01 Refik Halid Karay Oykuler

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 30

Memleket Hikâyeleri

REFİK HALİD KARAY © İnkılâp Kitabevi


Yayın Sanayi ve Ticaret A.Ş.

Sertifika No: 10614

Bu kitabın h e r tü rlü yayın hakları Fikir ve Sanat Eserleri Yasası gereğince


inkılâp K itabevi Yayın Sanayi ve Ticaret A .Ş.'ye aittir.

MEMLEKET
Sayfa tasarım M eline Pamukçuoğlu

HİKÂYELERİ Kapak Sait Maden

ISBN: 978-975-10-0106-1

08 09 10 11 12 30 29 28 27
Günümüz Türkçesine uyarlayan
E nder K A R A Y

Raskı
İNKILÂP KİTABEVİ BASKI TESİSLERİ

:İİ: İN K IL A P
Çobançeşme M ah. Sanayi Cad. A ltay Sk. No. 8
34 196 Yenibosna - İstanbul
Tel : (0 2 1 2 )4 9 6 11 11 (Pbx)
Fax: (0 2 1 2 )4 9 6 11 12
posta@ inkilap.com
'¡I* İN K ILÂ P www.inkilap.com
12 / MEMLEKET HİKÂYELERİ

kutacak, ona bazı em irler verecekti. Dirseklerini m a sa -


sına dayadı, önüne kâğıdı çekti v e bekledi.
Burası A n k ara 'ya iki gün öte, ana yollardan aykırı
küçük bir kasabaydı. İki gün bitm ez tükenm ez yokuşlar
çıkılarak bin yorgunlukla gücü tükenm iş v e ezilm iş bir
durum da gelin d iği halde orada oturulacak bir kahve,
ya ta ca k bir han bulunmaz; şu çıplak kuru m em le k e te
Y A T I K E M İN E
varm ak için neden bu kadar yollar aşıp güçlükler ç ek il-
diğini insan bir türlü anlam azdı. S oğuk, barınılm az bir
— I — kışı; susuz, dayanılm az bir yazı vardı.
Y ö re y e oranla o kadar yolsuz v e yüksekti ki sanki
A k şam üzeri, g e ç vakit, jandarm a teğm en i k a le m - buraya insanlar yokuşları tırm ana tırm ana değil, g ö k -
d e n ^ ) çıkarken çavu ş o d a y a girdi: S elâ m verip bir ten serpilerek gelm işler v e in m eğe iz bulam ayarak ö y -
kâğıt uzattı: le, dün yaya ilgisiz bir küm e halinde kalm ışlardı. H a y -
m ana ovasının ortasında, en yüksek bir yerd e gözcü g i-
"İl merkezinde ard arda olaylar çıkmasına sebep
bi b ek ley en kasaba, kerpiç evleri ve a ğ a ç sız so k a k la -
olan uygunsuz takımından Yatık Emine ilçede oturtul-
rıyla ne kadar zevksiz, yürek karartıcıydı. Bütün öm ü r-
m ak ve başk a yere gitm esine engel olunm ak üzere
lerini sonuç v e rm e y e n d avalar arkasında büyük üm it-
yollandığından gereğinin yapılm ası..." em rediliyordu.
lerle koşa didişe geçirip sonunda umduklarını bu lam a-
K aym a k a m bu tezkerenin arkasına kırmızı m ü rekkebe
dan yıkılıp ölen adam lar gibi buraya tırm ananlar da hiç
batm ış kam ış k a le m le y a zd ığ ı h a v a le d e "Kasabanın
kuşkusuz arayıp beklediklerini bulam am aktan ileri g e l-
genel ahlâkını bozm asına meydan verilmemek için g e -
m e bir k ederle düşüp kalmışlardı.
reken önlemlerin jan darm a bölük komutanlığınca alın-
m ası" demişti. İlk insanlar o, yanık ovaları, sarp dağları aşarak
buraya çık m a ya neden gerek görm ü şlerdi? Tufan gibi
T e ğ m e n daha yen i okuldan çıkm ış, p em b e, sarı-
nasıl bir teh like önünden kaçarak buraya yerleşm işler-
şın, tüy gibi ince, güzel endam lı bir delikanlıydı. Okulda
di? O, şim di bilinm iyordu, fakat her halde, bu d erece
adı "D al Sabri" idi. Bunu okuyunca garip bir u tan ga ç-
zorluğa katlanabilm ek için önem li sebepler olm alıydı.
lıkla h afifçe kjzardı; daha bu cinsten bir işe ilk Taslıyor-
du. Fakat çavu şa a c e m iliğin d e n renk v e rm e m e k v e Zaten y ö re d e k i halk ile k o la yc a buluşup ilişkiye
çap kın gö rü n m em ek için kaşlarını biraz çatarak ç o k g iriş e m e m e k yüzünden bu kasaba g a y e t geri, g a y e t
ciddi y a p m a k istediği bir sesle: uyuşuk, atılım sız kalm ıştı. N e gen çlerin d e hayatın ilk
tadlarını duym aktan g elen bir iştah, bir sıcaklık; ne de
— Getirin onu buraya!
ih tiyarların d a rahat bir ya şlılığ ın v e r d iğ i çubuklu,
Dedi. N e ya p a ca ğın ı kendisi de p ek iyi bilmiyordu. hikâyeli bir keyif...
Ö n ce şu kadını bir görecekti; sonra, sonra da belki k or-
Kadınlar ise taş gibi duygusuz, kütük kadar h are-
( * ) Resm î dairelerde yazı işlerinin görüldüğü yer. ketsiz v e donuktular; fakat hepsinin de ne kadar gü r-
YATIK EMİNE/ 13 14 / MEMLEKET HİKÂYELERİ

büz, ne dinç v e sağlam vücutları vardı... Sıtm aların tır- n eden sonra, okur gib i ya p tığı kâğıd a başını e ğ e re k
m anam adığı, hastalıkların barınam adığı bu d ağ sırtında sordu:
çınarlar gibi gelişe gen işleye uzun, bıktırıcı bir öm ür sü- — Em ine sen misin?.. Yatık Emine!..
rüyorlardı. N e kadar h eyecansız, ne d erece uyuşuk bir Öbürü hiç c e v a p verm ed i; kım ıldam ıyordu bile...
ömür! Sıkı sıkı yüzüne çek ip çenesinin altından iğn elem iş o l-
Hayatın alt tabakalarda insanları kavuran, çarpışıp duğu, üzeri m or v e b eya z dallı yazm a peçesin in arka-
didiştiren fırtınaları, burasını tutmuyordu. Burada d u y- sında gözlerinin canlılığı, dikkatli dikkatli baktığı farko-
gu yönünden de durgun, değişim siz bir hava, karları la - lunuyor, bu gergin tülbendin bastırdığı burnunun ucu
pa lapa yağan, kıpırtısız bir dağ iklimi vardı. K öylerinde da b eya z, toparlak bir b en ek le yüzünün tam ortasında
halk apaçık, kaç göçsü z gezip yaşadıkları halde, bu k a - g ö ze çarpıyordu. Sabri şim di yan gö zle onu inceliyor; o
sabada kadınların iki gözünü birden gö rm ek olan aksız- kadar kapalı, şekilsizdi ki insana ne iğren m e, ne b e -
dı. Gelin bir evde, kayın babasından kaçar, g ü ve y b a l- ğen m e, hiçbir duygu verm iyordu . Ö k çeleri çarpık, u ç -
dızının yüzünü tan ım azdı. Sazsız, sözsüz; düğünsüz, ları kalkık yam ru yumru ayak kabıları toz için d eydi;
d em eksiz bir ölü hayatı geçiriyorlardı. çarşafının kumaşı da yer yer akm ış v e buruşmuştu.
Bol bol evlen m ek ten v e sık sık doğurm aktan b a ş - — S ö ylesen e be!.. S en misin?
ka öm ürlerinin tadı, acısı yoktu. K adınlarında ne o y - K adın biraz kım ıldadı, sonra o vücuttan çıktığına
naklık, erkeklerin de ne bir haşarılık. K açm a, kaçırm a in an ılm ayacak kadar boğuk, kalın bir, yaşlı v e şişman
gibi olayla ra tektük rastlanırdı; ahlâksızca olgu lar da Lehli kadın sesiyle:
binde bir görülürdü. — Benim , dedi, adım Em ine, babam ın adı A b d u l-
İşte il m erkezinde bitip tükenm ez uygunsuzluklara lah, anamınki Hürmüz... ü ç yüz y irm id e (*) doğm uşum ,
seb ep olan Yatık Em ine, huyunu düzeltm ek için bu d o - ru m î h es a p , h a m id iy e m d e (* * ) ö y le k a y ıtlı im iş,
nuk kasabaya gönderilm işti. kâğıdım a Yanık E m ine yazm ışlar am m a o yanlış, bana
Jandarm a kum andanı kapının önünde sesler du- Yatık Em ine derler...
yunca tavrını büsbütün ağırlaştırdı. İçeri, arkasında ren- K arakollarda, m a h k em elerd e tekrar ed e ed e ö ğ -
gi atmış siyah bol çarşaf, yazm a p eçesi inik, elleri p e le - renmiş, ezberlem iş olduğu bu sözleri bir bir arkasından
rininin altında saklı ufak tefek, sıkılgan v e korkak bir kayıtsızca söylüyordu.
kadın girdi; hem en oracıkta, eşiğin yanında durdu. T eğm en , sözünü keserek:
T e ğ m e n bunu b ek lem iyordu . O sanıyordu ki, İs- — Bana bak dedi, Yatık Em ine misin, Yanık E m i-
tanbul sokaklarında bazan rasgeldiği gibi, sigarası p ar- ne mi, her ne herze isen, bana onun g e re ğ i yok; burası
m aklarında, allıkları yüzünde, p e ç e s i açık, dişleri ç ü - A n kara değil, aklını başına al, uslu uslu otur, ufak bir
rük, yürüyüşü kıvrımlı, tıknaz bir kadın girecek, yayvan uygunsuzluğunu duyarsam seni karakola çeker, eşek
y a y va n h em en k on u şm a ya b aşlaya rak sonunda ja n - sudan g e lin c e y e kadar döverim , kem iklerin kırılır anla-
darm alarla tutturulup dışarı artırılacaktı. dın mı? Şim di marş!
Karşılıklı duruyorlardı. T e ğ m e n b ek ley ip hazırlan- ( * ) 1904.
dığının çıkm am asından, büsbütün durgunlaşıp kızardı; ( * * ) 2. Abdülham it çağın d a yapılan nüfus kaydı.
Y A TIK EMİNE/ 15 16 / MEMLEKET HİKÂYELERİ

K adın hiç c e v a p verm ed i; ezile büzüle, sıska bir Bu açık lam a eşrafı p ek de kandıramadı, fakat d a -
yavru k öp ek gibi duvara, kapının pervazına sürünerek ha çok zorlam aya çekinm işlerdi. "H ele bir zam an b e k -
dışarı çıktı. leyelim !" karariyle dağıldılar.
İyi m a l olsa buraya gö n d erirler m iyd i? K avruk Halk hâlâ sert, acım a sız davranıyordu. K a y m a -
murdarın biri... Çavuşu çağırdı: "A lın onu, kadınlar h a - kam , Yatık Em ine'nin kadınlar hapishanesinde usul dışı
pish an esin e m isafir edin !" em rini verdi, kılıcını taktı, uzun süre kalm asından ürküyor, jan d arm aya "ille e ve
avluya yürüdü. Em ine orada etrafını alan yılışık jan d ar- çıkarm alı" diyordu.
m a halkası ortasında sırtını duvara verip çöm elm iş, p e - Bir gün E m in e'yi kanlar içinde hapishanenin avlu -
çesini açm ış, hararetli hararetli konuşuyor: sunda yatar buldular.
— Taşlar ayaklarım ı daladı, bu ne cehennem in bu- E m ine oradan m em nundu; dostunu baltalayan bir
ca ğı yerm iş... yörük karisiyle kom şusunun sandığından b eşib iryerd e-
D iye yılgın bir tavırla yold a çek tiği sıkıntıları an la- ler aşıran bir g ö ç m en kadın arasında külfetsiz, zah m et-
tıyordu. siz yaşıyor, başını dinliyor, yorgunluğunu alıyordu.
A m a bir gün, hapishane bahçesindeki ağaçta dut-
lar oldu. Yarı ham, yarı olm uş silkinip ye re düşenlerin
— II —
b era b erce yen m esin e ö n ce ses çıkarm adılar, fakat y e -
m işler pişip tatlılaşınca iş değişti. H apse g irm eğ e hakkı
K asabada kim se Yatık E m in e'y e ev v erm ek is te - o lm ad ığı halde aralarına sokulup kısm etlerini yiyen bu
m iyor, hiçbir m a h a lle onu a lm a ya katlan am ıyord u . kadın da kim di? İki m ahpus başbaşa verip konuştuktan
M em lek ette içten içe kayn ayan bir hiddet, bir hoşnut- sonra hiç yok tan bir k a v g a çıkardılar, E m in e'yi iyi bir
suzluk vardı. K a h v e le rd e top lan an erkek ler, ç e ş m e dövdüler.
başlarında biriken kadınlar hep bu işi konuşuyorlar: O layı haber alan kaym akam , teğm en i çağırttı:
— H ele hükûmatm ettiğine, bak, kötü karıları g ö n - — H aspa orada rahat durm am ış, bir gün Yörük
d erecek bizim m em lek eti m i bulmuşlar?.. karısı kızıp gırtlağından sıkarsa neden hapishanede du-
D iye s ö y len iy o rla rd ı. V aliliğin bu kirli h ed iy e si ruyordu d iye bizi sorumlu tutarlar. Bugün çıkacak, an-
onurlarına dokunmuştu. Hatta halkın sıkıştırması üzeri- laşıldı mı?
ne B eled iye üyeleri k aym akam ın yanına çıkıp şikâyet Emrini verdi. E m ine sokak ortasında kaldı. N ered e
bile etm işlerdi. Fakat aldıkları c e v a p sertti; m a d em k i yatıracaklardı? Sonunda k alem odacılarından bir ihti-
valiliğin em riyle gelm işti, geri çevrilm esin e olanak y o k - yar, evin d e a lık o ym a ğa razı oldu. Kasaba kadınları bu-
tu; h em bu m em lek etleri için bir şerefti; vali burasının nu haber alınca ö b ek ö b ek yollara düzülüp seyre, o d a -
ne kadar ahlâklı bir kasaba olduğunu bildiğinden huyu- cının evin e geliyorlardı.
nu düzeltsin d iye onu gönderm işti. Hiç şüphe yoktu ki
O rak b içm e k için kasaba dolayın da çadır kuran
gü nah yo lu n a sa p a n bu kadın, m e m le k e tle rin d e
çin g en e kadınları bile kulaktan kulağa işi duym uşlar,
ahlâkını değiştirecek, doğru yolu bulacaktı; bunun h a y -
onlar da toplanarak odacının evin e m isafir gelm işlerdi.
rı, sevabı onlara idi. Kırk yıl kötü, bir gün tövbekâr...
YATIK EMİNE/ 17 1 8 / MEMLEKET HİKÂYELERİ

E v dolup dolup boşalıyor, bir düğüne gelir gibi fe ra c e - kaldırınca gözlerin in izini bırakır, birkaç gün arasıra
lerine inci, boyunlarına b eşibiryerde takm ış, yüzlerine kendini düşündürür, hatırlatırdı. O harap, hasta, güçsüz
düzgünler sürmüş iri kuvvetli ve bu, yeni d işiye karşı vücudunun üstünde bu gö zler ne kadar sağlam , ne k a -
kıskanç kadınlar arasında Yatık Em ine, Ş ak ağın d ak i dar sağlıklı v e güçlü dururdu... İnsan, onların b ö y le bir
taze yarası, sol ayağın a topallık veren beresi ile d ola şı- kadına nasip oluşuna acır, bayıltıcı olm ası gerek en k e -
yor, kovu lm am ak, dışarı atılm am ak için her ş e y e razı, yiften ancak birtakım serserinin tattığına kızardı.
kendini seyrettiriyordu. Em ine'nin dudakları da kendiliğinden fazla kırmızı,
Kadınlar ona baktıkça şaşırıyorlardı. An kara'da bu sanki b o y a lı gibiydi. D udağa allık sürm esini b ilm eyen
cılız, sıska için m i adam lar birbirini vurmuş, k ocalar bu m em lek ette duru b eya z yüz üzerindeki kırmızılık da
karılarını boşam ış, kasaba karm akarışık olmuştu. A n - çok etkili oluyordu. Sonra onun endam sız, za yıf vü cu -
lamlı, anlamlı birbirlerine işaretler yaparak, gö z kaş sü- dunda ısınmış bir tuğla gibi ç o k yalın, fakat işleyici, sü-
zerek E m in e'ye uzun uzun bakıyorlar, fiskos gülüşüyor- rekli, bir sıcaklık da vardı. Ö zetle hangi toplum dan o l-
lardı. salar k öylü v e y a m em u r, bütün erk ek ler E m in e'n in
E rkeklerde m erak daha çoktu: "A c e p ne biçim k a - karşısında, yürekleri üzerine isteğin, bir kanat gibi sürü-
rıym ış ki bu..." d iye toplaştıkları d ere boyunda k on u - nüp geçtiğin i duyarlardı.
şurlar, fakat evlerin d e sorm aya cesa ret e d e m e y e re k O dacının karısı şim di m em lek ette ünlü, m e v k iliy -
kafalarında E m in e'yi büyütürlerdi. İşi gidip jan d arm a- di. Sokaklardan geçerk en her kapıdan bir kadın fırlıyor,
lardan soruşturm ağa kadar vardıran daha m eraklıları onu lâfa tutarak E m ine hakkında bilgi alıyordu. İçlerin-
ise: den bazıları da kocasına gö z kulak olm asını, kara gözlü
büyücü kadına görü nm em esini söylüyorlardı. Bu ö ğ ü t-
— K or gibi sıcak am a bir sıkım lık canı var... dan
lerin etkisinde kalan kadın artık gelip gid en misafirlerin
başka, daha ayrıntılı cev a p alam am ışlardı.
şerefinden, E m ine'nin gördüğü işlerden de v a z g e ç m e ğ e
E m ine zayıf, çelim siz bir kadındı; fakat çirkin d e - razı oluyordu.
ğildi. Duru beyaz, ufacık yüzü üstünde birbirine uygun
Bir gün, kendisi de e vd e yokken, hiç alışkısı o lm a -
insanı şaşırtacak kadar kara, kapkara v e parıl parıl iki
dığı halde k ocası, k alem i bırakıp e v e gelm işti. Bunu
gözü vardı. İnsan gözünden ç o k bunlar kafese konm uş
kom şu lardan h aber alınca k ıya m e t koptu; hırsından
vahşi, yırtıcı hıyvanların içleri hırs v e haşinlikle dolu,
pen cereleri açıp sok ağa bağırıyor, üstünü başını p a rç a -
gösterişli, fakat yılgın, ürkek gözlerine benziyordu.
lıyordu. Fakat ö ğ le üzeri olduğundan erkek ler işte idi;
Bu gözlerin en ön em li özelliği dişiliği idi; hırsını bir kapının önü, başına d ö ş e m e s in i(* ) ş ö y le iğreti örtüp
türlü yen em iyen , bir türlü cinselliği bastırılam ayan bir evinden fırlam ış kadınlar, entarilerinin etekleri yerlerde
kısrak b akışıyle erkekleri süzerken insanın, dam arları- sürünen çocu klarla doldu. Bir aralık kadınlar h ep bir
na bir ılık duygu yayardı. Bu etkiyi kendinde d u ym a - ağızdan:
yan yoktu. Serseri m üşterilerinden sık sık işinin düştü-
— H ele at dışarı, at dışarı!..
ğü kom iserlere, jan darm a subaylarına v e hatta m u ta-
D iye bağırdılar. İçeri giren ler oldu. Biraz sonra
s a r r ıf^ ) valilere kadar kimin karşısına çıkarsa peçesini
E m in e'n in b oh ça gibi dışarı fırlatıldığı görüldü. O hiç
( * ) K a ym a k a m ile Vali arası idare amiri. ( * ) Bir çeşit baş-örtüsü.

M e m le k e t H ik a y e le ri - F. 2
YA TIK EMİNE/ 19 20 / MEMLEKET HİKÂYELERİ

ses çıkarm ıyor, elleriyle başını e s irg e m e ğ e çalışarak leri üzerine sonu g e lm e z dedikodular yaparlardı. K a y -
y e rd e yatıyordu. Öbürleri, sanki bu sessiz, hareketsiz m akam ın yolsuz davranışları, ö zel hayatı hep burada
vücut onları ısırıyor, sokuyorm uş gibi korka korka hay- konuşulur, kasabanın olup biten işleri hep burada ö ğ r e -
kırışarak, ara verm ed en nalınlı ayak larıyle vuruşturu- nilirdi. Rum eczacı, biri kırmızı, diğeri m or boyalı v e şiş
yorlardı. karınlı iki cam k avan oz arasında yarı gizlen erek g ö z -
B ereket Hüküm et k on ağı uzak değildi; haber aldı- lüklerinin ardında dikkat kesilen gö zleriyle bu kon u ş-
lar, gelip E m in e'yi kaldırdılar. N e re y e götü receklerdi? m aları dinler, sigara yakm ak isteyenlere kibrit yetiştirir,
Hapishanede ölm esin e razı olm ayan k aym akam şimdi: kendi eliyle yaptığı zencefil liköründen arasıra ik ram -
larda bulunurdu. A m a m em lekette her türlü fenalıkların
— G eberseyd i de kurtulsaydık!
artm asını b ek led iği halde, söze karışm az, ufak bir fikir
Diyordu. Sonunda hastahaneyi uygun buldular. Bu yürütmez, pek zorda kaldığı zam an da sade:
karar v e rilin c e y e k ad ar E m in e, eczah an en in kapısı
önünde p eçesi inik, inliye inliye sekiz saat beklem işti. — Ç ok sasti bu ise!..
İhtiyar Rum eczacı yaralarını yık ayıp sarmıştı. İlaç p a - Derdi. Bu cüm le her yeni habere, her yeni d ed ik o -
rasını nereden alacaktı? B eled iyen in v e re c e ğ i kuşku- duya yaraşır ve ona hiçbir sorumluluk getirm ezdi.
luydu; hapishanenin çoktan ö d e n e ğ i bittiğinden zaten G en e b ö y le bir ak şam kasaba kodam anları e c z a -
artık ölüm halindeki m ahpuslara bile ilâç v erile m iy o r- n ey e toplaşm ışlardı. İki ay e vv el izinli gittiği il m e rk e -
du. zinden yeni dönen tapu memuru bir aralık sordu:
Sonunda akşam a doğru elinde pusulasıyla bir ja n - — A y o l, dedi, buraya bir kadın gönderm işler, E m i-
darm a geldi, k ım ıldam aya gücü olm ayan E m in e'yi ite, ne mi, A y ş e mi, ne... Merkez kom iseri Hacı Bekir E fen -
s ö v e önüne kattı, şehrin dışındaki hastahan eye götü r- di bana, "Git de gözü onda gör, adam ın yüreğini gıcık lı-
dü. Y old a iki defa düşmüş, fakat jandarm anın akıl a l- yor!" dedi, doğru mu?
m az bir ahlâksızlıkla şurasına burasına attığı çizm elerin
Jandarm a subayı hastane memuruna döndü:
tek m eleri altında, k am çı zoruyla kalkan bir cılız at gibi
burnundan korkunç sesler çıkarıp soluyarak kendini to - — Sahi ne oldu E m i n e 'y e , hâlâ ya tıyor m u? diye
parlayabilmişti. sordu. Hastane idare memuru sürmeli gözlü, yanık yü z-
lü ürfalı bir kırklık adam , hafifçe kızardı. Sonra, arap
Daha iki saat ön ce, içinde ölü yatan te m izle n m e - şivesine uygun sıcak bir sesle:
m iş bir yatağa onu soktular. Bayıldı, kaldı... İşte bunun
için, b öy le her zora katlanıp ne yapılsa sızıltısız boyun — Yok, kalktı, fakat hastanede; h ad em e kadın ç o -
eğdiğinden E m in e'ye, Yatık E m ine derlerdi. cuk düşürdü de onun işlerine bakıyor! dedi. E czan ed e
herkes, birdenbire, kuşku ve duraksam a dolu bir ağır
suskunluğa daldı. A c a b a hastane m em uru Yatık E m i-
— III — n e 'y e m i tutulmuştu? Kâfir ürfalı, daha yen i de e v le n -
mişti, fakat ona bir karı, beş karı yetişir mi?..
Hükümet m em urlarınca gelenekti; akşam üstü k a - Dal Sabri'nin yü reği âdeta burkuldu; "S ıc a ğ a fa y -
lem den çıkanlar ecza n ed e toplaşırlar, m em lek et v e iş- dalıdır, hararet k eser!" d iye eczacın ın uzattığı zen cefil
Y A TIK EMİNE / 21 22 / MEMLEKET HİKÂYELERİ

likörünü bir ham lede yutup kalktı, kılıcını daha çalım la, çoktu; delik tıkandığından teneşirin sabunlu suları etra-
sanki gö zd a ğı verirm iş gibi şakırdatarak askerce selâm fa taşıyor, her zam an yenisi döküldüğünden batak bu
verdi, çıktı. Bir ş ey e canı sıkıldığı zam an o b öyle yapar, kızgın güneş altında bile kurumuyordu.
selâm ını ask erce verir, kılıcını şakırdatırdı. E czan ed e Sabri karşısında ellerini göğü slerin e k a p a yıp bir
kalanlar bir süre daha sustular; sonra tapu m emuru, çeşit divan duran hastabakıcılara! "A çın ! Süpürün! Y ı-
çift çubuk sahibi kim seyi takm az bir yerli: kayın.." d iye em irler verdikten sonra bah çe içindeki tel
— N e oldu bu tüysüze? Canı sıkıldı, hele hastaneci kapıdan öbür tarafa geçti, m erdivenleri çıktı.
s ö y le bak alım , E m in e 'y e ta k ılıy o r m usun? Ç ocu ğu S ofada, çarşafının pelerinini om uzlarına atıp başı-
şüphelendirdin... na b eya z bir tülbent örtmüş, yüzü açık bir kadın vardı;
D iye alay etti, ürfalı: is k e m le y e oturmuş, hareketsiz duruyordu, a y a ğ a bile
kalkm adı, acab a Sabri'nin çizm e seslerini d uym am ış
— Y o k a canım , ben im o tarafa uğradığım yok,
m ıydı? Y ok sa uyuyor m uydu? E vet uyuyordu. A ğ zı b i-
gardiyan Gürcü S erve r ilgili... İkisini de a tacağım ya,
raz çarpılm ış, gözünün biri yarı açık, rahat bir solu m a y-
bir yakalarsam ... dedi.
la derin derin uyuyordu. K apıdan giren kızıl bir aydınlık
Dal Sabri o hiddetle çarşı boyunu geçti; çevresin e altında hiç de fena görünm üyordu; yüzü ne kadar b e -
bakm ıyor, bir ola y a yetişir gibi a c e le acele yürüyordu. yaz v e dudakları ne kadar kırmızıydı; haspa burada bile
Y old a rasgelenlerin selâm ını bile gö rm ezliğ e geliyordu. m uhakkak düzgününü sürüyor, allığını unutmuyordu.
Burada jandarm a subayı olsun da daha bir defa, A n k a -
Sabri'nin , üzerine dikilip kalan bakışları altında
ra'da şöhret salm ış olan o gözleri görm esin... Hay aptal
E m ine uyandı; hem en a y a ğ a kalktı. G özleri şaşkınlıkla,
hay, işte hastane m em uru işini yoluna bile koymuştu;
korkaklıkla doluydu; kendisini çarşaflı sanarak elini h e -
h em bana haber verm ed en , danışm adan nasıl olu yor
m en p eç e s in e attı; fakat hatırlayarak tülbendin ucunu
da jandarm anın gözetim i altında bulunan bir kadını iy i-
çekti; ağzının üstüne kapattı; Sabri dik, ürkütücü bir
leştiği halde hastanede alıkoyuyordu: Yarın k a y m a k a -
sesle:
m a m ü z e k k e r e (*) verecekti...
— Başka kim se yo k mu burada?
Önlerinde, e v boyunda gübre yığılı, bahçelerine çit
yerin e ölm üş h ayvan k em ik leri örtülü dış m ahallelere D iye sordu. E m in e'ye , nedense, doğrudan d oğru -
gelm işti. Hazır hastane de şurada idi. Bir kere uğrasa, ya b ak am ıyor v e bunu sorarken içeriye, boş bir k orido-
araştırm a yapsa fena olm azdı. Fakat ilk ön ce erkekler ra sesleniyordu. Öbürü, kalın, boğuk sesle anlattı:
tarafına girdi. L âf yaparlar d iye korkmuştu; şöyle, ç a - — Hanife kadın hastalandı; şimdi, o ge lin c e y e k a -
buk çabuk odalara baktı, havasız, kirli yerlerdi; b atm a- dar işlerini ben yapıyoru m ; çam aşır yıkadım da yoru l-
ya başlayan güneşin ışıkları sık dem ir parm aklıklı kü- muşum, şöyle içim geçm iş...
çük p en cerelerden içeri girem ed iğin d en her yönü lo ş -
Sabri, etrafın sessizliğin den , binanın loşluğundan
luk bürümüştü.
cesaret aldı, birden başını çevirip gözlerini E m ine'nin tâ
A vlu biraz asitfenik, biraz da ap tesan e v e çirkef gözlerin e dikerek:
kokuyordu; h ava d eğişim in e g e le n askerlerden ölen
— Nasıl, artık iyileştin mi?
( * ) Bir iş hakkında üste sunulan yazı.
Y A TIK EMİNE / 23 24 / MEMLEKET HİKÂYELERİ

Dedi. Bu cü m lede, bu seste; istem eyerek fazla bir O na buldukları ev, kasabanın ucunda, göçm en lere
acım a, bir sam im iyet vardı; hem en değiştirdi: ayrılm ış ü cra m a h ellen in en izb e bir k öşesin d eyd i.
B om b oştu , ne m inder, ne şilte, ne perde... İçeri girdi;
— Bir dayak daha yersen geberirsin ha!..
kom şunun kuyusundan taşm a bir su ayağından kuvvet
D iye ilâve etti. T e ğ m e n in yü reğin d en g e ç e n bu alan bodur kabaklar dizili bir b ah çesi v e iki yer odası
yufkalık E m ine'nin gözünden kaçm am ıştı. T ecrü b eleri- vardı. N e y iy ip ne yakacak, nasıl geçin ecek ti? Kenarda
nin bilgisiyle şimdi karşısındaki şu ince, güzel delikanlı- hasır esk ileri kalmıştı, onları b a h çeye bakan p e n c e re -
nın kendisine istem ey e istem ey e sokulduğunu, soku l- nin önüne çekti, üstüne kıvrıldı, düşündü. A h hastane!
m a ya m ecbur kaldığını, anlamıştı. Yüzünün gül destesi N e rahat, am m a ne rahattı... Şimdi, bu saatte, çorba v e
gibi ne de dalga dalga renkleri vardı... Ya boyu bosu? ek m ek dağıtılırdı. Gürcü gardiyan S erver duvardan:
Em ine istekli, aç gözleriyle şimdi, korkusuzca, zevk ala
— E m ine, kâseleri yakala da gel!
ala bakıyordu; karşılıklı bakışıyorlardı. Bu, iki taraf için
de sıcak, sokulgan bir bakıştı. D iye seslenir, sonra onun tabağına bir k ep çe fazla
dökerek:
Sabri, fazla ileri gittiğini anladı, başını kapıya d ön -
dürüp: — Y e de biraz et, can tut, yü reğim gibi kavrulup
gidiyorsun b e kız...
— Hastane mem uru sık sık gelir mi buraya?
D iye takılırdı. Ş im di, gü neş k ayboldu ğu n dan bu
D iye sordu. Konuşa konuşa, biri arkada uyumlu,
çukur o d a y a karanlık, batan bir gem in in am barlarına
ezgin, öbürü ön de hâkim v e dik, m erdiven leri indiler.
su nasıl dolarsa, ö y le her taraftan taşkın bir halde giri-
Kapının önünde Sabri döndü, etkisini duyduğu o istekli
yor; koyulaşıp ağırlaşıyordu.
g ö zlere şim di bir daha, k açam aksızca baktı; sonra h iç-
bir ş e y d em ed en , yen i bir karar alm ış gibi sert, çıkıp Em ine, rahatın tadını aldıktan sonra ilk defa şu d e -
gitti. ğişiklikten, şu yoksulluktan üzüntü duymuştu! Sabri'yi
* Jc it hatırlayarak:
— A h gidinin k öp eği!
K aym a k a m ertesi günü hastane memurunu ç a ğ ır-
dı: D edi; fakat etkisinden de kendisini kurtaram aya-
rak:
— Hani, dedi; A n k ara 'd a n g e lm e bir kadın vardı;
jandarm a dairesi ona bir e v bulmuş, artık hastanede "A m an ın ne körpe çocu k ..." diye söyleniyor, düşü-
kalm ası doğru değil; elin oynağını biz mi b esleyeceğiz; nüyordu.
onu gönderin de yerin e namus ehli bir başkasını kulla-
nın! — IV —
E m in e'ye bu kararı bildirdikleri'zam an gen e, huyu
üzere, hiç itiraz etm edi. Fakat yüreği sızlamıştı. Ö m rün-
Hükümet konağının yan sokaklarında bir sıra ufak
de bu kadar, hiçbir ye rd e rahat görm em işti; vücudu;
dükkân vardı, arzuhalci v e avukat dükkânları... Küçük
yerlerde sürüklenm eden, hırpalanm adan Allah azığını
bir ç ek m ecen in önüne g e ç ip bol sigara v e ç a y içerek
veriyordu. İçinden: "A h o jandarm a, diyordu, beni h as-
sohbet eden bu dükkâncılara arasıra köylüler uğrar, d i-
tane mem urundan kıskandı da buradan attırıyor!"
Y A T IK EMİNE / 25 26 / MEMLEKET HİKÂYELERİ

le k ç e yazdırır, dâva açarlardı. Bunların çoğu toprak s a - ö ğ le güneşinin altında tenhalaşm ış; gübreleri eşen ser-
hibi, zen gin ce adamlardı; eşraf ile düşer, kalkar, onlarla çelerle arasıra haykıran horozlardan başka m eydan da
eş sa ygı görürlerdi. S aygın yaşarlardı; fakat m em urluk- canlı kalm am ıştı. E rkek düşünüyor. E m ine de m erh a-
tan ayrılm a arzuhalciler de vardı ki k alem odalarından m ete getiririm , diye sürekli anlatıyordu:
kovula atıla, azarlana sövüle şunun bunun işini kurtarıp — Dört gündür sıcak y e m e k yem ed im , günah d e -
beş on para çıkarm aya çalışırlar, bu parayı da içki ile ğil mi, beni buraya gön derdilerse açlıktan ölsün d e m e -
bitirirlerdi. diler a; A n k ara'da hiç olm azsa karnım doyardı... G ö zle-
Em ine günlerce beklem iş, ne kom şulardan, ne de rim kararıyor!
baş vurduğu jandarm a çavuşundan bir yardım görm ü ş- Bir aralık arzuhalci düşündü:
tü. N e yapacaktı? Bir gün sıkıca örtündü, arzuhalcilere — Haydi git, pul getir!
birer birer baş vurdu, itibarlıları derhal bu yabancı v e
çarşaflı kadının kim olduğunu seziyorlardı v e m evk ileri- Dedi; sonra tuttu uzun bir dilekçe yazdı. Em ine k a-
nin şerefin i koru m ak için daha lâkırdı s ö y le m e s in e lan parayı v erm ek istiyordu; öteki alm ıyordu: "S en de
m e yd a n v erm ed en "B aşka dükkâna, bizim vaktim iz kalsın, k eb ap y e !" diyordu. İki serseri acım a duygusu
dar!" bahanesiyle başlarından savuyorlardı: Öbürleri ise ile birbirlerine ne kadar yaklaşm ışlardı... E m in e ç ık -
halk nazarında kirlenip söylen m ek ten , m üşteri k a çır- m akta a c e le etm edi; tahta kanapenin bir kenarına ilişti,
m aktan korkarak: arzuhalci de m ürekkebin kurumasını bekledi. Konuşu-
yorlardı. Kadın:
— F ayda etm ez kadın, pul parasına yazık...
— Bu m em leketten misin?
Nasihatiyle atlatıyorlardı. O, b ö y le bir c ev a p alınca
hiç sızlanm adan, kızm adan dükkândan çıkıyor, sabırla D iye sordu. Öbürü R u m eli'den geldiğin i, dört yüz
öbürüne dalıyordu. Sonunda birisi: kuruş aylıkla rejide çalışıp giderken kafasına bir sızı y a -
pıştığını, şim di, işte gördüğü gibi, arzuhalcilikle g e ç in -
— ü ç kuruş pul parası, on para kâğıt, bir çeyrek diğini anlattı. Hükümet konağını işaret ederek:
de ya zm a hakkı; hadi çıkar, ben sana dokunaklı bir d i-
lek çe yazıvereyim ... — Bunlarda akıllıca iş aram a... Seni sürerler, nasıl
geçin eceğin i düşünmezler; açlık bu, ne yapacaksın, g e -
Dedi. Bu, reji kantarcılığından kovulm uş serseri ve
ne önüne ge len le düşüp kalkacaksın... Yarın hadi yeni
yarı deli bir adam dı. E m ine göğsünün altından çıkardı-
bir olay, buradan da b ilm em n ereye; oradan da başka
ğı rutubetli bir m eşin çantanın orta gözünü açtı, h esap -
bir cehennem in bucağına...
ladı; kırk para çıkışm ıyordu. Öbürü dayatıyordu, başka
türlü yazam azdı; canı isterse, hem onun ya za c a ğ ı çok D iye söyleniyordu. Sonunda: "H ele götür bakalım
etkili, acıklı olurdu, kesinlikle istediğini yaparlardı. K a - şu kâğıdı, ne buyuracaklar?" cüm lesiyle bir türlü kalkıp
dın, iri, derin gözlerini karşısındaki bu gö ğsü açık, b ı- g itm ey e istek gösterm eyen E m in e'yi harekete getirdi.
yıkları dağınık kaba herife dikmiş: Kâğıt, yen iden ilgi yönünden, jan d arm aya h avale
— N e etsek ki, vallahi yok, olsaydı saklar m ıydım edilmişti. E m ine'nin kapıdan içeri girdiğini görü nce Dal
ayol! d iye söylen iyordu . D ükkânda yalnızdılar; sokak Sabri:
YATrK E M İN E / Tl 28 / MEMLEKET HİKÂYELERİ

— G en e ne var, artık her iş bitti, Yatık E m in e'yle Kalkıp yürüdüler; gerçek ten orası h em izbe, hem
uğraşacağız! de serindi. S erve r bir sigara da E m in e 'y e sardı. D u-
manları savura savura sıcaktan bunalmış bir d oğa orta-
D iye haykırdı; d ilek çeyi okuduktan sonra büsbü-
sında, akşam a, hatta g e c e y e kadar konuşup kaldılar.
tün kızdı:
— N e o, dedi, hastane hoşuna m ı gittiydi? Ye, iç,
keyfini d e getir, âlâ... Ben sana bir ş e y s ö y le y e y im m i? _ v —
Bir daha hüküm et tarafına a yağın ı attığını duyarsam
karakola tıkarım! Çam aşıra git, hizm etçilik et, çorap ör,
Ertesi gün Gürcü S erver Erm eni kuyum cuya u ğra-
dikiş dik, geçin, anlaşıldı mı? Yallah!
dı, o güne yetişm ek üzere savatlı bir bilezik ısmarladı;
Sabri, eni konu hoşlandığı E m in e 'y e için için k ız- sonra çarşıyı dükkân dükkân dolaştı; p em b e papatyalı,
gındı; gözlerini unutam ıyordu; fak at o kadar s e v iy e si k ocam an dallı in ce bir kum aştan dokuz e n d a z e (* ) e n -
düşük, b a ya ğı bir kadındı ki, elini sürebilm esine imkân tarilik (orad a fistanlık derlerdi) birkaç gaz b oyam ası al-
yoktu; işte bu im kânsızlık onu b ö y le kötü v e kıskanç dı, biraz da y iy e c e k , iç e c e k düzdü; bunların hepsini iki
ediyordu. çıkın yaparak akşam karanlığında Em ine'nin evin e g ö -
E m ine çıktı; beş, altı senelik sok ak orospusu ö m - türdü.
ründe ne acı zam anlar geçirm işti... İşte bu da onlardan K ap ıyı ça ld ığı vak it E m in e çoktan uyumuştu; bir
biriydi; bu da elbette g e ç e c e k ti. Firm a uğradı, k o c a - türlü duyuram ıyordu; geri d ön ecek değildi ya, elini ara-
man, has bir pide aldı; kalan paranın yarısını peynire, lıklardan sokarak m andalı çevirdi, açtı, b a h çe y e girdi.
yarısını da karpuza verdi; yolunun üstünde bir bostan C am a ö n ce fisk eyle vurdu; işittiremedi, sonra p arm ak -
vardı; sulak, serin, g ö lg e bir yer seçip oturdu, iştiha ile larının tersiyle sert sert, bir darbuka gibi öttürdü. E m i-
karnını doyurdu.
ne:
Henüz yem eğin i bitirmişti, arkadan biri:
— O kim ? Me istersin?
— N e o, Emine, g e z m e ğ e m i çıktın kız!
D iye soruyordu. Beriki:
D iye seslendi. Bu, h astan ed ek i Gürcü S erver'd i;
— Benim , Server, al şunları...
m eşe gibi sağlam , gürbüz bir delikanlı... Hiç ç e k in m e -
den gelip setin üstüne, E m ine'nin yanına oturdu. O, ne Diyordu.
şehirler görm üş, ne m aceralar geçirm iş, yiğit bir ad am - Fakat kadın başka başka adam lar tarafından sık
dı; bu m em lek ette zevksizlikten bunalmıştı; kaçıp b aş- sık uyandırılm aya alışık olduğundan v e kafasında birbi-
ka bir tarafa gid ecek ti am m a askerliğini bitirem em işti. rine karışm ış birçok erkek isimleri dolaştığından birden
Em ine dedi ki: gelenin kim olduğunu v e nerede bulunduğunu hatırlıya-
— Bizi görürler, lâf olur... m ıyor, halâ S erver'i tanıyam ıyordu. N ih ayet anladı, k a -
Server: pıyı a çm a ya cesaret e d e m e y e re k p en cereyi sürdü. D ı-
şarıda ç o k yıldızlı bir gecen in , yü ksek d ağ gecelerin in
— Ö y le ise gel, nah şuracıkta kireç o c a ğ ı var, si-
per yer, rahat rahat konuşuruz... ( * ) Endaze; 65 cm .lik uzunluk ölçüsü.
YATIK EMİNE / 29
30 / MEMLEKET HİKÂYELERİ

durgun, huzurlu aydınlığı vardı. Odanın v e uykunun k a - olan o d a d a kapalı, gü ven ilir bir y e rd e idiler. Lam ba
ranlığından çıkan E m in e 'y e bah çe sanki sabah alacası yoktu ki yaksın... S erver bir kibrit çaktı: fakat etrafına,
içinde gittikçe açılır gibi göründü, gittikçe kıyıyı, k ö ş e - o d a ya değil, karşısındaki kadına, daha doğrusu kadının
yi, S erver'in yüzünü daha iyi seçiyordu. derin kara gözlerin e baktı. Sonra birden tekrar karanlı-
O rada, kom şulara duyurm am ak için fısıl fısıl k o - ğa, daha koyu, daha kapanık bir karanlığa gömüldüler.
nuşm aya başladılar. N e S erver içeri girm ek isteği g ö s - G ecen in sesleri büyülten durgunluğu içinde p e n c e -
teriyor, ne de öbürü gelm esin i tek lif ediyordu. Çıkınlar renin y a va şça cık indiği duyuldu.
p en cereden uzanınca Em ine şaşaladı, sevinçli bir sesle: * * *
— N e y e m asraf ettin a kız!
S erver, E m in e 'y e iyi bakıyordu. Tütün k a ç a k çılı-
D iye söylendi. ğıyla hastane m utfağından payın a düşen kârı hep ona
O, b öy le sevindiği zam an erkeklere de tıpkı kadın- sarfediyor, şurada burada ne bulursa h em en çıkın y a -
larla konuşur gibi "A kız!" diye seslenirdi. Mennun, k o - pıp g e c e , bir yavrulu k öp ek gibi duvarlara sürüne sürü-
ruyucu tavırla: ne görünüşte m iskin v e korkak, fakat için için azılı v e
— Paranı tü ketm işsin sen... N e le r var bunların hücum a hazır, hep ona taşıyordu. T ere k e v e m ezadlar-
içinde?.. dan m inder, şilte gibi, çanak çöm lek gibi e v eşyası da
almıştı.
D iye hem fazla m asrafa taraftar olm adığını anlatı-
yor, hem de çok m em nun olduğunu, m eraktan çatladı- Şim di oda, döşeli, p en cere perdeliydi; ocakta ateş,
ğını gösteriyordu. Server: duvarda lâm ba vardı. E m ine ne kadar rahattı... B o h ça -
— K aç kuruşluk iş ki... Ye, kuşan! sını hazırlayıp sık sık h am am a gidiyor, bir k oca kalıp
sabunla yıkandığını, fildişi tarakla tarandığını gören k a-
D iye c ev a p veriyordu.
dınlan kıskandırıyordu. O na Server, h am am dan başka,
Pen cered en içeriy e yıldızlı gecen in keskin soğuğu dışarıya çıkm asını yasaklam ıştı. Bütün gün yapayalnız
doluyordu. Bir aralık söz bitti, gök teki yıldızlar gibi bun- canı sıkılıyordu, am a katlanm aktan başka çare bulam ı-
ların da gözleri karanlığın içinde keskin bir aydınlıkla yordu.
parıldaşıyor, birbirlerinden alm a ışıkla yanıyordu.
F akat e v e g e lip gitm esin i a ç ığ a vuran S e rv e r'e
İkisi d e düşün celerin den g e ç e n le r e dalm ış ö yle, düşmanlar türemişti. K om şu Tatarlar kendi soylarından
sessiz duruyorlar, bekliyorlardı. S erve r om uzlarını o y - o lm ayan bu iki uslu insanla pek ilgilenm iyorlardı, am a
natarak: "A y a z y a p ıy o r b e!" d iye söylen di. E m in e bu arasıra da elinde dolu sep et v e m endi! ile Gürcü uşağı-
fırsatın üzerine bir kedi gibi atılarak: nın içeri girdiğin i gö rd ü k çe alınıyorlardı. B erek et güz
— Gir içeri, kendini soğuklatırsın!.. m evsim i gelm işti; kasaba kışlık hazırlığı ile u ğraşıyor-
D iye c ev a p verdi. Sanki soğuk birden, yıldırım hı- du. Bu sırada hastanedeki çavuş, bir g e c e S erver ç ek i-
zıyla S erver'in üzerine düşecek, v e onu yakacakm ış g i- lip gittik ten sonra, yü reğin d ek i k ısk an çlığın arttığını
bi telâş ederek hem en koştu, iç kapının sürmesini ç e k - duydu, yanındaki arkadaşına açıldı:
ti. Şim di E m in e'n in sıcak n efesleriyle sanki ılıklaşm ış — H ele ettiğine bak Gürcünün... Bizi, çağırsa ya!..
YA T IK EMİNE / 31 32 / MEMLEKET HİKÂYELERİ

D iye söylendi. O gün, kasabadan gelirken yan s o - dan iki çeyrek çıkardı, elaçıklığı, sevecen liğ i ü zerindey-
kakta h am am dan dön en E m in e 'y e rastlam ıştı; salına di: "A l borcunu, yarın ahrette Allah benden sorar!" d e -
salına, oyn ak oyn ak gidiyorm u ş, onu tanım ış am a a l- di. Arzuhalci hâlâ inad ediyordu:
d ırm am ış... Öbürü çavuşun hoşuna gitsin d iye kızar — G eç kız, var işine, ben para mara istem em !
görünüyor:
D iye söylen iyor, gözlerin i yum uyordu. K adın d a -
— İndireydin kafasına kasaturayı!.. ya ğın tadından sanki şım arm ıştı. Donuk yüzü p e m b e -
D iyordu. B ö yle saatlerce söyleştiler. Sonra bölük leşm iş, o her zam anki kıpkırm ızı dudakları ise tersine
yazıcısına işi haber verm ek karariyle yattılar. Ertesi gün uçuk bir renk almıştı, gözlerinin siyahlığı şim di yorgun,
S erve r köprü n ö b e tç iliğ iy le iki günlük u zağa atıldı; dumanlı, fakat ateşliydi; yarı sarhoş gibiydi, arzuhalci-
E m in e'yi görm esin e bile m eyd an verm em işlerdi; olayı ye:
haber alan Dal Sabri: — A lıv e r be kız!..
— K ahpe bize de gö z yumdurttu be, hele bir payını D iye ısrar ediyor, arasıra da kendi kendine s ö y le -
vereyim !.. nir gibi:
D iye bağırm ış, E m in e'yi çağırtm ıştı. İki jan d arm a- — Hay gidinin oğlanı, bedenim i bere etti...
ya tutturup kılıcının kabzası ile onu bir iyi döverken:
Diyordu. Bunu söylerk en sanki tatlı bir şeyd en söz
— G eldiğin gün sana uslu otur, yok sa kem iklerini eder gibi süzülüyor, yutkunuyordu. Çoktandır erkek d a -
kırarım dedim di; al işte... ya ğı yem em işti. Onu şim di çok tatlı bulmuştu... A rzu -
D iye söyleniyordu. Her vuruşta biraz daha sakinle- halci birden kızdı; ikindiden çıkanlardan üç dört kişi
şiyor, yatam ad ığı bu kadını d övm ekten tad alıyordu. durmuş, yazıhanenin cam ek â n ın d a n bunları s e y r e d i-
Sızıltısız, sessiz d a ya ğı yedikten sonra E m in e’yi b ı- yordu. M askara olacaktı, bu ne belâlı karıydı, yerinden
raktılar, doğru arzuhalciye gitti; onu kendisine candan fırladı, onun b ö y le b irden bire tutan delilik leri vardı.
bir ahbap sayıyor, o günkü dostluğunu unutam ıyordu. E m in e'yi yakaladı, kapının önüne götürdü, om uzların -
Kollarını bacaklarını a c e le acele, açarak berelerini g ö s - dan tuttu, sonra b acağın ı olan ca k u vvetiyle kaldırıp ni-
terdi. şanlayarak tâ arkasına bir tek m e vurdu..

— Bak, bana ne etti o oğlan?.. Bu durum sözü k a h velere düşürdü. Gürcü S erver
işinden haber alan yerlilerin ayak tak ım ı bir zam andır
Dedi. Fakat m em nun gibiydi, sesinde keder yoktu, g e c e le ri E m ine'nin e vi önünde d ola şm ayı âd et e tm iş -
sanki k en disin e e ziy e t ettiği halde elinde o lm a y a ra k lerdi. Hatta güpegündüz iki delikanlının kapıyı zorlayıp
hoşlandığı bu güzel delikanlıdan d ayak y e m e k ona tatlı içeri girdiklerini ileri sürenler vardı. D endiğin e g ö re d a -
gelm iş, sinirlerini yatıştırmıştı. Bunu yarı yarıya farke- dananlar yalnız bunlar da değildi; o, ürfalı m em u r da
den öbürü, filozof tavriyle: arasıra uğruyordu.
— Onlar öyledir, adam ın posasını çıkarırlar. Halbuki hiçbir ş ey d e n E m in e'n in haberi yoktu,
D e d i. E m in e , iy iliğ in i g ö rd ü ğ ü bu a d a m ı hepsi yalandı. İşin doğrusu bir gün kendisi yo k k en T a -
mükâfatsız, karşılıksız bırakm aya razı değildi; çantasın- tar karıları e v e girm işler, buldukları eşy a y ı m inderlere
Y A T IK EMİNE/ 33 34 / MEMLEKET HİKÂYELERİ

kadar aşırmış, taşım ışlardı. K im se şikâyet d in lem iyo r- sadaka hazırlığı kom iserin gözü n e ilişti; tutuşmuş gibi
du: "H angi eşya be? S en d e m al ne arar, jandarm anın bir ham lede gözleri dönm üş, kendisini dışarı attı:
önünde kolunu sallıya sallıya geld iğin i daha unutm a- — Verm e, verm e! d iye bağırdı...
dık!" diyorlardı. Em ine, Sabri'nin yanına girm ek istedi,
Em ine'nin uzattığı el boşta kaldı. H ayatın dayan ıl-
fakat d evre çıktığını haber aldı. E vi soyulduğu zam an
yarı kederlenm işti, fakat bu fırsatla jandarm a te ğ m e n i- m az bir sarsıntısı bu kadını bir defa yere kapatm ış, son -
nin yanına gireceğin i düşünmüş, sevinm işti. Şim di bu ra her halkası başka biçim sıkıntı v e katlanıştan y a p ıl-
m a bir uzun, ağır zincir vücuduna dolanarak onu yaralı-
ümidin b oşa çıktığını anlayınca birden üzüntüye k ap ıl-
dı: "Kuru tahtada kaldım . Fildişi tarağı da aşırm ışlar, ya, b ereliye sürüklemiş, param parça etm işti. Bu, m a -
asıl buna canım yan d ı!" d iye tutup jan d arm alara bir n evi değil âdeta elle tutulur bir zincirdi... Bu, ben zetm e
m üddet derdini döktü; hiç acım ayarak hatta alay e d e - değil, işin doğrusuydu. O her ş e y e ne derin bir boyun
rek dinliyorlardı. Sonunda, kalem lerin b oşalm aya b aş- e ğ işle katlanm ıştı. Fakat bu kadar h ayın lığa şim diye
ladığını, m em urların birer birer çıktığını görü nce k ork - dek ra stgelm em işti. G özlerini çevirdi, içinden on beş
senelik uğursuzlukların h azm ed ilm em iş acısı taşan bir
tular, E m in e'yi kovdular.
bakışla kom iseri uzun uzun süzdü. Sonra g e n e bir şey
Boş evd e sıkıntılı bir g e c e geçirdi. Arasıra, bir te - dem eden, aç bir kurt gibi üstüne atılıp ısırması, p arça-
selli gibi: "T eğm en ge lin ce çıkar anlatırım, isterse beni lam ası gerek en bu herife karşı hâlâ isyan etm ek isteği
g e n e d övsü n .." d iye söylen iyord u . F akat te ğ m e n bir duym adan salma salına hüküm et avlusundan çıkıp g it-
türlü gelm iyor, E m ine de bu sefer büsbütün aç çıplak, ti.
fırınlar bakkallar önünde çarşıyı kovula, sövü le d ola şı-
yor, bazan da bostanlarda, kırlarda yatıp kalkıyordu.
Arasıra sataşanlar oluyordu; açlıktan gözleri kararan, — VI —
bu güçsüz, bitkin kadına sadaka verecek lerin e lâf atıp
geçiyorlar, gülüşüyorlardı.
Artık soğuklar da başlamıştı; yağm urların ardı ara- Em ine'nin b ö y le çarşıda, pazarda düşe kalka, d ile-
sı k esilm iyor, bazan sulu sep ken kar bile düşüyordu. ne kovula gezd iğin i gö ren eşraftan bazı güçlüler sarık-
M ahalle aralarında dolaşan E m ine fırını tüten evlerin larını bastırıp k aym a k a m a çıktılar. Burası namuslu bir
kapısını çalıyor, ek m ek dileniyordu; am a ek m ek yerine kasabaydı, o karı açlıktan geberir, fakat kim seden ya r-
"Daha çıkm adı", yahut "Fırına salm adık" gibi ters c e - dım görm ezdi; günahtı, başka bir yere d efetm ek için bir
vaplar alıyordu. Bir gün sabahtan akşam a kadar polis defa vilâyete yazılsa uygun olurdu... K aym akam : "Nasıl
kom iserinin kapısında bekledi. Kapı aralığından, Yatık olur canım ? diyordu, ben nasıl kendiliğim den yazarım ."
Em ine'nin şekli gözüne iliştikçe herif içeriden: G ene de başka çare olm adığın ı gö rerek razı oldu. M u-
tasarrıflığa tezkere yazıldı, kâğıt buradan vilâ yete g id e -
— Kırk gün beklesen boşuna... d iye haykırıyordu. cek, sonra ge n e uğraya uğraya, kim bilir kaç ayda, o
Bir aralık polislerden biri, yeni kaydolm uş bir d eli- da izin çıkarsa buraya g e lec e k ti. D evird en dönen Dal
kanlı, m erh am ete geldi, çantasını açtı, bir kuruş çık a r- Sabri bir aralık m erh am ete geldi, kendi tayınından gü n -
dı. Bir kuruş k oca bir e k m ek dem ekti. Lâkin nasılsa bu d e bir e k m e k v e rm e k ü zere fırın cıya em ir gön derdi.
M e m le k e t H ik a y e le ri - F. 3
Y ATIK EMİNE/ 35 36 / MEMLEKET HİKÂYELERİ

Emine, teğm en in bu ekm eğin d en sanki ayrı bir tad bu- ileri gitti, bütün halka sövdü. O zam an sarıklılardan b i-
luyordu. Önüne gelen e, tablakâra, çıraklara: ri:
— Bir yiyip bin şükür ediyorum , öm rüne öm ür b e - — Hadi nene lâzım , İsmail efendi, bizi de b elaya
reketli, yavuz çocuk... sokm a...
D iy e şükranını anlatıyordu. F a k a t tabla kâ r hile D iyerek arzuhalcinin arkasını sıva ya sıvaya, yarı
ediyor, fırına uğrayan E m in e'ye bazı günler: tehdit, yarı nezaket sokaktan çıkardı. M eydanı boş bu-
lan fırıncı şimdi:
— Kız dem in verdik ya, ne arsız şeysin, defol!..
— Kahpenin gözlerin e m i tutulmuş ne... Arka çık ı-
D iye haykırıyordu. Etraftaki adam lar da buna ina-
yor, aha uyuz, küreği kafana indirirdim am m a Hatip
narak: "H ay çirkef hay, sıkılm asa fırını götü recek!" diye
E fen di'ye dua et! Diyordu.
ona arka çıkıyorlardı. G itgide verm ed iği günler ç o ğ a lı-
yordu. E m in e'd e itiraz, şikâyet, hakkını korum a gücü Biraz sonra peştem alını toplayıp kuşak gibi beline
yoktu. B öyle bir c e v a p alınca dönüp gidiyordu. Bir gün doladı, doğru jandarm a kumandanına çıktı, onuru kırıl-
cesa rete geldi, iki gündür, kom şusunun b ah çesinden mış bir adam davranışıyla:
çaldığı lâhana yapraklarından başka m idesin e bir şey — Paşam , dedi, affet, o kötü karıya ben artık e k -
girm em işti. m ek m ek m ek verm em , çarşı ortasında h aysiyetim i bir
paralık ediyor.
— D em in aldın ya, günde beş çift m i yiyecek sin ?
Dal Sabri o sırada eşk iya işleriyle ç o k m eşguldü;
D em esi üzerine elini uzattı, tezgâhın üzerinden sı-
öfkeliydi:
cak, b eya z bir okkalık yakaladı, ortasından böldü, iri
bir parçayı hem en ağzına attı. Çıraklar koştular elinden — Kes, dedi, gebersin kahpe!
alm aya, ağzındakini çıkarm aya uğraşıyorlardı. O sırada E rtesi gün süklüm püklüm fırına u ğraya n E m i-
biri yetişti, çocuklara birkaç tokat attı, fırıncıya bir kü- n e 'y e bağırdılar:
für patlattı: — Başka kapıya, senin tayınını kestiler!
— H ele itlere bak, aç olm asa karı e k m e ğ i kapar- * "k *

m ıydı be...
E kim ayı içinde yağm urun kar parçalarına d ö n e -
D iye bağırdı. Bu, arzuhalci idi, ge çe rk en görm üş, rek rüzgârlar önünde savrula savrula harm anlara y a ğ -
dayanam am ış, işe karışmıştı. Em ine, elinde kalan e k - dığı sert bir ge ce yd i. S erver'in e v v e lc e yattığı koğuştaki
m eği sıkıca yakalam ış, şimdi kaçıyordu. Halk delişm en çavuşla arkadaşı önlerine m angalı çek m işler, karanlı-
bir adam olduğundan arzuhalciden çekinirdi; sessizce ğında sigara içerek konuşuyorlardı; nefeslerinin buharı
dinliyorlardı; o sürekli bağırıyor: köm ürlerin kızıl ışığı üzerinden geçerk en p em b em si bir
— ülan ambarlarınız zahire dolu; bir ordu beslenir, ç içe k gibi açılıyor, sonra birbirlerinin yüzlerine çarpıp
elin sıska karısına bir dilim ek m ek verm ez misiniz? Siz dağılıyordu.
ne alçak adamlarsınız! D oğru ca gidip kapıyı çalsalar sanki ne lâzım gelir-
D iye s ö y lem e d iğin i bırakm ıyordu. Sonunda daha di? Gürcünün girdiği gibi bunlar da girerlerdi, elin kah-
Y A T IK EMİNE/ 37 38 / MEMLEKET HİKÂYELERİ

pesi, ne d iyecekti ki? Bu karada kalktılar, başlarına ö r- — Aha, karı buz kesm iş!..
tülerini sıkıca dolayarak sok ağa çıktılar. Bastıkları yeri
D iye haykırdı. Yatık E m ine açlıktan v e soğuktan
görm üyorlar, bataklara, su birikintilerine dala çıka, k o -
ö leli sanırım günler geçm işti. Tüh, bu ne aksi işti...
nuşm adan acele a c e le yürüyorlardı. Sonunda soğ u ğa
Jandarm a eri de, işi daha sağla m tutm ak için, bir kez
rağm en terlem iş bir halde evin önüne geldiler; çavuş
yokladı:
kapıya abandı; m andalı bile inik değildi, acaba iç kapı
ne tarafta idi? E lleriyle duvarı yo k la y a y o k la ya biraz — Y etişem ed im be, geberm iş!..
gittiler; yüzlerine iri iri, yum uşak kar parçaları çarpıyor, Dedi. Bir süre akıllarından kötü şeyler ge çirere k
yapışıyordu. durdular. Sonra "Hadi, gid ek !" uyarısı ile birbirlerini ite-
— Sabaha kadar bastıracak... rek ge ce n in karlı rüzgârlarına karışıp küfür ed e ed e
uzaklaştılar.
D iye söylendiler. Sonra ellerine kerpiç yerine tahta
iliştiğini anlayınca: Feneryolu, 1919

— Hah, kapıyı bulduk...


Dediler, kancasını yokladılar. Bu da açıktı, acaba
karı e vd e değil m iydi? İçeri girdiler. N efeslerini tıkıyan
rüzgârdan burada eser yoktu.
— Behey, Em ine!..
D iye içlerinden birisi seslendi; fakat c ev a p veren
olm adı. Çavuş, kibrit kutusunu bulm ak için ceplerini
karıştırıyor, tütün tabakasın a anahtar v e y a çak ı gibi
şeylerin çarptığı duyuluyordu. Sonunda yarı boş bir ş a -
m alı kutusunun yok lan dığı, kibritin zım para kâğıdına
sürtüldüğü duyuldu; rutubet aldığından o la ca k y a n m ı-
yordu. B ö yle dört beş kibrit sürttüler, fosfordan birkaç
çizgi kapkaranlık odanın ortasında m a v iy e yakın bir
aydınlıkla ışıldıyordu.
Sonunda tem bel, isteksiz, çok dumanlı bir alev b e -
lirdi... K öşede, ikiye katlanm ış bir hasır parçası üstünde
bir şekil uzanmış, yatıyordu. Sevin çle:
— Hah, burada!..
D ediler. Kibrit sönm üştü, fak at artık g e re k var
m ıydı ya? Çavuş, karanlıkta h esapladığı k ö ş e y e yürü-
dü, elini uzattı, fakat ürkek bir sesle:
40 / MEMLEKET HİKÂYELERİ

eğlentisi tâ uzak diyarlara bile ün salm ış, dillere destan


olmuştu. Onun için ne kadar zevkin e düşkün, k eyfin e
m eraklı m em urlar varsa hep burasını ister buraya y e r-
leşirdi. Çapkın m u tasarrıflarla(*) hoş görülü kadınların
u ğrağı olm aktan kasaba ö y le serb eslem iş, halkı ö y le
açılıp zevke, safaya dalmıştı ki artık uygun görü lm eyen
günah kalm am ıştı.
ŞEFTALİ BAHÇELERİ
B u rası A n a d o lu 'n u n S a a d â b a d ı idi. T ıp k ı
"S aadâbad" gibi burada da sürekli sazlar çalınıp ç e n g i-
Irm ağa giden yol, kasabadan kurtulunca, gö z a la - ler oynar; gazeller okunup şiirler yazılırdı, içki düşkünü
bildiğine uzanan sayısız şeftali bahçeleri arasından g e - mutasarrıflar, müdürler içinde, çoğu şairdi. N ed im gibi
çerdi. Haziran içinde b ile taşkın dere ayaklarının ç a - g a z e lle r yazarlar; aruzdan, ta sa vvu fta n konuşurlar;
murlu, ıslak tuttuğu bu g ö lg e li yerlerde otlar bütün bir M evlevîlikten d em vururlardı. Ömürleri sazla, sözle tatlı
yaz m evsim i yeniden yen iye sürer, kızgın güneş, a ğ a ç - geçerd i. Bu k ey if düşkünü m em urlar suya sabuna d o -
ların tepelerinde m eyvaları pişirirken, rutubetli toprakta kunan işlere karışm adıklarından s en e lerc e yerlerin de
birbiri arkasına yon ca lar fışkırır, çayırlar kabarırdı. S u - kalırlar, kasabayı ben im seyip evler yaptırırlar, havuzlar
ların serinliği, taze ot kokusu, gö lg e lik v e bereket için - açtırıp k am eriyeler kurdururlardı. Aslında çoğu , devrin
de bahar, bu bahçelerde tâ kışa kadar uzanıp giderdi. hoş görm ed iği, başından savd ığı kim selerdi. Yü kselm e
Her tarafa taşkın bir şeftali kokusunun dolup sindi- üm idinde olm adıklarından resm î işlere ö n em v e rm e z -
ği durgun sıcak gü nlerde işsizler takım takım k a s a b a - ler, zevklerine bakarlardı.
dan inerler, ırmakta yıkandıktan sonra gelip g ö lg e li ç i- •k -k -Je
m enlerde yatarlardı. Yüksek dallardaki fazla olgun, b al- Sıcak, ağır bir yaz günü idi... Yeni g elen Yazıişleri
lı şeftaliler saplarından kurtularak dolgun, yum uşak bir Müdürü ikindi vakti, kalem lerin boşalıp dairelerde k im -
sesle yerlere, çim en ler içine, yatanların üzerine durma- senin kalm adığına p ek şaştı, hükümet konağının iç a v -
m acasına yavaş yavaş dökülürdü. Top lam ak la biter tü- lusuna dizili kadife palanlı, dinç, gürbüz m erk ep lerden
kenir şey değildi; ürünün yarısı ağaçlard a kalır, b öyle, birine atlıyan, şeftali bah çelerin in yolunu tutuyordu.
pişip oldukça teker teker, ağır ağır top rağa düşer, karı- K âtiplere kadar herkes, b öy le birbirlerine selâm lar d a -
şır, kaybolurdu. ğıtarak, şakalar yaparak, kabarık, taşkın heybelerinin
Kasabanın çocu k çiğliğiyle dolu, gübre kokulu kız- ortasına göm ülü, keyifli keyifli, koşa koşa uzaklaşıp g i-
gın sokaklarından kurtulanlara; bu kuytu, loş, hoş k o - diyorlardı. Şehrin açığında, tâ o va ile b ah çeler arasında
kulu yerler ne tatlı gelirdi. A k şa m üzerleri hüküm et m e - gü neşe karışm ış, gittik çe büyüyen, ge n işle ye n bir toz
murları h eybelerin e rakılarını koyar, m erk ep lere binip bulutu geçtikleri yolu gösteriyordu.
bu b ah çelere gelirlerdi... Y er yer içki sofraları kurulur, A g â h B e y dünya gid işin den habersiz, kuram sal
sohbetler edilir, ga zeller okunurdu. Şeftali bahçelerinin görü şlerle büyüm üş dik başlı, kuru zevk li bir adam dı.
( * ) Vali ile K a ym a k a m arası m ü lkiye amiri.
ŞEFTALİ BAHÇELERİ/ 41 42 / MEMLEKET HİKÂYELERİ

M ü lkiyeden çıktıktan sonra A v ru p a 'y a kaçm ış, fakat etmişti. Ö nüne gelen d e şeftali b ah çelerin i söylü yor,
nüfuzlulardan birinin aracılığıyla İstanbul'a dönmüştü. keyiften, eğlen ced en söz ediyordu.
T a m dört ay Zaptiye N e z a r e ti(* ) tutukevinde sebepsiz
A g â h B ey şaşkına dönmüştü. M uhasebecinin: "A r -
alıkonulduktan sonra buraya Y azıişleri M üdürlüğüyle
zu buyurursanız b ah çelere gidelim , m erk ep hazırlattık,
atılmıştı.
e ğ le n iriz !" tek lifin i h em en sert bir yü zle redd etti.
A n adolu içinden hanlarda kalıp k öylerd e yatarak Hükümet konağında bir başına kalmıştı.
m em uriyetin e gelirken yüreğini keder, ga m kaplam ış,
ikindi güneşinin gö zler alan çiy aydınlığı içinde bil-
m em lek ete ciddî hizm et etm ek kararını almıştı. Başının
m ed iğ i sokakları yaban cı yabancı d ola şm aya m ecbur
içinde, k asabaya indiği gün, yeni düzenlem eler, örgü t-
oldu. Kasabanın içi m ah alleleri şenlik günlerine özgü
ler, yardım dernekleri gibi ağır düşünceler doluydu. Bu
bir boşlukla sessiz, durgundu. Ç eşm elerd en su taşıyan
küçük şehirde k ocam an işler gö receğin i, h erkese p ar-
tek tük adam larla birkaç yaşlı nineden başka k im seye
m ak ısırtacak eserler çıkaracağını sanıyordu. Durm ıya-
rasgelm em işti. Onlar da kendisine acayip bir g ö zle bu
cak, dinlen m iyecek, çalışacaktı. Atılgan lık gerekdiyor-
saatte, herkes b ah çelerde iken neden buralarda d o la ş -
du, m utasarrıftan tutarak âm ir v e m em urların hepsini
tığına şaşar gibi bakm ışlardı... Sonra... Kızgın, dumanlı
yola g etireceğin e inanmıştı. M em lek eti k aplayan te m -
bir gurup oldu; ezan sesleri arasında kısık, uyuşuk
belliği, durgunluğu kafası alm ıyordu. "Bu uyuşukluk,
lâm balar birer birer yanıp k asab ayı k asvetli bir g e c e
bu kayıtsızlık ne?" diye kendi kendine soruyor, c e v a b ı-
sardı. Erkenden yatmıştı...
nı bulam ıyordu.
A rad an birkaç saat g e çm işti ki uykusundan şen
Hayır, kendisi büsbütün başka türlü bir m em ur,
seslerle uyandı, p e n c e re y e koştu. Dar sokakları kızıl
A vru p a 'lı bir hüküm et adam ı olacak tı... İşte bu ufak
alevli m eşaleler aydınlatıyor, gündüz hükümet avlusun-
m em uriyet ne iyi bir d en em e alanıydı...
da gördüğü kadife palanlı eşeklerd e m em urlar yarı k e -
Fakat ilk günü üm itsizliğe düştü. Mutasarrıf ona bu y if şakalaşa gülüşe geçiyordu . G eç kalanların uzaklar-
m em lekette işlerin az olduğundan, rahatına b ak m asın - dan gürültüsü duyuluyordu. A g â h B ey öfkelendi. Zevk,
dan, yorgunluk alm asından söz etti. "K adı Yah ya"d a n safa bu adam ları bir deniz gibi, gırtlaklarına kadar sar-
beyitler okuyarak yerden selam lar, g e v re k kahkahalar mıştı, içinde rahat, durgun bir balık hayatı geçiriyorlar,
arasında; yerine getirip, kuru üzümden iki çekilm iş, yir- dünya ile ilgilenm iyorlardı. Ertesi günden b aşlayarak
m i iki grado sert rakısını övdü. Bal ile yapılm ış b a k la - daha ciddi daha kararlı görünm ek, bu b a ya ğı duygulu,
vanın türlüsünü sayıp döktü. E vk a f mem uru daha ileri âdi ömürlü adam lara daha sert, daha kaba davranm ak
varm ış, bekâr olduğunu anlayınca burada yokluk ç ek il- niyetiyle yumruklan sıkılı, yüreği kinli, tekrar uyudu...
m e y e ce ğ in i m üjdelem işti. A la y kom utanı altmış beşlik •k "k •k

iri yarı bir bunak, baba diliyle onu; "S afa âm edi, safa
â m e d i(* * )" d iye p ek teklifsiz karşılam ış, hiç sebepsiz, Her gün bir düğün evi n eş'esiyle çalkalanan bu ş e -
birdenbire saat m eydan ın daki som ak i m erm erd en ge- hirde yen i Yazıişleri Müdürü sıkıntıdan boğuluyordu .
niş g ö b e k taşlı, yü ksek kubbeli selâtin h am am ını tarif Ö n ce işiyle uğraşıp boş vakti k a lm a yacağın ı sanmıştı,
( * ) Eski idarede, E m n iyet işleri gören bakanlık.
fakat ya p a ca ğ ı kıttı. E sn iye esn iye odasında gevşiyor,
( * ) Hoş geldiniz uyuşuyordu. Mutasarrıfa ilk h evesle şehrin imarına, s a -
ŞEFTALİ BAHÇELERİ / 43 44 / MEMLEKET HİKÂYELERİ

pan v e tırpanlarının islâhına, kağnı arabalarının d eğişti- ru, Posta müdürü, dört, beş kişi, kalabalık değil... Artık
rilmesi gereğin e dair ayrıntılı öneriler vermişti. büsbütün kabalık olur d iye A g â h B ey korktu, "Peki"
Hiçbir sonuç çıkm ıyordu. D aim a gelişim d en , u y- dedi. K asab ad a kim sesizlikten, işsizlikten de b oğu lu -
garlıktan söz açıp uzun, sinirli, umutsuzluk dolu nutuk- yordu. Bir defa eğlen ip şu âlem i görm esi elbette uygun
larını, nezaketin bile örtem ed iği ö y le anlam sız, hiçten olurdu, b elki de eğlenirdi; d o ğ a gü zelliğin e bu kadar
bakışlarla uyuşuk uyuşuk dinliyorlardı ki ağlıya ca ğı g e - çekin gen durmak saçm aydı...
liyordu. Hayır, hiçbir iş y a p m a k , bir h izm et g ö rm e k İkindi üzeri m erkeplere bindiler, rahvan yürüyüşlü,
o lan ağı yoktu. Ö d en ek azlığı, arkadaşların tem b elliği yum uşak palanlı rahat hayvanlardı; kendilerine özgü,
her atılım a engeldi. Yü reğinde köpüren gayret, hizm et ufak ufak adımlarla, çabuk çabuk v e düzenli salıntılari-
isteği yavaş yavaş sönüyor, yatışıyordu. Bu dayanılm az le tuhaf bir yürüyüşleri vardı. A g â h B ey hoşlandı. İlle
bir ömürdü... şeftali bahçelerinin arasına girip de tozdan, güneşten
Zaten hüküm etteki arkadaşları da ondan b ezm iş- kurtuldukları zam an yosun gibi koyu yeşil, yarı ıslak
ler, yo la g e lm e y en , zevk ten an lam ayan bu adam dan yon ca lar v e su sesi büsbütün keyfin e gitti. İğdeler, b ö -
yüz çevirm işlerdi. Eski Yazıişleri Müdürü gözlerinde tü- ğürtlenlerle örtülü iki yüksek çit arasından dolana d ola -
tüyordu. N e çapkın bir İzm ir'liydi... K asab aya ilk g e ld i- na uzun bir y o l gittiler. Şeftalilerin kokusu sinirlerini
ği g e c e onu bir ziy a fete götürm üşlerdi. İçip içip ö y le gevşetm işti. E ğile kalka m e y v a devşiren kızlara şimdi
coşm uştu ki...parm aklarına tahta kaşıklar takm ış, daha tuhaf, istekli bir gö zle bakıyordu. Arasıra elleri bohçalı,
yeni tanıdığı adam lar arasında takırdata takırdata sa a t- yüzleri terli takım takım kadınlara rasgeliyorlardı. Bun-
lerce "A dan alıyı" "K on yalıyı" oynam ıştı. Şairdi de... S a - lar ırmaktan dönüyorlardı. M em leketin gelen eğiyd i; y a -
bahleyin g e c e k i eğlen tiyi anlatan "kat ender kat" mat- zın hepsi açıkta d ereye girerler, oyn aşa haykırışa uzun
l a 'l ı ( * ) ga zel yazıverm iş, mutasarrıfın b eyen isin e eriş- uzun yıkanırlardı. N e de iri kalçalı, endam lı kadınlardı...
mişti. Hatta kadı efendi; "Aziz, sen devrin Fuzulî'sisin!" Y ü reğe fazla bir sıcak gibi, çarpıntılar getiren sarıcı, is-
diyerek onu gözlerinden öpmüştü. tekli bakışları da vardı...
Şim diki müdür ne gazelden anlıyordu, ne de rakı- M uhasebeci Bey, p em b e y e yakın bulanık renkli bir
dan... N ereden de buraya gelm iş, herkesin başına dert cins şeftali rakısına düşkündü; "B akalım benim âbı h a-
kesilmişti? Aradan iki ay geçtiği halde, bugüne dek ş e f- y a t ^ * ) nasıl bulacaksınız?" d iye kad eh i uzattı: A g â h
tali bahçelerinin ak şam cılığın a onu götü rem em işlerdi. B ey içti; biraz buruk am a baygın kokulu, değişik tadlı,
Kafasına zevk e ğ len c e düşüncesi sokam ıyorlardı. M u- hoş bir içkiyd i. Ö ted e k a lem efen dileri rakı sofrasını
h asebeci boş yere yirm i iki gra d o şeftali rakısını ballan- kurm ak, m ezeleri, salataları hazırlam akla uğraşıyor;
dırıyor. E vk af memuru arasıra evin e aşırdığı H avva ku- odacılar kenarda ateş yakm ışlar, k eb ap çeviriyorlardı.
zularını boşuna övüyordu. Şeftali kokusuna karışan bu pişmiş et kokusu akşam ın
serinliği içinde insana keyifli bir iştah veriyordu; sürekli
Bir gün m u haseb eci dayattı, hatırını kırarsa gü ce-
içiyorlar, üzerlerine yoğu rt dökülm üş sıcak patlıcan kı-
n ecekti, p ek g e ç kalm azlar, onu rahatsız etm ezlerdi;
zartmalarından, taratorlu sem izotu salatalarından kaşık
şöyle bir kır gezintisi yapacaklardı. Kadı, E vk a f m e m u -
kaşık yiyorlardı.
( * ) K aside v e y a gazelin ilk b e y iti. ( * ) H ayat suyu. İçki (ra k ı) anlamına.
ŞEFTALİ BAHÇELERİ / 45 46 / MEMLEKET HİKÂYELERİ

T â g e ç vakit döndüler; dağların ardından yarısı k o - D eğirm en de, daha sabahtan gönderilip hazırlanan
puk kırmızı bir ay karanlığı yararak hüzünlü hüzünlü y a ğ lı bir o ğ la k çevirm esin i tam k ıva m ın d a buldular.
yü kseliyordu ; arka k afiled e biri "Tah am m ü l mülkünü Daha beş on türlü y e m e k yaptırılmıştı. O kadar y e m iş -
yıktın Hülâgû Han mısın kâfir" d iye haykırırken daha lerdi ki yola çıkm aya güçleri kalmamıştı. D ere kenarın-
uzaklardan, B oğaziçi'n in durgun g ecelerin d e suları d ö - da, dalları sarkık k oca söğütlerin altında birer birek s e -
ven bir uskur sesi gibi davulun gümbürtüsü, vakit vakit rilip uyudular.
duyuluyordu. A g â h B ey, yarı keyifli, onu evin e kadar Mutasarrıfın evin de ge ce , daha kibarca, daha zarif-
getirdiler. H em en soyundu, yattı. Her g e c e k in e b e n ze - ç e geçm işti. Rakı billûr sürahilerle k esm e kadehlerden
m eyen bu kurşun gibi ağır uyku, beynin değil, midenin, sunuluyor, balık yumurtası, siyah h avyar gibi Anadolu
vücudun yorgunluğunu dinlendiren bu kaba uyku ne için s e ç m e m ezeler yeniliyordu. İzinle liv a y a (* ) gelen
hoştu... bir malmüdürü güzel kem an çalm ış, bir tapu mem uru
Ertesi günü c u m a (* ) idi. Erkenden arkadaşları h a - da İstanbul'daki M ahm utpaşa çarşısının kusursuz bir
ber gönderdiler, ırm ağa, yık an m a ya gid eceklerd i. D ö - taklidini yapm ıştı. Çok eğlenm işlerdi.
nüşte d eğirm en de ö ğ le y e m e ğ i yiyecek ler, akşam rakı-
A g â h şimdi hem en her eğlen tiye giriyordu. Sonu n-
sını Mutasarrıfın yen i yaptırdığı havuz başında iç e c e k -
da ona, kendisi için bir m erkep alm ası gerektiğini s ö y -
lerdi.
lediler. K öylerle, pazarlara adam lar gönderildi. İri b o y -
G itm em ek istedi. Fakat bu gübreli, tozlu kasabada
lu, sağlam yürüyüşlü, rahat bir eşek bulduruldu, bir de
tek başına uzun bir gün nasıl geçerd i? H em de ırm ağa
kadifeli, m or püsküllü, şeritli, saçaklı yeni palan y a p tı-
kadar inm em işti. Yık an m asa bile bir k ere g ö rm e k g e -
rıldı. Akşam ları, Yazıişleri Müdürünün de m erkebi öbür-
rek d eğil m iydi? M erk eplere atladılar, şeftali b a h ç e le -
leriyle artık hükümet konağının iç avulusunda sıralanı-
rinden geçtikten sonra tım ar görm em iş, sık gür bir a y -
yordu.
valığa daldılar.
Suyun iki tarafında da dalların örgü lerle çevrilip Öneriler, kararlar çoktan boşlanm ıştı. Aslında ça-
g ö lg e le r iy le kuytulaşm ış b irçok ufak havuzlar vardı. lışm ıya, kendisini din lem eğe vakti kalm ıyordu. A ğu stos
Yüksekten dökülen su, buraları oym u ş, derinleştirm iş, içinde av başladı, erkenden kalkıp bağlara yayılıyorlar,
sanki yıkanm ası k ola y olsun d iye özen ip hazırlamıştı. çil keklik vuruyorlardı. Bütün kasaba, m em urlarının
A g â h B ey yık an m ak fikrinde değild i. Bir süre yalnız zevkin e hizm etle görevliydi... G ünlerce uzak köylerden
seyretti. Fakat baktı ki bu hiç de fena bir iş değildi; ak - jandarm alar, şöhretli zağarlar getiriyorlar, kış için ta v -
şam ki ispirto ile zehirlenm iş şu sıcak terli vücudu serin şan avına tazılar peyliyorlardı. Bu kusursuz bir dam at
sudan elbette k eyif duyacak, fayda görecek ti. O na ince yaşantısıydı.
kumlu, kapanık, derin bir havuz buldular, sere serpe, E ğ len c e toplantılarında bir kenara çek ilip kah ve
zevkli zevkli yıkandı. fincaniyle yarı gizli rakı atıştıran C eza Reisi, A g â h 'ı zor-
Şim di dönerlerken, açılıp rahatlam ış olan derisin- luyor, "Seni evlendirelim oğlum , bu m em lek ette bekâr
den bu güzel kokulu hava k ola yca giriyor, sanki kanına durulmaz!" diyordu. Sahi, bu güç işti. İçin için eridiğini,
bile hoş kokular katıyor, ciğerlerini şeftalili, serin, eşi zorluk çektiğini o da duyuyordu.
bulunmaz bir hava dolduruyordu.
( * ) İlçe ile il arası eski bir idare bölümü. Mutasarrıflık.
( * ) Cum a. O devird e hafta tatili.
ŞEFTALİ BAHÇELERİ / 47 48 / MEMLEKET HİKÂYELERİ

Karanlık bir g e ce d e, E vk af m em uru onu arka k a - bikten halis cibre çektiriyordu. Kadınsız da duramamış-
pıdan evinin zem in katında basık bir od a ya soktu. İçeri- tı, sık sık arka kapıdan e v e ziyaretçiler girerdi. Entari
de iki kadın vardı. İkisi de ün kazanm ış, güzel, dolgun ile püfür püfür, rahat rahat g e z m e ğ e vücudu alışmıştı;
kadınlardı, erk eğe alışkın görgülü tavırla sigara iç iy o r- e v e gelir g e lm e z soyunuyor, b ah çe üstündeki o d a ya
lar, uzun bir m em ur kuşağına b öyle yarı gizli hizm et e t- nargilesini kurup k ö ş e y e geçiy ord u . G elsin sohbet...
m ekten şiveleri nazikleşm iş, ince bir dille rahat, rahat Kabarık şilteli rahat köşe minderlerinin, yan yastıkları-
konuşuyorlardı. nın, arasında vücudu gevşiyor; gitgide genişliyordu.
Biri esmer, uzun boylu, endam lıydı; gö ğsü dar y e - Ç a lış m a ğ a gö n lü n d e hiç de istek k alm am ıştı.
leğinin altında gen ç, gürbüz duruyor, insana dalgın, tat- Hattâ Kadı Efendi ile satranç oyn am ak, fıskiyeli k a h ve-
lı gözlerle derin derin bakıyordu. Öbürü sarışın, büsbü- de m u h aseb eci b ey le tavla atm ak gibi e ğ le n c e le r onu
tün iri, gösterişliydi, üzün saçlarını elli altmış örgü y a - çoğunlukla dışarda alıkoyuyor, d aireye gitm esine engel
pıp sırtından aşağı, eşi bulunmaz bir atkı gibi koyuver- oluyordu. Kış, aslında A k den iz sırtındaki bu m e m le k e t-
mişti. Başlarına oyaları aynı örnek yem en iler b ağla m ış- te sonbahar gibi hafif geçerdi. Biraz rüzgâr soğu k ça e s -
lar, üzerlerine kenarları aynı g e r g e f iğn esiyle işlenm iş se tavan boyu ocaklara kuru zeytin kütükleri atıyorlar,
gö m le k le r giym işlerdi; ayaklarında da gül resim li ç o - hindiler doldurarak, kazlar kızartarak kışın da zevkini
raplar, sarı m eşinden kunduralar vardı. çıkarıyorlardı. Bu gam sız, geniş öm ür yüreğinin ateşini
Esm eri ağır başlı, tok, dolu bir sesle türküler s ö y - söndürm üştü. Ş im di g e ç e n gü nlerdeki hizm et, imar,
ledi, sarışını kırıla döküle, çocuksu tavırlarla oyunlar yeni düzenlem eler gibi fikirlerini hatırladıkça nargilesini
oynadı. A g â h B ey, bu eğlen tiyi um duğundan iyi bul- gü rleterek gülüm süyor, arkadaşlarına kendini m azur
muştu. "Vallahi hoş, lâtif ş ey !" diye arkadaşına te ş e k - gösterm ek için:
kürler ediyor, öbürü, kasabaya ait açıklam alar y a p ıy o r- — Toyluk, ne yaparsın?.
du. Bazan azılılar bu cins kadınların evleri önüne to p la - Diyordu...
şırlar, ağızdan d olm a pis barutlu hantal tabancalar p a t- Aslında ikinci yaz gelm işti. Sinirleri gevşeten olgun
latarak g e c e yarısı m ahalleyi korkuya verirlerdi. Ertesi bir m e y v a kokusu sıcak rüzgârlara karışarak p e n c e re -
günü jandarm alar kabahatlileri yakalar, koğuşta bir te - den o d a ya doluyor, herkesi gö z alabildiğine uzanan s a -
miz döverlerdi; m esele de kapanmış olurdu. yısız şeftali bahçelerine çağırıyordu. Daha g e çe n yıl dar
Kış gelin ce g e c e toplulukları başlardı. H elva soh - redin gotu sırtında; uyuşukluk üzerine nutuklar veren
betleri yaparlar, arasıra da o meşhur, görk em li ham am ı A g â h B ey şimdi bu hoş kokulu h avayı ciğerlerine kadar
kapatıp turşulu ye m e k le r yerlerdi. P a y ıta h tta (*) vilâyet derin derin çek tikten sonra yen leri sıvalı bol entarisi
m erkezinde yasak olan toplantılara, e ğlen celere burada içinde rahat rahat geriniyor, yeni atılmış m inderin ü ze-
izin vardı... H erkes ucuza, k o la y c a eğlen eb ild iğin d en rine yaslanıp:
başkasının keyfini çok görm ü yor, çek em ezlik e tm iy o r- — Gel keyfim gel!..
du.
D iye söyleniyordu.
A g â h B ey ya va ş yavaş alışkınlıklarını değiştirmişti.
Şim di rakısız ya p a m ıyor, gözü önünde toprak bir im -
Feneryolu, 1919
( * ) İstanbul
178 / MEMLEKET H KÂYELER

çanlariyle korna seslerini sanki duyuyor, dinliyordu.


Pencereden bakıverse o manzarayı görecekti sanki...
Halbuki dışarıda, duvar ardlarına sinmiş kerpiç ev­
leriyle, her dönemeçte çıkmaz sanılan iğri büğrü, çok­
tan el ayak kesilmiş dar sokaklariyle koyu karanlık, çü­
rük bir kasaba leşi yatıyor.
Gözleri doldu; Beyoğlu caddesi o mahşer kalabalı­
g a r a z ı
ğı ve iki keçeli ışıltılı vitrinleriyle hatırına gelince içini
çekmekten kendini alamadı. Geçen yıl, bu mevsimde
Anası, bir köşeye büzülüp üzgün üzgün oturan kı­ ve bu saatlerde sinema çıkışı kız, erkek bir sürü arka­
zına baktı; acıyacağına öfkelendi. Öfkelenince mem le­ daşla pastacılara uğrayıp ne isterlerse atıştırmış, üstelik
ket diliyle beddua ederdi: kutu kutu doldurup apartmana götürmemişler miydi?
— Kızıl kızıl bişesin de kızıl ataşa düşesin! İstan­ Ya, dadandığı muhallebici... Keşkül üzerine dondurma
bul'a gideceğine aklının bardağı kınlaydı da senden yerler ve tekrar sinemaya koşarlar, gece seansına yeti­
kurtulaydık! şirlerdi.
Diye çıkıştı. Nebile karşılık vermedi. Kavga ede­ Geçti o günler, bitti o bolluk! İstanbul çok uzakta...
cek halde değildi; bitkindi. İşitmezlikten geldi, yeniden İçinde kendisinin bulunmadığı İstanbul'un gene eskisi
düşünmeğe daldı. gibi, bildiği parlaklığı ve kalabalığiyle yaşamakta de­
vam ettiğine sanki inanamıyordu.
Küçük kasabanın elektriği üç gündür bozuktu; •k * it
hep, ikide bir bozulurdu, bozulmadan işlediği var mıydı
ki? İşte gene odada ufacık bir lâm ba yanıyordu. Sanki Nebile savaş başlangıcında babasının hem yolda
aydınlatmak için konulmamıştı; çıplak duvarları gölge­ katık, hem şehirde azık olur, masrafı azaltır diye heybe­
lerle doldurmağa, girip çıkanlardan, oturanlardan çok lerine kuru dut, cevizli sucuk, bastık, erik pestili doldu­
onların gölgelerini seyrettirmeğe yarıyordu. İlk soğuklar rarak İstanbul'a gidişini çok iyi hatırlıyordu. Kasabada­
ve ilk sürekli yağmurlar başladığı için de ışıksızlık kızın ki küçücük dükkânı için mal satın alacak, üç hafta
büsbütün üzüntüsüne dokunmuştu. Yüreği her akşam ­ sonra dönecekti.
kinden şişkindi.
On altısına basmış, boy atmış, bakışları dişileşmiş
Artık hep böyle, burada kasabada mı yaşamağa esmer kızma, fırçalanmamaktan paslı bakır rengine ça­
m ahkûmdu? lan koca, koca, yüksük kalınlığında bir sıra dişlerini
Taksim meydanı gözünün önüne geldi. Şimdi sağ- gösterip sırıtarak:
nak altında asfalt yollar şıkır şıkır parlıyordu; otomobil­ — Sana da fistanluk getiririm!
ler nasıl koşuyor, halk nasıl kaynaşıyordur! Tramvay
Demişti. Fakat aylar geçmiş, geri dönm em işti.
(*) Bu hikâye 2. baskıya eklenmiştir. Gönderdiği mektuplarda — eski harflerle yazdığı için or­
ta sonda olan Nebile bunları mahkeme kâtibine okutur­
Memleket Hikayeleri - F. 12
AY E'N N YAZGISI / 179
180 / MEMLEKET H KÂYELER

du— işlerinin bitmediğini, yeni işlere girdiğini bildiriyor, Onlarla beraber bulunmaktan, insan içine çıkm ak­
sonuncularda da artık oraya yerleşmek, yakında kendi­ tan utanmağa başladı.
lerini aldırmak niyetinde olduğunu söylüyordu. Kasa­ * * *
baya yayılmıştı:
Oluk gibi akan parayı nasıl harcayacaklarını bile­
— Çerçi Halil işini düzmüş... Haydi, o da çıksın bir miyorlardı.
tahta, salınsın birkaç hafta!
Önceleri bir süre ana, kız büyük mağazaların sa­
Sonunda bir gün yolcu oldular; Haydarpaşa garına dece vitrinleri önünde durup bakmışlar, içeriye girmek
indiler. Anası da, kendisi de yeldirme biçimi uzun m an­ cesaretini bulamamışlardı. Fakat apartmanın bodrum
tolu, siyah başörtülü idiler; birbirlerine sokularak ve katındaki kiracı Fitnat hanımla ahbap olunca iş değiş­
Kavaf Ahmet ustanın nalın sesi çıkaran kaba kundura­ mişti, kadın, taşralıları peşine takmış, bu mağaza se­
larını parkeler üzerinde bir garip takırdatarak köstekli nin, o dükkân benim, ikisini de alış verişe, gezip toz­
adımlarla yürürlerken Nebile babasındaki değişikliğin maya, terziler bularak, işçi kızlar tutarak giyim kuşama
farkına vardı: Kasketi atmış, başına siyaha yakın, kadi­ alıştırmıştı; kâhyalıklarını ediyordu.
femsi bir şapka geçirmişti; pantolonu, baldırlarından
Derken yeni dostlar ortaya çıktı. Altı ay geçm e­
kopçalı ve büzmeli değildi artık... Mintanı da bırakmış
mişti ki ayaklarında mantar ökçeli iskarpinler, başların­
kravatlı gömlek giyiyordu. Ayakkabıları iki renkli, pırıl
da tüllü şapkalar, Beyoğlu kalabalığına gülünç bir ana-
pırıldı.
kız daha katılmıştı. Nebile tek başına mağaza mağaza
Fakat asıl değişme tavırlarında: Kaymakam beyin dolaşıyor, en pahalısından el çantaları, eşarplar, eldi­
kasabada gezisini hatırlatıyor; eşraftan Kollukcu'nun venler, ne bulursa alıyordu. Birçok şoför, tezgâhtar,
oğlu gibi göğsünü çıkarıp ensesini şişirerek kurumla bir dükkâncı kız veya pastacı tarafından tanınan, "Küçük
gidiyor ki... hanımefendi" diye çağırılan sayılı tiplerdendi artık...
Daha o gün denizden, vapurdan, otomobilden baş­ Hacıağanın kızı çevresinde ün salmıştı. Komşular
layarak Nebile sonu gelmeyen bir heyecan evrenine gi­ "Kabak çiçeği gibi açıldı. Ne malmış meğer!" diyorlar­
rivermişti. Hele babasının Taksim Meydanı karşısında dı.
tuttuğu apartımanm asansörüne binip de yükseliverdik- İkinci yıl plâjlara da dadandı; yüzüyor, kum da ya­
leri zaman salavat getiren anasına sarıldığını hiç unut­ tıp güneşleniyor, dans ediyor, kürek çekiyordu. İşsiz
mamıştır. Ama sonraları bu acemiliğin yüzüne vurul­ güçsüz delikanlıların etrafında dönüp dolaştıkları Nebile
masından kızarıyordu; babası eve beş yüzlük bankanot bir şımarmış, bir arsızlaşmıştı ki... Anasını durmadan,
desteleriyle döndüğü akşamlar, yarenlik olsun diye o nefes aldırmadan azarlıyor, babasını adam yerine koy­
olayı hatırlatınca; çıkışıyor, aksilik ediyordu. muyor, ağzını açarken susturuyordu. Hele birlikte so­
Şehirli görünmek tutkusu, kendini beğenmesi, ka­ kağa çıktılar mı çevresindekileri onlardan olmadığına
saba kızının İstanbul'dan aldığı ilk kötü huy oldu ve bir­ inandırmak için hep ya ileride, ya geride yürüyor, eve
kaç hafta geçince babasiyle anasının yeni hayata ken­ dönünce de "Beni yerin dibine geçirdiniz! Rezil ettiniz!"
disi gibi uyamayacaklarını hep kaba, geri, taşralı kala­ diye kıyametler koparıyordu. Saçlarını sarıya boyatmış,
caklarını anlayınca hırçınlaştı. perçemlerini bir gözünün üstüne indirerek Veronica La­
AY E’N N YAZGISI / 181 182 / MEMLEKET H KÂYELER

ke'e benzediğine inanmıştı. Ayak tırnaklarına kadar bo­ Beş yılın beyliği katı, yalçın ruhlarında çatlaklık değil,
yanıyor, bütün tuvalet eşyasını markalarından tanıyor­ iz bile bırakmamıştı. Asıl çöken Nebile idi ve ana baba
du. için asıl kaybedilen ne servet, ne ümit idi; taze kızlarıy­
İki kere nişanlandı; ikisinde de yüzükleri geri verdi; dı.
nişan bozm ak modasından bile geri kalmamıştı. Her Nebile'nin her çeşit zevkini, ala ala heylerle en
seferinde çeyiz düzülüyor, piyasaya yeni kumaşlar, görkemli şekilde sürdüğü İstanbul'dan ayrılarak yirmi
modeller çıktığı için onlar bir yana atılıp tekrar yenileri bir yaşında, kasabadaki dört duvarla çevrili, helâsı so­
yaptırılıyordu. A nasırım kollan kalın, kakmalı ve okkalı kak kapısı yanında, bir tek kavak ağacı zor besleyen
altın bileziklerle yerinden kalkmaz halde idi; kürklerin kavruk bahçeli izbe kasaba evine dönüşü pek üzücü ol­
birini çıkarıp ötekini giyiyorlar, bakm ağı bilmediklerin­ muştu. Hele bir kere saat kulesi meydanında eski ardi­
den hepsini, her yaz güvelere yediriyorlardı. yeden bozma sinemaya gidip de katı iskemle üzerinde
* * * kasaba halkına karışarak dakikada bir kopan kovboy
filmi seyrettiği günün akşamı bayılmıştı.
Beş yıl, bütün çılgınlıklariyle, sonradan görmüşlü­
ğün en kaba, zevksiz, gülünç sahneleriyle bu hayat İstanbul'u daha çok kokuları ile düşünüyordu:
böyle sürdü... Son aylarda idi, Nebile bir delikanlıya Otomobillerin benzin kokusu, sinemaların lâvantalı ka­
gönül verdi; fakat nişanı bu sefer erkek tarafı bozmuş­ dın ve briyantinli erkek kokusu, pastacıların vanilyalı
tu. Çünkü hacıağanın, birçokları gibi ancak sermayesi­ hamur ve rendelenmiş badem kokusu ile!..
ni kurtarıp memleket yolunu tutacağını öğrenmeyen Geceleri pencereden dışarıya ürke ürke göz atınca
kalmamıştı. coşkun insan kalabalıklarını aydınlatan keskin elektrik
Çerçi Halil bu son günlerinde, birdenbire eskisin­ ışıklarını bulam am ak, otomobil ve tramvay gürültüleri­
den hasis, meteliğin hesabını arar, sorar bir duruma ni işitememek, tersine kasabanın kerpiç kesmiş sessiz­
geldi. Ne varsa sattı; kürklerinden başlayarak apartı- liğini, buz tutmuş hareketsizliğini yatağının içinde bile,
manın perdelerine, kadınların iç çamaşırlarına kadar... karlı gece imişçesine duymak... Nebile'yi bitirmişti.
İlle üçüncü mevki vagonla dönmek istiyordu. Ağlı­ En çok kendisi İstanbul'da har vurup harman sa­
ya bayıla, saç baş yolarak İkinciye zor razı edebildiler. vururken yarı aç, yarı tok Fakülteye devam ederek ya­
Tren dolu idi; bulabildikleri tek yeri Nebile'ye veren ana kında doktor çıkacak olan komşu polisin kızı Hanife'ye
baba yolculuğu koridorda, heybeler, bavullar, torbalar rastlamaktan korkuyordu.
üzerinde yaptı. Bütün heyecanlarının tükendiği bu genç kız yüre­
Kadın bir türlü benimseyemediği, daima kasaba ğinde artık bir tek duygu hüküm sürüyordu: Babasına
özlemi çektiği, taş dibekte tokmaklarla bulgur döveme- karşı hudutsuz bir kin, bir garaz! Küçücük kasabasında,
diğine yandığı İstanbul'dan ayrıldığına sanki mennun- mavi gözlü mahkeme kâtibine gönlünü kaptırarak yeri­
du. Erkek kederliydi am a belli ki yıkılmıyacak, küçük ne getirilmesi kolay bir takım küçük isteklerle mennun
dükkânına yeniden ısınacak, çok küçük ölçüde olm ak­ yaşarken ve hep böyle yaşayacak iken İstanbul'un
la beraber gene beş, on kuruş kâr etmekle avunacaktı. gösterişli hayatını tanıtan, sonra hepsini elinden alan
bu babaya düşm an kesilmişti.


1. 07 "'4 ( .# .(06+7 5+47 .7 !#'7 )$7 /47

5:9**dË$.(B)1F %59&F
;C/F/;&F9F&25F DF


 36& &(F 0F 3+R3HË

  4@ 3&@ /@ 34/"4@ 66&@  #*@  /@5@ +3@ 10/@ 11;@/:+@
+ ;#.@ 35@ 6;+@ +6@ 5@ /3@>@6@ 33/@

7@ ?-&5F97<F
6@ 31*'@ 3;F
)CF
. @ 32*(@ (/F
,8@

" !'
# ' !16-+@ ;E!A*F2)F
6&@ 7</#6+@ 4)C"/F3F;F><EF

.!3@ 4%)"+@ -3-:/@ @/6@#1@$9'9++@ "&'<?3=/@


 !&'%#'  '

F dW_&dWM$3+%:d_3$:Ë

3+ 33 3;3A 3IË d _ W R M HB:Ë

“™ž‚¶‹Ë % 2.*!+: 1 ;@


% 7 % %7 7  & &7

 %
=0/@E-F #F/;&F F )5;F(F 0F _Ë
AH3dRË/&04/F$45/8+F
 )F  +:3:ËHdRË33Ë33Ë :F
  
(4 F ¹+:3:ËHdRË33Ë3:Ë
" % 1046&/(',10-F
32$+'#(-,*7
= ƙ ƙ
Zƙ
3iƙ+ƙƙ= 9ƙ  "(ƙ  ƙ" Ñ­ƙ
3¥+ƙƙ= ƙ k Uƙ ƙ"  ƙ+  + ƙ
=-˜ƙ  ƙƙ+ƙ ƙ ƙ+ ƙ
A ƙ" ƙ ƙ
ƙ
++,ƙ= ƙ&ƙ
**.  œƙ ƙ  ƙ  ƙ ƙƙ + + +Sƙ  ƙƙ
(ƙ  ƙ ƙ ƙ + + +,ƙ ¶  ƙ  ƙ
(ƙ
& ƙ  ƙ Ö (ƙ   "ƙ Ÿ
 ƙ +

ƙ ƙ
 ƙ P>ƙ ?#?Iƙ ƙļ P ˜ƙ >g ƙ ?#D  ƙ  ƙ"
ƙ
ƙ + + +,ƙ
Pƙ #$ƙ g#$  ƙ  Pƙ ## _ƙ  # >ƙ [ƙ 
ƙ  uĽƙ ƙ 
ƙ 
ƙ 
  ƙ
 ƙ ƙ?ƙ?#?Kƙƙ- #>#¹ĩƙ 
ƙ (ƙ  ƙ   ƙ "ƙ eƙ    ƙ ƙ
×pg$ ?$ƙ f  č>ƙ ƙ > nØƙ >># _ƙ  #ƙ   ,ƙ
R
  ƙ ƙ ƙ+ +Iƙ ƙ ƙ  ƙ
 ƙƙ?# ƙ ? ƙ> Pƙg## ƙ > Pƙ 
  ƙ   "­ƙ /+ƙ   ƙ  ƙ  ƙ  ƙ
 #_ƙ -?ƙ7## ƙ #_ƙˆ# ƙ>7># ¢ƙ
"eƙ   ƙƙ
ƙ ƙƙ
ƙ ƙ$ ƙ ƙy
wƙ>ƙPƙ?#ƙ??ƙ´ _ƙ ƙ>ƙ7#6
ƙƙ (ƙ  ƙu  ƙ "+,ƙ
$ƙ ?ƙ? # ƙ ˆƙ?g ƙ?gP  ƙ >P#ƙ # ƙ
/+ ƙ ƙ eƙ &ƙ  ƙ +ƙ  ƙ " ƙ
5_ƙ [# Mƙ$ ƙ ƙ?  ƙ7> #g > ƙ

  eƙ ƙ ƙ  uSƙ ƙ " ƙ ƙ \ƙ R ƙ  ƙ  ƙ
´ ƙˆ >ƙ#>Cƙ #ƙ #ƙ#ƙˆ# (ƙ #D
$
ƙ $
ƙ :¨ ƙ  ƙ    œƙ ƙ ++ƙ
ƙ#ƙ$?  ƙ P# nƙ?  #$?ƙP # ƙƙ $ ƙ ƙ++ƙ  +ƙ u  ƙ ƙ 
+ ƙ:  ƙ
# ƙ #ƙ >## (ƙˆ >ƙ> # ?ƙ#5ƙ?P   ƙ
  ƙ ƙ ƙfu  "ƙ
ƙ ƙ&ƙ
ƙ? ?ƙ g?ƙ #>,ƙ /ƙ >ƙ >œƙ #?_ƙ  ƙ ?gƃ  ƙ" ƙƙ ƙ ƙ ƙ ƙ ƙ+
+ƙ
 P# #ƙ>ƙˆ >ƙg#$ # ƙ$ƙ#> P ƙ »h
+Sƙƙ 
"ƙƙƙ
"ƙ  ",ƙ
[?ƙ ˆ _ƙ  ƙ  ƙ  ƙ  ƙ  ƙ g#$ ƙ 6 pƙ  |ƙ
"ƙƙ  ƙ
 ƙ
??ƙ g ƙ $?ƙPP#?# ƙ?#$ƙ?> ƙ ƙ &   ƙŵ +œƙƙ "›ƙ
>  # ?ƙ#>Zƙ¤ì## ƙ#P>ƙ ƙ>Ť>ƙ?g  g # D 3V
 \ƙV
\–ƙ",ƙ
>ƙˆƙgƙ t  #Ùƙ>?ƙZƙ = Muƙ  ƙ   "ƙ   kƙ V ƙ  y
c´ ƙ#^9ƙ Iƙ   ƙ ƙ +   ƙ 
ƙ 
(ƙ  ƙ  ƙ
c´ ƙćØƙ>Pg Ï >ƋCƙ Pƙ> ƙƙg#P  ,ƙ
: z' .ē6'6ē [8 ē !
ē 7 ē 7[ ē

)ē Cē
ëlƙ!ƙ ƙŐ85(ƙ ƙGƙ(ƙ ƙƙ Ôƙ b H (ƙ !Łƙ &ƙ ƙ !ƙ Iƙ !&Iƙ ƙ
Ńƙ 5ƙ O&!ƙ !G5 ƙ A!ƙ Ja(ƙ G 6 ƙƙ ƙ
-ƙ  (ƙ-Jƙ a (ƙƙO&
ƙF!JƙƙO&6 Bl$Sƙ !
¨!ƙ l  ,ƙ =!ƙ ƙ
 ƙ H!6
!ƙ Ğ ƙ ƙ ƙ/ ƙ&ƙƙ  ĕƙ ƙ(ƙ !ƙ ƙƙƙ
{€Ë ƙƙñ‹ƙ {€Ë ñÁ9ƙ & ƙ $ƙ !  ƙ .ƙ ƙ QH€ƙ  ƙ ! Zƙ
Ĺ!ƙƙƙƙ!(ƙ &G(ƙ!&6 } ƙ ..ƙ ƙ ƙ ƙ l-ƙ !ƙ .$$Sƙ
G(ƙ OG ƙ /ƙ F ƙ ƙ Oa.śXƙ Gƙ !!ƙ ƙ !HSƙ ƙ ƙ  ƙ ƙ   H (ƙ
!Gƙ ƙ ƙ !ƙ ŅGƙ O
(ƙ !Ÿƙ a(ƙ !ƙ  ƙƙSƙ t!N Ùƙ&¿ƙ

ƙƙ
ƙN.ƙ F ,ƙ ƙ   ƙƙ ƙ ƙ ƙ ƙ
 6
=!ƙ O dƙGGCƙ ! ! (ƙ! !  ƙ HSƙ.ƙIƙ.!ƙƙ! ƙ ƙ! HIƙ
ƙ
•(ƙ -GFƙ! !G @ƙ lƙ
$ ƙ 
ƙ  ƙ l ƙ !HIƙ
Aaƙ 5ƙ A(ƙ Fƙ ~!5ƙ 6 !ƙ jƙB ! žƙƙ ƙ
ƙ ƙ Gƙ < aƙ ! !G ,ƙ Yƙ ƙ .ƙ G6 /ƙƙƙ
ƙ   ƙxÍƙ  ll Iƙ
ƙ ƙ Jƙ Gƙ -!ƙ 
aƙ ƙ .ƙ   ƙƙ ƙ! ‚ƙ
aƙOƙGƙ   (ƙOƙ! !  ‚ƙ 3p..ƙƙ
ƙ
ƙ!.E9ƙ
=ƙ! !G ƙ T!$ƙ Hƙ  ƙ Hƙ   ƙ ľ ƙ  ƙ
=!Mƙ ƙlqƙ
Q
ƙ  ƙ ƙ  5ƙ G.!(ƙ FG(ƙ G!Ś(ƙ a5J5ƙ 3i¿ƙ$  ƙ
! ƙEĉƙ
a 5®ƙ 5,ƙ BƙG!5(ƙ ƙ!5ƙƙ!-5ƙ a6 3‰!l ƙƙ 
‹ 9ƙ
.ƙ.ƙ!a(ƙƙaƙ JGaG ƙYƙOƙ!G(ƙ 3/ƙƙƙŕƙ ƙ ‰
.M^ 9ƙ
ƙ Gƙ
ƙ 5
GCƙ ƙ!-!ƙ  ƙaƙ T!$.ƙ !ƙ!ƙ€ƙ&!ƙƙIƙ ƙ
5ƙƙƙ
ƙ ūƙF ,ƙ ƙ 
 (ƙ H .ƙ !ƙ ƙ ! lƙ !Sƙ !!Cƙ
/ƙ Oƙ!5ƙ!ƙ ńƙ Oƙƙ !GF55ƙ 6 &ƙ
ƙƙ!@ƙi¿ƙ ƙƙ ‰!l ƙl6
5 ƙ x5ƙ ƙ..ƙ=!IƙH
ƙ ƙ!ƙHƙ (ƙ
Tƙ ! ƙ!5G5ƙ ƙ5ƙƙƙG(ƙ6 ƙƙl ƙ
H ƙã&!ƙ!Iƙƙ6
ƙƙ -Fƙ!
ƙƙ J ƙ.ƙaƙ!dƙ5ƙƌD !ƙ!ƙƙ(ƙ!ƙƙ ‡ƙƙ ƙ
~Gƙ ƙ 
ƙ O ƙ i!ƙ ƙ
ƙ Oƙ 6 YH!.¨ƙlƙƙƙ!! ƙƙ! Æƙ
aƙƙGaƙ   ,ƙ 3vƙƙHƙ ƙ$
ƙ $ƙ!E9ƙ
=!ƙƙƙ  ƙ
: zē6đē 
ēz ēē5
ē$$E ē
)ē
Jē
Bƙ Ļ$Ďƙ **ƙ -ƙ *Cƙ 
  ƙ  ƙ %ƙ#)ƙ ƙ$#ƙ$ƙ ) #ƙ)ƙ&#) ƙ&#ƙ
}
 ƙ ƙ  ƙ ƙƙO**ƙ* *ƙ )ƙ ) #)ƙ ))%ƙ )(ƙ  ) )ƙ
*ƙƙ**ƙ*ƙƍƙ*ƙ ƙ ƙ
 ƙ %#)%ƙ%ƙ
%ƙ&Sƙ)ƙ)#ƙ),ƙ
O* ƙ *ƙƙ * ƙ    ƙ &*jƙ/ƙ  ƙ mA#
ƙ^ƙ A
ƙ‹ 9ƙ
ƙ* ƙ  qƙ ³ %$%ƙƙ &Jƙ #

,ƙ/  ƙ%ƙ$ ƙ)ƙ
3B*ƙ*ƙ  EUƙ )(ƙ #ƙ #ƙ 
)Xƙ )ƙ ƙ i)ƙ  6
c/ƙƙ *ƙ*ƙƙ^ Uƙ $ƙ
ƙ 
$ƙ#
)™ƙ
A  ƙ  ƙ = —ƙ  ƙ ƙ *ƙ ƙ =þ mf#
ƙ)
ƙ ‹ƙA#
\@@Œƙ
ƙ@@@ƙ Y 
ƙ  *
**ƙ *-* ƙ 
|ƙ  ƙ / #)ƙ)ƙ ƙƙSƙ  )#
ƙ)%ƙ
W
*:$*ƙ*
*ƙ*
*ƙ  ƙ*ƙO**ƙ ƙ *¾ 
(ƙ %
%%,ƙ •ƙ 
ƙ#ƙ 
ƙ 
(ƙ W
 *ƙ**ƙ   ,ƙA ƙ*ƙO*  *ƙ &  oƙT D % %ƙ 
°ƙ &J)%ƙ #   ƙ ƙ #)ƙ 
$ƙ *
ƙ  ƙ *
ƙ *ƙ łƙ ƙ 3=\ƙREƙ • *ƙ
àĊƙ Oƙ ƙ #)ƙ fŰ ƙ $ƙ ƙ Jƙ & ƙ )ƙ
*ƙ *ƙ &* *ƙ ƙ & * Xƙƙ**
*« )ƙ J  )ƙ )(ƙ))%$%(ƙ&#ƙ  ƙ
*$*ƙ    ƙ ƙ ** ƙ ƙ Orƙ ƙ  ƙ
 
ƙ Oƙ *
ƙ *:ƙ *
ƙ  ƙ  Cƙ O*
ƙ [6]96^ . a> ] Ë
Oā*ƙ *ƙ * *ƙ **ƙ * ƙ   ƙ   ƙ
  oƙ
Yƙƙ *
*ƙƙ*ƙ* ƙƙ   oƙ
[ƙ *ƙ ƙ ƙ 
ƙ *
ƙ ƙ W

@ƙY*
ƙƙ*ƙ& * * ƙāƙ ƙ  ý
 ƙ ƙ ƙ ƙ 
oƙ /  ƙ *ƙ * *ƙ
* *ƙğƙ
= ƙ*ƙ  ƙ  Zƙ
cVƙ
àUƙ
3V
ƙƙaƙ*
oUƙ
`ƙ
ƙO&ƙÚƙƙ$ ƙ
*
**  ƙ

ƙ
: ƙ  oooƙ B* $*ƙ **ƙ **ƙ  ,ƙ R6
ƙO& ƙƙ ƙ*
ƙOƙ*$** **Ƅ
ƙ 
ƙ 
 ƙ Ǝƙ *Oƙ O* *ƙ
 ƙ

)Áē )*ē
H
 ˃ *˃ -˃ 
-*˃ %˃4
3

-
Y˃ĒĒ˃   ‹˃ ; -˃  ˃4˃  ˃ 
 ˃
-
˃ -
˃ 4 ˃ - - ˃ 4
˃ 

˃ -˃ %4˃ Ō %˃ ˃
 4˃  ˃ ˃4%˃ï ˃
˃
N˃ ˃ -ʂ
˃ *˃4
˃-˃˃ %˃
˃
'.

 *˃˃ 

!˃

!˃ - ˃ -
 ˃ >-

˃ ˃
4  ˃ ˃ ˃ --˃˃!˃Ƒ%  ˃
A ˃ 4%˃  ˃ - Ǹ˃   

˃ 4˃ 
3
P"˃
˃ "$˃˃ ˃ ˃$ #˃  ˃ ˃

 ˃ -
˃ -
f˃  ˃-˃4˃ 
 ^˃



˃
˃
ž˃ 4‡ ˃ 4
˃ (-˃ ˃ 4eØ!˃ - ˃
(Ȫ˃ $ ˃ $ *˃ $$˃ $ $˃

"˃   I˃  ˃

"3

˃ $1"$$˃ $ ˃ $ *˃ ³$"$˃ R˃ "
˃ $"" ¹$˃ 
Ð˃ ˃\
˃4 ˃ *˃4 ˃ģç˃  ˃˃%˃-
-
˃
$˃ ½$ ˃ 1  $˃ j ˃  

˃ $˃ $+ ˃ Eņ
b 0˃  &˃
Ÿ˃ _"˃ 

˃  "$ "#˃ ;˃ ¬1$˃H r ˃ $f˃ ņ˃%%˃-˃4˃Ȟç˃ ˃

˃˃˃  #˃-—˃>$$Į  ± #˃h$˃  
˃ $˃ ž ˃˃44˃˃ ˃-
˃
$ #˃ ˃


 ˃
"-
˃ Z r-˃ Hɿ˃ ʭ
±
˃ - -˃ hĆ  ˃ % f˃
P¬˃$"˃


˃R˃


˃˃1 $$˃
˃˃$ $˃3 hœ%˃ ˃ H%˃  ˃ -%˃ -˃
 "˃¬˃" " ˃ "˃1-$˃ ¬ 
&˃ ˃ -˃!˃ -%d˃
N" ˃$$˃ ˃ $˃ A%@˃P@˃¼-˃-%˃˃%-˃-@˃  & ˃
( ˃FS˃
¬
 ˃s ˃"$$ ˃$ $Y˃
-3 F! =˃
"˃˃ $$˃Œ1+˃$ ˃ 1$˃ " - &˃ [-%˃ ˃  *˃ -
˃ 
-˃ ˃   -˃
($Ž˃ EF $˃$$ Á n ˃  $˃ !˃  d˃ɓ˃-“*˃ ˃%4˃- *˃ -

˃%˃-˃
¨ 1 r ˃$$ ˃  $"˃$˃

*˃   ˃ 4˃ ?

˃ -

Õ˃  ˃ %% ˃ 4%˃ 

˃  ˃
³˃ *˃¬$˃ ¬
˃$ ¬$$$˃ 1 $^˃($˃ 
˃4

f˃  ˃ Œ˃4%˃ 
˃€   ˃
˃˃g$kÑ$1± -˃ "˃ -&˃ A˃-Ò˃ $˃-$ĸ˃ N˃ ˃  ˃ 


Í
˃ !˃ ˃  ˃ 
-
™˃
 ˃-$˃_ ˃ ˃
#˃
˃

1
˃ ˃
Š 4 ˃ ˃
‹˃j-˃ ˃  o˃
˃
˃ <
"*˃ 1 ˃ " ¬$˃ $ ˃ "


˃ "˃
˃ ˃4%˃ ˃44˃ ˃ ˃ 
3

˃&˃†$ " ˃ 
#˃  ˃ ½ #˃˃
f˃1  ˃
&˃ >4 Ć ˃s˃>-ȳ ˃˃˃ %˃-


 ˃1$ *˃1
¬ ˃  ˃ $$˃ $  &˃
°˃˃\

˃ĒĒf˃
˃ 

˃
 ˃
ē
)ē
[ ˃ ˃  ˃?)M˃ ))˃˃- ˃ ˃-3 (˃  ˃, ,

˃ ˃  ˃9
ſ˃ <
˃ !˃ !˃)  Y˃ )˃˃ ˃"w))˃ ˃ ,#˃ 
O


,
*˃ 

ĕ

,
˃   9 #˃ ƒĕ9
9

 ˃ ˃˃-˃  ˃˃€  ^ ˃ ˃ !˃ ˃ ˃ 

˃ HƤ
˃ *˃   f˃  ,9˃
` ˃ ˃ ˃˃˃˃?)  ˃ ) ˃˃ %tp ˃  ˃,˃
˃,,˃,˃ T  ˃ Oô,<
ï ˃ ")˃ "M)˃ ") )^˃ j ˃ -!˃ ˃  ˃
˃˃   b˃
-M-M˃ qƜ ˃ )*˃ *˃-)M˃ *˃  ˃ 3 g˃˃
 ˃˃ ,˃,˃˃ O,
9˃˃
  ˃ ˃
9
˃O%%˃ ˃˃ 9 ˃( ˃O˃,˃,9%<
_ )˃    ˃ ˃˃ &˃(%˃!
˃

9
Y˃
, ˃˃˃ ,˃
_T)M˃  "  #˃ ))M.˃ ˃ ˃ ,,˃
˃˃ ˃   ˃N  ˃˃ ˃
#˃, ˃tp <
 ˃ š˃ ¨  ˃  ˃ M"M =  ^˃& ˃ ,,%˃ #˃, ˃˃%˃˃
f˃ \
 ˃
[.˃T*˃ "˃  ˃MM˃ ˃ð˃-3 
,
˃˃ ˃VV˃¼˃
˃˃ ˃  =˃
˃˃ ˃  ˃M I˃  ˃˃ !˃˃ ˃ ‘ ,˃  
˃ ­,˃ , ˃  ,˃    ,˃
 ˃ ) ˃ " ˃ P *˃ "" *˃ -˃ ˃˃ ,˃  &˃
-˃ ˃  ‹˃ (˃ )˃ ˃  )˃ .˃  ˃ ˃ 2>!b˃>! b 0 ˃ % ˃%O*˃O
˃ ˃\˃ <
˃ M*˃   ˃ ˃& & No˃    I˃ ) ˃˃



&˃
 *˃ ˃  ˃ "˃  M˃ ˃ &˃ j ˃˃ ˃ (˃ ,T˃
O*˃%, ˃˃ *˃9˃ O˃
˃
3
  ˃    ˃ P ˃ ))"  ˃ T" ˃ ˃˃ %˃ % ,˃%˃9 ˃  ˆ˃
 "˃˃˃˃"-˃ 2A˃=˃ A˃ b 0 ˃
[˃  *˃  ˃  R-*˃ -˃ ˃ *˃ ˃ (9
˃ ˃,˃
 &˃j ˃,˃ ,
O˃
O˃
3
 ˃˃˃ a˃ į˃˃ ˃ *˃ !˃ 3  Ÿ˃ ² ˃ ,˃

˃ %, ˃ O˃ ,,˃  #˃
 V˃ %,,˃   ˃ 


,
˃ ,˃ ,˃ 
9
,˃ ,˃ 
O˃   ˃
â .˃ )˃ ƩMa˃  !˃ š˃ g-.˃ T˃ ( ˃ ˃9
˃  *˃˃ ˃˃  9˃




-)"#˃  ˃ ˃‹   ˃ F )*˃ )"˃ ˃ ˃ " ˃ *˃,,˃
9
,
˃ %, ˃  ˃=˃
â˃˃˃  M&˃ FT˃   ˃   *˃ Œ˃ ˃
9

˃,\%%O˃¹ß  ˃ ˃(,˃
O
,˃ O<
˃ ""˃ ˃  ")) & & & ˃ ( ˃ )-).˃  &˃ ,˃ 
9
Y˃ ˃ O ˃%˃˃ !˃  %  ^˃H˃
["M˃ T˃    ˃ ˃ T ˃ ˃ ˃ ˃  ˃ 
#˃   y˃  ˃˃˃ !˃  & & & ˃g,˃
=˃ ( .˃ ˃  ˃ ("˃ ˃ ˃ ! ˃ ,˃ !
˃
)Ʒ,,˃˃
˃˃ !˃u   ˃h˃
-˃ M-MI˃ ˃ T ȫ˃ -  ˃ ˃ ˃ ˃ )˃ !%˃&   ˃`˃˃O ˃ !˃V   ˃Ö9
#˃ %˃˃ ,˃ !%ɔ˃
! ˃  o˃˃ ˃ & ˃ ɕ
,
*˃

,
 &˃

V8Ë ē
EA˃Ěp˃=˃ A˃Ěp˃ Á n ˃ ` ˃ F‡"˃ M˃   *˃˃  ˃ M˃  M&˃
( ˃ ˃  ˃  ˃
˃
 Ž˃ >ĥ ˃³ ˃   ˃>˃ .˃

˃ M*˃
E†R"
b˃ †R
b˃ "˃³  Ž˃
N
˃˃"˃7" ˃Ň ˃ :::˃§ ¡˃ ă(%˃%˃  ˃! ˃˃  ˃ ˃ %b «˃  &˃
˃°ɿ ˃ !˃  "˃ ˃ ˃˃R˃H"˃  > ± %˃
˃ ˃ " 
˃ ˃ *˃W˃  3
˃ R% I˃ > r ˃ ˃  "˃ ˃ ˃ R
‹˃ ;˃ Ŵ˃ ˃  ˃ ˃ ˃³"%˃˃ ˃  ˃
 
˃  ˃ 7"˃ ˃ 7˃ ˃ !

˃  ˃ ˃
7 ˃  9o˃ ˃
9 · &˃ [6]86^ 1c@ ^Ë
[  "o˃ 

I˃  #˃  &˃
j ˃˃9
˃¯ ˃9+˃ 9 q 

˃
`"˃˃˃ 
˃

9 
!˃
˃7   "

Ň *˃˃˃g˃ ˃


˃ ˃
!˃:9 ˃  ˃
?—!

˃ ˃  o˃7˃ ˃ ć˃
˃7 ˃

˃  &˃ (:˃ :  9˃ "˃ 
 
˃ (˃ 
˃ 
˃ 7˃ 9 :*˃ o˃ ˃ "  ˃ ? ˃ é

Ž˃ H
˃ ˃ ˃ 7 ˃ :˃   ˃R˃  ˃ 
U˃
˃ R˃   ˃R˃7  ˃  9 ˃ ˃
˃
˃˃ ˃
I˃ ˃! o˃ ˃  ˃+˃

˃ ˃ Z ˃ "˃ ˃R˃  ˃ ˃˃˃R˃ " 9˃˃
R˃

"˃
 ˃
Z 9 ˃ 7˃7o˃7˃ !o˃7˃ ˃˃ jo˃  3
"˃ ˃ :9˃ o˃R˃7˃R9˃ "&˃& & ˃
Z ˃  » ˃ &˃& & ˃g˃ ˃ ơ˃e
9o˃3
Ěp ˃ ơ ˃  ˃ "
o ˃ 
o˃ ˃ h˃ :˃
"
9
˃˃

: œ, >ē› ēwi ú ē œ_ –Y ē= ēj  µ ē <2 @ @ē #Ăē
 ē ē : ēn1Šē

UFË ē

You might also like