 4.5. Çocukluk Çağı Travmalarının Yeme Tutumunu Yordamasına İlişkin
Bulgular………………………………………………………………………………...55
Tablo 4.6. Çocukluk Çağı Travmalarının Obsesif İnançları Yordamasına İlişkin
Bulgular………………………………………………………………………………...56
Tablo 4.7. Çocukluk Çağı Travmalarının Korkulu Bağlanmayı Yordamasına İlişkin
Bulgular………………………………………………………………………………...56
Tablo 4.8. Çocukluk Çağı Travmalarının Kayıtsız Bağlanmayı Yordamasına İlişkin
Bulgular………………………………………………………………………………...57
Tablo 4.9. Cinsiyete Göre Çocukluk Çağı Travmaları Ölçeği, Yeme Tutumu Ölçeği,
Obsesif İnançlar Anketi-Kısa Form, İlişki Ölçekeri Anketinin Karşılaştırılması……...57
Tablo 4.10. Yaş Grubuna Göre Çocukluk Çağı Travmaları Ölçeği, Yeme Tutumu
Ölçeği, Obsesif İnançlar Anketi-Kısa Form, İlişki Ölçekeri Anketinin
Karşılaştırılması………………………………………………………………………..59

viii
SİMGELER VE KISALTMALAR DİZİNİ

AN : Anoreksiya Nervoza
APA : American Psychology Association
BN : Bulimia Nervoza
CDC : Centers for Disease Control and Prevention.
ÇTQ : Çocukluk Çağı Travmaları Ölçeği
DSM : Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders
EAT : Eating Attitudes Test
EDNOS : Eating Disorder Not Otherwise Specified
IQ : Intelligence Quotient
NCTSN : National Child Traumatic Stress Network
OKB : Obsesif Kompulsif Bozukluk
OKBÇG : Obsesif Kompulsif Bilişler Çalışma Grubu
RSQ : İlişki Ölçekleri Anketi
YTT : Yeme Tutum Testi
VKG : Vücut Kitle Göstergesi
WHO : The World Health Organization

ix
1.GİRİŞ

Ergenlik ve yetişkinlik dönemindeki bireylerle gerçekleştirilen çalışmalarda,


güvenli bağlanan bireylerin daha az olumsuz his ve eyleme sahip olduğu; diğerleriyle
daha sağlıklı ilişkiler kurduğu ve diğerlerinin sıkıntılarına karşı daha duyarlı olduğu
görülmektedir (Rothbard ve Shaver, 1994). Güvensiz bağlanmanın ise, daha az olumlu
duygu, daha çok endişe ve depresyon gibi negatif duygulanımlar ile ilişkili olduğu tespit
edilmiştir (Parker, 1982). O'Shaughnessy ve Dallos (2009) tarafından gerçekleştirilen
bir literatür taramasında, güvensiz bağlanan bireylerin daha yoğun travmatik deneyim
yaşadığı, bunun yeme tutumlarının bozulması ve yeme bozukluğu geliştirme riski ile
ilişkili olduğu görülmüştür.

Yeme bozuklukları, biyolojik, ailesel, psikososyal ve psikolojik değişkenlerin


çok faktörlü bir birleşimi olup (Kent ve Waller, 2000), bireyin yemek, kilo ve dış
görünüşü ile ilintili düşünce ve yeme eyleminde bozuklukla ortaya çıkan bir olgudur
(Ünalan ve ark., 2009). Yeme bozukluğuna sahip bireylerin yeme tutumlarında ve
beden algısında bozulmalar görülmektedir. Bu anlamda, kişinin kendini olduğundan
daha şişman bulması, kısıtlı gıda alımına gitmesi, yemek sonrası kusma, laktasif
kullanımı, aşırı egzersiz yapma gibi belirtilerin oluşması muhtemeldir (Rawana ve ark.,
2010). Yeme bozukluğu yaygınlığı özellikle 1980’lerden itibaren artış göstermektedir,
ergenlik ve genç yetişkinlikte yüksek yaygınlığa sahiptir. Ayrıca, bedensel problemlerle
eş tanısının yüksek olması ve mortalitesi sebebiyle ciddi bir fiziksel, psikolojik sağlık
sorunu olarak görülmektedir (Keski-Rahkonen, 2021). Yeme bozukluğunun
etiyolojisine yönelik yapılan çalışmalar, çocukluk çağı travmaları ile anoreksiya
nervoza (AN), bulimia nervoza (BN) ve tıkınırcasına yeme de dahil olmak üzere yeme
bozukluklarının ilişkili olduğunu göstermektedir (Rorty ve Yager, 1996). Öyle ki, bazı
çalışmalarda yeme bozukluğu olan bireylerin önemli bir bölümünün çocuklukta istismar
öyküsü olduğu bildirilmiştir. Rodriguez ve arkadaşları (2005) yeme bozukluğu olan
hastaların %45'inin çocukluk çağı travma öyküsü olduğunu saptamıştır. Carter ve
arkadaşları (2006), yeme bozuklukları ünitesinde yatan hastaların %48'inin çocuklukta
cinsel istismar öyküsü bildirdiğini saptamıştır. Rayworth ve arkadaşları (2004) ise,
çocuklukta fiziksel ve cinsel istismar bildiren kadınların yeme bozukluğu semptomları

1
geliştirme olasılığının, istismar öyküsü bulunmayan kadınlara göre üç kat daha fazla
olduğunu vurgulamaktadır.

Yeme bozukluğunun gelişiminde ve sürdürülmesinde aile dinamikleri de önemli


yer tutmaktadır (Minuchin ve ark., 1978). Yapılan çalışmalar, yeme bozukluğuna sahip
bireylerin ailelerinin müdahaleci, düşmanca, duygusal ihtiyaçları reddeden (Minuchin
ve ark., 1978) veya ebeveynlikle aşırı ilgili (Shoebridge ve Gowers, 2000) olduğunu
göstermektedir. Yeme bozukluğuna sahip bireylerde güvensiz bağlanmanın yaygın
olduğu görülmektedir (Ward ve ark., 2000).

Obsesif inançlar da yeme bozukluklarının etiyolojisi içerisinde önemli bir yer


tutmaktadır. Yeme Bozukluğu olan bireyler, yiyecek/yemek, ağırlık/şekil ve ilgili diğer
konular hakkında aşırı miktarda zaman harcama eğiliminde olmaktadır. Yapılan bir
çalışma, YB hastalarının %74’ünün obsesif düşüncelerle günde üç saatten daha fazla,
%42’sinin ise günde sekiz saat zaman harcadığını bulmuştur (Sunday ve ark., 1995).
Kueltz ve arkadaşları (2004), obsesif kompulsif belirtiler ve yeme bozukluklarının tipik
bağlanma stilleri ile ilişkili olduğunu ayrıca çocukluk çağı travmasına maruz kalmanın
bu bozukluğun şiddetini artırabileceğini bulmuştur. Literatür ışığında, bu tezde ele
alınan değişkenlerin birbiri ile ilişkili olabileceği düşünülmektedir.

1.1. Araştırmanın Amacı ve Önemi


Bu tez çalışması, obsesif inançlar, bağlanma stilleri ve yeme tutumlarının çocukluk
çağı travmaları açısından incelenmesini amaçlamaktadır. Bu bağlamda, araştırmanın
bağımsız değişkenini çocukluk çağı travmaları, bağımlı değişkenlerini ise yeme
tutumları, obsesif inançlar ve bağlanma stili oluşturmaktadır.

Anormal psikoloji ve kişilik gelişimine dair öne sürülen teorilerin önemli bir
kısmında çocukluk dönemine özel bir yer ayrılmaktadır. Öyle ki bazı kuramcılar, kişilik
gelişiminin çocukluk dönemi sınırları içerisinde başlayıp sonlandığını düşünmektedir
(Gençtanırım-Kurt ve Çetinkaya-Yıldız, 2017). Güncel çalışmalar da benzer biçimde,
çocukluk çağı deneyimlerinin kişilerin gelecekteki yaşantısına etkisi olduğunu
göstermektedir. Pozitif aile ortamında büyüyen çocukların, yaşam boyu refahının daha
iyi olduğunu gösteren araştırma sonuçları bulunmaktadır (Larson ve Halfon, 2013).
Ayrıca, yakın aile ilişkilerinin bulunduğu bir ortamda büyüyen yetişkinler, böyle bir
2
ortama sahip olmayan yetişkinlere göre daha iyi fiziksel sağlığa, daha düşük depresif
semptomlara ve daha az kronik hastalığa sahip olma eğilimindedir (Andersson, 2016;
Chen ve Harris, 2019). Bu anlamda, çocukluk çağı travmatik deneyimlerinin kişinin
gelecekteki yaşantısını, ilişkilerini, psikopatoloji geliştirme riskini ve kendiyle kurduğu
ilişkiyi etkilediği söylenebilir (Mulvihill, 2005).

Çocukluk çağı travmaları kişinin bütüncül yaşamını ciddi biçimde olumsuz


etkilemektedir. Araştırmalar, çocukluk döneminde travmaya maruz kalmanın,
gelişimsel dönemleri sağlıklı bir biçimde geçirmeyi engellediğini (Zlotnick ve ark.,
2008), bireyi yaşam boyu tıbbi ve psikolojik yetersizliklerle karşı karşıya bıraktığını
(Stirling ve Amaya-Jackson, 2008), abartılı duygusal sıkıntılar yaşanması ihtimalini
artırdığını göstermektedir (Davidson ve McEwen, 2012). İstismar, ihmal ve diğer
duygusal olarak zararlı olaylar gibi erken çocukluk çağı travmaları, özellikle
istismarcının bakımveren olduğu durumlarda, erken bağlanma stilleri üzerinde de
negatif etkiye sahiptir. Çocuk, bakımveren ile kurduğu ilişkiyi reddedici veya güvensiz
olarak deneyimlediğinde, bu deneyimler çocuğun kendine, çevreye ve diğerlerine karşı
bakış açısını da olumsuz yönde etkilemektedir (Dye, 2018). Çocukluk çağı travması,
bakım veren ile çocuk arasındaki etkileşimi de negatif bir biçimde etkilediğinden;
işlevsiz bağlanma stillerine yol açabilmektedir (Finzi-Dottan ve Harel, 2014). Bu tür
işlevsiz bağlanma stilleri kişilik bozuklukları ile de yakından ilişkili bulunmaktadır.
Örnek vermek gerekirse, saplantılı ve korkulu bağlanan bireylerde kişilik bozukluğunun
yaygın olduğu; yalnızca korkulu bağlanma bağımlı ve çekingen kişilik bozukluğu;
saplantılı ve korkulu bağlanmada ise anti sosyal, sınır, histrionik, narsistik ve obsesif -
kompulsif kişilik bozuklarının yaygın olduğu tespit edilmiştir (Erdoğan, 2010).
Çocukluk çağı travmaları yeme bozukluğu ile de ilişkilidir (Amianto ve ark., 2018).
Yeme bozukluklarının tipik davranışları (örneğin aşırı gıda kısıtlaması, tıkınırcasına
yeme, eliminasyon davranışları) travmayla ilgili kaçma, kaçınma bilişleri ve
duygularına yönelik olarak gerçekleştirilmektedir, böylece yeme bozukluğunun ve
travmayla ilgili semptomların sürdürülmesini teşvik etmektedir (Brustiengh ve ark.,
2019).

Bahsi geçen tüm bulgular, çocuklukta maruz kalınan travmatik deneyimlerin çok
geniş ölçekli psikopatolojiler ile ilişkili olduğunu göstermektedir. Çocukluk çağı
travmalarının etiyolojisinin belirlenmesi ve buna yönelik müdahale programlarının

3
geliştirilmesi önem arz etmektedir. Bu bağlamda, bu tez çalışması, çocukluk çağı
travmalarının yeme tutumları, obsesif inançlar ve bağlanma stili ile ilişkisini incelemeyi
hedeflemektedir. Seçilen bağımsız değişkenlerin ayrı ayrı çocukluk çağı travmaları ile
olan ilişkisinin olduğunu gösteren çalışmalar bulunmaktadır. Bununla birlikte, yapılan
literatür taraması neticesinde, bu tez çalışmasında kullanılan tüm bağımsız
değişkenlerin birlikte ilişkisini inceleyen bir çalışmaya rastlanmamıştır. Bu bağlamda,
literatürdeki bu eksiklikten yola çıkarak, bu tez çalışmasında “Obsesif İnançlar,
Bağlanma Stilleri ve Yeme Tutumlarının Çocukluk Çağı Travmaları Açısından
İncelenmesi” hedeflenmiştir.

1.2. Araştırmanın Hipotezleri


Araştırmanın sorusu “Obsesif İnançlar, Bağlanma Stilleri ve Yeme Tutumlarının
Çocukluk Çağı Travmaları Açısından İncelenmesi” olarak belirlenmiştir.
Bu anlamda, çocukluk çağı travmalarının obsesif inançlar, bağlanma stilleri ve yeme
tutumlarına göre gösterdiği değişiklik ele alınacaktır. Yanı sıra, elde edilen demografik
bilgiler ile değişkenler arasında karşılaştırma yapılacaktır. Bu amaçla aşağıda belirtilen
sorulara cevap aranacaktır.

1) Çocukluk çağı travmaları ile obsesif inançlar arasında bir ilişki var mı?
2) Çocukluk çağı travmaları ile bağlanma stilleri arasında bir ilişki var mı?
3) Çocukluk çağı travmaları ile yeme tutumları arasında bir ilişki var mı?
4) Çocukluk çağı travmaları, obsesif inançlar, yeme tutumları ve bağlanma stilleri
sosyodemografik değişkenlere göre farklılaşıyor mu?
5) Bağımlı değişkenlerden yeme tutumları ile obsesif inançlar arasında anlamlı
ilişki var mı?
6) Bağımlı değişkenlerden yeme tutumları ile bağlanma stilleri arasında anlamlı bir
ilişki var mı?
7) Bağımlı değişkenlerden obsesif inançlar ile bağlanma stilleri arasında anlamlı
bir ilişki var mı?

Bu bağlamda, araştırmanın hipotezleri aşağıdaki gibi belirlenmiştir:

Hipotez 1: Çocukluk çağı travmaları, yeme tutumları, obsesif inançlar ve bağlanma


stilleri sosyodemografik özelliklere göre farklılaşmaktadır.

4
Hipotez 2: Çocukluk çağı travmaları ve yeme tutumları arasında anlamlı bir ilişki
bulunmaktadır.

Hipotez 3: Çocukluk çağı travmaları ile obsesif inançlar arasında anlamlı bir ilişki
bulunmaktadır.

Hipotez 4: Çocukluk çağı travmaları ile bağlanma stilleri arasında anlamlı bir ilişki
bulunmaktadır.

Hipotez 5: Bağımlı değişkenlerden yeme tutumları ile obsesif inançlar arasında anlamlı
bir ilişki bulunmaktadır.

Hipotez 6: Bağımlı değişkenlerden yeme tutumları ile bağlanma stilleri arasında


anlamlı bir ilişki bulunmaktadır.

Hipotez 7: Bağımlı değişkenlerden obsesif inançlar ile bağlanma stilleri arasında


anlamlı bir ilişki bulunmaktadır.

1.3. Tanımlar
Çocukluk Çağı Travmaları: 18 yaş altında bulunan kişilerin çocuklukta veya genç
erişkinlikte yaşadığı fiziksel istismar, duygusal istismar, cinsel istismar, fiziksel ihmal
ve duygusal ihmal yaşantıları içeren şemsiye terimdir (Yöyen, 2017).

Obsesif İnançlar: Herhangi bir işleve karşılık gelmeyen, kurtulunmak istenilen ve


zorlantılı eylemlerde bulunmamak amacıyla çaba harcanan; bununla birlikte daimî bir
biçimde yenilenen düşünce veya inanışlardır (Öztürk, 2004). Obsessif Kompulsif
Bilişsel Çalışma Grubu OKB'nin etiyolojisi ve sürdürülmesi için özellikle önemli
olduğu düşünülen altı işlevsiz inanç alanı tanımlamıştır (OKBÇG, 2001). Bu alanlar
abartılı kişisel sorumluluk duygusu, kesinlik ihtiyacı, mükemmeliyetçilik, tehdit
tahmini, düşüncelerin önemi ve düşünceleri kontrol etme ihtiyacıdır.

Yeme Tutumları: Yemeye ilişkin inançlar, düşünceler, duygular, davranışlar ve


yemekle olan ilişkidir, bireylerin yeme tercihlerini ve sağlık durumlarını etkileyebilir
(Alvarenga ve ark., 2012).

Bağlanma: Kişinin önemli ve değerli gördüğü ötekine yönelik hissetmiş olduğu


güçlü duygusal bağdır (Bowlby, 2012).

5
1.4. Araştırmanın Sayıltılar
Araştırmada yer alan katılımcıların, veri toplama aracı olarak kullanılan
ölçeklerde yer alan sorulara içten, doğru ve samimi yanıt verdikleri varsayılmaktadır.
Araştırmada kullanılan ölçeklerin, ölçmek istenilen kavramlara uygun ve yeterli olduğu
varsayılmaktadır.

6
2.GENEL BİLGİLER

2.1. Yeme Tutumları ve Yeme Bozuklukları


Yeme bozuklukları, biyopsikososyal etkileri ve sonuçları olan bir beslenme ve
psikolojik bozukluktur. DSM-5’te tanımlanan yeme bozukluklarındaki ortak özellik,
yeme davranışları ve tutumlarının bozulmasıdır. Yeme bozuklukları ciddi fiziksel ve
psikolojik sonuçlara neden olmakta olup oldukça çeşitlidir. Bu bozukluklar, yetersiz
beslenmeye, osteoporoza, amenoreye, kardiyovasküler hastalığa ve depresyon gibi
birçok başka psikolojik bozukluğa yol açmaktadır. Yeme bozukluklarının şiddetli klinik
formları anoreksiya nervoza ve bulimia nervoza içerir (Klein ve Walsh, 2004). Bununla
birlikte, artan sayıda birey, şiddetli formlar olmadan uygunsuz yeme davranışları ve
tutumları göstermektedir (Golden, 2003; Chamay-Weber ve ark., 2005).

Bozulmuş yeme tutumları, belirli bir yeme bozukluğu teşhisi koydurabilecek


düzeyde olabileceği gibi, tanı koymada yeterli olmayan bir dizi düzensiz yeme
davranışını tanımlamak için de kullanılmaktadır (Goldschmit ve ark., 2008). Anoreksiya
nervoza (AN) veya bulimia nervoza (BN) gibi yeme bozuklukları, spesifik olarak
belirlenmiş kriterlere göre teşhis edilmektedir. Bu gibi bozukluklar, düzensiz yeme
davranışları gösteren insanların çoğunu tespit etmemektedir. Bozulmuş yeme tutumları
belirtileri olan birçok kişiye “Başka Türlü Adlandırılamayan Yeme Bozukluğu
(EDNOS)” teşhisi konmaktadır. Bununla birlikte, AN veya BN'ye benzer şekilde,
EDNOS'un da bireyin bu tanıyı alabilmesi için karşılanması gereken belirli kriterleri
bulunmaktadır (Hayes ve ark., 2018).

Yeme bozukluğu ile bozulmuş yeme tutumu arasındaki en önemli fark, kişinin
semptomlarının ve deneyimlerinin Amerikan Psikiyatri Birliği tarafından tanımlanan
kriterlere uygun olup olmadığıdır. "Bozulmuş yeme tutumu" kavramı bir teşhis değil,
tanımlayıcı bir ifadedir (Holland ve ark., 2014). Bu nedenle, bozulmuş yeme tutumuna
sahip olan birçok kişi “Başka Türlü Adlandırılamayan Yeme Bozukluğu” kriterlerine
uyabilirken, DSM-5 tanı kriterlerine uymayıp bozulmuş yeme tutumuna sahip olmak da
mümkündür. Bununla birlikte, teşhis konulamayan yeme problemleri daha problemli
yeme bozukluklarına dönüşebileceği ve bireyleri ciddi sağlık sorunları riskine
sokabileceği için oldukça önemlidir (Elgin ve Pritchard, 2006).

7
Bozulmuş yeme tutumları ve semptomları aşağıda yer alan maddeleri
içerebilmektedir (Thomas ve ark., 2005):

 Sık sık diyet yapma, belirli yiyeceklerden korkma veya öğün atlama
 Kronik kilo dalgalanmaları
 Katı diyet ve egzersiz ritüelleri ve rutinleri
 Yemek yeme konusunda suçluluk ve utanç duyguları
 Yaşam kalitesini olumsuz etkileyen yiyecek, kilo ve beden imajı ile meşgul olma
 Kompulsif yeme alışkanlıkları da dahil olmak üzere, yiyeceklerle ilgili kontrol
kaybı hissi
 Yenen “kötü yiyecekleri telafi etmek" için egzersiz, diet, oruç tutmak veya tasfiye
etmek

Bozulmuş yeme tutumuna sahip birçok insan, bu eylemlerin fiziksel ve zihinsel


sağlıkları üzerindeki etkisini en aza indirgemekte veya tam olarak anlayamamaktadır.
Bu anlayış eksikliği ise bozulmuş yeme tutumlarının zararını şiddetlendirebilmektedir.
Bahsi geçen zararlı sonuçlar arasında daha fazla obezite ve yeme bozuklukları riski,
kemik kaybı, gastrointestinal rahatsızlıklar, elektrolit ve sıvı dengesizlikleri, düşük kalp
hızı ve kan basıncı, artan kaygı, depresyon ve sosyal izolasyon yer alabilmektedir (Uzun
ve ark., 2006).

Bozulmuş yeme tutumları, tespit edilmesi zor olabilecek ciddi bir sağlık sorunudur,
bu durumun temel sebebi yeme düzeni bozuk olan bir kişinin tipik olarak yeme
bozukluklarıyla tanımlanan tüm klasik semptomları göstermemesidir. Çağdaş psikoloji
ve psikiyatri çalışmaları, genç yetişkinlerde sağlıksız yeme tutumlarının gelişimini
destekleyen risk faktörleri hakkında bilgi edinmeyi amaçlamaktadır. Yeme
bozukluklarının artan insidansını gösteren araştırma sonuçları, insidansı azaltmak için
psikososyal risk faktörlerine karşı koruyucu faktörlerin tanımlanmasına yönelik
kapsamlı bilimsel araştırmalara büyük ihtiyaç olduğunu göstermektedir (Smink ve ark.,
2012). Alanyazın incelendiğinde, sağlıksız yeme tutumuna sahip olmanın genellikle
fiziksel ve psikolojik sağlığın bozulmasına neden olduğunu göstermektedir. En yaygın
görülen sonuçlar arasında kısıtlanmış yeme ve kompulsif aşırı yeme davranışı
bulunmaktadır (Polivy ve Herman, 2005; Izydorczyk ve Sitnik-Warchulska, 2018).

Literatür, ayrıca kısıtlayıcı veya aşırı yeme tutumlarına yol açan psikososyal
koşulları da incelemektedir. Bahsi geçen bu çalışmalar aşırı veya kısıtlayıcı yemeye yol

8
açan genel koşullar yerine spesifik potansiyel belirleyicileri ele almaktadır. Literatürde,
örneklem grubunda erkekleri içeren araştırmaların nadir olduğu görülmektedir.
Toplumsal cinsiyet rollerinin etkisiyle farklı sosyal roller üstlenildiğinden, kadın ve
erkeklerde yeme tutumu riski değişebilmektedir. Massaldjieva ve arkadaşları (2017),
genç kadınların genç erkeklere göre daha düzensiz yeme davranışı ve riskli tutumlar
beyan ettiğini bildirmiştir.

Bozulmuş yeme tutumları ve yeme bozukluklarına ilişkin risk faktörlerini inceleyen


çalışmalar; duygusal değişkenlik, kaygı, depresyon ve obsesif-kompulsif bozukluklar
gibi çeşitli psikolojik bozuklukların önemini vurgulamaktadır (Jacobi ve ark., 2004;
Schmidt ve ark., 2014; Zipfeld ve ark., 2015; Lydecker ve ark., 2018). Yeme
bozukluklarına ilişkin gerçekleştirilen güncel çalışmalar, yeme bozuklukları ve
bozulmuş yeme tutumlarının bireyin psikososyal işleyişi üzerinde ciddi ölçüde bozucu
etkiye sahip olduğunu göstermektedir (Levinson ve Rodebaugh, 2016; Brosof ve
Levinson, 2017). Bozulmuş yeme tutumu ve yeme bozukluklarının artan depresyon,
kaygı ve düşük benlik saygısı ile ilişkili olabileceğine dair bulgular elde edilmiştir
(Sassaroli ve ark., 2008; Brechan ve Kvalem, 2015). Ayrıca bireyin duygusal durumunu
düzenleyememesi ile yeme tutumları arasında ilişki olduğu da bildirilmiştir (Markey ve
Vander Wal, 2007; Van Strien ve ark, 2013; Ashurst ve ark., 2018).

2.1.1. Anoreksiya nevroza

2.1.1.1. Tanı
Anoreksiya nervoza, açık ara farkla kadınlarda daha fazla görülen bir bozukluktur.
DSM-V tanı kriterlerine göre incelendiğinde, ihtiyaç duyulan enerji alımında belirgin
bir kısıtlama görülür. Kişinin gelişimsel düzeyi ve fiziksel sağlığını etkileyecek bir
biçimde belirgin bir kilo kaybı yaşanır. Anoreksiya nervoza’da kilo almaktan veya
kilolu olmaktan korkma durumu görülür. Kişi ne kadar zayıf olursa olsun, kilo almamak
için yemek yemeyi reddeder. Kişinin vücut ağırlığını değerlendirmede belirgin bir
bozukluk bulunur (DSM-V, 2013).

Hem zihni hem de bedeni oldukça yıpratan anoreksiya nervoza (AN), evrensel
olarak zayıflama ile ilişkilendirilen ve genellikle fiziksel aktivitede belirgin artışların
eşlik ettiği görünür yeme bozukluğudur. AN'li bireyler normal sağlıklı vücut
ağırlıklarını koruyamamakta, genellikle ideal ağırlıklarının %85'inin oldukça altına
düşmektedirler. Hâlâ büyümekte olan genç bireyler ise, ağırlıkta ve genellikle boyda

9
gelişimsel döneme göre beklenen artışları gerçekleştiremezler (Mitchell ve Crow,
2006). Artan problemlere rağmen, AN'li bireyler kilo alımı konusunda takıntılı olmaya
devam eder, vücutlarının algılanan büyüklüğünden memnun kalmazlar ve kilo kaybını
sürdürmek için tasarlanmış bir dizi davranışta bulunurlar. Her şeyi kapsayan bir hastalık
olan AN, benlik saygısı vücut saygısı ile derinden iç içe geçtiği için hastaların şekline
ve kilosuna merkezi bir önem vermesine yol açmaktadır. AN'li bireylerin kişilikleri
genellikle mükemmeliyetçilik, saplantılılık, kaygı ve çoğu zaman anlaşılmaz derecede
düşük benlik saygısı ile karakterize edilir (Wonderlich ve ark., 2005).

Tablo 1. DSM-5 Anoreksiya Nervoza Tanı Kriterleri

A. İhtiyaçlarına nazaran enerji alımını kısıtlama tutumu, kişinin gelişimsel dönemine,


yaşına ve cinsiyetine göre belirgin biçimde düşük bir vücut ağırlığına yol açmaktadır.
Belirgin biçimde düşük vücut ağırlığının tanımlanması, olağan en düşük değerin
altında veya çocuklar ve gençler için beklenen en düşük değerin altında şeklinde
yapılır.

B. Kilo almaktan aşırı korkma veya belirgin olarak düşük vücut ağırlığında
olunmasına rağmen kilo almayı güç hale getiren şekilde davranma.

C. Bireyin vücut ağırlığını veya şeklini nasıl algıladığına ilişkin bir bozukluk vardır,
birey, kendini değerlendirirken vücut ağırlığı ve şekline aşırı bir değer verir veya o
esnadaki düşük vücut ağırlığının önemini algılayamaz.

O esnadaki ağırlığı belirlemek için:


Ağır olmayan: VKG> 17 kg/m2
Orta derecede: VKG 16-16,99 kg/m2
Ağır: VKG 15-15,99 kg/m2
Aşırı düzeyde: VKG <15 kg/m2

2.1.1.2. Epidemiyoloji
Galmiche ve arkadaşları (2019) 2000 ve 2018 yılları arasında yayınlanan, genel
popülasyonda resmi olarak teşhis edilmiş yeme bozukluklarının yaygınlığını ele alan 94
çalışmanın kapsamlı bir sistematik incelemesini gerçekleştirmiştir. Yaygınlık
oranlarındaki yüksek değişkenliği farklı tanı araçları kullanarak açıklamıştır. Bahsi
geçen tanı araçları arasında en sık görülenler şunlardır: DSM için Yapılandırılmış

10
Klinik Görüşme, Bileşik Uluslararası Tanı Görüşmesi ve Yeme Bozukluğu Muayenesi.
Klinik araştırma yöntemleri arasında ise en sık karşılaşılanlar arasında yüz yüze
görüşme, anket veya çevrim içi/telefon bulunmaktadır. Bulgular, yalnızca kadınlarda
%0,1 ile %3,6 ve erkeklerde %0 ile %0,3 olduğunu göstermiştir.

Qian ve arkadaşları (2022) tarafından gerçekleştirilen başka bir sistematik inceleme


ve meta-analiz, popülasyonda anoreksiya nervoza prevalansı üzerine 1990 ve 2020
yılları arasında yayınlanan 33 çalışmayı derlemiştir. Tüm çalışmalar birleştirildiğinde,
%0,2'lik bir genel yaşam boyu yaygınlık oranı (%95 GA 0,06–0,3) tespit edilmiştir.
DSM-5 kriterlerini uygulayan çalışmalarda (%18 ve tamamı batı ülkelerinde olmak
üzere) daha yüksek genel yaşam boyu yaygınlık oranı bulunmuştur [%0,9 (%95 GA
0,7–1,1)]. Bu bulgular, DSM-IV kriterlerine göre oranlarla karşılaştırıldığında, DSM-5
kriterleri uygulandığında anoreksiya nervoza yaygınlık oranlarında bir artış olduğunu
gösteren önceki araştırmalarla da uyumludur (Machado ve ark., 2013; Flament ve ark.,
2015).

Lindvall ve arkadaşları (2017) tarafından gerçekleştirilen sistematik incelemede,


genel popülasyonda DSM-5 tanılı anoreksiya nervozanın prevalansına özel olarak
odaklanılmıştır ve 2017 yılına kadar yayınlanan 19 çalışma dahil edilmiştir. Kadınlarda
anoreksiya nervoza için yaşam boyu yaygınlık oranları çalışma yöntemine göre farklılık
göstermiştir. Buna göre, yaygınlık oranları, iki aşamalı tasarıma sahip çalışmalarda
%1,7–3,6 ve görüşmeye dayalı çalışmalarda %0,8–1,9 olarak tespit edilmiştir.
Kadınlarda nokta yaygınlık oranları %0,06 ile %1,2 arasında değişmektedir ve ağırlıklı
olarak kişisel bildirimlerle değerlendirilmiştir. Bununla birlikte, 1980'lerde doğan
Finlandiyalı ikizlerin tüm örneklemle tanısal olarak görüşüldüğü popülasyona dayalı
çalışması, anoreksiya nervoza için daha yüksek yaşam boyu yaygınlık oranları
bulmuştur: kadınlarda %6,2 (%95 CI 4,6–8,3) ve erkeklerde %0,3 (%95 GA 0,08–1,3)
(Silen ve ark., 2020).

Bu çalışmada kadınlar arasında bulunan daha yüksek oran için çeşitli açıklamalar
öne sürülmüştür. Bunlar içerisinde, çalışmanın ikiz doğası, kapsamlı anoreksiya nervoza
değerlendirmesi ve ince/zayıf olma dürtüsünü destekleyen Fin sosyokültürel özellikleri
bulunmaktadır. Epidemiyolojik çalışmalar esas olarak geleneksel olarak bilinen yüksek
riskli genç kadınlar grubuna odaklanmış olsa da son yıllarda anoreksiya nervozanın

11
yaşlı insanlar arasında da yaygın olduğu gösterilmiştir (Mangweth-Matzek ve Hoek,
2017; Samuels ve ark., 2019).Yaşam boyu en yüksek yaygınlık oranları yetişkinlerde
bulunmaktadır, bu durumun temel sebebi anoreksiya nervozanın ilk olarak ergenlik
döneminde ortaya çıkması ve daha sonra yetişkinlikteki insidansla birleşmesidir
(Wonderlich ve ark., 2020). Polonyalı erkekler arasında uzunlamasına, popülasyona
dayalı bir çalışma, anoreksiya nervozanın tüm yaş gruplarında (10-80+ yaş) yaygın
olduğunu göstermiştir (Jaworski ve ark., 2019). 30 yıllık bir takip süresi boyunca
kadınlar arasında nokta yaygınlığında bir azalma bulunsa da, 50 yaşına kadar
anoreksiya nervoza vakası görülmemiştir (Brown ve ark., 2020), Başka bir çalışmada
ise, %0,2 oranı ile, 40 ile 50 yaşındaki kadınlarda 12 aylık yaygınlık oranı hala aynıydı
(Micali ve ark., 2017).

2.1.1.3. Etiyoloji
Anoreksiya nervoza yaygın olarak ergenlik, genç erişkinlik döneminde başlamakta
olup, ergenlikten önce veya 40 yaşından sonra başlaması nadir görülen bir durumdur.
Anoreksiya nervozanın başlangıcı genellikle stresli bir yaşam olayıyla
ilişkilendirilmektedir. Bozukluğun seyri ve sonucu bireyler arasında büyük farklılıklar
göstermektedir (APA, 2013). Kimlik gelişimi, ergenlik evresinin en önemli, temel
gelişim aşamalarından biridir ve yeme bozukluğu gelişimi ile giderek daha fazla
ilişkilendirilmektedir (Verschueren ve ark., 2018). Bu aşamadaki ergenlerin birincil
ihtiyacı kendilerini keşfetmektir: kimliklerini, gelişen bedenlerini ve ilişkilerini
keşfetmek. Ergenlerde bu yoldaki kimlik bütünleşmesinin olmaması, ergenin yaşam
işleyişinde ciddi bozulmalara neden olmakta ve psikolojik sağlığında bozulma ile
sonuçlanmaktadır (Erikson, 1968). Örneğin, Bruch (1981), AN için yüksek puanlara
sahip ergenlerin, kesintiye uğramış bir kimlik gelişim sürecine sahip olma eğiliminde
olduklarını belirtmiştir. Bu nedenle, bu bireyler bedenlerini uygunsuz bir kendini
tanımlama kaynağı olarak kullanmaya çalışırlar çünkü onlara göre vücut ağırlığı kontrol
edilebilir ve çağdaş toplumda değerlidir. Bu bireyler için zayıf olma dürtüsü aslında
bireyselleşme ihtiyacını temsil etmektedir (Bruch, 1981; Casper ve ark., 1992).

Yeme bozukluğu olan hastalar gıda alımını kontrol ederek vücutlarını düzenlemeye
çalışmaktadır. Bu aynı zamanda kendi kimliklerini düzenleme girişimi olarak da
değerlendirilebilir (Schupak-Neuberg & Nemeroff, 1993). Son zamanlarda yapılan bir
araştırmanın sonuçları da bu bulguyu doğrulamaktadır. Kimlik karmaşasının vücut
12
memnuniyetsizliğine ve yeme bozukluğu semptomlarına karşı savunmasızlığı arttırdığı,
kimlik bütünlüğünün ise zayıflık dürtüsüne karşı koruyucu olduğu tespit edilmiştir.
Ayrıca beden memnuniyetsizliği ve yeme bozukluğu semptomlarının kimlik
karmaşasını pozitif olarak yordadığı ve zaman içinde kimlik sentezini negatif olarak
yordadığı görülmüştür (Verschueren ve ark., 2018). Anoreksik yemenin kişinin
deneyimine anlam yükleme, kimliğini tanımlama ve yeni bir benlik duygusu geliştirme
yolu olduğu sonucuna varılmıştır (Serpell ve ark., 1999; Weaver ve ark., 2005).

Modern ana akım popüler kültür, yeni bir kültürel saplantı sunmaktadır: zayıflık. Bu
çağda, bireyler yiyecek tüketimine/diyetlerine ve vücut şekillerine odaklanmışlardır
(Schwartz ve ark., 1982). AN gelişimi için belirtilen risk faktörlerinden bazıları kadın
olmak, ergen olmak ve takıntılı bir tarza sahip olmaktır (Walsh, 2013). Ayrıca artmış
vücut kitle indeksi, fazla kilolu olma algısı, düşük benlik saygısı, ihmal edilme, depresif
belirtiler, intihar girişimleri, ailedeki ekonomik güçlükler sendromun gelişmesinde diğer
potansiyel risk faktörleri olarak bildirilmektedir (Stephen ve ark., 2014). Buna göre,
modellik, dans ya da atletizm gibi belirli meslekler ya da eğlence etkinlikleri zayıflığı
teşvik edebilir ve bozukluk riskini artırabilir (Nattiv ve ark., 1994). Ayrıca, çocukluk
çağında anksiyete bozukluğu veya takıntılı eğilim öyküsü olan kişilerde anoreksiya
nervoza gelişme riski daha yüksektir (APA, 2013). AN ve kişilik faktörleri arasındaki
ilişkiyi ele alan birkaç çalışma bulunmaktadır. Örneğin, Wonderlich ve arkadaşları
(2005), kısıtlayıcı AN tipinin yüksek derecede takıntılılık, kısıtlama ve
mükemmeliyetçilik ile karakterize edildiğini belirtmişlerdir. Benzer şekilde, Cassin ve
von Ranson (2005), hem AN hem de bulimia nervoza’nın, mükemmeliyetçilik, obsesif-
kompulsiflik, nevrotiklik, olumsuz duygusallık, düşük iş birliği yapma ve kaçınan
kişilik bozukluğu ile ilişkili olduğunu bulmuştur. Ayrıca Vitousek ve Manke'de (1994)
AN'li hastaların çoğunlukla utangaç, mükemmeliyetçi ve uyumlu oldukları
bildirilmiştir. Westen ve Harnden-Fisher'ın (2001) çalışmasında çıkarma tipi anoreksiya
nervozalı hastaların anoreksiyanın kısıtlayıcı alt tipine göre daha dürtüsel olma
eğiliminde olduklarını ve kısıtlayıcı anoreksiya tipinin daha mükemmeliyetçi ve obsesif
olarak değerlendirildiğini gözlemlemişlerdir. Ayrıca, bu hastaların temel psikolojik
özelliklerinin düşük benlik saygısı, umutsuzluk duyguları, tatmin edici olmayan kimlik
gelişimi, dış onay arama eğilimi, eleştiriye aşırı duyarlılık, özerklik ve/veya
bağımsızlıkla ilgili konularda çatışmalar olduğunu belirtmişlerdir. Bunların yanı sıra,
kısıtlı alt tip tanısı konan bireylerde genellikle obsesif-kompulsif ve çekingen kişilik

13
bozuklukları olduğu (Herzog ve ark., 1992), tıkınırcasına yeme-kusma alt tipine sahip
bireylerin borderline kişilik özellikleri, kaçınan ve bağımlı kişilik bozuklukları
gösterdiği bildirilmiştir (Sansone ve ark., 2005). Danimarka'da yapılan bir çalışmada,
anksiyete bozukluklarının yani obsesif-kompulsif bozukluk, panik bozukluğu, sosyal
fobi, travma sonrası stres bozukluğunun sonradan anoreksiya nervoza riskini arttırdığı
bulunmuştur (Meier ve ark., 2015). Benzer şekilde İsveç'te yapılan bir çalışmada obsesif
kompulsif bozukluk tanısı alan kadınlarda anoreksiya nervoza riski 16 kat, erkeklerde
37 kat artmıştır (Cederlöf ve ark., 2015). Son olarak, genetik ve fizyolojik faktörlere
odaklanan araştırmalar, birinci derece biyolojik akrabalarında anoreksiya nervoza
bulunan bireylerin anoreksiya nervoza gelişme riskinin arttığını bildirmiştir. Ayrıca tek
yumurta ikizlerinde konkordans oranları çift yumurta ikizlerine göre oldukça yüksektir
(APA, 2013).

2.1.2. Bulimiya nevroza


2.1.2.1. Tanı
Bulimiya Nervoza tıkınırcasına yeme ve ödünleyici davranış olmak üzere iki
aşamalı bir bozukluktur. Tekrarlayan tıkınırcasına yeme atakları iki unsurla karakterize
edilir: Belirli koşullar altında belirli bir zaman diliminde (örneğin iki saat) sağlıklı bir
bireyin yiyeceğinden çok daha fazlasını yemek, çok miktarda yemek yerken bu
dürtünün kontrolünü kaybetme hissi, kendini durduramama, süreci yönetememek.
Bulimia nervoza'nın telafi edici davranışları; kusma, müshil kullanma, uzun süre yemek
yememe, aşırı egzersiz yapma gibi davranışlardır. Kişi kilo almamak için telafi edici
davranışlarda bulunur. Yeme ataklarının ve ödünleyici davranışların ortalama 3 ay
içinde haftada bir (en az) olması gerekir.

Bulimia nervoza tanısında öz değerlendirme önemlidir. Özellikle kişinin kendi değeri


vücut şekli ve ağırlığından büyük ölçüde etkileniyorsa, bunun bir sorun olduğu
varsayılır. Anoreksiya nervoza ve bulimia nervoza birbiriyle karıştırılabilir. Bunun
nedeni, anoreksiya nervozanın alt tiplerinde yeme ve kusma döngülerinin
görülebilmesidir. Bu nedenle bir kişiye bulimik tanı konulabilmesi için atak ve
ödünleyici davranışların sadece anoreksiya dönemlerinde ortaya çıkmaması gerekir
(DSM-V, 2013).

14
Tablo 2. Bulimia Nervoza Tanı Kriterleri

A. Tekrarlayan tıkınırcasına yeme epizodları iki öğe ile karakterize edilir:

• Benzer koşullar ve süreler altında, belirli bir süre içinde (örn. iki saat) çoğu
insanın yiyebileceğinden daha fazla yemek yemek.
 • Aynı zamanda yeme konusunda kontrolün kaybolduğu hissi (kendine hâkim
olamama)

B. Kilo almamak için kusma, laksatif kullanma, yemek yememe veya aşırı egzersiz
yapma gibi uygunsuz tekrarlayıcı telafi edici davranışlarda bulunmak.

C. A ve B maddelerinin her ikisi de ortalama 3 ay içinde haftada en az bir kez


alınmalıdır.

D. Bir kişinin kendini değerlendirmesi, vücut şekli ve ağırlığından büyük ölçüde


etkilenir.

E. Bozukluk sadece anoreksiya nervoza dönemlerinde ortaya çıkmaz.

• Ağır değil; Haftada 1-3 kez,


• Ilıman; Haftada 4-7 kez,
• Ağır; haftada ortalama 8-10 kez,
• Aşırı; haftada ortalama 14+ (DSM-V, 2013)

2.1.2.2. Epidemiyoloji
Bulimia nervoza insidansını araştıran az sayıda çalışma bulunmaktadır (Eeden ve
ark., 2021). Buna göre, 1980'lerde doğan Finlandiyalı ikizlerle yapılan bir kohort
çalışmasında, 10 ila 20 yaşları arasındaki DSM-5 bulimia nervoza insidans oranı,
100.000 kişi-yılında genel olarak 100 ve 100.000 kişi-yılında 180 olarak bulunmuştur
(Silen ve diğerleri, 2020). Hollanda, İngiltere ve Norveç gibi ülkelerde yapılan insidans
araştırmalarına göre en yüksek insidans 20-29 yaş arası kadınlarda görülmüştür (Eeden
ve ark., 2021).

Bununla birlikte bulimia nervoza'nın kadınlarda erkeklere göre yaklaşık üç kat daha
fazla görüldüğü bildirilmiştir (Campbell ve ark., 2014). DSM-5 kriterlerine göre yapılan
epidemiyoloji çalışmalarında bulimia nervoza'nın yaşam boyu yaygınlığı %2,3 olarak

15
bulunmuştur. Cinsiyete göre yaygınlık incelendiğinde yaşam boyu yaygınlık kadınlarda
%0,9-1,3, erkeklerde ise %0,1-0,5 olarak bulunmuştur (Smink ve ark., 2012).
Görüldüğü gibi, bozukluğun kadınlarda gelişme olasılığı çok daha yüksektir. Diğer bir
bulgu ise hastalığın ortalama başlangıç yaşının 16-17 olması (Campbell ve ark., 2014;
akt. Özsoy, 2021), bu bozukluk için risk grubunun ergenlik çağındaki kızlar olduğunu
göstermektedir.

Galmiche ve arkadaşları (2019) tarafından yapılan kapsamlı sistematik derlemede


bulimia nervoza için yaşam boyu yaygınlık oranları kadınlarda %0,3 ila %4,6 ve
erkeklerde %0,1 ila %1,3 arasında değişmektedir. Qian ve arkadaşları (2022) bulimiya
nervoza için genel yaşam boyu yaygınlık oranını %0.6 (%95 GA 0.3-1.0) olarak
bildirmiştir. Bu inceleme, Asya çalışmalarının nispeten büyük bir bölümünü (%40)
içermektedir. Bulimia nervoza için Batı ülkelerinde yaşam boyu yaygınlık, Asya
ülkelerindekinden 7,3 kat daha yüksektir. Yalnızca DSM-5 kriterlerini uygulayan
çalışmalar kullanıldığında (%18; tümü Batı ülkelerinde), birleştirilmiş genel yaşam
boyu yaygınlık oranı %1,4'e (%95 GA 0,0–6,3) yükselmiştir (Qian ve ark., 2022).
Literatürde gerçekleştirilen diğer çalışmalar da bu yaygınlık artışını desteklemiştir
(Eckert ve ark., 1995; Eddy ve ark., 2002), bu durum DSM-IV'e kıyasla DSM-5'te
gereken aşırı yeme ve telafi edici davranış sıklığının daha düşük olmasıyla açıklanabilir.

Lindvall Dahlgren ve arkadaşları (2017) sadece DSM-5 kriterlerini uygulayan


çalışmaları incelemiştir. DSM-5 kriterlerini uygulayan bulimia nervoza çalışmalarının
çok az olduğunu bildiren yazarlar, buna rağmen bulimia nervoza prevalansında bir artış
için ön kanıtlar bildirmiştir (Lindvall ve ark., 2017). İki aşamalı iki çalışma, kadınlarda
%0.6'lık bir nokta yaygınlık oranı bildirmiştir (Machado ve ark., 2013; Smink ve ark.,
2012). Görüşmeye dayalı bir çalışmada, yaşam boyu yaygınlık oranı kadınlar arasında
%2.6 olarak bulunmuştur (Stice ve ark., 2013). Kişisel bildirim çalışmalarında, nokta
yaygınlık oranları kadınlarda %0,5 ile %8,7 arasında değişmektedir. Bu sistematik
incelemelerden bu yana, son yıllarda DSM-5 tarafından tanımlanan bulimiya
nervozanın prevalansı üzerine birçok çalışma yayınlanmıştır. Kadınlar arasında, yaşam
boyu yaygınlık oranları %2,3 civarında (%2,1-2,6 aralığında) olarak bulunmuştur (Silen
ve ark., 2020; Micali ve ark., 2017; Glazer ve ark., 2019; Bagaric ve ark., 2020). Bu da,
DSM-5 kriterlerinin kullanıma girmesinden bu yana bulimia nervoza yaygınlığında bir
artış olduğunu göstermektedir.

16
2.1.2.3. Etiyoloji
Bulimiya nervoza da dahil olmak üzere tüm yeme bozuklukları çok çeşitli
faktörlerden etkilenmektedir. Bulimiya nervozanın gelişimine ve sürdürülmesine etki
eden biyolojik, psikolojik, kültürel, toplumsal ve ailesel etkilerin olduğu bilinmektedir
(Aytaç ve Hocaoğlu, 2016). Bulimia nervozaya etki eden faktörlerden biri genetiktir.
Yapılan çalışmalar, aile kalıntılarının etiyolojiye katkı sağladığını göstermektedir.
İkizlerle yapılan bir araştırmada, bulimia nervoza’nın kalıtsal geçişi %25-83 arasında
tespit edilmiştir (Özsoy, 2021). Bir diğer çalışma, ailesinde bulimia nervoza öyküsü
olan bireylerin, ailesinde bulimia nervoza tanısı alan biri bulunmayanlara göre 4 kat
daha fazla bozukluk geliştirme riski altında olduğunu tespit etmiştir (Özsoy, 2021).

Bulimia nervozanın gelişiminde, anne-babadan ayrılıp özerkleşememe, kendilik


algısında yanlış ve işlevsiz inançlara sahip olma, benlik algısında düşüş, daimî bir
biçimde kilo vermeyi ve daha iyi görünmeyi düşünme rol oynamaktadır (Ersoy, 1991).
Bulimia nervoza hakkında yapılan çalışmalar, bozukluğun genellikle kadınlarda ortaya
çıktığını göstermektedir. Ayrıca, kadın hastaların kadınlıkları konusunda şüphe
duydukları ve kendilerini daha az çekici algıladıkları da görülmektedir. Bulimia
nervozanın etiyolojisinde önemli bir faktör, başarı duygusudur. Bozukluğa sahip kişiler,
başarılı olsalar bile başarılı hissetmezler. Daha iyisini yapmak için sürekli ve aşırı bir
çaba içerisinde olmak, bozukluğun gelişiminde etken bir faktördür. Nitekim bulimik
hastalar ile yapılan çalışmalarda, yüksek başarı, düşük benlik saygısı ile ilişkili
bulunmuştur (Lacey, 1986).

Bu anlamda, kişinin başarılı olmasının koruyucu bir faktör olmadığı görülmektedir.


Aslında, bulimia nervoza hastalarında temel bir işlevsiz inanç yapısı bulunmaktadır.
Mükemmeliyetçilik algısı, başarının olumsuz değerlendirilmesinde önemli rol
oynamaktadır. Bireyler, yaşamın her alanında en iyi performanslarını sergilese bile daha
iyisinin yapılabileceğine inanıp hiçbir zaman memnun olmazlar. Bu anlamda,
mükemmeliyetçiliğin getirdiği yoğun stres duygusu ile başa çıkmak için yeme atakları
geliştirirler. Bu durum, bulimia nervozada strese neden olacak zihinsel süreçlerin
önemli olduğunu göstermektedir.

Bulimia nervozadaki bir diğer psikolojik faktör dış görünüş ve beden ağırlığı ile
abartılı bir biçimde meşgul olmaktır. Kilo vermekte zorluk çekmek, diyeti yarıda

17
kesmek ve dış görünüşle aşırı ilgilenmek risk faktörleridir. Bu psikolojik faktörün
mükemmeliyetçilik ile ilişkisi bulunmaktadır. Zihnin daimî bir biçimde "en iyi haliyle
görünme" çabası, bulimia nervoza kriterlerinin gelişmesine yol açar. Son derece katı
diyetler, şok diyetler ve yasaklanmış gıdalar da yeme, kusma döngüsünde önemli
faktörlerdir. Kişi kendini uzun süre aç bıraktığında, yeme atakları geçirmesi
muhtemeldir.

Bulimia nervozanın etiyolojisine katkı sağlayan bir diğer faktör ise düşük benlik
saygısıdır. Yeme bozukluğuna sahip bireyler kendini değerli hissetmek için yalnızca
beden görünümlerinin iyi olmasını dikkate alırlar. Bu kriter dışındaki tüm kriterlerin
önemsiz olması, tek yönlü bir bakış açısını ve saplantıyı beraberinde getirmektedir.
Ebeveynler arasındaki ilişkilerdeki sorunlar ve aile üyeleriyle zayıf sosyal ilişkiler,
yeme bozukluğu için risk faktörleri olarak görülmektedir. Yanı sıra, sosyal medyanın
yaşamda başat bir rol oynaması ile bireylerin daimî bir biçimde en iyi, en mutlu ve
güzel olduğu koşul ve hallerini paylaşmaları da bozukluk geliştirme riskini
artırmaktadır (Ersoy, 1991).

2.1.3. Diğer yeme bozuklukları


2.1.3.1. Tıkınırcasına yeme bozukluğu
DSM-5’te gerçekleştirilen bir değişiklik, tıkınırcasına yeme bozukluğunun
eklenmesidir. Daha önce, DSM-IV'te aşırı yemeye geçici bir statü verilmiştir. Bu ise,
psikolog ve psikiyatristleri aşırı yeme davranışını incelemeye teşvik etmiştir.
Gerçekleştirilen araştırmalar artık tıkınırcasına yeme bozukluğunun ayrı bir klinik
sendrom olduğu fikrini desteklemiştir (Wonderlich ve ark, 2009). Bu nedenle DSM'ye
yeni bir resmi teşhis olarak girmiştir.

Tıkınırcasına yeme bozukluğu, bulimia nervoza ile bazı ortak klinik özelliklere
sahip olsa da önemli bir fark vardır. Her iki bozuklukta da tıkanırcasına yeme atağı
geçirme ortaktır. Bununla birlikte tıkanırcasına yeme bozukluğu olan kişi; çıkarma,
müshil kullanma ve hatta kilo alımını sınırlamak için egzersiz yapma gibi herhangi bir
uygunsuz "telafi edici" davranışta bulunmamaktadır. Ayrıca, tıkanırcasına yeme
bozukluğunda, bulimia nervoza veya anoreksiya nervoza için tipik olandan çok daha az
diyet kısıtlaması vardır (Wilfley ve ark., 2000). Tipik bir tıkanırcasına yeme ortalama
olarak yaklaşık 1.900 kaloridir (Bartholme ve ark., 2006). Bu nedenle tıkanırcasına

18
yeme bozukluğu aşırı kilolu ve hatta obez olmakla ilişkilidir (Hudson ve ark., 2007;
Pike ve ark., 2001), ancak bulimia nervozada olduğu gibi kilo tanı koymada yer alan bir
faktör değildir. İlginç bir biçimde, tıkanırcasına yeme bozukluğu olan bireylerin, aşırı
kilolu, obez olan ve tıkanırcasına yeme bozukluğu olmayan hastalara göre ağırlık ve
şeklin önemi hakkında aşırı değerli fikirlere sahip olma olasılığı daha yüksektir. Bu
yönüyle de bulimia nervozalı kişilere benzemektedirler (Allison ve ark., 2005).

Tıkanırcasına yeme bozukluğu tanısında iki temel husus önem arz etmektedir.
Kişiler, benzer koşulda ve sürede, çoğu insanın yiyebileceğinden daha fazla yiyeceği,
benzer bir zaman diliminde tüketirler. Bu dönemde, yemek yeme davranışı üzerindeki
kontrol hissinin kaybolduğu görülür. Bu davranış, ortalama 3 ay içerisinde haftada en az
1 kez gerçekleştirildiği takdirde tanı konulur. Tıkanırcasına yeme bozukluğu tanısı
konulabilmesi için, aşağıdaki maddelerden en az üçünün görülmesi gerekir:

 Gerektiğinden çok daha hızlı yeme.


 Rahatsız edici bir şekilde tokluk hissedene kadar yeme.
 Aç olmadıkça fazla ölçülerde yeme.
 Ne denli yediğinden utandığı için kendi başına yeme.
 Daha sonra tiksinti, depresif veya çok suçlu hissetmek
Tıkanırcasına yeme bozukluğu, bulimiya nervoza’nın atak dönemi ile benzerdir.
Bununla birlikte tıkınırcasına yeme bozukluğunda kusma, müshil kullanımı gibi
ödünleyici davranışlar görülmez (DSM-V, 2013).

Tablo 3. Tıkınırcasına Yeme Bozukluğu Tanı Kriterleri

A. Tekrarlayan tıkınırcasına yemeler görülür. Bir tıkınırcasına yeme atağı aşağıdaki


maddelerden her ikisi ile karakterize edilebilir:

1. Benzer şartlarda, benzer zamanlarda, ortalama birinin yiyebileceğinden daha


çok miktardaki yiyeceği belirli bir zaman diliminde (örneğin iki saat) yemek
1. Bu dönem esnasında, yemek yemeyle ilgili denetim duygusunun ortadan
kalkması

B. Tıkınırcasına yeme periyodlarına aşağıdaki maddelerden üçü veya daha fazlası


eşlik etmektedir:

1. Normalden hızlı yeme.


2. Rahatsız hissettirecek seviyede tokluk yaşayana kadar yemeyi sürdürme.

19
3. Fiziksel açlık duymuyorken aşırı yeme.
4. Ne kadar çok yediğinden utanıldığı için kendi başına yeme.
5. Yedikten sonra kendinden tiksinme, çökkünlük ya da suçluluk hissi.

C. Tıkınırcasına yeme ile ilgili olarak belirgin bir sıkıntı hissi yaşanır.

D. Bu tıkınırcasına yeme eylemi, ortalama olarak üç ay içinde, en az haftada bir kez


gerçekleşir.

E. Tıkınırcasına yemeye, bulimiya nervozada olduğu gibi yineleyen uygunsuz


ödünleyici davranışlar eşlik etmemektedir ve tıkınırcasına yeme, yalnızca bulimiya
nervoza ya da anoreksiya nervozanın gidişi sırasında ortaya çıkmamaktadır.

2.1.3.2. Tanımlanmış diğer bir yeme bozukluğu


DSM-5’te yer alan bu kategori, klinik açıdan belirgin bir biçimde probleme veya
toplumsal, mesleki veya diğer işlevsellik alanlarında düşüşe sebebiyet veren, beslenme
ve yeme bozukluğunun semptomatik niteliklerinin yoğun olduğu, bununla beraber
bunların DSM-5’te bulunan yeme bozuklukları tanı kategorisindeki diğer tanılar için
tanı ölçütleri tam anlamıyla karşılamadığı koşullarda kullanılmaktadır. “Tanımlanmış
diğer” adı kullanılarak belirlenebilecek görünümler için örnekler aşağıdaki tabloda yer
almaktadır.

Tablo 4. Tanımlanmış Diğer Bir Yeme Bozukluğu Tanı Kriterleri

1. Atipik anoreksiya nervosa: Önemli kilo kaybına ragmen kişinin vücut ağırlığının
normal araliğin içinde veya üzerinde olması dışında, anoreksiya nervosa için tüm
kriterler karşılanmaktadır.
2. Bulimia nervoza (düşük sıklık ve/ veya sınırlı süreli): Aşırı yeme ve ortalama
olarak haftada birden az ve/veya üç aydan az süren uygunsuz telafi edici
davranışlar dışında bulimiya nervoza için tüm ölçütler karşılanır.
3. Tıkınırcasına yeme bozukluğu (düşük sıklıkta ve/ya da sınırlı
süreli): Tıkınırcasına yeme bozukluğunun ortalama olarak haftada birden az
ve/veya üç aydan az ortaya çıkması dışında tüm ölçütler karşılanır.
4. Çıkarma bozukluğu: Tıkınırcasına yeme olmaksızın vücut ağırlığını veya şeklini
etkileyen yineleyici çıkarma davranışı (örn. Kendi kendine kusma veya laktasif,

20
diüretik veya diğer ilaçları kötüye kullanma).
5. Gece yemek yeme bozukluğu: Yemekten sonra uyanma veya akşam yemeğinden
sonra aşırı yeme, yemek yemenin bilincinde olma ve gece yemek yemeyi
hatırlama ile kendini gösteren, yineleyici gece yeme nöbetleri. Geceleri yemek
yemek kişinin uyku-uyanıklık döngüsündeki değişiklikler veya yerel sosyal
değerler gibi dış etkilerle daha iyi açıklanır. Geceleri yemek yemek önemli
ölçüde strese ve/veya performansın düşmesine neden olur. Yeme bozukluğu,
tıkınırcasına yeme bozukluğu veya madde kullanım bozukluğu gibi başka bir
ruhsal bozuklukla daha iyi açıklanamaz ve başka bir tıbbi duruma veya bir ilacın
etkisine bağlı değildir.

2.1.3.3. Tanımlanmamış beslenme ve yeme bozukluğu


DSM-5’te yer alan bu kategori, klinik açıdan belirgin bir biçimde probleme veya
toplumsal, mesleki veya diğer işlevsellik alanlarında düşüşe sebebiyet veren, beslenme
ve yeme bozukluğunun semptomatik niteliklerinin yoğun olduğu, bununla beraber,
bahsi geçen durumların DSM-5’te bulunan tanı kümesindeki kriterleri karşılamadığı
durumlarda kullanılmaktadır.

2.2. Bağlanma ve Bağlanma Tipleri


Sevilmek, büyütülmek, korunmak ve ilgilenilmek insanoğlunun en temel
ihtiyaçlarındandır. Doğumdan itibaren, tehlike ve stres zamanlarında bebeğin
güvenebileceği, bebeği koruyabilecek, rahatlatabilecek, ilgilenebilecek bir kişiyi veya
birkaç kişiyi belirlemek evrimsel olarak adaptif bir davranıştır. Bu sığınaklar olmadan
hayat son derece stresli, zor, tehlikeli ve muhtemelen dayanılmaz olmaktadır. İnsanların
bu önemli kişilerle sahip oldukları yakın bağlar, yani bağlanma, temel hayatta kalma
değerine sahiptir ve bunlar, bağlanma teorisi tarafından araştırılmaktadır.

Bebeklik dönemindeki bağlanmanın güvenliği, aksi takdirde çaresiz olan minik


insan yavrusu için hayatta kalma değerine sahip olmakla kalmamakta, aynı zamanda
gelecekteki yakın ilişkilerinin gidişatını da şekillendirmektedir. İnsan bağlılığı bebeklik
ile sınırlı değildir, insanların yaşam boyu gelişim süreci boyunca romantik partnerleri,
arkadaşları ve akrabaları ile kurdukları şefkatli bağları karakterize eder. Güvenli

21
bağlanma bireylerin yaşam kalitelerini yükseltmekte, bireyleri daha mutlu, yaşamdan
daha doyumlu ve hatta daha sağlıklı kılmaktadır (Mikulincer ve Shaver, 2007).
Bağlanma, son 30 yıllık süreçte duygudurum düzenleme ve kişilerarası ilişkileri
kavramada alan yazına katkı sunan kuramlardan birisidir.

2.2.1. Bowlby’nin bağlanma kuramı


John Bowlby, 1928 yılında Cambridge Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra
gelişim psikolojisi alanında çalışmaya başlamıştır. Bu dönemde uyumsuz çocuklar için
bir okulda gönüllü olarak çalışan Bowlby’nin bağlanma kuramını şekillendirmesinde bu
okuldaki iki öğrencisi etkili olmuştur. Bu öğrencilerden biri, okuldan hırsızlık nedeniyle
kovulan ve anne figürünün eksikliğini yaşayan, sevgisiz büyüyen bir çocuktur. Diğer
çocuk ise, adeta Bowlby’nin gölgesi gibi peşinde dolanan, endişeli bir çocuktur
(Bretherton, 1992). Bu iki örneğin etkisi ile kariyerine çocuk psikiyatristliği ile devam
etmek isteyen Bowlby, erken dönem aile ilişkilerinin kişilik ve psikopatoloji üzerindeki
etkili olduğu fikrini edinmiştir. Bowlby, psikanalitik bakış açısıyla yetişen bir psikolog
olarak, alana girdiğinde psikanalitik kuramın çocuk psikiyatrisinde oldukça eksik
kaldığını gözlemlemiştir. 1944’te yayınladığı “Kırk Dört Çocuk Hırsız: Kişilikleri ve
Yaşamları” makalesinin ardından, eksik bir anne figürünün çocukları fiziksel ve ruhsal
rahatsızlıklara eğilimli kıldığını gösteren ve World Health Organization (WHO)
tarafından yayımlanan rapor ile yaşamın ilk yıllarında anne ile kurulan ilişkinin insan
yaşamındaki önemi araştırma sonuçlarında gösterilmiştir (Soysal ve ark., 2015).
Bununla birlikte, tüm bu raporlar ve makaleler, erken dönemindeki eksik anne
figürünün ne şekilde ve neden olumsuz sonuçlara yol açtığını göstermemektedir. Bu,
dönem itibariyle henüz cevaplanamamış bir sorudur. Bunun üzerine Bowlby, tasarladığı
araştırma sonuçları ile bağlanma kuramını geliştirmiştir. Günümüzde hala, bu kuramın
ortaya attığı, bebeklikteki bağlanma stilleri ile yetişkinlikteki bağ kurmada görülen
benzerlikler ve farklılıklar araştırılmaya devam etmektedir.

Bağlanma Teorisi, bakıcılarla erken deneyimlere dayanan insan davranışını


açıklama ve tahmin etme konusundaki geniş potansiyeli ile psikolojideki en etkili teorik
çerçevelerden biridir. John Bowlby (1973), bağlanma sisteminin, hayatta kalmayı
sağlamak için bebeğin bağlanma figürüyle olan yakınlığını ayarlayan, doğuştan gelen,
evrimsel olarak uyarlanabilir bir düzenleyici cihaz olduğunu savunmuştur. İnsan
bebeklerinin doğumda olgunlaşmamış olmaları nedeniyle, hayatta kalmak için bir
22
yetişkinin korumasına ve bakımına ihtiyaçları bulunmaktadır. Doğal seçilim
baskılarının bir sonucu olarak, bebekler koruma ve bakım sağlamaya istekli yetişkinlere
yakınlık sağlayan bir dizi davranış geliştirirler, bunlar arasında gülümsemek, gevezelik
etmek, ağlamak, sarılmak ve takip etmebulunur. Bu davranışlar yaşamın ilk haftasında
başlar ve ikinci yılın sonuna kadar devam eder (Bowlby, 1980). Bu mekanizmaya
bağlanma davranışsal sistemi adını vermiştir. Bu bağlanma davranış sistemi içinde,
birincil bakıcı olarak tanımlanan bağlanma figürünün, bebeğin sıkıntılı zamanlarda
destek ve rahatlık için başvurabileceği fiziksel ve duygusal bir sığınak işlevi gördüğü
öne sürülür, bebeğin dünyayı keşfedip öğrenebileceği ve kendi kişiliğini
geliştirebileceği güvenli bir temeldir. Bağlanma davranış sistemi, fiziksel, fizyolojik
veya psikolojik bir tehdit algılandığında (örneğin bir yırtıcı hayvan, açlık, hastalık)
bağlanma figüründen çok fazla uzaklaşmama, bağlanma figürünü arama şeklinde aktive
olmaktadır.

Bağlanma davranış sistemi, bağlanma figürü rahat ulaşılabilecek bir mesafede


olmadığında bebekte ayrılma protestosunu da ortaya çıkarır. Bağlanma sistemi ve keşif
sistemi zıt çalışır. Çevrede algılanan bir tehdit olduğunda, bağlanma sistemi aktive olur,
bebek keşif davranışını durdurur ve yakınlık arar. Bağlanma figürü bebeğe destek ve
rahatlık verdiğinde, bağlanma sistemi aktif olmaya başlar ve keşif sistemi aktif hale
gelir- bebek çevreyi güvenli ve özgürce keşfeder, fiziksel ve bilişsel aktiviteye girer.
Bağlanma figürü, bu birincil bağlanma stratejisine, yani yakınlık arama girişimlerine
karşı tekrar tekrar ve sürekli olarak duyarlıysa, bebeğin bağlanma davranışı pekiştirilir
ve “güven duygusu” yaşar (Sroufe ve Waters, 1977). Bu döngünün tekrarı, güvenli bir
bağlanma stilinin ve dünyanın olumlu bir içsel çalışma modelinin geliştirilmesine
yardımcı olur. Öte yandan, bağlanma figürü ihtiyaç anında fiziksel veya duygusal olarak
müsait değilse, bebek hayatta kalmasını sağlamak için ikincil bir bağlanma stratejisi
geliştirmeye zorlanır, bu da güvensiz bir bağlanmaya ve olumsuz bir içsel çalışma
modeline yol açar.

Bağlanma figürü sürekli olarak yakınlığı reddederse, bebek yakınlık aramayı


geçerli olmayan bir seçenek olarak kavramsallaştırır, bağlanma sistemini devre dışı
bırakır ve Bowlby'nin (1969) "kompulsif kendine güven" dediği, kendi başına sorunlarla
baş etmeye çalışır. Bu da yüksek düzeyde kaçınmaya, dolayısıyla kaçınan bağlanma
stiline yol açar – “Sorunlarımı çözmek için yalnızım” (Shaver ve Mikulincer, 2002).

23
Öte yandan, eğer bağlanma figürü tutarsız bakım veriyorsa, yani bazı zamanlarda
yakınlık arama girişimlerini tatmin ediyorsa, ancak diğer zamanlarda bunu
başaramıyorsa, bebek yakınlık arayışını hala uygulanabilir bir seçenek olarak görür ve
hiperaktivasyon kullanır. Bağlanma figürünün dikkatini çekmek için yakınlık arama
girişimlerini yoğunlaştırdığı stratejiye ise Bowlby (1969) protesto adı vermiştir. Bu
bağlanma stili ise, yüksek bağlanma kaygısının, dolayısıyla kaygılı bağlanma tarzının
gelişmesine yol açar – “Dikkat çekmek ve yardım almak için yapışkan şekillerde
davranmak zorundayım” (Shaver & Mikulincer, 2002). Bağlanma davranış sisteminin
bu farklı örüntüleri ilk olarak Mary Ainsworth ve arkadaşları (1978) tarafından bir dizi
laboratuvar çalışmasının sonucu olarak farklı bağlanma stilleri olarak
kavramsallaştırılmıştır.

2.2.2. Ainsworth’ün kurama katkıları


Amerikalı bir gelişim psikoloğu olan Mary Ainsworth, araştırması aracılığıyla
üç farklı bağlanma stili bulmuştur. 1954 yılında Afrika'da çalışarak bağlanma stillerine
dayalı bir görüş geliştirmiştir. Ainsworth bu nedenle görüşlerini üç farklı bağlanma türü
adı altında bildirmiş, bebeklerin bakıcılarından ayrılmaya ve bakıcılarına geri dönmeye
verdikleri tepkilerdeki önemli farka dikkat çekmiştir. Buna rağmen, Ainsworth,
raporunda üç temel sütunu vurgulamıştır:
• Bebeklerini ve çocuklarını emziren anneler daha güçlü bir bağlanma profili
gösterir.
• Anne bakımı arttıkça ve bebekler annelerin gittikleri yerlerde daha fazla
zaman geçirdikçe daha güvenli bağlanma sağlanır.
• Annenin bebeğe olan ilgisi ve hassasiyeti güvenli bağlanmayı önemli ölçüde
etkiler. Sonuç olarak, daha duyarlı ve bebeklerinin duygu ifadelerini görmeye
hazır olan anneler, çocukları ile aralarında güvenli bir bağ oluşturur (Bakermans-
Kranenburg & IJzendoorn, 2004).

Ainsworth tarafından tasarlanan deney, bağlanma literatürüne önemli katkıda


bulunmuştur. Tipik bir prosedürde, bir anne ve çocuğu (genellikle yaklaşık 12 aylık),
oyuncakların bulunduğu yabancı bir odada otururlar. Bunu, bebeğin alışılmadık bir
ortamda keşfetmesini, bir yabancıyla etkileşim kurmasını, birincil bakıcıdan ayrılmasını
ve sonra yeniden bir araya gelmesini gerektiren sekiz bölüm takip eder (Ainsworth ve

24
ark., 1978). Bebeklerin ayrıldıktan sonra annelerinin dönüşüne gösterdikleri tepki, farklı
bağlanma stillerinin temel göstergesi olarak görülmüştür. Ainsworth, bu tepkileri üç ana
bağlanma stilinde kategorize etmiştir (Ainsworth ve ark., 1978).

2.2.2.1. Güvenli bağlanma


Güvenli bir şekilde bağlanan bebekler, anneleri odadan ayrıldığında endişeli, geri
döndüğünde ise mutludur; Annenin odadayken çevreyi keşfetmeye devam ettiği
görülebilir. Bu bağlamda, güvenli bağlanan bebekler yakınlık kurabilir, rahatlık
arayabilir ve yakınlarda bir bakıcı varken kendilerini güvende hissedebilirler. Güvenli
bağlanma, bağlanmanın en sağlıklı şeklidir. Bir çocuğun bakıcısının varlığıyla rahat
hissettiği bir bağlanmayı tanımlar. Güvenli bağlanan çocuklar kendilerini güvende
hissederler ve güvenecekleri birileri vardır. Güvenli bağlanan çocuklar, bakıcılarını
yabancılara tercih ederler, bakıcılarında rahatlık ararlar ve bakıcıları varken çevrelerini
rahat keşfederler. Güvenli bağlanma, bir birey üzerinde kalıcı etkileri olduğu için
sağlıklı gelişim için çok önemli görülmektedir. Denge ve özen duygusuyla büyüyen
güvenli bağlanan çocuklar, çevrelerindeki dünyayı araştırmayı ve onunla etkileşim
kurmayı daha kolay bulurlar (Görünmez, 2006). Yetişkinlikte, güvenli bağlanma daha
yüksek benlik saygısına, daha uzun vadeli sağlıklı ilişkilere ve sosyal destek için
başkalarına güvenme becerisine dönüşür. Olumlu bir bakıcı ilişkisi ile büyüdüklerinden,
güvenli bağlanan çocuklar her türlü ilişkide başkalarıyla sağlıklı bir bağ kurabilirler
(Görünmez, 2006).

2.2.2.2. Güvensiz kaçınmacı bağlanma


Kaçınmacı bağlanma, bağlanma kuramında geliştirilen, bakıcısından kaçan ve
ondan teselli aramayan bir çocukla karakterize edilen güvensiz bağlanma stillerinden
biridir. Bu çocuklar, bakıcılarını bir yabancıya çok az tercih edecek veya hiç tercih
etmeyeceklerdir. Zor zamanlarında anne babalarını aramazlar. Kaçınmacı bağlanan
bebekler, bakıcının odadan çıkmasından etkilenmez ve dadı odaya geri döndüğünde,
sanki hiçbir şey olmamış gibi oyuncaklarla ilgileniyor gibi görünmektedirler
(Görünmez, 2006).
Kaçınmacı bağlanma, bir çocuk bakıcısının kendisini rahatlatması ve ona bakması
için sürekli olarak güvenemeyeceğini hissettiğinde oluşur. Kaçınmacı bir çocuk,
bakıcısını bir yabancıya tercih etmez, çünkü yabancının ihtiyaçlarına gerçek
bakıcısından daha fazla uyum sağlaması mümkündür. Kaçınmacı bir bağlanma ile

25
büyüyenlerin, yaşamlarının ilerleyen dönemlerinde yakınlık sorunları yaşamaları ve
sosyal ilişkilerden dışlanmaları daha olasıdır. Bakıcılarıyla yakın bir bağ içinde
büyümedikleri için, hayatlarında başkalarıyla sağlıklı bir bağ kurmakta zorlanırlar.

2.2.2.3. Güvensiz kaygılı bağlanma


Kaygılı bağlanan bebekler hem huzursuz hem de kızgın olarak görülürler, bakıcı
ayrıldığında çevreyi keşfetmeyi tamamen bırakırlar hem bakıcıyla iletişim kurma hem
de bakıcı geri döndüğünde onları uzaklaştırma arzusu içindedirler (Soysal ve ark.,
2015).

Kaygılı bağlanma, bakıcının çocuklara karşı büyük ölçüde kararsız tepkilerinin


bir sonucudur. Bakıcılar bir gün duygusal olarak hazır olduğunda ve uyum sağladığında,
ertesi gün duygusal olarak müsait olmadığında ve zihinsel olarak hazır olmadığında, bu,
çocuklarda bu tutarsızlıklara uyum sağladıkça kaygı yaratır. Çocuklar, bakıcılarının
ihtiyaçlarını karşılama becerisine olan güvenlerini hızla kaybederler, ancak yine de
onlara ihtiyaçları olduğunu bilirler. Sonuç olarak, bakıcılarından ilgi görmeye devam
ederken ihtiyaçları konusunda endişelenirler. Kaygılı bağlanan çocuklar, ayrılığa karşı
güçlü duygusal tepkiler verme eğilimindedirler ve bakıcılarının öngörülemez olduğunu
öğrendikleri için onlara çok yakın olmak için derin bir ihtiyaç duyarlar (Nielsen ve ark.,
2017).

2.2.3. Bartholomew'in dörtlü bağlanma modeli


Ayrımsız tepki aşaması: Bu aşamada bebekler yaklaşık 3 aylık olana kadar
çevrelerindeki insanlara benzer tepkiler gösterirler. Bebekler anneleri ve çevreleri
arasında ayrım yapmazlar. Doğumdan sonra bebeklerin insan yüzleri ve sesleri için
seçici bir tercihleri var gibi görünmektedir. Bu aşamadaki tipik davranış şekilleri
ağlama, bir şeylere ulaşmaya çabalama, mimiklerin ve davranışların takip edilmesi,
kavrama eylemi, gülümseme biçimindedir. Gülümsemek bebek ve bakıcı arasındaki
ilişkiyi olumlu yönde etkilese de bu aşamadaki bebekler gelişigüzel gülümseyecektir
(Yıldız, 2008). Ayrımsız tepki aşamasındaki bebek bakımveren ile karşı karşıya
geldiğinde çoğunlukla ağlamayı bırakır ve pozitif tepkiler aldığı bakımveren ile daha
çok vakit geçirmeye çalışır.
Tanıdık Yüzlere ve Sinyallere Yönelme Aşaması: 3 ila 6 ay arasındaki bebekler, açık
bir biçimde anne/bakımveren figürünü, diğerlerine tercih eder. Bu dönemde bakımveren
ile bebek arasındaki ilişki açık biçimde yoğunlaşır. Bebek, kendi ihtiyaçlarına en çabuk

26
karşılık veren ve sevgili dolu olan kişi ile en güçlü bağlanma duygusunu kurar (Sümer
& Güngör, 1999).

Temel Yakın Figür Arama: Doğumdan sonraki 6 ay ile yaşamın 3. Senesine


kadar devam eder. Bu aşamada bebek bakımverenin eylemlerini gözler, bakımveren
yanından uzaklaşmaya başladığında tepki verir. Ayrıca, bu aşamada bebek, kendisiyle
etkileşim kuran kişilerde olumlu figür-olumsuz figür ayrımı yapar (Şimşek, 2008).
Ortaklık Davranışında Değişim: Bu aşama, 3 yaştan çocukluğun sonuna kadar devam
eder. Bebek, bakımvereni ile bütün olmadığını, bakımverenin kendisinden ayrı
olduğunu, başka şeyler hissedip başka güdülenme kaynaklarına sahip olduğunu
anlamaya başlar ve bakımverenin kendisinden kopmasına izin verir.

2.2.4. Bağlanma stilleri ile ilgili yapılan araştırmalar


İnsan bebekler için ebeveyn bakımı yalnızca bir istek değil aynı zamanda bir
ihtiyaçtır. İnsan bebeğin yaklaşık 1 yaşına kadar yürüyememesi ve hayatta kalmak için
gerekli donanımlara sahip olmaması, ebeveyn ile bağ kurmanın önemli olduğunun
göstergelerinden biridir. Bununla birlikte, ihtiyaçların yalnızca fiziksel olarak
karşılanmasının yeterli olup olmadığı sorgulanmalıdır. Bu bağlamda, insanlara en yakın
bilişsel kapasiteye sahip maymunlar üzerinde çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmaların
öncülerinden biri olan Harlow, deneylerinde rhesus maymunlarını kullanmıştır.
Laboratuvarında bir maymun evi kuran Harlow, yavru maymunları ebeveynlerinden
ayrı bir biçimde yetiştirmektedir. Bu duruma literatürde “anne yoksunluğu” adı verilir
ve günümüzde etik nedenlerden dolayı uygulanamamaktadır.

Anne yoksunluğu yaşayan maymunların, daha izole bir yaşam sürdüğü,


sosyalleşme eksikliklerinin olduğu, daha agresif, korku dolu oldukları ve Harlow’u daha
derinlemesine araştırma yapmaya iten bir sonuç olan “bebek bezlerine aşırı
bağlılık”larının olduğu durumu saptanmıştır. Bebek bezlerine bağlılığın, annede aranan
huzur ve rahatlık duygusunun bir yansıması olabileceği düşüncesiyle Harlow, annenin
bebeğin fiziksel ihtiyaçlarını karşılamasından öte bir faydasının olduğu hipotezini test
etmek için tel anne-kumaş anne deneyini oluşturmuştur. Deneyde her bir yavru
maymun, bir bez veya tel anneye atanmıştır. Kısa sürede yavru maymunlar, kendi
annelerini diğerlerinden ayırt etmeyi başarmıştır. Harlow, asıl hipotezini test etmek için
iki deney koşulu yaratmıştır. Bir koşulda tel annenin elinde yiyecek varken kumaş

27
annenin elinde yiyecek yoktur. Diğer koşulda ise tam tersi olacak şekilde, tel annenin
elinde biberon yokken kumaş annenin elinde maymunların seveceği bir besin vardır.
Sonuçlar, anne ve bebek arasındaki ilişkinin önemini göstermesi açısından oldukça çığır
açıcıdır. Buna göre, yavru maymunlar, besin olsa da olmasa da kumaş anneyi tercih
etmiştir. Bu bulgu, annenin yalnızca besin sağlayan değil; aynı zamanda güven, huzur
ve rahatlık sağlayan varlıklar olduğunun göstergesi olarak görülmüştür. (Suomi, 2001).

Harlow’un gerçekleştirdiği ikinci bir deneyde, yavru maymunların korkutucu


durumlarla başa çıkmada annelerine ihtiyaç duyduğunu göstermektedir. “Açık Alan
Testi” adı verilen bu deneyde, bebekler yeni nesnelerin bulunduğu bir ortama
yerleştirilmiştir. Yavrunun vekil annesi yanındayken, yavru maymunun anneye
yapıştığını fakat bir süre sonra etrafı keşfetmeye çıktığı görülmüştür. Yavru, korku
hissettiği anda vekil anneye geri dönmüş ve tekrar keşfe çıkmadan önce yeniden
sarılmıştır. Bununla birlikte, bir vekil annesi olmayan yavruların korkudan
donakaldıkları, parmaklarını emdikleri görülür (Harlow, 1958). Gerçekleştirilen
araştırmalara bakıldığında, anne-çocuk ilişkisini inceleyen makalelerin önemli bir
bölümünün bağlanma kuramı bağlamında ele alındığı bulunmaktadır (Donley, 1993).
Doğum öncesi anne-bebek bağına ilişkin çalışmalar da çelişkili sonuçlara ve hatalı
metodolojilere yönelik eleştirilere rağmen literatüre katkıda bulunmuştur (Muller,
1992).
Araştırmalar, anneye bağlanmanın yaşam kalitesinin önemli bir göstergesi
olduğunu göstermiştir. Yapılan araştırmalarda güvenli bağlanmanın sosyal uyumu ve
sosyal destek arama eğilimini artırdığına, daha iyi sosyal ilişkiler sağladığına, akademik
performansı etkilediğine, daha yüksek benlik saygısı ve özyeterliği desteklediği ile ilgili
araştırma kanıtları vardır (Guarnieri ve ark., 2015).

Estrada ve arkadaşları (1987) boylamsal bir çalışmada anne-çocuk ilişkisinde


duygusal kalitenin bilişsel performans üzerindeki etkisini ölçmüştür. Çalışma
bulgularına göre 4 yaşındaki anne-çocuk ilişkisinin duygusal kalitesi, 4 yaşında zihinsel
yetenek, 5-6 yaşlarında okula hazır bulunuşluk, 6 yaşında IQ ve 12 yaşında okul başarısı
ile önemli derecede lişkili bulunmuştur. Araştırma, anne-çocuk ilişkisinin biliş
üzerindeki etkisinin, annenin IQ'su, sosyoekonomik durumu ve
çocukların erkendönem deneyimlerindeki bilişselyeteneklerikontrol edilirken de önemli
olduğu bulunmuştur. Bu bulgular, anne-çocuk ilişkisindeki bağlanma kalitesinin bilişsel
yeteneklere olan etkisini göstermesi açısından oldukça önemlidir. Gerçekleştiren

28
çalışmada annenin çocuk bilişsel performansını artırabileceği görülmüştür. Anne bunu;
“çocuğu problem çözmesi konusunda teşvik ederek”, “çocuğun sosyal ilişkilerdeki
yeterliğini, yetişkinler ile çocuklar arasındaki bilgi iletişimini etkileyerek” ve “çocuğun
keşfetme meyiline destek çıkarak” olmak üzere üç şekilde artırabileceği bulunmuştur.

2.3. Obsesif Kompulsif Bozukluğa Genel Bir Bakış


2.3.1 DSM-5’e göre obsesif kompulsif bozukluk
Obsesif kompulsif bozukluk hem obsesif düşüncelerin hem de bu tür düşünceleri
nötralize etmeye yönelik kompülsif davranışların ortaya çıkması olarak
tanımlanmaktadır. Obsesyonlar, rahatsız edici, uygunsuz ve kontrol edilemez olarak
deneyimlenen, ısrarcı, yineleyici davetsiz düşünceler, imgeler veya dürtülerdir. Bu tür
saplantılara sahip kişiler aktif olarak bunlara direnmeye, onları bastırmaya ya da başka
bir düşünce ya da eylemle etkisiz hale getirmeye çalışırlar. Kompulsiyonlar, uzun
ritüeller halinde gerçekleştirilen açık tekrarlayıcı davranışları içerir (el yıkama, kontrol
etme, tekrar tekrar düzene koyma gibi). Kompulsiyonlar ayrıca daha gizli zihinsel
ritüelleri de içerebilir (saymak, dua etmek veya belirli kelimeleri sessizce tekrar tekrar
söylemek gibi). OKB'si olan bir kişi genellikle bir saplantıya tepki olarak bu zorlayıcı,
törensel davranışı gerçekleştirmeye yönelmiş hisseder ve genellikle zorlayıcı davranışın
tam olarak nasıl gerçekleştirilmesi gerektiğine ilişkin çok katı kurallar vardır.
Kompulsif davranışlar, sıkıntıyı önlemek, azaltmak ya da korkulan bazı olay veya
durumları önlemek amacıyla gerçekleştirilir. OKB, daha düşük bir yaşam kalitesine ve
büyük ölçüde işlevsel bozulmaya yol açması nedeniyle genellikle en engelleyici ruhsal
bozukluklardan biridir (Stein ve ark., 2009).

Ayrıca kişi, saplantının (şizofrenide olabileceği gibi) dışarıdan empoze edilmek


yerine kendi zihninin ürünü olduğunu kabul etmelidir. Bununla birlikte, OKB'si olan
kişiler arasında obsesyon ve kompulsiyonlarının tam olarak ne kadar anlamsız ve aşırı
olduğu konusunda bir "içgörü" sürekliliği vardır (Ruscio ve ark, 2010). Az sayıda
vakada, bu içgörü çoğu zaman yoktur. Çoğumuz, kapıyı kilitlemeyi mi yoksa ocağı
kapatmayı mı hatırladığımız gibi küçük saplantılı düşünceler yaşamışızdır. Ek olarak,
çoğumuz ara sıra sobayı veya kapı kilidini kontrol etmek, kaldırımdaki çatlakların
üzerinden geçmek gibi tekrarlayan veya basmakalıp davranışlarda bulunuruz. Son
zamanlarda yapılan bir araştırma, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki insanların yüzde
25'inden fazlasının hayatlarının bir döneminde takıntı veya zorlama yaşadığını bildirdi

29
(Ruscio ve ark., 2010). Bununla birlikte, OKB'de düşünceler aşırıdır ve çok daha ısrarcı,
sıkıntı vericidir ve buna bağlı kompülsif eylemler günlük aktiviteleri engeller. Teşhis,
obsesyon ve kompulsiyonların günde en az 1 saat sürmesini gerektirir ve ciddi
vakalarda kişinin uyanık olduğu saatlerin çoğunu alabilir. Normal ve anormal
obsesyonların, kompülsif davranışların, obsesyonların sıklığı ve yoğunluğu ile
obsesyon, kompulsiyonlara direnme ve rahatsız etme dereceleri bakımından farklılık
gösteren bir süreklilik içinde var olduğunu not etmek önemlidir (Steketee ve Barlow,
2002). Birçok takıntılı düşünce, kirlenme korkusu, kendine veya başkalarına zarar
verme korkusu ve patolojik şüphe içerir. Diğer oldukça yaygın temalar, simetriye ilişkin
endişeler veya ihtiyaçtır (örneğin, dergilerin "tamamen doğru" bir şekilde düzenlenmiş
bir masada olması), cinsel saplantılar, din veya saldırganlıkla ilgili saplantılardır. Bu
temalar kültürler arası ve yaşam boyu oldukça tutarlıdır (Steketee ve Barlow, 2002).
Şiddet veya saldırganlık temalarını içeren takıntılı düşünceler arasında, kocasını veya
çocuğunu zehirleyebileceği fikrine takıntılı bir eş veya sürekli olarak annesini
merdivenlerden aşağı ittiğini hayal eden bir kız çocuğu yer alabilir. Bu tür saplantılı
düşünceler çok nadiren harekete geçse de, bu düşüncelerle musallat olan bir kişi için
genellikle dayanılmaz bir azap kaynağı olmaya devam ederler.

Tablo 5. Obsesif Kompulsif Bozukluk Tanı Kriterleri

A. Obsesyonların (takıntıların), kompulsiyonlar (zorlantıların) veya her ikisinin


birlikte görülmesi: Takıntılar (obsesyonlar) (1) ve (2) ile karakterize edilmektedir:
1. Kimi zaman zorla ve istenmeden gibi yaşanan, çoğu bireyde belirgin bir
biçimde endişe veya rahatsızlığa sebep olan, tekrarlayan ve sürekli düşünce,
itki veya imgeler.
2. Birey bu düşüncelere, itkilere ya da imgelere önem vermemeye veya
baskılamaya çalışır veya bunlardan kurtulmak için başka düşünce ve
eylemlerle uğraşır.
Kompulsiyonlar (zorlantılar) (1) ve (2) ile karakterize edilmektedir:
1. Bireyin takıntısına tepki olarak veya katı şekilde uyulması zorunlu olan
kurallara göre yapmaya zorlanmış hissettiği tekrar eden davranışlar (örn. el
yıkama, düzenleme, denetleyip durma) veya zihinsel eylemler (örneğin, dini
önemi olan sözcükleri söylemek, sayıları saymak, sözcükleri sessizce
tekrarlamak).

30
2. Bu davranışlar veya zihinsel eylemler, endişe ya da rahatsızlıktan korunma ya
da bunları azaltma veya korkulan bir olay/durumdan kurtulmak hedefiyle
yapılır; fakat bu davranışlar ya da zihinsel eylemler, yüksüzleştireceği ya da
korunulacağı tasarlanan durumlarla realistik şekilde ilişkili değildir veya
açıkça aşırı bir düzeydedir.

Not: Küçük çocuklar bu davranış ve zihinsel eylemlerinin amaçlarını


açıklayamayabilir.
B. Obsesyon ve kompulsiyonlar bireyin vaktini alır (örn. günde bir saatten fazla) veya
klinik olarak belirgin sıkıntıya veya sosyal, mesleki veya diğer önemli işlevsellik
alanlarında bozulmaya neden olur.
C. Obsesyon ve kompulsiyon belirtileri, bir maddenin veya başka bir sağlık
durumunun fizyolojiyle ilgili etkilerine bağlanamaz.
D. Obsesif kompulsif bozukluk, farklı bir ruhsal bozukluğun semptomlarıyla daha iyi
açıklanamaz.

2.3.2. Obsesif inançlar


2.3.2.1. Abartılmış sorumluluk algısı
Abartılı sorumluluk algısı bireyin ciddi negatif sonuçları engelleme gücüne sahip
olduğuna inanmasıdır (Ther, 1997). Böyle bir algıya sahip olan birey, potansiyel bir
negatif sonucu engellemekte başarısız olmasının sebebini kendine bağlar ve negatif bir
sonucu kabul edemez (Clark, 2009). Salkovskis (1989), obsesif kompulsif bozukluğa
sahip kişilerin zorlayıcı düşünceler ve dışsal durumlar için aşırı bir biçimde sorumluluk
hissine kapıldıklarını ve durumları kendinlerine dönük olarak algıladıklarını, bu nedenle
sonuçlar için kendilerinin sorumlu tutulabileceğine ilişkin inançları olduğunu ifade
etmiştir. Libby ve arkadaşları (2004)’nın yaptığı bir araştırmada; 11 ile 18 yaşları
arasında bulunan obsesif kompulsif bozukluk tanısı almış ergenler ve çocuklar; diğer
anksiyete bozuklukları tanısı almış ve herhangi bir tanı almayan benzer yaşlardaki
kişilerle sorumluluk algısı, düşüncenin önemsenmesi ve mükemmeliyetçilik boyutlarını
içeren bilişsel süreçler açısından karşılaştırılmışlardır. Bu deneysel çalışmanın
bulguları, abartılı sorumluluk algısının ergen OKB hastaları arasında diğer gruplara
oranla daha yaygın olarak görüldüğünü göstermektedir. Barret ve Healy-Farrell (2003)
tarafından gerçekleştirilen bir çalışmada çocukluk ve ergenlik dönemi obsesif kompulsif

31
vakalarında tehdidin bilişsel olarak nasıl işlendiği ele alınmış, bir diğer çalışmada ise
algılanan sorumluluğun obsesif kompulsif belirtiler üzerindeki rolü de araştırılmıştır.
Salkovskis'in (1989) anladığı anlamda sorumluluğun çok önemli bir rol oynadığı
bulgusuna rastlanmamıştır. Başka bir deyişle, çocuklar ve gençler yetişkinlere göre daha
az kişisel sorumluluğa sahiptir. Bununla birlikte, kişisel suçluluk duygusunu kişisel
suçluluk olarak kabul etme tutumları ergenlikle birlikte artmaktadır (Farrell ve Barrett,
2007). Bu verilerle uyumlu olarak, ilerleyen kronolojik yaşla birlikte OKB'de aşırı
sorumluluğun arttığı sonucuna varılabilir.

2.3.2.2. Abartılı tehdit algısı


OKB'deki dördüncü değerlendirme alanı, abartılı tehdit algısıdır. Abartılı tehdit
algısı, zarar olasılığının veya ciddiyetinin abartılması olarak tanımlanmaktadır (Ther,
1997). Abartılı bir tehdit algısına sahip olan OKB'si olan kişilerin tipik düşünceleri,
"Başıma diğer insanlardan daha kötü şeyler geliyor", "Dahil olduğumda daha kötü
oluyor", "Daha önce hiç böyle bir şey yapmamış olmama rağmen, Bunu gelecekte
yapma olasılığım yüksek", "kötü sonuçların olma olasılığı iyiden daha olasıdır" (Clark,
2009). Verhaak ve Haan (2007) tarafından yapılan araştırmaya göre, obsesyonların
şiddeti ile afetlerin 13-18 yaş arasındaki ergenlerin kendilerini veya çevrelerindekileri
etkileyeceğine dair olumsuz bilişler arasında güçlü bir ilişki vardır. Başka bir çalışma,
OKB ile ilişkili tehdidi işlemede gelişimsel yaş grupları (çocuk-ergen-yetişkin) arasında
bilişsel farklılıklar olduğunu göstermiştir; OKB ile ilişkili tehdit senaryoları ışığında,
çocuk ve ergenlerin algılanan zarar ve sıkıntı olasılığını yetişkinlerden daha az
yaşadıkları bulunmuştur (Farrell ve Barrett, 2007).

2.3.2.3. Mükemmeliyetçilik
OKB'de rol oynayan bir başka inanç alanı da mükemmeliyetçiliktir.
Mükemmeliyetçilik, her sorunun mükemmel bir çözümü olduğuna, mükemmeli
yapmanın mümkün ve gerekli olduğuna, en küçük hatanın bile ciddi sonuçlara yol
açacağına inanma eğilimi olarak açıklanmaktadır (Ther, 1997). Mükemmeliyetçilik,
"mükemmel bir durum olduğunda, kişi her zaman onu başarmak için çabalamalıdır"
inancıyla desteklenir (Libby ve ark., 2004). Araştırmalar, OKB teşhisi konan gençlerin
yetişkinlerle benzer mükemmeliyetçilik puanlarına sahip olduğunu göstermiştir.

32
Yazarlar, mükemmeliyetçiliğin bir boyutu olan “hataya aşırı dikkat”in aşırı sorumluluk
ve aşırı düşünme ile ilişkilendirilebileceğini öne sürüyorlar.

2.3.2.4. Düşüncelerin önemsenmesi/düşünce eylem kaynaşması


OKB'de görülen bir başka inanç alanı da düşünce-eylem kaynaşmasıdır. Bir
düşüncenin varlığının onun önemini gösterdiği inancı, düşüncenin önemi olarak
tanımlanmaktadır (Ther, 1997). Örneğin: “Ahlak dışı bir düşünceye sahip olmak onu
nasıl yapacağım”, “İstediğimi düşünüyorsam, onu istiyorum demektir”, “Bir olayı
düşünmek onun gerçekten olma olasılığını artırır”, “Olmadıysa” gibi düşünceler,
anlamsız olsaydı, düşünce aklımdan çıkmazdı. İçerik, düşünceli düşünme kategorisine
girer (Clark, 2009). Rachman'a (1997) göre, düşüncelere aşırı vurgu önemli bir rol
oynar. OKB'de Libby ve diğerleri (2004) saplantılı düşünmenin 11-18 yaşları arasında
yaygın olduğunu belirtmektedir. Araştırmacılar bunun 11 yaşında görülen, soyut akıl
yürütme, varsayımsal akıl yürütme, üst biliş ile karakterize edilen ve kişinin kendi
düşüncesi hakkında akıl yürütme yeteneğini içeren soyut operasyonel akıl yürütmenin
ortaya çıkmasıyla ilgili olabileceğini öne sürüyor. Soyut işleyişin ortaya çıkmasıyla
birlikte gençlerin kendilerini başkalarının ilgi odağı olarak görmeleri ve bu durumun
kendilerinin tek oldukları ve sınırsız güce sahip oldukları varsayımına yol açması
ilkesinden hareketle, bu temel bilişsel temelin gençliğe neden olduğu öne sürülmüştür.
Tüm bunlara ek olarak Cameron (2007), çocuklarda düşünmenin önemine olan inancın,
çocuğun ruminasyonunu ve kendini suçlama olasılığını artıran çaresizlik duygularını
ortaya çıkardığına dikkat çekmektedir. Farrell ve Barrett (2006) ise düşünmenin önemi
açısından çocuk ve ergenler ile yetişkinlerin yaş grupları arasında anlamlı bir fark
olmadığını; bu üç yaş grubunun benzer şekillerde düşünmenin önemini hissettiklerini
iddia etti.

2.3.2.5. Düşüncelerin kontrolü


OKB'de yer alan üçüncü inanç alanı düşünce kontrolüdür. Bu, kompulsif
düşünceleri, imgeleri ve dürtüleri kontrol etmenin önemini abartmak ve onları kontrol
etmenin hem gerekli hem de mümkün olduğuna inanmakla açıklanabilir (Ther, 1997).
Düşünce kontrolü, “Düşüncelerim üzerinde daha fazla kontrole sahip olsaydım daha iyi
olurdum”, “Yeterince irade gösterebilirsem zihnimin kontrolünü tamamen ele
alabilirim”, gibi istenmeyen düşünceleri kontrol etme inancına dayanır. (Clark, 2009).

33
Araştırmacılar bilişsel kontrolün OKB'si olan çocuklar, ergenler ve yetişkinlerin yaş
grupları arasında karşılaştırılabilir olduğunu bulmuşlardır. Bununla birlikte, çocukların
ergenlere ve yetişkinlere göre daha az, rahatsız edici ve daha yönetilebilir saplantılar
(özellikle depresif düşünceler) yaşadıklarını belirtmektedirler (Farrell ve Barrett, 2005).
Bu açıdan bakıldığında, kompulsif düşüncelerin sıklığı/yoğunluğu arttıkça ve yaşla
birlikte daha belirgin hale gelen sorumlu davranışların gelişmesiyle düşünce
bastırmanın daha belirgin hale geldiği ileri sürülmektedir.

2.3.2.6. Belirsizliğe tahammülsüzlük


Belirsizliğe tahammülsüzlük "belirsizlik ve bunun sonuçları hakkındaki bir dizi
olumsuz inançtan kaynaklanan belirsiz durum, olaylara duygusal, bilişsel ve davranışsal
düzeyde olumsuz tepki verme eğilimini içeren bir kişilik özelliği" olarak tanımlanmıştır
(Buhr ve Dugas, 2009). Belirsizliğe tahammülsüzlük, OKB'de görülen başka bir inanç
alanıdır. Kesinlik ihtiyacına olan inanç, öngörülemeyen değişikliklerle başa çıkamama,
belirsiz durumlarda işlevsellikte güçlük, belirsizliğe tahammülsüzlük olarak
tanımlanmaktadır (Ther, 1997). Belirsizliğe tahammülsüzlükle ilgili tipik düşünceler,
"kendimi güvende hissetmiyorsam bir şeyler ters gidiyor", "pedofil, katil, günahkâr
olmadığımdan emin olmadıkça devam etmem yanlış olur" şeklinde sıralanabilir.
“Mutlak kesinliği olmayan hiçbir şey kabul edilemez” (Clark, 2009). Libby ve diğerleri
(2004) belirsizlik duygusunun, düşünmenin önemli görülmesi gerektiğine olan inançla
bağlantılı olduğuna dikkat çekerler, ergenler ve genç yetişkinler için belirsizliğin
kaçınılmaz olduğunu savunurlar. Bu nedenle, OKB'si olan çocuklar ve ergenler arasında
derinlemesine düşünmenin önemi gibi belirsizliğe tahammülsüzlük inancı yaygındır.

2.4. Çocukluk Çağı Travmaları


2.4.1. Tanım
Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 1. Maddesi, on sekiz yaşın altındaki her bireyin
çocuk olarak kabul edilmesi gerektiğini belirtir (UNICEF, 2022). Ülkemizde de 1995
yılında kabul edilen (T.C. Resmî Gazete, 1995) bu sözleşme bağlamında, çocuk
istismarı ve ihmalinin, ebeveyn ya da bakımveren yetişkinin, çocuğu hedef alan,
çocuğun psikolojik, fiziksel sağlığını yıkıcı etki gösteren ve bilişsel gelişimini kısıtlayan
davranışların tümü olarak kabul edildiği görülür. Çocuk, yetişkin bakımverenin bu
davranışları karşısında fiziksel, psikolojik, zihinsel ve toplumsal manada yıkıma uğrar.
Bir davranışın istismar sayılması için çocuğun veya istismar eden kişinin bilinçli bir algı

34
içerisinde olması zorunlu değildir (İnsan Hakları Derneği, 2008). Dünya Sağlık Örgütü
(WHO) çocuk istismarını " yetişkinler, topluluklar veya ülkeler tarafından kasıtlı veya
kasıtsız olarak çocukların sağlığını ve fiziksel gelişimini bozan eylemler" olarak
tanımlamaktadır. Çocukların ebeveyn veya bakım veren diğer yetişkinlerin zihinsel ve
fiziksel şiddetin her şeklinden korunmaları gerektiği sözleşme bağlamında
belirtilmektedir (UNICEF, 2010). Çocuk istismarı tanımının sınırlarını belirlemek
doğası gereği zordur, bununla birlikte toplumsal normlar ve uzman kişiler tarafından
uygun olmayan veyahut zarar verici olarak ifade edilen eylemler çocuk istismarının
sınırları içerisinde sayılır (Tıraşçı ve Gören, 2007).

Kadınların yaklaşık %20'sinin ve erkeklerin %5-10'unun çocukken cinsel


istismara maruz kaldığı, çocukların %25-50'sinin fiziksel istismara uğradığı ve birçok
çocuğun duygusal istismar ve ihmali yaşadığı düşünüldüğünde, dünya çapında çocukluk
çağı travmasının yaygın olarak görüldüğü söylenebilir. Topluluk örneklemlerinde ise,
çocukların üçte ikisinden fazlası 16 yaşına kadar travmatik bir olay yaşadıklarını
bildirmiştir. Bununla birlikte çocuklar ve gençler arasında travmaya maruz kalma
oranları ve sonraki psikolojik değerlendirmeler, örneklem türü, bilgi kaynağı ve diğer
çeşitli faktörlere göre değişmektedir (APA, 2013).

Ruh sağlığı alanında çocuklukta kişilerarası travmaya olan ilgi yıllar içinde
dalgalanma gösterse de giderek artan bir şekilde yetişkin psikopatolojisinin altında
yatan nedenlerden biri olarak çocukluk çağı travmalarının etkili olduğu kabul
edilmektedir (Danese ve Baldwin, 2017; Curran ve ark., 2018). Psikolojik travma Perry
ve arkadaşları (2004) tarafından iki ana kategoride incelenmektedir. İlk kategori,
fiziksel, cinsel veya sürekli sözlü tacizi içeren büyük travmayı ifade eden “ağır
psikolojik travma”dır. Diğer kategori ise, bakımverenin sebep olduğu utan ve suçluluk
gibi duygular, bakımverenin sürece dahil olmaması gibi daha öznel kötü deneyimleri
ifade eden “öznel ve göze çarpmayan travmalar”dır. Bahsi geçen her iki travma türünde
yaşanan deneyim de çocuk için tehdit edicidir. Çocuk bu travmatik ögeler karşısında
rahatsızlık duyar ve etkili bir savunma geliştirmekte zorlanır. Çocukluk çağı travması,
kompleks travma olarak da tanımlanır ve farklı travma türlerine, kişilerarası, uzun süreli
ve çoklu travmatik olaylara maruz kalmayı ifade eder. Yapılan araştırmalar, çocuklar ve
ergenlerin birden fazla travmatik olaya maruz kalmalarının yaygın bir biçimde

35
gözlendiğini göstermektedir (APA, 2013). Bununla birlikte çocuklukta istismar ve
ihmal, çocukluk çağı travmalarının temel türleridir (NCTSN, 2022).

2.4.2. Türler
2.4.2.1. Fiziksel ve duygusal ihmal
Literatürde ihmalin tanımı konusunda tartışmalı görüşler bulunmaktadır. Birtakım
uzmanlar, bir deneyimi ihmal olarak tanımlamak için, deneyimin sonuçlarının veya
zararın gözlemlenebilir tezahürlerinin olması gerektiğini savunmaktadır. Diğerleri ise,
bir deneyimi ihmal olarak tanımlarken ebeveynlerin niyetinin dikkate alınması
gerektiğini savunur. İhmalin ne olduğu ile ilgili bir başka bakış açısı, örneğin,
ebeveynleri tarafından uzun süre gözetimsiz bırakılan çocukların, çocuğun
mağduriyetine bakılmaksızın ihmal kabul edilmesi gerektiğidir. İhmalin tanımına dair
kültürel bir bakış açısı da bulunmaktadır. Bu düşünceye göre, ihmalkar davranışın
kültürel normlardan kaynaklı toplumdan topluma farklılık gösterdiği ve zaman
içerisinde de aynı toplulukta değiştiği öne sürülür (Straus ve Kantor, 2005).

Genel anlamıyla çocuk ihmali, bakımverenin çocuğun eğitim, barınma, gıda,


güvenli yaşam gibi temel ihtiyaçlarını sağlamaması olarak ifade edilir (WHO, 1999).
İhmal, fiziksel ve duygusal ihmal olmak üzere iki başlık altında ele alınır. Duygusal
ihmalde çocuğun yakınlıktan yoksun bırakılması söz konusu iken, fiziksel ihmalde
çocuğun somut ihtiyaçlarının karşılanmaması durumu söz konusudur (Kepenekçi,
2001). Bakımveren tarafından ihmal edilen çocuklarda, yaralanma, sık rahatsızlanma,
hastalıkların görmezden gelinmesi sonucu yetersiz ve eksik tedavi problemleri sıklıkla
görülmektedir. Öyle ki, yapılan araştırmalar, bir yıl içinde çocuk ölümlerinin yarısının
ihmalden kaynaklandığını göstermektedir (Dubowitz ve ark., 2002).

2.4.2.2. Duygusal istismar


Duygusal istismar, Veltkamp ve Miller (1994) tarafından “bir çocuğu suçlamak,
küçümsemek ya da reddetmek, devamlı olarak kardeşlere eşit olmayan biçimde
davranmak çocuğun ebeveynleri tarafından kasıtlı, zorla tecrit, güvenlik ve şefkatten
devamlı surette mahrum bırakılması” olarak tanımlanmıştır. Duygusal istismarda
fiziksel belirtiler gözlemlenmeyebilir, bu nedenle tespit edilmesi fiziksel istismardan
daha zordur. Bununla birlikte, konuşma bozuklukları, gelişimin döneminin olağan

36
ilerleyişinden sapmalar gibi problemler duygusal istismarın belirtisi olabilir. Duygusal
istismar kronik bir biçimde ilerlediği için duygu düzenleme becerilerinde bozulmaya
neden olur (Burns ve ark., 2010).

Duygusal istismar, diğer istismar türlerinden farklı olarak somut bir kanıt içermediği
için tanımının yapılması, anlaşılması ve yasal düzleme taşınması görece daha zordur.
Bununla birlikte, duygusal istismar, diğer istismar türlerini de içerir; yani fiziksel ve
cinsel istismara maruz kalan çocuk duygusal istismara da maruz kalabilir (Uzun, 2002).
Öyle ki, yapılan araştırmalar fiziksel istismar içeren vakaların yüzde doksan gibi çok
yüksek bir oranının duygusal istismarı da içerdiğini göstermektedir (Taner ve Gökler,
2004). WHO (2014) tarafından yayınlanan bir raporda, en çok görülen istismar türünün
duygusal istismar olduğu bulunmuştur. Çocukluk çağında maruz kalınan duygusal
istismar çocuğun benlik yapısına ve kişilik gelişimine ciddi hasar vermektedir. Bu
dönemde yaşanan olumsuz duygusal deneyimler ilerideki psikopatolojik rahatsızlıklar
ile ilişkilidir (Aktay, 2020).

2.4.2.3. Cinsel istismar


Çocuk cinsel istismarı WHO tarafından “çocuğun gelişimsel açıdan hazır olmadığı,
rızaya dayanmayan, toplumsal normları ve yasaları ihmal eden cinsel aktiviteye dahil
edilmesi” olarak tanımlanmaktadır. Alanyazında yer alan diğer bir tanıma göre ise,
“cinsel büyümesini tamamlamamış çocuğun, bir yetişkinin cinsel ihtiyaçlarını
karşılamak amacıyla, zor kullanarak, tehdit ederek veya kandırarak kullanılması”
şeklinde ifade edilir. Cinsel istismara yönelik yapılan tanımlamalarda bir yetişkin ve
çocuk arasındaki rızasız ilişki vurgulansa da yaş farkının en az beş yılı içermesi ve
çocuğun tehdit/zorlama ile haz nesnesi olarak eyleme sokulması da cinsel istismardır
(Alpaslan, 2014). Toplumsal normlar ve kültürel kabuller yaş farkı konusunda ortak bir
zeminde buluşulmasını engellese de genel olarak cinsel istismar: yaş farkının fazla
olduğu, çocuk üzerinde otorite sahibi olan biri tarafından gerçekleştirildiği ve çocuk
üzerinde zorlama/tehdit veya ikna teknikleri uygulandığında gerçekleşir (Finkelhor,
1984). Cinsel istismardaki rıza kavramı yalnızca çocukları değil, bedensel/zihinsel
engellilik, yaş, bilinçlilik hali, kişinin kendisini veya başkalarını tehdit altında
hissetmesi ile direnmemesi gibi tüm diğer grupları da içerir. Bu nedenle, cinsel
istismardaki rıza kavramının geçerli olabilmesi için reşit olunması zorunlu olduğu için
yetişkin bir kişi ile on sekiz yaşının altındaki çocuklar arasındaki ilişkilerin tümü, cinsel
37
istismardır. Çocukluk çağı cinsel istismarının ağır depresyon, saldırganlık, yeme
bozuklukları, ilişki bozuklukları ve travmaya neden olduğu görülmektedir (Sinanan,
2015).

2.4.2.4. Fiziksel istismar


Çocuğun bakımveren kişi tarafından, bütüncül sağlığını etkileyecek biçimde fiziksel
olarak hasara uğratılması, yaralanması ve yaralanma riskine maruz bırakılmasıdır
(Pelendecioğlu ve Bulut, 2016). Bir diğer ifade ile, fiziksel istismar, bir yetişkinin kaza
dışı şekilde çocuğun yaralanmasına neden olmasıdır. Yetişkinlerin, çocuğun davranışını
kontrol etmek amacıyla fiziksel acı vermeyi uygulaması yaygın olarak görülür, bu
nedenle fiziksel istismarda sosyal olarak kabul edilebilir bir eşik belirlemek oldukça
zordur. Bununla birlikte, çok ciddi oranda çocuk, çoğu kimse tarafından istismar olarak
kabul edilen düzeyde fiziksel olarak istismar edilmektedir. Fiziksel istismarın tek başına
görülme ihtimali oldukça düşüktür, genellikle psikolojik istismar ve fiziksel istismar bir
arada bulunur. Fiziksel istismarda bulunan bakımveren, çocuğun bunu hak ettiği
yönündeki imaları ve davranışları nedeniyle suçlamaları sebebiyle psikolojik istismarı
da uygular. Bakımveren tarafından yapılan bu yönlendirme sonucunda çocuk, kendini
suçlama, utanç duyma ve fiziksel şiddetten sorumlu olma hissini yaşar (Malinosky-
Rummell ve Hansen, 1993).

Yapılan araştırmalar çocukluk döneminde fiziksel istismara maruz kalan kişilerin


uzun vadeli etkileri yaşamları boyunca deneyimlediklerini göstermektedir. Malinosky-
Rummell ve Hansen (1993) tarafından gerçekleştirilen araştırmada, fiziksel istismara
ilişkin çalışmalar incelenmiş ve çocukluk fiziksel istismar öyküsü bulunan kişilerin
olmayanlara göre şiddet içerikli davranışlarda (flört şiddeti, eş istismarı, çocuk istismarı,
şiddet içerikli suçlar) bulunma olasılığının daha yüksek olduğu gösterilmiştir. Ayrıca,
çocukluk döneminde fiziksel şiddete maruz kalmanın intihar eylemleri, psikosomatik
rahatsızlıklar, anksiyete, depresyon ve psikoz gibi ruhsal bozukluklarla da ilişkili
olduğu görülmüştür (Wekerle ve ark., 2006).

38
2.4.3. Risk faktörleri
2.4.3.1. Bireysel ve aile risk faktörleri
 Özel ihtiyaçları olan çocuklarla ilgili bakım verme zorlukları yaşayan aileler
(örneğin, engelliler, zihinsel sağlık sorunları, kronik fiziksel hastalıklar)
 Ebeveynlerine/bakıcılarına yakın hissetmeyen ve onlarla duygularını
konuşamayacaklarını hisseden çocuklar ve gençler
 Erken yaşta flört etmeye başlayan veya cinsel aktiviteye erken başlayan gençler
 Çok az arkadaşı olan veya hiç arkadaşı olmayan ya da saldırgan, suçlu davranışlarda
bulunan arkadaşları olan çocuklar ve gençler
 Çocukların ihtiyaçları veya gelişimi hakkında sınırlı bir anlayışa sahip bakıcıları
olan aileler
 Çocukken istismara uğramış veya ihmal edilmiş bakıcıları olan aileler
 Genç bakıcıları veya bekar ebeveynleri olan aileler
 Düşük gelirli aileler
 Eğitim düzeyi düşük yetişkinlere sahip aileler
 Yüksek düzeyde ebeveynlik stresi veya ekonomik stres yaşayan aileler
 Disiplin için şaplak ve diğer fiziksel ceza biçimlerini kullanan bakıcıları olan aileler
 Tutarsız disiplin veya düşük düzeyde ebeveyn izleme ve gözetimi olan aileler
 Diğer insanlardan izole edilmiş ve diğer insanlarla bağlantısı olmayan aileler (geniş
aile, arkadaşlar, komşular)
 Çatışma ve olumsuz iletişim tarzı yüksek aileler
 Şiddeti veya saldırganlığı kabul eden veya haklı çıkaran tutumlara sahip aileler

2.4.3.2 Topluluk risk faktörleri


 Yüksek şiddet ve suç oranlarına sahip topluluklar
 Yüksek yoksulluk oranlarına ve sınırlı eğitim ve ekonomik fırsatlara sahip
topluluklar
 Yüksek işsizlik oranlarına sahip topluluklar
 Uyuşturucu ve alkole kolay erişimi olan topluluklar
 Komşuların birbirini tanımadığı veya kollamadığı ve sakinler arasında düşük
topluluk katılımının olduğu topluluklar
 Gençler için az sayıda topluluk etkinliği olan topluluklar
 Dengesiz konutlara sahip ve sakinlerinin sık sık hareket ettiği topluluklar

39
 Ailelerin sıklıkla gıda güvensizliği yaşadığı topluluklar
 Yüksek düzeyde sosyal ve çevresel bozukluğa sahip topluluklar

Bireysel, ilişkisel, toplumsal ve toplumsal faktörlerin etkileşimi çocukluk çağı


travmaları riskine katkıda bulunmaktadır. Çocuklar kendilerine verilen zararlardan
sorumlu olmamakla birlikte, bazı bireysel özelliklerin kötü muameleye uğrama riskini
artırdığı tespit edilmiştir.

Risk faktörlerine örnek olarak şunlar verilebilir:


 Çocuklarda bakıcı yükünü artırabilecek yetersizlikler
 Ailelerin sosyal izolasyonu
 Ebeveynlerin çocukların ihtiyaçlarını ve çocuk gelişimini anlama eksikliği
 Ebeveynlerin ev içi istismar öyküsü
 Yoksulluk ve işsizlik gibi diğer sosyoekonomik dezavantajlar
 Yakın partner şiddeti de dahil olmak üzere ailede düzensizlik, dağılma ve şiddet
 Aile bütünlüğünün olmaması
 Ailede madde kullanımı
 Biyolojik olmayan genç, bekar ebeveynler
 Zayıf ebeveyn-çocuk ilişkileri ve olumsuz etkileşimler
 Kötü muamele davranışlarını destekleyen ebeveyn düşünceleri ve duyguları
 Depresyon veya diğer zihinsel sağlık durumları dahil olmak üzere ebeveyn stresi ve
sıkıntısı
 Toplum şiddeti

2.4.4. Yapılan araştırmalar


Çocukluk dönemindeki travmatik deneyimler; istismar, ihmal, şiddete tanık
olma ve çeşitli ev içi işlev bozuklukları (örneğin, bir ebeveynin hapiste olması veya
psikolojik bozukluğunun bulunması) gibi deneyimleri içermektedir. Bazı bireylerin
diğerlerine göre daha yüksek düzeyde çocukluk çağı olumsuz deneyimleri yaşama
olasılığı daha yüksek olsa da bahsi geçen travmatik deneyimlerin tüm sosyodemografik
özelliklerde yaygın olduğu görülmektedir (Merrick ve arkadaşları, 2017). Örneğin,
Amerika Birleşik Devletleri'nde çocukluk çağı olumsuz yaşantılarının epidemiyolojisini
inceleyen yakın tarihli bir çalışmada, 17 yaş ve altındaki çocuk ve ergenlerin yaklaşık
%46'sının en az bir çocukluk çağı travma deneyimi yaşadığı ve %20'den fazlasının iki
40
veya daha fazla olumsuz deneyime maruz kaldığı bulunmuştur (Bethell ve diğerleri,
2017).
Bu anlamda, çocukluk çağı travmalarının bireyde sebep olduğu derin etkilerin,
duygusal, davranışsal ve dikkat düzenleme süreçlerindeki değişikliklerle ilişkili
nörolojik gelişimi etkilediği görülmektedir (Hambrick ve arkadaşları, 2019). Bahsi
geçen bu süreçler aynı zamanda saldırganlıkla ilişkilendirilmiştir (Hecht ve Latzman,
2018). Çocukluk çağı travmaları ile ilişkili olan bu nörolojik değişiklikler, çocukluk
döneminde bir olumsuz yaşantı deneyimi olan bir çocuğu öfke ve saldırganlık yaşamaya
yatkın hale getirebilmektedir. Sosyal problemler, madde kötüye kullanımı ve sosyal
çevre riski gibi çocukluk çağı travmaları ile ilişkilendirilen diğer faktörler de öfke
kontrolünü zorlaştırmaktadır (Wang ve Maguire-Jack, 2018).

Yapılan çalışmalar, çocukluk çağında istismara uğrayan çocukların ilerleyen


yaşamlarında anlamlı sosyal ilişkiler kurmakta güçlük yaşadığını, duygularını kontrol
etmekte zorlandığını, psikolojik sağlığı ve uyum sağlama yeteneğinin kötüleştiğini
göstermektedir (Wolfe, 2001). Bir dizi çalışma, gençlerde duygusal düzensizlik ile
travmatik maruziyet öyküsü arasındaki ilişkileri ampirik olarak incelemiş, bakımverenin
erken yanıt vermesinin önemini ve yanıt vermedeki eksikliklerin kişilerarası iletişim ve
yorumlama gelişimini nasıl tehlikeye atabileceğini vurgulamıştır.
Gratz ve arkadaşları (2007), madde kullanım öyküsü bulunan katılımcılar ile
gerçekleştirdiği çalışmalarında, madde kullanım geçmişi olan bireylerin, madde
kullanım öyküsü olmayan bireylere göre çocukluk çağı travma öyküsünün daha fazla
olduğunu; bunun ise duyguların kabulünde zorlanma ve duygulardan kaçınma ile ilişkili
olduğunu göstermiştir. Yapılan bir diğer çalışmada da benzer şekilde, çocukluk çağı
travmatik deneyimleri ile yetişkin dönemindeki duyguların ifadesinin engellenmesi ve
deneyimin reddedilmesi arasında ilişki olduğu görülmüştür (Reddy ve ark., 2006).

Çocukluk çağının kişinin yetişkinlik döneminde yaşam kalitesi ile olan


ilişkisinin fark edilmesinin ardından yapılan araştırma sayısı da geometrik olarak artış
göstermiştir. Yapılan çalışmalar, çocukluk çağı travmalarının, ergenlik ve yetişkinlikte
depresyon, anksiyete, madde kullanımı da dahil olmak üzere çeşitli psikolojik
bozukluklar ile ilişkili olduğunu göstermektedir (Busso ve ark., 2017; Opel ve ark.,
2019). Bu tür bozukluklar ise, daha sonrasında çok çeşitli kardiyovasküler, solunum,
nöroendokrin, bilişsel ve otoimmün hastalıklar için risk faktörü oluşturmaktadır (Zainal

41
ve Newman, 2021). Çocukluk çağı travmalarının olumsuz etkisiyle ortaya çıkan bu
bozukluklar, aynı zamanda artan sağlık hizmeti kullanımı, intihar eğilimi, işsizlik ve
akademik devamsızlık açısından da önemli maliyetlere neden olmaktadır (Newman ve
ark., 2013).
Bebeğin anne karnından çıkıp dünyaya adım attığı ilk günden itibaren, özellikle
ilk üç senede, duygu düzenleme gelişimi bakımveren tarafından sağlanmaktadır. Bu
süreç, okul öncesi ve sonrası dönemde bakımverenden sosyal ilişkilere ve akranlara
doğru genişlemektedir. Çocukluk çağında istismar veya ihmale uğrayan bireylerde ise,
bu durumun ilerlemesi sekteye uğramaktadır. Buna göre, çocukluk çağı travmalarında,
çocuğun duygularını tanıması, ifade etmesi veya düzenlemesi için yardımcı rolde olan
bir bakımveren yoksunluğu bulunmaktadır (Morris ve ark., 2007; Thompson, 2008).
Pollak ve arkadaşları (2000), okul öncesinde bakımvereni tarafından ihmale uğrayan
çocukların, duyguları tanıma, anlama ve yorumlama hususunda eksik olduğunu
bulmuştur. Bir diğer çalışmada, fiziksel istimara uğrayan çocuklar ve fiziksel istismar
öyküsü bulunmayan çocuklar karşılaştırılmış ve fiziksel istismarı deneyimleyen
çocukların duygu düzenleme becerilerinde eksik olduğu görülmüştür (Shipman ve ark.,
2007).

42
3.GEREÇ VE YÖNTEM

Bu bölümde; araştırma yöntemi, evren ve örnekleme yönelik bilgiler,


araştırmanın yürütülmesi esnasında kullanılan ölçeklere ait bilgiler, veri toplama
aşaması ve işlem hakkında bilgiler yer almaktadır.

3.1. Araştırmanın Yöntemi


Bu çalışmada obsesif inançlar, bağlanma stilleri ve yeme tutumlarının çocukluk
çağı travmaları açısından incelenmesi için ilişkisel tarama modeli kullanılacaktır.
İlişkisel tarama modelinde en az iki değişken arasında birlikte değişimin olup olmadığı
ele alınmaktadır. Bahsi geçen bu tarama modelinde değişkenlerin birlikte değişip
değişmediği, birlikte değişim var ise bu değişimin ne şekilde ve yönde olduğu
belirlenmektedir (Karadağ, 2010). Araştırmanın bağımsız değişkenini çocukluk çağı
travmaları, bağımlı değişkenini ise yeme tutumları, obsesif inançlar ve bağlanma stili
oluşturmaktadır. Bu bağlamda bu modelde, değişkenlerin birbiri arasındaki ilişkinin ve
çocukluk çağı travmalarının, obsesif inançlar, yeme tutumları ve bağlanma stili
üzerindeki etkisinin incelenmesi amaçlanmıştır.

3.2. Evren ve Örneklem


Araştırmanın evreni Türkiye’de yaşayan ve herhangi bir tanı almamış bireyler
oluşturmaktadır. Araştırmanın örneklemi ise 300 kişiden oluşmaktadır.

3.3. Veri Toplama Araçları


Bu araştırmada, katılımcılara ait demografik bilgilerin alınması için
“Sosyodemografik Veri Formu”, katılımcıların çocukluk çağı ruhsal travmalarını
ölçmek için “Çocukluk Çağı Ruhsal Travmaları Ölçeği”, katılımcıların yeme
tutumlarını belirlemek için “Yeme Tutumları Testi”, katılımcıların obsesif inançlarını
belirlemek için “Obsesif İnançlar Anketi Kısa Formu” ve katılımcıların bağlanma
stillerini belirlemek için “İlişki Ölçekleri Anketi” kullanılmıştır.

43
3.3.1. Sosyodemografik veri formu
Araştırmacı tarafından hazırlanan sosyodemografik veri formunda hipotezleri
test etmek için gerekli olan sosyodemografik verilere dair sorular yer almaktadır.

3.3.2. Çocukluk çağı ruhsal travmaları ölçeği


Çocukluk Çağı Ruhsal Travma Ölçeği Bernstein ve arkadaşları (1994) tarafından
geliştirilmiştir. Ölçek, yirmi yaşından önce deneyimlenen istismar ve ihmal durumlarını
geriye dönük şekilde değerlendirmekte olup, bir öz değerlendirme ölçeğidir. Ölçeğin
Türkçe’ye uyarlanma çalışması Şar ve arkadaşları (2012) tarafından gerçekleştirmiştir.
Yapılan analiz sonucunda ölçeğin iç tutarlığı ve güvenirliği yüksek bulunmuştur. Buna
göre Cronbach alfa iç tutarlılık güvenirlik katsayısı 0.93, madde-toplam puan bağıntı
katsayıları 0.30’un üzerinde ve test- yeniden test güvenirlik katsayısı olarak 0.90 olarak
tespit edilmiştir. Alt ölçek madde numaralarıyla birlikte şöyle sıralanmaktadır:
 Duygusal istismar (3, 8, 14, 18, 25),
 Fiziksel istismar (9,11, 12, 15, 17),
 Cinsel istismar (20, 21, 23, 24,27),
 Duygusal ihmal (5, 7, 13, 19, 28),
 Fiziksel ihmal (1, 2, 4, 6, 26).

Toplam 5 alt ölçek ve 28 maddeden oluşan ölçek, 5’li likert tipi ölçeği ile (1=
hiçbir zaman, 2=nadiren, 3=kimi zaman, 4=sık olarak 5= her zaman)
değerlendirilmektedir. Ölçek puanları hesaplanmadan önce olumlu ifadelerden (2, 5, 7,
13, 19, 26, 28. maddeler) elde edilen puanlar ters çevrilir. 19, 16 ve 22. maddeler
travmanın reddini değerlendirmektedir. Bu nedenle olumlu ifadeler içermesine rağmen
maddeler ters çevrilmemektedir. Tüm alt ölçeklerin toplanmasıyla toplam travma puanı
elde edilmektedir. Puan aralığı 54-270 arasındadır. Alt puanlar 5-25, toplam puan ise
25- 125 arasındadır. Her travma tipi ile ilişkili faktörler için Cronbach alfa değeri 0,79-
0,94 arası değişmektedir. Gutmann yarı değer testi katsayısı 0,97 olarak bulunmuştur.
(Bernstein ve ark., 1994; Lundgren ve ark., 2002).

3.3.3. Yeme tutum testi


Bu tez çalışmasında, yeme tutumunu analiz edebilmek için; yeme bozukluklarını
tarama amacıyla kullanılan Garner ve Garfinkel (1979) tarafından geliştirilen Yeme

44
Tutumu Ölçeği (EAT- 26) kullanılacaktır. Ölçeğin Türkçe’ye uyarlanması Savaşır ve
Erol (1989) tarafından gerçekleştirilmiştir. Ölçek, altılı likert tipidir (hiçbir zaman,
nadir, bazen, sıklıkla, genellikle ve her zaman) ve her seçenek, kendine özgü puan ile
puanlandırılır. Ölçekte toplam 78 puan üzerinden 20 puan veya daha fazlasının yeme
bozukluğu riskini tespit ettiği toplam 26 maddeyi içermektedir. EAT-26 üç boyutta ele
alınmaktadır: “diyet”, “bulimia ve yiyecekle meşgul olma” ve “oral kontrol”. Alt ölçek
puanları, belirli bir ölçeğe atanan tüm öğeler toplanarak hesaplanır:

 Diyet alt ölçeği ögeleri: 1, 6, 7, 10, 11, 12, 14, 16, 17, 22, 23, 24, 26.
 Bulimia & Yeme Takıntısı alt ölçeği ögeleri: 3, 4, 9, 18, 21, 25.
 Oral Kontrol alt ölçeği ögeleri: 2, 5, 8, 13, 15, 19, 20 maddelerini içermektedir.

Diyet boyutu; gıda kısıtlaması ve kilo verme takıntısını, bulimia ve gıda meşguliyeti
boyutu; aşırı yemeyi ve oral kontrol boyutu; yiyecek tüketiminde kendi kendini kontrol
etmeyi ölçmektedir (Şengör ve Gezer, 2019). 26 soru bulunan bu ölçek, bireyde yeme
bozukluğu riski bulunup bulunmadığını ölçmektedir. Literatürde sıklıkla kullanılan bu
ölçeğin Türkçe’ye de psikometrik çalışmaları gerçekleştirilmiştir. EAT-26 toplam puanı
hesaplanırken 1. sorudan 25. soruya kadar “Her zaman” yanıtı 3 puan, “Genellikle”
yanıtı 2 puan, “Sıklıkla” yanıtı 1 puan ve “Bazen”, “Nadiren”, “Asla” yanıtları 0 puan
olarak hesaplanırken, 26. soruda “Asla” yanıtı 3 puan, “Nadiren” yanıtı 2 puan, “Bazen”
yanıtı 1 puan ve “Sıklıkla”, “Genellikle”, “Her zaman” yanıtları 0 puan olarak
hesaplanarak toplama işlemi yapılır (Değirmenci, 2020).

3.3.4. Obsesif inançlar anketi kısa formu


Obsesif Kompulsif Bozukluğa özgü bilişsel yanlılıkları analiz etmek için bir çalışma
grubu tarafından geliştirilen ölçeğin ilk versiyonu 87 maddeden oluşmuş ve daha sonra
OİA-44 adı ile 44 madde ile kullanılmıştır (OKBÇG, 2005). Bu ölçek 7’li likert tipi 44
maddeden oluşmakta ve katılımcılardan sorumluluk-tehdit algısı, düşüncelerin önemi-
kontrolü ve mükemmeliyetçilik-kesinlik olmak üzere 3 alt boyuttaki yanlı inançlara ne
ölçüde katıldığını belirtmesini istemiştir. Bu ölçeğin Türkçe ‘ye çevrilmesi Boysan ve
arkadaşları (2010) tarafından gerçekleştirilmiş ve psikometrik açıdan yeterli olduğu
görülmüştür (Yorulmaz ve Gençöz, 2008). Yakın dönemde, bu ölçet 3 boyutlu 20
maddeye (Moulding ve ark., 2011) ve 3 boyutlu 9 maddeye uyarlanmış ve bu formların

45
geçerli ve güvenilir ölçme araçları olduğu tespit edilmiştir. Bu tez çalışmasında
kullanılacak olan 3 boyutlu 9 maddelik kısa formunun geçerlik ve güvenirlik çalışması
ise Yorulmaz ve arkadaşları (2019) tarafından gerçekleştirilmiştir. Kısa formda, anketin
orijinal formundaki sorulardan:
 9, 14 ve 20. Sorular (Mükemmeliyetçilik-Belirsizliğe Tahammülsüzlük),
 16,17,36 (Sorumluluk-Tehdit Algısı) ve
 30,35,42 (Düşüncelerin ve Kontrolünün Önemsenmesi) yer almaktadır.

3.3.5. İlişki ölçekleri anketi


İlişki Ölçekleri Anketi Bartholomew ve Horowitz (1991) tarafından
geliştirilmiştir. Ölçeğin Türkçe ’ye uyarlanma çalışmasını ise Sümer ve Güngör (1999)
gerçekleştirmiştir. Ölçek, 30 maddeden oluşmaktadır ve dört tip bağlanma stilini
ölçmektir. Bu bağlanma stilleri güvenli, kayıtsız, korkulu ve saplantılıdır. Katılımcılar
7’li likert tipi (1= beni hiç tanımlamıyor, 7= tamamen beni tanımlıyor) 30 soruyu
cevaplamaktadır. Ölçekte güvenli ve kayıtsız bağlanma 5 madde üzerinden
ölçülmektedir ve saplantılı ve korkulu bağlanma ise dörder madde ile ölçülmüştür.
Ölçekte 6, 9 ve 28. maddeler ters yüklüdür.

3.4. Verilerin Toplanması


Araştırmada verilerin toplanma aşaması çevrimiçi platformlar üzerinden
gerçekleştirilmiştir. Yukarıda ifade edilen veri toplama araçlarının katılımcılara çevrim
içi ortamdan ulaştırılması ve yanıtların Google Forms’ta birikmesi ile veriler elde
edilmiştir. Verilerin toplanma aşamasında, anketlere geçmeden önce araştırma için
gereken açıklamalar yazılı olarak belirtilmiştir. Veri toplama araçlarının tamamının
cevaplanması bir kişi için yaklaşık 15 dakika sürmüştür. Veriler, 2022 yılı ekim-ocak
aylarında toplanmıştır. Katılımcılardan edinilen verilerin analizi, SPSS 25 paket
programı kullanılarak gerçekleştirilmiştir.

3.5. İşlem

Tüm veriye ilişkin analizler SPSS 25 kullanılarak yapılmıştır. Analizlere


başlamadan önce, ilk olarak ölçeklerin normal dağılım varsayımını karşılayıp
karşılamadığı kontrol edilmektedir. Bu kontrol aşamasında ölçeklere ilişkin Çarpıklık
ve basıklık değerlerine bakılmaktadır. Bu değerlerin -3 +3 referans aralığında kaldığı

46
görülmektedir (Kalaycı, 2009). Bu değerlemenin sonucu olarak, parametrik testler
tercih edilmiştir.

Ölçüm araçları arasındaki ilişkiyi test etmek için Pearson korelasyon analiz,
demografik değişkenlere göre ölçek puanlarını kıyaslamak için Bağımsız Gruplar t-testi
ve ANOVA, yordayıcılık analizi için Basit Doğrusal Regresyon kullanılmıştır. Son
olarak, bu araştırma için güven aralığı %95, p değeri 0.05 olarak referans alınmıştır.

47
4.BULGULAR

Tablo 4.1. Çocukluk Çağı Travmaları Ölçeği, Yeme Tutumu Ölçeği, Obsesif İnançlar
Anketi-Kısa Form, İlişki Ölçekeri Anketinin Çarpıklık ve Basıklık Değerleri

Basıklık Çarpıklık
Çocukluk Çağı Travmaları Ölçeği -0.394 0.586

Duygusal İstismar 2.680 1.641

Fiziksel İstismar 2.274 1.778

Fiziksel İhmal 0.035 0.745

Duygusal İhmal -0.793 0.410

Cinsel İstismar 2.932 1.858

Yeme Tutumu Ölçeği 1.229 1.506

Diyet Yapma 0.529 1.308

Bulimiya ve Yeme Meşguliyeti 0.845 1.446

Yemeyi Kontrol 0.179 1.044

İlişki Ölçekleri Anketi

Güvenli Bağlanma -0.285 0.293

Korkulu Bağlanma -1.027 -0.172

Saplantılı Bağlanma 0.704 0.985

Kayıtsız Bağlanma -1.093 -0.046

Obsesif İnançlar Anketi-Kısa Form -0.154 -0.617

Mükemmeliyetçilik-Belirsizliğe -0.648 -0.571


Tahammülsüzlük
Sorumluluk-Tehdit Algısı -0.688 -0.462

Düşüncelerin ve Kontrolünün Önemsenmesi -0.794 0.322

48
Tablo 4.2. Katılımcıların Demografik Özellikleri
n %
Cinsiyet Kadın 167 55.7
Erkek 133 44.3
Toplam 300 100.0
Yaş Grup 18-24 266 88.7
25-30 24 8.0
30 yaş üstü 10 3.3
Toplam 300 100.0

Katılımcıların %55.7’si kadın, %44.3’ü erkek, %88.7’si 18-24 yaş arası, %8’i
25-30 yaş arası, %3.3’ü 30 yaş üzeridir.

Tablo 4.3. Çocukluk Çağı Travmaları Ölçeği, Yeme Tutumu Ölçeği, Obsesif İnançlar
Anketi-Kısa Form, İlişki Ölçekeri Anketinin Tanımlayıcı Değerleri
n Min Maks X̅ Ss.
Çocukluk Çağı Travmaları 300 25 69 38.99 10.20
Ölçeği
Duygusal İstismar 300 5 19 7.39 2.87
Fiziksel İstismar 300 5 10 5.75 1.26
Fiziksel İhmal 300 5 16 8.22 2.81
Duygusal İhmal 300 5 25 11.81 5.31
Cinsel İstismar 300 5 11 5.83 1.40
Yeme Tutumu Ölçeği 300 0 75 17.73 19.45
Diyet Yapma 300 0 36 8.31 10.07
Bulimiya ve Yeme Meşguliyeti 300 0 18 3.66 5.19
Yemeyi Kontrol 300 0 21 5.75 5.79
Güvenli Bağlanma 300 1 7 3.45 1.34
Korkulu Bağlanma 300 1 7 3.96 1.59
Saplantılı Bağlanma 300 1 7 3.10 1.50
Kayıtsız Bağlanma 300 1 7 3.83 1.56
Obsesif İnançlar Anketi-Kısa 300 9 63 37.04 11.71
Form

49
Mükemmeliyetçilik-Belirsizliğe 300 3 21 13.89 4.98
Tahammülsüzlük
Sorumluluk-Tehdit Algısı 300 3 21 13.18 4.83
Düşüncelerin ve Kontrolünün 300 3 21 9.98 4.77
Önemsenmesi

Çocukluk Çağı Travmaları Ölçeği ortalaması (X̅=38.99 SS=10.20), Duygusal


İstismar ortalaması (X̅=7.39 SS=2.87), Fiziksel İstismar ortalaması (X̅=5.75 SS=1.26),
Fiziksel İhmal ortalaması (X̅=8.22 SS=2.81), Duygusal İhmal ortalaması (X̅=11.81
SS=5.31), Cinsel İstismar ortalaması (X̅=5.83 SS=1.40), Yeme Tutumu Ölçeği
ortalaması (X̅=17.73 SS=19.45), Diyet Yapma ortalaması (X̅=8.31 SS=10.07), Bulimiya
ve Yeme Meşguliyeti ortalaması (X̅=3.66 SS=5.19), Yemeyi Kontrol ortalaması
(X̅=5.75 SS=5.79), Güvenli Bağlanma ortalaması (X̅=3.45 SS=1.34), Korkulu
Bağlanma ortalaması (X̅=3.96 SS=1.59), Saplantılı Bağlanma ortalaması (X̅=3.10
SS=1.50), Kayıtsız Bağlanma ortalaması (X̅=3.83 SS=1.56), Obsesif İnançlar Anketi-
Kısa Form ortalaması (X̅=37.04 SS=11.71), Mükemmeliyetçilik-Belirsizliğe
Tahammülsüzlük ortalaması (X̅=13.89 SS=4.98), Sorumluluk-Tehdit Algısı ortalaması
(X̅=13.18 SS=4.83), Düşüncelerin ve Kontrolünün Önemsenmesi ortalaması (X̅=9.98
SS=4.77) ‘dir.

4.1. Korelasyon Analizi

Bu bölümde değişkenler arasındaki ilişkinin incelenmesi için pearson korelasyon


analizi yapılmıştır. Bulgulara ilişkin sonuçlar Tablo 4.4.’de verilmiştir.

Tablo 4.4. Çocukluk Çağı Travmaları Ölçeği, Yeme Tutumu Ölçeği, Obsesif İnançlar
Anketi-Kısa Form, İlişki Ölçeği Arasındaki İlişki

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18
1-ÇÇTÖ -

2-DİS .64** -

3-FİS .55** .50** -

4-FİH .74** .14* .19** -

5-DİH .91** .39** .30** .71** -

50
6-CİS .55** .38** .53** .24** .33** -

7-YTÖ .33** .01 .17** .40** .34** .18** -

8-DY .31** -.01 .17** .39** .32** .16** .96** -

9-BYM .34** .00 .16** .39** .35** .20** .92** .83** -

10-YK .27** .03 .13* .31** .27** .13* .87** .73** .75** -

11-GB -.08 .19** .07 -.24** -.15** .01 -.31** -.30** -.33** -.22** -

12-KB -.23** .05 -.03 -.30** -.27** -.10 -.39** -.37** -.42** -.28** .61** -

13-SB -.04 .19** .03 -.17** -.07 -.07 -.20** -.18** -.22** -.15* .68** .46** -

14-KAB -.19** .08 -.05 -.29** -.23** -.07 -.40** -.38** -.41** -.32** .66** .75** .64** -

15-OİÖ -.36** -.03 -.12* -.36** -.40** -.20** -.40** -.38** -.44** -.29** .36** .50** .32** .47** -

16-MBT -.38** -.07 -.14* -.40** -.40** -.15** -.41** -.37** -.43** -.32** .36** .44** .27** .42** .83** -

17-STA -.32** -.04 -.06 -.33** -.37** -.15** -.38** -.36** -.40** -.29** .32** .45** .24** .39** .85** .62** -

18-DKÖ -.16** .05 -.09 -.14* -.19** -.19** -.18** -.18** -.23** -.08 .20** .31** .26** .32** .73** .36** .42** -

**p<0.01, *p<0.05 Uygulanan testin ismi: Pearson Korelasyon Testi


Not: N:300, ÇÇTÖ: Çocukluk Çağı Travmaları Ölçeği, DİS: Duygusal İstismar, FİS: Fiziksel İstismar, FİH: Fiziksel İhmal, DİH:
Duygusal İhmal, CİS: Cinsel İstismar, YTÖ: Yeme Tutumları Ölçeği, DY: Diyet Yapma, BYM: Bulmiya ve Yeme Meşguliyeti,
YK: Yemeği Kontrol, GB: Güvenli Bağlanma, KB: Korkulu Bağlanma, SP: Saplantılı Bağlanma, KAB: Kayıtsız Bağlanma, OİÖ:
Obsesif İnançlar Anketi-Kısa Form, MBT: Mükemmeliyetçilik-Belirsizliğe Tahammülsüzlük, STA: Sorumluluk-Tehdit Algısı,
DKÖ: Düşüncelerin ve Kontrolünün Önemsenmesi

Çocukluk Çağı Travmaları Ölçeği ile Yeme Tutumu Ölçeği (r=.33, p<0.01),
Çocukluk Çağı Travmaları Ölçeği ile Diyet Yapma (r=.31, p<0.01), Çocukluk Çağı
Travmaları Ölçeği ile Bulimiya ve Yeme Meşguliyeti (r=.34, p<0.01) değişkenleri
arasında orta düzey pozitif korelasyonlar, Çocukluk Çağı Travmaları Ölçeği ile Yemeyi
Kontrol (r=.27, p<0.01) değişkenleri arasında düşük düzey pozitif korelasyonlar,
Çocukluk Çağı Travmaları Ölçeği ile Obsesif İnançlar Anketi-Kısa Form (r=-.36,
p<0.01), Çocukluk Çağı Travmaları Ölçeği ile Mükemmeliyetçilik-Belirsizliğe
Tahammülsüzlük (r=-.38, p<0.01), Çocukluk Çağı Travmaları Ölçeği ile Sorumluluk-
Tehdit Algısı (r=-.32, p<0.01) değişkenleri arasında orta düzey negatif korelasyonlar,
Çocukluk Çağı Travmaları Ölçeği ile Korkulu Bağlanma (r=-.23, p<0.05), Çocukluk
Çağı Travmaları Ölçeği ile Kayıtsız Bağlanma (r=-.19, p<0.05), Çocukluk Çağı
Travmaları Ölçeği ile Düşüncelerin ve Kontrolünün Önemsenmesi (r=-.16, p<0.05)
değişkenleri arasında düşük düzey negatif korelasyonlar saptanmıştır.

51
Duygusal İstismar ile Güvenli Bağlanma (r=.19, p<0.05), Duygusal İstismar ile
Saplantılı Bağlanma (r=.19, p<0.05) değişkenleri arasında düşük düzey pozitif
korelasyonlar saptanmıştır.

Fiziksel İstismar ile Yeme Tutumu Ölçeği (r=.17, p<0.01), Fiziksel İstismar ile
Diyet Yapma (r=.17, p<0.01), Fiziksel İstismar ile Bulimiya ve Yeme Meşguliyeti
(r=.16, p<0.01), Fiziksel İstismar ile Yemeyi Kontrol (r=.13, p<0.05) değişkenleri
arasında düşük düzey pozitif korelasyonlar, Fiziksel İstismar ile Obsesif İnançlar
Anketi-Kısa Form (r=-.12, p<0.05), Fiziksel İstismar ile Mükemmeliyetçilik-
Belirsizliğe Tahammülsüzlük (r=-.14, p<0.05) değişkenleri arasında düşük düzey
negatif korelasyonlar saptanmıştır.

Fiziksel İhmal ile Yeme Tutumu Ölçeği (r=.40, p<0.01), Fiziksel İhmal ile Diyet
Yapma (r=.39, p<0.01), Fiziksel İhmal ile Bulimiya ve Yeme Meşguliyeti (r=.391,
p<0.01), Fiziksel İhmal ile Yemeyi Kontrol (r=.31, p<0.01) değişkenleri arasında orta
düzey pozitif korelasyonlar, Fiziksel İhmal ile Korkulu Bağlanma (r=-.31, p<0.01),
Fiziksel İhmal ile Obsesif İnançlar Anketi-Kısa Form (r=-.36, p<0.01), Fiziksel İhmal
ile Mükemmeliyetçilik-Belirsizliğe Tahammülsüzlük (r=-.40, p<0.01), Fiziksel İhmal
ile Sorumluluk-Tehdit Algısı (r=-.33, p<0.01) değişkenleri arasında orta düzey negatif
korelasyonlar, Fiziksel İhmal ile Güvenli Bağlanma (r=-.24, p<0.01), Fiziksel İhmal ile
Saplantılı Bağlanma (r=-.17, p<0.01), Fiziksel İhmal ile Kayıtsız Bağlanma (r=-.29,
p<0.01), Fiziksel İhmal ile Düşüncelerin ve Kontrolünün Önemsenmesi (r=-.14, p<0.05)
değişkenleri arasında düşük düzey negatif korelasyonlar saptanmıştır.

Duygusal İhmal ile Yeme Tutumu Ölçeği (r=.34, p<0.01), Duygusal İhmal ile
Diyet Yapma (r=.32, p<0.01), Duygusal İhmal ile Bulimiya ve Yeme Meşguliyeti
(r=.35, p<0.01) değişkenleri arasında orta düzey pozitif korelasyonlar, Duygusal İhmal
ile Yemeyi Kontrol (r=.27, p<0.01) değişkenleri arasında düşük düzey pozitif
korelasyonlar, Duygusal İhmal ile Obsesif İnançlar Anketi-Kısa Form (r=-.40, p<0.01),
Duygusal İhmal ile Mükemmeliyetçilik-Belirsizliğe Tahammülsüzlük (r=-.40, p<0.01),
Duygusal İhmal ile Sorumluluk-Tehdit Algısı (r=-.37, p<0.01) değişkenleri arasında
orta düzey negatif korelasyonlar, Duygusal İhmal ile Güvenli Bağlanma (r=-.15,

52
p<0.01), Duygusal İhmal ile Korkulu Bağlanma (r=-.27, p<0.01), Duygusal İhmal ile
Kayıtsız Bağlanma (r=-.23, p<0.01), Duygusal İhmal ile Düşüncelerin ve Kontrolünün
Önemsenmesi (r=-.19, p<0.01) değişkenleri arasında düşük düzey negatif korelasyonlar
saptanmıştır.

Cinsel İstismar ile Yeme Tutumu Ölçeği (r=.18, p<0.01), Cinsel İstismar ile
Diyet Yapma (r=.16, p<0.01), Cinsel İstismar ile Bulimiya ve Yeme Meşguliyeti (r=.20,
p<0.01), Cinsel İstismar ile Yemeyi Kontrol (r=.13, p<0.05) değişkenleri arasında
düşük düzey pozitif korelasyonlar, Cinsel İstismar ile Obsesif İnançlar Anketi-Kısa
Form (r=-.20, p<0.01), Cinsel İstismar ile Mükemmeliyetçilik-Belirsizliğe
Tahammülsüzlük (r=-.15, p<0.01), Cinsel İstismar ile Sorumluluk-Tehdit Algısı (r=-.15,
p<0.01), Cinsel İstismar ile Düşüncelerin ve Kontrolünün Önemsenmesi (r=-.19,
p<0.01) değişkenleri arasında düşük düzey negatif korelasyonlar saptanmıştır.

Yeme Tutumu Ölçeği ile Güvenli Bağlanma (r=-.31, p<0.01), Yeme Tutumu
Ölçeği ile Korkulu Bağlanma (r=-.39, p<0.01), Yeme Tutumu Ölçeği ile Kayıtsız
Bağlanma (r=-.40, p<0.01), Yeme Tutumu Ölçeği ile Obsesif İnançlar Anketi-Kısa
Form (r=-.40, p<0.01), Yeme Tutumu Ölçeği ile Mükemmeliyetçilik-Belirsizliğe
Tahammülsüzlük (r=-.41, p<0.01), Yeme Tutumu Ölçeği ile Sorumluluk-Tehdit Algısı
(r=-.38, p<0.01) değişkenleri arasında orta düzey negatif korelasyonlar, Yeme Tutumu
Ölçeği ile Saplantılı Bağlanma (r=-.20, p<0.01), Yeme Tutumu Ölçeği ile Düşüncelerin
ve Kontrolünün Önemsenmesi (r=-.18, p<0.01) değişkenleri arasında düşük düzey
negatif korelasyonlar saptanmıştır.

Diyet Yapma ile Korkulu Bağlanma (r=-.37, p<0.01), Diyet Yapma ile Kayıtsız
Bağlanma (r=-.39, p<0.01), Diyet Yapma ile Obsesif İnançlar Anketi-Kısa Form (r=-
.38, p<0.01), Diyet Yapma ile Mükemmeliyetçilik-Belirsizliğe Tahammülsüzlük (r=-
.38, p<0.01), Diyet Yapma ile Sorumluluk-Tehdit Algısı (r=-.36, p<0.01) değişkenleri
arasında orta düzey negatif korelasyonlar, Diyet Yapma ile Güvenli Bağlanma (r=-.30,
p<0.01), Diyet Yapma ile Saplantılı Bağlanma (r=-.19, p<0.01), Diyet Yapma ile
Düşüncelerin ve Kontrolünün Önemsenmesi (r=-.18, p<0.01) değişkenleri arasında
düşük düzey negatif korelasyonlar saptanmıştır.

53
Bulimiya ve Yeme Meşguliyeti ile Güvenli Bağlanma (r=-.33, p<0.01),
Bulimiya ve Yeme Meşguliyeti ile Korkulu Bağlanma (r=-.42, p<0.01), Bulimiya ve
Yeme Meşguliyeti ile Kayıtsız Bağlanma (r=-.41, p<0.01), Bulimiya ve Yeme
Meşguliyeti ile Obsesif İnançlar Anketi-Kısa Form (r=-.44, p<0.01), Bulimiya ve Yeme
Meşguliyeti ile Mükemmeliyetçilik-Belirsizliğe Tahammülsüzlük (r=-.44, p<0.01),
Bulimiya ve Yeme Meşguliyeti ile Sorumluluk-Tehdit Algısı (r=-.40, p<0.01)
değişkenleri arasında orta düzey negatif korelasyonlar, Bulimiya ve Yeme Meşguliyeti
ile Saplantılı Bağlanma (r=-.22, p<0.01), Bulimiya ve Yeme Meşguliyeti ile
Düşüncelerin ve Kontrolünün Önemsenmesi (r=-.23, p<0.01) değişkenleri arasında
düşük düzey negatif korelasyonlar saptanmıştır.

Yemeyi Kontrol ile Kayıtsız Bağlanma (r=-.32, p<0.01), Yemeyi Kontrol ile
Mükemmeliyetçilik-Belirsizliğe Tahammülsüzlük (r=-.32, p<0.01) değişkenleri
arasında orta düzey negatif korelasyonlar, Yemeyi Kontrol ile Güvenli Bağlanma (r=-
.22, p<0.01), Yemeyi Kontrol ile Korkulu Bağlanma (r=-.28, p<0.01), Yemeyi Kontrol
ile Saplantılı Bağlanma (r=-.15, p<0.05), Yemeyi Kontrol ile Obsesif İnançlar Anketi-
Kısa Form (r=-.29, p<0.01), Yemeyi Kontrol ile Sorumluluk-Tehdit Algısı (r=-.29,
p<0.01) değişkenleri arasında düşük düzey negatif korelasyonlar saptanmıştır.

Güvenli Bağlanma ile Obsesif İnançlar Anketi-Kısa Form (r=.36, p<0.01),


Güvenli Bağlanma ile Mükemmeliyetçilik-Belirsizliğe Tahammülsüzlük (r=.36,
p<0.01), Güvenli Bağlanma ile Sorumluluk-Tehdit Algısı (r=.32, p<0.01) değişkenleri
arasında orta düzey pozitif korelasyonlar, Güvenli Bağlanma ile Düşüncelerin ve
Kontrolünün Önemsenmesi (r=.20, p<0.01) değişkenleri arasında düşük düzey pozitif
korelasyonlar saptanmıştır.

Korkulu Bağlanma ile Obsesif İnançlar Anketi-Kısa Form (r=.50, p<0.01),


Korkulu Bağlanma ile Mükemmeliyetçilik-Belirsizliğe Tahammülsüzlük (r=.44,
p<0.01), Korkulu Bağlanma ile Sorumluluk-Tehdit Algısı (r=.45, p<0.01), Korkulu
Bağlanma ile Düşüncelerin ve Kontrolünün Önemsenmesi (r=.31, p<0.01) değişkenleri
arasında orta düzey pozitif korelasyonlar saptanmıştır.

54
Saplantılı Bağlanma ile Obsesif İnançlar Anketi-Kısa Form (r=.32, p<0.01)
değişkenleri arasında orta düzey pozitif korelasyon, Saplantılı Bağlanma ile
Mükemmeliyetçilik-Belirsizliğe Tahammülsüzlük (r=.27, p<0.01), Saplantılı Bağlanma
ile Sorumluluk-Tehdit Algısı (r=.24, p<0.01), Saplantılı Bağlanma ile Düşüncelerin ve
Kontrolünün Önemsenmesi (r=.26, p<0.01) değişkenleri arasında düşük düzey pozitif
korelasyonlar saptanmıştır.

Kayıtsız Bağlanma ile Obsesif İnançlar Anketi-Kısa Form (r=.47, p<0.01),


Kayıtsız Bağlanma ile Mükemmeliyetçilik-Belirsizliğe Tahammülsüzlük (r=.43,
p<0.01), Kayıtsız Bağlanma ile Sorumluluk-Tehdit Algısı (r=.39, p<0.01), Kayıtsız
Bağlanma ile Düşüncelerin ve Kontrolünün Önemsenmesi (r=.32, p<0.01) değişkenleri
arasında orta düzey pozitif korelasyonlar saptanmıştır.

4.2. Regresyon Analizi

Bu bölümde, bağımsız değişkenlerin bağımlı değişkeni yordayıcılığını test


etmek için Basit Doğrusal Regresyon analizi yapılmıştır. Bulgulara ilişkin sonuçlar
Tablo 4.5; 4.6; 4.7; 4.8’de verilmiştir.

Tablo 4.5. Çocukluk Çağı Travmalarının Yeme Tutumunu Yordamasına İlişkin


Bulgular

Bağımsız Değişkenler B SH β t p
(Sabit) -7.03 4.20 -1.68 0.095
Çocukluk Çağı Travmaları Ölçeği 0.64 0.10 0.33 6.10 0.000*

R=0.33 R2=0.11 F(1-298)=37.16 p=0.000*

*p<0.05 Uygulanan testin ismi: Basit Doğrusal Regresyon

Bulgulara ilişkin sonuçlar ele alındığında, regresyon modelinin bağımsız


değişkeni olan çocukluk çağı travmalarının bağımlı değişken olan yeme tutumu için
anlamlı düzeyde yordayıcı olduğu tespit edilmiştir. (R=0.33, R2=0.11, p<0.05). Yeme
tutumu puanlarındaki değişimin %11’ini çocukluk çağı travmaları açıkladığı
saptanmıştır.

55
Tablo 4.6. Çocukluk Çağı Travmalarının Obsesif İnançları Yordamasına İlişkin
Bulgular

Bağımsız Değişkenler B SH β t p
(Sabit) 53.07 2.50 21.19 0.000*
Çocukluk Çağı Travmaları Ölçeği -0.41 0.06 -0.36 -6.61 0.000*

R=0.36 R2=0.13 F(1-298)=43.76 p=0.000*

*p<0.05 Uygulanan testin ismi: Basit Doğrusal Regresyon

Bulgulara ilişkin sonuçlar ele alındığında, regresyon modelinin bağımsız


değişkeni olan çocukluk çağı travmalarının bağımlı değişken olan obsesif inançlar için
anlamlı düzeyde yordayıcı olduğu tespit edilmiştir. (R=0.36, R2=0.13, p<0.05). Obsesif
inançlar puanlarındaki değişimin %13’ünü çocukluk çağı travmaları açıkladığı
saptanmıştır.

Tablo 4.7. Çocukluk Çağı Travmalarının Korkulu Bağlanmayı Yordamasına İlişkin


Bulgular

Bağımsız Değişkenler B SH β t p
(Sabit) 5.34 0.36 15.02 0.000*

Çocukluk Çağı Travmaları Ölçeği -0.04 0.01 -0.23 -4.00 0.000*

R=0.23 R2=0.05 F(1-298)=16.04 p=0.000*

*p<0.05 Uygulanan testin ismi: Basit Doğrusal Regresyon

Bulgulara ilişkin sonuçlar ele alındığında, regresyon modelinin bağımsız


değişkeni olan çocukluk çağı travmalarının bağımlı değişken olan korkulu bağlanma
için anlamlı düzeyde yordayıcı olduğu tespit edilmiştir. (R=0.23, R2=0.05, p<0.05).
Korkulu bağlanma puanlarındaki değişimin %5’ini çocukluk çağı travmaları açıkladığı
saptanmıştır.

56
Tablo 4.8. Çocukluk Çağı Travmalarının Kayıtsız Bağlanmayı Yordamasına İlişkin
Bulgular

Bağımsız Değişkenler B SH β t p
(Sabit) 4.99 0.35 14.21 0.000*

Çocukluk Çağı Travmaları Ölçeği -0.03 0.01 -0.19 -3.41 0.001*

R=0.19 R2=0.04 F(1-298)=11.63 p=0.000*

*p<0.05 Uygulanan testin ismi: Basit Doğrusal Regresyon

Bulgulara ilişkin sonuçlar ele alındığında, regresyon modelinin bağımsız


değişkeni olan çocukluk çağı travmalarının bağımlı değişken olan kayıtsız bağlanma
için anlamlı düzeyde yordayıcı olduğu tespit edilmiştir. (R=0.19, R2=0.04, p<0.05).
Kayıtsız bağlanma puanlarındaki değişimin %4’ünü çocukluk çağı travmaları açıkladığı
saptanmıştır.

4.3. Karşılaştırma Analizi

Bu bölümde, Çocukluk Çağı Travmaları Ölçeği, Yeme Tutumu Ölçeği, Obsesif


İnançlar Anketi-Kısa Form, İlişki Ölçekeri Anketinin elde edilen puanları demografik
değişkenlere göre karşılaştırılması için Bağımsız Gruplar t-testi ve ANOVA testi
uygulanmıştır. Bulgulara ilişkin sonuçlar Tablo 4.9; 4.10’da verilmiştir.

Tablo 4.9. Cinsiyete Göre Çocukluk Çağı Travmaları Ölçeği, Yeme Tutumu Ölçeği,
Obsesif İnançlar Anketi-Kısa Form, İlişki Ölçekeri Anketinin Karşılaştırılması
n X̅ Ss. t Sd. p
Çocukluk Çağı Travmaları Kadın 167 38.61 9.66 -0.73 298 0.467
Ölçeği Erkek 133 39.47 10.85

Duygusal İstismar Kadın 167 7.40 3.00 0.06 298 0.954

Erkek 133 7.38 2.72

Fiziksel İstismar Kadın 167 5.68 1.26 -1.03 298 0.302

Erkek 133 5.83 1.27

Fiziksel İhmal Kadın 167 8.04 2.75 -1.27 298 0.204

Erkek 133 8.45 2.88

Duygusal İhmal Kadın 167 11.70 5.20 -0.39 298 0.699

57
Erkek 133 11.94 5.45

Cinsel İstismar Kadın 167 5.80 1.38 -0.46 298 0.642

Erkek 133 5.87 1.43

Yeme Tutumu Ölçeği Kadın 167 16.57 18.98 -1.16 298 0.248

Erkek 133 19.18 19.99

Diyet Yapma Kadın 167 7.78 9.94 -1.01 298 0.312

Erkek 133 8.97 10.22

Bulimiya ve Yeme Kadın 167 3.35 5.07 -1.16 298 0.247


Meşguliyeti Erkek 133 4.05 5.34

Yemeyi Kontrol Kadın 167 5.43 5.76 -1.08 298 0.281

Erkek 133 6.16 5.82

Güvenli Bağlanma Kadın 167 3.45 1.31 0.02 298 0.984

Erkek 133 3.45 1.38

Korkulu Bağlanma Kadın 167 4.05 1.54 1.07 298 0.283

Erkek 133 3.85 1.66

Saplantılı Bağlanma Kadın 167 3.17 1.51 0.91 298 0.362

Erkek 133 3.01 1.49

Kayıtsız Bağlanma Kadın 167 3.93 1.52 1.27 298 0.204

Erkek 133 3.70 1.62

Obsesif İnançlar Anketi- Kadın 167 37.93 11.52 1.47 298 0.141
Kısa Form Erkek 133 35.92 11.90

Mükemmeliyetçilik- Kadın 167 14.19 4.70 1.16 298 0.245


Belirsizliğe Erkek 133 13.51 5.32
Tahammülsüzlük
Sorumluluk-Tehdit Algısı Kadın 167 13.30 4.61 0.49 298 0.623

Erkek 133 13.02 5.11

Düşüncelerin ve Kadın 167 10.44 4.95 1.91 298 0.057


Kontrolünün Önemsenmesi Erkek 133 9.39 4.48

*p<0.05 Kullanılan Test: Bağımsız Örneklemler T-Testi

Çocukluk Çağı Travmaları Ölçeği, Duygusal İstismar, Fiziksel İstismar, Fiziksel


İhmal, Duygusal İhmal, Cinsel İstismar, Yeme Tutumu Ölçeği, Diyet Yapma, Bulimiya
ve Yeme Meşguliyeti, Yemeyi Kontrol, Güvenli Bağlanma, Korkulu Bağlanma,
Saplantılı Bağlanma, Kayıtsız Bağlanma, Obsesif İnançlar Anketi-Kısa Form,
Mükemmeliyetçilik-Belirsizliğe Tahammülsüzlük, Sorumluluk-Tehdit Algısı,

58
Düşüncelerin ve Kontrolünün Önemsenmesi alt boyutu cinsiyet değişkenini üzerinden
kıyaslandığında ölçeklerden alınan ortalama puanların arasında anlamı düzeyde bir
farklılığın olmadığı saptanmıştır (p>0.05).

Tablo 4.10. Yaş Grubuna Göre Çocukluk Çağı Travmaları Ölçeği, Yeme Tutumu
Ölçeği, Obsesif İnançlar Anketi-Kısa Form, İlişki Ölçekeri Anketinin Karşılaştırılması
n X̅ Ss. F p
Çocukluk Çağı Travmaları 18-24 266 38.82 9.89 0.37 0.689
Ölçeği 25-30 24 40.17 12.71

30 yaş üstü 10 40.90 12.25

Toplam 300 38.99 10.20

Duygusal İstismar 18-24 266 7.52 2.94 2.39 0.093

25-30 24 6.46 2.26

30 yaş üstü 10 6.20 1.69

Toplam 300 7.39 2.87

Fiziksel İstismar 18-24 266 5.76 1.28 1.66 0.193

25-30 24 5.96 1.30

30 yaş üstü 10 5.10 0.32

Toplam 300 5.75 1.26

Fiziksel İhmal 18-24 266 8.09 2.69 3.39 0.035*

25-30 24 8.83 2.85

30 yaş üstü 10 10.20 4.76

Toplam 300 8.22 2.81

Duygusal İhmal 18-24 266 11.65 5.15 1.33 0.265

25-30 24 12.50 5.80

30 yaş üstü 10 14.20 7.67

Toplam 300 11.81 5.31

Cinsel İstismar 18-24 266 5.80 1.36 3.22 0.041*

25-30 24 6.42 1.89

30 yaş üstü 10 5.20 0.42

Toplam 300 5.83 1.40

Yeme Tutumu Ölçeği 18-24 266 15.55 17.19 16.53 0.000*

25-30 24 33.42 23.47

59
30 yaş üstü 10 38.10 34.58

Toplam 300 17.73 19.45

Diyet Yapma 18-24 266 7.19 9.06 16.00 0.000*

25-30 24 16.67 11.64

30 yaş üstü 10 18.00 16.67

Toplam 300 8.31 10.07

Bulimiya ve Yeme Meşguliyeti 18-24 266 3.17 4.69 11.82 0.000*

25-30 24 7.17 6.52

30 yaş üstü 10 8.50 8.55

Toplam 300 3.66 5.19

Yemeyi Kontrol 18-24 266 5.19 5.29 12.52 0.000*

25-30 24 9.58 6.43

30 yaş üstü 10 11.60 9.78

Toplam 300 5.75 5.79

Güvenli Bağlanma 18-24 266 3.53 1.29 4.47 0.012*

25-30 24 2.80 1.28

30 yaş üstü 10 2.84 2.23

Toplam 300 3.45 1.34

Korkulu Bağlanma 18-24 266 4.09 1.55 7.85 0.000*

25-30 24 3.03 1.37

30 yaş üstü 10 2.83 2.13

Toplam 300 3.96 1.59

Saplantılı Bağlanma 18-24 266 3.14 1.50 1.28 0.279

25-30 24 2.64 1.01

30 yaş üstü 10 3.03 2.29

Toplam 300 3.10 1.50

Kayıtsız Bağlanma 18-24 266 3.96 1.51 8.59 0.000*

25-30 24 2.73 1.35

30 yaş üstü 10 3.02 2.12

Toplam 300 3.83 1.56

Obsesif İnançlar Anketi-Kısa 18-24 266 37.73 11.10 4.50 0.012*


Form 25-30 24 32.71 13.41

30 yaş üstü 10 29.10 18.34

Toplam 300 37.04 11.71

60
Mükemmeliyetçilik- 18-24 266 14.12 4.72 3.01 0.051
Belirsizliğe Tahammülsüzlük 25-30 24 12.63 5.97

30 yaş üstü 10 10.80 7.83

Toplam 300 13.89 4.98

Sorumluluk-Tehdit Algısı 18-24 266 13.45 4.69 4.43 0.013*

25-30 24 11.58 4.99

30 yaş üstü 10 9.70 6.29

Toplam 300 13.18 4.83

Düşüncelerin ve Kontrolünün 18-24 266 10.16 4.76 1.78 0.171


Önemsenmesi 25-30 24 8.50 4.29

30 yaş üstü 10 8.60 5.66

Toplam 300 9.98 4.77

*p<0.05 Kullanılan Test: Tek Yönlü Varyans Analizi (ANOVA)

Çocukluk Çağı Travmaları Ölçeği, Duygusal İstismar, Fiziksel İstismar,


Duygusal İhmal, Saplantılı Bağlanma, Mükemmeliyetçilik-Belirsizliğe
Tahammülsüzlük, Düşüncelerin ve Kontrolünün Önemsenmesi alt boyutu yaş grubu
değişkenini üzerinden kıyaslandığında ölçeklerden alınan ortalama puanların arasında
anlamı düzeyde bir farklılığın olmadığı saptanmıştır (p>0.05).

Fiziksel İhmal alt ölçeğinden (F(2.297)=3.39, p<0.05) elde edilen puanları yaş
grubuna göre kıyasladığımızda ortalamalar arasında anlamlı farklılık tespit edilmiştir.
Uygulanan Levene’s testinden sonra grupların varyanslarının homojen dağılmadığı
bilgisine ulaşılmıştır(p<0.05). Post hoc testinin varyans homejenliği sağlanmadığında
yapılan Games-Howell testi bulguları sonuçlarına göre, 30 yaş üstü olanların aldığı
puanların 18-24 yaş grubunda olanlara göre kıyasladığımızda anlamlı düzeyde daha
yüksek puana sahip olduğu tespit edilmiştir.

Cinsel İstismar alt ölçeğinden (F(2.297)=3.22, p<0.05) elde edilen puanları yaş
grubuna göre kıyasladığımızda ortalamalar arasında anlamlı farklılık tespit edilmiştir.
Uygulanan Levene’s testinden sonra grupların varyanslarının homojen dağılmadığı
bilgisine ulaşılmıştır(p<0.05). Post hoc testinin varyans homejenliği sağlanmadığında
yapılan Games-Howell testi bulguları sonuçlarına göre, 18-24 yaş ve 25-30 yaş

61
grubunda olanların aldığı puanların 30 yaş üstü olanlara göre kıyasladığımızda anlamlı
düzeyde daha yüksek puana sahip olduğu tespit edilmiştir.

Yeme Tutumu Ölçeğinden (F(2.297)=16.53, p<0.05) elde edilen puanları yaş


grubuna göre kıyasladığımızda ortalamalar arasında anlamlı farklılık tespit edilmiştir.
Uygulanan Levene’s testinden sonra grupların varyanslarının homojen dağılmadığı
bilgisine ulaşılmıştır(p<0.05). Post hoc testinin varyans homejenliği sağlanmadığında
yapılan Games-Howell testi bulguları sonuçlarına göre, 25-30 yaş grubunda olanların
aldığı puanların 18-24 yaş grubunda olanlara göre kıyasladığımızda anlamlı düzeyde
daha yüksek puana sahip olduğu tespit edilmiştir.

Diyet Yapma alt ölçeğinden (F(2.297)=16.00, p<0.05) elde edilen puanları yaş
grubuna göre kıyasladığımızda ortalamalar arasında anlamlı farklılık tespit edilmiştir.
Uygulanan Levene’s testinden sonra grupların varyanslarının homojen dağılmadığı
bilgisine ulaşılmıştır(p<0.05). Post hoc testinin varyans homejenliği sağlanmadığında
yapılan Games-Howell testi bulguları sonuçlarına göre, 25-30 yaş grubunda olanların
aldığı puanların 18-24 yaş grubunda olanlara göre kıyasladığımızda anlamlı düzeyde
daha yüksek puana sahip olduğu tespit edilmiştir.

Bulimiya ve Yeme Meşguliyeti alt ölçeğinden (F(2.297)=11.82, p<0.05) elde


edilen puanları yaş grubuna göre kıyasladığımızda ortalamalar arasında anlamlı farklılık
tespit edilmiştir. Uygulanan Levene’s testinden sonra grupların varyanslarının homojen
dağılmadığı bilgisine ulaşılmıştır(p<0.05). Post hoc testinin varyans homejenliği
sağlanmadığında yapılan Games-Howell testi bulguları sonuçlarına göre, 25-30 yaş
grubunda olanların aldığı puanların 18-24 yaş grubunda olanlara göre kıyasladığımızda
anlamlı düzeyde daha yüksek puana sahip olduğu tespit edilmiştir.

Yemeyi Kontrol alt ölçeğinden (F(2.297)=12.52, p<0.05) elde edilen puanları


yaş grubuna göre kıyasladığımızda ortalamalar arasında anlamlı farklılık tespit
edilmiştir. Uygulanan Levene’s testinden sonra grupların varyanslarının homojen
dağılmadığı bilgisine ulaşılmıştır(p<0.05). Post hoc testinin varyans homejenliği
sağlanmadığında yapılan Games-Howell testi bulguları sonuçlarına göre, 25-30 yaş
grubunda olanların aldığı puanların 18-24 yaş grubunda olanlara göre kıyasladığımızda
anlamlı düzeyde daha yüksek puana sahip olduğu tespit edilmiştir.

62
Güvenli Bağlanma alt ölçeğinden (F(2.297)=4.47, p<0.05) elde edilen puanları
yaş grubuna göre kıyasladığımızda ortalamalar arasında anlamlı farklılık tespit
edilmiştir. Uygulanan Levene’s testinden sonra grupların varyanslarının homojen
dağılmadığı bilgisine ulaşılmıştır(p<0.05). Post hoc testinin varyans homejenliği
sağlanmadığında yapılan Games-Howell testi bulguları sonuçlarına göre, 18-24 yaş
grubunda olanların aldığı puanların 25-30 yaş grubunda olanlara göre kıyasladığımızda
anlamlı düzeyde daha yüksek puana sahip olduğu tespit edilmiştir.

Korkulu Bağlanma alt ölçeğinden (F(2.297)=7.85, p<0.05) elde edilen puanları


yaş grubuna göre kıyasladığımızda ortalamalar arasında anlamlı farklılık tespit
edilmiştir. Bir sonraki aşamada gruplar arasındaki varsayslarının dağılımı Levene’s testi
ile kontrol edilmiş ve homojen bir dağılım olduğu saptanmıştır (p>0.05). Son olarak
Post-hoc testi aşamasına geçilmiş ve Tukey testi uygulanmıştır. Uygulanan Tukey testi
sonucunda elde edilen bulgulara göre, 18-24 yaş grubunda olanların aldığı puanların 25-
30 yaş grubu ve 30 yaş üstü olanlara göre kıyasladığımızda anlamlı düzeyde daha
yüksek puana sahip olduğu tespit edilmiştir.

Kayıtsız Bağlanma alt ölçeğinden (F(2.297)=8.59, p<0.05) elde edilen puanları


yaş grubuna göre kıyasladığımızda ortalamalar arasında anlamlı farklılık tespit
edilmiştir. Uygulanan Levene’s testinden sonra grupların varyanslarının homojen
dağılmadığı bilgisine ulaşılmıştır(p<0.05). Post hoc testinin varyans homejenliği
sağlanmadığında yapılan Games-Howell testi bulguları sonuçlarına göre, 18-24 yaş
grubunda olanların aldığı puanların 25-30 yaş grubunda olanlara göre kıyasladığımızda
anlamlı düzeyde daha yüksek puana sahip olduğu tespit edilmiştir.

Obsesif İnançlar Anketi-Kısa Form (F(2.297)=4.50, p<0.05) elde edilen


puanları yaş grubuna göre kıyasladığımızda ortalamalar arasında anlamlı farklılık tespit
edilmiştir. Uygulanan Levene’s testinden sonra grupların varyanslarının homojen
dağılmadığı bilgisine ulaşılmıştır(p<0.05). Post hoc testinin varyans homejenliği
sağlanmadığında yapılan Games-Howell testi bulguları sonuçlarına göre, 18-24 yaş
grubunda olanların aldığı puanların 30 yaş üstü olanlara göre kıyasladığımızda anlamlı
düzeyde daha yüksek puana sahip olduğu tespit edilmiştir.

63
Sorumluluk-Tehdit Algısı alt ölçeğinden (F(2.297)=4.43, p<0.05) elde edilen
puanları yaş grubuna göre kıyasladığımızda ortalamalar arasında anlamlı farklılık tespit
edilmiştir. Bir sonraki aşamada gruplar arasındaki varsayslarının dağılımı Levene’s testi
ile kontrol edilmiş ve homojen bir dağılım olduğu saptanmıştır (p>0.05). Son olarak
Post-hoc testi aşamasına geçilmiş ve Tukey testi uygulanmıştır. Uygulanan Tukey testi
sonucunda elde edilen bulgulara göre, 18-24 yaş grubunda olanların aldığı puanların 30
yaş üstü olanlara göre kıyasladığımızda anlamlı düzeyde daha yüksek puana sahip
olduğu tespit edilmiştir.

64
5.TARTIŞMA

Bu çalışma, obsesif inançlar, bağlanma stilleri ve yeme tutumlarının çocukluk


çağı travmaları açısından incelenmesini amaçlamıştır. Bu bağlamda, yapılan analizler
sonucunda çeşitli bulgulara ulaşılmıştır. Çocukluk çağı travmalarının yeme tutumu ile
pozitif yönlü anlamlı bir ilişki içerisinde olduğu tespit edilmiştir. Bu bulgu, literatür ile
uyumludur (Rorty ve Yager, 1996; De Groot ve Rodin, 1999; Sansone, 2007; Kong ve
Bernstein, 2009). Uzmanlar, çocukluk çağı travmasının çeşitli psikopatolojik sonuçları
arasında, bireylerin, özellikle kadınların önemli bir oranında yeme bozuklukları
geliştirdiğinin klinik olarak açık bir bulgu olduğunu bildirmektedir. Yeme bozukluğu
geliştiren hastaların yaşadığı çocukluk travması türleri kişiden kişiye değişse de ampirik
literatüre göre bunlar en dikkate değer üç tür bulunmaktadır: fiziksel (Nagata ve ark.,
2001), duygusal (Kent ve Waller, 2000) ve cinsel istismar (Pearlstein, 2002). Bu
bağlamda, bu çalışmadan elde edilen sonuç, literatürdeki bilimsel araştırmalar, teorik alt
yapılar ve klinik bilgiler ile uyumludur.

Bu tez çalışmasında elde edilen bir diğer bulgu ise, çocukluk çağı travmaları ile
obsesif inançlar arasında negatif yönlü anlamlı bir ilişki olduğudur. Yapılan
çalışmalarda, obsesif inançlardan çok obsesif kompulsif belirtiler ele alınmıştır. Obsesif
inançların da obsesif kompulsif semptomlardan biri olduğu düşünüldüğünde (Selvi ve
ark., 2012), bu araştırmalardan elde edilen bulgular ile karşılaştırılma yapılması
mümkündür. Yapılan bazı çalışmalar, bu araştırma bulguları ile çelişkili sonuçlar
sunmaktadır. Örneğin, bazı araştırmalar, çocukluk çağı travmasının obsesif kompulsif
belirtilerin gelişimi, ilerlemesi ve şiddeti ile farklı klinik örüntüleri üzerinde önemli bir
etkiye sahip olduğunu göstermektedir (Demirci, 1970; Barzilay ve ark., 2019). Ayrıntılı
bir biçimde bakıldığında, çocukluk çağı travmasına maruz kalma ile obsesif kompulsif
semptomların şiddetindeki artış arasında pozitif bir ilişki olduğu görülmektedir
(Mathews ve diğerleri, 2008). Bu bulgulara rağmen bazı çalışmalarda çocukluk çağı
travması ile OKB arasında ilişki bulunamamıştır (Selvi ve ark., 2012; Belli ve ark.,
2013; Visser ve ark., 2014; Bey ve ark., 2017; Kart ve Türkçapar, 2019). Bu anlamda,
literatürdeki bilgilerin de çelişkili sonuçlar sunduğu ve obsesif inançlar ile çocukluk
çağı travmalarının ilişkisinin belirsizliğini koruduğu söylenebilir.

65
Araştırmadan elde edilen bir diğer bulgu, çocukluk çağı travmaları ile bağlanma
stilleri arasında anlamlı bir ilişkinin olmasıdır. Carol ve Davies (1995), çocuklukta
cinsel istismardan kurtulanların yüksek bir yüzdesinin saplantılı ve güvensiz bir
bağlanma türüne sahip olduğunu gözlemlemiştir. Daha büyük ölçekli örneklere gelince,
Alexander (1993) ve Styron ve Janoff-Bulman (1997) geçmişteki cinsel istismar
olayları ile yetişkinler tarafından sunulan güvensiz bağlanma türü arasındaki ilişkiyi
ortaya koymuştur. Bu bağlamda, bu çalışma bulguları, literatür ile uyumludur.

Bu çalışmadan elde edilen bir diğer bulgu, yeme tutumu ile obsesif inançlar ve
bağlanma stilleri arasında anlamlı bir ilişki olduğudur. Bu bulgu, literatür tarafından
desteklenmektedir (Tasca ve Balfour, 2014). Yeme bozukluklarında bağlanma, sosyal
iletişim ve sosyal süreçlerin yakın tarihli bir meta analizi (Caglar-Nazali ve ark., 2014),
klinik olmayan kontrollerle karşılaştırıldığında, yeme bozukluğu hastalarının öz
bildirimle ölçülen bağlanma güvensizliğinin daha fazla olduğunu ve etki boyutunun
büyük olduğunu bildirmiştir (d = 1.31). Ringer ve Crittenden (2007), yeme bozukluğu
olan 62 genç kadınla gerçekleştirdiği çalışmada, yeme bozukluğu olan tüm kadınların
endişeli bir şekilde bağlandığını göstermiştir.

Bu çalışmada elde edilen bir diğer bulgu, obsesif inançlar ile bağlanma stilleri
arasında ilişki olduğudur. Boysan ve Çam (2016) tarafından gerçekleştirilen çalışmada,
bağlanma güvensizlikleri, takıntılı inançlar ve OKB belirtileri arasındaki doğrudan ve
dolaylı ilişkileri araştırılmıştır. Veriler, kesitsel araştırma deseninde üniversite
öğrencilerinden (N = 334) oluşan bir örneklemden toplanmıştır. Bulgular, bağlanma
kaygısı ve bağlanmadan kaçınmanın, obsesif-kompulsif semptomların şiddetine önemli
ölçüde katkıda bulunduğunu göstermiştir. Daha spesifik olarak, korkulu ve saplantılı
bağlanma stillerine sahip katılımcılar, obsesif-kompulsif semptomatoloji ve obsesif
inançlarda daha yüksek puanlar bildirmiştir. Yapısal bir modelleme yaklaşımı
kullanarak, sorumluluk/tehdit tahmininin, bağlanma kaygısı ve kaçınma yoluyla
saplantılı semptomatolojiye önemli ölçüde katkıda bulunduğunu bulduk.

Carpenter ve Chung (2011) OKB'si olan bir katılımcı kohortunda çocukluk çağı
travması, bağlanma, aleksitimi ve obsesif kompulsif bozukluğun (OKB) şiddeti
arasındaki ilişkileri araştırmıştır. Bulgular, çocukluk çağı travması ile bağlanmadan
kaçınma arasında anlamlı bir pozitif korelasyon olduğunu göstermiştir. Bu çalışmada,

66
çocukluk çağı travmalarının cinsiyete göre farklılaşmadığı bulunmuştur. Son birkaç on
yılda, çocuklukta cinsel istismar sorununa ilişkin farkındalık artmıştır. Bununla birlikte,
bu konudaki araştırmalara çoğunlukla kadınlar katılmıştır ve bugüne kadar çocuk cinsel
istismarından kurtulan kadınlar hakkında hayatta kalan erkeklerden çok daha fazla şey
bilinmektedir (Dhaliwal, ve ark., 1996; Holmes, 1998). Bu nedenle, literatür cinsel
istismarda kadınlar lehine sonuçlar sunmaktadır.

Yapılan bazı çalışmalarda, erkek hastalardan önemli ölçüde daha fazla kadın
hastanın çocukluk çağı travması veya sıkıntısı yaşadığını ortaya konulmuştur (Sweeney
ve ark., 2015), ancak yakın zamanda yapılan başka bir çalışma bunu doğrulayamamıştır
(Garcia ve ark., 2016). Bununla birlikte, kadınların genellikle çocuklukta cinsel
istismara uğrama olasılığının erkeklerden daha yüksek olduğu konusunda fikir birliği
vardır (Tolin ve Foa, 2006). Bu araştırmadan elde edilen bir diğer bulgu, yeme
tutumunun cinsiyete göre anlamlı şekilde farklılaşmadığı; bununla birlikte yaşa göre
anlamlı düzeyde farklılaştığıdır. Bu bulgu, literatür ile çelişmektedir. Yapılan
çalışmalar, yeme bozukluklarının daha çok kadınlarda görüldüğünü doğrulamaktadır
(Hsu, 1989; Barry ve ark., 2002). Yeme bozukluğu geliştirmede risk dönemlerinin ise
ergenlik ve genç yetişkinlik olduğu bilinmektedir (Patton ve ark., 1997).

Topyekün değerlendirildiğinde, bulguların bazılarının literatür ile uyumlu


olmadığı görülmektedir. Bu durumun sebeplerinden biri yapılan çalışmaların
metodolojisi ve örneklem grubunun içeriği olabilir. Örneğin, bu çalışmada tanı alan bir
grup ile çalışılmamıştır. Araştırma normal popülasyonda gerçekleştirildiğinden, bazı
bulgular literatür ile uyumsuz olabilir. Bu nedenle gelecek çalışmalarda tanı alan
gruplar ile bağımlı ve bağımsız değişkenlerin ilişkisinin araştırılması önerilebilir.

67
6.SONUÇ VE ÖNERİLER

Bu tez çalışması, çocukluk çağı travmalarının, obsesif inançlar, bağlanma stilleri


ve yeme tutumları üzerindeki etkilerinin incelenmesi amaçlamaktadır. Katılımcıların
%55.7’si (167 kişi) kadın, %44.3’ü (133 kişi) erkek olup toplam katılımcı sayısı 300
kişidir. Araştırmada, bağımsız değişken olarak çocukluk çağı travmaları, bağımlı
değişkenleri ise obsesif inançlar, bağlanma stilleri ve yeme tutumları olarak
tanımlanmıştır. Katılımcıların verdikleri yanıtlar ve sorulan soruların cevapları
incelenmiştir. Elde edilen veriler, ölçeklerin uygunluğu ve doğruluğu varsayılarak
değerlendirilmiştir. Betimsel analizler, katılımcıların sosyodemografik özellikleri,
obsesif inançlar, bağlanma stilleri ve yeme tutumları hakkındaki genel trendleri ortaya
koymuştur. İstatistiksel olarak anlamlı bulgulara dayanarak, çocukluk çağı
travmalarının obsesif inançlar, bağlanma stilleri ve yeme tutumları üzerindeki etkileri
irdelenmiştir. Analiz sonuçları, çocukluk çağı travmalarının insanların yaşamlarını
olumsuz yönde etkilediğini ve bu etkilerin obsesif inançlar, bağlanma stilleri ve yeme
tutumları gibi alanlarda ortaya çıktığını göstermiştir. Bununla birlikte, çocukluk çağı
travmalarının anlamını belirlemek, anoreksik yeme davranışını tanımlamaya ve yeni bir
benlik duygusu geliştirmeye yönelik bir yol ortaya çıkarmıştır. Ayrıca, obsesif kontrol
boyutunda aşırı sorumluluğun kronolojik yaşla birlikte artmış olabileceği bulunmuştur.

Çocukluk çağı travmalarının etkilerinin daha iyi anlaşılması için daha geniş ve
farklı katılımcı gruplarına yönelik benzer araştırmalar yapılalabilir. Çocukluk çağı
travmalarının obsesif inançlar, bağlanma stilleri ve yeme tutumları üzerindeki
etkilerinin klinik uygulamalarda nasıl tanımlanabileceği ve müdahil edilebileceği
konularının araştırılması önemli görülmektedir. Ayrıca ülkelere göre farklı kültürel
faktörlerin yeme tutumları ve obsesif inançlar üzerindeki etkilerinin karşılaştırılmasının
literatüre katkı sunacağı düşünülmektedir.

68
7.KAYNAKÇA

A Danese, JR Baldwin - Annu Rev Psychol. (2017). Hidden Wounds? Inflammatory


Links Between Childhood Trauma and Psychopathology doi: 10.1146/annurev-
psych-010416-044208.
Ainsworth, M. D. S., Blehar, M. C, Waters, E., & Wall, S. (1978). Patterns of
attachment: A psychological study of the strange situation. Hillsdale, NJ:
Erlbaum.
Akdağ, T. S. (2011). Ergenlerin Bağlanma Stilleri ile Ebeveynlerinin Bağlanma Stilleri
Arasındaki İlişki Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Antalya.
Aktay, M. (2020). İstismar ve İhmalin Çocuk Üzerindeki Etkileri ve Tedavisi. Gelişim
ve Psikoloji Dergisi, 1 (2), 169-184.
Akten, E. (2019). Üniversite Öğrencilerinde Bağlanma Stilleri ve Dürtüsellik Düzeyleri
İle Yeme Bağımlılığı Arasındaki İlişkinin İncelenmesi (Yayımlanmamış Yüksek
Lisans Tezi) Üsküdar Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, İstanbul.
Alexander, P. C. (1993). The differential effects of abuse characteristics and attachment
in the prediction of long-term effects of sexual abuse. Journal of Interpersonal
violence, 8(3), 346-362.
Allison, K. C., Grillo, C., Masheb, R. M., & Stunkard, A. J. (2005). Binge eating
disorder and night eating syndrome: A comparative study of disordered eating. J.
Consult. Clin. Psychol., 73, 1107–15.
Alvarenga, M., Scagliusi, F. B., & Philippi, S. T. (2012). Comparison of eating attitudes
among university students from the five Brazilian regions. Ciencia & saude
coletiva, 17(2), 435–444. https://doi.org/10.1590/s1413-81232012000200016.
American Psychiatric Association. (2013). Diagnostic and statistical manual of mental
disorders (5th ed.). https://doi.org/10.1176/appi.books.9780890425596.
Amianto, F., Spalatro, A. V., Rainis, M., Andriulli, C., Lavagnino, L., Abbate-Daga, G.,
& Fassino, S. (2018). Childhood emotional abuse and neglect in obese patients
with and without binge eating disorder: Personality and psychopathology
correlates in adulthood. Psychiatry research, 269, 692-699.
Andersson, M. A. (2016). Chronic disease at midlife: Do parent-child bonds modify the
effect of childhood SES? Journal of Health and Social Behavior, 57(3), 373-389.

69
Ashurst, J., van Woerden, I., Dunton, G., Todd, M., Ohri-Vachaspati, P., Swan, P., et al.
(2018). The association among emotions and food choices in first-year college
students using mobile-ecological momentary assessments. BMC Public Health
18:573. doi: 10.1186/s12889-018-5447-0.
Aytaç, HM, Hocaoglu, Ç. (2016). “Bulimiya Nervoza ile Birlikte Yaşamak: Bir vaka
Sunumu”. Journal of Mood Disorders (JMOOD), 6(3), 158-63.
Bakermans-Kranenburg, M. J., van Uzendoorn, M. H., Bokhorst, C. L., & Schuengel,
C. (2004). The Importance of Shared Environment in Infant-Father Attachment:
A Behavioral Genetic Study of the Attachment Q-Sort. Journal of Family
Psychology, 18(3), 545–549. https://doi.org/10.1037/0893-3200.18.3.545.
Bagaric, M., Touyz, S., Heriseanu, A., Conti, J., & Hay, P. (2020). Are bulimia nervosa
and binge eating disorder increasing? Results of a population‐based study of
lifetime prevalence and lifetime prevalence by age in South Australia. European
Eating Disorders Review, 28(3), 260-268.
Barrett, P., & Healy-Farrell, L. (2003). Perceived responsibility in juvenile obsessive-
compulsive disorder: An experimental manipulation. Journal of Clinical Child
and Adolescent Psychology, 32(3), 430-441.
Barron, J. W., Eagle, M. N., & Wolitzky, D. L. E. (1992). Interface of psychoanalysis
and psychology (ss. 647). American Psychological Association.
Barry, D. T., Grilo, C. M., & Masheb, R. M. (2002). Gender differences in patients with
binge eating disorder. International Journal of Eating Disorders, 31(1), 63-70.
Bartholme, L. T., Raymond, N. C., Lee, S. S., Peterson, C. B., & Warren, C. S. (2006).
Detailed analysis of binges in obese women with binge eating disorder:
Comparisons using multiple methods of data collection. Int. J. Eating Disorders,
36, 685–93.
Bartholomew, K., Horowitz, L. M. (1991). Attachment styles among young adults: a
test of a four-category model. Journal of personality and social psychology,
61(2), 226.
Barzilay, R., Patrick, A., Calkins, M. E., Moore, T. M., Gur, R. C., & Gur, R. E. (2019).
Association between early‐life trauma and obsessive compulsive symptoms in
community youth. Depression and anxiety, 36(7), 586-595.
Belli, H., Ural, C., Yesilyurt, S., Vardar, M. K., Akbudak, M., & Oncu, F. (2013).
Childhood Trauma and Dissociation in Patients with Obsessıve Compulsive
Disorder. West Indian Medical Journal, 62(1).

70
Bernstein EM, Putnam FW. (1986). Development, reliability and validity of a
dissociation scale. J Nerv Ment Dis 174(12):727-35.
Bernstein DP, Fink L, Handelsman L, Foote J, Lovejoy M, Wenzel K, Sapareto E,
Ruggiero J. (1994). Initial reliability and validity of a new retrospective measure
of child abuse and neglect. Am J Psychiatry. Aug;151(8):1132-6. doi:
10.1176/ajp.151.8.1132.
Bethell, C. D., Carle, A., Hudziak, J., Gombojav, N., Powers, K., Wade, R., &
Braveman, P. (2017). Methods to assess adverse childhood experiences of
children and families: Toward approaches to promote child well-being in policy
and practice. Academy of Pediatrics, 17, S51–S69.
https://doi.org/10.1016/j.acap.2017.04.161.
Bey, K., Lennertz, L., Riesel, A., Klawohn, J., Kaufmann, C., Heinzel, S., ... & Wagner,
M. (2017). Harm avoidance and childhood adversities in patients with
obsessive–compulsive disorder and their unaffected first‐degree relatives. Acta
Psychiatrica Scandinavica, 135(4), 328-338.
Bowlby, J. (1951). Maternal care and mental health, Geneva: World Health
Organization.
Bowlby, J. (1969). Attachment and Loss, Vol. 1: Attachment. Attachment and Loss.
New York: Basic Books.
Bowlby, J. (1973). Attachment and loss: Vol. II. Separation: Anxiety and anger. New
York: Basic Books.
Bowlby, J. (1980). Attachment and loss: Vol. III. Loss: Sadness and depression. New
York: Basic Books.
Bowlby, J. (1982). Attachment and loss: Vol. I. Attachment (Rev. ed.). New York:
Basic Books. (Original work published 1969).
Bowlby, J. (2012). Bağlanma: bağlanma ve kaybetme. İstanbul: Pinhan Yayıncılık.
Boysan, M., & Çam, Z. (2016). An investigation into the role of attachment insecurities
in obsessive-compulsive symptoms. British Journal of Guidance & Counselling,
46(5), 566-581.
Boysan, M., Besiroglu, L., Çetinkaya, N., Atli, A., & Aydin, A. (2010). Obsesif
inanislar Ölçegi-44'ün (OIÖ-44) Türkçe Formunun Geçerlik ve Güvenirligi/The
Validity and Reliability of the Turkish Version of the Obsessive Beliefs
Questionnaire-44 (OBQ-44). Noro-Psikyatri Arsivi, 47(3), 216.

71
Bozan, N. (2009). Hollanda yeme davranışı (debq) anketinin Türk üniversite
öğrencilerinde geçerlilik ve güvenirliğinin sınanması. (Yüksek Lisans Tezi).
Başkent Üniversitesi/Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Ankara.
Brakoulias, V., Starcevic, V., Berle, D., Milicevic, D., Hannan, A., & Mart’in, A.
(2014). The relationships between obsessive–compulsive symptom dimensions
and cognitions in obsessive–compulsive disorder. Psychiatric Quarterly, 85(2),
133-142.
Brechan, I., Kvalem, I. L. (2015). Relationship between body dissatisfaction and
disordered eating: mediating role of self-esteem and depression. Eat. Behav. 17,
49–58. doi: 10.1016/j.eatbeh.2014.12.008.
Bretherton, I. (1992). The origins of attachment theory: John Bowlby and Mary
Ainsworth. Developmental psychology, 28(5), 759.
Brosof, L. C., Levinson, C. A. (2017). Social appearance anxiety and dietary restraint
as mediators between perfectionism and binge eating: a six month three wave
longitudinal study. Appetite 108, 335–342. doi: 10.1016/j.appet.2016.10.015.
Brown, T. A., Forney, K. J., Klein, K. M., Grillot, C., & Keel, P. K. (2020). A 30-year
longitudinal study of body weight, dieting, and eating pathology across women
and men from late adolescence to later midlife. Journal of Abnormal
Psychology, 129(4), 376.
Bruch, H. (1981). Developmental considerations of anorexia nervosa and obesity.
Canadian Journal of Psychiatry, 26(4), 212–217. doi:
10.1177/070674378102600402.
Brustiengh, F., Fiore Mezzetti, F. A., Di Sarno, C., Giulietti, C., Moretti, P., &
Tortorella, A. (2019). Eating disorders: the role of childhood trauma and the
emotion dysregulation. Psychiatria Danubina, 31(suppl 3), 509-511.
Buhr, K., & Dugas, M. J. (2009). The role of fear of anxiety and intolerance of
uncertainty in worry: An experimental manipulation. Behaviour research and
therapy, 47(3), 215-223.
Busso, D. S., McLaughlin, K. A., Brueck, S., Peverill, M., Gold, A. L., & Sheridan, M.
A. (2017). Child abuse, neural structure, and atlescent psychopathology: a
longitudinal study. Journal of the American Academy of Child & Adolescent
Psychiatry, 56(4), 321-328.
Caglar-Nazali, H. P., Corfield, F., Cardi, V., Ambwani, S., Leppanen, J., Olabintan, O.,
... & Treasure, J. (2014). A systematic review and meta-analysis of ‘Systems for

72
Social Processes’ in eating disorders. Neuroscience & Biobehavioral Reviews,
42, 55-92.
Campbell F, Conti G, Heckman JJ, Moon SH, Pinto R, Pungello E, Pan Y. (2014). Early
childhood investments substantially boost adult health. Science,
343(6178):1478-85. doi: 10.1126/science.1248429.
Cameron, C. L. (2007). Obsessive–compulsive disorder in children and adolescents.
Journal of Psychiatric and Mental Health Nursing, 14(7), 696-704.
Carol, A. S., & Davies, F. (1995). Attachment organization and adaptation in sexually-
abused women. The Canadian Journal of Psychiatry, 40(5), 234-240.
Carpenter, L., Chung, M. C. (2011). Childhood trauma in obsessive compulsive
disorder: The roles of alexithymia and attachment. Psychology and
Psychotherapy: Theory, Research and Practice, 84(4), 367-388.Bowlby J.
(1973). Attachment and loss: Separation: Anxiety and anger. (2. Baskı) New
York: Basic Books.
Carter J.C, Bewell C., Blackmore E. & Woodside D.B. (2006). The impact of childhood
sexual abuse in anorexia nervosa. Child Abuse & Neglect 30, 257–269.
Carter, A.S., & Pollock, R.A. (2000). Obsessive-compulsive disorder in childhood.
Current Opinion in Pediatrics, 12, 325-330.
Casper, R. C., Hedeker, D., & McLough, J. F. (1992). Personality dimensions in eating
disorders and their relevance for subtyping. Journal of American Academy of
Child and Adolescent Psychiatry, 31(5), 830-840.
Caspi A, Vishne T, Sasson Y, Gross R, Livne A, Zohar J. (2008). Relationship between
childhood sexual abuse and obsessive-compulsive disorder: Case control study.
Isrl J Psychiatry Relat Sci; 45:177-182.
Cassidy, J., & Shaver, P. R. (Eds.). (2002). Handbook of attachment: Theory, research,
and clinical applications. Rough Guides.
Cassin, S. E., & von Ranson, K. M. (2005). Personality and eating disorders: a decade
in review. Clinical Psychology Review, 25(7), 895-916. doi:
10.1016/j.cpr.2005.04.01.
Cederlöf, M., Thornton, L. M., Baker, J., Lichtenstein, P., Larsson, H., Rück, C., … &
Mataix-Cols, D. (2015). Etiological overlap between obsessive-compulsive
disorder and anorexia nervosa: a longitudinal cohort, multigenerational family
and twin study. World Psychiatry, 14(3), 333-338.

73
Celikel, H., Besiroglu, L. (2008). Childhood traumatic experiences, dissociation and
obsessive-compulsive symptoms in non-clinical samples. Anadolu Psikiyatri
Dergisi-Anatolian Journal of Psychiatry, 9(2), 75-83.
Chamay-Weber, C., Narring, F., & Michaud, P. A. (2005). Partial eating disorders
among adolescents: A review. Journal of adolescent health, 37(5), 416-426.
Chen, P., & Harris, K. M. (2019). Association of positive family relationships with
mental health trajectories from adolescence to midlife. JAMA Pediatrics,
173(12), e193336.
Clark, D.A. (2009). Obsesyonlar ve onların nötrleştirilmesi için bilişsel davranışçı
terapi. I. Klinik Psikoloji Sempozyumu, 11, 12.
Commentary on Kong S and Bernstein K. (2009). Childhood trauma as a predictor of
eating psychopathology and its mediating variables in patients with eating
disorders Journal of Clinical Nursing 18, 1897-1907
https://doi.org/10.1111/j.1365-2702.2009.02921.x.
Curran HV, Hindocha C, Morgan C, Shaban NDC, Das R, Freeman TP (2019). Reply to
Vadhan et al. – Correspondence on Curran et al. (2018). ‘Which biological and
self-report measures of cannabis use predict cannabis dependency and acute
psychotic-like response’. Psychological Medicine 49, 1759–1760. Https://
doi.org/10.1017/S0033291719000345.
Davidson, R. J., & McEwen, B. S. (2012). Social influences on neuroplasticity: Stress
and interventions to promote well-being. Nature Neuroscience, 15(5), 689–695.
doi:10.1038/nn.3093.
De Groot, J., & Rodin, G. M. (1999). The relationship between eating disorders and
childhood trauma. Psychiatric Annals, 29(4), 225-229.
Değirmenci, M. (2020). Eating attitude test-26 (EAT-26)'nın Türkçe versiyonu yeme
tutum testi-26 (YTT-26)'nın geçerlilik güvenilirlik çalışması, Ondokuz Mayıs
Üniversitesi.
Demirci, K. (1970). The investigation of relationship between childhood trauma and
obsessive-compulsive symptoms. Psychiatry and Behavioral Sciences, 6(1), 7-7.
Destree, L., Brierley, M. E. E., Albertella, L., Jobson, L., & Fontenelle, L. F. (2021).
The effect of childhood trauma on the severity of obsessive-compulsive
symptoms: a systematic review. Journal of psychiatric research, 142, 345-360.

74
Dhaliwal, G. K., Gauzas, L., Antonowicz, D. H., & Ross, R. R. (1996). Adult male
survivors of childhood sexual abuse: Prevalence, sexual abuse characteristics,
and long-term effects. Child Abuse and Neglect, 16, 619-639.
Diedrich, A., Sckopke, P., Schwartz, C. et al. (2016). Change in obsessive beliefs as
predictor and mediator of symptom change during treatment of obsessive-
compulsive disorder – a process-outcome study. BMC Psychiatry 16, 220.
https://doi.org/10.1186/s12888-016-0914-6.
Donley, M. G. (1993). Attachment and the emotional unit. Family Process, 32(1), 3-30.
Dubowitz H, Papas MA, Black MM. (2002). Child neglect: outcomes in high-risk urban
preschoolers. Pediatrics 109: 1100- 1107.
Dye, H. (2018). The impact and long-term effects of childhood trauma. Journal of
Human Behavior in the Social Environment, 28(3), 381-392.
Eckert, E. D., Halmi, K. A., Marchi, P., Grove, W., & Crosby, R. (1995). Ten-year
follow-up of anorexia nervosa: clinical course and outcome. Psychological
medicine, 25(1), 143-156.
Eddy, K. T., Keel, P. K., Dorer, D. J., Delinsky, S. S., Franko, D. L., & Herzog, D. B.
(2002). Longitudinal comparison of anorexia nervosa subtypes. International
Journal of Eating Disorders, 31(2), 191-201.
Elgin, J., & Pritchard, M. (2006). Gender differences in disordered eating and its
correlates. Eating and Weight Disorders-Studies on Anorexia, Bulimia and
Obesity, 11(3), e96-e101.
Erdoğan, F. E. (2010). Üniversite Öğrencilerinin Bağlanma Biçemleri ve Kişilik
Bozuklukları. (Yüksek Lisans tezi) Adnan Menderes Üniversitesi Sağlık
Bilimleri Enstitüsü, Aydın.
Erikson, E. (1968). Youth: Identity And Crisis. New York, NY: WW.
Erin E. Burns, Joan L. Jackson & Hilary G. Harding. (2010). Child Maltreatment,
Emotion Regulation, and Posttraumatic Stress: The Impact of Emotional
Abuse, Journal of Aggression, Maltreatment & Trauma, 19:8, 801-
819, DOI: 10.1080/10926771.2010.522947.
Erözkan, A. (2011). Üniversite öğrencilerinin bağlanma stilleri ve karar stratejileri.
International Journal Of Eurasia Social Sciences, 2011(3), 60-74.
Ersoy, G. “Yeme Davranışı Bozuklukları Anoreksia ve Bulimia Nervoza”. (1991).
Beslenme ve Diyet Dergisi, 20(1), 95-106.

75
Estrada, P., Arsenio, W. F., Hess, R. D., Holloway, S. D. (1987). Affective quality of
the mother–child relationship: Longitudinal consequences for children's school-
relevant cognitive functioning. Developmental Psychology, 23(2), 210–215.
https://doi.org/10.1037/0012-1649.23.2.210.
Everett, B., Gallop, R. (2000). The link between childhood trauma and mental illness:
Effective interventions for mental health professionals. Sage Publications.
Farrell, L., & Barrett, P. (2006). Obsessive‐compulsive disorder across developmental
trajectory: Cognitive processing of threat in children, adolescents and adults.
British Journal of Psychology, 97(1), 95-114.
Farrell, L., & Barrett, P. (2007). Prevention of childhood emotional disorders: Reducing
the burden of suffering associated with anxiety and depression. Child and
Adolescent Mental Health, 12(2), 58–65.
Fergus, T. A., & Wu, K. D. (2010). Do symptoms of generalized anxiety and obsessive-
compulsive disorder share cognitive processes? Cognitive Therapy and
Research, 34(2), 168-176.
Finkelhor, D. (1984) Child Sexual Abuse: New Theory and Research. The Free Press,
New York.
Finzi-Dottan, R., & Harel, G. (2014). Parents’ potential for child abuse: An
intergenerational perspective. Journal of family violence, 29(4), 397-408.
Flament, M. F., Buchholz, A., Henderson, K., Obeid, N., Maras, D., Schubert, N., ... &
Goldfield, G. (2015). Comparative distribution and validity of DSM‐IV and
DSM‐5 diagnoses of eating disorders in adolescents from the community.
European Eating Disorders Review, 23(2), 100-110.
Galmiche, M., Déchelotte, P., Lambert, G., & Tavolacci, M. P. (2019). Prevalence of
eating disorders over the 2000–2018 period: a systematic literature review. The
American journal of clinical nutrition, 109(5), 1402-1413.
Garcia, M., Montalvo, I., Creus, M., Cabezas, Á., Solé, M., Algora, M. J., ... & Labad,
J. (2016). Sex differences in the effect of childhood trauma on the clinical
expression of early psychosis. Comprehensive psychiatry, 68, 86-96.
Garner, D. M., & Garfinkel, P. E. (1979). The Eating Attitudes Test: An index of the
symptoms of anorexia nervosa. Psychological medicine, 9(2), 273-279.
Gençtanırım-Kurt, D., Çetinkaya-Yıldız, E. (2017). Kişilik Kuramları: Gerçek
Yaşamdan Kişilik Analizi Örnekleriyle İstanbul: Pegem Akademi Yayıncılık.

76
Glazer, K. B., Sonneville, K. R., Micali, N., Swanson, S. A., Crosby, R., Horton, N. J.,
... & Field, A. E. (2019). The course of eating disorders involving bingeing and
purging among adolescent girls: Prevalence, stability, and transitions. Journal of
Adolescent Health, 64(2), 165-171.
Golden, N. H. (2003). Eating disorders in adolescence and their sequelae. Best Practice
& Research Clinical Obstetrics & Gynaecology, 17(1), 57-73.
Goldschmidt, A. B., Aspen, V. P., Sinton, M. M., Tanofsky‐Kraff, M., & Wilfley, D. E.
(2008). Disordered eating attitudes and behaviors in overweight youth. Obesity,
16(2), 257-264.
Görünmez, M. (2006). Bağlanma stilleri ve duygusal zekâ yetenekleri. Yayınlanmamış
yüksek lisans tezi. Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Gratz, K. L., Bornovalova, M. A., Delany-Brumsey, A., Nick, B., & Lejuez, C. W.
(2007). A laboratory-based study of the relationship between childhoodabuse
and experiential avoidance among inner-city substance users: The roleof
emotional nonacceptance. Behavior Therapy, 38(3), 256-268.
Guarnieri, S., Smorti, M., & Tani, F. (2015). Attachment relationships and life
satisfaction during emerging adulthood. Social Indicators Research, 121(3), 833-
847.
Güloğlu, B., Karaırmak, Ö., & Emiral, E. (2016). Çocukluk çağı travmalarının tinsellik
ve affetme üzerindeki rolü. Anadolu Psikiyatri Dergisi, 17(4), 309-316.
Güneri Yöyen, E. (2017). Childhood trauma and self-respect. International Journal of
Social Sciences and Education Research, 3 (1), 267-282. DOI:
10.24289/ijsser.274033.
Hambrick, E. P., Brawner, T. W., Perry, B. D., Brandt, K., Hofmeister, K., & Collins, J.
O. (2019). Beyond the ACE score: Examining relationships between timing of
developmental adversity, relational health and developmental outcomes in
children. Archives of Psychiatric Nursing, 33, 238–247.
https://doi.org/10.1016/j.apnu.2018.11.001.
Harlow, H. F. (1958). The nature of love. American psychologist, 13(12), 673.
Hayes, J. F., Fitzsimmons-Craft, E. E., Karam, A. M., Jakubiak, J., Brown, M. L., &
Wilfley, D. E. (2018). Disordered eating attitudes and behaviors in youth with
overweight and obesity: implications for treatment. Current obesity reports, 7(3),
235-246.

77
Hecht, L. K., & Latzman, R. D. (2018). Exploring the differential associations between
components of executive functioning and reactive and proactive aggression.
Journal of Clinical and Experimental Neuropsychology, 40, 62–74.
https://doi.org/10.1080/13803395.2017.1314450.
Herzog, K. D. B., Keller, M. B., Sacks, N. R., Yeh, C. J., & Lavori, P. W. (1992).
Psychiatric comorbidity in treatment-seeking anorexics and bulimics. Journal of
the American Academy of Child and Adolescent Psychiatry, 31(5), 810-818.
doi: 10.1097/00004583-199209000-00006.
Hofmeijer-Sevink, M. K., van Oppen, P., van Megen, H. J., Batelaan, N. M., Cath, D.
C., van der Wee, N. J., ... & van Balkom, A. J. (2013). Clinical relevance of
comorbidity in obsessive compulsive disorder: the Netherlands OCD
Association study. Journal of affective disorders, 150(3), 847-854.
Holland, L. A., Brown, T. A., & Keel, P. K. (2014). Defining features of unhealthy
exercise associated with disordered eating and eating disorder diagnoses.
Psychology of sport and exercise, 15(1), 116-123.
Holmes, G. R., Offen, L., & Waller, G. (1997). See no evil, hear no evil, speak no evil:
Why do relatively few male victims of childhood sexual abuse receive help for
abuse-related issues in adulthood. Child Abuse and Neglect, 17, 69-88.
Hsu, L. G. (1989). The gender gap in eating disorders: Why are the eating disorders
more common among women?. Clinical Psychology Review, 9(3), 393-407.
Hudson, J. I., Hiripi, E., Pope, H. G., & Kessler, R. C. (2007). The prevalence and
correlates of eating disorders in the National Comorbidity Survey Replication.
Biol. Psychiatry, 61(3), 348–58.
Human Rights Association. (2008). History of Human Rights Associaton. Erişim adresi
https://ihd.org.tr/en/history-of-human-rights-association-ihd/.
Izydorczyk, B., Sitnik-Warchulska, K. (2018). Sociocultural appearance standards and
risk factors for eating disorders in adolescents and women of various ages.
Front. Psychol. 9:429. doi: 10.3389/fpsyg.2018.00429.
Jacobi, C., Hayward, C., de Zwaan, M., Kraemer, H. C., Agras, W. S. (2004). Coming
to terms with risk factors for eating disorders: application of risk terminology
and suggestions for a general taxonomy. Psychol. Bull. 130, 19–65. doi:
10.1037/0033-2909.130.1.19.
Jaworski, M., Panczyk, M., Śliwczyński, A., Brzozowska, M., Janaszek, K.,
Małkowski, P., & Gotlib, J. (2019). Eating disorders in males: an 8-year

78
population-based observational study. American journal of men's health, 13(4),
1557988319860970.
Johnson, S. M. (2019). Attachment Theory. Encyclopedia of Couple and Family
Therapy, 169-177.
Kalaycı, N. (2009). Yüksek Öğretim Kurumlarında Akademisyenlerin Öğretim
Performansını Değerlendirme Sürecinde Kullanılan Yöntemler. Kuram ve
Uygulamada Eğitim Yönetimi, 60 (60), 625-656.
Karadağ, E. (2010). Eğitim bilimleri doktora tezlerinde kullanılan araştırma modelleri:
Nitelik düzeyleri ve analitik hata tipleri. Kuram ve Uygulamada Eğitim
Yönetimi, 1(1), 49-71.
Kaylor, A. (2017). Unpacking the impact of adverse childhood experiences on adult
mental health. Child abuse & neglect, 69, 10-19.
Kart, A., & Türkçapar, H. (2019). The effects of childhood emotional abuse on
aggressive obsessions among patients with obsessive compulsive disorder may
be mediated by symptoms of depression and anxiety. Psychiatry and Clinical
Psychopharmacology, 29(4), 411-417.
Kent A & Waller G. (2000). Childhood emotional abuse and eating psychopathology.
Clinical Psychology Review 20, 887–903.
Kepenekci-Karaman, Y. (2001). Hukuksal Açıdan Çocuk İstismarı ve İhmali, Katkı
Pediatri Dergisi – Adli Pediatri ve Çocuk İstismarı, 22(3): 262-276.
Keski-Rahkonen, A. (2021). Epidemiology of binge eating disorder: prevalence, course,
comorbidity, and risk factors. Current Opinion in Psychiatry, 34(6), 525-531.
Kılıç, S. (2016). Cronbach'ın alfa güvenirlik katsayısı. Journal of Mood Disorders, 6(1),
47-48.
Kirkpatrick, L. A.,Davis, K.E. (1994). Attachment style, gender, and relationship
stability: A longitudinal analysis. Journal of Personality and Social Psychology,
66, 502-512.
Klein, D. A., & Walsh, B. T. (2004). Eating disorders: clinical features and
pathophysiology. Physiology & behavior, 81(2), 359-374.
Kong, S., & Bernstein, K. (2009). Childhood trauma as a predictor of eating
psychopathology and its mediating variables in patients with eating disorders.
Journal of Clinical Nursing, 18(13), 1897-1907.

79
Kueltz, A.K., Hohagen, F. and Voderholzer, U. (2004) Neuropsychological
Performance in Obsessive-Compulsive Disorder: A Critical Review. Biological
Psychology, 65, 185-236. https://doi.org/10.1016/j.biopsycho.2003.07.007.
Lacey, JH. (1986). “An integrated behavioural and psychodynamic approach to the
treatment of bulimia”. British Review of Bulimia and Anorexia Nervosa, 1(1),
19-26.
Larson, K., & Halfon, N. (2013). Parental divorce and adult longevity. International
Journal of Public Health, 58(1), 89-97.
Levinson, C. A., Rodebaugh, T. L. (2016). Clarifying the prospective relationships
between social anxiety and eating disorder symptoms and underlying
vulnerabilities. Appetite 19, 38–47. doi: 10.1016/j.appet.2016.07.024.
Libby, S., Reynolds, S., Derisley, J., & Clark, S. (2004). Cognitive appraisals in young
people with obsessive‐compulsive disorder. Journal of Child Psychology and
Psychiatry, 45(6), 1076-1084.
Lindvall Dahlgren, C., Wisting, L., & Rø, Ø. (2017). Feeding and eating disorders in the
DSM-5 era: a systematic review of prevalence rates in non-clinical male and
female samples. Journal of eating disorders, 5(1), 1-10.
Lundgren, K., Gerdner, A., & Lundqvist, L. O. (2002). Childhood abuse and neglect in
severely dependent female addicts: Homogeneity and reliability of a Swedish
version of the childhood trauma questionnaire. International Journal of Social
Welfare, 11(3), 219-227.
Lydecker, J. A., Shea, M., Grilo, C. M. (2018). Driven exercise in the absence of binge
eating: implications for purging disorder. Int. J. Eat. Disord. 51, 139–145. doi:
10.1002/eat.22811.
Machado, P. P., Gonçalves, S., & Hoek, H. W. (2013). DSM‐5 reduces the proportion
of EDNOS cases: Evidence from community samples. International Journal of
Eating Disorders, 46(1), 60-65.
Main, M., Kaplan, N., & Cassidy, J. (1985). Security in infancy, childhood, and
adulthood: A move to the level of representation. Monographs of the Society for
Research in Child Development, 50 (1 & 2), 66-104.
Malinosky-Rummell, R., & Hansen, D. J. (1993). Long-term consequences of childhood
physical abuse. Psychological Bulletin, 114(1), 68–
79. https://doi.org/10.1037/0033-2909.114.1.68.

80
Mangweth-Matzek, B., & Hoek, H. W. (2017). Epidemiology and treatment of eating
disorders in men and women of middle and older age. Current Opinion in
Psychiatry, 30(6), 446.
Markey, M. A., Vander Wal, J. S. (2007). The role of emotional intelligence and
negative affect in bulimic symptomatology. Compr. Psychiatry 48, 458–464.
doi: 10.1016/j.comppsych.2007.05.006.
Massaldjieva, R. I., Bakova, D., Semerdjieva, M., Torniova, B., Tilov, B., Raykova, E.
(2017). Disordered eating attitudes and behaviors: gender differences in
adolescence and young adulthood. J. Women’s Health Care 6:368. doi:
10.4172/2167-0420.1000368.
Mathews, C. A., Kaur, N., & Stein, M. B. (2008). Childhood trauma and obsessive-
compulsive symptoms. Depression and Anxiety, 25(9), 742–
751. https://doi.org/10.1002/da.20316.
Meier, S. M., Bulik, C. M., Thornton, L. M., Mattheisen, M., Mortensen, P. B., Merrick,
M. T., Ports, K. A., Ford, D. C., Afifi, T. O., Gershoff, E. T., & Grogan Micali,
N., Martini, M. G., Thomas, J. J., Eddy, K. T., Kothari, R., Russell, E., ...
Treasure, J. (2017). Lifetime and 12-month prevalence of eating disorders
amongst women in mid-life: a population-based study of diagnoses and risk
factors. BMC medicine, 15(1), 1-10.
Mikulincer, M., & Shaver, P. R. (2007). Attachment in adulthood: Structure, dynamics,
and change. New York: Guilford Press.
Minuchin, S., Rosman, B. L., Baker, L. (1978). Psychosomatic families: Anorexia
nervosa in context. Harvard University Press.
Mitchell, J. E., & Crow, S. (2006). Medical complications of anorexia nervosa and
bulimia nervosa. Current Opinion in Psychiatry, 19(4), 438-443.
Morris, A. S. et al. (2007). The Role of the Family Context in the Development
of Emotion Regulation. Social Development, 16, 361-388.
https://doi.org/10.1111/j.1467-9507.2007.00389.x.
Moulding, R., Anglim, J., Nedeljkovic, M., Doron, G., Kyrios, M., & Ayalon, A.
(2011). The Obsessive Beliefs Questionnaire (OBQ): Examination in nonclinical
samples and development of a short version. Assessment, 18(3), 357-374.
Muller, M. E. (1992). A critical review of prenatal attachment research. Scholarly
Inquiry for Nursing Practice, 6(1), 5-22.

81
Mulvihill, D. (2005). The Health Impact of Childhood Trauma: An Interdisciplinary
Review, 1997-2003. Issues in Comprehensive Pediatric Nursing, 28, 115-136.
http://dx.doi.org/10.1080/01460860590950890.
Nagata, T., Kaye, W. H., Kiriike, N., Rao, R., McConaha, C., & Plotnicov, K. H.
(2001). Physical and sexual abuse histories in patients with eating disorders: A
comparison of Japanese and American patients. Psychiatry and Clinical
Neurosciences, 55(4), 333-340.
Nattiv, A., Agostini, R., Drinkwater, B., & Yeager, K. K. (1994). The female athlete
triad: the interrelatednedd of disordered eating, amenorrhea, and osteoporosis.
Clinics in Sports Medicine, 13, 405-418.
NCTSN. (2022). Child and Family Traumatic Stress Intervention. Erişim adresi
https://www.nctsn.org/what-is-child-trauma/about-child-traumaNewman.
Llera, S. J., Erickson, T. M., Przeworski, A., & Castonguay, L. G. (2013). Worry and
generalized anxiety disorder: a review and theoretical synthesis of evidence on
nature, etiology, mechanisms, and treatment. Annual review of clinical
psychology, 9, 275.
Nielsen, S., Lonfeldt, N., Taylor, K., Hageman, I., Vankilde, S., Daniel, S. (2017).
Adult attachment style and anxiety – The mediating role of emotion regulation.
Journal of Affective Disorders, 218, 253-259.
Obsesif Kompulsif Bilişleri Çalışma Grubu. (2001). Development and initial validation
of the obsessive beliefs questionnaire and the interpretation of instrusions
inventory. Behav Res Ther. 39:987-1006.
Obsesif Kompulsif Bilişleri Çalışma Grubu. (2005). Psychometric validation of the
Obsessive Beliefs Questionnaire and the Interpretation of Intrusions Inventory:
Part II. Factor analyses and testing a brief version. Beh ResTherapy 43: 1527-42.
Opel, N., Redlich, R., Dohm, K., Zaremba, D., Goltermann, J., Repple, J., ... &
Dannlowski, U. (2019). Mediation of the influence of childhood maltreatment on
depression relapse by cortical structure: a 2-year longitudinal observational
study. The Lancet Psychiatry, 6(4), 318-326.
O'Shaughnessy, R., & Dallos, R. (2009). Attachment research and eating disorders: A
review of the literature. Clinical child psychology and psychiatry, 14(4), 559-
574.
Ozsoy, B.D. (2021). “Investigation of the relationship of cognitive flexibility and
central coherence with emotion regulation skills in anorexia nervosa and bulimia

82
nervosa”. Istanbul University, Department of Mental Health and Diseases,
Istanbul.
Ölmez, C. (2020). Obsesif Kompulsif Bozukluk (Okb) Tanısı Almış Bireylerdeki
Çocukluk Çağı Travmatik Yaşantı Düzeyi ve Öfke İfade Tarzı ile Obsesif
Kompulsif Bozukluk Tanısı Almamış Bireylerdeki Çocukluk Çağı Travmatik
Yaşantı Düzeyi ve Öfke İfade Tarzının Karşılaştırılması (Yüksek Lisans Tezi)
Üsküdar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.
Öztürk, M.O. (2004). Ruh Sağlığı ve Bozuklukları (10. Baskı) Ankara: Nobel Tıp
Kitapevleri, 370-372.
Parker, G. (1982). Parental representations and affective symptoms: Examination for an
hereditary link. British Journal of medical psychology, 55(1), 57-61.
Patton GC, Carlin JB, Shao Q, Hibbert ME, Rosier M, Selzer R, et al. (1997).
Adolescent dieting: health weight control or borderline eating disorder? J Child
Psychol Psychiatry, 38:299–306.
Paula M. Barrett, Sally Lock and Lara J. Farrell. (2005). Developmental Differences in
Universal Preventive Intervention for Child Anxiety Clin Child Psychol
Psychiatry DOI: 10.1177/1359104505056317; 10; 539.
Pearlstein, T. (2002). Eating disorders and comorbidity. Archives of Women's mental
Health, 4(3), 67-78.
Pelendecioğlu, B. & Bulut, S. (2016). Çocuğa Yönelik Aile İçi Fiziksel İstismar. Abant
İzzet Baysal Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 9 (1), 49-62.
Petersen, L. (2015). Diagnosed anixiety disorders and the risk of subsequent anorexia
nervosa: a danish population register study. European Eating Disorders Review,
23, 524-530. doi:10.1002/erv.2402.
Pike, K. M., Dohm, F., Striegel-Moore, R. H., Wilfley, D. E., & Fairburn, C. G. (2001).
A comparison of black and white women with binge eating disorder. Am. J.
Psychiatry, 158(9), 1455–60.
Polivy, J., Herman, C. P. (2005). The effect of deprivation on food cravings and eating
behavior in restrained and unrestrained eaters. Int. J. Eat. Disord. 38, 301–309.
doi: 10.1002/eat.20195.
Qian, J., Wu, Y., Liu, F., Zhu, Y., Jin, H., Zhang, H., ... & Yu, D. (2022). An update on
the prevalence of eating disorders in the general population: a systematic review
and meta-analysis. Eating and Weight Disorders-Studies on Anorexia, Bulimia
and Obesity, 27(2), 415-428.

83
Rachman, S. (1997). A Cognitive Theory of Obsessions, in «Behaviour Research and
Therapy», 35, 793-802, doi: 10.1016. S0005-7967 (97), 00040-5.
Rachman, S. (1998). A cognitive theory of obsessions: Elaborations. Behaviour
research and therapy, 36(4), 385-401.
Rawana, J. S., Morgan, A. S., Nguyen, H., & Craig, S. G. (2010). The relation between
eating-and weight-related disturbances and depression in adolescence: a review.
Clinical child and family psychology review, 13(3), 213-230.
Rayworth BB, Wise LA & Harlow BL. (2004). Childhood abuse and risk of eating
disorders in women. Epidemiology 15, 271–278.
Reddy, M. K., Pickett, S. M., & Orcutt, H. K. (2006). Experiential avoidance as
amediator in the relationship between childhood psychological abuse andcurrent
mental health Symptoms in college students. Journal of EmotionalAbuse, 6(1),
67–85.
Ringer, F., & Crittenden, P. M. (2007). Eating disorders and attachment: The effects of
hidden family processes on eating disorders. European Eating Disorders Review:
The Professional Journal of the Eating Disorders Association, 15(2), 119-130.
Rodriguez M, Perez V & Garcia Y. (2005). Impact of traumatic experiences and violent
acts upon response to treatment of a sample of Colombian women with eating
disorders. International Journal of Eating Disorders 37, 299–306.
Rorty M & Yager J. (1996). Histories of childhood trauma and complex post-traumatic
sequelae in women with eating disorders. Psychiatric Clinics of North America
19, 773–791.
Rothbard, J. C., & Shaver, P. R. (1994). Continuity of attachment across the life span.
London, The Guilford Press.
Ruscio, A. M., Stein, D. J., Chiu, W. T., & Kessler, R. C. (2010). The epidemiology of
obsessive-compulsive disorder in the National Comorbidity Survey Replication.
Molecular psychiatry, 15(1), 53-63.
Salkovskis, P. M. (1989). Cognitive-behavioural factors and the persistence of intrusive
thoughts in obsessional problems. Behaviour research and therapy, 27(6), 677-
682.
Salkovskis, P. M. (1989). Cognitive-behavioural factors and the persistence of intrusive
thoughts in obsessional problems. Behaviour research and therapy, 27(6), 677-
682.

84
Samuels, K. L., Maine, M. M., & Tantillo, M. (2019). Disordered eating, eating
disorders, and body image in midlife and older women. Current psychiatry
reports, 21(8), 1-9.
Sansone, R. A., & Sansone, L. A. (2007). Childhood trauma, borderline personality, and
eating disorders: A developmental cascade. Eating disorders, 15(4), 333-346.
Sansone, R. A., Levitt, J.L., & Sansone, L. A. (2005). The prevalence of personality
disorders among those with eating disorders. Journal of Eating Disorders, 13(1),
7-21. doi: 10.1080/10640260590893593.
Sassaroli, S., Gallucci, M., Ruggiero, G. M. (2008). Low perception of control as a
cognitive factor of eating disorders. Its independent effects on measures of
eating disorders and its interactive effects with perfectionism and self-esteem. J.
Behav. Ther. Exp. Psychiatry 39, 467–488. doi: 10.1016/j.jbtep.2007.11.005.
Savaşır, I., & Erol, N. (1989). The eating attitudes test: An index of the symptoms of
anorexia. Turkish Journal of Psychology, 7, 19–25.
Schmidt, U., Tracey, D. W., Treasure, J. L. (2014). The Maudsley Model of Anorexia
Nervosa Treatment for Adults (MANTRA): development, key features, and
preliminary evidence. J. Cogn. Psychother. 28, 48–71. doi: 10.1891/0889-
8391.28.1.48.
Schupak-Neuberg, E., & Nemeroff, C. J. (1993). Disturbances in identity and self
regulation in bulimia nervosa: implications for a metaphorical perspective of
“body as self.” International Journal of Eating Disorders, 13(4), 335-347.
Schwartz, D. M., Thompson, M. G., & Johnson, C. L. (1982). Anorexia nervosa and
bulimia: the socio-cultural context. International Journal of Eating Disorders,
1(3),20-36.doi:10.1002/1098-108X(198221)1:3<20:AID
EAT2260010304>3.0.CO;2-8.
Selvi, Y., Besiroglu, L., Aydin, A., Gulec, M., Atli, A., Boysan, M., & Celik, C. (2012).
Relations between childhood traumatic experiences, dissociation, and cognitive
models in obsessive compulsive disorder. International Journal of Psychiatry in
Clinical Practice, 16(1), 53-59.
Serpell, L., Treasure, J., Teasdale, J., & Sullivan, V. (1999). Anorexia nervosa: a friend
or foe? International Journal of Eating Disorders, 25(2), 177-186.
Shipman, K. L., Schneider, R., Fitzgerald, M. M., Sims, C., Swisher, L., & Edwards, A.
(2007). Maternal emotion socialization in maltreating and non-maltreating

85
families: Implications for children’s emotion regulation. Social Development,
16, 268-285. doi:0.1111/.14679507.2007.00384.x.
Shoebridge, P., & Gowers, S. G. (2000). Parental high concern and adolescent-onset
anorexia nervosa: A case-control study to investigate direction of causality. The
British Journal of Psychiatry, 176(2), 132-137.
Silén, Y., Sipilä, P. N., Raevuori, A., Mustelin, L., Marttunen, M., Kaprio, J., & Keski‐
Rahkonen, A. (2020). DSM‐5 eating disorders among adolescents and young
adults in Finland: A public health concern. International Journal of Eating
Disorders, 53(5), 790-801.
Sinanan, AN. (2015). Trauma and Treatment of Child Sexual Abuse. J Trauma Treat
S4: 024. Doi:10.4172/2167-1222.S4-024.
Smink, F. R., Van Hoeken, D., & Hoek, H. W. (2012). Epidemiology of eating
disorders: incidence, prevalence and mortality rates. Current psychiatry reports,
14(4), 406-414.
Soysal, A. Ş., Bodur, Ş., İşeri, E., Şenol, S. (2015). Bebeklik dönemindeki bağlanma
sürecine genel bir bakış. Klinik Psikiyatri, 8(2), 88-99.
Sroufe, L. A., & Waters, E. (1977). Attachment as an organizational construct. Child
Development, 48, 1184-1199.
Stein, D. J., Denys, D., Gloster, A. T., Hollander, E., Leckman, J. F., Rauch, S. L., &
Phillips, K. A. (2009). Obsessive–compulsive disorder: diagnostic and treatment
issues. Psychiatric Clinics, 32(3), 665-685.
Steketee, G., & Barlow, D.H. (2002). Obsessive-compulsive disorder. In D. H. Barlow
(Ed.), Anxiety and its disorders: The nature and treatment of anxiety and panic
(2nd ed., pp. 516-550). New York: Guilford.
Stice, E., Marti, C. N., & Rohde, P. (2013). Prevalence, incidence, impairment, and
course of the proposed DSM-5 eating disorder diagnoses in an 8-year
prospective community study of young women. Journal of abnormal
psychology, 122(2), 445.
Stirling, J., & Amaya-Jackson, L. (2008). Understanding the behavioral and emotional
consequences of child abuse. Pediatrics, 122(3), 667–673.
Straus, M. A., & Kantor, G. K. (2005). Definition and measurement of neglectful
behavior: Some principles and guidelines. Child Abuse & Neglect, 29(1), 19–
29. https://doi.org/10.1016/j.chiabu.2004.08.005.

86
Styron, T., & Janoff-Bulman, R. (1997). Childhood attachment and abuse: Long-term
effects on adult attachment, depression, and conflict resolution. Child abuse &
neglect, 21(10), 1015-1023.
Sunday, S. R., Halmi, K. A., & Einhorn, A. (1995). The Yale‐Brown‐Cornell eating
disorder scale: A new scale to assess eating disorder symptomatology.
International Journal of Eating Disorders, 18(3), 237-245.
Suomi, S. J., & Leroy, H. A. (1982). In memoriam: Harry F. Harlow (1905–1981).
S.J. Suomi, Harlow, Harry Frederick (2001). International Encyclopedia of the Social
& Behavioral Sciences, 10.1016/B0-08-043076-7/00253-9, (6473-6476).
Sümer, N., & Güngör, D. (1999). Yetişkin bağlanma stilleri ölçeklerinin Türk örneklemi
üzerinde psikometrik değerlendirmesi ve kültürlerarası bir karşılaştırma. Türk
Psikoloji Dergisi, 14 (43), 71-106.
Sweeney, S., Air, T., Zannettino, L., Shah, S. S., & Galletly, C. (2015). Gender
Differences in the physical and psychological manifestation of childhood trauma
and/or adversity in people with psychosis. Frontiers in psychology, 6, 1768.
Şar, V., Öztürk, E., İkikardeş, E. (2012). Çocukluk Çağı Ruhsal Travma Ölçeğinin
Türkçe uyarlamasının geçerlilik ve güvenirliği. Türkiye Klinikleri, 32(4), 1054-
1063. doi: 10.5336/medsci.2011-26947.
Şengör, G., & Gezer, C. (2019). Food addiction and its relationship with disordered
eating behaviours and obesity. Eating and Weight Disorders-Studies on
Anorexia, Bulimia and Obesity, 24(6), 1031-1039.
Şimşek, M. O. (2021). Bireylerin Bağlanma Stillerinin Sosyal Medya Kullanımları ve
Kişilerarası Güvenleri Üzerine Etkisi ve Bir Uygulama (Yüksek Lisans Tezi)
İstanbul Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, İstanbul.
Taner, Y., ve Gökler, B. (2004). Çocuk istismarı ve ihmali: Psikiyatrik yönleri.
Hacettepe Tıp Dergisi, 35, 82-86.
Tasca, G. A., & Balfour, L. (2014). Attachment and eating disorders: A review of
current research. International Journal of Eating Disorders, 47(7), 710-717.
Ther, B. R. (1997). Cognitive assessment of obsessivecompulsive disorder. Obsessive
compulsive cognitions working group. Behav Res Ther, 35(7), 667-81.
Thomas, J. J., Keel, P. K., & Heatherton, T. F. (2005). Disordered eating attitudes and
behaviors in ballet students: examination of environmental and individual risk
factors. International Journal of Eating Disorders, 38(3), 263-268.

87
Thompson, K., & Gullone, E. (2008). Prosocial and antisocial behaviours in
adolescents: An investigation into associations with attachment and empathy.
Anthrozoos, 21, 123-137.
Tıraşçı, Y. ve Gören, S. (2007). Çocuk istismarı ve ihmali. Dicle Tıp Dergisi, 34(1), 70-
74.
Tolin, D. F., & Foa, E. B. (2008). Sex differences in trauma and posttraumatic stress
disorder: A quantitative review of 25 years of research. Psychological Trauma:
Theory, Research, Practice, and Policy, S (1), 37–85.
https://doi.org/10.1037/1942-9681.S.1.37.
Tolin, D. F., Worhunsky, P. ve Maltby, N. (2006). Are “obsessive” beliefs specific to
OCD? A comparison across anxiety disorders. Behaviour Research andTherapy,
44(4), 469-480. doi: 10.1016/j.brat.2005.03.007.
UNICEF. (2009). UNICEF Annual Report 2010.
United Nations Children’s Fund. (2022). UNICEF Strategic Plan 2022–2025, UNICEF,
New York.
Uzun, Ö., Güleç, N., Özşahin, A., Doruk, A., Özdemir, B., & Çalışkan, U. (2006).
Screening disordered eating attitudes and eating disorders in a sample of Turkish
female college students. Comprehensive psychiatry, 47(2), 123-126.
Ünalan, D., Öztop, D. B., Elmalı, F., Öztürk, A., Konak, D., Pırlak, B., & Güneş, D.
(2009). Bir grup sağlık yüksekokulu öğrencisinin yeme tutumları ile sağlıklı
yaşam biçimi davranışları arasındaki ilişki. Journal of Turgut Ozal Medical
Center, 16(2), 75-82.
Van Eeden AE, van Hoeken D, Hoek HW. (2021). Incidence, prevalence and mortality
of anorexia nervosa and bulimia nervosa. Curr Opin Psychiatry., 34(6):515-524.
doi: 10.1097/YCO.0000000000000739.
Van Strien, T., Cebolla, A., Etchemendy, E., Gutiérez-Maldonado, J., Ferrer-Garcia, M.,
Botella, C., et al. (2013). Emotional eating and food intake after sadness and joy.
Appetite 66, 20–25. doi: 10.1016/j.appet.2013.02.016.
Verhaak, L. M., & De Haan, E. (2007). Cognitions in children with OCD. European
Child & Adolescent Psychiatry, 16(6), 353-361.
Verschueren, M., Claes, L., Bogaerts, A., Palmeroni, N., Gandhi, A., Moons, P., &
Luyckx, K. (2018). Eating disorder symptomatology and identity formtion in
adolescence: a cross-lagged longitudinal approach. Frontiers in Psychology, 9,
816. doi: 10.3389/fpsyg.2018.0081.

88
Veltkamp, L. J., & Miller, T. W. (1994). Clinical handbook of child abuse and
neglect. International Universities Press, Inc.
Visser, H. A., van Minnen, A., van Megen, H., Eikelenboom, M., Hoogendoorn, A. W.,
Kaarsemaker, M., ... & van Oppen, P. (2014). The relationship between adverse
childhood experiences and symptom severity, chronicity, and comorbidity in
patients with obsessive-compulsive disorder. The Journal of clinical psychiatry,
75(10), 17275.
Vitousek, K., & Manke, F. (1994). Personality variables and disorders in anorexia
nervosa and bulimia nervosa. Journal of Abnormal Psychology, 103(1), 137-147.
doi: 10.1037//0021-843x.103.1.13.
Walsh, B. T. (2013). The enigmatic persistence of anorexia nervosa. American Journal
of Psychiatry, 170, 477-484.
Wang, X., & Maguire-Jack, K. (2018). Family and environmental influences on child
behavioral health: The role of neighborhood disorder and adverse childhood
experiences. Journal of Developmental and Behavioral Pediatrics, 39, 28–36.
https://doi.org/10.1097/DBP.0000000000000506.
Ward A, Ramsay R, Treasure JL. (2000). Attachment research in eating disorders. Br.
J.Med. Psychol. 73:35–51.
Weaver, K., Wuest, J., & Ciliska, D. (2005). Understanding women’s journey of
recovering from anorexia nervosa. Qualitative Health Research, 15(2), 188-206.
doi: 10.1177/1049732304270819.
Wekerle, C., Miller, A. L., Wolfe, D. A., & Spindel, C. B. (2006). Childhood
maltreatment. Hogrefe & Huber Publishers.
Westen, D., & Harnden-Fisher, J. (2001). Personality profiles in eating disorders:
Rethinking the distinction between axis I and axis II. American Journal of
Psychiatry, 158(4), 547-562.
Wilfley, D. E., Friedman, M. A., Dounchis, J. Z., Stein, R. I., Welch, R. R., & Ball, S.
A. (2000). Comorbid psychopathology in binge eating disorder: relation to
eating disorder severity at baseline and following treatment. Journal of
consulting and clinical psychology, 68(4), 641.
Wolfe, D. A., Scott, K., Wekerle, C., & Pittman, A. L. (2001). Child maltreatment:
riskof adjustment problems and dating violence in adolescence. Journal of the
American Academy of Child and Adolescent Psychiatry, 40(3), 282–289.

89
Wonderlich, S. A., Bulik, C. M., Schmidt, U., Steiger, H., & Hoek, H. W. (2020).
Severe and enduring anorexia nervosa: Update and observations about the
current clinical reality. International Journal of Eating Disorders, 53(8), 1303-
1312.
Wonderlich, S. A., Gordon, K. H., Mitchell, J. E., Crosby, R. D., & Engel, S. G. (2009).
The validity and clinical utility of binge eating disorder. International Journal of
Eating Disorders, 42(8), 687-705.
Wonderlich, S. A., Lilenfeld, L. R., Riso, L. P., Engel, S., & Mitchell, J. E. (2005).
Personality and anorexia nervosa. International Journal of Eating Disorders,
37(S1), S68-S71.
World Health Organization. (1999). The World health report: 1999: Making a
difference. World Health Organization.
World Health Organization. (2014). Global status report on noncommunicable diseases
Geneva, Switzerland.
Yarbro, J., Mahaffey, B., Abramowitz, J., & Kashdan, T. B. (2013). Recollections of
parent–child relationships, attachment insecurity, and obsessive–compulsive
beliefs. Personality and Individual Differences, 54(3), 355-360.
Yıldız, H. (2008). İlköğretim 3. sınıf öğrencilerinin bağlanma stillerinin annelerinin
bağlanma stilleriyle karşılaştırılması (Yüksek Lisans Tezi) Maltepe Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.
Yorulmaz, O., & Gençöz, T. (2008). Obsessif-Kompulsif Bozukluk Semptomların
Değerlendirilmesinde Kullanılan İstem Dışı Düşünceleri Yorumlama Envanteri,
Obsessif İnanışlar Ölçeği ve Düşünceleri Kontrol Etme Ölçeği’nin Türk
Örnekleminde İncelenmesi. Türk Psikoloji Yazıları, 11(22), 1-13.
Yorulmaz, O., Güngör, D. ve Gökdağ, C. (2019). Obsesif İnançlar Anketi: Kısa
Formların Türkçeye uyarlanması ve psikometrik özelliklerinin incelenmesi. Türk
Psikiyatri Dergisi, 30(3), 191-199. Doi:10.5080/u23433.
Yöyen, E. (2017). Çocukluk çağı travması ve benlik saygısı. International Journal of
Social Sciences and Education Research 3(1) 267-282.
Zainal, N. H., & Newman, M. G. (2021). Larger increase in trait negative affect is
associated with greater future cognitive decline and vice versa across 23 years.
Depression and anxiety, 38(2), 146-160.

90
Zipfeld, S., Giel, G. E., Bulik, C. M., Hay, P., Schmidt, U. (2015). Anorexia nervosa:
aetiology, assesment and treatment. Lancet Psychiatry 2, 1099–1111. doi:
10.1016/S2215-0366(15)00356-9.
Zlotnick, C., Johnson, L., Kohn, R., Vicente, B., Rioseco, P., & Saldivia, S. (2008).
Childhood trauma, trauma in adulthood, and psychiatric diagnoses: Results from
a community sample. Comprehensive Psychiatry, 49(2), 163–169.

91

You might also like