Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 361

İçindekiler

DAVA HAKKINDA GENEL BİLGİLER............................................................................................................2


Dava nedir?..........................................................................................................................................2
Davacı ve davalı kime denir?................................................................................................................2
DAVA ŞARTLARI........................................................................................................................................2
Dava şartı ne demektir?........................................................................................................................2
Dava şartları nerede düzenlenmiştir? Dava şartları sadece HMK’da mı düzenlenmiştir?.....................2
Mahkemelere ilişkin dava şartları nelerdir?.........................................................................................2
Taraflara ilişkin dava şartları nelerdir?.................................................................................................2
Dava konusuna ilişkin dava şartları nelerdir?.......................................................................................3
Gider avansının ne zamana kadar yatırılması gerekir? Gider avansının yatırılmadığının esasa
girildikten sonra anlaşılması halinde nasıl karar verilmelidir?..............................................................3
Gider avansı delil avansından farklı mıdır?...........................................................................................3
Dava açıldığında eksik olan hukuki yarar şartı dava sırasında tamamlanırsa veya dava açılırken var
olan hukuki yarar dava sırasında ortadan kalkarsa nasıl karar verilmelidir?.........................................4
Dava şartları nasıl incelenir? Taraflarca ileri sürülebilir mi? Dava şartı eksikliğinin yaptırımı nedir?....4
Dava şartları hangi sıra ile incelenmelidir?...........................................................................................4
DAVA TÜRLERİ..........................................................................................................................................4
Dava türleri nelerdir? Sayınız................................................................................................................4
EDA DAVALARI (M. 105)...........................................................................................................................5
İrade beyanında bulunma borcu eda davasına konu yapılabilir mi?.....................................................5
Bir alacağın vadesi dava açıldıktan sonra gelirse mahkeme nasıl karar vermelidir?.............................5
Eda davası sonucunda verilebilecek kararlar nelerdir?.........................................................................5
TESPİT DAVALARI (M. 106).......................................................................................................................5
Tespit davası ile delil tespiti arasında ne fark vardır?...........................................................................6
HMK m. 107/3 ‘’kısmi eda davası açılabildiği hallerde tespit davası da açılabilir’’ hükmünü nasıl
anlamak gerekir?..................................................................................................................................6
İNŞAİ (YENİLİK DOĞURAN) DAVALAR (M. 108).........................................................................................6
İnşai davalar geçmişe etkili olabilir mi?................................................................................................7
İnşai dava türleri nelerdir?...................................................................................................................7
İnşai dava sonucunda verilecek kararlar nelerdir?...............................................................................7
KISMİ DAVA (M. 109)................................................................................................................................7
Kısmi davanın kabul edilmesindeki amaç nedir?..................................................................................7
Kısmi dava açılabilmesinin şartları nelerdir?.........................................................................................7
Açık kısmi dava, gizli (örtülü) kısmi dava ne demektir? Bu ayrımın pratikte bir önemi var mıdır?........8
Kısmi dava açılmasına bağlanan sonuçlar nelerdir?..............................................................................8
Kısmi davada dava edilmeyen kısım için müspet tespit davası açılabilir mi?........................................8
Kısmi davada dava edilen kısım hakkında verilen hüküm, diğer kısım için açılan davayı etkiler mi?....8
Birden fazla kez kısmi dava açılabilmesi mümkün müdür? Bunun bir sınırı var mıdır?.........................9
Kısmi davada dava edilmeyen kısım için davalının menfi tespit davası açması mümkün mü? Geri
kalan kısım nasıl talep edilecek?...........................................................................................................9
Kısmi davada dava edilmeyen kısım için zamanaşımı işlemeye devam eder mi? Bu kısım için ıslah
yoluna başvurulması zamanaşımını keser mi?......................................................................................9
Kısmi davada dava edilmeyen kısım için temerrüde düşme ne zaman gerçekleşir? Faiz hangi andan
itibaren istenebilir?..............................................................................................................................9
BELİRSİZ ALACAK VE TESPİT DAVASI (M. 107).........................................................................................10
Belirsiz alacak davasının kabul edilmesinin amacı nedir?...................................................................10
Manevi tazminat davası kısmi dava olarak açılabilir mi? Belirsiz alacak davası olarak açılabilir mi?. .10
Likit olmayan alacak kavramı ile belirsiz alacak kavramı birbirinin yerine kullanılabilir mi? Arasında
fark var mı?.........................................................................................................................................11
İş hukukundaki alacaklar bakımından belirsiz alacak davası açılması mümkün müdür?.....................11
Objektif dava birleşmesi şeklinde birden fazla talep ileri sürülür bu taleplerden birisi belirsiz olursa
ne olur?..............................................................................................................................................11
Tüketici hakem heyetinde belirsiz alacak davası açılabilir mi?...........................................................11
İL VE İLÇE HAKEM HEYETİ MİKTARLARI (2017).......................................................................................12
İstinaf aşamasında davacının talebini tekrar belirlemesi söz konusu olabilir mi?...............................12
Belirli bir alacak için belirsiz alacak davası açılabilir mi? Açılırsa ne şekilde karar vermek gerekir?....12
Belirsiz alacak davasında zamanaşımı ne zaman kesilmiş sayılır? Dava açıldığında mı yoksa talep
sonucunun kesin olarak belirlendiği tarihte mi?.................................................................................13
Alacağın belirli olan kısmı için kısmi dava geri kalan kısmı için tespit davası açılması mümkün müdür?
...........................................................................................................................................................13
Talep sonucunun belirsiz olması halinde tespit davası açmak isteyen davacı, alacağın belirleyebildiği
kısmını gösterip tümü için mi tespit davası açmalı yoksa alacağın belirsiz olduğunu bildirip tümünün
tespitini mi istemelidir?......................................................................................................................13
Belirsiz tespit davasının belirsiz alacak davasına dönüştürülmesi söz konusu olabilir mi?.................13
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden önce açılan kısmi dava, belirsiz alacak
davası olarak kabul edilebilecek midir?..............................................................................................13
TERDİTLİ (KADEMELİ) DAVALAR (M. 111)...............................................................................................14
Terditli davanın şartları nelerdir?.......................................................................................................14
SEÇİMLİK DAVALAR................................................................................................................................14
DAVALARIN YIĞILMASI (OBJEKTİF DAVA BİRLEŞMESİ) (m. 110).............................................................14
Objektif dava birleşmesinin şartları nelerdir?.....................................................................................15
MÜTELAHİK (YARIŞAN HAKLARA DAYALI) DAVALAR...............................................................................15
TOPLULUK DAVASI..................................................................................................................................15
DAVANIN AÇILMASI................................................................................................................................16
Dava hakkı nedir?...............................................................................................................................16
Dava dilekçesinde bulunması unsurların hepsi zorunlu mudur?........................................................16
Dava dilekçesinde bulunması gereken unsurlar nelerdir?..................................................................16
Davacının, davalının adresini bildirmemesi veya tespit edememesi halinde nasıl karar verilir?.........17
Dava konusunun değerinin dava dilekçesinde gösterilmesi zorunlu mudur?.....................................17
Somutlaştırma bir yükümlülük müdür? Davacı talep sonucunun dayanağı olan vakıaları nasıl
somutlaştırır? Vakıaların eksik gösterilmesi tamamlanabilecek bir unsur mudur?.............................18
Delillerin hasredilmesi davada ne zaman söz konusu olur? Delillerin hasredilmesinin istisnaları
nedir?.................................................................................................................................................18
Dava dilekçesinde yemin deliline dayanmayan tarafa hakim yemin delilini hatırlatabilir mi?............19
Dilekçelerde gösterilen deliller mutlaka bu aşamada mahkemeye ibraz edilmeli midir?...................19
Davacı açıkça faiz talep etmemişse; faiz oranı belirlenmemişse faize karar verilebilir mi?.................19
Dava dilekçesinin unsurlarında eksiklik olmasının yaptırımı nedir? Her eksikliğin tamamlanması için
süre vermek gerekir mi?.....................................................................................................................20
Hangi hallerde dava dilekçesinin davalıya tebliğ edilmemesi gerekir?...............................................21
Dava ne zaman açılmış sayılmaktadır?...............................................................................................21
DAVA AÇILMASININ SONUÇLARI............................................................................................................21
Dava açılmasının maddi hukuka ilişkin sonuçları nelerdir?.................................................................21
Dava açıldıktan sonra davacı tarafta iradi taraf değişikliği olması halinde yeni davacı bakımından
zamanaşımı ne zaman kesilmiş sayılır?...............................................................................................22
Dava sırasında zamanaşımı ve hak düşürücü sürenin geçmesi halinde yararlanılacak bir imkan var
mıdır?.................................................................................................................................................22
TBK m. 158 e göre alacaklıya tanınan 60 günlük ek süre ne zaman işlemeye başlar? Tahkimde de bu
sürenin uygulanması mümkün müdür?..............................................................................................22
Dava açılmasının usul hukuku bakımından sonuçları nelerdir?..........................................................23
İlk davada yetkisizlik ve görevsizlik nedeniyle gönderme kararı verilmiş fakat bu karar kesinleşmeden
davacı görevli ve yetkili mahkemeye başvurursa görevsiz veya yetkisiz mahkemeye yapılan başvuru
ikinci kez açılmış bir dava gibi kabul edilerek derdestlikten söz edilebilir mi?....................................23
Hakemde dava açıldıktan sonra aynı dava mahkemede de açılırsa derdestlik itirazı mı yoksa tahkim
ilk itirazı mı söz konusu olur? Her iki itiraz birlikte ileri sürülebilir mi? Sürülebilirse hangisi daha önce
incelenmelidir?...................................................................................................................................23
TEMİNAT GÖSTERİLMESİ........................................................................................................................24
Kimler teminat göstermekle yükümlüdür?.........................................................................................24
HMK m. 84/1 dışında davacının dava açarken teminat göstermesini gerektiren durumlar var mıdır?
Varsa bunlar nelerdir?........................................................................................................................25
Mecburi dava veya takip arkadaşlığında teminat göstermek zorunlu mudur?...................................25
Teminat göstermekten muaf tutulan haller nelerdir?........................................................................25
Teminatın kapsamı neye göre belirlenir?...........................................................................................25
DAVAYA CEVAP.......................................................................................................................................25
Cevap dilekçesinin verilmemesine bağlanan sonuç nedir?.................................................................26
Maddi hukuka ilişkin savunma sebepleri nelerdir?.............................................................................26
Takasın hukuki niteliği nedir?.............................................................................................................27
Takas yolu ile ileri sürülen alacak, başka bir mahkemenin görevine giriyorsa asıl davayı inceleyen
hakim takas yolu ile ileri sürülen alacağı incelenebilir mi?.................................................................27
Mahkeme ilk önce asıl alacağı mı yoksa takas yolu ile ileri sürülen karşı alacağı mı incelemelidir?. . .27
Takasa konu alacağın asıl alacaktan fazla olması halinde nasıl karar verilmelidir?.............................27
Usul hukukuna ilişkin savunma sebepleri nelerdir?............................................................................28
Geçerli bir tahkim sözleşmesine rağmen taraflar uyuşmazlığın genel mahkemede çözümlenmesini
sağlamışsa bu anlaşma sadece görülmekte olan dava için mi geçerlidir yoksa tahkim sözleşmesine
tabi daha sonraki uyuşmazlıkları da mı kapsayacaktır?......................................................................28
Taraflar arasında bir tahkim sözleşmesi olmadan mahkemede dava açılmışsa veya sözleşme olup
tahkim ilk itirazında bulunulmamışsa taraflar uyuşmazlığın hakemde görülmesini kararlaştırabilirler
mi? Mahkemenin bu durumda nasıl karar vermesi gerekir?..............................................................28
İlk itirazlar ne zamana kadar ileri sürülebilir? Nasıl incelenir? Karşı tarafın muvafakat etmesi veya
ıslah halinde sonradan da ileri sürülebilir mi?....................................................................................28
Tahkim ilk itirazı ve yetki ilk itirazından hangisi daha önce incelenmelidir?.......................................28
Tahkim itirazının kabulü üzerine mahkeme davanın usulden reddine karar verirse davanın
açılmasıyla meydana gelen maddi ve usul hukukuna ilişkin sonuçlar korunacak mıdır? Örneğin
zamanaşımı kesilmesi, ihtiyati tedbir kararları devam edecek midir?................................................29
KARŞI DAVA............................................................................................................................................29
Karşı davanın şartları nelerdir?...........................................................................................................29
Mahsup talebi tek başına bir davada ileri sürülebilir mi?...................................................................29
Asıl dava ile karşı davadan birinin özel mahkemede, diğerinin genel mahkemede görülmesi
durumunda karşı dava açılabilir mi?...................................................................................................30
Karşı davanın hangi süre içinde açılması gerekir?...............................................................................30
Karşı davanın asıl dava karşısındaki durumu nedir? İnceleme nasıl yapılır?.......................................30
CEVAP DİLEKÇESİ....................................................................................................................................30
Cevap dilekçesinin unsurları nelerdir?................................................................................................30
Cevap dilekçesindeki unsurların eksikliğine bağlanan sonuçlar nelerdir?...........................................31
Davaya cevap süresi ne kadardır? Bu sürenin uzatılması mümkün müdür?.......................................31
İDDİA VE SAVUNMANIN GENİŞLETİLMESİ VEYA DEĞİŞTİRİLMESİ YASAĞI..............................................31
İddianın genişletilmesi veya değiştirilmesi sayılmayan haller nelerdir?..............................................32
Davacı iddiasını hangi durumlarda veya şartlarda genişletip değiştirebilir?.......................................32
İddiayı genişletme veya değiştirme yasağına tabi olan durumlar nelerdir?........................................32
İddiayı genişletme veya değiştirme yasağının istisnaları nelerdir?.....................................................32
Davalı savunmasını hangi durumlarda veya şartlarda genişletip değiştirebilir?.................................33
Savunmayı genişletme veya değiştirme yasağına tabi olan durumlar nelerdir?.................................33
Savunmayı genişletme veya değiştirme yasağının istisnaları nelerdir?..............................................33
ÖN İNCELEME.........................................................................................................................................33
Ön inceleme neden kabul edildi? Faydaları ve sakıncası neler?.........................................................34
Ön inceleme aşamasında yapılması gereken işlemler nelerdir?.........................................................34
Ön inceleme yapılmadan tahkikata geçmek mümkün müdür? Geçilirse ne olur?..............................34
Ön inceleme aşamasında hak düşürücü süreler ve zamanaşımı süresinin incelenmesi mümkün
müdür?...............................................................................................................................................34
Duruşmasız ön inceleme yapılması mümkün müdür?........................................................................35
Ön inceleme aşamasında duruşma yapılması zorunlu mudur? Duruşmalı ön incelemede yapılması
gereken işlemler nelerdir?..................................................................................................................35
Ön inceleme aşamasının tamamlanması için hakimin cevaplandırması gereken sorular nelerdir?....36
TAHKİKAT...............................................................................................................................................37
Tahkikat Yapılamasına Gerek Olmayan Haller hangileridir?...............................................................37
DURUŞMALAR........................................................................................................................................37
Yargılama faaliyetleri nerede yürütülür? Mahkeme dışında yargılamaya ilişkin işlem yapılması
mümkün müdür?................................................................................................................................37
Davayı bizzat kendisi takip eden tarafın duruşma düzenini bozması halinde nasıl hareket edilir?
Tarafın duruşma salonundan çıkarılması mümkün müdür?...............................................................38
Avukatların duruşma disiplinini bozması halinde salondan çıkarılması ve hakkında disiplin hapsi
uygulanması mümkün müdür?...........................................................................................................38
MAHKEME KAYITLARI, DOSYA VE TUTANAKLAR.....................................................................................38
Tutanakta bulunması gereken hususlar nelerdir?..............................................................................38
İSTİCVAP.................................................................................................................................................39
İsticvap nedir?....................................................................................................................................39
İsticvap ile tarafların dinlenmesi arasında bir fark var mıdır?.............................................................40
İsticvap bir delil midir?.......................................................................................................................40
İsticvabın amacı nedir?.......................................................................................................................40
İsticvaba hangi durumlarda başvurulur? Mahkemenin talebi hangi durumlarda geri çevirmesi
gerekir?..............................................................................................................................................40
İsticvap davetiyesi vekille takip edilen işlerde vekile mi yapılmalıdır? Tarafın kanuni temsilcisinin
olması halinde durum nasıldır?..........................................................................................................40
Kimler isticvap edilebilir?....................................................................................................................40
İsticvap olunacak kişinin mutlaka mahkemeye gelmesi gerekir mi?...................................................41
İsticvap davetiyesinin tebliğ edilmesini gerektirmeyen haller var mıdır?...........................................41
Taraf isticvap için usulüne uygun davet edildiği halde mazeretsiz olarak, mahkemeye gelmezse ne
olur?...................................................................................................................................................41
ÖN SORUN..............................................................................................................................................41
Ön sorun nedir?..................................................................................................................................42
Ön sorun ve bekletici sorunun yargılamanın ertelenmesi kurumundan farkı nedir?..........................42
Ön sorunlara bazı örnekler veriniz?....................................................................................................42
Ön sorun hakkında verilen karar bir ara karar mıdır yoksa nihai karar mıdır? Bu karara karşı kanun
yoluna gidilebilir mi?..........................................................................................................................42
BEKLETİCİ SORUN (m. 165).....................................................................................................................42
Bekletici sorun nedir?.........................................................................................................................43
Bekletici sorun yapmak zorunlu mudur?............................................................................................43
Bekletici sorun yapma ne zamana kadar devam edecektir? Hakim bu kararından dönebilir mi?.......43
Bekletici sorun hakkındaki karar hangi şekilde ortadan kalkabilir?.....................................................43
Bekletici sorun kararı üzerine herhangi bir işlem yapılması mümkün müdür?...................................44
DAVALARIN BİRLEŞTİRİLMESİ VE AYRILMASI (m. 166-168).....................................................................44
DAVALARIN BİRLEŞTİRİLMESİ.................................................................................................................44
Davaların birleştirilmesi için aranan şart nedir?.................................................................................44
Her iki dava arasında ne zaman bağlantı olduğu kabul edilir?............................................................44
Davaların birleştirilmesinin şartı olarak davaların aynı veya benzer sebepten doğmasından ne
anlaşılmalıdır?....................................................................................................................................44
Dava sebebi nedir? Bu konudaki görüşler nelerdir?...........................................................................45
Davaların birleştirilmesindeki bağlantı ile davaların ayrılmasındaki bağlantı kavramı aynı şey midir?
...........................................................................................................................................................45
Farklı yargı kollarına tabi davaların birleştirilmesi mümkün müdür? Farklı yargılama kurallarının
olması davaların birleştirilmesine engel teşkil eder mi?.....................................................................45
Aynı sıfat ve düzeydeki mahkeme ifadesinden ne anlaşılması gerekir?..............................................46
Ticaret mahkemesi toplu mahkeme olduğuna göre davaların birleştirilmesi mümkün olacak mıdır? 46
Özel mahkeme bulunmayan yerlerde asliye hukuk mahkemesinin özel mahkeme sıfatıyla davaya
bakması durumunda davaların birleştirilmesi mümkün müdür?........................................................46
Hakimler Savcılar Kurulunun belirli görevli mahkemelerden birini belirli işler için görevlendirmesi
halinde davalar birleştirilebilir mi?.....................................................................................................46
Bölge adliye mahkemesinde veya Yargıtay’da davaların birleştirilmesi mümkün müdür?.................46
Yazılı yargılama usulüne tabi dava ile basit yargılama usulüne tabi davanın birleştirilmesi mümkün
müdür?...............................................................................................................................................47
Davaların birleştirilmesi hangi aşamada mümkündür? Bunun için talep gerekir mi? Birleştirme
kararını hangi mahkeme verecektir? Diğer mahkeme birleştirme kararı ile bağlı mıdır?...................47
Davaların birleştirilmesi talebi sözlü olarak ileri sürülebilir mi?..........................................................48
Davaların birleştirilmesi ve ayrılmasının hukuki niteliği nedir? Mahkeme usul işlemi midir?.............48
Birleştirme talebinin tarafça geri alınmasının birleştirme kararına bir etkisi olur mu?.......................48
Hakem mahkemesinde görülen davaların hukuk mahkemesinde görülen davalarla birleştirilmesi
mümkün müdür?................................................................................................................................48
Hukuk mahkemesinde görülen davaların hakem mahkemesinde görülen davalarla birleştirilmesi
mümkün müdür?................................................................................................................................48
Davaların birleştirilmesi veya talebin reddi veya kabulü kararı bir ara karar mıdır? Yoksa nihai karar
mıdır?.................................................................................................................................................48
Hakimin davaların ayrılması veya birleştirilmesi kararı denetime açık mıdır? Bu denetim nasıl
yapılacaktır? İstinafta ve temyizde denetlenebilir mi?.......................................................................49
Davaların ayrılması veya birleştirilmesi kararı vermek yerine başka alternatif yollar neler olabilir?. .49
Davaların birleştirilmesi ve ayrılması kararlarına karşı kanun yoluna başvurulabilir mi? Kanun
yolunda nasıl karar verilir?.................................................................................................................49
Dosya bölge adliye mahkemesi tarafından ilk dereceye gönderilirse yeniden birleştirme ve ayırma
kararı verilebilir mi?............................................................................................................................51
Birleştirilen davalardan biri hakkında toplanan deliller diğeri bakımından da değerlendirilebilir mi? 51
Davaların birleştirilmesi halinde yargılama giderleri nasıl belirlenecektir?.........................................51
Davaların birleştirilmesi halinde vekalet ücreti nasıl belirlenecektir?.................................................51
Birleştirme giderleri nereden karşılanacaktır? Buna kim katlanacaktır?.............................................52
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde davaların birleştirilmesi ve ayrılması mümkün müdür?...........52
Anayasa yargısında davaların birleştirilmesi mümkün müdür?..........................................................52
Şartları oluşmuşsa hakim davaların birleştirilmesine veya ayrılmasına karar vermek zorunda mıdır?
...........................................................................................................................................................53
Davaların Birleştirilmesi Usulü............................................................................................................53
1) Aynı Mahkemede Açılmış Olan Davaların Birleştirilmesi................................................................53
2) Aynı Yargı Çevresindeki İki Ayrı Mahkemedeki Davaların Birleştirilmesi........................................54
3) Ayrı Yargı Çevrelerindeki İki Mahkemede Görülen Davaların Birleştirilmesi..................................54
Davaların Birleştirilmesi Kararının Sonuçları nelerdir?........................................................................54
Taraflardan birinin ikrarı birleştirilen davalarda bir etkiye sahip midir?.............................................55
Birleştirilen davalardan birinin tarafı diğer davada tanıklık yapabilir mi?...........................................55
Birleştirilen davalardan biri hakkında verilen karar diğer davada bağlayıcı olur mu?.........................55
DAVALARIN AYRILMASI..........................................................................................................................56
Davaların ayrılması kararının sonuçları nelerdir?...............................................................................56
Davaların ayrılmasına ilişkin m. 166 dışında başka düzenlemeler var mı?..........................................57
Aralarında bağlantı bulunmadan birlikte açılan davaların ayrılması ile aralarında bağlantı olduğu
halde ayrılmasına karar verilen davalar arasında nasıl bir ilişki vardır?..............................................57
Hakem mahkemesinde davaların birleştirilmesi ve ayrılması söz konusu olabilir mi?........................58
Tüketici hakem heyetinde davaların birleştirilmesi ve ayrılmasına karar verilebilir mi?.....................58
Çekişmesiz yargıda taleplerin birleştirilmesi ve ayrılması mümkün müdür?......................................59
Kısmi dava ve belirsiz alacak davası bakımından davaların birleştirilmesi ve ayrılması söz konusu olur
mu?....................................................................................................................................................59
DOSYANIN İŞLEMDEN KALDIRILMASI (m. 150).......................................................................................59
Çekişmesiz yargı işlerinde dosyanın işlemden kaldırılması mümkün müdür?.....................................59
Geçici hukuki korumalar bakımından dosyanın işlemden kaldırılması hükümleri uygulanabilir mi?. .60
Dosyanın işlemden kaldırılmasını gerektiren durumlar nelerdir?.......................................................60
Dosyanın işlemden kaldırılmasının sonuçları nelerdir?.......................................................................61
Yenileme süresi içinde geçici hukuki koruma tedbiri ihtiyacı doğarsa buna karar verilebilecek midir?
...........................................................................................................................................................62
Dosyanın işlemden kaldırılması kararının niteliği nedir? Bu karardan dönülmesi mümkün müdür?. .62
Dosyanın işlemden kaldırılmasının sonuçları ne zaman ortaya çıkar?................................................62
Dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verilemeyecek haller nelerdir?............................................62
DAVANIN YENİLENMESİ..........................................................................................................................63
Yenileme talebi süresi ne kadardır?....................................................................................................63
Yenileme talebi üzerine harç alınır mı?..............................................................................................63
Davanın yenilenmesinin sonuçları nelerdir?.......................................................................................64
Davalı da yenileme talebinde bulunabilir mi?....................................................................................64
DAVANIN AÇILMAMIŞ SAYILMASI..........................................................................................................64
Davanın açılmamış sayılmasına ilişkin husus sadece dosyanın işlemden kaldırılması halinde mi söz
konusu olur? HMK da davanın açılmamış sayılmasına ilişkin başka düzenlemeler var mıdır?............65
Davanın açılmamış sayılmasından önceki ihtiyati tedbir veya ihtiyati haciz ne zaman ortadan
kalkacaktır?........................................................................................................................................65
ISLAH......................................................................................................................................................65
Islah nedir? Islah hukuki çare olarak nitelendirilebilir mi?..................................................................65
Islaha konu olabilecek işlemler nelerdir?...........................................................................................66
Sonradan ortaya çıkan bir vakıanın ileri sürülmesi yeni bir vakıa olarak değerlendirilebilir mi? Bu
durum iddia ve savunmanın değiştirilmesi veya genişletilmesi yasağına girer mi?............................66
Hangi vakıalar yeni bir vakıa sayılıp ıslahla ileri sürülebilecektir?.......................................................66
Asıl davada faiz istenmiş olmakla birlikte, ıslahla talep artırıldığında ayrıca faiz istenmemiş olursa
acaba asıl davadaki faiz talebi ıslah edilen miktar için de geçerli sayılacak mıdır, yoksa bu kısım için
de ayrıca faiz talep etmek gerekir mi?................................................................................................67
Islahla davanın değiştirilmesi mümkün müdür? Mümkünse bu davalar arasında belirli bir bağlantı
bulunması gerekir mi?........................................................................................................................67
Islah ile yapılamayacak olan işlemler nelerdir?..................................................................................67
Islaha başvurulmasına gerek olmayan haller nelerdir?.......................................................................67
Kötü niyetli olarak ıslaha başvurulmasına bağlanan bir yaptırım var mıdır?.......................................68
Islahla yeni delil gösterilmesi mümkün müdür?.................................................................................69
Islah ne zamana kadar yapılabilir? Kanun yolu aşamasında ıslaha başvurmak mümkün müdür?......69
Islahın Şekli.........................................................................................................................................69
Cevap dilekçesi vermeyen davalı ıslah yolu ile cevap dilekçesi verebilir mi?......................................70
Islahın çeşitleri nelerdir?....................................................................................................................70
Islahın Etkisi (Hükmü).............................................................................................................................71
Tam ıslah halinde eski davanın akıbeti ne olacaktır? Islaha başvurulması ile yeni dava açılmış sayılır
mı?......................................................................................................................................................72
Islah ile geçersiz kılınamayacak işlemler nelerdir?..............................................................................72
Islahla dava konusu artırıldığında artırılan kısım için faiz dava tarihinden itibaren mi yoksa ıslah
tarihinden itibaren mi işleyecektir? Zamanaşımı hangi tarihte kesilmiş sayılacaktır?.........................72
DAVA KONUSUNUN DEVRİ.....................................................................................................................73
Dava konusunun devri mahkeme tarafından re’sen dikkate alınmalı mıdır? Tarafın dava konusunun
devrinin gereğini yerine getirmemesi halinde ne olur?......................................................................73
Dava konusunun devri hangi zaman dilimi içinde yapılmalıdır? Kanun yolunda dava konusunun devri
mümkün müdür?................................................................................................................................73
Kanun yoluna başvuru süresi dolmadan önce dava konusunun devri halinde kanun yoluna hangi
taraf başvurabilecektir?......................................................................................................................74
Davalının dava konusunu devretmesi halinde davacının hangi seçimlik hakları söz konusu
olmaktadır? davacının bu hakkının engellenmesi mümkün müdür? Hakim bu hususu kendiliğinden
gözetip seçim hakkını hatırlatabilir mi? Davacı seçim hakkını kullanmazsa ne olacaktır?...................74
Davaya dava konusunu devralmış olan kişiye karşı devam edilmesine bağlanan sonuçlar nelerdir?. 74
Dava konusunun sadece bir bölümü devredilebilir mi?......................................................................75
Davanın dava konusunu devreden davalı hakkında tazminat davasına dönüştürülmesine bağlanan
sonuçlar nelerdir?...............................................................................................................................75
Davalının dava konusunu devretmesi ve davacının davayı tazminata dönüştürmesi üzerine
tazminatın miktarı nasıl tespit edilecektir?.........................................................................................76
Davacının dava konusunu devretmesine bağlanan sonuçlar nelerdir?...............................................76
Dava konusunu devreden kişi daha sonra davaya müdahale edebilir mi?.........................................77
Dava konusunun devri halinde yargılama giderlerine ne şekilde karar verilecektir?..........................77
SÖZLÜ YARGILAMA.................................................................................................................................77
TOPLU TİCARET MAHKEMELERİNDE TAHKİKATIN SONA ERMESİ, SÖZLÜ YARGILAMA VE HÜKMÜN
VERİLMESİ (M. 185)................................................................................................................................78
İSPAT......................................................................................................................................................78
İspat nedir?.........................................................................................................................................78
Vakıa nedir?........................................................................................................................................78
İspatın konusu nedir?.........................................................................................................................78
Hukuk kurallarının ispatına gerek var mıdır?......................................................................................79
Menfi vakıaların ispatında uygulanacak yöntemler nelerdir?.............................................................79
İspat hakkı nedir? Dayanağını nereden almaktadır?...........................................................................79
İspat hakkının sınırları nelerdir?.........................................................................................................79
2) Hukuka aykırı yollardan elde edilen delillere dayanarak karar verilebilir mi?................................79
Hangi hallerde hukuka aykırı yollardan elde edilen delillerden söz edilebilir?...................................80
İspat hakkının ihlal edilmesi halinde başvurabilecek bir yol var mıdır?..............................................80
İSPAT TÜRLERİ........................................................................................................................................81
Asıl ispat ve karşı ispat ne demektir? Aksini ispat karşı ispattan farklı mıdır?.....................................81
Doğrudan ispat – dolaylı ispat ne demektir?......................................................................................81
Dolaylı ispat türleri nelerdir? Emare ispatı – ilk görünüş ispatı ne demektir?.....................................81
Karine emare ve ilk görünüş ispatı arasında nasıl bir ilişki vardır?......................................................82
İspatın gerekli olmadığı haller nelerdir?.............................................................................................82
İKRAR......................................................................................................................................................82
İkrar ne demektir?..............................................................................................................................82
İkrar bir delil midir? Hakimi bağlar mı?...............................................................................................82
Susma ikrar sayılır mı? Susmaya bağlanan sonuçlar nelerdir?............................................................83
İkrarın davayı kabulden farkı nedir?...................................................................................................83
İkrarın hangi şekilde yapılması gerekir?..............................................................................................84
Görevsiz veya yetkisiz mahkemedeki ikrar geçerli olacak mıdır?........................................................84
Vekilin bir vakıayı ikrar edebilmesi için vekaletnamede özel yetkisi bulunması gerekir mi?...............84
İkrarın çeşitleri nelerdir?....................................................................................................................84
İkrardan dönülmesi (ikrarın geri alınması) mümkün müdür?.............................................................85
İkrarın bölünmesi ne anlama gelir? Kısmi ikrar ile ikrarın bölünmesi farklı şeyler midir?...................85
Vasıflı ikrar bölünebilir mi? Vasıflı ikrarda ispat yükü yer değiştirmeden bölünme mümkün müdür?85
Basit ikrar bölünebilir mi?...................................................................................................................86
Bağlantılı bileşik ikrar bölünebilir mi?.................................................................................................86
Bağlantısız bileşik ikrar bölünebilir mi?...............................................................................................86
İkrara eklenen vakıanın ileri sürülmesi iddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi
yasağına tabi midir?............................................................................................................................86
Mahkeme dışı ikrarın herhangi bir etkisi olabilir mi?..........................................................................87
ÇEKİŞMESİZ VAKIALAR............................................................................................................................87
HERKESÇE BİLİNEN VAKIALAR.................................................................................................................87
KARİNELER..............................................................................................................................................87
Karine ne demektir? Kaça ayrılır?.......................................................................................................87
Karinelerin ispat faaliyetindeki yerine ilişkin HMK da düzenleme var mıdır? Karineye dayanan taraf
ispat yükünden kurtulur mu?.............................................................................................................88
Karineye dayanan taraf açısından somutlaştırma yükü, delil ikame yükü nasıl olacaktır?..................89
Karine ile varsayımın farkı nedir?.......................................................................................................89
Kanuni karineler hukuka aykırı mıdır?................................................................................................89
İDDİA (SAVUNMA) VE SOMUTLAŞTIRMA YÜKÜ......................................................................................90
İddia ve savunma ne demektir?..........................................................................................................90
İddia yükü ne demektir? Kaç çeşit iddia yükü vardır? İddia yükü kimin üzerindedir?.........................90
İddia yükü neye göre belirlenir? Bu konuda açık bir ilkeden söz edilebilir mi?...................................90
İnkar ve savunma yükü var mıdır?......................................................................................................90
Somutlaştırma yükü ne demektir?.....................................................................................................91
İddianın somutlaştırılmasında, o vakıa iddiasına uygulanacak hukuk normunun koşul vakıasının
unsurlarını karşılayabilecek tüm somut vakıaların bildirilmesi zorunlu mudur? Yoksa talebin
dayandığı somut vakıanın teşhisine yarayacak ölçüde o vakıaya dahil maddi unsurların belirtilmesi
yeterli midir?......................................................................................................................................91
Somutlaştırma yükü davada hangi taraf üzerindedir?........................................................................91
Somutlaştırma yükü ile iddia yükünün farkı nedir?............................................................................91
İddia, somutlaştırılabilecek bir iddia değilse bu durumda savunmanın da inkar ile yetinmesi ve
herhangi bir somutlaştırma yükü yüklenmemesi yerinde olur mu?...................................................91
Somutlaştırma yükünün yaptırımı nedir?...........................................................................................92
İSPAT YÜKÜ............................................................................................................................................92
Usuli anlamda yük nedir? İspat yükü ne demektir? Kaç çeşit ispat yükü vardır?................................92
İspat yükünün yaptırımı nedir? İspat bir yükümlülük müdür?............................................................92
İspat yüküne ilişkin HMK ve TMK hükümleri nelerdir? Neden iki ayrı kanunda düzenleme vardır?...92
İspat yükü her zaman davacının mı üzerindedir?...............................................................................92
İspat yükü ne zaman belirlenir? Mutlaka belirlenmeli midir?.............................................................93
Karşı ispat faaliyetine girişen taraf ispat yükünü üzerine almış olur mu?...........................................93
İspat yükü kuralı maddi hukuka mı yoksa usul hukukuna mı ilişkin bir kuraldır?................................93
İspat yükü yer değiştirir mi?...............................................................................................................93
İspat yüküne ilişkin genel kuralın istisnaları (özel durumlar) nelerdir?...............................................93
DELİL İKAME (GÖSTERME) YÜKÜ............................................................................................................94
Delil ikame yükü ne demektir? İspat yükü ile delil ikame yükünün farkı nedir?.................................94
Delil ikame yükü sadece taraflarca hazırlama ilkesinin uygulandığı davalarda mı söz konusu olur?. .94
İSPAT ÖLÇÜSÜ........................................................................................................................................95
İspat ölçüsü ne demektir?..................................................................................................................95
Hakimde oluşacak ispat ölçüsü ne olmalıdır? Tam ispat ve yaklaşık ispat ne demektir?....................95
Yakın ispat ne demektir? Bu kavram nereden çıkmıştır?....................................................................95
Menfi vakıalar ispat edilebilir mi? İspat edilebilirse hangi yollarla edilebilir?.....................................95
Belirli menfi vakıa – belirsiz menfi vakıadan ne anlaşılmalıdır?..........................................................95
Menfi vakıaların ispatında ispat yükü kime aittir? İspat yükü, iddia yükü, somutlaştırma yükü ve delil
ikame yükü değişir mi?.......................................................................................................................95
Menfi vakıaların ispatında kolaylıklar neler olabilir?..........................................................................96
Menfi vakıa ile menfi tespit davası arasında nasıl bir ilişki vardır?.....................................................96
DELİLLER.................................................................................................................................................96
Delil nedir?.........................................................................................................................................96
Dar anlamda delil, geniş anlamda delil kavramlarından ne anlaşılmalıdır?........................................96
Dolaylı delil, dolaysız delil kavramlarından ne anlaşılmalıdır? Böyle bir ayrım yapılması yerinde
midir?.................................................................................................................................................97
Delil sistemleri hangileridir? Hukukumuzda kanuni delil sistemi ve serbest delil sisteminden hangisi
benimsenmiştir?.................................................................................................................................97
Delillerin değerlendirilmesi konusunda kabul edilebilen sistemler nelerdir? Delillerin serbestçe
değerlendirilmesi ne demektir? Hukukumuzda hangi isteme benimsenmiştir?.................................97
Senetle ispat kuralı kamu düzenine ilişkin midir?...............................................................................97
Caiz delil ne demektir?.......................................................................................................................97
Delil türleri nelerdir?..........................................................................................................................97
DELİL SÖZLEŞMESİ (m. 193, 200/2).........................................................................................................98
Delil sözleşmesi nedir?.......................................................................................................................98
Delil sözleşmesi ile geçerlilik şartı olan yazılı şekil şartı getirilebilir mi?.............................................98
Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda delil sözleşmesi yapılabilir mi?...................98
Delil sözleşmesi hangi şekillerde yapılabilir?......................................................................................98
Delil sözleşmesinin şekil ve geçerlilik şartları nelerdir?......................................................................98
Delil Sözleşmesinin Şekli.........................................................................................................................98
Delil sözleşmesi mahkeme önünde yapılabilir mi?.............................................................................99
Senetle ispat kuralının bulunduğu halde tanık dinletmek istenirse karşı tarafın açık muvafakati
halinde sözlü bir delil sözleşmesi kurulmuş olur mu?.........................................................................99
Delil sözleşmesi mahkemece kendiliğinden dikkate alınabilir mi?....................................................100
Delil sözleşmesinin çeşitleri nelerdir?...............................................................................................100
Taraflar delil sözleşmesi yaparak keşif veya bilirkişi deliline başvurulmayacağını kararlaştırabilir mi?
.........................................................................................................................................................100
Hakem bilirkişi sözleşmesi ne demektir? Delil sözleşmelerinden hangisine dahildir? Hakem
bilirkişinin normal bilirkişiden farkı nedir? Raporları hakimi bağlar mı? Hakem bilirkişi raporu
doğrudan icra edilebilir mi?..............................................................................................................101
Delil sözleşmesi yapıldıktan sonra delillerin değiştirilmesi mümkün müdür?...................................102
DELİLLERİN GÖSTERİLMESİ...................................................................................................................102
I- Dilekçeler Aşamasında Delillerin Gösterilmesi..............................................................................102
II- Yazılı Delillerin Ön İnceleme Aşamasında Gösterilmesi................................................................102
III- Tahkikat Aşamasında Delil Gösterme..........................................................................................102
Temyiz aşamasında delil gösterilebilir mi?.......................................................................................102
Mahkemeye delil ibraz eden taraf bu delile dayanmaktan vazgeçebilir mi?....................................103
BELGE VE SENET...................................................................................................................................103
Belge nedir?......................................................................................................................................103
Belge ile senet arasındaki fark nedir? Aralarında nasıl bir ilişki vardır?............................................103
Belgenin mutlaka Türkçe mi yazılması gerekir?................................................................................103
Senet nedir?.....................................................................................................................................103
Senedin aleyhe delil oluşturma amacıyla mı düzenlenmesi gerekir?................................................103
Senedin unsurları nelerdir?..............................................................................................................103
İmza atamayanlar, sağır, kör veya dilsizler senet düzenleyebilir mi?...............................................104
Elektronik veriler senet olabilir mi?..................................................................................................104
SENET ÇEŞİTLERİ...................................................................................................................................104
Resmi Senetler.....................................................................................................................................104
Senet nedir?.....................................................................................................................................104
Noter senetleri kaça ayrılır?.............................................................................................................105
Yabancı ülkede düzenlenen senetler resmi senet vasfını taşıyabilir mi?..........................................105
Resmi senet ile adi senet arasında ispat gücü bakımından bir fark var mıdır?.................................105
Resmi senetlerde sahtelik iddiası nasıl ileri sürülebilir? Ön sorun şeklinde ileri sürülebilir mi?.......106
Resmi senetlerde sahtelik iddiasının görülmekte olan davaya etkisi nasıldır?..................................106
İmza veya yazıyı inkar eden taraf iki haftalık kesin süre içinde sahtelik davası açmak yerine savcılığa
suç duyurusunda bulunursa üzerine düşen yükümlülüğü yerine getirmiş sayılır mı?.......................106
Resmi senetlerde sahtelik iddiasının icra takiplerine etkisi nasıldır?................................................106
Sahtelik iddiasında bulunan taraf mahkemenin verdiği iki haftalık kesin süre içinde sahtelik davası
açmazsa ne olur?..............................................................................................................................107
Adi Senetler..........................................................................................................................................107
Adi senetteki sahtelik iddiası nasıl incelenir?....................................................................................108
Uygulamaya elverişli imza ne demektir?..........................................................................................108
Adi senetlerde sahtelik iddiasının görülmekte olan davaya etkisi nasıldır?......................................109
Adi senetlerde sahtelik iddiasının icra takibine etkisi nasıldır?.........................................................109
Suç duyurusunda bulunulmasının ve ceza mahkemesinde sahtecilik davası açılmasının icra takibine
etkisi nasıldır?...................................................................................................................................111
İcra takibinin konusunu adi senet oluşturuyorsa ve borçlu hukuk mahkemesinde sahtelik davası
açmak yerine sadece savcılığa müracaat ederek ceza davası açılmasını sağlarsa ceza davasının icra
takibine etkisi nasıl olur?..................................................................................................................112
BELGELERİN MAHKEMEYE VERİLMESİ (İBRAZI) ZORUNLULUĞU...........................................................112
Elinde belge olan herkes bu belgeyi mahkemeye ibraz etmek zorunda mıdır?................................112
Belgenin mahkemeye getirilmeden incelenmesi mümkün müdür?.................................................113
İbrazı istenen belge elinde olan taraf belgeyi ibraz etmezse ne olur?..............................................113
Belgeyi ibraz etmek zorunda olanlar tanıklıktan çekinme hakkını kullanarak belge ibrazından
kaçınabilir mi?..................................................................................................................................113
TİCARİ DEFTERLERLE İSPAT (m. 222).....................................................................................................113
Kesin delille ispat zorunluluğu bulunması halinde ticari defterlere dayanılabilir mi?.......................113
Ticari defterlerle ispat neden TTK da yer almamıştır?......................................................................114
Taraflar delil olarak dayanmamışsa mahkeme kendiliğinden tarafların ticari defterlerinin ibrazına
karar verebilir mi?............................................................................................................................114
Ticari defterlerin delil olarak değerlendirilebilmesi için aranan en temel şartlar nedir?..................114
Tutulması zorunlu olmayan defterlerin de ibrazı zorunlu mudur?...................................................114
Her davada ticari defterlere delil olarak dayanılabilir mi?................................................................114
Ticari defterlerin tek başına delil değeri var mıdır?..........................................................................115
Ticari defterlerin delil niteliği nedir? Kesin delil mi yoksa takdiri delil midir?...................................115
Ticari Defterlerin Sahibi Aleyhine Delil Olması.....................................................................................115
I- Başka Delillerle Birlikte Diğer Tarafın Ticari Defterlerine Dayanılması...........................................115
II- Sadece Diğer Tarafın Ticari Defterlerine Dayanılması...................................................................115
Ticari Defterlerin Sahibi Lehine Delil Olması.........................................................................................116
Kişi kendi düzenlediği belgeye delil olarak dayanabilir mi? Bunun istisnası nedir?..........................116
SENETLE İSPAT ZORUNLULUĞU (TANIKLA – TAKDİRİ DELİLLE- İSPAT YASAĞI)......................................118
Senetle ispat zorunluluğu kamu düzenine ilişkin bir kural mıdır?.....................................................118
Senetle ispat zorunluluğu olan hallerde karşı taraf tanığa dayanırsa mahkeme nasıl hareket
etmelidir?.........................................................................................................................................118
Senetle ispat zorunluluğu hangi durumlar için geçerlidir?................................................................118
Senetle ispat kuralının istisnaları nelerdir?.......................................................................................120
SENEDE KARŞI SENETLE İSPAT ZORUNLULUĞU (TANIKLA İSPAT YASAĞI M. 201).................................123
Senede karşı senetle ispat zorunluluğunun istisnaları (senede karşı tanıkla ispatın mümkün olduğu
haller) nelerdir?................................................................................................................................125
YEMİN (m. 225-239).............................................................................................................................126
Yemin nedir?....................................................................................................................................126
Yeminin konusu denir?.....................................................................................................................126
İnkar yemini ne demektir?................................................................................................................126
Yemin edecek kişi yeminden önce ölürse mirasçılara yemin teklif edilebilir mi?.............................126
Kendisine ispat yükü düşmeyen taraf yemin teklif edebilir mi?.......................................................126
Vekil yemin teklif edebilir mi? Yemini eda edebilir mi?....................................................................127
Dava arkadaşlığında yemin nasıl teklif edilir?...................................................................................127
Islahın yemine etkisi nedir?..............................................................................................................127
Yargılamada bulunmayan tarafa yemin teklif edilebilir mi?.............................................................127
Hakim yemin delilini taraflara hatırlatabilir mi?...............................................................................127
Yemin teklif etmeyeceğini bildiren taraf daha sonra yemin deliline başvurabilir mi?......................127
Her vakıa hakkında yemin teklif edilebilir mi? Yemin teklif edilemeyecek durumlar nelerdir?........127
Görevsiz mahkemede eda edilen yemin görevli mahkemede geçerli olur mu?...............................128
Yemin deliline başvuran taraf bundan vazgeçebilir mi?...................................................................128
Hakim yemin teklif edebilir mi?........................................................................................................128
Yemin deliline dayanan taraf göstermiş olduğu diğer delillerden vazgeçmiş sayılır mı?..................128
Kimler yemini eda edebilir?..............................................................................................................128
Kendisine yemin teklif edilen taraf yemin edip etmeyeceğini açıklamak için süre isteyebilir mi?....129
Yemin davetiyesi kime tebliğ edilecektir?.........................................................................................129
Yemin teklif eden taraf yemin eda edilirken duruşmada bulunmazsa ne olur?................................129
Yemin için belirlenen sözlere hakim gerekli görürse ekleme yapabilir mi?......................................129
Yemin mutlaka davaya bakan mahkemede mi eda edilir?................................................................129
Yalan yere yemin edildiği iddiasıyla ceza davası açılmışsa esas davada bekletici sorun yapılabilir mi?
.........................................................................................................................................................130
Yemin eden taraf beyanında ısrarcı olmazsa ne olur?......................................................................130
Yemin davetiyesini alan taraf hangi şekillerde davranabilir? Bunlara bağlanan sonuçlar nelerdir?. 130
TANIK (m. 240-265)..............................................................................................................................131
Tanık kime denir?.............................................................................................................................131
Kimler tanık olabilir? Kimler tanık olamaz?......................................................................................131
Hukukumuzda tanıklık yapmak zorunlu mudur? Yapmazsa ne olur?................................................131
Hakim tanığa tanıklıktan çekinme hallerini hatırlatmak zorunda mıdır?..........................................131
Tanıklıktan çekinme halleri hangileridir?..........................................................................................131
Tanıklıktan çekinme hakkı olduğu halde tanıklıktan çekinilemeyecek durumlar hangileridir?.........132
Tanık kanuni bir sebep olmadan çekinir veya yemin etmezse hangi yaptırımlarla karşılaşır?..........133
Kendisine davetiye gönderilmemiş olan tanığın dinlenmesi mümkün müdür?................................133
Tanık mutlaka sözlü olarak mı dinlenilmelidir?.................................................................................133
Tanıkların Gösterilmesi.........................................................................................................................133
Hakim kendiliğinden tanık dinleyebilir mi?.......................................................................................133
Tanık listesinde tanıkların adresi gösterilmemişse ne olur?.............................................................134
Tanık listesi verme hakkının saklı tutularak sonradan tanık gösterilmesi mümkün müdür?.............134
Islahla veya karşı tarafın rızası ile ikinci tanık listesi verilebilir mi?...................................................134
İkinci tanık listesi verme yasağının istisnaları nelerdir?....................................................................134
Taraf tanık listesinde göstermiş olduğu tanığın dinlenilmesinden vazgeçebilir mi? Karşı tarafın
muvafakati aranır mı?.......................................................................................................................135
Bir davada gösterilen tanık sayısının sınırı nedir?.............................................................................135
Tanığın telefonla davet edilmesi mümkün müdür? Bu şekilde davet edilirse ne olur?.....................135
Tanık gösteren taraf delil avansı yatırmazsa ne olur?.......................................................................135
Tanıkların dinlenmesi için mutlaka mahkemeye gelmesi zorunlu mudur?.......................................135
Çocukların tanık olarak dinlenilmesi mümkün müdür?....................................................................136
Taraflar ve vekiller tanığa doğrudan soru sorabilir mi?....................................................................136
Taraflar tanığın sözünü keserse ne olur?..........................................................................................136
Tanık yazılı notlar kullanabilir mi?....................................................................................................136
Tanık yalan yere yemin etmişse ne olur?..........................................................................................136
Türkçe bilmeyen tanık nasıl dinlenecektir?......................................................................................136
Hakim tanık delili ile bağlı mıdır?......................................................................................................136
Tanığın mutlaka olayı gören birisi olması gerekir mi?.......................................................................137
BİLİRKİŞİ (m. 266-287)..........................................................................................................................137
Bilirkişi kime denir?..........................................................................................................................137
Bilirkişi ile tanık arasındaki farklar nelerdir?.....................................................................................137
Bilirkişi bir delil midir yoksa hakim yardımcısı mıdır?.......................................................................137
Bilirkişi İncelemesini Gerektiren Haller.................................................................................................137
Bilirkişi incelemesinin zorunlu olduğu haller hangileridir?...............................................................137
Özel ve Teknik Bilgiyi Gerektiren Haller................................................................................................138
Zorunlu haller dışında hakim hangi hallerde bilirkişiye başvurabilir? Hukuki sorunlar için hakim
bilirkişiye başvurabilir mi?................................................................................................................138
Bir uyuşmazlık bakımından kaç bilirkişiye başvurulabilir?................................................................139
Kimler bilirkişi olabilir?.....................................................................................................................139
Tüzel kişilerin bilirkişilik yapabilmesi yerinde bir düzenleme midir?................................................139
Taraflar bilirkişiyi seçebilir mi?.........................................................................................................140
Çift sayıda bilirkişi belirlenmesi bozma sebebi oluşturur mu?..........................................................140
Bilirkişilik görevini kabul etmek zorunlu mudur?..............................................................................140
Bilirkişinin reddedilmesi veya bilirkişinin çekinmesi söz konusu olabilir mi?....................................140
Bilirkişinin reddi talebi hakkında verilen karara karşı başvurulabilecek yol var mıdır?.....................140
Bilirkişiye yemin verdirilmesi zorunlu mudur?..................................................................................140
Bilirkişinin Görev Alanının Belirlenmesi ve Yetkileri.............................................................................141
Bilirkişilik görevinin kapsamı nedir?..................................................................................................141
Bilirkişi tarafları dinleyebilir mi?.......................................................................................................141
Hakim bilirkişi raporu ile bağlı mıdır?...............................................................................................141
Bilirkişi Raporu..................................................................................................................................142
Bilirkişi Raporuna İtiraz.....................................................................................................................142
Bilirkişiden Sözlü Açıklama İstenmesi veya Ek Rapor Alınması ve Yeni Bilirkişi İncelemesi...............143
Bilirkişi Gideri ve Ücreti ile Bilirkişinin Sır Saklama Yükümlülüğü......................................................143
Bilirkişinin Ceza ve Hukuki Sorumluluğu...........................................................................................143
Görevsiz veya yetkisiz mahkemede alınan bilirkişi raporunu görevli veya yetkili mahkemede
görülecek olan davada kullanılabilir mi?...........................................................................................143
UZMAN GÖRÜŞÜ (m. 293)....................................................................................................................144
KEŞİF (m. 288-292)...............................................................................................................................144
Keşif nedir?.......................................................................................................................................144
Keşfin konusu nedir?........................................................................................................................144
Keşif kararı ne zamana kadar alınabilir?...........................................................................................145
Resmi tatilde veya adli tatilde keşif yapılabilir mi?...........................................................................145
Keşif giderlerine kim katlanacaktır?..................................................................................................145
Keşif Yapılması..................................................................................................................................145
Hakim keşif yapılmasını başkasına bırakabilir mi?............................................................................145
Keşif tutanağı tarafa tebliğ edilmeli midir?.......................................................................................146
Tarafların yokluğunda keşif yapılabilir mi?.......................................................................................146
Görevsiz ve yetkisiz mahkemede yapılan keşif görevli ve yetkili mahkemede dikkate alınabilir mi?146
Keşif yapılmasına karşı koymanın yaptırımı nedir? Taraflar ve üçüncü kişiler bakımından sonuçlar
aynı mıdır?........................................................................................................................................146
Soybağı Tespiti İçin İnceleme............................................................................................................147
Soybağının tespiti için gerektiğinde hakime zor kullanma yetkisi veren düzenleme Anayasaya
aykırıdır?...........................................................................................................................................147
KARAR VE HÜKÜM................................................................................................................................148
Karar çeşitleri nelerdir?....................................................................................................................148
Hüküm ile karar aynı şey midir? Ne farkı vardır?..............................................................................148
Nihai karar nedir? Ara karar nedir? Bir kararın ara karar mı yoksa nihai karar mı olduğu nasıl
anlaşılır? Bütün nihai kararlar kesin hüküm teşkil eder mi?.............................................................148
Ara kararlardan dönmek mümkün müdür?......................................................................................148
Ara kararlara karşı kanun yoluna başvurulabilir mi?.........................................................................148
Tam karar nedir? Kısmi karar nedir?.................................................................................................149
Şarta bağlı hüküm verilebilir mi?......................................................................................................149
1. KARARIN İÇERİĞİ VE BİLDİRİLMESİ....................................................................................................149
Bir hükmün içeriğinde neler bulunması gerekir?..............................................................................149
Hüküm fıkrası ne demektir? Neden önemlidir?................................................................................150
Kararın tefhim edildiği duruşma tutanağına yazılmazsa ne olur?.....................................................150
Karar ve ilam harcı yatırılmadan kanun yoluna başvurulabilir mi?...................................................150
Kısa karar – gerekçeli karar ne demektir?.........................................................................................150
Mahkeme kararını verdikten sonra hükmünü değiştirebilir mi?.......................................................150
Mahkeme yasal kanun yolu süresinden daha uzun bir kanun yolu süresini bildirirse, bu durum
taraflar için bir hak doğurur mu?......................................................................................................151
HÜKMÜN TAVZİHİ (HÜKMÜN AÇIKLANMASI)......................................................................................151
Hükmün tavzihi ne demektir? Hükmün tavzihi ile hükmün tashihi arasında ne fark vardır?............151
Hükmün tavzihi ne zamana kadar istenebilir?..................................................................................151
İcra müdürünün tavzih etme yetkisi var mıdır?................................................................................151
Mahkeme kendiliğinden hükmü tavzih edebilir mi?.........................................................................152
Mahkeme hükmünü tavzih ederken tarafların dinlemek zorunda mıdır? Yapılan duruşmalı
incelemede vekalet ücretine karar verilebilir mi?............................................................................152
Tavzih sırasında hüküm değiştirilebilir mi?.......................................................................................152
Tavzih talebinin reddi veya kabulüne karşı kanun yoluna gidilebilir mi?..........................................152
DAVAYA SON VEREN TARAF İŞLEMLERİ................................................................................................152
DAVADAN FERAGAT.............................................................................................................................152
Davadan feragat ne demektir? Davalı taraf rıza göstermezse davadan feragat edilebilir mi?..........152
Davadan feragat bir maddi hukuk işlemi midir? Yoksa usul hukuku işlemi midir?...........................152
Davanın geri alınması ile davadan feragat arasında ne fark vardır?.................................................153
Kimler davadan feragat edebilir?.....................................................................................................153
Davadan feragatin ne zamana kadar yapılabilir? İstinaf kanun yolunda davadan feragat olur mu?.153
Hüküm verildikten sonra ancak kanun yoluna başvurulmasından önce davadan feragat edilirse hangi
mahkeme tarafından bu konuda karar verilmesi gerekir?................................................................154
Davadan feragat kanun yolunda gerçekleşirse hangi mahkeme tarafından bu konuda karar verilmesi
gerekir?............................................................................................................................................154
Hüküm verildikten sonra davadan feragat mümkün müdür?...........................................................154
Dava arkadaşlığında davadan feragat nasıl bir etkiye sahiptir?........................................................154
Şarta bağlı feragat yapılabilir mi? Yapılırsa ne olur?.........................................................................154
Feragat beyanı davalıya tebliğ edilmeden davadan feragat geçerli olur mu?...................................155
Davadan zımni feragat mümkün müdür? Davalının iradesi açık değilse davadan feragat sonucu
çıkarılabilir mi?.................................................................................................................................155
Davadan feragatin belirli bir şekilde yapılması gerekir mi? Şekle aykırı yapılırsa ne olur?...............155
Davadan feragat hangi anda tamamlanmış olur?.............................................................................155
Feragat halinde yargılama giderleri ve harçlar nasıl tespit edilecektir?............................................155
Feragat üzerine verilen mahkeme kararına karşı istinaf kanun yoluna başvurulabilir mi?...............156
Feragat maddi anlamda kesin hüküm teşkil eder mi?......................................................................156
Feragatten Dönülebilir mi?...............................................................................................................156
Feragatin iptal edilmesi mümkün müdür?........................................................................................156
Her davada davadan feragatten bahsedilebilir mi? Davadan feragat her zaman davayı sona erdirir
mi?....................................................................................................................................................156
Mahkeme dışında davadan feragat edilmesi herhangi bir etkiye sahip midir?.................................157
Esas haktan feragat ile davadan feragat arasında nasıl bir ilişki vardır? Aralarında fark var mıdır?..157
DAVAYI KABUL......................................................................................................................................158
Davayı kabul ne demektir? Amacı nedir?.........................................................................................158
Kimler davayı kabul edebilir?............................................................................................................158
Davayı kabul ile borçlar hukuku anlamında kabul arasında nasıl bir ilişki vardır? Davayı kabulü,
borçlar hukukundaki kabul beyanı olarak değerlendirmek mümkün müdür?..................................158
Davayı kabul için davacının muvafakat etmesi gerekir mi? Davalının iradesi açık değilse davadan
feragat sonucu çıkarılabilir mi?.........................................................................................................159
Davayı kabul şarta bağlanabilir mi? Şarta bağlanırsa ne olur?..........................................................159
Her türlü davada davayı kabul söz konusu olabilir mi?.....................................................................159
Boşanma davalarında davayı kabul olur mu?...................................................................................160
İflas davasında davayı kabul olur mu?..............................................................................................160
Ortaklığı giderilmesi davasında (çift taraflı davalarda) davayı kabul olur mu?..................................160
Davayı kabulü ikrardan ayıran özellikler nelerdir?............................................................................161
Davayı kabulün hukuki niteliği nedir?...............................................................................................161
Sınırlı ehliyetlilerin davayı kabul etmesi mümkün müdür?...............................................................161
Eşlerden birinin diğer eşin rızasını almadan davayı kabul etmesi mümkün müdür?........................162
Sınırlı ehliyetsizlerin davayı kabul etmesi mümkün müdür?.............................................................162
Tam ehliyetsizlerin davayı kabul etmesi mümkün müdür?...............................................................163
Vekil davayı kabul edebilir mi?.........................................................................................................163
Alt vekalet halinde davayı alt vekilin kabul etmesi mümkün müdür?...............................................163
Tüzel kişilerde davayı kabul nasıl gerçekleşmektedir?......................................................................163
İflas idaresi müflise karşı açılan davayı kabul edebilir mi?................................................................163
Fer’i müdahil davayı kabul edebilir mi?............................................................................................164
Dava arkadaşlığı halinde davayı kabul nasıl gerçekleşecektir?.........................................................164
Kısmi davada ve terditli davada davayı kabul olur mu?....................................................................164
Özel mahkeme ile genel mahkeme arasında görev ilişkisi bulunması halinde davayı kabul mümkün
müdür? Mahkemelerden birinde yapılan kabul diğerini bağlar mı?.................................................164
Yasaklı hakim önünde yapılan kabuller geçerli olacak mıdır?...........................................................164
Reddedilen hakim önünde yapılan kabuller geçerli olacak mıdır?....................................................165
Davayı kabul hangi şekilde yapılabilir? Sözlü davayı kabul olur mu?................................................165
Davayı kabul ne zamana kadar yapılabilir?.......................................................................................165
Kanun yolunda davayı kabul olur mu?..............................................................................................165
Yargılamanın iadesinde davayı kabul olur mu?................................................................................165
Davayı kabulden rücu edilebilir mi?..................................................................................................166
Davayı kabul halinde dava ne zaman sona ermiş sayılır?.................................................................166
Davayı kabul halinde olağan kanun yollarına başvurmak mümkün müdür?.....................................166
Davayı kabul halinde yargılamanın iadesi davası açılması mümkün müdür?....................................166
Davayı kabul halinde yargılama giderleri nasıl belirlenecektir?........................................................167
Dava ilk duruşmada kabul edilirse yargılama giderlerinden davalı sorumlu tutulamayacağına göre
kim sorumlu olacaktır?.....................................................................................................................167
Davayı kabul halinde vekalet ücreti nasıl belirlenecektir?................................................................167
Davayı kabul halinde karar ve ilam harcı ödenmesi gerekir mi?.......................................................167
Davayı kabulün cebri icra yolu ile yerine getirilmesi mümkün müdür?............................................168
Davayı kabul kesin hüküm teşkil eder mi?........................................................................................168
Davayı kabul ile sona eren davanın tekrar açılması mümkün müdür?..............................................169
Davalı davayı kabul ettikten sonra bundan dönebilir mi?.................................................................169
Davayı kabul irade fesadı hallerine dayanarak iptal ettirilebilir mi?.................................................169
Hakem yargılamasında davayı kabul olur mu?.................................................................................170
Çekişmesiz yargıda davayı kabul olur mu?.......................................................................................170
Mahkeme dışında davayı kabul olur mu? Bunun bir etkisi var mıdır?..............................................170
SULH.....................................................................................................................................................170
Sulh ne demektir?.............................................................................................................................170
Bir davada ne zamana kadar sulh sözleşmesi yapılabilir?.................................................................170
Sulh bir maddi hukuk işlemi mi yoksa usul hukuki işlemi midir?......................................................170
Kimler sulh sözleşmesi yapabilir?.....................................................................................................171
Sulh sözleşmesine davaya taraf olmayan üçüncü kişi katılabilir mi? Fer’i müdahil davada sulh olabilir
mi?....................................................................................................................................................171
Sulh sözleşmesi şarta bağlı olarak yapılabilir mi? Bu durumda mahkeme nasıl karar verecektir?....171
Sulh görüşmeleri sırasında yapılan ikrar bir etkiye sahip midir?.......................................................172
Sulhun yapılışı bir şekle tabi midir?..................................................................................................172
Sulh halinde yargılama giderleri nasıl tespit edilecektir?..................................................................172
Sulh üzerine verilen mahkeme kararına karşı kanun yoluna gidilebilir mi?......................................173
Sulh kesin hüküm teşkil eder mi?.....................................................................................................173
Sulhten dönülmesi mümkün müdür?...............................................................................................173
İrade fesadı hallerine dayanılarak sulhun iptali yoluna gidilebilir mi?..............................................173
Sulh her zaman davayı sona erdirir mi? Sulhe rağmen davayı sona erdirmeyen haller var mıdır?...174
Mahkeme dışı sulh yapılabilir mi? Bunu bir etkisi var mıdır?............................................................174
Avukatın uzlaşma sağlama yetkisi var mıdır? Taraflar arasında uzlaşma ne gibi sonuçlar doğurur? 174
YOK VE ETKİSİZ HÜKÜMLER..................................................................................................................175
Davanın konusuz kalması hangi halde söz konusu olur? Böyle bir durumda mahkeme neye karar
verecektir?........................................................................................................................................175
Kesinleşmiş hükme karşı butlan davası açılabilir mi?........................................................................175
Yok (görünüşte) hüküm ne demektir? Buna bağlanan sonuçlar nelerdir?........................................175
Etkisiz hüküm ne demektir? Buna bağlanan sonuçlar nelerdir? Yok hükümden farkı nedir?...........176
Etkisiz hükmün sonuçları nelerdir?...................................................................................................176
KESİN HÜKÜM......................................................................................................................................176
ŞEKLİ ANLAMDA KESİN HÜKÜM...........................................................................................................176
Şekli anlamda kesin hüküm ne demektir?........................................................................................176
Bir nihai karar hangi durumlarda şekli anlamda kesinleşir?..............................................................176
Hükmün icraya konulabilmesi için şekli anlamda kesinleşmesi gerekir mi?.....................................177
Şekli anlamda kesinliğin sona erer mi?.............................................................................................177
MADDİ ANLAMDA KESİN HÜKÜM (m. 303)..........................................................................................177
Maddi anlamda kesin hüküm ne demektir?.....................................................................................177
Maddi anlamda kesin hükmün faydası nedir?..................................................................................177
Gerekçe maddi anlamda kesin hükmün kapsamına girer mi?..........................................................177
Dava, takas savunması ile ileri sürülen karşı alacağın mevcut olmaması nedeniyle davacı lehine
sonuçlanırsa davalı takas yolu ile ileri sürdüğü karşı alacağını dava edebilir mi?.............................178
Mahkeme hükmünde yargılama giderlerine karar vermeyi unutmuşsa, bunun için ayrı dava açılabilir
mi?....................................................................................................................................................178
Maddi anlamda kesin hükmün unsurları nelerdir?...........................................................................178
Kesin hüküm üçüncü kişiler bakımından sonuç doğurur mu? Bunun istisnaları var mıdır?..............179
Kesin hükmün haleflere etkisi var mıdır?..........................................................................................180
Kesin hükmün üçüncü kişiler hakkında hüküm ifade etmeyeceği kuralı her davada geçerli midir?..180
Güçlü delil ne demektir?...................................................................................................................180
Davada taleplerden biri hakkında hüküm verilmesi unutulmuş olup da bu talep için yeniden dava
açılırsa kesin hüküm olur mu?..........................................................................................................181
Davanın usule ilişkin nihai kararla sonuçlanması halinde kesin hüküm söz konusu olur mu?..........181
Kısmi davada alacağın kalan kısmı için ikinci kez dava açıldığında dava konusunun aynı olması söz
konusu mudur?................................................................................................................................181
Dava sırasında var olan fakat taraflarca ileri sürülmeyen vakıalara dayanarak daha sonra dava
açılırsa kesin hüküm etkisi söz konusu olur mu?..............................................................................181
Kesin hükmün etkisini doğurduğu an neye göre tespit edilmektedir?..............................................181
Kesin hüküm etkisi ile inşai etki arasında ne fark vardır?.................................................................182
Maddi anlamda kesinliğe elverişli olmayan kararlar hangileridir?....................................................182
Maddi anlamda kesinliğe elverişli olan kararlar hangileridir?...........................................................182
Maddi anlamda kesin hüküm sadece hüküm fıkrası bakımından mı geçerlidir? Gerekçe kesin hüküm
kapsamına girer mi?.........................................................................................................................182
Kesin hükmün bağlayıcı olması ne anlama gelir?..............................................................................183
Kesin hüküm itirazı nedir? Davada ne zamana kadar ileri sürülebilir? Hakim kendiliğinden dikkate
alabilir mi?........................................................................................................................................183
Kesin hüküm itirazı kanun yolunda ileri sürülebilir mi?....................................................................183
Kesin hüküm itirazı haksız olarak reddedilirse yargılamanın iadesi yoluna gidilebilir mi?................183
Kesin hüküm kesin delil teşkil eder mi?............................................................................................183
HUKUK VE CEZA MAHKEMESİ KARARLARININ BİRBİRİNE ETKİSİ..........................................................184
Hukuk ve ceza mahkemesi kararları birbirini etkiler mi?..................................................................184
Hukuk mahkemesi kararı ceza mahkemesinde kesin hüküm teşkil eder mi? İstisnası var mıdır?.....184
Hukuk mahkemesi kararının ceza mahkemesinde kesin delil teşkil ettiği durumlar hangileridir?....184
Ceza mahkemesi kararlarının hukuk mahkemesine (davasına) etkisi var mıdır?..............................184
Ceza mahkemesi kararı hukuk mahkemesinde kesin hüküm teşkil eder mi?...................................184
Ceza mahkemesi kararı hukuk mahkemesinde kesin delil teşkil ettiği haller hangileridir?...............185
Ceza mahkemesinin mahkumiyet kararı hukuk mahkemesinde kesin delil teşkil eder mi?..............185
Ceza mahkemesinin beraat kararı hukuk mahkemesinde kesin delil teşkil eder mi?.......................185
Ceza mahkemesinin hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının hukuk davasına etkisi var
mıdır?...............................................................................................................................................186
Ceza mahkemesindeki bilirkişi raporunun hukuk davasında bir bağlayıcılığı var mıdır?...................186
Maddi anlamda kesin hükme rağmen davaya tekrar bakılabilecek durumlar nelerdir?...................187
BASİT YARGILAMA USULÜ....................................................................................................................187
Basit yargılama usulüne tabi bir dava yazılı yargılama usulüne göre görülürse veya tam tersi olursa
yaptırımı ne olacaktır?......................................................................................................................187
Yazılı yargılama usulü ile basit yargılama usulü hangi hususlar bakımında birbirinden farklıdır?.....188
Basit yargılama usulüne tabi davalar ve işler hangileridir?...............................................................188
HMK m. 316’da (a) ve (f) bentleri arasındaki durumlarda açıkça basit yargılama usulü uygulanacağı
belirtildiği halde (g) bendinde ‘’diğer kanunlarda yer alan ve yazılı yargılama usulü dışındaki
yargılama usullerinin uygulanacağı belirtilen dava ve işlerde de basit yargılama usulü uygulanır’’
şeklindeki düzenlemenin sebebi nedir?............................................................................................189
Basit yargılama usulünün özellikleri nelerdir?..................................................................................189
I- Davanın Açılması...........................................................................................................................189
II- Davaya Cevap...............................................................................................................................190
III- İddia ve Savunmanın Genişletilmesi veya Değiştirilmesi Yasağı..................................................190
IV- Ön İnceleme ve Tahkikat.............................................................................................................190
V- Hüküm..........................................................................................................................................191
VI- Genel Yargılama Usulüne İlişkin Hükümlerin Uygulanması.........................................................191
ÇEKİŞMESİZ YARGI (m. 382-388)..........................................................................................................191
Çekişmesiz yargı ne demektir?.........................................................................................................191
HMK’nda açıkça sayılan çekişmesiz yargı işleri hangileridir? Neden böyle bir sayma yapılmıştır?. . .191
Çekişmesiz yargı işleri kanunda sayılanlarla sınırlı mıdır? Çekişmesiz yargının ölçütleri nelerdir?....193
Çekişmesiz yargı işleri dava olarak nitelendirilebilir mi? Taraf kavramına yer verilmesi doğru mudur?
İlam kavramı çekişmesiz yargıda söz konusu olabilir mi?.................................................................194
Bir çekişmesiz yargı işinin yargılama sırasında çekişmesiz yargıdan çıkıp çekişmeli yargı alanına
girmesi mümkün müdür?.................................................................................................................195
Çekişmesiz yargıda görevli mahkeme hangisidir?.............................................................................195
Bir çekişmesiz yargı işinin yargılama sırasında çekişmesiz yargıdan çıkıp çekişmeli yargı alanına
girmesi halinde görevli mahkeme hangisidir?..................................................................................196
Çekişmesiz yargıda yetkili mahkeme hangisidir?..............................................................................197
Çekişmesiz yargıda hangi yargılama usulü uygulanır?......................................................................197
Çekişmesiz yargı işlerinde yargılama nasıl başlar? Duruşma yapılması zorunlu mudur? Dosya
üzerinden karar verilebilir mi?..........................................................................................................197
Çekişmesiz yargı işleri bakımından talep gerekir mi? Re’sen takip edilen çekişmesiz yargı işleri var
mıdır?...............................................................................................................................................198
Çekişmesiz yargıda dosyanın işlemden kaldırılması söz konusu olabilir mi?.....................................198
Çekişmesiz yargıda kendiliğinden (re’sen) araştırma ilkesi mi yoksa taraflarca hazırlama ilkesi mi
uygulanır?.........................................................................................................................................198
Çekişmesiz yargıda müdahale mümkün müdür?..............................................................................199
Çekişmesiz yargı işlerinde verilen kararlara karşı istinafa başvurulabilir mi?....................................199
Çekişmesiz yargı işlerinde verilen kararlara karşı kimler istinaf kanun yoluna başvurabilir?
Başvurabilen kişiler bakımından çekişmeli yargı ile aralarında bir fark var mıdır?............................199
Çekişmesiz yargıda istinafa başvurma ile çekişmeli yargıda istinafa başvurma arasında sürenin
başlangıcı bakımından bir farklılık var mıdır?...................................................................................199
Çekişmesiz yargıda inşai tesirden bahsedilebilir mi?........................................................................200
Çekişmesiz yargı kararları maddi anlamda kesin hüküm teşkil eder mi?..........................................200
Çekişmesiz yargıda verilen kararlara karşı yargılamanın yenilenmesi yoluna gidilebilir mi?.............200
Çekişmesiz yargıda ihtiyati tedbir kararı verilebilir mi?....................................................................200
KANUN YOLLARI...................................................................................................................................200
Kanun yolunun amaçları nelerdir?....................................................................................................200
Hukuki başvuru yolu ile kanun yolu arasında ne gibi farklılıklar vardır?...........................................201
Kanun yolunun aktarıcı etkisi ve erteleyici etkisi ne demektir?........................................................201
Kanun yolu çeşitleri nelerdir?...........................................................................................................201
Bölge Adliye Mahkemelerinin göreve başlaması ile birlikte kanun yollarına başvuru zamansal olarak
nasıl uygulanacaktır?........................................................................................................................201
Kanun yolundan feragat edilebilir mi? Henüz dosya istinaf mahkemesine veya Yargıtay’a
gönderilmeden feragat edilirse bu konuda hangi mahkemenin karar vermesi gerekir?..................202
Kanun yoluna başvurulmuş olması kararın icrasına etki eder mi?....................................................202
Kanun yolunda yatırılan teminatın iadesine kim karar verecektir?...................................................202
Kanun yolunun konusu nedir?..........................................................................................................203
ALEYHE BOZMA VE ALEYHE KARAR VERME YASAĞI.............................................................................203
Aleyhe bozma yasağı ne demektir?..................................................................................................203
Aleyhe hüküm verme yasağı ne demektir?.......................................................................................203
Aleyhe bozma yasağının kaynağı nedir? HMK’da bu yasağa ilişkin düzenleme var mıdır?...............203
Her iki tarafın kanun yoluna başvurması halinde aleyhe bozma yasağı söz konusu olur mu?..........204
Aleyhe bozma yasağının kapsamı nedir?..........................................................................................204
Hangi durumlarda aleyhe bozma yasağı söz konusu olmaz?............................................................204
Aleyhe hüküm verme yasağının sağladığı korumadan vazgeçmek mümkün müdür?.......................205
Aleyhe hüküm verme yasağı kanun yolu mahkemesi tarafından dosyanın önceki mahkemeye
gönderilmesi halinde mümkün müdür?...........................................................................................205
Dava türleri bakımından aleyhe bozma yasağı nasıl uygulanacaktır?...............................................205
Çekişmesiz yargıda aleyhe bozma yasağı olur mu?...........................................................................206
KANUN YOLUNDA USULİ KAZANILMIŞ (MÜKTESEP) HAK.....................................................................206
Usuli müktesep hak nedir?...............................................................................................................206
Usuli müktesep hakkın dayanağı nedir? Nerede düzenlenmiştir?....................................................206
Usuli müktesep hak hangi durumda ortaya çıkabilir?.......................................................................206
Usuli müktesep hakkın istisnaları nelerdir?......................................................................................207
İSTİNAF.................................................................................................................................................207
Hangi kararlara karşı istinaf kanun yoluna başvurulabilir?...............................................................207
Hangi kararlara karşı istinaf yoluna başvurulamaz?..........................................................................208
HMK’da istinaf sebepleri düzenlenmiş midir? Hangi sebeplerle istinafa başvurulabilir?..................208
İstinafta delil ileri sürülmesi mümkün müdür?.................................................................................209
Bölge adliye mahkemesi gösterilen istinaf sebepleri ile bağlı olarak mı istinaf incelemesi yapabilir?
.........................................................................................................................................................209
Kimler istinaf yoluna başvurabilir?...................................................................................................210
Karar lehine olan tarafın istinaf yoluna başvurması mümkün müdür?.............................................210
Yetkili istinaf mahkemesi hangisidir? Bu yetkinin niteliği nedir? Bu konuda yetki sözleşmesi
yapılabilir mi?...................................................................................................................................210
İSTİNAF SÜRESİ.....................................................................................................................................211
Süre tutum dilekçesi ne demektir? Hukuki bir dayanağı var mıdır?.................................................211
İstinafa başvuru süresi ne kadardır?.................................................................................................211
İstinafa başvuru süresi bakımından özel kanunlarda hüküm varsa hangi hüküm esas alınacaktır?. .211
İstinaf süresi ne zaman işlemeye başlar? Sürenin tefhimle işlemeye başladığı durumlar var mıdır?212
İSTİNAF YOLUNA BAŞVURULMASI........................................................................................................212
İstinaf talebi olmadan dosyanın istinaf mahkemesine gönderilmesi mümkün müdür? Tarafların sözlü
olarak istinafa başvurması söz konusu olabilir mi?...........................................................................212
İstinaf dilekçesinde yer alması gereken hususlar hangileridir?.........................................................212
İstinaf dilekçesi, başvuranın kimliği ve imzasıyla, başvurulan kararı yeteri kadar belli edecek kayıtları
taşıması durumunda diğer hususlar bulunmasa bile reddolunmayıp, 355 inci madde çerçevesinde
gerekli inceleme yapılır (m. 342/3) hükmünden ne alışılması gerekir?.............................................213
İstinaf dilekçesinde istinaf yerine temyiz veya itiraz ifadelerine yer verilmişse bunu istinaf olarak
anlamak mümkün müdür?...............................................................................................................213
İstinaf dilekçesi nereye verilir?.........................................................................................................213
İstinafa başvurudan herhangi bir harç alınmakta mıdır?..................................................................213
İstinafa başvuru hangi anda yapılmış sayılır?....................................................................................213
Kararı veren mahkemenin istinaf dilekçesini reddetme yetkisi hangi durumlarda söz konusu olabilir?
Bu karara karşı başvurulabilecek bir yol var mıdır?..........................................................................213
İstinaf dilekçesine cevap dilekçesi ne zamana kadar ve nereye verilmelidir?...................................214
Katılma yoluyla istinaf nedir? Karşı tarafın hukuki yararı yoksa bu yola başvurabilir mi?.................214
İstinaf süresi dolmadan katılma yoluyla istinafa başvurulursa ne olacaktır?....................................214
Kısmi istinaf (hükmün bir kısmının istinafa götürülmesi) mümkün müdür?.....................................214
Kötü niyetle istinafa başvurulmasına bağlanan bir sonuç var mıdır?................................................215
İSTİNAF İNCELEMESİ.............................................................................................................................215
İstinaf incelemesi heyetçe mi yapılır? İstinaf mahkemesi kendi yargı çevresindeki bir ilk derece
mahkemesini istinabe edebilir mi?...................................................................................................215
Ön İnceleme (m. 352)...........................................................................................................................215
İstinaftaki ön inceleme ile ilk derecedeki ön inceleme kapsam bakımından farklı mıdır?................215
Ön inceleme aşamasında hangi hususlar araştırılır?.........................................................................215
Esastan inceleme..................................................................................................................................216
İstinafta hangi yargılama usulü uygulanır?.......................................................................................216
İstinaf kanun yolunun aşamaları nelerdir? Sözlü yargılama aşamasına gerek olmayan haller var
mıdır?...............................................................................................................................................216
Hukukumuzda hangi istinaf sistemi kabul edilmiştir?.......................................................................216
İstinaf incelemesinde yapılamayacak işlemler nelerdir? (m. 357/1).................................................216
İstinafta ıslah yoluna başvuru yolunun açılması gerekli midir?.........................................................217
İstinafta yeni vakıa ileri sürülememesinin istisnası nedir?................................................................217
İlk derecede yargılama sırasında mevcut olmakla birlikte tarafın elinde olmayan sebeplerle
bilemediği, bilgi sahibi olmasının kendisinden beklenmediği vakıalar istinafta ileri sürülebilir mi? İlk
derecede mevcut olmamakla birlikte istinaf aşamasında ortaya çıkan vakıalar istinafta ileri sürülebilir
mi?....................................................................................................................................................217
İlk derecede İİK m. 72’ye göre açılan tespit davası reddedilir ve istinafa başvurulduktan sonra ödeme
yapılırsa istinaf mahkemesi davaya tespit davası olarak mı yoksa istirdat davası olarak mı bakacaktır?
.........................................................................................................................................................217
İstinafta taraflar duruşmaya gelmezse dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verilebilir mi?........218
İstinaf incelemesi mutlaka duruşmalı mı yapılmalıdır? Duruşma yapılmasına gerek olmayan haller
nelerdir?...........................................................................................................................................218
Mahkemece, tarafların davanın esasıyla ilgili olarak gösterdikleri delillerin hiçbiri toplanmadan veya
gösterilen deliller hiç değerlendirilmeden karar verilmiş olmasından ne anlaşılması gerekmektedir?
.........................................................................................................................................................219
İstinaf aşamasında geçici hukuki koruma kararı verilebilir mi? Verilebilirse bunlara karşı kanun
yoluna başvurulması halinde ne yapılması gerekir?.........................................................................219
İSTİNAF İNCELEMESİ SONUNDA VERİLECEK KARARLAR........................................................................220
İstinaf mahkemesi kararı hangi hususları içermelidir?......................................................................220
İSTİNAF MAHKEMESİ KARARININ ÇEŞİTLERİ.........................................................................................220
İstinaf aşamasında davadan feragat, kabul, sulh veya uzlaşma söz konusu olursa ne şekilde karar
verilmesi gerekir?.............................................................................................................................220
1) İstinaf Mahkemesinin Usule İlişkin Kararları.....................................................................................221
2)İstinaf Mahkemesinin Esasa İlişkin Kararları......................................................................................221
Kanun Yolu Değerlendirme Formu Düzenlenmesi................................................................................222
TEMYİZ.................................................................................................................................................222
İstinaf ve temyiz kanun yolunu birbirinden ayırıcı özellikler nelerdir?.............................................222
Temyiz edilebilen kararlar hangileridir?...........................................................................................223
Temyiz edilemeyen istinaf mahkemesi kararları hangileridir?..........................................................223
Temyiz sebepleri nelerdir?...............................................................................................................224
Temyiz süresi ne kadardır? Bu süre ne zaman işlemeye başlar? Temyiz süresine ilişkin olarak taraflar
aralarında sözleşme yapabilir mi?....................................................................................................226
İstisnalar (temyiz süresinin bir aydan daha kısa olduğu haller):.......................................................226
Temyiz süresi geçtikten sonra temyize başvurulabilecek haller hangileridir?..................................227
Temyiz dilekçesinde yer alması gereken hususlar hangileridir?.......................................................227
Temyiz dilekçesinde eksiklik varsa ne olur?......................................................................................227
Temyiz dilekçesi nereye verilir?........................................................................................................227
Temyize başvuran taraftan harç alınır mı?.......................................................................................228
Kararı veren mahkemenin temyiz dilekçesini reddetme yetkisi hangi durumlarda söz konusu olabilir?
Bu karara karşı başvurulabilecek bir yol var mıdır?..........................................................................228
Dosya kendisine gönderilen Yargıtay dairesi kendisini görevli görmezse nasıl hareket edecektir?. .228
Temyizde ön inceleme aşamasında hangi hususlar araştırılır?.........................................................228
Yargıtay temyiz sebepleriyle bağlı mıdır?.........................................................................................229
Temyiz incelemesinin duruşmalı yapılabileceği haller hangileridir?.................................................229
Temyiz incelemesine taraflar gelmezse dosya işlemden kaldırılabilir mi?........................................229
TEMYİZ İNCELEMESİ SONUNDA VERİLEN KARAR..................................................................................229
Bozma Kararı........................................................................................................................................229
Bozma kararı ne zaman verilir?........................................................................................................229
Bozma üzerine dosyanın gönderilmesi bakımından m. 373/1 ile m. 373/2 arasında nasıl bir fark
vardır?..............................................................................................................................................230
Yargıtay bozma kararı verince dosyayı hangi mahkemeye gönderecektir?......................................230
İlk derece mahkemesi Yargıtay’ın bozma kararına uymak zorunda mıdır? Uymak zorunda olduğu bir
durum var mıdır?..............................................................................................................................230
Bozmaya Uyma Kararı..........................................................................................................................230
ilk derece mahkemesi bozmaya uyma kararından dönebilir mi?......................................................230
Bozma kararından sonra ilk derece mahkemesinde iddia ve savunmanın değiştirilmesi, davaya
müdahale ve ıslah mümkün müdür?................................................................................................231
İlk derece mahkemesi bozmaya uygun karar verirse bu karara karşı hangi yola başvurulabilir?......231
İlk Derece Mahkemesinin Direnme Kararı............................................................................................231
İlk derece mahkemesi Yargıtay’ın bozma kararına karşı direnebilir mi?...........................................231
İlk derece mahkemesinin yeni delile dayanması, gerekçesini değiştirilmesi hallerinde direnme
kararından söz edilebilir mi?.............................................................................................................231
İlk derece mahkemesi direnme kararından dönüp, uyma kararı verebilir mi?.................................231
İlk derece mahkemesinin direnme kararına karşı başvurulabilecek bir yol var mıdır?.....................231
Direnme kararı verilemeyecek haller hangileridir?...........................................................................232
Yargıtay kısmi bozma kararı verebilir mi?.........................................................................................232
Yargıtay’ın Bozma Kararı Üzerine Dosyanın İstinaf Mahkemesine Gönderilmesi.............................232
Onama Kararı.......................................................................................................................................233
Düzelterek Onama Kararı (m. 370/2-4)................................................................................................233
KANUN YARARINA TEMYİZ (M. 363).....................................................................................................234
Kanun yararına temyiz yoluna hangi durumlarda ve kim tarafından başvurulabilir?........................234
Kanun yararına temyizin normal temyizden ayırıcı özellikleri nelerdir?...........................................234
Kanun yararına temyizin kabul edilme amacı nedir?........................................................................234
YARGILAMANIN İADESİ (YENİLENMESİ) (m. 374-381)..........................................................................234
Yargılamanın iadesi ne demektir?....................................................................................................234
Yargılamanın iadesinin hukuki niteliği nedir?...................................................................................234
Yargılamanın iadesi sebepleri hangileridir? Kanunda sayılanlar tahdidi midir?................................235
Yargılamanın İadesini İstemeye Hakkı Olanlar..................................................................................239
Yargılamanın iadesinde karşı taraf olarak kimin gösterilmesi gerekir?.............................................240
Yargılamanın iadesi isteme süresinin niteliği nedir?.........................................................................240
Yargılamanın İadesi Usulü....................................................................................................................240
Yargılamanın iadesi talebi hangi mahkemede incelenir?..................................................................240
Vekil yargılamanın iadesini isteyebilir mi?........................................................................................241
Yargılamanın iadesi yoluna başvurabilmek için teminat yatırılması gerekir mi? Yargılamanın iadesi
hükmün icrasını durdurur mu?.........................................................................................................241
Yargılamanın iadesi talebi üzerine mahkeme, ön incelemede hangi hususları inceler?...................241
Yargılamanın iadesi bakımından tarafların ikrarı nasıl bir etkiye sahiptir?.......................................241
Yargılamanın iadesi sonunda ne tür kararlar verilmektedir?............................................................241
Yargılamanın iadesi davası sonunda verilen karara karşı istinafa gidilebilir mi?...............................242
Başvuru reddedilirse ikinci kez yargılamanın iadesi istenebilir mi?..................................................242
Yargılamanın iadesi davasında verilen kararın geçmişe etkili olması mümkün müdür?...................242
Yargılamanın iadesi istenemeyecek olan kararlar hangileridir?........................................................242
Yabancı mahkeme kararlarına karşı yargılamanın iadesi yoluna gidilebilir mi?................................242
Tahkimde verilen kararlara karşı yargılamanın iadesi yoluna gidilebilir mi?.....................................243
HUMK DÖNEMİNE İLİŞKİN KANUN YOLLARI.........................................................................................243
TEMYİZ (HUMK)....................................................................................................................................243
KARAR DÜZELTME (HUMK)..................................................................................................................244
YARGILAMA HARÇ VE GİDERLERİ (m. 323-333)....................................................................................245
A) Yargılama Harçları............................................................................................................................245
I- Başvurma Harcı.............................................................................................................................245
II- Karar ve İlam Harcı.......................................................................................................................245
III- Harçtan Muaf Olan Davalar ve İşler.............................................................................................246
IV- Harçların Ödenmemesinin veya Noksan Ödenmesinin Sonuçları................................................246
B) Yargılama Giderleri...........................................................................................................................246
I- Yargılama Giderlerinin Kapsamı....................................................................................................246
II- Yargılama Giderlerinin Peşin Ödenmesi.......................................................................................247
1) Gider Avansı.................................................................................................................................247
2) Delil Avansı...................................................................................................................................247
C) Yargılama Giderlerinden Sorumluluk...............................................................................................247
I- Yargılama Giderleri Aleyhine Hüküm Verilen (Haksız Çıkan) Tarafa Yükletilir (Kural)....................247
II- İstisnalar.......................................................................................................................................248
III- Yargılama Giderlerinin Hükümde Gösterilmesi...........................................................................249
IV- Esastan Sonuçlanmayan Davada Yargılama Giderleri..................................................................249
D) Vekalet Ücreti..................................................................................................................................249
I- Vekalet Veren İle Vekili Arasındaki Vekalet Ücreti.........................................................................249
II- Yargılama Gideri Olan Vekalet Ücreti...........................................................................................251
Gider avansı ile delil avansı arasında ne fark vardır?........................................................................252
ADLİ YARDIM (m. 334-340)..................................................................................................................252
Geçici hukuki korumalar ve icra takiplerinde adli yardım olur mu?..................................................252
Adli yardım kurumu hangi anayasal ilkelerle ilişkilidir?....................................................................252
Kimler adli yardımdan yararlanabilir? Yabancıların adli yardımdan yararlanması mümkün müdür?252
Adli yardımdan yararlanma şartları (m. 334/1) nelerdir?.................................................................252
Küçüğün ve vesayet altındaki kişinin ekonomik durumu iyi olmasa, veli ve vasinin ekonomik durumu
iyi olsa adli yardımdan yararlanmak mümkün müdür?.....................................................................253
Bir kişinin evi varsa adli yardımdan yararlanabilir mi?......................................................................253
Adli yardım hangi görevli ve yetkili mahkemeden istenir?...............................................................253
Adli yardım kararı verecek mahkemenin yetkisine ilişkin yetki sözleşmesi yapılabilir mi?...............253
Görevsiz mahkemede adli yardım kararı verilir de görevsizlik kararı üzerine davaya görevli
mahkemede devam edilmek istenirse adli yardım kararı, asıl dava veya iş için görevli mahkemede
geçerli sayılır mı?..............................................................................................................................254
Adli yardım talebi ne zamana kadar istenebilir?...............................................................................254
Adli yardım talebi zamanaşımının kesilmesini sağlar mı?.................................................................254
Adli yardım talebi davanın esasına girilmeden önce mi incelenmelidir?..........................................254
Adli yardım kararı için hakimde oluşacak kanaatin derecesi ne olmalıdır?.......................................254
İlk derecede adli yardım kararı verilirse kanun yolunda yine adli yardım talebinde bulunulabilir mi?
.........................................................................................................................................................254
Adli yardım taleplerinin incelenmesinde duruşma yapılması gerekir mi?........................................254
Adli yardım talebini inceleyen hakim haklılık bakımından kanaatini açıklamışsa bu sebepten hakimin
reddi istenebilir mi?..........................................................................................................................255
Adli yardım talebinin reddi veya kabulü kararlarına karşı başvurulabilecek bir yol var mıdır?.........255
Adli ardı talebi reddedilirse yeniden başvuruda bulunulabilir mi?...................................................255
Adli yardım talebinde bulunan kişinin kasten yanlış bilgi vermesine bağlanan sonuç nedir?...........255
Adli yardım kararının sağladığı menfaatler (m. 335) nelerdir?.........................................................255
Adli yardım kararı verilen kişi dava sırasında ölürse mirasçılar bu yardımdan yararlanabilir mi?.....256
Adli yardımın geçici muafiyet sağlaması ne demektir? Bu kişi davada haksız çıkarsa ne olur?.........256
Avukatlık Kanunda adli yardıma ilişkin bir düzenleme var mıdır?.....................................................256
GEÇİCİ HUKUKİ KORUMA......................................................................................................................256
Geçici hukuki koruma neden gereklidir?..........................................................................................256
Geçici hukuki korumaların özellikleri nelerdir?.................................................................................256
Geçici hukuki korumalar sadece para alacağı hakkı için mi öngörülmüştür?....................................257
Özel düzenlemelerde yer alan geçici hukuki korumaları ihtiyati tedbir veya ihtiyati haciz olarak
değerlendirmek mümkün müdür?....................................................................................................257
İHTİYATİ TEDBİR (m. 389-397)..............................................................................................................257
İhtiyati tedbir nedir? Her davada ihtiyati tedbir olur mu?................................................................257
İhtiyati tedbirlerin amacı nedir?.......................................................................................................257
İhtiyati tedbirin şartları nelerdir?.....................................................................................................258
Tedbir sebebi gerçekleşmesine rağmen uzun bir süre hareketsiz kalınırsa ne olur?........................258
Talep olmadan ihtiyati tedbire karar verilebilir mi?..........................................................................258
İhtiyati tedbir talebi zamanaşımını keser mi?...................................................................................258
İhtiyati tedbir bakımından görevli ve yetkili mahkeme hangisidir?..................................................259
Bölge adliye mahkemesinde ihtiyati tedbir talep edilebilir mi? İlk derece yargılaması sona erip
istinafa başvurulmadan önce ihtiyati tedbir bakımından hangi mahkeme görevlidir?.....................259
Temyiz incelemesi sırasında ihtiyati tedbir bakımından görevli mahkeme hangisidir?....................259
İhtiyati tedbir dilekçesi hangi hususları içermelidir? Tarafları kimlerdir?.........................................259
İhtiyati tedbir talep edenden herhangi bir harç alınmakta mıdır?....................................................259
Karşı taraf dinlenmeden ihtiyati tedbire karar verilebilir mi?...........................................................260
İhtiyati tedbir kararı verilebilmesi bakımından aranan ispat ölçüsü nedir?......................................260
İhtiyati tedbir incelemesi hangi yargılama usulüne tabidir?.............................................................260
Reddi istenen hakim ihtiyati tedbir kararı verebilir mi?....................................................................260
İhtiyati tedbir yargılamasında iddia ve savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağı söz konusu
olur mu?...........................................................................................................................................260
Adli tatilde ihtiyati tedbir yargılaması yapılabilir mi?........................................................................260
İhtiyati tedbir kararının hukuki niteliği nedir?..................................................................................260
Görevsizlik kararıyla birlikte ihtiyati tedbirin devamına karar verilebilir mi?....................................261
İhtiyati tedbir kararı kesin hüküm teşkil eder mi?............................................................................261
İhtiyati tedbir talebinin reddine ilişkin karara karşı başvurulabilecek bir yol var mıdır?...................261
İhtiyati tedbir kararının içeriğinde neler yer alır?.............................................................................261
İhtiyati tedbir yargılamasında yargılama giderlerine karar verilebilir mi?........................................261
İhtiyati tedbir edenin teminat yatırması gerekir mi?........................................................................262
İhtiyati tedbir kararı verilmesi zamanaşımını keser mi?...................................................................262
Amaçları bakımından ihtiyati tedbir türleri nelerdir?.......................................................................262
TBK m. 76 ya göre ‘’geçici ödeme kararı’’ bir ihtiyati tedbir midir?..................................................263
İhtiyati tedbir kararı dava açılmadan önce alınmışsa ihtiyati tedbiri tamamlayıcı işlemler nelerdir?
.........................................................................................................................................................264
Dava sırasında alınan ihtiyati tedbir kararının uygulanmasını talep etme bir süreye bağlanmış mıdır?
Bu süre ne zaman başlar?.................................................................................................................264
İhtiyati tedbirin uygulanmasını talep etme süresinin tebliğ değil de kararın verildiği anda başlaması
hak arama özgürlüğünü ihlal eder mi? Anayasa Mahkemesinin bu konudaki görüşü nedir?...........264
İhtiyati tedbirin icrasını talep etmek her tedbir kararı bakımından gerekli midir?...........................265
Tedbir kararının uygulanması hangi icra dairesinden istenebilir? Bu yetkinin niteliği nedir?...........265
İhtiyati tedbirin uygulanmasına ilişkin itiraz ve şikayetler bakımından hangi mahkeme görevlidir? 266
Tedbirin uygulanmasına ilişkin emre uymamanın yaptırımı nedir?..................................................266
İHTİYATİ TEDBİR KARARINA İTİRAZ EDİLMESİ.......................................................................................266
İhtiyati tedbir kararına karşı başvurulabilecek bir yol var mıdır?......................................................266
İhtiyati tedbir kararına itiraz edilmesinin icraya etkisi olur mu?.......................................................266
İhtiyati tedbir kararına itiraz süresi ne kadardır? Hangi sebeplerle itiraz edilebilir?.........................266
Üçüncü kişilerin ihtiyati tedbir kararına itiraz hakkı var mı? Aleyhine tedbir kararı verilen ile aynı
şartlarda mı itiraz edebilir? Farklılıklar nelerdir?..............................................................................267
İhtiyati tedbir kararına itiraz hangi mahkemeye yapılır?..................................................................267
İtiraz edildikten sonra delil gösterilmesi mümkün müdür? Mahkeme itirazı yerinde görürse neye
karar verir?.......................................................................................................................................267
İhtiyati tedbire itiraz üzerine verilen karara karşı kanun yoluna başvurulabilir mi?.........................267
Teminat karşılığında ihtiyati tedbirin kaldırılması mümkün müdür?................................................267
Durum ve koşulların değişmesi sebebiyle ihtiyati tedbirin kaldırılması mümkün müdür? Bu konuda
kimler talep hakkına sahiptir? Bu konuda verilen kararlara karşı kanun yoluna gidilebilir mi?........268
İhtiyati tedbirin kalktığı (sona erdiği) haller nelerdir?.......................................................................268
İHTİYATİ TEDBİRDEN KAYNAKLANAN TAZMİNAT DAVASI.....................................................................268
Haksız ihtiyati tedbirden kaynaklanan sorumluluk nasıl bir sorumluluk türüdür? Haksız fiil
sorumluluğu olarak değerlendirilebilir mi?.......................................................................................268
Haksız ihtiyati tedbire dayanan tazminat davasının şartları nelerdir?..............................................269
Haksız ihtiyati tedbire dayanan tazminat davası hangi mahkemede açılır? Bu davanın hangi süre
içinde açılması gerekir?....................................................................................................................269
İhtiyati tedbir talep eden teminat olarak taşınmaz göstermişse zarar gören tazminat alacağını hangi
şekilde elde edebilir?........................................................................................................................270
İhtiyati tedbir ile ihtiyati haciz arasındaki farklar nelerdir?...............................................................270
Para alacaklarının tahsilinin güvence altına alınması için ihtiyati tedbir kararı verilebilir mi?..........270
Para alacağının tahsilinin güvence altına alınması için ihtiyati haciz yerine ihtiyati tedbir talep
edilmişse resen ihtiyati haciz kararı verilebilir mi?...........................................................................271
DELİL TESPİTİ (m. 400-405)...................................................................................................................271
Delil tespiti nedir?............................................................................................................................271
Diğer geçici hukuki korumalar ile delil tespiti arasındaki fark nedir?................................................271
Delil tespiti için ayrı dava açılabilir mi? Delil tespiti talebi zamanaşımını keser mi?.........................271
Delil tespiti ile tespit davası arasında ne fark vardır?.......................................................................271
Delil tespiti için gerekli şartlar (m. 400) nelerdir?.............................................................................272
Delil tespiti bakımından görevli ve yetkili mahkeme hangisidir? (m. 401)........................................272
Bölge adliye mahkemesinden delil tespiti talep edilebilir mi?..........................................................272
Yetkisiz mahkemede alınan delil tespiti asıl davada kullanılabilir mi?..............................................272
Delil tespiti dilekçesinin içeriğinde neler yer alır?.............................................................................272
Mahkemenin delil tespitine karar verebilmesi için talepte bulunanın ispat faaliyetinde bulunması
gerekir mi ? Bu ispatın ölçüsü ne olmalıdır?.....................................................................................273
Mahkeme delil tespiti talebini yerinde bulursa nasıl işlem yapılır? Karşı tarafa bildirim yapmak
gerekir mi?.......................................................................................................................................273
Karşı tarafa tebliğ yapılmadan delil tespiti yapılması mümkün müdür? Karşı taraf delil tespitine nasıl
karşı koyabilir?..................................................................................................................................273
Delil tespitine itiraz hangi mahkemeye yapılır?................................................................................273
Delil tespitine ilişkin yargılama giderleri asıl dava sonuçlanmadan icra takibine konu olabilir mi?. .273
Karşı taraf delil tespitine itiraz etmezse ne olur?..............................................................................274
Delil tespiti karşı tarafa tebliğ edilmemişse bu delil davada esas alınabilir mi?................................274
Karşı taraf delil tespiti yoluyla alınan bilirkişi raporuna itiraz ederse bu rapor davada kullanılabilir mi?
.........................................................................................................................................................274
Noterler delil tespiti yapabilir mi?....................................................................................................274
DİĞER GEÇİCİ HUKUKİ KORUMALAR (m. 406).....................................................................274
TAHKİM (m. 407-444)...........................................................................................................................276
Tahkim nedir?...................................................................................................................................276
Tahkimin hukuki niteliği nedir?........................................................................................................276
Tahkim yargılaması ile devlet yargılaması arasında ne gibi farklar vardır?.......................................276
Tahkim ile dostane çözüm yöntemlerinden (arabuluculuk ve müzakere) arasında ne gibi farklar
vardır?..............................................................................................................................................277
Tahkim ile hakem – bilirkişilik arasında ne gibi farklar vardır?.........................................................277
Tahkim yoluna başvurmanın faydaları nelerdir?..............................................................................277
MİLLİ TAHKİM – MİLLETLERARASI TAHKİM..........................................................................................278
HMK ile Tahkim Kanunu arasındaki temel farklar nelerdir?.............................................................278
Zorunlu tahkim – ihtiyari tahkim nedir?...........................................................................................279
Tahkimde itiraz hakkından feragat ne demektir?.............................................................................280
HMK yürürlüğe girmeden önce yapılmış olan tahkim sözleşmesine dayanılarak başlatılan tahkime
HUMK’daki tahkim hükümleri mi, yoksa HMK’daki tahkim hükümleri mi uygulanacaktır?..............280
Tahkimde görevli ve yetkili mahkeme hangisidir?............................................................................280
Hakem kararlarına karşı hangi kanun yollarına başvurulabilecektir?................................................281
Tahkimde sınırlılık ilkesi ne demektir? Mahkemeler tahkim yargılamasına hangi durumlarda
müdahale edebilir?...........................................................................................................................281
TAHKİME ELVERİŞLİLİK..........................................................................................................................281
Tahkime elverişlilik ne demektir?.....................................................................................................281
Kesin yetki kuralının bulunması uyuşmazlığı tahkime elverişsiz hale getirir mi?..............................282
Tahkime elverişlilik türleri nelerdir? Sübjektif ve objektif tahkime elverişlilikten ne anlaşılmalıdır? 282
Fikri ve sınai mülkiyet hukukundan doğan uyuşmazlıklar tahkime elverişli midir?...........................282
Hukuka aykırılık hallerinde tahkime elverişlilik nasıl değerlendirilecektir? Birleşmiş Milletler
ambargosu, Türk devletinin koyduğu ihracat – ithalat yasakları, uyuşmazlığın altında bir rüşvet ilişkisi
varsa ne olacaktır?............................................................................................................................283
İş hukuku ve tüketici hukukundan doğan uyuşmazlıklar tahkime elverişli midir?............................283
Çekişmesiz yargıya tabi uyuşmazlıklar tahkime elverişli midir?........................................................283
Tahkime elverişlilik konusundaki yasaklar sadece HMK’da mı yer almaktadır? Diğer kanunlarda buna
ilişkin düzenleme var mı?.................................................................................................................283
Tahkime elverişsizlik itirazı nasıl ileri sürülür? Böyle bir itiraz olmadan hakem kendiliğinden tahkime
elverişsizliği dikkate alabilir mi?.......................................................................................................284
TAHKİM SÖZLEŞMESİ............................................................................................................................284
Tahkim sözleşmesi nasıl tanımlanabilir?...........................................................................................284
Tahkim sözleşmesinin konusuna neler girebilir?..............................................................................284
Vekilin tahkim sözleşmesi yapması için özel yetkiye ihtiyaç var mıdır? Özel yetki olmadan tahkim
sözleşmesi yapılırsa ne olur?............................................................................................................284
Tahkim sözleşmesi hangi şekillerde yapılabilir?................................................................................284
Tahkim sözleşmesi bakından tahkim iradesinin önemi nedir?..........................................................285
TAHKİM SÖZLEŞMESİNİN ŞEKLİ............................................................................................................285
Tahkim sözleşmesine ilişkin şekil şartı öngörülmüş müdür?.............................................................285
Uyuşmazlığın bir bölümünün tahkimde diğer bölümünün mahkemede çözüleceği kararlaştırılabilir
mi?....................................................................................................................................................285
Tahkim sözleşmesinin olumlu etkisi ve olumsuz etkisinden ne anlaşılması gerekir?........................285
Taraflar arasında tahkim sözleşmesi varsa icra takibi yapılabilir mi? İcra takibine karşı borçlunun
itirazı üzerine hakemde itirazın iptali davası açılabilir mi? İcra inkar tazminatına karar verilebilir mi?
.........................................................................................................................................................285
Taraflar tahkim sözleşmesine rağmen icra takibi yaparsa hakemde itirazın kaldırılması istenebilir mi?
Menfi tespit ve borçtan kurtulma davası hakemde görülebilir mi?..................................................286
Alacak için tahkime başvurulduktan sonra iflas yolu ile takip yapılıp iflas davası açılmışsa, alacağın
tespiti için hakem kararının sonuçlanması beklenmeli midir?..........................................................286
Tahkim sözleşmesinin geçersizliği asıl sözleşmeyi etkiler mi? Asıl sözleşme ile tahkim sözleşmesi
arasında nasıl bir ilişki vardır?...........................................................................................................287
Hakemin kendi yetkisi hakkında karar vermesi ilkesi ne demektir? Tahkim sözleşmesinin geçersizliği
iddiası nerede çözümlenmelidir?......................................................................................................287
Tahkim sözleşmesi üçüncü kişilere etki eder imi? Külli veya cüz’i halefiyette, devire konu olan
sözleşmede yer alan tahkim şartı, halef hakkında geçerli olacak mıdır?..........................................287
HAKEMLER............................................................................................................................................288
Hakem ile hakim arasındaki farklar nelerdir? Kimler hakem olabilir?...............................................288
Taraflar hakemleri serbestçe seçebilirler mi? Hakemlerin seçim usulü nasıldır?..............................288
Hakem seçiminin mahkeme tarafından yapılacağı haller hangileridir?............................................288
Vekilin hakem seçme yetkisi var mıdır?............................................................................................289
Tahkim yargılamasında hakem sayısı kaç olmalıdır?.........................................................................289
Hakemlerden birinin görevi sona ererse ne olur?............................................................................289
Hakem sözleşmesi nedir? Bu sözleşme ile taraflar hangi yükümlülük altına girer? Hakem
sözleşmesinin niteliği nedir?.............................................................................................................289
Hakem sözleşmesine hangi hukuk kuralı uygulanacaktır?................................................................289
Hakem sözleşmesinin Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda düzenlenmemesi bir eksiklik midir?.......289
Hakimler gibi hakemler de reddedilebilir mi?...................................................................................289
Taraflar kendi atadığı hakemi reddedebilir mi?................................................................................290
Hakemin reddi süresi ne kadardır? Reddedilen hakem kendiliğinden çekilmez ya da karşı taraf reddi
kabul etmezse ne olur?....................................................................................................................290
Hakemi reddeden tarafın ret talebi kabul edilmezse başvurabileceği bir yol var mıdır?..................290
Hakem kurulunun tümünün veya karar çokluğunu ortadan kaldıracak sayıda hakemin reddi mümkün
müdür?.............................................................................................................................................290
Görevin yerine getirilememesi halinde hakemlik görevi sona erer mi? Bu konuda uyuşmazlık çıkarsa
kim tarafından çözülecektir?............................................................................................................290
Hakemlerin ismen seçilmesi mümkün müdür? Böyle bir durumda hakem ölürse ne olur?..............290
Hakemin hakları nelerdir?................................................................................................................291
Hakemin yükümlülükleri nelerdir?...................................................................................................291
Tahkim yargılamasında hakemlerin sorumluluğu hangi hallerde söz konusu olur? Hakemin kasıt ve
ağır ihmalinden sorumlu olmayacağı şeklinde sorumluluğun sınırlandırılması mümkün müdür?....291
Hakemin yetkisine itiraz hangi süre içinde yapılmalıdır? Tarafların hakemi bizzat seçmesinin bu
konuda bir etkisi var mıdır?..............................................................................................................291
Yetki itirazı süresinden sonra yapılırsa ne olur?................................................................................291
Hakemler kendi yetkilerine itirazı inceleyebilir mi?..........................................................................292
Hakemin yetkisine itirazın reddi kararına karşı başvurulabilecek bir yol var mıdır?.........................292
Hakem yetkisiz olduğuna karar verirse bu karara karşı hangi yola başvurulabilir?...........................292
Yetki aşımı hainde itiraz edilebilir mi?..............................................................................................292
TAHKİMDE YARGILAMA USULÜ............................................................................................................292
Taraflar hakemin uygulayacağı yargılama usullerini belirleyebilirler mi? Bu konuda herhangi bir
sınırlama söz konusu mudur?...........................................................................................................292
Tahkimde uygulanabilecek yargılama kuralları hangileridir?............................................................293
Tahkimde davanın ihbarı veya fer’i müdahale olur mu?...................................................................293
Hakem yargılamasında karşı dava açılabilir mi?...............................................................................293
Tahkim yargılaması resmi tatil gününde veya adli tatilde yapılabilir mi?..........................................293
Tahkim yeri neyi ifade eder?............................................................................................................293
Tahkim yargılamasında dava ne zaman açılmış sayılır?....................................................................293
Tahkim süresi ne kadardır? Süresi içinde yargılama sona ermezse ne olur? Sürenin uzatılması
mümkün müdür? Hakem kararını tahkim süresinden sonra verirse ne olur?...................................294
Tahkim süresinin uzatılması talep edilince süre hangi andan itibaren uzatılmış sayılır?...................294
Hakem tahkim süresinin uzatılmasını isteyebilir mi?........................................................................294
Tahkim süresinin durması söz konusu olabilir mi?...........................................................................294
Tahkim süresinden sonra verilen karara sürenin dolmasına rağmen taraflar hemen itiraz etmeyip
tahkime devem ederse bu durumda tahkim geçerli midir?..............................................................294
Tahkimde iddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağı söz konusu olur mu?.......294
Mahkeme taraflar arasında tahkim sözleşmesi olduğunu kendiliğinden gözetebilir mi? Buna karşı
çıkmak isteyen taraf hangi yola başvurabilir? Talebin kabul edilmemesi halinde hakeme başvurulursa
mahkemedeki yargılamanın devamı sayılır mı?................................................................................295
Hakem Sözleşmesi için herhangi bir şekil şartı öngörülmüş müdür?................................................295
Tahkim yargılamasında duruşma yapılması zorunlu mudur?............................................................295
Tahkim yargılamasında davacı süresi içinde dava dilekçesini, davalı ise cevap dilekçesini vermezse ne
olur?.................................................................................................................................................295
Tahkim yargılamasında taraflar duruşmaya gelmezse dosyanın işlemden kaldırılmasına karar
verilebilir mi?....................................................................................................................................296
Hakem yargılamasında bilirkişi seçimi nasıl yapılmaktadır?.............................................................296
Delillerin toplanması konusunda mahkemenin tahkime müdahalesi mümkün müdür?..................296
Hakem yargılamasında geçici hukuki koruma tedbirine karar verilebilir mi?...................................296
Hakem tarafından verilen geçici hukuki korumaların hepsinin icra kabiliyeti var mı? İcra edilemeyen
tedbir kararına uyulmazsa ne olur?..................................................................................................297
Hakem ihtiyati hacze karar verebilir mi?..........................................................................................297
Üçüncü kişilere karşı hakemin tedbire hükmetmesi mümkün müdür?............................................297
Hakem verdiği geçici hukuki koruma kararını değiştirebilir mi?.......................................................297
Geçici hukuki koruma tedbirine ilişkin masraflara ne zaman hükmedilir?........................................297
Hakem tarafından verilen ihtiyati tedbir ne zaman ortadan kalkar?................................................297
Mahkeme tarafından verilen ihtiyati tedbir kararı hakem tarafından değiştirilebilir mi?.................297
Mahkemeden ihtiyati tedbir alan taraf hakemde dava açmazsa ne olur?........................................298
Tahkim yargılamasında hangi durumlarda mahkeme geçici hukuki koruma tedbiri konusunda yetkili
olacaktır?..........................................................................................................................................298
Taraflar tahkim sözleşmesinde tahkime başvurmadan önce aralarındaki uyuşmazlığı dostane çözüm
yolu ile çözüleceğine karar verebilir mi? Böyle bir karar verilirde dostane çözüm yoluna
başvurmadan önce tahkime başvurulursa, karşı tarafın itirazı üzerine hakem nasıl karar vermelidir?
Böyle bir itiraz olmadan hakem kendiliğinden bu hususu dikkate alabilir mi?.................................298
Tahkim yargılamasını sona erdiren durumlar nelerdir? (m. 435/1)..................................................298
Tahkim yargılamasında tarafların sulh olması halinde ücret ve yargılama giderleri nasıl tespit
edilecektir?.......................................................................................................................................299
HAKEM KARARI.....................................................................................................................................299
Hakem kararları kaça ayrılır?............................................................................................................299
Usuli bir kararın nihai karar olarak nitelendirilmesinin veya nihai bir kararın usuli karar olarak
nitelendirilmesinin sonucu ne olur?.................................................................................................299
Hakem yargılamasında kararlar oy çokluğu ile mi yoksa oybirliği ile mi alınır? Bütün hakemlerin karar
verilen toplantıda hazır bulunması zorunlu mudur?.........................................................................299
Hakem yargılamasında yargılama giderlerinin kapsamına neler girer? Bu giderlerden kim sorumlu
olacaktır?..........................................................................................................................................300
Toplantıya katılıp muhalif oy kullanana hakem kararı imzalamazsa veya karar verildikten sonra istifa
ederse ne olur?.................................................................................................................................300
Taraflar hakem ücreti konusunda anlaşamazlarsa hakem ücreti nasıl belirlenecektir?....................300
Hakem yargılamasında gider avansı nasıl tespit edilir? Gider avansı yatırılmamasına bağlanan sonuç
nedir?...............................................................................................................................................300
Hakem kararları kendileri bakımından bağlayıcı mıdır? Hakem kararlarının tavzihi, düzeltilmesi
mümkün müdür?..............................................................................................................................300
Hakemlerden birisi kararın verilmesi aşamasına veya oylamaya katılmazsa ne olur?......................301
HAKEM KARARLARINA KARŞI KANUN YOLLARI.....................................................................................301
Taraflar kendi aralarında anlaşarak mahkemenin içerik denetimi yapmasını kararlaştırabilir mi?...301
Hakem kararlarına karşı denetim mekanizmaları nelerdir?..............................................................301
İptal davası bir kanun yolu mudur?..................................................................................................301
Yok hükmündeki hakem kararlarına karşı iptal davası açılabilir mi?.................................................302
Sulh sözleşmesi hakkında iptal davası açılabilir mi?.........................................................................302
Arabulucunun kararlarına karşı iptal davası açılabilir mi?................................................................302
Hakem taraflarca kararlaştırılan nitelikte değilse hakem kararının iptali istenebilir mi?..................302
İptal davasında görevli ve yetkili mahkeme hangisidir?....................................................................302
İptal davası açma süresi ne kadardır? İptal davası açılması kararın icrasını durdurur mu?...............302
İptal davasında harç veya avans yatırılması gerekir mi?...................................................................302
İptal davasını inceleyen mahkemenin kendiliğinden dikkate alacağı iptal sebepleri hangileridir?...303
Hakemin yetkisini aşarak karar vermesi halinde iptal davasına bakan mahkeme hakem kararını iptal
edebilir mi?.......................................................................................................................................303
İptal sebepleri nelerdir? Taraflar aralarında anlaşarak başka sebeplerle de iptal davası açılabileceğini
kararlaştırabilirler mi?......................................................................................................................303
İptal davasına bakan mahkeme iptal sebepleriyle bağlı mıdır?........................................................306
Hakem kararlarının icrası için kesinleşmesi gerekir mi? İptal davası açılması hakem kararının icrasını
durdurur mu?...................................................................................................................................306
İptal davasının kabulü halinde verilen karar nasıl bir etkiye sahiptir?..............................................306
Hukuki dinlenilme hakkının bir gereği olarak hakem kararının gerekçeli olması zorunlu mudur?....306
Tahkim yargılamasında eşit davranılmadığını tarafın hakemlere hemen itiraz yolu ile ileri sürmesi
gerekir mi?.......................................................................................................................................307
Hakem kararının iptali üzerine karar veren hakemlerin tekrar seçilmesi mümkün müdür? Hangi
hallerde tekrar hakem yargılamasına başvurulacaktır?....................................................................307
Hakem kararının iptali üzerine hangi durumlarda uyuşmazlığın artık hakemde değil mahkemede
çözülmesi gerekir?............................................................................................................................307
İptal davası sonunda verilen karara karşı başvurulabilecek bir yol var mıdır?..................................308
Hakem kararlarının icrası için hangi takip yoluna başvurulabilir?.....................................................308
ALTERNATİF UYUŞMAZLIK ÇÖZÜM YOLLARI.........................................................................................309
Uyuşmazlık ne demektir?.................................................................................................................309
Alternatif uyuşmazlık çözüm yollarının temel özellikleri nelerdir?...................................................309
Yargılama sırasında tarafların yargılamayı anlaşarak sonlandırmasına ilişkin düzenlemeler var mıdır?
.........................................................................................................................................................309
Alternatif uyuşmazlık çözüm yollarının kabul edilmesi faydalı mıdır?..............................................309
Müzakere ne demektir?...................................................................................................................309
Arabuluculuk – Tahkim ne demektir?...............................................................................................310
Tahkim bir alternatif uyuşmazlık çözüm yollarından birisi midir?.....................................................310
Arabuluculuk nedir?.........................................................................................................................310
Yargılama ile arabuluculuk arasındaki farklar nelerdir?....................................................................310
Arabuluculuğun ayırıcı özellikleri nelerdir?......................................................................................311
Arabuluculukta gizlilik konusundaki esaslar nelerdir?......................................................................311
Arabuluculuğa elverişli uyuşmazlıklar nelerdir?...............................................................................311
Taraflar mahkemede yargılama başladıktan sonra uyuşmazlığın arabulucu tarafından çözüleceğini
kararlaştırabilirler mi?......................................................................................................................312
Arabuluculuk sözleşmesinin tarafları kimlerdir?...............................................................................312
Arabulucu ücreti nasıl belirlenir?......................................................................................................312
Kimler arabuluculuk yapabilir?.........................................................................................................312
Arabulucular siciline kayıt olmayan birisi arabuluculuk yapabilir mi?...............................................312
Arabulucunun arabulucular sicilinden silinmesini gerektiren haller hangileridir?............................312
Arabuluculuk görüşmelerine kimler katılabilir?................................................................................312
Arabulucular bilirkişiye başvurabilir mi?...........................................................................................313
Arabuluculuk süreci ne zaman başlamış olur?..................................................................................313
Yargılama sırasında taraflar arabulucuya başvurmaya karar verirlerse bu durumda yargılamanın
ertelenmesi söz konusu olur mu?.....................................................................................................313
Arabuluculuk faaliyeti hangi hallerde sona erer?.............................................................................313
Arabuluculuk faaliyeti sırasında verilen belgenin niteliği nedir? Tarafların arabuluculuk sırasında
anlaşmasına bağlanan sonuçlar nelerdir?.........................................................................................313
BİREYSEL BAŞVURU..............................................................................................................................314
Bireysel başvuru şartları nelerdir?....................................................................................................314
Bireysel başvuru yoluna kimler başvurabilir?...................................................................................314
Bireysel başvuruya konu olabilecek kararlar hangileridir?...............................................................315
Başvuru yollarının tüketilmiş olması.................................................................................................316
Bireysel başvuru üzerine verilecek kararlar nelerdir?.......................................................................316
1) Başvurunun reddi kararı:..............................................................................................................316
2) Kabul edilebilirlik kararı:...............................................................................................................317
3) Kabul edilemezlik kararı:..............................................................................................................317
Pilot karar ne demektir?...................................................................................................................318
Bireysel başvuru kararlarının tavzihi ve düzeltilmesi istenebilir mi?.................................................319
Bireysel başvuru üzerine verilen kararlar yayımlanmalı mıdır?........................................................319
Bireysel başvuru hakkının kötüye kullanılmasına bağlanan sonuç nedir?.........................................319
AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİNE BİREYSEL BAŞVURU.............................................................319
DAVA HAKKINDA GENEL BİLGİLER

Dava nedir?

Başkaları tarafından hakkı ihlal edilen veya tehlikeye sokulan kimsenin, bu ihlalin ve
tehlikenin bertaraf edilmesi için mahkemeden hukuki koruma talep etmesidir.
Davacı ve davalı kime denir?

Davacı: mahkemeden hukuki koruma isteyen kişi


Davalı: kendisine karşı dava açılan kimse
DAVA ŞARTLARI

Dava şartı ne demektir?

Davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi ve karar verilebilmesi için varlığı veya yokluğu
mutlaka gerekli olan şartlardır.
Dava şartları nerede düzenlenmiştir? Dava şartları sadece HMK’da mı düzenlenmiştir?

Dava şartları esasen HMK m. 114’ te düzenlenmiştir. Ancak bununla sınırlı değildir. Özel
kanunlarda da dava şartları vardır. Örneğin İİK m. 69, borçtan kurtulma davasında davacı %15
teminat yatırmalıdır.
Mahkemelere ilişkin dava şartları nelerdir?

Yargı yetkisi
Mahkemenin yargı yetkisi egemenlikle bağlantılı olup ülke, kişi, uyuşmazlık konusu ile
sınırlıdır. Mahkemenin yetkisi ülke sınırlarında geçerlidir; yabancı ülkede yargı yetkisi yok.
Yerli yabancı her gerçek ve tüzel kişi Türkiye’de dava açabilir. Ancak yabancı devletlerin
egemenlik işlerine ilişkin işlerde diplomatik temsilcilerin muafiyeti tam; özel hukuk
ilişkilerinde ise yabancı devletin yargı muafiyeti yoktur.
Yargı yolu
Bir davanın hukuk mahkemelerinde mi yoksa idare mahkemesinde mi görüleceği meselesi
yargı yoludur. Yargı yoluna görev denilmesi yanlıştır.
Görev
Kesin Yetki
Taraflara ilişkin dava şartları nelerdir?

İki tarafın (davacı ve davalı) bulunması


Taraf Ehliyeti
Dava Ehliyeti
Davaya vekalet ehliyeti ve Geçerli vekaletname
Dava vekil aracılığıyla takip ediliyorsa vekilin davaya vekalet ehliyeti olması, vekaletnamenin
geçerli olması ve bunun mahkemeye ibraz edilmesi gerekir.
Davayı takip yetkisi
Dava konusuna ilişkin dava şartları nelerdir?

Gider avansı
Teminat gösterilmesine ilişkin kararın yerine getirilmesi
Türkiye’de mutad meskeni olmayan Türk vatandaşı dava açmak, davaya müdahale etmek,
takip yapmak isterse;
Davacının daha önce iflasına karar verilmiş, hakkında konkordato işlemleri başlamışsa
Borç ödemeden aciz belgesinin varlığı gibi sebeplerle ödeme güçlüğü içindeyse
Hukuki yarar
Sadece davada değil; geçici hukuki koruma, kanun yolu gibi her talepte olmalı
İdeal veya ekonomik yarar tek başına hukuki yarar sayılmaz. Bunlar hukuken de korunmaya
değer olmalı
Meşru ve dava sırasında mevcut olmalı. Mahkeme kararına gerek yoksa hukuki yarar yoktur.
Hukuk yarar diğer dava şartları gibi süre verilip tamamlatılamaz. Örneğin, muaccel olmayan
alacak için açılan davada alacağın muaccel olması beklenemez.
Davanın derdest olmaması
Kesin hüküm bulunmaması
Dava konusu yapılan talebin dava edilebilir olması
Bu şart kanunda açıkça sayılmamıştır. Ancak HMK’da dava şartları sınırlı sayıda değildir.
Dava konusu talebin dava edilebilir olması da bir dava şartıdır. Örneğin, kumar ve bahisten;
evlenme tellallığında doğan alacaklar dava edilemez.
Gider avansının ne zamana kadar yatırılması gerekir? Gider avansının yatırılmadığının
esasa girildikten sonra anlaşılması halinde nasıl karar verilmelidir?

Gider avansı dava açılırken yatırılmalıdır. Ön incelemede eksiklik fark edilirse, davacıya iki
haftalık kesin süre verilmeli, bu süre içinde yatırılmazsa dava esasa girilmeden usulden
reddedilmelidir. Yargıtay: verilen kesin süreden sonra yatırılsa da duruşma kaybına neden
olmamışsa davanın reddedilemeyeceğine karar vermiştir. Gider avansının ne için istendiğinin
ve miktarının açıkça belirtilmesi gerekir. Bu açıklanmadan gider yatırılmadı diye davanın reddi
bozma sebebidir.
Gider avansı delil avansından farklı mıdır?

Farklıdır. Gider avansı dava şartıdır; davanın başında alınmalıdır. Delil avansı dava şartı
değildir; davanın başında değil, delile başvurulmak istendiğinde alınır. Gider avansı
yatırılmazsa, dava usulden reddedilir. Delil avansı yatırılmazsa, o delile başvurulmamış sayılır;
dava usulden reddedilmez.
Dava açıldığında eksik olan hukuki yarar şartı dava sırasında tamamlanırsa veya dava
açılırken var olan hukuki yarar dava sırasında ortadan kalkarsa nasıl karar
verilmelidir?

Dava açıldığında eksik olan hukuki yarar şartı daha sonra tamamlanmış ise dava
reddedilmemeli esastan incelenmelidir. İkinci ihtimalde ise, hukuki yararın sadece dava
açıldığı sırada mevcut olması yeterli değildir; dava sırasında da mevcut olmalıdır. Eksiklik
oluşursa, davanın esası hakkında karar verilemez. Mahkemenin vereceği karar, hukuki yararı
ortadan kaldıran sebebe göre değişir. Örneğin, görülmekte olan tespit davasında eda davası
açılabilecek hale gelmişse, davaya eda davası olarak devam edilebilmelidir. Dava konusuz
kalmış ise, karar verilmesine yer olmadığı yönünde karar verilmelidir.
Dava şartları nasıl incelenir? Taraflarca ileri sürülebilir mi? Dava şartı eksikliğinin
yaptırımı nedir?

Dava sonuna kadar var olmalı, hakim kendiliğinden inceler; tarafların talebi gerekli değil;
hakim tarafların talebi ile bağlı da değil.
Çekişmesiz yargıda veya geçici hukuki korumalarda da (bir davadaki gibi olmasa da) gözetilir.
Örneğin, iki taraf şartı çekişmesiz yargıda olmaz. Ama hukuki yarar aranmalı.
Mevcut dava şartı daha sonra ortadan kalkarsa usulden ret; eksiklik sonradan giderilirse
usulden ret olmaz, esas hakkında hüküm verilir.
Dava şartı eksikliğine rağmen esasa ilişkin karar verilmiş ve Yargıtay bozma kararı vermişse,
ilk derece dava şartı eksikliğinin tamamlandığını görürse artık ret kararı verememelidir.
Dava şartları kural olarak ön inceleme aşamasında. Davanın her aşamasında kendiliğinden
gözetilir, taraflarca ileri sürülür.
Dava şartı eksikse iki haftalık kesin süre verilir. Süre içinde tamamlanamayacak bir dava şartı
(örneğin hukuki yarar) yoksa veya kesin süre içinde tamamlanmazsa dava usulden reddedilir.
Dava şartı eksikliğinden verilen ret kararı, usule ilişkin bir nihai karar olup, bu karara karşı
kanun yoluna gidilebilir.
Dava şartı eksikliğinin giderilmesi halinde tekrar dava açmak mümkün.
Dava şartları hangi sıra ile incelenmelidir?

Bu konuda açık hüküm yok. Bir dava şartının yokluğu diğerlerinin incelenmesini gereksiz
kılıyorsa o dava şartı önce incelenmeli, daha sonra diğerlerine geçilmelidir. Bu nedenle ilk
olarak mahkemeye ilişkin dava şartları, daha sonra taraflara ilişkin dava şartları, en son dava
konusuna ilişkin dava şartları incelenmelidir.
DAVA TÜRLERİ

Dava türleri nelerdir? Sayınız.

Talep edilen hukuki korumaya göre;


-Eda davaları; Tespit davaları; İnşai davalar
Talep sonucuna göre;
- Seçimlik davalar; Terditli davalar; Kısmi dava; Belirsiz alacak davası; Topluluk davası;
Mütelahik (Yarışan haklara dayalı) davalar
EDA DAVALARI (M. 105)

Davacı, davalının bir şeyi yapmaya, bir şeyi yapmamaya veya bir şeyi vermeye mahkum
edilmesini ister. Örnek; bir hakkın tescili, bir paranın ödenmesi, bir eserin üstlenilmesi, rekabet
yapmama, geçit hakkını engellememe
Eda davasında hukuki yararın varlığı asıldır; davacının hukuki yararın varlığını ispatlaması
gerekmez. Davalı, davacının hakkını tanımıyor, tanıyıp yerine getirmiyor veya davacının
hakkını tehlikeye düşüren bir durum varsa hukuki yarar vardır.
Eda davası açmakta hukuki yarar olmayan durumlar da vardır. Alacaklının elinde ilam
niteliğinde belge varsa doğrudan takip yapabilir. Eda davası açmakta hukuki yarar yoktur.
Kanunun ‘’bir mahkeme kararına gerek olmadığını bildirdiği’’ hallerde de eda davası açmakta
hukuki yarar yoktur.
Vadesi gelmemiş alacak için eda davasında hukuki yarar yok; ama tespit davası açabilir.
Örneğin, vade gelmese de borcun yerine getirilmeyeceği yönünde ciddi endişe bulunması.
İrade beyanında bulunma borcu eda davasına konu yapılabilir mi?

Bu konuda HMK’da açık düzenleme yoktur. Doktrinde bir görüş, irade beyanında bulunma
borcunun, bir şeyi yapma edimi olarak değerlendirilmesi gerektiğini ve eda davasına konu
yapılabileceğini ileri sürmektedir. Yargıtay kararına konu olan bir uyuşmazlıkta, davalının
sözleşme yapmaktan kaçınması durumunda, mahkeme kararı ile bunun sağlanması amacıyla
açtığı davayı mahkeme işin esasına girerek karara bağlamıştır. Bu durum da bu yöndeki
taleplerin dava konusu yapılabileceğine işaret etmektedir.
Bir alacağın vadesi dava açıldıktan sonra gelirse mahkeme nasıl karar vermelidir?

Bir görüşe göre, alacağın vadesinin gelmemiş olması sebebiyle dava reddedilmeden önce
yargılama sırasında alacağın vadesi gelmiş olursa bundan sonra dava reddedilmez. Nasıl ki
dava şartı eksikliği sonradan tamamlanınca dava usulden reddedilemiyorsa, burada da aynı
çözüm uygulanmalıdır. HGK ise vade yargılama sırasında gelse de davanın reddine karar
verilmeli diyor.
Eda davası sonucunda verilebilecek kararlar nelerdir?

Davanın reddi halinde, davacının talep ettiği hakkın mevcut olmadığı tespit edildiğinden, bu ret
kararı bir tespit hükmü niteliğindedir. Davanın kabulü halinde ise, önce hak tespit edilmiş
olacak ve buna bağlı olarak hakkın ifasına yönelik bir emir yer alacak. İİK m. 30’a göre
mahkeme bir süre öngörmüşse, borçludan ilamlı icra takibi ile bu süre içinde işin yapılması
veya yapılmaması istenir. Süresi içinde iş yapılmazsa bedeli borçludan zorla alınarak icra
müdürü tarafından yaptırılır. O iş sadece borçlunun yapabileceği bir iş ise, süresi içinde işe
başlanmaz ya da iş yapılmazsa alacaklının şikayeti üzerine borçlu İİK m. 343 uyarınca
cezalandırılır. Ayrıca TBK m. 113 gereğince uğranılan zararın giderilmesi için tazminat davası
açılabilir.
TESPİT DAVALARI (M. 106)
Bir hakkın, hukuki ilişkinin (her türlü hukuki ilişki) varlığı veya yokluğunun ya da bir belgenin
sahte olup olmadığının belirlenmesini hedefleyen davalardır. Bir malın mülkiyetinin kime ait
olduğu, geçerli bir sözleşmenin bulunup bulunmadığı
Kira tespit davaları bir tespit davası değil, inşai davadır.
Maddi vakıalar ve soyut hukuki ilişkiler tespit davasına konu olmaz. Örnek; genel olarak
davalının yükümlülüğü bulunup bulunmadığı, bir kazanın meydana gelip gelmediği, bir şeyin
durumunun tespiti, bilirkişinin uzmanlık alanının tespiti tespit davasının konusu değildir.
Delillerin tespiti tespit davasına konu olmaz. Geçici hukuki koruma olan delil tespiti yoluna
gidilecek.
Müspet (Olumlu) tespit davası: bir hukuki ilişkinin varlığının tespitine yönelik. Örnek; bir
sözleşmenin varlığının tespiti; Menfi tespit davası: bir hukuki ilişkinin bulunmadığının
tespitine yönelik dava. Örnek; ilerde kendisine icra takibi yapılacağı endişesi ile borcun
bulunmadığının tespiti için dava açılması.
Menfi tespit davasına karşı, eda davası karşı dava olarak açılabilir. Eda davası açılması ile
tespit davasına devam etmekte hukuki yarar kalmaz.
Davacı hukuki yararı bulunduğunu, eda ve inşai davadan farklı olarak açıkça ortaya koymak
zorundadır. Tehlikenin tespit davası ile giderilebileceği ispatlanırsa hukuki yarar var. Hukuki
koruma başka yol veya dava ile sağlanıyorsa hukuki yarar yok.
İddia ve savunma olarak ileri sürülebilecek hususlar tespit davasına konu olmaz.
Tespit davasının gerek kabulü gerekse reddi tespit hükmündedir; emir içermediğinden ilamlı
icraya konu olmaz. Ancak müspet tespit hükmü itirazın kaldırılmasını sağlayan belge
niteliğindedir.
Tespit davası ile delil tespiti arasında ne fark vardır?

Tespit davası bir davadır. Delil tespiti ise geçici hukuki korumadır. Tespit davasının konusu
hukuki ilişkilerdir. Delil tespitinin konusu delillere ilişkindir. Örneğin trafik kazası sonucu
oluşan zararın tespiti, tespit davasının değil, delil tespitinin konusudur.
HMK m. 107/3 ‘’kısmi eda davası açılabildiği hallerde tespit davası da açılabilir’’
hükmünü nasıl anlamak gerekir?

Tanrıver: söz konusu kuralı, kanunda açıkça hukuki yararının bulunduğunun varsayılması
sebebiyle kısmi dava yerine, sadece hukuki ilişkinin varlığının veya yokluğunun belirlenmesini
sağlamak amacıyla tespit davası açabileceği şeklinde anlamak gerekir.
Pekcanıtez: Davacının talep sonucunu belirlemesinin imkansız olduğu veya kendisinden
beklenemeyecek derece zor olması halinde, alacaklı alacağının tümünün tespiti için belirsiz
tespit davası açabilir burada alacaklının alacağının belirli kısmını kısmi dava olarak açarak geri
kalan kısmının da tespitini istemesi mümkündür. Tespit davası açıldıktan sonra eda davasının
açılması mümkün hale gelirse talep sonucunun değiştirilmesi yasağı ile karşılaşmaksızın dava
ya eda davası olarak devam edilebilmelidir. Örnek, İİK m. 72 ye göre menfi tespit davası borç
ödenmişse kendiliğinden istirdat davasına dönüşmektedir.
İNŞAİ (YENİLİK DOĞURAN) DAVALAR (M. 108)
Bir hukuki durumun kurulması, kaldırılması veya değiştirilmesi için mahkeme kararına ihtiyaç
duyulan dava.
İnşai etkinin doğması için davacının tek taraflı iradesi yeterli değil, bu konuda tarafların
anlaşması da mümkün değil.
İnşai haklar, kural olarak hak sahibinin tek taraflı hakkını kullanmasıyla sonuç doğurur.
Örneğin, sözleşmenin feshi tek taraflı irade beyanı ile hukuki sonuç doğurur, bunun için ayrıca
mahkeme kararına gerek yok. Bazı inşai haklar ise mutlaka mahkeme kararı ile hukuki sonuç
doğurur. Tarafların irade beyanı ile hukuki sonuç doğmaz. Örneğin, eşlerden biri tek taraflı bir
beyanla veya aralarında anlaşarak mahkeme dışında boşanmayı sağlayamaz. Mahkemenin
boşanmaya karar vermesi gerekir.
İnşai davalarda hukuki yararın varlığını ispata gerek yok, hukuki yarar var kabul edilir.
İnşai davalar geçmişe etkili olabilir mi?

İnşai hüküm kural olarak geleceğe yönelik etki doğurur. Geleceğe etkili inşai davalara örnek;
dernek veya vakfın feshi, tüzel kişiliğin feshi, boşanma, evliliğin iptali, evliliğin feshi, mirasın
paylaştırılması. Bazen de inşai hüküm geçmişe etkilidir. Örnek; soybağının reddi, ölüme bağlı
tasarrufun iptali, anonim ve limited şirketlerde genel kurul kararlarının iptali, yargılamanın
yenilenmesi.
İnşai dava türleri nelerdir?

Maddi hukuka ilişkin: derneğin ve vakfın feshi


Borçlar hukukuna ilişkin: cezai şartın veya sözleşme bedelinin indirilmesi, kira bedelinin
tespiti
Ticaret hukukuna ilişkin: ortaklığın feshi, genel kurul kararlarının iptali
Usuli inşai davalar: yargılamanın iadesi, değişiklik davası
İnşai dava sonucunda verilecek kararlar nelerdir?

İnşai davanın reddi halinde iddia edilen inşai hakkın bulunmadığı yönünde bir tespit hükmü;
kabulü halinde inşai hüküm söz konusu olur. İnşai hüküm, sadece taraflar değil herkes için
etkili olur (inşai tesir). Örneğin, boşanma, babalık davaları. Bazı hallerde ise sadece tarafları
etkiler. Hükmün nispi tesiri. Örneğin cezai şartın indirilmesi. İnşai hükmün icrasına gerek
yoktur; etkisi kendiliğinden ortaya çıkar. Örneğin boşanma. Ancak inşai kararla birlikte eda
hükümlerine de yer verilmişse bunların icrası için ilamlı icra yoluna başvurulur. Örneğin,
boşanma ile birlikte nafakaya veya çocuğun teslimine de karar verilmişse; nafaka ve çocuğun
teslimi için ilamlı icra yoluna başvurmak gerekir.
KISMİ DAVA (M. 109)

Kısmi davanın kabul edilmesindeki amaç nedir?

İspat durumunun zorluğu ve hukuki durumun açık olmamasından kaynaklanan yargılama


giderleri riskini azaltmak.
Kısmi dava açılabilmesinin şartları nelerdir?
-bölünebilir talep olmalı
- alacak aynı hukuki ilişkiden doğmalıdır.
* Talep konusu para alacağı veya bölünebilir nitelikte başka bir talep de olabilir.
* Davacı davalıdan farklı hukuki ilişkilere dayanarak birden fazla talepte bulunursa kısmi dava
olmaz. Çünkü her bir talebini tam istiyor.
* Asıl alacağın istenip fer’i hakların istenmemesi halinde de kısmi dava olmaz. Örnek, anapara
alacağının talep edilip faiz alacağının talep edilmemesi. Burada anapara tam dava şeklinde
açılmıştır. Ancak faizin bir kısmı dava edilse idi kısmi dava olurdu.
* Asıl alacağın bir kısmı davadan önce ibra feragat, ifa gibi nedenle sona erip, geri kalan kısmı
dava edilirse kısmi dava olmaz.
* Dava hakkının kötüye kullanılmaması ve dürüstlük kuralına aykırı davranılmaması gerekir.
Davacının alacağını küçük parçalara bölüp her biri için ayrı ayrı dava açmasında hukuki yarar
değil; aksine dava hakkının kötüye kullanılması söz konusu olduğundan kısmi dava açılamaz.
Açık kısmi dava, gizli (örtülü) kısmi dava ne demektir? Bu ayrımın pratikte bir önemi
var mıdır?

Açık kısmi dava: açıkça kısmi dava olduğunu belirtmeye gerek yok. ‘’fazlaya ilişkin haklarını
saklı tutarak’’ veya ‘’şimdilik alacağın belirli bir miktarını dava ettiğini’’ belirterek dava
açılmasıdır.
Gizli (örtülü) kısmi dava: alacağın geri kalan kısmı saklı tutulmamışsa gizli kısmi dava olur.
Bu durum ise geri kalan kısmın aynı davada daha sonra ileri sürülmesi veya ayrı dava açılması
halinde anlaşılır.
Böyle bir ayrım yapılması HUMK döneminde önemliydi. Geri kalan kısma ilişkin haklar saklı
tutulmazsa zımnen feragat söz konusu idi. Şuanda pratik açıdan fark yok. HMK m. 109
gereğince geri kalan kısımdan açıkça feragat edilmemişse, geri kalan kısımdan feragat edildiği
anlamına gelmez. Gerek açık gerekse gizli kısmi davada kalan kısım aynı davada talep
edilebileceği gibi ayrı dava ile de istenebilir.
Kısmi dava açılmasına bağlanan sonuçlar nelerdir?

Alacağın bir kısmı dava edildiğinden, taleple bağlılık, derdestlik, davanın açılmasına bağlanan
sonuçlar sadece o kısım bakımından doğar.
Kısmi davada dava edilmeyen kısım için müspet tespit davası açılabilir mi?

Bir görüş (tanrıver): tespit davası açılamaz. Hukuki ilişkinin varlığı veya yokluğu bir bütün
şeklinde tespit edilmek zorundadır. Geri kalan kısım için tespit davası açılırsa derdestlik
nedeniyle dava, dava şartı yokluğundan reddedilir.
Diğer görüş (Pekcanıtez): Tespit davası açılabilir. Mahkeme tasarruf ve taleple bağlılık ilkesi
gereğince sadece dava edilen kısım hakkında inceleme ve tespit yapmaktadır. Dava dışı kalan
kısım için davacının talebi olmadığından mahkeme bu kısmın tespitini yapamaz. Geri kalan
kısmın dava edilmesi halinde dava konuları farklı olduğundan derdestlik söz konusu olmaz.
Kısmi davada dava edilen kısım hakkında verilen hüküm, diğer kısım için açılan davayı
etkiler mi?

Kısmi davada geri kalan kısmın dava edilmesi durumunda, ilk davada verilen hükmün
kesinleşmesi, geri kalan kısmın açılmasına engel değildir. Ancak ilk davada verilen hüküm
sonraki kısım için açılan davada ciddi şekilde değerlendirilmelidir. Örneğin, ilk davada
sözleşme geçersiz olduğu için dava reddedilmişse, ikinci davada bu husus dikkate alınmalı
sözleşme geçerli sayılıp dava kabul edilmemelidir.
HGK: Kısmi davanın derdest olması veya kesin hüküm ile sonuçlanması geri kalan kısmın
dava konusu yapılmasına engel değil. Ancak kısmi davada verilen hüküm, geri kalan kısım
hakkındaki davayı etkiler.
Birden fazla kez kısmi dava açılabilmesi mümkün müdür? Bunun bir sınırı var mıdır?

Kısmı davada dava edilmeyen kısmın tek bir davada istenmesi şart değil, birden fazla kısmi
dava açılması mümkün. Ancak dava hakkının kötüye kullanılması ve dürüstlük kuralına aykırı
olmamak kaydıyla.
Kısmi davada dava edilmeyen kısım için davalının menfi tespit davası açması mümkün
mü? Geri kalan kısım nasıl talep edilecek?

Dava edilen kısma karşı menfi tespit davası açılamaz. Çünkü ilk kısım için eda davası
açılmıştır. Ancak dava edilmeyen kısım için menfi tespit davası açılabilir.
Dava edilmeyen kısım, kısmi davada ıslah yoluna başvurularak ilk davada talep sonucunu
artırmak suretiyle veya ayrı bir dava açılarak istenebilir. Yargıtay, bozma kararına uyulması
halinde yapılacak incelemede ıslah yapılamayacağını kabul ettiği için bu halde dava edilmeyen
kısım için ıslaha başvurulup talep sonucu arttırılamaz. Davacı ayrı bir dava açmalıdır.
Kısmi davada dava edilmeyen kısım için zamanaşımı işlemeye devam eder mi? Bu kısım
için ıslah yoluna başvurulması zamanaşımını keser mi?

HMK da geri kalan kısmın ıslah edilmesi halinde zamanaşımının ne zaman kesilmiş olacağına
ilişkin düzenleme yoktur.
Kısmi dava açılması ile sadece dava konusu yapılan kısım için zamanaşımı kesilir, geri kalan
kısım için ise zamanaşımı işlemeye devam eder. Geri kalan kısım için ıslah yoluna
başvurulması veya ayrı dava açılması zamanaşımının geçmemiş olmasına bağlıdır. Doktrinde,
kısmı dava ile talep edilmeyen alacağın geri kalan kısmı için zamanaşımı TBK m. 154 de yer
alan kesilme nedenleri (borçlu borcu ikrar etmiş, rehin vermiş, kefil göstermişse; dava
açılması, hakeme başvurma, icra takibi, iflas masasına başvurma) dışında, aynı davada karşı
tarafın rızası veya ıslah talebinde bulunma tarihinde ya da ikinci davanın açıldığı tarihte
kesilmiş olur.
HGK: Geri kalan kısım için ıslaha başvurulmuşsa ıslah tarihinde zamanaşımı kesilir.
4. HD: Islah yoluyla arttırılan kısım içinde zamanaşımı kısmi davanın açıldığı tarihte kesilmiş
olur.
Kısmi davada dava edilmeyen kısım için temerrüde düşme ne zaman gerçekleşir? Faiz
hangi andan itibaren istenebilir?

Borçlu daha önce temerrüde düşürülmemişse, kısmi davada geri kalan kısmın istenmesi için
karşı tarafın rıza göstermesi veya ıslah tarihinden ya da ayrı dava açılması tarihinden itibaren
borçlu temerrüde düşer ve bu andan itibaren faiz istenebilir. Ancak borçlu daha önce temerrüde
düşürülmüşse ıslah ile arttırılan kısım için faiz de temerrüt tarihinden itibaren istenebilir.
Örneğin, kesin vadeli işlerde, vade tarihi belli olduğu için vade tarihinde temerrüt gerçekleşir.
BELİRSİZ ALACAK VE TESPİT DAVASI (M. 107)

Davacıdan, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını veya değerini tam ve kesin olarak
belirlemesi kendisinden beklenemiyorsa veya bu imkansız ise belirsiz alacak davası açılabilir.
Talep sonucunun belirlenmesi bazı hallerde biyolojik nedenlerle, örnek; ağır yalanan kişinin
dava sırasında tedavisi devam ediyorsa, bazen de hukuki anlamda olabilir. Zarar görenin
doktorun kusurlu olduğunu bilememesi, manevi tazminat da tazminat miktarının hakim
tarafından takdir edilmesi gibi.
Davacı tam olarak alacağını tespit edemese de, ‘’geçici talep sonucunu’’ yani belirleyebildiği
miktarı göstermeli, ancak en yüksek miktarı göstermek zorunda değildir. Islaha veya karşı
tarafın muvafakatine gerek kalmadan ‘’kesin talep sonucuna’’ dönüştürebilir. Davacı talep
sonucunu belirleyebilir hale gelince talebini kesin talep olarak mahkemeye bildirmeli; aksi
halde geçici talep üzerinden hüküm kurulur.
Alacak aslında belirlenebilir alacak olup, karşı tarafın veya üçüncü kişinin elindeki belge ile
veya delillerin incelenmesinden sonra tam miktar ortaya çıkacaktır.
Davacı talep sonucunu tam belirleyemese de talep sonucunun dayanağı olan tüm vakıaları
eksiksiz bildirmelidir.
Davacı, talep sonucunu, alacak miktarının hakimin takdirinde olduğu hallerde en geç tahkikat
sonunda; karşı tarafın açıklama ve delil sunmasına bağlı ise bu andan itibaren bildirmelidir.
Aksi halde geçici talep sonucuna göre hüküm verilir.
Davacı talep sonucunu belirlediği anda bunu bildirmelidir. Doktrinde bir görüş, hakimin davayı
aydınlatma ödevi çerçevesinde tarafa süre vererek talep sonucunu belirlemesini isteyemez.
Diğer görüş, hakimin davacıya süre vermesi gerektiğini belirtiyor.
Davacı talep sonucunu belirledikten sonra alacağının daha fazla olduğu kanaatine varırsa bunu
ancak karşı tarafın muvafakati ile veya ıslah yolu ile ileri sürebilir.
Belirsiz alacak davasının kabul edilmesinin amacı nedir?

Davanın başında talep sonucunu tam olarak belirleyemeyen davacının yüksek yargılama
giderine mahkûm olma riskinin giderilmesidir. Talep sonucu yüksek tutulursa haksız çıkan
kısım için yüksek yargılama gideri ile karşılaşılır. Bu nedenle talebi az ileri sürerse, maddi
hukuka göre hakkı olduğu halde daha az alacağa sahip olacak. İkinci amaç, zamanaşımı
süresinin dolma riskini ortadan kaldırmak. Belirsiz alacak davası açılırsa tüm alacak için
zamanaşımı kesilmiş olur. Yine aynı şekilde faiz de, geçici talep için değil, alacağın tümü için
davanın açıldığı andan itibaren faize hükmedilecektir. Üçüncü olarak, davacının gereksiz
masraf yapmasına, ikinci dava açılmasına ve çelişik hüküm verilmesine engel olur.
Manevi tazminat davası kısmi dava olarak açılabilir mi? Belirsiz alacak davası olarak
açılabilir mi?

Yargıtay ve doktrinde bir görüş: manevi tazminat bölünemez ve tektir. Bu nedenle manevi
tazminat bir defada istenebilir; kısmi dava şeklinde açılamaz. Zarar görenin manevi tazminat
talebini bölümler halinde isteyememesinin bir sonucu da manevi zarar miktarı ıslah yoluyla
artırılamaz.
Yargıtay: manevi tazminatın bölünmezliği ve tekliği gerekçesiyle belirsiz alacak davasına da
konu olamaz.
Doktrinde diğer görüş: manevi tazminat davası belirsiz alacak davası olarak değil, eda davası
olarak açılmalıdır.
Manevi tazminatın kısmi dava ve belirsiz alacak davasına konu olacağı görüşü: Manevi
tazminat talepleri kısmi dava yoluyla da talep edilebilir. Belirsiz alacak davasında talep
bölünerek istenmemektedir. Aksine manevi tazminatın tamamı istenmekte ancak bu şuan için
kesin olarak bilinmemektedir. Manevi tazminat talebinin belirsiz alacak davası olarak açılması,
Yargıtay’ın belirttiğinin aksine, manevi tazminat talebinin bölüneceği anlamına gelmez.
Likit olmayan alacak kavramı ile belirsiz alacak kavramı birbirinin yerine kullanılabilir
mi? Arasında fark var mı?

Aynı şey değildir. Likit alacak kavramı sadece icra hukukunda inkar tazminatı için aranan bir
koşuldur. Yargıtay, likit-likit olmayan ayrımını bilirkişiye ihtiyaç duyulup duyulmamasına
veya dava konusu alacağın yargılamayı gerektirip gerektirmediğine göre yapmaktadır.
Öncelikle bilirkişi incelemesini gerektiren her durumda alçağın belirsiz olduğu söylenemez.
Basit özel bilgi ve hesaplarla tespit edilecek alacak belirli alacaktır. Davacı davasını açarken
talep sonucunu hesaplayabiliyorsa alacak belirsiz değildir. borçlu veya üçüncü kişinin elindeki
bilgi ve belgeye bağlı alacak, likit olmasına rağmen belirsizdir. Tarafların aralarında miktar
bakımından anlaşamamaları, alacağı belirsiz kılmaz, tartışmalı kılar. Alacağın tartışmalı olması
halinde ise belirsiz alacak davası açılamaz. Taraflar arasında alacak miktarı hakkında
uyuşmazlık bulunması, talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyeceği anlamına
gelmez.
İş hukukundaki alacaklar bakımından belirsiz alacak davası açılması mümkün müdür?

Belirsiz alacak davasının iki koşulundan birinin mevcut olması halinde işçi alacakları için de
belirsiz alacak davası açılabilir. Davacı, dava açarken brüt ücretin ne kadar olduğunu tam ve
kesin olarak biliyorsa, talep sonucunu belirleyerek ya tam dava ya da kısmi dava açmalıdır.
Ancak tutulan kayıtların davacının iddiası ile örtüşmemesi davacının alacağını belirsiz kılmaz.
Davacının iddiası ile kayıtların örtüşmemesi sadece ücreti tartışmalı kılar bu da belirsiz alacak
davası açılmasına engel olur. İşçi hakkında kayıt dışı bazı işlemler varsa veya işçinin gerçekten
talep sonucunu belirlemesi imkansız ise, işçi alacağı için de belirsiz alacak davası açılabilir.
Objektif dava birleşmesi şeklinde birden fazla talep ileri sürülür bu taleplerden birisi
belirsiz olursa ne olur?
Belirli alacak için tam eda davası; belirsiz alacak için ise geçici talep sonucu dürüstlük kuralına
aykırı değilse belirsiz alacak davası şeklinde görülür.
Tüketici hakem heyetinde belirsiz alacak davası açılabilir mi?

Tüketici hakem heyetine ancak miktarı belirli olan alacak için gidilir. THH ye başvuru bir dava
olmayıp teknik anlamda yargılama yapılmaz. Talebin belirlenmesi veya artırılması da söz
konusu olmayacağından THH de belirsiz alacak davası açılamaz. Tüketici mahkemesinde
açılması gerekir.
İL VE İLÇE HAKEM HEYETİ MİKTARLARI (2017)

Büyükşehir statüsünde: İlçe hakem heyeti 0-2400; il hakem heyeti 2400-3.610


Büyükşehir statüsünde değil: ilçede, 0-2400 ilçe hakem heyeti; 2400-3610 il hakem heyeti;
ilde ise 0-3610 il hakem heyeti
İstinaf aşamasında davacının talebini tekrar belirlemesi söz konusu olabilir mi?

İstinaf yargılamasında davacı talep sonucunu ıslah veya karşı tarafın rızası ile değiştirip
genişletemez. Ancak istinaf aşamasında da vakıa incelemesi yapılabileceği gibi ilk derece
mahkemesin de usulüne uygun gösterildiği halde incelenmeden reddedilen deliller, mücbir
sebeple gösterilemeyen delillere istinafta dayanılabilmekte, tanıklar yeniden dinlenip
bilirkişiden yeniden rapor alınabilmektedir. Bu nedenle ilk derece mahkemesinde alacağın
belirlenmesine yönelik eksik veya hatalı bir inceleme yapılmış ve istinafta bu durum dikkate
alınarak hüküm kaldırılıp yeniden tahkikata geçilmişse davacı talebini yeniden
belirleyebilmelidir. Davacının talep sonucunu belirlemesi talep sonucunu değiştirdiği veya
genişlettiği anlamına gelmez.
Belirli bir alacak için belirsiz alacak davası açılabilir mi? Açılırsa ne şekilde karar
vermek gerekir?

Belirsiz alacak davası açılabilmesi için davacının, dava sırasında talep sonucunu
belirleyememesi veya belirlemesinin imkansız olması gerekir. Davacı dava açarken talep
sonucunu belirleyebilecek durumda ise belirsiz alacak davası açamaz. Buna rağmen açmışsa,
hukuki yarar bulunmadığından ve bu dava şartı tamamlanabilecek dava şartı olmadığından süre
verilmeden dava usulden reddedilmelidir.
Yargıtay’ın görüşü: Yargıtay’ın bazı daireleri, hukuki yarar eksikliğinin tamamlanabileceğini,
mahkemenin davayı reddetmeden önce süre vermesi gerektiğini belirtiyor. Diğer bazı daireler
ise, hukuki yarar bulunmayan durumlarda süre verilmeden davanın usulden reddedilmesi
gerektiğini belirtiyor.
Tanrıver’in görüşü: Bu durumda hakim hukuki yarar yokluğundan davayı usulden hemen
reddetmemeli, bir ara kararı ile açılan davayı klasik bir eda davası olarak nitelendirip görmeye
devam etmelidir. Eleştirisi: kanun koyucu hakime dava türünü değiştirme yetkisi vermemiştir.
Mahkemenin kendiliğinden davaya eda davası olarak devam etmesi tasarruf ilkesine aykırıdır.
Doktrinde bir görüş: Şartları oluşmadan açılan belirsiz alacak davasının hemen
reddedilmemesi gerekir. Davacıya talebini belirli hale getirmesi için süre verilmesi gerekir.
Diğer görüş: Talep sonucu belirli olduğu halde belirsiz alacak davası açılması dürüstlük
kuralına aykırıdır. Mahkemenin eksik olarak getirdiği talebi tam olarak belirlenmesini
davacıdan istemek taleple bağlılık ilkesine aykırıdır. Hukuki yarar eksikliği tamamlanabilir
dava şartı değil süre vermesi de bu nedenle mümkün değildir. Davanın usulden reddi gerekir.
Belirsiz alacak davasında zamanaşımı ne zaman kesilmiş sayılır? Dava açıldığında mı
yoksa talep sonucunun kesin olarak belirlendiği tarihte mi?

HMK da bu konuya ilişkin düzenleme bulunmamaktadır. Belirsiz alacak davasında her ne


kadar geçici talep belirtilse de asıl amaç alacağın tamamını hüküm altına aldırmak olduğundan
dolayı zamanaşımı davanın açıldığı tarihten itibaren kesilmiş sayılır. Bu noktada kesin talep
sonucunun hangi tarihte belirtildiği önem taşımaz.
Alacağın belirli olan kısmı için kısmi dava geri kalan kısmı için tespit davası açılması
mümkün müdür?

HMK da bu husus açıkça düzenlenmemiş olsa da Belirsiz alacak davasının düzenlendiği HMK
m. 107’nin gerekçesinde davacının talep sonucunu belirleyebildiği kısmı için kısmi dava
belirleyemediği kısmı için ise tespit davası açabileceği belirtilmiştir. Kısmi dava ve belirsiz
tespit davasının faydası, alacağın tamamı için zamanaşımı kesilecektir. Kısmi dava bakımından
eda hükmüne; tespit davası bakımından tespit hükmüne karar verilir. Yargılama sırasında
alacağın tümü belirli hale gelir ve davacı tamamı hakkında edaya hükmedilmesini isterse bunu
ancak karşı tarafın muvafakati veya ıslah yolu ile yapabilir. Çünkü bu davanın genişletilmesi
yasağına girer.
Talep sonucunun belirsiz olması halinde tespit davası açmak isteyen davacı, alacağın
belirleyebildiği kısmını gösterip tümü için mi tespit davası açmalı yoksa alacağın belirsiz
olduğunu bildirip tümünün tespitini mi istemelidir?

9. HD davacının miktar belirtmeden belirsiz tespit davası açabileceğini belirtmektedir.


Dayanağı HMK m. 107/3 ‘’kısmi eda davasının açılabildiği hallerde, tespit davası da açılabilir
ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir’’.
Doktrinde bir görüş: davacı talep sonucunun belirleyebildiği kısmını göstererek alacağın
tümünün tespitini istemektedir. HMK m. 107/3 gereğince hukuki yararın varsayılması, belirsiz
tespit davasının geçici miktar veya değer gösterilmeden açılmasına imkan sağlamaz. Kanun
koyucu, belirsiz alacaklar bakımından tespit davası açmakta hukuki yararın varlığını kanun
hükmü ile kabul ettiğinden ayrıca hukuki yararın varlığı araştırılmaz. Ancak esasında belirsiz
alacak davasının açılması mümkün iken ayrıca tespit davasının da açılabilmesini ve bu
durumda hukuki yararın varsayılmasını haklı kılacak bir sebep bulunmamaktadır.
Belirsiz tespit davasının belirsiz alacak davasına dönüştürülmesi söz konusu olabilir mi?

Karşı tarafın açık rızası veya ıslah yolu ile belirsiz tespit davasının belirsiz alacak davasına
dönüştürülmesi mümkündür. Tespit davasından sonra edaya yönelik ikinci bir dava açılmasına
engel olduğundan bu durum usul ekonomisine de uygundur. Belirsiz tespit davasının tespit
davasına nazaran olumsuz yanı, tespit hükmü ile davacının ilamlı takip yapamamasıdır.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden önce açılan kısmi dava,
belirsiz alacak davası olarak kabul edilebilecek midir?
Doktrin: HMK dan önce belirsiz alacak davasına ilişkin hükümler uygulanmaz. Dava açılması
ile o davanın türü belirlenmiş, işlem tamamlanmış olur. Bununla birlikte HMK dan önce açılan
davaya, belirsiz alacak davasının şartlarının bulunması halinde karşı tarafın açık rızası veya
ıslah yolu ile belirsiz alacak davası olarak devam edilebilir. Bu durumda belirsiz alacak
davasına ilişkin sonuçlar, karşı tarafın açık rıza gösterdiği veya ıslah tarihinden itibaren ortaya
çıkar.
TERDİTLİ (KADEMELİ) DAVALAR (M. 111)

Davacı birden fazla talepte bulunup, asıl talebin kabul edilmemesi halinde yardımcı talebi
hakkında karar verilmesi istiyorsa terditli dava olur. Örnek; malın teslimini bu mümkün
olmazsa bedelin ödenmesini; çocuğun velayetinin kendisine verilmesini, bu talep kabul
edilmezse çocukla kişisel ilişkinin yeniden düzenlenmesini istemek.
Birden fazla talep arasında aslilik-ferilik ilişkisi kurmak suretiyle aynı dava dilekçesinde
istenir.
Terditli talepler genellikle aynı vakıa ve hukuki sebebe dayanır ancak farklı vakıa ve farklı
hukuki sebebe de dayanabilir. Örnek; bir malın teslimini isteyen davacı, teslimin dayandığı
satış sözleşmesinin hükümsüzlüğü tespit edilince satış parasını geri isteyebilir. Burada vakıalar
birbirinden farklıdır. Asıl talep satış sözleşmesine ikinci talep ise sebepsiz zenginleşmeye
dayanmaktadır.
Şartlar oluşmadan açılan terditli davaların ayrılmasına her zaman karar verilebilir.
Hakim önce asıl talep hakkında inceleme yapmalıdır; asıl talebi inceleyip reddetmeden önce
fer’i talep hakkında karar verilemez.
Mahkemenin asıl talebi kabul ettiği için yardımcı talep hakkında karar vermemesi halinde,
yardımcı talebe ilişkin yargılama giderleri davalıya yükletilemez. Buna davacı katlanacaktır.
Çünkü yardımcı talep bakımından davalı davayı kaybetmemiştir; bu yargılama giderine
davacının kendisi sebep olmuştur.
Terditli davanın şartları nelerdir?

Birincisi; aynı davalıya karşı ileri sürülecek birden fazla talep arasında aslilik – ferilik ilişkisi
(önce asli talep sonra fer’i talep istenmeli) bulunmalı.
İkincisi: birlikte ileri sürülen talepler arasında hukuki veya ekonomik bir bağ bulunmalı.
SEÇİMLİK DAVALAR

Seçimlik dava, seçimlik borçlarda seçim hakkının borçlu veya üçüncü kişiye ait olması halinde
mümkündür.
Borçlu veya üçüncü kişi seçim hakkını kullanmazsa alacaklı seçme hakkına sahip olur.
Seçimlik borç, borcun konusu birden fazla edim olup sadece birinin ifası gerekiyorsa söz
konusudur. Borcun konusu para borcu, çeşit borcu veya yapma borcu olabilir. Bunlardan
birinin ifası ile borç sona erer. Bir miktar paranın ödenmesi, elbisenin dikilmesi gibi.
Seçim hakkı bir inşai hak olup, tek taraflı beyanla kullanılır ve karşı tarafa yöneldiği anda
sonuç doğurur.
Alacaklı seçme hakkını kullanırsa, edimlerden birisini seçip sadece onun yerine getirilmesini
ister. Alacaklı seçme hakkını kullanmamışsa, hakim davayı aydınlatma ödevi kapsamında
alacaklıya seçimini yaptırır; buna rağmen yapmazsa davayı reddeder. Ancak alacaklı seçimini
yapıp tekrar dava açabilir.
DAVALARIN YIĞILMASI (OBJEKTİF DAVA BİRLEŞMESİ) (m. 110)

Davacı aynı davalıya karşı birbirinden bağımsız birden fazla talebini aynı dava dilekçesinde
ileri sürmektedir.
Birlikte dava edilen talepler aynı yargı çeşidi içinde kalmalı ve hepsi için ortak yetkili
mahkeme bulunmalıdır.
Terditli davadan farkı, talepler arasında aslilik – ferilik ilişkisi olmaması; talepler arasında
hukuki veya ekonomik bağın bulunmasının şart olmaması.
Görünüşte tek dava ve hüküm; gerçekte talep sayısınca dava ve hüküm vardır.
Her bir talep için ayrı ayrı vakıa gösterilmeli; ayrı ayrı ispat gerekli; dava şartları her bir talep
için ayrı ayrı incelenmeli; talepler ayrı ayrı incelenip her biri hakkında karar verilmelidir.
Taleplerin mutlaka aynı dava türüne ilişkin olması gerekmez. Bir talep inşai dava, diğer, eda,
bir diğeri tespit davasının konusu olabilir. Örneğin boşanma davasında boşanma kararı inşai
dava, maddi ve manevi tazminatlar eda davasının konusudur.
Talepler aynı veya farklı hukuki sebebe dayanabilir. Kiralayanın kiracıya karşı açtığı davada
tahliye talebi ve ödenmemiş kiraların ödenmesi isteniyorsa objektif dava birleşmesi vardır.
Talepler farklı vakıalardan ve farklı hukuki sebeplerden doğabilir; aralarında bağlantı
bulunması gerekmez. Örneğin, bir alacak satım sözleşmesinden diğeri ödünç sözleşmesinden
kaynaklanabilir. Ancak talepler arasında hiçbir bağlantı yoksa hakim bu taleplerin ayrılmasına
karar verebilir.
Objektif dava birleşmesinin şartları nelerdir?

-davacının aynı davalıya karşı birden fazla talebi olması


- talepler arasında aslililik – ferilik ilişkisi bulunmaması
- taleplerin tümünün aynı yargı çeşidi içinde yer alması (biri çekişmeli yargı diğeri çekişmesiz
yargı olmaz)
- talepler hakkında ortak yetkili mahkemenin bulunması
- Mahkemenin ileri sürülecek talepler bakımından görevli olması (biri hakkında aile
mahkemesi diğeri hakkında asliye hukuk mahkemesi görevli ise olmaz)
MÜTELAHİK (YARIŞAN HAKLARA DAYALI) DAVALAR

Davacının talep (veya taleplerini) belirli bir hukuki sebebe değil, bu talebi haklı gösteren
birden fazla hukuki sebebe dayanması halinde mütelahik dava söz konusudur.
Diğer davalardan farkı, burada tarafların talepleri ile bağlantılı bir durum değil, bu talepleri
haklı kılmaya yönelik hukuki sebeplerle ilgili bir durum vardır.
Hakim hukuku kendiliğinden uygulayacağından tarafın ileri sürdüğü hukuki sebepler hakimi
bağlamaz.
TOPLULUK DAVASI

Topluluk davası ile kişisel değil, kollektif menfaatin korunması amaçlanır.


Bu davada bir, grup, sınır veya topluluğun menfaatinin korunması için bu topluluğun temsil
edilmesi ve topluluk adına dava açılması söz konusu olup; dava sonunda verilen karardan
topluluk yararlanmaktadır.
Dava açabilmek için tüm üyelerin menfaatinin ihlal edilmesi gerekmez. Bir kısım üyenin
menfaatinin ihlal edilmesi yeterlidir.
Kişisel menfaatin ihlali halinde topluluk davası açılamaz.
Dava yetkisi dernek, vakıf veya tüzel kişi adına kullanılır.
İlgililerden bir kısminin kişisel olarak dava açmış olması topluluk davası açılmasına engel
değildir. Mahkeme de daha önce ilgililerden birinin açtığı davada verilen kararla bağlı değildir.
Topluluk davası ile bir paranın verilmesi, tazminat talep edilemez. Bununla birlikte kişi veya
dernek zarar görmüşse genel hükümlere göre tazminat isteyebilir.
Topluluk davası, tüketici hukukunda, haksız rekabet hukukunda, sendikalar hukukunda ve
çevre hukukunda görülebilir. Örneğin, Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun m. 74’e göre,
satışa sunulan bir seri malın ayıplı olduğunun tespiti, üretiminin veya satışının durdurulması,
ayıbın ortadan kaldırılması ve satış amacıyla elinde bulunduranlardan toplatılması için
Bakanlık, tüketiciler veya tüketici örgütleri dava açabilir.
Topluluk davasında verilen hüküm ilgililerin açacağı dava bakımından veya tam tersi durumda
bir dava diğeri için kesin hüküm teşkil etmez. Her iki davanın tarafları farklıdır. Topluluk
davası açılmışsa, ilgiler de aynı konuda dava açabilir. Taraflar farklı olduğu için derdestlik
itirazı söz konusu olmaz. Farklı örgütler tarafından birden fazla topluluk davası açılması
halinde de aynı gerekçe ile derdestlik itirazı olmaz. Bu konuda hakkın kötüye kullanılması
veya hukuki yararın bulunmadığından bahsedilemez.
DAVANIN AÇILMASI

Dava hakkı nedir?

Dava açabilme hakkıdır. Hukuki yararla sınırlıdır; kötüye kullanılamaz; bağımsız nitelikte
değildir; asıl hakka bağlı olup ondan ayrı devredilemez ve ondan ayrı kullanılamaz. Asıl hak
henüz doğmamışsa veya ortadan kalkmışsa dava hakkı da yoktur.
Dava dilekçesinde bulunması unsurların hepsi zorunlu mudur?

Bazı unsurların bulunması zorunlu, bazı unsurlar ise ihtiyari nitelikteki unsurlardır.
Dava dilekçesinde bulunması gereken unsurlar nelerdir?
HMK m. 119’da düzenlenmiş olup şunlardır:
1) Mahkemenin adı
* ‘’İzmir asliye hukuk mahkemesi’’; zorunlu unsur olarak sayılmamıştır. Doktrinde mahkeme
adı eksikse süre verilebileceği belirtilmekle birlikte görevli ve yetkili mahkemenin
belirlenmemesi halinde dava usulden reddedilir.
2) Tarafların ad, soyad ve adresleri
* davacının ve davalının kim olduğunun belirtilmesi dava dilekçesinin zorunlu unsurudur.
* Tüzel kişinin adı ve soyadı yerine unvanı yazılır.
* davacı veya davalı tarafta birden fazla kişi varsa hepsinin ismini ayrıca yazılması gerekir. A
ve arkadaşları olmaz.
* Tarafların adreslerinin bulunması da zorunlu unsurdur. Ancak dava vekille takip edilip,
vekaletnamede davacının adresi belirtilmişse ayrıca dava dilekçesinde davacının adresinin
yazılmamış olması bir eksiklik sayılmaz. Aynı şey davalı için de geçerlidir. Ayrıca Yargıtay
davalının kimlik numarasının yazılmış olması halinde adresin bulunmamasını, mernis
adresinden tespit edilebileceğinden eksiklik saymamıştır.
Davacının, davalının adresini bildirmemesi veya tespit edememesi halinde nasıl karar
verilir?

Davacı davalının adresini bildirmemişse kendisine bir haftalık süre verilir. Ancak bu süre
içinde de davalının adresini bulamamışsa dava açılmamış sayılmaz. Bu durumda mahkeme
öncelikle araştırma yaparak davalının adresini belirlemelidir. Mahkemenin araştırmasına
rağmen de davalının adresi tespit edilemezse ilan yolu ile dava dilekçesi tebliğ edilir.
3) Davacının T.C. kimlik numarası
* Zorunlu unsurdur. Ancak Yargıtay bazı kararlarında zorunlu unsur olarak görmemiştir.
4) Tarafların kanuni temsilcilerinin ve davacı vekilinin ad, soyad ve adresleri
* davalının vekili olsa dahi dava dilekçesinde onun adı yazılmaz. Çünkü davalının bir vekilinin
olup olmadığı varsa bile o davada onu temsil edip etmeyeceği çoğu zaman bilinemez.
5) Dava konusu (Müddeabih)
* ‘’boşanma davası’’, ‘’alacak davası’’, ‘’tahliye davası’’ gibi
* Şahıs varlığına ilişkin davalarda davacının bir değer göstermesi söz konusu olamaz. Ancak
malvarlığını ilgilendiren davalarda dava konusunun değerinin gösterilmesi dava dilekçesinin
zorunlu unsurlarındandır.
* Dava konusunun değeri davanın açıldığı ana göre belirlenir. Talep sonucu yabancı para
olarak gösterilebileceği gibi hakim yabancı paraya da hükmedebilir.
* Davacı yabancı para alacağını dilerse vade tarihindeki kur üzerinden dilerse de fiili ödeme
tarihindeki kur üzerinden Türk parası olarak ödenmesini isteyebilir. Ancak harç için dava
açıldığı sırada Türk parası olarak karşılığını göstermelidir.
* Dava konusunun değerinin belirlenmesi kanun yoluna başvuru, harcın belirlenmesi
bakımından önemlidir. Faiz, yargılama giderleri, gider avansı, delil avansı dava konusunun
değeri hesaplanırken dikkate alınmaz.
Dava konusunun değerinin dava dilekçesinde gösterilmesi zorunlu mudur?

Malvarlığını ilgilendiren davalarda dava konusunun değerinin gösterilmesi zorunludur. Her ne


kadar HMK da bu husus zorunlu unsu olarak sayılmamışsa da bu bir eksiklik olmayıp Harçlar
Kanunu’nda bunun düzenlenmesinden kaynaklanmaktadır. Ancak Yargıtay bazı kararlarında
maalesef Harçlar Kanunundaki düzenlemeyi dikkate almadan dava konusunun değerinin
gösterilmemesi halinde davanın açılmamış sayılmasına karar vermiştir. HK m. 16 ya göre,
değer tespiti mümkün olan hallerde dava dilekçesinde değer gösterilmesi zorunludur. Eksiklik
halinde değer davacıya tespit ettirilir. Tespit etmekten kaçınırsa dilekçe işleme konmaz.
6) Davanın dayandığı vakıalar (Dava sebebi)
* Bu vakıalar talep sonucunu haklı kılan koşul vakıalardır. Davacı, iddiasını dayandırdığı bütün
vakıaları açıkça dilekçede bildirmelidir.
Somutlaştırma bir yükümlülük müdür? Davacı talep sonucunun dayanağı olan vakıaları
nasıl somutlaştırır? Vakıaların eksik gösterilmesi tamamlanabilecek bir unsur mudur?

Somutlaştırma yükü, hukuki bir zorunluluk olmayıp usuli bir yüktür. Yükümlülük değildir. Bu
yükün gereği yerine getirilmezse davacının davayı kaybetmesi söz konusu olabilir. Davacı
talep sonucunun dayanağı olan vakıaları açıkça belirtmelidir. Davacının talebini dayandırdığı
vakıaları eksiksiz olarak göstermesi dilekçenin zorunlu unsuru değildir. Dava dilekçesinde
vakıaların yazılmamış veya eksik olması dilekçenin tamamlanabilir unsurlarından değildir. Bu
nedenle eksikliğin tamamlanması için hakim süre veremez. Çünkü eksik olan vakıanın
sonradan ileri sürülmesi iddianın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağına girer.
7) Dayanılan deliller
* Davacı iddiasını dayandırdığı her bir vakıanın hangi delillerle ispatlanacağını dilekçede
göstermelidir. Göstermemişse hakim davayı aydınlatma ödevi çerçevesinde eksikliğin
giderilmesi için ön inceleme aşamasında kesin süre vermelidir.
Delillerin hasredilmesi davada ne zaman söz konusu olur? Delillerin hasredilmesinin
istisnaları nedir?

Doktrinde bir görüş: davacı dava dilekçesiyle delillerini göstererek hasretmiş sayılır ve
bununla başka delil göstermeme taahhüdü altına girer.
Diğer bir görüş: dilekçelerini değişimi ile birlikte deliller hasredilmiş olur. Ancak bu durum
HMK m. 145’in uygulanmasına engel olmaz.
Başka bir görüş: Kanun koyucu dilekçelerin değişimi aşamasında delillerin gösterilmesi ve
mahkemeye ibraz edilmesini öngörmekte, tarafların göstereceği başka delil olmadığını açıkça
bildirmeleri ve başka delil göstermeyeceğine dair taahhüt altına girmeleri gerekmez. Tarafla
HMK m. 145 şartları içinde daha sonraki aşamada yeni delil gösterebileceği gibi hakimin
davayı aydınlatma ödevi çerçevesinde hakim de yeni delil göstermesini isteyebilir. Delillerin
dilekçede gösterilmesi delillerin hasredildiği anlamına gelmez.
Delillerin hasredilmesinin istisnaları: Hakimin izni: bir delilin sonradan ileri sürülmesi
yargılamayı geciktirme amacı taşımıyorsa veya süresinde ileri sürülememesi ilgili tarafın
kusurundan kaynaklanmıyorsa, mahkeme o delilin sonradan gösterilmesine izin verebilir (m.
145, c. 2). Hakimin davayı aydınlatma ödevi: Hâkim, uyuşmazlığın aydınlatılmasının
zorunlu kıldığı durumlarda, maddi veya hukuki açıdan belirsiz yahut çelişkili gördüğü hususlar
hakkında, taraflardan delil gösterilmesini isteyebilir (m. 31).

Dava dilekçesinde yemin deliline dayanmayan tarafa hakim yemin delilini hatırlatabilir
mi?

Yargıtay: dava dilekçesinde ‘’sair deliller ‘’ ifadesine yer verilmişse bu yemin delilini de
kapsar. Bu nedenle tarafa yemin teklif etme hakkını hatırlatmalıdır.
Doktrin: Yargıtay’ın görüşü isabetsizdir. Davacı tüm delillerini dava dilekçesinde
göstermelidir. Yemin teklif edebilmesi için dilekçede yemin deliline dayanmış olmalıdır.
Hakimin davayı aydınlatma ödevi çerçevesinde tarafa yemin teklifini hatırlatabilmesi için
taraflarca getirilme ilkesinin gereği olarak tarafın yemine dilekçesinde delil olarak dayanması
gerekir. Zira yemin bilirkişi ve keşif gibi hakimin kendiliğinden başvurabileceği delil değildir.
aksinin kabulü taraflarca getirilme ilkesine aykırıdır.
Dilekçelerde gösterilen deliller mutlaka bu aşamada mahkemeye ibraz edilmeli midir?

Davacı dava dilekçesinde göstermiş olmakla birlikte mahkemeye ibraz etmemişse veya başka
yerlerden getirilecek delillere ilişkin gerekli açıklamada bulunmamışsa ön inceleme
aşamasında davacıya eksikliğin giderilmesi için iki haftalık kesin süre verilmelidir. Bu süre
içinde eksiklik giderilmezse o delile başvurmaktan vazgeçmiş sayılır (m. 140/5). Burada esasen
yeni delil gösterme değil, dilekçede gösterilen belgelerin ibrazı söz konusudur. Davacı bu
durumda her ne kadar o delile başvurmaktan vazgeçmiş sayılsa da, m. 145 in sağladığı istisnai
halden yararlanarak belgeleri ibraz edebileceği gibi; hakim davayı aydınlatma ödevi
kapsamında dosyadan varlığını anladığı belgelerin ibrazını isteyebilir.
8) Hukuki sebepler
* Dava dilekçesinin zorunlu bir unsuru değildir. Hakim hukuki sebepleri kendisi bulup
uygulamalıdır. Özekes, dava dilekçesinde hukuki sebep gösterilmesi zorunludur. Bu
zorunluluğun bulunması hakimin hukuki sebeplerle bağlı olmadığı kuralından farklı bir
durumdur.
* Dava dilekçesinde hukuki sebep gösterilmemesi eksiklik sayılmaz; bunun tamamlanması için
süre verilmez. Yargıtay da bu görüştedir.
9) Talep sonucu
* Dava dilekçesinin zorunlu unsurudur. Hakim taleple bağlı olup talepten fazla veya başka şeye
karar veremez.
* Hakim davayı aydınlatma ödevi çerçevesinde açık olmayan veya çelişik talep sonucunun
açıklanmasını isteyebilir. Ancak bu çelişkinin açıklanması için HMK m. 119 a göre süre
verilerek eksikliğin giderilmesi söz konusu olamaz.
* Bir davanın türü, eda, tespit, inşai dava olduğu talep sonucuna göre belirlenir.
* objektif dava birleşmesinde davacı hem toplam talep sonucunu hem de birbirinden bağımsız
asli alacağını ayrı ayrı göstermelidir.
Davacı açıkça faiz talep etmemişse; faiz oranı belirlenmemişse faize karar verilebilir mi?

Davacı faiz istediğini, faizin işlemeye başladığı tarihi ve faiz oranını açıkça belirtmelidir. Faiz
talep edilmemişse hakim kendiliğinden faize karar veremez. Faiz başlangıç tarihi veya oranı
gösterilmemişse mahkeme davanın açıldığı tarihten itibaren kanuni faizi uygular. Umar ise,
davalı daha önce temerrüde düşmemişse dava dilekçesinin tebliği ile temerrüde düşeceğinden
davanın açıldığı andan değil, dava dilekçesinin tebliğinden itibaren faiz işlemelidir.
10) İmza
* Dava dilekçesinde davacının, varsa kanuni temsilci veya vekilin imzası olmalıdır.
* Dava dilekçesinin zorunlu unsurudur.
* İmza eksikliği halinde eksikliğin giderilmesi için bir haftalık kesin süre verilir. Eksiklik
giderilmezse davanın açılmamış sayılmasına karar verilir.
Dava dilekçesinin unsurlarında eksiklik olmasının yaptırımı nedir? Her eksikliğin
tamamlanması için süre vermek gerekir mi?

Süre verilmeyi gerektiren unsurlar


Davacı ve davalının ad soyad (tüzel kişide unvan) ve adresleri
Davacının T. C. Kimlik numarası
Varsa kanuni temsilci ve davacı vekilinin ad, soyad ve adresi
Talep sonucu
İmza
Bu unsurlarda eksiklik olması halinde hakim davacıya bir haftalık kesin süre verir. Kesin süre
içinde eksiklik tamamlanmazsa davanın açılmamış sayılmasına karar verilir (m. 119/2).
Süre verilemeyen unsurlar
Mahkemenin adı
Dava konusu ve değeri
Vakıalar
Deliller
Hukuki sebepler
Bu eksikliklerin bulunması halinde hakim eksikliğin tamamlanması için davacıya kesin süre
veremez. Eksiklik halinde davanın açılmamış sayılması da kanuna aykırıdır. HMK da bu
unsurların eksik olması halinde ne olacağı açıkça belirtilmemiştir. Bu eksikliklerin bulunması
davanın esastan incelenmesine engel teşkil etmez. Ancak tamamlanmazsa davacının davayı
kaybetmesine neden olabilir.
Özekes: Aslında bu unsurların eksikliğine ilişkin farklı düzenlemeler bulunduğu için kanun
koyucu bu hallerin eksikliği halinde yapılması gerekenleri HMK da ayrıca düzenlememiştir.
Karslı: Bu unsurların eksikliği halinde dava hemen reddedilmemelidir. Bunların her zaman
tamamlattırılması mümkündür.
Pekcanıtez: Bu unsurlar bir haftalık süre ile eksikliği giderilemeyecek unsurlardır. Her birini
ayrı değerlendirirsek; dava konusunun değerinin eksik gösterilmesi HK m. 30 da; hiç
gösterilmemesi de HK m. 16 da düzenlenmiştir. Bu nedenle HMK da ayrıca düzenleme gereği
duyulmamıştır. Vakıaların eksik gösterilmesi halinde süre verilmesi de söz konusu olmaz.
Zaten dilekçeler aşamasından sonra yeni delil gösterilmesi iddia veya savunmanın
genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağına girer.
Ejder Yılmaz: Vakıaların ve delillerin eksik gösterilmesi veya hiç gösterilmemesi halinde
HMK m. 119/2 kıyasen uygulanmalıdır.
Postacıoğlu/Altay: Vakıaların bildirilmemesi halinde dava usulden; delillerin bildirilmemesi
halinde ise esastan reddedilmelidir.
Hangi hallerde dava dilekçesinin davalıya tebliğ edilmemesi gerekir?

-İlk derecede açılması gereken bir dava Yargıtay’da açılmışsa


- Gerekli harç ve giderler yatırılmamışsa
- Mahkeme dava konusu hakkında yargı yetkisine sahip değilse
Bunlar dışında dava şartlarının yokluğu halinde dava dilekçesinin tebliğinden kaçınılamaz.
Çünkü bu eksiklikler hakkında mahkemenin kararı gereklidir.
Dava ne zaman açılmış sayılmaktadır?

Dava, kural olarak dava dilekçesinin esas defterine kaydedildiği tarihte açılmış sayılır (m. 118).
Yargıtay içtihadı birleştirme kararına göre, harca tabi davalarda harcın yatırıldığı tarih, harca
tabi olmayan davalarda ise dilekçenin hakim tarafından havale edildiği tarih, davanın açıldığı
tarih olarak kabul edilmektedir. Elektronik ortamda dava açılması halinde dava, dilekçenin
sisteme kaydı tarihinde açılmış sayılır (Yön. m. 197/8, 9).
DAVA AÇILMASININ SONUÇLARI

Dava açılmasının maddi hukuka ilişkin sonuçları nelerdir?

1) Zamanaşımının kesilmesi ve hak düşürücü sürenin korunması


-Alacaklının dava, def’i yolu ile mahkemeye veya hakeme başvurması ile zamanaşımı kesilir
(TBK m. 133).
- Zamanaşımının kesilmesi için ayrıca dava dilekçesinin davalıya tebliği gerekmez. Ancak bu
tebliğ ayrıca zamanaşımının kesilmesi nedenidir. Dava açılması ile kesilen zamanaşımı
yeniden işlemeye devam eder; hakimin her işlemi ile tekrar kesilir (TBK m. 157).
- zamanaşımının kesilmiş sayılması için usulüne uygun bir davanın açılmış olması gerekir.
Aksi halde zamanaşımı kesilmez.
- Davanın müteselsil borçlulardan veya bölünemeyen bir borcun borçlularından birine karşı
açılmış olması, diğerlerine karşı da zamanaşımını keser (TBK m. 155/1).
- yabancı bir ülkede açılan davanın zamanaşımını kesip kesmediği doktrinde tartışmalıdır. Bir
görüşe göre yabancı ülkede açılan dava yetkisizlik nedeniyle reddedilirse 60 gün içinde
Türkiye’de dava açılabilmelidir.
- Menfi tespit davası zamanaşımını kesmez; ancak müspet tespit davası zamanaşımını keser.
- dava açılması ile hak düşürücü süreler de korunmuş olur. 60 günlük ek süre hak düşürücü
süre bakımından da geçerlidir.
Dava açıldıktan sonra davacı tarafta iradi taraf değişikliği olması halinde yeni davacı
bakımından zamanaşımı ne zaman kesilmiş sayılır?

Bu durumda dava açılmasının sonuçları eski ve yeni davacı bakımından ayrı ayrı
değerlendirilmelidir. Eski davacı bakımından davanın açıldığı anda; yeni davacı bakımından
ise davaya katılma iradesini mahkemeye bildirdiği an da zamanaşımı kesilmiş sayılır.
Davalı tarafta iradi taraf değişikliği halinde zamanaşımın eski davalıya karşı kesildiği tarih,
yeni davalı bakımından da kesilmiş sayılmamalıdır. Çünkü sadece dava açmak zamanaşımının
kesilmesi için yeterli değildir. Aynı zamanda bu talebin borçluya yöneltilmesi gerekir. Davalı
bakımından zamanaşımın kesildiği an olarak davacının, davalı tarafta iradi taraf değişikliğine
ilişkin talebini mahkemeye yönelttiği an esas alınmalıdır.
Dava sırasında zamanaşımı ve hak düşürücü sürenin geçmesi halinde yararlanılacak bir
imkan var mıdır?

Vardır. TBK m. 158 e göre ‘’Dava veya def’i; mahkemenin yetkili veya görevli olmaması,
düzeltilebilecek bir yanlışlık yapılması veya vaktinden önce açılmış olması nedeniyle
reddedilmiş olup da o arada zamanaşımı veya hak düşürücü süre dolmuşsa, alacaklı 60 günlük
ek süre içinde haklarını kullanabilir’’. Ek süreden faydalanmak için zamanaşımı süresi dava
açılmasından sonra dolmalıdır. Davacı 60 gün içinde yeniden harç ödeyerek yeniden dava
açmalıdır.
TBK m. 158 e göre alacaklıya tanınan 60 günlük ek süre ne zaman işlemeye başlar?
Tahkimde de bu sürenin uygulanması mümkün müdür?

60 günlük ek süre görevsizlik ve yetkisizlik kararı bakımından kabul edilmiştir. Bu süre


görevsizlik veya yetkisizlik kararı verildiği anda kesinse bu kararın tebliğinden; kanun yoluna
başvurulmayarak kesinleşmişse kararın kesinleşmesinden; kanun yoluna başvurulmuşsa
başvurunun reddi kararının tebliğinden itibaren iki hafta geçtikten sonra işlemeye başlar.
Doktrine göre, TBK daki 60 günlük süre görevsizlik veya yetkisizlik kararı ile
sınırlandırılmamıştır. Düzeltilebilecek bir yanlışlık yapılması veya davanın vaktinden önce
açılmış olması halinde de davacı 60 günden yararlanabilmelidir. Tahkim ilk itirazı üzerine
verilen usulden ret kararından sonra davaya devam edilmesi mümkün olduğundan burada
düzeltilebilecek bir yanlışlık olduğu kabul edilmelidir. 60 günlük ek süre tahkim ilk itirazının
kabulü üzerine verilen usulden ret kararının kesinleşmesinden itibaren işlemeye başlar. Bunun
için mahkemede açılan dava ile tahkimde açılan davanın aynı olması gerekir.
2) Şahsa bağlı hakların malvarlığı haklarına dönüşmesi
- Örneğin nafaka, manevi tazminat davaları dava açıldıktan sonra davacı ölürse dava konusu
ölenin şahsını ilgilendirmesine rağmen malvarlığı hakkına dönüşür ve mirasçılar davaya devam
edebilir.
3) Bazı hallerde iyiniyetin ortadan kalkması
Dava açılması tek başına davalının iyi niyetinin ortadan kalmasına neden olmaz. Çünkü TMK
m. 3 gereğince iyi niyet asıldır. İyi niyetin kötü niyete dönüşmesi başlı başına davanın açılması
ile değil, davanın açıldığını davalının öğrenmesi ile yani kural olarak dava dilekçesinin tebliği
ile ortaya çıkar. Örneğin, TBK m. 79 a göre, sebepsiz zenginleşen kişi dava sırasında elinden
çıkarmış olduğunu ispat ettiği kısım dışında, kalanı vermekle yükümlüdür. Bu düzenlemeye
göre dava açılmadan önce iyi niyetli olsa bile, dava açılmasından sonra kişi kötü niyetli kabul
edilir ve bundan sonra tamamını vermekle yükümlüdür (TBK m. 79/2).
4) Davalının temerrüde düşmesi
Borçlu daha önce temerrüde düşürülmemişse davanın açılması ve dava dilekçesinin tebliği ile
temerrüde düşer. Zira dava dilekçesinin tebliği bir tür ihtardır.
Dava açılmasının usul hukuku bakımından sonuçları nelerdir?

1) Mahkemenin davayı inceleme zorunluluğu


2) Derdestlik
Dava açılması ile derdestlik başlar; ayrıca dava dilekçesinin davalıya tebliğine gerek yoktur.
Derdestliğin dava şartı olarak kabul edilmesinde şunlar etkilidir: davanın yeniden açılmasında
hukuki yarar yok, çelişik karar çıkabilir, usul ekonomisine aykırı, yeniden dava dürüstlük
kuralına aykırıdır.
Hakemde derdestlik olup olmayacağına ilişkin açık düzenleme yok. Ancak Pekcanıtez ikinci
davanın derdestlikten reddedilmesi gerektiğini söylüyor.
İlk davada yetkisizlik ve görevsizlik nedeniyle gönderme kararı verilmiş fakat bu karar
kesinleşmeden davacı görevli ve yetkili mahkemeye başvurursa görevsiz veya yetkisiz
mahkemeye yapılan başvuru ikinci kez açılmış bir dava gibi kabul edilerek derdestlikten
söz edilebilir mi?

Gönderme kararı kesinleşmeden görevli ya da yetkili mahkemeye başvurulması yeni bir dava
açılmasını değil, aynı davanın devamını sağlamak için yapıldığından süresinden önce yapılan
başvuru derdestlik olarak değerlendirilemez. Başvurulan mahkemenin bu durumda gönderme
kararının kesinleşmesini beklemesi gerekir. Gönderme kararı kesinleşirse bu başvuru kabul
edilerek davaya devam edilir. Buna karşılık görevsizlik ya da yetkisizlik kararı istinaf
incelemesi sonucunda kaldırılırsa kendisine davaya devam için başvurulan mahkemenin bu
talebi reddetmesi gerekir.
Hakemde dava açıldıktan sonra aynı dava mahkemede de açılırsa derdestlik itirazı mı
yoksa tahkim ilk itirazı mı söz konusu olur? Her iki itiraz birlikte ileri sürülebilir mi?
Sürülebilirse hangisi daha önce incelenmelidir?
Doktrinde bir görüş: bu durumda mahkemede açılan davada derdestlik itirazı ileri sürülebilir.
Diğer görüş: Derdestlik itirazının ileri sürülebilmesi ve incelenebilmesi için mahkemenin,
görev, yargı yolu bakımından bir mahkeme olması gerekir. Tahkim ile adli yargı aynı yargı
yolu içinde yer almaz. Tahkim adli yargının dışında kalır. Bu durumda önce usulüne uygun bir
tahkim itirazı olup olmadığı incelenmelidir. Süresi içinde tahkim ilk itirazı ileri sürülmezse
artık mahkeme görevli ve yetkili hale gelir. Zira süresi içinde tahkim ilk itirazı ileri
sürülmediği takdirde tarafların tahkimden vazgeçtikleri ve uyuşmazlığın mahkemede
çözümlenmesini kabul ettikleri sayılır. Bu durumda hakemde açılan daha sonra mahkemede
açılan davada arasında derdestlik olmaz. Mahkeme davanın esası hakkında karar verir. Buna
karşılık süresinde tahkim ilk itirazı ileri sürülürse mahkemenin öncelikle tahkim ilk itirazını
incelemesi gerekir. Zira tahkim ilk itirazı kabul edilirse dava usulden reddedilir ve derdestliği
incelemeye gerek kalmaz. Burada dava şartı olan derdestliğin ilk itiraz olan tahkim itirazından
önce incelenmesi gerektiği düşünülebilirse de, bir mahkeme ancak uyuşmazlık bakımından
görevli ve yetkili ise derdestliği inceleyip karar verebilir.
3) Davanın açıldığı tarihe göre dava şartlarının incelenmesi ve hüküm kurulması
Mahkeme dava şartlarını davanın açıldığı tarihe göre ön inceleme aşamasında inceler. Dava
şartı eksiliği giderilebilecekse kesin süre verir. Eksiklik giderilmezse dava usulden reddedilir.
Dava açıldığı tarihte eksik olan dava şartı sonradan tamamlanırsa dava reddedilmez. Ancak
dava açıldığı tarihte var olan dava şartı daha sonra ortadan kalkarsa hakim bunu dikkate alır.
Mahkeme hüküm bakımından da kural olarak davanın açıldığı tarihi dikkate alır. Daha sonra
ortaya çıkan olaylar ve talepler, kanunda tanınan istisnalar dışında dikkate alınmaz.
4) İhtiyati tedbirin ve ihtiyati haczin korunması
Dava açılmadan önce ihtiyati tedbir veya ihtiyati haciz kararı alınmışsa bunların devam etmesi
için belirli bir süre içinde dava açılması gerekir; aksi halde tedbir kendiliğinden kalkar.
5) davayı geri alma yasağı
Davacı dava açtıktan sonra, davalının açık rızası olmadan davasını gri alamaz (m. 123).
Feragat ile davanın geri alınması farklıdır. Davanın geri alınması halinde davacı ilerde
yeniden dava açabilirken feragatte açamaz. Davanın geri alınması davalının rızasına bağlı iken
feragat için rıza gerekmez.
Davanın geri alınması ile dava baştan itibaren açılmamış sayılır ve dava açılması ile ortaya
çıkan sonuçlar ortadan kalkar.
TEMİNAT GÖSTERİLMESİ

Teminat gösterilmesi dava şartıdır. Davacı dava sırasında yurt dışına gider Türkiye’de mutat
meskeni kalmazsa davalının bildirmesi veya hakimin dosyadan anlaması üzerine talep üzerine
veya re’sen teminata karar verilir.
Teminata karar verirse bunun için kesin süre verilir. Süre içinde teminat yatırılmazsa dava şartı
eksikliğinden dava usulden reddedilir. Müdahalede bulunan yatırmazsa talebinden vazgeçmiş
sayılır.
Kimler teminat göstermekle yükümlüdür?
Kural olarak dava açarken teminat göstermek gerekmez. Ancak istisnai durumlarda dava
açarken veya mahkemeden talepte bulunurken teminat göstermesi gerekir.
Türkiye’de mutad meskeni olmayan Türk vatandaşları bakımından (m. 84/1);
Türkiye’de dava açmak, davacı yanında fer’i müdahele, takip yapmak
Tüzel kişiler bu kapsama girmez. Çünkü her tüzel kişinin bir merkezi olacağından merkez
Türkiye’de ise Türk tabiiyetindedir; yurt dışında ise yabancı tüzel kişidir. Bu durumda
MÖHUK m. 48 e göre teminat göstermelidir.
Yabancı gerçek ve tüzel kişilerde Türkiye’de dava açma, davaya katılma veya icra takibinde
bulunma halinde teminat yatırmak zorundadır (MÖHUK m. 48/1).
HMK m. 84/1 dışında davacının dava açarken teminat göstermesini gerektiren durumlar
var mıdır? Varsa bunlar nelerdir?

-davacının daha önce iflasına karar verilmiş olması


- hakkında konkordato işlemi başlatılmış olması
- borç ödemeden aciz belgesinin varlığı gibi ödeme güçlüğünün belgelenmesi
Mecburi dava veya takip arkadaşlığında teminat göstermek zorunlu mudur?

Mecburi dava veya takip arkadaşlığında teminat gösterilmesi zorunluluğu ancak bütün
arkadaşlar bakımından teminatın gerekmesi halinde söz konusu olur.
Teminat göstermekten muaf tutulan haller nelerdir?

-davacının adli yardımdan yararlanması


- yurt içinde teminata karşılık gelen taşınmazının bulunması veya ayni teminatla güvence altına
alınmış bir alacağının bulunması
- davanın sırf küçüğün menfaatlerini korumak için açılmış olması
- ilama bağlı alacak için icra takibi yapılması
- yabancılar için, karşılık esasının bulunması (MÖHUK m. 48/2)
Teminatın kapsamı neye göre belirlenir?

Teminat davacının davada haksız çıkması halinde, davalının muhtemel yargılama giderlerini
karşılamak üzere alınır. Yoksa karşı tarafın uğrayacağı muhtemel zararlar için teminat
gösterilmesi istenmez. Teminatın tutarını ve şeklini hakim serbestçe takdir eder. Nelerin
teminat olarak gösterileceği kanunda gösterilmemiş bu durumun belirlenmesi hakime
bırakılmıştır. Nakit para, taşınır rehni, taşınmaz rehni, banka kefaleti olabilir. Ancak taraflar
teminatın şeklini kararlaştırmışlarsa hakim bu anlaşmaya göre karar verir.
Durum ve koşulların değişmesine göre teminat azaltılabilir, arttırılabilir, değiştirilebilir veya
kaldırılabilir (m. 87/1).teminatın miktarı ve geçerli olup olmadığı hakkında davaya bakan
mahkemeye itiraz etmek mümkündür.
DAVAYA CEVAP
Cevap dilekçesinin verilmemesine bağlanan sonuç nedir?

Davalı, davacının dava dilekçesinde ileri sürdüğü vakıaların tamamını inkar etmiş sayılır (m.
128). Davaya cevap vermeyen davalı, herhangi bir şekilde ispat yükünü üstlenmiş sayılmaz.
Yargıtay 2. HD: cevap dilekçesi vermeyen davalıya ön inceleme duruşmasında inkar anlamına
gelen delillerini sunması için hakim süre vermelidir.
HGK: cevap dilekçesi vermemiş olan davalıya ön inceleme aşamasında delillerini sunması için
ayrıca süre verilemez.
Doktrinde bir görüş: HGK ya katılıyor. Zira ön inceleme aşamasında sadece tarafların
dilekçelerinde belirttikleri fakat mahkemeye vermedikleri delillerin sunulması veya başka bir
yerden getirtilmesi için süre verilmesi öngörülmüştür. Yoksa hiç cevap dilekçesi vermemiş
olan davalıya delil sunması için süre verilemez. Davalı ön inceleme ve tahkikat aşamasında
sadece inkar çerçevesinde savunma yapabilir ve bu yönde ispat faaliyetinde bulunarak delil
gösterebilir. Davalı cevap dilekçesi vermemekle birlikte ön inceleme aşamasından önce veya
en geç ön inceleme aşamasında ıslah yolu ile cevap dilekçesi vermişse cevap dilekçesinde
dayandığı delilleri sunması için ön inceleme aşamasında süre verilmelidir.
Maddi hukuka ilişkin savunma sebepleri nelerdir?

1) İtirazlar
İtirazlar, bir hakkın doğumuna engel olan (sözleşmede tarafın fiil ehliyeti bulunmaması,
geçerlilik şartı olan şekle uyulmaması) veya sona ermesini gerektiren (borcun, ifa, ibra veya
imkansızlık nedeniyle sona ermesi) vakıalardır.
Dava dosyasından anlaşılan ancak davalı tarafça ileri sürülmeyen itirazları hakim kendiliğinden
dikkate alır. Bunların ispatı yine de taraflara aittir. Dosyadan anlaşılamayan itirazlar ise cevap
ve ikinci cevap dilekçeleriyle ileri sürülebilir veya davacı açık muvafakat ederse sonra da ileri
sürülebilir.
2) Def’iler
Def’i davalının aslında borçlu olduğu bir edimi, özel bir sebeple yerine getirmekten kaçınma
hakkıdır. Zamanaşımı def’i, ödemezlik def’i, tartışma def’i gibi. İtiraz vakıa; def’i ise bir
haktır. Def’iler ancak davalı tarafından ileri sürülebilir. Def’iler dosyadan anlaşılsa bile davalı
ileri sürmedikçe hakim tarafından kendiliğinden dikkate alınamaz bu konuda davalıya
hatırlatmada bulunamaz.
3) Takasın özel durumu
- daha önce takas yönünde bir beyanda bulunulmuşsa takasın borcu sona erdirmesi sebebiyle
davada ileri sürülmesi bir itiraz niteliğindedir. Ancak takas hakkı ilk kez dava sırasında
kullanılırsa bu durumda def’î mi yoksa itiraz mı ya da usuli bir işlem mi olduğu tartışılabilir.
- takasın davada ileri sürülmesinin hem maddi hukuka, hem de usul hukukuna ilişkin sonuçları
vardır. Takasın ileri sürülmesi ile her iki alacak sona erdiğinden bu takas itiraz niteliğindedir.
Bu tür bir itiraz dava dosyasından anlaşılırsa hakim kendiliğinden gözetebilir; davalı da her
zaman ileri sürebilir. Ancak dava dosyasından anlaşılamayan takasın daha sonra ileri sürülmesi
savunmanın genişletilmesi yasağına girer.
- Takas beyanının şekli ve ileri sürülmesi usul hukukuna tabi iken sonuçları maddi hukuka
tabidir. Takasın ileri sürülmesi bir usul hukuku işlemidir. Ancak borcu sona erdirmesi
bakımından da doğrudan maddi hukukta sonuç doğurur.
Takasın hukuki niteliği nedir?

Takas hakkının davadan önce kullanılması: Takas hakkının davadan önce kullanılması bir
maddi hukuk işlemidir. Bu nedenle hüküm ve sonuçları maddi hukuk hükümlerine tabidir.
Takas borcu sona erdirmesine rağmen daha sonra dava açılmışsa takasa savunma vasıtası olan
itiraz şeklinde ileri sürülmelidir.
Takas hakkının ilk defa asıl davada ileri sürülmesi: Davalı dava açılmadan önce ileri
sürmediği takas hakkını ilk defa davanın açılmasıyla birlikte ileri sürebilir. Doktrinde takas için
ileri sürülen alacağın karşı alacaktan az veya ona eşit olması halinde takasın bir savunma
vasıtası olan def’i yoluyla ileri sürülmesi gerektiği belirtilmektedir. Şunu da belirtelim ki takas
mutlaka davada ileri sürülmek zorunda değil kişi takas ileri sürmemişse daha sonra daha
açabilir (Ermenek).
Takas hakkının karşı dava ile ileri sürülmesi: Alacağı asıl dava konusu alacak miktarını
aşan ve bu kısmın da hüküm altın alınmasını isteyen davalının bu talebini karşı dava şeklinde
ileri sürebileceği kabul edilmektedir.
Takas yolu ile ileri sürülen alacak, başka bir mahkemenin görevine giriyorsa asıl davayı
inceleyen hakim takas yolu ile ileri sürülen alacağı incelenebilir mi?

Bu konuda açık bir hüküm yoktur. Aynı yargı yolu içinde olmak şartıyla asıl davayı inceleyen
mahkeme, başka bir mahkemenin görevine giren ve takas yolu ile ileri sürülen alacağı
inceleyebilir. Ancak takas yolu ile ileri sürülen alacak başka bir yargı koluna ait ise ya da
tahkim yolu ile çözümlenecek bir uyuşmazlık ise bu durumda takas yolu ile ileri sürülen alacak
asıl davanın incelendiği mahkemece incelenemez.
Mahkeme ilk önce asıl alacağı mı yoksa takas yolu ile ileri sürülen karşı alacağı mı
incelemelidir?

Bu durumda 4 ihtimal olabilir; birincisi; mahkeme asıl talebi haklı bulmazsa davayı reddeder.
Bu durumda takasla ilgili savunma konusuz kalır. İkincisi; mahkeme asıl talebin haklı
olduğunu tespit ederse, takas yolu ile ileri sürülen alacağı incelemeli ve onun mevcut olup
olmadığına göre bir karar vermelidir. Üçüncüsü: karşı alacak taraflar arasında çekişmesiz ise
veya tespit edilmişse ve sadece asıl alacak çekişmeli ise mahkeme asıl alacağı incelemeli ve
asıl alacağın mevcut olduğunu tespit ederse takas nedeniyle davayı reddetmelidir. Dördüncüsü:
mahkeme takas yolu ile ileri sürülen alacağın mevcut olmadığını tespit ederse bu durumda
sadece asıl alacak incelenir.
Takasa konu alacağın asıl alacaktan fazla olması halinde nasıl karar verilmelidir?

Takas konusu alacak, asıl alacaktan daha fazla ise ve davalı bu fazla alacağının da hüküm
altına alınmasını istiyorsa o zaman sadece savunma olarak ileri sürmemeli ayrıca karşı dava
açmalıdır. Aksi halde mahkeme böyle bir fazlalığı tespit etse de sadece davayı reddeder, fazla
olan kısmı hüküm altına alamaz.
Usul hukukuna ilişkin savunma sebepleri nelerdir?

1) Dava şartları
İlk itirazdan farklıdır. İlk itirazlar sadece cevap dilekçesinde ileri sürülebilirken dava şartları
davanın her aşamasında taraflarca ileri sürülebilir, hakim de kendiliğinden gözetebilir. Dava
şartları ilk itirazlardan önce incelenir.
2) İlk itirazlar (dava engelleri)
Davanın esasına girilmesine engel olan ve davanın başında ileri sürülmesi gereken usule ilişkin
itirazlara ilk itiraz denir. Kanunda sınırlı olarak sayılan ilk itirazlar yetki itirazı ve tahkim
itirazıdır. 6335 sayılı Kanunla asliye hukuk mahkemesi ile asliye ticaret mahkemesi arasındaki
iş bölümü ilişkisi görev ilişkisine dönüştürülmüştür. Bu nedenle her iki mahkeme arasında iş
bölümü kaldırıldığından iş bölümü itirazı artık bir ilk itiraz değildir.
Geçerli bir tahkim sözleşmesine rağmen taraflar uyuşmazlığın genel mahkemede
çözümlenmesini sağlamışsa bu anlaşma sadece görülmekte olan dava için mi geçerlidir
yoksa tahkim sözleşmesine tabi daha sonraki uyuşmazlıkları da mı kapsayacaktır?

Mahkemede açılan davada süresi içinde tahkim itirazında bulunulmaması sadece o dava
bakımından sonuç doğurmalıdır. Tahkim HMK da ilk itiraz olmasına rağmen HUMK da bir
def’i idi.
Taraflar arasında bir tahkim sözleşmesi olmadan mahkemede dava açılmışsa veya
sözleşme olup tahkim ilk itirazında bulunulmamışsa taraflar uyuşmazlığın hakemde
görülmesini kararlaştırabilirler mi? Mahkemenin bu durumda nasıl karar vermesi
gerekir?

Gerek geçerli bir tahkim sözleşmesi olmadan gerekse sözleşme olup da tahkim ilk itirazında
bulunulmadığı için daha mahkemede görülmekte ise, taraflar uyuşmazlığın tahkimde görülmesi
konusunda anlaşabilir. Bu anlaşmanın açık ve tereddütsüz olması gerekir; zımni anlaşma
olmaz. Yargılama sırasında taraflar tahkim yoluna başvurma konusunda anlaşırsa mahkeme
dava dosyasını ilgili hakeme gönderir (m. 412/5). Doktrine göre, Kanun’da dava dosyası ilgili
hakeme gönderilir denilmişse de mahkemenin burada davayı usulden reddetmesi gerekir. Her
iki tarafın bu halde yargılama giderlerini paylaşması gerekir.
İlk itirazlar ne zamana kadar ileri sürülebilir? Nasıl incelenir? Karşı tarafın muvafakat
etmesi veya ıslah halinde sonradan da ileri sürülebilir mi?

Davalı, tüm ilk itirazlarını davanın başında cevap dilekçesinde ileri sürmelidir (m. 117/1).
Davaya cevap süresi kural olarak, dava dilekçesinin davalıya tebliğinden itibaren iki haftadır
(m. 127). İlk itiraz süresi hak düşürücü süredir. Süre geçtikten sonra karşı taraf muvafakat etse
bile ilk itiraz ileri sürülemez. Islah yolu ile dahi ileri sürülemez. İlk itirazlar mutlaka cevap
süresi içinde cevap dilekçesi ile birlikte ileri sürülmelidir; cevap dilekçesi verildikten sonra
cevap süresi dolsa bile ilk itiraz ileri sürülemez. Cevap dilekçesinde ileri sürülmeyen ilk
itirazları hakim dosyadan anlasa bile kendiliğinden dikkate alamaz. İlk itirazlar ön inceleme
aşamasında dava şartlarından sonra, ön sorunlar gibi incelenir ve karara bağlanır (m. 117/3).
Tahkim ilk itirazı ve yetki ilk itirazından hangisi daha önce incelenmelidir?

İlk itirazlar kural olarak birlikte incelenmekle birlikte ilk itirazlardan birinin kabul edilmesi
halinde diğerinin incelenmesine gerek kalmayacaksa, önce o ilk itiraz incelenir. Bu nedenle
tahkim ilk itirazının öncelikle incelenmesi gerekir. Mahkeme tahkim ilk itirazını kabul ederse
uyuşmazlık hakemde görülecek ve artık hangi mahkemenin yetkili olduğu önemli
olmayacaktır. Mahkeme tahkim ilk itirazını kabul ederse, davayı usulden reddeder; görevsizlik,
davanın açılmamış sayılması ya da dilekçenin iptali gibi kararlar veremez.
Tahkim itirazının kabulü üzerine mahkeme davanın usulden reddine karar verirse
davanın açılmasıyla meydana gelen maddi ve usul hukukuna ilişkin sonuçlar korunacak
mıdır? Örneğin zamanaşımı kesilmesi, ihtiyati tedbir kararları devam edecek midir?

Burada HMK m. 20 kıyasen uygulanmalıdır. Yani usulden ret kararından sonra belli bir süre
içinde tahkimde dava açıldığı takdirde davanın mahkemede açılmasıyla birlikte doğan
sonuçları korunmalıdır.
KARŞI DAVA

Karşı davanın şartları nelerdir?

1) Asıl dava derdest olmalıdır


-asıl dava yoksa veya feragat, kabul, geri alma, açılmamış sayılma gibi bir nedenle sona
ermişse karşı dava da açılamaz.
2) Asıl dava ile karşı dava arasında bağlantı bulunmalıdır
- Asıl dava ile karşı dava arasında bağlantı bulunması gerekir. Davaların aynı veya benzer
sebepten doğmuş olması ya da biri hakkında verilecek hükmün diğerini etkileyecek nitelikte
olması durumunda bağlantı vardır (m. 166/4).
- Takas ve mahsupta bir bağlantı var kabul edildiğinden ayrıca bağlantı araştırılmaz.
- Hukuki yarar şartı aranır. Karşı dava konusu alacak asıl davadaki alacaktan fazla ise ve bu
fazla alacak hüküm altına alınmak için karşı dava açılıyorsa hukuki yarar vardır. Ancak karşı
alacak az ise savunma olarak ileri sürülebileceği için karşı dava açmada hukuki yarar yoktur.
Mahsup talebi tek başına bir davada ileri sürülebilir mi?

Takasta her iki taraf aynı veya farklı hukuki ilişkilerden dolayı aynı anda hem alacaklı hem de
borçlu sıfatına sahipken mahsupta aynı hukuki ilişki dolayısıyla taraflardan birisi sadece
alacaklı diğeri ise sadece borçlu sıfatına sahiptir. Mahsupta karşılıklılık yoktur.
Mahsup talebinin tek başına bir davada ileri sürülüp sürülmeyeceği tartışmalıdır. Bir görüşe
göre, mahsup sadece alacağın hesabına, alacaktan bir indirim yapılmasına ilişkin bir yöntem
olduğundan müstakil bir alacak değildir; bu nedenle bağımsız bir davaya konu olamaz. Diğer
bir görüşe göre (Ermenek de bu görüşte): davalı mahsup talebi ile davacıya karşı bir alacak
iddiasında değil, esas davanın konusunu oluşturan alacağın miktarını azaltacak veya aşacak bir
talepte bulunmaktadır. Bu noktada mahsup edilmesi gereken değer asıl alacağı azaltıcı
mahiyette ise esasen mahsup için ayrı bir dava açılmasında hukuki yarar yoktur. Buna karşılık
mahsup edilmesi gereken değer, asıl alacağı aşacak mahiyette ise ayrı bir dava açılmasında
hukuki yarar vardır.
3) Asıl dava ile karşı dava aynı yargı yoluna tabi olmalıdır
İdari yargıdaki davaya karşı adli yargıda karşı dava açılamaz.
Asıl dava ile karşı davadan birinin özel mahkemede, diğerinin genel mahkemede
görülmesi durumunda karşı dava açılabilir mi?

Bu konuda açıklık yoktur. Doktrinde bir görüş (Kuru): özel mahkemede görülen davaya,
genel mahkemenin görevine giren dava, karşı dava olarak açılabilir. Ancak genel mahkemede
görülen davaya, özel mahkemenin görevine giren dava karşı dava olarak açılamaz. Bu durumda
mahkeme her iki dava hakkında görevsizlik kararı vererek dosyanın özel mahkemeye
gönderilmesine karar vermelidir.
Diğer görüş (Pekcanıtez): karşı davaya konu olan talebin de asıl davaya bakan mahkemenin
görevli olması gerekir. Özel mahkeme genel mahkeme ayrımı yapmadan mahkemenin her iki
dava bakımından da görevli olması gerekir. Hatta kanunda açıkça yazmasa bile her iki davanın
yargılama usulleri de aynı olması gerekir. Bu nedenle basit yargılama usulüne tabi bir davaya
karşı yazılı yargılama usulüne tabi dava karşı dava olarak açılmamalıdır.
Karşı davanın hangi süre içinde açılması gerekir?

Karşı dava, cevap dilekçesiyle veya esasa cevap süresi içinde ayrı bir dilekçe ile açılmalıdır (m.
133/1). Cevap süresinin m. 127 çerçevesinde mahkeme tarafından uzatılması halinde, ek süre
içinde de karşı dava açılabilir. Yargıtay cevap süresi geçtikten sonra ıslah ile karşı dava
açılamayacağı görüşündedir. Karşı davanın süresi içinde açılmadığı tespit edilirse davaların
ayrılmasına karar verilir.
Karşı davanın asıl dava karşısındaki durumu nedir? İnceleme nasıl yapılır?

Karşı dava için ayrı dosya numarası verilmez. Tahkikat ortak yürütülür. Ancak dava şartları,
ayrı değerlendirilir; ayrı harç alınır; karşı davanın sona ermesi asıl davayı etkilemez; her iki
dava için ayrı ayrı vekalet ücretine karar verilir; kanun yollarına başvuru, istinaf sınırı
bakımından ayrı ayrı değerlendirilir.
CEVAP DİLEKÇESİ

Cevap dilekçesinin unsurları nelerdir?

1) Mahkemenin adı
2) Tarafların ad, soyad ve adresleri
Yurt dışında oturuyorsa Türkiye’de bir tebligat adresi göstermek zorundadır. Davalının
vekilinin bulunması adres gösterme zorunluluğunu ortadan kaldırmaz.
3) Davalının T.C. kimlik numarası
Cevap dilekçesinin zorunlu unsurudur.
4) Kanuni temsilci ve vekilin ad, soyad ve adresleri
Cevap dilekçesinin zorunlu unsurudur.
5) Savunmanın dayanağı olan vakıalar
6) Deliller
7) Hukuki sebepler
Cevap dilekçesinin zorunlu unsuru değildir.
8) Talep sonucu
Davalı açıkça savunmasının ne olduğunu belirtmelidir. Davalı, talep sonucunda davanın
tamamen veya kısmen reddini isteyebileceği gibi varsa hüküm altına alınmasını istediği
hususları da belirtmelidir
9) İmza
Cevap dilekçesindeki unsurların eksikliğine bağlanan sonuçlar nelerdir?

-Mahkeme adı
- Tarafların ad, soyad, adres ve yurt içinde tebligat adresi
- Davalının T. C. Kimlik numarası
- Varsa kanuni temsilci veya vekilin ad, soyad ve adresi
- Davalının, varsa kanuni temsilci ve vekilin imzası
Bu unsurların eksik olması halinde mahkeme davalıya bir haftalık kesin süre verir. Süre içinde
eksiklik giderilmezse cevap dilekçesi verilmemiş sayılır (m. 130). Vakıalar, hukuki sebepler,
deliller bulunması gereken ancak zorunlu olmayan unsurlar olduğundan bunların eksikliği
halinde süre verilmez. Sadece davalı bunların eksikliği halinde savunmasını gereği gibi
yapamaz.
Davaya cevap süresi ne kadardır? Bu sürenin uzatılması mümkün müdür?

Cevap süresi yazılı yargılama usulünde iki hafta olup dava dilekçesinin davalıya tebliği ile
başlar (m. 127). Cevap süresinin bitimi adli tatile denk gelirse adli tatilin bitiminden itibaren
bir hafta uzamış sayılır.
Cevap süresinin iki hafta içinde hazırlanması zor veya imkansız ise (depo sayısı çok, muhasebe
kayıtları incelenecek vs) davalı yine bu cevap süresi içinde talebini haklı gösterecek sebepleri
ve delillerini göstererek sürenin uzatılmasını isteyebilir. Mahkeme talebi haklı bulursa bir
defaya mahsus olmak üzere ve bir ayı geçmemek şartıyla ek bir cevap süresi verir. Bu süre
kesindir artık uzatılamaz. Süre iki haftalık cevap süresinin bitiminden itibaren işlemeye başlar.
Davalının talebi kabul edilmez ve kendisine bu husus bildirilene kadar cevap süresi dolarsa hak
kayıplarını önlemek için kendisine kısa bir süre verilmesi uygun olur.
İDDİA VE SAVUNMANIN GENİŞLETİLMESİ VEYA DEĞİŞTİRİLMESİ YASAĞI
İddiayı (davayı) genişletme veya değiştirme yasağı cevaba cevap dilekçesinin verilmesi ile
başlar (m. 141).
Hüküm verilinceye kadar iddianın veya savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi söz
konusu olabilir.
Savunmayı genişletme veya değiştirme yasağı, ikinci cevap dilekçesinin verilmesi ile başlar.
İddianın genişletilmesi veya değiştirilmesi sayılmayan haller nelerdir?

-Hukuki sebeplerin değiştirilmesi


- Talepten başka şeye hüküm verilen haller
- Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalar
- Dürüstlük kuralına aykırılık veya kötü niyet gibi hakimin kendiliğinden gözeteceği durumlar
- Emredici hukuk kurallarına aykırılık (hakim dosyadan anlaşılıyorsa kendiliğinden dikkate
alır; anlaşılmıyorsa araştıramaz).
- Cevaba cevap dilekçesinden sonra ortaya çıkan vakıaların ileri sürülmesi (mal dava sırasında
yanmışsa tazminata dönüştürme)
- Davanın konusuz kalması veya talep sonucunun azalması sonucunu doğuran vakıaların ileri
sürülmesi
Davacı iddiasını hangi durumlarda veya şartlarda genişletip değiştirebilir?

Cevaba cevap dilekçesiyle serbestçe;


Karşı tarafın açık muvafakati ile;
Islah ile;
Davalı ön inceleme duruşmasına mazeretsiz gelmezse davalının muvafakati aranmadan
serbestçe iddiasını genişletip değiştirebilir.
İddiayı genişletme veya değiştirme yasağına tabi olan durumlar nelerdir?

1) Dava sebebinin (vakıaların) genişletilmesi veya değiştirilmesi


Vakıanın değiştirilmesi veya yeni vakıa eklenmesi yasak kapsamındadır. Mevcut vakıanın
içeriğine dahil olan bir hususun veya mevcut vakıanın delili olan bir hususun ileri sürülmesi
veya açıklanması yeni vakıa ileri sürmek sayılmaz. Ancak delil ileri sürülürken yeni vakıa ileri
sürülmesi de söz konusu ile yasak kapsamındadır. Örneğin, davalının trafik kuralına aykırı
olarak yolun sağında durduğunu belirttikten sonra alması gereken tedbirleri almadığının ileri
sürülmesi yasak kapsamına girmez. Çünkü park ettikten sonra gerekli tedbirlerin alınmaması,
trafik kurallarına aykırılık vakıasına dahildir.
2) Talep sonucunun genişletilmesi veya değiştirilmesi
Malın yerine bedelinin istenmesi talebin artırılması yasağa girer.
İddiayı genişletme veya değiştirme yasağının istisnaları nelerdir?
-Davalının açık rızası
Davalının rızasının açık olması gerekir. Zımni muvafakat geçerli olmaz. Davalının muvafakat
etmesi ileri sürülen talebi veya vakıayı da kabul ettiği anlamına gelmez. Bu vakıa ve talep
hakkında davalı tüm savunma imkanlarından yararlanabilir. Delil gösterebilir.
-Islah
Davacı tahkikat sona erene kadar sözlü olarak veya dilekçe ile davayı ıslah edebilir.
-Dava konusunun devri
Davalı, dava sırasında dava konusunu başkasına devrederse, davacı isterse devreden tarafla
olan davasından vazgeçip davaya devralana karşı devam eder; isterse devreden hakkında
tazminat davasına dönüştürür. İlk ihtimalde davacı davalı tarafı değiştirmekte; ikinci ihtimalde
ise talep sonucunu değiştirmektedir.
Davalı savunmasını hangi durumlarda veya şartlarda genişletip değiştirebilir?

İkinci cevap dilekçesiyle serbestçe;


Karşı tarafın açık muvafakati ile;
Islah ile;
Davacı ön inceleme duruşmasına mazeretsiz gelmezse davacının muvafakati aranmadan
serbestçe savunmasını genişletip değiştirebilir.
Savunmayı genişletme veya değiştirme yasağına tabi olan durumlar nelerdir?

-Vakıaların değiştirilmesi veya yeni vakıa eklenmesi yasağa girer. Mevcut vakıanın içeriğine
dahil olan bir hususun veya mevcut vakıanın delili olan bir hususun ileri sürülmesi veya
açıklanması yeni vakıa ileri sürmek sayılmaz. Ancak delil ileri sürülürken yeni vakıa ileri
sürülmesi de söz konusu ile yasak kapsamındadır.
- Def’iler ve ona ilişkin vakıalar
- Dava dosyasından anlaşılmayan itiraz sebepleri ve bunlara ilişkin vakıalar (dosyadan
anlaşılan itiraz sebeplerini hakim kendiliğinden dikkate alabilir taraflar da ileri sürebilir).
Savunmayı genişletme veya değiştirme yasağının istisnaları nelerdir?

-Davacının açık rızası


-ıslah
Yargıtay: davalı hiç cevap dilekçesi vermemiş ise ıslah yolu ile cevap dilekçesi verip
zamanaşımı def’ini ileri süremez. Ancak cevap dilekçesi vermemiş veya vermiş olup da
dilekçede ileri sürmemiş olsa da borcun sona erdiğine dair belgeyi her zaman ileri sürebilir.
Doktrin: ıslahla zamanaşımı def’i ileri sürülebilmelidir.
ÖN İNCELEME

İcra iflas kanunu özel bir hüküm öngörmüşse örneğin şikayet yargılamasında, duruşmaların
nasıl yapılacağı ve kararın nasıl verileceği özel hükümlere göre belirlendiğinden bu durumda
ön inceleme yapılmasına gerek yoktur. Bunun gibi özel hüküm öngörülmemişse ön inceleme
yapılmalıdır.
Ön inceleme neden kabul edildi? Faydaları ve sakıncası neler?

Tarafların anlaşmalarına zemin hazırlamak; yargılamanın bir düzen içinde yürütülmesini


sağlamak; iddia ve savunmaların tam olarak belirlenmesi; delillerin mümkün olduğunca
toplanması; yargılama hız kazandırılması; önceden tahkikatta delil toplamakla zaman
geçiyordu. Ön inceleme ile tahkikat delillerin toplandığı delil tartışıldığı aşama haline geldi.
Eleştirisi ön inceleme başarısız olunca yargılama daha da uzamaktadır.
Ön inceleme aşamasında yapılması gereken işlemler nelerdir?

Bunlar HMK m. 137 de sayılmıştır.


-Dava şartları ve ilk itirazların incelenmesi
- Uyuşmazlık konularının tam olarak belirlenmesi
- Hazırlık işlemleri ile tarafların delillerini sunmaları ve delillerin toplanması için gereken
işlemlerin yapılması
- Tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebileceği davalarda tarafların sulhe veya
arabuluculuğa teşvik edilmesi
- Tüm hususların tutanağa geçirilmesi
Ön inceleme yapılmadan tahkikata geçmek mümkün müdür? Geçilirse ne olur?

Ön inceleme tamamlanmadan ve gerekli kararlar alınmadan tahkikata geçilemeyeceği ve


tahkikat için duruşma günü verilemeyeceği kanunda açıkça belirtilmiştir (m. 137/2). Bu hüküm
emredici niteliktedir. Ön incelemenin hiç veya gereği gibi yapılmamasının sonucu hakkında
kanunda açık düzenleme yoktur. Bu husus istinaf veya temyizde kendiliğinden gözetilmelidir.
Bölge adliye mahkemesi kendisi bir inceleme yapmadan kararı kaldırarak dosyayı ilgili ilk
derece mahkemesine göndermelidir. Ön inceleme aşaması yapılmadan tahkikata geçilmesi
bozma sebebi de teşkil eder. Duruşmalı yapılması gereken ön incelemenin duruşmasız
yapılması da aynı sonucu gerektirir. Ön incelemenin hiç veya gereği gibi yapılmaması açık
kanun hükmüne aykırı davrandığı için hakimin sorumluluğunu da gerektirir.
İstisnai olarak ön inceleme ile tahkikat aşaması tek duruşmada arka arkaya yapılabilir (m. 320).
Ancak bu durum ön incelemenin yapılmadığı anlamına gelmez. Yönetmeliğe göre, basit
yargılama usulünde ön inceleme ile tahkikat duruşması birlikte yapılabilir. Yazılı yargılama
usulünde ön inceleme tamamlandıktan sonra aynı duruşmada tahkikata geçilebilir; ön inceleme
ve tahkikat birlikte yapılırsa yargılama aşamaları tutanakla ayrı ayrı belirtilir.
Ön inceleme aşamasında hak düşürücü süreler ve zamanaşımı süresinin incelenmesi
mümkün müdür?

Hak düşürücü süre ve zamanaşımı süresi usuli süreler değil; maddi hukuk meselesi olup esasa
ilişkin hususlardır. Ön inceleme duruşması tamamlandıktan sonra, hâkim tahkikata başlamadan
önce, hak düşürücü süre (ileri sürülmese de hak düşürücü süre kendiliğinden dikkate alınır)
itirazını ve zamanaşımı def’ini inceleyerek karara bağlar (m. 142). Def’i dosyada yer alsa bile
taraf ileri sürmedikçe hakim kendiliğinden dikkate alamaz; oysa itiraz usulüne uygun dosyaya
girmişse davalı bunu ileri sürmese de hakim dikkate alır. Örneğin ödeme dosyadan
anlaşılıyorsa dikkate alır.

Hakim davalının hak düşürücü süre itirazını yerinde bulursa veya kendiliğinden davanın hak
düşürücü süre geçtikten sonra açıldığını tespit ederse ya da davalının zamanaşımı def’ini
incelemesi sonucunda, dava konusu hakkın zamanaşımına uğramış olduğu kanısına varırsa
davanın reddine karar verir. Bu hallerde tahkikat aşamasına geçilmesine gerek kalmaz. Hakim
hak düşürücü süre ve zamanaşımı süresi bakımından karar verecekse mutlaka ön incelemeyi
duruşmalı yapmalıdır. Çünkü sadece dava şartları ve ilk itirazlar bakımından ön inceleme
duruşmasız yapılabilir. Hakim hak düşürücü süre itirazının ve zamanaşımı def’inin reddine
karar verirse, bununla ön inceleme aşaması tamamlanmış olur ve tahkikat aşamasına geçilir.
Hakim ön incelemeyi tamamladıktan sonra, aynı duruşmada (yeni bir tahkikat duruşmasına
gerek olmadan) tahkikata geçerek gerekli kararları verebilir.

Duruşmasız ön inceleme yapılması mümkün müdür?

Mahkeme, dava şartları ve ilk itirazlar hakkında dosya üzerinden karar verir, gerektiği
takdirde kararını vermeden önce, bu konuda tarafları ön inceleme duruşmasında dinleyebilir
(m. 138). Dava şartları ve ilk itirazların karara bağlanması için, tarafların dilekçelerindeki
açıklamalar yeterli ise hakim, dosya üzerinden gerekli kararı verir. Verilen karar (görevsizlik
veya yetkisizlik kararı gibi) davayı sona erdirici nitelikte ise, hakim, tarafları ön inceleme
duruşmasına davet etmeden ve dinlemeden gerekli kararı (görevsizlik veya yetkisizlik kararı)
verir. Bu halde, ön inceleme duruşması yapılmasına, tarafların ön inceleme duruşmasına davet
edilmesine ve tahkikat aşamasına geçilmesine gerek kalmaz.

Ön inceleme aşamasında duruşma yapılması zorunlu mudur? Duruşmalı ön incelemede


yapılması gereken işlemler nelerdir?

Mahkeme, dilekçelerin karşılıklı verilmesinden ve duruşmasız ön incelemeyi tamamladıktan


sonra, ön inceleme için bir duruşma günü tespit ederek taraflara bildirir (m. 139, c. 1). Ön
inceleme duruşması davetiyede, duruşma davetiyesine ve sonuçlarına ilişkin diğer hususlar
yanında, taraflara sulh için gerekli hazırlığı yapmaları, duruşmaya sadece taraflardan birinin
gelmesi ve yargılamaya devam etmek istemesi durumunda, gelmeyen tarafın yokluğunda
yapılan işlemlere itiraz edemeyeceği ve diğer tarafın, onun muvafakati olmadan iddia ve
savunmasını genişletebileceği veya değiştirebileceği ayrıca ihtar edilir (m. 139, c. 2).

İki taraf da ön inceleme duruşmasına gelmezse veya gelip de davayı takip etmeyeceklerini
bildirirse ya da duruşmaya taraflardan biri gelmez gelen taraf da davayı takip etmeyeceğini
bildirirse, dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verilir. Duruşmaya gelen taraf davaya devam
etmek isterse, ön inceleme duruşması diğer tarafın yokluğunda yapılır. Gelen taraf, gelmeyen
tarafın muvafakati aranmaksızın iddia veya savunmasını genişletebilir veya değiştirebilir.

Dava şartları ve ilk itirazların karara bağlanması için, tarafların dilekçelerindeki açıklamalar
yeterli ise hakim, dosya üzerinden gerekli kararı verir. Verilen karar (görevsizlik veya
yetkisizlik kararı gibi) davayı sona erdirici nitelikte ise, bununla dava son bulur. Bu halde, ön
inceleme yapılmasına ve tahkikat aşamasına geçilmesine gerek kalmaz. Dava şartları ve ilk
itirazlar hakkındaki karar davayı sona erdirici nitelikte değilse, ön inceleme yapılır ve hakim
önce tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları tek
tek tespit eder (m. 140/1). Bundan sonra hakim tarafları sulhe veya arabuluculuğa teşvik eder
ve bu hususları tutanağa geçirir (m. 137/1). Taraflar sulh olurlarsa, bu sulh anlaşmasının
taraflar arasındaki uyuşmazlığın tümünü kapsaması halinde, dava sona erer, tahkikat
yapılmasına gerek kalmaz. Taraflar sulh olmazlarsa, tarafların anlaşamadıkları hususların
nelerden ibaret olduğu tutanakla tespit edilir.

Ön inceleme kural tek duruşmada tamamlanır. Zorunlu olan hâllerde bir defaya mahsus olmak
üzere yeni bir duruşma günü tayin edilir (m. 140/4).

Ön inceleme duruşmasında, taraflara dilekçelerinde gösterdikleri, ancak henüz sunmadıkları


belgeleri mahkemeye sunmaları veya başka yerden getirtilecek belgelerin getirtilebilmesi
amacıyla gereken açıklamayı yapmaları için iki haftalık kesin süre verilir. Bu hususların
verilen kesin süre içinde tam olarak yerine getirilmemesi hâlinde, o delile dayanmaktan
vazgeçilmiş sayılmasına karar verilir (m. 140/5).

Ön inceleme aşamasının tamamlanması için hakimin cevaplandırması gereken sorular


nelerdir?

1) Dava şartları ve ilk itirazlar tamam mı?

Tamam değilse dava usulden ret veya gönderme kararı verilmeli, tamamsa ön incelemeye
devam edilmelidir.

2) Tarafların temel iddia ve savunmaları neler?

Örneğin sözleşmenin varlığı ve niteliği hakkında temel iddia ve savunmalar; temerrüdün olup
olmadığı; ödemenin yapılıp yapılmadığı ödemenin eksik olup olmadığı; fer’i taleplerin durumu
gibi.

3) Tarafların uyuşmazlık noktaları neler?

Uyuşmazlık örneğin ödemenin gerçekleşip gerçekleşmediği; temerrüdün gerçekleşip


gerçekleşmediğine ilişkin olabilir.

4) Tarafların ibraz etmeleri gereken belgeler ve bilgiler verilmiş mi, başka yerden
getirtilecek belge ve bilgilere ilişkin açıklamalar yapılmış mı?

Hakim eksikleri tam tespit edip tarafa iki haftalık kesin süre vermelidir. Eksikliğin
tamamlanmamasının sonuçları da ayrıca belirtilmelidir.

5) Yapılması gereken diğer hazırlık işlemleri yapıldı mı?

6) Taraflar sulh oluyor mu veya arabuluculuğa başvuruyor mu?

7) Ön inceleme için gerekli hususlar tutanağa geçirildi mi?

Ön inceleme tutanağının taraflar ve vekilleri tarafından imzalanması gerekir. Taraflar veya


vekilleri tutanağı imzalamazsa hakim bu durumu belirterek kendisi imzalar; bu yeterlidir.
TAHKİKAT

Ön inceleme tutanağında tahkikat için duruşma günü belirlenmişse ayrıca duruşma gününün
tebliğine gerek yoktur. Ancak duruma göre duruşma gününün ayrıca tebliğine de karar
verilebilir (Yönetmelik m. 201/1-ı).

Tahkikat için belirlenen duruşma tarihi ile davetiyenin taraflara tebliği arasında iki haftadan az
süre olamaz. Ancak bu sürenin re’sen veya iki tarafın talebi üzerine mahkeme tarafından
duruma göre kısaltılıp uzatılması mümkündür (m. 144/2).

Tahkikat Yapılamasına Gerek Olmayan Haller hangileridir?

1) Dava şartları ve ilk itirazların karara bağlanması için, tarafların dilekçelerindeki açıklamalar
yeterli ise hakim, dosya üzerinden gerekli kararı verir. Verilen karar (görevsizlik veya
yetkisizlik kararı gibi) davayı sona erdirici nitelikte ise, bununla dava son bulur. Bu halde, ön
inceleme yapılmasına ve tahkikat aşamasına geçilmesine gerek kalmaz

2) Hakim davalının hak düşürücü süre itirazını yerinde bulursa veya kendiliğinden davanın hak
düşürücü süre geçtikten sonra açıldığını tespit ederse ya da davalının zamanaşımı def’ini
incelemesi sonucunda, dava konusu hakkın zamanaşımına uğramış olduğu kanısına varırsa
davanın reddine karar verir. Bu hallerde tahkikat aşamasına geçilmesine gerek kalmaz.

3) Ön inceleme duruşmasında taraflar sulh olurlarsa, bu sulh anlaşmasının taraflar arasındaki


uyuşmazlığın tümünü kapsaması halinde, dava sona erer, tahkikat yapılmasına gerek kalmaz.

Bu haller dışında, tahkikat yapılır ve tahkikat aşamasında tarafların ileri sürdükleri vakıaların
doğru olup olmadığı araştırılır ve tespit edilir.

DURUŞMALAR

Mahkeme önünde yapılan tahkikat ve sözlü yargılama işlemleri için ayrılmış zaman dilimine
oturum (celse); tarafların hakim karşısında hazır bulundukları yargılama evresine ise
duruşma denir.

Tarafların veya vekillerinin dosyayı inceleyememesi kabul edilebilir bir mazerete dayanıyorsa
duruşma bir defaya mahsus olmak üzere kısa bir süre ertelenebilir (m. 77/4).

Zabıt katibinin hazır olması zorunludur. Zabıt katibinin imzası olmadan tutanaklara dayanarak
karar verilmesi kararın kaldırılması ve bozma sebebidir.

Duruşmalar her kese açıktır. Duruşmanın aleni olduğunun tutanakta gösterilmesi gerekir. Genel
ahlak ve kamu güvenliği sebebiyle duruşmalar gizli yapılabilir. boşanma davalarında ise bu
sebeplere gerek olmaksızın taraflardan birinin talebi ve hakimin uygun görmesi ile duruşma
gizli yapılabilir.

Duruşma sırasında fotoğraf çekilemez; kayıt alınmaz. Buna aykırı davranan kişi salondan
çıkarılabileceği gibi hakkında TCK m. 286 uygulanır.

Yargılama faaliyetleri nerede yürütülür? Mahkeme dışında yargılamaya ilişkin işlem


yapılması mümkün müdür?
Yargılamaya ilişkin faaliyetler kural olarak mahkeme binasında görülür. Ancak hakim
mahkeme binası dışında da işlemler yapabilir. Mahkeme hasta veya özürlü olmasından dolayı
gelemeyen tanığı bulunduğu yerde dinler (m. 259/3); aynı şekilde yemin için gelemeyen taraf
bulunduğu yerde dinlenebilir (m. 235); keşif, keşif konusu şeyin bulunduğu yerde
yapılabileceği gibi (m. 288/1), keşifle ilgili olarak tanık ve bilirkişi de orada dinlenebilir (m.
290/2).

Davayı bizzat kendisi takip eden tarafın duruşma düzenini bozması halinde nasıl hareket
edilir? Tarafın duruşma salonundan çıkarılması mümkün müdür?

Taraf duruşma disiplinini bozarsa hakim kendisini uyarır; uyarıya rağmen devam ederse tarafın
kendisini vekil ile temsil ettirmesine karar verip hemen duruşmadan çıkarılmasına karar verir.
Taraf kendisini vekil ile temsil ettirmezse tarafın yokluğu halinde uygulanacak hükümlere göre
işlem yapılır (m. 79/2). Uyarıya rağmen duruşma disiplinin bozmaya devam edenler hakkında
dört güne kadar disiplin hapsi uygulanır (m. 151/2). Ayrıca davranış veya söz suç teşkil
ediyorsa tutanak düzenlenip savcılığa gönderilir ve gerekiyorsa kişinin tutuklanmasına da karar
verilir (m. 151/3).

Avukatların duruşma disiplinini bozması halinde salondan çıkarılması ve hakkında


disiplin hapsi uygulanması mümkün müdür?

Avukatın salondan çıkarılması söz konusu olamaz. Avukatların duruşma disiplinini bozan
davranışta bulunması halinde hakkında disiplin hapsi uygulanması veya avukatın tutuklanması
söz konusu olamaz. Avukat hakim tarafından uyarılır; uyarıya rağmen devam ederse
duruşmaya ara verilir. Avukatın davranışı disiplin suçu veya adli suç teşkil ederse olay
tutanağa geçirilir ve duruşma ertelenir. Vekil hakkında gerekli işlemler yapılmak üzere kayıtlı
baroya ve gerekiyorsa savcılığa bildirimde bulunulur (m. 79/1).

MAHKEME KAYITLARI, DOSYA VE TUTANAKLAR

Mahkeme kayıtlarının, tutanaklarının nasıl tutulacağı ve saklanacağı, ne gibi işlemler


yapılacağı Bölge Adliye ve Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Cumhuriyet Başsavcılıkları
İdari ve Yazı İşleri Hizmetlerinin Yürütülmesine Dair Yönetmelik’te düzenlenmiştir.

Mahkeme kayıtları, karar kesinleştikten sonra belirli süre saklanırken mahkeme kararları
herhangi bir süreye bağlı olmadan saklanır (Yön. m. 214).

Yargılamada yapılan her bağımsız işlem için (dava açma, geçici hukuki koruma talebi,
çekişmesiz yargı işleri) bir dosya açılır.

Taraflar, fer’i müdahil ve bunların vekilleri (onun adına stajyer, sekreter) dosyadan harçsız
örnek alabilir. Ancak avukat, stajyeri veya sekreterinin örnek alması için vekaletname ibraz
etmesi gerekir (Yön. m. 202/3; AvK. m. 46). UYAP üzerinden de dosya incelenip örnek
alınabilir.

Ön inceleme, tahkikat ve yargılama işlemleri ancak tutanakla ispat olunabilir (m.


156).tutanakların aksi her türlü delille; tutanak hukuki işlem içeriyorsa kesin delille ispatlamak
gerekir.
Tutanakta bulunması gereken hususlar nelerdir?

1) Mahkeme adı, duruşmanın açıldığı gün, yer ve saati

2) Hakim, zabıt katibi, taraflar, vekiller, kanuni temsilci, fer’i müdahil, tercüman ad ve soyadı

3) Yargılamanın aleni ya da gizli yapıldığı

4) Tarafların sundukları belgelerin neler olduğu

5) Duruşma dışında yapılan işlemlerin özeti

6) Ara karar ve hükmün sonucu

İSTİCVAP

İsticvap davetiyesi üzerine gelen taraf, hakim tarafından mahkemede isticvap olunur. İsticvap
sırasında tanıklar hazır bulunmaz. Mahkeme gerekirse tarafı, isticvaptan sonra tanıklarla
yüzleştirebilir. İsticvap esnasında, karşı taraf ve taraf vekilleri hazır bulunabilirler (m. 173/3).
Zabıt kâtibinin hazır bulunması zorunludur (m. 157/1).

İsticvap edilecek taraf Türkçe bilmezse tercümanla dinlenir; sağır ve dilsiz olup okuma ve
yazmayı biliyorsa, sorular kendisine yazılı olarak bildirilir ve cevapları yazdırılır; okuma ve
yazma bilmediği takdirde, hâkim, kendisini işaret dilinden anlayan bilirkişi yardımıyla dinler
(m. 175, 263).

İsticvap olunan tarafa doğru söyleyeceği hakkında yemin verilemez. Ancak hâkim, isticvaba
başlamadan önce isticvap olunan tarafa gerçeği söylemesi gerektiği hususunu hatırlatır (m.
173/2).

İsticvap olunan taraf, mahkemenin izni olmadıkça, yazılı notlar kullanamaz (m. 173/4). Fakat
taraf tarihleri ve rakamları tespit etmek veya bazı hususları açıklamak ya da hatırlayabilmek
için yazılarına bakmak zorunda olduğunu hâkime söylerse, hâkim tarafın derhâl yazılarına
bakmasına veya belirleyeceği duruşmada yeniden dinlenmesine karar verebilir (m. 175, 261/2).

Tarafın vekili, tarafın isticvabı sırasında ona yardım edemez; ona sorulan sorulara cevap
veremez veya verilecek cevabı telkin veya ima edemez (m. 175, 262). Ancak taraf vekilleri,
isticvap olunan tarafa, duruşma disiplinine uygun olarak doğrudan soru yöneltebilirler (m.
152/1, c. 1). Ancak, karşı tarafın veya vekilinin veya isticvap edilen tarafın vekilinin, isticvap
edilen tarafın sözünü kesmeleri, söz veya hareketle onu övmeleri veya tahkir etmeleri yasaktır.
Buna aykırı davranan taraf veya vekili, hâkimin uyarısına rağmen davranışını devam ettirecek
olursa, HMK m. 79 veya m. 151 uyarınca işlem yapılır (m. 175, 262, c. 2).

İsticvap sonunda bir tutanak düzenlenir ve bu tutanağın altı isticvap olunan tarafa imzalattırılır.
İsticvap tutanakları, ıslah ile geçersiz kılınamaz (m. 179/2).

Taraf isticvabı sırasında ikrarda bulunursa, hakim bu ikrar ile bağlıdır (m. 188/1). Ayrıca
tarafın beyanı, isticvap konusu vakıa hakkında yazılı delil başlangıcı da teşkil eder.

Hakim, isticvap olunan tarafın beyanlarını serbestçe takdir eder (m. 198).
İsticvap nedir?

İsticvap, bir tarafın kendi aleyhine olan belli bir (veya bir kaç) vakıa hakkında mahkeme
tarafından sorguya çekilmesidir.
İsticvap ile tarafların dinlenmesi arasında bir fark var mıdır?

Tarafların hakim tarafından her dinlenmesi teknik anlamda isticvap değildir.

-İsticvapta bir taraf sadece kendi aleyhine olan vakıalar hakkında sorguya çekilir. Buna karşılık
bir taraf, kendi lehine olan vakıalar hakkında da dinlenebilir.

- İsticvapta tarafın kendisi dinlenir, vekili dinlenmez. Buna karşılık, tarafların dinlenmesinde
tarafın kendisi veya vekili dinlenebilir.

- Tarafların sadece dinlenmesi ile isticvabı arasında önemli farklar vardır. Örneğin, taraf
isticvap için duruşmaya mazeretsiz gelmezse, ikrar etmiş sayılır. Buna karşılık taraf duruşmaya
mazeretsiz gelmezse yokluğunda yapılan işleme itiraz edemez.

- İsticvap taraflarca getirilme (hazırlama) ilkesine tabi olan davalarda uygulanır. Kendiliğinden
araştırma ilkesine tabi olan davalarda, tarafların ikrarı hakimi bağlamadığı için isticvap
hükümleri uygulanmaz. Örneğin, vekil aracılığı ile takip edilen boşanma davalarında,
mahkemenin tarafların kendilerini dinleyerek vicdani kanaat sahibi olması ve ondan sonra
kararını vermesi gerekir. Buna karşılık tarafların dinlenmesi re’sen araştırma ilkesinin
uygulandığı davalarda da mümkündür.

- Tarafların dinlenmesinde açık olmayan veya çelişkili vakıanın belirlenmesi söz konusu
olduğu halde isticvapta, belli olan vakıanın ispatı yönünde bir amaç söz konusudur.

İsticvap bir delil midir?

İsticvap bir delil değil, tahkikat işlemidir. Doktrinde umar, mahkeme usul işlemi olduğunu
ancak taraf usul işlemi olan ikrar gibi sonuç doğurduğunu söylüyor.
İsticvabın amacı nedir?

İsticvabın tek amacı ikrar elde etmek değildir. bilgi ve kanaat oluşturma amacı da vardır.
İsticvaba hangi durumlarda başvurulur? Mahkemenin talebi hangi durumlarda geri
çevirmesi gerekir?

Mahkeme talep üzerine veya kendiliğinden isticvaba karar verebilir. Ancak ispat edilmiş, ikrar
edilmiş, üzerinde çekişme bulunmayan konularda isticvap talep edilmişse, konu isticvap
edilecek kişinin bilgisi dışında ise, mesele uyuşmazlık konusu değilse hakim talebi
reddetmelidir.
İsticvap davetiyesi vekille takip edilen işlerde vekile mi yapılmalıdır? Tarafın kanuni
temsilcisinin olması halinde durum nasıldır?

Bizzat tarafın kendisi isticvap olunacağı için isticvap davetiyesinin mutlaka tarafa tebliği
gerekir. Tarafın vekili olması halinde vekile tebligat kuralı burada işlemez. Vekile tebligat
yapılması usulsüzdür. Kişinin dava ehliyeti olmadığı için kanuni temsilcinin isticvap edileceği
durumlarda tebligat kanuni temsilciye yapılır. Ancak ergin olmayan veya kısıtlı kişilere bizzat
dava hakkı tanınan hallerde isticvap davetiyesi kanuni temsilciye değil, bizzat tarafa tebliğ
edilir.
Kimler isticvap edilebilir?

Taraflar isticvap edilebilir. Tarafın vekili olsa dahi vekilin isticvabı mümkün değildir. Ergin
olmayan veya kısıtlı bir kimse adına yapılmış bir işleme ilişkin olarak, o kişinin kanuni
mümessili (yasal temsilcisi) isticvap olunur (m. 170/2). Ancak ergin olmayan veya kısıtlı
kimselere bizzat dava hakkı tanınan hâllerde, kendileri isticvap olunabilir. İsticvabına karar
verilen taraf bir tüzel kişi ise, tüzel kişinin organı (temsilcisi) isticvap olunur. Tüzel kişinin
taraf olduğu bir davada o tüzel kişinin kanunu temsilcisi durumunda bulunan kişiler tanık
olarak dinlenemez. Bir davada ancak taraflar isticvap edilebilir. Taraflar dışındaki üçüncü
kişiler isticvap edilemez; onların bilgisinden tanık olarak yararlanılır.

İsticvap olunacak kişinin mutlaka mahkemeye gelmesi gerekir mi?

İsticvap olunacak kimsenin bizzat (vekil isticvap edilemez) gelmesi (dava vekil aracılığı ile
takip edilse bile) gereklidir (m. 171, c. 1). Ancak, isticvap olunacak kişi, mahkemenin
bulunduğu il dışında oturuyor ve bulunduğu yerde aynı anda ses ve görüntü nakledilmesi yolu
ile isticvap olunması mümkün ise, bu şekilde isticvap olunur (m. 172/1, c. 2); mümkün değil
ise istinabe yolu ile isticvap olunur (m. 172/1, c. 2). Bu halde isticvap davetiyesi istinabe eden
(davaya bakan) mahkeme tarafından değil, istinabe olunan mahkeme tarafından gönderilir.
İsticvap olunacak kimse hastalık, engellilik veya benzeri sebeplerle mahkemeye bizzat
gelemeyecek durumda ise bulunduğu yerde isticvap olunur (m. 172/2).

İsticvap davetiyesinin tebliğ edilmesini gerektirmeyen haller var mıdır?

İsticvabına karar verilen kimseye bizzat davetiye gönderilir ve belirlenen gün ve saatte isticvap
olunmak üzere hazır bulunması gerektiği belirtilir (m. 171/1, c. 1). Ancak taraf davayı kendisi
takip ediyor ve yüzüne karşı isticvabına karar verilmiş ise davet edilmesine gerek yoktur;
hemen tarafın isticvabına geçilir.

Taraf isticvap için usulüne uygun davet edildiği halde mazeretsiz olarak, mahkemeye
gelmezse ne olur?

Davetiyede, ayrıca, isticvap konusu vakıalar gösterilir; ilgili tarafın geçerli bir özrü olmaksızın
gelmediği veya gelip de sorulara cevap vermediği takdirde, isticvap konusu vakıaları ikrar
etmiş sayılacağı ihtarı da yapılır (m. 171/1, c. 2). Çağrılan taraf özürsüz olarak gelmediği veya
gelip de soruları cevapsız bıraktığı takdirde, mahkemece sorulan vakıalar ikrar edilmiş sayılır
(m. 171/2). Ancak isticvabına karar verilen taraf, sır nedeniyle (m. 249) veya menfaat ilişkisi
nedeniyle (m. 250) kendisine sorulan soruları cevapsız bırakabilir (m. 175).

ÖN SORUN

Mahkemenin kendisi tarafından çözülecek sorunlar ön sorun olarak nitelendirilir.

Ön sorunların incelenmesi talep üzerine veya mahkemece kendiliğinden yapılır.

Ön sorunlar dilekçe ile veya sözlü olarak ileri sürülebilir.


Hakim ön sorunu incelemeye değer görürse inceler (m. 164). Mutlaka incelemek zorunda
değildir. örneğin süresi geçmişse (hakimin reddi, eski hale iade); yargılamayı uzatma amacı
taşıyorsa; ileri sürülen husus kararı etkileyecek nitelik taşımıyorsa bu hususu ön sorun saymaz.
Bu gibi durumlarda karşı tarafa bildirmeden ve görüşünü almadan da hakim talebi reddedebilir.

Ön sorun nedir?

Görülmekte olan bir davaya ilişkin olup, davanın esastan inceleyip karara bağlanmasından
önce inceleyip karara bağlanması gereken sorunlara, ön sorun denir.

Ön sorun ve bekletici sorunun yargılamanın ertelenmesi kurumundan farkı nedir?

Yargılamanın ertelenmesinde ne aynı mahkeme bir sorunu çözmekte ne de başka bir mahkeme
veya mercinin kararı beklenmektedir. Burada bir sorunu çözmek değil, belirsiz bir durumun
belirginleşmesi için yargılamaya ara vermek söz konusudur. Örneğin dava sırasında taraflardan
biri ölürse davaya mirasçılar devam edene kadar yargılamanın ertelenmesi gibi.

Ön sorunlara bazı örnekler veriniz?

-İlk itirazlar birer ön sorundur ön sorunlar gibi incelenir ve karara bağlanır

- Davada delil olarak gösterilen bir adi senedin, dava görülürken aynı mahkemede sahteliğinin
iddia edilmesi bir ön sorundur (m. 208/3).

- Eski hale getirme talebi, ön sorunlar hakkındaki usule göre yapılır ve incelenir (m. 100/1).

- Duruşmanın gizli yapılması talebi, ön sorunlar hakkındaki hükümler çerçevesinde gizli


duruşmada incelenir ve karara bağlanır (m. 28/3).

- Davacı, davanın feragat nedeniyle reddine karar verilmeden önce, aynı dava içinde de
feragatin yanılma, aldatma veya korkutma nedeniyle geçersiz olduğunu ön sorun olarak ileri
sürebilir.

Ön sorun hakkında verilen karar bir ara karar mıdır yoksa nihai karar mıdır? Bu
karara karşı kanun yoluna gidilebilir mi?

Ön sorun hakkındaki mahkeme kararı, mahkemenin davadan el çekmesini gerektiriyorsa, nihai


karardır; bu nedenle istinaf edilebilir. Örneğin, yetkisizlik kararı istinaf edilebilir. Buna
karşılık, mahkemenin ön sorun hakkındaki kararı, yargılamaya son vermiyorsa, ara karardır; bu
nedenle tek başına istinaf edilemez. Örneğin, yetki itirazının reddine ilişkin karar istinaf
edilemez.

BEKLETİCİ SORUN (m. 165)

Bekletici sorun yapılacak husus, yargılamayı yürüten mahkemenin görev alanına girmeyen bir
ön sorun olmalıdır. O mahkemenin görev alanına giriyorsa bekletici sorun değil, ön sorun söz
konusudur. Hukuk, ceza, idari yargı hakem, yabancı mahkeme olabilir.

Yargıtay: başka bir ülkedeki dava da bekletici sorun yapılabilir.


Davalar arasında bağlantı bulunur da davaların birleştirilmesi mümkün olmazsa davalardan
birinin diğeri için bekletici sorun sayılması gerekir.

Bekletici sorun yapılacak dava açılmış veya idari makamın tespiti için başvuru gerçekleşmişse
doğrudan bekletici sorun yapılır; henüz böyle bir dava veya başvuru bulunmuyorsa o zaman
mahkeme bunun için süre verir. Örneğin resmi senette sahtelik iddiası varsa ayrı bir sahtelik
davası açması için iki haftalık süre verir (m. 208/4). Süre içinde dava açılır veya başvuru
yapılırsa bekletici sorun yapılır; aksi halde ise mevcut duruma göre karar verilir.

Hukuk mahkemesi, ceza mahkemesi kararını, hukuk mahkemesi kararını, idare veya vergi
mahkemesi kararını da bekletici sorun yapabilir. Bazı hallerde ise, hukuk mahkemesi, ceza
davasının sonuçlanmasını bekletici sorun yapamaz. Örnek, hukuk mahkemesinde yemin eda
edildikten sonra, yalan yere yemin nedeniyle açılan ceza davası, esas dava bakımından
bekletici sorun yapılamaz (m. 239). Ceza mahkemesi de hukuk mahkemesi kararını bekletici
sorun yapabilir (CMK m. 218/1).
Bekletici sorun nedir?

Bir davada hüküm verilebilmesi, başka bir davaya, idari makamın tespitine yahut dava
konusuyla ilgili bir hukuki ilişkinin mevcut olup olmadığına kısmen veya tamamen bağlı ise
mahkemece o davanın sonuçlanmasına veya idari makamın kararına kadar yargılama
bekletilebilir. Buna bekletici sorun yapma kararı denir.

Bekletici sorun yapmak zorunlu mudur?

Kanunda açıkça belirtilen hallerde bekletici sorun yapmak zorunludur. Bunun dışındaki
hallerde ise hakimin bekletici sorun yapma hususunda takdir hakkı vardır. Örneğin kanun veya
kanun hükmünde kararname hükmünü Anayasaya aykırı bulursa bu konuda Anayasa
Mahkemesi kararını bekletici sorun yapmak zorundadır. HMK m. 54 ve 56’da da zorunlu
bekletici sorun yapılacak durumlar vardır. HMK m. 54’e göre ‘’İzin belgesinin alınması için
mahkemeye müracaat edilmesi gerekiyorsa ilgiliye, müracaatı için kesin süre verilir. Bu süre
içinde mahkemeye başvurulması hâlinde bu konuda karar verilinceye kadar beklenir’’. (Kanuni
temsilci bakımından izin belgesi; tüzel kişinin organı bakımından temsil belgesi). HMK m. 56
ya göre ‘’Taraflardan birinin vesayet altına alınması veya kendisine yasal danışman atanması
talebi mahkemece uygun bulunur ya da mahkemece gerekli görülürse, bu konuda kesin bir
karar verilinceye kadar yargılama ertelenebilir. (2) Taraflardan biri kanun gereğince tedavi,
gözlem veya koruma altına alınmış yahut başkalarıyla görüşmekten yasaklanmış olup da
kendisi veya vekilinin mahkemede bulunması mümkün değilse, o kimse hakkında davayı takip
için kayyım atanıncaya kadar yargılama ertelenebilir’’.

Bunun dışında hakim her ne kadar takdir hakkına sahip olsa da bekletici sorun yapmanın
şartları oluşmuşsa bekletici sorun yapma kararı vermelidir. Aksine durum takdir hakkının
kanunun amacına aykırı kullanılması olacağı için bozma sebebi teşkil eder. Bekletici sorun
yapma yargılamanın gecikmesinden daha üstün yarar sağlayacaksa bekletici sorun
yapılmalıdır.

Bekletici sorun yapma ne zamana kadar devam edecektir? Hakim bu kararından


dönebilir mi?
Başka bir mahkeme kararının bekletici sorun yapılması halinde o davanın şekli anlamda kesin
hükümle sonuçlanmasına adar yargılamayı erteleyecektir. Bekletici sorun yapma kararı bir ara
karar olduğundan hakim bu karardan dönebilir. Ancak hukuka aykırı dönme ise bozma sebebi
teşkil eder.

Bekletici sorun hakkındaki karar hangi şekilde ortadan kalkabilir?

-Bekletici sorun yapma ara kararından dönmesi ile

- Beklenen dava hakkında verilen kararın şekli anlamda kesinleşmesi ile veya idari makamın
tespitinin gerçekleşmesi halinde bu durumun mahkemeye intikal etmesi ile ortadan kalkar.

Bekletici sorun kararı üzerine herhangi bir işlem yapılması mümkün müdür?

Bu karar kaldırılana kadar kural olarak yargılamaya ilişkin işlem yapılmaz. Ancak taraflar yeni
ortaya çıkan delilleri mahkemeye sunabilir; adres değişikliğini, taraf değişikliğini, dava
konusundaki değişikleri bildirebilir. Mahkemede gerek tarafların bu işlemi üzerine gerekse
bekletici sorunla çelişmeyen işlemleri yapabilir.

DAVALARIN BİRLEŞTİRİLMESİ VE AYRILMASI (m. 166-168)

DAVALARIN BİRLEŞTİRİLMESİ

Davaların birleştirilmesi için aranan şart nedir?

Davaların birleştirilebilmesi için her iki dava arasında bağlantı bulunması gerekir. Davalar ister
aynı mahkemede ister farklı mahkemede açılmış olsun bağlantı varsa birleştirilebilir (m. 166).

Her iki dava arasında ne zaman bağlantı olduğu kabul edilir?

Davaların aynı veya birbirine benzer sebeplerden doğması ya da biri hakkında verilecek
hükmün diğerini etkileyecek nitelikte bulunması durumunda, bağlantı var sayılır (m. 166/4).
Örnekler: Davacı, asıl alacak davasından sonra faiz için de ayrı bir dava açarsa, bu davalardan
biri hakkında verilecek karar diğerini etkileyecek nitelikte olduğundan iki dava birleştirilebilir.
Bir menfi tespit davasından sonra davalı, davacıya karşı aynı hukuki ilişkiye dayanarak eda
davası açarsa, bu davalardan biri hakkında verilecek karar diğerini etkileyecek nitelikte
olduğundan menfi tespit davası ile eda davası birleştirilebilir. Bir anonim şirket genel kurul
kararının iptali için birden fazla dava açıldığı takdirde, bu davalar birleştirilerek görülür (TK
m. 448/2, c. 2).

Davalardan biri hakkında verilecek hükmün diğerini etkileyecek nitelikte olması halinde de
bağlantı var sayılır. Ancak bu halde dava sebepleri arasında aynılık veya benzerlik aranmaz.
Bu noktada talep sonuçlarının birbirine etkisinden bahsedilmektedir.

Davaların birleştirilmesinin şartı olarak davaların aynı veya benzer sebepten


doğmasından ne anlaşılmalıdır?

Her iki dava da aynı vakıalara dayanıyorsa aynı sebepten doğma şartı gerçekleşmiştir. Örneğin,
aynı fiilden veya aynı hukuki işlemden kaynaklanan fakat farklı hukuki sorumluluk
sebepleriyle sorumlu olan iki kişiye karşı ayrı ayrı açılan davalar birleştirilebilir. Her iki
davanın dava sebebi aynı olmalı; davaların aynı olması değil.

Benzer sebepten ne anlaşılması gerektiği kanunda açıklanmamıştır. Aynı fiil veya aynı
işlemden kaynaklanmıyorsa benzer sebebi tespit etmek zordur. Her ikisinin de haksız fiile
dayanması ya da satım sözleşmesi olması gibi salt maddi vakıaların aynı türden olması yeterli
değildir. Benzerliğin kabul edilebilmesi için en azından taraflardan birinin aynı olması gerekir.
Salt dayandıkları maddi vakıaların birbirine benzer olması bu davaların birleştirilmesi için
yeterli değildir. Benzerlikte asıl olan maddi vakıalardaki benzerliktir; hukuki sebeplerin benzer
olması davaların birleştirilmesi imkanı vermez.

Maddi vakıaların benzer olmasından ne anlaşılması gerektiği üzerinde de durmak gerekir.


Görünüşte benzerlik değil; aynı amaca hizmet eden veya aynı sonuca yönelmiş sebepler benzer
sayılmalıdır. Her iki dava sebebi de satım, kira veya haksız fiil gibi ortak bir niteliği haizse,
görünüşte benzerlik var sayılır. Örneğin, bir televizyon programında arayan birden fazla kişiye
ayrı ayrı hakaret edilmesinde durum böyledir. Amaçsal benzerlikte ise her iki davanın sebebini
teşkil eden maddi vakıaların aynı hukuki niteliği haiz olmasalar da ortak bir amacın
gerçekleşmesine hizmet etmiş olmalarıdır. Biri bağışlama, biri satım, haksız fiil olabilir.
Örneğin, borçlunu vadesi gelmeden ödemede bulunması, ipotek tesis etmesi, işletmenin bir
kısmını devretmesi her biri farklı hukuki niteliği haiz olmasına karşın bu işlemlerin tamamı,
alacaklılar aleyhine borçlunun malvarlığını azaltmak amacıyla yapıldıklarından dava sebepleri
arasında amaçsal bir benzerlik vardır. Bu nedenle davalar birleştirilebilir.

Dava sebebi nedir? Bu konudaki görüşler nelerdir?

Dava sebebinin ne olduğuna ilişkin açık düzenleme yoktur. Dava sebebi, davaların
birleştirilmesi ve ayrılması, iddianın veya savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağı,
derdestlik, kesin hüküm, ıslah gibi kurumlarla yakın ilişkilidir.
Ferdileşme teorisi: bu teoriye göre davanın sebebi davacının talep sonucuna dayanak teşkil
eden hukuki ilişkilerdir. Bu çerçevede davacının dava dilekçesinde hukuki ilişkileri diğer
iddialardan ayırt edilecek şekilde ferdileştirmesi yeterlidir. Bu görüş çerçevesinde, dayanılan
hukuki ilişkilerin (hukuki sebeplerin) sonradan değiştirilip genişletilmesi yasakken, maddi
vakıaların tahkikat bitinceye kadar duruşmaya getirilmesi mümkündür.
Vakıalara dayandırma teorisi (Ermenek de bu görüşte): hakim görüş olan bu teoriye göre,
davanın sebebi maddi vakıalardır. Bu teori çerçevesinde davacı, talebinin dayanağı olan hayat
olaylarını dava dilekçesinde göstermelidir. Ancak davacının dilekçesinde bütün vakıaları değil,
sadece talebi için belirleyici olan vakıaları göstermesi yeterlidir. Bu görüş çerçevesinde,
davanın temelini vakıalar oluşturduğundan, sonradan bu vakıaların değiştirilmesi iddianın
değiştirilmesi yasağına tabi olurken, hukuki sebeplerin değiştirilmesi yasak kapsamına girmez.
Ayrıca dilekçeler aşamasında toplanmış dava malzemelerini tamamlayan veya ona zımnen
dahil olan vakıalar, ıslaha gerek olmadan yargılamaya dahil edilebilirler.
Davaların birleştirilmesindeki bağlantı ile davaların ayrılmasındaki bağlantı kavramı
aynı şey midir?

Birlikte açılan veya sonradan birleştirilen davalar arasında bağlantı yoksa davaların ayrılmasına
karar verilir. Taleplerin birlikte incelenmesi tahkikatı zorlaştıracaksa ayırma kararı
verilebilmektedir. Ayrıca ihtiyari dava arkadaşlığı koşulları oluşmadan açılan davaların da
ayrılmasına karar verilebilmektedir. Yine karşı dava bağlantı olmadan veya süresinden sonra
açılırsa davaların ayrılmasına karar verilir (m. 133/2; 132/2).
Farklı yargı kollarına tabi davaların birleştirilmesi mümkün müdür? Farklı yargılama
kurallarının olması davaların birleştirilmesine engel teşkil eder mi?

Aynı yargı kolundaki davaların birleştirilmesi mümkünken, farklı yargı kollarında yer alan
davaların birleştirilmesi mümkün değildir. Bu sebeple adli ve idari yargıda görülen davalar
birleştirilemez. Aynı yargı kolunda olup fakat farklı yargılama kurallarına tabi olan medeni
yargı ve ceza yargısında görülen davalarda birleştirilemez. Tahkimde görülen bir dava ile
hukuk mahkemesinde görülen bir dava da birleştirilemez.

Aynı sıfat ve düzeydeki mahkeme ifadesinden ne anlaşılması gerekir?

Aynı düzeyden aynı derecedeki mahkemeler anlaşılır. İlk derece mahkemesi, İstinaf
mahkemesi ve Yargıtay farklı düzeyde mahkemelerdir.

Aynı sıfat ise aynı görev kuralların tabi her iki davanın da aynı görevli mahkeme olması
gerekir. Örneğin sulh ile asliye; genel mahkeme ile özel mahkeme; özel mahkeme ile özel
mahkemede görülen davalar birleştirilemez. Birleştirilmesi istenen davalar karşılıklı olarak
diğer mahkemede açıldığında görevsizlik itirazında bulunulamıyorsa, bu mahkemeler aynı
sıfatta sayılır. Her iki mahkemede iş mahkemesi, asliye hukuk mahkemesi, aile mahkemesi
olması halinde birleştirme mümkündür.

Ticaret mahkemesi toplu mahkeme olduğuna göre davaların birleştirilmesi mümkün


olacak mıdır?

Burada mahkeme aynıdır. Sadece tek hakimli mi yoksa toplu olarak mı bakılacağı meselesi
vardır. İster tek hakimli isterse toplu olarak görülsün davalar birleştirilebilir. Her iki davada tek
hakimli ise birinde birleştirilebilir; biri tek hakimli diğeri toplu mahkeme ise davalar heyet
halinde görülen davada birleştirilmelidir.

Özel mahkeme bulunmayan yerlerde asliye hukuk mahkemesinin özel mahkeme sıfatıyla
davaya bakması durumunda davaların birleştirilmesi mümkün müdür?

Bu durumda mahkeme fiilen aynı olsa da hukuken ayrı mahkeme olarak kabul edildiğinde
asliye hukuk mahkemesinde görülen dava ile asliye hukuk mahkemesinin iş mahkemesi
sıfatıyla gördüğü dava birleştirilemez.

Hakimler Savcılar Kurulunun belirli görevli mahkemelerden birini belirli işler için
görevlendirmesi halinde davalar birleştirilebilir mi?

Örneğin deniz ticareti ve deniz sigortaları ile ilgili olarak belirli bir asliye ticaret mahkemesinin
ya da sosyal güvenlikle ilgili belirli bir iş mahkemesinin görevlendirilmesi mümkündür. Böyle
bir durumda aynı düzey ve sıfattaki mahkemenin bir dairesi şeklinde çalışan mahkemeler
arasında sıfat farklılığı değil, iş dağılımı farklılığı söz konusu olduğundan davalar
birleştirilebilir ancak uzman olan dairede birleştirilmesi uygun olur.

Bölge adliye mahkemesinde veya Yargıtay’da davaların birleştirilmesi mümkün müdür?


Bölge adliye mahkemesinin ve Yargıtay’ın kanun yolu denetimi değil de ilk derece mahkemesi
sıfatıyla hareket ettiği durumlarda davaların birleştirilmesi mümkündür. Temyiz kanun yolunda
ise maddi vakıa incelemesi yapılmayıp, sadece bir mahkeme kararının hukuka uygun olup
olmadığı denetleneceğinden davaların birleştirilmesi mümkün değildir. Bölge adliye
mahkemesi ilk derece mahkemesi olarak yargılama yaptığında, aynı bölge adliye
mahkemesinin farklı dairelerindeki davalar m. 166/1 gereğince aynı yargı çevresi, farklı bölge
adliye mahkemelerindeki davalar ise aynı maddenin ikinci fıkrasına göre ayrı yargı çevresi
kabul edilerek birleştirilmelidir.

Yargıtay’ın ilk derece mahkemesi olarak baktığı davalarda farklı bir yargı çevresinden
bahsedilemeyeceği için m. 166/1 e göre farklı dairelerdeki davalar veya Hukuk Genel
Kurulunun kendi içinde baktığı farklı davalar birleştirilebilir. Bu durumda Yargıtay’ın ilk
derece mahkemesi olarak baktığı dava ile kanun yolu olarak incelediği davalar birleştirilemez.
Genel kuruldaki bir dava ile dairede görülen bir dava birleştirilmemelidir.

Bölge adliye mahkemesi veya Yargıtay’ın ilk derece mahkemesi olarak hareket etmediği kanun
yolu aşamasında davaların birleştirilmesi mümkün değildir (m. 357). Ancak m. 357/1’de yer
alan istisnai durumda davaların birleştirilmesi mümkündür. Ancak maddede belirtilen 166.
maddenin birinci fıkrası hükmünün saklı kalmasından ne anlaşılmalıdır? Sadece ilk derecede
aynı yargı çevresi içinde görülen davalar, şartları oluşmasına rağmen birleştirilmemişse
bunların istinaf aşamasında birleştirilmesi mi kabul edilmeli, yoksa farklı yargı çevrelerinde
görülen davalar olsa dahi, aynı bölge adliye mahkemesinin alanına giriyor ve aynı bölge adliye
mahkemesinde istinaf incelemesi yapılıyorsa bunlar da bu kapsamda sayılacak mıdır? İlk
durumda tereddüt yoktur. Çünkü ilk derecede aynı yargı çevresindeki davalar bakımından
kanunun ifadesi gereği istinaf aşamasında da birleştirme mümkündür. Bunlar hem ilk derecede
aynı yargı çevresindedir hem de aynı bölge adliye mahkemesinin alanı içinde bulunmaktadır.
Ancak aynı bölge adliye mahkemesinin yargı çevresi içinde olan farklı ilk derece mahkemesi
yargı çevrelerinde görülen davalar istinaf aşamasında birleştirilirken istinaf bakımından aynı,
fakat ilk derece bakımından ayrı yargı çevresi söz konusu olacaktır. Özekes’e göre,
birleştirmenin amacı ve istinafın sadece bir denetim değil, aynı zamanda hüküm mahkemesi
olduğu dikkate alınırsa bu tür durumlarda istinaf aşamasında birleştirme kabul edilmelidir.

Yazılı yargılama usulüne tabi dava ile basit yargılama usulüne tabi davanın
birleştirilmesi mümkün müdür?

Kanunda buna engel bir düzenleme (daha doğrusu bu konuda hiç düzenleme) yoktur.
Doktrinde bu konuda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bir görüşe göre (Ermenek de bu görüşte)
birleştirmeden sağlanan amaç gerçekleşecekse bu durumda da davaların birleştirilebileceği
kabul edilmektedir. Diğer görüşe göre, basit yargılama usulünde ve yazılı yargılama usulünde
davaların takibi ve hazırlık işlemleri farklı usullere göre yürütüleceğinden (örneğin dosyanın
işlemden kaldırılmasındaki farklılık) bu davaların birlikte görülmesi mümkün değildir.
Yargıtay da bu görüştedir.

Davaların birleştirilmesi hangi aşamada mümkündür? Bunun için talep gerekir mi?
Birleştirme kararını hangi mahkeme verecektir? Diğer mahkeme birleştirme kararı ile
bağlı mıdır?
Davanın her aşamasında mümkündür. Ancak ön incelemeden önce uygun olmaz. En erken ön
incelemenin sonunda dava şartları ve ilk itirazlar incelendikten sonra birleştirme ve ayrılma
olabilir. Bu nedenle davaların birleştirilmesi ve ayrılması talebi en erken dilekçeler aşamasında
ileri sürülebilir. Aynı mahkemede veya aynı yargı çevresindeki iki mahkeme arasındaki davalar
her iki taraftan birinin talebi üzerine veya kendiliğinden birleştirilebilir. Ancak farklı yargı
çevresindeki davaların kendiliğinden birleştirilmesi mümkün değildir; ancak talep üzerine
birleştirilebilir. Birleştirme kararını ikinci mahkeme verir; bu karar ilk mahkemeyi bağlar ve
davalar ilk mahkemede birleştirilir. Şayet davalar aynı yargı çevresi içindeki mahkemelerde
açılmışsa, ikinci mahkemenin birleştirme kararı derhal ilk mahkemeyi bağlarken, farklı yargı
çevreleri içinde açılan davalara ilişkin birleştirme kararı, bu kararın kesinleşmesi ile birlikte ilk
mahkemeyi bağlar. Birleştirme talebi, aynı yargı çevresindeki davalar için davayı gören
mahkemeden, farklı yargı çevresindeki davalar bakımından ise ikinci mahkemeden istenir; ilk
davanın açıldığı mahkemeden talep edilirse talebin reddi gerekir.

Davaların birleştirilmesi talebi sözlü olarak ileri sürülebilir mi?

Taraflar taleplerini yazılı olarak yapabilecekleri gibi, duruşmada sözlü olarak da yapabilirler m. 163).
Talebin sözlü olarak yapılması halinde bu husus tutanağa geçirilir.

Davaların birleştirilmesi ve ayrılmasının hukuki niteliği nedir? Mahkeme usul işlemi


midir?

Davaların birleştirilmesi ve ayrılması talepleri birer taraf usul işlemi iken, davaların ayrılması
ve birleştirilmesi kararları birer mahkeme usul işlemidir. Ayrı yargı çevrelerinde açılmış ve
aralarında bağlantı bulunan davaların birleştirilmesi mahkeme ve tarafların birlikte yaptığı bir
usuli işlemdir.
Birleştirme talebinin tarafça geri alınmasının birleştirme kararına bir etkisi olur mu?

Ayrı yargı çevrelerinde açılan davaların birleştirilmesi bakımından tarafların talebi olması
gerekir. Mahkeme kendiliğinden birleştirme kararı veremez. Bu durumda taraf birleştirme
kararı verilmeden önce talebini geri alırsa veya davayı ıslah ederse mahkeme birleştirme kararı
veremez. Buna karşılık aynı yargı çevresi içinde açılan davaların birleştirilmesi ve ayrılması
salt mahkeme usul işlemi olduğundan tarafın talebini geri alması mahkeme kararına etki etmez.
Bu durumda ya bizzat mahkeme kendi kararını geri almalıdır ya da kanun yollarına başvuru
sonucunda bu karar ortadan kaldırılmalıdır.
Hakem mahkemesinde görülen davaların hukuk mahkemesinde görülen davalarla
birleştirilmesi mümkün müdür?

Bu şekilde birleştirme kararı verilemez. Çünkü taraflar tahkim sözleşmesi ile Devlet
mahkemelerinin yargılama yetkisini kaldırmışlardır. Bu nedenle hakem mahkemesinin
kendiliğinden veya talep üzerine davaların birleştirilmesine karar vermesi mümkün değildir.
Şayet uyuşmazlığın her iki tarafı da hakem mahkemesinde görülmekte olan davanın hukuk
mahkemesindeki dava ile birleştirilmesini isterse HMK m. 435/1-b bağlamında taraf
iradelerinin tahkimin sona erdiği konusunda uyuştuğu kabul edilerek yargılama sona erecektir.
Hukuk mahkemesinde görülen davaların hakem mahkemesinde görülen davalarla
birleştirilmesi mümkün müdür?
Hakem mahkemesi ile davanın görüldüğü hukuk mahkemesinin aynı sıfatta olmamaları
nedeniyle davaların birleştirilmesi söz konusu olamaz.

Davaların birleştirilmesi veya talebin reddi veya kabulü kararı bir ara karar mıdır?
Yoksa nihai karar mıdır?

Birleştirme talebinin reddi kararı bir ara karardır. Aynı yargı çevresindeki mahkemelerde
görülen davalar için birleştirme kararı verilmesi, bunlar aynı mahkeme sayıldığından ve
davadan el çekilmediğinden, davaya devam edildiğinden ara karardır. Buna karşılık ayrı yargı
çevresinde bulunan mahkemelerdeki davaların birleştirilmesi kararı, davadan el çekmeyi
gerektirdiğinden nihai karardır. Ermenek: bu bir nitelikli ara karardır.

Hakimin davaların ayrılması veya birleştirilmesi kararı denetime açık mıdır? Bu denetim
nasıl yapılacaktır? İstinafta ve temyizde denetlenebilir mi?

Davaların birleştirilmesi ve ayrılması kararları bakımından takdir yetkisinin denetlenmesinin


genel sınırlarını adil yargılanma hakkı, hukuki dinlenilme hakkı, hukuki güvenlik ilkesi ve tabii
hakim ilkesi gibi anayasal ilkeler oluşturur.
İstinafta takdir yetkisi denetlenebilir mi? Dar anlamda istinafın kabul edilmesi denetimin de
sınırlı olduğu anlamına gelmez. Çünkü istinaf incelemesinin kapsamını tarafların istinaf
gerekçeleri ve kamu düzenine ilişkin hususlar belirlemektedir. Bu çerçevede somut davada,
istinaf incelemesinin kapsamı içinde ilk derece mahkemesinin takdir yetkisinin denetlenmesi
de varsa, bu yetkinin kullanımı tam olarak denetlenebilmelidir. Taraf talep etmemiş olsa bile
takdir yetkisi, adil yargılanma hakkı, hukuki dinlenilme hakkı veya tabii hakim ilkesini ihlal
edecek şekilde kullanılmışsa, bu hususlar aynı zamanda kamu düzenine de aykırılık
oluşturduğundan bu yetkinin kullanılması denetime tabi olmalıdır.
Temyizde takdir yetkisi denetlenebilir mi? Temyiz aşamasında Yargıtay’ın vakıa incelemesi
yapamayacağı, bu incelemenin istinaf mahkemesinin hukuku doğru uygulayıp uygulamadığı
hususunda hukuka uygunluk denetimi ile sınırlı olduğu kabul edilmektedir. Bu bağlamda
kamu düzenine ilişkin haller bir yana bırakılırsa ilk derece mahkemesi kararının, tarafların
istinaf incelemesi talep etmedikleri vakıa tespit ve değerlendirmeleri ile bunlara bağlanan
hukuki sonuçlara ilişkin kısmı istinaf incelemesine tabi olmadığından, temyiz incelemesine de
tabi olmayacaktır. Yargıtay sadece temyiz incelemesinin kapsamı ile sınırlı olarak alt derece
mahkemesinin takdir yetkisini denetleyebilmekte; alt derece mahkemesinin yerine geçerek bir
takdir yetkisi kullanması söz konusu değildir. Temyiz incelemesi sırasında maddi bir takdir
yetkisinin hukuka aykırı kullanıldığı tespit edildiğinde, karar bozularak dosya alt derece
mahkemesine geri gönderilmektedir (m. 370/2). Buna karşılık usuli bir takdir yetkisinin
hukuka aykırı olarak kullanıldığı tespit edilirse, öncelikle bu aykırılığın adil yargılanma hakkı,
hukuki dinlenilme hakkı ve tabii hakim ilkesi gibi kamu düzenine ilişkin bir ilkeyi ihlal edip
etmediğine bakılmalıdır. Telefi edilemeyecek bir ihlal varsa karar düzeltilerek onanmalı, aksi
halde ise karar bozulmalıdır. Usuli takdir yetkisinin hukuka aykırı kullanıldığı diğer hallerde
ise hükmün esasına etki edip etmeme kriterine göre karar bozulmalı veya düzelterek
onanmalıdır (m. 371/1-ç).
Davaların ayrılması veya birleştirilmesi kararı vermek yerine başka alternatif yollar
neler olabilir?
Hakim davaların birleştirilmesi şartları oluştuğu takdirde davaların birleştirilmesine karar
vermek yerine davalardan birini diğeri için bekletici sorun yapılmasına da karar verebilir
(Ermenek). Doktrinde aksi yönde bir görüş aynı mahkeme önünde görülen davaların birbiri
için bekletici sorun yapılamayacağı belirtmektedir.
Davalar arasındaki bağlantının sadece davalardan birisi hakkında verilecek hükmün diğerini
etkileme ihtimali tespit edilirse, mahkeme davalardan birini diğeri için ön sorun yapabilir.
Fakat hakim takdir yetkisini davaların ayrılması yönünde kullandığında, şayet usuli bir bağlantı
söz konusu ise, davalardan birisi diğeri için bekletici sorun yapılamaz; ayrılan davalar birbirine
paralel şekilde yürütülmek zorundadır.
Davaların birleştirilmesi ve ayrılması kararlarına karşı kanun yoluna başvurulabilir mi?
Kanun yolunda nasıl karar verilir?

İstinaf bakımından: HMK m. 168’de düzenlenmiştir. Aynı yargı çevresinde aynı düzey ve
sıfattaki hukuk mahkemelerinde görülmekte olan davalar yönünden ilk derecede verilen
birleştirme kararlarına karşı istinaf yoluna, bölge adliye mahkemesi kararlarına karşı ise temyiz
yoluna ancak asıl hükümle birlikte başvurulabilir. Buradan hareketle, ayrı yargı çevresindeki
mahkemelerde görülen davalar hakkında verilen birleştirme kararları için kanun yoluna
başvurulabileceği sonucu çıkıyor. Çünkü bu birleştirme kararı nihai karardır.

İstinaf mahkemesinin ilk derece mahkemesi olarak verdiği birleştirme kararları, istinaf
incelemesi sırasında m. 357/1 hükmü çerçevesinde vermiş olduğu birleştirme kararları ile ilk
derece mahkemesinin birleştirme kararını hukuka uygun bularak yaptığı inceleme üzerine
verdiği kararlar için temyiz yoluna başvurulabilir. Ancak m. 168’de kanun yolu aşamasında bu
hususun tek başına hükmün kaldırılması veya bozma sebebi oluşturmayacağı belirtilmiştir. Bu
sebeple başka bir hukuka aykırılık ve kanun yoluna ilişkin inceleme sebebi yoksa yani esas
hakkında verilen karar hukuka uygunsa sadece birleştirme kararının hukuka aykırı olması
dikkate alınarak istinaf aşamasında karar kaldırılamaz veya temyiz aşamasında karar
bozulamaz (m. 168, c. 2). Ancak bu halde bölge adliye mahkemesi tarafından nasıl bir karar
verilmesi gerektiğine yer verilmemiştir. İlk derece mahkemesinde verilen birleştirme kararı
hukuka aykırı ise istinaf mahkemesi dosya üzerinden, esasa girmeden ilk derece mahkemesi
kararını kaldırır ve dosyayı görevli ve yetkili ilk derece mahkemesine gönderilmesine karar
verir. Bölge adliye mahkemesinin bu kararı kesindir (m. 353/1-5); temyiz yoluna
başvurulamaz. Bu durumda şöyle ihtimal ortaya çıkmaktadır. Birleştirme ve ayrılma talebi
hukuka aykırı olarak reddedilmişse ancak esas hakkındaki hüküm hukuka uygunsa istinaf
mahkemesinin nasıl hareket edeceği düzenlemenin kapsamına giremez. Zira sadece hukuka
aykırı birleştirme ve ayırma kararlarında ilk derece mahkemesine gönderme söz konusudur. Bu
halde Hocaya göre istinaf mahkemesinin söz konusu hukuka aykırılığı düzelterek istinaf
isteminin esastan reddine karar vermesi hem kanun koyucunun amacına hem de usul
ekonomisine daha uygun olur.

Temyiz bakımından: bölge adliye mahkemesinin birleştirme veya ayırma yönünden verdiği
kararlar hukuka aykırı olmakla birlikte, esasa ilişkin karar hukuka uygunsa, Yargıtay bozma
kararı vermeyip bu kararı düzelterek onamalıdır. Temyiz incelemesi sonucunda bölge adliye
mahkemesi kararı esasa ilişkin nedenlerden dolayı bozulursa, hukuka aykırı olarak verilmiş
birleştirme veya ayırma kararından dolayı da bozulur. Bozma kararı, bölge adliye
mahkemesinin ilk derece mahkemesi kararını usule ve esasa uygun bularak istinaf isteminin
reddine ilişkinse, dosya ilk derece mahkemesine (m. 373/1); diğer ihtimaller bakımından ise,
birleştirme ve ayırma kararı veren veya yeniden esas hakkında karar veren bölge adliye
mahkemesine gönderilir (m. 373/2). Bölge adliye mahkemesi veya ilk derece mahkemesi bu
karara uyabileceği gibi direnme kararı da verebilir. Yargıtay, alt derece mahkemesinin kararını
esasa ilişkin nedenlerin yanı sıra davaların ayrılması kararının hukuka aykırılığı nedeniyle de
bozmuşsa, bozma kararına uyan alt derece mahkemesi bu davaları birleştirerek görmek
zorundadır. Ancak esasa ilişkin bozma kararının içeriğine göre yeniden yapılan tahkikat
sırasında, yargılamanın daha iyi bir şekilde yürütülmesine yeni bir engel ortaya çıkarsa,
mahkeme yeniden davaların ayrılmasına karar verebilir. Alt derece mahkemesi Yargıtay’ın
bozma kararına karşı esas bakımından direnme kararı vermişse, birleştirilme ve ayrılma
kararının bozulması bakımından da direnme kararı verebilir. Ancak doktrinde hocaya göre, her
ne kadar HMK m. 373/5’de direnme kararı bağlamında esasa ilişkin kararlar ile usule ilişkin
kararlar arasında ayrım yapmamışsa da birleştirme veya ayrılmaya ilişkin bozma kararının
hukuka aykırı olması, tek başına direnme kararı verilmesine bir neden teşkil etmemelidir.
Çünkü kanun koyucu, tek başına bozma nedeni kabul etmediği bir hususu, tek başına direnme
nedeni kabul etmiş olamaz.

Dosya bölge adliye mahkemesi tarafından ilk dereceye gönderilirse yeniden birleştirme
ve ayırma kararı verilebilir mi?

Birleştirme veya ayırma kararı hukuka aykırı olup dosya ilk dereceye gönderilmişse ilk derece
mahkemesi bununla bağlıdır. Ancak daha sonra davaların ayrılmasını gerektiren bir durum
ortaya çıkarsa yapılan tahkikatta yeniden davaların ayrılmasına karar verilebilir. Buna karşılık
birleştirme kararı verilemez. Çünkü bölge adliye mahkemesinin birleştirme kararını kaldırması
ile birlikte, her iki davanın aynı veya benzer sebepten kaynaklanmadığı veya biri hakkında
verilecek hükmün diğerini etkilemeyeceği hususu kesinleşmiştir. Bu nedenle birleştirme
kararının kaldırılmasına karar verilmişse, ilk derece mahkemesi her iki davayı ayrı ayrı görüp
sonuçlandırmak zorundadır.
Birleştirilen davalardan biri hakkında toplanan deliller diğeri bakımından da
değerlendirilebilir mi?

Hocaya göre değerlendirilebilir. Çünkü davaların birleştirilmesinin en önemli amaçlarından biri


usul ekonomisidir. Bu nedenle birleştirilen diğer dava bakımından yeniden delil toplanması
davaların birleştirilmesinin amacı ile çelişir. Ancak bu husus davaların birleştirilmesi ile
birlikte diğer davanın taraflarının delillerin kendileri için yeniden değerlendirilmesinden
vazgeçtikleri anlamına gelmez. Kanuni istisnalar dışında tarafların dava malzemelerini
mahkemeye getirme yükümlülüğü devam eder. Hakimin kendiliğinden delil toplaması söz
konusu değildir. bu bağlamda hakimin, ortak olmayan bir vakıa bakımından, diğer dava
dosyasından edindiği bilgiyi veya o dosyada gördüğü bir delili diğer davada değerlendirmesi
mümkün değildir.
Davaların birleştirilmesi halinde yargılama giderleri nasıl belirlenecektir?

Davaların birleştirilmesi harçlar bakımından bir etkiye sahip değildir. Nasıl ki dava açılırken
her bir dava bakımından karar ve ilam harcı ayrı ayrı hesaplandıysa, nihai karar verildiğinde de
bakiye karar ve ilam harcı her bir dava bakımından ayrı ayrı hesaplanmalıdır.
Objektif dava birleşmesi ve dava arkadaşlığı söz konusu olduğunda dava açarken tek bir
başvuru harcı alınır. Karar ve ilam harcı dava konusunun değeri toplamına göre belirlenir.
Ancak davalılar arasında müteselsil sorumluluk varsa davalılar tek bir dava konusundan
sorumlu olduğu için her bir dava arkadaşı için dava konusunun tamamı üzerinden ayrı ayrı
karar ve ilam harcı hesaplanmamalıdır.
Karşı dava söz konusu olduğunda, asıl dava ve karşı dava ayrı ayrı dilekçelerle açılacağından,
burada da her bir dava için ayrı ayrı başvuru harcı ile karar ve ilam harcı hesaplanmalıdır.
Davaların birleştirilmesi halinde vekalet ücreti nasıl belirlenecektir?

Davaların birleştirilmesi halinde birleştirilen her bir dava bağımsızlığını koruduğundan her bir
dava için ayrı ayrı vekalet ücretlerine hükmedilmelidir. Objektif dava birleşmesi söz konusu
olduğunda harçların hesaplanmasından farklı olarak müddeabihler toplamı üzerinden değil her
bir dava bakımından ayrı ayrı vekalet ücreti hesaplanmalıdır. Zira Avukatlık Asgari Ücret
Tarifesine göre, belirli bir meblağın aşılması halinde vekalet ücretinin tespitinde kullanılan
yüzdelik oranlar azalmaktadır. İhtiyari dava arkadaşlığı kapsamında müteselsil sorumluluk
hükümleri çerçevesinde birden fazla kişiye karşı birlikte dava açıldığında tek bir vekalet
ücretine hükmedilebilmesi için hem dava sebebinin aynı olması hem de taleplerin aynı
nedenden dolayı reddedilmesi gerekir. Aksi halde müteselsil sorumluluk halinde dahi tek bir
vekalet ücretine hükmedilmez. Bu hüküm sadece davalı tarafta ihtiyari dava arkadaşlığında ve
davanın reddi halinde uygulanma imkanına sahiptir. Buna karşılık söz konusu düzenlemede
müteselsil sorumluluk hükümlerine göre dava açan ve kendisini vekille temsil ettiren davacının
davayı kazanması halinde vekalet ücretinin nasıl belirlenmesi gerektiğine ilişkin bir hükme yer
verilmemiştir.
Birleştirme giderleri nereden karşılanacaktır? Buna kim katlanacaktır?

Birleştirme ile ilgili giderler bakımından bir düzenleme yapılmamışsa da, ayırma kararı
verilmesi durumunda bu konudaki giderlerin gider avansından karşılanacağı belirtilmiştir (Yön.
m. 219/3). HMK da davaların birleştirilmesini talep eden davacının veya davalının dosyanın
gönderilmesi için gerekli masrafları ödememesi halinde davanın akıbetinin ne olacağına ilişkin
hiçbir düzenleme yoktur. Özekes: Bu çözüm yolunu (gider avansı) birleştirme giderleri için de
kabul etmek gerekir. Ermenek: gider avansına ilişkin hükümlerin ve duruşma gününün tespit
ettirilmemesi nedeni ile dava dosyasının işlemden kaldırılmasına ilişkin hükümler burada kıyas
yoluyla uygulanamaz. Çünkü gider avansı dava şartı olarak sadece davacı bakımından
öngörülmüş olup, davalıya ilişkin herhangi bir düzenleme yoktur. Burada çözüm ayrı yargı
çevresindeki davaların birleştirilmesi talep eden davalıya süre verilir. Süre içinde masraf
yatırılmazsa davaların birleştirilmesi talebinden vazgeçmiş sayılır.

Sorular: aynı yargı çevresi içinde birleştirme olursa masraf olmuyor mu? Oluyorsa buna kim
katlanacak? Hem mahkeme kendiliğinden de karar verebiliyor. Diğer husus gider avansı zaten
dava başında yatırılıyor bunun davacı için dava şartı olması bu avanstan gönderme masrafı
ödenmesine engel olur mu?

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde davaların birleştirilmesi ve ayrılması mümkün


müdür?

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtüzüğü m. 42’ye göre, Daire, tarafların isteği üzerine veya
re’sen iki veya daha fazla başvurunun birleştirilmesine karar verme yetkisine sahiptir.
Birleştirme düzenlendiği halde İçtüzükte davaların ayrılmasına ilişkin bir hüküm yoktur. Yine
İçtüzükte davanın hangi hallerde birleştirilebileceğine ilişkin koşullar yer almamaktadır. Ancak
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarından iki şartın arandığı anlaşılmaktadır. Birincisi,
başvurunun aktif tarafları farklı olsa da başvurunun pasif tarafı aynı ülke olmalıdır. İkinci
olarak, başvuruya konu olan olaylar benzer olmakla birlikte, ihlal edildiği iddia edilen Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesinin ilgili normu aynı ise yine birleştirme kararı verilebilmektedir.
Anayasa yargısında davaların birleştirilmesi mümkün müdür?

Aynı normun iptalinin istendiği (somut norm denetimi ve soyut norm denetimi yoluyla) halde
Anayasa Mahkemesinin başvuruları birleştirip birleştiremeyeceği konusunda Anayasa m. 148
ve devamında, Anayasa Mahkemesinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunda ve
Anaysa Mahkemesi İçtüzüğünde herhangi bir hüküm yoktur. Ancak Anayasa Mahkemesi
aralarında hukuki irtibat (iptali istenen normun ortak olması) bulunması halinde başvuruları
birleştirerek incelemektedir. Bireysel başvurular bakımından ise taleplerin birleştirilebileceği
hususunda açık yasal dayanak vardır. Anayasa İçtüzüğü m. 67/2’ye göre ‘’nitelikleri itibariyle
birleştirilerek incelenmesi gereken dosyalar ilk olarak kayda alınan başvuru dosyasında
birleştirilir’’. Ayrıca Anayasa Mahkemesinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun
m. 49/7’de ‘’bireysel başvuruların incelenmesinde, bu kanun ve İçtüzükte hüküm bulunmayan
hallerde ilgili usul kanunlarının bireysel başvurunun niteliğine uygun hükümleri uygulanır’’.
Şartları oluşmuşsa hakim davaların birleştirilmesine veya ayrılmasına karar vermek
zorunda mıdır?

HMK m. 166/1’de ‘’…talep üzerine veya kendiliğinden ilk davanın açıldığı mahkemede
birleştirilebilir’’. Madde 167’de ‘’..yargılamanın iyi bir şekilde yürütülmesini sağlamak için…
davaların ayrılmasına … karar verilebilir’’ ifadelerine yer verilmiştir. Bu ifadelerden davaların
birleştirilmesi veya ayrılmasına ilişkin koşullar oluşsa da birleştirme ya da ayırma kararı
verilmesinin zorunlu olmadığı anlaşılmaktadır. Bu konuda hakime takdir yetkisi verilmiştir.
Hakim davaların ayrılması veya birleştirilmesi konusunda takdir yetkisine sahip olmasına
karşın ayrılma ve birleşme şartlarının oluşup oluşmadığını inceleme hususunda takdir hakkına
sahip değildir; mutlaka araştırmak zorundadır. Hakimin takdir yetkisinin sınırı var. Usul
ekonomisi, çelişkili kararlar verilmesinin önlenmesine hizmet eder. Bunun yanında tabii hakim
ilkesinin ihlali, delillerin toplanmasında yargılama giderlerine ilişkin olarak ortaya çıkabilecek
karmaşa, davalardan birisi hakkında karar verilmesinin gecikmesi gibi dezavantajları da var.
Hakim avantaj ve dezavantajı değerlendirerek karar vermelidir. Davaların ayrılmasında ise
çelişkili karar verilmesinin önlenmesi doğrudan bir amaç olmamakla birlikte yargılamanın
daha iyi yürütülmesi amaçlanmaktadır. Usul ekonomisi bu durumda ön plana çıkmaktadır.
Davaların ayrılması bakımından da hakim takdir yetkisine sahiptir. Ancak takdir hakkının nasıl
kullanıldığı önemlidir. Örneğin, şartları hiç oluşmadığı halde birlikte açılan, aralarında bağlantı
bulunmayan davaların ayrılmasına karar verilmemesi yetki aşımı olarak değerlendirilmektedir.
Davaların Birleştirilmesi Usulü

Aynı yargı çevresinde yer alan aynı düzey ve sıfattaki hukuk mahkemelerinde açılmış davalar,
aralarında bağlantı bulunması durumunda, davanın her aşamasında, talep üzerine veya
kendiliğinden ilk davanın açıldığı mahkemede birleştirilebilir. Birleştirme kararı, ikinci
davanın açıldığı mahkemece verilir ve bu karar, diğer mahkemeyi bağlar (m. 166/1).

1) Aynı Mahkemede Açılmış Olan Davaların Birleştirilmesi


Aynı mahkemede açılmış ve görülmekte olan davalar, aralarında bağlantı bulunması
durumunda, davanın her aşamasında, talep üzerine veya kendiliğinden aynı mahkemece
birleştirilebilir (m. 166/1). Taraflardan her biri, davaların birleştirilmesini isteyebilir. Davaların
birleştirilmesi talebi üzerine mahkeme, iki dava arasında bağlantı bulunduğu kanısına varırsa,
davaların birleştirilmesine (talep olmasa bile kendiliğinden de) karar verir. Fakat mahkeme
davaların birleştirmesine karar vermek zorunda değildir.

Aralarında bağlantı bulunan davalardan biri karara bağlanmışsa, artık bundan sonra davaların
birleştirilmesi mümkün değildir.

Davaların birleştirilmesine karar veren aynı mahkeme, birleştirilmesine karar verdiği


davalardan hiçbirinden elini çekmediğinden (davalar yine aynı mahkemede görüleceğinden)
davaların birleştirilmesi kararı, nihai karar değil, ara karardır; bu nedenle yalnız başına istinaf
edilemez; ancak hükümle birlikte istinaf edilebilir. Şu kadar ki, birleştirilen davalar arasında
bağlantı bulunmaması, tek başına, bölge adliye mahkemesinde hükmün kaldırılarak esastan
incelenme; Yargıtay’da ise bozma sebebi teşkil etmez (m. 168).

Davaların birleştirilmesi kararı ara karar olduğundan mahkeme bu kararından dönebilir. Yani
mahkeme tahkikatın daha iyi bir şekilde yürütülmesinin sağlanması için gerekli görürse,
birleştirmiş olduğu davaların ayrılmasına karar verebilir.

2) Aynı Yargı Çevresindeki İki Ayrı Mahkemedeki Davaların Birleştirilmesi

Aynı yargı çevresinde yer alan aynı düzey ve sıfattaki hukuk mahkemelerinde 1 (örneğin önce
İstanbul 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde, sonra da İstanbul 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde)
açılmış davalar, aralarında bağlantı bulunması durumunda, davanın her aşamasında, talep
üzerine veya kendiliğinden ilk davanın açıldığı mahkemede (örneğin İstanbul 1. Asliye Hukuk
Mahkemesinde) birleştirilebilir (m. 166/1, c. 1).

İkinci mahkeme, dava dosyasını birinci mahkemeye gönderir. İkinci mahkemenin (İstanbul 2.
Asliye Hukuk Mahkemesinin) birleştirme kararı, diğer mahkemeyi (İstanbul 1. Asliye Hukuk
Mahkemesini) bağlar (m. 166/1, c. 2). Birinci mahkemenin birleştirme kararına karşı kabul
etmeme veya birleştirme kararını reddetme hakkı yoktur.

3) Ayrı Yargı Çevrelerindeki İki Mahkemede Görülen Davaların Birleştirilmesi

Davalar, ayrı yargı çevrelerinde yer alan aynı düzey ve sıfattaki hukuk mahkemelerinde açılmış
ise bağlantı sebebiyle birleştirme ikinci davanın açıldığı mahkemeden (her zaman) talep
edilebilir (m. 166/2, c. 1). Bu halde, ikinci davanın açıldığı mahkeme, taraflardan birinin talebi
olmadan kendiliğinden birleştirme kararı veremez.

İkinci davanın açıldığı mahkeme, iki dava arasında bağlantı bulunduğunu tespit ederse, iki
davanın birinci mahkemede birleştirilmesine karar verir. Bu birleştirme kararı ikinci mahkeme
bakımından bir nihai karardır; bu nedenle tek başına istinaf edilebilir. Birinci mahkeme bu
birleştirme kararı ile bağlıdır (m. 166/2, c. 2). Ancak birinci mahkeme, yargılamanın iyi bir
şekilde yürütülmesini sağlamak için sonradan birleştirilmiş olan bu davaların ayrılmasına,
davanın her aşmasında, talep üzerine veya kendiliğinden karar verebilir. Bu halde, birinci
1
Bir yargı çevresinde aynı düzeyde aynı sıfat ve görevle kurulmuş bulunan mahkemeler davaların birleştirilmesi
açısından aynı mahkeme sayılır.
mahkeme ikinci dava dosyasını ikinci mahkemeye geri gönderemez; ikinci davaya da ayrı
olarak kendisi bakar (m. 167, c. 2).

Davaların Birleştirilmesi Kararının Sonuçları nelerdir?

 Davaların birleştirilmesi kararı taraflar arasındaki uyuşmazlığı esastan çözümleyen bir karar
olmadığından, bu kararda taraflar yargılama giderlerine ve bu arada vekalet ücretine
mahkum edilemez.

 Mahkeme birleştirilen davaları birlikte inceleyip karara bağlar (tahkikat safhası ortaktır).
Hükümde, birleştirilen her dava içi ayrı ayrı karar verilmesi ve hüküm fıkrasında, her dava
için verilen kararın ayrı ayrı gösterilmesi gerekir. Yalnız birleştirilen iki davadan birinin
olumlu olarak hükme bağlanması halinde, ikinci dava konusuz kalacaksa, mahkemenin ilk
önce birinci davayı inceleyip karara bağlaması ve ikinci davayı, birincinin sonuçlanmasına
kadar ertelemesi gerekir.

 Birleştirilen her dava bağımsızlığını korur. Bu nedenle taraflarca ileri sürülen şahsi defiler,
sadece ileri süren taraf bakımından hüküm ve sonuç doğurur. Her bir taraf kendi davası
bakımından bağımsız olarak tasarrufta bulunabilir; feragat, kabul, sulh olabilir.

 Davaların birleştirilmesi halleri ihtiyari dava arkadaşlığı hallerini kapsayan ondan daha geniş
bir uygulama alanına sahip olmakla birlikte doktrinde bir görüşe göre (Ermenek) davaların
birleştirildiği tüm hallerde ihtiyari dava arkadaşlığı doğar.

 Birleştirilen her dava, dosyanın işlemden kaldırılması, davanın yenilenmesi ve ıslah


bakımından ayrı dava olarak kabul edilir. Birleştirilen davalarda, her dava için ayrı vekalet
ücretine karar verilir. Bir taraf, hükmün birleştirilen davalardan birine ilişkin bölümünü
istinaf edebilir, diğerini ise istinaf etmeyebilir. İstinaf ve temyiz sınırı, birleştirilen her dava
için ayrı ayrı belirlenir.

 Bu davalardan biri feragat, kabul gibi davaya son veren bir işlemle sona ererse, mahkeme bu
sebeple davaların ayrılmasına karar veremez. Davanın esası hakkında karar verilmesine yer
olmadığı şeklinde karar vermelidir.

Taraflardan birinin ikrarı birleştirilen davalarda bir etkiye sahip midir?

Davalar, dava sebeplerinin benzerliği nedenine veya davalardan birisi hakkında verilecek
hükmün diğerini etkileyecek nitelikte bulunması nedenine dayalı olarak birleştirilmişse,
taraflardan birisinin ikrarı doğrudan etkisini ikrar edilen vakıaya ait davada gösterir. Davaların,
davalardan biri hakkında verilecek hükmün diğerini etkileyecek nitelikte bulunması nedenine
göre birleştirilmesi halinde diğer davaya dolaylı etkisi vardır. Davaların birleştirilmesi aynı
dava sebebine dayandırılıyorsa, birleşen davalardan birisinde ikrar edilen maddi vakıa diğer
dava bakımından da hüküm ve sonuç doğurur ve her iki dava için de ikrar edilen vakıa
çekişmesiz hale gelir. Ancak bu sonucun doğabilmesi için ikrar da bulunan tarafın her iki
davanın da tarafı olması gerekir. Bunun dışında ise dava arkadaşlarından birinin ikrarı diğerini
bağlamaz.
Birleştirilen davalardan birinin tarafı diğer davada tanıklık yapabilir mi?
Doktrinde bir görüşe göre, dava arkadaşlarından birisinin bu davadaki tanıklığı kendi davası
bakımından da önemli olan vakıalara ilişkinse, bu halde tanıklık yapamamalıdır.
Diğer görüşe göre, bu kişi yeminsiz olarak tanıklık yapabilir.
Üçüncü görüşe göre (Ermenek): birleştirilen davalar aynı dava sebebine dayanmakta ise,
burada dava sebebini oluşturan maddi vakıalar bütün dava arkadaşları bakımından ortak
olduğundan dava arkadaşlarının tanık olarak dinlenmesi söz konusu olamaz. Taraf olarak
dinlenmesi uygun olur. Buna karşılık birleştirilen davalar, benzer dava sebeplerine dayanmakta
ise, bu halde kural olarak dava arkadaşları birbirinin davasında tanıklık yapabilmelidir. Bir
davada verilecek hükmün diğerini etkileyecek olması halinde etkilenecek olan davanın tarafları
diğer davada tanıklık yapamazken, etkileyecek olan davanın tarafları diğer davada tanıklık
yapabilmelidir.
Birleştirilen davalardan biri hakkında verilen karar diğer davada bağlayıcı olur mu?

Kesin hükümden bahsedebilmek için her iki davanın taraflarının da aynı olması zorunludur.
Davaların birleştirilmesi halinde davalardan birisi hakkında verilecek hükmün diğerine
etkisinin, mantıki bir tutarlılık içinde ve birbirini tamamlayacak şekilde verilmesi gerekir.
Burada kesin delil halinde olduğu gibi, mutlak bir bağlayıcılıktan söz etmek mümkün değildir.
DAVALARIN AYRILMASI

Umar: Aralarında bağlantı olmadığı halde birlikte açılıp görülmekte olan davaların ayrılması
konusunda mahkemenin takdir yetkisi yoktur.

Mahkeme, yargılamanın iyi bir şekilde yürütülmesini sağlamak için, birlikte açılmış veya
sonradan birleştirilmiş davaların ayrılmasına, davanın her aşamasında, talep üzerine veya
kendiliğinden karar verebilir (m. 167, c. 1).

Mahkeme, birlikte açılmış veya sonradan birleştirilmiş davaların ayrılması gerektiği kanısına
varırsa, sadece davaların ayrılmasına karar vermekle yetinir. Yoksa mahkeme, bir davayı
elinde tutarak diğer davaların reddine karar veremez.

Sonradan birleştirilmiş olup da, bu defa m. 167’ye göre ayrılmasına karar verilen davalardan
biri, başka bir mahkemeden gelmiş olsa bile, geldiği mahkemeye geri gönderilmez; ayrı dosya
açılarak ayırma kararı veren mahkemece incelenip karara bağlanır.

Taraflardan birinin davaların ayrılmasına ilişkin talebi mahkeme tarafından reddedilirse bu ret
kararı, nihai karar değil, ara karardır; bu nedenle yalnız başına istinaf edilemez; ancak asıl
hükümle birlikte istinaf edilebilir. Mahkemenin verdiği hüküm doğru ise, yalnız davaların
ayrılması talebinin reddinin kanuna aykırı olması, tek başına istinaf sebebi teşkil etmez (m.
168, c. 2 kıyasen)

Davaların ayrılması talebinin reddi kararı ara karar olduğundan mahkeme bu ara kararından
dönerek kendiliğinden davaların ayrılmasına karar verebilir. Çünkü mahkeme, davanın her
aşamasında kendiliğinden davaların ayrılmasına karar verebilir (m. 167, c. 1).

Davaların ayrılması kararının sonuçları nelerdir?


 Davaların ayrılması kararı ile birlikte birleştirilen davanın tarafları arasındaki dava
arkadaşlığı ortadan kalkar. Dolayısıyla ayırma kararı ile birlikte davaların birleştirilmesi
yüzünden tanıklık yapılması mümkün olmayan haller önemini kaybeder ve ayrılan davaların
taraflarından her biri, diğerinin davasında tanıklık yapabilir.
 Davaların ayrılması kararı, nihai karar değil, ara karardır; bu nedenle yalnız başına istinaf ve
temyiz edilemez; ancak asıl hükümle birlikte istinaf ve temyiz edilebilir (m. 168, c. 1). Bu
halde mahkemenin her dava hakkında verdiği hüküm doğru ise, davaların ayrılması kararı
yanlış olsa bile bu husus, sonuca etkili bir usul yanlışlığı olmadığından, tek başına istinaf ve
temyiz (bozma) sebebi teşkil etmez (m. 168, c. 2)
 HMK m. 167 ye göre mahkeme ayrılan davalara bakmaya devam edecektir, ancak ayırdığı
dava bakımından yetkili veya görevli değilse yetkisizlik veya görevsizlik kararı vermelidir;
m. 132/2 ve 133/2 (karşı davanın ayrılması) ayrılmasına karar verilen davaların gerekiyorsa
görevli mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir. Kanunda her ne kadar
‘’gerekiyorsa dosyanın görevli mahkemeye gönderilmesine’’ ibaresine yer verilmişse de bu
konuda hakimin takdir yetkisi yoktur. Burada ‘’gerekiyorsa’’ ibaresine yer verilmesinin
nedeni, kural olarak ayrılan davalara ayırma kararı veren mahkemenin bakmakla görevli
olmasıdır.
 Davaların ayrılması kararı ile birlikte, ayrılan her bir davaya ilişkin yargılama ayrı ayrı
yürütüleceğinden her bir dava için ayrı ayrı duruşma günü tayin etmek gerekir.
 Davaların ayrılması ile delillerin toplanması bu delillerin birlikte değerlendirilmesi söz
konusu olmaz.
 Davaların ayrılması ile dava arkadaşlığı ortadan kalkar; dava arkadaşlığının sağladığı
imkanlardan yararlanılamaz. Örneğin ayrılan davalardan birinde ileri sürülen itiraz ortak bir
vakıaya ilişkin olsa da diğer dava arkadaşı bundan yararlanamaz. Ancak hocaya göre bu
vakıalar davaların birlikte görüldüğü dönemde dosyaya girmişse hakim tarafından re’sen
dikkate alınabilmelidir.
 Davaların ayrılması halinde, nispi harca tabi davalarda harç birlikte açılan davaların
müddeabihleri toplamı üzerinden alınacağından yeniden bir nispi harç hesaplanmaz. Ancak
davaların ayrılması kararı ile bu davalar ayrı ayrı görüleceğinden nispi harcın bakiye kısmı
her bir davaya ilişkin nihai karar verilirken ayrı ayrı hesaplanmalı ve kararda gösterilmelidir.
Buna karşılık birlikte açılan davalar maktu harca tabi ise, başvuru sırasında tek bir maktu
harç alındığından, ayrı esas numarasına kaydedilen dava bakımından yeniden maktu harç
alınmalıdır.
 Davaların ayrılması kararı taraflar arasındaki uyuşmazlığı esastan çözümleyen bir karar
olmadığından, bu kararda taraflar yargılama giderlerine ve bu arada vekalet ücretine
mahkum edilemez. Mahkeme, ayrılmasına karar verilen davalara (hepsine) bakmaya devam
eder (m. 167, c. 2).
Davaların ayrılmasına ilişkin m. 166 dışında başka düzenlemeler var mı?

HMK m. 7, birden fazla davalı için ortak yetkili mahkeme olup, sırf birini yerleşim yerinden
uzaklaştırmak için bu yola başvurulursa itirazda bulunan davalı hakkında dava ayrılarak
yetkisizlik kararı verilir.
HMK m. 133/2, karşı davanın süresinden sonra açılması halinde davaların ayrılmasına karar
verilir. Süresinden sonra açılan karşı davanın ayrılmasına karar verilmesi usul ekonomisine
aykırıdır. Zira bu davalar sonradan birleştirilebilir. Ancak bu hüküm gereksiz de değildir. Asıl
dava ile karşı dava farklı mahkemelerin görev alanına girerse burada ayırma kararı verilmesi
usul ekonomisine aykırı olmaz. Zira bu davaların sonradan birleştirilmesi mümkün değildir.
Karşı davanın koşulları oluşmadan açılması halinde hakim davaların ayrılmasına karar vermek
zorunda iken, şartlar oluştuğu halde açılan davanın yargılamayı iyi yürütmek amacıyla
ayrılmasına da karar verebilir.

HMK m. 57 ihtiyari dava arkadaşlığı koşulları oluşmadan birlikte dava açılmışsa davaların
ayrılmasına karar verilir.

Aralarında bağlantı bulunmadan birlikte açılan davaların ayrılması ile aralarında


bağlantı olduğu halde ayrılmasına karar verilen davalar arasında nasıl bir ilişki vardır?

Mahkeme aralarında m. 166/4 anlamında bağlantı bulunmadığı halde birlikte açılan davaların
ayrılmasına, talep üzerine veya kendiliğinden davanın her aşamasında karar verebilir. Burada
davaların ayrılmasına karar verilmesinin sebebi, davalar arasında bağlantı bulunmamasıdır.
Mahkeme aralarında m. 166/4 anlamında bağlantı bulunan ve birlikte açılan davaların da
ayrılmasına talep üzerine veya kendiliğinden davanın her aşamasında karar verebilir. Burada
ayırma nedeni, davalar arasında bağlantı bulunmadığı değil, yargılamanın iyi bir şekilde
yürütülmesini sağlamaktır. Örneğin, yargılamanın daha iyi ve süratli bir şekilde
yürütülebilmesi için birlikte açılmış olan hizmet tespiti ve işçilik alacaklarına ilişkin davaların
ayrılmasının daha uygun olacağı sonucuna varılmıştır. Özellikle dava arkadaşlarının
iddialarının, savunmalarının, delillerinin veya davadaki diğer davranışlarının birbirinden farklı
ve hatta çelişik olması nedeniyle, davaların birlikte incelenmesi zorlaşacak ve tahkikat daha
uzun sürecek ise, mahkeme, yargılamanın daha iyi yürütülmesini sağlamak için her dava
arkadaşı veya bazı dava arkadaşları hakkındaki davanın diğerlerinden ayrılmasına karar
verebilir (m. 167). Bu noktada objektif dava birleşmesinde de talepler arasında bağlantı şartı
bulunmadan talepler ileri sürülebildiği için bu durumda davaların ayrılmasının gerekçesi
bağlantı olmaması değil yargılamanın daha iyi yürütülmesi (usul ekonomisi) olabilir.

Hakem mahkemesinde davaların birleştirilmesi ve ayrılması söz konusu olabilir mi?

Taraflar arasında yapılan tahkim sözleşmesinde uygulanacak usul hukuku kurallarının


kararlaştırılmamış olması halinde, uyuşmazlığın niteliğine göre ya HMK nın tahkime ilişkin
hükümleri ya da Milletlerarası Tahkim Kanunu hükümleri uygulanacaktır. Ancak her iki kanun
hükümlerinde de davaların birleştirilmesi ve ayrılmasına ilişkin bir düzenleme yoktur.
Doktrinde bir görüş (Ermenek), HMK daki davaların birleştirilmesi ve ayrılmasına ilişkin
hükümlerin kıyas yoluyla hakem yargılamasında da uygulanabileceğini ancak bunun devlet
mahkemelerine göre daha zor olduğunu belirtmektedir.
Tüketici hakem heyetinde davaların birleştirilmesi ve ayrılmasına karar verilebilir mi?

Hem il ve ilçe hakem heyetleri arasında hem de hakem heyetleri ile tüketici mahkemeleri
arasında bir görev ilişkisi vardır. Ayrıca bu mercilerin sıfatları da birbirinden farklıdır. Bu
nedenle HMK madde 166/1 bağlamında aynı yargı çevresi içinde olsalar bile, davaların
birleştirilmesi mümkün olmaz. Buna karşılık sıfatları aynı (her ikisi de ilçe hakem heyeti veya
her ikisi de il hakem heyeti gibi) ve diğer koşullar da varsa HMK m. 166/1 çerçevesinde
davaların birleştirilmesi mümkündür.
Tüketici mahkemesinde ise, tüketici mahkemesinin ilk derece mahkemesi sıfatı ile baktığı
davalar ile iptal talebi ile baktığı davalar birleştirilemez. Çünkü bu iki görevin ifası sırasında
tüketici mahkemesi aynı düzeydeki mahkeme sıfatını taşımamaktadır.
Tüketici hakem heyetinin ayırma kararı verip veremeyeceği bakımından dava arkadaşlığı,
objektif dava birleşmesi ve karşı dava gibi davaların birlikte görüldüğü durumların burada da
geçerli olup olmadığına bakmak gerekir. Bu kurumların tüketici hakem heyetlerinde
uygulanmasını engelleyen bir kanun hükmü yoktur. Tüketicinin Korunması Hakkında
Kanunun 11 ve 15. maddelerine göre bir mal veya hizmetin ayıplı olması halinde tüketici,
kanunen sahip olduğu seçimlik hakların yanı sıra, ayrıca maddi veya manevi zarara uğramışsa
Borçlar Kanunu hükümlerine göre tazminat talebinde de bulunabilir. Bu husus objektif dava
birleşmesinin tüketici mahkemelerinde de uygulanacağı göstermektedir. Ayrıca ayıp ve ayıp
nedeniyle ortaya çıkan zarardan tüketiciye karşı, satıcı, üretici ve ithalatçının müteselsilen
sorumlu olacağının düzenlenmesi, ihtiyari dava arkadaşlığına ilişkin hükümlerin tüketici
hakem heyetlerinde uygulanmasının mümkün olduğunu göstermektedir.
İhtiyari dava arkadaşlığı, objektif dava birleşmesi ve karşı davanın bulunması halinde tüketici
uyuşmazlığında görev nasıl tespit edilecektir? Bu konuda HMK da ve TKHK da hüküm
yoktur. Ancak HUMK da ki usulü kıyasen uygularsak objektif dava birleşmesinde taleplerin
toplamına; karşı davada asıl dava ile karşı davadan değeri yüksek olana; ihtiyari dava
arkadaşlığında her dava arkadaşının talebine veya her bir dava arkadaşına yöneltilen talebe
göre görev belirlenecektir.
Çekişmesiz yargıda taleplerin birleştirilmesi ve ayrılması mümkün müdür?

HMK m. 386’ncı maddesinde, mühürleme, defter tutma ve yemin tutanağı düzenleme gibi işler
bakımından davaların birleştirilmesi ve ayrılmasına ilişkin hükümlerin uygulanması söz
konusu olmaz.
Çekişmesiz yargı işlerinde yetkili mahkeme HMK m. 384 e göre talepte bulunan kişinin veya
ilgililerden birisinin oturduğu yer mahkemesi yetkilidir. Bu yetki kuralı kesin yetki olmamakla
birlikte doktrinde kamu düzenine ilişkin kabul edildiğinden ayrı yargı çevreleri içerisinde
yürütülen çekişmesiz yargı faaliyetlerinin birleştirilmesi mümkün olmadığı gibi, bir dava ile bir
çekişmesiz yargı faaliyetinin de bu halde birleştirilmesi söz konusu olmamalıdır. Ancak
çekişmesiz yargı işi dava için ya da tam tersi olarak bekletici sorun sayılmasına yasal engel
yoktur.
İki çekişmesiz yargı işinin birleştirilmesi bakımından HMK m. 385’in basit yargılama usulüne,
basit yargılama usulünün de yazılı yargılama usulüne yaptığı atıf nedeniyle yasal bir engel
yoktur
Aynı yargı çevresi içinde görülen bir çekişmesiz yargı işinin bir dava ile birleştirilip
birleştirilemeyeceği noktasında ise, çekişmesiz yargı işlerinde bir uyuşmazlık söz konusu
olmadığından ve hakim kendiliğinden harekete geçerek de bu faaliyeti yürütebildiğinden
mümkündür. örneğin, sulh hukuk mahkemesinde kira sözleşmesinden kaynaklanan bir
tazminat davası görülürken davalı kiracıya bir vasi tayin edilmesi gerektiği anlaşılırsa durum
böyledir.
Kısmi dava ve belirsiz alacak davası bakımından davaların birleştirilmesi ve ayrılması
söz konusu olur mu?

Davacının tercihini kısmi dava açma yönünde kullandıktan sonra, aynı dava sebebine
dayanarak bir belirsiz alacak davası açması halinde kısmi davanın talep konusu ile belirsiz
alacak davasının talep konusu örtüşmediğinden derdestlik nedeniyle belirsiz alacak davasının
reddi mümkün değildir. bu ihtimal bakımından davaların birleştirilmesi mümkün olmalıdır.
Ancak davacı kısmi dava ile birlikte alacağının geri kalan kısmının da tespitini istemişse bu
defa sonradan açılan belirsiz alacak davası derdestlik nedeni ile reddedilmelidir.
DOSYANIN İŞLEMDEN KALDIRILMASI (m. 150)

Şikayet veya ihalenin feshinde taraflar gelmeseler dahi karar verilebilir. Bu yüzden dosya
işlemden kaldırılamaz.

Fer’i müdahilin lehine katıldığı taraf duruşmaya gelmezse, müdahil gelmiş olsa bile, karşı
tarafın talebi ile dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verilir.

Taraflardan birinin vekili de vekaletnamesinde açık yetkisi olmasa bile dosyanın işlemden
kaldırılmasını isteyebilir.

Yazılı yargılama usulünde iki defa, basit yargılama usulünde ise bir defa dosyanın işlemden
kaldırılması mümkündür.

Çekişmesiz yargı işlerinde dosyanın işlemden kaldırılması mümkün müdür?

Özekes: Çekişmesiz yargı işlerinde taraf değil ilgili kavramından bahsedilir. Çekişmesiz yargı
işlerinde hakimin re’sen harekete geçtiği haller bakımından dosyanın işlemden kaldırılması
zaten söz konusu olamaz. Çünkü bu durumlar çoğunlukla kamu düzenine ilişkin veya tarafın
tasarruf alanı dışında kalır.

Kuru: re’sen harekete geçme dışındaki hallerde çekişmesiz yargı işlerinde de dosyanın
işlemden kaldırılması söz konusu olabilir.

Ulukapı: çekişmesiz yargı işlerinde özellikle birden fazla ilgilinin bulunduğu durumlarda
dosyanın işlemden kaldırılması mümkündür.

Geçici hukuki korumalar bakımından dosyanın işlemden kaldırılması hükümleri


uygulanabilir mi?

Özekes’ e göre uygulanmaz. Çünkü bu durumlarda acele karar verilmesi gerekir. Gerek ihtiyati
tedbirde gerekse ihtiyati hacizde talepte bulunurken karşı taraf dinlenmek zorunda değilken bu
kararlara karşı yapılan itirazda karşı tarafın da davet edilmesi zorunludur. Ancak taraflar bu
davete uymasalar dahi dosya işlemden kaldırılmaz ve karar verilir (m. 394/4, İİK m. 365/4).
İtirazda dahi taraflar gelmeseler bile karar verilebilirken itiraza esas olan yargılamada dosyanın
işlemden kaldırılmasını kabul etmek mümkün değildir.

Dosyanın işlemden kaldırılmasını gerektiren durumlar nelerdir?

1) Tarafların Duruşmaya Gelmemesi Halinde İşlemden Kaldırma


Usulüne uygun şekilde davet edilmiş 2 olan taraflar (veya vekilleri), duruşmaya gelmezse,
dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verilir (m. 150/1). Taraflar gelmediği halde davaya
devam edilip karar verilmesi usule aykırı olup istinaf veya temyiz sebebi teşkil eder.
Duruşmaya gelmeyen taraflardan biri mahkemeye mazeret dilekçesi verir ve mahkeme
mazeretin haklı olduğu kanısına varırsa, davetiye giderlerinin ödenmesi (ya da daha önce gider
avansı mevcutsa) üzerine yeni bir duruşma günü belirleyerek tarafların duruşmaya davet
edilmelerine karar verir; dosyanın işlemden kaldırılmasına karar veremez. Mahkeme mazereti
kabul etmezse, dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verir. Mazeretin mutlaka bir belge ile
ispatına gerek yoktur. Hakim duruma göre inceleme yaparak karar verir. İki taraf mazeret
gösterir ve taraflardan sadece birinin mazereti kabul edilirse bile dosya işlemden kaldırılmaz.

2) Duruşmaya Gelen Tarafların Talebi Üzerine İşlemden Kaldırma

Usulüne uygun şekilde davet edilmiş olan taraflar, duruşmaya gelip de davayı takip
etmeyeceklerini bildirdikleri takdirde dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verilir (m.
150/1). Dolayısıyla taraflar sessiz kalırsa, ne olacaktır? Kanunda davayı takip etme iradesi
değil, ‘’davayı takip etmeme’’ iradesinin bildirilmesi aranmıştır. Dolayısıyla zımnen böyle bir
irade ortaya koymak mümkün değildir. Yani taraflar duruşmaya gelir de açıkça davayı takip
etmeyeceğini bildirmezse yargılamaya devam edilmelidir.

3) Bir Tarafın Duruşmaya Gelmesi Halinde İşlemden Kaldırma

Usulüne uygun şekilde davet edilmiş olan taraflardan biri duruşmaya gelir, diğeri gelmezse ve
mazerette bildirmezse, gelen tarafın talebi üzerine, dosya işlemden kaldırılır (m. 150/2).
Mazeret bildirirse ve bu mazeret kabul edilirse dosyanın işlemden kaldırılmasına karar
verilmez. Gelen taraf dosyanın işlemden kaldırılmasını isterse, dosya işlemden kaldırılır;
yargılama devam edilmesini isterse yargılamaya devam edilir.

Duruşmaya gelmiş olan taraf, açıkça davayı takip etmeyeceğini bildirirse mahkeme dosyanın
işlemden kaldırılmasına karar verir. Karşı dava bulunması halinde, duruşmaya gelen taraf, asıl
davanın veya karşı davanın işlemden kaldırılmasını diğer davaya ise devam edilmesini
isteyebilir. Duruşmaya gelen taraf, karşı dava bulunması halinde, sadece dosyanın işlemden
kaldırılmasını isterse, hem asıl hem de karşı dava bakımından dosyanın işlemden
kaldırılmasına karar verilir.

Duruşmaya gelen taraf, davayı takip etmeyeceğini açıkça bildirmez ve tahkikata gelmeyen
tarafın yokluğunda devam edilmesini de istemezse (yani susarsa), ne olacaktır? Kuru:
mahkemenin dosyanın işlemden kaldırılmasına karar vermesi gerekir. Çünkü gelen tarafın bu
davranışı, davayı takip etmek istemediğini göstermektedir. Buna karşılık, duruşmaya gelen
taraf davaya devam etmek isterse, dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verilemez. Özekes:
Taraf dosyanın işlemden kaldırılmasını açıkça istemediği sürece susmaya bağlanan sonuç,
yargılamaya devam etmek olmalıdır. Yani taraf dosyanın işlemden kaldırılmasını ya da
yargılama devam edilmesini istemezse, yargılama devam edilmelidir.

4) Vekilin Duruşmaya Gelmemesi Halinde İşlemden Kaldırma

2
Taraflar (veya taraflardan biri) duruşmaya usulüne uygun biçimde çağrılmamışsa, (örneğin tebliğ usulsüz ise) m.
150/1 veya 150/2’deki şartlar mevcut olsa bile dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verilemez.
Bir tarafın duruşmaya gelmemesi halinde dosyanın işlemden kaldırılmasına ilişkin açıklamalar,
vekille takip edilen davada vekilin duruşmaya gelmemesi için de geçerlidir.

Taraflardan birinin vekilinin ölümü halinde dosya işlemden kaldırılamaz. AK m. 42 gereğince


işlem yapılması gerekir. Bunun gibi avukata baro tarafından işten çıkarma cezası verilmesi
halinde de dosya işlemden kaldırılamaz; işten çıkarılan avukatın müvekkiline tebligat
yapılması gerekir.

Vekilin istifa etmiş olması hâlinde, vekâlet veren davayı takip etmez ve başka bir vekil de
görevlendirmez ise tarafın yokluğu hâlinde uygulanacak hükümlere göre işlem yapılır (m.
82/2).

5) Noksan Harcın Tamamlanmaması Halinde İşlemden Kaldırma

Yargılama sırasında dava konusunun değerinin, dava dilekçesinde bildirilen değerden fazla
olduğu anlaşılırsa, yalnız o duruşma için yargılamaya devam olunur, takip eden duruşmaya
kadar noksan değer üzerinden peşin karar ve ilam harcı tamamlanmadıkça davaya devam
olunmaz; yani dosya işlemden kaldırılır (Harçlar K. m. 16/IV, 30).

6) Duruşma gününün belirlenmesi için tarafların başvurması gereken hallerde işlemden


kaldırma

HMK m. 150/3, duruşma gününün belli edilmesi için tarafların başvurması gereken hallerde
gün tespit ettirilmemişse, son işlem tarihinden başlayarak bir ay geçmekle dosya işlemden
kaldırılır.

Dosyanın işlemden kaldırılmasının sonuçları nelerdir?

Dosyanın işlemden kaldırılması halinde dava açılmamış sayılmaz; dava açılması ile meydana
gelen sonuçlar devam eder.

I- Dava Derdest Kalmakta Devam Eder

İşlemden kaldırılan dava dosyanın işlemden kaldırılmasından itibaren üç ay daha derdest


kalmaya devam eder. İşlemden kaldırılmış olan dava üç ay daha derdest olmaya devam
ettiğinden davacı, aynı davayı yeniden açarsa, davalı derdestlik itirazında bulunabilir ve bu
itiraz üzerine, ikinci davanın usulden reddine karar verilir.

II- Zamanaşımının Kesilmesi Devam Eder

Dosyanın işlemden kaldırılması kararı ile de zamanaşımı kesilir. Fakat daha sonra davanın
açılmamış sayılmasına karar verilirse, dosyanın işlemden kaldırılması kararı ile meydana
gelmiş olan zamanaşımı kesilmesi de hükümsüz hale gelir.

III- Hak Düşürücü Sürenin Korunması

Dava üç ay daha derdest olduğundan dava açılması ile meydana gelmiş olan hak düşürücü
sürenin korunmuş olması sonucu da devam eder.

IV- İşlemden Kaldırma Kararının Geçici Hukuki Korumalara Etkisi


Dosyası işlemden kaldırılan bir davada ihtiyati haciz kararı verilmiş ise, bu ihtiyati haciz bir ay
daha devam eder. Fakat dava dosyasının işlemden kaldırılmasından itibaren bir ay içinde
yenilenmezse, ihtiyati haciz hükümsüz kalır (İİK m. 264/IV). Doktrine göre bu hüküm ihtiyati
tedbirler hakkında da kıyasen uygulanmalıdır.

Yenileme süresi içinde geçici hukuki koruma tedbiri ihtiyacı doğarsa buna karar
verilebilecek midir?

Kanunda bu hususa ilişkin düzenleme yoktur. Doktrinde bir görüş: ihtiyati tedbir veya ihtiyati
hacze karar verilebileceğinin kabulü gerekmektedir.

Dosyanın işlemden kaldırılması kararının niteliği nedir? Bu karardan dönülmesi


mümkün müdür?

Henüz yargılama sona ermemekte, mahkeme gerçek anlamda davadan el çekmemektedir. Bu


nedenle teknik anlamda bir nihai karar değildir. Ancak dosya yenilenen kadar mahkemenin
dosyaya el atması da mümkün olmamaktadır. Bu yönüyle de tam bir ara kararı değildir. Diğer
ara kararlardan farklı olsa da ara karar özelliği ağır basmaktadır. Ara karar olduğu için
dosyanın işlemden kaldırılması şartlarında yanlışlık yapılması halinde bu karardan dönülebilir.

Dosyanın işlemden kaldırılmasının sonuçları ne zaman ortaya çıkar?

Tespit edici karar olduğundan dosyanın işlemden kaldırılması kararının verildiği an değil,
dosyanın işlemden kaldırılmasının şartlarının oluştuğu an esas alınmalıdır.

Dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verilemeyecek haller nelerdir?

Şu istisnai hallerde m. 150’deki şartların varlığına rağmen dosyanın işlemden kaldırılmasına


karar verilemez:

- Kadastro mahkemesinde gelmeyen tarafın yokluğunda duruşma yapılır. Taraflardan hiçbiri


gelmezse, dosya işlemden kaldırılamaz (Kadastro K. m. 29/I).

- Duruşma yapılması zorunlu olmayan hallerde dosyanın işlemden kaldırılmasına karar


verilemez.

- Şikayetin (veya ihalenin feshi talebinin) inceleneceği duruşmaya iki tarafın da gelmemesi
halinde, icra mahkemesi dosyanın işlemden kaldırılmasına karar veremez (İİK m. 18/III).

DAVANIN YENİLENMESİ

Yenileme Talebi

Dosyası işlemden kaldırılmış olan dava, işlemden kaldırıldığı tarihten başlayarak üç ay içinde
taraflardan her birinin (davacı veya davalı) dilekçe ile (adli tatilde de yapılabilir) başvurusu
üzerine yenilenebilir (m. 150/4). Duruşma yokluğunda devam eden taraf da davanın
yenilenmesini isteyebilir.

Mecburi dava arkadaşlarının hep birlikte yenileme talebinde bulunmaları gerekir. Buna karşılık
ihtiyari dava arkadaşlarından biri tek başına kendi hakkındaki davanın yenilenmesini
isteyebilir.
Taraflardan biri birleştirilmiş olan davalardan birinin yenilenmesini de isteyebilir. Asıl dava ve
karşı davanın birlikte işlemden kaldırılması halinde, taraflardan biri asıl dava veya karşı
davadan sadece birinin yenilenmesini isteyebilir; bu halde diğer dava yenilenmiş sayılmaz.

Davanın yenilenmesini sadece taraflar (asli müdahil de taraf olduğundan) isteyebilirler. Fer’i
müdahil taraf olmadığından tek başına davanın yenilenmesini isteyemez.

Yenileme talebi süresi ne kadardır?

Dosyası işlemden kaldırılmış dava, işlemden kaldırılma tarihinden itibaren üç ay içinde


yenilenebilir. İşlemden kaldırıldığı tarihten başlayarak üç ay içinde yenilenmeyen davalar,
sürenin dolduğu gün itibarıyla açılmamış sayılır (m. 150/5)3. Üç aylık yenileme süresi hak
düşürücü niteliktedir; süresi geçtikten sonra yapılan yenileme talebi geçersizdir. Adli tatilde
bakılamayan davalarda, üç aylık yenileme süresinin bitmesi adli tatile rastlarsa bu süre, adli
tatilin bittiği günden itibaren bir hafta uzatılmış sayılır (m. 104).

Yenileme talebi üzerine harç alınır mı?

Dosyanın işlemden kaldırıldığı tarihten itibaren bir ay içinde yenileme talebinde bulunan
taraftan hiçbir harç alınmaz. Dosyanın işlemden kaldırıldığı tarihten başlayarak bir ay geçtikten
sonra (ve üç ay içinde) yenileme talebinde bulunulursa, yeniden harç alınır, bu harç yenileyen
tarafça ödenir ve karşı tarafa yüklenemez. Bu şekilde harç verilerek yenilenen dava, eski
davanın devamı sayılır (m. 150/4, c. 4).

Davanın yenilenmesinin sonuçları nelerdir?

Yenileme dilekçesi, duruşma gün, saat ve yeri ile birlikte taraflara tebliğ edilir (m. 150/4, c. 2).
Yenilenen dava yeni bir dava olmayıp eski davanın devamıdır. Bu nedenle, taraflar, dosyanın
işlemden kaldırılmasından önceki dönemde yapamadıkları bir işlemi, davanın yenilenmesinden
sonra da yapamazlar. Örneğin, daha önce tanık listesi vermiş olan taraf, davanın
yenilenmesinden sonra da aynı vakıa hakkında ikinci bir tanık listesi veremez; süresinde ilk
itirazda bulunmamış olan davalı, davanın yenilenmesinden sonra da ilk itirazda bulunamaz.

Dosyanın işlemden kaldırılması tarihi ile davanın yenilenmesi tarihi arasında davanın tabi
bulunduğu hak düşürücü süre geçmiş ise, davalı hak düşürücü sürenin geçirildiğini ileri
süremeyeceği gibi mahkeme de hak düşürücü sürenin geçirilmiş olması nedeniyle davanın
reddine karar veremez.

Yenilenen dava, işlemden kaldırılmış olan davanın devamı olduğundan davanın açılma tarihi
yenilendiği değil, ilk açıldığı tarihtir. Bu nedenle davacı, dava dilekçesinde faiz istemişse,
mahkeme yenileme tarihinden değil, davanın ilk açıldığı tarihten itibaren faize hükmeder.

Davalı da yenileme talebinde bulunabilir mi?

Davacı veya davalı dilekçe ile yenileme talebinde bulunabilir.

DAVANIN AÇILMAMIŞ SAYILMASI

3
Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda da dosyanın işlemden kaldırılması ve davanın
açılmamış sayılması mümkündür. Örnek hizmet tespiti davası.
Mahkeme davanın üç ay içinde yenilenmemesi veya üç defa takipsiz bırakılması (basit
yargılamada) hallerinde kendiliğinden davanın açılmamış sayılmasına karar verir (yoksa
davanın reddine karar veremez) ve kayıt kapatılır (m. 150/5). Mahkemenin böyle bir karar
vermeyi ihmal etmiş olması, taraflara bu tarihten sonra davayı yenileme hakkı vermez. Çünkü
dava üç aylık yenileme süresinin bittiği veya üç defa takipsiz bırakıldığı tarihte kanundan
dolayı açılmamış sayılır. Mahkemenin daha sonra davanın açılmamış sayılmasına karar
vermesi mümkündür; bu karar sadece tespit edici nitelikte bir karardır.

Mahkemenin davanın açılmamış sayılması kararında, davacıyı davalı lehine yargılama


giderlerine ve maktu vekalet ücretine mahkum etmesi gerekir.

Mahkemenin davanın açılmamış sayılmasına ilişkin kararı usule ilişkin nihai karar (davadan el
çektiği için) olduğundan istinaf edilebilir; ancak istinaf mahkemesi kararı kesindir, temyiz
edilemez. İstinaf yoluna başvuru süresi mahkeme tarafından davanın açılmamış sayılmasına
karar verilmesi ve taraflara bildirilmesi ile başlar.

Davanın açılmamış sayılması kararı ile dava açılması ile doğan sonuçlar ortadan kalkar.
Yeniden harç verilerek açılan yeni davada, eski davanın açılması ile doğmuş olan sonuçlar
devam etmez. Davanın açılması ile meydana gelmiş olan, derdestlik durumu davanın
açılmamış sayılması ile son bulur; zamanaşımı kesilmesi ve hak düşürücü sürenin korunmuş
olması sonucu hükümsüz hale gelir.

Buna karşılık, davanın açılmamış sayılması kararı ile dava dilekçesinin davalıya tebliği ile
meydana gelmiş olan davalının temerrüde düşmesi sonucu hükümsüz kalmaz.

Davanın açılmamış sayılması ile davacı, davasından feragat etmiş olmaz; sadece davasını
takipten vazgeçmiş sayılır. Bu nedenle davacı, açılmamış sayılan davasını, yeniden harç
ödemek suretiyle tekrar açabilir.

Davanın açılmamış sayılmasına ilişkin husus sadece dosyanın işlemden kaldırılması


halinde mi söz konusu olur? HMK da davanın açılmamış sayılmasına ilişkin başka
düzenlemeler var mıdır?

HMK m. 150, dosyanın işlemden kaldırılıp yenilenmemesi halinde,

HMK m. 20, görevsizlik veya yetkisizlik kararı üzerine iki hafta içinde dosyanın görevli
mahkemeye gönderilmesi talep edilmezse,

HMK m. 54/3, kanuni temsilcilerin dava açarken temsil ve izin belgelerini süresinde ibraz
etmemesi ya da ilgili işlemleri yapmamaları halinde,

HMK m. 77/1, vekil vekaletname ibraz etmeden dava açar, verilen sürede de vekaletnameyi
ibraz etmezse veya asıl taraf yapılan işlemi kabul etmezse,

HMK m. 119/2, dava dilekçesindeki belirli eksikliklerin verilen kesin süre içinde
tamamlanmaması hallerinde davanın açılmamış sayılmasına karar verilir.

Davanın açılmamış sayılmasından önceki ihtiyati tedbir veya ihtiyati haciz ne zaman
ortadan kalkacaktır?
Doktrin: bu noktada m. 397/2 ‘’ihtiyati tedbir kararının etkisi, aksi belirtilmediği takdirde,
nihai kararın kesinleşmesine kadar devam eder ‘’ hükmü uygulanmaz. İhtiyati haciz
bakımından düzenlenmiş olup da ihtiyati tedbir bakımından da kıyasen uygulanması gerektiği
belirtilen İİK m. 264/4 ‘’…dava dosyası muameleden kaldırılıp da bir ay içinde dava
yenilenmezse…ihtiyati haciz hükümsüz kalır…’’ hükmü de dikkate alındığında aslında geçici
hukuki koruma kararı davanın açılmamış sayılmasından önce zaten ortadan kalkmaktadır.
Daha önce dosyanın işlemden kaldırılmasının söz konusu olmadığı, davanın açılmamış
sayıldığı diğer hallerde de, davanın açılmamış sayıldığı an geçici hukuki korumanın da kalktığı
andır.

ISLAH

Islahla iradi taraf değişikliği yapılamaz.

Islahın iddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağının istisnası dışında bir
işlevi yoktur. Her türlü taraf usul işlemi buraya girmez.

Çekişmesiz yargı işlerinde kendiliğinden araştırma ilkesi uygulandığından ıslaha gerek yoktur.

Her türlü itiraz ve def’inin ileri sürülebilmesi için ıslaha başvurulabilir.

Taraf ıslah iradesini ortaya koyduktan sonra bundan dönemez ve değiştiremez. Ancak
sonuçlarına katlanmak üzere ıslaha ilişkin gerekli işlemleri yapmayarak ıslah talebini geçersiz
kılabilir.

Islah nedir? Islah hukuki çare olarak nitelendirilebilir mi?

Islah, tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde yaptığı usul işlemlerini, kanunda öngörülen
sınırlar içinde düzeltmeye yarayan, iddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi
yasağının istisnası olan bir hukuki imkandır.

Islah gerçek anlamda bir hukuki çare olarak nitelendirilmemelidir. Çünkü ıslah bazı
konulardaki itiraz (örneğin, geçici hukuki koruma kararlarına karşı itiraz) veya bir başvuru
yolu (örneğin, icra hukukundaki şikayet) değildir. Burada bir karara veya mahkeme işlemine
karşı başvurulmamakta, tarafın kendi eksik bıraktığı veya yanlış yaptığı bir şey düzeltilmeye
çalışılmakta, ona bir imkan daha tanınmaktadır.

Islaha konu olabilecek işlemler nelerdir?

1) Vakıaların ıslahı

Sonradan ortaya çıkan bir vakıanın ileri sürülmesi yeni bir vakıa olarak
değerlendirilebilir mi? Bu durum iddia ve savunmanın değiştirilmesi veya genişletilmesi
yasağına girer mi?

Dava açılırken mevcut olan vakıaların mutlaka dilekçede belirtilmesi gerekir. Bunların daha
sonra ileri sürülmesi yasak kapsamına girer. Buna karşılık doktrinde davanın başında mevcut
olmayan yargılama sırasında ortaya çıkan durum ve olayların (örneğin malın teslimi için dava
açılmış mal dava sırasında yok olmuş)ileri sürülmesi yasak kapsamında değerlendirilmemekte
ve bunun için ıslaha gerek olmadığı belirtilmektedir. Zira böyle bir durumun ortaya çıkmasında
tarafın kusuru bulunmadığı gibi gelecekte ne olacağını bilmesi de taraftan beklenemez. Ancak
Yargıtay sonradan ortaya çıkan olayların ileri sürülmesini yasak kapsamında görmekte ve
bunların davaya dahil edilmesi için ıslah yoluna başvurulması gerektiğini belirtmektedir.

Hangi vakıalar yeni bir vakıa sayılıp ıslahla ileri sürülebilecektir?

Tarafın talebini dayandırdığı hukuki sebebin aradığı koşul vakıaları karşılayan somut vakıalara
yer verilmesi hem gerekli hem de yeterlidir. Örneğin, haksız fiile dayalı tazminat davasında,
hukuka aykırı fiil, kusur, zarar ve illiyet bağı temel koşul vakıalardır. Davacı bu koşul vakıaları
zaman, mekan, kişi olarak somutlaştırmalıdır. Davacı tüm hususları belirtmekle birlikte bazı alt
vakıaları veya mevcut vakıayı açıklayan yan vakıaları ihtiyaç olduğunda yargılama dahil etmek
isterse bu durum yeni vakıa getirme sayılmaz. Yasak kapsamına girmez. Nitekim gerek dava
dilekçesinde gerekse cevap dilekçesinde tüm vakıaların ayrıntısı değil, özetlerinin aranması da
bunu haklı kılar. Ancak temel bir vakıa daha sonra ileri sürülmeye çalışılıyorsa yasak
kapsamına girer. Bu durumda karşı tarafın rızası veya ıslah gerekir.

2) Talep sonucunun ıslahı

Talep sonucunun belirtilmesi davanın hangi davaya girdiğinin belirlenmesi; hakimin talep
edilen şeyi anlayıp ona göre hukuki korumaya karar verebilmesi için önemlidir. Davacı talep
sonucunda hangi davayı açtığını belirtecektir. Daha sonra talep sonucunu değiştirmek yasak
kapsamasına girer ve karşı tarafın rızasına veya ıslaha ihtiyaç duyulur. Örneğin, tespit
davasının eda davasına; kısmi davanın tam davaya; kısmi alacak davasının belirsiz alacak
davasına dönüştürülmesi talep sonucunun değiştirilmesi olduğundan karşı taraf rıza
göstermezse ıslaha başvurmak gerekir.

Talep sonucunun artırılması veya yeni bir talep ileri sürülmesi için ıslaha (karşı tarafın rızası
yoksa) başvurmak gerekir.

Asıl davada faiz istenmiş olmakla birlikte, ıslahla talep artırıldığında ayrıca faiz
istenmemiş olursa acaba asıl davadaki faiz talebi ıslah edilen miktar için de geçerli
sayılacak mıdır, yoksa bu kısım için de ayrıca faiz talep etmek gerekir mi?

Yargıtay bazı kararlarında ıslahla arttırılan kısım için ayrıca faiz istenmesi gerektiğini, bazen
de aksini söylemektedir.

Doktrin: ıslahla eklenen kısım mevcut talebin arttırılması değil, yeni bir talep eklenmesi ise,
talepler farklı olduğu için bu durumda başlangıçta istenen faizi buraya dahil etmek zaten
mümkün değildir. Bununla birlikte asıl davada faiz istenmiş olsa dahi, ıslah talebinde arttırılan
kısım için faiz istenmemişse bu kısım bakımından da faiz yürütülmemelidir. Çünkü bu taleple
bağlılık ilkesinin gereğidir. Ayrıca ıslahla arttırılan kısım ayrı bir dava konusu yapılsaydı faiz
talep edilmemesi halinde faize karar verilmeyecektir. Bu nedenle ilk davanın içinde talebin
arttırılması halinde ayrıca talep edilmediği için faize karar verilmemesi daha uygun olur.

Islahla davanın değiştirilmesi mümkün müdür? Mümkünse bu davalar arasında belirli


bir bağlantı bulunması gerekir mi?

Taraflar yaptıkları usul işlemlerini kısmen veya tamamen ıslah edebilirler (m. 176/1). Davanın
tamamen ıslahı ile yeni bir dava dilekçesi verilmesi gerekir (m. 180). Bu hükümlerden de
anlaşılacağı üzere davacı davasını tamamen değiştirebilir. Örneğin boşanma davasını alacak
davasına; tespit davasını eda davasına dönüştürebilir. Her şeye baştan başlanacağı için bunda
esasen pek fayda görülmese bile durum böyledir. Davalar arasında bu bağlamda bağlantı
olması da gerekmez. Ancak Yargıtay, ıslahla değiştirilmek istenen dava ile önceki dava
arasında belirli bir bağlantının bulunması gerektiğini ifade etmektedir.

Islah ile yapılamayacak olan işlemler nelerdir?

-Bir taraf aynı davada ve aynı vakıa hakkında yanlış bir tanık listesi verdiğini bildirerek ıslah
yolu ile dahi ikinci bir tanık listesi veremez (m. 240/2). Ancak taraf yargılamaya ıslahla yeni
vakıa getirmişse ve bu vakıaları da tanıkla ispat edecekse bu durum ikinci tanık listesi
verilmesi yasağı kapsamına girmemelidir.

- Davadan feragat, davayı kabul, sulh, bir sözleşmenin feshi, takas beyanı gibi maddi hukuk
işlemleri, usul işlemi içinde yapılmış olmakla beraber, içerik bakımından maddi hukuk işlemi
niteliğini korur. Bu nedenle, bir usul işlemi içinde yapılmış olan bu gibi maddi hukuk işlemleri
ıslah yolu ile düzeltilemez.

- Maddi hukuk veya usul hukuku kaynaklı hak düşürücü süreler ıslahla telefi edilemez. Usul
hukuku bakımından örneğin ilk itiraz süresi hak düşürücü olmakla birlikte eski hale getirme
gibi imkanla süresinde yapılamayan işlemlerin sonradan yapılmasına imkan vardır. Ancak bu
durumlarda bile ıslaha başvurulamaz.

Islaha başvurulmasına gerek olmayan haller nelerdir?

Aşağıdaki hallerde bir taraf, iddiasını veya savunmasını hiçbir şarta tabi olmaksızın tek taraflı
irade beyanı ile değiştirebilir veya genişletebilir:

1) Talep edilenden başka bir şeye de hüküm verilebilen hallerde mahkeme kendiliğinden
hükmedeceği için ıslah yoluna başvurulmasına gerek yoktur.

2) Mahkemenin kendiliğinden incelemesi gereken hususların sonradan ileri sürülmesi, iddia ve


savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağına tabi olmadığından ıslah yoluna
başvurulmasına gerek yoktur.

3) Dava açılmasından veya cevaba cevap dilekçesinin verilmesinden sonra doğan olayların ileri
sürülmesi, iddiayı değiştirme yasağına tabi değildir. Bu nedenle ıslah yoluna başvurulmasına
gerek yoktur. Bunun gibi cevap ve ikinci cevap dilekçelerinin verilmesinden sonra doğan
savunma sebeplerinin ileri sürülmesi, savunmayı değiştirme yasağına tabi değildir. Bu nedenle
ıslah yoluna başvurulmasına gerek yoktur.

4) Hukuki sebeplerin değiştirilmesi veya genişletilmesi iddiayı veya savunmayı değiştirme


veya genişletme niteliğinde olmadığından ıslah yoluna başvurulmasına gerek yoktur.

5) Davacının talep sonucunu daraltması (azaltması) davayı değiştirme veya genişletme


sayılmaz. Bu nedenle ıslah yoluna başvurulmasına gerek yoktur. Kuru’ya göre: Ancak
davacının talep sonucunu daraltması (azaltması), davayı kısmi geri alma niteliğinde ise,
davalının buna açıkça rıza göstermemesi halinde davacı, davasını kısmen ıslah ederek talep
sonucunu daraltabilir. Karşı görüş Özekes): kanunda kısmen veya tamamen geri almaya ayrı
sonuç başlanmamıştır. Bu nedenle talebin azaltılması kısmen geri alma olsa dahi karşı taraf
muvafakat etmezse ıslah yoluna başvurulamaz.

6) Davacının veya davalının zamanında ileri sürmüş olduğu bir vakıaya zımnen dahil olan
vakıaların sonradan ileri sürülmesi iddiayı veya savunmayı değiştirme veya genişletme
niteliğinde olmadığından ıslah yoluna başvurulmasına gerek yoktur.

7) Tarafların dava, cevap, cevaba cevap veya ikinci cevap dilekçelerindeki vakıaların delili
niteliğinde olan vakıaların ileri sürülmesi, iddiayı veya savunmayı değiştirme veya genişletme
niteliğinde olmadığından ıslah yoluna başvurulmasına gerek yoktur.

8) Davalının temsilcisinde yanılmış olan davacı, bu yanılmayı düzeltebilir; bunun için ıslah
yoluna başvurulmasına gerek yoktur.

9) Tarafların veya mahkemenin dava dosyasında bulunan belgelerdeki açık yazı ve hesap
hataları, karar verilinceye kadar düzeltilebilir (m. 183). Bu nedenle, ıslah yoluna
başvurulmasına gerek yoktur.

10) Karşı tarafın iddia ve savunmayı genişletme veya değiştirmeye açıkça muvafakat etmesi
halinde ıslaha gerek yoktur.

11) Yargılamayı basitleştirmek için gereksiz bazı vakıaların dava dışına çıkarılması için ıslaha
gerek yoktur. Ancak vakıaların daraltılması davayı değiştirme sonucunu doğuruyorsa o zaman
ıslaha başvurulmalıdır.

Kötü niyetli olarak ıslaha başvurulmasına bağlanan bir yaptırım var mıdır?

Islahın davayı uzatmak veya karşı tarafı rahatsız etmek gibi kötü niyetli düşüncelerle yapıldığı
deliller veya belirtilerle anlaşılırsa, mahkeme, ıslahı dikkate almadan karar verir. Ayrıca hâkim,
kötü niyetle ıslaha başvuranı, karşı tarafın bu yüzden uğradığı bütün zararlarını ödemeye ve
beşyüz Türk Lirasından beşbin Türk Lirasına kadar disiplin para cezasına mahkûm eder (m.
182).

Islahla yeni delil gösterilmesi mümkün müdür?

Bu konuda doktrinde farklı görüşler bulunmaktadır. Bir görüşe göre: usul işlemleri ıslah
edilebilir; delil göstermede usul işlemi olduğundan ıslahla delil değişikliği yapılması
mümkündür. Ancak ikinci tanık listesi verilemez.

Diğer görüşe göre: Deliller ayrı bir sisteme, süreye ve usule bağlı tutulmuştur. Delil ve
belgelerin dilekçelere eklenmesi gerekir. Getirilmeyen delillerin veya belgelerin getirilmesi
için ön inceleme aşamasında iki haftalık süre verilir; süresinde getirmezse o delile
dayanmaktan vazgeçmiş sayılır (m. 140/5). Bu hüküm açık ve emredicidir. Ancak m. 145 in
sağladığı istisnai durumda hakimin izni ile de delil gösterilebilir. Bunun dışında ise ıslahla yeni
delil göstermek veya sunmak mümkün değildir.

Islah ne zamana kadar yapılabilir? Kanun yolu aşamasında ıslaha başvurmak mümkün
müdür?
Islah, iddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağı ile birlikte başlar;
tahkikatın sona ermesine kadar yapılabilir (m. 177/1). Ön inceleme aşamasında da ıslah yolu
ile iddia ve savunma genişletilebilir veya değiştirilebilir. Ancak istinaf mahkemesinde ve
Yargıtay’da ıslah yapılamaz (m. 357/1). Yargılamanın yenilenmesi halinde ise ancak
yargılamanın yenilenmesi sebepleri ve buna bağlı olan yargılama faaliyeti çerçevesinde ıslah
mümkün olmalıdır.

Yargıtay, hükmün Yargıtay’ca bozulması üzerine ilk derece mahkemesinde yeni tahkikat
sırasında ıslah yapılmasının mümkün olmadığı; ancak bozma kararının usulden (esastan değil)
bozma kararı üzerine yapılacak yeni tahkikat aşamasında ıslahın mümkün olduğu
görüşündedir. Doktrinde bir görüş: bozma kararından sonra yeni tahkikatta ıslah mümkün
olmalıdır. Diğer görüş: bozma kararının usule ilişkin olması halinde ıslah yoluna
başvurulması, ancak bozmanın esasa ilişkin olması halinde ıslahı kabul etmemek gerekir.
Çünkü usule ilişkin bozma halinde esasa ilişkin bir tahkikattan söz edilemez. Örneğin, ilk
derece mahkemesinin verdiği karar, görevsizlik nedeni ile bozulur ise bu bozma kararına
uyarak mahkemenin görevsizlik kararı vermesinden sonra görevli mahkemeye başvurulması
halinde davanın esasına ilişkin hususlarda ıslah yoluna gidilebilir.

Islahın Şekli

Islah bir tarafın mahkemeye karşı tek taraflı ve açık bir irade beyanı ile yapılır. Islahın
tamamlanması, karşı tarafın ve mahkemenin kabulüne bağlı değildir.

Islah, sözlü veya yazılı olarak yapılabilir (m. 177/2, c. 1). Karşı taraf duruşmada hazır değilse
veya ıslah talebi duruşma dışında yapılıyorsa, bu yazılı talep veya tutanak örneği, haber
vermek amacıyla karşı tarafa bildirilir (m. 177/2, c. 2).

Karşı tarafa tebliğ ıslahın geçerliliği için şart değildir; sadece karşı tarafa haber vermek
içindir. Ancak geçerlilik için şart olmasa da, karşı tarafın yokluğunda verilen ıslah dilekçesi
veya tutanağı karşı tarafa tebliğ edilmeden ıslah talebine göre inceleme yapılarak hüküm
verilemez.

Vekilin davayı tamamen ıslah edebilmesi için vekaletnamesinde açık bir ıslah yetkisinin
bulunması gerekir. Buna karşılık vekilin davayı kısmen ıslah edebilmesi için
vekaletnamesinde açık bir ıslah yetkisinin bulunmasına gerek yoktur.

Islah eden taraf, ıslah sebebiyle geçersiz hâle gelen işlemler için yapılan yargılama giderleri
ile karşı tarafın uğradığı ve uğrayabileceği zararları karşılamak üzere hâkimin takdir edeceği
teminatı, bir hafta içinde, mahkeme veznesine yatırmak zorundadır. Aksi hâlde, ıslah
yapılmamış sayılır (m. 178/1). Artık yeniden ıslah talebinde bulunma hakkı yoktur. Çünkü aynı
davada, taraflar ancak bir kez ıslah yoluna başvurabilir (m. 176/2). Ancak birleşen veya birlikte
açılan davalar birbirinden bağımsız olduğundan, her davada birer defa olmak üzere ayrı ayrı
ıslah yapılabilir.

Cevap dilekçesi vermeyen davalı ıslah yolu ile cevap dilekçesi verebilir mi?

Yargıtay, cevap dilekçesi vermeyen davalının ıslaha başvuramayacağına ilişkin kararlar


vermekle birlikte, cevap dilekçesi vermeyen davalının ıslahla zamanaşımı def’ini ileri
sürebileceği yönünde de kararlar vermiştir. Doktrinde bir görüş, kanuna göre cevap dilekçesi
vermeyen davalı, davacının ileri sürdüğü vakıaları inkar etmiş sayılır (m. 128). Burada cevap
dilekçesi vermemeye bağlanan bir sonuç olduğuna göre ıslahla cevap dilekçesi verilebilir.
Ancak ilk itirazlar ileri sürülemez. Bununla birlikte cevap dilekçesi vermemesi halinde, sadece
esasa ilişkin vakıa ve talepler bakımından ıslah imkanı kullanılabilir; yoksa ıslahla verilmemiş
cevap dilekçesi verilmiş hale getirilemez ve cevap dilekçesindeki tüm imkanlardan
yararlanılamaz.

Doktrinde cevap dilekçesi verilmemesi halinde, ıslahla karşı davada açılamaz. Ancak karşı
dava açılabileceği de savunuluyor.

Islahın çeşitleri nelerdir?

I- Davanın Tamamen Islahı (m. 180)

Tamamen ıslahta davacı, davasını baştan itibaren ıslah eder ve bir hafta içinde yeni bir dava
dilekçesi verir. Davanın tamamen ıslahı yoluna, dava dilekçesinden (dava dilekçesi dahil)
itibaren (m. 179/2’dekiler hariç) bütün usul işlemlerinin yapılmamış sayılması için başvurulur.

Davacı davasını tamamen ıslah ederek, talep sonucunu değiştirebilir. Örneğin, davacı
tamamen ıslah yolu ile tazminat davasını tescil davası olarak değiştirebilir, haksız işgal
tazminatı (alacak) davasını el atmanın önlenmesi davası olarak değiştirebilir.

Davacı davasını tamamen ıslah ederek, dava sebebini değiştirebilir. Örneğin, davacı tamamen
ıslah yolu ile kira sözleşmesine dayanarak açtığı alacak davasını, haksız işgal sebebine
dayandırabilir.

Davasını tamamen ıslah ettiğini bildiren taraf, bu bildirimden itibaren bir hafta içinde yeni bir
dava dilekçesi vermek zorundadır. Aksi hâlde, ıslah hakkı kullanılmış sayılır ve ıslah hiç
yapılmamış gibi davaya devam edilir (m. 180). Ancak davasını tamamen ıslah etmiş olan
davacı, ıslah dilekçesinde aynı zamanda ıslah ettiği işlemi açıkça belirtmişse, bir haftalık süre
içinde yeni bir dava dilekçesi vermesine gerek yoktur.

Islah edilen dava, eski davanın devamı niteliğindedir. Bu nedenle, bir hafta içinde yeni bir dava
dilekçesi veren davacıdan, yeniden başvurma harcı ve peşin karar ve ilam harcı alınmaz; hak
düşürücü sürenin hesabında ıslah tarihi değil, ilk dava tarihi esas alınır; zamanaşımı (dava
edilmiş olan alacak kesimi için) ilk davanın açıldığı tarihte kesilmiş sayılır. Ancak davacı ıslah
yolu ile ilk davadaki alacak talebini artırırsa, davalı artırılan alacak bölümü için zamanaşımı
def’ini ileri sürebilir.

Islah edilen dava, eski davanın devamı niteliğinde olmasına rağmen görevli mahkeme davanın
ıslah edilen şekline göre belirlenir. Dava ıslah edilen yeni şekline göre başka bir mahkemenin
görevine girmekte ise mahkeme, görevsizlik kararı vermek zorundadır. Bunun gibi dava ıslah
edilen yeni şekline göre başka bir mahkemenin kesin yetkisine girmekte ise mahkeme,
yetkisizlik kararı vermek zorundadır.

Davacının davasını tamamen ıslah etmesi ile davacının ilk dava dilekçesi hiç verilmemiş
sayılır; mahkemece dikkate alınmaz. Mahkeme davayı yeni dava dilekçesine göre inceleyip
karara bağlar. Davalı bu yeni dava dilekçesine karşı iki hafta içinde yeni bir cevap dilekçesi
verebilir.
II- Kısmen Islah

Bir davada kısmen ıslah da mümkündür. Kısmen ıslah ile davada yapılmış olan belli bir usul
işlemi düzeltilir ve bundan sonraki usul işlemlerinin, ıslah edilen usul işlemi ile ilgili oldukları
ölçüde yapılmamış sayılması sağlanır. Kısmen ıslah yoluna başvuran taraf, ıslah talebi ile
birlikte ıslah etmek istediği ve bu işlemi ne şekilde ıslah ettiğini belirtmemişse, kısmen ıslaha
başvuran tarafa, ıslah ettiği usul işlemini yapması için bir haftalık süre verilir. Bu süre içinde
ıslah edilen işlem yapılmazsa, ıslah hiç yapılmamış gibi davaya devam edilir (m. 181).

Davacının Davasını Kısmen Islah Etmesi: Davacının davasını (değiştirmeyip) sadece


genişletmek istemesi kısmen ıslah yolu ile mümkündür. Davacı kısmen ıslah ile talep sonucunu
artırabilir (bu halde artırılan miktar için peşin harç yatırmalıdır); dava dilekçesine yeni talepler
ekleyebilir (yeni talepler için de harç yatırmalıdır). Davacı, maddi tazminat davasını ıslah edip
manevi tazminat da isteyebilir; itirazın iptali davası dilekçesinde icra inkar tazminatı talep
etmemiş olan davacı alacaklı, davasını ıslah ederek icra inkar tazminatı talep edebilir; işe aide
davasını, kıdem tazminatı ve fazla mesai ücret alacağı davasına dönüştürebilir. Davacının dava
sebebini genişletmesi için yaptığı ıslah da davanın kısmen ıslahı niteliğindedir. Davacı, dava
dilekçesini değil de cevaba cevap dilekçesini de ıslah edebilir.

Davalının Savunmasını Islah Etmesi: Savunmayı genişletme sayılan hallerde (davacı açıkça
muvafakat etmezse) davalı savunmasını ancak ıslah yolu ile değiştirebilir veya genişletebilir.
Örneğin, davalı, ikinci cevap dilekçesinde ileri sürmediği zamanaşımı def’inde bulunabilir.
Kuru’ya göre, davalı ıslah yolu ile karşı dava açabilmelidir; davalı hiç cevap dilekçesi
vermemiş olsa bile ıslah yolu ile savunmasını genişletebilir. Davalı, ıslah yolu ile vereceği yeni
cevap dilekçesinde her türlü savunma sebeplerini ileri sürebilir. Fakat davalı, cevap
dilekçesinde bildirmediği (cevap dilekçesi vermemiş olması durumu da dahil) ilk itirazlarını
ıslah yolu ile de ileri süremez. Çünkü cevap süresi, ilk itirazlar bakımından hak düşürücü
niteliktedir.

Islahın Etkisi (Hükmü)

I- Tamamen Islahın Etkisi


Davanın tamamen ıslah edilmesi halinde, dava dilekçesinden (dava dilekçesi dahil) itibaren (m.
179/2 ve 179/3’teki istisnalar dışındaki) bütün usul işlemleri yapılmamış sayılır (m. 179/1).
Mahkeme davayı yeni dava dilekçesine göre inceleyip karara bağlar.
II- Kısmen Islahın Etkisi

Davacının davasını kısmen ıslah etmesi halinde, o zamana kadar yapılmış bütün usul
işlemleri yapılmamış sayılmaz; ancak davacının kısmen ıslahı nedeniyle konusuz (gereksiz)
hale gelmiş olan usul işlemleri yapılmamış sayılmalıdır. Davanın ıslah edilmeyen kesimine
ilişkin usul işlemleri ise geçerli olmaya devam eder. Davacı cevaba cevap dilekçesini ıslah
ederse, ondan önceki dava dilekçesi ve buna ilişkin usul işlemleri geçerli olmaya devam eder.

Davalının savunmasını ıslah etmesi halinde de o zamana kadar yapılmış bütün usul işlemleri
yapılmamış sayılmaz; ancak davalının savunmasını ıslah etmesi nedeniyle konusuz (gereksiz)
hale gelmiş olan usul işlemleri yapılmamış sayılmalıdır. Davalı cevap dilekçesinin ve ikinci
cevap dilekçesinin tümünü ıslah eder ve yeni bir cevap dilekçesi verirse, cevap dilekçesi ve
ikinci cevap dilekçesi hiç verilmemiş ve onunla ilgili usul işlemleri ise yapılmamış sayılır.
Davalı cevap dilekçesinin veya ikinci cevap dilekçesinin bir bölümünü ıslah ederse, ıslah
edilmeyen kısım ve buna ilişkin usul işlemleri geçerli olmaya devam eder. Davalı, sadece
ikinci cevap dilekçesini ıslah ederse, ondan önceki cevap dilekçesi ve buna ilişkin usul
işlemleri geçerli olmaya devam eder.

Tam ıslah halinde eski davanın akıbeti ne olacaktır? Islaha başvurulması ile yeni dava
açılmış sayılır mı?

Kanundaki ‘’bütün usul işlemlerinin yapılmamış sayılması sonucu doğurur’’ ifadesinden


hareketle ıslah, feragat, kabul gibi sonuç doğurmaz. Dava konusu yapılan asıl hak etkilenmez.
Burada kanun gereği sonuç doğduğundan davayı geri alma da söz konusu olmaz. Burada
davanın açılmamış sayılmasına ilişkin bir sonuç ortaya çıktığı söylenebilir. Doktrinde tam
ıslahta ilk davadan vazgeçmenin söz konusu olduğu da belirtilmektedir.

Islahın yapılması ile davaya bu yeni haliyle devam edilir. Islahla dava, yeniden açılmış
sayılmaz; dava açıldığı andan itibaren etkisini sürdürmektedir; sadece davaya ıslahtan sonraki
haliyle devam edilir.

Islah ile geçersiz kılınamayacak işlemler nelerdir?

İkrar, tanık ifadeleri, bilirkişi rapor ve beyanları, keşif tutanakları, isticvap tutanakları 4, (yerine
getirilmiş veya getirileceği ıslahtan önce bildirilmiş) yeminin teklifi, reddi veya iadesi ıslah ile
geçersiz kılınamaz; geçerli olmaya devam eder. Bundan başka ıslah, feragat, kabul, sulh, takas
beyanı ve bir sözleşmenin feshi gibi maddi hukuk işlemlerini de etkilemez; yani ıslahtan önce
yapılmış olan bu işlemler ıslahtan sonra da geçerli olmaya devam eder.

Islahla dava konusu artırıldığında artırılan kısım için faiz dava tarihinden itibaren mi
yoksa ıslah tarihinden itibaren mi işleyecektir? Zamanaşımı hangi tarihte kesilmiş
sayılacaktır?

Doktrin: Islahla değişen dava ve ileri sürülen ya da eklenen talepler ilkinden farkı ise bu
durumda bu yeni talepler için zamanaşımının ıslahla kesileceği ve faizin de talep edilmişse bu
andan itibaren işler. Yargıtay: ıslahla arttırılan kısım için, karşı taraf daha önce temerrüde
düşürülmüşse ve faiz talep edilmişse temerrüt tarihinden, daha önce temerrüde düşürülmemiş
ve faiz talep etmişse ıslah tarihinden itibaren faiz yürütülebileceğini kabul ettiğine ilişkin karar
vermektedir.

Islah edilerek arttırılan kısım için zamanaşımının hangi tarihten itibaren kesilmiş olduğu
konusunda ise Yargıtay, kararlarının bir kısmında, zamanaşımının kesilmesi bakımından ıslah
anı değil, davanın açıldığı an esas alınmaktadır. Ancak doktrin: faiz bakımından kabul edilen
görüş burada da uygulanmalıdır. Islahla ileri sürülen talepler bakımından, gerek faiz gerekse bu
talep hakkındaki zamanaşımının hesaplanmasında ıslah anı esas alınmalıdır.

DAVA KONUSUNUN DEVRİ

4
İsticvap, bir taraf işlemi olmadığından isticvap sonucunda tutulan tutanağın hatalı veya eksik olduğu
gerekçesiyle ıslahı yoluna gidilemez (m. 179/2 gerekçesinden).
Dava konusunun devri, maddi hukuk bakımından dava konusu mal veya hak el
değiştirdiğinden söz konusu olur.

Dava konusunun devri dürüstlük kuralına aykırı olmamak kaydıyla birden fazla kez söz konusu
olabilir. Örneğin dava konusunu devralan kişi de başkasına devredebilir.

Dava konusunun devri mahkeme tarafından re’sen dikkate alınmalı mıdır? Tarafın dava
konusunun devrinin gereğini yerine getirmemesi halinde ne olur?

Dava konusunun devredildiği dosyadan anlaşılıyorsa mahkeme bunu kendiliğinden dikkate


almalıdır. Dikkate almadan mevcut duruma göre yargılamayı yürütmesi bir bozma sebebidir.
İlk derecede yapılan hata istinafta ortaya çıkarsa, istinaf mahkemesi m. 353/1 çerçevesinde
duruşmasız olarak, ilk derece mahkemesi kararını kaldırıp davanın yeniden görülmesi için
dosyayı geri göndermelidir. Çünkü bu eksiklik sıfata bağlı dava takip yetkisi, kesin hüküm ya
da davanın açılması ile ilgili bir husustur. Dava konusunun devredildiği dosyadan anlaşılamaz
ve taraflar da bu hususu bildirmezse mevcut duruma göre karar verilecektir. Hüküm kanun
yolunda da bu şekilde geçerse bu taraflar arasında kesin hüküm oluşturur.

Dava konusunu davacı devrederse, yeni davacı yargılamaya devam etmezse dosyanın işlemden
kaldırılması gerekir. Davalı tarafta devir varsa, davacı seçim hakkını kullanmazsa dosyanın
işlemden kaldırılmasına karar verilmelidir.

Dava konusunun devri hangi zaman dilimi içinde yapılmalıdır? Kanun yolunda dava
konusunun devri mümkün müdür?

HMK m. 125 hükmü, dava açılmasından bu dava hakkında verilen hükmün kesinleşmesine
kadarki dönem içinde dava konusunun başkasına devredilmesi hallerinde uygulanır. Sonradan
dava konusu yapılan bir hak veya malın davadan önce başkasına devredilmiş olması halinde m.
125 hükmü uygulanmaz. Bir dava hakkında verilen hüküm kesinleştikten sonra, o dava konusu
mal veya hakkın başkasına devredilmiş olması halinde m. 125 hükmü uygulanmaz. Bu halde,
davada verilmiş ve kesinleşmiş olan hüküm, hükmün kesinleşmesinden sonra dava konusunu
devralmış olan üçüncü kişi (cüz’i halef) hakkında da kesin hüküm teşkil eder (m. 303/4).

Taraflardan biri, istinaf ve temyiz aşamasında da dava konusunu başkasına devredebilir.


Özekes: Yargılamanın yenilenmesi, olağanüstü bir kanun yolu olmakla birlikte aslında kararı
veren ilk derece mahkemesinde açılan ve yürütülen bir yargılamadır. Bu sebeple yargılamanın
yenilenmesi talebinin kabulünden sonra da dava konusu devredilebilir.

Kanun yoluna başvuru süresi dolmadan önce dava konusunun devri halinde kanun
yoluna hangi taraf başvurabilecektir?

İstinaf veya temyiz süresi henüz geçmemiş ise, dava konusunu devralan üçüncü kişi davada
taraf durumunu almadığından hükmü istinaf veya temyiz edemez. Bu halde, dava konusunu
devretmiş olan taraf, taraf sıfatı kalmamış olmasına rağmen hükmü istinaf veya temyiz
edebilmelidir. Çünkü şekli bakımdan taraf durumu devam etmektedir. Bu halde hüküm, istinaf
veya temyiz edilmeden (veya edilip) kesinleşirse, dava konusunu devralan üçüncü kişi
hakkında da kesin hüküm teşkil eder. Çünkü üçüncü kişi dava konusunu devraldığı tarafın
cüz’i halefidir.
Buna karşılık, istinaf mahkemesi (temyizde ise Yargıtay) dosyanın ilk derece mahkemesine
geri gönderilmesine karar verirse, bundan sonra ilk derece mahkemesinde yapılan yargılamada,
dava konusunu hüküm verildikten sonra devralmış olan üçüncü kişi hakkında m. 125
hükümleri uygulanır.

Davalının dava konusunu devretmesi halinde davacının hangi seçimlik hakları söz
konusu olmaktadır? davacının bu hakkının engellenmesi mümkün müdür? Hakim bu
hususu kendiliğinden gözetip seçim hakkını hatırlatabilir mi? Davacı seçim hakkını
kullanmazsa ne olacaktır?

a) İsterse, devreden tarafla olan davasından vazgeçerek, dava konusunu devralmış olan kişiye
karşı davaya devam eder. Bu takdirde davacı davayı kazanırsa, dava konusunu devreden ve
devralan yargılama giderlerinden müteselsilen sorumlu olur.

b) İsterse, davasını devreden taraf hakkında tazminat davasına dönüştürür

Davacının bu hakkı kullanması kanun hükmü yoksa engellenemez. Örneğin, Kadastro K. m. 26


ya göre, kadastro mahkemelerinde görülmekte olan bir dava konusu taşınmaz mal, başkasına
devredildiği takdirde, davaya devralan devam eder. Burada seçim hakkı kullanılmasının
istisnasıdır.

Seçim hakkı kullanıldıktan sonra bunu değiştirme ve bundan dönme imkanı yoktur. Dava
görülmekte iken davalının dava konusunu üçüncü bir kişiye devrettiğini öğrenen mahkemenin
bunu kendiliğinden gözeterek davacıya bu iki yoldan hangisini seçtiğini sorması gerekir.
Davacı, mahkemenin sorusunu cevapsız bırakır ve m. 125/1’deki iki yoldan birini seçtiğini
bildirmezse, bununla davayı takip etmek istemediği sonucuna varılmalı ve dava dosyası
işlemden kaldırılmalıdır. Davacı iki yoldan birini seçmezse, mahkeme davacıya seçimini
yaptırmadan sanki devir yokmuş gibi eski taraflar arasında davaya devam ederek hüküm
veremez. Hüküm verirse böyle bir hüküm, dava konusunu dava sırasında devralmış olan
üçüncü kişi hakkında kesin hüküm teşkil etmez.

Davaya dava konusunu devralmış olan kişiye karşı devam edilmesine bağlanan sonuçlar
nelerdir?

Davalının dava konusunu üçüncü bir kişiye devretmesi halinde, davacı, dava konusu malın
veya hakkın aynen kendisine verilmesini istiyorsa, devreden davalı ile olan davasından
vazgeçerek (bu vazgeçme feragat değil, davanın geri alınmasıdır) dava konusunu devralmış
olan üçüncü kişiye karşı davaya devam edilmesini ister; yeni bir dava açmasına gerek yoktur.
Paylı mülkiyette, bir paydaşın diğer paydaşın taşınmaz üzerindeki payını satın almış olan
alıcıya karşı açmış olduğu önalım davası devam ederken, alıcı davalı satın almış olduğu payı
bir üçüncü kişiye satıp devrederse, davacı paydaş davalı alıcı ile olan davasından vazgeçerek
payı devralmış olan üçüncü kişiye karşı aynı davaya devam edilmesini isteyebilir.

Davanın açılmasından sonra, dava konusunu devralan üçüncü kişi davaya dahil edilmeden
(davetiye gönderilmeden) üçüncü kişi hakkında karar verilemez.

Davacının üçüncü kişiye karşı davaya (ayın davası olarak) devam edilmesini istemesi üzerine,
davaya davacı ile üçüncü kişi arasında devam edilir. Eski davalı, artık davada taraf değildir.
Davacı ile yeni davalı arasında görülen bu dava eski davanın devamıdır; davaya kaldığı yerden
devam edilir. Bu nedenle, eski davalı tarafından veya ona karşı yapılmış olan usul işlemleri
geçerli olup, yeni davalı bu usul işlemlerinin tekrarlanmasını isteyemez. Önceki ihtiyati
tedbirler davayı devralan üçüncü kişi bakımından da geçerlidir. Yeni davalı eski davalının
yapmayı ihmal ettiği usul işlemlerini yapamaz; mesela yetki itirazında bulunamaz. Eski davalı
için başlamış olan savunmayı değiştirme ve genişletme yasağı yeni davalı için de devam eder.
Ancak yeni davalı şahsi savunma sebeplerini (örneğin dava konusu malı iyi niyetle
kazandığını) ileri sürebilir.

Davacı, dava konusunu devralmış olan üçüncü kişiye karşı devam ettiği ayın davasını
kazanırsa, yalnız üçüncü kişi aleyhine hüküm verilir; eski davalı aleyhine hüküm verilemez.
Fakat dava konusunu devretmiş olan eski davalı, üçüncü kişi ile birlikte yargılama giderlerini
müteselsilen ödemeye mahkum edilir. Dava konusunu dava sırasında devralan üçüncü kişi iyi
niyetli (yani dava konusu mal veya hakkın davacıya ait olduğunu veya dava konusu yapılmış
olduğunu bilmiyor) ise davacının, üçüncü kişiye karşı devamını istediği ayın davası reddedilir
(TMK m. 988, 1023; İstisna m.989).

Dava konusunun sadece bir bölümü devredilebilir mi?

Davalı, dava sırasında dava konusunun (taşınmaz veya alacağın) bir bölümünü üçüncü bir
kişiye devrederse ve davacı da dava konusunun devredilen bölümü için davayı üçüncü kişiye
karşı devam ettirmek isterse, davaya davalı ve üçüncü kişiye karşı birlikte devam edilmesi
gerekir (ihtiyari dava arkadaşlığı). Davalı dava konusunun sadece bir bölümünü dava sırasında
başkasına (üçüncü kişiye) devrederse davacı m. 125’teki seçimlik haklarını şu şekilde
kullanabilir: 1) davasının tamamını tazminata dönüştürme, 2) davaya üçüncü kişiye karşı ayın
davası olarak devam etme, 3) davanın bir bölümüne ayın davası, üçüncü kişiye devredilen
bölümüne ise tazminat davası olarak devam etme.

Davacı, dava sırasında dava konusunun (taşınmaz veya alacağın) bir bölümünü üçüncü bir
kişiye devrederse, üçüncü kişi devraldığı bölümü için davacı yerine geçer ve dava konusunun
bir bölümünü devreden (davacı) ile birlikte davacı tarafta ihtiyari dava arkadaşlığı olarak
davaya devam ederler.

Davanın dava konusunu devreden davalı hakkında tazminat davasına dönüştürülmesine


bağlanan sonuçlar nelerdir?

Davalının dava sırasında dava konusunu üçüncü kişiye devretmesi halinde davacı, isterse
davasını devreden taraf (davalı) aleyhine tazminat davasına dönüştürür (m. 125/1-b). Davacının
davasını tazminat davasına dönüştürmesi halinde davanın tarafları aynı kalmaktadır; yalnız
dava konusu değişmektedir. Bu değişiklik davayı değiştirmek anlamına gelse de bunun için
davalının açık muvafakati gerekmez. Çünkü m. 125/1-b hükmü davayı değiştirme yasağının
istisnasıdır.

Dava konusu taşınmazın dava sırasında cebri icra veya ortaklığın giderilmesi yolu ile satılması
ya da kamulaştırılması halinde, davacının seçim hakkı yoktur; davasını davalıya karşı sadece
tazminat davasına dönüştürebilir.

Bu tazminat davası ayrı bir dava olmayıp, eski davanın değiştirilmiş şekilde devamı
niteliğindedir. Eski davanın (ayın davasının) açılması ile meydana gelen sonuçlar devam eder.
Örneğin dava konusu hakkın zamanaşımına uğrayıp uğramadığı ayın davasının açıldığı tarihe
göre belirlenir.

Tazminat davsına ayın davasının kaldığı yerden itibaren devam edilir. Bu nedenle, davacının
ayın davasını kazanmak için ispat etmesi gereken hususları, tazminat davasında da ispat etmesi
gerekir. Örneğin davacının dava konusu malın kendisine ait olduğunu ispat etmesi gerekir.
Buna karşılık davacının dava sırasında dava konusunu başkasına devreden davalının kötü
niyetli olduğunu ispat etmesine gerek yoktur.

Üçüncü kişinin dava konusunu iyi niyetle iktisap etmiş olması nedeniyle, üçüncü kişiye karşı
devam ettirilen ayın davası reddolunursa davacı, dava konusunu devretmiş olan eski davalıya
karşı yeni bir dava açarak, eski davalıdan m. 125/1-b hükmüne göre isteyebilir.

Davalının dava konusunu devretmesi ve davacının davayı tazminata dönüştürmesi


üzerine tazminatın miktarı nasıl tespit edilecektir?

Doktrinde bir görüş: davacının talep edebileceği tazminat miktarı dava konusu malın devir
tarihindeki değerinden fazla olamaz.

Diğer görüş: Burada tazminata ilişkin genel kurallar uygulanmalıdır ve davacı, dava konusu
mal veya hakkın bedelinden başka, uğradığı bir zarar daha varsa onun da tazminini talep
edebilmelidir.

Davacının dava konusunu devretmesine bağlanan sonuçlar nelerdir?

Örnekler: davacı H, taşınmazına el atan B’ye karşı el atmanın önlenmesi davası açmış, dava
sırasında dava konusu taşınmazını C’ye satıp devretmiştir. Alacaklı D, Borçlu B’ye karşı bir
alacak davası açmış, dava sırasında dava konusu yapmış olduğu alacağını K’ya devretmiştir.
Kiraya veren kiracıya karşı tahliye davası açmış, dava sırasında dava konusu taşınmazını
başkasına satıp devretmiştir.
Davanın açılmasından sonra, dava konusu davacı tarafından devredilecek olursa, devralmış
olan kişi, görülmekte olan davada davacı yerine geçer ve dava kaldığı yerden itibaren devam
eder (m. 125/2). Yeni davacı, daha önce yapılmış olan işlemlerin tekrarlanmasını isteyemez ve
devreden davacının sahip bulunmadığı yetkileri kullanamaz. Örneğin, eski davacı davasını bir
kere ıslah etmişse, yeni davacının ıslah hakkı yoktur; eski davacı bir tanık listesi vermişse, yeni
davacı tanık listesi veremez; eski davacı bir vakıayı ikrar etmiş ise, yeni davacı o ikrar ile
bağlıdır.
Davacı dava konusunu devreder de devralan kişi davaya kaldığı yerden devam etmezse,
mahkemenin dava konusunu devralmış olan kişiye bir davetiye göndermesi gerekir. Davetiye
göndermeden sanki devir yokmuş gibi eski taraflar (davacı ile davalı) arasında davaya devam
ederek hüküm veremez.
Yeni davacının davaya davalıya karşı devam etmesi halinde, davalının hukuki durumunda bir
değişiklik olmaz. Örneğin, davalı, daha önce yapmadığı zamanaşımı def’ini yeni davacıya karşı
da ileri süremez. Ancak davalı, yeni davacıya karşı kişisel savunma sebeplerini ileri sürebilir.
Örneğin, davalı yeni davacıdan alacaklı ise, yeni davacıya karşı takas def’ini ileri sürebilir.

Dava konusunu devreden kişi daha sonra davaya müdahale edebilir mi?
Diğer şartlarda mevcutsa fer’i müdahil olarak yargılamaya katılması mümkündür. Ancak
hukuki yararı olmadığından ve devir sonucu talep edeceği bir hakkı kalmadığından kural olarak
asli müdahale mümkün değildir.

Dava konusunun devri halinde yargılama giderlerine ne şekilde karar verilecektir?

Davalının dava konusunu devretmesi halinde: Davacı davayı kazanırsa, dava konusunu
devretmiş olan eski davalı, üçüncü kişi ile birlikte yargılama giderlerini müteselsilen ödemeye
mahkum edilir (m. 125/1-a, c. 2). Bu hüküm esasen m. 326/1 de yer alan ‘’Kanunda yazılı
haller dışında, yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar
verilir’’ kanunda yazılı haller istisnasına girmektedir. Burada hüküm devralan hakkında
verilmekle birlikte devreden taraf yargılama giderinden sorumlu tutulmaktadır. Bu bağlamda
devreden taraf hükmü kanun yoluna götüremese bile yargılama giderine ilişkin karara karşı
kanun yoluna gidebilir. Davacı davayı kaybederse, yargılama giderini devralan tarafa öder;
devredene ödeyemez. Çünkü devreden davada taraf değildir.

Davacının davasını tazminata dönüştürmesi halinde yargılama giderlerinden sadece davalı


sorumlu olur. Çünkü bu ihtimalde taraf değişikliği yoktur.

Davacının dava konusunu devretmesi halinde: bir görüş (Özekes): Kanunda devredenin de
yargılama giderlerinden müteselsilen sorumlu olduğu düzenlenmemiştir. Burada HMK m.
326/1’e dayanarak devredenin sorumluluğuna girmek mümkün değildir. Kanun koyucu bunu
düzenlemeyerek bilinçli susmuştur. Ayrıca hüküm verilen dışında birinin sorumlu tutulması
için, bunun Kanunda yazılı olması gerekir. Diğer görüş (Kuru): Yeni davacı bu davayı
kaybederse, dava konusunu devretmiş olan eski davacı ile birlikte yargılama giderlerini
(davalıya) müteselsilen ödemeye mahkum edilmelidir (m. 125/1-a, c. 2 kıyasen).

SÖZLÜ YARGILAMA

Mahkeme, tahkikatın bitiminden sonra, sözlü yargılama ve hüküm için tayin olacak gün ve
saatte mahkemede hazır bulunmalarını sağlamak amacıyla iki tarafı davet eder Taraflara
çıkartılacak olan davetiyede, belirlenen gün ve saatte mahkemede hazır bulunmadıkları
takdirde yokluklarında hüküm verileceği hususu bildirilir (m. 186/1). Taraflar veya taraflardan
biri sözlü yargılama oturumuna gelmese bile, dosya işlemden kaldırılmaz; mahkeme gelmeyen
tarafın veya tarafların yokluğunda hüküm verir ve (herhangi bir tahkikat işlemi yapılmamışsa)
gelmeyen tarafın yokluğunda hükmü tefhim eder. Sözlü yargılamada mahkeme, taraflara son
sözlerini sorar (sorulmaması hukuka aykırı) ve hükmünü verir (m. 186/2).

TOPLU TİCARET MAHKEMELERİNDE TAHKİKATIN SONA ERMESİ, SÖZLÜ


YARGILAMA VE HÜKMÜN VERİLMESİ (M. 185)

Toplu ticaret mahkemelerinde, tahkikatı yapmakla görevlendirilen hâkim, tahkikatın


tamamlandığı kanaatine varırsa, tarafların davanın tümü hakkında açıklama yapabilmeleri için
dosyayı mahkeme başkanına verir (m. 185/1).

Toplu ticaret mahkemesi, gerçeğin ortaya çıkması için gerekli görürse tahkikat için
görevlendirilen hâkim tarafından dinlenen tanıkları ve bilirkişiyi tekrar çağırıp dinleyebileceği
gibi, davanın maddi vakıaları hakkında gösterilen ve mahkemeye verilememiş veya
getirtilmemiş olan delillerin verilmesini veya getirtilmesini de kararlaştırabilir. Ancak bunun
için bu delillerin daha önce gösterilmesinin mümkün olmaması veya tarafın bunu zamanında
göstermeme konusunda kusurunun bulunmaması gerekir.

Kurul, eksik gördüğü tahkikatı kendisi tamamlayabileceği gibi hâkimlerden birine de verebilir
(m. 185/2). Bu halde, tahkikat hakiminin görevi, sadece tahkikatın tamamlanmasıdır. Tahkikat
işlemi dışında kalan işler için tahkikat hakimi değil, toplu ticaret mahkemesi görevlidir. İhtiyati
tedbir, ihtiyati haciz ve delil tespiti gibi talepler hakkında, ticaret mahkemesi toplu olarak karar
verir.

Toplu ticaret mahkemesi, tarafların tahkikatın tümü hakkındaki açıklamalarından sonra,


tahkikatı gerektiren bir husus kalmadığını görürse, tahkikatın bittiğini tefhim eder (m. 185/3).

Toplu ticaret mahkemesinde, sözlü yargılama aşaması ve hükmün verilmesi tek hakimli
mahkemelerdeki gibidir.

Toplu ticaret mahkemesinde hüküm, gizli müzakere edilerek hazırlanır ve alenen tefhim olunur
(m. 295/1). Hükmü, yargılamanın sona erdiğinin bildirildiği duruşmada hazır bulunan başkan
ve üyeler verir. Bu şekilde hüküm verebilecek hâkimlerin tamamı hazır bulunmadıkça hüküm
hakkında görüşme yapılamaz (m. 295/2). Hüküm, oy çokluğu ile de verilebilir (m. 296/2).
Azınlıkta kalan üye (veya başkan) kararın altına karşı oy yazısı yazabilir (m. 298/3).

Hüküm sonucu tefhim edildikten sonra gerekçeli karar imzalanmadan, ticaret mahkemesi
başkan veya üyelerinden biri ölür veya herhangi bir sebeple imzalayamayacak hâle düşerse,
hüküm diğer hâkimler tarafından imzalanır ve başkan veya en kıdemli hâkim tarafından,
hükmün altına diğer hâkimin imza edememesinin sebebi yazılarak imza olunur (m. 299).

İSPAT

İspat nedir?

Dava konusu hakkın ve buna karşı yapılan savunmanın dayandığı somut vakıaların doğru olup
olmadıkları hakkında hakimde kanaat uyandırmak üzere yapılan inandırma faaliyetidir. Maddi
gerçekle adli gerçeğin örtüşmesi ispat faaliyeti ile sağlanır.

Vakıa nedir?

Geçmişte kalan veya halen mevcut olan dış dünyaya veya insanın iş alemine ilişkin
durumlardır.

İspatın konusu nedir?

Tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek çekişmeli


vakıalar oluşturur (m. 187/1). İspat taraflar bakımından sadece bir yük değil aynı zamanda bir
haktır. Özel yaşam alanına giren bazı vakıalar ve gizli kalması gereken vakıalar ispatın konusu
olamaz.

Müspet veya menfi vakıalar ispatın konusu olabilir. Bir kimsenin reşit olmadığının ispatı;
gaiplik kararı talep eden kişi o kişiden beş yıldır haber alamadığını; borcun olmadığı iddiasının
ispatı gibi menfi vakıalar da ispatlanmalıdır. Kocanın evlilikten en az 180 gün geçtikten sonra
doğan bir çocuğun nesebini reddedebilmesi için, çocuğun kendisinden olması ihtimalinin
bulunmadığını ispat etmesi gerekir.

Hukuk kurallarının ispatına gerek var mıdır?

Hukuk kuralları, kural olarak ispat faaliyetini gerektirmez. Çünkü HMK m.33’e göre hakim
hukuk kurallarını kendisi uygular. Bu hukuk kuralları deyimine, kanunlar, diğer mevzuat, örf
ve adet hukuku, uluslararası sözleşmeler girer. Somut olayda yabancı hukukun
uygulanacağının ispatına da gerek yoktur. Hakim yabancı hukuku biliyorsa kendiliğinden
uygular; bilmiyorsa bu konuda taraflardan yardım alır. Burada ispat yükünden değil, yardım
yükümlülüğünden söz edilir. Hakim gerekli araştırmaya rağmen yabancı hukukun olaya ilişkin
hükümlerini tespit edemezse uyuşmazlığa Türk hukukunu uygular (MÖHUK m. 2/2).

Menfi vakıaların ispatında uygulanacak yöntemler nelerdir?

-Sebebin gerçekleşmediğinin ispatı yoluyla (sebepten hareketle)

- Muhtemel sonuçların mevcut olmadığının ispatlanması yoluyla (sonuçtan hareketle)

- İddia edilen menfi vakıanın aksi durumun imkansız olduğunun ortaya konulması yoluyla

İspat hakkı nedir? Dayanağını nereden almaktadır?

İspat hakkı, gerçeğin yargılamada ortaya çıkarılması için hakim ile ispat faaliyetinin objeleri ve
süjeleri arasında engel yaratılmamasını talep hakkıdır.

İspat hakkı hukuki dinlenilme hakkının bir unsuru olarak temelini Anayasadan almaktadır.
Yargıtay da ispat hakkının anayasal bir hak olan hak arama özgürlüğünün bir parçası olduğunu
ifade etmektedir. Ayrıca HMK m. 189’da ispat hakkı düzenlenmiştir.

İspat hakkının sınırları nelerdir?

1) Süreye ve usule ilişkin sınırlamalar

Taraflar, kanunda belirtilen süre ve usule uygun olarak ispat hakkına sahiptir (m. 189/1). Çok
sayıda tanık bulunması halinde bazılarının dinlenmesi ile hakim kanaate varmışsa diğerlerinin
dinlenmemesi ispat hakkını ihlal etmiş olmaz. Taraflar dilekçelerinde uyuşmazlık konusu
vakıaları somutlaştırmaz veya bu vakıaları hangi delillerle ispatlayacağını açıkça belirtmezler
ise ispat hakkı gereği gibi kullanılamaz.

2) Hukuka aykırı yollardan elde edilen delillere dayanarak karar verilebilir mi?

Burada esasen ispatı istenen veya delil yasak değil; delilin elde edilmesinde yasak yöntem
uygulanması söz konusudur. Hukuka aykırı yollardan elde edilen delillere dayanarak karar
verilmesi yasaktır; hakim bu delilleri bir vakıanın ispatında dikkate alamayacaktır (m. 189/2).
Anayasa m. 38/6’da da bu husus ‘’Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular, delil olarak
kabul edilemez.

HGK: kişinin başka yolla iddiasını ispat edememesi durumunda, hukuka aykırı yollardan elde
edilen delillerin kullanılması mümkündür.
Hangi hallerde hukuka aykırı yollardan elde edilen delillerden söz edilebilir?

- Kişilik hakkının ihlali sonucu elde edilen deliller. Örneğin, hukuka aykırı şekilde elde edilen,
ses bandı, fotoğraflar, çalınmış aşk mektupları, günlük defterleri, evli çiftin evini gizlice
gözetleyen muhbir, gizli bir videonun bir kısmının kullanılması,

- Gizli olarak doğrudan yapılan ya da telefon görüşmesinin banda kaydedilmesi genel olarak
kişilik ihlalidir. Ancak karşı tarafın açık izni halinde banda kaydedilebilir veya bir başkası
tarafından dinlenebilir. Örneğin, bankayı arayınca görüşmeler kayıt altında diyor görüşmeye
devam ediyorsan ses kaydına izin verdin sayılır hukuka aykırı olmaz.

- Güvene dayalı bir konuşmanın diğer tarafın haberi olmadan üçüncü kişi tarafından (örneğin
yan masadan) dinlenmesi hukuka aykırı delil

- Bir taşınmazın giriş çıkışını kaydeden kamera güvenlik açısından kullanıldığından o


taşınmazda oturan kişinin yaralanması hakkında delil olabilir.

- Mektup, posta ve telefon görüşmelerinin gizliliğinin ihlal edilmesi; sekreterin işçi ile yapılan
görüşmeleri dinleyip not etmesi ve duydukları hakkında tanıklığı hukuka aykırı delil

- Gizlice elde edilen genetikle ilgili bilirkişi raporu hukuka aykırı delil

3) Kanuni delil sisteminden doğan sınırlamalar

İspat hakkının sınırlamalarından bir diğeri ise kanunun belirli delillerle ispatını öngördüğü
konularda başka türden delil ibraz edilemeyeceğine ilişkin düzenlemedir (m. 189/3). Belirli
miktarın üzerindeki hukuki işlemlerin senetle ispatının zorunlu olması buna örnektir.

4) Delillerin caiziyetinden doğan sınırlamalar

Bir vakıanın ispatı için gösterilen delilin caiz olup olmadığına mahkemece karar verilir (m.
189/4).

İspat hakkının ihlal edilmesi halinde başvurabilecek bir yol var mıdır?

-İspat hakkının ihlali bir istinaf ve temyiz sebebi teşkil ettiğinden kanun yoluna başvurulabilir.

- Anayasada yer alan hak arama özgürlüğünün ihlali teşkil ettiğinden diğer şartları da varsa
Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapılabilir.

- Avrupa İnsan hakları Mahkemesine bireysel başvuru yapılabilir. her ne kadar delillerin takdiri
ve hangi delile ne kadar ağırlık verileceğini incelemek AİHM yetkisinde değilse de, delillere
ilişkin verilen kararın keyfi veya mantık kurallarına aykırı olması durumunda AİHM ulusal
mahkemenin kararına müdahale edebilmektedir.

İSPAT TÜRLERİ

Asıl ispat ve karşı ispat ne demektir? Aksini ispat karşı ispattan farklı mıdır?

Asıl ispat: bir vakıaya dayanan ve ona ilişkin ispat yükü altında bulunan tarafın yerine
getirdiği, ilk gerçekleşen ispat faaliyetidir.
Karşı ispat: asıl ispat faaliyetine karşı, henüz ispat sonucuna ulaşılmadan, hakimde oluşan
geçici kanaati sarsmak üzere karşı tarafça yapılan ispat faaliyetidir.

Aksini ispat: asıl ispat konusunu oluşturan vakıanın ispat edilmiş sayılmasından sonra karşı
tarafın, o vakıanın aksini (gerçekleştiğini veya gerçekleşmediğini) ispata çalışmasıdır.

Asıl ispatın amacı, hakimde iddia olunan vakıaların gerçekleştiği ya da gerçekleşmediği


yolunda bir kanaat uyandırmaktır. Karşı ispatın amacı ise ispat yükünü taşıyan tarafın hakimde
uyandırdığı kanaati sarsmaktır.

Aksini ispat aslında bağımsız bir asıl ispat faaliyeti iken; karşı ispatta, yeni ve bağımsız bir
ispat faaliyeti değil, diğer tarafın ispat faaliyetine karşı onu çürütmeye yönelik bir faaliyet
bulunmaktadır.

Doğrudan ispat – dolaylı ispat ne demektir?

Doğrudan ispat: doğrudan iddia olunan vakıaya ilişkin deliller aracılığıyla yapılan ispattır.
Malın teslimine ilişkin eda davasında, mal teslim borcunun sözleşme ile ispatı; haksız fiilin
bizzat gören tanıkla ispatı gibi.

Dolaylı ispat: iddia edilen vakıayı doğrudan yansıtan ve kendisinden vakıanın oluşu hakkında
doğrudan kanaat edinilebilecek delillerle değil; emare teşkil eden diğer komşu vakıaların
varlığına dayanarak çekişmeli vakıa hakkında hakim tarafından bir sonuca varılması yoluyla
ispata çalışmaktır. Dolaylı ispatta hakim tecrübe kurallarından yararlanır.

Dolaylı ispat türleri nelerdir? Emare ispatı – ilk görünüş ispatı ne demektir?

Dolaylı ispat türleri: emare ispatı, ilk görünüş ispatı

Emare ispatı: uygulanacak hukuk kuralındaki koşul vakıaya yabancı komşu vakıaların
ispatlanması yoluyla, hayat tecrübesi kurallarına dayanılarak, hukuki sonuç bakımından önem
taşıyan vakıaların ispatlanması veya ispatlanmış sayılmasıdır.

Örneğin, bir kişinin evi yanmadan önce evini sigorta ettirmesi, ekonomik durumunun kötü
olması, bir bidon benzinle görülmesi evin bizzat sahibi tarafından yakıldığı hususunda bir
emare teşkil eder. Gerçekten durum bu şekilde olmayabilir. Sigorta kötü niyetli yapılmamış;
benzini aracı için almış olabilir. Ancak bu vakıaların hayatın olağan akışına göre
değerlendirilmesi bir sonuca götürmektedir. Emare ispatındaki emareler delil değil,
ispatlanması gereken vakıalardır. Bu vakıalardan hareketle somut vakıa dolaylı olarak
ispatlanmış sayılır.

Emare ispatında, komşu vakıalardan, hayat tecrübesi ve onlarla bağlantılı mantık kuralları
çerçevesinde somut vakıa hakkında bir sonuç çıkarılmaya çalışılır.

Fiili karine yoluyla ispat da aslında emare ispatıdır. Fiili karine yoluyla ispatta, tek bir emare
vakıa ile sonuca ulaşılmaktadır. Emare vakıa ve bu vakıanın dayanağı olan tecrübe kuralı
kuvvetli ise ‘’kuvvetli emare ispatı’’, emare vakıa ve onunla ilgili tecrübe kuralı zayıf ise
‘’basit emare ispatı’’ söz konusu olur. Kuvvetli emare ispatı esasen fiili karineye karşılık
gelmektedir.
İlk görünüş ispatı: aksini kabul etmek için özel sebepler bulunmadığı sürece, doğruluğu
konusunda genel bir kabul bulunan, hakimin delillerin değerlendirilmesi çerçevesinde vakıa
unsurlarının tamamının gerçekleşmiş olduğu sonucunu çıkarmasına imkan veren ispat türüdür.

İlk görünüş ispatı, bir vakıanın aksinin de muhtemel olduğu iddia edilmediği sürece, hayat
tecrübelerine göre ancak öyle gerçekleşmiş olabileceğini ve ilk göründüğü şeklinin kabulünü
esas alır. Hastanın karnından çıkarılan ameliyat makası doktorun bu makası kusurlu olarak
hastanın karnında unuttuğunu gösterir; yapılan iğneden sonra felç olan kişinin iğne nedeniyle
felç olduğu; otobanda otomobilin yayaya çarpması halinde yayanın kusurlu olduğu; bir ağaca
çarpan şoförün kusurlu olduğu ilk görünüş ispatına örnektir. Örneğin, trafik kurallarına
uyulduğu, özel bir sebep bulunmadığı veya arızanın bulunmaması halinde aracın yoldan
çıkması mümkün değildir. Böyle bir durumda şoförün hiçbir kusuru olmaması söz konusu
olabilirse de buna ilişkin delil ya da emare yoksa ilk görünüşe uyulur.

Karine emare ve ilk görünüş ispatı arasında nasıl bir ilişki vardır?

Karine, emare ve ilk görünüş ispatının üçünde de belirli bir vakıadan belirli olmayan vakıa
hakkında kanaat oluşumu söz konusudur. Emarelerde tek bir vakıadan değil, birden fazla
komşu vakıadan belirsiz vakıanın ispat edilmiş sayılması sonucuna ulaşılırken; fiili karinede
ise, belirli bir vakıadan (karine temeli) hareketle belirsiz vakıa (karine sonucu) ispat edilmiş
sayılmaktadır. İlk görünüş ispatı ise çoğunlukla fiili karine ile örtüşmektedir. Emare ve ilk
görünüş ispatının temelinde tecrübe kuralları bulunmakla birlikte biline bir vakıadan ispat
konusu vakıa hakkında sonuç çıkarma söz konusudur.

İspatın gerekli olmadığı haller nelerdir?

-İkrar (ikrarla vakıa çekişmeli olmaktan çıkmaktadır)

- Çekişmesiz vakıalar

- Herkesçe bilinen vakıalar

- Karineler

İKRAR

İkrar ne demektir?

İkrar, bir tarafın, diğer (karşı) tarafın ileri sürdüğü bir vakıanın doğru olduğunu bildirmesidir.
Bir tarafın kendi (lehine) ileri sürdüğü vakıaların doğru olduğunu bildirmesi, ikrar değildir.

İkrar bir delil midir? Hakimi bağlar mı?

HUMK döneminde ‘’ikrar…delil teşkil eder’’ hükmü yer aldığından deliller arasında
sayılmakta idi. HMK döneminde ise m. 187/2’de ‘’…ikrar edilmiş vakıalar çekişmeli
sayılmaz’’ hükmü yer almakta ve ikrar deliler arasında sayılmamaktadır. Zira ispatın
gerekmediği bir halde delilden söz edilemez. İkrarın sadece taraflarca getirilme ilkesinin
uygulandığı davalarda geçerli olması onun bir delil olmadığının diğer göstergesidir. Tarafların
veya vekillerinin mahkeme önünde ikrar ettikleri vakıalar, çekişmeli olmaktan çıkar ve ispatı
gerekmez (m. 188/1). Lehine ikrar yapılan taraf, ikrar edilen vakıa için delil göstermek ve o
vakıayı ispat etmek zorunda değildir. Taraflarca getirilme ilkesinin uygulandığı davalarda,
hakim ikrar ile bağlıdır; ikrarın doğru olup olmadığı hakkında delil inceleyemez, bu hususta
delil gösterilmesini isteyemez; vakıayı doğru olarak kabul etmek zorundadır. Buna karşılık
kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda, hakim ikrar ile bağlı değildir.
Örneğin, boşanma davalarında (ya da evlenmenin yokluğunun tespiti davalarında) ikrar hakimi
bağlamaz (MK m. 184/3). İstisna: MK m. 166/III son cümle5.

Susma ikrar sayılır mı? Susmaya bağlanan sonuçlar nelerdir?

İkrar, bunu yapan tarafın tek taraflı açık bir irade beyanı ile olur. Susmak ikrar sayılmaz.
Ancak bu kuralın bazı istisnaları vardır

(HMK m. 171/2: isticvap için çağrılan taraf mazeretsiz gelmez veya soruları cevapsız bırakırsa
isticvap konusu vakıaları ikrar etmiş sayılır.

HMK m. 229/1: yemin için davet edilen kimse, belirlenen günde mazeretsiz olarak gelmez,
mahkemede hazır bulunup yemini iade etmez veya yemini eda etmezse yemin konusu vakıaları
ikrar etmiş sayılır.

İİK m. 60/3: Borçlu takibin dayandığı senet altındaki imza kendisine ait değilse, yedi gün
içinde bunu ayrıca ve açıkça bildirmezse imza kendisine ait sayılacaktır.

İİK m. 62/V: Borcun bir kısmına itiraz eden borçlunun o kısmın miktarını açıkca göstermesi
lazımdır. Aksi takdirde itiraz edilmemiş sayılır.

İİK m. 269/II: Adi kira ve hasılat kiraları için ödeme emri tebliği üzerine borçlu itirazında, kira
akdini ve varsa buna ait sözleşmedeki imzasını açık ve kesin olarak reddetmezse, sözleşmeyi
kabul etmiş sayılır.

İkrarın davayı kabulden farkı nedir?

İkrarın konusu, tarafların iddia ve savunmalarını dayandırdıkları maddi vakıalardır. İkrar tek
tek vakıalar hakkında olup, talep sonucuna ilişkin değildir. Davacının talep sonucuna, davalının
muvafakat etmesi, davayı kabuldür. Kabul ile dava sona erdiği halde, ikrarda sadece ikrar
edilen vakıa doğru olarak kabul edilir ve tahkikata devam edilir.

İkrarın hangi şekilde yapılması gerekir?

İkrar, bunu yapan tarafın mahkeme önünde tek taraflı açık bir irade beyanı ile olur. İkrarın
karşı tarafça kabulü gerekli değildir; bu nedenle karşı tarafın yokluğunda da ikrar yapılabilir.
Dilekçe ile yapılırsa, dilekçenin mahkemeye sunulduğunun tutanağa yazılması yeterlidir. Sözlü
yapılırsa, tutanağa yazılır, okunarak ikrar eden tarafa imzalatılır. Bu husus ikrar için geçerlilik
şartıdır.

5
Evlilik en az bir yıl sürmüş ise, eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi hâlinde,
evlilik birliği temelinden sarsılmış sayılır. Bu hâlde boşanma kararı verilebilmesi için, hâkimin tarafları bizzat
dinleyerek iradelerinin serbestçe açıklandığına kanaat getirmesi ve boşanmanın malî sonuçları ile çocukların
durumu hususunda taraflarca kabul edilecek düzenlemeyi uygun bulması şarttır. Hâkim, tarafların ve çocukların
menfaatlerini göz önünde tutarak bu anlaşmada gerekli gördüğü değişiklikleri yapabilir. Bu değişikliklerin
taraflarca da kabulü hâlinde boşanmaya hükmolunur. Bu hâlde tarafların ikrarlarının hâkimi bağlamayacağı
hükmü uygulanmaz (MK m. 166/III).
Görevsiz veya yetkisiz mahkemedeki ikrar geçerli olacak mıdır?

Görevsiz ve yetkisiz mahkemedeki ikrar geçerlidir. Bir davada yapılan ikrar, başka bir davada;
ceza davasında yapılan ikrar hukuk davasında geçerlidir; yani bağlayıcıdır. İhtiyati tedbir
dosyasındaki ikrar asıl davada geçerlidir; kesin delil teşkil eder. Hacizde istihkak davasında,
borçlunun üçüncü kişinin iddiasını ikrar etmesi, borçlu aleyhine delil teşkil eder ve borçlu
ilerde başka bir davada bu ikrara aykırı hiçbir iddiada bulunamaz (İİK m. 97/XII).

Vekilin bir vakıayı ikrar edebilmesi için vekaletnamede özel yetkisi bulunması gerekir
mi?

Bir tarafın vekilinin bir vakıayı ikrar edebilmesi için kural olarak vekaletnamesinde özel bir
ikrar yetkisinin bulunmasına gerek yoktur. Fakat vekalet veren, kendisinin de hazır bulunduğu
duruşmada vekilinin yapmış olduğu ikrara derhal ve açıkça itiraz edebilir; bu halde ikrar
yapılmamış sayılır, vekalet vereni bağlamaz. Sulh görüşmeleri sırasında yapılan ikrar tarafları
bağlamaz.

İkrarın çeşitleri nelerdir?

I- Basit İkrar (Adi İkrar)

Karşı tarafın ileri sürdüğü bir vakıanın doğru olduğunu kayıtsız şartsız bildirmeye, basit ikrar
denir. Örneğin, davacı davalıya 10.000 lira ödünç verdiğini bildirir ve davalı da evet davacıdan
10.000 lira ödünç aldım derse, bu basit ikrardır.

II- Vasıflı İkrar (Nitelikli İkrar – Gerekçeli İnkar)

Burada karşı tarafın ileri sürdüğü vakıanın doğru olduğu ancak bunun hukuki niteliğinin iddia
edilenden başka olduğu bildirilir. Örneğin, davalı, davacıdan 10.000 lira aldığını ancak bu
parayı ödünç olarak değil de bağışlama olarak aldığını bildirirse, buna vasıflı ikrar denir.
Davalının 10.000 lira aldığını ikrar etmesi üzerine, davalı bunun ödünç değil bağışlama
olduğunu ispatlama dersek, ikrar bölünmüş olur. Davacı parayı ödünç verdiğini ispatlasın
dersek, ikrar bölünmemiş olur. Vasıflı ikrar bölünemez. Vasıflı ikrarda ispat yükü vakıayı
ileri süren taraftadır (yani davacı parayı ödünç verdiğini ispatlayacak); o vakıayı ikrar eden
taraf da değildir.

III- Bileşik İkrar

Bileşik ikrarda bulunan taraf, diğer tarafın ileri sürdüğü vakıayı ikrar eder; fakat bu ikrarına bu
vakıadan çıkan hukuki sonucu hükümden düşüren ve bu vakıanın doğumu ile ilgili
bulunmayan başka bir vakıa ekler. Bileşik ikrarın vasıflı ikrardan farkı, ikrar eden ikrarına
başka bir vakıa eklemektedir. Vasıflı ikrarda ise vakıa tektir, onun vasfı tartışmalıdır. Örneğin,
davalı, davacıdan 10.000 lira ödünç aldım fakat bu parayı geri ödedim derse ya da davacıdan
10.000 lira ödünç aldım fakat ben de davacıdan 10.000 lira alacaklıyım, bu alacağım ile
borcumu takas ediyorum derse bileşik ikrardır. Her iki örnekte de davalı, ödünç verme
vakıasını tam olarak ikrar etmekte fakat ikrarına bundan çıkan hukuki sonucu hükümden
düşüren ve ödünç vermenin doğumu ile ilgili bulunmayan başka bir vakıa (ödeme veya karşılık
bir alacağın varlığı vakıasını eklemektedir. Bileşik ikrar ikiye ayrılır:
1) Bağlantılı Bileşik İkrar

Bağlantılı bileşik ikrarda, ikrar edenin ikrarına eklediği vakıa ile ikrar edilen vakıa arasında
(ödünç aldım fakat ödedim gibi) doğal bir bağlantı vardır.

2) Bağlantısız Bileşik İkrar

Bağlantısız bileşik ikrarda, ikrar edenin ikrarına eklediği vakıa ile ikrar edilen vakıa arasında
hiçbir bağlantı yoktur. Örneğin, davalı, davacıdan 10.000 lira ödünç aldım fakat ben de
davacıdan 10.000 lira alacaklıyım, bu alacağım ile borcumu takas ediyorum derse bu beyan,
bağlantısız bileşik ikrardır. Bağlantısız bileşik ikrar bölünebilir. İkrara eklenen vakıa,
tamamen diğer tarafın savunmasının dayandığı bir vakıadır ve ikrar eden taraf, iddia ettiği
vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkardığı için, ispat yükü ikrar eden tarafa
aittir. Aksi halde diğer taraf menfi bir durumu ispat etmek zorunda bırakılmış olur; bu ise
güçtür. Yargıtay da bağlantısız bileşik ikrarın bölünebileceği kanısındadır.

İkrardan dönülmesi (ikrarın geri alınması) mümkün müdür?

İkrar eden kural olarak ikrarından dönemez, ikrarı ile bağlıdır. Ancak ikrar eden ikrarın maddi
bir hatadan kaynaklandığını ispat ederek ikrarından dönebilir (m. 188/2). Ancak karşı tarafın
muvafakati ile ikrarın geri alınabileceği kabul edilmektedir. Hukuki bir hata (ikrarın hukuki
sonucunu bilmede hata) ikrardan dönme için yeterli değildir. Maddi hata halinde ikrardan
dönülebilmesi için ikrar edilen vakıanın gerçeğe uygun olmadığı ve ikrarın maddi bir hatadan
kaynaklandığı hususlarının ispatlanması gerekir. Taraf gerçeğe uygun olmayan bir vakıayı
bilerek ikrar etmiş ise, bundan dönemez. İkrar, ıslah ile geçersiz kılınamaz (m. 179/2).

İkrarın bölünmesi ne anlama gelir? Kısmi ikrar ile ikrarın bölünmesi farklı şeyler midir?

İkrarın bölünmesi, ikrar edilen vakıanın ispat edilmiş sayılıp ikrara eklenen vakıanın, ikrarda
bulunan karşı tarafça ispat edilmesi; ispat yükünün o tarafa geçmesi gerektiğini ifade eder.
İkrarın bölünemeyeceği kabul edilirse, ikrara eklenen vasıf veya vakıanın ispat yükü ikrar
edene yüklenemez; ispat yükü kendisine düşen davacı, kendi iddiasını ve karşı tarafın eklediği
vasıf veya vakıanın doğru olmadığını ispatlamalıdır.

İkrarın bölünmesi ile kısmi ikrar farklı şeylerdir. Kısmi ikrar, vakıa iddiasının bazı unsurlarının
kabul edilip, bazılarının ise inkar edilmesi anlamın gelir. Basit kısmi ikrarda bölünme sorunu
ortaya çıkmaz. inkar edilen kısım üzerinde çekişme devam ettiğinden o kısım için ispat yükü
de devam edecektir. Örneğin, ödünç verilen 10.000 TL’nin tahsili istendiğinde, davalı ödünç
sözleşmesi yapıldığını fakat paranın verilmediğini iddia ederse, sadece sözleşmenin varlığı
çekişmesiz hale gelmiş olup o sözleşmeye göre paranın davalıya verildiği iddiasını ispat yükü
davacıda kalır.

Vasıflı ikrar bölünebilir mi? Vasıflı ikrarda ispat yükü yer değiştirmeden bölünme
mümkün müdür?

Davalının 10.000 lira aldığını ikrar etmesi üzerine, davalı bunun ödünç değil bağışlama
olduğunu ispatlamalı dersek, ikrar bölünmüş olur. Davacı parayı ödünç verdiğini ispatlasın
dersek, ikrar bölünmemiş olur. Vasıflı ikrar bölünemez. Vasıflı ikrarda ispat yükü vakıayı
ileri süren taraftadır (yani davacı parayı ödünç verdiğini ispatlayacak); o vakıayı ikrar eden
taraf da değildir. Yargıtay da vasıflı ikrarın bölünemeyeceğini kabul etmektedir.

İkrarın bölünemediği hallerde (vasıflı ikrar, bağlantılı bileşik ikrar) lehine ikrar yapılan taraf,
ispat yükü yer değiştirmemek şartı ile ikrar eden tarafın ikrarını bölebilir. Örneğin, davacı
davalıya 10.000 lira ödünç verdiğini, davalı ise bu parayı bağışlama olarak aldığını iddia
ederse, ispat yükü davacıdadır. Davacı, ya hiç ikrar yokmuş gibi, ödünç verme vakıasını ispat
eder ya da davalının ikrarını böler; paranın davalıya verilmiş olduğu vakıasını ispat edilmiş
olarak kabul edip, bunun davalının iddia ettiği gibi bağışlama olarak verilmediğini ispata
çalışır. Burada her iki ihtimalde de ispat yükü davacı üzerinde kalmakta; ancak ispatın konusu
değişmektedir. İkrarın bölünememesinden maksat, ikrar edenin ikrar ettiği vakıayı doğru kabul
edip, ikrara eklenen vasıf veya vakıa hakkındaki ispat yükünün ikrar edene yükletilmemesidir.

Basit ikrar bölünebilir mi?

Basit ikrarın bölünmesi söz konusu değildir.

Bağlantılı bileşik ikrar bölünebilir mi?

Bir görüşe göre bağlantılı bileşik ikrar bölünemez. Çünkü ikrar edilen beyan, bir bütün teşkil
eder ve bu parçalanamaz. Karşı taraf, ikrar beyanının kendisine yarayan kısmını alıp diğer
tarafını reddedemez. Bu halde davacı 10.000 lirayı ödünç verdiğini ispat etmeli; yoksa davalı
bu parayı ödemiş olduğunu ispat etmek zorunda değildir. bu görüşe göre, bağlantılı bileşik
ikrarın bölünebileceği kabul edilirse, dürüst kişilere haksızlık yapılmış olur ve kişiler inkara
teşvik edilir. Davalı ödünç aldım fakat ödedim demeyip de ödünç alma vakıasını inkar etse idi,
o zaman davacı ödünç verme vakıasını ispat etmekle yükümlü olacaktı. O halde ödünç aldım
fakat ödedim denilmesi halinde de davacının ödünç verme vakıasını ispat etmesi gerekir.

Diğer görüşe göre bağlantılı bileşik ikrar da bölünmelidir. Çünkü çekişmeli olmaktan çıkmış
olan vakıaların ispatına gerek yoktur. İkrar edenin dürüstçe gerçeği söylemesi halinde ikrarın
bölünemeyeceğini ileri sürmek doğru olmaz; çünkü doğruyu söyleme taraflar için bir ödevdir.
Bu ödevin yerine getirilmiş olması, tarafa bir ayrıcalık tanınması sonucunu doğurmamalıdır.
Yargıtay bağlantılı bileşik ikrarın bölünebileceği görüşündedir (19 HD, 3.6.2013,
11854/10237).

Bağlantısız bileşik ikrar bölünebilir mi?

Bağlantısız bileşik ikrar bölünebilir. İkrara eklenen vakıa, tamamen diğer tarafın savunmasının
dayandığı bir vakıadır ve ikrar eden taraf, iddia ettiği vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi
lehine hak çıkardığı için, ispat yükü ikrar eden tarafa aittir. Aksi halde diğer taraf menfi bir
durumu ispat etmek zorunda bırakılmış olur; bu ise güçtür. Yargıtay da bağlantısız bileşik
ikrarın bölünebileceği kanısındadır.

İkrara eklenen vakıanın ileri sürülmesi iddia ve savunmanın genişletilmesi veya


değiştirilmesi yasağına tabi midir?

İkrar eden tarafın ikrarı ile yeni bir vakıa ileri sürmesi, iddia ve savunmanın genişletilmesi
veya değiştirilmesi yasağına tabidir. Dilekçelerin verilmesi aşamasından sonra, bir tarafın
bileşik ikrarda bulunarak yeni bir vakıa ileri sürmesi, iddia ve savunmanın genişletilmesi veya
değiştirilmesi yasağına tabidir. Bu halde, davacı savunmayı genişletmeye açıkça muvafakat
etmezse, davalı karşı alacağının varlığını ispat edemez ve takas ileri süremez. KURU’ya göre,
bu halde de bağlantısız bileşik ikrarı geçerli saymak gerekir. Davalı davacıdan 10.000 lira
ödünç aldığını ikrar ettiğinden, mahkeme davalıyı davacıya 10.000 lira ödemeye mahkum eder.
Çünkü bağlantısız bileşik ikrar bölünebilir.

Mahkeme dışı ikrarın herhangi bir etkisi olabilir mi?

Taraflardan biri, mahkeme dışında da ikrarda bulunabilir. Örneğin, karşı tarafa yazdığı bir
mektupta veya bir senette veya başka kişiler (tanıklar, polis, jandarma, savcı) önünde karşı
tarafın iddia ettiği bir vakıayı ikrar edebilir. Mahkeme dışı ikrar, kanunda düzenlenmemiş
delillerden olup takdiri delildir ve bununla ancak takdiri delillerle ispat edilebilen hususlar ispat
edilebilir. İspat sınırını geçen bir hukuki işleme ilişkin mahkeme dışı ikrar, tanıkla ispat
edilemez. Mahkeme dışı ikrar, yazılı bir belge (örneğin ikrarı içeren imzalı bir mektup) ile ispat
edilirse, kesin delil hükmünde olur. Bunun gibi, alacaklı veya borçlunun usulüne uygun
düzenlenmiş icra tutanağındaki ikrarı, mahkeme dışı ikrardır ve icra tutanağı imza sahibi
aleyhine senet niteliğinde olduğundan, bir ikrarı içeren icra tutanağı kesin delildir.

ÇEKİŞMESİZ VAKIALAR

Bir davada sadece çekişmeli vakıaların ispatı gerekir. Taraflar arasında çekişmeli olmayan
vakıaların ispatına gerek yoktur. Hakim bir dava dolayısıyla öğrendiği vakıaların da ispatına
gerek yoktur. Örneğin, vekalet ücreti bakımından vekilin çalışmasına bakarak hakim, bu ücrete
hak kazanıldığına karar verebilir. Ayrıca bunun ispatı gerekmez. Buna karşılık hakim kişisel
bilgisini davada kullanmaz. Örneğin, komşusu ile kavgasını duymuşsa.

HERKESÇE BİLİNEN VAKIALAR

Herkesçe bilinen vakıaların ispatına gerek yoktur (m. 187/2). Radyo, televizyon, kitap ve
gazete aracılığıyla öğrenilebilenler mesela böyledir. Örneğin tarihi olaylar 19 aralık 2014
tarihinin hangi güne geldiği gibi hususlar. Herkesçe bilinen vakıaların ispatına gerek yoksa da
bunun davada iddia edilmesi aranır.

KARİNELER

Karine ne demektir? Kaça ayrılır?

Karine, belli bir (karine temelini oluşturan) vakıadan, belli olmayan diğer bir vakıa için
çıkarılan sonuçtur (karine sonucu). Karineler ikiye ayrılır: kanuni karineler ve fiili karineler.
a) Kanuni Karineler
Kanuni karine, belli bir vakıadan, belli olmayan diğer bir vakıa için kanun tarafından çıkarılan
sonuçtur. Kanuni bir karineye dayanan taraf, sadece karinenin temelini oluşturan vakıaya
ilişkin ispat yükü altındadır (m. 190/2, c. 1); karine sonucunu ispat yükü altında değildir.
Örneğin, bir taşınırın zilyedi, onun maliki sayılır (MK m. 985/I). Burada taşınırın zilyedi,
mülkiyet karinesinin temelini oluşturan zilyetlik vakıasını ispat yükü altındadır; karine
sonucunu oluşturan maliki sayıldığını ispat yükü altında değildir. Kanunun iyi niyete hukuki
sonuç bağladığı durumlarda, asıl olan iyi niyetin varlığıdır (MK m. 3/I). Bu nedenle karşı
tarafın kötü niyeti ispat etmesi gerekir. Kanuni karineler, aksinin ispat edilmesi bakımından adi
ve kesin karine; karine ve sonucu bakımından da vakıa karinesi ve hak karineleri olarak ikiye
ayrılır.
- Adi Kanuni Karineler: Adi kanuni karineler, aksi ispat edilinceye kadar delil teşkil eder.
Kanunda öngörülen istisnalar dışında, karşı taraf, kanuni karinenin aksini ispat edebilir (m.
190/2, c. 2). Örnekler;
bir hakkın doğumu için kanunun iyiniyeti gerekli kıldığı hallerde, karine olarak bu iyiniyetin
varlığı kabul olunur (MK m. 3/I,-II),
Resmî sicil ve senetler, belgeledikleri olguların doğruluğuna kanıt oluşturur (TMK m. 7/I)
Birden fazla kişiden hangisinin önce veya sonra öldüğü ispat edilemezse, hepsi aynı anda
ölmüş sayılır (TMK m. 29/II)
- Bir kimse, ölümüne kesin gözle bakılmayı gerektiren durumlar içinde kaybolursa, cesedi
bulunamamış olsa bile gerçekten ölmüş sayılır (TMK m. 31)
Eşlerden hangisine ait olduğu ispat edilemeyen mallar onların paylı mülkiyetinde sayılır. Bir
eşin bütün malları, aksi ispat edilinceye kadar edinilmiş mal kabul edilir (TMK m. 222/II-III)
Evlilik devam ederken veya evliliğin sona ermesinden başlayarak üçyüz gün içinde doğan
çocuğun babası kocadır (TMK m. 285), 288, 302, 985, 992; İİK m. 8/III, 97a, 280/II-III; BK m.
104, 167; TK m. 7, 19, 21/2, 131, 247, 974, 1185, 1242, 1239/3, c. 1.
- Kesin Kanuni Karineler: Bazı kanuni karineler kesindir; karşı taraf bunların aksini ispat
(aksini ispat karşı ispattan farklıdır, karine olunca aksini ispat söz konusu olur) edemez.
Örnekler; tapu sicilindeki kayıtlı olan hususların bilinmediği ileri sürülemez (MK m. 1020/III);
rızası fesada uğramış olan kişi, bir yıl içinde akdi feshettiğini beyan etmez veya verdiğini geri
istemezse akde icazet vermiş sayılır (BK m. 39); borçlu veya alacaklı üçüncü kişinin istihkak
iddiasına itiraz etmezse istihkak iddiasını kabul etmiş sayılır (İİK m. 96/III, c. 2).
b) Fiili Karineler (Yaşam Deneyi Kuralları)
Fiili karineler, belli bir vakıadan, belli olmayan diğer bir vakıa için hakim tarafından çıkarılan
sonuçlardır. Buna yaşam deneyi kuralları, hayatın olağan akışı deyimi de fiili karineyi ifade
eder. Fiili karine lehine olan taraf, o vakıayı ispat etmiş sayılır. Fakat karşı taraf fiili karinenin
aksini ispat edebilir. Burada ispat yükü üzerine düşen taraf, belli olan vakıayı ispat edecek ve
hakim de bundan bir sonuç çıkaracak, belirli olmayan husus ispat edilmiş sayılacaktır. Fiili
karineye dayanan taraf, ispat yükünden kurtulmaz, ispat yükü yer değiştirmez. Sadece ispatın
konusu değişir. Örneğin, merkezi adres kayıt sisteminde gösterilen yer yerleşim yerine karine
oluşturur. Evlilik sırasında kadına takılan ziynetler, kim tarafından alınmış olursa olsun kadına
bağışlanmış sayılır. Faturanın kapalı düzenlenmesi (imza ve kaşenin faturanın altında yer
alması) halinde fatura bedelinin peşin olarak tahsil edildiği yönünde karine oluştuğunun kabulü
gerekir. Çekin borçlu davalı elinde olması, bedelinin ödendiğine karine teşkil eder. Havale
mevcut bir borcun ödendiğine karine sayılır. Senedin yırtılması ödenmiş olduğuna karinedir.
Karinelerin ispat faaliyetindeki yerine ilişkin HMK da düzenleme var mıdır? Karineye
dayanan taraf ispat yükünden kurtulur mu?

HMK m.190/2: ‘’Kanuni bir karineye dayanan taraf, sadece karine temelini oluşturan vakıaya
ilişkin ispat yükü altındadır. Kanunda öngörülen istisnalar dışında, karşı taraf, kanuni karinenin
aksini ispat edebilir’’.
Karinede karine temeli ve karine sonucu olmak üzere iki kısım vardır. Örneğin zilyetliğin
mülkiyete karine teşkil etmesinde, zilyetlik karine temeli, mülkiyet ise karine sonucudur.
Karineye dayanan taraf karine temeli olan zilyetliği ispat edecek; karine sonucu olan mülkiyeti
ispat etmek zorunda değildir. Karşı taraf karinenin aksini ispat edebilir. Bu asıl ispattır. Asıl
ispata karşı, karineye dayanan taraf karşı ispat faaliyetine girebilir. Karşı taraf karine temelinin
değil, asıl normdaki vakıanın gerçekleşmediğini ispata çalışırsa bu durumda karinenin
çürütülmesi için yapılan bu ispat faaliyeti aksini ispattır.
Karineye dayanan taraf açısından somutlaştırma yükü, delil ikame yükü nasıl olacaktır?

Kanuni bir karineye dayanan taraf, karine temelini iddia etme ve gerektiğinde iddiasını
somutlaştırma yükü altındadır. Karineye dayanan tarafın vakıanın aydınlatılmasına katılma
konusundaki ödevleri genel olarak açıklama ödevidir. Açıklama ödevi çerçevesinde, karineye
dayanan tarafa, savunmasını somutlaştırma yükü ve karşı delil ikame yükü şeklinde iki usulü
yük yüklenmektedir. Karineye dayanan taraf, daha fazla bilgi sahibi olduğundan, iddia edilen
menfi vakıayı bertaraf edecek nitelikteki somut müspet vakıaları dermeyan ederek savunmasını
somutlaştırmalıdır. Karşı taraf da karinenin aksini bu somut vakıaların gerçekleşmediğini ispat
ederek sağlayacaktır. Karineye dayanan taraf ispat yükü altında olmadığından kural olarak delil
ikame yükü altında da değildir; kendisine yüklenen karşı delil ikame yükünü yerine getirmezse
karinenin aksi ispat edilmiş sayılmaz. Ancak karineye dayanan tarafın, karşı delil ikamesinden
sebepsiz yere kaçınması veya ikame edilen karşı delillerin menfi vakıayı bertaraf edici müspet
vakıaların mevcudiyetini ortaya koymaya yetmemesi halinde bu sonuç, karineye dayanan taraf
aleyhine, aksini ispattaki delillerin değerlendirilmesinde bir emare olarak dikkate alınır.
Böylece hakimde, karinenin aksini ispata çalışan tarafın iddiasının doğru olabileceği
konusunda bir kanaat oluşabilir.
Karine ile varsayımın farkı nedir?

Varsayım, belirli bir olaya kanunen doğrudan bağlanan sonuçtur. Varsayımda, bir olaya kanun
doğrudan bir sonuç bağlamaktadır veya belirli bir olaya bağladığı sonucu, diğer bir olay için de
aynen kabul etmektedir. Karinede ise belirli vakıadan, belirli olmayan vakıa hakkında sonuç
çıkarma söz konusudur. Karinede, birinci vakıa bilinmekte, ikinci vakıa ise bilinmemektedir.
Bilinenden hareketle bilinmeyene ilişkin sonuç çıkarılmaktadır. Varsayımda ise her iki vakıa
da bilinmektedir. Ancak ilk vakıa için kabul edilen hukuki sonuç ikinci vakıa için de geçerli
sayılmaktadır. Örneğin, iptal davası açılabilmesi için borçlunun belli hukuki işlemleri, gerçekte
bağışlama olmasa da, bağışlama gibi kabul edilmektedir. Yani bağışlama için kabul edilen
hukuki sonuçlar, aslında bağışlama olmayan ancak öyle kabul edilen (varsayılan) olaylara da
aynen uygulanmaktadır.
Kanuni karineler hukuka aykırı mıdır?

Anayasa Mahkemesi, ölçülülük ilkesine aykırı şekilde düzenlenmiş olan kanuni karinelerin,
kişilerin ispat faaliyetini tamamen etkisiz kılması sebebiyle hukuka aykırı olarak kabul
etmektedir.
İDDİA (SAVUNMA) VE SOMUTLAŞTIRMA YÜKÜ

İddia ve savunma ne demektir?


İddia, bir davada tarafların beyan ve karşı beyanlarını ileri sürmesidir. Davalının karşı
beyanları da iddia olarak değerlendirilir.

Savunma, taraflardan birisince ileri sürülen bir iddianın diğer tarafça kabul edilmemesidir.
Savunma inkar şeklinde olabileceği gibi, iddiayı bertaraf etmeye yarayan yeni vakıa iddiası
şeklinde de olabilir.

İddia yükü ne demektir? Kaç çeşit iddia yükü vardır? İddia yükü kimin üzerindedir?

İddia yükü, tarafın talebini haklı kılacak hukuk kuralının gerektirdiği maddi vakıaları
mahkeme önüne getirme yüküdür. Mahkemeden bir talepte bulunan bu talebine dayanak olacak
somut vakıaları ortaya koymalı, iddia etmelidir. İddia yükü, kural olarak ispat yükünü taşıyan
taraftadır. Ancak, ispat yükü altında olmayan taraf da iddia yükü altında olabilir. Örneğin,
herkesçe bilinen bir vakıaya dayanan taraf bunu ispat etmek zorunda değilse de bunu iddia
etmek bakımından iddia yükü altındadır. İddia yükü, objektif ve sübjektif iddia yükü olarak
ikiye ayrılır.

Objektif iddia yükü: bir davada tarafların, gerekli vakıa iddialarını yapmamış olmaları
durumunda ortaya çıkacak olumsuz (aleyhteki) sonuçla ilgili olup, bu eksikliğin sonuçlarına
katlanma yüküdür. Objektif iddia yükü, hakimin kendisine yeterli vakıa iddiaları getirilmemiş
olması durumunda nasıl karar vereceği sorusuyla ilgilidir. Doktrinde bir görüşe göre, objektif
iddia yükü, sadece taraflarca getirilme ilkesinin uygulandığı davalarda söz konusudur. Diğer
görüşe göre re’sen araştırma ilkesine tabi davalarda da geçerlidir.

Sübjektif iddia yükü: taraflarca hazırlama ilkesine tabi olan davalarda taraflara düşen, davada
gerekli vakıaları iddia etme konusundaki yüktür. Sübjektif iddia yükü, davada hangi tarafın
olumsuz bir sonuçla karşılaşmamak için, asgari düzeyde neyi iddia etmek zorunda olduğu
sorusunun cevabını verir.

İddia yükü neye göre belirlenir? Bu konuda açık bir ilkeden söz edilebilir mi?

İddia yükünün belirlenmesine ilişkin bağımsız bir hukuk kuralı yoktur. Doktrinde bir görüşe
göre, iddia yükü, ispat yüküne ilişkin kurala göre belirlenir. Azınlıkta kalan diğer görüşe göre,
iddia yükünün, ispat yükü kuralı ile bir ilgisi yoktur. İddia yükü tamamen taraflarca hazırlama
ilkesinin bir sonucudur. Zira bu ilkeye göre taraflarca bildirilmemiş olan vakıalara
‘’gerçekleşmemiş’’ gözüyle bakılır ve bu sonuç için başka kurala başvurmaya gerek yoktur.

İnkar ve savunma yükü var mıdır?

Dava yoluyla kendisine karşı bir iddiada bulunulan kişi, kural olarak savunma yapmaya
zorlanamaz. Savunma bir hak olduğu için, bu hakkı kullanmak o hak sahibinin iradesine
bırakılmıştır. Davalının, davaya cevap verme mecburiyeti yoktur. Ancak cevap dilekçesi
vermemek inkar sayılır (m. 128).

İnkar, karşı tarafça ileri sürülen, aleyhte sonuç doğurabilecek bir vakıanın doğruluğunu kabul
etmemektedir. Açıkça inkar edilmeyen vakıaların ikrar edilmiş sayılacağına ilişkin bir
düzenleme bulunmadığından genel anlamda bir inkar etme yükünün varlığından söz edilemez.

Somutlaştırma yükü ne demektir?


Somutlaştırma yükü, tarafların vakıa iddiaları ve savunma sebeplerini, ispat ve delil ikame
faaliyetine esas teşkil edecek biçimde somutlaştırmaları konusunda usuli yüktür. Somutlaştırma
yükü, ispat yükünün dağılımına bağlı bir yük değildir; davadaki duruma göre taraflar arasında
yer değiştirebilir. Örneğin, trafik kazası oldu, arabama çarptılar veya karşı taraf sözleşmeden
kaynaklanan borcunu ödemiyor iddiaları yeterli değildir. trafik kazası nerede, ne zaman, nasıl
oldu karşı tarafın kim olduğu da belirtilmelidir; sözleşmenin hangi sözleşme olduğu borcun
miktarına yer verilmelidir.

Somutlaştırma, bir iddiayı, zaman, mekan, kişi, oluş şekli unsurlarıyla algılamaya, ispata
elverişli şekilde ortaya koymaktır.

İddianın somutlaştırılmasında, o vakıa iddiasına uygulanacak hukuk normunun koşul


vakıasının unsurlarını karşılayabilecek tüm somut vakıaların bildirilmesi zorunlu
mudur? Yoksa talebin dayandığı somut vakıanın teşhisine yarayacak ölçüde o vakıaya
dahil maddi unsurların belirtilmesi yeterli midir?

Bir görüşe göre, davanın başında iddiada bulunan davacının, vakıa unsurlarını eksiksiz bir
biçimde tamamen değil, talebi belirlemeye yetecek derecede önemli olan ve vakıanın
diğerlerinden ayrılmasına imkan verecek olan unsurlarını bildirmesi yeterlidir. Bu vakıalar
kural olarak, davanın davacı lehine hükme bağlanabilmesi için doğrudan önemli olan
vakıalardır.

Diğer görüşe göre ise, davacı, iddiasında, uygulanacak hukuk normunun koşul vakıasını
karşılayabilecek tüm unsurları somut bir biçimde bildirmelidir.

Somutlaştırma yükü davada hangi taraf üzerindedir?

Somutlaştırma yükü, kural olarak iddia yükünü taşıyan taraftadır. Ancak istisnai durumlarda,
iddia eden, vakıayı genel olarak ortaya koyabilse de somutlaştırma bakımından karşı tarafın
yardımına ihtiyaç duyabilir. Karşı taraf, somutlaştırma yükü çerçevesinde bu yardımı yerine
getirme yükü altındadır.

Somutlaştırma yükü ile iddia yükünün farkı nedir?

Dilekçede hiçbir vakıaya veya hukuki nitelikte vakıa sayılacak iddialara yer verilmemişse, o
zaman iddia yükünün yerine getirilmemesinden; belirli vakıa iddiaları mevcut olmakla birlikte
bunların somut ve açık şekilde gösterilmemesi halinde ise, somutlaştırma yükünün yerine
getirilmemesinden söz edilir. Her iki yük de usuli yüktür. Somutlaştırma yükünün sonucu iddia
yükünden farklıdır. İddia yükünde ortada bir vakıa yokken, somutlaştırma yükünde bir vakıa
mevcut, ancak kanunun aradığı şekilde açık ve somut değildir. Bu durumda özellikle hakimin
davayı aydınlatma ödevi dikkate alınmalıdır.

İddia, somutlaştırılabilecek bir iddia değilse bu durumda savunmanın da inkar ile


yetinmesi ve herhangi bir somutlaştırma yükü yüklenmemesi yerinde olur mu?

İspat yükü taşımayan tarafın, karşı ispat faaliyetine girişebilmesi bakımından inkarını
somutlaştırmasında yarar vardır. Ancak iddiada bulunan ve ispat yükünü taşıyan taraf bu
iddiasını delil ikamesine elverişli şekilde somutlaştıramıyor ise veya bir ispat imkansızlığı söz
konusu ise bu durumda somutlaştırılmamış bir iddiaya karşı, karşı tarafın savunmasını
kendiliğinden somutlaştırması beklenemez. İspat yükünü taşımayan taraf, vakıaların
aydınlanmasına katılma konusunda dürüstlük kuralı ve açıklama ödevi çerçevesinde hareket
etmek durumundadır.

Somutlaştırma yükünün yaptırımı nedir?

Hangi tarafa usuli bir yük yüklenmişse o taraf, o yükün gereğini yerine getirmemenin olumsuz
sonucuna katlanmak zorunda kalır. Yoksa kendisi bir cezaya çarptırılmaz veya bir davranışa
zorlanamaz. Somutlaştırma yükü altında bulunan iddia ya da savunmasını somutlaştırmak
durumunda olan, bu yükü yerine getirmezse talebi esastan reddedilir. Çünkü taraf ortaya
koyduğu iddia ya da savunmayı ispata elverişli şekilde ortaya koyamamış demektir.

İSPAT YÜKÜ

Usuli anlamda yük nedir? İspat yükü ne demektir? Kaç çeşit ispat yükü vardır?

Yük, yüklenen davranışın veya faaliyetin gerçekleşmemesi halinde bunun olumsuz sonuçlarına
katlanmaktır.

İspat yükü, belli somut bir vakıanın gerçekleşip gerçekleşmediğinin anlaşılamaması, yani
belirsizlik halinde hakimin aleyhte bir kararı ile karşılaşma tehlikesidir.

İspat yükü ikiye ayrılır. Objektif ispat yükü, hükmün temelini oluşturan olayların ispat
edilememesi halinde belirsizliğin rizikosunu kimin taşıyacağını ifade eder. Sübjektif ispat
yükü (delil ikame yükü), çekişmeli olayların ispatı için hangi tarafın delil ikame edeceğini
belirler.

İspat yükünün yaptırımı nedir? İspat bir yükümlülük müdür?

İspat yükünü yerine getirmeyen kimse hakkında, maddi hukuktaki gibi ifaya zorlama veya
tazminat gibi bir yaptırım uygulanmaz, yük yerine getirilmediğinde aleyhe karar riskiyle karşı
karşıya kalma söz konusudur. Bu sebeple ispat bir mükellefiyet (yükümlülük) değil, külfettir
(yüktür).

İspat yüküne ilişkin HMK ve TMK hükümleri nelerdir? Neden iki ayrı kanunda
düzenleme vardır?

TMK m. 6, ‘’Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını
dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür’’.

HMK m. 190, ‘’İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya
bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir’’.

İspat yükü sorununu tek başına çözmediğinden tekrar düzenleme yoluna gidilmiştir.

İspat yükü her zaman davacının mı üzerindedir?

Vakıayı hangi tarafın ileri sürdüğü değil, o vakıadan hangi tarafın lehine hak çıkardığı
önemlidir. Her davada ispat yükü davacı üzerinde değildir. Boşanma davasında, dayandığı
boşanma nedenini ispat yükü davacıdadır. Zamanaşımı def’i ileri sürülürse ispat yükü
davalıdadır. Zamanaşımının kesildiği veya durduğu iddia ediliyorsa davacıdadır. Dolayısıyla
ispat yükü, tarafların davadaki konumları ile değil; iddia ettikleri vakıalarla ilgili bir husustur.
Hatta bazen vakıayı iddia edenle onun ispat yükünü taşıyan, farklı taraflar olabilir. Bu nedenle
iddia eden iddiasını ispat yükü altındadır sözü her zaman doğru değildir.

İspat yükü ne zaman belirlenir? Mutlaka belirlenmeli midir?

Kural olarak delillerin değerlendirilmesi aşamasından sonra gündeme gelir. Zira deliller yeterli
ise ispat yükünün kimde olduğunun önemi kalmaz. Hakim delillerin değerlendirilmesinden bir
vakıa iddiasının ispatlanmış veya bu iddianın çürütülmüş olduğu yolunda bir kanaat edinmiş
ise artık ispat yükünün paylaştırılması anlamsız hale gelmiş olur. Örneğin, davacı, davalıya
haksız fiilden doğan bir tazminat davası açmış, hakim davalının delillerinden haksız fiilin
varlığın tespit etmiş ancak failin davalı değil bir başkası olduğunu anlamışsa davayı
reddedecektir. Ancak ispat yükünün yerine getirilmemesi sebebiyle oluşan belirsizlikten dolayı
değil, somut vakıanın davacının iddia ettiği gibi olmadığına ilişkin kanaatten dolayı davayı
reddeder. Hakim fail üçüncü kişi olduğu için bu davada onun hakkında karar veremez.
Husumetin yanlış yöneltilmesinden dolayı davanın reddine karar vermelidir.

Karşı ispat faaliyetine girişen taraf ispat yükünü üzerine almış olur mu?

Karşı ispat faaliyetinde bulunan taraf ispat yükünü üstlenmiş olmaz (m. 191). Karşı ispat,
hakimde asıl ispat faaliyeti sonucu oluşan geçici nitelikteki müspet kanaatin sarsılması veya
çürütülmesi amacına yönelik olduğundan, ortada bir belirsizlik halinin varlığından söz
edilemez. Çünkü geçici de olsa bir kanaat mevcuttur. Bu kanaati çürütmeye yönelik karşı ispat
faaliyeti başarısız kaldığında, hakim davayı karşı delil ikame eden taraf aleyhine, ispat yüküne
dayanan bir kararla değil, asıl ispat faaliyeti sonucu edinmiş olduğu müspet kanaate dayanarak
vereceği bir kararla sonuçlandıracaktır. Burada karşı ispat faaliyetine girişen kişiye düşen yük
ancak delil ikame yükü olabilir.

İspat yükü kuralı maddi hukuka mı yoksa usul hukukuna mı ilişkin bir kuraldır?

İspat yükünün hangi hukuk dalına ait olduğu tartışmalıdır. Bir görüşe göre usul hukuka aittir.
Diğer görüşe göre (baskın görüş) ispat yükü maddi hukuka aittir. İspat konusu koşul vakıayı ve
bu vakıaya bağlanan hukuki sonucu düzenleyen kurallar, maddi hukuk kurallarıdır. Bu
bağlamda ispat yükünün kimde olduğu da maddi hukuk sorunudur. Üçüncü görüşe göre, hangi
olayın ispatının gerektiği ve kimin ispat edeceğini, vakıaya uygulanacak kuralı belirlemektedir.
Buna göre ispat yükü sorunu, o hukuk kuralının girdiği hukuk dalına aittir.

İspat yükü yer değiştirir mi?

İspat yükü kuralının niteliği gereği, objektif ispat yükünün yer değiştirmesi mümkün değildir.
sübjektif ispat yükü (delil ikame yükü) ise yer değiştirebilir. Delil ikame yükü davanın başında
aynı taraf üzerinde yer alırken delillerin ikamesinden sonra duruma göre karşı tarafa geçebilir.

İspat yüküne ilişkin genel kuralın istisnaları (özel durumlar) nelerdir?

1) Kanun açıkça ispat yükünün kimin üzerinde olduğunu tespit etmiş olabilir. Örneğin TMK m.
294 ‘’itiraz eden, kocanın baba olmadığını ispatla yükümlüdür’’. Yine TMK m. 287, 291; TBK
m. 50. Haciz ihbarnamesinde üçüncü kişi ispat yükü altındadır (İİK m. 89). Kusursuz
sorumlulukta davalı kusursuzluğunu ispat etmelidir.
2) Kanuni karineye dayanan taraf sadece karine temelini ispat yükü altındadır; karine sonucunu
ispatlamak zorunda değildir.

3) taraflar bir ispat yükü sözleşmesi yapabilirler. Ancak bunun sınırları vardır. Tarafların
serbestçe tasarruf edebilecekleri bir konu olması, vakıaların belirlenmiş olması gerekir.
Örneğin babalık davasında tasarruf yetkisi olmadığında ispat yükü sözleşmesi olmaz. Genel
işlem koşullarına aykırı şekilde ispat sözleşmesi yapılamaz. İspata ilişkin emredici hükümlerin
aksine ispat sözleşmesi yapılamaz. Örneğin, m. 156’ya göre, ön inceleme, tahkikat ve
yargılama işlemleri ancak tutanakla ispat edilebilir. Taraflar ispat sözleşmesiyle bunun aksini
kararlaştıramazlar.

DELİL İKAME (GÖSTERME) YÜKÜ

Delil ikame yükü ne demektir? İspat yükü ile delil ikame yükünün farkı nedir?

Delil ikamesi, bir davada tarafların kendi vakıa iddialarının doğru olduğu veya karşı taraf
iddialarının doğru olmadığı hususunda ispat sonucuna ulaşabilmek ve kendi lehine karar
verilmesini sağlayabilmek amacıyla, çekişmeli vakıalar hakkında deliller sunarak
gerçekleştirdikleri usuli bir faaliyettir.

İspat yükü ile delil ikame yükü birbirinden farklıdır. İspat yükü, olayın ispat edilememe
riskinin kime ait olduğunu belirlerken; delil gösterme, ispat yükünün yerine getirilmesinin
biçimi ve yöntemiyle ilgilidir. Delil ikame yükü yerine sübjektif ispat yükü de denilmektedir.
İspat yükü ile delil ikame yükünün diğer bir farkı, ispat yükünü düzenleyen kuralların maddi
hukuka, delil ikamesi yükünü düzenleyen kuralların ise usul hukukuna ilişkin kurallar
olmasıdır.

İspat yükü kuralları ile delil kuralları karıştırılmamalıdır. Delil kuralları usul hukukuna ilişkin
olan ve ispatın nasıl ve hangi delillerle yapılabileceği konusunda sınırlar çizen kurallardır ve
aynı zamanda hakimin delillerin değerlendirilmesi faaliyetinde bağlayıcı bir fonksiyon ifa
ederler. Örneğin, yeminin etkisi, resmi sicil ve senetlerin ispat kuvvetinde böyledir. İspat yükü
kuralları ise, tamamen maddi hukuka ait olup, bir hukuki sonucun kendisine bağlandığı koşul
vakıaları gösterir ve bu vakıaların ispatsız kalması durumunda bu belirsizliğin kimin aleyhine
sonuç doğuracağını anlatır. Delil kuralları yargılama aşamasında, ispat sonucuna ulaşmak için
uygulanacak usul kuralları olduğu halde, ispat yükü kuralları, ancak, delil kurallarına uyularak
yapılan delil ikame faaliyeti sonunda ortaya çıkan belirsizlik halinde uygulama alanı bulacaktır.

Delil ikame yükü sadece taraflarca hazırlama ilkesinin uygulandığı davalarda mı söz
konusu olur?

Bir görüşe göre, delil ikame yükü sadece taraflarca hazırlama ilkesinin geçerli olduğu
davalarda bir anlam ifade eder. Çünkü re’sen araştırma ilkesine tabi olan davalarda hakim,
taraflardan bağımsız olarak, kendisi de bizzat delil toplayabilir.

Diğer görüşe göre, re’sen araştırma ilkesinin geçerli olduğu davalarda hakim, kendisi delil
toplama yetkisine sahip olmasına rağmen, taraflara delil ikamesini emredebilir ve bu tür
davalarda tarafların, ispat yükü kuralları sebebiyle aleyhlerine karar verilme riski ortadan
kalkmaz. Dolayısıyla re’sen araştırma ilkesine tabi davalarda da delil ikamesi taraflar için usuli
bir yük olarak varlığını korur.
İSPAT ÖLÇÜSÜ

İspat ölçüsü ne demektir?

İspat ölçüsü, hakimin dayanılan vakıayı ispatlanmış kabul edebilmesi için gereken kanaatin
derecesini ifade eder.

Hakimde oluşacak ispat ölçüsü ne olmalıdır? Tam ispat ve yaklaşık ispat ne demektir?

Anayasa m. 138’e göre, ‘’Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya kanuna ve hukuka


uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler’’.

Tam ispat: tam ispatta hakimin, iddia edilen olayın vuku bulup bulmadığına tam olarak
inanması, bu konuda makul ve kabul edilebilir bir şüphesinin olmaması gerekir. Ancak hakimi
inandırma faaliyetinde mutlak kesinlik aranmaz; hakimin vicdanen tam kanaate varması
gerekir. Asıl ispat ölçüsü tam ispattır. Yaklaşık ispat istisnadır.

Yaklaşık ispat: kesin ispatın beklenemeyeceği, acele hallerde, delil ikamesinin oldukça zor
olduğu hallerde aranan ispat ölçüsüdür. Bir vakıa iddiasının kuvvetle muhtemel olduğunun
ortaya konulmasının yeterli olduğu, yaklaşık ispat halleri istisnai niteliktedir. Örneğin, ihtiyati
tedbir, ihtiyati haciz, eski hale getirme, adli yardım, hakimin reddi, bu ispat ölçüsüne tabidir.

Yakın ispat ne demektir? Bu kavram nereden çıkmıştır?

Yargıtay kararlarından ortaya çıkmıştır. Ne tam ispatın ne de yaklaşık ispatın uygulama alanına
girmektedir. Hukuki belirsizliğe yol açmaktadır.

Menfi vakıalar ispat edilebilir mi? İspat edilebilirse hangi yollarla edilebilir?

Menfi koşul vakıalar, hak doğurucu, hakkı engelleyici veya bertaraf edici ve hakkı sona erdirici
nitelikteki normlarda yer alabilir. Menfi vakıaların ispatı mümkündür. Menfi vakıalar, sebebin
gerçekleşmediğinin ispatı yoluyla (sebepten hareketle), muhtemel sonuçların mevcut
olmadığının ispatlanması yoluyla (sonuçtan hareketle) ya da iddia edilen menfi vakıanın aksi
durumun imkansız olduğunun ortaya konulması yoluyla ispatlanabilir.

Belirli menfi vakıa – belirsiz menfi vakıadan ne anlaşılmalıdır?

Bir vakıanın gerçekleşmemiş olduğu iddiası, yer ve zaman yönünden belli ise yani menfi
vakıayı bertaraf edici nitelikteki somut müspet vakıalar, menfi vakıa iddiasında bulunan tarafça
bilinebilecek durumda ise belirli menfi vakıadan söz edilir. Bu tür menfi vakıalar, bertaraf edici
somut müspet vakıalar yoluyla ispatlanabilir. Bertaraf edici somut müspet vakıa sayısının belli
olmaması veya menfi vakıa iddia eden tarafça bunlardan hangisinin olayda söz konusu
olduğunu bilmesinin imkansız olduğu durumda ise belirsiz menfi vakıadan söz edilir. Belirsiz
menfi vakıalar bakımından, iddianın somutlaştırılması, delil ikamesi kural olarak mümkün
değildir.

Menfi vakıaların ispatında ispat yükü kime aittir? İspat yükü, iddia yükü, somutlaştırma
yükü ve delil ikame yükü değişir mi?
Menfi vakıaların ispatında ispat yükü, onu iddia edene düşer. Menfi vakıaların ispatında iddia
yükü ve ispat yükü sabit, somutlaştırma yükü ve delil ikame yükü menfi vakıanın türüne göre
değişebilir. Belirli menfi vakıalarda, iddiada bulunan taraf, hangi müspet vakıaların
gerçekleşmediğini, bertaraf edici vakıaların neler olduğunu somut bir biçimde iddia etmeli ve
bunlar hakkında delil ikame etmelidir. Belirsiz menfi vakıalarda ise, iddianın somutlaştırılması
mümkün olmadığından, delil ikamesi de mümkün değildir. Zira ispatın konusu ortaya
konulamamıştır.

Menfi vakıaların ispatında kolaylıklar neler olabilir?

İspat ölçüsünün yaklaşık ispat olarak kabul edilmesi

Menfi vakıalarda, iddianın somutlaştırılmasının mümkün olmadığı durumlarda, ispat yükü


taşımayan karşı tarafa, açıklama ödevi çerçevesinde, savunmanın somutlaştırılması yükü
yüklenmesidir. Karşı taraf, somut müspet vakıaları bildirdikten sonra, ispat konusu
sınırlandırılmış olacak ve ispat yükünü taşıyan taraf, bu vakıaların gerçekleşmemiş olduğunu
ispata çalışacaktır.

Diğer çare, ispat yükü taşımayan tarafa delil ikame yükü yüklenmesidir. Karşı tarafa, ispat
yükünü taşıyan tarafın iddiasının doğruluğu konusunda hakimde oluşan geçici kanaati sarsmak
ve çürütmek amacına yönelik olarak karşı delil ikame etmesi hakim tarafından emredilmelidir.

Menfi vakıa ile menfi tespit davası arasında nasıl bir ilişki vardır?

Her menfi tespit davası, mutlaka menfi bir vakıaya dayanmak zorunda olmadığı gibi, menfi
vakıa iddiasına dayanan her dava da menfi tespit davası olmaz. Bu sebeple menfi vakıaya
dayanan dava ve menfi tespit davası birbirinden farklıdır.

Menfi tespit davası, davacının davalı tarafından iddia edilen bir hukuki ilişkinin mevcut
olmadığının tespit edilmesi talebiyle açtığı davadır. Menfi tespit davasının konusu hukuki
ilişkilerdir. Maddi vakıalar (hukuki sebepler) tek başına bu davaya konu olamaz. Menfi tespit
davasında varlığı iddia edilen hukuki ilişkinin hiç doğmadığının ileri sürülmesi ihtimalinde,
davacı bir vakıa iddiasında bulunup, o vakıaya bağlanan hukuki sonuca kendisi lehine
hükmedilmesini istememekte, aksine karşı tarafın bu yöndeki bir talebine engel olmaya
çalışmaktadır. Bu bakımdan kural olarak bir menfi vakıa iddiasından söz etmek mümkün
değildir.

Menfi tespit davasında doğmuş olduğu kabul edilen bir hukuki ilişkinin sonradan bir sebeple
ortadan kalktığı veya etkisiz hale geldiğinin ileri sürülesi ihtimalinde ise, davacı, davalının
varlığını iddia ettiği hukuki ilişkiyi inkar etmeyip bu hukuki ilişkinin bir sebeple geçersiz
olduğunu veya sona erdiğini ileri sürdüğünden, kendisi bağımsız bir vakıa iddiasında
bulunmaktadır. Davacı tarafından iddia edilen bu vakıa, hakkı engelleyici veya hakkı sona
erdirici bir hukuk kuralındaki müspet veya menfi bir vakıa olabilir.

DELİLLER

Delil nedir?
İspat faaliyetinde kullanılan, mahkeme dışında gerçekleşmiş olan vakıaların yargılamaya
aktarılmasına yarayan, çekişmeli vakıayı temsile elverişli olan inandırma araçlarıdır.

Dar anlamda delil, geniş anlamda delil kavramlarından ne anlaşılmalıdır?

Doğrudan temsil kabiliyeti bulunan davada uyuşmazlığın çözümüne doğrudan etkili ispat
araçlarına dar anlamda delil; hakimde vakıa iddiası konusunda kanaat tesisine yarayan her türlü
araca geniş anlamda delil denir.

Dolaylı delil, dolaysız delil kavramlarından ne anlaşılmalıdır? Böyle bir ayrım yapılması
yerinde midir?

Deliller doğrudan doğruya ispat konusu vakıaya ilişkin ise doğrudan delil; ispat konusu
vakıaya komşu olan ve onun varlığını gösteren diğer vakıalara ilişkin ise dolaylı delil olarak
nitelendirilirler. Örneğin, sözleşme, alacak hakkının doğrudan delili iken zina sebebine
dayanan boşanma davasında, doğrudan cinsel ilişkinin ispatı yerine, ona delalet eden diğer bazı
vakıaların gerçekleştiği gösteren deliller (tanıklar), dolaylı delillerdir.

Doktrinde, bu ayrımın gereksiz olduğu belirtiliyor. Bir vakıayı temsil özelliği yoksa delilden
söz edilemez zaten. Her delil doğrudan delildir.

Delil sistemleri hangileridir? Hukukumuzda kanuni delil sistemi ve serbest delil


sisteminden hangisi benimsenmiştir?

Delil sistemleri, kanuni delil sistemi ve serbest delil sistemidir. Kanuni delil sisteminde
Kanunda belirtilen deliller dışında başkaca bir delilin kabul edilmesi mümkün değildir;
yargılamada sunulan delil, bu delillerden birisi içerisinde sayılıyorsa delil olarak kabul edilir.
Serbest delil sisteminde ise, deliller belirtilmiş olsa da, deliller konusunda bir sınırlama
yapılmamıştır; yani ispat aracı olabilecek her şey delil olarak kabul edilmiştir. Hukukumuzda
serbest delil sistemi geçerlidir.

Delillerin değerlendirilmesi konusunda kabul edilebilen sistemler nelerdir? Delillerin


serbestçe değerlendirilmesi ne demektir? Hukukumuzda hangi isteme benimsenmiştir?

Hakimin delilleri serbestçe değerlendirilmesi mümkünse vicdani delil sisteminden bahsedilir.


Hakim kanunda delillerin değerlendirilmesi ile ilgili olarak getirilen sınırlamalara bağlı olarak
delilleri değerlendiriyorsa delillerin serbestçe değerlendirilmesi sisteminden bahsedilir.
Hukukumuzda kanunda belirtilen istisnalar dışında, kural olarak hakim delilleri serbestçe
takdir eder (m. 198). Örneğin, senet, kesin hüküm ve yemin dışında hakim serbesttir.

Senetle ispat kuralı kamu düzenine ilişkin midir?

Delil sözleşmesi yapılabildiğine göre senetle ispat kuralı kamu düzenine ilişkin bir kural
değildir.

Caiz delil ne demektir?

Hakim, gösterilen delillerden hangisinin ispat için kabul edilebileceğini yani caiz olduğunu ve
hangisinin kabul edilemeyeceğini, yani caiz olmadığını takdir eder (m. 189/4). Örneğin senetle
ispatı gereken hususta tanık delili caiz delil değildir. ancak senetle ispat kuralının istisnası
varsa tanık delili caiz delil sayılır.

Delil türleri nelerdir?

Kesin Deliller: Kesin deliller, kesin hüküm, senet ve yemindir. Bu deliller hakimi bağlayıcıdır;
hakimin bu delilleri takdir yetkisi yoktur. Buna karşılık kendiliğinden araştırma ilkesinin
uygulandığı davalarda hakim, kesin delillerle bile bağlı değildir. örneğin, boşanma ve ayrılık
davalarında yemin teklif olunamaz, ikrar hakimi bağlamaz, hakim delilleri serbestçe takdir eder
(MK m. 184).

Takdiri Deliller: Takdiri deliller, tanık, bilirkişi, keşif, senet dışındaki belgeler ve kanunda
düzenlenmemiş delillerdir. Hakim bu delilleri serbestçe takdir eder.

DELİL SÖZLEŞMESİ (m. 193, 200/2)

Delil sözleşmesi nedir?

Delil sözleşmesi, belli bir hususun (vakıanın veya hukuki işlemin) belli bir delil (örneğin tanık)
ile ispat edileceği (veya diğer deliller yanında o delil misalde tanık ile de ispat edilebileceği)
hakkında davadan önce veya yargılama sırasında yapılan usuli bir sözleşmedir.

Delil sözleşmesi ile geçerlilik şartı olan yazılı şekil şartı getirilebilir mi?

Delil sözleşmesi, senet (kesin delil) ile ispat zorunluluğuna ilişkin her iki ana kuralın da
istisnasıdır. Örneğin, senetle ispatı gereken bir hukuki işlemin tanıkla ispat edilebileceği kabul
edilebilir. Delil sözleşmesiyle ancak ispat şartı olan yazılı şekil şartı getirilebilir veya ispat şartı
olan yazılı şekil şartına istisna getirilebilir. Buna karşılık, delil sözleşmesi ile geçerlik şartı olan
yazılı şekil (BK m. 12/II) yerine başka bir delil veya yazılı şekil kararlaştırılamaz. Delil
sözleşmesi usul hukukuna ilişkin bir sözleşmedir. Çünkü delil sözleşmesi asıl etkisini usul
hukuku alanında göstermektedir.

Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda delil sözleşmesi yapılabilir mi?

Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda, delil sözleşmesi yapılamaz; çünkü bu


davalarda hakim, davanın ispatı için gerekli bütün delillere kendiliğinden başvurabilir. Delil
sözleşmesi sadece taraflarca hazırla ilkesinin uygulandığı davalarda yapılabilir.

Delil sözleşmesi hangi şekillerde yapılabilir?

Delil sözleşmesi, ayrı bir sözleşme olarak yapılabilir; fakat taraflar, yaptıkları bir sözleşmeye
(örneğin, kredi, sigorta, eser vs. sözleşmesine) o sözleşmeden doğacak uyuşmazlığın belli bir
delil (örneğin hakem bilirkişi) ile ispat edileceğine ilişkin bir madde de koyabilirler.

Delil sözleşmesinin şekil ve geçerlilik şartları nelerdir?

Delil sözleşmesinde vakıada belirlilik ve delilde belirlilik olmak üzere iki hususta belirlilik
aranır. Hangi vakıada hangi delillerin kullanılacağı açıkça belirtilmelidir. Bu iki konuda
belirsizlik içeren delil sözleşmesi geçersizdir. Delil sözleşmesiyle belirli olmak şartıyla bir
veya birden çok delil kararlaştırılabilir (m. 193/1).
Delil Sözleşmesinin Şekli

I- Yazılı Şekil

Delil sözleşmesi yazılı şekilde yapılabilir (m. 193/1). Bu yazılı şekil geçerlik şartı değil bir
ispat şartıdır. Adi yazılı şekilde yapılması yeterlidir. Resmi şekilde yapılmasına da bir engel
yoktur. Delil sözleşmesi sözlü de yapılabilir. sözlü delil sözleşmesinin davada ispat edilmesi
gerekir. Bu ispat, delil sözleşmesine dayanmak isteyen tarafın karşısındaki tarafın ikrarı ile
olabilir.

Taraflardan birinin ispat hakkının kullanımını imkânsız kılan veya fevkalade güçleştiren delil
sözleşmeleri geçersizdir. Bu sonuç TBK m. 26 ve 27 nin gereğidir. Hukuki dinlenilme hakkı,
adil yargılanma hakkı da bu noktada devreye girer. HMK döneminden önce yapılan ve
taraflardan birinin ispat hakkını imkansız kılan delil sözleşmesi HMK döneminde açılan
davada kullanılmak istenirse hakim re’sen geçersizliğe hükmetmelidir.

Karşı tarafın menfaatine aykırı delil sözleşmesindeki hükmün asıl sözleşmenin kapsamına
girmesi, sözleşmenin yapılması sırasında karşı tarafa bunun hakkında açıkça bilgi verip,
bunların içeriğini öğrenme imkanı sağlamasına ve karşı tarafın da koşulları kabul etmesine
bağlıdır. Aksi halde bu hüküm yazılmamış sayılır (BK m. 21/I).

Bir sözleşmedeki delil sözleşmesi ile ilgili hüküm, açık ve anlaşılır değilse veya birden çok
anlama geliyorsa, düzenleyenin aleyhine ve karşı tarafın lehine yorumlanır (BK m. 23).

Bir sözleşmede taraflar dışındaki (üçüncü) kişilerin tanık sıfatıyla imzaları mevcut ise, o
sözleşmeden doğan uyuşmazlıklar hakkında bu kişilerin tanık olarak dinlenmesi konusunda
taraflar arasında bir çeşit delil sözleşmesi yapılmış sayılır. Çünkü taraflar sözleşmede o
kişilerin tanık sıfatıyla imzalarını almak suretiyle, uyuşmazlık halinde o kişilerin tanık olarak
dinlenmelerine peşinen muvafakat etmişlerdir.

Delil sözleşmesi mahkeme önünde yapılabilir mi?

Taraflar, delil sözleşmesini mahkeme önünde de yapabilirler. Bu, bir tarafın tanık dinletmek
istemesine karşı tarafın açık muvafakat etmesi yolu ile olur. Hakim bir tarafın senetle ispat
etmesi gereken bir hususta, ancak muvafakat edilirse tanık dinlenebileceğini karşı tarafa
hatırlatır; bunu hatırlatmak zorundadır. Aksi halde taraflar arasında tanık dinlenmesine ilişkin
bir delil sözleşmesi yapılmış olmaz. Hakimin hatırlatması üzerine karşı taraf açık bir şekilde
(zımni muvafakat geçerli değil) muvafakat ederse, aslında senetle ispatı gereken hukuki işlem
tanık ile ispat edilebilir. Bu husus tutanağa geçirilir ve okunarak kendisine (karşı tarafa) imza
ettirilmesi gerekir. Tanık dinlenmesine muvafakat, diğer tarafın bu konuda dinletmek istediği
tanıkların kimler olduğunun öğrenilmesinden önce veya tanıklar belli olduktan sonra
bildirilebilir. Bir tarafın açık muvafakati üzerine yapılan delil sözleşmesi ile tanık dinletmek
isteyen taraf lehine usuli kazanılmış hak doğar. Yani karşı taraf bundan sonra tanık
dinlenmesine olan muvafakatini geri alamaz. Karşı tarafın itirazına rağmen, lehine usuli
kazanılmış hak doğmuş olan taraf, tanıklarını dinletebilir. Tahkikat karşı tarafın yokluğunda
devam etmekte ise, tanık dinletmek isteyen taraf, karşı tarafın, tanık dinlenmesine muvafakat
edip etmediğini bildirmesi için duruşmaya çağrılmasını isterse, mahkeme karşı tarafı
duruşmaya davet etmelidir. Karşı taraf duruşmaya gelir ve tanık dinlenmesine açık olarak
muvafakat ederse, tanık dinlenebilir. Karşı taraf, duruşmaya gelmezse muvafakat etmemiş
sayılır. Yoksa karşı tarafın duruşmaya gelmemesi tanık dinlenmesine muvafakat ettiği şeklinde
yorumlanamaz; çünkü zımni muvafakat yeterli değildir.

Senetle ispat kuralının bulunduğu halde tanık dinletmek istenirse karşı tarafın açık
muvafakati halinde sözlü bir delil sözleşmesi kurulmuş olur mu?

Bu konu tartışmalıdır. Bir görüşe göre, senetle ispatı gereken konuda karşı tarafın tanık
dinletilmesi, taraflar arasında yargılama sırasında sözlü bir delil sözleşmesinin varlığını
gösterir. Diğer görüşe göre, bu durumda taraflar arasında karşılıklı irade beyanları
bulunmadığından, sözleşmeden söz edilemez. Her iki tarafın ayrı ayrı yapmış olduğu usul
işlemlerinin sonucu olarak tanık dinlenmesi söz konusudur. Delil sözleşmesinin, karşılıklı ve
birbirine uygun irade beyanları (icap ve kabul) içermesi zorunluluğu, tarafların ayrı ayrı her
ikisinin de mahkemeye yöneltmiş oldukları beyanlarla (talep ve muvafakat) kurulmasına izin
vermez.

Delil sözleşmesi mahkemece kendiliğinden dikkate alınabilir mi?

Delil sözleşmesinin varlığının dosyadan anlaşılması halinde hakimin re’sen dikkate alıp
alamayacağı hususunda farklı görüşler vardır. Hakim görüşe göre, usul sözleşmeleri ve bu
bağlamda delil sözleşmesi bundan yararlanan tarafından ileri sürüldüğü takdirde dikkate alınır;
kendiliğinden dikkate alınamaz. Diğer görüşe göre, hakim delil sözleşmesini kendiliğinden
dikkate almalıdır.

Delil sözleşmesinin çeşitleri nelerdir?

Münhasır delil Sözleşmesi: Bir davanın tarafları, (dava açılmadan önce veya sonra) kanunda
belirli delillerle ispatı öngörülmeyen vakıaların sadece belirli delil veya delillerle ispat
edileceği hakkında bir sözleşme yaparlarsa, bunu münhasır delil sözleşmesi denir. Bu halde
vakıa, sadece o delille ispat edilebilir; başka delil ile ispat edilemez. Örnekler; Taraflar, miktar
veya değeri ispat sınırından az olan bir hukuki işlemin (tanıkla mümkün olmasına rağmen)
sadece senetle ispat edilebileceği hakkında delil sözleşmesi yapabilirler. Miktar veya değeri
ispat sınırından fazla olmakla beraber, istisna olarak tanık ile ispatı mümkün olan hukuki
işlemlerin sadece senetle ispat edilebileceği hakkında delil sözleşmesi yapabilirler. Taraflar,
aslında senet (kesin delil) ile ispat edilmesi zorunlu olan bir hukuki işlemin sadece tanıkla ispat
edilebileceği hakkında (münhasır) delil sözleşmesi yapabilirler. Taraflar, bir vakıanın veya
hukuki işlemin sadece yemin ile ispat edilebileceği hakkında bir delil sözleşmesi de
yapabilirler.

Münhasır delil sözleşmesi ile kararlaştırılan delil çeşidi, birden fazla da olabilir. Örneğin, bir
hukuki işlemin senet veya tanık ile ispat edileceği hakkında yapılan delil sözleşmesi de
geçerlidir.

Tarafların münhasır bir delil sözleşmesi yapmak istedikleri hakkındaki iradelerinin delil
sözleşmesinden açık bir biçimde anlaşılması gerekir. Tereddüt halinde, delil sözleşmesini
münhasır olmayan delil sözleşmesi olarak kabul etmek gerekir.

Taraflardan biri, diğer tarafın münhasır delil sözleşmesinde kararlaştırılmış olan delil (veya
deliller) dışında başka delil göstermesine muvafakat edebilir. Ancak bu muvafakat, yeni bir
delil sözleşmesi niteliğinde olduğundan, delil sözleşmesi şekillerinden birine uygun biçimde
verilmelidir.

Taraflar delil sözleşmesi yaparak keşif veya bilirkişi deliline başvurulmayacağını


kararlaştırabilir mi?

Hakim keşif ve bilirkişi deliline re’sen başvurabilir. Taraflar keşif ve bilirkişiye


başvurulamayacağı kararlaştırsa da hakim bu delil sözleşmesiyle bağlı değildir. örneğin,
taraflar aralarında sözleşmeden kaynaklanan uyuşmazlıklarda sadece ticari defterlere delil
olarak dayanılacağını belirlemiş olsalar da özel ve teknik bilgi gerektiren hallerde hakim ister
istemez bilirkişiye başvuracaktır.

Hakem bilirkişi sözleşmesi ne demektir? Delil sözleşmelerinden hangisine dahildir?


Hakem bilirkişinin normal bilirkişiden farkı nedir? Raporları hakimi bağlar mı? Hakem
bilirkişi raporu doğrudan icra edilebilir mi?

Münhasır delil sözleşmesinin em önemli örneği, hakem – bilirkişi sözleşmesidir. Hakem


bilirkişi sözleşmesi ile taraflar, aralarındaki belli bir uyuşmazlık konusunun miktarının veya
niteliklerinin belirli kişiler veya kurullar (hakem bilirkişiler) tarafından tespit edileceğini ve
hakem bilirkişilerce yapılacak tespiti kabul edeceklerini kararlaştırırlar. Bu şekildeki hakem
bilirkişi atanmasına ve onların verecekleri raporların taraflarca kabul edileceğine ilişkin
anlaşmalar, hukuki nitelikçe bir münhasır delil sözleşmesidir. Bu nedenle hakem bilirkişi
raporları, normal bilirkişi raporlarından farklı olarak, hem tarafları hem de mahkemeyi
bağlayıcı niteliktedir.

Bir inşaat (eser) sözleşmesinde, yapılacak inşaatın metrajının ve karşılığı olan paranın nasıl
tespit edileceği gösterilir ve seçilecek hakem bilirkişilerin bu hususta yapacakları tespiti
tarafların kabul edecekleri kararlaştırılabilir. Normal bilirkişilerde olduğu gibi hakem
bilirkişiler de davanın taraflarına oranla üçüncü kişi durumunda (yani tarafsız) olmalıdır.
Tarafların birine bağlı hakem bilirkişilerin raporları mahkemeyi bağlayıcı değildir.

Hakem bilirkişi sözleşmesi, münhasır bir delil sözleşmesi olduğundan mahkeme, dava
dosyasına usulüne uygun biçimde sunulmuş olan belgelerden, taraflar arasında bir hakem
bilirkişi sözleşmesi yapılmış olduğunu anlarsa, bunu kendiliğinden gözetmekle yükümlüdür;
bu halde mahkeme, normal bilirkişi incelemesi yaptırarak karar veremez.

Fakat dava açacak taraf bunun için hakem bilirkişinin raporunu beklemek zorunda değildir.
Özellikle hakem bilirkişilerin raporlarının geciktiği ve açılacak davanın zamanaşımına uğrama
tehlikesinin söz konusu olduğu hallerde, davacı, zamanaşımını kesmek için, hakem bilirkişinin
raporunu beklemeden mahkemede dava açabilir. Hatta davacı, önce hakem bilirkişiye
başvurmadan, doğruca mahkemede dava da açabilir. Bu halde mahkeme, hakem bilirkişiye
başvurmak üzere davacıya bir süre verir ve hakem bilirkişi raporunun gelmesini bekletici sorun
yapabilir.

Hakem bilirkişiler incelemelerinde kural olarak serbesttirler. HMK hükümleri ve başka kanun
hükümleri ile bağlı değildirler. Hakem bilirkişilerin görevi, sadece kendilerine havale edilen
hususu (örneğin hasarı) tespit etmekten ibarettir. Hakem bilirkişiler, tespit ettikleri husus
hakkında (mahkeme veya hakem gibi) ayrıca karar veremezler; örneğin sigortalı malın hasarını
tespit ettikten sonra, bu hasarı kimin ödeyeceğine karar veremezler.

Hakem bilirkişilerin yaptıkları iş sadece bir tespitten ibaret olduğundan raporları doğrudan
doğruya icra edilemez. Bunlar bir hakem kararı olmadığından istinaf da edilemez. Ancak
taraflardan biri, hakem bilirkişi raporunun hukuka ve hakkaniyete açıkça aykırı olduğu
gerekçesiyle bu raporun iptali için mahkemede dava açabilir. Fakat taraflardan biri, hakem
bilirkişi raporuna dayanarak dava (örneğin tazminat davası) açmış ise artık karşı tarafın hakem
bilirkişi raporunun iptali için ayrı bir dava açmakta hukuki yararı yoktur. Çünkü davalı aynı
davada hakem bilirkişi raporunun hukuka ve hakkaniyete açıkça aykırı ve bu nedenle geçersiz
olduğunu savunma yolu ile (ön sorun olarak) ileri sürebilir. Görülmekte olan davada savunma
olarak ileri sürülmesi mümkün olan bir husus, ayrı bir dava konusu yapılamaz.

Münhasır Olmayan Delil Sözleşmesi: Taraflar, kanunda belirli delillerle ispatı öngörülen
vakıaların başka delil veya delillerle de ispat edilebileceğini kararlaştırabilirler. Buna göre
münhasır olmayan delil sözleşmesi denir. Örnek, senetle ispatı zorunlu olan bir hukuki işlemin
tanıkla da ispat edilebileceği hakkında yapılan delil sözleşmesidir. Bu halde, taraflardan biri
(örneğin davacı) tanıkla ispat etmek zorunda değildir; senetle de ispat edebilir. Senetle ispat
edemezse, tanıkla ispat edebileceği gibi hiç tanık dinletmeden davalıya yemin de teklif edebilir.

Delil sözleşmesi yapıldıktan sonra delillerin değiştirilmesi mümkün müdür?

Taraflar delil sözleşmesini yaptıktan sonra sözleşmenin konusunu teşkil eden delillerini
değiştirebilirler. Örneğin önceden sadece senet denilmişse değiştirip tanıkla da ispat edileceğini
kararlaştırabilirler. Bunun için tarafların yeni bir delil sözleşmesi yapması gerekir.

DELİLLERİN GÖSTERİLMESİ

I- Dilekçeler Aşamasında Delillerin Gösterilmesi

Dava dilekçesinde iddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceğinin yazılması
gerekir. Davalının da savunmanın dayanağı olarak ileri sürülen her bir vakıanın hangi delillerle
ispat edileceğini cevap dilekçesinde bildirmesi gerekir. Davacı, cevaba cevap dilekçesinde
davalı ise, ikinci cevap dilekçesinde varsa yeni delillere yer verebilir.

II- Yazılı Delillerin Ön İnceleme Aşamasında Gösterilmesi

Ön inceleme duruşmasında, taraflara dilekçelerinde gösterdikleri, ancak henüz sunmadıkları


belgeleri (doktrinde bir görüş tanık dahil tüm deliller; diğer görüş, Yargıtay da sadece belge
delili açısından bu hüküm) mahkemeye sunmaları veya başka yerden getirtilecek belgelerin
getirtilebilmesi amacıyla gereken açıklamayı yapmaları için iki haftalık kesin süre verilir. Bu
hususların verilen kesin süre içinde tam olarak yerine getirilmemesi hâlinde, o delile
dayanmaktan vazgeçilmiş sayılmasına karar verilir (m. 140/5). Ön incelemede yeni delil
gösterilemez; sadece dilekçeler aşamasında gösterilen delillerin ibrazı söz konusu olacaktır.
Ancak ön inceleme duruşmasına mazeretsiz gelinmez de karşı taraf iddia ve savunmasını
değiştirirse bu bağlamda yeni delil gösterilebilir (m. 139).

III- Tahkikat Aşamasında Delil Gösterme


Kural olarak tahkikat aşamasında yeni delil gösterilemez. Ancak istisnai durumlarda delil
göstermede kusuru olmadan tarafa hakim bu konuda m. 145 çerçevesinde izin verebilir.

Temyiz aşamasında delil gösterilebilir mi?

Temyizde hukuka uygunluk denetimi yapıldığından temyiz incelemesinde yeni delile


başvurulamaz. Ancak bozma kararı üzerine yerel mahkemede yapılan incelemesi sırasında m.
145 çerçevesinde yeni delil ileri sürülmesine engel yoktur. Ancak doktrinde çoğunluk görüşü,
bozmadan sonra delil gösterilmesinin hukuka aykırı sayılmayacağı ancak usuli müktesep hak
sebebiyle tarafların bozma konusu dışında müktesep haklarının doğması sebebiyle yeni delil
sunulmasının hukuka aykırı olacağı yönündedir.

Mahkemeye delil ibraz eden taraf bu delile dayanmaktan vazgeçebilir mi?

Mahkemeye delillerini ibraz eden taraf, bu delillerden bazısına dayanmaktan kural olarak
vazgeçemez. Vazgeçebilmesi ancak diğer tarafın açık muvafakatine bağlıdır (m. 196).

BELGE VE SENET

Belge nedir?

HMK m. 199’da sayılmış olan belgeler ikiye ayrılır: 1) Senet 2) Senet dışındaki belgeler. Senet
dışındaki belgeler takdiri delildir. Uyuşmazlık konusu vakıaları ispata elverişli yazılı veya
basılı metin, senet, çizim, plan, kroki, fotoğraf, film, görüntü veya ses kaydı gibi veriler ile
elektronik ortamdaki veriler ve bunlara benzer bilgi taşıyıcıları bu Kanuna göre belgedir. HMK
m. 199’da açıkça yazılı olduğu üzere, senet dışındaki belgeler (örneğin ses kaydı) ile sadece
uyuşmazlık konusu vakıalar ispat edilebilir; o vakıaların sonucu olan hukuki işlemler ispat
edilemez. Çünkü her hukuki işlem bir vakıaya dayanacağından, vakıanın belge ile ispatı
bahanesi ile (m. 200/1’deki) ana kural işlemez hale getirilebilir. Kanunda sayılan belgeler
sınırlı sayıda değildir. Benzer bilgi taşıyıcıları da belge sayılır.

Belge ile senet arasındaki fark nedir? Aralarında nasıl bir ilişki vardır?

İradenin dış alemde varlık kazanmasını sağlayan şey genel olarak kabul edilse de her belge
senet sayılmaz. Örneğin delil başlangıcı, fotokopi, faks metinleri belge olduğu halde senet
sayılmaz. Buna karşılık her senet bir belgedir. Senet bir kesin delil iken senedin fotokopisi bir
belgedir. Karşı taraf fotokopinin aslına uygun olduğunu ikrar etmezse senetle ispatı gereken
hususta bu belge yeterli sayılmaz.

Belgenin mutlaka Türkçe mi yazılması gerekir?

Davada delil olacak belgenin mutlaka Türkçe yazılmış olması zorunlu değildir. Ancak yabancı
dilde yazılan belgenin Türkçe tercümesi de mahkemeye sunulmak zorundadır (m. 223/1).
Mahkeme kendiliğinden veya diğer tarafın talebi üzerine belgenin resmi tercümesini de
isteyebilir (m. 223/2).

Senet nedir?
Senet, bir kişinin vücuda getirdiği (veya getirttiği) ve kendi aleyhine delil teşkil eden yazılı
belgedir. HMK’da senedin tanımlanmasından özel olarak kaçınılmıştır. Bunun sebebi,
doktrinde ve yargı uygulamasında ciddi bir tereddüdün mevcut olmamasıdır.

Senedin aleyhe delil oluşturma amacıyla mı düzenlenmesi gerekir?

Senetteki beyanın, mutlaka aleyhe delil oluşturma amacıyla yapılması gerekli değildir. Belge,
kişinin aleyhine delil teşkil etmesi düşünülmeksizin, tamamen tesadüfen de düzenlenmiş
olabilir. Örneğin, bir senette bulunması gereken unsurları içeren bir mektup da başlangıçta
senet olarak düşünülmese de yargılamada senet olarak hüküm ve sonuç doğurabilir.

Senedin unsurları nelerdir?

Senette neler yer alması gerektiği HMK da açıkça belirtilmemiştir. Ancak şu unsurların senette
bulunması gerekir.

1) Senet sayılan belgenin bir cisim bulması, yani dış aleme yansıyacak şekilde varlık kazanmış
olması gerekir. Bu cisim kağıt, ağaca oyulması veya duyara yağlı boya fırçası ile yazılıp
imzalanmış olabilir.

2) Senet taraflarca veya üçüncü kişi tarafından yazılacak ve altı taraflarca imzalanacaktır.

3) Senet bir vakıa hakkında açıklama (irade beyanı) içermelidir. Yeterli irade açıklaması
bulunmuyorsa o belge senet değil ancak delil başlangıcı sayılabilir.

4) Senedin aleyhine delil teşkil edecek kişinin imzasını veya el ile yapılmış bir işaretini
taşıması gerekir. Onu vücuda getirenin imzasını taşımayan bir yazılı belge, senet sayılmaz; bazı
şartların varlığı halinde yazılı delil başlangıcı sayılabilir. Örneğin, düzenleyenin el ile atılmış
imzasını taşımadığı için fotokopi senet sayılmaz; fakat yazılı delil başlangıcı sayılabilir. Senedi
sadece aleyhine olan taraf imzalayabileceği gibi sözleşme metninde olduğu gibi her iki tarafın
imzası da olabilir. İmza yerine paraf varsa senet olmaz. Silinti veya çıkıntıların ayrıca
imzalanması gerekir. İmza veya paraf inkar edilirse mahkemenin bunlar üzerinde inceleme
yaptırması gerekir. İmzanın, borç altına girenin el yazısıyla atılması zorunludur. Ancak bunun
ne şekilde olacağı konusunda ayrı bir şekil şartı yoktur. Kişi kendisine özgü, belirli karakterleri
içeren sembolleri göstererek imza atabileceği gibi ad ve soyadını yazmak suretiyle de imzasını
atabilir.
İmza atamayanlar, sağır, kör veya dilsizler senet düzenleyebilir mi?

İmza atamayanların (okuma yazma bilmeyenler de buraya dahildir) mühür veya bir alet ya da
parmak izi kullanmak suretiyle yapacakları hukuki işlemleri içeren belgelerin senet niteliğini
taşıyabilmesi, noterler tarafından düzenleme biçiminde oluşturulmasına bağlıdır (m. 206/1).

Noterlik Kanununa göre, ilgilinin sağır, dilsiz, kör olması halinde işlemin iki tanık huzurunda
yapılacağı belirtilmiştir (NK m. 73/1). İlgili, dilsiz ve yazı ile anlaşılması mümkün değilse
yeminli tercüman bulundurulacaktır (NK m. 73/2).

Elektronik veriler senet olabilir mi?


Kural olarak elektronik ortamda oluşturulan veriler senet niteliğinde değildir. Ancak bilgisayar
çıktısının altı imzalanırsa senet değeri kazanır. Bu durumda da bilgisayar çıktısının daktiloyla
veya elle yazılmış bir yazının imzalanmasından bir farkı yoktur. HMK m. 205/2 hükmüne göre,
‘’Usulüne göre güvenli elektronik imza ile oluşturulan elektronik veriler, senet hükmündedir’’.
SENET ÇEŞİTLERİ

Resmi Senetler

Senet nedir?

Resmi bir makam (organ) veya memurun katılması ile düzenlenen senetlere resmi senetler
denir. Geçerlilik şartı olarak resmi senet şeklinde yapılması gereken bir hukuki işlem,
düzenleme biçiminde yapılmamış ise geçersizdir; fakat bu geçersiz şekil geçerlik şartına tabi
olmayan hususlar hakkında, ispat şartı olarak bir resmi senet teşkil edebilir. Örneğin, taşınmaz
satış vaadi (düzenleme biçiminde değil de) sadece imza onaylaması biçiminde yapılırsa
geçersizdir. Ancak onaylama biçiminde yapılan noter senedinde, satıcının (alıcıdan) satış
bedelini aldığı yazılı ise, senet bu konuda resmi senet ve kesin delil teşkil eder.

Usul hukukundaki resmi senet kavramı geçerlik şartı olan resmi senet kavramından daha
geniştir. Örneğin, sadece imza ve tarihi resmi bir memur veya noter tarafından onaylanmış olan
senetler de usul hukukunda resmi senet sayılır. Resmi senetler kural olarak noterler tarafından
düzenlenir (Noterlik K. m. 60, 82). Fakat kanunla başka bir makam merci veya kişiye de resmi
senet düzenleme yetkisi verilebilir. Örneğin, Tapu K. m. 26; MK m. 532.

Noter senetleri kaça ayrılır?

Noter senetleri ikiye ayrılır: Düzenleme biçimindeki noter senetleri bizzat noter tarafından
bir tutanak şeklinde yapılır. Düzenleme biçimindeki noter senetleri kayıtsız şartsız bir para
borcu ikrarını içerirse, ilam niteliğinde sayılır ve alacaklı doğruca ilamlı icra yoluna
başvurabilir. Bu durumda alacak davası açılmasında hukuki yarar yoktur. İlgililerin beyanına
dayanılarak noterlerin tasdik ettikleri senetler, onaylama biçimindeki senetlerdir. Bu senetler
noter dışında başka bir yerde düzenlenir ve sadece onaylamak üzere notere getirilir. Noter,
kendisine getirilen böyle bir adi senedi borçluya imzalatır ve imzanın kendisi önünde atıldığını
ve borçluya ait olduğunu şerh vererek imzayı onaylar (Noterlik K. m. 60/4). İmza onaylaması,
onaylanan imzanın ilgiliye ait oluşunu belgelendirme niteliğinde olup; hukuki işlemlerin
(senedin) içindekileri kapsamaz (Noterlik K. m. 82/III).

Yabancı ülkede düzenlenen senetler resmi senet vasfını taşıyabilir mi?

Yabancı ülkelerdeki Türk konsolosları tarafından düzenlenmiş veya onaylanmış olan noter
senetleri Türk noter senetleri gibi işlem görür. Yabancı devlet makamlarınca hazırlanan resmî
belgelerin, Türkiye’de bu vasfı taşıması, belgenin verildiği devletin yetkili makamı veya ilgili
Türk konsolosluk makamı tarafından onaylanmasına bağlıdır (m. 224/1). Bu onayın varlığı
halinde yabancı ülkedeki bir makam (örneğin o ülkenin noteri) tarafından düzenlenen belgeye
Türk mahkemeleri önünde görülen bir davada kesin delil olarak dayanılabilir. Bu onayı
içermeyen bir belgeye derdest davada kesin delil olarak dayanılıp dayanılmayacağını ise hakim
takdir eder.
Resmi senet ile adi senet arasında ispat gücü bakımından bir fark var mıdır?

İmza inkar edilmediği sürece adi senetlerle resmi senetler arasında kural olarak ispat gücü
bakımından bir farklılık bulunmamaktadır; her iki tür senet de kesin delildir. Ancak imza inkarı
söz konusu olduğunda resmi senetler, adi senetlerden daha güçlü bir kesin delildir. Resmi
senede dayanarak bir iddiasını ispatlamak isteyen taraf, senedin doğruluğunu ayrıca ispat
etmek zorunda değildir. aleyhine delil olarak kullanılmak istenen kişi, bu senedin kendisi
tarafından imzalanmadığını ileri sürse ve senedi inkar etse bile, bu resmi senedin mahkemece
delil olarak kullanılmasını engellemez. Resmi senetler de kesin delil teşkil eder. Düzenleme
şeklindeki noter senetleri, sahteliği ispat olunmadıkça kesin delil sayılırlar (m. 204/1).
İlgililerin beyanına dayanılarak noterlerin tasdik ettikleri senetlerle (onaylama biçimindeki
noter senetleri) diğer yetkili memurların görevleri içinde usulüne uygun olarak düzenledikleri
belgeler, aksi ispatlanıncaya kadar kesin delil sayılırlar (m. 204/2).

Resmi senetlerde sahtelik iddiası nasıl ileri sürülebilir? Ön sorun şeklinde ileri sürülebilir
mi?

Resmî bir senetteki yazı veya imzayı inkâr eden tarafın bu iddiası, ancak ilgili evraka
resmiyet kazandıran kişiyi de taraf göstererek açacağı ayrı bir davada (sahtelik davasında)
incelenip karara bağlanabilir; yani kişi aleyhine açılan davada resmi senedin sahte olduğuna
ilişkin ön sorun şeklinde sahtelik iddiasında bulunamaz. Sahtelik davası ile ileri sürülmesi
zorunludur. Asıl davaya bakan hâkim, gerekirse bu konuda imza veya yazıyı inkâr eden tarafa,
dava açması için iki haftalık kesin bir süre verir (m. 208/4). Taraf bu süre içinde sahtelik davası
açmazsa, resmi senedin sahte olduğu iddiasından vazgeçmiş sayılır; bu halde esas davaya
bakan mahkeme davaya devam ederek kararını verir.

Resmi senetlerde sahtelik iddiasının görülmekte olan davaya etkisi nasıldır?

Resmi senetlerdeki yazı veya imza inkar edildiğinde (yani sahtelik davası açıldığında) senetteki
yazı ve imzanın sahteliği, ancak mahkeme kararıyla sabit olduğu takdirde, bu senet herhangi
bir işleme esas alınmaz (m. 209/2). Taraf sahtelik davası açarsa, esas davanın açıldığı
mahkeme, sahtelik davasının sonuçlanmasını bekletici sorun yapar. Resmi senetler hakkındaki
sahtelik davası da m. 211’e göre incelenir. Resmi bir senedin sahte olduğuna dair karar
kesinleştikten sonra, resmi senedin altına sahte olduğu yazılarak senet iptal olunur (m. 212)6.

Resmi senedin sahte olmadığına dair hukuk mahkemesince verilen karar kesinleştikten sonra,
söz konusu resmi senet hakkında ceza mahkemesinde de sahtelik iddiası dinlenmez (m. 214/1).

İmza veya yazıyı inkar eden taraf iki haftalık kesin süre içinde sahtelik davası açmak
yerine savcılığa suç duyurusunda bulunursa üzerine düşen yükümlülüğü yerine getirmiş
sayılır mı?

Kanunun gerekçesinde sahtelik davasının mutlaka hukuk mahkemesinde açılması gerektiğine


dair herhangi bir sınırlama yer almamaktadır. Doktrinde bir görüşe göre, imza veya yazılı inkar
eden taraf doğrudan ceza davası açamayacağından, savcılığa suç duyurusunda bulunduğu
takdirde ceza davası açılması için üzerine düşen yükümlülüğü yerine getirmiş sayılmalıdır.
6
Sahtelik iddiası sonunda haksız çıkan taraf kötü niyetli ise bu sebeple ertelenen her bir duruşma için celse
harcına ve talep hâlinde bu sebeple diğer tarafın uğradığı zararları tazmin etmeye mahkûm edilir (m. 213/1).
Aksi takdirde taraf, Kanunda açık bir hüküm olmadığı halde hukuk mahkemesinde sahtelik
davası açmaya zorlanmış olacak; söz konusu durum da sahtelik davasını açmak için gerekli
harç ve yargılama giderlerini karşılayamayan tarafın hak arama özgürlüğünün kısıtlanmasına
sebep olabilecektir.

Resmi senetlerde sahtelik iddiasının icra takiplerine etkisi nasıldır?

Alacaklının elindeki resmi senede dayanarak genel haciz yoluyla takip başlatması halinde,
borçlu resmi senetteki imzanın kendisine ait olmadığını sadece genel mahkemede sahtelik
davası açarak ispat edebileceğinden, kendisine tebliğ edilen ödeme emrinde imzaya itiraz
edemez. Resmi senetler hakkında savcılık nezdinde suç duyurusunda bulunulması da tek başına
ve doğrudan doğruya icra takibini durdurmaz.

Alacaklı elindeki resmi senede dayanarak genel haciz yoluyla takip başlatmış; borçlu ise o
senetle ilgili olarak hukuk mahkemesinde sahtelik davası açmış olabilir. Bu ihtimalde, borçlu
sahtelik davasını kazandığı takdirde, icra takibinin durması için hukuk mahkemesinin kararının
kesinleşmesi gerekmemektedir. Kanunda resmi senetlerdeki yazı veya imzanın sahteliğinin
ancak mahkeme kararıyla sabit olması halinde, o senedin herhangi bir işleme esas
alınmayacağı belirtilmiş olmakla birlikte, ‘’mahkeme kararıyla sabit oluncaya kadar’’ ifadesi
hükmün şekli anlamda kesinleşmesi olarak anlaşılmamalıdır. Dolayısıyla hukuk mahkemesi
resmi senedin sahte olduğuna karar verirse, o senede dayanılarak başlatılan icra takibi
kendiliğinden durmalıdır. Hukuk mahkemesinin kararının şekli anlamda kesinleşmesine kadar
icra takibine devam edileceği kabul edildiği takdirde, sahtelik iddiasında bulunan takip
borçlusunun aleyhine telafisi mümkün olmayan zararlar doğabilir.

Aynı şekilde ceza davasında senedin sahte olduğuna karar verilirse, icra takibinin durması için
ceza mahkemesinin mahkumiyet kararının kesinleşmesi gerekmez. Ceza mahkemesi senedin
sahte olduğuna karar verdiği takdirde, resmi senede dayanarak başlatılan icra takibi
kendiliğinden durmalıdır. Yargıtay 12. HD, m. 209/2’deki ‘’mahkeme kararı ile sabit olunca’’
ifadesini ceza mahkemesinin kararının şekli anlamda kesinleşmesi şeklinde anlamamak
gerekir. Ancak ceza mahkemesi resmi senette sahtecilik suçundan mahkumiyet kararı verse
bile, bu karar takibi kendiliğinden durdurmaz, icra takibinin durması için ceza mahkemesinin
mutlaka ihtiyati tedbir kararı vermesi gerekir.

Sahtelik iddiasında bulunan taraf mahkemenin verdiği iki haftalık kesin süre içinde
sahtelik davası açmazsa ne olur?

Bir görüşe göre, iki hafta içinde sahtelik davası açmayan taraf sahtelik iddiasından vazgeçmiş
sayılır ve esas davanın açıldığı mahkeme davaya devam ederek karar verir.

Diğer görüşe göre, iki haftadan sonrada sahtelik davası açılabilir. Ancak sahtelik davasının
Kanunda öngörülen kesin süre geçtikten sonra açılmasının yaptırımı, asıl davaya bakan
mahkemenin sahtelik davasını bekletici sorun yapma zorunluluğunun ortadan kalkması
şeklinde ortaya çıkmaktadır.

Adi Senetler

Resmi bir makam veya memurun katılması olmaksızın düzenlenen senetlere adi senetler denir.
Senette nelerin bulunması ve senedin şeklinin nasıl olması gerektiği HMK’nda tam olarak
belirtilmemiştir. Senet metninin belgelendirdiği hukuki işlem hakkında tam bir bilgiyi içermesi
ve senedin altının, senet aleyhine delil teşkil edecek kişi tarafından el yazısıyla imza 7 edilmesi
gerekir (BK m. 14-15). Görme engellilerin talepleri halinde imzalarında tanık aranır. Aksi
takdirde görme engellilerin imzalarını el yazısı ile atmaları yeterlidir (BK m. 15/III). Senet
metninin, senet kendisine karşı delil teşkil edecek kişi tarafından yazılmış olması gerekli
değildir; senedin o kişinin imzasını taşıması yeterlidir.

İmzalı bir mektup da senet olabilir. Bir senedin kesin delil teşkil edebilmesi, her şeyden önce
sahte olmamasına bağlıdır. Mahkeme huzurunda ikrar olunan veya mahkemece inkâr edenden
sadır olduğu kabul edilen adi senetler, aksi ispat edilmedikçe kesin delil teşkil eder (m. 205/1).
Taraflardan biri, kendisi tarafından düzenlendiği iddia edilen bir belgedeki yazı veya imzayı
inkâr etmek isterse, sahtelik iddiasında bulunmalıdır; aksi hâlde belge, aleyhine delil olarak
kullanılır (m. 208/1). Bir adi senedin sahteliğini iddia eden kimse, bunu aynı mahkemede ön
sorun şeklinde ileri sürebilir veya ayrı bir dava açabilir (m. 208/3).

Adi bir senetteki yazı veya imza inkâr edildiğinde, bu konuda bir karar verilinceye kadar, o
senet herhangi bir işleme esas alınamaz (m. 209/1); yani senet delil olarak kullanılamaz.
Senede dayanılarak verilmiş olan ihtiyati tedbir, o senet hakkındaki sahtelik iddiasından
etkilenmez ve gerektiğinde senet sahibi haklarının korunması için yeni tedbirler talep edebilir
(m. 209/3). Burada ayrım yapılmadığı için hem resmi senetler hem de adi senetler bakımından
sonuç geçerlidir. Bu hüküm, sahteliği iddia edilen senede dayanılarak sahtelik iddiasından önce
mahkemelerce verilmiş olan ihtiyati tedbirlere özgü olup ihtiyati hacizleri kapsamaz. Örneğin,
sahteliği iddia olunan senede dayanılarak önceden verilen ihtiyati tedbir bir malın
muhafazasına ilişkinse sahtelik iddiasında bulunulduktan sonra mahkeme, o malların muhafaza
şeklinin değiştirilmesi hakkında, durumun gerektirdiği yeni bir ihtiyati tedbire karar verebilir.

Adi senetteki sahtelik iddiası nasıl incelenir?

Bir belgenin sahteliğinin iddia edilmesi durumunda, bu hususta karşı tarafın açıklamaları da
dikkate alınarak, aşağıdaki sıra ile inceleme yapılarak öncelikle karar verilir: Hakim ilk önce
inkar edilen imza hakkında tarafları dinler ve tarafların gösterdikleri delillerle bir kanaat
edinmeye çalışır; yeterli kanaate ulaşırsa, senedin kabul veya reddine karar verir. İmzayı inkar
eden taraf duruşmada hazır değilse hakim, imzayı inkar eden tarafı isticvap eder. İsticvap için
mahkemeye davet edilen taraf, belirtilen günde hazır bulunmadığı takdirde, inkâr etmiş olduğu
belgedeki yazı veya imzayı ikrar etmiş sayılır; bu husus kendisine çıkartılacak davetiyede
ayrıca ihtar edilir (m. 211/a, c. 3). Hâkim, yazı veya imzayı inkâr eden tarafı isticvap ettikten
sonra bir kanaat edinememişse, huzurda bu kişiye yazı yazdırıp imza attırmak suretiyle elde
ettiği belge ve diğer delilleri değerlendirir. Hâkim, sahtelik konusunda başka bir incelemeye
gerek duymadan karar verebilecek durumda ise gerekçesini açıkça belirtmek suretiyle, senedin
sahteliği hakkında bir karar verir (m. 211/a, c.1 ve c. 2). Yaptığı incelemeye rağmen, hâkimde
sahtelik konusunda kesin bir kanaat oluşmamışsa, bilirkişi incelemesine karar verir (m. 211/b,
c. 1). Bilirkişi incelemesinden önce, mevcutsa, o tarafa ait olan karşılaştırma yapmaya elverişli
yazı ve imzalar (uygulamaya elverişli imzalar da denir), ilgili yerlerden getirtilir (m. 211/b, c.
2). İnceleme sonucunda hakim, inkar edilen imzanın inkar eden tarafa ait olduğu kanısına
7
İmzanın, borç altına girenin el yazısıyla atılması zorunludur. Ancak bunun ne şekilde olacağı konusunda ayrı bir
şekil şartı yoktur. Kişi kendisine özgü, belirli karakterleri içeren sembolleri göstererek imza atabileceği gibi ad ve
soyadını yazmak suretiyle de imzasını atabilir.
varırsa, adi senedin sahte olmadığına karar verir; bu halde adi senet o davada kesin delil teşkil
eder. Hakim, inkar edilen imzanın inkar eden tarafa ait olmadığı (sahte olduğu) kanısına
varırsa, adi senedin iptaline karar verir, bu halde davada o adi senet yok sayılır; delil olarak
değerlendirilemez8.

Uygulamaya elverişli imza ne demektir?

Bilirkişi incelemesinden önce, mevcutsa, o tarafa ait olan karşılaştırma yapmaya elverişli yazı
ve imzalara uygulamaya elverişli imzalar denir. Uygulamaya elverişli imzalar: 1) Tarafların
dava konusu adi senetteki imzayı inkar etmiş olan tarafından imzalandığı hususunda
anlaştıkları her çeşit belgedeki imzalar 2) Adi senetteki imzayı inkar eden tarafın bir resmi
senetteki imzası 3) İmzayı inkar edenin memuriyeti gereği olarak imzaladığı belgelerdeki
imzaları.

Bir adi senedin kendisi tarafından vücuda getirildiği iddia edilen kişi (borçlu), bu adi senede
dayanarak aleyhine dava açılmasını beklemeden, senetteki imzanın kendisine ait olmadığının
(sahte olduğunun) tespiti için ayrı bir sahtelik davası (menfi tespit davası) da açabilir (m.
208/3). Ancak açılmış bir davada adi senedin sahteliği incelenmekte ise, ayrı bir sahtelik davası
açmakta hukuki yarar yoktur.

Belgenin (senedin) sahte olmadığına dair hukuk mahkemesince verilen karar kesinleştikten
sonra, söz konusu belge hakkında ceza mahkemesinde de sahtelik iddiası dinlenmez (m.
214/1).

Adi senetlerde sahtelik iddiasının görülmekte olan davaya etkisi nasıldır?

Adi bir senetteki yazı veya imza inkâr edildiğinde, bu konuda bir karar verilinceye kadar, o
senet herhangi bir işleme esas alınamaz (m. 209/1); yani senet delil olarak kullanılamaz. Bir adi
senede dayanarak başlatılan genel haciz yoluyla takipte senetteki imzaya itiraz edilmiş ve
alacaklı icra mahkemesinden itirazın geçici kaldırılmasını talep etmişse, icra mahkemesi genel
mahkemede görülmekte olan sahtelik davasını bekletici mesele yapabilir. Sahtelik iddiasının
ayrı bir davaya konu olması, bu dava hakkında her halükarda bekletici sorun kararı verilmesini
gerektirmez. Ancak Yargıtay icra mahkemesinin sahtelik iddiasını inceleme yetkisinin genel
mahkemeye göre daha sınırlı olduğunu bu nedenle genel mahkeme kararının her halükarda
bekletici sorun yapılması gerektiğini belirtmektedir. Ancak doktrinde icra mahkemesinin ve
genel mahkemelerin sahtelik incelemesi konusundaki yetkileri aynı olduğu ve n. 211’deki
sıraya göre inceleme yapılabileceği belirtilmektedir

Adi senetlerde sahtelik iddiasının icra takibine etkisi nasıldır?

Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 209’uncumaddesininde, yazı veya imza inkârının sonucu


düzenlenmektedir. Buna göre, adî senetteki imza veya yazı, sahibi tarafından inkâr edilirse, bu
mahkemece bir karar verilene kadar, o senet herhangi bir işleme esas alınamaz (HMK m.
209/1). Resmî senetlerdeki yazı veya imza inkâr edildiğinde, senetteki yazı veya imzanın
sahteliği, ancak mahkeme kararıyla sabit olursa, bu senet herhangi bir işleme esas alınamaz
(HMK m. 209/2). Görüldüğü üzere HMK’ya göre adî senedin sahteliğinin iddia edilmesi o
8
Sahtelik iddiası sonunda haksız çıkan taraf kötüniyetli ise bu sebeple ertelenen her bir duruşma için celse harcına
ve talep hâlinde bu sebeple diğer tarafın uğradığı zararları tazmin etmeye mahkûm edilir (m. 213/1). Ayrıca resmi
senetteki imza veya yazı inkar edildiğinde, hükmolunacak harç miktarı iki katı olarak uygulanır (m. 213/2).
senedin bir işlemde kullanılmaması için yeterlidir. Ancak Kanun, resmi senetlerin adî senetlere
göre daha güvenilir olmasından dolayı, senedin kullanılmamasını sahteliğin mahkeme kararı ile
tespit edilmesi koşuluna bağlamıştır.
Borçlu, hakkındaki senedin sahte olduğuna ilişkin sahtelik davası açabileceği gibi, açılmış bir
davada sahtelik iddiasında da bulunabilir. Sahtelik davası da, niteliği itibariyle bir menfi tespit
davasıdır. Ancak takibin dayanağı olan senedin sahteliğinin iddia edilmesi durumunda, takibe
nasıl etki edeceği konusunda, HMK m. 209’un mu yoksa İİK m. 72’nin mi uygulanacağının
tespiti gerekmektedir. Her iki kanunda da icra takibinin durması farklı şekilde düzenlendiği
için bu tespitin yapılması önem kazanmaktadır. Takibe konu olan senedin sahteliğinin iddia
edilmesi durumunda, HMK m. 209 hükmünün uygulanacağı kabul edilirse, alacaklının elindeki
senede dayanarak başlattığı icra takibinde, sahtelik davası açıldığına veya sahtelik iddiasında
bulunulduğuna ilişkin bir belgenin icra dairesine verilmesi üzerine, icra müdürü takibin
durdurulmasına karar verir. Takibin durdurulması için İİK m. 72’deki gibi ihtiyati tedbir kararı
alınması gerekmez. Zira böyle bir durumda, takibin durması emredici hüküm olduğundan, bu
sonuç kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Bununla birlikte icra takibinin durdurulmasına karar
verilmesi için teminat da aranmaz. Sahtelik iddiasında bulunulması veya sahtelik davası
açılması halinde, ihtiyati tedbir kararı ile icra takibinin durdurulacağının kabulü, kanunun açık
hükmüne aykırılık teşkil eder. Buna karşılık senedin sahteliği iddiasıyla açılan menfi tespit
davasının İİK m. 72’ye tabi olduğu kabul edilirse, bu davanın takipten önce açılması halinde,
teminat karşılığında, ihtiyati tedbir yoluyla, takibin durmasına karar verilebilecektir. Ancak
takipten sonra sahtelik davası açılması halinde, teminat karşılığında dahi takibin durdurulması
mümkün değildir. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden önce, sahtelik
iddiasının icra takibine etkisinin HUMK m. 317’ye göre değerlendirileceği konusunda gerek
doktrinde gerekse Yargıtay kararlarında görüş birliği bulunmaktaydı. Ancak Hukuk
Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden sonra, bu konuda doktrinde farklı görüşler
savunulmaya başlanmıştır.
İlk görüşe göre, borçlunun alacaklının takip konusu yaptığı senedin sahte olduğunun tespiti
için hukuk mahkemesinde açtığı tespit davası da İİK m. 72 anlamında bir menfi tespit
davasıdır. Bu nedenle sahtelik davasının icra takibine etkisi, HMK m. 209/1 hükmüne değil İİK
m. 72 hükmüne tâbidir. HMK m. 209/1 hükmündeki ‘’adî senetteki imza, sahibi tarafından
inkâr edilirse, bu mahkemece bir karar verilene kadar, o senet herhangi bir işleme esas
alınamaz’’ hükmü, icra takipleri hakkında uygulanmaz. Çünkü İİK, imzaya itirazı ayrıca
düzenlemiştir. İİK’nın bu hükümleri, HMK m. 209/1 hükmüne oranla özel hüküm
niteliğindedir. Sahtelik iddiasının imza inkârı dışındaki bir nedene dayanması hali ise,
borçlunun borçlu olmadığını iddia etmesi demektir. Borçlunun borçlu olmadığını ispat etmek
için hukuk mahkemelerinde açtığı sahtelik davası, İİK m. 72’de düzenlenmiş olan menfi tespit
davası olduğundan, bu dava hakkında da İİK’nın 72’nci maddesinin uygulanması zorunludur.
İmzaya itiraz dışındaki nedenlerle açılan sahtelik davası hakkında da, genel nitelikte olan 6100
sayılı HMK’nın 209’uncu maddesinin uygulama yeri yoktur.
Diğer bir görüşe göre, HMK m. 209/1’deki düzenleme özel hüküm teşkil ettiğinden, sahtelik
iddiasında bulunulması ya da sahtelik davası açılması durumunda, İİK m. 72 uygulama alanı
bulamayacaktır. Dolayısıyla, sahtelik iddiası dışındaki diğer tüm sebeplere dayanılarak açılan
menfi tespit davaları İİK m. 72’nin kapsamına girerken, sahtelik sebebine dayanan menfi tespit
davası HMK m. 209’daki özel düzenlemenin konusunu oluşturur ve bu tür bir iddia ya da
davanın icra takibine etkisi de İİK m. 72’ ye göre değil, HMK m. 209’ a göre belirlenir.
Başka bir görüşe göre ise, borçluya, adi senetlere dayalı olarak hakkında yapılan tüm takipleri
sahtelik iddiasında bulunarak kolaylıkla durdurabilme imkânının tanınmış olması, bu suretle
takiplerin durmasını sağlayan kötü niyetli borçluların sahip oldukları malları alacaklılardan
kaçırmalarına neden olması bakımından sakıncalı olmuştur. HMK m. 209/1’e icra takibine
konu olan adi senetler hakkındaki İİK’nın 68a, 169a ve 170 hükümlerinin saklı olduğu veya hiç
değilse icra takibine konu olan kambiyo senetleri hakkındaki 169a ve 170 hükümlerinin saklı
olduğu hükmü eklenmiş olsaydı, alacaklıların zarar görmemesi sağlanmış olurdu. Ancak şu
haliyle, sahtelik iddiaları hakkında hem Hukuk Muhakemeleri Kanunu ve hem de İcra ve İflâs
Kanunu birer genel kanun olmaları nedeniyle, ‘’yeni kanun’’ ya da ‘’sonraki kanun’’
durumunda bulunan HMK m. 209/1 hükmünün öncelikle uygulanması ve bunun sonucu olarak
da ne İİK m. 72 ve ne de İİK m. 169a ve 170 hükümlerinin (kambiyo senetlerine dayalı
takiplerde) sahtelik iddiasının ileri sürüldüğü durumlarda, uygulanmasının düşünülmemesi
gerekir. Belirtilen nedenlerle, sahtelik iddiasının ileri sürüldüğü gerek borca itirazlarda (İİK m.
168/5, 169, 169a) gerekse imzaya itirazlarda (İİK m. 168/4, 170) sahtelik iddiasının icra
takibine etkisinin, HMK m. 209/1 çerçevesinde değerlendirilmesi yasa tekniğine daha uygun
olacaktır.
HMK’nın yürürlüğe girmesinden sonra, takibin dayanağını oluşturan senede ilişkin imza
sahteliğinde bulunulması halinde, HMK m. 209’a göre mi yoksa, İİK m. 170’e göre mi
değerlendirme yapılacağı konusunda doktrindeki tartışmaların yanı sıra, Yargıtay 12. Hukuk
Dairesi ile Yargıtay 19. Hukuk Dairesi arasında da görüş ayrılıkları ortaya çıkmıştır. Yargıtay
12. Hukuk Dairesi, eski içtihatlarından dönerek yeni kararlarında HMK m. 209’daki
düzenlemenin kambiyo senetlerinde imzaya itirazın sonucunu düzenleyen İİK m. 170 hükmü
karşısında genel hüküm olduğunu ve imza sahteliği iddiası halinde icra takibinin
durmayacağını içtihat etmiştir. Yargıtay 12. Hukuk Dairesi, senedin sahteliğinin incelenmesine
ilişkin olarak, HMK. 209/1’i kapsamı itibariyle ikiye ayırmıştır. Bunlardan birincisi senetteki
imzanın inkâr edilmesi, diğeri ise yazının inkârıdır. Yüksek mahkeme kararını şu şekilde
açıklamıştır: ‘’Kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla icra takibinde imzaya itiraz, İcra ve
İflâs Kanunu’nun 170’inci maddesinde açıkça düzenlenmiştir. İcra ve İflâs Kanunu, icra takip
hukuku açısından Hukuk Muhakemeleri Kanunu'na göre özel kanun olup, takip hukukuna
ilişkin uyuşmazlıklarda öncelikle İcra ve İflâs Kanunu hükümlerinin, bu kanunda hüküm
bulunmayan durumlarda ise anılan kanuna aykırılık teşkil etmemek koşuluyla genel nitelikte
olan Hukuk Muhakemeleri Kanunu hükümlerinin uygulanması gerekir. Buna göre, imzanın
inkârı nedenine dayalı sahtelik iddiası hakkında, HMK m. 209’a göre özel bir hüküm olan
İİK’nın 170. maddesi uygulanacaktır. İmzanın inkârı nedenine dayalı sahtelik iddiası hakkında
genel nitelikte olan 6100 Sayılı HMK’nın 209’uncu maddesinin uygulama yeri yoktur. İmzaya
itiraz hakkında uygulanması gereken İİK’nın 170’inci maddesinin 1’inci fıkrası uyarınca satış
dışında hiçbir takip işlemi durmaz. Buna karşılık, kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla
icra takibinde, yazının sahteliği konusunda, İİK’da özel bir hüküm bulunmamaktadır. Bu
nedenle, sorunun çözümü için 6100 Sayılı HMK’nın209’uncu maddesinin uygulanması
gerekir. Sahtelik iddiasının imza inkârı dışındaki bir nedene dayanması halinde, 6100 Sayılı
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 209’uncu maddesinin 1’inci fıkrasının amir hükmü gereği
icra takibi olduğu yerde durur’’.
Yargıtay 19. Hukuk Dairesi ise 12. Hukuk Dairesinden farklı olarak, HMK m. 209’un
uygulanması bakımından senedin kambiyo senedi olup olmaması arasında bir fark
gözetmemekle birlikte, sahtelik iddiası veya davasının söz konusu olması halinde, İİK m.
72’nin değil, HMK m. 209/1 hükmünün uygulanacağına karar vermiştir.
Doktrinde bir görüş: Yargıtay 19. HD görüşü daha uygundur. HMK m. 209/1 ile İİK m. 170/1
arasında özel hüküm genel hüküm ilişkisi yoktur. HMK m. 209/1 sahtelik iddiasına dayanan
menfi tespit davasının sonucunu düzenleyen özel hüküm iken İİK m. 170/1 sadece icra
takibinde imzaya itirazın sonucunu düzenlemektedir. Yani ortada menfi tespit davasının
sonucunu düzenleyen iki hüküm yoktur k, aralarında hangisinin diğerine göre özel hüküm
niteliğinde olduğu tartışma konusu olabilsin.
Suç duyurusunda bulunulmasının ve ceza mahkemesinde sahtecilik davası açılmasının
icra takibine etkisi nasıldır?

Bir senet hakkında sahtecilik iddiasıyla savcılığa başvurulması ve ceza mahkemesinde


sahtecilik iddiasıyla dava açılması hallerinde HMK m. 209 uygulama alanı bulup bulmayacağı
tartışmalıdır. HMK m. 209/1, sahtecilik suçu sebebiyle ceza mahkemesinde kamu davası
açılması halinde uygulama alanı bulur ve sahteliği iddia olunan senede dayanılarak yapılan icra
takibi kendiliğinden durur. Bu sonucun doğması için bir mahkeme kararına da gerek yoktur.
Yargıtay 12. HD de sahtecilik suçundan kamu davası açılması halinde de HMK m. 209/1
uygulama alanı bulacağını ve sahteliği iddia olunan senede dayanılarak başlatılan icra takibinin
kendiliğinden duracağını kabul etmiştir. Aynı daire yeni kararlarında ise, ceza davasının
açılmış olmasının yetmeyeceği, sahtecilik davasının imzada sahtecilik dışındaki bir sebebe
dayanılarak açılması halinde icra takibinin duracağı, imza sahteciliği iddiasının söz konusu
olması halinde ise kambiyo senedine dayanan icra takibinin durmayacağı görüşünü
benimsemiştir. Yargıtay 19. HD ise böyle bir ayrımdan söz etmeksizin ceza mahkemesinde
sahtecilik suçundan dava açılmış olması halinde HMK m. 209 gereği icra takibinin durması
gerektiğine karar vermiştir.

İcra takibinin konusunu adi senet oluşturuyorsa ve borçlu hukuk mahkemesinde sahtelik
davası açmak yerine sadece savcılığa müracaat ederek ceza davası açılmasını sağlarsa
ceza davasının icra takibine etkisi nasıl olur?

Bir görüşe göre, sahtecilik suçu nedeniyle ceza mahkemesinde kamu davası açıldığında HMK
m. 209 uygulanmalı ve icra takipleri kendiliğinden durmalıdır.

Diğer görüşe göre, ceza mahkemesinde sahtecilik davası açılması halinde icra takibi
kendiliğinden durmamalı; borçlu hukuk mahkemesinde menfi tespit davası açarak, İİK m.
72’ye göre ihtiyati tedbir kararı istemelidir.

Yargıtay, sahtelik nedeniyle açılan menfi tespit davası gibi, savcılığa yapılan şikayet ve ceza
mahkemesinde açılan dava da kendiliğinden icra takibini durdurmaz ve bekletici sorun
yapılamaz. Savcılık veya ceza mahkemesince tedbir kararı verilirse icra takibi durdurulabilir.

BELGELERİN MAHKEMEYE VERİLMESİ (İBRAZI) ZORUNLULUĞU

Elinde belge olan herkes bu belgeyi mahkemeye ibraz etmek zorunda mıdır?
Taraflar, davada dayandıkları senedin aslını, dilekçeler aşamasında, ön inceleme aşamasında
veya tahkikat aşamasında mahkemeye verebilir. Belgenin sadece örneğinin mahkemeye
verildiği durumlarda, mahkeme kendiliğinden veya taraflardan birinin talebi üzerine belgenin
aslının verilmesini de isteyebilir (m. 216/1). Belgenin aslını elinde bulunduran taraf, üçüncü
kişi veya resmî makamlar, istenmesi hâlinde bunu mahkemeye vermek zorundadır (m. 216/2).
Mahkeme, belge aslının verilmesi durumunda, belgenin saklanması için gerekli tedbirleri
(mahkeme kasasında saklanır) alır veya istendiğinde tekrar verilmek üzere belgeyi ibraz edene
geri verebilir (m. 216/3). Taraflardan biri elindeki belgenin aslını mahkemeye verirse, bu
belgenin geri verilmesini talep edebilir. Bu takdirde hâkim, belgenin aslının verilip
verilmeyeceğine karar verir. Geri verilmesine karar verildiğinde, aslına uygun olduğu
mahkeme mührü ve yazı işleri müdürünün imzasıyla onanmış örneği dosyaya konur (m.
216/4).

Yabancı dilde yazılmış belgeye dayanan taraf, tercümesini de mahkemeye sunmak zorundadır.
Mahkeme kendiliğinden veya diğer tarafın talebi üzerine, belgenin resmî tercümesini de
isteyebilir (m. 223).

Taraflar, kendilerinin veya karşı tarafın delil olarak dayandıkları ve ellerinde bulunan tüm
belgeleri mahkemeye ibraz etmek zorundadırlar (m. 219/1, c. 1). Taraf karşı tarafın açık izni
olmadıkça, delil olarak dayandığı senede dayanmaktan vazgeçemez (m. 196). Elektronik
belgeler ise belgenin çıktısı alınarak ve talep edildiğinde incelemeye elverişli şekilde elektronik
ortama kaydedilerek mahkemeye ibraz edilir (m. 219/1, c. 2). Ticari defterler gibi devamlı
kullanılan belgelerin sadece ilgili kısımlarının onaylı örnekleri mahkemeye ibraz edilebilir (m.
219/2).

Belgenin mahkemeye getirilmeden incelenmesi mümkün müdür?

Mahkemeye getirilmesi zor veya sakıncalı olan belgelerin hakim veya görevlendireceği
bilirkişi tarafından yerinde inceleneceği kabul edilmiştir (m. 218/1). Mahkemenin belge aslının
yerinde incelenmesine engel olunması halinde sebep olunan giderler ve 500-5000 TL disiplin
para cezası uygulanır. Gerektiğinde zor kullanılmasına da karar verilebilir (m. 218/2).

İbrazı istenen belge elinde olan taraf belgeyi ibraz etmezse ne olur?

İbrazı istenen belgenin, ileri sürülen hususun ispatı için zorunlu ve bu isteğin kanuna uygun
olduğuna mahkemece kanaat getirildiği ve karşı taraf da bu belgenin elinde olduğunu ikrar
ettiği veya ileri sürülen talep üzerine sükut ettiği yahut belgenin var olduğu resmî bir kayıtla
anlaşıldığı veya başka bir belgede ikrar olunduğu takdirde, mahkeme bu belgenin ibrazı için
kesin bir süre verir (m. 220/1). Mahkemece, ibrazı istenen belgenin elinde bulunduğunu inkâr
eden tarafa, böyle bir belgenin elinde bulunmadığına, özenle aradığı hâlde bulamadığına ve
nerede olduğunu da bilmediğine ilişkin yemin (inkar yemini) teklif edilir (m. 220/2). Belgeyi
ibraz etmesine karar verilen taraf, kendisine verilen sürede belgeyi ibraz etmez ve aynı sürede,
delilleriyle birlikte ibraz etmemesi hakkında kabul edilebilir bir mazeret göstermez ya da
belgenin elinde bulunduğunu inkâr eder ve teklif edilen yemini kabul veya icra etmezse,
mahkeme, duruma göre belgenin içeriği konusunda diğer tarafın beyanını kabul edebilir (m.
220/3).
Belgeyi ibraz etmek zorunda olanlar tanıklıktan çekinme hakkını kullanarak belge
ibrazından kaçınabilir mi?

Mahkeme, üçüncü kişi veya kurumun elinde bulunan bir belgenin taraflarca ileri sürülen
hususun ispatı için zorunlu olduğuna karar verirse, bu belgenin ibrazını emreder (m. 221/1).
Belgeyi ibraz etmesine karar verilen herkes, elindeki belgeyi ibraz etmek; belgeyi ibraz
edememesi hâlinde ise bunun sebebini delilleri ile birlikte açıklamak zorundadır. Mahkeme
yapılan açıklamayı yeterli görmezse, bu kimseyi tanık olarak dinleyebilir (m. 221/2). Belgeyi
ibraz zorunda olanlar, tanıklıktan çekinmeye ilişkin hükümlere göre, belgeyi ibrazdan veya bu
konudaki tanıklıktan çekinebilirler. Belgeyi ibraz veya bu konuda tanıklık yapmak zorunda
olanlar hakkında, tanıklara ilişkin hükümler uygulanır (m. 221/3). Tarafın ibrazdan kaçınmak
için ileri sürebileceği mazeretler arasında özel hayatın gizliliği, cezai sorumluluğun doğması,
ticari sırlar ve işletme sırlarının bulunması, Devlet sırrının bulunması ve meslek sırrının
bulunması örnek olarak verilebilir.

TİCARİ DEFTERLERLE İSPAT (m. 222)

Kesin delille ispat zorunluluğu bulunması halinde ticari defterlere dayanılabilir mi?

Ticari davalarda da deliller ile bunların sunulması HMK hükümlerine tabidir (TK m. 4/2).
Senet (kesin delil) ile ispat zorunluluğuna ilişkin ana kurallar ticari işlemlerde de uygulanır.
İspat edilecek ticari işlemin senet (kesin delil) ile ispatı zorunlu değil ise, böyle bir hukuki
işlem takdiri veya kesin her türlü delil ile (örneğin tanık) ispat edilebilir. İspat edilirse artık
ticari defterlerle ispat yoluna başvurmaya gerek yoktur; ispat edilemez veya ispat edilmek
istenmezse, ticari defterle de ispat edilebilir. İspat edilecek ticari işlemin senet (kesin delil) ile
ispatı zorunlu ise, böyle bir hukuki işlem ancak senet (kesin delil) ile ispat edilebilir. İspat
edilirse artık ticari defterlerle ispat yoluna başvurmaya gerek yoktur; kesin deliller (senet, ikrar,
yemin) ile ispat edilemez veya ispat edilmek istenmezse, ticari defterle de ispat edilebilir.

Ticari defterlerle ispat neden TTK da yer almamıştır?

Her tacir, gerekli ticari defterleri tutmak zorundadır (TK m. 18/1, 64/1). Ticari defterlerle ispat,
ETK’nda düzenlenmiş idi. Fakat modern kanunlarda benzer hükümler yer almadığı
gerekçesiyle TTK’na alınmamıştır.

Taraflar delil olarak dayanmamışsa mahkeme kendiliğinden tarafların ticari


defterlerinin ibrazına karar verebilir mi?

Mahkeme, ticari davalarda tarafların ticari defterlerinin ibrazına kendiliğinden veya taraflardan
birinin talebi üzerine karar verebilir (m. 222/1; TK m. 83/1). TTK m. 85’de yer alan ‘’
malvarlığı hukukuna ilişkin olan, özellikle de mirasa, mal ortaklığına ve şirket tasfiyesine
ilişkin uyuşmazlıklarda mahkeme, ticari defterlerin teslimine ve bütün içeriklerinin
incelenmesine karar verebilir’’ hükmü ile teyit edilmiştir.

Ticari defterlerin delil olarak değerlendirilebilmesi için aranan en temel şartlar nedir?

Ticari defterlerin, ticari davalarda delil olarak kabul edilebilmesi için, kanuna göre eksiksiz ve
usulüne uygun olarak tutulmuş, açılış ve kapanış onayları yaptırılmış ve defter kayıtlarının
birbirini doğrulamış olması şarttır (m. 222/2).
Ticari deftere dayanılmasının hangi vakıanın ispatı bakımından gerekli olduğu gösterilmelidir.
Kanunda uyuşmazlığın ticari işletmeyle ilgili olması şartına açıkça yer verilmemişse de anılan
şartın aranması özellikle karşı tarafın veya üçüncü kişilerin sırlarını öğrenmeye yönelik
taleplerin önlenmesinde etkin bir rol oynayabilir.

Tutulması zorunlu olmayan defterlerin de ibrazı zorunlu mudur?

İbraz yükümlülüğünün kapsamına TTK gereğince tutulması zorunlu olan ticari defterler girdiği
gibi, tutulması zorunlu olmayan ticari defterler de dahildir. Ancak HMK m. 222 anlamında
delil teşkil edecek olanlar sadece onaya tabi defterlerdir.

Ticari defterlerin sadece ilgili kısımlarının onaylı örnekleri mahkemeye ibraz edilebilir (m.
219/2). HMK’nun senetlerin ibrazı zorunluluğuna dair olan hükümleri ticari işlerde de
uygulanır (TK m. 83/2).

Her davada ticari defterlere delil olarak dayanılabilir mi?

Ticari defterler sadece ticari davalarda HMK m. 222’de sevk edilen ispat gücünü haizdir.
Ancak ticari defterler her türlü ticari davada değil, tacirler arasında ve her iki tarafın ticari
defterlerine kaydetmesi gereken ticari işlerle ilgili uyuşmazlıklarda delil olarak kullanılabilir.
Bu yüzden taraflardan birinin veya her ikisinin tacir olmadığı davalarda ticari defterler HMK
m. 222 anlamında delil teşkil etmez. Buna göre, mutlak bir ticari dava olsa bile ticari defterlere
delil olarak dayanılabilmesi için her iki tarafın da tacir olması gerekir. Taraflardan sadece
birinin tacir olduğu durumlarda ticari defterlere HMK m. 222 anlamında delil olarak
dayanılamaz. Doktrinde bir görüş, taraflardan her ikisi de tacir olmadığı davalarda tacir olanın
tuttuğu ticari defterler, karşı taraf bakımından HMK m. 199 anlamında ‘’belge’’ teşkil eder ve
hakim bu defterlerdeki kayıtları serbestçe değerlendirir.

Ticari defterlerin tek başına delil değeri var mıdır?

Bu konu tartışmalı olup doktrinde genel olarak olumlu kabul edilmektedir. Yargıtay ise
alacağın dayandırıldığı faturalar ticari defterlerde kayıtlı olsa bile, defter kayıtlarının tek başına
alacağın varlığını ispatlamaya yeterli olmadığını; defter kayıtlarının dayanak belgelerle
desteklenmesinin zorunlu olduğunu kabul etmektedir.

Ticari defterlerin delil niteliği nedir? Kesin delil mi yoksa takdiri delil midir?

Tacirin kendi tuttuğu ticari defterler teknik anlamda senedin unsurunu taşımadığından HMK m.
200 anlamında senet değildir. Ancak kanun koyucunun ticari defterlere Kanunda sayılan şartlar
yerine gelmek kaydıyla ve tacirler arasındaki ticari işlerden kaynaklanan uyuşmazlıklarla sınırlı
olmak üzere kesin delil teşkil eder.

Ticari Defterlerin Sahibi Aleyhine Delil Olması

Açılış veya kapanış onayları bulunmayan ve içerdiği kayıtlar birbirini doğrulamayan ticari
defter kayıtları, sahibi aleyhine delil olur (m. 222/4).

I- Başka Delillerle Birlikte Diğer Tarafın Ticari Defterlerine Dayanılması


İspat yükü kendisine düşen taraf diğer delillerle birlikte diğer tarafın ticari defterlerine de
dayanırsa, diğer tarafın ticari defterlerinin mahkemeye ibrazı ve bunun sonuçları genel
hükümlere (HMK m. 220) tabidir.

II- Sadece Diğer Tarafın Ticari Defterlerine Dayanılması

(A), (B)’ye 50.000 lira borç vermiş, karşılığında senet almamıştır. Bu 50.000 liralık alacağı için
(B)’ye karşı dava açan (A), (B)’ye borç verdiğini ispat etmek için sadece davalı (B)’nin ticari
defterlerine dayanmıştır.

Kanun koyucu istisna getirmiştir. M. 222/5’e göre hem tacir olmayanlar hem de tacirlerin
münhasıran karşı tarafın ticari defterlerine dayanması mümkün kılınmıştır. Ancak bu durum
sadece karşı tarafın defterine dayanılması için geçerlidir. Karşı tarafın defteri yanında başka
delile de dayanılmışsa bundan yararlanılmaz; belgelerin ibrazı yoluna gidilir. Taraflardan biri
tacir olmasa dahi, tacir olan diğer tarafın ticari defterlerindeki kayıtları kabul edeceğini
belirtirse, mahkeme tacir olan diğer taraftan bütün ticari defterlerini mahkemeye ibraz etmesini
ister ve bunun için diğer tarafa bir süre verir. Tacir olan taraf, ticari defterlerini ibrazdan
kaçınırsa, ibrazı talep eden taraf iddiasını ispat etmiş sayılır (m. 222/5). Buna karşılık, tacir
olan diğer taraf ticari defterlerini ibraz ederse, mahkeme bu ticari defterler üzerinde inceleme
yapar veya bilirkişiye yaptırır. Bu durumda değişik ihtimaller:

1) Tacir olan diğer tarafın ticari defterlerinde, defterlerin ibrazını istemiş olan tarafın iddiası
(50.000 Lira borç verme iddiası) hakkında hiçbir kayıt yoksa ve ticari defter kanuna uygun
olarak tutulmuşsa iddia ispat edilememiş sayılır. Buna karşılık diğer taraf ticari defterleri
kanuna uygun tutmamışsa, defterlerin ibrazını isteyen taraf iddiasını başka delillerle ispat
edebilir.

2) Tacir olan diğer tarafın ticari defterlerinde, defterlerin ibrazını istemiş olan tarafın iddiası
(50.000 Lira borç verme iddiası) hakkında kayıt varsa iki ihtimal ile karşılaşılır:

a) Diğer tarafın ticari defterlerinde sadece kendi aleyhine kayıt olması: tacir olan diğer
tarafın ticari defterlerinde sadece kendi aleyhine kayıt varsa (sadece 50.000 lira borç alındığı
yazılı ise, kendi lehine de başka kayıt yoksa) bu kayıt, defter sahibi aleyhine delil sayılır. Yani
(A)’nın 50.000 lira borç verdiği iddiası kesin delille ispat edilmiş sayılır. Tacir olan diğer
tarafın açılış veya kapanış onayları bulunmasa ve içerdiği kayıtlar birbirini doğrulamasa bile bu
kayıt sahibi aleyhine yinede delil olur. Bu durumda tacir olan taraf (B), buna karşı olan
savunmasını (50.000 Lirayı ödediğini) sadece kesin delil (senet, ikrar, yemin) ile ispat edebilir;
tanıkla ispat edemez. Ayrıca ticari defterlerin ibrazını isteyen (A)’da tacir ise, diğer taraf (B),
ödünç aldığı 50.000 Lirayı ödediğini (A)’nın ticari defterleri ile de ispat edebilir.

b) Diğer tarafın ticari defterlerinde hem kendi aleyhine hem de lehine kayıt olması: Diğer
tarafın (B’nin) ticari defterleri kanuna uygun olarak tutulmuş ise, bu defterlerde sahibi
lehine ve aleyhine olan kayıtlar birbirinden ayrılamaz (m. 222/3, c. 2). Yani bu halde, B’nin
ödünç almış olduğu 50.000 Lirayı (A’ya) ödediği ispat edilmiş sayılır ve A’nın davası
reddedilir. Diğer tarafın (B’nin) ticari defterleri kanuna uygun tutulmamışsa, ticari
defterlerindeki kendi lehine olan kayıt kendi lehine delil sayılamaz; yalnız kendi aleyhine olan
kayıt kendi aleyhine delil sayılır. Örneğin, 50.000 Liranın ödünç verildiği B aleyhine A lehine
delil sayılır; fakat bu 50.000 liranın ödendiği B lehine, A aleyhine delil sayılmaz. Bu halde,
Diğer taraf (B) 50.000 lirayı ödediğini sadece kesin delil (senet, ikrar, yemin) ile ispat edebilir;
tanıkla ispat edemez.

Ticari Defterlerin Sahibi Lehine Delil Olması

Kişi kendi düzenlediği belgeye delil olarak dayanabilir mi? Bunun istisnası nedir?

Tacirler ticari bir uyuşmazlıktan kaynaklanan davada kendi defterlerine ve karşı tarafın
defterlerine dayanabilir. Bir kişinin kendi düzenlemiş olduğu belgelerin kendi lehine delil
sayılması, kural olarak mümkün değildir. Fakat HMK m. 222/3 bu kurala bir istisna koymuş ve
bazı şartların varlığı halinde ticari defterlerin sahibi (ve halefleri) lehine delil teşkil edeceğini
kabul etmiştir. Bunun için gerekli şartlar şunlardır:

- Davanın iki tarafının da tacir olması gerekir. İki tarafın da uyuşmazlık konusu ticari işlemin
yapıldığı sırada tacir olması yeterlidir. Taraflardan birinin sonradan tacir sıfatını kaybetmiş
olmasının bir önemi yoktur. Taraflar tacir sayılan veya TTK m. 12/3’e göre tacir gibi sorumlu
olan kişilerden olsa bile, ticari defterler sahibi lehine delil teşkil eder.

- Uyuşmazlık konusu, iki tarafın ticari işletmesiyle ilgili bir hukuki işlem olmalıdır. Bu hukuki
işlemler, her iki tarafın da karşılıklı olarak ticari defterlerine geçirilmesi gereken hukuki
işlemlerdir. Örneğin, bir tacirin evinin ihtiyacı olan veresiye satın aldığı buzdolabı bedeli, satıcı
tacirin ticari defterlerine geçirilirse de, alıcı tacirin ticari defterlerine geçirilecek bir hukuki
işlem değildir. Bu nedenle, satıcı tacir bu satışın veresiye olduğunu kendi ticari defterleri ile
ispat edemez.

- Sahibi lehine delil sayılacak defterlerin ticari defter olması gerekir. Ticari defter niteliği
bulunmayan defterler, sahibi lehine delil teşkil etmez. Örneğin, alacak defteri, el defteri,
müşterek hesap defteri, dosya defteri, perakendeci satış defteri, cari hesap defteri, ticari defter
değildir; bu nedenle sahibi lehine delil teşkil edemezler.

- Ticari defterlerin, ticari davalarda delil olarak kabul edilebilmesi için, kanuna göre eksiksiz
ve usulüne uygun olarak tutulmuş, açılış ve kapanış onayları yaptırılmış ve defter kayıtlarının
birbirini doğrulamış olması şarttır (m. 222/2). Açılış veya kapanış onayları bulunmayan ve
içerdiği kayıtlar birbirini doğrulamayan ticari defter kayıtları, sahibi lehine delil olamaz; ancak
sahibi aleyhine delil olur (m. 222/4). Bir tacir tutmak zorunda olduğu ticari defterlerden
bazılarını tutmamış ise, ticari defterlerini kanuna uygun olarak tutmamış sayılır ve tutmuş
olduğu ticari defterler usulüne uygun olsa bile lehine delil olamaz. Defter kayıtlarının birbirini
doğrulamasından anlaşılması gereken, tarafların defterlerinin karşılıklı olarak birbirini
doğrulaması değil; tutulması gereken hem zorunlu hem de ihtiyari defterlerdeki bilgilerin
birbirini doğrulamalarıdır.

- Bir tacirin ticari defterlerinin sahibi lehine delil teşkil edebilmesi için defter kayıtlarının
tümünün birbirini doğrulamış olması şarttır (m. 222/2). Bu nedenle mahkemece tacirin bütün
defterlerinin incelenmesi veya bilirkişiye incelettirilmesi gerekir. Örneğin, A’nın bir defterinde
B’ye 50.000 lira ödünç verdiği yazılı olup da başka bir defterinde B’nin bu borcunu ödediği
yazılı ise, kayıtlar birbirini doğrulamadığından defterler delil olmaktan çıkar.

- Diğer tarafın aynı şartlara uygun olarak tutulmuş ticari defterlerindeki kayıtların A’nın ticari
defterlerine aykırı olmaması veya ilgili hususta hiçbir kayıt içermemesi veya defter kayıtlarının
aksinin senet veya diğer kesin delillerle ispatlanmamış olması gerekir (m. 222/3). Diğer tarafın
(B’nin) kanuna göre eksiksiz ve usulüne uygun olarak tutulmuş, açılış ve kapanış onayları
yaptırılmış ticari defterlerindeki kayıtlar, defterlerine dayanan tarafın (A’nın) ticari
defterlerindeki kayıtlara aykırı değilse, defterlerine dayanan tarafın (A’nın) defterlerindeki
kayıtlar sahibi (A) lehine delil teşkil eder; aykırı ise, defterlerine dayanan (A’nın)
defterlerindeki kayıtların lehine ispat kuvveti kalmaz. Ayrıca diğer tarafın (B’nin) kanuna
uygun olarak tutulmuş ve birbirini doğrulayan ticari defterlerinde, defterlerine dayanan tarafın
(A’nın) iddiası (50.000 Lira ödünç verdiği) hakkında hiçbir kayıt yoksa defterlerine dayanan
tarafın (A’nın) defterlerindeki kayıtların lehine ispat kuvveti kalmaz. Her ne kadar m. 222/3 de
karşı tarafın defterinde kayıt yoksa, kendi defterine dayanan taraf iddiasını ispat etmiş sayılır
gibi bir algı oluşsa da bu doğru değildir. Aksi durum bir kişinin tek taraflı olarak oluşturduğu
kayıtların başkası aleyhine delil olarak kullanılamayacağı ilkesine aykırı olur.

a) Diğer tarafın (B’nin) ticari defterleri kanuna göre eksiksiz ve usulüne uygun olarak açılış ve
kapanış tasdikleri yaptırılmış değilse,

b) Diğer taraf (B) ticari defterleri olduğu halde bunları mahkemeye ibraz etmek istemezse,

c) Diğer tarafın (B’nin) ticari defteri yoksa, bu üç halde, defterleri kanuna göre eksiksiz ve
usulüne uygun olarak açılış ve kapanış tasdikleri yaptırılmış tarafın (A’nın) birbirini
doğrulayan defterlerindeki kayıtlar, Diğeri (B) aleyhine (yani A lehine) delil olur. Fakat diğer
taraf (B) A’nın defterindeki kaydın aksini senet veya diğer kesin delillerle (ikrar, yemin) ispat
edebilir.

SENETLE İSPAT ZORUNLULUĞU (TANIKLA – TAKDİRİ DELİLLE- İSPAT


YASAĞI)

Senetle ispat zorunluluğu kamu düzenine ilişkin bir kural mıdır?

İspat sınırından fazla olan hukuki işlemler ve senede karşı olan iddialar kural olarak sadece
senet (kesin delil) ile ispat edilebilir; tanıkla (takdiri delille) ispat edilemez. Senetle ispatı
zorunlu olan bir hukuki işlem, başka kesin deliller (ikrar, yemin, kesin hüküm) ile de ispat
edilebilir. Senetle ispat zorunluluğu kamu düzenine ilişkin olmadığından bunun aksine
sözleşme (delil sözleşmesi) yapılabilir. Senetle ispat zorunluluğuna ilişkin HMK hükümleri
sadece hukuk mahkemelerinde değil, hukuk davaları ile ilgili işlerde ceza mahkemelerinde de
uygulanır.

Senetle ispat zorunluluğu olan hallerde karşı taraf tanığa dayanırsa mahkeme nasıl
hareket etmelidir?

Hakimin, tarafın tanık dinletme isteğini hemen reddetme yetkisi yoktur. Hakimin diğer tarafa
iddianın, aslında senetle ispatlanması gerektiğini hatırlatması da tarafa yol göstermek anlamına
gelmez. Çünkü bu hatırlatmayı yapmak hakim için kanunla getirilen yükümlülüktür. Karşı taraf
rıza gösterirse tanık dinlenebilir.

Senetle ispat zorunluluğu hangi durumlar için geçerlidir?

Bir hakkın doğumu, düşürülmesi, devri, değiştirilmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası
amacıyla yapılan hukuki işlemlerin, yapıldıkları zamanki miktar veya değerleri ikibinbeşyüz
Türk Lirasını geçtiği takdirde senetle ispat olunması gerekir (m. 200/1, c. 1). Senetle ispat
zorunluluğu sadece hukuki işlemler içindir. Hukuki fiillerin (maddi vakıalar) ise senetle
ispatına olanak ve gerek yoktur; yani hukuki fiiller tanık ve senet dışında bir belge ile ispat
edilebilir. Çünkü hukuki fiil (maddi vakıalar) örneğin haksız fiil, hakkında senet alınması
imkansızdır. Örneğin, kiralayanın kendisine ödenmek istenen kira bedelini reddetmesi
(almaması) bir hukuki işlem değil, hukuki fiil olduğundan tanık ile ispat edilebilir. Bir işçinin
fazla çalışma yaptığı ve bayram-Pazar günleri de çalıştığı vakıası tanık ile ispat edilebilir.
Zamanaşımının başlangıcı öğrenmeye bağlı ise, öğrenme hususu her türlü delil (ve tanıkla)
ispat edilebilir. Çekin, düzenleyenin elinden rızası hilafına çıktığı iddiası, tanık dahil her türlü
delille kanıtlanabilir.

Hukuki işlem, belli bir hukuki sonuç (bir hakkın veya hukuki ilişkinin doğumu, değiştirilmesi
veya ortadan kaldırılmasını) meydana getirmeye yönelmiş bir irade beyanıdır. Bu irade beyanı
tek taraflı (borç ikrarı gibi) iki taraflı (sözleşmeler) veya çok taraflı (kararlar gibi) olabilir.
Hukuki işlemin borçlanma veya tasarruf işlemi olması arasında fark yoktur. Her türlü hukuki
işlemlerin kural olarak senetle ispat olunması gerekir. Örnekler;

- İspat sınırından fazla bir paranın ödünç verildiği


- İspat sınırından fazla bir borcun ödendiği
- İspat sınırından fazla bir paranın veya taşınır malın elden bağışlandığı iddiası
- İspat sınırından fazla bir adi ortaklık sözleşmesinin
- Adi ortaklığa konulan (ispat sınırından fazla) sermayenin ödenmiş olduğu da tanıkla ispat
edilemez. Ancak senet (kesin delil) ile ispat edilebilir.

İspat sınırından fazla bir taşınır satış sözleşmesinin senetle ispat edilmesi gerekir; tanıkla ispat
edilemez. İspat sınırından fazla bir taşınır satış sözleşmesinin kendisi değil de bir unsuru (şartı)
(örneğin, satışın veresiye olduğu, malın alıcıya teslim edildiği, satış bedelinin miktarı, geçersiz
bir satış sözleşmesi gereğince alındığı ileri sürülen para) çekişmeli ise, bu unsurun (şartın)
varlığı da senetle ispat edilmesi gerekir; tanıkla ispat edilemez.

Yıllık kira tutarı ispat sınırından fazla bir kira sözleşmesinin senetle ispat edilmesi gerekir;
tanıkla ispat edilemez. İspat sınırından fazla bir kira sözleşmesinin kendisi değil de bir unsuru
(şartı) (örneğin, kiracının kiralananı başkasına kiraya verme yetkisinin bulunduğu, kira
süresinin uzatıldığı, kiralananın kiracı tarafından boşaltıldığı) çekişmeli ise, bu unsurun (şartın)
varlığı da senetle ispat edilmesi gerekir; tanıkla ispat edilemez.

İspat sınırından fazla bir eser sözleşmesinin senetle ispat edilmesi gerekir; tanıkla ispat
edilemez. İspat sınırından fazla bir eser sözleşmesinin kendisi değil de bir unsuru (şartı)
(örneğin, eser ücretinin ödendiği, tarafların bir inşaat (eser) sözleşmesinde birbirlerini ibra
ettiklerine ilişkin iddianın, eser sözleşmesindeki cezai şartın) çekişmeli ise, bu unsurun (şartın)
varlığı da senetle ispat edilmesi gerekir; tanıkla ispat edilemez.

Yargıtay, hizmet sözleşmesinin (çalışma olgusunun) tanık dahil her türlü delil ile ispat
edilebileceğine karar vermektedir. Kuru’ya göre, hizmet (çalışma) bir vakıa olmakla birlikte,
bu hizmet vakıasının ispatı, aynı zamanda hizmet sözleşmesinin ispatı anlamına gelir. Hizmet
sözleşmesi de bir hukuki işlem olduğundan senetle ispat edilmesi gerekir.
Yargıtay hizmet sözleşmesindeki yıllık ücretin tutarının ispat sınırını geçmesi halinde, ücretin
tanıkla ispat edilemeyeceğine (yazılı delille ispat edilmesi gerektiğine) karar vermiştir.

Bir fatura alan kişi, aldığı tarihten itibaren sekiz gün içinde faturanın içeriği hakkında bir
itirazda bulunmamışsa içeriğini kabul etmiş sayılır (TK m. 21/2). Bu halde fatura, faturadaki
akdi ilişki için delil teşkil eder. Bu nedenle faturanın karşı tarafa tebliğ edildiğinin (veya
verildiğinin) senet (yazılı delil-kesin delil) ile ispat edilmesi gerekir; tanıkla ispatına imkan
yoktur.

Kuru’ya göre, ihtar ve ayıp ihbarının da senetle ispat edilmesi gerekir; tanıkla ispat edilemez.

Bir hukuki işlemin, yapıldığı zamanki değeri ispat sınırından az ise, davanın açıldığı andaki
değeri ispat sınırından fazla olsa bile, o hukuki işlem tanıkla ispat edilebilir.

İhtiyari dava arkadaşlığında her dava arkadaşına ilişkin dava diğerlerinden bağımsız
olduğundan, senetle ispat sınırı, her dava arkadaşı için ayrı ayrı belirlenir.

Bir hukuki işlemlerin miktar veya değeri ödeme veya borçtan kurtarma gibi bir nedenle
ikibinbeşyüz Türk Lirasından aşağı düşse bile senetsiz (tanıkla) ispat olunamaz (m. 200/1, c.
2). Bunun gibi aslı ispat sınırından fazla olan bir alacağın ödenmesinde, ödendiği ileri sürülen
para ispat sınırından az olsa bile, bu ödemenin senetle ispatı gerekir.

Bir sulh anlaşmasında, sulh ile sona erdirilen uyuşmazlığın (hukuki işlemin) değeri ispat
sınırından fazla ise, taraflar ispat sınırından az bir miktar üzerinde anlaşmış olsalar bile, sulh
anlaşmasının senetle ispat edilmesi gerekir; tanıkla ispat edilemez.

Bir alacağın tümü ispat sınırından fazla olduğu halde, bu alacağın ispat sınırından daha az
miktarlar halinde ayrı zamanlarda verilmiş olduğunun senetle ispat edilmesi gerekir; tanıkla
ispat edilemez. Çünkü burada tek bir alacak söz konusu olup, bunun miktarı da ispat sınırından
fazladır.

İspat sınırından fazla hukuki işlemlerin senetle ispatı zorunluluğu, hukuki işlemin tarafları
içindir. Taraflar dışındaki üçüncü kişilerin, başkalarının yaptıkları hukuki işlemler için o
hukuki işlemlerin taraflarından senet almaları imkansız olduğundan üçüncü kişiler,
başkalarının yaptığı ispat sınırından yukarı hukuki işlemleri tanıkla ispat edebilirler (bkz. HMK
m. 203/d).

Senetle ispat kuralının istisnaları nelerdir?

1) Delil Başlangıcı (m. 202)

Delil başlangıcı, iddia konusu hukuki işlemin tamamen ispatına yeterli olmamakla birlikte, söz
konusu hukuki işlemi muhtemel gösteren ve kendisine karşı ileri sürülen kimse veya temsilcisi
tarafından verilmiş veya gönderilmiş belgedir (m. 202/2). Senetle ispat zorunluluğu bulunan
hâllerde delil başlangıcı bulunursa tanık dinlenebilir (m. 202/1). Delil başlangıcının varlığı
halinde hakim hem delil başlangıcını hem de tanık veya diğer takdiri delilleri serbestçe
değerlendirir.

Bir belgenin delil başlangıcı sayılabilmesi için şu üç şartın birlikte bulunması gerekir. Bunlar:
1) Bir belge bulunmalıdır. HMK m. 199’da belge tanımı yapılmıştır. Buna göre, yazılı veya
basılı metin, senet, çizim, plan, kroki, fotoğraf, film, görüntü veya ses kaydı gibi veriler,
elektronik ortamdaki veriler ve bunlara benzer bilgi taşıyıcıları delil başlangıcı olarak
başvurulabilecek belgelerdir. 2) Bu belgenin kendisine karşı ileri sürülen kişi veya temsilcisi
tarafından verilmiş veya gönderilmiş olması gerekir. Belgenin kanunen yetkili temsilciden
çıktığının belirlenmesinde dürüstlük kuralı dikkate alınmalıdır. Yetkisiz temsilci belgeyi tarafın
bilgisi dahilinde vermişse, belgenin taraftan çıktığı kabul edilebilir. Üçüncü kişi tarafından
yazılmış fakat aleyhine delil olarak kullanılacak olan kişinin herhangi bir şekilde yazısının
bulunmadığı belgeler delil başlangıcı sayılmaz. Ancak aleyhine delil olarak kullanılmak
istenen tarafın, imzasız el yazısı ile mektupları, herhangi bir şekilde bir kağıda yazılmış el
yazısı ile notları, imza yerine paraf taşıyan belgeler delil başlangıcı sayılabilir. 3) Bu belge,
iddia konusu hukuki işlemin tamamen ispatına yeterli olmamakla birlikte, söz konusu hukuki
işlemi muhtemel göstermelidir. Örnekler:

- borçlu tarafından el ile yazılmış fakat imzasız olan bir senet veya mektup delil başlangıcı
sayılır.

- borçlunun alacaklının defterine el ile yazdığı imzasız olan yazılar delil başlangıcı sayılır.

- konusunu oluşturan hukuki işlem bakımından kesin delil teşkil eden bir sözleşme veya senet,
başka bir hukuki işlem için de delil başlangıcı sayılır.

- bono ve çek, başka bir hukuki işlem (özellikle temel borç ilişkisi) için delil başlangıcı sayılır.

- zamanaşımına uğramış olan bonolar (çekler de), asıl borç ilişkisine (mesela ödünç
sözleşmesine) dayanarak on yıl (BK m. 146) içinde (çekte düzenleyene karşı) açılan alacak
davasında (asıl borç ilişkisi hakkında) delil başlangıcı sayılır.

- süresinde ibraz edilmeyen çek, temel borç ilişkisi için delil başlangıcı sayılabilir.

- bir kişinin (vergi mükellefinin) vergi veya mal beyanındaki gelirleri, borçları vs. ile ilgili
yazılar kendi aleyhine delil başlangıcı sayılır.

- bir senedin (belgenin) fotokopisi, karşı taraf yazının kendisine ait olduğunu kabul ederse delil
başlangıcı sayılabilir. Yargıtay fotokopi üzerinde bilirkişi incelemesine cevaz vermekte,
belgenin fotokopisini delil başlangıcı saymaktadır.

- Yargıtay’a göre ceza mahkemesinde belirlenecek olguların hukuk mahkemesinde delil


başlangıcı olarak değerlendirileceğini belirtmiştir. Ancak doktrine göre, bu karara konu olayda
belge yoktur. Dolayısıyla delil başlangıcı söz konusu olamaz. Bu olgular diğer takdiri delillerle
desteklenirse ancak o zaman delil başlangıcı sayılabilir.

Delil başlangıcının mutlaka davadan önceki bir belge olması gerekmez. Dava görülmekte iken
tarafların mahkemeye verdikleri dilekçe ve layihalardaki açıklamalar (örneğin tarafın isticvap
sırasındaki beyanı) veya tarafların (veya vekillerinin) tutanağa geçen ifadeleri de m. 202/2’deki
şartlara uygun olması halinde, yazılı delil başlangıcı sayılır.

Delil başlangıcı sayılmayan belgelere örnekler: Şirket ana sözleşmesi, sermaye borcunun
yerine getirilmiş olduğu hususunda yazılı delil başlangıcı olarak kabul edilemez. Bir davada
dayanılan bir senedin sahte olduğu tespit edilirse, senet, sahtelik iddiasının kabulü ile ortadan
kalkmış olacağından artık yazılı delil başlangıcı olarak da kabul edilemez. Ancak senet
borçlunun el yazısı ile yazılmış olup da sadece imzanın sahte olduğuna (borçluya ait
olmadığına) karar verilmişse, böyle bir senedin (el yazısı ile yazılmış olup da imza taşımayan
senetler gibi) yazılı delil başlangıcı sayılması gerekir.

Delil başlangıcı taraflar arasındaki ihtilaflı vakıayı tek başına ispat etmeye yetmez. Ancak delil
başlangıcına dayanan taraf davada tanık veya diğer takdiri delillere başvurma hakkı kazanır.

Tanık dinlenmeden sadece delil başlangıcına göre karar verilip verilmeyeceği


tartışmalıdır. Doktrinde bir görüşe göre, hakimin tanıkları dinlemeden, münhasıran delil
başlangıcına dayanarak hüküm vermesi mümkün değildir. Aksi yönde de görüş var.

Hukuki işlem iddialarının ispatında, e- mail metinleri, sms mesajları, görüntülü mesaj kayıtları,
faks metinleri delil başlangıcı olabilir. Ancak elektronik posta ya da mesaj metinlerinin delil
başlangıcı olabilmesi için belgenin karşı tarafça veya temsilcisince gönderilmiş olduğu
konusunda tereddüt bulunmamalıdır. Aleyhine kullanılan taraf, elektronik belgeyi kendisinin
göndermediğini iddia ederse, mahkeme gerekli makamlardan bilgi toplayıp belgenin gerçekten
o kişiye ait IP numarasını taşıyan e-posta adresinden ya da cep telefonundan gönderilip
gönderilmediğini belirlemelidir.

2) Yakın hısımlar arasındaki manevi imkansızlık nedeniyle tanık dinletilebilir. Altsoy ve


üstsoy (örneğin baba ile oğul veya ana ile kız), kardeşler, eşler (dava açılmadan önce
boşananlarda buraya girer), kayınbaba, kaynana ile gelin ve damat arasındaki hukuki işlemler
(miktar veya değerine bakılmaksızın) tanıkla ispat edilebilir (m. 203/a). Bu istisna yakın
hısımlar arasında senet alınmasının manevi bakımdan imkansız (manevi imkansızlığın ise iddia
ve ispatına gerek yoktur) olmasından dolayıdır. Burada hukuki işlemin miktarının fazla olması
önem taşımaz. Fakat m. 203/a’daki yakın hısımlar arasındaki bir hukuki işlem senede
bağlanmış ise artık manevi imkansızlıktan söz edilemez; bu senedin aksi tanıkla ispat edilemez.

HMK m. 203/a hükmündeki sayma tahdididir; yani burada sayılı olmayan hısımlar arasındaki
hukuki işlemler tanıkla ispat edilemez. Örneğin, bir kişi ile eniştesi arasındaki, dünürler
arasındaki, üvey ana ve baba ile üvey çocuk arasındaki, teyze ile yeğen arasındaki hukuki
işlemler tanıkla ispat edilemez; fakat gelenek varsa m. 2037b hükmüne göre tanıkla ispat
edilebilir. Kanunda sayılan kişiler arasında manevi bir bağ yoksa veya kalmamışsa, örneğin
çocuk anne babasıyla uzun yıllar görüşmüyorsa, böyle bir durumda da hukuki işlemin tarafları
arasında kanunda varsayıldığı gibi manevi imkansızlık olmasa bile, tarafların iddia veya
savunmalarını tanıkla ispat etmeleri mümkündür.

3) İşin niteliğine ve tarafların durumlarına göre, senede bağlanmaması teamül (gelenek)


olarak yerleşmiş bulunan hukuki işlemler (miktar veya değerine bakılmaksızın) tanıkla
ispat edilebilir (m. 203/b). Fakat taraflar, böyle bir manevi imkansızlığa rağmen, aralarındaki
hukuki işlemi senede bağlamışlarsa, artık o senede karşı olan iddialarını m. 203/b hükmüne
göre tanıkla ispat edemezler. Bu geleneğe inanılmış olması, bu hususun yerleşmiş olması
gerekir. Ayrıca bu hususun ispatlanmış olması gerekir mahkeme bu konuda bilirkişiye
başvurabilir. Örnekler: birlikte oturan ve kendisine yeğeni tarafından bakılan hasta teyze ile
yeğen arasında yapılan hukuki işlemler tanıkla ispat edilebilir. Yolcu taşıma sözleşmesinde,
yolcunun otobüste eşyasının kaybolduğu, köylüler arasında yapılan kira sözleşmesi, nişan
dolayısıyla verilen hediyelerin neler olduğum. 203/b hükmüne göre tanıkla ispat edilebilir.
Ticari geleneğe ve iki tarafın durumuna göre senede bağlanması veya ticari defterlere
geçirilmesi usulden olmayan ticari işlemler (örneğin ticari alım satım) tanıkla ispat edilebilir.
Buna karşılık, hakimin ticari iş niteliğinde olan ödünç sözleşmesi hakkında tanık dinlemesi
genellikle mümkün değildir.

4) Yangın, deniz kazası, deprem gibi senet alınmasında imkânsızlık veya olağanüstü
güçlük bulunan hâllerde yapılan hukuki işlemler (miktar veya değerine bakılmaksızın)
tanıkla ispat edilebilir (m. 203/c). Bunlar sınırlı sayıda değildir. bunlar dışında savaş hali, sel
felaketi gibi mücbir sebep teşkil eden durumlarda da bu madde hükmü uygulanır.

5) Hukuki işlemlerde irade bozukluğu ile aşırı yararlanma iddiaları (miktar veya
değerine bakılmaksızın) tanıkla ispat edilebilir (m. 203/ç). Örneğin, alacaklı, borçlunun
kendisine (alacaklıya) vermiş olduğu borç senedini hile ile geri aldığını tanıkla ispat edebilir.
Hata, hile, tehdit ve aşırı yararlanma vakıaları da senede bağlanması mümkün olmayan
iddialardır ve bu nedenle senetle ispat edilmesinde maddi imkansızlık vardır. Örneğin, bir
kimseye zorla bir senet imzalatılması halinde bu durumun tanıkla ispatı söz konusu olabilir.
Yine tarafın iradesiyle beyanı arasında uyumsuzluk olan hallerde hataya dayanılarak karşı
tarafın bir hukuki işlemin tesis edilmesi için kendisini kasten yanılttığının iddia edildiği
hallerde hilenin varlığı ileri sürülerek tanık dinletilebilir.

6) Hukuki işlemlere ve senetlere karşı üçüncü kişilerin (hukuki işlemin tarafı olmadığı
için) muvazaa iddiaları tanık ile ispat edilebilir (m. 203/d). Örneğin, önalım hakkı sahibi,
tapudaki satış bedelinin daha düşük olduğunu tanık ile ispat edebilir. Bir hukuki işlemin
tarafları arasında gerçekleştirilen muvazaalı işlem hakkında üçüncü kişinin senet alması
mümkün değildir. Bir hukuki ilişkinin tarafları bu maddeye dayanarak tanık dinletemez.
Mirasçılar, miras bırakanın gerçekleştirdiği işlemlerde taraf sıfatını haizdir. Açtıkları davalarda
iddiasını ispat bakımından miras bırakanla aynı hükümlere tabidir. Doktrinde, mirasçıların
sadece kendi haklarına dayandıkları hallerde muvazaayı tanıkla ispat edebilecekleri kabul
edilmekle birlikte, bu konudaki istisnanın mahfuz hisseyle sınırlandırılması gerektiği;
mirasçının mahfuz hissesine zarar vermeyen bir işlemin iptali için dava açtığında muvazaanın
senetle ispat edilmesi gerektiği belirtilmektedir. Yargıtay ise, mirasçıların kendilerinden mal
kaçırmak için muvazaalı işlem yapıldığını iddia ederek açtıkları davalarda böyle bir ayrım
yapmamakta, davacı mirasçının dava konusu işlemin mirasçılardan mal kaçırmak için
yapıldığını ileri sürmesini tanık deliline başvurulabilmesi için yeterli görmektedir.

7) Bir senedin sahibi elinde beklenmeyen bir olay veya zorlayıcı bir nedenle yahut
usulüne göre teslim edilen bir memur elinde veya noterlikte herhangi bir şekilde
kaybolduğu kanısını kuvvetlendirecek delil veya emarelerin bulunması hâlinde, kaybolan
senet konusu olan hukuki işlem tanıkla ispat edilebilir (m. 203/e).

Yangın, su baskını ve deprem bu anlamda beklenmeyen olaylardır. Örneğin, alacaklının evi


depremde tamamen yıkılmış ve ev eşyası tamamen tahrip olmuş ise, evde sakladığı senedi
beklenmeyen bir olay nedeniyle kaybolmuş sayılabilir ve bu halde tanık dinlenebilir. Buna
karşılık depremde evin sadece duvarları çatlamış ise, böyle bir deprem senedin kaybolmasını
haklı gösteren beklenmeyen bir olay sayılamaz ve kaybolan senet hakkında tanık dinlenemez.
Senet zorlayıcı bir nedenle (senet sahibinin kusuru olmaksızın onun iradesi dışındaki bir
nedenle) kaybolmuş ise, yine tanık dinlenebilir. Örneğin, senedin sahibinin evinden veya
işyerinden (sahibinin kusuru olmaksızın) çalınmış olması halinde tanık dinlenebilir.

İkinci halde ise, senedin beklenmeyen bir olay veya zorlayıcı bir nedenle kaybolmuş olması
şartı aranmaz. Senedin usulüne göre bir resmi memura veya notere teslim edilmiş ve bu resmi
memur elinde veya noterlikte kaybolmuş olması ve bu kanıyı kuvvetlendirecek deli veya
emarelerin bulunması yeterlidir. Örnekler; Vergi dairesi bir kişinin bütün belgelerini incelemek
için alır ve bu belgeler arasındaki bir senet vergi dairesinde kaybolursa, senet sahibi bunu ve
senet konusu hukuki işlemi tanıkla ispat edebilir. Yangın, deprem, su baskını veya toprak
kayması afetlerinden biri nedeniyle (veya başka bir nedenle) mahkeme ve adliye dairelerinde
kaybolan belgeler (senetler) hakkında da, bu konudaki 4473 sayılı Kanun hükümlerine göre
tanık dinlenebilir.

8) İspat sınırından fazla bir hukuki işlemin tanıkla ispat edilebileceği hakkında, taraflar
arasında bir delil sözleşmesi varsa, bu hukuki işlem tanıkla ispat edilebilir.

SENEDE KARŞI SENETLE İSPAT ZORUNLULUĞU (TANIKLA İSPAT YASAĞI M.


201)

Senede bağlı her çeşit iddiaya karşı ileri sürülen ve senedin hüküm ve kuvvetini ortadan
kaldıracak veya azaltacak nitelikte bulunan hukuki işlemler ikibinbeşyüz Türk Lirasından az
bir miktara ait olsa bile tanıkla ispat olunamaz (m. 201); kural olarak, senet (kesin delil) ile
ispat edilebilir. Örnekler;

Taraflar arasında yazılı bir ödünç sözleşmesi (senedi) varsa, borçlu ödünç almış olduğu parayı
ödediğinin (ispat sınırından az olsa bile) senetle ispat edilmesi gerekir; tanıkla ispat edilemez.

Kira sözleşmesi, adi ortaklık sözleşmesi yazılı olarak yapılmışsa, buna karşı tanık dinlenemez
(m. 201). Bononun bedelsiz (karşılıksız) olduğu, hatır için, depozito için veya kredi temini
(teminat) için verildiği (veya böyle bir kambiyo senedine karşı muvazaa) iddialarının, bononun
bedel kısmının yazı ile sonradan doldurulduğu iddiasının senetle ispat edilmesi gerekir; tanıkla
ispat edilemez.

Bedeli malen alındı kaydını taşıyan bir bonoda, borçlunun, bunun aksini yani malın teslim
edilmediğini senetle ispat etmesi gerekir; tanıkla ispat edemez.

Borç ikrarını içeren bir senette borcun sebebi gösterilmiş ise (gösterilmemiş ise de borçlu önce
bu borç ikrarının bir sebebi olduğunu ispat etmeli), bunun aksini iddia eden borçlunun, senette
gösterilen sebebin gerçekleşmediğini senetle ispat etmesi gerekir; tanıkla ispat edemez.

Çek bir ödeme vasıtası olduğundan, düzenleyen çekte yazılı parayı lehdara ödünç olarak
verdiğini iddia ederse, bu iddia, senede (çeke) karşı bir iddia olduğundan tanıkla ispat
edilemez; senetle ispat edilebilir.

Yazılı sözleşmenin değiştirildiği tanıkla ispat edilemez. Örneğin, yazılı bir sözleşmenin
sonradan anlaşma ile feshedildiği, yazılı bir sözleşmenin ikinci bir sözleşme ile son bulduğu
tanıkla ispat edilemez; ancak senetle ispat edilebilir.
Yazılı bir sözleşmenin (veya senedin) tarafları, o sözleşmeye (veya senede) ilişkin muvazaa
iddialarını tanıkla ispat edemezler; ancak senetle ispat edebilirler.

Senede karşı ileri sürülen iddianın ispatı için gerekli olan senedin aynı ispat gücüne sahip
olmasına gerek yoktur. Buna göre, bir adi senede karşı ileri sürülen iddia resmi senetle de ispat
edilebilir. Bunun gibi, bir resmi senede karşı ileri sürülen iddia (imzası ikrar edilmiş veya inkar
edilmiş olup da imzanın inkar edene ait olduğuna mahkemece karar verilmiş olan) adi senetle
de ispat edilebilir.

Buna karşılık, yazılı şekil (ispat şartı olmayıp) geçerlilik şartı ise, bu şart, usul (ispat hukuku)
ile ilgili olmayıp, maddi hukukla ilgilidir. Bu nedenle maddi hukukun geçerliliğini özel bir
şekle bağladığı bir hukuki işlemin değiştirilmesi veya ortadan kaldırılmasına ilişkin hukuki
işlemin hangi şekilde yapılması gerektiği de maddi hukuk tarafından belirlenir.

Senede karşı senetle ispat zorunluluğu sadece senedin tarafları içindir. Senedin taraflarının
mirasçıları da kural olarak taraf kavramına dahildir; mirasçılar, miras bırakanın taraf
bulunduğu bir senede karşı ileri sürdüğü iddiayı (savunmayı) (örneğin muvazaa iddiasını)
tanıkla ispat edemezler; ancak senetle ispat edebilirler. Buna karşılık mirasçı, miras bırakanın
halefi olarak değil de, sadece hakkına (saklı payına) dayanmakta ise, o zaman miras bırakan ile
üçüncü kişi arasındaki senede (sözleşmeye) karşı olan iddiasını (örneğin muris muvazaasını)
senet (kesin delil) ile ispat zorunda değildir; tanıkla ispat edebilir. Çünkü bu halde mirasçı,
sadece kendi hakkına dayandığı (miras bırakanın halefi olarak hareket etmediği için) miras
bırakan ile üçüncü kişi arasındaki hukuki işleme karşı üçüncü kişi durumundadır. Üçüncü kişi
senet alma imkanı olmadığından tarafı olmadığı sözleşmenin veya senedin muvazaalı olduğunu
tanıkla ispat edebilir.

Resmî sicil ve senetlerin içeriğinin (konusu hukuki işlem ise) doğru olmadığının ispatı,
kanunlarda başka bir hüküm bulunmadıkça, her hangi bir şekle bağlı değildir (MK m. 7/II).
HMK m. 201 hükmü, MK m. 7/II’deki istisnalardan biridir. Çünkü m. 201’e göre, resmi olsun
olmasın bütün senetlere karşı olan iddialar tanıkla ispat edilemez; ancak senet ile ispat
edilebilir. Örneğin, tapu dairelerinde düzenlenen resmi senetler ile tapu sicilinin konusu
genellikle bir hukuki işlem olduğundan bunların aksinin (örneğin muvazaa iddiası) senetle
ispat edilmesi gerekir.

İcra tutanaklarının içeriğinin doğru olmadığının ispatı da, kanunlarda başka bir hüküm
bulunmadıkça, herhangi bir şekle bağlı değildir (MK m. 7/II). Fakat icra tutanağı bir hukuki
işlemi belgelendiriyorsa (örneğin borçlu icra tutanağında borçlu olduğunu ikrar etmiş ve
tutanağın altını imzalamış ise) bu tutanağın aksini ispat etmek ancak kesin delil ile
mümkündür.

Senede karşı senetle ispat zorunluluğunun istisnaları (senede karşı tanıkla ispatın
mümkün olduğu haller) nelerdir?

Burada senet alma konusunda manevi imkansızlık söz konusu olmadığından istisnalar da daha
azdır. Yakın hısımlar arasındaki senede karşı ileri sürülecek savunmalar tanıkla ispat edilemez;
ancak senetle ispat edilebilir. Buna göre; altsoy ve üstsoy (örneğin baba ile oğul veya ana ile
kız), kardeşler, eşler, kayınbaba, kaynana ile gelin ve damat arasındaki senedin aksi tanıkla
ispat edilemez.
HMK m. 203/b’deki istisna da burada uygulanmaz. Yani senede karşı ileri sürülen hukuki
işlemin senede bağlanmaması teamül olarak yerleşmiş bulunduğu gerekçesiyle, tanıkla ispatı
mümkün değildir. Çünkü taraflar aralarında hukuki işlemi bir defa senede bağlamakla, böyle
bir teamülün yerleşmiş olmadığını veya bu teamülün aksine hareket ettiklerini kabul etmiş
sayılırlar.

Senede karşı senetle ispat kuralının istisnaları nelerdir?

1) Senede karşı ileri sürülen hukuki işlem (örneğin ödeme), yangın, deniz kazası, deprem
gibi senet alınmasında imkânsızlık veya olağanüstü güçlük bulunan hâllerde yapılmış ise
bu hukuki işlem (ödeme) tanıkla ispat edilebilir (m. 203/c).

2) Hukuki işlemlerde (yazılı sözleşmelerdeki) irade bozukluğu (yanılma, aldatma ve


korutma) ile aşırı yararlanma iddiaları tanıkla ispat edilebilir (m. 203/ç). Yazılı
sözleşmeye karşı ileri sürülecek yanılma iddiasının tanıkla ispat edilmesinde titiz davranmak
gerekir. Bir kişiye güvenilerek o kişi tarafından anlaştıkları gibi doldurulmak üzere verilmiş
imzalı boş kağıt o kişi tarafından anlaşmaya aykırı bir şekilde doldurulmuş ise imzalı boş
kağıdı veren kişi, bu senedin (kağıdın) aralarındaki anlaşmaya aykırı olarak doldurulduğunu
tanıkla ispat edemez. Çünkü bu halde imzalı boş kağıt o kişiden aldatma ile alınmış değildir.
İmzalı boş kağıdı veren kişi, onun karşı tarafça doldurulacağını bilmekte ve karşı tarafa
güvenmektedir. Bu güvenin kötüye kullanılması aldatma teşkil etmez. İmzalı boş kağıdı veren
kişi, karşı taraftan bu kağıdın ne için kullanılacağı hakkında senet alma imkanına sahip olduğu
için, senedin anlaşmaya aykırı doldurulduğunu tanıkla ispat edemez.

Bir senetteki borcun kumar veya bahis borcu olduğu iddiası, tanıkla ispat edilemez; ancak senet
(kesin delil) ile ispat edebilir.

3) Senede karşı ileri sürülen hukuki işlem hakkında bir delil başlangıcı varsa, karşılık
hukuki işlem bu delil başlangıcı ve tanık ile ispat edilebilir. Örneğin, ‘’bedeli malen alındı’’
kaydını taşıyan bir bonoda, borçlu kendisine mal teslim edilmediğini senetle ispat ederse veya
alacaklı borçluya mal vermediğini kabul ederse, alacaklı, bono bedelini borçluya nakden
ödediğini (ödünç verdiğini) tanıkla ispat edebilir; bu halde bono nakden ödeme (ödünç ilişkisi)
hakkında delil başlangıcı sayılır.

4) Senede karşı ileri sürülen hukuki işlem (örneğin ödeme) için alınmış olan senet
(makbuz) kaybolmuş (örneğin yanmış) ise, bu karşılık hukuki işlem (ödeme) m.
203/e’deki şartların varlığı halinde tanık ile ispat edilebilir.

5) Senede karşı ileri sürülen hukuki işlemin tanıkla ispat edilebileceği hakkında, taraflar
arasında bir delil sözleşmesi varsa, bu karşılık hukuki işlem tanıkla ispat edilebilir.

Senede karşı senetle ispat zorunluluğu, senede karşı ileri sürülen iddianın hukuki işlem olması
hali içindir. Buna karşılık, senede karşı ileri sürülen iddia hukuki fiil (örneğin haksız fiil) ise,
bu hukuki fiil tanıkla ispat edilebilir. Bunun gibi, senede karşı ileri sürülen hukuki fiil iddiaları
da tanıkla ispat edilebilir.

Yargıtay senetle ispat kuralı ve senede karşı senetle ispat kuralı bakımından hayatın olağan
akışına aykırılık şeklinde yeni bir istisna getirmiştir. Senede karşı senetle ispat kuralının
istisnası olarak doktrinde de hayatın olağan akışının bir istisna olabileceğini kabul edenler
olduğu gibi kabul etmeyenler de vardır. Esasen bu tartışmanın temelinde senetle ispat edilen bir
vakıanın aksinin senet yerine, emarelerin varlığı halinde tanıkla ispatlanmasının mümkün olup
olmadığı vardır. Kanunda senede karşı senetle kuralının istisnaları sayılmıştır. Bu saymanın
tahdidi olduğu kabul edilirse buna olumlu cevap verilemez.

YEMİN (m. 225-239)

Yemin nedir?

Yemin, taraflardan birinin, bir vakıanın doğru olup olmadığı hakkında ‘’namusu, şerefi ve
kutsal saydığı bütün inanç ve değerleri’’ üzerine beyanda bulunmasıdır. Bir vakıanın doğru
olup olmadığına yemin edilirse, artık o vakıa hakkında başka delil gösterilmesine gerek yoktur;
o vakıanın doğru olup olmadığı davada kesin olarak ispat edilmiş olur.

Yeminin konusu denir?

Yeminin konusunu vakıalar oluşturur. Hukuki sebepler yeminin konusu olamaz.

İnkar yemini ne demektir?

Doktrinde inkar yemini olarak adlandırılan bu yemin, ibrazı istenen belgelerin elinde olduğunu
inkar eden tarafa yöneltilmektedir. Bu yemin gerek taraf yemininin gerekse hakim tarafından
teklif olunan yeminin özelliklerini tam olarak bünyesinde taşımadığından atipiktir.

Yemin edecek kişi yeminden önce ölürse mirasçılara yemin teklif edilebilir mi?

Yemin edecek kişi yeminden önce ölürse veya fiil ehliyetini kaybederse yemin teklif
edilmemiş sayılır (m. 231). Ancak ölen tarafın davaya devam edecek olan mirasçılarına, miras
bırakanları ile ilgili hususu bilip bilmedikleri konusunda yemin teklif edilebilir.

Kendisine ispat yükü düşmeyen taraf yemin teklif edebilir mi?

Bir vakıayı ispat yükü kendisine düşen taraf, o vakıayı başka delillerle ispat edemezse, diğer
tarafa bir yemin teklif edebilir. İspat yükü kendisine düşmeyen taraf diğer tarafa yemin teklif
etse ve diğer taraf yemin etmiş olsa bile, bu yemin geçersizdir; kesin delil teşkil etmez.

Vekil yemin teklif edebilir mi? Yemini eda edebilir mi?

İspat yükü kendisine düşen taraf vekilinin yemin teklif edebilmesi, vekalet verene teklif olunan
yemini kabul edebilmesi veya karşı tarafa yemini iade edebilmesi için bu konuda özel
yetkisinin bulunması gerekir. Vekilin yemini tarafın yerine eda etmesi mümkün değildir.

Dava arkadaşlığında yemin nasıl teklif edilir?

Mecburi dava arkadaşlığında, dava arkadaşlarının hep birlikte yemin teklif etmesi gerekir.
İhtiyari dava arkadaşlığında her biri tek başına karşı tarafa yemin teklif edebilir. Fer’i müdahil,
tek başına karşı tarafa yemin teklif edemez.

Islahın yemine etkisi nedir?

Islahtan önce bildirmiş olması koşuluyla, yeminin teklifi, reddi veya iadesi ıslah ile geçersiz
kılınamaz (m. 179/2).
Yargılamada bulunmayan tarafa yemin teklif edilebilir mi?

Yargılama karşı tarafın yokluğunda yapılmakta olsa bile, kendisine yemin teklif edilebilir ve
yemin davetiyesi gönderilebilir. Bu halde yemin için gelen karşı taraf, yemini kabul veya iade
ile yetinebileceği gibi, başka bir def’i de ileri sürebilir.

Hakim yemin delilini taraflara hatırlatabilir mi?

Davacı, dava veya cevaba cevap dilekçesinde, davalı ise cevap veya ikinci cevap dilekçesinde
yemin deliline dayandığını bildirmek zorundadır. Taraflar dilekçelerinde açıkça yemin deliline
dayanmışlarsa, hakim yemin teklif etme hakkını hatırlatmakla yükümlüdür. Yargıtay’a göre,
dava veya cevap dilekçesinde ‘’sair deliller’’, ‘’her türlü deliller’’ veya ‘’kanuni deliller’’ gibi
genel bir deyim kullanılmış olması halinde de, mahkemenin yemin teklif etme hakkını
hatırlatması gerekir. Fakat bir taraf dilekçelerinde iddia veya savunmasını yemin delili ile ispat
edeceğini bildirmemişse hakim yemin teklif etme hakkını hatırlatamaz (m. 25/1). Ancak hakim
sonradan delil gösterilmesine izin verebildiği hallerde yemin deliline dayanmasına izin
verebilir.

Yemin teklif etmeyeceğini bildiren taraf daha sonra yemin deliline başvurabilir mi?

İspat yükü kendine düşen taraf, yemin teklif etme hakkı bulunduğunun mahkemece kendisine
hatırlatılması üzerine, yemin teklif etmeyeceğini bildirirse, bundan sonra yemin teklif etme
hakkı kalmaz.

Her vakıa hakkında yemin teklif edilebilir mi? Yemin teklif edilemeyecek durumlar
nelerdir?

Kendisine ispat yükü düşmeyen tarafa belli bir vakıa hakkında yemin teklif edebilmek için,
vakıanın onun kendisinden kaynaklanan bir vakıa olması gerekir. Örneğin, davacı, kendisinden
10.000 lira ödünç alıp almadığı hakkında davalıya yemin teklif edebilir. Çünkü ödünç alma
vakıası davalının kendisinden kaynaklanan bir vakıadır. Buna karşılık, ispat edilecek vakıa
karşı tarafın kendisinden kaynaklanan bir vakıa değilse karşı tarafa yemin teklif edilemez. Bir
kimsenin bir hususu bilmesi onun kendisinden kaynaklanan vakıa sayılır (m. 225, c. 2).
Örneğin, mirasçılara, miras bırakanları tarafından yapılan bir hukuki işlemi (veya vakıayı) bilip
bilmedikleri hakkında yemin teklif edilebilir.

Tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyeceği vakıalar (örneğin boşanma veya ayrılık
davasında) hakkında yemin teklif edilemez (m. 226/a).

Bir işlemin geçerliliği için, kanunen iki tarafın irade açıklamalarının yeterli görülmediği
hâllerde yemin teklif edilemez (m. 226/b).

Yemin edecek kimsenin namus ve onurunu etkileyecek veya onu ceza soruşturması ya da
kovuşturması ile karşı karşıya bırakacak vakıalar hakkında yemin teklif edilemez (m.
226/c).Senedin sahteliği hakkındaki iddiasını ispat edemeyen taraf, karşı tarafa sahtelik
konusunda yemin teklif edemez. Çünkü senette sahtecilik cezayı gerektiren bir suçtur. Fakat
sahteliği iddia edilen bir senedin sahte olmadığı anlaşıldıktan sonra borçlu, senetteki borç
sebebinin gerçekleşmediğini iddia ederse, bu konuda karşı tarafa yemin teklif edebilir.
Hakimin ve bilirkişinin reddi sebepleri hakkında yemin teklif edilemez (m. 38/7, 272/3).
Kamu düzenini ilgilendiren ve bu sebeple kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı
davalarda yemin geçerli değildir. zira hakim bu davalarda tarafların ikrar beyanı ile bağlı
değildir. Taraflarca hazırlama ilkesinin uygulandığı davalarda yemin söz konusu olur.

Görevsiz mahkemede eda edilen yemin görevli mahkemede geçerli olur mu?

Yemin, bir taraf usul işlemidir. Bu sebeple görevsiz mahkemede yapılan taraf usul işlemleri,
görevli mahkemede de geçerli olduğundan, görevsiz mahkemede eda edilen yemin, görevli
mahkemede de geçerliliğini korur. Yetkisiz mahkemedeki durum da aynıdır.

Yemin deliline başvuran taraf bundan vazgeçebilir mi?

Yemin teklif eden taraf, kendisine yemin teklif olunan karşı taraf yemini edaya hazır olduğunu
mahkemeye bildirene kadar yemin delilinden vazgeçebilir ve başka delil gösterebilir. Buna
karşılık, yemin teklif olunan kimse, yemini edaya hazır olduğunu bildirdikten sonra (veya
yemini iade ettikten sonra), diğer taraf teklifinden vazgeçerek başka bir delile dayanamaz ve
yeni bir delil de gösteremez (m. 227/2).

Hakim yemin teklif edebilir mi?

Hakim yemin teklif edemez. Çünkü yemin karşı tarafın vicdanına bırakılmıştır.

Yemin deliline dayanan taraf göstermiş olduğu diğer delillerden vazgeçmiş sayılır mı?

Yemin dışında başka delilleri olan taraf yemine başvurabilir. Diğer delillerle ispat
gerçekleşmezse yemine son çare olarak başvurulur. Taraf delillerini gösterirken sadece yemin
deliline dayanmamışsa, başka deliller göstermişse yemin deliline dayanmakla diğer delillerden
vazgeçmiş sayılmaz.

Kimler yemini eda edebilir?

Yemin, tarafa teklif olunur ve tarafça eda veya iade olunur. Vekil vekalet vereni adına yemini
eda edemez. Yemin edecek taraf ergin olmayan veya kısıtlı bir kimse ise yemin, yasal
temsilcisi tarafından eda ya da iade olunabilir (m. 232/2). Okuma ve yazma bilen sağır veya
dilsizler, yemin hakkındaki beyanlarını yazıp imzalayarak yemin ederler. Okuma ve yazma
bilmeyen sağır veya dilsizler, işaretlerinden anlayan bir bilirkişi aracılığıyla yemin ederler (m.
234). Taraflardan biri tüzel kişi ise, onlar adına yapılmış bir işleme yetkili kişi veya organ
(birlikte temsil hakinde yetkili kişilerin tamamı) tarafından eda ya da iade olunabilir (m.
232/2).

Kendisine yemin teklif edilen taraf yemin edip etmeyeceğini açıklamak için süre
isteyebilir mi?

Yemin edecek taraf duruşmada ise yemin etmesi istenilen olay kendisine açıklanır ve yemin
edip etmeyeceği sorulur. Taraf, bu duruşmada yemin edip etmeyeceğini açıklamalıdır. Ancak
cevap için mahkemeden süre de isteyebilir.

Yemin davetiyesi kime tebliğ edilecektir?


Yemin teklif edilen kimse, duruşmada bizzat hazır bulunmadığı takdirde, kendisine yemin için
bir davetiye çıkarılır (m. 228/1). Kendisine yemin teklif edilen karşı taraf davayı bir vekil
aracılığıyla takip etmekte ise, yemin davetiyesi, karşı tarafın vekiline değil, bizzat kendisine
tebliğ edilmelidir.

Yemin teklif eden taraf yemin eda edilirken duruşmada bulunmazsa ne olur?

Yeminin edası sırasında taraf vekilleri ve karşı taraf da hazır bulunabilir (m. 235). Ancak
yemin teklif eden kimsenin yemin eda edilirken gerek davaya bakan mahkeme nezdinde
gerekse istinabe olunan mahkemede hazır bulunması zorunlu değildir. Yemin teklif eden taraf
mahkemede hazır bulunmasa bile yemin geçerlidir.

Yemin için belirlenen sözlere hakim gerekli görürse ekleme yapabilir mi?

Hakim ilk önce yemin konusunu tespit eder. Yemin konusunun duruşma tutanağına yazılması
ve okunarak yemin teklif edene imzalattırılması uygun olur. Hâkim, yeminin icrasından önce
yemin edecek kimseye, hangi konuda yemin edeceğini açıklar, yeminin anlam ve önemini
anlatır ve yalan yere yemin etmesi hâlinde cezalandırılacağı hususunda dikkatini çeker (m.
232/2). Daha sonra hakim "Size sorulan sorular hakkında, gerçeğe uygun cevap vereceğinize
ve hiçbir şey saklamayacağınıza namusunuz, şerefiniz ve kutsal saydığınız bütün inanç ve
değerler üzerine yemin eder misiniz?" diye sorar. O kimse de "Bana sorulan sorular hakkında
gerçeğe uygun cevap vereceğime ve hiçbir şey saklamayacağıma namusum, şerefim ve kutsal
saydığım bütün inanç ve değerlerim üzerine yemin ediyorum." demekle yemin eda edilmiş
sayılır (m. 233/4). Yemin edecek tarafın bu sözleri aynen tekrarlaması gerekir. Mahkeme ve
taraflar bu sözleri değiştiremez ve ona ekleme yapamazlar.

Yemin mutlaka davaya bakan mahkemede mi eda edilir?

Mahkemenin yargı çevresi dışında oturan kimse, yemin için davaya bakan mahkemeye gelmek
zorundadır. Ancak, yemin edecek kişi, mahkemenin bulunduğu il dışında oturuyor ve
bulunduğu yerde aynı anda ses ve görüntü nakledilmesi yolu ile yemin icrası mümkün değil ise
istinabe yolu ile yemin ettirilir (m. 236). Yemin edecek kimse, mahkemeye gelemeyecek kadar
hasta veya engelli ise hâkim, bulunduğu yerde o kimseye yemin ettirir (m. 235).

Yalan yere yemin edildiği iddiasıyla ceza davası açılmışsa esas davada bekletici sorun
yapılabilir mi?

Yeminin yalan yere edilmiş olduğu hakkında ceza davası açılabilir. Ancak yemin eda
edildikten sonra, yalan yere yemin nedeniyle açılan ceza davası, esas dava bakımından
bekletici sorun yapılamaz (m. 239). Yalan yere edildiği iddia edilen yeminin konusu yazılı delil
ile ispatı gereken bir hukuki işlem ise, ceza davasında yeminin yalan yere olduğu da ancak
yazılı delil ile ispat edilebilir. Ceza davasında yeminin yalan olduğuna karar verilirse, yemin
teklif eden yargılamanın iadesi yoluna başvurabilir (m. 375/1-g). Fakat ceza davası
sonuçlandığı zaman, hukuk davası henüz bitmemiş durumda ise, bu halde daha önce yemin ile
mevcut olmadığı kabul edilmiş olan vakıa, bu defa ispat edilmiş gibi hüküm verilmelidir.

Yemin eden taraf beyanında ısrarcı olmazsa ne olur?


Hakim yemin eden tarafa beyanında ısrar edip etmediğini sorar. Yemin eden beyanında ısrar
etmediğini bildirirse, yeminin hükmü kalmaz. Israr ettiğini bildirirse bununla yemin eda
edilmiş olur.

Yemin davetiyesini alan taraf hangi şekillerde davranabilir? Bunlara bağlanan sonuçlar
nelerdir?

Kendisine yemin teklif edilen tarafa yemin davetiyesinin tebliğinden sonra, iki ihtimalle
karşılaşılır:

1) Yemin için davet edilen kimse, tayin edilen gün ve saatte mahkemede geçerli bir özrü
olmaksızın bizzat hazır bulunmazsa yemin konusu vakıaları ikrar etmiş sayılır (m. 229/1).

2) Kendisine yemin teklif edilen taraf, çağrıldığı oturuma gelirse üç şekilde davranabilir:

a) Yemin teklifinin kabulü: Kendisine yemin teklif edilen taraf, yemin teklifinin kabulünden
sonra, usulüne uygun biçimde yemin ederse, yemin teklif eden tarafın iddia ettiği vakıanın
mevcut olmadığı ispat edilmiş olur (Kesin delil). Bunun üzerine yemin teklif eden taraf başka
delil gösteremez. Yemin ancak bunu eden taraf ile teklif eden taraf ve bunların haleflerinin leh
ve aleyhlerinde kesin delil teşkil eder; diğerleri için (örneğin müşterek borçlular) delil teşkil
etmez.

b) Yemini eda etmekten kaçınma: Yemin için davet edilen kimse, tayin edilen gün ve saatte
mahkemede hazır bulunup da yemini eda etmekten kaçınırsa yemin konusu vakıaları ikrar
etmiş sayılır (m. 229/1). Yemini eda etmekten kaçınma üç şekilde olabilir; taraf yemin
etmeyeceğini açıkça bildirebilir; soruları cevapsız bırakır veya yemin konusu vakıa hakkında
bilgisi olmadığını bildirebilir. Taraf yemini eda etmekten kaçınıp ikrar etmiş sayılmasından
sonra, artık yemin etmek isteyemez veya yemini iade edemez.

Kendisine yemin teklif edilen taraf, uyuşmazlık konusunun yemin ile çözümlenemeyeceğini
savunursa, bu savunma yemini eda etmekten kaçınma anlamına gelmez. Bunun gibi, kendisine
yemin teklif edilen tarafın yemin konusu vakıayı ispat ettiğini bu nedenle bu konuda yemin
teklif edilemeyeceğini bildirmesi de yemini eda etmekten kaçınma anlamına gelmez

c) Yeminin iadesi: Kendisine yemin teklif edilen taraf, bu yemini, teklif eden tarafa iade
edebilir. Yeminin konusunu oluşturan vakıa, her iki tarafın değil, yalnızca kendisine yemin
teklif edilen tarafın şahsından kaynaklanıyorsa yemin iade edilemez (m. 230). Yemin için davet
edilen kimse, tayin edilen gün ve saatte mahkemede hazır bulunup da yemini iade etmezse
yemin konusu vakıaları ikrar etmiş sayılır (m. 229/1). Kendisine yemin iade olunan kimse,
yemin etmekten kaçınırsa yemin konusu vakıa ispat edilememiş sayılır (m. 229/2).

TANIK (m. 240-265)

Tanık kime denir?

Tanık, davada taraflar arasında çekişmeli olan, geçmişte meydana gelmiş olaylar ve durumlarla
ilgili sahip olduğu bilgi ve algılarını mahkemeye aktaran kişidir.

Kimler tanık olabilir? Kimler tanık olamaz?


Tanıklık yapmak için bir yaş sınırlaması yoktur. Ancak tanıklık yapacak kişinin ayırt etme
gücüne sahip olması gerekir. Davada taraf olmayan kişiler tanık olarak gösterilebilir. Taraflar
kendi davalarında tanık olamazlar. Taraflardan birinin vekili, üçüncü kişi olduğundan, tanık
olarak dinlenebilir. Buna karşılık, tarafların yasal temsilcileri tanık olamaz. Yasal temsilcilerin
bilgisinden de isticvap yolu ile yararlanılır. Tüzel kişinin taraf olduğu bir davada, o tüzel
kişinin organı (yasal temsilcisi) durumundaki kişiler tanık olarak dinlenemez. Tanık delili
ancak küçük meblağlar ve senede bağlanması imkansız olan hukuki işlemler ile hukuki fiiller
için caizdir.

Hukukumuzda tanıklık yapmak zorunlu mudur? Yapmazsa ne olur?

Kanunda gösterilen hükümler saklı kalmak üzere, tanıklık için çağrılan herkes gelmek
zorundadır. Usulüne uygun olarak çağrıldığı hâlde mazeret bildirmeksizin gelmeyen tanık zorla
getirtilir, gelmemesinin sebep olduğu giderlere ve beşyüz Türk Lirasına kadar disiplin para
cezasına hükmolunur. Zorla getirtilen tanık, evvelce gelmemesini haklı gösterecek sebepleri
sonradan bildirirse, aleyhine hükmedilen giderler ve disiplin para cezası kaldırılır (m. 245).
Tanığa, Tanık Ücret Tarifesine göre ücret ve gider ödenir. Tanıklık yapma yükümlülüğünün üç
unsuru vardır. Duruşmaya gelme, doğruyu söyleyeceğine dair yemin etme ve doğru beyanda
bulunma.

Türk yargısına tabi olmayan kişiler için tanıklık yapma yükümlülüğü yoktur. Örneğin yabancı
diplomatik temsilciler, mahkemeye tanık olarak çağrılamazlar.

Hakim tanığa tanıklıktan çekinme hallerini hatırlatmak zorunda mıdır?

Kişisel nedenlerle tanıklıktan çekinme sebeplerinin varlığı hâlinde, hâkim tanık olarak
çağrılmış kimsenin çekinme hakkı bulunduğunu önceden hatırlatır (m. 247/2). Bu sebepler
dışında sır ve menfaat tehlikesi sebebiyle tanıklıktan çekinme hallerinde hakimin tanığa
çekinme hakkı olduğunu önceden hatırlatma ödevi yoktur. Ancak hatırlatması yerinde olur.

Tanıklıktan çekinme halleri hangileridir?

Bazı kişiler için tanıklık etmek zorunlu değildir. Bu kişiler isterlerse tanıklık etmeyebilirler.
Tanıklıktan çekinmek isteyen kişi, yazılı veya duruşmada sözlü olarak çekinme sebebini ve
bunu haklı gösteren delili bildirmek zorundadır (m. 252/1). Çekinme sebebi ve dayanağını
önceden bildiren kişinin belli günde mahkemeye gelmesi zorunlu değildir (m. 252/2).

Kişisel nedenlerle tanıklıktan çekinme (m. 248): Kişisel nedenlerle tanıklıktan çekinme
sebeplerinin varlığı hâlinde, hâkim tanık olarak çağrılmış kimsenin çekinme hakkı
bulunduğunu önceden hatırlatır (m. 247/2). Aşağıdaki kimseler tanıklıktan çekinebilirler:

a) İki taraftan birinin nişanlısı.


b) Evlilik bağı ortadan kalkmış olsa dahi iki taraftan birinin eşi.
c) Kendisi veya eşinin altsoy veya üstsoyu.
ç) Taraflardan biri ile arasında evlatlık bağı bulunanlar.
d) Üçüncü derece de dâhil olmak üzere kan veya kendisini oluşturan evlilik bağı ortadan
kalkmış olsa dahi kayın hısımları.
e) Koruyucu aile ve onların çocukları ile koruma altına alınan çocuk.

Sır nedeniyle tanıklıktan çekinme (m. 249): Kanun gereği sır olarak korunması gereken
bilgiler hakkında tanıklığına başvurulacak kimseler, bu hususlar hakkında tanıklıktan
çekinebilirler. Ancak, (Avukatlık Kanunu hükmü saklı kalmak üzere) sır sahibi tarafından
sırrın açıklanmasına izin verildiği takdirde, bu kimseler tanıklıktan çekinemezler (m. 249).
Kamu görevlileri, görevleri gereğince sır olarak saklamak zorunda oldukları hususlar hakkında,
sırrın ait olduğu resmi makamın yazılı izni olmadıkça tanık olarak dinlenemezler (m. 242).
Avukatlar görevleri dolayısıyla öğrendikleri sırları açıklayamazlar (AvK. m. 36/I). Bu konuda
tanıklık yapabilmeleri ancak müvekkillerinin izni ile mümkün olabilir. Ancak müvekkilinin
iznine rağmen avukat, tanıklık yapmaktan çekinebilir (AvK m. 36/II).

Menfaat ihlali tehlikesi nedeniyle tanıklıktan çekinme (m. 250): Aşağıdaki hâllerde
tanıklıktan çekinilebilir:
a) Tanığın beyanı kendisine veya 248 inci maddede yazılı kimselerden birine doğrudan
doğruya maddi bir zarar verecekse.
b) Tanığın beyanı kendisinin veya 248 inci maddede yazılı kimselerden birinin şeref veya
itibarını ihlal edecek ya da ceza soruşturmasına veya kovuşturmasına sebep olacaksa.
c) Tanığın beyanı, meslek veya sanatına ait olan sırların ortaya çıkmasına sebebiyet verecekse

Tanıklıktan çekinme hakkı olduğu halde tanıklıktan çekinilemeyecek durumlar


hangileridir?

Tanıklıktan çekinme hakkı olan bir kişi, tanığı bulunduğu ve onun tanıklığından başka bir delil
ile ispatı imkansız veya çok güç olan m. 251’deki hallerde tanıklıktan çekinemezler. Bu
haller şunlardır:
a) Bir hukuki işlemin yapılması sırasında tanık olarak bulundurulmuş olan kimse o işlemin
esası ve içeriği hakkında,
b) Aile bireylerinin doğum, ölüm veya evlenmelerinden kaynaklanan olaylar hakkında,
c) Aile bireyleri arasında, ailevi ilişkilerden kaynaklanan mali uyuşmazlıklara ilişkin
vakıalar hakkında,
ç) Taraflardan birinin hukuki selefi veya temsilcisi olarak kendisinin yaptığı işler hakkında,
tanıklıktan çekinilemez

Çekinme sebeplerinin bildirilmesi ve incelenmesi: Tanıklıktan çekinen kimse, çekinme


sebebini ve bu sebebi haklı gösterecek delilini, dinleneceği günden önce yazılı veya davet
edildiği duruşmada sözlü olarak bildirmek zorundadır (m. 252/1). Çekinme sebeplerini ve
bunun dayanaklarını önceden bildirmiş olan tanık belli günde mahkemeye gelmek zorunda
değildir (m. 252/2). Tanığı göstermiş olan taraf, çekinme beyanını kabul ederse, o tanığı
dinletmekten vazgeçmiş sayılır; kabul etmezse, Mahkeme, duruşmada bulunan tarafları
dinledikten sonra tanıklıktan çekinmenin haklı olup olmadığına karar verir (m. 252/3). Tanık
bu çekinme hakkını kullanmayıp, tanıklık etmek isteyebilir; bu tanık da yeminli dinlenir.

Tanık kanuni bir sebep olmadan çekinir veya yemin etmezse hangi yaptırımlarla
karşılaşır?
Tanık, kanuni bir sebep göstermeden tanıklıktan çekinir, yemin etmez veya göstermiş olduğu
sebep mahkemece kabul edilmemesine rağmen tanıklık yapmaktan çekinirse beşyüz Türk
Lirasından beşbin Türk Lirasına kadar disiplin para cezasına ve bu yüzden doğan giderleri
ödemesine hükmedilerek, yeniden dinlenilmek üzere yargılama başka güne bırakılır. Tanık
kendisine sorulan sorulara cevap vermez veya yemin etmemekte direnirse o mahkemece iki
haftayı geçmemek üzere disiplin hapsine mahkûm edilir (m. 253).

Kendisine davetiye gönderilmemiş olan tanığın dinlenmesi mümkün müdür?

Tanık davetiye ile çağrılır. Ancak, davetiye gönderilmeden taraflarca hazır bulundurulan tanık
da dinlenir. Şu kadar ki, tanık listesi için kesin süre verildiği ve dinlenme gününün belirlendiği
hâllerde, liste verilmemiş olsa dahi taraf, o duruşmada hazır bulundurursa tanıklar dinlenir (m.
243/1).

Tanık mutlaka sözlü olarak mı dinlenilmelidir?

Hakim, gerekli görülen hallerde sözlü olarak dinlenmesi yerine, belirlenecek süre içinde
cevaplarını yazılı olarak bildirmesi için tanığa soru kağıdı gönderilmesine karar verebilir.
Hakim, verilen yazılı cevapların yetersiz olması halinde, tanığı dinlemek üzere davet edebilir
(m. 246). Tanığa soru kağıdı gönderme istisnai durumdur. Asıl olan duruşmada dinlenmesidir.
Özellikle tanığın güvenilirliği ve beyanların doğruluğu konusunda taraflar itirazda bulunmuşlar
veya bunu ispat etmişlerse hakimin yazılı ifadeyi dikkate almaması veya mümkünse tanığı
mahkemeye davet etmesi gerekir.

Tanıkların Gösterilmesi

Hakim kendiliğinden tanık dinleyebilir mi?

Davada tanıklara taraflarca gösterilir. Hakim tarafların tanık olarak göstermedikleri kişileri
kendiliğinden tanık olarak dinleyemez. Fakat hakim, dava dosyasına usulüne uygun biçimde
girmiş olan belgelerde isimleri yazılı olan kişileri kendiliğinden tanık olarak dinleyebilir (m.
31). Tanık gösteren taraf, tanık dinletmek istediği vakıayı ve dinlenilmesi istenen tanıkların adı
ve soyadı ile tebliğe elverişli adreslerini içeren listeyi mahkemeye sunar (m. 240/2, c. 1).
Bunun üzerine hakim, o vakıanın tanıkla ispat edilmesinin caiz olup olmadığına karar verir.
Hakim caiz olmadığına karar verirse, kişiler tanık olarak dinlenmez; caiz görürse bu kişiler
tanık olarak dinlenir.

Tanık listesinde tanıkların adresi gösterilmemişse ne olur?

Tanık listesinde adres gösterilmemiş veya gösterilen adreste tanık bulunamamışsa, tarafa adres
göstermesi için, işin niteliğine uygun kesin süre verilir. Bu süre içinde adres gösterilmez veya
gösterilen yeni adres de doğru değilse, bu tanığın dinlenilmesinden vazgeçilmiş sayılır (m.
240/3). Tanık listesinde gösterilmemiş olan kimseler tanık olarak dinlenemez ve ikinci bir tanık
listesi verilemez (m. 240/2, c. 2).

Tanık listesi verme hakkının saklı tutularak sonradan tanık gösterilmesi mümkün
müdür?
Tanık listesine eklenen ‘’vesaire’’ kelimesi, bu tanık listesinde isimleri yazılı bulunanlardan
başka tanık dinlenmesine imkan vermez. Taraf, tanık listesinde ek tanık listesi verme hakkını
açıkça saklı tutsa bile veya tanıklar dinlenmemiş olsa bile sonradan ikinci bir tanık listesi
veremez.

Islahla veya karşı tarafın rızası ile ikinci tanık listesi verilebilir mi?

Taraf, yanlış bir tanık listesi verdiğini bildirerek, ıslah yolu ile dahi ikinci bir tanık listesi
veremez. Fakat taraf ıslah dilekçesinde yeni vakıalar ileri sürmüş ise bu yeni vakıaları ispat için
yeni tanık gösterebilir. İkinci tanık listesi verme yasağı, kamu düzenine ilişkin olduğundan
karşı taraf, buna muvafakat etse bile hakim, ikinci tanık listesindeki tanıkları dinleyemez. Islah
yolu ile dahi ikinci tanık listesi verilemez.

İkinci tanık listesi verme yasağının istisnaları nelerdir?

1) Tanık listesinde yazılı tanıkların hepsi henüz dinlenmeden önce mesela bir otobüs kazasında
ölürse, taraf ikinci bir tanık listesi verebilir.

2) Tanık listesinde yazılı tanıkların hepsinin veya önemli bir bölümünün tanıklıktan çekinme
haklarını kullanmaları ve bu nedenle dinlenememeleri halinde taraf ikinci bir tanık listesi
verebilir.

3) Tanık listesinde yazılı tanıkların, tanık olarak dinlenmeleri mümkün değil (yasak) ise, tanık
listesi geçersizdir. Bu nedenle, taraf ikinci bir tanık listesi verebilir.

İkinci tanık listesi verme yasağı, sadece tanık listesinde gösterilen tanıklarla ispat edilmek
istenen belirli bir vakıa içindir. Taraf ispat etmek istediği başka bir vakıa hakkında yeni bir
tanık listesi verebilir.

Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda (örneğin, babalık davası, boşanma


davası) ve çekişmesiz yargı işlerinde ikinci tanık listesi verilebilir.

Tanık listesi vermiş olan taraf, dava dosyasına usulüne uygun biçimde girmiş olan belgelerde
isimleri yazılı olan kişilerin (bu kişiler tanık listesinde yazılı olmasa bile) tanık olarak
dinlenmesini isteyebilir. Çünkü mahkeme bu kişileri kendiliğinden de tanık olarak dinleyebilir

Taraf tanık listesinde göstermiş olduğu tanığın dinlenilmesinden vazgeçebilir mi? Karşı
tarafın muvafakati aranır mı?

Bir taraf, tanık listesinde göstermiş olduğu tanıkların dinlenmesinden (tanık dinlenmeden
önce) (kısmen veya tamamen) vazgeçebilir; bunun için karşı tarafın muvafakati gerekli
değildir. Bir tarafın gösterdiği tanığı dinletmekten vazgeçmesi açık olabileceği gibi zımni de
olabilir. Örneğin, davacı gösterdiği tanıklardan bazısının ifadesini yeterli görerek diğer
tanıkların dinlenmesi için girişimde bulunmayabilir. Fakat tanıklarını gösterip gerekli giderleri
yatırdıktan sonra duruşmaya gelmeyen taraf, bununla tanıklarının dinlenmesinden zımnen
vazgeçmiş sayılmaz. Tanık dinlendikten sonra ise, onu göstermiş olan taraf karşı tarafın
muvafakati olmadan o tanığın ifadesinin nazara alınmamasını isteyemez.

Bir davada gösterilen tanık sayısının sınırı nedir?


Tanık sayısı bakımından bir sınırlama getirilmediğinden taraflar tanık listesiyle diledikleri
sayıda tanık gösterebilirler. Mahkeme, bütün tanıkları dinlemek zorunda değildir; gösterilen
tanıklardan bir kısmının tanıklığı ile ispat edilmek istenen husus hakkında yeter derecede bilgi
edindiği takdirde, geri kalanların dinlenilmemesine karar verebilir (m. 241).

Tanığın telefonla davet edilmesi mümkün müdür? Bu şekilde davet edilirse ne olur?

Davetiyenin duruşma gününden en az bir hafta önce tebliğ edilmiş olması gerekir. Acele
hâllerde tanığın daha önce gelmesine karar verilebilir (m. 243/2). Tanık, gerektiğinde telefon,
faks, elektronik posta gibi araçlardan yararlanılmak suretiyle de davet edilebilir. Ancak davete
rağmen gelmemeye bağlanan sonuçlar bu durumda uygulanmaz (m. 243/3).

Tanık gösteren taraf delil avansı yatırmazsa ne olur?

Tanık gösteren taraf, tanıkların dinlenmesi için mahkemece belirlenen delil avansını, verilen
kesin süre içinde yatırmak zorundadır. Aksi halde tanıkların dinlenmesinden vazgeçilmiş
sayılır (m. 324/2). Davacının tanıkların dinlenmesinden vazgeçmiş sayılması nedeniyle dava
ispat edilemediği gerekçesiyle reddedilirse, bu ret kararı esasa ilişkin bir karardır (usule ilişkin
bir karar değildir). Bu nedenle böyle bir davanın reddi kararı, maddi anlamda kesin hüküm
teşkil eder. Taraf, kesin süre içinde mahkemece belirlenen avansı yatırmamakla birlikte,
tanıkları beraberinde mahkemeye getirirse, kesin sürenin gereğini yerine getirmiş sayılır; taraf
tanık dinlenmesinden vazgeçmiş sayılamaz, tanıkların dinlenmesi gerekir.

Tanıkların dinlenmesi için mutlaka mahkemeye gelmesi zorunlu mudur?

Mahkeme, hasta veya engelli olmasından dolayı gelemeyen tanığı bulunduğu yerde dinler (m.
259/3). Mahkemenin yargı çevresi dışında bulunan tanığın istinabe yolu ile dinlenmesine karar
verilebilir. Tanık yabancı bir ülkede ise yabancı ülkede istinabe yolu ile dinlenir. Tanıklar,
hâkim tarafından ayrı ayrı dinlenir ve biri dinlenirken henüz dinlenmemiş olanlar salonda
bulunamazlar. Tanıklar gerektiğinde yüzleştirilirler (m. 261/1). Hakim tanıkları kendisi dinler;
bu işi başkasına (örneğin bilirkişiye) bırakamaz.

Tanık mazeretsiz olarak gelmezse veya yemin etmezse yaptırımı nedir?

Tanık, kanuni bir sebep göstermeden yemin etmezse beşyüz Türk Lirasından beşbin Türk
Lirasına kadar disiplin para cezasına ve bu yüzden doğan giderleri ödemesine hükmedilerek,
yeniden dinlenilmek üzere yargılama başka güne bırakılır.) Tanık yemin etmemekte direnirse o
mahkemece iki haftayı geçmemek üzere disiplin hapsine mahkûm edilir (m. 253).

Çocukların tanık olarak dinlenilmesi mümkün müdür?

Dinlendiği sırada onbeş yaşını bitirmemiş olanlar ve yeminin niteliğini ve önemini


kavrayamayacak derecede ayırt etme gücüne sahip olmayanlar, yeminsiz dinlenir (m. 257).

Taraflar ve vekiller tanığa doğrudan soru sorabilir mi?

Duruşmaya katılan taraf vekilleri, tanıklara, duruşma disiplinine uygun olarak doğrudan soru
yöneltebilirler Taraflar ise hâkim aracılığıyla soru sorabilirler. Yöneltilen soruya itiraz
edildiğinde, sorunun yöneltilmesinin gerekip gerekmediğine hâkim karar verir. (m. 152/1).
Taraflar tanığın sözünü keserse ne olur?

Tarafların, tanığın sözünü kesmeleri, söz veya hareketle onu övmeleri veya tahkir etmeleri
yasaktır. Buna aykırı davranan taraf veya vekili, hâkimin uyarısına rağmen davranışını devam
ettirecek olursa, 79 veya 151 inci maddeler uyarınca işlem yapılır (m. 262).

Tanık yazılı notlar kullanabilir mi?

Tanık, bildiğini sözlü olarak açıklar ve sözü kesilmeden dinlenir. Dinlenilme sırasında, tanık,
yazılı notlar kullanamaz. Şu kadar ki, tanık tarihleri ve rakamları tespit etmek veya bazı
hususları açıklamak ya da hatırlayabilmek için yazılarına bakmak zorunda olduğunu hâkime
söylerse, hâkim derhâl yazılarına bakmasına veya belirleyeceği duruşmada yeniden
dinlenmesine karar verebilir (m. 261/2).

Tanık yalan yere yemin etmişse ne olur?

Hâkim, tanığın tanıklığı esnasında yalan söylediği veya menfaat temin ederek tanıklık ettiği
hakkında yeterli delil veya emare elde ederse bir tutanak düzenler ve bu tutanağı derhâl
Cumhuriyet başsavcılığına gönderir (m. 264/1). Hâkim, tanığın ve suçta ortakları varsa onların
tutuklanmasına da karar verebilir ve kovuşturma yapılmak üzere Cumhuriyet başsavcılığına
sevk eder (m. 264/2). Tanığın ceza mahkemesince yalan tanıklıktan mahkum edilmiş olması,
yargılamanın iadesi sebebidir (m. 375/1-e).

Türkçe bilmeyen tanık nasıl dinlenecektir?

Tanık Türkçe bilmezse tercümanla dinlenir (m. 263/1). Tanık, sağır ve dilsiz olup okuma ve
yazmayı biliyorsa, sorular kendisine yazılı olarak bildirilir ve cevapları yazdırılır; okuma ve
yazma bilmediği takdirde, hâkim, kendisini işaret dilinden anlayan bilirkişi yardımıyla dinler
(m. 263/2).

Hakim tanık delili ile bağlı mıdır?

Tanıklık takdiri delildir. Hakim tanık ifadelerini serbestçe takdir eder, bunlarla bağlı değildir;
tanığın doğru söylemediğini başka delil ve belirtilerle anlarsa, tanık ifadelerinin aksi yönde de
karar verebilir. Tanığın bir kimsenin sırf yakını olması, onun beyanının hiç dikkate
alınmamasını gerektirmez. Ancak bu durum her bir olayda ayrı değerlendirilmelidir.

Tanığın mutlaka olayı gören birisi olması gerekir mi?

Tanıklık yapacak kişinin, tanıklık yaptığı olayı mutlaka gören veya duyan kişi olması
aranmamıştır. Bu sebeple tanık, bir başkasından duyduğunu, başkasının beyanını da
mahkemeye aktarabilir.

Tanık ifadeleri, ıslah ile geçersiz kılınamaz (m. 179/2).

BİLİRKİŞİ (m. 266-287)

Bilirkişi kime denir?

Bir davada çözümü hakimin hukuk dışında, özel veya teknik bilgisini gerektiren hâllerde, oy ve
görüşüne başvurulan üçüncü kişiye bilirkişi denir. Tercüman da bilirkişidir.
Bilirkişi ile tanık arasındaki farklar nelerdir?

Bilirkişiye başvurulmasına gerek olup olmadığına hakim karar verir. Tanığı ise taraflar
gösterir.
Bilirkişi, vakıaya tanık olmuş değildir; sadece o konuda görüşünü bildirmesi istenir. Tanık ise,
vakıanın nasıl olduğunu kendisi görmüş veya başkasından duymuştur.
Tanık sadece gördüğünü ve duyduğunu nakleder, bunlar hakkında oy ve görüş bildiremez.
Bilirkişi ise gördüğünü değil değerlendirmesini rapor eder.
Herkes bilirkişi olamaz ve bu nedenle herkes bilirkişiliği kabul etmeye zorlanamaz; oysa
tanıklık zorunludur.
Bilirkişi, görüşüne başvurulan vakıanın aynı zamanda tanığı olmuşsa, o davada hem tanıklık
edebilir, hem de bilirkişilik yapabilir; bu kişiye bilirkişi tanık denir.
Tanığın yerine başkasının ikamesi çoğu zaman mümkün olmadığından tanığın reddi
düzenlenmemiş ve objektif olması aranmamıştır. Bilirkişi ise reddedilebilir, yerine başka
bilirkişi ikame edilebilir; bilirkişinin objektif olması aranır.

Bilirkişi bir delil midir yoksa hakim yardımcısı mıdır?

Bu konuda farklı görüşler bulunmaktadır. Bir görüşe göre, kanunda takdiri deliller arasında
düzenlenmiş olması sebebiyle bilirkişi bir delildir. Diğer görüşe göre, bilirkişi görevi gereği
hakim yardımcısıdır. Bilirkişi ataması hakimin takdirine bırakılmıştır. Bilirkişi sadece taraf
delili olsaydı bilirkişi hakim tarafından atanamazdı. Bilirkişinin de hakim gibi tarafsız olması
gerekir. Bilirkişi ile mahkeme arasındaki ilişki özel hukuka değil, kamu hukukuna tabidir.

Bilirkişi İncelemesini Gerektiren Haller

Bilirkişi incelemesinin zorunlu olduğu haller hangileridir?

Bazı hallerde /kanunda açıkça öngörüldüğü için) hakim bilirkişiye başvurmak zorundadır. Bu
konuda hakime takdir hakkı tanınmamıştır.

1) Cinsiyetini değişikliğine mahkemece izin verilebilmesi için, istem sahibinin transseksüel


yapıda olup, cinsiyet değişikliğinin ruh sağlığı açısından zorunluluğunu ve üreme yeteneğinden
sürekli biçimde yoksun bulunduğunu bir eğitim ve araştırma hastanesinden alınacak resmî
sağlık kurulu raporuyla belgelemesi şarttır (TMK m. 40/1). Verilen izne bağlı olarak amaç ve
tıbbî yöntemlere uygun bir cinsiyet değiştirme ameliyatı gerçekleştirildiğinin resmî sağlık
kurulu raporuyla doğrulanması hâlinde, mahkemece nüfus sicilinde gerekli düzeltmenin
yapılmasına karar verilir (TMK m. 40/2).

2) Akıl hastalığına dayanarak açılan boşanma davasında, davalı eşin akıl hastası olup
olmadığının bilirkişi raporu ile tespit edilmesi gerekir (TMK m. 165).

3) Akıl hastalığı veya akıl zayıflığı yüzünden kısıtlanmış olan kişi üzerindeki vesayetin
kaldırılmasına, ancak kısıtlama sebebinin ortadan kalkmış olduğunun resmî sağlık kurulu
raporu ile belirlenmesi hâlinde karar verilebilir (TMK m. 474).
4) Akıl hastalığı, akıl zayıflığı, alkol veya uyuşturucu Madde bağımlılığı, ağır tehlike arzeden
bulaşıcı hastalığı olanlar hakkında, ancak resmî sağlık kurulu raporu alındıktan sonra karar
verilebilir. Vesayet makamının daha önceden bilirkişiye başvurmuş olması hâlinde denetim
makamı bundan vazgeçebilir (TMK m. 436/5).

5) Akıl hastalığı veya akıl zayıflığı sebebiyle kısıtlamaya ancak resmî sağlık kurulu raporu
üzerine karar verilir (TMK m. 409/II).

6) Hayvan alım satımında hayvanın ayıplı olduğu iddiasının bilirkişi raporuyla ispatlanması
gerekir (TBK m. 224).

7) HMK m.211/a hükmüne göre yaptığı incelemeye rağmen, hâkimde sahtelik konusunda kesin
bir kanaat oluşmamışsa, bilirkişi incelemesine karar verir (m. 211/b).

8)Okuma ve yazma bilmeyen sağır veya dilsizler, işaretlerinden anlayan bir bilirkişi
aracılığıyla yemin ederler (m. 234/2). Hâkim, okuma ve yazma bilmeyen sağır ve dilsizleri,
işaret dilinden anlayan bilirkişi yardımıyla dinler (m. 263/2).

9) Anonim şirketlerde konulan ayni sermaye ile kuruluş sırasında devralınacak işletmelere ve
ayınlara, şirket merkezinin bulunacağı yerdeki asliye ticaret mahkemesince atanan bilirkişilerce
değer biçilir (TTK m. 343/1).

Özel ve Teknik Bilgiyi Gerektiren Haller

Zorunlu haller dışında hakim hangi hallerde bilirkişiye başvurabilir? Hukuki sorunlar
için hakim bilirkişiye başvurabilir mi?

Açık bir kanun hükmü ile bilirkişiye başvurmak zorunlu kılınmamışsa, hakim özel ve teknik
bilginin gerekli olduğu hallerde taraflardan birinin talebi üzerine veya kendiliğinden bilirkişiye
başvurur (m. 266). Bazı örnekler;

Bir kişinin ayırt etme gücüne sahip olup olmadığı,


insan vücudunun muayenesi, kan ve doku muayenesi gibi tıp ile ilgili konular,
bir yerin orman olup olmadığının tespiti,
eski eserlerle ilgili konular,
mimarlık ve mühendislikle ilgili konular,
trafik kuralları, trafik kazalarında araçtaki zararın ve kusurun tespiti
iş kazalarında kusur tespiti
kira bedelinin tespiti
tedavi giderleri
ticari defterlerin incelenmesi
senette tahrifat yapıldığı,
imza incelemesi (grafoloji uzmanı tarafından yapılır), özel ve teknik bilgiyi gerektirir. Keşif
genellikle özel veya teknik bilgiyi gerektiren bir iş olduğundan hakim, keşif sırasında bilirkişi
yardımına başvurur.
Bilirkişiye ancak vakıa sorunları için başvurulabilir. Hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukukî
bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan (hukuki sorunlar için) konularda bilirkişiye başvurulamaz
(m. 266, c. 2). Örneğin, manevi tazminatın takdiri için, taraflar arasındaki sözleşmenin yorumu
için, faiz oranının belirlenmesi için, faiz oranının fahiş olup olmadığının belirlenmesi için
bilirkişiye başvurulamaz. Fakat yabancı hukukun tespiti için hukukçu bilirkişiye başvurulabilir.
Hukuk bilgisinin gerektirdiği hallerde bilirkişiye başvurmanın yasak olmasının temelinde şu
hususlar var usul ekonomisi ilkesi, hakimin kendi görevini bilirkişiye devretme sakıncası,
hakim hukuku kendiliğinden uygular ilkesine terstir.

Bir uyuşmazlık bakımından kaç bilirkişiye başvurulabilir?

Mahkeme, bilirkişi olarak, yalnızca bir kişiyi görevlendirebilir. Ancak, gerekçesi açıkça
gösterilmek suretiyle, tek sayıda, birden fazla kişiden oluşacak bir kurulun bilirkişi olarak
görevlendirilmesi de mümkündür (m. 267).

Kimler bilirkişi olabilir?

Bilirkişi gerçek kişi olabileceği gibi özel hukuk tüzel kişisi de olabilir. Bilirkişi listesinin
düzenlenmesine ilişkin esas ve usuller, ilgili bakanlıkların da görüşü alınmak suretiyle Adalet
Bakanlığınca hazırlanan yönetmelikte gösterilir (m. 268/3). Kanunların görüş bildirmekle
yükümlü kıldığı kişi ve kuruluşlara görevlendirildikleri konularda bilirkişi olarak öncelikle
başvurulur (m. 268/3). Kendi özel kanunlarında bilirkişilik hizmeti verebilecek kurumlar,
sadece özel hukuk kişileri için düzenlemeler öngören Bilirkişilik Kanunu’nun kapsamı
dışındadır. Örnekler; Adli Tıp Kurumu Kanununa göre (m. 1, 2) Adli Tıp Kurumu, adli tıp ile
ilgili konularda resmi bilirkişidir. Fakat Adli Tıp Kurumu imza incelemesi konusunda tek
resmi bilirkişi değildir. Jandarma Kriminal Laboratuvarından seçilen bilirkişiler ve Bölge
Kriminal Polis Laboratuvarından seçilen bilirkişiler de, imza incelemesi konusunda resmi
bilirkişidir. Kamulaştırma işlerinde resmi bilirkişilik Kamulaştırma K.m. 15 yer almaktadır.

Tüzel kişilerin bilirkişilik yapabilmesi yerinde bir düzenleme midir?

Bilirkişilik Kanunu ile tüzel kişilerin de bilirkişilik yapmasına imkan tanınmıştır. Ancak
uzmanlık tüzel kişinin değil, gerçek kişinin sahip olacağı niteliktedir. Ayrıca bilirkişilik şahsen
yapılması gereken, görev, yetki ve sorumluluğu şahsen oluşacak nitelikte bir faaliyettir.
Bilirkişilik bizzat yapılacaktır; başkasına devredilemez (Bil K. m. 3/4) bilirkişilik görevi bir
şirkete verilirse, şirket raporu çalışanlarına hazırlattıracağı için bilirkişilik görevi başkasına
devredilmiş olacaktır.

Taraflar bilirkişiyi seçebilir mi?

Resmi bilirkişi kurumu yoksa bilirkişiyi hakim seçer. HUMK döneminde tarafların bilirkişiyi
seçmesine imkan tanınmakta iken yeni düzenlemede buna yer verilmemiştir. Ancak tarafların
seçtiği bilirkişinin tercih edilmesi, bilirkişinin reddini engelleyeceğinden faydalı olabilir.

Çift sayıda bilirkişi belirlenmesi bozma sebebi oluşturur mu?

Hakim tek sayıda olmak üzere birden fazla bilirkişi seçebilir. Ancak bilirkişiler oy birliği ile
karar vermişlerse iki ya da dört kişi seçilmesi mutlak bozma sebebi sayılmaz.
Bilirkişilik görevini kabul etmek zorunlu mudur?

Bilirkişilik görevini kabulle yükümlü olanlar şunlardır (m. 270/1): a) Resmî bilirkişiler ile
bilirkişi listelerinde yer almış olanlar b) Bilgisine başvurulacak konuyu bilmeksizin, meslek
veya zanaatlarını icra etmesine olanak bulunmayanlar c) Bilgisine başvurulacak konu
hakkında, meslek veya sanat icrasına resmen yetkili kılınmış olanlar (örneğin, doktor, ebe,
mühendis, muhasebeci, mali müşavir, mimar gibi).

Bilirkişinin reddedilmesi veya bilirkişinin çekinmesi söz konusu olabilir mi?

Bilirkişi görevini yerine getirirken tarafsız davranmak zorundadır. Bu nedenle hâkimler


hakkındaki yasaklılık ve ret sebepleriyle ilgili kurallar, bilirkişiler bakımından da uygulanır.
Ancak, bilirkişinin, aynı dava veya işte daha önceden tanık olarak dinlenmiş bulunması, bir ret
sebebi teşkil etmez (m. 272/1). Hâkimler hakkındaki yasaklılık sebeplerinden biri, bilirkişinin
şahsında gerçekleşmişse, mahkeme, hüküm verilinceye kadar, her zaman bilirkişiyi resen
görevden alabileceği gibi, bilirkişi de mahkemeden, görevden alınma talebinde bulunabilir (m.
272/2). Ret sebeplerinden birinin bilirkişinin şahsında gerçekleşmesi hâlinde taraflar,
bilirkişinin reddini talep edebileceği gibi, bilirkişi de kendisini reddedebilir. Ret talebi veya
bilirkişinin kendisini reddetmesinin, ret sebebinin öğrenilmesinden itibaren en geç bir hafta
içinde yapılmış olması şarttır. Ret sebeplerinin ispatı için, yemin teklif edilemez (m. 272/3).

Bilirkişinin reddi talebi hakkında verilen karara karşı başvurulabilecek yol var mıdır?

Bilirkişinin görevden alınma, ret ve bilirkişinin kendisini reddetmesine yönelik talep,


bilirkişiyi görevlendiren mahkemece dosya üzerinden incelenir ve karara bağlanır. Kabule
ilişkin kararlar kesindir. Redde ilişkin kararlara karşı ise ancak esas hakkındaki kararla birlikte
istinaf yoluna başvurulabilir (m. 272/4).

Bilirkişiye yemin verdirilmesi zorunlu mudur?

Listelere kaydedilmiş kişilere il adli yargı adalet komisyonu huzurunda, yemin verdirilir;
verdirilmesi zorunludur. Bu bilirkişilere, görevlendirildikleri her dava veya işte ayrıca yemin
verdirilmez; sadece görevlendirme yazısında, bilirkişilere önceden etmiş bulundukları yemine
bağlı kalmak suretiyle oy ve görüş bildirmek zorunda oldukları hususu hatırlatılır (m. 271/1).

Bilirkişinin Görev Alanının Belirlenmesi ve Yetkileri

Mahkeme, tarafların da görüşünü almak suretiyle bilirkişinin görevlendirilmesine ilişkin


kararında, a) İnceleme konusunun bütün sınırlarıyla ve açıkça belirlenmesine, b) Bilirkişinin
cevaplaması gereken sorulara, c) Raporun verilme süresine yer vermek zorundadır (m. 273/1).
Bilirkişiye, görevlendirme yazısının ekinde, inceleyeceği şeyler, dizi pusulasına bağlı olarak ve
gerekiyorsa mühürlü bir biçimde teslim edilir; ayrıca bu husus tutanakta gösterilir (m. 273/2).
Bilgisine başvurulan bilirkişi, kendisine tevdi olunan görevin, uzmanlık alanına girmediğini,
inceleme konusu maddi vakıaların açıklığa kavuşturulması ve tespiti için, uzman kimliği
bulunan başka bir bilirkişi ile işbirliğine ihtiyaç duyduğunu veya görevi kabulden kaçınmasını
haklı kılacak mazeretini bir hafta içinde görevlendirmeyi yapan mahkemeye bildirir (m. 275/1).

Bilirkişi, görev alanı veya sınırları hakkında tereddüde düşerse, bu tereddüdünün giderilmesini,
her zaman mahkemeden isteyebilir (m. 278/2). Bilirkişi, incelemesini gerçekleştirirken ihtiyaç
duyarsa, mahkemenin de uygun bulması kaydıyla, tarafların bilgisine başvurabilir. Taraflardan
birinin bilgisine başvurulacağı hâllerde, mahkemece bilirkişiye taraflardan biri bulunmaksızın
diğerinin dinlenemeyeceği hususu önceden hatırlatılır (m. 278/3).

Bilirkişilik görevinin kapsamı nedir?

Bilirkişilik görevi, mahkemece yapılan davete uyup tayin edilen gün ve saatte mahkemede
hazır bulunmayı, yemin etmeyi ve bilgisine başvurulan konuda süresinde oy ve görüşünü
mahkemeye bildirmeyi kapsar (m. 269/1). Geçerli bir özrü olmaksızın mahkemece yapılan
davete uyup, tayin edilen gün ve saatte mahkemede hazır bulunmayan yahut mahkemeye gelip
de yemin etmekten veya süresinde oy ve görüş bildirmekten kaçınan bilirkişiler hakkında,
tanıklığa ilişkin disiplin hükümleri uygulanır (m. 269/2). Bilirkişi, mahkemece kendisine tevdi
olunan görevi bizzat yerine getirmekle yükümlü olup, görevinin icrasını kısmen yahut
tamamen başka bir kimseye bırakamaz (m. 276).

Bilirkişi tarafları dinleyebilir mi?

Bilirkişi, raporunu hazırlarken gerekli olduğu hallerde tarafları dinleyebilir. Ancak bunun için
mahkemeden bu konuda izin alması gerekir. Bu izin bilirkişinin tarafsızlığının sağlanmasına
yönelik bir tedbirdir. Bilirkişinin taraflardan birinin bilgisine başvurması ya da taraflardan
birinin elindeki bir şeyi incelemesi sırasında diğer tarafın mutlaka hazır bulunması değil, diğer
tarafın hazır bulunmaya davet edilmesi zorunludur. Bu zorunluluğa uyulmazsa hakim
bilirkişiyi uyarır gerekirse görevden alıp yeni bilirkişi seçer. Bu durum rapor teslim edildikten
sonra ortaya çıkmışsa bilirkişi raporunun hükme esas alınmayacağı yaptırımı kanunda
düzenlenmemiş olsa da haberdar edilmeyen tarafın rapora itirazında bu durum hakim
tarafından dikkate alınmalıdır.

Hakim bilirkişi raporu ile bağlı mıdır?

Hakim bilirkişi raporu ile bağlı değildir; serbestçe değerlendirir (m. 282). Hakim nadirde olsa
bilirkişi raporunun aksine karar verebilir veya azınlıktaki bilirkişi görüşüne göre karar
verebilir. Yargıtay ise hakimin mutlaka bilirkişi raporuna göre karar vermesi gerektiği bilirkişi
raporunu yetersiz görmesi halinde tekrar bilirkişi incelemesi yaptırarak bilirkişi raporuna
uygun karar verilmesi gerektiği görüşündedir. Ancak bu durum hakimin bağımsızlığını ihlal
eder. Bununla bilirlikte hakim keyfiliğe varan şekilde de bilirkişi raporunu değerlendiremez.
Bunun gerekçesini göstermek zorundadır.

Bilirkişi Raporu

Mahkeme, bilirkişinin oy ve görüşünü yazılı veya sözlü olarak bildirmesine karar verir (m.
279/1). Mahkeme, bilirkişinin oy ve görüşünü sözlü olarak açıklamasına karar verirse,
bilirkişinin açıklamaları tutanağa geçirilir ve tutanağın altına bilirkişinin de imzası alınır (m.
279/3). Bilirkişi, sözlü açıklamaları sırasında, hukuki değerlendirmelerde bulunamaz (m.
279/4). Duruşmaya katılan taraf vekilleri, bilirkişilere, duruşma disiplinine uygun olarak
doğrudan soru yöneltebilirler. Taraflar ise hâkim aracılığıyla soru sorabilirler. Yöneltilen
soruya itiraz edildiğinde, sorunun yöneltilmesinin gerekip gerekmediğine hâkim karar verir (m.
152/1).
Mahkeme, bilirkişinin oy ve görüşünü yazılı olarak bildirmesine karar verebilir. Bu halde,
mahkeme bilirkişi raporunun hazırlanması için bir süre belirler. Bilirkişi raporunun
hazırlanması için verilecek süre üç ayı geçemez. Bilirkişinin talebi üzerine, kendisini
görevlendiren mahkeme gerekçesini göstererek, süreyi üç ayı geçmemek üzere uzatabilir (m.
274/1). Belirlenen süre içinde raporunu vermeyen bilirkişi görevden alınıp, yerine bir başka
kimse, bilirkişi olarak görevlendirilebilir (m. 274/2). Süresinde görevini ifa etmeyen
bilirkişinin hukuki ve cezai sorumluluğunun yanı sıra kendisine ücret ödenmez; bilirkişilik
bölge kurulu, ilgili kişiyi duruma göre bilirkişilik sicili veya listesinden çıkarabileceği gibi
uyarma veya bir yıla kadar geçici süreyle listeden çıkarma yaptırımına da karar verebilir (BilK
m. 13/2).

Bilirkişi sayısı birden fazla ise bilirkişiler, incelemeyi birlikte yaparlar; örneğin tarafları birlikte
dinlerler, mahkemenin yaptığı keşifte bilirkişilerin hepsinin de hazır bulunması gerekir.
Bilirkişiler, inceleme sonucunda konuyu aralarında (hep birlikte) görüşürler ve ortak bir rapor
hazırlarlar. Oy birliği oluşmazsa görüş ayrılığı rapora yazılır. Azınlıkta kalan bilirkişi
görüşünü, ayrı bir rapor halinde de mahkemeye sunabilir. Fakat bilirkişilerin konuyu hep
birlikte görüşmeden, ayrı ayrı rapor düzenlemeleri mümkün değildir.

Bilirkişi raporu mutlaka gerekçeli olmalıdır; gerekçesiz bilirkişi raporuna dayanılarak hüküm
verilemez. Bilirkişinin delilleri takdir yetkisi yoktur. Bilirkişi raporunun birer örneği taraflara
tebliğ edilir (m. 280). Bilirkişi raporu ve beyanları, ıslah ile geçersiz kılınamaz (m. 179/2).

Bilirkişi Raporuna İtiraz

Taraflar, bilirkişi raporunun, kendilerine tebliği tarihinden itibaren iki hafta içinde, raporda
eksik gördükleri hususların, bilirkişiye tamamlattırılmasını; belirsizlik gösteren hususlar
hakkında ise bilirkişinin açıklama yapmasının sağlanmasını veya yeni bilirkişi atanmasını
mahkemeden talep edebilirler (m. 281/1). Buna bilirkişi raporuna itiraz denir. Başka nedenlerle
de (örneğin, bilirkişinin tarafsız rapor vermediğini, bilirkişi raporunun yanlış olduğunu
bildirerek) bilirkişi raporuna itiraz edilebilir.

Bilirkişi raporuna itirazın açık olması gerekir. İtiraz süresi kesin ve hak düşürücü niteliktedir.
Taraflar, bu süre içinde itiraz etmezse, bilirkişi raporu onlar bakımından kesinleşir. Bilirkişi
raporunun kesinleşmesi sadece taraflar içindir; mahkeme için değildir.

Bir taraf bilirkişi raporuna itiraz etmez, diğerinin itirazı (veya mahkemenin kendiliğinden
gerekli görmesi) üzerine yeni bir bilirkişi incelemesi yaptırılır (veya aynı bilirkişiden ek rapor
alınır) ve ikinci rapor, birinci rapora itiraz edenin daha da aleyhine olursa, ilk rapora itiraz
etmeyen taraf bakımından ilk bilirkişi raporu kesinleştiğinden ve bununla diğer (itiraz eden)
taraf lehine usuli kazanılmış hak doğduğundan, mahkemenin ilk bilirkişi raporuna göre karar
vermesi gerekir.

Bilirkişiden Sözlü Açıklama İstenmesi veya Ek Rapor Alınması ve Yeni Bilirkişi


İncelemesi

Mahkeme, bilirkişi raporundaki eksiklik yahut belirsizliğin tamamlanması veya açıklığa


kavuşturulmasını sağlamak için, bilirkişiden, yeni sorular düzenlemek suretiyle ek rapor
alabileceği gibi, tayin edeceği duruşmada, sözlü olarak açıklamalarda bulunmasını da
kendiliğinden isteyebilir (m. 281/2).

Hakim, birinci bilirkişi raporunu yetersiz bulduğu için ikinci bilirkişi incelemesi yaptırırsa,
artık birinci bilirkişi raporuna dayanarak karar veremez. Hakim, bilirkişinin oy ve görüşünü
diğer delillerle birlikte serbestçe değerlendirir (m. 282). Bilirkişi raporu hakimi bağlamaz.

Bilirkişi Gideri ve Ücreti ile Bilirkişinin Sır Saklama Yükümlülüğü

Bilirkişiye, sarf etmiş olduğu emek ve mesaiyle orantılı bir ücret ile inceleme, ulaşım,
konaklama ve diğer giderleri Bilirkişi Ücret Tarifesine göre ödenir (m. 283).

Bilirkişi, görevi sebebiyle yahut görevini yerine getirirken öğrendiği sırları saklamak, kendisi
ve başkaları yararına kullanmaktan kaçınmakla yükümlüdür (m. 277).

Bilirkişinin Ceza ve Hukuki Sorumluluğu

Bilirkişi, Türk Ceza Kanunu anlamında kamu görevlisidir (m. 284). Mahkemeye gerçeğe aykırı
görüş bildiren bilirkişi cezalandırılır (TCK m. 276). Bilirkişinin hükme esas alınan husus
hakkında kasten gerçeğe aykırı beyanda bulunduğunun kesinleşmiş bir ceza mahkumiyet kararı
ile sabit olması, yargılamanın iadesi sebebidir (m. 375/1-f, 375/2).

Bilirkişinin kasten veya ağır ihmal suretiyle düzenlemiş olduğu gerçeğe aykırı raporun,
mahkemece hükme esas alınması sebebiyle zarar görmüş olanlar, bu zararın tazmini için
Devlete karşı tazminat davası açabilirler (m. 285/1). Devlet aleyhine açılacak olan tazminat
davası, gerçeğe aykırı bilirkişi raporunun ilk derece mahkemesince hükme esas alındığı
hâllerde, bu mahkemenin yargı çevresi içinde yer aldığı bölge adliye mahkemesi hukuk
dairesinde; bölge adliye mahkemesince hükme esas alındığı hâllerde ise Yargıtay ilgili hukuk
dairesinde görülür (m. 286/1).

Devlet’e karşı açılacak davanın hukuki dayanağı haksız fiil olduğundan bu davada zamanaşımı
BK m. 72 hükmüne göre belirlenir.

Devlet, ödediği tazminat nedeniyle, sorumlu bilirkişiye, ödeme tarihinden itibaren bir yıl içinde
rücu eder. Hükme esas alınan bilirkişi raporu kasten gerçeğe aykırı olarak düzenlenmişse, bu
durumda, ceza zamanaşımı süresi uygulanır (m. 287).

Görevsiz veya yetkisiz mahkemede alınan bilirkişi raporunu görevli veya yetkili
mahkemede görülecek olan davada kullanılabilir mi?

Görevsiz veya yetkisiz mahkeme tarafından yapılmış usul işlemleri kural olarak geçersizdir. Bu
nedenle, görevli veya yetkili mahkeme, yeniden bilirkişi incelemesi yaptırabilir. Ancak bilirkişi
incelemesinin tekrarlanması için bir neden yoksa (örneğin, taraflar rapora itiraz etmemişler ve
mahkeme de raporu yeterli bulmuşsa) görevli veya yetkili mahkeme, görevsiz veya yetkisiz
mahkemedeki bilirkişi raporu ile yetinebilir.

HMK’nun bilirkişi ile ilgili hükümleri (m. 266-287) idari yargıda da uygulanır (İYUK m. 31).

UZMAN GÖRÜŞÜ (m. 293)


Taraflar, dava konusu olayla ilgili olarak, uzmanından bilimsel mütalaa alabilirler. Ancak bir
taraf sadece bu nedenle mahkemeden ayrıca süre isteyemez (m. 293/1, c. 2). Kuruya göre,
uzman görüşü bilirkişi raporu gibi takdiri delildir. Atalay’a göre uzman görüşü, bilirkişi raporu
gibi delil olmayıp tarafın mahkemeye sunduğu yazılı belgeye bağlı beyanı, açıklamasıdır.
Uzman raporunun bilirkişi raporu gibi delil olmamasının nedeni, bilirkişinin raporunun tarafsız
ve objektif olması için HMK da öngörülen pek çok teminattan yoksun olmasıdır (m. 272).
Bilirkişi yemin ediyor; uzmana ise tarafça ya da mahkemece yemin ettirilmesi söz konusu
değildir. bilirkişi genellikle bir kişi, gerekirse tek sayıda olmak üzere birden fazla olabilirken
uzman tarafın belirlemesine göre iki veya üçten fazla olabilir. Uzman görüşü ücreti yargılama
gideri arasında istenemez; bilirkişi delili masrafı ise yargılama gideridir.

Hâkim, talep üzerine veya resen, kendisinden bilimsel mütalaa alınan uzman kişinin davet
edilerek dinlenilmesine karar verebilir. Uzman kişinin çağrıldığı duruşmada hâkim ve taraflar
uzman kişiye gerekli soruları sorabilir (m. 293/2). Uzman kişinin dinlendiği duruşmaya katılan
taraf vekilleri, uzman kişiye, duruşma disiplinine uygun olarak doğrudan soru yöneltebilirler.
Taraflar ise hâkim aracılığıyla soru sorabilirler. Yöneltilen soruya itiraz edildiğinde, sorunun
yöneltilmesinin gerekip gerekmediğine hâkim karar verir (m. 152/1). Uzman kişi çağrıldığı
duruşmaya geçerli bir özrü olmadan gelmezse, hazırlamış olduğu rapor mahkemece
değerlendirmeye tabi tutulmaz (m. 293/3). Her iki taraf aralarında anlaşırsa mahkeme uzman
görüşünü kararına esas alabilir.

Mahkemenin görevlendirdiği bilirkişinin raporundan etkilenen taraf, bilirkişi raporunun


eksikliklerini veya hatalarını özel bir uzmandan görüş alarak ortaya koyabilir. Ancak mahkeme
bilirkişi raporunun eksik ya da hatalı olduğunu tespit ederse özel uzman görüşünü esas alarak
karar veremez, ikinci bir bilirkişi atayarak uyuşmazlığı çözmesi gerekir.

Uzman görüşünün mahkemece hiç değerlendirilmesi hukuki dinlenilme hakkını ve adil


yargılanma hakkını ihlal etmektedir.

KEŞİF (m. 288-292)

Keşif nedir?

Hakimin, uyuşmazlık konusu hakkında bizzat duyu organları yardımı ile inceleme yaparak
bilgi sahibi olmasına keşif denir. Örneğin, taşınmaz davalarında kural olarak keşif yapılmadan
karar verilmesi mümkün değildir. Bir trafik kazasının meydana geldiği yere gidilerek, kazaya
karışan araçların durumu, yol durumu ve kazanın nasıl olduğu incelenir ve tespit edilir.

Keşfin konusu nedir?

Keşfin konusu, taşınır, taşınmaz ya da dava konusu vakıanın gerçekleştiği yer olabilir. Örneğin,
bir taşınmazın sınırlarının tespiti, haksız fiilin gerçekleştiği yerin görülmesi, fabrikanın
çıkardığı ses ve koku, ayıplı malın kontrolü, ticari defterlerin yerinde incelenmesi, kamera
kayıtlarının izlenmesi keşif sayesinde gerçekleşmektedir.

Keşif kararı ne zamana kadar alınabilir?


Keşif kararı, mahkemece, sözlü yargılamaya kadar taraflardan birinin talebi üzerine veya resen
alınır (m. 288/2). Keşif kararında keşif giderlerinin neler olduğu ve bu giderlerin (avansın)
hangi tarafça yatırılması gerektiği belirtilir ve yatıracak tarafa kesin süre verilir.

Resmi tatilde veya adli tatilde keşif yapılabilir mi?

Resmi tatil günlerinde ve resmi çalışma saatlerinin dışında da keşif yapılabilir (m. 148). Adli
tatilde de keşif yapılmasına karar verilebilir (m. 103/f).

Keşif giderlerine kim katlanacaktır?

Keşif talep eden taraf, keşif için mahkemece belirlenen keşif avansını, verilen kesin süre içinde
yatırmak zorundadır. Taraflar birlikte keşif yapılmasını talep etmişlerse, gereken gideri yarı
yarıya avans olarak öderler. (m. 324/1) Taraflardan birisi avans yükümlülüğünü yerine
getirmezse, diğer taraf bu avansı yatırabilir. Aksi hâlde keşif talebinden vazgeçilmiş sayılır (m.
324/2). Bir tarafın keşif talebinden vazgeçmiş sayılması ile diğer taraf yararına usuli
kazanılmış (müktesep) hak doğar. Bu nedenle keşif talebinden vazgeçmiş sayılan taraf, karşı
tarafın açık muvafakati olmadan aynı davada vazgeçmiş olduğu keşif yapılmasını, delil
avansını yatırarak tekrar talep edemez; talep etse bile hakim vazgeçilmiş olan keşfi yapamaz ve
kararına esas alamaz. Bu halde keşif isteyen taraf davacı ise, iddiasını ispat edemediği
gerekçesiyle davası reddedilirse, bu ret kararı esasa ilişkin bir karardır (usule ilişkin bir karar
değildir). Bu nedenle böyle bir davanın reddi kararı, maddi anlamda kesin hüküm teşkil eder.

Hakim, kendiliğinden de keşif kararı verebilir. Fakat kendiliğinden araştırma ilkesine tabi
davalarda, hakimin re’sen keşif yapılmasına karar vermesi halinde, taraflar keşif avansını
yatırmazlarsa, ileride bu gideri ödemesi gereken taraftan alınmak üzere Hazineden ödenmesine
hükmedilir (m. 325, c. 2)

Keşif Yapılması

Keşif, davaya bakan mahkemece icra edilir (m. 289/1, c. 1). Keşif konusu, mahkemenin yargı
çevresi dışında ise inceleme istinabe suretiyle yapılır (m. 289/1, c. 2). İstinabe yolu ile keşif
yapılmasına karar veren mahkeme, istinabe olunan mahkemeye keşifte hangi hususlar üzerinde
inceleme yapılacağını açık biçimde bildirmelidir. Keşifte tanık dinlenecek ise, istinabe
talebinde tanıkların isimlerinin ve tanıklara sorulacak hususların da açıkça bildirilmesi gerekir.
Keşif günü ve saati (keşif günü ve saati bildirilmeden yapılan keşif geçersizdir) istinabe olunan
mahkeme tarafından belirlenir. Taraflar, tanıklar ve bilirkişiler istinabe olunan mahkeme
tarafından keşfe davet edilir.

Hakim keşif yapılmasını başkasına bırakabilir mi?

Keşif bizzat hakim tarafından yapılır. Hakimin keşif yerine gitmeden dosyayı bilirkişiye veya
zabıt katibine vererek keşif yaptırması mümkün değildir (Bilirkişiye yaptıracağı istisnalar m.
218/1, Mahkemeye getirilmesi zor veya sakıncalı olan belgeler, hâkim veya görevlendireceği
bilirkişi tarafından yerinde incelenir ya da bu belgelerin mahkemeye sunulmuş örnekleri
asıllarıyla karşılaştırılır. M. 278/4 Bilirkişinin oy ve görüşünü açıklayabilmesi için bir şey
üzerinde inceleme yapması zorunlu ise mahkeme kararı ile gerekli incelemeyi yapabilir). Zabıt
katibinin de keşifte hazır bulunması zorunludur.
Keşif tutanağı tarafa tebliğ edilmeli midir?

Kendisine duruşma davetiyesi gönderilmiş olan tarafın hazır bulunmadığı duruşmada keşif
yapılmasına karar verilirse, keşif günü ve saatinin o tarafa bildirilmesi gerekmez. Davalı keşifte
hazır değilse, keşif tutanağı kendisine tebliğ edilmez; davalı yokluğunda yapılan keşfe itiraz
edemez. Ancak geçerli bir özür (hastalık gibi) nedeniyle keşfe katılamadığını ispat ederse,
itiraz edebilir.

Tarafların yokluğunda keşif yapılabilir mi?

Keşif, taraflar hazır iseler huzurlarında, aksi takdirde yokluklarında yapılır (m. 290/1, c. 2).
Mahkeme keşif sırasında tanık ve bilirkişi dinleyebilir (m. 290/2, c. 1). Keşif özel ve teknik
bilgi gerektirdiğinden bilirkişi incelemesi yaptırabilir. Bu halde bilirkişilerin keşifte hazır
olması gerekir. Bilirkişi sözlü olarak raporunu verirse, keşif tutanağı taraflara tebliğ
edilmelidir. Keşif tutanağına varsa plan, çizim, kroki ve fotoğraf gibi belgeler de eklenir (m.
290/2, c. 3). Keşif sırasında yapılan feragat, kabul ve sulh geçerlidir. Hakim keşif sonucunda
edindiği bilgileri ve bilirkişi raporunu serbestçe takdir eder (takdiri delil). Hakim gerekli
görürse yeniden keşif yapabilir; iki keşif arasında çelişki varsa üçüncü bir keşif de yapabilir.

Keşif, ıslah ile geçersiz kılınamaz (m. 179/2).

Görevsiz ve yetkisiz mahkemede yapılan keşif görevli ve yetkili mahkemede dikkate


alınabilir mi?

Görevsiz veya yetkisiz mahkemenin yapmış olduğu keşfin tekrarlanmasını gerektirecek bir
neden yoksa görevli veya yetkili mahkeme, bu keşif ile yetinebilir. Bira davada yapılmış olan
keşif, tarafları aynı olan yeni bir davada mahkemeyi bağlamaz. Fakat yeni davaya bakan
mahkeme, birinci davada yapılmış olan keşfi ve bilirkişi raporunu yeterli bulursa bununla
yetinebilir.

Keşif yapılmasına karşı koymanın yaptırımı nedir? Taraflar ve üçüncü kişiler


bakımından sonuçlar aynı mıdır?

Taraflar ve üçüncü kişiler keşif kararının gereğine uymak ve engelleyici tutum ve


davranışlardan kaçınmak zorundadırlar (m. 291/1). Keşif yapılmasına karşı koymanın yaptırımı
taraflar ve üçüncü kişiler bakımından farklıdır. Keşif yapılmasına taraflardan birinin karşı
koyması hâlinde, o kimse ispat yükü kendisine düşen taraf ise bu delilden vazgeçmiş; diğer
taraf ise iddia edilen vakıayı kabul etmiş sayılır. Şu kadar ki, hâkim duruma ve karşı koyma
sebebine göre bu hükmü uygulamayabilir (m. 291/2). Keşif, üçüncü kişi için uygun olan
zamanda yapılır. Keşif zamanı ve yeri üçüncü kişiye bildirilir. Gecikmesinde zarar umulan
hâllerde bildirim yapılmaksızın keşif icra edilir. Keşfe karşı koyma hâlinde hâkim, üçüncü
kişiyi karşı koymanın sebep olduğu giderlere ve beşyüz Türk Lirasından beşbin Türk Lirasına
kadar disiplin para cezasına mahkûm eder; gerektiğinde zor kullanılmasına karar verebilir.
Ancak, üçüncü kişi tanıklıktan çekinme sebeplerine dayanarak keşfe katlanma
yükümlülüğünden kaçınabilir (m. 291/3).

Soybağı Tespiti İçin İnceleme


Soybağına ilişkin davalar, soybağının reddi davası, tanımanın iptali davası ve babalık
davasıdır. Soybağına ilişkin davalarda, MK m. 283-284 kuralları saklı kalmak kaydıyla Hukuk
Muhakemeleri Kanunu uygulanır (MK m. 284, c. 1). Soybağı ile ilgili davalar kamu
düzenindendir. Kendiliğinden araştırma ilkesi uygulanır; hakim maddi hadiseyi kendiliğinden
araştırır ve serbestçe değerlendirir.

Uyuşmazlığın çözümü bakımından zorunlu ve bilimsel verilere uygun olmak, ayrıca sağlık
yönünden bir tehlike oluşturmamak şartıyla, herkes, soybağının tespiti amacıyla vücudundan
kan veya doku alınmasına katlanmak zorundadır (m. 292/1, c. 1). Haklı bir sebep olmaksızın
bu zorunluluğa uyulmaması hâlinde, hâkim incelemenin zor kullanılarak yapılmasına karar
verir (m. 292/1, c. 2) Üçüncü kişi tanıklıktan çekinme hakkı bulunduğunu ileri sürerek bu
yükümlülükten kaçınamaz (m. 292/2).

Taraflar ve üçüncü kişiler, soybağının belirlenmesinde zorunlu olan ve sağlıkları yönünden


tehlike yaratmayan araştırma ve incelemelere rıza göstermekle yükümlüdürler. Davalı, hâkimin
öngördüğü araştırma ve incelemeye rıza göstermezse, hâkim, incelemenin zor kullanılarak
yapılmasına karar verebileceği gibi, durum ve koşullara göre bundan beklenen sonucu, onun
aleyhine doğmuş sayabilir (MK m. 284/2).

TMK da yer almasına rağmen ‘’Davada yetki ve Yargılama Usulü’2 kenar başlıklı TMK m.
284 tamamen usuli bir hüküm olup, aynı konuya ilişkin sonraki usuli düzenlemenin, daha eski
tarihli olan hükmü devre dışı bırakmış olduğu sonucuna varmak gerekir. TMK m. 284
hükmünün uygulama alanı kalmamış olup, bu hükmün HMK m. 291 ile zımnen ilga edildiği
kabul edilmektedir. Aksi yönde görüşlerde var. Kuru duruma göre her iki hükümde uygulanır
diyor.

Soybağının tespiti için gerektiğinde hakime zor kullanma yetkisi veren düzenleme
Anayasaya aykırıdır?

Bir görüşe göre, bu düzenleme, anayasal bir temel hak olan kişinin maddi ve manevi varlığını
koruma hakkına aykırıdır ve kişilik haklarına müdahale niteliğindedir.

Diğer görüşe göre, anayasaya aykırı değildir. hakimin m. 292 çerçevesinde zor kullanmasın
karar verebilmesi için 1) soybağının tespiti için yapılacak incelemenin konusunu oluşturan kan,
doku veya sıvı örneği alınmasının, uyuşmazlığın çözümü için zorunlu ve bilimsel verilere
uygun olması; 2) kan, doku veya sıvı alınmasının, ilgili bakımından herhangi bir tehlike
oluşturmaması ve ilgilinin haklı bir sebep olmaksızın keşfe katlanma zorunluluğuna uymaması
şeklindeki koşulların birlikte gerçekleşmesi gerekir. Diğer taraftan soybağının tespitinde kamu
yararının daha ağır basması, ilgililerin vücut bütünlüğüne zarar vermeden acı duymalarına bile
sebep olmadan özel bir yöntemle sonuca ulaşması dikkate alındığında temel hakların
sınırlandırılmasında ölçülülük ilkesine de uygun olduğu söylenebilir.

HMK’nun keşif ile ilgili hükümleri (m. 288-292) idari yargıda da uygulanır (İYUK m. 31).

KARAR VE HÜKÜM

Karar çeşitleri nelerdir?


Ara karar, geçici hukuki koruma kararı (uyuşmazlığın nihai çözümüne kadar geçici olarak bir
korum sağlama), nihai karar, tam karar, kısmi karar

Hüküm ile karar aynı şey midir? Ne farkı vardır?

Karar, hükmü de kapsayan üst ve daha genel bir kavramdır. Her hüküm bir karardır, ancak her
karar bir hüküm değildir.

Nihai karar nedir? Ara karar nedir? Bir kararın ara karar mı yoksa nihai karar mı
olduğu nasıl anlaşılır? Bütün nihai kararlar kesin hüküm teşkil eder mi?

HMK’da açıkça ara karar – nihai karar ayrımına yer verilmemiştir. Ancak kanunun m. 294/1 ve
341/1. Maddelerinden bu şekilde bir ayrım yapılabileceği sonucu çıkmaktadır. Bu bağlamda
294/1. Maddede nihai kararlar, usule ve esasa ilişkin nihai kararlar olarak ayrıma tabi tutulmuş
ve yargılamayı sona erdiren esasa ilişkin kararlar ‘’hüküm’’ olarak nitelendirilmiştir. HMK m.
294/1 hükmü ara karar ve nihai karar ayrımında ölçüt olarak, kararın davaya son verip
vermemesini, hakimin davadan el çekiş çekmemesini esas almaktadır. Karara karşı kanun
yoluna başvurulabilip başvurulamaması, bir kararın ara karar mı yoksa nihai karar mı
olduğunun belirlenmesinde ölçüt olamaz; kanun yoluna başvurma ara karar – nihai karar
ayrımına bağlanan bir sonuçtur.

Ara kararlar, usule ilişkin ara kararlar ve esasa ilişkin ara kararlar şeklinde ikiye ayrılır. Esasa
ilişkin olmakla birlikte uyuşmazlığı nihai olarak çözmeye kararlar esasa ilişkin ara kararlardır.
Örneğin, ihtiyati tedbir kararı, tedbir nafakasına hükmedilmesi, borçlar hukuku bağlamında
geçici tazminat ödenmesine karar verilmesi gibi. Hakimin, davanın esasına ilişkin olmayıp
yargılamanın devamını sağmak üzere verdiği kararlar ise usule ilişkin ara kararlardır. Örneğin,
görev ve yetki itirazının reddi kararı, hakimin reddi talebinin reddi veya kabulü kararları gibi.

Nihai kararlar da usule ilişkin ve esasa ilişkin olarak ayrılır. Esasa ilişkin olmadan davayı sona
erdiren kararlara usule ilişkin nihai karar denir. Usule ilişkin nihai kararlar, şekli anlamda
kesinleşebilir; ancak maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmez. Eksiklikler giderilerek dava
yeniden açılabilir. Örneğin, görevsizlik ve yetkisizlik kararı, davanın usulden reddi, davanın
esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına dair karar, davanın açılmamış sayılması kararı
usule ilişkin nihai kararlardır. Esasa ilişkin nihai kararlarda hakim esas hakkında karar
vermektedir. Örneğin, davanın kabulüne, reddine, kısmen kabulüne karar verilmesi, birer esasa
ilişkin nihai karardır.

Ara kararlardan dönmek mümkün müdür?

Hakim ara kararından dönebilir. Ancak bu keyfilik şeklinde olamaz. Ara karardan dönmeyi
usul ekonomisi ilkesinin zorunlu kılması gerekir. Ara kararla bir taraf lehine usuli müktesep
hak doğan hallerde ara karardan dönülemeyeceği kabul edilmektedir.

Ara kararlara karşı kanun yoluna başvurulabilir mi?

Ara kararlara karşı kural olarak tek başına kanun yoluna başvurulamaz. Ancak istisnai olarak
ihtiyati tedbir talebinin reddi, ihtiyati haciz talebinin reddi, adli yardım talebinin reddi, hakimin
reddi talebinin kabulü veya reddi hallerinde ara kararlara karşı doğrudan kanun yoluna
başvurulabilir.
Ara kararların nihai kararla birlikte kanun yoluna götürülebilmesi hususu yanlış
anlaşılmaktadır. Nihai kararın mutlaka esasa ilişkin olması gerekmez. Örneğin davanın
açılmamış sayılmasına karar verilmişse bu kararla birlikte daha önceden verilen yetki itirazının
reddi, eski hale getirme talebinin kabulü gibi kararlara karşı da kanun yoluna başvurulabilir.
Diğer bir husus ara kararlara karşı nihai kararla birlikte başvurulur ifadesinden asıl karara karşı
kanun yoluna gidilmezse ara karara karşı da gidilemez şeklinde anlaşılmamalıdır. Esasa ve
usule ilişkin nihai karar hukuka uygun olsa bile ara kararlar bu bağlamda tek başına kanun
yoluna götürülebilir.

Tam karar nedir? Kısmi karar nedir?

HMK’da kısmi karar tam karar ayrımına yer verilmemiştir. Ancak hakem yargılaması
bakımından HMK m. 436/2 ve Milletlerarası Tahkim Kanunu’nun 14. Maddesinde, aksi
kararlaştırılmadıkça hakemlerin kısmi karar verilebileceği ifade edilmiştir. Tam karar kısmi
karar ayrımı esasa ilişkin kararlar bakımından söz konusu olabilir. Uyuşmazlığın tümü
hakkında karar verilmesi halinde tam karar; dava konusunun bölünebilir ve her bir talebin
bağımsız olarak bir hükme konu olması halinde kısmi karardan söz edilir. Kısmi karar, objektif
dava birleşmesinde, ihtiyari dava arkadaşlığında, davaların birleştirilmesi ve karşı dava
şeklinde aynı dava dosyasında birlikte ileri sürüldüğü hallerde söz konusu olur. Bir hakkın
birden faza hukuki sebebe dayandığı mütelahik davalarda kısmi karar olmaz.

Şarta bağlı hüküm verilebilir mi?

Doktrinde ve Yargıtay kararlarında şarta bağlı hüküm verilemeyeceği kabul edilmektedir. Bu


görüşün temelinde, hükmün açık olması gereği ile tarafların hak ve yükümlülüklerinin hiçbir
tereddüde yer bırakmayacak şekilde açıkça yazılması zorunluluğu yatmaktadır.

Doktrinde bir görüş (atalı): şarta bağlı hükmü çok geniş anlamamak; hükmün icrasına elverişli
şekilde verildiği; tereddüt uyandırmayacak şekilde açık olduğu durumlarda bunu yasak
kapsamında saymamak gerekir. Yargıtay da bazı kararlarında iki taraflı sözleşmelerde
davacının edimini yerine getirmeden dava açması halinde, mahkemenin eş zamanlı karar
verebileceğini ve bunun şarta bağlı hüküm niteliğinde olmadığını kabul etmektedir. Örneğin,
davacının parayı ödemek kaydıyla davalının malın teslimine şeklinde karar verilmesi.

1. KARARIN İÇERİĞİ VE BİLDİRİLMESİ

Bir hükmün içeriğinde neler bulunması gerekir?

Karar HMK m. 297’deki unsurları ihtiva etmeli ve belli bir şekle uygun olarak yazılmalıdır.
Kararın TÜRK milleti adına verildiği; mahkeme adı, hakim ve katibin ad, soyad ve sicil
numarası; hangi mahkeme sıfatıyla davaya bakıldığı; tarafların ve davaya müdahale edenlerin
gösterilmesi varsa bunların kanuni temsilcilerinin ad, soyad, adresleri gösterilmeli; iki tarafın
ileri sürdüğü iddia ve savunmanın özeti; tarafların anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususlar;
çekişmeli vakıalar hakkında toplanan deliller; vakıalardan çıkan sonuç (hüküm sonucu); kanun
yolları ve süresinin belirtilmesi; hükmün verildiği tarih; gerekçeli karar daha sonra yazılmışsa
gerekçeli karar tarihi; hakim ve zabıt katibinin imzası hükümde bulunmalıdır. M. 297’de
ayrıntılı bir düzenlemenin bulunma sebebi, kararın açık ve gerekçeli olması, hukuki dinlenilme
hakkı.
Yargıtay: (2012) bir içtihadı birleştirme kararında, yabancı mahkeme kararları açısından
gerekçenin bulunmamasının tek başına kamu düzeni gerekçesiyle tenfize engel olmaz.

Hüküm fıkrası ne demektir? Neden önemlidir?

Hüküm sonucuna hüküm fıkrası da denilmektedir. Hüküm fıkrasında hakim dava sonunda
verdiği kararları gerekçeye ilişkin özete yer vermeden açıklar. Dava sonunda mahkemenin
kimin lehine, kimin aleyhine karar verdiği, davacının talebinin ne kadarının kabul edildiği;
davalının neye mahkum edildiği hüküm fıkrasından anlaşılır. Hüküm fıkrası icra müdürünün
kararı uygulayabilmesi açısından da önemlidir.

Kanun yoluna başvuru süresinin tefhime başladığı hallerde, kanundaki unsurları taşımaksızın
sadece hüküm sonucunun açıklanması, sürenin işlemesi bakımından yeterli kabul edilmemeli
ve duruma göre sürenin kaçırıldığından söz edilmemelidir.

Kararın taraflara tebliğ edilen nüshalarına ilam denir. İlam hükmün kendisi değildir.

Kararın tefhim edildiği duruşma tutanağına yazılmazsa ne olur?

Kararın taraflara tefhim edildiğinin duruşma tutanağına yazılması gerekir (m. 154/3-h, 294/3).
Aksi takdirde, kararın tefhim edildiği karar da yazılı olsa bile karar tefhim edilmemiş sayılır.

Karar ve ilam harcı yatırılmadan kanun yoluna başvurulabilir mi?

Taraflar harcın ödenmiş olup olmamasına bakmadan ilamı her zaman alabilirler. Bakiye karar
ve ilam harcının ödenmemiş olması, hükmün tebliğine, takibe konulmasına ve kanun yollarına
başvurulmasına engel değildir (m. 302/1, 2).

NOT: kararın hukuken sonuç doğurması için tefhim edilmesi yeterlidir. Ancak ayrıca tebliğ
edilmesi de gerekir. Çünkü kararın kesinleşmesi ve karara karşı kanun yoluna başvurulabilmesi
için tebliğ şarttır (m. 345/1, 361/1).

Kısa karar – gerekçeli karar ne demektir?

Sadece hüküm sonucunun taraflara tefhim edilmesine, hükmün gerekçesinin bildirilmemesine


uygulamada kısa karar denir. Gerekçeli kararın tefhim tarihinde itibaren bir ay içinde yazılması
gerekir (m. 294/4). Bir aydan sonra yazılması kararın geçerliliğine etki etmez; sadece hakimin
sorumluluğunu doğurabilir. Gerekçeli kararın kısa karara uygun olması gerekir. Kısa karar ile
gerekçeli kararın birbirine aykırı olması istinaf sebebidir.

Mahkeme kararını verdikten sonra hükmünü değiştirebilir mi?

Hakim hükmü açıkladıktan sonra bununla bağlıdır. Daha sora hükmün eksik veya yanlış
olduğunu tespit etse bile artık onu değiştiremez. Ancak hakim bazı hallerde hükümdeki
yanlışlıkları düzeltebilir. Görülen ve açık olan yazı ve hesap hataları (maddi hatalar) her zaman
düzeltilebilir. Örneğin kararda davalının ismi ya da taşınmazın sadece pafta numarası
yazılmışsa bu hata her zaman mahkeme tarafından düzeltilebilir; taraflarda düzeltme talep
edebilir. Hesap hataları da düzeltilebilir. Toplama ya da çarpma hatasının düzeltilmesi
sonucunda miktar değişirse, yargılama giderleri buna göre düzeltilir. Ancak hüküm tebliğ
edilmişse taraflar dinlenmeden hata düzeltilemez; taraflar davet edilir; gelmezlerse dosya
üzerinden inceleme yapılarak karar verilir.

Mahkeme yasal kanun yolu süresinden daha uzun bir kanun yolu süresini bildirirse, bu
durum taraflar için bir hak doğurur mu?

Böyle bir durumda ilgili taraf yasal süre dolduktan sonra ancak mahkemenin bildirdiği süre
içinde kanun yoluna başvurursa, kanun yoluna başvuru süresinde kabul edilir. Anayasa
Mahkemesi de 29.06.2016 tarihli bireysel başvuru kararında, böyle bir durumda süre içinde
başvurunun yapıldığının kabul edilmesi gerektiğini; aksi durumun hak ihlali teşkil edeceğini
belirtmektedir.

Bununla birlikte mahkeme, kararında yasal süreden daha kısa bir süre bildirmişse, yasal süre
esas alınır.

HÜKMÜN TAVZİHİ (HÜKMÜN AÇIKLANMASI)

Hükmün tavzihi ne demektir? Hükmün tavzihi ile hükmün tashihi arasında ne fark
vardır?

Bazı hallerde hüküm, açık olmayabilir; uygulanmasında bazı tereddütler ortaya çıkabilir ya da
birbirine aykırı fıkralar içerebilir. Bu durumda tarafların mahkemeye başvurması halinde
hükmün açıklanmasına ve çelişkinin giderilmesine hükmün tavzihi denir. Bu talep karar ilk
derece mahkemesinde verilmişse ilk derece mahkemesine; Yargıtay veya Bölge Adliye
Mahkemesinde verilmişse bunların ilgili dairesine yöneltilir. Hükmün tavzihi (açıklanması)
kanun yolu değildir; hükmün kesinleşmesini engellemez; üst derece mahkemesince incelemeyi
gerektirmez.

Sadece hüküm mahkemesi kararlarındaki değil, Yargıtay ve istinaf mahkemesi kararlarındaki


maddi hataların düzeltilmesi de (Yargıtay’dan veya istinaf mahkemesinden) istenebilir.

Hükmün tavzihi, hükmün açıklanması anlamına gelir hükümdeki çelişkili olan durumlar
açıklanır. Hükmün tashihi ile düzeltilmesi anlamına gelir maddi hataların düzeltilmesi söz
konusu olur.

Hükmün tavzihi ne zamana kadar istenebilir?

Taraflar icra edilene kadar hükmün tavzihini (açıklanmasını) isteyebilirler. Hükmün tavzihini
istemek bir süreye tabi değildir. Hükmün icrası tamamlanıncaya kadar tavzih istenebilir (m.
305/1). Bir hükmün cebri icra yoluyla yerine getirilmesinde veya uygulanmasında tereddüt
doğurabilecek diğer hallerde; icraya konu olan hüküm bir eda davasına ait ise icrası
tamamlanıncaya kadar, tespit hükümlerinde veya inşai hükümlerde ise uygulanması söz konusu
olduğu sürece tavzih yoluna başvurulabilir (m. 305/1 gerekçesinden).

İcra müdürünün tavzih etme yetkisi var mıdır?

İcra müdürü veya icra mahkemesinin hükmü yorumlama (tavzih etme) yetkisi yoktur. Hüküm
ancak onu vermiş olan mahkeme tarafından tavzih edilebilir. İcra müdürü kendi anladığı
şekilde hükmü icra ederse şikayet yoluna başvurulabilir. Tavzih talebi, hükmü vermiş olan
mahkemeye yapılır ve bu mahkeme tarafından incelenir.
Mahkeme kendiliğinden hükmü tavzih edebilir mi?

Hükmün tavzihini taraflar isteyebilir; mahkeme kendiliğinden hükmünü tavzih edemez.

Mahkeme hükmünü tavzih ederken tarafların dinlemek zorunda mıdır? Yapılan


duruşmalı incelemede vekalet ücretine karar verilebilir mi?

Mahkeme, cevap verilmemiş olsa bile dosya üzerinde inceleme yaparak karar verir; ancak
gerekli görürse iki tarafı sözlü açıklamalarını yapabilmeleri için davet edebilir (m. 306/2).
Ancak karşı tarafa tebliğ edilmeden tavzih talebi hakkında karar verilemez. Mahkeme tavzih
talebini incelemesi sonucunda, hükmün yeterince açık olmadığı, icrasında tereddüt uyandırdığı
veya birbirine aykırı fıkralar içerdiği kanısına varırsa, hükmünü tavzih eder (m. 306/3); aksi
halde ise tavzih talebini reddeder. Her iki halde de mahkeme, yargılama gideri olarak vekalet
ücretine hükmedemez.

Tavzih sırasında hüküm değiştirilebilir mi?

Tavzih bahanesi ile hüküm değiştirilemez. Örneğin, hüküm fıkrasında yer verilmeyen bir
husus, tavzih kararı ile hüküm fıkrasına eklenemez. Hakim tavzih yolu ile hükmünde unutmuş
olduğu talep hakkında (örneğin vekalet ücreti veya faiz) bir karar verip bunu hükmüne
ekleyemez.

Tavzih talebinin reddi veya kabulüne karşı kanun yoluna gidilebilir mi?

Tavzih talebinin kabulüne veya reddine ilişkin kararlar istinaf edilebilir. Bu halde, istinaf
incelemesi sadece tavzih kararı hakkında yapılır; esas karar hakkında istinaf incelemesi
yapılamaz.

DAVAYA SON VEREN TARAF İŞLEMLERİ

DAVADAN FERAGAT

Davadan feragat ne demektir? Davalı taraf rıza göstermezse davadan feragat edilebilir
mi?

Feragat, davacının, talep sonucundan kısmen veya tamamen vazgeçmesidir (m. 307). Davadan
feragat, davacının mahkemeye karşı yapacağı tek taraflı açık bir irade beyanı ile olur. Feragatin
geçerliliği için, bunun davalı ve mahkeme tarafından kabul edilmesine gerek yoktur. Davadan
feragat eden davacı, bununla dava dilekçesinin talep sonucu bölümünde istemiş olduğu haktan
vazgeçmektedir.

Davadan feragat bir maddi hukuk işlemi midir? Yoksa usul hukuku işlemi midir?

Davadan feragat bir usul işlemi ve aynı zamanda bir maddi hukuk işlemidir. Davadan feragat
ile usul işlemi içinde aynı zamanda maddi hukuk işlemi de yapılmaktadır. Çünkü davadan
feragat ile sadece dava sona ermemekte, davacı aynı zamanda dava dilekçesinin talep sonucu
bölümünde istemiş olduğu haktan da vazgeçmektedir. Feragat bir usul işlemi olduğundan,
feragatin şartları ve etkileri de usul hukuku tarafından düzenlenir. Davadan feragatin içeriği
(haktan vazgeçme) maddi hukuk işlemi olduğundan, haktan vazgeçmenin şartları ve etkilerinin
maddi hukuka tabi olması gerektiği düşünülebilirse de burada ayrım yapmak gerekir; Haktan
vazgeçme (maddi hukuk işlemi), usul işlemi (davadan feragat) içinde yapıldığından, artık
burada haktan vazgeçmenin şekline ilişkin maddi hukuk kurallarının değil, usul hukuku
kurallarının uygulanması gerekir. Yani maddi hukuka göre haktan vazgeçmenin ancak bir
sözleşme ile yapılmasının mümkün olduğu hallerde de davacı, tek taraflı bir hukuki işlem
(davadan feragat) ile dava konusu yapmış olduğu haktan vazgeçebilir. Buna karşılık, feragatin
maddi hukuk işlemi olan içeriğine (haktan vazgeçmeye) karşı, usul hukuku kurallarına göre
istinaf yoluna başvurulamaz. Bu maddi hukuk işlemi ancak maddi hukuk kurallarına göre iptal
ettirilebilir (m. 311, c. 2).

Davanın geri alınması ile davadan feragat arasında ne fark vardır?

Davanın geri alınması ile davadan feragat birbirinden farklıdır. Davayı geri alan davacı,
bununla talep sonucundan feragat etmemekte, sadece davasını geri almakta ve onu ilerde tekrar
açabilme hakkını saklı tutmaktadır. Oysa feragatte davacı davayı tekrar açamaz, açarsa kesin
hüküm itirazı ile karşılaşır. Davadan feragat davalının rızasına bağlı olmadığı halde, davacının
davasını geri alabilmesi için davalının açık rızası (muvafakati) şarttır. Davacının vekilinin,
davayı geri alabilmesi için vekaletnamesinde özel bir davayı geri alma yetkisinin bulunmasına
gerek olmadığı halde, davadan feragat edebilmesi için, vekaletnamesinde özel bir feragat
yetkisinin bulunması şarttır.

Kimler davadan feragat edebilir?

Davacı: davadan ancak davacı feragat edebilir. Davalının davadan feragat etmesi söz konusu
olamaz. Davacının vekilinin davadan feragat edebilmesi için vekaletnamesinde açık bir
feragat yetkisinin bulunması gerekir. Davayı vekil aracılığı ile takip ettiren davacının kendisi
de, davadan feragat edebilir. Davacının velisi, davadan feragat edebilir; bunun için sulh hukuk
mahkemesinden izin almasına gerek yoktur. Davacının vasisinin davadan feragat edebilmesi
için sulh mahkemesinden ayrı bir davadan feragat izni almış olması gerekir (MK m. 462/8
kıyasen). Kendisine yasal danışman atanan kişinin, davadan feragat edebilmesi için yasal
danışmanından feragat için ayrıca (özel) izin alması gerekir (MK m. 429/1). Tereke
yöneticisi, görevine giren hususlarda miras ortaklığının temsilcisi olup, ortaklık aleyhine açılan
davalarda ve yapılan icra takiplerinde ortaklığı temsil eder ve gereken hallerde ortaklık adına
dava açmaya, icra takibinde bulunmaya, davadan feragate, kabule, sulh olmaya ve tahkime
yetkilidir; davaları ve takipleri mirasçılara ihbar eder (MK m. 593/II). Tüzel kişinin organı,
davadan feragat edebilir (örneğin, TK m. 223, 280/2). Mecburi dava arkadaşlığında, mecburi
dava arkadaşları, hep birlikte davadan feragat edebilirler; birinin veya bir kaçının davadan
feragat etmesi geçerli değildir. Buna karşılık ihtiyari dava arkadaşlarından biri, davanın
kendisine ilişkin bölümünden tek başına feragat edebilir.

Davadan feragatin ne zamana kadar yapılabilir? İstinaf kanun yolunda davadan feragat
olur mu?

Feragat, dava açıldıktan sonra hüküm kesinleşinceye kadar her zaman yapılabilir (m. 310).
Henüz açılmamış olan davadan feragat söz konusu olamaz Dava hangi aşamada bulunuyorsa,
davadan feragat beyanı o aşamada davayı inceleyen mahkemeye yapılır.

Hüküm verildikten sonra ancak kanun yoluna başvurulmasından önce davadan feragat
edilirse hangi mahkeme tarafından bu konuda karar verilmesi gerekir?
Hüküm verildikten sonra fakat dava dosyasının istinaf mahkemesine veya Yargıtay’a
gönderilmesinden önce (ilk derece mahkemesinde) davadan feragat edilmesi (davayı kabul
veya sulh) halinde, ilk derece mahkemesi bir ek karar ile davanın feragat nedeniyle reddine
karar verir. Taraflar ilk derece mahkemesi kararına karşı istinaf veya temyiz yoluna başvurmuş
olsalar dahi sırf bu nedenle dava dosyası istinaf mahkemesine veya Yargıtay’a gönderilmez
(Yönetmelik m. 215). Fakat Yargıtay karşı görüştedir9.

Davadan feragat kanun yolunda gerçekleşirse hangi mahkeme tarafından bu konuda


karar verilmesi gerekir?

Yargıtay’a göre, ilk derece mahkemesinde hüküm verildikten ve dava dosyasının istinaf
mahkemesine veya Yargıtay’a gönderilmesinden sonra davadan feragat edilmesi (davayı kabul
veya sulh) halinde, istinaf mahkemesi veya Yargıtay esas hakkında istinaf (veya temyiz)
incelemesi yapmadan feragat (davayı kabul veya sulh) gereğince bir karar verilmek üzere, dava
dosyasını ilk derece mahkemesine geri gönderir.

Atalıya göre; Yargıtay uygulaması yerinde değildir. zira davadan feragat halinde davanın sona
ermesi için bir mahkeme kararına gerek yoktur. Davadan feragat hangi aşamada yapılmış
olursa olsun, davanın feragat nedeniyle sona erdiğini tespit eden bir tutanak düzenlenmesi
yeterlidir. Yargıtay uygulaması usul ekonomisine de aykırıdır.

Hüküm verildikten sonra davadan feragat mümkün müdür?

Hüküm verildikten sonra feragat mümkündür. Ancak iflasa karar verilmesinden sonra davacı
alacaklının iflas davasından feragat etmesi geçersizdir (İİK m. 165/II). Hüküm kesinleştikten
sonra davadan feragat edilemez. Çünkü hüküm kesinleştikten sonra ortada derdest bir dava
kalmaz.

Dava arkadaşlığında davadan feragat nasıl bir etkiye sahiptir?

Davacı, davalı taraftaki ihtiyari dava arkadaşlarından (davalılardan) biri hakkındaki davasından
feragat edebilir. Bu feragat, diğer ihtiyari dava arkadaşları hakkındaki davayı etkilemez; onlara
karşı davaya devam edilir. Buna karşılık, davacının davalı taraftaki mecburi dava
arkadaşlarından biri hakkında davadan feragat etmesi, diğer mecburi dava arkadaşlarını da
etkiler. Bu halde mahkeme, davanın bütün davalılar hakkındaki feragat nedeniyle reddine karar
verir.

Şarta bağlı feragat yapılabilir mi? Yapılırsa ne olur?

Feragat kayıtsız şartsız olmalıdır; şarta bağlı feragat geçerli değildir. Davacının şarta bağlı
olarak davasından feragat ettiğini (veya edeceğini) bildirmesi bir sulh teklifidir.

Feragat beyanı davalıya tebliğ edilmeden davadan feragat geçerli olur mu?

9
Davacı yerel mahkemece hüküm verilmesinden sonra henüz kesinleşmeden davadan feragat ettiğine göre böyle
bir durumda yerel mahkemenin dosyayı ele alıp ek karar oluşturması ve önceki kararını değiştirmesi artık
mümkün değildir. Bu durumda dosyanın Yargıtay’a gönderilmesi gerekir. Yasada öngörülmemiş ve
düzenlenmemiş bir hususta yönetmelikle getirilen düzenlemeye üstünlük tanınamaz (2. HD, 25.9.2013,
8562/21806).
Davadan feragat, davanın görüldüğü mahkemeye karşı yaptığı tek taraflı bir irade beyanı ile
olur; davacının feragat beyanının mahkemeye ulaşması yeterlidir; bu feragat beyanının ayrıca
davalıya da ulaşması feragatin tamamlanması için şart değildir. Görevsiz ve yetkisiz
mahkemeye karşı yapılan feragat beyanı da geçerlidir.

Davadan zımni feragat mümkün müdür? Davalının iradesi açık değilse davadan feragat
sonucu çıkarılabilir mi?

Feragatin geçerliliği davalının ve mahkemenin muvafakatine bağlı değildir. Mahkeme sadece


davacının feragat beyanının gerçekten feragat olup olmadığını ve kanunun öngördüğü şekilde
yapılıp yapılmadığını araştırır. Feragat kesin hüküm gibi sonuç doğurur. Bu nedenle davacının
beyanından onun gerçek amacının davadan feragat etmek olup olmadığı anlaşılamıyorsa,
mahkemenin davacıya gerçek amacının ne olduğunu açıklatması ve davacının talebini ondan
sonra işleme koyması gerekir. Davadan zımnen feragat mümkün değildir. Davacının bazı
sözlerinden veya davranışlarından, onun davadan zımnen feragat ettiği sonucu çıkarılamaz.

Davadan feragatin belirli bir şekilde yapılması gerekir mi? Şekle aykırı yapılırsa ne olur?

Davadan feragat şekle tabidir. Kanunun öngördüğü bu şekil geçerlilik şartıdır. Davadan feragat
sözlü feragat ve yazılı (dilekçe ile) feragat olmak üzere iki şekilde yapılabilir. Sözlü feragat:
Davacı (veya vekili) duruşmada davasından sözlü olarak feragat edebilir (m. 309/1). Bu halde,
davacının feragat beyanı, duruşma tutanağına yazılır; tutanağın feragate ilişkin bölümü
davacının önünde okunarak kendisine imza ettirilir (m. 154/3-ç). Feragat beyanının davacıya
okunduğunun ve ondan sonra imza ettirildiğinin de tutanağa yazılması zorunludur. Bu şartlara
uygun olmayan feragat beyanı geçersizdir. Keşif sırasında yapılan, keşif tutanağına yazılan ve
davacıya okunarak imza ettirilen feragat de geçerlidir. Yazılı feragat: davacı duruşma
sırasında mahkemeye vereceği bir dilekçe ile de davasından feragate edebilir.

Davadan feragat hangi anda tamamlanmış olur?

HMK m. 309/1’e göre, feragat dilekçesi bir nüsha olarak mahkemeye verilebilir ve feragat
dilekçesinin mahkemeye verilmesi ile feragat tamamlanır; o anda dava (uyuşmazlık) sona erer.
Bunun için feragat dilekçesinin davalıya tebliğ edilmesine gerek yoktur. Çünkü feragatin
geçerliliği (sonuç doğurması) davalının kabulüne bağlı değildir. Davacı, feragat dilekçesinin
henüz davalıya tebliğ edilmediği gerekçesiyle feragatinden dönemez.

Mahkeme huzurunda yapılan feragat ilam niteliğindedir.

Feragat halinde yargılama giderleri ve harçlar nasıl tespit edilecektir?

Feragat beyanında bulunan taraf, davada aleyhine hüküm verilmiş gibi yargılama giderlerini
ödemeye mahkûm edilir (m. 312/1, c. 1). Feragat talep sonucunun sadece bir kısmına ilişkin ise
yargılama giderlerine mahkûmiyet, ona göre belirlenir (m. 312/1, c. 2). Davalı davayı bir vekil
(avukat) vasıtasıyla takip etmiş ise mahkeme, davadan feragat eden davacıyı, davalıya nispi
vekalet ücreti ödemeye de mahkum eder. Feragat halinde maktu harç alınır. Davadan feragat
eden davacı (davasının reddi halinde ödeyeceği) maktu karar ve ilam harcının, ilk celsede (ön
inceleme duruşmasında) feragat edilmiş ise üçte birini, daha sonra feragat edilmişse üçte ikisini
ödemeye mahkum edilir (Harçlar K. m. 22).
Feragat üzerine verilen mahkeme kararına karşı istinaf kanun yoluna başvurulabilir mi?

Burada dava mahkemenin kararı ile değil, davacının iradesi (maddi hukuk işlemi) ile son
bulduğundan, feragatin içeriği olan bu maddi hukuk işlemine karşı usul hukuku kurallarına
göre istinaf yoluna başvurulamaz. Çünkü mahkemenin dava konusu uyuşmazlığın esası
hakkında vermiş olduğu bir karar yoktur. İstinaf yolu ise, ancak ilk derece mahkemesinin
kararlarına karşı başvurulabilen bir kanun yoludur. Davadan feragatin içeriği olan maddi hukuk
işlemi ancak maddi hukuk kurallarına göre iptal ettirilebilir (m. 311, c. 2).

Fakat feragatin yapılışı usul hukukuna tabidir. İşte bu nedenle mahkeme, feragatin usul hukuku
kurallarına uygun olarak yapılıp yapılmadığını araştırır; feragatin usulüne uygun olarak
yapıldığı ve bununla davanın son bulduğu kanısına varırsa, davanın feragat nedeniyle reddine
karar verir. Mahkemenin bu kararı usul hukukun aykırı olabileceğinden istinaf edilebilir. Buna
göre davanın feragat nedeniyle reddine ilişkin mahkeme kararı yalnız usul hukukuna dayanan
istinaf sebeplerinden dolayı istinaf (veya temyiz) edilebilir. İlk derece mahkemesinin davanın
feragat nedeniyle reddi kararı şekli anlamda kesinleşmedikçe, davanın son bulduğundan söz
etmeye imkan yoktur.

Feragat maddi anlamda kesin hüküm teşkil eder mi?

Davadan feragat, maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmez. Çünkü sadece mahkeme kararları
kesin hüküm teşkil eder. Ancak davadan feragat kesin hüküm gibi sonuç doğurur. Feragat
nedeniyle reddedilen dava, aynı konuda, aynı taraflar arasında 10 ve aynı dava sebebine
dayanarak yeniden açılamaz; açılırsa kesin hüküm nedeniyle reddedilir.

Feragatten Dönülebilir mi?

Davacının davasından feragat etmesi ile dava konusu uyuşmazlık sona erer. Bu nedenle,
mahkeme henüz feragat nedeniyle davanın reddine karar vermemiş olsa bile, davacı, feragatten
dönemez, feragati ile bağlıdır. Feragatten sonra ıslah yapılamaz.

Feragatin iptal edilmesi mümkün müdür?

İrade bozukluğu hallerinde feragatin iptali istenebilir (m. 311, c. 2). Davacı yanılma, aldatma
veya korkutma nedeniyle feragatin iptali için dava açabilir. Davacı, davanın feragat nedeniyle
reddine karar verilmeden önce, aynı dava içinde de feragatin yanılma, aldatma veya korkutma
nedeniyle geçersiz olduğunu ön sorun olarak ileri sürebilir; bunun için (davacının) ayrı bir
feragatin iptali davası açması şart değildir.

Her davada davadan feragatten bahsedilebilir mi? Davadan feragat her zaman davayı
sona erdirir mi?

Kural olarak her davadan feragat edilebilir. Dava konusu üzerinde tarafların tasarruf yetkisi
bulunmasa bile davacı, davasından feragat edebilir. Örneğin, boşanma davasının kabul
edilmesi kesin hükmün sonuçlarını doğurmadığı halde, davacı boşanma davasından feragat
edebilir ve bununla boşanma davası son bulur. İstisna: Boşanma davasının feragat nedeniyle

10
İstisna: Davacı alacaklı, bir müteselsil borçluya karşı açtığı davadan feragat ederse, diğer borçlular da bu
feragatten yararlanır (BK m. 168/II); yani alacaklı diğer müteselsil borçlulara karşı alacak davası açamaz.
reddi tarihinden üç yıl geçtikten sonra taraflar, tekrar boşanma davası açabilirler (MK m.
166/son fıkra).

Bazı istisna hallerinde feragat davayı sona erdirmez; mahkeme feragate rağmen davaya
devam etmekle yükümlüdür. Bunlar:

1) Ortaklığın giderilmesi davası çift taraflı bir dava olduğundan, davacının davadan feragat
etmesi halinde, davalı (veya davalılardan biri) davaya devam edilmesini isterse, mahkeme
ortaklığın giderilmesi davasına devam etmekle yükümlüdür.

2) İflasa karar verilmesinden sonra davacı alacaklının iflas davasından feragat etmesi
geçersizdir (İİK m. 165/II). İflas talebi, ilk derece mahkemesinde veya bölge adliye
mahkemesinde henüz kabul edilmeden önce iflas davasından feragat edilebilir.

3) Hizmet tespiti davası kamu düzenine ilişkin olduğundan, hizmet tespiti davasından feragat
edilemez; feragat edilse bile mahkemenin davayı feragat nedeniyle reddetmeyip, delilleri
toplayarak esas hakkında karar vermesi gerekir (Yargıtay).

4) Cumhuriyet savcısının yer aldığı dava ve işler üzerinde taraflar serbestçe tasarruf edemezler
(m. 70/3); Cumhuriyet savcısının yer aldığı davalarda davacının feragat etmesi sonuç
doğurmaz.

5) Çekişmesiz yargıda, teknik anlamda bir dava söz konusu olmadığından davadan feragat de
söz konusu değildir.

Mahkeme dışında davadan feragat edilmesi herhangi bir etkiye sahip midir?

Davacı mahkeme dışında da davasından feragat edebilir. Örneğin, davacı, noterde, davalıya
yazmış olduğu bir mektupta, davalıya vermiş olduğu bir feragat dilekçesinde veya tanıklar
önünde davadan feragat ettiğini bildirebilir. Mahkeme dışında feragat ile dava kendiliğinden
son bulmaz. Davalı, böyle bir mahkeme dışı feragati mahkemede ispat ederse, mahkeme
davanın feragat nedeniyle reddine karar verir. Kuru’ya göre, mahkeme dışındaki feragatin
ispatı için, m. 309 ve m. 154/1-ç’deki şekil şartı aranmaz. Davalı bunu, kanunen caiz olan her
türlü delil ile ispat edebilir. Mahkeme dışında feragat edilen alacak miktarı ispat sınırından az
veya tanık dinlenmesi mümkün olan bir istisna söz konusu ise davalı, mahkeme dışındaki
feragati tanıkla da ispat edebilir. Buna karşılık bu alacak ispat sınırından fazla ve tanık
dinlenmesine ilişkin istisna da yok ise mahkeme dışı feragat ancak senet (kesin delil) ile
ispatlanabilir; çünkü feragat, tek taraflı bir hukuki işlemdir.

Esas haktan feragat ile davadan feragat arasında nasıl bir ilişki vardır? Aralarında fark
var mıdır?

Bir hak (örneğin alacak hakkı) dava konusu yapılmadan önce veya yapıldıktan sonra hakkın
sahibi, bu hakkından mahkeme dışında feragat edebilir. Esas haktan feragat edilince, ona bağlı
olan dava hakkı son bulur. Esas haktan feragatin tamamlanabilmesi için, bu feragat beyanının
karşı tarafa ulaşması gerekir.

Esas haktan feragat, gerek içeriği gerek şekli bakımından maddi hukuka tabidir. Maddi hukuk,
esas haktan feragat için kural olarak bir geçerlik şekli öngörülmediğinden kural olarak özel bir
şekle tabi değildir. HMK m. 309 ve m. 154/1-ç’deki şekil şartı, esas haktan feragat hakkında
uygulanmaz. İstisna: önalım hakkından feragatin resmi şekilde yapılması ve tapu kütüğüne
şerh verilmesi gerekir (MK m. 733/II).

Esas haktan feragat maddi hukuk anlamında bir itirazdır. Bu nedenle hakim kendisine sunulan
dava malzemesinden, dava konusu yapılan hakkın mahkeme dışında esas haktan feragat
edilmiş olması nedeniyle son bulduğunu öğrenirse, bunu kendiliğinden gözetir.

Esas haktan feragat bir hukuki işlem olduğundan miktar veya değeri ispat sınırından fazla olan
bir haktan feragat edilmiş olduğu kural olarak senetle (kesin delille) ispat edilebilir. İspat
sınırından az olursa da tanık ile ispat edilebilir. Esas haktan feragat beyanının açık olması
gerekir. Esas haktan zımni feragat kural olarak (istisnaları var BK m. 131/II, 179/II) mümkün
değildir.

HMK’nun davadan feragate ilişkin hükümleri (m. 307 vd) idari yargıda da uygulanır (İYUK m.
31).

DAVAYI KABUL

Davayı kabul ne demektir? Amacı nedir?

Davayı kabul, görülmekte olan bir davanın davalısının davacının talep sonucuna kısmen veya
tamamen rıza göstermesidir.

Amacı: tarafların üzerinde tasarruf yetkisine sahip olduğu davalarda davayı bir an önce sona
erdirerek gereksiz zaman ve masraf kaybını önlemektir.

Kimler davayı kabul edebilir?

Davalı: davayı ancak davalı kabul edebilir. Davacının davayı kabul etmesi söz konusu olamaz.
Davalı davayı kabul ettikten sonra ölürse, bu kabul davalının mirasçılarını da bağlar.
Davalının vekilinin davayı kabul edebilmesi için vekaletnamesinde açık bir kabul yetkisinin
bulunması gerekir. Davayı vekil aracılığı ile takip ettiren davalının kendisi de, davayı kabul
edebilir. Davalının velisi, davayı kabul edebilir; bunun için sulh hukuk mahkemesinden izin
almasına gerek yoktur. Davalının vasisinin(veya kayyımının) davayı kabul edebilmesi için
sulh mahkemesinden ayrı bir davayı kabul izni almış olması gerekir (MK m. 462/8 kıyasen).
Tereke yöneticisi, görevine giren hususlarda miras ortaklığının temsilcisi olup, ortaklık
aleyhine açılan davalarda ve yapılan icra takiplerinde ortaklığı temsil eder ve gereken hallerde
ortaklık adına dava açmaya, icra takibinde bulunmaya, davadan feragate, kabule, sulh olmaya
ve tahkime yetkilidir; davaları ve takipleri mirasçılara ihbar eder (MK m. 593/II). Tüzel
kişinin organı, davayı kabul edebilir (örneğin, TK m. 223, 280/2). Mecburi dava
arkadaşlığında, davalı mecburi dava arkadaşları, hep birlikte davayı kabul edebilirler; birinin
veya bir kaçının davayı kabul etmesi geçerli değildir. Buna karşılık ihtiyari dava
arkadaşlarından biri, davanın kendisine ilişkin bölümünü tek başına kabul edebilir.

Davayı kabul ile borçlar hukuku anlamında kabul arasında nasıl bir ilişki vardır? Davayı
kabulü, borçlar hukukundaki kabul beyanı olarak değerlendirmek mümkün müdür?
Borçlar hukuku anlamında icapla amaçlanan bir sözleşmenin yapılmasıdır. İcapçı bir
sözleşmenin yapılması için bir irade beyanında bulunur. Bu irade beyanı karşı tarafa varması
gereken, tek taraflı, kesin ve bağlayıcı bir irade beyanıdır. İcabın sonuç doğurabilmesi için
karşı tarafın kabul beyanında bulunması gerekir. Ayrıca icapta bulunan belirli bir süre bu icabı
ile bağlıdır.

Buna karşılık davacı mahkemeye dava dilekçesi verirken bir sözleşme yapma amacı değil,
davalıda olduğunu iddia ettiği hakka kavuşma amacı ile hareket eder. Bununla birlikte davacı
davasından her zaman feragat edebilir; belirli bir süre bununla bağlılık gibi bir durum yoktur.
Bu nedenlerle davacının dava dilekçesi bir icap olarak nitelendirilemeyeceğinden ve borçlar
hukuku bakımından geçerli bir kabulden bahsedebilmek için geçerli bir icabın varlığı
arandığından davayı kabul, borçlar hukuku anlamında bir kabul değildir.

Davayı kabul için davacının muvafakat etmesi gerekir mi? Davalının iradesi açık değilse
davadan feragat sonucu çıkarılabilir mi?

Gerekmez. Davayı kabul tek taraflı ve mahkemeye yöneltilmesi gereken irade beyanıdır. Bu
nedenle karşı tarafın veya mahkemenin rızasına bağlı değildir. Davayı kabul, davalının davanın
görüldüğü mahkemeye karşı yaptığı tek taraflı bir irade beyanı ile olur 11; davalının kabul
beyanının mahkemeye ulaşması yeterlidir; bu kabul beyanının ayrıca davacıya da ulaşması
kabulün tamamlanması için şart değildir. Görevsiz ve yetkisiz mahkemeye karşı yapılan kabul
beyanı da geçerlidir. Kabulün geçerliliği davacının ve mahkemenin muvafakatine bağlı
değildir. Mahkeme sadece davalının kabul beyanının gerçekten kabul olup olmadığını ve
kanunun öngördüğü şekilde yapılıp yapılmadığını araştırır. Kabul kesin hüküm gibi sonuç
doğurur. Bu nedenle davalının beyanından onun gerçek amacının davayı kabul etmek olup
olmadığı anlaşılamıyorsa, mahkemenin davalıya gerçek amacının ne olduğunu açıklatması ve
davalının talebini ondan sonra işleme koyması gerekir. Davayı zımnen kabul mümkün değildir.
Davalının bazı sözlerinden veya davranışlarından, onun davayı zımnen kabul ettiği sonucu
çıkarılamaz.

Davayı kabul şarta bağlanabilir mi? Şarta bağlanırsa ne olur?

Davayı kabul beyanı, kayıtsız, şartsız ve açık olmalıdır. Zımni olarak davayı kabul mümkün
değildir. Örneğin davalının duruşmaya gelmemesi bir kabul olarak nitelendirilemez. Davayı
kabul bir usul işlemi olduğundan ve usuli işlemler de kural olarak şarta bağlanamayacağından
şarta bağlanamaz. Bununla birlikte şarta bağlı kabul davayı kabul olarak nitelendirileme de,
usul hukuku anlamında bir sulh teklifi ve borçlar hukuku anlamında bir icap olarak
nitelendirilebilir. Karşı tarafın olumlu cevabı üzerine taraflar arasında sulh sözleşmesi kurulur.
Bu durumda dava davayı kabul nedeniyle değil, sulh sözleşmesi nedeniyle sona erer.

Her türlü davada davayı kabul söz konusu olabilir mi?

Davadan feragatten farklı olarak, davayı kabul sadece tarafların üzerinde serbestçe tasarruf
edebilecekleri, kamu düzenine ilişkin olmayan davalarda söz konusu olabilir. Bu nedenle,
11
Hüküm verildikten sonra fakat dava dosyasının istinaf mahkemesine veya Yargıtay’a gönderilmesinden önce
(ilk derece mahkemesinde) davayı kabul halinde, ilk derece mahkemesi bir ek karar ile davanın feragat nedeniyle
reddine karar verir. Taraflar ilk derece mahkemesi kararına karşı istinaf veya temyiz yoluna başvurmuş olsalar
dahi sırf bu nedenle dava dosyası istinaf mahkemesine veya Yargıtay’a gönderilmez (Yönetmelik m. 215). Fakat
Yargıtay karşı görüştedir.
boşanma, ayrılık, evlenmenin feshi, babalık davası, nesebin reddi davası, iflas davası,
cumhuriyet savcısının taraf olduğu hukuk davaları kamu düzenine ilişkin olduğundan bu
davalarda davayı kabul olmaz.

Boşanma davalarında davayı kabul olur mu?

Boşanma davaları kişiye sıkı sıkıya bağlı hakların kullanıldığı ve kamu yararı düşüncesi ile
kendiliğinden araştırma ilkesinin (mutlak değil, sınırlı biçimde) uygulandığı bir davadır. TMK
m. 166/III’de yer alan anlaşmalı boşanmada tarafların dava üzerinde tasarruf yetkisi kısmen
vardır. Resen araştırma ilkesi uygulandığından ikrar hakimi bağlamaz; kabule rağmen hakim
boşanmayı gerektiren durumun varlığını araştırır; boşanma sebebine kanaat getirirse
boşanmaya karar verir; aksi halde ise davayı reddeder.

TMK m. 166/III ‘’Evlilik en az bir yıl sürmüş ise, eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin
diğerinin davasını kabul etmesi hâlinde, evlilik birliği temelinden sarsılmış sayılır. Bu hâlde
boşanma kararı verilebilmesi için, hâkimin tarafları bizzat dinleyerek iradelerinin serbestçe
açıklandığına kanaat getirmesi ve boşanmanın malî sonuçları ile çocukların durumu hususunda
taraflarca kabul edilecek düzenlemeyi uygun bulması şarttır. Hâkim, tarafların ve çocukların
menfaatlerini göz önünde tutarak bu anlaşmada gerekli gördüğü değişiklikleri yapabilir. Bu
değişikliklerin taraflarca da kabulü hâlinde boşanmaya hükmolunur. Bu hâlde tarafların
ikrarlarının hâkimi bağlamayacağı hükmü uygulanmaz’’.

TMK m. 166/III’te öngörülen anlaşmalı boşanma halinde davayı kabul söz konusu değildir.
Burada davalının irade beyanı ile evlilik birliğinin temelinden sarsıldığı olgusu çekişmeli
olmaktan çıktığından, talep sonucunun kabulü değil, bir vakıanın ikrarı söz konusu olmaktadır.
Evlilik birliğinin temelden sarsılması karinesi, davanın son bulması için yeterli değildir. Hakim
tarafları dinleyebilecek, anlaşmada gerekli gördüğü değişiklikleri yapabilecektir.

Doktrinde ağırlıklı görüş: TMK m. 166/I-II’ye dayanılarak açılan boşanma davalarında


davayı kabul mümkündür. Diğer nedenlere dayanılarak açılan boşanma davalarında ise (m.
166/III anlaşmalı boşanma da buraya girer) davalının boşanma davasını kabul etmesi, davayı
kabul bağlamında sonuç doğurmaz. Bu gibi hallerde TMK m. 184/3’te ki genel kural
uygulanır.

Madde 184- 1. Hâkim, boşanma veya ayrılık davasının dayandığı olguların varlığına vicdanen
kanaat getirmedikçe, bunları ispatlanmış sayamaz. 2. Hâkim, bu olgular hakkında gerek re'sen,
gerek istem üzerine taraflara yemin öneremez. 3. Tarafların bu konudaki her türlü ikrarları
hâkimi bağlamaz. 4. Hâkim, kanıtları serbestçe takdir eder. 5. Boşanma veya ayrılığın fer'î
sonuçlarına ilişkin anlaşmalar, hâkim tarafından onaylanmadıkça geçerli olmaz. 6. Hâkim,
taraflardan birinin istemi üzerine duruşmanın gizli yapılmasına karar verebilir.

İflas davasında davayı kabul olur mu?

Yargıtay: iflas davasında davayı kabul olur.

Doktrin: iflas davası kamu düzenine ilişkin bir dava olduğundan, iflas davasında davayı kabul
mümkün değildir.

Ortaklığı giderilmesi davasında (çift taraflı davalarda) davayı kabul olur mu?
Ortaklığın giderilmesi davasında olduğu gibi çift taraflı davalarda her iki taraf aynı anda hem
davalı hem de davacı konumundadır. Ortaklığın giderilmesi davalarında, davacının ileri
sürdüğü talep sonucunun gerçekleşmesi; ancak hakim tarafından verilecek yenilik doğurucu bir
kararla mümkündür. Dolayısıyla davayı kabul eden davalı kabul irade beyanı ile mahkemeden,
davacının talebi doğrultusunda ortaklığın giderilmesini ve her bir paydaşın ferdi olarak hak
sahibi yapılmasını istemektedir. Bu nedenle davalının davayı kabul etmesi davayı sona
erdirmez.

Davayı kabulü ikrardan ayıran özellikler nelerdir?

1) Davayı kabul sadece davalı tarafından yapılır; ikrar ise her iki tarafça yapılabilir.

2) Davayı kabul davacının talep sonucunun kabul edilmesidir; ikrar ise ileri sürülen bir
vakıanın kabul edilmesidir.

3) Davayı kabul davayı sona erdirir; ikrar ise tek başına davayı sona erdirmez.

4) İkrardan söz edilebilmesi için ikrar edilecek çekişmeli vakıanın ikrarda bulunan aleyhine
olması gerekir, yani kişi kendi lehine olan vakıayı ikrar edemez. Davayı kabulde ise böyle bir
şart yoktur.

5) Davayı kabul hukuki niteliği itibariyle hem maddi hukuka hem de usul hukukuna ait
unsurları bünyesinde barındıran karma bir işlemdir. İkrar ise, sadece usul hukukuna ilişkin bir
işlemdir.

6) Davayı kabulde, davalı kabul amacı ile hareket etmekte, iradesini açık ve kesin olarak ortaya
koymaktadır, zımni kabul olmaz. İkrarda ise, taraf ikrar kastı ile hareket etmese, bilinçli olarak
vakıayı ikrar etmese de sonuç doğar.

7) Davayı kabul için vekilin vekaletnamesinde özel yetkisi bulunması gerekir. İkrarda ise,
vekilin bir vakıanın ikrarı için vekaletnamesinde özel yetkiye ihtiyaç yoktur.

8) Davayı kabul irade fesadı hallerinden olan hata, hile ve tehdit nedeniyle geçersiz
kılınabilirken; ikrar sadece maddi bir hatanın varlığı halinde geçersiz kılınabilir.

Davayı kabulün hukuki niteliği nedir?

Sadece usul hukuku işlemi olduğu görüşü: davayı kabul salt bir usul hukuku işlemidir. Zira
davayı kabul geçerliliğini ve hükümlerini usul hukuku alanında doğurur. Eleştiri: davayı kabul
salt bir usul hukuku işlemi ise, irade fesadı hallerine dayanılarak nasıl geçersiz
kılınabilmektedir?

Sadece maddi hukuk işlemi olduğu görüşü: davayı kabulün geçerliliğini ve etkilerini usul
hukuku kuralları değil, maddi hukuk kuralları belirler. Dolayısıyla davayı kabul hüküm ve
sonuçlarını usul hukuku alanında değil, maddi hukuk alanında doğurur. Eleştirisi: davayı
kabulün davayı sona erdirme özelliği ve cebri icra yolu ile yerine getirmeyi açıklayamıyor.

Karma görüş: davayı kabul ne tek başına usul hukukuna ne de maddi hukuka ilişkindir.
Davayı kabul, özü ve geçerliliği itibari ile maddi hukuka, hüküm ve sonuçları itibariyle usul
hukukuna ait unsurları bünyesinde barındıran karma karakterli bir işlemdir.
Sınırlı ehliyetlilerin davayı kabul etmesi mümkün müdür?

Sınırlı ehliyetliler, kendilerine yasal danışman atanan kişilerdir. Bir görüşe göre, TMK m.
429’da sayılan hallerle bu kişilerin sadece hukuki işlem yapma ehliyetleri bakımından fiil
ehliyetleri sınırlanmıştır. Bu kişilerin dava açıp takip etmesi veya kendisine açılan davayı takip
etmesi için yasal danışmanın iznine gerek yoktur. Bu nedenle davayı kabul edebilirler.

Diğer görüşe göre (Ermenek): burada bir ayrım yapmak gerekir. Sınırlı ehliyetlinin bizzat
açtığı dava veya kendisine karşı açılan dava şahıs varlığına ilişkin bir dava ise bu davayı yasal
danışmanın iznini almadan takip edebilir; davayı kabul edebilir. Buna karşılık TMK m. 429
daki hallerde ve malvarlığına ilişkin bütün davalarda davayı kabul edebilmesi için yasal
danışmanın iznini alması gerekir.

Eşlerden birinin diğer eşin rızasını almadan davayı kabul etmesi mümkün müdür?

Eşlerin mal rejimi olarak edinilmiş mallara katılma rejimini benimsemeleri halinde, eşler hem
kendi kişisel malları üzerinde hem de edinilmiş mallar üzerinde diğer eşin rızasını almadan tek
başlarına tasarruf edebilirler (TMK m. 223/I). Açılan davayı da her bir eş tek başına kabul
edebilir.

Eşlerin mal ayrılığı rejimini benimsemeleri halinde, her bir eşin kendi malı kendisine aittir. Bu
nedenle her bir eş kendi malvarlığı üzerinde dilediği gibi tasarrufta bulunabilir. Kendi
malvarlığına ilişkin açılan davayı tek başına kabul edebilir.

İstisna: TMK m. 194: kendi mülkiyetinde bulunan bir aile konutu üzerinde eşlerden biri
diğerinin rızasını almadan tasarrufta bulunamaz, dolayısıyla aile konutuna ilişkin açılan davayı
kabul edemez. Bu durum hem edinilmiş mallara katılma rejimi için hem de mal ayrılığı rejimi
için geçerlidir.

Sınırlı ehliyetsizlerin davayı kabul etmesi mümkün müdür?

Sınırlı ehliyetsizler, ayırt etme gücüne sahip küçükler ve kısıtlılardır. Davayı kabulü kanuni
temsilci yapacaktır. Velayet altındaki küçüğe karşı açılan davayı ana ve baba birlikte, velayet
birisinde ise sadece o kabul edebilir.

Velayet altında olmayan bir küçük veya bir kısıtlı aleyhine açılmış davayı, vasi veya kayyım
sulh hukuk mahkemesinden izin alarak kabul edebilir.

Kişiye sıkı sıkıya bağlı olan hakların kullanılmasından doğan davalarda sınırlı ehliyetsizin dava
ehliyeti tamdır. Dolayısıyla bu davaları sınırlı ehliyetsiz kabul edebilir. Ancak sınırlı
ehliyetsize karşı açılan dava evlenmenin butlanı davası, babalık davası gibi kamu düzenine
ilişkin bir dava ise kabul sonuç doğurmaz.

Kendilerine bir meslek veya sanatın icrası için, velisi tarafından izin verilen küçükler veya sulh
hukuk mahkemesince izin verilen velayet altında olmayan küçükler ile kısıtlılar, bu meslek
veya sanatın icrasıyla veya tasarrufu kendilerine bırakılmış mallar ile ilgili davada, kanuni
temsilcinin iznini almadan davayı kabul edebilirler.
Yasak işlemler olan vakıf kurma, kefil olma, bağışlama yapma ve rekabet yasağına ilişkin
sözleşmelerden dolayı sınırlı ehliyetsize açılan davaları, sınırlı ehliyetsiz tek başına kabul
edemediği gibi, kanuni temsilcinin de davayı kabul yetkisi yoktur.

Sınırlı ehliyetsizler haksız fiilden sorumlu oldukları halde, haksız fiilden dolayı kendilerine
açılan davada dava ehliyeti olmadığı için davayı kabul edemez; kanuni temsilcinin kabul
etmesi gerekir.

Tam ehliyetsizlerin davayı kabul etmesi mümkün müdür?

Tam ehliyetsizlerin ayırt etme gücü yoktur; davayı kabul edemezler. Dava veli veya sulh hukuk
mahkemesinden izin alan vasi tarafından kabul edilebilir.

Vekil davayı kabul edebilir mi?

Vekil ile takip edilen davalarda vekilin davayı kısmen veya tamamen kabul edebilmesi için
vekaletnamesinde özel yetkisi bulunmalıdır. Buna ilişkin özel yetkisi bulunsa bile asıl taraf
davayı kabul etmemesini vekilden isteyebilir.

Alt vekalet halinde davayı alt vekilin kabul etmesi mümkün müdür?

Kendisine vekalet verilenin üstlenmiş olduğu işlemin icrasını başka bir kimseye bırakmasına
alt vekalet denir. Alt vekalette, vekilin kendisi yerine bir başkasını geçirmesi halinde onun
temsil yetkisi hala devam etmekte, sadece vekaletin kullanımı devredilmektedir. Alt vekalet
ilişkisinin kurulabilmesi için vekile yetki verilmiş olması gerekir (AvK. m. 171/II).

Alt vekile, alt vekaletle birlikte davayı kabul yetkisi de devredilmişse, alt vekil davayı kabul
edebilir. Asıl vekilin davayı kabul yetkisi yoksa veya alt vekaletle birlikte davayı kabul yetkisi
devredilmemişse, alt vekil davayı kabul edemez.

Tüzel kişilerde davayı kabul nasıl gerçekleşmektedir?

Tüzel kişileri davalarda organları temsil eder. Derneklerde dernek yönetim kurulu, vakıflarda
vakıf yönetim kurulu, anonim şirketlerde yönetim kurulu ve tasfiye memurları davayı kabul ile
yetkilidir. Dava konusu uyuşmazlık tüzel kişinin alelade işlerinden ise, tüzel kişinin temsile
yetkili organı onun adına davayı kabul edebilir. Ancak önemli ve fevkalade işlemlerden
kaynaklanan davalarda her bir dava için tüzel kişinin yetkili organının, temsile yetkili organına
davayı kabul için yetki vermesi gerekir.

Kamu tüzel kişilerinde ise davayı hazine avukatı kabul edebilir. Ancak hazine avukatının
devlete karşı açılan davaları kabul edebilmesi için miktara göre, kaymakam, vali, maliye
bakanı veya Danıştay tarafından davanın kabulüne izin verilmiş olması gerekir. Bu izin
alınmadan yapılan davayı kabul geçersizdir.

İl özel idaresinin taraf olduğu davalarda, davayı vali veya temsil yetkisi verdiği memur kabul
edebilir.

Belediyelerde, belediyeyi belediye başkanı temsil etmekle birlikte, belediye başkanının davayı
kabul edebilmesi için belediye meclisinin özel yetki vermesi gerekir.
Köy tüzel kişiliğine karşı açılan davalarda köyü köy muhtarı temsil eder. Bu nedenle köye
karşı açılacak davaları köy muhtarı, köy ihtiyar heyetinin vereceği özel izin ile kabul edebilir.

İflas idaresi müflise karşı açılan davayı kabul edebilir mi?

İflas masasının kanuni temsilcisi iflas idaresidir. İflasın açılması ile müflisin tasarruf yetkisi
kısıtlandığından davalarda iflas idaresi taraf olarak yer alır. İİK m. 226/I den hareketle, iflas
idaresi iki bin liraya kadar olan alacak davasını doğrudan; iki binden fazla olan davaları ise
ikinci alacaklılar toplanmasının vereceği kabul yetkisi ile kabul edebilir.

Fer’i müdahil davayı kabul edebilir mi?

Fer’i müdahil davada taraf değildir. Dava üzerinde tasarruf yetkisine sahip değildir. Bu nedenle
davayı kabul edemez.

Dava arkadaşlığı halinde davayı kabul nasıl gerçekleşecektir?

İhtiyari dava arkadaşlığında, her bir dava arkadaşının davası birbirinden bağımsız
olduğundan davayı kabul her bir davacı bakımından ayrı ayrı değerlendirilir.

Maddi mecburi dava arkadaşlığında, dava konusu üzerinde bütün dava arkadaşları hep
birlikte tasarruf yetkisine sahip olduğundan davayı da ancak hep birlikte kabul edebilirler.
Dava arkadaşlarından birinin davayı kabul etmesi hüküm ve sonuç doğurmaz.

Şekli mecburi dava arkadaşlığında, dava arkadaşlarından birinin davayı kabulü diğerinin
davasını etkilemez. Davayı kabul eden dava arkadaşının davası sona ererken diğerinin davasına
devam edilir.

Kısmi davada ve terditli davada davayı kabul olur mu?

Mahkeme terditli davada öncelikle asıl talebi incelemek zorunda olduğundan davalı da asıl
talebi kabul etmek zorundadır. Asıl talebi kabul ederse dava sona erer. Bu halde yardımcı talep
incelenmez. Davalı asıl talep görülürken yardımcı talebi kabul edemez; bu kabul hüküm ve
sonuç doğurmaz. Bununa birlikte asıl talebin uygun bulunmaması nedeniyle yardımcı talebin
incelenmesi halinde davalı bu yardımcı talebi kabul edebilir. Bu kabul ile dava sona erer.

Kısmi davada davacı alacağın bir kısmını dava edip diğer kısmını dava dışı bırakmaktadır. Bu
durumda davalının davayı kabul etmesi, kısmi dava konusunu kapsar; davacının kısmi dava
dışında bıraktığı kısımları kapsamaz.

Özel mahkeme ile genel mahkeme arasında görev ilişkisi bulunması halinde davayı kabul
mümkün müdür? Mahkemelerden birinde yapılan kabul diğerini bağlar mı?

Özel mahkeme olmayan yerlerde genel mahkeme davayı görmeye yetkili olduğundan genel
mahkemede yapılan geçerli sayılmalıdır. Aksi bir durum söz konusu ise veya genel
mahkemenin görev alanına giren bir konuda özel mahkemede dava kabul edilmiş ise, davalının
bu beyanını mahkeme dışı kabul olarak nitelendirmek gerekir. Çünkü özel mahkemelerin
yetkisi kanunlarla belirlenmiş ve gerek konu ve gerekse de şahıs itibari ile sınırlandırılmıştır.

Yasaklı hakim önünde yapılan kabuller geçerli olacak mıdır?


Bir görüşe göre: yasaklı hakim önünde yapılan davayı kabul, geçerli bir kabul beyanının
hüküm ve sonuçlarını doğurur. Çünkü burada hakimin yaptığı işlemler onun tarafsızlığına
gölge düşürmez.

Diğer görüşe göre (Ermenek): yasaklı hakim önünde yapılan kabuller geçerli bir kabul beyanı
gibi sonuç doğurmaz. Çünkü yasaklılık ile gerçekleştirilmek istenen sadece hakimin hüküm
vermesi değil; aynı zamanda onun dava ile ilgili işlem yapması ve bu suretle tasarrufta
bulunmasının engellenmesidir.

Ancak davanın tarafları açık ve yazılı olarak muvafakat ederse yasaklı hakim önünde yapılan
kabul geçerli olmalıdır.

Reddedilen hakim önünde yapılan kabuller geçerli olacak mıdır?

Bir görüşe göre: burada da ret sebepleri geçerli olmalıdır. Çünkü ret sebepleri ile önlenmek
istenen sadece hakimin hüküm vermesi değil; aynı zamanda hakimin o dava ile ilgili işlem
yapması ve bu suretle dava ile ilgili tasarrufta bulunmasıdır. Bu nedenle ret sebepleri var ise,
bu hakimin önünde yapılan kabulün geçerli olmaması gerekir.

Diğer görüşe göre (Ermenek): ret sebeplerinin ancak hakimin hüküm vermesi veya dava
konusu üzerinde tasarrufta bulunması hallerinde etkili olur. Bu nedenle, hakkında ret sebepleri
bulunan hakim önünde yapılan davayı kabul geçerlidir.

Davayı kabul hangi şekilde yapılabilir? Sözlü davayı kabul olur mu?

Davayı kabul duruşmada sözlü olarak yapılabilir. Bu halde davalının davayı kabul beyanı
tutanağa yazılır. Bunun için ayrı tutanak tutulması gerekmez. Duruşma tutanağına geçirmek
yeterlidir. Ancak istinabe yolu ile dava kabul edilirse bunun için özel tutanak tutulup
mahkemeye gönderilmelidir. Davalının kabul beyanına ilişkin tutanak tarafların önünde yüksek
sesle okunarak, davalıya imzalattırılır. Davayı kabulün bu şekilde yapılması bir geçerlilik
şartıdır.

Davalı mahkemeye vereceği bir dilekçe ile de davayı kabul edebilir.

Davayı kabul ne zamana kadar yapılabilir?

Davalı, dava açıldığı andan itibaren hüküm kesinleşinceye kadar davayı kabul edebilir.

Kanun yolunda davayı kabul olur mu?

İlk derece mahkemesinin verdiği hüküm kanun yoluna götürüldükten sonra da dava hala
derdest olduğundan dava kabul edilebilir. Zira tarafların davanın konusu üzerindeki tasarruf
yetkileri hala devam etmektedir.

Yargılamanın iadesinde davayı kabul olur mu?

Bir görüşe göre: kesin hüküm hukuki güvenliği sağlama amacı taşımakta ve kamu düzenine
ilişkin olduğundan mahkeme kesin hüküm sebebi olarak ileri sürülen sebeplerin varlığını
re’sen araştırır. Bu aşamada tarafların kabul ve ikrarı hakimi bağlamaz.
Diğer görüşe göre (Ermenek): yargılamanın iadesi davası açılması halinde, yargılamanın
iadesi istemine gerekçe olarak gösterilen sebeplerin gerçeğe uygun olup olmadığı hakim re’sen
araştırmalıdır. Çünkü taraflar bu aşamada hileli yollarla kesin hükmün sonuçlarını bertaraf
edebilir. Ayrıca bu aşamada dava, yeni bir dava olsa bile dava üzerinde tarafların tasarruf
yetkisi yoktur. Bu nedenle davalı bu aşamada davayı kabul edememelidir. Ancak hakim ileri
sürülen yargılamanın iadesi sebeplerinin doğruluğunu tespit edip, ilk davadaki uyuşmazlığı
çözme aşamasına geçmiş ise, bu aşamada tarafların ikrarının ve davalının kabulünün hakimi
bağlaması gerekir.

Davayı kabulden rücu edilebilir mi?

Davayı kabulün, tek taraflı ve varması gerekli, mahkemeye yönelik kayıtsız, şartsız, açık ve
kesin bir irade beyanı olması; sıkı şekil koşullarına bağlanmış olması; davayı sona erdirmesi ve
cebri icra yoluyla yerine getirilebilmesi; irade fesadı halleri ayrık olmak üzere, onun rücu
edilmek (yani geri almak) suretiyle etkisiz kılınması mümkün değildir. Mahkemeye ulaştığı
anda sonuç doğuracaktır.

Davayı kabul halinde dava ne zaman sona ermiş sayılır?

Mahkeme tarafından verilen hükümle sona ereceği görüşü: davayı kabul halinde dava
kendiliğinden sona ermez. Davalının davayı kabulü ile taraflar arsındaki dava konusu
uyuşmazlık sona erer. Bu husus esasen maddi hukuka ilişkindir. ancak uyuşmazlık kabulle
sona erse de dava, ancak taraflar arasındaki uyuşmazlığın davayı kabul nedeni ile sona erdiğini
tespit eden mahkemenin vereceği bir kararla sona erer.

Davalının kabul beyanı ile sona ereceği görüşü (Ermenekte bu görüşte): davayı kabul
kendiliğinden davayı sona erdirir. Mahkemenin bu aşamadan sonra yapacağı iş davanın kabul
nedeniyle konusuz kaldığını tespit etmekten ibarettir. Mahkeme tarafından yapılacak olan
tespit işlemi bir yargısal tasarruf değildir. Zira dava mahkemenin yargısal bir tasarrufuna gerek
kalmaksızın davalının davayı kabule ilişkin irade beyanı ile sona ermiştir.

Davayı kabul halinde olağan kanun yollarına başvurmak mümkün müdür?

Bir görüşe göre: davayı kabul içeriği itibariyle bir maddi hukuk işlemidir. Burada dava
mahkemenin kararı ile değil, taraf iradesi ile son bulduğundan davayı kabulün içeriğini
oluşturan maddi hukuk işlemine karşı olağan kanun yoluna gidilemez. Çünkü olağan kanun
yolların mahkeme kararına karşı başvurulur. Oysa burada mahkemece verilmiş karar yoktur.
Davayı kabulün içeriğini oluşturan maddi hukuk işlemi irade fesadı halleri nedeniyle iptal
edilebilir. Davayı kabul aynı zamanda bir usul hukuku işlemi olduğundan, davayı kabulün
yapılışı da usul hukuku kurallarına tabidir. Mahkemenin davayı kabulün usulüne uygun yapılıp
yapılmadığına ilişkin kararı, usul hukuku kurallarına aykırı olabileceğinden bu kararlara karşı
olağan kanun yollarına başvurmak mümkündür. Örneğin, tarafın irade beyanını yanlışlıkla
davayı kabul saymış; kısmi kabulü tam kabul gibi işleme koymuşsa burada usul hukukuna
aykırılık olduğundan kanun yoluna gidilebilir.

Diğer görüşe göre: davalının davayı kabulü üzerine dava mahkemece verilecek bir hükme
gerek kalmaksızın sona ereceğinden, burada mahkemenin yargısal tasarrufu bulunmadığından
bu irade beyanına karşı olağan kanun yollarına gidilemez.
Davayı kabul halinde yargılamanın iadesi davası açılması mümkün müdür?

Bir görüşe göre: davayı kabulün içeriğini oluşturan maddi hukuk işlemine karşı yargılamanın
iadesi davası açılamaz. Ancak mahkemenin verdiği davayı kabul nedeni ile davanın kabulü
kararına karşı şartları varsa yargılamanın iadesi davası açılabilir. Bu görüşe göre yargılamanın
iadesi m. 375/3’te gösterilen halde açılabilir. Buna göre, kanuni temsilci olmayan birisi davayı
kabul etmişse veya davalının vasisi veya kayyımı sulh hukuk mahkemesinden izin almaksızın
davayı kabul etmişse; ya da vekaletnamesinde davayı kabul yetkisi olmayan davalı vekili
davayı kabule ilişkin irade açıklamasında bulunmuş ise, yargılamanın iadesi davası
açılabilmelidir.

Diğer görüşe göre, davayı kabul halinde ortada mahkemece verilmiş gerçek anlamda bir karar
olmadığını; yargılamanın iadesi yoluna kesinleşmiş kararlara karşı gidilebildiğini, oysa davayı
kabulde maddi anlamda kesinliğe elverişli mahkeme kararı olmadığını; davanın, davalının
davayı kabul irade beyanı ile sona erdiğini gerekçe göstermek suretiyle yargılamanın iadesi
davası açılamayacağını ileri sürmektedir.

Davayı kabul halinde yargılama giderleri nasıl belirlenecektir?

HMK m. 312’ye göre, Feragat veya kabul beyanında bulunan taraf, davada aleyhine hüküm
verilmiş gibi yargılama giderlerini ödemeye mahkûm edilir. Feragat ve kabul, talep sonucunun
sadece bir kısmına ilişkin ise yargılama giderlerine mahkûmiyet, ona göre belirlenir.

İstisna: Davalı, davanın açılmasına kendi hâl ve davranışıyla sebebiyet vermemiş ve


yargılamanın ilk duruşmasında da davacının talep sonucunu kabul etmiş ise yargılama
giderlerini ödemeye mahkûm edilmez (m. 312/2). Ancak davalı kabul ilk duruşmadan sonra
gerçekleşmişse artık hal ve davranışları ile aleyhine dava açılmasına sebebiyet verip vermediği
araştırılmadan yargılama giderlerine mahkum edilir.

Dava ilk duruşmada kabul edilirse yargılama giderlerinden davalı sorumlu


tutulamayacağına göre kim sorumlu olacaktır?

Bir görüşe göre, bu durumda yargılama giderlerine ve vekalet ücretine davacının mahkum
edilmesi gerekir. Çünkü davalı kendi hal ve davranışı ile aleyhine dava açılmasına sebebiyet
vermemiş ve ilk oturumda davayı kabul etmiş ise, davacının davayı kazandığı söylenemez.

HGK: HMK’da yargılama giderleri dağıtılırken tarafların iyi niyetli olup olmadığına
bakılacağına ilişkin bir düzenleme bulunmadığından ve kanunda davayı kazanan taraf lehine,
fakat karşı taraf aleyhine yargılama giderlerine hükmedilir şeklinde yorumlanamayacağından
hareketle; davanın taraflarına yargılama giderleri yükletilemez.

Diğer görüş (Ermenek): bu durumda mahkeme yaptığı araştırmada davacının iyi niyet
kurallarına aykırı davrandığını tespit ederse davacıyı yargılama giderini ödemeye mahkum
eder. Somut olayda davacının da bir kusuru yoksa, tarafların hiç biri yargılama giderlerine
mahkum edilemez. Bu durumda yargılama giderlerinin Hazineye yükletilmesi gerekir.

Davayı kabul halinde vekalet ücreti nasıl belirlenecektir?


Anlaşmazlık, davayı kabul nedeni ile ön inceleme tutanağı imzalanıncaya kadar giderilirse,
Tarife hükümleriyle belirlenen ücretlerin yarısına, ön inceleme tutanağı imzalandıktan sonra
giderilirse tamamına hükmolunur (Av. As. Üc. Tar. m. 6). Davayı kabulün ilk duruşmada
kabulü üzerine yargılama giderine mahkum edilmeyeceğine ilişkin hüküm vekalet ücreti
bakımından da geçerlidir.

Davayı kabul halinde karar ve ilam harcı ödenmesi gerekir mi?

HK m. 22’ye göre, davalı ilk celsede davayı kabul ederse, karar ve ilam harcının üçte birini,
daha sonra kabul ederse üçte ikisini ödemeye mahkum edilir. Bu miktar davalının davayı
kaybetmiş olsa idi ödeyeceği karar ve ilam harcı üzerinden hesaplanır. Ancak davayı kabulün
ilk duruşmada kabulü üzerine yargılama giderine mahkum edilmeyeceğine ilişkin hüküm karar
ve ilam harcı bakımından da geçerlidir.

Davayı kabulün cebri icra yolu ile yerine getirilmesi mümkün müdür?

Davayı kabulün icra edilebilmesi için, içeriğinin icraya elverişli olması gerekir. davanın içeriği
bir edimin ifasına yönelikse icra edilmesi mümkündür. Buna karşılık, bir hukuki ilişkinin
varlığının veya yokluğunun tespitine yönelik bir davada davayı kabul, içerik itibariyle cebri
icraya elverişli değildir; sadece yargılama giderleri bakımından icrası mümkündür.

Davayı kabul kesin hüküm teşkil eder mi?

HMK m. 311/1 davayı kabul kesin hüküm gibi hukuki sonuç doğurur.

Maddi anlamda kesin hüküm oluşturacağı görüşü: davayı kabul halinde dava mahkemenin
vereceği bir kararla sona ereceğinden, bu hükümden maksat şekli anlamda kesin hüküm
olamaz. Bu madde hükmünde açıkça belirtildiği gibi davayı kabul maddi anlamda kesin hüküm
teşkil eder. Yargılamanın iadesi kanun yoluna gidilebilmesi ve davayı kabulün irade fesadı
sebebiyle iptal edilebilmesi, davayı kabulün maddi anlamda kesin hüküm teşkil edeceği
kuralının istisnasıdır.

Hiç kesin hüküm oluşturmayacağı görüşü: ancak mahkemelerce verilen kararlar kesinlik
kazanır. Oysa davayı kabul halinde davayı sona erdiren taraf iradesidir. Tarafların hiçbir zaman
gerçek hakkı tespit etme yetkileri yoktur. Bu nedenle taraf iradesine kesin hüküm oluşturma
gücü tanınamaz. Davayı kabulün içeriği irade fesadı sebebi ile iptal edilebilir. Oysa kesin
hükme elverişli kararlar açısından iptal edilebilme gibi bir imkan yoktur.

Şekli anlamda kesin hükmün hukuki sonuçlarını doğuracağı görüşü (hakim görüş):
davayı kabulün kendisi doğrudan doğruya şekli anlamda kesin hüküm teşkil etmemekle
birlikte; şekli anlamda kesin hükmün hukuki sonuçlarını doğurur. Çünkü ortada kesin hüküm
teşkil edecek bir mahkeme kararı yoktur. Kanun koyucu burada diğer mahkeme kararlarında
olduğu gibi tam bir kesinlik aramamaktadır. Davayı kabul halinde adeta kesin hüküm varmış
gibi hukuksal sonuçların doğacağını belirtmektedir.

Maddi anlamda kesin hükmün hukuki sonuçlarını doğuracağı görüşü (Ermenek): dava
davayı kabul beyanı ile sona ereceğinden ortada şekli anlamda kesinleşmeye elverişli bir
mahkeme kararı yoktur. Bu nedenle davayı kabul şekli anlamda kesinlik teşkil etmez. Öte
yandan ortada şekli anlamda kesinleşecek bir mahkeme kararı olmadığına göre, davayı kabulün
şekli anlamda kesin hükmün sonuçlarını doğuracağı da söylenemez. Bu noktada şu sorular
sorulabilir. Davayı kabul kendisinden sonra doğabilecek bir maddi anlamda kesin hükmün
öncüsü olabilir mi? Davayı kabul beyanına karşı olağan kanun yollarına başvurulamayacağını
belirtmek amacı ile mi düzenlenmiştir? her ikisinin cevabına olumsuzdur. Davayı kabul halinde
davayı sona erdiren taraf iradesine maddi gerçeği belirleme gücü tanınamayacağına göre,
ortada maddi anlamda kesinleşmeye elverişli bir hüküm de yoktur. Dolayısıyla davayı kabulün
şekli anlamda kesin hükmün hukuki sonuçlarında birisi olan maddi anlamda kesin hükmün
öncüsü olma sonucunu doğurmayacağı ortadadır. İkinci soru için, ortada aleyhine kanun
yollarına başvurulabilecek bir mahkeme kararı yoktur. Mahkeme kararı olmadığına göre kanun
yollarına gitmek de imkan dahilinde değildir. Kabul kesin hüküm gibi sonuç doğurur
hükmünden davayı kabulün maddi anlamda kesin hükmün hukuki sonuçlarını doğuracağını
anlamak gerekir. Kanun koyucu, davayı kabulün bizzat kendisinin maddi anlamda kesin
hüküm teşkil edemeyeceğini, fakat davayı kabul halinde maddi anlamda kesin hüküm varmış
gibi hareket edilmesi gerekliliğine binaen bu düzenlemeyi yapmıştır.

Davayı kabul ile sona eren davanın tekrar açılması mümkün müdür?

Bir görüşe göre, davayı kabulün kendisi maddi anlamda kesin hüküm teşkil ettiğinden davayı
kabulün açılacak ikinci bir davada def’i olarak ileri sürülmesi mümkün değildir. Davayı kabul
nedeni ile tarafları, konusu ve dava sebebi aynı olan dava tekrar açılamaz; açılırsa yeni açılan
davada davalı kesin hüküm itirazı üzerine veya hakimin kesin hükmün varlığını kendiliğinden
dikkate alıp davanın reddine karar verilmelidir.

Diğer görüşe göre, davayı kabul nedeni ile sona eren bir dava yeniden açılırsa davayı kabul
def’inin ileri sürülmesi gerekir. Çünkü davayı kabul halinde dava doğrudan taraf iradesi ile
sona ermektedir. Mahkemenin burada bir kararı söz konusu olmadığından maddi anlamda
kesin hükümden de bahsedilemez. Bu nedenle tarafları, konusu ve dava sebebi aynı olan dava
yeniden açılabilir. Davalı kesin hüküm itirazında bulunamayacağı gibi mahkeme de kesin
hükmün varlığını re’sen dikkate alamaz.

Üçüncü görüşe göre (Ermenek): burada davayı kabul def’i ileri sürülemez. Davayı kabul,
kesin hüküm gibi sonuç doğurur ifadesinden, maddi anlamda kesin hükmün hukuki sonuçlarını
doğurması anlaşılır. Burada amaç, hakimi ortada maddi anlamda kesin hüküm varmış gibi
hareket etmeye sevk etmek ve davayı kabul ile sona ermiş bir davanın yeniden açılması
halinde, bu madde hükmüne dayanarak davanın reddini sağlamaktır.

Davalı davayı kabul ettikten sonra bundan dönebilir mi?

Davalının davayı kabul etmesi ile dava konusu uyuşmazlık sona erer. Bu nedenle, mahkeme
henüz kabul nedeniyle davanın kabulüne karar vermemiş olsa bile, davalı, kabulden dönemez,
kabulü ile bağlıdır. Kabulden sonra ıslah yapılamaz.

Davayı kabul irade fesadı hallerine dayanarak iptal ettirilebilir mi?

Davayı kabul, özü itibariyle bir maddi hukuk işlemi olduğundan, diğer maddi hukuk
işlemlerinde olduğu gibi, maddi hukukun irade fesadı hallerine dayanılarak iptal ettirilebilir.
İrade fesadı hallerini oluşturan hata, hile, tehdit hallerinden birinin varlığı halinde, davayı
kabulün içeriğini oluşturan maddi hukuk işlemi iptal ettirilebilir. Maddi hukuktaki irade fesadı
hallerinin ileri sürülmesinden farklı olarak, usul hukuku alanında davaya son veren taraf
işlemlerinin iptali bakımından irade fesadı hallerinin bir dava ile ileri sürülmesi gerekir. Bu
dava bir menfi tespit davasıdır. Bu dava sonucunda davayı kabulün irade fesadı ile sakat
olduğu tespit edilirse, ilk davaya kaldığı yerden devam edilir.

Davayı kabulün irade fesadı nedeniyle iptali dava sırasında da istenebilir. Bu durumda irade
fesadının bir def’imi yoksa itiraz mı olduğu doktrinde tartışmalıdır. Bir görüşe göre, irade
fesadı itirazdır. Tarafların ileri sürmesi halinde veya hakim usulüne uygun olarak irade
fesadının varlığını öğrenmişse bu hususu re’sen dikkate almalıdır. Diğer görüşe göre, irade
fesadının ileri sürülmesi def’idir. Davalı, irade fesadı hallerinin varlığını ileri sürmemişse veya
açtığı sebepsiz zenginleşme davasında irade fesadı hallerinin varlığına dayanmamışsa hakim bu
hususun varlığını öğrense bile irade fesadı halinin varlığını re’sen dikkate alamaz.

Davalı irade fesadı hallerinin varlığını, hakimin, davanın esası hakkında karar verilmesine yer
olmadığı, kararını vermesinden sonra öğrenmiş ise, irade fesadı hallerine dayanarak davayı
kabulün iptalini bir yıllık hak düşürücü süre içinde açacağı bir menfi tespit davası ile istemek
zorundadır.

Hakem yargılamasında davayı kabul olur mu?

Öncelikle hakem kurulunun bir mahkeme niteliği taşıyıp taşımadığına bakmak gerekir. hakem
huzurundaki dava tıpkı devlet mahkemelerinde olduğu gibi, dava dilekçesi ile açılır;
HMK’daki yargılama usulleri uygulanır; hakemler de hakim gibi reddedilebilir; hakemler de
hakimler gibi hukuki sorumluluğa sahiptir; hakem kararları da gerekçeli olmalıdır; maddi
anlamda kesin hüküm teşkil eder; kanun yoluna gidilebilir. Bu nedenlerle tahkim bir yargıdır
ve hakem mahkemesi tabiri kullanılabilir. Dolayısıyla hakem mahkemesi huzurunda da davayı
kabul yapılabilir.

Çekişmesiz yargıda davayı kabul olur mu?

Çekişmesiz yargı işlerinde kural olarak kamu düzeni ve bu gerekçe ile re’sen araştırma ilkesi
geçerli olduğundan bu işlerde verilen kararlar maddi anlamda kesin hüküm teşkil
etmediğinden, kabul mümkün değildir. Bununla birlikte Atalıya göre; kamu düzenini
ilgilendirmeyen çekişmesiz yargı işleri bakımından kabule dair hükümlerin kıyas yolu ile
uygulanması mümkün olmalıdır.

Mahkeme dışında davayı kabul olur mu? Bunun bir etkisi var mıdır?

Davalı, davanın görüldüğü mahkeme dışında da davayı kabul edebilir. Mahkeme dışında kabul
ile dava kendiliğinden son bulmaz. Davacı, böyle bir mahkeme dışı kabulü mahkemede ispat
ederse, mahkeme davanın kabul nedeniyle kabulüne karar verir.

SULH

Sulh ne demektir?

Sulh, görülmekte olan bir davada, tarafların aralarındaki uyuşmazlığı kısmen veya tamamen
sona erdirmek amacıyla, mahkeme huzurunda yapmış oldukları bir sözleşmedir (m. 313/1).

Bir davada ne zamana kadar sulh sözleşmesi yapılabilir?


Taraflar ön incelemede, ön incelemeden sonra hüküm kesinleşene kadar her zaman mahkeme
huzurunda sulh sözleşmesi yapabilirler (m. 314). Dava hakkında verilen hüküm kesinleştikten
sonra yapılan sulh sözleşmesi, mahkeme huzurunda (mahkeme içi) sulh değil, mahkeme dışı
sulh niteliğindedir.

Sulh bir maddi hukuk işlemi mi yoksa usul hukuki işlemi midir?

Davada sulh, bir usul işlemi ve aynı zamanda bir maddi hukuk işlemidir. Sulh ile usul işlemi
içinde aynı zamanda maddi hukuk işlemi de yapılmaktadır. Fakat sulh, her şeyden önce bir usul
işlemi olduğundan, sulhun şartları ve etkileri de usul hukuku tarafından düzenlenir. Bu
nedenle, sulhun şekli (yapılış biçimi) uyuşmazlığı (davayı) sona erdirmesi ve sulh üzerine
verilecek mahkeme kararının istinaf veya temyiz edilmesi usul hukukuna tabidir. Sulh aynı
zamanda bir maddi hukuk işlemidir, yani sözleşmedir. Bir tarafın şarta bağlı olan feragat veya
kabul teklifi, diğer tarafça kabul edilmezse, sulh sözleşmesi meydana gelmiş olmaz. Sulh
sözleşmesi aynı zamanda maddi hukuk işlemi olduğundan, sulh sözleşmesinin şartları ve
etkilerinin maddi hukuka tabi olması gerektiği düşünülebilirse de burada ayrım yapmak
gerekir;

Sulh sözleşmesi mahkeme huzurunda usul işlemi içinde yapıldığından, sulh sözleşmesinin
şekline ilişkin maddi hukuk kurallarının değil, usul hukuku kurallarının uygulanması gerekir.
Buna karşılık, sulhun maddi hukuk işlemi olan içeriğine (sulh sözleşmesine) karşı, usul hukuku
kurallarına göre istinaf veya temyiz yoluna başvurulamaz. Bu maddi hukuk işlemi ancak maddi
hukuk kurallarına göre iptal ettirilebilir (m. 315/2).

Kimler sulh sözleşmesi yapabilir?

Davacı ve davalı: Sulh bir sözleşme olduğundan ancak davacı ve davalı tarafından birlikte
yapılabilir. Bir tarafın vekilinin (karşı tarafla) sulh sözleşmesi yapabilmesi için
vekaletnamesinde açık bir sulh yetkisinin bulunması gerekir. Bir tarafın velisi, davada sulh
olabilir; bunun için sulh hukuk mahkemesinden izin almasına gerek yoktur. Bir tarafın
vasisinin davada sulh olabilmesi için sulh mahkemesinden ayrı bir sulh izni almış olması
gerekir (MK m. 462/8 kıyasen). Kendisine yasal danışman atanan kişinin, davadan feragat
edebilmesi için yasal danışmanından feragat için ayrıca (özel) izin alması gerekir (MK m.
429/1). Tereke yöneticisi, görevine giren hususlarda miras ortaklığının temsilcisi olup,
ortaklık aleyhine açılan davalarda ve yapılan icra takiplerinde ortaklığı temsil eder ve gereken
hallerde ortaklık adına dava açmaya, icra takibinde bulunmaya, davadan feragate, kabule, sulh
olmaya ve tahkime yetkilidir; davaları ve takipleri mirasçılara ihbar eder (MK m. 593/II).
Tüzel kişinin organı, davada sulh olabilir (örneğin, TK m. 223, 280/2). Mecburi dava
arkadaşlığında, mecburi dava arkadaşları, hep birlikte davada sulh olabilirler; birinin veya bir
kaçının yaptığı sulh sözleşmesi geçerli değildir. Buna karşılık ihtiyari dava arkadaşlarından
biri, davada tek başına sulh olabilir. Bu sulh diğer ihtiyari dava arkadaşlarını etkilemez; onların
davasına veya onlara karşı davaya devam edilir.

Sulh sözleşmesine davaya taraf olmayan üçüncü kişi katılabilir mi? Fer’i müdahil davada
sulh olabilir mi?
Davanın taraflarının mahkeme huzurunda yaptıkları sulh sözleşmesine, davada taraf olmayan
üçüncü kişilerin de katılması mümkündür (m. 313/3). Bu halde sulhe katılan üçüncü kişi de
sulh sözleşmesi ile bağlıdır. Fer’i müdahil tek başına davada sulh olamaz.

Sulh sözleşmesi şarta bağlı olarak yapılabilir mi? Bu durumda mahkeme nasıl karar
verecektir?

Mahkeme içi sulh bir sözleşmedir. Bu sulh sözleşmesi her zaman olmasa da genellikle kısmi
feragat ve kısmi kabul ile meydana gelir. Ancak dava konusunun dışında kalan hususlar da
sulhun kapsamına dahil edilebilir. Sulh feragat ve kabulün aksine şarta bağlı olarak yapılabilir
(m. 313/4) ve böyle bir sulh ile davanın son bulması sağlanabilir. Sulh sözleşmesinin şarta
bağlı olarak yapılmış olması halinde mahkemenin, böyle bir sulh sözleşmesine dayanarak esas
hakkında karar vermesi mümkün değildir. Çünkü kural olarak şarta bağlı hüküm verilemez. Bu
halde mahkemenin ‘’karar verilmesine yer olmadığına’’ biçiminde bir kararla davayı
sonuçlandırması gerekir. Şarta bağlı olmayan sulh üzerine mahkeme taraflar sulhe göre karar
verilmesini isterlerse, sulh sözleşmesine göre; sulhe göre karar verilmesini istemezlerse, karar
verilmesine yer olmadığına karar verir (m. 315/1). Şarta bağlı sulh davayı sona erdirmekle
birlikte taraflar arasındaki uyuşmazlığı sona erdirmez. Şarta bağlı sulh taraflar arasındaki
uyuşmazlığı sona erdirmediğinden bu sulh maddi anlamda kesin hükmün sonuçlarını
doğurmaz; ilamlı icranın ayrıcalığından yararlanamaz.

Sulh görüşmeleri sırasında yapılan ikrar bir etkiye sahip midir?

Mahkeme içi sulh, davaya bakan mahkeme huzurunda yapılır. Görevsiz ve yetkisiz
mahkemede yapılan sulh de geçerlidir. Mahkeme huzurundaki sulh görüşmeleri sırasında
yapılan ikrar taraflar sulh olmazsa tarafları bağlamaz (m. 188/3).

Sulhun yapılışı bir şekle tabi midir?

Mahkeme huzurunda sulh şekle tabidir. Kanunun öngördüğü bu şekil geçerlilik şartıdır.
Taraflar duruşmada sulh olmak istediklerini hakime bildirince, tarafların mahkeme huzurunda
yaptıkları sulh sözleşmesi duruşma tutanağına yazılır; tutanağın sulha ilişkin bölümü taraflar
önünde okunarak kendilerine imza ettirilir (m. 154/3-ç). Tutanağa yazılan sulh sözleşmesinin
taraflara okunduğunun ve ondan sonra imza ettirildiğinin de tutanağa yazılması zorunludur. Bu
şartlara uygun olmayan sulh sözleşmesi geçersizdir. Keşif sırasında yapılan, keşif tutanağına
yazılan ve taraflara okunarak imza ettirilen sulh da geçerlidir ve mahkeme huzurunda yapılmış
sayılır. Maddi hukukun adi yazılı veya resmi şekle tabi tuttuğu işlemler, mahkeme huzurunda
sulh sözleşmesi içinde yapılınca maddi hukukça öngörülen şekil şartına uygun olarak yapılmış
gibi geçerli olur12.

Sulh halinde yargılama giderleri nasıl tespit edilecektir?

12
Dava konusu taşınmaz hakkında mahkeme huzurunda yapılan sulh sözleşmesi, mülkiyetin devri borcunu
doğuran borçlandırıcı işlem (resmi şekil) yerine geçer. Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması ise, mahkemenin sulh
sözleşmesine göre vereceği karar ile olur. Şarta bağlı sulh halinde ve şarta bağlı olmayan sulh üzerine tarafların
sulh anlaşmasına göre karar verilmesini istememiş olmaları halinde, mahkemece sulh anlaşmasına göre verilmiş
bir karar bulunmadığından, ne sulh anlaşması ne de mahkemenin karar verilmesine yer olmadığına ilişkin kararı
ile taşınmaz mülkiyetinin kazanılması söz konusu olmaz. Bu halde mülkiyet tasarruf işlemi (tescil talebi) üzerine
tapu siciline tescil ile kazanılır (MK m. 705/I).
Taraflar sulh olurken yargılama giderleri hakkında da bir anlaşmaya varmışlarsa, mahkeme
buna göre yargılama giderlerine karar verir. Taraflar buna ilişkin anlaşmamışlarsa, mahkeme
yargılama giderleri hakkında anlaşmalarına imkan verir. Anlaşma sağlanamazsa, mahkeme,
sulh sözleşmesindeki kısmi kabul ve kısmi feragat edilen miktarlar oranına göre yargılama
giderlerini (ve karar ve ilam harçlarını) paylaştırır. Taraflar sulh sözleşmesinde yargılama
giderleri ve vekalet ücreti istemekten karşılıklı olarak feragat edebilirler; yani taraflardan her
biri yapmış olduğu yargılama giderlerine kendisi katlanır.

Taraflardan biri (veya her ikisi) davayı bir vekil vasıtasıyla takip etmiş ise mahkeme, karşı
tarafı veya her iki tarafı sulh sözleşmesindeki kabul ve feragat oranında vekalet ücreti ödemeye
mahkum eder.

Sulh üzerine verilen mahkeme kararına karşı kanun yoluna gidilebilir mi?

Mahkeme huzurunda sulh bir usul işlemi olduğundan sulhun yapılışı usul hukukuna tabidir.
İşte bu nedenle mahkeme, sulhun usul hukuku kurallarına uygun olarak yapılıp yapılmadığını
araştırır; kabulün usulüne uygun olarak yapıldığı kanısına varırsa, bir karar ile davayı sona
erdirir. Mahkemenin bu kararı usul hukukuna aykırı olabileceğinden istinaf veya temyiz
edilebilir. Buna göre, sulh üzerine verilen bütün mahkeme kararları, usul hukukuna dayanan
istinaf sebeplerinden dolayı istinaf veya temyiz edilebilir. Sulh üzerine verilen mahkeme
kararı, sulh hakkındaki usul hukuku kurallarına aykırı ise, istinaf mahkemesi, ilk derece
mahkemesinin kararını kaldırarak davanın esası hakkında karar verir.

Mahkemenin tarafların isteği üzerine şarta bağlı olmayan sulh anlaşmasına göre verdiği karar,
esasa ilişkin bir karardır. Bu nedenle taraflar, bu kararı hem usul hem de esas bakımından
istinaf veya temyiz edebilirler. Yani taraflar mahkemenin vermiş olduğu kararı, sulh
sözleşmesine aykırı olduğu gerekçesiyle de istinaf veya temyiz edebilirler. Buna karşılık
mahkeme huzurunda sulhun içeriği olan bu maddi hukuk işlemine (sulh sözleşmesine) karşı
usul hukuku kurallarına göre istinaf veya temyiz yoluna başvurulamaz. Çünkü sulh sözleşmesi
tarafların anlaşması ile yapılmıştır ve mahkemenin dava konusu uyuşmazlığın esası hakkında
vermiş olduğu bir karar yoktur. İstinaf yolu ise, ancak ilk derece mahkemesinin kararlarına
karşı başvurulabilen bir kanun yoludur. Sulhun içeriği olan maddi hukuk işlemi ancak maddi
hukuk kurallarına göre iptal ettirilebilir (m. 315/2).

Sulh kesin hüküm teşkil eder mi?

Şarta bağlı sulh ve böyle bir sulh üzerine mahkemenin vereceği karar, maddi anlamda kesin
hüküm teşkil etmez. Çünkü böyle bir sulh ve mahkeme kararı ile taraflar arasındaki uyuşmazlık
esastan son bulmuş değildir. Şarta bağlı olmayan sulh ise kesin hüküm teşkil etmese de kesin
hükmün hukuki sonuçlarını doğurur.

Sulhten dönülmesi mümkün müdür?

Mahkeme huzurunda yapılan sulh bir sözleşmedir. Taraflar sulh sözleşmesi ile bağlıdır. Bu
nedenle, mahkeme henüz sulh üzerine bir karar vermemiş olsa bile, taraflardan biri tek taraflı
olarak sulhten dönemez.

İrade fesadı hallerine dayanılarak sulhun iptali yoluna gidilebilir mi?


İrade bozukluğu veya aşırı yararlanma hallerinde sulhun iptali istenebilir (m. 315/2). Taraflar
yanılma, aldatma veya korkutma nedeniyle sulhun iptali için dava açabilir. Sulh sözleşmesi
yapıldıktan fakat mahkemece henüz bir karar verilmeden önce, taraflardan biri, sulh
sözleşmesinin yanılma, aldatma veya korkutma ya da aşırı yararlanma nedeniyle geçersiz
olduğunu ön sorun olarak aynı davada ileri sürebilirler.

Sulh şarta bağlı ise şartın gerçekleşmediği veya yerine getirilmediği gerekçesiyle, sulhun iptali
için ayrı bir dava açılabilir. Taraflar mahkeme huzurunda yaptıkları sulh sözleşmesini karşılıklı
anlaşmaları ile feshedebilirler veya değiştirebilirler.

Mahkeme huzurunda yapılan sulh, ilam niteliğinde olup, ilamların icrası yolu ile icra edilir.

Sulh her zaman davayı sona erdirir mi? Sulhe rağmen davayı sona erdirmeyen haller var
mıdır?

Sulh, ancak tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri davalarda yapılabilir. Örneğin,
alacak, taşınır, taşınmaz ve tahliye davalarında, taraflar sulh olabilir. Buna karşılık, tarafların
dava konusu üzerinde tasarruf yetkisi yoksa sulh ile dava (uyuşmazlık) sona erdirilemez.
Örneğin, babalık davası ve boşanma davası sulh ile sona erdirilemez. Fakat boşanmanın fer’i
(yan) sonuçlarına ilişkin bir sulh anlaşması hakimin tasdiki ile geçerli olur (MK m. 184/5).

Mahkeme dışı sulh yapılabilir mi? Bunu bir etkisi var mıdır?

Sulh bir sözleşme olarak mahkeme dışında da yapılabilir. Buna mahkeme dışı sulh denir.
Mahkeme dışı sulh, borçlar hukukunun konusu olduğundan HMK’nda düzenlenmemiştir.
Mahkeme dışı sulh, diğer sözleşmeler gibi tamamen maddi hukuk (BK) hükümlerine tabidir.

Mahkeme dışı sulh sözleşmesi, dava devam ederken yapılsa bile, kendiliğinden görülmekte
olan davayı etkilemez. Taraflar mahkeme dışında yapmış oldukları sulh sözleşmesini
mahkemeye verirler ve buna göre sulh olduklarını bildirirlerse, bu husus tutanağa geçirilir,
taraflara okunur ve imza ettirilir. Bu halde mahkeme dışı sulh, mahkeme içi sulha dönüşür.

Taraflar mahkeme dışında sulh olduklarını davaya bakan mahkemeye bildirmezlerse veya
taraflardan biri böyle bir sulh sözleşmesini inkar ederse, mahkeme dışındaki sulh sözleşmesine
dayanan taraf, bunu mahkemede ispat etmekle yükümlüdür. Mahkeme dışında yapılan sulh
sözleşmesinin ispatı için, m. 154/1-ç’deki şekil şartı aranmaz. Mahkeme dışı sulh sözleşmesine
dayanan taraf, bunu kanunen caiz olan her türlü delil ile ispat edebilir13. Mahkeme dışı sulh
sözleşmesi ile sona erdirilen uyuşmazlığın değeri ispat sınırından az veya tanık dinlenmesi
mümkün olan bir istisna söz konusu ise taraf, mahkeme dışı sulhu tanıkla da ispat edebilir.
Buna karşılık uyuşmazlığın değeri ispat sınırından fazla ve tanık dinlenmesine ilişkin istisna da
yok ise mahkeme dışı sulh sözleşmesi ancak senet (kesin delil) ile ispatlanabilir; çünkü
mahkeme dışı sulh sözleşmesi, iki taraflı bir hukuki işlemdir.

Kuru’ya göre, AK m. 35/A’daki ‘’uzlaşma’’ da mahkeme dışı sulhtür.

13
Mahkeme dışı sulh sözleşmesinin kanunen caiz olan her türlü delil ile ispat edilebileceğine ilişkin açıklama,
geçerlilik şartı olarak yazılı şekle tabi olamayan sözleşmeler içindir. Buna karşılık, mahkeme dışı sulh
sözleşmesinin içeriği olan sözleşme geçerlilik şartı olarak yazılı şekle tabi ise, mahkeme dışı sulh sözleşmesinin
geçerlilik şartı olan bu yazılı şekilde yapılması gerekir.
Avukatın uzlaşma sağlama yetkisi var mıdır? Taraflar arasında uzlaşma ne gibi sonuçlar
doğurur?

Avukatlar dava açılmadan veya dava açılmış olup da henüz duruşma başlamadan önce
kendilerine intikal eden iş ve davalarda, tarafların kendi iradeleriyle istem sonucu elde
edebilecekleri konulara (tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri uyuşmazlıkları
konu alan davalara) inhisar etmek kaydıyla, müvekkilleriyle birlikte karşı tarafı uzlaşmaya
davet edebilirler (AK m. 35/A, c. 1). Tarafların serbestçe tasarruf edemeyeceği boşanma,
soybağı davalarında kendi aralarında uzlaşmaları mümkün değildir. Karşı taraf bu davete icabet
eder ve uzlaşma sağlanırsa, uzlaşma konusunu, yerini, tarihini, karşılıklı yerine getirmeleri
gereken hususları içeren tutanak, avukatlar ile müvekkilleri tarafından birlikte imza altına alınır
(AK m. 35/A, c. 2). Bu tutanaklar (uzlaşma tutanağı) İcra ve İflas Kanununun 38 inci maddesi
anlamında ilâm niteliğindedir (AK m. 35/A, c. 3). Bu tutanaklara karşı kanun yoluna
gidilemez. Ancak koşulları varsa irade fesadı nedeni ile iptali yoluna gidilebilir. Uzlaşma şarta
bağlı yapılamaz; yapılırsa ilam niteliğinde olamaz, ancak şarta bağlı bir sulh olabilir.

YOK VE ETKİSİZ HÜKÜMLER

Davanın konusuz kalması hangi halde söz konusu olur? Böyle bir durumda mahkeme
neye karar verecektir?

Dava açılmasından sonra dava konusu ortadan kalkarsa dava konusuz kalır. Örneğin, boşanma
davasında eşlerden birinin ölmesi; alacak davasında borcun ödenmesi; tahliye davasında evin
yıkılması; iflasta sıra cetveline itiraz davası iflasın kaldırılmasından sonra konusuz kalır.
Davanın konusuz kalması halinde ne tür karar verileceği kanunda açıkça düzenlenmemiştir.
Dolaylı bir düzenleme m. 331’de yer almaktadır. Bu düzenlemede hareketle, mahkeme
kararında sadece davanın konusuz kaldığını belirterek ‘’esas hakkında karar verilmesine yer
olmadığına’’ ilişkin karar vermelidir. Ancak bu durumda mahkeme davada hangi tarafın haksız
olduğunu tespit ederek yargılama giderlerine ilişkin bir karar vermelidir (m. 331).

Kesinleşmiş hükme karşı butlan davası açılabilir mi?

Kesinleşmiş hükme karşı butlan davası açılamaz. Davanın sona erdirilmesi ve kararlara karşı
başvuru yolları kanunda belirtilenlerle sınırlıdır. Medeni usul hukukunda davanın düşmesi
şeklinde bir müessese de yoktur.

Yok (görünüşte) hüküm ne demektir? Buna bağlanan sonuçlar nelerdir?

Bir hükmün varlığından bahsedilebilmesi için bir hukuki uyuşmazlık hakkında kanuna ve
hukuka uygun şekilde kurulmuş bir mahkeme tarafından, belirli şekilde verilen bir karar
bulunması gerekir. Temel unsurları taşımayan bir karar hüküm olarak nitelendirilemez; ancak
bir görüş açıklaması, idari işlem veya başka şekilde nitelendirilebilecek bir işlem olabilir. Bu
tür kararlara yok hüküm veya geçersiz hüküm denilmektedir.

- mahkeme sayılmayan bir organ tarafından verilen karar (örneğin, icra müdürünün, noter veya
idari organın karar vermesi) yok hükmündedir.

- hükmün tefhim edilmemiş henüz yazılıp imzalanmamış bir karar yok hükmündedir.
Yok (görünüşte) hüküm, hiçbir sonuç doğurmaz; mahkemeyi ve tarafları bağlamaz; icra
edilebilmesi mümkün değildir; maddi ve şekli alamda kesin hüküm teşkil etmez; yok hükmün
tespiti için tespit davası açılamaz; kanun yoluna başvurulamaz.

Taraflar, görünüşte hükmü yok kabul edip yargılama yapmasını veya yargılamaya devam
etmesini isterse mahkeme bu konuda mutlak bir karar vermelidir. Eğer mahkeme yaptığı
incelemede hükmün yok hüküm niteliğinde olduğu kanaatine varır ve yargılamaya devam
ederse bu ara karardır. Mahkeme tarafların talebini reddederse bu nihai karardır. Bu karara
karşı kanun yoluna gidilebilir.

Etkisiz hüküm ne demektir? Buna bağlanan sonuçlar nelerdir? Yok hükümden farkı
nedir?

Etkisiz hüküm yok hükümden farklıdır. Yok hükümde, bir kararın varlığından söz edilemez.
Oysa etkisiz hükümde ortada bir mahkeme kararı vardır. Kararı veren makam ve hükmün
ortaya çıkması açısından bir sakatlık yoktur; kararın temel unsurlarında eksiklik
bulunmamaktadır. Ancak bu hüküm değişik sebeplerle bir hükmün doğurması gereken etkiyi
tamamen veya kısmen doğurmaz. Örneğin, aleyhine hüküm verilen davalı, Türk yargısına tabi
değilse, dokunulmazlığı bulunan bir kişi ise bu kimse aleyhine verilen hüküm etki doğurmaz.
Yine mevcut olmayan kişi hakkında verilen hüküm etki doğurmaz. Davanın tarafının davadan
önce veya dava sırasında ölmesine veya sıfat yokluğuna ayrı sonuçlar bağlandığından bunlar
ayrı değerlendirilmelidir.

Hükmün karar kısmı ile gerekçe kısmı arasında çelişki bulunması hükmü etkisiz kılmaz; kanun
yoluna başvuru sebebidir. Yine hükmün belirsizliği tavzih yoluyla giderilebiliyorsa etkisiz
hüküm olmaz. Ancak tavzihle giderilmiyorsa etkisiz hüküm olur.

Henüz bir dava açılmadan veya dava sona erdikten sonra verilen hüküm etkisizdir. Anayasa ile
sağlanan korumaları bertaraf eden hüküm de etkisizdir. Örneğin, bir kimsenin hiçbir şekilde
mülkiyet hakkı sahibi alamayacağı, evlenemeyeceği, boşanamayacağı, köle olacağı, tek taraflı
beyanla boşanabileceği oy kullanamayacağına ilişkin hükümler etkisiz hükümdür.

Ortada bir ödünç sözleşmesi olmadığı halde mahkeme inceleme yapıp ödünç sözleşmesi
varmış gibi hüküm verirse bu hüküm etkisiz hüküm olmaz.

Etkisiz hükmün sonuçları nelerdir?

Hükmün etkisizliği her zaman ileri sürülebilir. Etkisiz hükümde duruma göre yargılama
giderlerine karar verilmelidir. Ancak olmayan kişi hakkında hüküm verilmişse yargılama
giderleri de uygulanamayacağından böyle durumlarda yargılama giderlerine ilişkin karar
verilemez. Etkisiz hükme karşı taraflar kanun yoluna başvurabilir. Etkisiz hüküm şeklen
kesinleşmese de maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmez. Hükmün ağır usul hataları ve
maddi hukuka aykırılık bulunması halinde bu hatalar kendiliğinden hükmü etkisiz kılmaz. Bu
hüküm hatalıdır ama etkilidir. Şartları varsa yargılamanın iadesi yoluna gidilebilir.

KESİN HÜKÜM

ŞEKLİ ANLAMDA KESİN HÜKÜM


Şekli anlamda kesin hüküm ne demektir?

Bir nihai kararın şekli anlamda kesinliği ile o karara karşı artık normal kanun yollarına (istinaf,
temyiz) başvurulamayacağı anlaşılır. Şekli anlamda kesinlik, maddi anlamda kesinliğin ön
şartıdır.

Bir nihai karar hangi durumlarda şekli anlamda kesinleşir?

- Verildiği anda kesin olan, kanun yoluna başvurulamayan nihai kararlar şekli anlamda
kesinleşir.

- İstinaf edilebilen ilk derece mahkemesinin nihai kararları, istinaf yoluna başvurma süresinin
geçmesi ile şekli anlamda kesinleşir.

- İstinaf yoluna başvurmaktan feragat edilmesi ile şekli anlamda kesinleşir. I

- Temyiz edilebilen istinaf mahkemesinin nihai kararları, temyiz yoluna başvurma süresinin
geçmesi ile şekli anlamda kesinleşir.

- İstinaf mahkemesinin nihai kararları hakkında temyiz yoluna başvurmaktan feragat edilmesi
ile ilk derece mahkemesi kararı şekli anlamda kesinleşir.

- İstinaf mahkemesinin istinaf talebinin reddi kararı, süresi içinde temyiz edilir ve Yargıtay’ın
istinaf mahkemesi kararını onaması ile ilk derece mahkemesi kararı şekli anlamda kesinleşir.

Hükmün icraya konulabilmesi için şekli anlamda kesinleşmesi gerekir mi?

Kesinleşen karara karşı artık normal kanun yollarına (istinaf, temyiz) başvurulamaz. Bir
hükmün icraya konulabilmesi için kural olarak şekli anlamda kesinleşmiş olması gerekmez.
Ancak bazı istisna hallerinde hükmün, icra edilebilmesi için şekli anlamda kesinleşmesi
gerekir.

Şekli anlamda kesinliğin sona erer mi?

Şekli anlamda kesinlik aslında sona ermez. Eski hale getirme, bunun bir istisnasıdır: İstinaf
veya temyiz süresinin geçirilmiş olmasına karşı eski hale getirme talebinde bulunulması ve eski
hale getirme talebinin yerinde görülerek kabul edilmesi halinde, şekli anlamda kesinlik ortadan
kalkar; karar kesinleşmemiş gibi istinaf veya temyiz incelemesi yapılır.

MADDİ ANLAMDA KESİN HÜKÜM (m. 303)

Maddi anlamda kesin hüküm ne demektir?

Maddi anlamda kesin hüküm, hükmün kararı veren mahkeme tarafında değiştirilememesi,
olağan kanun yollarına başvurulamaması, tekrar dava edilememesini ve daha sonra açılan
davada bağlayıcı olmasını ifade eder.

Maddi anlamda kesin hükmün faydası nedir?

Maddi anlamda kesin hüküm, mahkeme kararlarına güvenilmesini ve uyulmasını sağlar;


taraflar arasındaki uyuşmazlığın bütün bir gelecek için son bulmasına hizmet eder; çelişik
kararlar verilmesine engel olarak, toplum hayatı için zorunlu olan hukuki güvenliği istikrarı
sağlar.

Gerekçe maddi anlamda kesin hükmün kapsamına girer mi?

Maddi anlamda kesin hüküm, kural olarak hüküm fıkrası hakkında geçerlidir. Gerekçe ise kural
olarak kesin hükmün kapsamına dahil değildir. Ancak istisnaen hüküm fıkrasından davanın
neden dolayı kabul veya reddedildiğinin anlaşılmaması halinde gerekçeden anlaşılır. Örneğin,
takas nedeniyle dava reddedilmişse artık davalı takas olarak ileri sürdüğü alacak için dava
açamaz, açarsa kesin hüküm itirazı ile karşılaşır.

Dava, takas savunması ile ileri sürülen karşı alacağın mevcut olmaması nedeniyle davacı
lehine sonuçlanırsa davalı takas yolu ile ileri sürdüğü karşı alacağını dava edebilir mi?

Dava, takas olarak ileri sürülen alacağın mevcut olmaması nedeniyle davacı lehine
sonuçlanırsa, takas yolu ile ileri sürülen karşı alacak miktarı kadar alacak için kesin hüküm söz
konusu olur. Buna karşılık takas edilen alacak miktarını aşan kısım için kesim hükümden söz
edilemez. Bu sonuca m. 303’den hareketle ulaşmak mümkündür. Buna göre, bir hüküm,
davada veya karşılık davada ileri sürülen taleplerden sadece hükme bağlanmış olanlar hakkında
kesin hüküm teşkil eder.

Mahkeme hükmünde yargılama giderlerine karar vermeyi unutmuşsa, bunun için ayrı
dava açılabilir mi?

Mahkeme hükmünde yargılama giderlerine hükmetmeyi unutmuş ya da eksik hükmetmiş ve bu


hüküm kesinleşmişse artık yargılama giderleri için ayrı bir dava açılamaz. Zira 29.05.1957
tarihli İçtihadı Birleştirme Kararı gereğince, yargılama giderleri ayrı bir davanın konusu
yapılamaz.

Maddi anlamda kesin hükmün unsurları nelerdir?

Şekli anlamda kesinlik, maddi anlamda kesin hükmün ön şartıdır. Bir davaya ait şeklî anlamda
kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için,
her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait
talep sonucunun aynı olması gerekir (m. 303/1).

I- Dava Konularının Aynı Olması

Bir davaya ait şeklî anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin
hüküm oluşturabilmesi için birinci şart, ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep
sonucunun (yani konularının) aynı olmasıdır. Dava konusu, dava konusu yapılmış olan hak,
yani dava ile elde edilmek istenen sonuçtur. Örneğin, bir alacağın ödenmesi, taşınır veya
taşınmaz bir malın teslimi gibi. Buna karşılık şu hallerde eski dava ile yeni davanın konuları
aynı değildir:

-ilk davada davacı manevi tazminat, ikinci davada ise maddi tazminat istemiştir.

- Bir döneme ilişkin kesinleşen kira bedelinin tespiti kararındaki yakıt parası, sonraki döneme
ilişkin kira bedelinin tespiti davasındaki yakıt parası için kesin hüküm teşkil etmez.
- Bir taşınmazın haksız işgal edilmesi nedeniyle belli bir süre için, haksız işgal tazminatı
(ecrimisil) davası açılıp bunun hükme bağlanması, daha sonraki bir dönem için haksız işgal
tazminatı davası açılmasına engel değildir. Çünkü burada da dava konusu olan taşınmaz fiziki
bakımdan aynı fakat istenen haklar değişiktir. Bu nedenle, her iki haksız işgal tazminatı
davasının dava konuları aynı değildir.

II- Dava Sebeplerinin Aynı Olması

Dava sebebi, hukuki sebepler değil, davacının davasını dayandırdığı maddi vakıalardır. Aynı
vakıalara dayanarak (aynı taraflar arasında ve aynı konuda) bu defa ikinci bir dava açılırsa, iki
davanın dava sebebi aynı olduğundan, ikinci dava kesin hüküm nedeniyle reddedilir. Buna
karşılık iki davada ileri sürülen vakıalar birbirinden farklı ise, birinci davada verilen hüküm,
ikinci davada kesin hüküm teşkil etmez. Çünkü iki davanın dava sebepleri farklıdır. Örneğin,
kesinleşen boşanma davası sırasında manevi tazminat istemine dayanak yapılan maddi
olguların yeniden eldeki davada manevi tazminat istemine dayanak yapılması olanaklı değildir.

Dava sebebinin aynı olmamasına örnekler:

İhtiyaç sebebiyle açılmış tahliye davasının ret edilmesi ve bu kararın kesinleşmesi, yeni
ihtiyacın önceki davadaki ihtiyaç sebebinden başka olması ya da önceki davanın reddinden
sonra koşullarda değişme olması halinde yeni bir davanın açılmasına engel oluşturmaz. Ret ile
sonuçlanan önceki davada ihtiyaçlının kiralananda nalburiye işi yapacağı belirtilmiş iken, işbu
davada mobilya aksesuarları ve kapı kolları satış işi yapılacağı ileri sürülmüştür. Davada artık
yeni bir ihtiyaç sebebine dayanıldığından kesin hükmün varlığından söz edilemez.

Kesin hükümden sonra meydana gelen vakıalara dayanarak yeni bir dava açılması halinde, iki
davanın sebepleri aynı değildir. Bu nedenle yeni vakıalara dayanarak açılan ikinci dava, birinci
davadaki kesin hükme aykırı düşmez; davanın dinlenmesi gerekir.

III- Tarafların Aynı Olması

Kesin hükümden bahsedebilmek için iki davanın taraflarının da aynı olması gerekir. Taraflar
davayı vekil aracılığıyla takip etmiş olsalar da hüküm vekalet veren hakkında kesin hüküm
teşkil eder. Her iki davanın taraflarının aynı sayılması için, tarafların iki davada da aynı sıfatla
(davacı veya davalı sıfatıyla) hareket etmiş olmaları gerekmez. Ancak her iki davada da
karşılıklı taraf konumunda yer almaları gerekir. Külli halefler de davada taraf kavramı içinde
yer alır.

İflas masası adına iflas idaresi tarafından takip edilen davalarda verilen hüküm, müflis
hakkında kesin hüküm teşkil etmez; çünkü müflis bu davalarda taraf değildir.

Kesin hüküm üçüncü kişiler bakımından sonuç doğurur mu? Bunun istisnaları var
mıdır?

HMK bu ilkeyi, müteselsil borçlular bakımından açıkça düzenlemiştir: ‘’Müteselsil


borçlulardan biri veya birkaçı ile alacaklı arasında yahut müteselsil alacaklılardan biri veya
birkaçı ile borçlu arasında oluşan kesin hüküm, diğerleri hakkında geçerli değildir’’ (m. 303/5).
Bir davada taraflar arasında verilen hüküm fer’i müdahil hakkında kesin hüküm teşkil etmez.
Çünkü fer’i müdahil taraf değildir. Buna karşılık asli müdahil davada taraf asli müdahale
davasında verilen hüküm, asli müdahil ile ilk davanın tarafları (asli müdahale davasının
davalıları) arasında kesin hüküm teşkil eder.

Mecburi dava arkadaşlarından bazıları davada taraf olarak yer almadığı halde mahkemece bu
husus fark edilmeden karar verilmişse hüküm, davaya dahil edilmeyen dava arkadaşları
hakkında kesin hüküm teşkil etmez. Çünkü birinci davada taraf olanlarla ikinci davanın
tarafları farklıdır.

Kesin hükmün üçüncü kişileri de etkilediği istisnai haller (misaller)

-TTK m. 56/1-b ve 56/1-c gereğince verilmiş olan hüküm, haksız rekabete konu malları,
doğrudan veya dolaylı bir şekilde onları ticari amaçla elde etmiş olan kişiler hakkında da icra
olunur (TTK m. 56/4).

- Kollektif şirket aleyhinde alınmış olan ilam, ortaklar için de kesin hüküm teşkil eder (TTK m.
238).

İş mahkemesinin grevin veya lokavtın kanun dışı olduğuna veya olmadığına ilişkin kararı,
davanın taraflarını, işçi ve işveren sendikasının üyelerini bağlar (6356 sayılı Sendikalar ve
Toplu İş Sözleşmesi Kanunu m. 71/1).

Kesin hükmün haleflere etkisi var mıdır?

Külli Haleflere Etkisi: Kesin hüküm, tarafların külli halefleri (mesela mirasçıları) hakkında da
geçerlidir; onları da etkiler. Cüz’i Haleflere Etkisi: Bir tarafın dava açılmadan önce dava
konusunu üçüncü bir kişiye devretmiş olması halinde taraf sıfatı da bu devirle birlikte
geçeceğinden davanın devralan kişiye karşı ve onun tarafından açılması gerekir. Devrede karşı
açılan veya onun tarafından açılan davanın sıfat yokluğundan reddedilmesi gerekir. Buna
karşılık dava reddedilmeyip esas hakkında hüküm verilmişse bu hüküm, devralan kişi
bakımından kesin hüküm teşkil etmez; çünkü devralan o davada taraf değildir. Bir dava
dolayısıyla ortaya çıkan kesin hüküm, o hükmün kesinleşmesinden sonra dava konusu şeyin
mülkiyetini tarafların birisinden devralan yahut dava konusu şey üzerinde sınırlı bir ayni hak
veya fer’î zilyetlik kazanan kişiler hakkında da geçerlidir. Ancak, Türk Medenî Kanununun
iyiniyetle mal edinmeye ait hükümleri (m. 763, 988, 1023) saklıdır (m. 303/4).

Kesin hükmün üçüncü kişiler hakkında hüküm ifade etmeyeceği kuralı her davada
geçerli midir?

Kesin hükmün sadece tarafları ve haleflerini etkilediği kuralı eda ve tespit davaları sonucunda
verilen hükümlerle birlikte inşai davaların reddine ilişkin hükümler bakımından geçerlidir.
Buna karşılık inşai hükümler, sadece taraflara karşı değil, üçüncü kişilere karşı da hüküm ifade
eder.

Güçlü delil ne demektir?

Yargıtay, bazı kararlarında kesin hükmün üç unsuru birlikte bulunmadığı takdirde, ilk hükmün
ikinci davada kesin hüküm oluşturmasa da güçlü delil oluşturduğu görüşündedir. Nitekim aynı
taraflar arasında kesin hüküm halini alan kira tespitine ilişkin karardan sonra açılan menfi
tespit ve istirdat davasında kira bedelinin tespitine ilişkin kesin hükmün güçlü delil niteliğinde
olduğunu açıklamıştır.

Atalıya göre, deliller arasında güçlü delil güçsüz delil ayrımı yapılamaz. Bu durum, kesin
hükümde tespit edilen vakıanın, ikinci kez açılan davada bağlayıcı olması ile açıklanabilir.
Burada ikinci davada çelişik hüküm verilmesine maddi hukuka dayanarak engel olunmaktadır.

İstisnai haller dışında kesin hüküm, kesin delil teşkil etmez. Bir davada verilen kesin hüküm,
bu davanın taraflarından biri tarafından üçüncü kişiye karşı açılan (veya üçüncü kişinin birinci
davanın tarafına karşı açtığı) konusu ve dava sebebi aynı olan ikinci bir davada bile kesin delil
teşkil etmez; çünkü iki davanın tarafları farklıdır. Fakat birinci davada verilen kesin hüküm,
ikinci davada güçlü bir takdiri delil teşkil edebilir. Haksız fiilden zarar görenin adam çalıştırana
karşı açtığı tazminat davası sonucunda verilen hüküm, adam çalıştıranın ödediği tazminat için
zarar veren çalışanına karşı açtığı rücu davasında kesin delil teşkil etmez; fakat güçlü bir
takdiri delil teşkil eder. Bir taşınmazın paydaşlarından birinin taraf olduğu bir dava kesin
hükme bağlandıktan sonra, diğer paydaşlar tarafından (veya diğer paydaşlara karşı açılan ve
konusu ile dava sebebi aynı olan ikinci davada, birinci hüküm kesin delil teşkil etmez; fakat
güçlü bir takdiri delil teşkil eder.

Davada taleplerden biri hakkında hüküm verilmesi unutulmuş olup da bu talep için
yeniden dava açılırsa kesin hüküm olur mu?

Davadaki taleplerden biri hakkında karar verilmemiş ve hükmün bu şekilde kesinleşmiş olması
halinde, bu hüküm, unutulmuş olan talep hakkında açılan ikinci davada kesin hüküm teşkil
etmez. Çünkü iki davanın konuları aynı değildir. HMK’nda açıkça düzenlenmiştir. ‘’Bir
hüküm, davada veya karşılık davada ileri sürülen taleplerden, sadece hükme bağlanmış olanlar
hakkında kesin hüküm teşkil eder’’ (m. 303/2).

Davanın usule ilişkin nihai kararla sonuçlanması halinde kesin hüküm söz konusu olur
mu?

Bir hüküm, davada ileri sürülen taleplerden, sadece hükme bağlanmış olanlar hakkında kesin
hüküm teşkil edeceği için, usule ilişkin nihai kararlar, sadece ilişkin oldukları usul sorunu
hakkında kesin hüküm teşkil eder; dava konusu uyuşmazlığın esası hakkında maddi anlamda
kesin hüküm teşkil etmez. Örneğin, dava şartı yokluğundan dava usulden reddedilirse, bu karar
davanın esası hakkında kesin hüküm teşkil etmediğinden dava şartı eksikliği giderilip dava
tekrar açılabilir; davalı bu yeni davaya karşı kesin hüküm itirazında bulunamaz. Görevsizlik
veya yetkisizlik kararı üzerine davanın açılmamış sayılmasından sonra davacının aynı davayı
yeniden açması halinde, görevsizlik kararı bu ikinci davada kesin hüküm teşkil etmez. Çünkü
görevsizlik kararı davanın esasına değil, usule ilişkin bir nihai karardır.

Kısmi davada alacağın kalan kısmı için ikinci kez dava açıldığında dava konusunun aynı
olması söz konusu mudur?

Dava konusunun aynı olup olmadığının belirlenmesi, kısmi dava açılması halinde tartışmalıdır.
Kalan kısmın dava edilmesi halinde dava konusunun aynı olup olmadığı sorusuna kısmi
davanın ret veya kabul edilmesine göre ayrı ayrı cevap vermek gerekir. Kısmi davanın kabul
edilmesi ve kararın kesinleşmesi halinde, geri kalan kısım için açılan davada, dava konusu aynı
olmadığından ikinci davada kural olarak kesin hükümden söz edilemez. Buna karşılık ilk
davanın davacısının dayandığı hukuki sebebin haklı olmaması nedeniyle reddi halinde dava
konusunun aynı olduğunu kabul etmek gerekir. Örneğin ilk davada sözleşmenin geçersiz
olduğu sadece kısmi talep bakımından değil, tümü bakımından incelenerek karar verilmiştir.

Dava sırasında var olan fakat taraflarca ileri sürülmeyen vakıalara dayanarak daha
sonra dava açılırsa kesin hüküm etkisi söz konusu olur mu?

Alman hukukunda dava sırasında var olan tüm vakıalar, taraflarca bilinsin veya bilinmesin ya
da mahkemede ileri sürülsün veya sürülmesin kesin hüküm etkisi altındadır. Buna karşılık dava
kesin hükümle sonuçlandıktan sonra ortaya çıkan vakıalar kesin hükümden etkilenmez.

Kesin hükmün etkisini doğurduğu an neye göre tespit edilmektedir?

Kesin hükmün zaman itibariyle etkisi tartışmalıdır. Bir görüş davanın açıldığı tarihi esas
almaktadır. Diğer görüş ise, bu hususun iddia ve savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi
yasağı çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini savunmaktadır. Atalıya göre ikinci görüş
isabetlidir. Dava açıldıktan sonra da taraflar ıslah veya karşı tarafın rızası ile davaya yeni
vakıalar getirebilmekte ve hakim bunları inceleyerek karar verebilmektedir. Bu nedenle
davanın açıldığı tarih her zaman doğru değildir. Kesin hüküm, zaman olarak sadece karara
bağlandığı tarihe kadar davada ileri sürülen vakıalar hakkında geçerlidir. Özellikle eda ve tespit
hükümlerinde kesin hüküm geçmişe etkilidir ve kesin hüküm tarihine kadar olan hukuki
durumu kapsar. Bu tarihten sonra kesin hükmün bir etkisi yoktur. Ancak inşai hükümlerde
kural olarak kesin hüküm geleceğe yönelik sonuçlar doğurmaktadır.

Kesin hüküm etkisi ile inşai etki arasında ne fark vardır?

Kesin hükmün etkisi, inşai etkiden farklıdır. Kesin hükmün etkisi kural olarak sadece davanın
tarafları hakkında geçerli iken inşai kararlar herkese karşı etkilidir. Örneğin, boşanma davası
sonunda verilen boşanma hükmü, inşai bir hükümdür. Sadece eşler hakkında değil; herkes için
geçerlidir. Ancak bu, kesin hükmün değil; inşai hükmün etkisidir.

Maddi anlamda kesinliğe elverişli olmayan kararlar hangileridir?

- İhtiyati tedbir, ihtiyati haciz ve delil tespiti gibi geçici hukuki koruma kararları

- Çekişmesiz yargıda verilen kararlar (ancak şekli anlamda kesinleşirler).

- İcra mahkemesinin takip hukukuna ilişkin kararları

Maddi anlamda kesinliğe elverişli olan kararlar hangileridir?

Hukuk mahkemesinin çekişmeli yargıda verdikleri kararlar, eda ve tespit hükümleri, davanın
sıfat yokluğundan reddi kararı, mahkemenin kesin süreye uyulmaması halinde verdiği davanın
reddi kararı maddi anlamda kesin hüküm teşkil eder. Feragat, kabul ve sulh de kesin hüküm
gibi sonuç doğurur.

Maddi anlamda kesin hüküm sadece hüküm fıkrası bakımından mı geçerlidir? Gerekçe
kesin hüküm kapsamına girer mi?
Maddi anlamda kesinlik, kararın sadece hüküm fıkrası içindir. Çünkü hüküm fıkrası hükmün
esasıdır. Davadaki taleplerden biri hakkında hiçbir karar verilmemiş ve hükmün bu şekilde
kesinleşmiş olması halinde bu hüküm unutulmuş olan talep hakkında açılan ikinci davada kesin
hüküm teşkil etmez. Hükmün gerekçesinin kesin hüküm gücü yoktur. Gerekçe kesin hüküm
teşkil etmediği için, hüküm fıkrasında unutulan fakat gerekçede kabul edilen bir talep hakkında
yeniden dava açılabilir. Şu üç halde gerekçe de maddi anlamda kesinlikle ilgilidir:

1) Hüküm fıkrası açık değilse, gerekçe hüküm fıkrasını açıklamaya ve kesin hükmün
kapsamını belirlemeye yardım eder.

2) Bir davanın usulden reddedilip edilmediğini (dolayısıyla davanın esası hakkında kesin
hüküm bulunup bulunmadığını) anlamak için yine gerekçeye başvurmak gerekir. Örneğin
vadesi gelmemiş bir alacak için açılan dava, vade gelmediğinden dolayı reddedilince, alacağın
muaccel olmasından sonra tekrar açılabilir. Birinci kararın hüküm fıkrasında sadece ‘’alacak
davasının reddine’’ denilmişse, davanın esastan değil, sadece alacağın muaccel olmadığı
nedeniyle (usulden) reddedildiği kararın gerekçesinden anlaşılabilecektir.

3) Hüküm fıkrasına sıkı sıkıya bağlı olan gerekçe kesin hüküm teşkil eder. Hangi gerekçenin
hüküm fıkrasına sıkı sıkıya bağlı olduğu, her olayın özelliğine göre belirlenir. Örneğin, bir kişi,
kefil sıfatıyla bir borcu ödemeye mahkum edildikten sonra, bu kefalet sözleşmesinin geçersiz
olduğundan bahisle, sebepsiz mal iktisabına dayanarak dava açamaz. Çünkü kefalet
sözleşmesinin geçerli bir sözleşme olduğu, birinci kararın hüküm fıkrasına sıkı sıkıya bağlı bir
gerekçedir.

Kesin hükmün bağlayıcı olması ne anlama gelir?

Kesin hüküm ilk önce hükmü veren mahkemeyi, diğer mahkemeleri, yasama ve yürütme
organlarını idareyi bağlar. Kesin hüküm sonradan çıkarılan bir kanunla değiştirilemez.
Yargıtay’ın kanun yararına bozma kararı, hükmün hukuki sonuçlarını (maddi anlamda kesin
hükmü) ortadan kaldırmaz (m. 363/2). Anayasa Mahkemesinin iptal kararı, iptal kararından
önce kesinleşmiş mahkeme kararlarını (maddi anlamda kesin hükmü) etkilemez. Yürütme
organı (idare), kesin hükme uymak zorunda olup, kesin hükme aykırı idari işlem yapamaz veya
idari eylemde bulunamaz. Sonradan çıkan bir İBK da kesinleşmiş hükümleri etkilemez.

Kesin hüküm itirazı nedir? Davada ne zamana kadar ileri sürülebilir? Hakim
kendiliğinden dikkate alabilir mi?

Kesin hüküm itirazı, bir davanın konusunu teşkil eden uyuşmazlığın, daha önce kesin bir
hükümle çözülmüş olması nedeniyle, mahkemece yeniden inceleme konusu yapılamayacağına
ilişkin usuli bir itirazdır. Aynı davanın daha önce kesin hükme bağlanmamış olması olumsuz
dava şartıdır. Kesin hüküm itirazı davanın her aşamasında ileri sürülebilir ve mahkeme de
davanın her aşamasında kesin hüküm bulunduğunu kendiliğinden gözetip, davayı kesin
hükümden (dava şartı yokluğundan) reddeder. Kesin hüküm, kamu düzenine ilişkin
olduğundan, tarafların iradesine tabi değildir. Bu nedenle, yeni açılan davada taraflar kesin
hüküm itirazını ileri sürmekten feragat etseler bile mahkeme, kesin hükmü öğrenince davaya
bakamaz, davayı kesin hükümden reddeder.

Kesin hüküm itirazı kanun yolunda ileri sürülebilir mi?


Kesin hüküm itirazı, mahkemede ileri sürülmemiş olsa bile, ilk defa istinaf mahkemesinde
veya Yargıtay’da ileri sürülebilir. Mahkeme kesin hüküm itirazını kabul edince (veya
kendiliğinden kesin hükmü fark ederse) dava şartı eksikliğinden dolayı davayı usulden
reddetmekle yükümlüdür; kesin hüküm itirazını reddederse, davanın esasına girer ve davayı
esastan hükme bağlar.

Kesin hüküm itirazı haksız olarak reddedilirse yargılamanın iadesi yoluna gidilebilir mi?

Kesin hüküm itirazı haksız olarak reddedilir ve asıl hükme aykırı bir hüküm verilirse, birinci
hüküm lehine olan taraf kesin hükümden yararlanır. Bu nedenle, yargılamanın iadesi talebi
üzerine, ikinci hükmün iptaline karar verilir.

Kesin hüküm kesin delil teşkil eder mi?

Birinci davada verilmiş olan hüküm, aynı taraflar arasında, aynı dava sebebine dayanarak ve
aynı konuya ilişkin olarak açılan ikinci bir davada, birinci davada kesin hükme bağlanmış olan
talep hakkında, kesin delil teşkil eder. Kısmi dava hükme bağlandıktan sonra, alacağın kalan
bölümünün tahsili için açılan davada, kısmi dava sonunda verilmiş olan karar kesin delil teşkil
eder. Aynı taraflar arasında, aynı dava sebebine dayanarak ve aynı hukuki ilişki hakkında
açılan ikinci davanın konusu birinci davadakinden farklı olsa bile, birinci davada verilmiş olan
hüküm iki davanın da temelini oluşturan aynı hukuki ilişkinin mevcut olup olmadığı hakkında
ikinci davada kesin delil teşkil eder.

HUKUK VE CEZA MAHKEMESİ KARARLARININ BİRBİRİNE ETKİSİ

Hukuk ve ceza mahkemesi kararları birbirini etkiler mi?

Kural olarak, ceza ve hukuk mahkemesi kararları karşılıklı olarak birbirini etkilemez. Ceza
mahkemesi kararları hukuk mahkemesi için, hukuk mahkemesi kararları da ceza mahkemesi
için bağlayıcı değildir. Çünkü hukuk ve ceza davalarının yapısı (konuları), tarafları, amaçları
ve ispat araçları (delilleri) farklıdır. Ancak haksız fiil ve belgede sahtecilik bakımından hukuk
ve ceza mahkemesi kararlarının birbirini etkilemesi mümkündür.

Hukuk mahkemesi kararı ceza mahkemesinde kesin hüküm teşkil eder mi? İstisnası var
mıdır?

Hukuk mahkemesi kararı, ceza mahkemesi için kural olarak kesin hüküm teşkil etmez. İstisna:
bir senet hakkındaki sahtelik davası veya iddiası üzerine, belgenin sahte olmadığına dair hukuk
mahkemesince verilen karar kesinleştikten sonra, söz konusu belge hakkında ceza
mahkemesinde de sahtelik iddiası dinlenmez (HMK m. 214/1); bu karar ceza mahkemesi için
kesin hüküm teşkil eder. Buna karşılık, hukuk mahkemesinin senedin sahte olduğuna ve bu
nedenle iptaline ilişkin kararı, ceza mahkemesinde kesin hüküm teşkil etmez.

Hukuk mahkemesi kararının ceza mahkemesinde kesin delil teşkil ettiği durumlar
hangileridir?

Hukuk ve ceza davalarının konuları ve tarafları farklı olduğundan, hukuk mahkemesi kararı
kural olarak ceza mahkemesinde kesin delil de teşkil etmez. İstisnalar:
1) Hukuk Mahkemesi Kararı Ceza Mahkemesinde Kesin Hüküm Teşkil Ettiği Halde Kesin
Delil De Teşkil Eder: Hukuk mahkemesi bir senedin sahte olmadığına karar vermişse, aynı
senet hakkındaki sahtecilik davasına bakmakta olan ceza mahkemesinde, hukuk mahkemesi
kararı kesin delil teşkil eder. Yani ceza mahkemesi, buna dayanarak sanığın beraatına karar
verir.

2) Bekletici Sorun Yapılan Hallerde Hukuk Mahkemesi Kararının Ceza Mahkemesinde Kesin
Delil Teşkil Etmesi: Ceza mahkemesi, hukuk mahkemesinde görülmekte (veya açılacak) olan
bir hukuk davasının sonuçlanmasını bekletici sorun yapabilir. Bununla hukuk mahkemesinin
vereceği kararı kabul etmiş demektir. Bu nedenle, bekletici sorun yapılan hukuk davası
hakkında verilen karar, bekletilen ceza davasında kesin delil teşkil eder.

3) İş mahkemesinin bir grev veya lokavtın kanun dışı olup olmadığının tespiti hakkında verdiği
karar, ceza davaları için kesin delil teşkil eder (6356 s. K. m. 71/1).

Ceza mahkemesi kararlarının hukuk mahkemesine (davasına) etkisi var mıdır?

Ceza mahkemesi kararlarının hukuk mahkemesine (davasına) etkisi, hukukumuzda sadece


TBK m. 74’te düzenlenmiştir. Bu hüküm sadece haksız fiilden doğan tazminat davalarına
ilişkindir.

Ceza mahkemesi kararı hukuk mahkemesinde kesin hüküm teşkil eder mi?

Ceza mahkemesi kararı, hukuk mahkemesi için kural olarak kesin hüküm teşkil etmez. İstisna:
Ceza mahkemesi bir senedin sahte olduğunu tespit ederek sahtecilik suçunu işleyeni cezaya
mahkum ederse, bu karar hukuk mahkemesinde kesin hüküm teşkil eder; artık hukuk
mahkemesinde o senet için sahtelik davası açılamaz. Buna karşılık, ceza mahkemesince
belgeyi düzenleyen hakkında ceza verilmesine yer olmadığı ya da beraat kararı verilmiş
olması, hukuk mahkemesinin belgenin sahteliğini incelemesini engellemez (m. 214/2).

Ceza mahkemesi kararı hukuk mahkemesinde kesin delil teşkil ettiği haller hangileridir?

Ceza mahkemesi kararlarının hukuk mahkemesinde kesin delil teşkil etmesi, sadece kesin
hüküm nedeniyle değil, aynı zamanda TBK m. 74 nedeniyle de mümkündür.

1) Ceza Mahkemesi Kararı Hukuk Mahkemesinde Kesin Hüküm Teşkil Ettiği Halde Kesin
Delil De Teşkil Eder: Ceza mahkemesi kararının hukuk mahkemesinde kesin hüküm teşkil
ettiği istisnai halde, ceza mahkemesi kararı hukuk mahkemesinde kesin delil de teşkil eder.
Çünkü bu halde, ceza mahkemesinden verilmiş olan kesin hüküm ile hukuk davasının tarafları,
dava sebebi ve konusu aynıdır. Buna göre, ceza mahkemesinin bir senedin sahte olup
olmadığına ilişkin kararı, hukuk mahkemesinde kesin delil teşkil eder.

2) Haksız Fiilden Doğan Tazminat Davalarında Ceza Mahkemesi Kararının Hukuk


Mahkemesinde Kesin Delil Teşkil Etmesi

Ceza mahkemesinin mahkumiyet kararı hukuk mahkemesinde kesin delil teşkil eder mi?

TBK m. 74/II hükmüne göre, ceza mahkemesinin mahkumiyet kararı, kusurun


değerlendirilmesi ve zararın belirlenmesi bakımından hukuk hakimini bağlamaz; hukuk
mahkemesinde kesin delil teşkil etmez. Ancak ceza mahkemesinin mahkumiyet kararının,
haksız fiilin tespitine ilişkin bölümünün, hukuk mahkemesinde (tazminat davasında) kesin delil
teşkil etmesi gerekir. TBK m. 74/II hükmünden aksi ile kanıt yolu ile bu sonuca varılabileceği
gibi, kesin hükmün kesin delil teşkil etmesi ilkesi de bu görüşü haklı kılar. Örneğin, ceza
mahkemesindeki N’nin A’ya yönelik olarak söylediği saptanan ve hakaret içeren sözlerin
söylenmiş olup olmadığı hususu yeniden hukuk mahkemesinde tartışma konusu
yapılamayacağından, bu maddi olgunun sabit olduğunun kabul edilmesi gerekir.

Ceza mahkemesinin mahkumiyet kararı, hukuk mahkemesinde (tazminat davasında) kusurun


değerlendirilmesi bakımından, zararın belirlenmesi hususu bakımından ve kusur ile
zarar arasında nedensellik bağının mevcut olup olmadığı bakımından kesin delil teşkil
etmez; ceza mahkemesinin kararı, kusurun değerlendirilmesi hususunda hukuk mahkemesini
bağlamaz (TBK m. 74/II). Çünkü ceza mahkemesinin mahkumiyet kararında kusur ve zarar
unsuru kesin biçimde tespit edilmiş değildir. Yargıtay ise, yeni kararlarında, ceza
mahkemesince saptanan kusurun hukuk hakimi tarafından dikkate alınması gerektiği görüşünü
benimsemiştir.

Ceza mahkemesinin beraat kararı hukuk mahkemesinde kesin delil teşkil eder mi?

TBK m. 74/I hükmüne göre, kural olarak hukuk hakimi, ceza hakimi tarafından verilen beraat
kararıyla bağlı değildir. Ceza mahkemesinin mahkumiyet kararında olduğu gibi, beraat kararı
da kusurun değerlendirilmesi, zararın belirlenmesi ve kusur ile zarar arasında nedensellik bağı
bakımından hukuk mahkemesini bağlamaz; hukuk mahkemesinde (tazminat davasında) kesin
delil teşkil etmez. Çünkü her iki davadaki kusur kavramları farklıdır. Buna karşılık beraat
kararının hukuk mahkemesinde kesin delil teşkil ettiği haller de vardır. Bunlar:

1) Beraat kararının haksız fiil vakıasına ilişkin tespit bölümü hukuk mahkemesinde (tazminat
davasında) kesin delil teşkil eder. Çünkü ceza mahkemesi, bu tespiti hukuk mahkemesine
oranla daha geniş bir soruşturma ve inceleme yetkisine sahip olarak yapmış durumdadır.
Haksız fiilin işlenmediğini veya sanık tarafından işlenmediğini, bir fiilin hukuka aykırı
bulunmadığını, tespit eden beraat kararı, hukuk mahkemesinde kesin delil teşkil eder. Bir
vakıayı tespit eden beraat kararı da hukuk mahkemesinde kesin delil teşkil eder. Örneğin ceza
hakiminin tespit ettiği maddi olaylar hukuk hakimini bağlar.

2) Beraat kararının tespit ettiği vakıa bakımından kesin delil olarak kabul edilebilmesi için,
beraat kararında o vakıanın mevcut olup olmadığının delillerle kesin biçimde tespit edilmiş
olması gerekir. Buna karşılık, delil yetersizliğinden dolayı verilmiş olan beraat kararı, konusu
olan vakıanın mevcut olup olmadığını delillerle kesin biçimde tespit etmediği için, hukuk
mahkemesinde (tazminat davasında) kesin delil teşkil etmez. Ceza mahkemesinin mahkumiyet
için yeterli görmediği delilleri, hukuk mahkemesi tazminat için yeterli görebilir.

3) Yalan tanıklık, yalan bilirkişilik ve yalan yeminden dolayı yargılamanın iadesinin


istenebilmesi için, bu sebeplerin kesinleşmiş bir ceza mahkumiyet kararı ile belirlenmiş olması
gerekir. Bu hallerde ceza mahkemesinin yalan tanıklık, yalan bilirkişilik ve yalan yeminden
dolayı mahkumiyet kararı, yargılamanın iadesi davasında (ilişkin olduğu yargılamanın iadesi
sebebinin ispatı bakımından) kesin delil teşkil eder.

4) Hukuk mahkemesi, ceza mahkemesinde görülmekte olan bir ceza davasının sonuçlanmasını
bekletici sorun yapabilir. Bununla ceza mahkemesinin vereceği kararı kabul etmiş demektir.
Bu nedenle, bekletici sorun yapılan ceza davası hakkında verilen karar, bekletilen hukuk
davasında kesin delil teşkil eder.

NOT: Ceza mahkemesi kararının hukuk mahkemesinde kesin delil teşkil ettiği hallerde, ceza
mahkemesi kararı aleyhine olan taraf, ceza mahkemesi kararının (kesin delilin) aksini, ceza
mahkemesi kararından sonra oluşan bir kesin delil (senet, ikrar veya yemin) ile ispat edebilir.

Ceza mahkemesinin hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının hukuk davasına


etkisi var mıdır?

Yargıtay’a göre, TBK m. 74 uyarınca ceza mahkemesinin mahkumiyet kararında tespit ettiği
maddi olgu hukuk hakimini bağlar ise de hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin
ceza mahkemesi kararları böyle bir etkiye sahip değildir.

KURU’ya göre ise, açıklanması geri bırakılan hükümde ceza verildiğine ve bu hüküm tefhim
edildiğine göre, fiil sabit görülmüş demektir. Bu nedenle, hükmün bu bölümünün, özellikle
ceza mahkemesi kararını bekletici sorun yapmış ve onu beklemekte olan hukuk mahkemesi
için bağlayıcı olması gerekir.

Ceza mahkemesindeki bilirkişi raporunun hukuk davasında bir bağlayıcılığı var mıdır?

Ceza mahkemesi kararının hukuk mahkemesinde kesin delil teşkil ettiği hallerde, bu kesin delil
etkisi nedeniyle, ceza mahkemesinde alınmış (ve ceza mahkemesi kararında dayanılmış) olan
bilirkişi raporu, hukuk mahkemesini bağlar. Buna karşılık, ceza mahkemesi kararının hukuk
mahkemesinde kesin delil teşkil etmediği hallerde, ceza mahkemesinde alınmış olan bilirkişi
raporu, hukuk mahkemesini bağlamaz; yani hukuk mahkemesinde takdiri delil teşkil eder.
Buna göre, hukuk mahkemesi, ceza mahkemesinde alınmış olan bilirkişi raporu ile
yetinebileceği gibi, yeni bir bilirkişi incelemesi de yaptırabilir.

Maddi anlamda kesin hükme rağmen davaya tekrar bakılabilecek durumlar nelerdir?

Maddi anlamda kesin hüküm, kural olarak sona ermez. Ancak bazı istisnai durumlarda kesin
hükme bağlanmış olan davaya tekrar bakılması mümkündür.

Yargılamanın İadesi: Bir kesin hüküm, yargılamanın iadesi yolu ile değiştirilebilir veya iptal
edilebilir. Yargılamanın iadesi davası yoluna başvurulmadan (m. 375 ve 376’daki yargılamanın
iadesi sebeplerinden biri olmadan) kesin hükmün (ilamın) iptali için dava açılamaz ve ilamın
iptaline karar verilemez.

Değişiklik Davası: Bazı hallerde, hüküm verildikten sonra, hükmün verildiği sırada ona esas
teşkil etmiş olan şartlar değişebilir. Bu değişiklik önceki şartlara göre verilmiş olan hükmün de
değişmesini zorunlu kılabilir. İşte bu gibi hallerde, maddi anlamda kesin hüküm gücünü
kazanmış olan bir hüküm, tekrar gözden geçirilebilmekte ve hükmün değişen şartlara göre
değiştirilmesi sağlanabilmektedir. Buna değişiklik davası denir.

Değişiklik davası, ancak kanunun açıkça öngördüğü hallerde açılabilir. Yoksa şartların
değişmiş olduğundan bahisle, her hükmün değiştirilmesi için dava açılamaz. Bu haller:

I- Durumun değişmesi halinde hakim, istem üzerine nafaka miktarını yeniden belirler veya
nafakayı kaldırır (TMK m. 331).
II- Haksız fiilden dolayı tazminat davalarında, bedensel zararın kapsamı, karar verme sırasında
tam olarak belirlenemiyorsa, hakim, kararın kesinleşmesinden başlayarak iki yıl içinde
tazminat hükmünü değiştirme yetkisini saklı tutabilir (TBK m. 75).

III- Çocukla kişisel ilişki kurulmasına ilişkin hükümlerin (İİK m. 25/a), değişen şartlara göre
değiştirilmesi istenebilir (TMK m. 183).

IV- Maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmeyen çekişmesiz yargı kararları (m. 388), kararın
verilmesinden sonra meydana gelen değişiklikler (veya kararın sonradan haksız görülmesi)
nedeniyle her zaman değiştirilebilir.

BASİT YARGILAMA USULÜ

Basit yargılama usulüne tabi bir dava yazılı yargılama usulüne göre görülürse veya tam
tersi olursa yaptırımı ne olacaktır?

Bunun yaptırımı kanunda açıkça belirtilmemiştir. Atalıya göre, bunun özellikle mutlak temyiz
sebepleri arasında sayılmaması karşısında, nisbi bir bozma sebebi teşkil edeceği kabul
edilmelidir. Bu çerçevede doğru yargılama usulünün uygulanmamış olması somut dava
bakımından ‘’karara etki eden bir yargılama hatası’’ olarak nitelendirilebiliyorsa karar
bozulmalı, aksi halde sırf bu sebeple bozma yoluna gidilmemelidir. Hukuki dinlenilme hakkı
bakımından değerlendirildiğinde, süreler, iddia ve savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi
yasağının başlangıcı, dosyanın işlemden kaldırılması farklı olduğundan yazılı yargılama
uygulanması gerekirken basit yargılama usulünün uygulanması halinde sonuca etki eden bir
yargılama hatası olması ihtimali yüksektir.

Yazılı yargılama usulü ile basit yargılama usulü hangi hususlar bakımında birbirinden
farklıdır?

- süreler (yazılı yargılamada cevap süresi bir ayı geçmemek üzere uzatılabilir; basit
yargılamada iki haftayı geçmemek üzere uzatılabilir).

-iddia ve savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağının başlangıcı (yazılı yargılamada


ikinci cevap dilekçesi ve davaya cevap dilekçesi ile; basit yargılamada ise dava dilekçesi ve
cevap dilekçesi ile, çünkü ikinci dilekçeler yok)

-dosyanın işlemden kaldırılması (yazılı yargılamada bir dava iki kez takipsiz bırakılabilir, iki
kez dosya işlemden kaldırılabilir; basit yargılamada bir kez takipsiz bırakılabilir, bir kez dosya
işlemden kaldırılabilir).

- Yazılı yargılamada mutlaka ön inceleme yapılmalıdır. Basit yargılamada mümkün olan


hallerde duruşma ve ön inceleme yapmadan da karar verilebilmektedir.

- Basit yargılamada yargılama iki duruşmada bitirilir ve duruşmalar arası bir ayı geçemez;
sadece istisnai hallerde ikiden fazla duruşma olabilir ve duruşma aralarındaki süre uzatılabilir.
Buna karşılık yazılı yargılamada duruşma sayısı bakımından sınırlama yoktur.

Basit yargılama usulüne tabi davalar ve işler hangileridir?

Basit yargılama usulü, kanunlarda açıkça belirtilenler dışında, aşağıdaki durumlarda uygulanır:
1) Sulh hukuk mahkemelerinin görevine giren dava ve işler (m. 316/1-a)
2) Doğrudan dosya üzerinden karar vermek konusunda kanunun mahkemeye takdir hakkı
tanıdığı dava ve işler (m. 316/1-b)
3) İhtiyati tedbir, ihtiyati haciz, delil tespiti gibi geçici hukuki koruma talepleri ile deniz
raporlarının alınması, dispeççi atanması talepleri ve bunlara karşı yapılacak olan itirazlar (m.
316/1-c)
4) Her çeşit nafaka davaları ile velayet ve vesayete ilişkin dava ve işler (m. 316/1-ç)
5) Hizmet ilişkisinden doğan davalar (m. 316/1-d)
6) Konkordato ve sermaye şirketleri veya kooperatiflerin uzlaşma suretiyle yeniden
yapılandırılmasına ilişkin açılacak davalar (m. 316/1-e)
7) Tahkim hükümlerine göre, mahkemenin görev alanına giren dava ve işler (m. 316/1-f)
(örneğin, m. 414/2, 416/1-c, 418/3, 420/2, 427/2).
Diğer Kanunlara Göre Basit Yargılama Usulü Uygulanan Davalar ve İşler

Diğer kanunlarda yer alan ve yazılı yargılama usulü dışındaki yargılama usullerinin
uygulanacağı belirtilen dava ve işlerde de basit yargılama usulü uygulanır (m. 316/1-g).
Örnekler:

İş mahkemelerinde, tüketici mahkemelerinde, icra mahkemelerinde (şikayet, itirazın


kaldırılması, gecikmiş itiraz, icra takibinin iptali, geri bırakılması ve ertelenmesi, ihalenin
feshi, istihkak davaları, imtiyazlı iştirakte açılacak dava, sıra cetveline itiraz davası, iflas
davası) basit yargılama usulü uygulanır.

Kollektif şirkette ortaklarla tasfiye memurları arasında çıkan uyuşmazlıklar, basit yargılama
usulüne göre karara bağlanır (TTK m. 268/3).

Ticaret şirketlerinde, ortakların veya pay sahiplerinin şirketle veya birbirleriyle şirket
ortaklığından veya pay sahipliğinden kaynaklanan davalarda veya şirketin yönetim kurulu
üyeleri, yöneticileri, müdürleri, tasfiye memurları ya da denetçilerine karşı açılacak davalarda
basit yargılama usulü uygulanır (TTK m. 1521).

Kamulaştırma Kanunundan doğan tüm uyuşmazlıkların adli yargıda çözümlenmesi gerekenleri,


taşınmaz malın bulunduğu yer asliye hukuk mahkemelerinde basit yargılama usulü ile görülür
(Kamulaştırma K. m. 37).

Dernekler Kanunu ile ilgili olarak hukuk mahkemelerinde bakılacak davalarda basit yargılama
usulü uygulanır (Dernekler K. m. 18).

Çekişmesiz yargı işlerinde niteliğine uygun düştüğü ölçüde, basit yargılama usulü uygulanır
(m. 385/1).

HMK m. 316’da (a) ve (f) bentleri arasındaki durumlarda açıkça basit yargılama usulü
uygulanacağı belirtildiği halde (g) bendinde ‘’diğer kanunlarda yer alan ve yazılı
yargılama usulü dışındaki yargılama usullerinin uygulanacağı belirtilen dava ve işlerde
de basit yargılama usulü uygulanır’’ şeklindeki düzenlemenin sebebi nedir?
Bu şekilde genel bir ifade kullanılmasının sebebi HUMK döneminde yazılı, basit, seri ve sözlü
yargılama usulü olarak dört usul benimsenmiş olması, bu çerçevede farklı kanunlarda da seri
ve sözlü yargılama usulüne de atıf yapılmış olmasıdır. Bundan sonra seri ve sözlü yargılama
kaldırıldığından diğer kanunlarda bu usullere ilişkin yapılan atıflar da basit yargılama usulüne
atıf olarak kabul edilecektir.

Basit yargılama usulünün özellikleri nelerdir?

I- Davanın Açılması

Basit yargılama usulünde de dava açılması dilekçe ile olur (m. 317/1). Dava ve cevap
dilekçeleri yönetmelikte belirlenecek formun doldurulması suretiyle de verilebilir (m. 317/4).
Burada amaç, basit işlerde avukat tutamayanlara kolaylık ve böyle bir durumda dahi dava ve
cevap dilekçelerinin bir düzen içinde mahkemeye verilmesini sağlamak, ayrıca hak
kayıplarının önüne geçmektir. Dava dilekçesinin yazılması ve mahkemeye verilmesi, genel
yargılama usulündeki gibidir. Davacı dava dilekçesi ile birlikte, tüm delillerini açıkça
bildirmek; elinde bulunan delillerini dava dilekçesine eklemek ve başka yerlerden getirilecek
belge ve dosyalar için de bunların bulunabilmesini sağlayan bilgilere dava dilekçesinde yer
vermek zorundadır. Buna göre, basit yargılama usulünde davacı dava dilekçesinde delillerini
hasretmiş olur. Delillerin hasrının istisnaları basit yargılama usulü için de geçerlidir (m. 322/1).
Dava dilekçesinin davalıya tebliği, davanın açılma zamanı, dava açılmasının sonuçları, genel
yargılama usulündeki gibidir.

II- Davaya Cevap

Davaya cevap verilmesi dilekçe ile olur (m. 317/1). Cevap dilekçesinin yazılması, cevap
dilekçesinin mahkemeye verilmesi genel yargılama usulündeki gibidir. Cevap dilekçesi
verirken davalıdan harç alınmaz. Davalı cevap dilekçesi ile birlikte, tüm delillerini açıkça
bildirmek; elinde bulunan delillerini dava dilekçesine eklemek ve başka yerlerden getirilecek
belge ve dosyalar için de bunların bulunabilmesini sağlayan bilgilere cevap dilekçesinde yer
vermek zorundadır. Buna göre, basit yargılama usulünde davalı cevap dilekçesinde delillerini
hasretmiş olur. Delillerin hasrının istisnaları basit yargılama usulü için de geçerlidir (m. 322/1).

Cevap süresi, dava dilekçesinin davalıya tebliğinden itibaren iki haftadır (m. 317/2). Ancak
mahkeme durum ve koşullara göre cevap dilekçesinin bu süre içinde hazırlanmasının çok zor
yahut imkânsız olduğu durumlarda, yine bu süre zarfında mahkemeye başvuran davalıya, bir
defaya mahsus ve iki haftayı geçmemek üzere ek bir süre verebilir. Ek cevap süresi talebi
hakkında verilen karar taraflara derhâl bildirilir (m. 317/2).

III- İddia ve Savunmanın Genişletilmesi veya Değiştirilmesi Yasağı

Basit yargılama usulünde taraflar cevaba cevap dilekçesi ve ikinci cevap dilekçesi
veremeyeceklerinden, iddianın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağı, dava açılması ile;
savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağı cevap dilekçesinin mahkemeye
verilmesiyle başlar (m. 319). Dilekçelerinin sınırlandırılmasını Anayasa Mahkemesi 2012
tarihinde bir kararında, basit yargılama usulüne tabi davalarda davacı ve davalıya birer dilekçe
hakkı verilmesi basit ve hızlı sonuçlanmasına hizmet etmektedir. Haksız özüne dokunmaz ve
hakkı anlamsız kılmadığı için anayasaya aykırı değildir.
IV- Ön İnceleme ve Tahkikat

1) Dosya Üzerinden Karar Verilmesi

Mahkeme, mümkün olan hâllerde tarafları duruşmaya davet etmeden dosya üzerinden karar
verir (m. 320/1).dilekçelerin verilmesi aşamasından sonra, dilekçeler ve dosyada yer alan
deliller yeterli görülüyorsa, ayrıca ön inceleme yapmadan ve duruşma açmadan da karar
verilebilir. Hakime duruşma yapmadan dosya üzerinden karar verme hususunda takdir yetkisi
tanınmadığı hallerde yargılamanın mutlaka duruşmalı yapılması gerekir.

2) Ön İnceleme Duruşmasına Davet ve Ön İnceleme

Dosya üzerinden karar verilemeyecek olan hallerde, mahkeme tarafları duruşmaya davet eder.
Bu duruşma (ön inceleme duruşması) ilk duruşma olduğundan taraflar davet edilmelidir. Daha
önce karar verilemeyen hâllerde mahkeme, ilk duruşmada (ön incelme duruşmasında) dava
şartları ve ilk itirazlarla hak düşürücü süre ve zamanaşımı hakkında tarafları dinler; daha sonra
tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları tek tek
tespit eder. Uyuşmazlık konularının tespitinden sonra hâkim, tarafları sulhe veya arabuluculuğa
teşvik eder. Tarafların sulh olup olmadıkları, sulh olmadıkları takdirde anlaşamadıkları
hususların nelerden ibaret olduğu tutanağa yazılır; tutanağın altı hazır bulunan taraflarca
imzalanır. Tahkikat bu tutanak esas alınmak suretiyle yürütülür (m. 320/2).

Basit yargılama usulünde ön inceleme ile tahkikat duruşması birlikte yapılabilir. Bu halde
yargılama aşamaları tutanakta ayrı ayrı belirtilir (Yönetmelik m. 201/2).

3) Tahkikat Duruşmasına Davet ve Tahkikat

Mahkeme, tarafların dinlenmesi, delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemlerinin yapılmasını m.


320/2’de belirtilen duruşma (ön inceleme duruşması) hariç, iki duruşmada tamamlar (m. 320/3,
c. 1). Duruşmalar arasındaki süre bir aydan daha uzun olamaz. İşin niteliği gereği bilirkişi
incelemesinin uzaması, istinabe yoluyla tahkikat işlemlerinin yürütülmesi gibi zorunlu
hâllerde, hâkim gerekçesini belirterek bir aydan sonrası için de duruşma günü belirleyebilir ve
ikiden fazla duruşma yapabilir (m. 320/3). Basit yargılama usulüne tabi davalarda, işlemden
kaldırılmasına karar verilmiş olan dosya, yenilenmesinden sonra takipsiz bırakılırsa, dava
açılmamış sayılır (m. 320/4). Böylece en fazla bir kez ,dosyanın işlemden kaldırılmasına imkan
tanınmış, tekrarı halinde davanın açılmamış sayılması kuralı kabul edilmiştir.

V- Hüküm

Tahkikatın tamamlanmasından sonra, mahkeme tarafların son beyanlarını alır ve yargılamanın


sona erdiğini bildirerek kararını tefhim eder. Taraflara beyanda bulunabilmeleri için ayrıca süre
verilmez (m. 321/1). Kararın tefhimi, mahkemece hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile
birlikte açıklanması ile gerçekleşir. Ancak zorunlu hâllerde, hâkim bu durumun sebebini de
tutanağa geçirmek suretiyle, sadece hüküm özetini tutanağa yazdırarak kararı tefhim edebilir.
Bu durumda gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması gerekir (m.
321/2).

VI- Genel Yargılama Usulüne İlişkin Hükümlerin Uygulanması


HMK ve diğer kanunlarda basit yargılama usulü hakkında hüküm bulunmayan hallerde, yazılı
(genel) yargılama usulüne ilişkin hükümler uygulanır (m. 322/1). Basit yargılama usulünün
uygulandığı sulh hukuk mahkemelerindeki ve iş mahkemelerindeki davalar adli tatilde
görülemez. Ancak özel bir kanun hükmünde, basit yargılama usulüne tabi bir davanın veya işin
ivedi (acele) olduğu belirtilmişse, o dava veya iş (basit yargılama usulüne tabi olduğu için
değil) acele olduğu için adli tatilde görülür. Örneğin, icra mahkemesinde görülen işler ivedi
işlerden sayıldığı için, icra mahkemesindeki işler ve davalar adli tatilde de görülür.

ÇEKİŞMESİZ YARGI (m. 382-388)

Çekişmesiz yargı ne demektir?

Çekişmesiz yargı, ilgililer arasında çekişme bulunmaması, ilgililerin ileri sürebileceği herhangi
bir hakkının bulunmaması veya hakimin re’sen harekete geçmesi ölçütlerinden biri veya
birkaçına göre bu alana giren işlere, hukukun mahkemelerce uygulanmasıdır.

HMK’nda açıkça sayılan çekişmesiz yargı işleri hangileridir? Neden böyle bir sayma
yapılmıştır?

Böyle bir belirleme yapılmasının sebebi, bir işin çekişmesiz yargı olup olmadığını belirleme
hususunda kolaylık sağlanmasıdır. Aşağıdaki işler mutlak olarak çekişmesiz yargı işlerinden
sayılır (m. 382/2):

Kişiler hukukundaki çekişmesiz yargı işleri: 1) Ergin kılınma 2) Ad ve soyadın


değiştirilmesi 3) Ölüm karinesi sebebiyle (ilgili yerin mülkî amirinin emriyle) nüfus kütüğüne
ölü kaydı düşülen kişinin sağ olduğunun tespiti 4) Gaiplik kararı 5) Kişisel durum sicilindeki
kaydın düzeltilmesi.

Aile hukukundaki çekişmesiz yargı işleri: 1) Evlenmeye izin verme 2) Gaiplik nedeniyle
evliliğin feshi 3) Evlendirme memurunun, evlenme başvurusunu ret kararına karşı yapılan
itiraz. 4) Yeniden evlenmede bekleme süresinin hâkim tarafından kaldırılması. 5) Terk eden
eşin ortak konuta davet edilmesi. 6) Eşlerden birinin, evlilik birliğini tek başına temsil etmek
konusunda yetkili kılınması. 7) Aile konutu ile ilgili işlemler için diğer eşin rızasının
sağlanamadığı hâllerde hâkimin müdahalesinin istenmesi. 8) Mevcut mal rejiminin eşlerden
birinin veya alacaklıların talebiyle mal ayrılığına dönüştürülmesi ve sebeplerin ortadan
kalkması hâlinde mal ayrılığından eski rejime geri dönülmesi. 9) Paylaşmalı mal ayrılığında
boşanma veya evliliğin iptali hâlinde, aile konutu ve ev eşyasını hangi eşin kullanmaya devam
edeceği hakkında karar verilmesi. 10) Sağ kalan eşe aile konutu üzerinde ve ev eşyası üzerinde
mülkiyet veya intifa hakkı tanınması. 11) Mal ortaklığında eşlerden birinin mirası reddine izin
verilmesi. 12) Ana babaya çocuğun mallarından bir kısmını çocuğun bakım ve eğitimi için sarf
etme izninin verilmesi. 13) Velayetin kaldırılması, velayetin eşlerden birinden alınarak diğerine
verilmesi ve kaldırılan velayetin geri verilmesi. 14) Hâkimin çocuğun mallarının yönetimine
müdahale etmesi ve çocuğun mallarının yönetiminin kayyıma devri 15) Ailenin Korunmasına
Dair Kanuna göre aile mahkemesi hâkimi tarafından karar verilecek tedbirler. 16) Vesayet
işleri.

Miras hukukundaki çekişmesiz yargı işleri: 1) Sulh hâkimi tarafından resmî vasiyetname
düzenlenmesi; el yazısı ile vasiyetnamenin sulh hâkimi tarafından saklanması; sözlü
vasiyetname tutanağının sulh veya asliye mahkemesine tevdiî. 2) Vasiyeti yerine getirme
görevlisine görevinin bildirilmesi. 3) Vasiyeti yerine getirme görevlisinin tereke malları
üzerinde tasarruf etmesine izin verilmesi. 4) Gaibin mirasçılarına, gaibe düşen miras payının
teslim edilmesi. 5) Tereke mallarının korunması ve hak sahiplerine ulaşmasını sağlamak için
önlem alınması. 6) Mirasçılık belgesi verilmesi. 7) Terekenin yazımı işleminin sona erdiğinin
mirasçılara bildirilmesi, mirasın reddi beyanının tespiti ve tescili; mirasın reddinin, mirası
reddeden kişiden sonra gelen mirasçılara bildirilmesi; mirasın reddi süresinin uzatılması. 8)
Terekenin resmî defterinin tutulması. 9) Sulh hâkiminin özellikleri olan eşyanın mirasçılardan
birine tahsis edilmesi veya satılmasına karar vermesi.

Eşya hukukundaki çekişmesiz yargı işleri: 1) Taşınmaz üzerinde taraf oluşturulmasına ve


hak ihlaline sebebiyet vermeyecek düzeltmelerin yapılması. 2) Taşınmaz rehninde alacaklı için
kayyım tayini.

Borçlar hukukundaki çekişmesiz yargı işleri: 1) Yetkisi sona eren temsilcinin temsil
belgesini mahkemeye teslimi. 2) Borçluya ifa veya teminat göstermesi için süre verilmesi. 3)
Tevdi mahalli belirlenmesi veya tevdi edilemeyecek eşyanın satılması. 4) Alacaklısı ihtilaflı
olan borcun mahkemeye tevdiî. 5) Ayıplı hayvanın bilirkişi tarafından muayenesi. 6) Mesafeli
satımlarda ayıbın tespiti veya ayıplı malın satılmasına izin verilmesi. 7) İşçiye kârdan hisse
verilmesini öngören iş sözleşmesinde, mahkemenin işverenin hesaplarını inceleyecek bir kişi
tayin etmesi. 8) Eser sözleşmesinde eserin ayıplı olup olmadığının bilirkişiye tespit ettirilmesi.
9) Satılmak için komisyoncuya gönderilen eşyanın hasarının tespiti. 10) Komisyoncu elindeki
malın açık artırma ile satışına izin verilmesi.

Ticaret hukukundaki çekişmesiz yargı işleri: 1) Ticari defterlerin zıyaı hâlinde belge
verilmesi. 2) Acentenin müvekkili hesabına teslim aldığı malın Borçlar Kanununa göre
satılması. 3) Kollektif şirketin tasfiyesinde tasfiye memuru tayini. 4) Komanditer ortağın
talebiyle şirket hesaplarını incelemek için eksper tayini. 5) Anonim şirkette ayni sermaye
konulması, tescilden itibaren iki yıl içinde sermayenin onda birini aşan tutarda işletme
devralınması ve sermaye azaltılmasında bilirkişi raporu alınması ve mahkemenin izni. 6)
Kıymetli evrakın iptali. 7) Eşya taşımada eşyanın hasar ve eksiğinin tespit edilmesi; teslim
edilememesi hâlinde Borçlar Kanunu hükümlerine göre satılmasına karar verilmesi; gönderilen
eşyanın mahkeme marifetiyle muayenesi. 8) Gemi ipoteğinde, malikin bulunamadığı hâllerde
kayyım tayini. 9) Denizcilik rizikolarına karşı sigortalarda zararın ve kapsamının belirlenmesi
için bilirkişi tayini. 10) Kooperatiflerde ayni sermayeye değer biçilmesi için bilirkişi tayini.

İcra ve iflas hukukundaki çekişmesiz yargı işleri: 1) İpotekli alacakta alacaklının gaipliği
veya alacağı almaktan kaçınması hâlinde, borç tutarının icra dairesine tevdi edilmesi üzerine
icra mahkemesi tarafından ipoteğin fekkine karar verilmesi. 2) Doğrudan doğruya iflas. 3)
İflasın kaldırılması. 4) İflasın kapanmasına karar verilmesi. 5) Reddolunmuş mirasın
tasfiyesinin, mirasçılardan birinin mirası kabul talebi üzerine mahkeme tarafından
durdurulması. 6) Konkordato mühleti verilmesi ve komiserin atanması. 7) Konkordatonun
tasdiki. 8) Sermaye şirketleri ve kooperatiflerin uzlaşma yoluyla yeniden yapılandırılmasında
projenin ilanı ve ara dönem denetçisinin atanması. 9) Fevkalade hâllerde, kusuru olmaksızın
borçlarını yerine getiremeyen borçluya mühlet verilmesi.
Çeşitli kanunlardaki çekişmesiz yargı işleri: 1) Nüfus kütüklerinin sayfa birleşim yerlerinin
asliye hukuk mahkemesince mühürlenmesi. 2) Noterlerin göreve başlarken mahkemede yemin
ettirilmeleri. 3) Noter evrak ve defterlerinden alınarak başka yere gönderilecek örneklerin
mahkeme tarafından tasdiki. 4) Kamu görevlilerinin mahkeme huzurunda kanunen yemin etme
zorunluluğunun öngörüldüğü diğer durumlar.

Çekişmesiz yargı işleri kanunda sayılanlarla sınırlı mıdır? Çekişmesiz yargının ölçütleri
nelerdir?

HMK m. 382/2’deki sayma tahdidi (sınırlı) değildir. Bunlar dışında çekişmesiz yargı, hukukun,
mahkemelerce, aşağıdaki üç ölçütten birine veya birkaçına göre bu yargıya giren işlere
uygulanmasıdır: a) İlgililer arasında uyuşmazlık olmayan hâller. b) İlgililerin, ileri
sürülebileceği herhangi bir hakkının bulunmadığı hâller. c) Hâkimin resen harekete geçtiği
hâller.

1) İlgililer Arasında Uyuşmazlık Olmayan Haller (Çekişme Yokluğu Ölçütü)

İlgililer arasında uyuşmazlık olmayan hallerde de, çekişmesiz yargı işi söz konusudur. Buna
çekişme yokluğu ölçütüne göre çekişmesiz yargıya giren işler denir. Bu ölçüte göre
mahkemelerin baktığı ve ilgililer arasında çekişme olmayan bütün işler çekişmesiz yargı işidir.
Örneğin, ergin kılınma, ad ve soyadın değiştirilmesi, evlenmeye izin verilmesi, evlat edinme ile
ilgili işler (TMK m. 309-317), sözlü vasiyetin tutanağa geçirilmesi (TMK m. 540),
vasiyetname ile ilgili işlemler (TMK m. 595-597), mirasın reddi (TMK m. 609).

2) İlgililerin İleri Sürebileceği Herhangi Bir Hakkının Bulunmadığı Haller (Sübjektif


Hakkın Yokluğu Ölçütü)

İlgililerin özel hukuk kişilerine karşı ileri sürebilecekleri sübjektif haklarının bulunmadığı işler
de, çekişmeli olsalar bile sübjektif hakkın yokluğu ölçütüne göre çekişmesiz yargı işidir.
Çekişmeli yargının konusunu, tarafların sübjektif hakları oluşturduğu halde, çekişmesiz
yargıda, ilgililerin verilecek karara esas oluşturacak bir sübjektif hakları yoktur.

Re’sen takip edilen çekişmesiz yargı işlerinde de, ilgililerin bir sübjektif hakkından söz
edilemez. Örneğin her ilgili vasinin görevden alınmasını isteyebilir. Fakat vasinin görevden
alınmasını isteyen ilgilinin (mesela vesayet altındaki kişinin babasının) bu konuda bir sübjektif
hakkından söz edilemez. O ilgili vasinin görevden alınmasını istemekle, sadece mahkemeyi
harekete geçirmiş olur.

Çekişmesiz yargının takibi talebe bağlı işlerinde de, talepte bulunanın, diğer ilgililere veya
bunlardan birine karşı hiçbir sübjektif hakkı yoktur. Örneğin, bir kişinin gaipliğine karar
verilmesini isteyen kişi, bununla herhangi bir kişiye karşı olan sübjektif hakkını ileri sürmeyip,
sadece hakimi bu husustaki görevine davet etmektedir.

3) Hakimin Re’sen Harekete Geçtiği Haller

Hakimin re’sen harekete geçmesi gereken bütün işler de, re’sen harekete geçme ölçütüne göre
çekişmesiz yargı işidir. Burada kişilerin talepte bulunmuş olması bunu çekişmesiz yargı işi
olmaktan çıkarmaz. Çekişmeli yargıda, mahkemenin re’sen davaya başlaması imkansızdır.
Hakim, iki taraftan birinin talebi olmaksızın, kendiliğinden bir davayı inceleyemez ve karara
bağlayamaz. Mahkemenin re’sen harekete geçtiği bütün işler, çekişmesiz yargı işidir. Re’sen
takip edilen çekişmesiz yargı işlerinde, mahkeme ilgililerin taleplerini beklemeye ve bu
taleplere uymak zorunda olmaksızın, re’sen harekete geçer; vasinin görevden alınması ve
velayetin kaldırılması, velayetin eşlerden birinden alınıp diğerine verilmesinde olduğu gibi. Bu
işlerde çoğunlukla uyuşmazlık mevcut olup aynı zamanda ortada bir hak da (anne – babanın
çocuk üzerinde sahip olduğu velayet hakkı) bulunur. Aile hukukunda hakimin re’sen verdiği
pek çok karar bulunmaktadır. Kanunda açıkça çekişmesiz yargı işi denilmemişse, bunun geçici
hukuki koruma mı yoksa çekişmesiz yargı işi mi olduğuna dikkate etmek gerekir.

Çekişmesiz yargı işleri dava olarak nitelendirilebilir mi? Taraf kavramına yer verilmesi
doğru mudur? İlam kavramı çekişmesiz yargıda söz konusu olabilir mi?

Mahkemede görülmekte olan bir işte birbiri ile uyuşmazlık halinde olan iki taraf yoksa o
zaman dava değil, çekişmesiz yargı işi söz konusu olur. Çekişmesiz yargıda dava deyimi
kullanılmaz; iş deyimi vardır. Çekişmesiz yargıda ‘’davacı veya davalı’’ terimleri kullanılmaz;
‘’ilgili’’ terimi kullanılır. Örneğin, mirasçılık belgesi verilmesi çekişmesiz yargı işi
olduğundan, belgenin verilmesini isteyen mirasçının diğer mirasçıları hasım (davalı)
göstermesine gerek yoktur. Ancak mirasçılık belgesi verilmesi çekişmesiz yargıdan çıkıp
çekişmeli hale gelirse, bu kişinin diğer mirasçıları hasım (davalı) göstererek dava açması
gerekir.

Fakat TTK m. 82/7’de ticari defterlerin saklanması ile ilgili çekişmesiz yargı işi dava olarak
nitelendirilmiş ve ‘’bu dava hasımsız açılır’’ denilmiştir. Yine TTK m. 274/2’deki ‘’görevden
alma davası’’ deyimi de çekişmesiz yargının niteliğine aykırıdır. TMK m. 44/II’deki ‘’dava’’
deyimi de çekişmesiz yargının niteliğine aykırıdır.

İlam kavramı sadece çekişmeli yargıya ait bir terim olup çekişmesiz yargıda sadece karar
terimi kullanılmalıdır. Uygulamadaki veraset ilamı deyimi yanlıştır. Doğrusu mirasçılık
belgesidir. Ancak bazı çekişmesiz yargı kararları, çekişmeli yargıda verilen ilamlar gibi, ilamlı
icra yolu ile icra edilir. Örneğin, küçüğün velayeti ile ilgili kararlar, velayetin kaldırılması,
velayetin eşlerden birinden alınarak diğerine verilmesi ve kaldırılan velayetin geri verilmesi
kararları.

Çekişmesiz yargı bakımından mutlaka maddi anlamda ilgili olunması gerekmez. Şekli anlamda
ilgili de olabilir. Örneğin, velayetin kaldırılması hususunda üçüncü kişilerin mahkemeye
başvurması durumunda, başvuranlar şekli anlamda ilgili oldukları halde, maddi anlamda ilgili
değildirler. Zira burada maddi ilgili sadece anne, baba ve çocuktur.

Bir çekişmesiz yargı işinin yargılama sırasında çekişmesiz yargıdan çıkıp çekişmeli yargı
alanına girmesi mümkün müdür?

Çekişmesiz yargıya giren bir işin, yargılama sırasında, ilgililerden birinin bu işe karşı iddia ile
asli müdahale etmesi veya yapılan işleme veya alınan tedbire itiraz etmesi halinde, bu iş
çekişmesiz yargı işi olmaktan çıkar, çekişmeli yargı alanına girer. Bu halde çekişmeli yargıda
verilen karar, maddi anlamda kesin hüküm teşkil eder. Örnekler:

Kıymetli evrakın iptali talebinin ticaret mahkemesinde incelenmesi sırasında, iptali istenen
senet ibraz edilirse ticaret mahkemesi senedin iptalini istemiş olan kişiye, senedin veri
verilmesi hususunda (senedi ibraz edene karşı) dava (istirdat- iade davası) açması için uygun
bir süre verir (TTK m. 665/I, 763, c. 1). Kişi bu süre içinde istirdat (senedin iadesi) davası
açarsa, konu artık çekişmeli yargıda incelenip karara bağlanır; dava açmazsa, ticaret
mahkemesi senedi ibraz edene geri verir ve ödeme yasağını kaldırır TTK m. 665/II, 763, c. 2).

Ad ve soyadın değiştirilmesi talebi, çekişmesiz yargı işidir. Fakat adın değiştirilmesinden zarar
gören kişi, ad değiştirilmesine itiraz ederse, bu iş çekişmesiz yargıdan çıkıp, çekişmeli yargıya
girer.

Mirasçılık belgesi verilmesi talebinin mahkemede incelendiği sırada mirasçı olarak


gösterilmemiş olan bir kişi bu talebe itiraz ederse (asli müdahale), mirasçılık belgesi verilmesi
işi, çekişmesiz yargıdan çıkıp, çekişmeli yargıya girer.

Yargıtay: Borçlunun kendi iflasını istemesi çekişmesiz yargı işi olmasına rağmen,
alacaklılardan birinin buna itiraz etmesi halinde iş çekişmeli yargıya dönüşür. Atalı eleştiriyor.
Kanun açıkça çekişmesiz yargı demiştir.

Çekişmesiz yargıda görevli mahkeme hangisidir?

Çekişmesiz yargı işlerinde görevli mahkeme, aksine bir düzenleme bulunmadığı sürece sulh
hukuk mahkemesidir (m. 383). Bazı kanun hükümlerinde, çekişmesiz yargı işleri için sadece
‘’mahkeme’’ veya ‘’hakim’’ deyimi kullanılmış, bunun sulh veya asliye hukuk mahkemesi mi
olduğu belirtilmemiştir. Örneğin, TMK m. 27, 32, 33, 35, 39, 44, 312, 346; TBK m. 44, 123,
187, 542. Çekişmesiz yargıda sulh hukuk mahkemesinin görevi asıl, asliye hukuk
mahkemesinin görevi istisna olduğundan, bu şekilde bir açıklık bulunmayan çekişmesiz yargı
hallerinde sulh hukuk mahkemesi görevlidir.

İstisnalar (çekişmesiz yargı işleri için sulh hukuk mahkemesinden başka mahkemelerin
ve noterlerin görevli olduğu haller): Özel bir kanun hükmü ile bazı çekişmesiz yargı işleri
için, sulh hukuk mahkemesi dışında bir mahkeme görevli kılınabilir. Örnekler:

1) Ticari nitelikteki çekişmesiz yargı işleri için asliye ticaret mahkemesi görevlidir (TTK m.
5/1). Konkordatonun tasdikinde, doğrudan doğruya iflas talepleri hakkında asliye ticaret
mahkemesi görevlidir. Ticaret mahkemesi yoksa asliye hukuk mahkemesi görevlidir.

2) Aile hukukundan doğan çekişmesiz yargı işleri için aile mahkemesi görevlidir (Aile Mah. K.
m. 4/1).

3) Vesayet işlerinde, denetim makamı olarak asliye hukuk mahkemesi görevlidir (TMK m.
397/II, 422/III).

4) HMK m.383 ve 385/3’e göre, bazı çekişmesiz yargı işleri mahkemeler dışındaki resmi
makamlara (organlara) bırakılabilir. Şu çekişmesiz yargı işleri için sulh hukuk mahkemesinden
başka noterler de görevli kılınmıştır:

a) Mirasçılık belgesi verilmesi için sulh hukuk mahkemesi yanında noterler de görevlidir
(TMK m. 598/I; Noterlik K. 71/A-b). Ancak mirasçılık belgesi verilmesinin yargılamayı
gerektirmesi, nüfus kayıtlarının mirasçılık belgesi verilmesi konusunda yeterli olmaması veya
mirasçılık belgesinin yabancılar tarafından talep edilmesi durumunda, mirasçılık belgesi
noterler tarafından verilemez (Noterlik K. 71/B, III). Noterlerin verdikleri mirasçılık belgesi
hakkında, menfaati ihlal edilenler tarafından sulh hukuk mahkemesine itirazda bulunulabilir
(Noterlik K. 71/C). Bu itiraz ile çekişmesiz yargı işi, çekişmesiz yargıdan çıkar ve çekişmeli
yargıya girer.

b) Terk eden eşin ortak konuta davet edilmesi için, aile mahkemesi yanında, noterler de
görevlidir (TMK m. 164; Noterlik K. 71/A-a, 71/B).

Bir çekişmesiz yargı işinin yargılama sırasında çekişmesiz yargıdan çıkıp çekişmeli yargı
alanına girmesi halinde görevli mahkeme hangisidir?

KURAL: Bir iş, çekişmesiz yargıdan çıkıp çekişmeli yargı alanına girince, HMK m. 383’teki
çekişmesiz yargı işlerinde görevli mahkemenin sulh hukuk mahkemesi olduğuna ilişkin hüküm
uygulanmaz; HMK m. 2/2 hükmü uygulanır. Buna göre, bu Kanunda ve diğer kanunlarda
aksine düzenleme bulunmadıkça, asliye hukuk mahkemesi diğer dava ve işler bakımından da
görevlidir (m. 2/2). Bu hükümdeki diğer işler, çekişmesiz yargıdan çıkıp, çekişmeli yargıya
giren işlerdir. Örneğin, mirasçılık belgesi verilmesi çekişmesiz yargı işi olmasına rağmen,
başka bir kişinin, itirazda bulunarak kendisinin de mirasçı olduğunu bildirmesi veya mirasçılık
belgesi talep edenlerden hiçbirinin mirasçı olmadığını, kendisinin mirasçı olduğunu bildirmesi
halinde, mirasçılık belgesi verilmesi işi çekişmesiz yargıdan çıkıp çekişmeli yargıya girer. Bu
halde, sulh hukuk mahkemesinin görevsizlik kararı vererek, mirasçılık belgesi verilmesine
ilişkin dosyanın görevli asliye hukuk mahkemesine gönderilmesine karar vermesi gerekir.
Bunun gibi sulh hukuk mahkemesince verilen mirasçılık belgesinin değiştirilmesi veya iptali
davası için de asliye hukuk mahkemesi görevlidir.

İSTİSNA: Ticaret mahkemesinde görülmekte olan ticari nitelikteki bir çekişmesiz yargı işinin
çekişmesiz yargıdan çıkıp çekişmeli yargı alanına girmesi halinde ticaret mahkemesi, o işe
ticari dava olarak bakmaya devam eder. Çünkü ticaret mahkemesi, tüm ticari davalar ile ticari
nitelikteki çekişmesiz yargı işlerine bakmakla görevlidir.

Çekişmesiz yargıda yetkili mahkeme hangisidir?

KURAL: Kanunda aksine hüküm bulunmadıkça, çekişmesiz yargı işleri için talepte bulunan
kişinin veya ilgililerden birinin oturduğu yer sulh hukuk mahkemesi yetkilidir (m. 384).
İlgililerden birinin oturduğu yer, tesadüfen bulunduğu yer değil, daha uzun süre kaldığı,
yerleşim yerinin bulunduğu ya da yerleşme niyeti olmaksızın oturduğu yerdir. Çekişmesiz
yargı işine ilişkin yetkinin özel olarak düzenlendiği durumlarda, açıkça kesin yetkinin
öngörülmüş bulunduğu istisnalar saklı kalmak kaydıyla çekişmesiz yargı işleri için genel yetki
kuralının kesin yetki olduğu söylenemez.

İSTİSNALAR: Kanunlarda aksine (özel) hüküm bulunan hallerde, (özel) kanunlarda yazılı
olan yer mahkemesi o çekişmesiz yargı işi için yetkilidir. HMK dışındaki diğer kanunlardaki
özel yetki hükümlerine örnekler:

1) Yerleşim yeri mahkemesinin yetkili olduğu haller (TMK m. 32/II, 107/II, 131, 201, 207,
210; TTK m. 757).

2) Şirket merkezinin bulunduğu yerdeki asliye ticaret mahkemesinin yetkili olduğu haller
(TTK m. 207, 273/2, 343, 356/2, 399/4, 405/1, 406, 412, 438/2, 454/2, 597).
3) Miras hukukundaki bazı çekişmesiz yargı işleri için miras bırakanın yerleşim yeri
mahkemesi kesin yetkilidir (TMK m. 589, 596, 609/IV).

Çekişmesiz yargıda hangi yargılama usulü uygulanır?

Çekişmesiz yargı işlerinde, niteliğine uygun düştüğü ölçüde, basit yargılama usulü uygulanır
(m. 385/1). Bazı çekişmesiz yargı işleri ile ilgili kanun hükümlerinde, o işlerde uygulanacak
yargılama usulüne ilişkin özel hükümler (Örneğin vesayet işlerinde TMK m. 396-491) vardır.
Bu halde, öncelikle o özel hükümler uygulanır, orada özel hüküm bulunmayan hallerde ise,
‘’niteliğine uygun düştüğü ölçüde’’ basit yargılama usulü uygulanır. Bu usul her halükarda
mahkemelerce görülen çekişmesiz yargı işlerinde uygulanır. Eğer bir çekişmesiz yargı işi
mahkeme dışında bir organa bırakılmışsa o iş aynı zamanda mahkemelerce de görülebilmekte
olsa dahi, mahkeme dışı organın basit yargılama usulünü uygulaması söz konusu olmaz.
Örneğin, aynı zamanda noterler tarafından da gerçekleştirilebilen mirasçılık belgesi düzenleme,
mahkemece yapılırken basit yargılama usulüne tabi olduğu halde noterler bu işler için Noterlik
Kanunu’nda öngörülen prosedürü uygularlar.

Çekişmesiz yargı işlerinde yargılama nasıl başlar? Duruşma yapılması zorunlu mudur?
Dosya üzerinden karar verilebilir mi?

Takibi talebe bağlı çekişmesiz yargı işlerinde mahkemeye başvurulması dilekçe ile olur. Basit
yargılama usulünde başvuru dilekçeleri Yönetmelik m. 198’de belirlenen formun doldurulması
suretiyle de verilebileceği için, bunun çekişmesiz yargıda da uygulanması yararlı olur. İstisna
olarak bazı çekişmesiz yargı işlerinde mahkemeye başvuru, sözlü beyanla da yapılabilir (Örnek
TMK m. 309/II, 609/I). Sözlü beyanlar hakim tarafından tutanağa yazdırılır.

Bazı çekişmesiz yargı işleri için, duruşma yapılmayacağı ve dosya üzerinde karar verileceği
açıkça belirtilmiştir. TMK m. 138/I; TTK m. 33/3, 34/2, 392/4 412, 1278/3; TBK m. 542/II,
III. Fakat bu hallerde mahkemenin varsa ilgililerin yazılı görüşünü alması gerekir. Duruşma
yapılmayacağı ve dosya üzerinde karar verileceği açıkça belirtilmemiş olan çekişmesiz yargı
işlerinde de, sulh hukuk mahkemesi kural olarak, ilgilileri duruşmaya davet etmeden, dosya
üzerinden karar verir. Fakat Yargıtay hukuki dinlenilme hakkının bir gereği olarak duruşma
yapılması gerektiği görüşündedir. Bazı çekişmesiz yargı işlerinde, ilgililerin duruşmaya
çağrılması gerektiği açıkça öngörülmüştür. TMK m. 437/III, 488; TTK m. 1281, 1282. Bundan
başka sulh hukuk mahkemesi, gerekli görürse duruşma yapılmasına karar verebilir. Örneğin,
velayet ile ilgili taleplerin duruşmalı olarak incelenmesi gerekir. Çekişmesiz yargıda, ön
inceleme ile tahkikat duruşmasının birlikte yapılması gerekir.

Çekişmesiz yargı işleri bakımından talep gerekir mi? Re’sen takip edilen çekişmesiz yargı
işleri var mıdır?

Çekişmesiz yargı işlerinin büyük bir bölümü takibi talebe bağlı işlerdir. TMK m. 12, 27, 44,
124, 128, 131, 132, 138, 164, 188, 195, 210, 211, 255, 265, 353, 428, 461, 540, 553, 598, 609,
614, 615, 640, 880. TTK m. 111, 273, 282, 310, 343, 651, 657, 849, 1034, 1184, 1278, 1280,
1281, 1431. TBK m. 44, 107, 108, 111, 123, 187, 224, 226, 403, 474, 534, 542.

Re’sen takip edilen çekişmesiz yargı işlerinde, özel kişilerin ve resmi kuruluşların başvuru,
uyarı ve ihbarları, sadece mahkemenin harekete geçmesi için önemli olup, mahkemenin
harekete geçmesi için şart değildir. Mahkeme bu başvurular üzerine harekete geçmek zorunda
değildir. Ancak başvurular önemli çünkü mahkeme re’sen harekete geçmesini gerektiren
durumları (örneğin bir kişiye vasi tayin edilmesi gerektiğini) kendiliğinden öğrenme imkanına
sahip değildir. Bu nedenle bazı kanun hükümlerinde bu gibi çekişmesiz yargı işleri hakkında
resmi makamlar ve özel kişiler için bir bildirim yükümlülüğü öngörülmüştür. TMK m. 404/II,
407/II, 432/I, 595/I, 620/II, III.

Çekişmesiz yargıda dosyanın işlemden kaldırılması söz konusu olabilir mi?

Re’sen takip edilen çekişmesiz yargı işlerinde, talep eden kişi olmadığından, hakimin
dinlenmesine karar verdiği ilgili gelmese dahi, dosyanın işlemden kaldırılmasına karar
verilemez.

Çekişmesiz yargıda kendiliğinden (re’sen) araştırma ilkesi mi yoksa taraflarca hazırlama


ilkesi mi uygulanır?

Çekişmeli yargıda, taraflarca hazırlama ilkesi geçerlidir; kendiliğinden araştırma ilkesi


istisnadır. Buna karşılık, çekişmesiz yargı işlerinde aksine bir hüküm bulunmadıkça
kendiliğinden araştırma ilkesi geçerlidir (m. 385/2). Örneğin, doğum tarihinin düzeltilmesine
ilişkin taleplerde hakim, ilgililerin sunduğu delillerle bağlı olmayıp, kendiliğinden araştırma
yapabilir.

Atalı: ‘’aksine hüküm bulunmadıkça’’ re’sen araştırma ilkesinin uygulanacağı düzenleme


sorunludur. Bu düzenlemede re’sen araştırma ilkesinin kural olduğu açıkça öngörülen hallerde
ise taraflarca hazırla ilkesinin uygulanacağı sonucu çıkmaktadır. Oysa asıl olan taraflarca
hazırlama ilkesi olup, re’sen araştırma ilkesi istisnadır. Bu nedenle söz konusu düzenlemeyi
‘’çekişmesiz yargı işlerinde niteliğine uygun düştüğü ölçüde, re’sen araştırma ilkesi geçerlidir’’
şeklinde anlamak gerekir.

Çekişmesiz yargıda müdahale mümkün müdür?

Çekişmesiz yargıda fer’i müdahale mümkün değildir. Buna karşılık, asli müdahale
mümkündür. Bu halde, çekişmesiz yargı işi, çekişmesiz yargıdan çıkar, çekişmeli yargıya girer.
Çekişmesiz yargı işleri adli tatilde de görülür.

Çekişmesiz yargı işlerinde verilen kararlara karşı istinafa başvurulabilir mi?

Çekişmesiz yargı işlerinde verilen kararlara karşı hukuki yararı bulunan ilgililer, özel kanuni
düzenlemeler saklı kalmak kaydıyla, kararın öğrenilmesinden itibaren iki hafta içinde, bu
Kanun hükümleri dairesinde istinaf yoluna başvurabilirler (m. 387). Özel kanun hükümlerinde
kesin olduğu yazılı olan çekişmesiz yargı kararlarına karşı istinaf yoluna başvurulamaz.
Örneğin, TMK m. 138/I; TTK m. 268/3, 310/2 son cümle, 412 son cümle, 1310/4 son cümle.

Çekişmesiz yargı işlerinde verilen kararlara karşı kimler istinaf kanun yoluna
başvurabilir? Başvurabilen kişiler bakımından çekişmeli yargı ile aralarında bir fark var
mıdır?

Hem maddi hem de şekli anlamda ilgililer hukuki yararı bulunmak koşulu ile istinaf yoluna
başvurabilmektedir. Çekişmesiz yargı işi ilk derece mahkemesinde görüldüğü sırada, başvuru
sahibinin ‘’ilgili’’ olarak göstermediği, dolayısıyla da ilk derece yargılamasına o zamana kadar
hiç katılmamış olan bir kişi, verilen nihai karardan hukuki durumu etkilenmek (hukuki yararı
bulunmak) kaydıyla istinaf kanun yoluna müracaat etmek imkanına sahiptir.

Bundan başka, vesayet işleri hakkındaki sulh hukuk mahkemesi kararlarına karşı asliye hukuk
mahkemesine itiraz edilebilir. Bu hallerde sulh hukuk mahkemesinin kararına karşı doğrudan
istinaf yoluna başvurulamaz. Bundan başka, TMK m. 463’daki hallerde sulh hukuk
mahkemesinin kararı alındıktan sonra asliye hukuk mahkemesinin de izni gereklidir. Bu
hallerde de doğrudan istinaf yoluna başvurulamaz; asliye hukuk mahkemesinin kararına karşı,
istinaf yoluna başvurulabilir.

İstinaf mahkemesinin çekişmesiz yargı işlerinde verdiği kararlar kesindir; temyiz edilemez.
İstisna: Velayete, soybağına ve kısıtlamaya ilişkin sulh hukuk mahkemesi kararları temyiz
edilebilir; hatta temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılması istenebilir. Yine doğrudan
doğruya iflas talebi üzerine asliye ticaret mahkemesince verilen karara karşı gidilen istinaftan
sonra temyiz yoluna da başvurulabilmektedir.

Çekişmesiz yargıdan çıkıp çekişmeli yargı alanına girmesi halinde, çekişmeli yargıda verilecek
karara karşı, şartları varsa hem istinaf hem de temyiz yoluna başvurulabilir.

Çekişmesiz yargıda istinafa başvurma ile çekişmeli yargıda istinafa başvurma arasında
sürenin başlangıcı bakımından bir farklılık var mıdır?

Çekişmesiz yargıda verilen kararlara karşı kararın öğrenilmesinden itibaren iki hafta içinde
istinaf kanun yoluna gitmek mümkündür. Çekişmeli yargıda süreler ‘’tebliğ’’ veya ‘’tefhim’’
ile başlarken burada sürenin başlangıcı kararın öğrenilmesinden itibaren başlamaktadır.
Öğrenmenin ne zaman gerçekleştiğini ispat herhangi bir şekil şartına bağlanamaz. Bunun daha
önceki bir tarihte gerçekleştiğini iddia edenler, bunu her türlü delil ile ispat edebilir. Bununla
birlikte, ilk derece mahkemesi kararının kendilerine tebliğ veya tefhim edildiği şekli anlamda
ilgililer bakımından da tebliğ tarihinin esas alınması gerekir.

Çekişmesiz yargıda inşai tesirden bahsedilebilir mi?

Kanunda açıkça düzenlenmemiş olmakla birlikte, çekişmesiz yargı işinde verilen nihai karar,
niteliği gereği inşai tesir doğuruyorsa, yani ilgililerin hukuki durumunda maddi hukuk
açısından değişiklik meydana getiriyorsa, artık buna dokunulamaz. Örneğin gaiplik nedeniyle
evliliğin feshi istenir ve talep kabul edilirse, talepte bulunan eş, medeni hukuk bakımından evli
olmaktan çıkar. Sadece şekli veya maddi ilgililere değil, herkese karşı ileri sürülebilen bir karar
olması, maddi hukuk durumunu değiştirmiş olması itibariyle bu kararın ortadan
kaldırılabilmesi ancak yargılamanın iadesi yoluyla mümkün olabilmelidir. Doğrudan doğruya
iflas yolunda iflasa karar verilmesi gibi, diğer bütün inşai tesir meydana getiren çekişmesiz
yargı kararları için de aynı durum söylenebilir.

Çekişmesiz yargı kararları maddi anlamda kesin hüküm teşkil eder mi?

Çekişmesiz yargı kararları maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmez (m. 388). Hakimin
gerekçesini göstermek suretiyle çekişmesiz yargı kararını iptal etme, değiştirme ve düzeltme
yetkilerinin bulunmaktadır. Çekişmesiz yargıda verilen kararlar, şekli bakımdan kesinleşmeye
elverişli oldukları halde maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmez. Çünkü çekişmesiz yargı
kararları, kararı veren mahkemece, kararın sonradan haksız görülmesi veya kararın
verilmesinden sonra meydana gelen değişiklikler nedeniyle her zaman değiştirilebilir.

Ancak bir çekişmesiz yargı işinin, çekişmesiz yargıdan çıkıp çekişmeli yargı alanına girmesi
halinde, çekişmeli yargıda verilen karar, maddi anamda kesin hüküm teşkil eder.

Çekişmesiz yargıda verilen kararlara karşı yargılamanın yenilenmesi yoluna gidilebilir


mi?

Çekişmesiz yargıda verilen kararlar, maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmediğinden bu
kararlara karşı yargılamanın iadesi yoluna başvurmaya gerek yoktur. Çünkü m. 375’teki
sebeplerden birinin varlığı halinde, çekişmesiz yargıda verilen kararın sonradan haksız
görülmesi veya sonradan meydana gelen değişiklikler nedeniyle, değiştirilmesini her zaman
istemek mümkündür.

Çekişmesiz yargıda ihtiyati tedbir kararı verilebilir mi?

İhtiyatı tedbirin şartlarını düzenleyen HMK m. 389/1 hükmü niteliğine uygun düştüğü ölçüde
çekişmesiz yargı işlerinde de uygulanır (m. 389/2). Bazı çekişmesiz yargı işleri, ihtiyati tedbir
niteliğinde geçici hukuki korumalardır. Örneğin, TMK m. 346-348, 420; TTK m. 765.

KANUN YOLLARI

Kanun yolunun amaçları nelerdir?

Kanun yolu, davanın taraflarına tanınan bir hukuki yoldur. Bununla yanlış olan kararların (veya
yanlış olduğu iddia edilen kararların) tekrar incelenmesi ve değiştirilmesi sağlanır. Kanun
yolları, hukuki güvenliğe, içtihat birliğine, hukukun yeknesak uygulanmasının sağlanmasına,
yargılamanın kalitesinin artırılmasına ve adaletin gerçekleşmesine hizmet etmektedir.

Hukuki başvuru yolu ile kanun yolu arasında ne gibi farklılıklar vardır?

Genel anlamı ile bir hakkın elde edilmesi ve yerine getirilmesini, işlem veya kararı
denetlenmesini, değiştirilmesini sağlamaya yönelik imkanlar hukuki başvuru yolu olarak ifade
edilmektedir. Dava açma, takip yapma birer hukuki başvuru yoludur. Hukuki başvuru hukuki
çare olarak da ifade edilmektedir. Geniş anlamda hukuki çare, tüm kararlara karşı başvuru
yolunu kapsarken; dar anlamda hukuki çare, kanun yolu dışında kalan tüm başvuru yolları
olarak kabul edilebilir.

Kanun yolunun aktarıcı etkisi ve erteleyici etkisi ne demektir?

Erteleyici etki, nihai karar aleyhine kanun yoluna başvurulması halinde hükmün şekli anlamda
kesinleşmesinin önlenmesidir.

Aktarıcı etki ise, kanun yolu incelemesinin bir üst mahkeme tarafından yapılmasıdır. Medeni
usul hukukunda asıl olan kanun yolunun aktarıcı etkiye sahip olmasıdır.

Kanun yolu çeşitleri nelerdir?

Normal (Olağan) Kanun Yolları: Olağan (normal) kanun yolu, henüz kesinleşmemiş olan
nihai kararlar için tanınmış bir yoldur. Bir karara karşı olağan kanun yoluna başvurulursa, o
kararın kesinleşmesi önlenmiş olur. HUMK döneminde olağan kanun yolları temyiz ve karar
düzeltme idi. Ancak HMK’na göre olağan kanun yolları istinaf ve temyizdir.

Olağanüstü Kanun Yolu: Kesinleşmiş hükümlere karşı tanınmış olan kanun yoluna,
olağanüstü kanun yolu denir. Bu halde hüküm normal kanun yollarından geçerek veya süresi
içinde olağan kanun yoluna başvurulmadığı için kesinleşmiştir. Fakat bazı ağır yargılama
hataları yapılarak verilmiş olan yanlış hükümlerin kaldırılmasını veya değiştirilmesini
sağlamak için olağanüstü bir kanun yolu kabul edilmiştir. Buna yargılamanın iadesi denir.

Bölge Adliye Mahkemelerinin göreve başlaması ile birlikte kanun yollarına başvuru
zamansal olarak nasıl uygulanacaktır?

HMK geçici m.2/2’ye göre, ‘’Bu kanunun, senetle ispat, istinaf ve temyiz ile temyizde
duruşma yapılmasına ilişkin parasal sınırlarla ilgili hükümleri Kanunun yürürlüğe girmesinden
önceki tarihte açılmış olan dava ve işlerde uygulanmaz’’.

HMK geçici madde 3: istinaf mahkemeleri yürürlüğe girmesinden önce açılan davalarda
HUMK hükümleri uygulanacaktır. Buna göre temyiz ve karar düzeltme geçerli olacaktır. Bu
tarihten sonra ise istinaf ve temyiz kanun yolu geçerli olacaktır. Burada önemli olan karar
anıdır.

Diğer kanunlarda doğrudan temyize veya Yargıtay’a başvurulacağı belirtilen durumlarda, bu


ifadelerden dolayı istinafa değil, doğrudan temyize başvurulacağı hususu bir tereddüt
oluşturabilmektedir. HMK m. 341/5, bu tereddüdü ortadan kaldırmıştır. Buna göre, ‘’İlk derece
mahkemelerinin diğer kanunlarda temyiz edilebileceği veya haklarında Yargıtay’a
başvurulabileceği belirtilmiş olup da bölge adliye mahkemelerinin görev alanına giren dava ve
işlere ilişkin nihai kararlarına karşı, bölge adliye mahkemelerine başvurulabilir’’. Bu
düzenlemeye göre, diğer tüm kanunlarda genel olarak kanun yolu ifadesi yerine, temyize veya
Yargıtay’a başvuru şeklinde ifade edilen tüm durumlarda, verilen kararlara karşı şartları varsa
önce istinaf yoluna, daha sonra temyiz yoluna başvurulacaktır.

Kanun yolundan feragat edilebilir mi? Henüz dosya istinaf mahkemesine veya Yargıtay’a
gönderilmeden feragat edilirse bu konuda hangi mahkemenin karar vermesi gerekir?

HMK m. 349’a göre, taraflar ilamın kendilerine tebliğinden önce istinaf yoluna başvurmaktan
feragat edemezler. Kanun yoluna başvurma hakkı doğmadan önce taraflardan birinin kanun
yoluna başvurma hakkından feragat etmesi geçerli değildir. Buna karşılık bir taraf, kanun
yoluna başvurma hakkı doğduktan sonra başvuru süresi içinde veya başvurduktan sonra bu
haktan feragat edebilir. Henüz kanun yoluna başvurulmamışsa hükmü veren mahkemeye
verilen bir dilekçe ile kanun yolundan feragat edilebilir. Eğer istinaf yoluna başvurudan sonra
feragat edilirse dosya istinaf mahkemesine gönderilmez; kararı veren ilk derece mahkemesi
doğrudan istinaf başvurusunun reddine karar verir (m. 349/2).

Dosya istinaf mahkemesine gönderildikte sonra, ancak henüz karara bağlanmadan istinaf
başvurusundan feragat edilmişse başvuru istinaf mahkemesince feragat nedeniyle reddedilir
(m. 349/2).

Kanun yoluna başvurmuş olan vekil de vekaletnamesinde özel bir yetki bulunmasa bile kanun
yolu başvurusundan feragat edebilir.
İstinaf yoluna başvurudan feragate ilişkin söylenenler temyiz yoluna başvurudan feragat için de
geçerlidir. Kararın tebliğinden sonra, taraflar bu haklarını süresinde kullanmayarak veya açıkça
vazgeçerek başvuru dahi yapmadan haklarından feragat edebilirler. Ancak temyiz yoluna
başvurulmuş ve bu arada feragat söz konusu olmuşsa; bu durumda eğer dosya henüz
Yargıtay’a gönderilmemişse kararı veren mahkeme feragat sebebiyle doğrudan başvurunun
reddine karar verir (m. 366/nın atfıyla m. 349/2, c. 1). Eğer dosya Yargıtay’a gönderilmiş, fakat
karara bağlanmadan feragat ortaya çıkmışsa, (özekes’e göre) temyiz başvurusunun feragat
sebebiyle reddine Yargıtay tarafından karar verilebilmesi gerekir.

Kanun yoluna başvurulmuş olması kararın icrasına etki eder mi?

Kanun yoluna başvuru kural olarak hükmün icrasını (satıştan başka) durdurmaz. Ancak İİK m.
36’a göre icranın durdurulmasını istemek mümkündür. Bununla birlikte, nafaka kararları
hakkında icranın durdurulması istenemez.

Kişiler ve aile hukukuna ilişkin haklarla ilgili, taşınmaz mal ve taşınmazın aynına ilişkin
haklarla ilgili kararlar kesinleşmedikçe icra edilemez (m. 350/2, 367/2).

İstinafta, istinaf başvurusunda icrası tartışıla karar, ilk derece mahkemesi kararı iken temyizde
icrası tartışılan karar kural olarak bölge adliye mahkemesinin kararır.

Kanun yolunda yatırılan teminatın iadesine kim karar verecektir?

İstinaf başvurusunun haklı görülmesi halinde teminatın iadesine bölge adliye mahkemesi karar
verirken hükmün Yargıtay’ca bozulması halinde, bozmanın mahiyetine göre teminatın geri
verilip verilmeyeceğine mahkemece kesin olarak karar verilecektir (İİK m. 36/5).

Kanun yolunun konusu nedir?

Kanun yolunun konusu, bu yola başvuran tarafın incelenmesini istediği mahkemenin esasa
ilişkin nihai kararları (hükümleri) ile usule ilişkin nihai kararlarıdır. Buna karşılık ara kararlara
karşı kanun yoluna başvuru söz konusu değildir.

Mahkemelerin nihai kararları dışında ihtiyati tedbir ve ihtiyati hacze ilişkin geçici hukuki
koruma kararlarına karşı da kanun yoluna başvurulabilmektedir. Ancak burada, sadece istinaf
yoluna başvurulması kabul edilmiş, temyize başvuru kabul edilmemiştir (m. 341/1, 391/3,
394/5; İİK m. 258/3, 265/5).

ALEYHE BOZMA VE ALEYHE KARAR VERME YASAĞI

* Aleyhe bozma yasağı yerine, aleyhe hüküm verme yasağı veya daha aleyhe değiştirme yasağı
ifadeleri de kullanılabilir.

Aleyhe bozma yasağı ne demektir?

Kanun yolu incelemesini yapan mahkemenin, bir önceki derecede verilmiş bulunan kararı,
mevcut halinden, kanun yoluna başvuran tarafın daha aleyhine olarak bozmaması,
kaldırmaması veya değiştirmemesidir. Taraflardan birisi kanun yoluna başvurursa inceleme
sadece onun lehine ve ileri sürdüğü sebeplerle sınırlı olarak yapılır. Bu inceleme sonunda
kanun yoluna başvuran tarafın aleyhine karar verilecek veya bozulacak hususlar tespit edilse
bile, hüküm onun aleyhine bozulamaz. Bu aynı zamanda hukuki güvenliğin de bir gereğidir.

Aleyhe hüküm verme yasağı ne demektir?

Taraflardan sadece birinin kararı temyiz etmiş olması halinde, Yargıtay’ın temyiz eden lehine
verdiği bozma kararına uyan istinaf mahkemesi veya ilk derece mahkemesi de artık temyiz
eden tarafın, önceki (bozulan) karara oranla aleyhine olan bir hüküm veremez. Buna da aleyhe
hüküm verme yasağı denir. Bu, usuli kazanılmış hak müessesesi ile yakından ilgilidir (4.HD,
5.3.2015, 14824/2604). Eğer kanun yolu mahkemesince verilen kararın hüküm fıkrası, kanun
yolu mahkemesinin ‘’talepten daha azına’’ veya ‘’talepten daha azı anlamına gelen bir başka
şeye’’ karar vermesi suretiyle, kanun yoluna başvurmuş olan tarafın hukuki durumunu
kötüleştirmişse, aleyhe hüküm vermenin gerçekleştiğinin kabulü gerekir.

Aleyhe bozma yasağının kaynağı nedir? HMK’da bu yasağa ilişkin düzenleme var mıdır?

Aleyhe bozma yasağı taleple bağlılık ilkesine dayandırılmaktadır. HMK’da aleyhe bozma
yasağına ilişkin açık düzenleme yoktur. Ancak Türk hukukunda aleyhe bozma yasağı doktrinde
tereddütsüz kabul edilmektedir. Taleple bağlılık ilkesinin geçerli olduğu bir sistemde, kanun
yoluna başvuran taraf lehine olarak önceki derecede yer alan mahkemenin hükmetmiş olduğu
kısım, kanun yolu mahkemesinin vereceği karar bakımından alt sınırı oluşturmaktadır. Ancak
ilk derecede dava tamamen aleyhe ise kanun yolunda bu taraf bakımından aleyhe bozma yasağı
olmaz.

Aleyhe bozma yasağının doğrudan doğruya, yargısal temel haklara dayandırılması mümkün
değildir. Bu çerçevede akla gelebilecek hukuk devleti, adalete erişim, etkin hukuki himaye gibi
temel haklardan hiçbiri söz konusu yasağın dayanağını teşkil etmez.

Aleyhe hüküm verme yasağı ise tasarruf ve taleple bağlılık ilkeleriyle bağlantılı olan ama son
tahlilde anayasal hukuk devleti ilkesinin bir yansıması olan ‘’güvenin korunması’’ esasına
dayanmaktadır.

Yargıtay, aleyhe bozma yasağını usuli müktesep hakka dayandırmakta ise de bu doğru değildir.
Öncelikle aleyhe bozmanın ortaya çıkması için sadece taraflardan birinin hükmü temyiz etmesi
aranmaktayken, usuli müktesep hak için bu gerekli değildir.

Her iki tarafın kanun yoluna başvurması halinde aleyhe bozma yasağı söz konusu olur
mu?

Aleyhe bozma yasağından bahsedebilmek için temel şart, taraflardan sadece birisinin kanun
yoluna başvurmuş olmasıdır. Her iki tarafın kanun yoluna başvurması halinde aleyhe bozma
yasağı söz konusu olmaz. Her iki tarafın kanun yoluna başvurması halinde, bir taraf aleyhine
kararın bozulması, kaldırılması ve değiştirilmesi, diğer taraf için talep etmediği bir şeyin
(talebinden fazlasının) kendisine verildiği anlamına gelmez. Katılma yoluyla kanun yoluna
başvurulması halinde de yasak söz konusu olmaz.

Aleyhe bozma yasağının kapsamı nedir?


Aleyhe hüküm verme yasağı öncelikle kanun yolunda esas veya usul bakımından ayrı bir karar
verilmesi durumunda söz konusu olacaktır. Aleyhe hüküm verme yasağının kapsamının
belirlenmesi bakımından esas alınması gereken, kararın kesin hüküm oluşturmaya elverişli
bulunan kısmıdır. Bu kısım öncelikle hüküm fıkrasına karşı gelmektedir. Gerekçenin de bu
bağlamda önem arz ettiği özel durumlar vardır. Gerekçe kesin hüküm teşkil etmez. ancak
bazen gerekçe nihai kararın sınırlarının belirlenmesi ve hükmün anlaşılabilmesi bakımından
önem taşır.

Hangi durumlarda aleyhe bozma yasağı söz konusu olmaz?

* Her iki tarafın kanun yoluna başvurması halinde

* Katılma yolu ile kanun yoluna başvurulması halinde

* Kanun yoluna başvurulmasaydı, ilgili tarafın mevcut karara dayanarak sahip olamayacağı
avantajlar, yasağın korumasına girmez.

* kanun yoluna başvuru dışında da herhangi bir mahkeme tarafından, başvuru olmaksızın
re’sen ortadan kaldırılabilecek durumlar, yasak kapsamına girmez.

* İstinaf dilekçesinde hiçbir istinaf sebebi gösterilmemişse aleyhe bozma yasağından söz
edilemez. Bu halde mahkemenin kendiliğinden değerlendirme yapması taleple bağlılık ilkesine
uygun düşmez.

* Kanun yoluna başvurulmasaydı bile kesin hüküm oluşmayan, yeniden mahkeme önüne
getirilmesi mümkün olan durumlarda aleyhe bozma yasağı söz konusu olmaz.

* Re’sen araştırma ilkesinin kamu düzeni sebebiyle taleple bağlılık ilkesini kaldırdığı veya
sınırladığı durumlarda aleyhe bozma yasağı uygulanmaz. Aile hukuku, soybağı, velayet,
vesayet, dermekler, vakıflar ve sosyal güvenliğe ilişkin davalarda re’sen araştırma ilkesi
uygulanır.

* Talepten başka şeye karar verilebileceği hallerde. Örneğin TBK m. 227 alıcının sözleşmeden
dönme hakkını kullanması halinde durum bunu haklı göstermiyorsa hakim, satılanın
onarılmasına veya satış bedelinin indirilmesine karar verebilir. Yine TBK m. 58’e göre, kişilik
haklarının zarar görmesinden dolayı açılan manevi tazminat davasında hakim, bu tazminatın
ödenmesi yerine, diğer bir giderim biçimi kararlaştırabilir veya bu tazminata ekleyebilir;
özellikle saldırıyı kınayan bir karar verebilir ve bu kararın yayımlanmasına hükmedebilir.

* Boşanma davalarında, kamu düzeni ve çocuğun menfaatlerinin korunması çerçevesinde


aleyhe bozmaya izin verilmekte; boşanmanın mali sonuçları bakımından (örneğin nafaka)
aleyhe bozma yasağı geçerli olmaktadır.

* Davayı ilk derecede tamamen kaybetmiş olan tarafın kanun yoluna müracaat etmesi halinde
aleyhe bozma yasağının onun açısından düşünülmesi mümkün değildir.

* Hakimin re’sen hareket etmek zorunda olduğu dava şartları ve hukuki sebepler bakımından
yasak geçerli değildir.
* Yargılama giderleri, özellikle harçlar kamu düzeni ile ilgili olduğundan aleyhe bozma –
hüküm verme yasağı söz konusu olmaz.

* Para cezaları kamu düzenine ilişkin olduğundan ve taleple bağlılık ilkesiyle de bir ilgileri
bulunmadığından aleyhe bozma yasağı kapsamına girmez.

* Anayasa Mahkemesinin iptal kararları usuli kazanılmış hakkın ve aleyhe bozma yasağının
istisnasını oluşturur. Bu nedenle sonradan çıkan iptal kararı henüz mahkemede veya
Yargıtay’da olan bütün davalara uygulanır.

Aleyhe hüküm verme yasağının sağladığı korumadan vazgeçmek mümkün müdür?

Aleyhe hüküm verme yasağı doğrudan doğruya, lehine olan tarafın menfaatini koruma işlevine
sahip olup, kamu yararı bakımından bir öneme sahip değildir. Bu nedenle sadece kendisi kanun
yoluna başvuran tarafın, gerçekte böyle olma ihtimali düşük olmakla birlikte aleyhe hüküm
verme yasağından vazgeçmesi mümkündür. Ancak her ne kadar taraf, aleyhe bozma yasağının
kendisine sağladığı korumadan vazgeçebilirse de, bu doğrultuda açık bir irade mevcut
olmadıkça aleyhe bozma yasağı, kanun yolu mahkemesi tarafından re’sen gözetilmelidir.

Aleyhe hüküm verme yasağı kanun yolu mahkemesi tarafından dosyanın önceki
mahkemeye gönderilmesi halinde mümkün müdür?

Hakim görüşe göre, aleyhe hüküm verme yasağı, önceki derecede verilmiş bulunan kararın
kanun yolu incelemesi üzerine bozulması veya kaldırılması üzerine dosyanın tekrar kendisine
döndüğü önceki derecedeki mahkemede de geçerlidir.

Dava türleri bakımından aleyhe bozma yasağı nasıl uygulanacaktır?

Eda davaları bakımından: önceki derecenin davacısının tek başına kanun yoluna başvurması
halinde, davalının vermek ve yapmak şeklindeki yükümlülüğünü kaldırması veya
sınırlandırması; katlanmak ve yapmamak şeklindeki yükümlülüğünü ise sınırlandırması,
kısaltması veya duruma göre tamamen kaldırması şeklinde ortaya çıkar.

Tespit davaları bakımından: bir hukuki ilişkinin mevcut olup olmadığının veya bir belgenin
sahte olup olmadığının tespitine ilişkin tespit davasında ilk derece mahkemesinin kararı ya tam
olarak kabul edilir ya da tam olarak reddedilir. Böyle bir durumda davalıya ilk derecede hiçbir
şey verilmediğine göre kanun yolunda onun durumunun kötüleşmesi ve dolayısıyla aleyhe
bozma yasağı söz konusu olmaz.

İnşai davalar bakımından: ikili ayrım yapmak gerekir. Hakimin takdir hakkının bulunmadığı
hallerde verilen inşai kararlarda; hakimin yapacağı iş esas itibariyle sadece kanunun öngördüğü
sonucu kendisinin varlığına bağladığı koşulların (vakıaların) somut olayda gerçekleşip
gerçekleşmediğini tespit etmekten ibarettir. Örneğin, bir tüzel kişiliğin feshinde veya gaiplik
nedeniyle evliliğin feshinde böyle bir durum vardır. Bu koşullarda kanun yolu incelemesi
açısından aleyhe bozma yasağı söz konusu olmaz. Buna karşılık bazı inşai davalarda hakime
takdir yetkisi verilmiştir. Bu ihtimalde hakim davayı tamamen reddetmek veya tamamen kabul
etmek yanında, talep çerçevesinde olmak üzere başka türlü karar ihtimalleri için de yetkilidir.
Örneğin tenkis davasında; ayrıca hal ve şartların değişmesi sebebiyle nafaka miktarının
artırılması veya azaltılması veya nafaka yükümlülüğünün tamamen kaldırılmasını hedefleyen
değişiklik davasında ilk derece mahkemesinin davacının talebini kısmen kabul etmesi halinde,
kanun yoluna başvurmakta hem davacının hem de davalının hukuki yararı mevcut olup aleyhe
bozma yasağı bu durumda söz konusu olabilir.

Çekişmesiz yargıda aleyhe bozma yasağı olur mu?

Hakimin re’sen hareket etmesinin küçüğün, zayıfın veya üçüncü kişinin menfaatinin korunması
amacıyla kabul edildiği çekişmesiz yargı işlerinde aleyhe bozma yasağı uygulanmaz. Zira bu
işler bakımından taleple bağlılık ilkesi geçerli değildir. Kanun yoluna tek bir ilgilinin
başvurmuş olması halinde dahi aleyhe hüküm verme mümkündür. Çekişmesiz yargı işleri için
sadece istinaf kanun yolu açık olduğundan ve temyize başvurulamadığından dolayı burada
aleyhe bozmadan değil, aleyhe hüküm vermeden söz edilir.

KANUN YOLUNDA USULİ KAZANILMIŞ (MÜKTESEP) HAK

Usuli müktesep hak nedir?

Bir davada mahkemenin veya tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine
doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakka, usuli müktesep hak denir.

Usuli müktesep hakkın dayanağı nedir? Nerede düzenlenmiştir?

Kanunda açıkça düzenlenmemiştir. Yargıtay kararları ile kabul edilmiş bir kurumdur.

Usuli müktesep hak hangi durumda ortaya çıkabilir?

Usuli müktesep hak çeşitli şekillerde ortaya çıkabilir. Bunlardan en önemlisi Yargıtay’ın
bozma kararı ile ortaya çıkandır. Usuli müktesep hak yerel mahkemenin Yargıtay’ın bozma
kararına uyması ile doğar. Burada iki tür usule ilişkin kazanılmış hak doğar. Bunlardan biri,
Yargıtay’ın bozma kararına yerel mahkemece (alt derece mahkemesince) uyulması ile bozma
kapsamı doğrultusunda inceleme yapma zorunluluğudur; ikincisi ise, bozma kapsamı dışında
kalan hususlar hakkında yerel mahkemece (alt derece mahkemesince) inceleme yapılamaması
ve karar verilememesidir. Uyulan bozma kararında bazı hukuki ve fiili sebepler yanlış bile olsa
artık bunlar yeniden incelenemez. Mahkeme ve Yargıtay da usuli müktesep hak ile bağlıdır.
Bozma kararı dışında kalan hususlar kesinleşir. Ancak bu kesinleşme kesin hüküm anlamında
değildir. Çünkü usuli müktesep hakka rağmen yargılama devam etmektedir. Bu nedenle usuli
müktesep hakkın istisnalarından birinin bulunması durumunda mahkeme kesin hükmün aksine
tekrar inceleme yapabilir ve yeni bir karar verebilir.

Usuli müktesep hakkın istisnaları nelerdir?

* Yeni bir içtihadı birleştirme kararı

* Görev

* Yeni bir kanun

* Yeni Anayasa Mahkemesi kararı

* Maddi hatanın bulunması


* Hak düşürücü sürenin geçmiş olması

* Davada re’sen göz önünde tutulması gereken hususlara aykırılık

* Kamu düzenine aykırılık

Maddi hatanın bulunması meselesi: Bir davada somut uyuşmazlığa kanun hükmünün yanlış
uygulanması, yanlış Kanunun somut uyuşmazlığa uygulanması veya uygulanması gereken
kanunun uygulanmamış olması ağır bir yargılama hatasıdır. Böyle bir durumda Yargıtay’ın
bozma kararına uyulması ile bozma kararı lehine olan taraf yararına usuli müktesep hakkın
doğması mümkün değildir.

Davada re’sen göz önünde tutulması gereken hususlara aykırılık: HGK bir kararında, süresi
içinde görevli mahkemeye başvurulmadığı için davanın açılmamış sayılacağının kamu
düzenine ilişkin ve mahkemece re’sen dikkate alınması gereken bir husus olduğu, buna
aykırılığın usuli müktesep hak doğurmadığını ifade etmiştir. Başka kararında taraf teşkilinin
mahkemece re’sen dikkate alınması gereken hususlardan olduğunu usuli kazanılmış hak
olmayacağını belirtmiştir.

İSTİNAF

Hangi kararlara karşı istinaf kanun yoluna başvurulabilir?

* İlk derece mahkemelerinin esasa veya usule ilişkin nihai kararlarına karşı

* İhtiyati tedbir ve ihtiyati haciz şeklindeki geçici hukuki koruma kararlarında, taleplerin reddi
ve kabulü halinde, itiraz üzerine verilen kararlara karşı

* Manevi tazminat davalarında verilen karara karşı miktar ve değere bakılmaksızın

* Malvarlığına ilişkin davalarda istinaf sınırını (miktarını) geçen kararlara karşı

Malvarlığı dışındaki, şahıs varlığına ilişkin davalarda miktar ve değere bakılmaksızın

* Çekişmesiz yargı kararlarına karşı

* Özel kanun hükümleri gereğince istinaf edilebilecek kararlara karşı istinafa başvurulabilir.
Örneğin, İş mahkemeleri Kanunu m. 8; İİK m. 363 gibi hükümler ayrıca dikkate alınmalıdır.
Bu tür hükümlerde miktar ve değer bakımından ayrıca düzenleme yapıldığında genel hükümler
uygulanmaz.

Hangi kararlara karşı istinaf yoluna başvurulamaz?

I- İstinaf Sınırını Geçmeyen Kararlar İstinaf Edilemez

II- Özel Kanun Hükümleri Gereğince İstinaf Edilemeyen Kararlar

Bazı özel kanun hükümlerinde, o kanun ile ilgili mahkeme kararlarının kesin olduğu
belirtilmiştir; bu kararlar da istinaf edilemez. Örneğin, tüketici hakem heyeti kararlarına karşı
yapılan itiraz üzerine tüketici mahkemesini vereceği karar kesindir (Tüketici K. m. 70/5).
Başka örnekler: Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi K. m. 9/3, 15, 16, 17/5; Esnaf ve Küçük
Sanatkarlar Meslek Kuruluşları Kanunu m. 49; Kadastro K. m. 4/XI; Çiftçi Mallarının
Korunması Hakkında K. m. 26/son.

III- Delil Tespiti ve Adli Yardım

Delil tespiti kararı, delil tespitine itirazın kabulüne veya reddine ilişkin kararlar istinaf
edilemez. Adli yardım talebinin reddi (Kuru’ya göre kabulü de) kararına itiraz üzerine verilen
karar kesindir (m. 337/2); istinaf edilemez.

IV- Ara Kararları İstinaf Edilemez

İlk derece mahkemelerinin ara kararları tek başına istinaf edilemez; ancak esas hüküm (nihai
karar) ile birlikte istinaf edilebilir. Örneğin, görev veya yetki itirazının reddine ilişkin karar,
davaların birleştirilmesi, davaların ayrılması, ilk itirazın reddi kararı, hakimin reddi talebinin
geri çevrilmesi kararı, iflas davasında verilen depo kararı birer ara karar olduğundan ancak
nihai kararla birlikte istinaf edilebilir.

V- Yazı ve Hesap Hataları

Yazı veya hesap hatası gibi yargılama yapılmasına ihtiyaç duyulmayan, denetim gerektirmeyen
maddi hataların ilk derece mahkemesince de düzeltilebilmesi sebebiyle istinaf konusu
yapılması söz konusu olmaz.

HMK’da istinaf sebepleri düzenlenmiş midir? Hangi sebeplerle istinafa başvurulabilir?

HMK’nda istinaf sebepleri tek tek sayılmamıştır. Bununla birlikte m. 371’de bozma sebepleri
düzenlenmiştir. Bu sebepler aynı zamanda birer istinaf sebebi teşkil eder. Hukukun yanlış
uygulanması, taraflar arasındaki sözleşmenin yanlış uygulanması, karara etki eden yargılama
hatası veya eksikliklerin bulunması, dava şartları, delillerin kanuni sebep olmaksızın kabul
edilmemesi birer istinaf sebebidir. İstinaf sebepleri temyiz sebepleri ile sınırlı değildir. Temyiz
incelemesinin kapsamı dışında kalan, özellikle vakıaların tespit ve değerlendirilmesindeki
yanlışlık ve eksiklikler de istinaf sebebidir.

Maddi vakıaların doğru tespit edilip edilmediği bir istinaf sebebidir. Bu çerçevede ispatla da
yakın ilişki içinde, özellikle bir talebi hukuken haklı kılan kanunun aradığı koşul vakıalara
denk düşen somut vakıaların incelenip incelenmediği ve bunların doğru tespit edilip edilmediği
önemlidir. Tarafların dayandıkları ve mahkemenin incelediği vakıalar, talep ve hüküm
bakımından araştırılması gereken vakıalar mıdır? Tespit edilen vakıalar uyuşmazlığın
çözümünde gerekli ve etkili midir? Araştırılması gereken vakıalar doğru ve gerçek midir?
Burada esasen medeni usul hukuku çerçevesinde gerçekliktir. Yani medeni usul hukukunun
gereklerinin yerine getirilip getirilmediğine örneğin, senetle ispatlanması gerekiyor ispatlanmış
mı bakılır.

Usul hukukuna dayanan istinaf sebeplerini mutlak istinaf sebebi ve nisbi istinaf sebebi olarak
ayırmak mümkündür. Mutlak istinaf sebeplerinde bunların hükmü etkileyip etkilemediği ayrıca
araştırılmaz; etkilediği varsayılır. Örneğin, dava şartları, görev, taraf veya dava ehliyeti gibi
genel dava şartları veya özel dava şartlarındaki yanlışlık, kararın da yanlış olmasına neden olur.
Nelerin mutlak istinaf sebebi olduğunu tespit ederken, m. 371 ile m. 353/1-a bendi yardımcı
olur. Ayrıca bireysel başvurunun konusu sayılacak hususlar da bu kapsama girer. Nisbi istinaf
sebebinde ise hata veya eksikliğin yargılamayı etkileyip etkilemediğine bakılır; eğer
etkilememişse istinaf sebebi sayılmaz. Örneğin, birden fazla bilirkişi raporu birbirinden
farklılık olsa ve bunlar arasındaki çelişki giderilmeden ve makul bir gerekçe de ortaya
konulmadan karar verilmesi nisbi istinaf sebebidir.

İstinafta delil ileri sürülmesi mümkün müdür?

Sınırlı da olsa yeni delil ileri sürülmesi söz konusudur (m. 357/3).

Bölge adliye mahkemesi gösterilen istinaf sebepleri ile bağlı olarak mı istinaf incelemesi
yapabilir?

Kamu Düzenine Aykırılık: Mutlak istinaf sebebi olup, istinaf mahkemesi tarafından
kendiliğinden incelenir; bu nedenle istinaf dilekçesine kamu düzenine aykırı bir istinaf sebebini
(dava şartına aykırılık, görevsizlik) ileri sürmesine gerek yoktur. İlk derece mahkemesi
kararının gerekçesiz olması, kararı veren ilk derece mahkemesinin kanuna uygun şekilde
teşekkül etmemiş olması mutlak istinaf sebebidir.

Maddi vakıalar bakımından istinaf sebepleri ile bağlılık söz konusudur.

Hukuka aykırılık bakımından ise bir ayrım yapmak gerekir. eğer ilk derece mahkemesince
maddi hukukun yanlış uygulanması söz konusu ise hakimin hukuku kendiliğinden uygulaması
kuralı gereğince, bu konu bir istinaf sebebi yapılmasa veya yanlış gösterilse de BAM
kendiliğinden değerlendirme yapar; istinaf sebepleri ile bağlılık burada söz konusu olmaz.
Yargılama kurallarının uygulanması bakımından hukuka aykırılıkta ise, mutlak istinaf sebepleri
kamu düzeninden olduğundan istinaf sebepleri belirtilmese bile istinaf sebebi ile bağlılık söz
konusu olmaz. Buna karşılık nisbi istinaf sebeplerinin istinaf dilekçesinde gösterilmesi gerekir.
Bunlar kamu düzenine aykırı olmayan istinaf sebepleridir.

Kamu Düzenine Aykırı Olmayan İstinaf Sebepleri: Kamu düzenine aykırı olmayan istinaf
sebeplerinin istinaf dilekçesinde gösterilmesi gerekir (m. 342/2-e); gösterilmemiş ise, istinaf
mahkemesi tarafından kendiliğinden dikkate alınamaz. Çünkü istinaf incelemesi, istinaf
dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılır (m. 355, c.1). Örnekler: ilk derece
mahkemesinin vakıaları ve delilleri yanlış değerlendirmiş olması, hukukun veya taraflar
arasındaki sözleşmenin yanlış uygulanmış olması (m. 371/a kıyasen), taraflardan birinin
davasını ispat için dayandığı delillerin kanuni bir sebep olmaksızın kabul edilmemesi, (m.
371/c kıyasen) karara etki eden yargılama hatası veya eksiklikleri bulunması (m. 371/ç
kıyasen).

Kimler istinaf yoluna başvurabilir?

İstinaf yoluna sadece davanın tarafları ya da çekişmesiz yargı işinin ilgilileri başvurabilir.
Üçüncü kişiler istinaf yoluna başvuramaz. Bir tarafın vekili, vekaletnamesinde istinaf için özel
bir yetki bulunmasa bile hükmü istinaf edebilir.

Kanun yoluna ancak davanın tarafları başvurabilir. Yokluğunda karar verilmiş olan taraf da bu
karara karşı kanun yoluna başvurabilir.
Üçüncü kişiler, kanun yoluna başvuramaz. Fakat bir davada davanın tarafı olmayan üçüncü kişi
hakkında da karar verilmişse, üçüncü kişi o karara karşı kanun yoluna başvurabilir.

Bir tarafın vekili, vekaletnamesinde kanun yoluna başvurma yetkisi bulunmasa bile kanun
yoluna başvurabilir. Mahkeme kararı vekile tebliğ edilmiş olsa bile, vekalet veren, o karara
karşı kendi imzası ile kanun yoluna başvurabilir.

Cumhuriyet savcısı, kendi açtığı veya başkalarının açtığı fakat hazır bulunak zorunda olduğu
hukuk davaları hakkında verilen kararlara karşı kanun yoluna başvurabilir.

Asli müdahil kanun yoluna başvurabilir. Fer’i müdahil ise, tek başına değil; ancak lehine
katıldığı taraf ile birlikte kanun yoluna başvurabilir. Fakat HMK m. 68 hükmüne aykırı olarak,
taraf olmadığı halde fer’i müdahil hakkında da karar verilmişse, fer’i müdahil tek başına kanun
yoluna başvurabilir.

İhtiyari dava arkadaşlığında ve şekli bakımdan mecburi dava arkadaşlığında dava


arkadaşlarından her biri, tek başına kanun yoluna başvurabilir. Buna karşılık maddi bakımdan
mecburi dava arkadaşlığında hep birlikte kanun yoluna başvurulabilir.

Karar lehine olan tarafın istinaf yoluna başvurması mümkün müdür?

Kanun yoluna başvurma hakkı olan tarafın aleyhine kanun yoluna başvurduğu kararın
kaldırılması veya değiştirilmesinde korunmaya değer hukuki yararının bulunması gerekir.
Davacı, kural olarak lehine olan bir hükme karşı kanun yoluna başvuramaz. Davalı da, davanın
reddine ilişkin hükme karşı kanun yoluna başvuramaz. Ancak davada haklı çıkmış olan taraf da
hukuki yararı bulunmak şartıyla kanun yoluna başvurabilir (m. 361/2). Örneğin, davanın
kısmen kabulüne ve kısmen reddine karar verilmesi. Ayrıca karar lehine olmakla birlikte
gerekçe bakımından istinafa başvurmakta hukuki yarar bulunabilir. Bu çerçevede karar şeklen
lehine görünse de kararın gerekçesi ya da içeriği tarafın aleyhine ise ya da kararın icrası veya
kesin hüküm bakımından tarafın hukuki durumunu olumsuz etkileyecek unsurlar mevcutsa
şeklen karar lehine olan tarafın istinafa başvurmada hukuki yararı vardır.

Yetkili istinaf mahkemesi hangisidir? Bu yetkinin niteliği nedir? Bu konuda yetki


sözleşmesi yapılabilir mi?

İstinaf edilen kararı vermiş olan ilk derece mahkemesinin yargı çevresinde bulunduğu istinaf
mahkemesidir. Bu yetki kesin yetkidir. Bu nedenle yetkisiz istinaf mahkemesi yetkisiz
olduğunu kendiliğinden dikkate alır ve dosyanın yetkili mahkemeye gönderilmesine duruşma
yapmadan kesin olarak karar verir (m. 353/1-a). Bölge adliye mahkemeleri için yetki
sözleşmesi yapılamaz (m. 357/2).

İSTİNAF SÜRESİ

Süre tutum dilekçesi ne demektir? Hukuki bir dayanağı var mıdır?

Uygulamada ortaya çıkan bir kurumdur. Kanun yoluna başvuruda sürenin kaçırılmaması için
gerekçesiz olarak verilen bir dilekçedir. HGK bir kararında süre tutum dilekçesi adında bir
müessesenin hukukumuzda olmadığını belirtmiştir. Anayasa mahkemesi ise süre tutum
dilekçesinin hukuki olmadığını kabul etmekle birlikte dilekçeyi kanun yoluna başvuru dilekçesi
olarak kabul etme yoluna gitmektedir. Daha sonra gerekçeli dilekçenin verilmesini kabul
ediyor. Doktrinde Özekes eleştiriyor. Zaten eski hale getirme kurumu var, sürenin kaçırılması
halinde katılma yoluyla istinaf var. Dolayısıyla hak kaybı olmaz.

İstinafa başvuru süresi ne kadardır?

İstinaf yoluna başvuru süresi iki haftadır 14 (m. 345, c. 1). Bu süre, ilamın usulen taraflardan her
birine tebliğiyle işlemeye başlar (m. 345, c. 2). Bu süre, kesin ve hak düşürücü niteliktedir.
Taraflar, anlaşarak istinaf süresini uzatamazlar. Bir nihai karar, istinaf süresi içinde istinaf
edilmezse, şekli anlamda kesinleşir.

İstinafa başvuru süresi bakımından özel kanunlarda hüküm varsa hangi hüküm esas
alınacaktır?

İstinaf yoluna başvuru süresine ilişkin özel kanun hükümleri saklıdır. Örnekler:

1) Ticaret mahkemesinin, iflas ve konkordato hukukuna ilişkin kararlarına karşı istinaf süresi
tebliğ tarihinden itibaren on gündür (İİK m. 164/II, 182/II, 299, 308, 254/IV, 307/II).

2) İş mahkemesi kararlarına karşı istinaf süresi tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren sekiz
gündür (İş Mah. K. m. 8/II).

3) İcra mahkemesi kararlarına karşı istinaf süresi tefhim ve tebliğ tarihinden itibaren on gündür
(İİK m. 363/I, son cümle). Asliye hukuk mahkemesi icra mahkemesi sıfatı ile karar verirse
istinaf süresi on gün; buna karşılık icra hukukuna ilişkin davalarda (itirazın iptali davası,
borçtan kurtulma davası, menfi tespit ve istirdat davası) HMK hükümleri uygulanacağından
istinaf süresi iki haftadır.

4) Hakimin reddine ilişkin kararlara karşı istinaf süresi tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren
bir haftadır (m. 43/2)

Burada tefhimden anlaşılması gereken kısa kararların taraflara tefhimi değil; gerekçeli ve tam
olarak kararın tefhimidir.

İstinaf süresi ne zaman işlemeye başlar? Sürenin tefhimle işlemeye başladığı durumlar
var mıdır?

İstinaf yoluna başvuru süresi iki haftadır. Bu süre, ilamın usulen taraflardan her birine
tebliğiyle işlemeye başlar (m. 345, c. 2). İstinaf süresi her taraf için o tarafa tebliğ edildiği
tarihten itibaren ayrı ayrı başlar. Karar tebliğ edilmeden önce de istinaf yoluna başvurulabilir.
Bir tarafın davayı vekil aracılığıyla takip etmesi halinde ilam vekile, birden fazla vekil varsa
herhangi birine tebliğ edilir ve bu tebliğle birlikte süre işlemeye başlar.

Usulsüz tebligat halinde muhatap, ilam tebliğini hiç öğrenememişse tebligat yapılmamış
sayılır. Muhatap usulsüz tebliği öğrenmişse, öğrenme tarihi ilamın tebliğ tarihi sayılır ve istinaf
süresi bu tarihten itibaren işlemeye başlar.

14
Hakimin iki haftadan fazla süre vermesi ilgiliye bir hak vermez. İki haftadan fazla verilen süre içinde istinafa
başvurulursa süre aşımından dolayı reddedilir. Ancak Anayasa Mahkemesi karşı görüştedir (AYM 9.6.2016,
başvuru Numarası 2014/819, RG, 29.6.2016, Sa. 29757, s. 281-289).
2 istisnai halde istinaf süresi, tefhimle de başlar: İş mahkemesi kararlarına karşı istinaf
süresi tefhim tarihinden itibaren sekiz gündür (İş Mah. K. m. 8/II). İcra mahkemesi kararları
duruşmada taraflara tefhim edilmişse, istinaf süresi tefhim tarihinden itibaren on gündür (İİK
m. 363/I, c. 2).

Adli tatilde görülen davalara ilişkin istinaf süreleri, adli tatilde de işler ve bu süreler hakkında
m. 104 hükmü (bir hafta uzatılmış sayılma) uygulanmaz.

Kural: İstinaf süresi geçtikten sonra istinaf yoluna başvurulamaz. İstisna: İstinaf süresini elde
olmayan bir nedenle kaçırmış olan taraf, eski hale getirme yoluna başvurmak (ve aynı zamanda
hükmü katılma yoluyla istinaf etmek) suretiyle hükmü istinaf edebilir.

İSTİNAF YOLUNA BAŞVURULMASI

İstinaf talebi olmadan dosyanın istinaf mahkemesine gönderilmesi mümkün müdür?


Tarafların sözlü olarak istinafa başvurması söz konusu olabilir mi?

Talep şartı: Taraflardan birinin istinaf talebi olmadıkça, kararı vermiş olan mahkeme dava
dosyasını kendiliğinden istinaf mahkemesine gönderemez. İstinaf mahkemesi de bir nihai karar
hakkında kendiliğinden istinaf incelemesi yapamaz. Taraflar, ilamın kendilerine tebliğinden
önce, istinaf yoluna başvurma hakkından feragat edemez (m. 349/1). Başvuru yapıldıktan sonra
feragat edilirse, dosya bölge adliye mahkemesine gönderilmez ve kararı veren mahkemece
başvurunun reddine karar verilir. Dosya, bölge adliye mahkemesine gönderilmiş ve henüz
karara bağlanmamış ise başvuru feragat nedeniyle reddolunur (m. 349/2).

İstinafa başvuru mutlaka dilekçe ile olur; sözlü olarak istinafa başvurulması geçerli değildir.

İstinaf dilekçesinde yer alması gereken hususlar hangileridir?

Başvuran ile karşı tarafın davadaki sıfatları, adı, soyadı, Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası
ve adresleri; Varsa kanuni temsilci ve vekillerinin adı, soyadı ve adresleri; Kararın hangi
mahkemeden verilmiş olduğu ve tarihi ile sayısı; Kararın başvurana tebliğ edildiği tarih;
Kararın özeti; Başvuru sebepleri ve gerekçesi; Talep sonucu; Başvuranın veya varsa kanuni
temsilci yahut vekilinin imzası (m. 342/2). İstinaf dilekçesi imzasız ise, istinaf talebi hemen
reddedilmemeli, imzanın tamamlattırılması yoluna gidilmelidir.

İstinaf dilekçesi, başvuranın kimliği ve imzasıyla, başvurulan kararı yeteri kadar belli
edecek kayıtları taşıması durumunda diğer hususlar bulunmasa bile reddolunmayıp, 355
inci madde çerçevesinde gerekli inceleme yapılır (m. 342/3) hükmünden ne alışılması
gerekir?

Burada esasen kastedilen eğer diğer unsurlar yoksa, örneğin istinaf sebepleri belirtilmemişse
ilk derece mahkemesi kararı sadece kamu düzenine aykırılık yönünden incelenebilecektir.

İstinaf dilekçesinde istinaf yerine temyiz veya itiraz ifadelerine yer verilmişse bunu istinaf
olarak anlamak mümkün müdür?

Kuru: İstinaf dilekçesinde mutlaka ‘’istinaf’’ kelimesinin kullanılması gerekmez. Kanun


yoluna başvurma iradesini taşımak şartı ile ‘’itiraz’’ ‘’temyiz’’ kelimesi istinaf olarak
yorumlanmalıdır.
Özekes: tarafların dilekçede kanun yolunu yanlış göstermesi halinde, istinaf dilekçesinin
temyiz, temyiz dilekçesinin istinaf dilekçesi olarak nitelendirilip değerlendirilmesi mümkün
değildir. bu şekilde değerlendirme tarafın talebinin dışına çıkmak olur. Ancak mahkemenin
yanlış kanun yolunu kararında göstermesi durumda taraflarda buna göre kanun yoluna yanlış
göstermişlerse, tarafların yanlışlığı değil; mahkemenin yanıltması söz konusu olduğundan
tarafa gerekirse yeniden dilekçe verme imkanı tanınması gerekir

İstinaf dilekçesi nereye verilir?

İstinaf dilekçesi, kararı veren mahkemeye veya (o mahkemeye gönderilmek üzere) başka bir
yer ilk derece mahkemesine verilebilir (m. 343/1, c. 1). Fiziksel ortamda istinaf başvurusu
mesai saatleri içinde yapılır. Elektronik ortamda istinaf başvurusu ise saat 00:00’a kadar
yapılabilir (m. 445/4). Herhangi bir nedenle elektronik ortamda işlem yapılamaması halinde
durum bir tutanakla tespit edilir. Bu durumda istinaf başvuru dilekçesi tutanağın düzenlendiği
tarihte verilmiş sayılır (Yönetmelik m. 208/6).

İstinafa başvurudan herhangi bir harç alınmakta mıdır?

İstinaf yoluna başvuran taraftan başvurma harcı, nispi harca tabi kararlarda, ilk derece
mahkemesince alınmasına karar verilen nispi karar ve ilam harcının dörtte biri peşin alınır.

İstinafa başvuru hangi anda yapılmış sayılır?

İstinaf başvurusu, istinaf dilekçesinin kaydedildiği tarihte yapılmış sayılır (Yönetmelik m.


208/4).

Kararı veren mahkemenin istinaf dilekçesini reddetme yetkisi hangi durumlarda söz
konusu olabilir? Bu karara karşı başvurulabilecek bir yol var mıdır?

İstinaf dilekçesi, kanuni süre geçtikten sonra verilir veya kesin olan bir karara ilişkin olursa
kararı veren mahkeme istinaf dilekçesinin reddine; harç ve giderlerin tam olarak yatırılmaması
halinde ise başvurunun yapılmamış sayılmasına karar verir ve (344 üncü maddeye göre
yatırılan giderden karşılanmak suretiyle) ret kararını kendiliğinden ilgiliye tebliğ eder (m.
346/1). Ret kararı sadece bu sebeplerle sınırlıdır; bunun dışındaki hallerde, kararı veren
mahkemenin istinaf talebini reddetme yetkisi yoktur. Bu ret kararına karşı tebliği tarihinden
itibaren bir hafta içinde istinaf yoluna başvurulabilir. İstinaf yoluna başvurulduğu ve gerekli
giderler de yatırıldığı takdirde dosya, kararı veren mahkemece yetkili bölge adliye
mahkemesine gönderilir. Bölge adliye mahkemesi ilgili dairesi istinaf dilekçesinin reddine
ilişkin kararı yerinde görmezse, ilk istinaf dilekçesine göre gerekli incelemeyi (istinaf
incelemesini) yapar (m. 346/2).

Harç ve giderlerin eksik yatırılması halinde mahkeme başvurana bir haftalık kesin süre verir ve
bu süre içinde eksiklik giderilmezse başvurudan vazgeçmiş sayılacağı bildirilir. Bu süre içinde
eksik harç tamamlanmazsa mahkeme başvurunun yapılmamış sayılmasına karar verir.

İstinaf dilekçesine cevap dilekçesi ne zamana kadar ve nereye verilmelidir?


İstinaf dilekçesi, kararı veren mahkemece karşı tarafa tebliğ olunur (m. 347/1). Karşı taraf,
tebliğden itibaren iki hafta içinde cevap dilekçesini kararı veren mahkemeye veya bu
mahkemeye gönderilmek üzere başka bir yer mahkemesine verebilir (m. 347/2)

Katılma yoluyla istinaf nedir? Karşı tarafın hukuki yararı yoksa bu yola başvurabilir
mi?

İstinaf dilekçesi kendisine tebliğ edilen taraf, başvurma hakkı bulunmasa veya başvuru süresini
geçirmiş olsa bile, vereceği cevap dilekçesi ile istinaf yoluna başvurabilir. İstinaf yoluna asıl
başvuran taraf, buna karşı iki hafta içinde cevap verebilir (m. 348/1). İstinaf yoluna başvuran,
bu talebinden feragat eder veya talebi bölge adliye mahkemesi tarafından esasa girilmeden
reddedilirse, katılma yolu ile başvuranın talebi de reddedilir (m. 348/2). Katılma yolu ile
istinaf, asıl başvuruya bağımlı bir istinaf yoludur. Taraflar istinaf mahkemesindeki uyuşmazlığı
sona erdirirlerse, katılma yolu ile istinaf yoluna başvuru da etkisini kaybeder. Asıl istinaf
yoluna başvuru isteminin esasına girilip inceleme yapılmadan, katılan tarafın istemi hakkında
bir inceleme yapılamaz. Ancak istinaf yoluna başvuran tarafın istemi esasa girildikten sonra
reddedilirse, bu durum katılan tarafın isteminin incelenmesine engel olmaz. Asıl isteminin
kabul edilmeyen bölümü istinaf sınırını geçmediği için hükmü istinaf etme hakkı bulunmayan
taraf da, diğer tarafın hükmü istinaf etmesi halinde, iki hafta içinde vereceği cevap dilekçesinde
hükmü katılma yolu ile istinaf edebilir. Katılma yoluyla istinafa da asıl taraf iki hafta içinde
cevap verebilir (m. 348/1, c. 2).

Katılma yoluyla istinafta, hukuki yarar ve istinaf sınırı aranmaz. Zira kanunda istinaf başvurma
hakkı bulunmasa bile denilerek bunların aranmayacağı belirtilmiştir (m. 348/1).

İstinaf süresi dolmadan katılma yoluyla istinafa başvurulursa ne olacaktır?

Henüz istinaf başvuru süresi dolmamakla birlikte ayrı bir dilekçe ile katılma yoluyla istinafa
başvurulmuşsa, şeklen bu bir katılma yoluyla istinaf olsa bile esasen bağımsız bir istinaf talebi
olarak değerlendirilmelidir. Çünkü katılma yoluyla istinaf olarak değerlendirilirse ilk istinaf
talebinin esasa girmeden reddi veya bu talepten feragat halinde bu başvurunun da reddi gerekir.
Oysa bağımsız bir talep olarak nitelendirilirse bunlara rağmen talep geçerliliğini korur.

Kısmi istinaf (hükmün bir kısmının istinafa götürülmesi) mümkün müdür?

Bir taraf, aleyhine olan hükmün sadece bir kısmını istinaf edebilir, diğer kısmını ise istinaf
etmeyebilir. Bu halde hükmün istinaf edilmeyen kısmı istinaf süresinin geçmesi ile kesinleşir.
Örneğin, bir taraf, birleştirilen davalardan birine ilişkin bölümünü istinaf edebilir; diğerini ise
istinaf etmeyebilir; hükmün asıl davaya ilişkin bölümünü istinaf edebilir, karşı davaya ilişkin
bölümünü ise istinaf etmeyebilir.

Kötü niyetle istinafa başvurulmasına bağlanan bir sonuç var mıdır?

Kötü niyetle başvuru yapılması halinde, kötü niyetle ve haksız dava açılmasının sonuçlarına
ilişkin 329. maddedeki düzenleme burada da uygulanır (m. 351).

İSTİNAF İNCELEMESİ
İstinaf incelemesi heyetçe mi yapılır? İstinaf mahkemesi kendi yargı çevresindeki bir ilk
derece mahkemesini istinabe edebilir mi?

Bölge adliye mahkemesi hukuk dairesince inceleme, davanın özelliğine göre heyetçe veya
görevlendirilecek bir üye tarafından yapılır (m. 354/1). İnceleme sırasında gereken hâllerde
başka bir bölge adliye mahkemesi veya ilk derece mahkemesi istinabe edilebilir (m. 354/2). Bu
düzenleme ile bu mahkemelerin birden fazla ili kapsayan bir yargı çevresine sahip
olmalarından doğabilecek güçlüklerin kolaylıkla aşılabilmesi amaçlanmıştır. Esasen istinabe
sadece kendi yargı çevresi dışında kalan işlerde mümkünken burada istisna getirilmiş ve istinaf
mahkemesi kendi yargı çevresi içindeki ilk derece mahkemesini de istinabe edebileceği kabul
edilmiştir.

Ön İnceleme (m. 352)

İstinaftaki ön inceleme ile ilk derecedeki ön inceleme kapsam bakımından farklı mıdır?

Her iki ön incelemede de yargılama yapılmasına engel olan, baştan karar verilebilecek ve
esasen tahkikata konu olmaması gereken hususlar söz konusudur. Ancak ilk derecedeki ön
incelemede bunun yanında tahkikatın sağlıklı yürütülmesi için iddia ve savunmalar, deliller
belirlenir; tahkikat için gerekli hazırlıklar yapılır; mümkün olduğunca tarafların sulh teşviki
sağlanır. Oysa istinafta ön incelemede amaç gerçekten istinaf incelemesine konu bir kararın
mevcut olup olmadığı, şeklen yerine getirilecek hususların yerine getirilip getirilmediği gibi
esasa girmeye engel bir durumun varlığını araştırmaktır.

Ön inceleme aşamasında hangi hususlar araştırılır?

İstinaf mahkemesi, ilk önce yetkili olup olmadığını re’sen inceler; çünkü istinaf mahkemesinin
yetkisi kesin yetkidir. Bu nedenle yetkisiz olduğunu kendiliğinden dikkate alır ve dosyanın
yetkili mahkemeye gönderilmesine duruşma yapmadan kesin olarak karar verir (m. 353/1-a).
İstinaf mahkemesi kendisinin yetkili olduğu kanısına varırsa, dosya üzerindeki ön incelemesine
devam eder: İstinaf mahkemesi hukuk dairesince dosya üzerinde yapılacak ön inceleme
sonunda;

- incelemenin başka bir dairece veya bölge adliye mahkemesince yapılması gerektiği,
- kararın kesin olduğu,
- başvurunun süresi içinde yapılmadığı,
- başvuru şartlarının yerine getirilmediği,
- başvuru sebeplerinin veya gerekçesinin hiç gösterilmediği

tespit edilen dosyalar hakkında öncelikle gerekli karar verilir (m. 352, c. 1). Gerekli kararı
sebeplerle bakımından ayrı ayrı ele almak gerekir. Yanlış daireye gönderilen dosya hakkında,
dosyanın ilgili daireye gönderme kararı verilmelidir. Diğer hallerde istinaf talebi mesmu
olmadığı gerekçesiyle usulden reddedilir. Ancak usulden ret sonucu, başvuru sebeplerinin veya
gerekçesinin hiç gösterilmemiş olması hali için geçerli değildir. Çünkü başvuru sebeplerinin
veya gerekçesinin hiç gösterilmemiş olması halinde, istinaf mahkemesi m. 355, c. 2 hükmü
uyarınca sadece kamu düzeni yönünden bir inceleme yapıp gerekli kararı bu incelemenin
sonucuna göre hemen verecektir. İstinaf mahkemesi hukuk dairesi, istinaf incelemesinin aynı
istinaf mahkemesinin başka bir hukuk dairesinin görevine (işbölümüne) girdiği kanısına
varırsa, dava dosyasının o hukuk dairesine gönderilmesine karar verir. Daireler arasında
işbölümü konusunda çıkan uyuşmazlık bölge adliye mahkemesi başkanlar kurulu tarafından
karara bağlanır (5235 s. K. m.35/1-1).

Esastan inceleme

İstinafta hangi yargılama usulü uygulanır?

Aksine hüküm bulunmayan hallerde ilk derece mahkemesinde uygulanan yargılama usulü
istinafta da esas alınacaktır (m. 360). Buna göre istinaftaki özel hükümler ve istinafın kendi
özellikleri dikkate alınarak o yargılama bakımından ilk derece mahkemesinde hangi yargılama
usulü uygulanmışsa (yazılı veya basit), bölge adliye mahkemesinde de aynı yargılama usulüne
ilişkin usul hükümleri uygulanacaktır.

İstinaf kanun yolunun aşamaları nelerdir? Sözlü yargılama aşamasına gerek olmayan
haller var mıdır?

Tahkikat, sözlü yargılama, karar aşamalarıdır. Duruşma yapılmadan karar verilebilecek


hallerde sözlü yargılama aşmasına gerek yoktur. Duruşmalı incelemede sözlü yargılama
gereklidir. Sözlü yargılama sonunda tahkikatın genişletilmesine de karar verilmesi
mümkündür. Ancak sözlü yargılama için ayrı bir gün verilmesi gerekli değildir.

Hukukumuzda hangi istinaf sistemi kabul edilmiştir?

Hukukumuzda dar istinaf sistemi kabul edilmiştir. Dar istinaf sisteminde, ilk derece
mahkemesindeki yargılama, tahkikat ve kararda yanlışlık varsa yargılama gerekmedikçe
tümüyle yenilenmez. Burada yapılması gereken ilk derecede doğru ve hukuka uygun yapılan
işlemlerin ve yargılama faaliyetinin muhafaza edilmesi, bunun dışında eksik veya hatalı
işlemlerin istinafta izin verilen ölçüde yenilenmesidir.

İstinaf incelemesinde yapılamayacak işlemler nelerdir? (m. 357/1)

* talep sonucu değiştirilip genişletilemez,

* İlk derecede ileri sürülmeyen; yeni delile dayanılamaz (usulüne uygun gösterilmesine rağmen
incelenmeden reddedilen veya mücbir sebep nedeniyle gösterilemeyen deliller hariç)

* dava ihbar edilemez;

* yeni vakıalar ileri sürülemez,

* karşı dava açılamaz,

* davaya müdahale talebinde bulunulamaz,

* İlk derece mahkemesinde ileri sürülmeyen iddia ve savunma ıslah edilemez,

* (başka istinaf mahkemelerinde istinaf incelemesi yapılan) davaların birleştirilmesi istenemez


(m. 357/1). Fakat m. 166/1 hükmü saklıdır; yani istinaf mahkemesinin farklı hukuk
dairelerinde istinaf incelemesi yapılmakta olan davalar, aralarında bağlantı varsa
birleştirilebilir.

İstinafta ıslah yoluna başvuru yolunun açılması gerekli midir?

Doktrinde bir görüşe göre (Özekes), Kanunda yer alan ‘’davanın ıslahı…istenemez’’ ifadesini
bir davada bir kez ıslah yoluna başvurulur şeklinde anlamak gerekir. Taraf ilk derecede ıslah
hakkını kullanmamışsa istinafta ıslah yoluna başvurabilmelidir. Buna karşılık ilk derecede
ıslaha başvurmuşsa artık istinafta ıslaha başvurulamaz. Islah yolunun kapalı olması, hem
istinafın ilk derecedeki yanlışlığın düzeltilmesi amacına aykırı olacak hem de gereksiz yere
yeni davaların açılmasına sebep olacaktır. Örneğin, ilk derecede yanlış ve eksik değerlendirme
sonucunda daha az bir miktara karar verilmiş; ancak istinaf aşamasında delillerin yeniden
değerlendirilmesi hatta yeniden bilirkişi ve keşif incelemesi yapılması sonucu miktar artmışsa
ıslah hakkını daha önce kullanmayan tarafa talebini artırmak için imkan tanınmaması hak
arama özgürlüğüne aykırıdır.

İstinafta yeni vakıa ileri sürülememesinin istisnası nedir?

Yeni vakıaların ileri sürülmesi konusunda Kanunda belirtilen tek istisna mahkemenin re’sen
göz önünde tutacağı hususlardır. Bu çerçevede dosyada usulünce yer alan tüm itiraz sebepleri
mahkemece re’sen dikkate alınacak hususlardır. Örneğin, dosyada ödeme belgesi bulunmasına
rağmen, ilk derecede bu husus dikkate alınmamış olsa dahi, istinaf aşamasında dikkate
alınmalıdır. Aynı şekilde re’sen araştırma ilkesinin uygulandığı bir dava veya işte de yeni vakıa
ileri sürülmesi mümkündür. Örneğin, velayete ilişkin konuda ilk derecede belirtilmeyen bir
husus istinafta ileri sürülebilir veya re’sen araştırma ilkesinin uygulandığı çekişmesiz yargı
işlerinde bu mümkündür.

İlk derecede yargılama sırasında mevcut olmakla birlikte tarafın elinde olmayan
sebeplerle bilemediği, bilgi sahibi olmasının kendisinden beklenmediği vakıalar istinafta
ileri sürülebilir mi? İlk derecede mevcut olmamakla birlikte istinaf aşamasında ortaya
çıkan vakıalar istinafta ileri sürülebilir mi?

Bu konu tartışmalıdır. Acaba bu iki durum ilk deredeki yargılamada, yargılamanın ve


tahkikatın ilerleyen aşamalarında ortaya çıksaydı nasıl bir çözüm benimsenmeliydi? Bu iki
durum iddia ve savunmanın genişletilmesi kabul edilerek karşı tarafın açık rızası veya ıslahla
mı ileri sürülmelidir; yoksa tarafa atfedilecek kusur olmadığından bu vakıalar doğrudan
yargılamaya dahil edilebilecek midir? Çünkü karşı tarafın açık rızası veya ıslah gerekiyorsa
kanun yeni vakıa getirilmesine izin vermemektedir. Özekes’e göre bu hususlarda yasak
uygulanmaz; bunlar tarafın iradesi dışında ortaya çıkan hususlar olduğundan istinafta ileri
sürülebilir. Bu sonuca iki dayanak gösterilebilir. İlki, kanunda ilk derecede ileri sürülmeyen
iddia ve savunmalar’’ denilerek ‘’sürülemeyen iddia ve savunmalar’’ dışarıda tutulmuştur.
İkincisi, mücbir sebep nedeniyle ileri sürülemeyen delillerin ileri sürülmesine izin vermektedir.

İlk derecede İİK m. 72’ye göre açılan tespit davası reddedilir ve istinafa başvurulduktan
sonra ödeme yapılırsa istinaf mahkemesi davaya tespit davası olarak mı yoksa istirdat
davası olarak mı bakacaktır?
İİK m. 72/6’ya göre borçlu menfi tespit davası açıp tedbir kararı aldırmaması nedeniyle borcu
ödemek durumunda kalırsa, davaya istirdat davası olarak devam edilecektir. Burada kanun
gereği dava değişimi olduğundan ıslah ya da karşı tarafın rızasına gerek olmaksızın istinafta
dava istirdat davası olarak dikkate alınmalıdır. Ancak ilk derecede görülen menfi tespit
sebepleriyle bağlı kalınmalı, sadece istirdat davasına özel hususların istinafta tartışılmasına
imkan verilmelidir.

İstinafta taraflar duruşmaya gelmezse dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verilebilir


mi?

Taraflar kabul edilebilir bir mazerete dayanarak duruşmaya gelmezse, yeni bir duruşma günü
belirlenerek taraflara bildirilir (m. 358/2). Başvuran mazeretsiz duruşmaya katılmazsa veya
tahkikatla ilgili giderleri süresinde yatırmazsa dosyanın mevcut durumuna göre karar verilir. Şu
kadar ki öngörülen tahkikat yapılmadan karar verilemiyorsa, başvuru reddedilir (m. 358/3).
Yani istinafta dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verilmez duruma göre, dosyanın mevcut
durumuna göre karar verilir ya da başvuru reddedilir.

İstinaf incelemesi mutlaka duruşmalı mı yapılmalıdır? Duruşma yapılmasına gerek


olmayan haller nelerdir?

Usule ilişkin duruşma yapılmasına gerek olmayan haller: Duruşma yapılması gerekmeyen
haller dışında istinaf incelemesi mutlaka duruşmalı yapılmalıdır. Genellikle dosya üzerinden
karar verilmesi mümkün olan ve tarafların dinlenilmesine gerek olmayan hallerde duruşma
yapılmasına gerek görülmemiştir. Duruşma yapılmasına gerek olmayan usule ilişkin hususlar
m. 353/1-a’da 6 bent (ağır usul hataları) halinde sayılmıştır. Aşağıdaki durumlarda bölge adliye
mahkemesi, esası incelemeden kararın kaldırılmasına ve davanın yeniden görülmesi için
dosyanın kararı veren mahkemeye veya kendi yargı çevresinde uygun göreceği başka bir yer
mahkemesine ya da görevli ve yetkili mahkemeye gönderilmesine duruşma yapmadan kesin
olarak karar verir (m. 353/a:

1) Davaya bakması yasak olan hâkimin karar vermiş olması (m. 353/a-1)

2) İleri sürülen haklı ret talebine rağmen reddedilen hâkimin davaya bakmış olması(m. 353/a-
2)

3) Mahkemenin görevli ve yetkili olmasına rağmen görevsizlik veya yetkisizlik kararı vermiş
olması veya mahkemenin görevli ya da yetkili olmamasına rağmen davaya bakmış bulunması
(m. 353/a-3)

4) Diğer dava şartlarına aykırılık bulunması (m. 353/a-4)

5) Mahkemece usule aykırı olarak davanın veya karşı davanın açılmamış sayılmasına,
davaların birleştirilmesine veya ayrılmasına karar verilmiş olması (m. 353/a-5)

6) Mahkemece, tarafların davanın esasıyla ilgili olarak gösterdikleri delillerin hiçbiri


toplanmadan veya gösterilen deliller hiç değerlendirilmeden karar verilmiş olması (m. 353/a-6)
İstinaf mahkemesinin duruşma yapmadan verdiği bu kararlar kesindir; temyiz edilemez.
Esasa ilişkin duruşma yapılmasına gerek olmayan haller (m. 353/1-b üç bent halinde
düzenlenmiştir): esasa ilişkin duruşmasız karar verilecek hallerde, duruşma yapılıp
yapılmayacağı konusunda istinaf mahkemesinin takdir yetkisi oldukça geniştir.

İstinaf Başvurusunun Esastan Reddi: İncelenen mahkeme kararının usul veya esas
yönünden hukuka uygun olduğu anlaşıldığı takdirde başvurunun esastan reddine karar verilir
(m. 353/b-1). Bu ret kararının kesin olup olmamasına göre bir ayrım yapmak gerekir; İstinaf
başvurusunun esastan reddi kararı kesin ise, bu ret kararı, ilk derece mahkemesinin davanın
reddi veya kabulü kararına ilişkin ise, bununla davanın reddine veya kabulüne ilişkin ilk derece
mahkemesi kararı şekli anlamda kesinleşir. İstinaf başvurusunun esastan reddi kararı kesin
değil ise, bu ret kararı, kararın taraflara tebliğinden itibaren bir ay içinde temyiz edilmezse,
davanın reddine veya kabulüne ilişkin ilk derece mahkemesi kararı şekli anlamda kesinleşir.
Temyiz edilirse, davanın reddine veya kabulüne ilişkin ilk derece mahkemesi kararı
kesinleşmez.

İlk Derece Mahkemesi Kararının Düzeltilmesi: İstinaf mahkemesi, yargılamada eksiklik


bulunmamakla beraber, kanunun olaya uygulanmasında hata edilip de yeniden yargılama
yapılmasına ihtiyaç duyulmadığı takdirde veya kararın gerekçesinde hata edilmiş ise duruşma
yapmadan bu hatayı düzelterek yeniden davanın esası hakkında karar verir (m. 353/b-2).

İlk Derece Mahkemesi Kararındaki Eksikliklerin Tamamlanması: Yargılamada bulunan


eksiklikler duruşma yapılmaksızın tamamlanacak nitelikte ise, istinaf mahkemesi bu
eksiklikleri tamamladıktan sonra, duruşma yapmadan yeniden davanın esası hakkında karar
verir (m. 353/b-3). Örneğin dosyada sadece bir belge eksiktir; o belgenin dosyaya sunulması ile
karar verilmesi veya bazı hesap hatalarının düzeltilmesi mümkünse dosya üzerinden o belge
tamamlanarak duruşma yapılmadan karar verilmelidir.

Mahkemece, tarafların davanın esasıyla ilgili olarak gösterdikleri delillerin hiçbiri


toplanmadan veya gösterilen deliller hiç değerlendirilmeden karar verilmiş olmasından
ne anlaşılması gerekmektedir?

Her delilin toplanmaması veya değerlendirilmemesi duruşmasız incelemeyi gerektirmez.


Kanunda hiç ifadesine yer verildiğine göre hiçbir delil toplanmaz veya gösterilen deliller hiç
incelenmezse duruşmasız karar vermek mümkündür. Bununla birlikte ilk derece mahkemesi
delillerin bir kısmını toplamış ve delilleri tam olmasa da kısmen değerlendirmişse inceleme
duruşmalı yapılmak zorundadır.

İstinaf aşamasında geçici hukuki koruma kararı verilebilir mi? Verilebilirse bunlara
karşı kanun yoluna başvurulması halinde ne yapılması gerekir?

İstinaf mahkemesinde yapılamayacak işlemleri düzenleyen m. 357de, ihtiyati tedbir, ihtiyati


haciz ve delil tespiti konularına yer verilmemiştir. İstinaf mahkemesi sadece denetim
mahkemesi değil, hüküm mahkemesi de olduğundan istinaf mahkemesinden ihtiyati tedbir,
ihtiyati haciz ve delil tespiti talep edilebilir ve istinaf mahkemesi bu geçici hukuki korumalara
karar verebilir. Daha önce ilk derece mahkemesinde talep edilmemiş ya da talep edilip kabul
edilmemiş olsa bile, istinaf aşmasında ihtiyati tedbir ya da ihtiyati haciz gibi geçici hukuki
korumaların talep edilmesinin mümkün olduğu doktrinde kabul edilmektedir. Hiç
incelenmemiş veya mücbir sebeple gösterilememiş olan delillerin istinaf aşamasında
incelenmesi söz konusu olduğunda da şartları varsa delil tespiti talep edilebilir. Çünkü bu
deliller ilk defa istinaf aşamasında incelenecek olup incelenme aşaması gelene kadar bir tehlike
söz konusu ise delil tespiti yoluna gidilebilmelidir.

İstinafta geçici hukuki koruma kararı verilmesi kabul edilirse, ihtiyati haciz ve ihtiyati tedbirler
hakkında kanun yoluna başvurulması halinde ne olacağı sorusunu cevaplamak gerekir. Burada
m. 362/1-f bendine bakmak gerekir. bu hükümde geçici hukuki koruma kararlarına karşı
temyizin kapalı olduğu açıkça belirtilmiştir. Ayrıca tedbir talebinin reddi veya kabulü hakkında
başvurulacak kanun yolunu düzenleyen madde 391/3 ve 394/5 hükümleri, kanun yoluna
başvurulması halinde bir inceleme yapılıp kesin olarak karar verileceğini belirtmektedir. Bu
nedenle istinaf aşamasındaki geçici hukuki korumalar bakımından hem denetim hem de
yargılamayı istinaf mahkemesi yapacaktır.

İSTİNAF İNCELEMESİ SONUNDA VERİLECEK KARARLAR

İstinaf mahkemesi kararı hangi hususları içermelidir?

Karar aşağıdaki hususları içerir (m. 359):

* Kararı veren bölge adliye mahkemesi hukuk dairesi ile başkan, üyeler ve zabıt kâtibinin ad ve
soyadları, sicil numaraları
* Tarafların ve davaya ilk derece mahkemesinde müdahil (istinaf mahkemesinde davaya
müdahale edilmez) olarak katılanların kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası,
varsa kanuni temsilci ve vekillerinin adı, soyadı ve adresleri
* Tarafların iddia ve savunmalarının özeti
* İlk derece mahkemesi kararının özeti
* İleri sürülen istinaf sebepleri
* Taraflar arasında uyuşmazlık konusu olan veya olmayan hususlarla bunlara ilişkin delillerin
tartışması, ret ve üstün tutma sebepleri, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve
hukuki sebep
* Hüküm sonucu ile varsa kanun yolu ve süresi
Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her
biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası
altında, açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir (m. 359/2).
* Kararın verildiği tarih, başkan ve üyeler ile zabıt kâtibinin imzaları
* Gerekçeli kararın yazıldığı tarihi (gerekçeli karar sonradan yazılmışsa)
İSTİNAF MAHKEMESİ KARARININ ÇEŞİTLERİ

İstinaf aşamasında davadan feragat, kabul, sulh veya uzlaşma söz konusu olursa ne
şekilde karar verilmesi gerekir?

İstinaf aşamasında davadan feragat, davayı kabul, sulh veya uzlaşma söz konusu olursa ne
şekilde karar verileceğine ilişkin açık düzenleme yoktur. Bu durumda ilk derecedeki gibi karar
vermek gerekir. Bölge adliye mahkemesi ilk derece kararını kaldırarak ‘’karar vermeye yer
olmadığı’’ şeklinde bir karar vermelidir. Oysa temyizde böyle bir durum ortaya çıkarsa
Yargıtay kararı bozarak yeniden karar verilmesi için dosya ilk derece mahkemesine
gönderilmektedir. Ancak bölge adliye mahkemesi aynı zamanda hüküm mahkemesi
olduğundan Yargıtay’dan farklı olarak gerekli kararı verebilir. Bu durum usul ekonomisine de
uygundur.

1) İstinaf Mahkemesinin Usule İlişkin Kararları

Ön incelemede eksiklik bulunması halinde verilen kararlar: İstinaf mahkemesi hukuk


dairesince dosya üzerinde yapılacak ön inceleme sonunda; incelemenin başka bir dairece veya
bölge adliye mahkemesince yapılması gerektiği, kararın kesin olduğu, başvurunun süresi içinde
yapılmadığı, başvuru şartlarının yerine getirilmediği, başvuru sebeplerinin veya gerekçesinin
hiç gösterilmediği tespit edilen dosyalar hakkında öncelikle gerekli karar verilir (m. 352, c. 1);
başvurunun reddine karar verir.

2)İstinaf Mahkemesinin Esasa İlişkin Kararları

İstinaf başvurusunun esastan reddi kararı: İncelenen mahkeme kararının usul veya esas
yönünden hukuka uygun olduğu anlaşıldığı takdirde (maddi hataların düzeltilmesi mümkün ise
gerekli düzeltme yapılarak) başvurunun esastan reddine karar verilir (m. 353/b-1)15. Esastan ret
kararını doğru anlamak gerekir. Başvurunun esastan reddinde aslında davanın esasına
girilmemekte, ilk derece mahkemesi kararı doğru bulunduğundan dava hakkında ayrıca karar
verilmemektedir. Buradan esastan ibaresini şekli hususlarda bir eksiklik olmaması şeklinde
anlamak gerekir. İstinaf başvurusunun esastan reddi kararı temyiz edilebilir (m. 361). Yargıtay
bu kararın bozulmasına karar verirse, istinaf mahkemesi kararını kaldırarak, dava dosyasını
kararı vermiş olan ilk derece mahkemesine gönderir (m. 373/1).

İstinaf başvurusunun kabulü kararı: İstinaf mahkemesi, ilk derece mahkemesi kararını usul
veya esas yönünden hukuka uygun bulmadığı takdirde, istinaf başvurusunun kabulü ile ilk
derece mahkemesi kararının kaldırılmasına karar verir. İlk derece mahkemesi kararı
kaldırıldıktan sonra istinaf mahkemesi, istinaf incelemesi sonucu eksik ya da yanlış bulduğu
hususlarda yeni bir karar verecektir. Vereceği bu karar doğrudan kendisinin yargılama yaparak
vereceği bir karar olabileceği gibi, eğer gerekiyorsa bu kararın verilmesi için başka bir
mahkemeye de gönderebilir. Başvurunun haklı bulunası halinde üç tür karar verilmektedir:

1) ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak gönderme kararı verilmesi: Duruşma


yapılmasına gerek olmayan usule ilişkin hususlar m. 353/1-a’da 6 bent (ağır usul hataları)
halinde sayılmıştır. Bu durumlarda bölge adliye mahkemesi, esası incelemeden kararın
kaldırılmasına ve davanın yeniden görülmesi için dosyanın kararı veren mahkemeye veya
kendi yargı çevresinde uygun göreceği başka bir yer mahkemesine ya da görevli ve yetkili
mahkemeye gönderilmesine duruşma yapmadan kesin olarak karar verir (m. 353/a). Ancak
belirtmek gerekir ki görevsizlik ve yetkisizlik halinde dosyanın görevli mahkemeye
gönderilebilmesi için HMK m. 20 gereğince iki hafta içinde başvuru koşulu arandığından
istinaf mahkemesi dosyayı yetkisiz ve görevsiz mahkemeye göndermesi gerekir. Bunun
dışındaki hallerde ise başka mahkemeye göndermesi mümkündür. Burada kesin olarak karar
15
İstinaf başvurusunun esastan reddine karar veren istinaf mahkemesi, istinaf edenin kötü niyetle istinaf yoluna
başvurduğu kanısına varırsa, istinaf edeni (m. 329 hükmüne göre) disiplin para cezasına ve yargılama giderlerine
mahkum eder (m. 351, 329).
verilmesinden anlaşılması gereken, ilk derece mahkemesinin bununla bağlı olması, direnme
kararı verememesi, ilk derece mahkemesinin bu kararın gereğini yerine getirmesidir.

2) İlk derece mahkemesi kararının kaldırılması ve davanın esası hakkında yeniden


(davanın kısmen veya tamamen kabulüne veya reddine) karar verilmesi: bu kararın
verilebilmesi için işin esasına girilmesi gerekir. bu durumda ilk derece mahkemesi kararı
kaldırılarak yeniden karar verilmektedir. Bu halde bölge adliye mahkemesi ilk derece
mahkemesi yerine geçerek bir karar vermektedir.

3) İlk derece mahkemesi kararının kaldırılarak davanın reddine karar verilmesi: ilk
derece mahkemesi davayı kabul ederse, istinaf mahkemesi esasa ilişkin incelemesinde kararı
doğru bulmazsa, ilk derece mahkemesini kaldırarak davanın reddine karar verir.

Kanun Yolu Değerlendirme Formu Düzenlenmesi

İstinaf mahkemeleri dairelerince yapılan istinaf incelemesi sonucunda ilk derece


mahkemelerinde duruşmaya, karara veya hükme katılan, karar veya hükmü veren hakimler
hakkında kanun yolu değerlendirme formu düzenlenir. Kanun yolu değerlendirme formu;
hükmün hukuka uygunluğu ve isabet derecesi, yargılamanın hedef sürede tamamlanması,
gereksiz masrafa sebebiyet verilmesi, duruşmalara hazırlıklı çıkılması veya hazırlıksız çıkılarak
gecikmelere neden olunması, bilirkişi görevlendirilmesinin hukuka uygun yapılması, yargılama
işlemlerinin usul hükümlerine uygun olarak doğru ve zamanında yapılması, dava konularının
anlayış ve yönlendirilmesi ile gerekçeli kararların ve yazılış, tahlil ve sonuçlandırılmasında
başarı gösterilmesi gibi hususlar dikkate alınarak çok iyi, iyi, orta ve zayıf şeklinde düzenlenir.
Aynı dosyaya ilişkin olarak istinaf kanun yolu incelemesi sonucu düzenlenen değerlendirme
formu ile temyiz incelemesi sonucu düzenlenen değerlendirme formu arasında çelişki
bulunması hâlinde temyiz mercilerince düzenlenen değerlendirme formu esas alınır.
Değerlendirme formu, kararı inceleyen heyetin başkanı tarafından düzenlenir. Hakkında
değerlendirme formu düzenlenenler, formun Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP)’ne
kaydedilmesinden itibaren bir ay içinde gerekçelerini belirtmek suretiyle değerlendirme
formunun yeniden incelenmesini isteyebilir. Yeniden inceleme talebi, başvuru tarihinden
itibaren bir ay içinde incelemeyi yapan daire tarafından oyçokluğuyla karara bağlanır (2802
sayılı Hakimler ve Savcılar K. m. 28).

TEMYİZ

İstinaf ve temyiz kanun yolunu birbirinden ayırıcı özellikler nelerdir?

Temyiz incelemesini, istinaf incelemesinden ayıran temel özellik, temyiz incelemesinin usul
hukuku veya maddi hukuk yönünden incelemeyi gerektirmesi, maddi vakıaların denetimi ile
delil değerlendirmesine girmemesidir. Yargıtay bir hukuki denetim mercii olduğundan, temyiz
yolunda yeni vakıalar ileri sürülemez ve yeni deliller (ve belgeler) ibraz edilemez. Ancak
Yargıtay, davalının cevap ve ikinci cevap dilekçesinde ileri sürmediği ödeme savunmasının
(itiraz niteliğinde olduğu gerekçesiyle) her zaman (Yargıtay’da da )ileri sürülebileceğine karar
vermektedir. Kuru, karşı görüştedir. Temyiz aşamasında, sadece vakıa tespitleri, delillerin
incelenmesi ve değerlendirilmesinde usul hukukuna uygun davranılıp davranılmadığı
yönünden hukuki bir değerlendirme yapılabilir. Bunun dışında, vakıa tespiti, delillerin
değerlendirilmesi, tanık dinlenemez; keşif yapılamaz; bilirkişi raporu alamaz; isticvap yoluna
gidemez.

Yargıtay, sadece hukukun yanlış uygulanmış olup olmadığını incelemekle yetinir. Yargıtay’ın
görevi, olayın belirlenmesini değil, olay belirlenirken izlenen usul kurallarının ve sadece hukuk
kurallarının doğruluğunu denetlemektir. Temyiz talebinin dinlenebilmesi için, temyiz olunan
karar verilirken hukukun yanlış uygulandığını bildirmek gerekli ve yeterlidir. Temyiz edenin,
hangi kanun hükmünün yanlış uygulandığını bildirmesi gerekli değildir. Hukukun yanlış
uygulanıp uygulanmadığını, yanlış uygulanmış ise, hangi kanun hükmünün uygulanması
gerektiğini araştırıp bulmak, Türk hukukunu kendiliğinden uygulamakla yükümlü olan
Yargıtay’ın görevidir.

Yargıtay’ın hukuki denetimini biraz açacak olursak. Uygulanacak hukuk kuralının (kanun,
sözleşme hükmü) hatalı tespit edilmiş olması: örneğin sebepsiz zenginleşme yerine haksız fiil
hükümlerinin uygulanması; sözleşme serbestisine göre tarafların sözleşme yapmasına rağmen
kanun hükmünün esas alınması; açık kanun hükmü olduğu halde örf adet hukukunun esas
alınması; kanunda boşluk olmadığı halde boşluk doldurulması, mülga kanunun uygulanması.

Hukuk kuralının hatalı yorumlanması: örneğin iyiniyet yerine dürüstlük kuralının uygulanması;
açık ve tereddüt oluşturmayacak süreye ilişkin kanunun sözüne rağmen diğer yöntem
uygulanması

Vakıaların hukuki yönden hatalı nitelendirilmesi, takdir hakkının bulunduğu durumlarda, bu


hakkın sınırları içinde kullanılmaması: örneğin cezai şartın faiş olması; dürüstlük kuralına
aykırılık; tazminat.

Hatalı hukuki sonuca varılması: örneğin talepten fazlasına veya talepten başka şeye karar
verilmesi; olayda hukuk kuralının gösterdiği sonuca değil, başka bir sonuca hükmedilmesi.

Temyiz edilebilen kararlar hangileridir?

* Şahıs Varlığı Haklarına İlişkin Davalar: İstinaf mahkemesinin şahıs varlığı haklarına
ilişkin davalar hakkındaki tüm nihai kararları temyiz edilebilir. Çünkü temyiz sınırını
düzenleyen, m. 362/1-a hükmünde, malvarlığı davalarına ilişkin kararlar düzenlenmiş, şahıs
varlığı davaları için bir sınırlama yapılmamıştır. İstisna: Soybağına ilişkin sonuçlar doğuran
davalar hariç olmak üzere, nüfus kayıtlarının düzeltilmesine ilişkin davalarla ilgili kararlar
hakkındaki istinaf mahkemesi kararları temyiz edilemez (m. 36271-d).

* Malvarlığı Haklarına İlişkin Davalar: İstinaf mahkemelerinden verilen malvarlığına ilişkin


davalar hakkındaki nihai kararlara karşı (kural olarak) temyiz yoluna başvurulabilir (m. 361/1).

* Hakem kararlarının iptali talebi üzerine verilen kararlara karşı (hakem kararlarına değil)

Temyiz edilemeyen istinaf mahkemesi kararları hangileridir?

* HMK m. 353/a hükmünde yazılı, istinaf mahkemesinin bazı usule ilişkin kararları temyiz
edilemez.

* Temyiz sınırını geçmeyen malvarlığına ilişkin istinaf mahkemesi kararları: Miktar veya
değeri kırk bin Türk Lirasını (bu tutar dâhil) geçmeyen malvarlığı (taşınır ve taşınmaz mal)
davalarına ilişkin istinaf mahkemesi kararları temyiz edilemez (m. 362/1-a). Alacağın bir
kısmının dava edilmiş olması durumunda, kırk bin Türk Liralık kesinlik sınırı alacağın
tamamına göre belirlenir (m. 362/2, c. 1). Alacağın tamamının dava edilmiş olması hâlinde,
kararda asıl talebinin kabul edilmeyen bölümü kırk bin Türk Lirasını geçmeyen tarafın temyiz
hakkı yoktur (m. 362/2, c. 2). Ancak, karşı taraf temyiz yoluna başvurduğu takdirde, diğer
taraf, temyiz talebi temyiz sınırından az olsa bile, düzenleyeceği cevap dilekçesiyle istinaf
mahkemesi kararını temyiz edebilir (m. 362/2, son cümle).Fakat temyiz yoluna başvuran, bu
talebinden feragat eder veya talebi Yargıtay tarafından esasa girilmeden reddedilirse, katılma
yolu ile başvuranın talebi de reddedilir (m. 366, 348/2). Belirsiz alacak davasında, alacağın bir
kısmının dava edilmesi ve mahkemece bu alacağa ilişkin davanın tümden reddedilmiş olması
halinde davacı yönünden bu karar kesin olmadığından temyiz edilebilir.

* Sulh Hukuk Mahkemesi Kararları: Kira ilişkisinden doğan ve miktar veya değeri
itibarıyla temyiz edilebilen alacak davaları hariç olmak üzere sulh hukuk mahkemesinin
görevine giren (4. maddede belirtilen veya özel kanunlarla görev verilen) davalar temyiz
edilemez. İstisna: Kat Mülkiyeti Kanunundan doğup taşınmazın aynına ilişkin olan davalar
(örneğin, projeye aykırı yapılmış olan bölümlerin yıktırılması – projeye uygun hale getirilmesi
davası) hakkındaki istinaf mahkemesi kararları temyiz edilebilir (m. 362/1-b).

* Yargı Yeri Belirlenmesi Kararları: İstinaf mahkemesinin yargı çevresi içinde bulunan ilk
derece mahkemeleri arasındaki yetki ve görev uyuşmazlıklarını çözmek için verdiği kararlar ile
merci tayinine (yargı yeri belirlenmesine) ilişkin kararlar temyiz edilemez (m. 362/1-c).

* Çekişmesiz Yargı Kararları: İstinaf mahkemesinin çekişmesiz yargı işlerinde verdiği


kararlar temyiz edilemez (m. 362/1-ç).

* Soybağına ilişkin sonuçlar doğuran davalar hariç olmak üzere, nüfus kayıtlarının
düzeltilmesine ilişkin davalarla ilgili kararlar

* Davanın Nakli Kararı: İstinaf mahkemesinin yargı çevresi içindeki ilk derece mahkemeleri
hâkimlerinin davayı görmeye hukuki veya fiilî engellerinin çıkması hâlinde, davanın o yargı
çevresi içindeki başka bir mahkemeye nakline ilişkin kararları temyiz edilemez (m. 362/1-e).

Esas hüküm bakımından temyiz yolu kapalı bulunan dava ve işlerde, bölge adliye mahkemesi
başkan ve üyelerinin reddine ilişkin bölge adliye mahkemesi kararları kesindir (m. 44/1)

* Geçici Hukuki Koruma Kararları: İstinaf mahkemesinin geçici hukuki korumalar


hakkında verdiği kararlar temyiz edilemez (m. 362/1-f). Bu kararlar şunlardır: ihtiyati tedbir
talebinin reddi kararına ilişkin istinaf mahkemesi kararı, ihtiyati tedbire itiraz hakkındaki
istinaf mahkemesi kararı, ihtiyati haciz talebinin reddi kararı hakkındaki istinaf mahkemesi
kararı, ihtiyati haciz kararına itiraz hakkındaki istinaf mahkemesi kararı temyiz edilemez.

* İstinaf Mahkemesinin Ara Kararları: İstinaf mahkemesinin ara kararları tek başına temyiz
edilemez; ancak istinaf mahkemesi kararı ile birlikte temyiz edilebilir.

Temyiz sebepleri nelerdir?

Maddi Hukuka İlişkin Temyiz (Bozma) Sebepleri (m. 371/a)


Maddi hukuka ilişkin temyiz sebepleri, davanın normal olarak bir hüküm ile sonuçlanması hali
içindir. Buna karşılık, davanın feragat, kabul veya sulh ile sonuçlanması üzerine verilen
kararlar, maddi hukuka dayanan sebeplerden dolayı bozulamaz; ancak usul hukukuna dayanan
temyiz (bozma) sebeplerinden dolayı temyiz edilebilir.

1) Maddi Hukukun Yanlış Uygulanması

İstinaf mahkemesinin nihai kararları, ilk olarak istinaf mahkemesinin maddi hukuku (kanunlar,
Anayasa, kanuna aykırı olmayan tüzükler, kanunlara ve tüzüklere aykırı olmayan
yönetmelikler, örf ve adet hukuku – TTK m. 2 gereğince ticari örf ve adetin uygulanması-
buraya dahildir) yanlış uygulamış olması nedeniyle temyiz edilir. Davada yabancı hukukun
uygulanması gerekli iken, yabancı hukukun hiç uygulanmamış veya yanlış uygulanmış olması
da bir temyiz (bozma) sebebidir. Örneğin sebepsiz zenginleşme hükümlerinin uygulanması
gereken bir davada haksız fiil hükümlerinin uygulanması hukuka aykırıdır.

2) Taraflar Arasındaki Sözleşmenin Yanlış Uygulanması

İstinaf mahkemesinin taraflar arasındaki sözleşmeyi yanlış uygulamış olması da temyiz


(bozma) sebebi olarak kabul edilmiştir (m. 371/1-a). Örneğin, ilk derece mahkemesi, taraflar
arasındaki satış sözleşmesini, eser sözleşmesi olarak nitelendirmiştir. İstinaf mahkemesi ilk
derece mahkemesinin kararını hukuka uygun bularak istinaf başvurusunu reddetmiştir. Oysa
satış sözleşmesi hakkındaki hükümlerin uygulanması halinde karar başka türlü olacak idi; o
halde bu husus bir temyiz sebebidir.

Usul Hukukuna İlişkin Bozma Sebepleri

İstinaf mahkemesinin kesin olanlar dışındaki temyiz edilebilen usule ilişkin kararları
hakkındaki temyiz sebepleri ikiye ayrılır; 1) Mutlak temyiz sebepleri, 2) Nispi temyiz
sebepleri.

1) Mutlak Temyiz (Bozma) Sebepleri

a) Dava Şartlarına Aykırılık Bulunması (m. 371/b)

Örneğin, ilk derece mahkemesinin kesin hükme aykırı olan kararı, istinaf mahkemesi
tarafından doğru bulunmuşsa (kesin hüküm dikkate alınmamışsa), ilk derece mahkemesi
görevsiz ise bu husus mutlak bir temyiz sebebidir. Bunun gibi, istinaf mahkemesinin kendi
kararının dava şartlarına aykırı olması da, mutlak temyiz sebebidir. Örneğin, istinaf
incelemesinin yetkisiz istinaf mahkemesi tarafından yapılmış olması gibi.

b) Delillerin Kanuni Sebep Olmaksızın Kabul Edilmemiş Olması (m. 371/c)

Taraflardan birinin davasını ispat için dayandığı delillerin kanuni bir sebep olmaksızın kabul
edilmemiş olması mutlak temyiz sebebidir (m. 371/c). Burada ilk derece mahkemesi
Taraflardan birinin davasını ispat için dayandığı delilleri kanuni bir sebep olmaksızın
reddetmekte ve istinaf mahkemesi de ilk derece mahkemesi kararını doğru bulmaktadır.
Örneğin, senetle ispat zorunluluğunun söz konusu olmadığı bir davada, davacının tanık
dinletme isteğinin ilk derece mahkemesince reddedilmiş ve bu kararın istinaf mahkemesince
hukuka uygun bulunarak istinaf başvurusunun reddedilmiş olması halinde, bu husus mutlak
temyiz sebebidir.

c) Diğer Mutlak Temyiz Sebepleri

İstinaf mahkemesi kararının gerekçesiz olması, kararı veren istinaf mahkemesinin kanuna
uygun olarak teşekkül etmemiş olması, yasaklı hakimin istinaf mahkemesi kararına katılmış
olması, istinaf mahkemesi kararının hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delile dayanması,
hüküm için önemli olan hususlarda istinaf mahkemesi kararı ile iddia veya savunma hakkının
sınırlandırılmış olması birer mutlak temyiz sebebidir.

İlk derece mahkemesinde davanın görülmesi sırasında, taraflardan birince bir usul kuralının
yanlış uygulandığını ispat edecek derecede itiraz edildiği halde, ilk derece mahkemesinin bu
itirazı incelememiş ve istinaf mahkemesinin de bu konuda bir karar vermemiş (veya buna
ilişkin istinaf başvurusunu reddetmiş) olması mutlak temyiz sebebidir. Örneğin, bilirkişiye
yemin verdirilmemiş olması temyiz sebebidir.

Geçerli şüphe nedeniyle hakkında ret istemi öne sürülmüş olup da bu istem kabul olunduğu
halde, istinaf mahkemesi hakiminin hükme katılmış olması, temyiz sebebidir (m. 43/3).

Mutlak temyiz sebeplerinde Yargıtay’ın incelemesi, bu sebeplerin bulunup bulunmadığını


tespit etmekle sınırlıdır. Yargıtay, bu sebeplerden birinin mevcut olduğu sonucuna varırsa
kararı bozar.

2) Nispi Temyiz (Bozma) Sebepleri (m. 371/ç)

Mutlak temyiz sebepleri dışındaki hallerde, istinaf mahkemesinin bir usul hukuku kuralının
yanlış uygulanmış olmasının temyiz sebebi teşkil edebilmesi için, usul hukuku kuralının yanlış
uygulanmasının verilen kararı değiştirebilecek nitelikte olması gerekir. Karara etki eden
yargılama hatası veya eksiklikleri bulunması nispi temyiz sebebidir (m. 371/ç). Buna göre,
nispi temyiz sebeplerinde hukukun yanlış uygulanması ile verilen karar arasında bir illiyet
bağının bulunması gerekir. Örneğin, istinabe konusu işlemin yapılacağı duruşma günü ve saati
taraflara bildirilmeden, tarafların yokluğunda yapılmış olması, istinaf mahkemesinde duruşma
yapılması gerektiği halde duruşmasız istinaf incelemesi yapılmış olması hükmün sonucuna
etkili birer usul yanlışlığı olup, bozma sebebidir. Buna karşılık, istinaf mahkemesinin yapmış
olduğu usul yanlışlığı, istinaf mahkemesi kararını etkilememişse (sonuca etkili değilse) temyiz
sebebi teşkil etmez. Örneğin, davaların birleştirilmesi veya ayrılması kararı tek başına temyiz
sebebi teşkil etmez (m. 168 son cümle).

Temyiz süresi ne kadardır? Bu süre ne zaman işlemeye başlar? Temyiz süresine ilişkin
olarak taraflar aralarında sözleşme yapabilir mi?

Temyiz yoluna başvuru süresi bir aydır. Bu süre, istinaf mahkemesi kararının usulen
taraflardan her birine tebliğiyle işlemeye başlar (m. 361/1). Bu süre, kesin ve hak düşürücü
niteliktedir. Taraflar, anlaşarak temyiz süresini uzatamazlar. İstinaf mahkemesi (veya ilk
derece mahkemesi) kararı temyiz süresi içinde temyiz edilmezse, şekli anlamda kesinleşir.

İstisnalar (temyiz süresinin bir aydan daha kısa olduğu haller):


1) İstinaf mahkemesinin, iflas ve konkordato hukukuna ilişkin kararlarına karşı temyiz süresi
tebliğ tarihinden itibaren on gündür (İİK m. 164/II, 299, 254/IV, 307/II).

2) İstinaf mahkemesinin iş mahkemesi kararlarına ilişkin kararlarına karşı temyiz süresi tebliğ
tarihinden itibaren sekiz gündür (İş Mah. K. m. 8/III).

3) Esas hüküm bakımından temyiz yolu açık bulunan dava ve işlerde, istinaf mahkemesi
başkan ve üyelerinin reddine ilişkin kararlara karşı temyiz süresi tefhim veya tebliğ tarihinden
itibaren bir haftadır (m. 44/2).

İstinaf mahkemesi kararlarına karşı temyiz süresi, istinaf mahkemesi kararının usulen
taraflardan her birine tebliğiyle işlemeye başlar (m. 361/1). Temyiz süresi her taraf için o tarafa
tebliğ edildiği tarihten itibaren ayrı ayrı başlar. Karar tebliğ edilmeden önce de temyiz yoluna
başvurulabilir. Bir tarafın davayı vekil aracılığıyla takip etmesi halinde istinaf mahkemesi
kararı vekile, birden fazla vekil varsa herhangi birine tebliğ edilir ve bu tebliğle birlikte süre
işlemeye başlar. Usulsüz tebligat halinde muhatap, tebliği hiç öğrenememişse tebligat
yapılmamış sayılır. Muhatap usulsüz tebliği öğrenmişse, öğrenme tarihi istinaf mahkemesi
kararının tebliğ tarihi sayılır ve temyiz süresi bu tarihten itibaren işlemeye başlar. Adli tatilde
görülen davalara ilişkin temyiz süreleri, adli tatilde de işler ve bu süreler hakkında m. 104
hükmü (bir hafta uzatılmış sayılma) uygulanmaz.

Temyiz süresi geçtikten sonra temyize başvurulabilecek haller hangileridir?

Kural: Temyiz süresi geçtikten sonra temyiz yoluna başvurulamaz. İki istisna: 1) Temyiz
süresini elde olmayan bir nedenle kaçırmış olan taraf, eski hale getirme yoluna başvurmak (ve
aynı zamanda istinaf mahkemesi kararını temyiz etmek) suretiyle istinaf mahkemesi kararını
temyiz edebilir. 2) Katılma yolu ile temyiz.

Temyiz dilekçesinde yer alması gereken hususlar hangileridir?

Temyiz eden ile karşı tarafın davadaki sıfatları, adı, soyadı, Türkiye Cumhuriyeti kimlik
numarası ve adresleri; Bunların varsa kanuni temsilci ve vekillerinin adı, soyadı ve adresleri;
Temyiz edilen kararın hangi bölge adliye mahkemesi hukuk dairesinden verilmiş olduğu, tarihi
ve sayısı; Yargıtay’ın bozma kararı üzerine, bozmaya uygun olarak ilk derece mahkemesince
verilen yeni kararın veya direnme kararına karşı temyizde direnme kararının, hangi
mahkemeye ait olduğu, tarihi ve sayısı; İlamın temyiz edene tebliğ edildiği tarih; Kararın özeti;
Temyiz sebepleri ve gerekçesi; Duruşma istenmesi hâlinde bu istek; Temyiz edenin veya varsa
kanuni temsilci yahut vekilinin imzası (m. 364/2).Temyiz dilekçesi imzasız ise, temyiz talebi
hemen reddedilmemeli, imzanın tamamlattırılması yoluna gidilmelidir.

Temyiz dilekçesinde eksiklik varsa ne olur?

Temyiz dilekçesi, temyiz edenin kimliği ve imzasıyla, temyiz olunan kararı yeteri kadar belli
edecek kayıtları taşıması durumunda diğer hususlar bulunmasa bile reddolunmayıp, temyiz
incelemesi yapılır (m. 346/3). İstinafta sadece kamu düzeni yönünden kendiliğinden bir
değerlendirme yapılırken; temyizde temyiz sebebiyle bağlılık söz konusu olmadan, hukuki
bakımdan tümüyle kendiliğinden bir değerlendirme yapılmaktadır.

Temyiz dilekçesi nereye verilir?


Temyiz dilekçesi, kural olarak, temyiz olunan kararı veren istinaf mahkemesi hukuk dairesine
(veya temyiz edenin bulunduğu yer istinaf mahkemesi hukuk dairesine) verilebilir (m. 365/1).
Temyiz dilekçesi doğruca Yargıtay’a verilemez. Bozma kararı üzerine dosyanın ilk derece
mahkemesine gönderilmesi halinde ise, temyiz dilekçesi ilk derece mahkemesine verilir.
Fiziksel ortamda temyiz başvurusu mesai saatleri içinde yapılır. Elektronik ortamda temyiz
başvurusu ise saat 00:00’a kadar yapılabilir (m. 445/4). Herhangi bir nedenle elektronik
ortamda işlem yapılamaması halinde durum bir tutanakla tespit edilir ve işlem fiziki ortamda
yapılır. Bu durumda temyiz başvuru dilekçesi tutanağın düzenlendiği tarihte verilmiş sayılır
(Yönetmelik m. 208/6).

Temyize başvuran taraftan harç alınır mı?

Temyiz yoluna başvuran taraftan başvurma harcı, nispi harca tabi kararlarda, ilk derece
mahkemesince alınmasına karar verilen nispi karar ve ilam harcının dörtte biri peşin alınır.

Kararı veren mahkemenin temyiz dilekçesini reddetme yetkisi hangi durumlarda söz
konusu olabilir? Bu karara karşı başvurulabilecek bir yol var mıdır?

Temyiz dilekçesi, kanuni süre geçtikten sonra verilir veya kesin olan bir karara ilişkin olursa
kararı veren mahkeme temyiz dilekçesinin reddine; harç ve giderlerin tam olarak yatırılmaması
halinde ise başvurunun yapılmamış sayılmasına karar verir ve (344 üncü maddeye göre
yatırılan giderden karşılanmak suretiyle) ret kararını kendiliğinden ilgiliye tebliğ eder (m.
346/1 kıyasen). Ret kararı sadece bu sebeplerle sınırlıdır; bunun dışındaki hallerde, kararı veren
mahkemenin temyiz talebini reddetme yetkisi yoktur. Bu ret kararına karşı tebliği tarihinden
itibaren (veya harç için verilen sürenin sonundan itibaren) bir hafta içinde temyiz yoluna
başvurulabilir. Temyiz yoluna başvurulduğu ve gerekli giderler de yatırıldığı takdirde dosya,
kararı veren mahkemece Yargıtay’a gönderilir. Yargıtay temyiz dilekçesinin reddine ilişkin
kararı yerinde görmezse, temyiz dilekçesine göre gerekli incelemeyi (temyiz incelemesini)
yapar (kıyasen m. 344; m. 346/2).

Harç ve giderlerin eksik yatırılması halinde mahkeme başvurana bir haftalık kesin süre verir ve
bu süre içinde eksiklik giderilmezse başvurudan vazgeçmiş sayılacağı bildirilir. Bu süre içinde
eksik harç tamamlanmazsa mahkeme başvurunun yapılmamış sayılmasına karar verir.

Dosya kendisine gönderilen Yargıtay dairesi kendisini görevli görmezse nasıl hareket
edecektir?

Yargıtay Kanunu m. 60 a göre (6723 sayılı kanunla değişik), dosya kendisine gönderilen ilgili
hukuk dairesi işbölümü bakımından kendisini görevli görmezse dosyayı doğrudan Hukuk
İşbölümü İnceleme Kuruluna göndermez; görevli olduğunu düşündüğü daireye gönderir; o
daire de kendisini görevli görmezse, bu durumda Hukuk İşbölümü İnceleme Kuruluna dosya
gönderilir.

Temyizde ön inceleme aşamasında hangi hususlar araştırılır?

Yargıtay hukuk dairesince dosya üzerinde yapılacak ön inceleme sonunda; incelemenin


Yargıtay’ın başka bir dairesince yapılması gerektiği (işbölümüne girmediği), kararın kesin
olduğu (temyize başvurulamadığı), başvurunun süresi içinde yapılmadığı, başvuru şartlarının
yerine getirilmediği incelenir. Dosyanın iş bölümü bakımından yanlış daireye gönderilmesi
halinde temyiz talebi reddedilmemeli, dosya bir ay içinde yapılacak inceleme ile görevli
daireye gönderilmelidir. Fakat diğer hallerde kural olarak temyiz talebi reddedilmelidir. Ancak
temyiz dilekçesi kanunda belirtilen asgari şartları taşıyorsa reddedilmeyip inceleme
yapılmalıdır (m. 364/3).

Yargıtay temyiz sebepleriyle bağlı mıdır?

Yargıtay ilgili daire kurulu ön şartların mevcut olduğu kanısına varırsa, temyiz talebini esastan
incelemeye başlar. Temyiz talebinin esastan incelenmesinde, temyiz olunan karar, yalnız
hukuka uygunluk bakımından inceleme konusu yapılır. Bu inceleme sırasında Yargıtay,
tarafların dilekçelerinde bildirmiş oldukları temyiz sebepleri ve iddia ve savunmaları ile bağlı
değildir; kanunun ve taraflar arasındaki sözleşmenin m. 371/a açık hükmüne aykırı gördüğü
diğer hususları da inceleyebilir (m. 369/1).

Temyiz incelemesinin duruşmalı yapılabileceği haller hangileridir?

Yargıtay temyiz incelemesini kural olarak dosya üzerinde yapar (m. 369/2, c. 1). Ancak bazı
istisna hallerinde taraflardan biri temyiz dilekçesinde veya temyize cevap dilekçesinde
duruşma yapılmasını talep edebilir (m. 369/2, c. 2).

- Tüzel kişiliğin feshine veya genel kurul kararlarının iptaline ilişkin davalar
- Evlenmenin butlanına veya iptaline ilişkin davalar
- Boşanma ve ayrılık davaları
- Velayete, soybağına ve kısıtlamaya ilişkin davalar
- Miktar veya değeri altmışbin Türk Lirasını (duruşma sınırını) aşan alacak ve (taşınır ve
taşınmaz) ayın davaları.
Duruşma sınırı, davanın tamamen kabul veya reddedilmiş olması hali içindir. Buna karşılık,
alacak ve ayın davalarına (malvarlığı haklarına) ilişkin hükümlerde, asıl talebinin kabul
edilmeyen bölümü duruşma sınırını geçmeyen tarafın duruşma isteme hakkı yoktur. Alacağın
bir kısmının dava edilmiş olması durumunda, duruşma sınırı dava edilen miktara göre değil,
alacağın tamamına göre belirlenir (m. 369/3, 362/2).

- Yargıtay, tarafların duruşma istemedikleri veya duruşma isteme haklarının bulunmadığı


hallerde, m. 369/2 hükmü ile bağlı olmaksızın, taraflardan bilgi almak üzere resen de duruşma
yapılmasına karar verebilir (m. 369/4).

Temyiz incelemesine taraflar gelmezse dosya işlemden kaldırılabilir mi?

Yargıtay, bir duruşma günü (ve saati) belli ederek taraflara usulen davetiye gönderir. Bu
duruşma davetiyesinin taraflara tebliği tarihi ile duruşma günü arasında en az iki hafta
bulunması gerekir; taraflar duruşmaya gelmişlerse bu süreye bakılmaz (m. 369, c. 2 ve 3).
Duruşma için belli edilen gün ve saatte taraflar (veya vekilleri) gelmişlerse, (sadece bir taraf
gelmişse o taraf) dinlenir. İki taraf da gelmemişse, Yargıtay temyiz incelemesini dosya
üzerinde duruşmasız yaparak kararını verir (m. 369/5).

TEMYİZ İNCELEMESİ SONUNDA VERİLEN KARAR


Bozma Kararı

Bozma kararı ne zaman verilir?

Yargıtay, esas hakkında yapacağı temyiz incelemesi sonucunda, üç şekilde karar verebilir: 1)
Bozma kararı 2) Onama kararı 3) Düzelterek onama kararı16.

Yargıtay, temyiz sebebini yerinde görürse, istinaf mahkemesinin kararını tamamen veya
kısmen bozar (m. 371/1). Yargıtay, istinaf mahkemesi kararını hukuka uygun bulmazsa, kararı
sadece bozmakla yetinir; yoksa kendisi o davayı bizzat karara bağlayamaz (istisna: düzelterek
onama).

Bozma üzerine dosyanın gönderilmesi bakımından m. 373/1 ile m. 373/2 arasında nasıl
bir fark vardır?

Yargıtay’ın istinaf mahkemesi kararını bozma kararı, istinaf mahkemesinin düzelterek veya
yeniden esas hakkında verdiği kararına ilişkin ise, Yargıtay dava dosyasını istinaf
mahkemesine gönderir (m. 373/2). Buna karşılık, Yargıtay’ın istinaf mahkemesi kararını
bozma kararı, istinaf başvurusunun esastan reddi kararına ilişkin ise Yargıtay, bölge adliye
mahkemesi kararı kaldırılarak dosyayı kararı veren ilk derece mahkemesine veya uygun
görülecek diğer bir ilk derece mahkemesine gönderilir (m. 373/1).

Her iki durum arasındaki fark: m. 373/2 halinde, bölge adliye mahkemesi ilk derece
mahkemesi kararını yanlış bulup yeni bir karar vermiştir. İkincisinde m. 373/1’de ise, bölge
adliye mahkemesi ilk derece mahkemesi kararını doğru bularak istinaf başvurusunu
reddetmiştir.

Yargıtay bozma kararı verince dosyayı hangi mahkemeye gönderecektir?

Yargıtay ilgili dairesinin tamamen veya kısmen bozma kararı, başvurunun bölge adliye
mahkemesi tarafından esastan reddi kararına ilişkin ise bölge adliye mahkemesi kararı
kaldırılarak dosya, kararı veren ilk derece mahkemesine veya uygun görülecek diğer bir ilk
derece mahkemesine gönderilir(m. 373/1). Bunun üzerine, ilk derece mahkemesi,
kendiliğinden tarafları duruşmaya davet eder (m. 373/3 kıyasen). Esasen yetkisizlik ve
görevsizlik halinde yine de kararı veren mahkemeye gönderilmelidir. Ancak mahkemenin
sürekli aynı hatayı yapıyor olması gibi özel durumlarda uygun görülecek başka mahkemeye de
gönderilebilir.

İlk derece mahkemesi Yargıtay’ın bozma kararına uymak zorunda mıdır? Uymak
zorunda olduğu bir durum var mıdır?

İlk derece mahkemesi, Yargıtay’ın bozma kararından sonra yapacağı ilk duruşmada, önce
tarafları dinler (m. 373/3 kıyasen). Ya bozma kararına uyar ya da kendi kararında direnir.
Taraflardan her ikisi de Yargıtay’ın bozma kararına uyulmasını isterse, ilk derece mahkemesi,
kural olarak direnme kararı veremez; bozmaya uymakla yükümlüdür. Bunun dışında ise ilk
derece mahkemesi bozma kararına uyulup uyulmayacağı konusunda tarafların talebi ile bağlı
değildir.

16
Yargıtay kararlarının da tavzihi istenebilir.
Bozmaya Uyma Kararı

ilk derece mahkemesi bozmaya uyma kararından dönebilir mi?

İlk derece mahkemesi, Yargıtay’ın bozma kararını yerinde bulursa, bozmaya uyulmasına karar
verir (m. 373/4). Yargıtay’ın bozma kararına uyulmasına karar veren ilk derece mahkemesi
artık bu uyma kararı ile bağlıdır. Çünkü bozmaya uyma (ara) kararı ile bozma yararına olan
taraf için usule ilişkin (usuli) kazanılmış hak doğmuştur. İlk derece mahkemesi, daha sonra
bozmaya uyma kararından dönemeyeceği gibi, o hakim mahkemeden ayrılır ve yerine başka
hakim gelirse o da bu karardan dönemez; kendisinden önceki hakimin uymuş olduğu bozma
kararı gereğince işlem yapmakla yükümlüdür.

Bozma kararından sonra ilk derece mahkemesinde iddia ve savunmanın değiştirilmesi,


davaya müdahale ve ıslah mümkün müdür?

Bir taraf, bozmadan sonraki yargılama sırasında da karşı tarafın açık muvafakati ile iddiasını
veya savunmasını değiştirebilir veya genişletebilir; bozmadan sonra ilk derece mahkemesinde
davaya müdahale edilmesi de mümkündür. Ancak Yargıtay, bozmadan sonra ilk derece
mahkemesinde ıslah yapılmasını mümkün görmemektedir.

İlk derece mahkemesi bozmaya uygun karar verirse bu karara karşı hangi yola
başvurulabilir?

Bozma kararına uyan ilk derece mahkemesi, yeni bir karar verir. Taraflar ilk derece
mahkemesinin bu yeni kararına karşı istinaf yoluna değil, temyiz süresi içinde doğrudan temyiz
yoluna başvurabilirler (m. 373/4). Kural olarak ilk derece mahkemesi kararlarına karşı
doğrudan temyize gidilemez; önce istinaf yoluna başvurulması gerekir. ancak bu istisnai
durumda doğrudan temyize gidilebilmektedir.

İlk Derece Mahkemesinin Direnme Kararı

İlk derece mahkemesi Yargıtay’ın bozma kararına karşı direnebilir mi?

İlk derece mahkemesi, Yargıtay’ın bozma kararının doğru olmadığı; kendi kararının ve istinaf
mahkemesinin istinaf başvurusunun esastan reddi kararının doğru olduğu kanısında ise kendi
kararında direnebilir (m. 373/5). Direnme kararı iki bölümden oluşur. Birinci bölümde,
mahkeme eski kararında neden dolayı direndiğinin gerekçesini belirtir; ikinci bölümde ise, eski
(bozulmuş olan) kararını tekrar eder.

İlk derece mahkemesinin yeni delile dayanması, gerekçesini değiştirilmesi hallerinde


direnme kararından söz edilebilir mi?

Mahkemenin yeni bir delile dayanarak veya bozmadan esinlenerek araştırma yaparak veya
gerekçesini değiştirerek veya daha önce üzerinde durmadığı bir hususu bozmada işaret olunan
şekilde değerlendirerek karar vermiş olması halinde direnme kararının varlığından söz
edilemez.

İlk derece mahkemesi direnme kararından dönüp, uyma kararı verebilir mi?
İlk derece mahkemesi direnme kararı ile davadan elini çeker, yani davayı yeniden sona
erdirmiş olur (nihai karar). İlk derece mahkemesi, verdiği direnme kararı ile bağlıdır; sonradan
direnme kararının yanlış olduğu kanısına varsa bile, artık direnme kararından dönemez
(hükmünü değiştiremez).

İlk derece mahkemesinin direnme kararına karşı başvurulabilecek bir yol var mıdır?

İlk derece mahkemesinin direnme kararı doğrudan temyiz edilebilir (m. 373/5). Ancak aleyhine
olan ilk derece mahkemesi kararını istinaf etmiş, istinaf talebi istinaf mahkemesi tarafından
esastan reddedilmiş, bu ret kararını temyiz etmiş (ve istinaf mahkemesinin ret kararı lehine
bozulmuş) olan taraf, direnme kararını temyiz edebilir; istinaf mahkemesi kararını temyiz
etmemiş olan taraf direnme kararını da temyiz edemez.

Direnme kararı hakkındaki temyiz incelemesi Yargıtay Hukuk Genel Kurulu tarafından yapılır
(m. 373/5). HGK, direnme kararını doğru bulursa direnme kararını onar. Bu onama kararı ile
ilk derece mahkemesinin direnme kararı kesinleşir.

HGK, Yargıtay’ın bozma kararını doğru bulursa, direnme kararını bozar. HGK’nun bozma
kararının ilk derece mahkemesine gelmesi üzerine, ilk derece mahkemesi, tarafları duruşmaya
davet eder, tarafları (veya vekillerini) dinledikten sonra HGK kararına uygun olarak karar verir.
Çünkü ilk derece mahkemesi, HGK’nun verdiği karara uymak zorundadır (m. 373/7); artık
kararında direnemez.

Direnme kararı verilemeyecek haller hangileridir?

Taraflardan her ikisi de Yargıtay’ın bozma kararına uyulmasını isterse, ilk derece mahkemesi,
kural olarak direnme kararı veremez; bozmaya uymakla yükümlüdür.

İlk derece mahkemesi, bozmaya uyup uymayacağı hakkında bir karar vermeden önce, davadan
feragat, davayı kabul veya sulh söz konusu olursa, artık direnme kararı veremez; feragat, kabul
veya sulh nedeniyle davayı sona erdirici bir karar verir.

Yargıtay kısmi bozma kararı verebilir mi?

Yargıtay, temyiz olunan ilk derece veya istinaf mahkemesi kararının bir kısmını bozabilir;
diğer kısmını ise onayabilir. Böyle bir kısmi bozma kararı, sadece bozulan kısım bakımından
bozma kararı gibi işlem görür. Kısmi onama kararı ise, sadece onanan kısım bakımından
onama kararı gibi işlem görür.

Yargıtay’ın Bozma Kararı Üzerine Dosyanın İstinaf Mahkemesine Gönderilmesi

İstinaf mahkemesinin ilk derece mahkemesi kararına ilişkin olarak düzelterek veya yeniden
esas hakkında verdiği karar, Yargıtay tarafından tamamen veya kısmen bozulduğu takdirde,
dava dosyası kararı veren istinaf mahkemesine (veya uygun göreceği diğer bir istinaf
mahkemesine) gönderilir (m. 373/2). Bölge adliye mahkemesi, (temyiz edenden, 344 üncü
madde uyarınca peşin alınmış olan gideri kullanmak suretiyle), kendiliğinden tarafları
duruşmaya davet eder (m. 373/3). İstinaf mahkemesi, Yargıtay’ın bozma kararından sonra
yapacağı ilk duruşmada, önce tarafları dinler (m. 373/3).Bunun üzerine istinaf mahkemesi,
bozma kararına uyulup uyulmayacağı konusunda bir karar verir (m. 373/3). İstinaf
mahkemesi, Yargıtay’ın bozma kararına uyulmasına karar verirse artık bu uyma kararı ile
bağlıdır; daha sonra bozmaya uyma kararından dönerek, direnme kararı veremez. Çünkü
bozmaya uyma (ara) kararı ile bozma yararına olan taraf için usule ilişkin (usuli) kazanılmış
hak doğmuştur. Yargıtay’ın bozma kararına uyulmasına karar veren istinaf mahkemesi, bunun
üzerine bozma kararı gereğince yargılamaya devam eder. Bozmaya uyma kararından sonra,
taraflara ne diyecekleri sorulur. Yoksa istinaf mahkemesi, hem bozmaya uyup hem de taraflara
ne diyeceklerini sormadan, esas hakkında hüküm veremez. Bozma kararına uyan istinaf
mahkemesi, bozma kararı uyarınca yeni bir karar verir. Taraflar istinaf mahkemesinin bu yeni
kararına karşı tebliğ tarihinden itibaren bir ay içinde temyiz yoluna başvurabilirler (m. 361/1).
Temyiz incelemesi, bozma kararını vermiş olan Yargıtay hukuk dairesinde yapılır. İstinaf
mahkemesi, Yargıtay’ın bozma kararının doğru olmadığı kanısında ise kendi kararında
direnebilir (m. 373/5).İstinaf mahkemesi direnme kararı ile dosyadan elini çeker, yani istinaf
incelemesini yeniden sona erdirmiş olur (nihai karar). İstinaf mahkemesi, verdiği direnme
kararı ile bağlıdır; sonradan direnme kararının yanlış olduğu kanısına varsa bile, artık direnme
kararından dönemez (hükmünü değiştiremez). İstinaf mahkemesinin direnme kararı, temyiz
edilebilir. Direnme kararı hakkındaki temyiz incelemesi Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
tarafından yapılır (m. 373/5).Direnme kararını ancak istinaf mahkemesi kararını temyiz etmiş
ve bu karar lehine bozulmuş olan taraf temyiz edebilir. İstinaf mahkemesi kararını temyiz
etmemiş olan taraf direnme kararını da temyiz edemez. İstinaf mahkemesi de, HGK’nun
verdiği karara uymak zorundadır (m. 373/7); artık kararında direnemez. İstinaf mahkemesi,
Yargıtay özel dairesinin bozma kararının bir kısmına uyar, diğer kısmına ise uymayabilir;
eski kararının bir kısmında direnebilir. İstinaf mahkemesinin kısmi direnme (ve kısmi uyma)
kararında, bozma kararının hangi kısmına uyduğunu ve hangi kısmına karşı direndiğini açıkça
belirtmesi gerekir.

Onama Kararı

Yargıtay, temyiz olunan istinaf mahkemesi (veya ilk derece mahkemesi) kararının usul ve
kanuna uygun olduğu kanısına varırsa, temyiz olunan istinaf mahkemesi kararını aynen onar.
Bundan başka, Yargıtay’ın dava dosyasını kararı veren ilk derece mahkemesine göndermesi
üzerine, ilk derece mahkemesinin bozmaya uygun olarak verdiği kararın temyiz edilmesi
halinde de, Yargıtay, temyiz olunan ilk derece mahkemesi kararının usul ve kanuna uygun
olduğu kanısına varırsa, temyiz olunan ilk derece mahkemesi kararını aynen onar. Yargıtay,
onama kararında, onadığı kararın hukuk kurallarına uygunluk gerekçesini göstermek
zorundadır (m. 370/1). Yargıtay kısmi onama kararı da verebilir.

Yargıtay hükmü onarken temyiz edenin kötü niyetle temyiz yoluna başvurduğu kanısına
varırsa, temyiz edeni (m. 329 hükmüne göre) disiplin para cezasına ve yargılama giderlerine
mahkum eder (m. 368, 329).

Düzelterek Onama Kararı (m. 370/2-4)

Aşağıdaki üç halde, Yargıtay, temyiz olunan kararı (istinaf mahkemesi veya ilk derece
mahkemesi kararı) düzelterek onayabilir (m. 370/2-4):

1) Temyiz olunan kararın, esas yönünden kanuna uygun olup da kanunun olaya
uygulanmasında hata edilmiş olmasından dolayı bozulması gerektiği ve kanuna uymayan husus
hakkında yeniden yargılama yapılmasına ihtiyaç duyulmadığı takdirde Yargıtay, kararı
düzelterek onayabilir (m. 370/2, c. 1). Örnekler: İcra inkar tazminatı konusunda yanlışlık
yapılmış olması halinde, Yargıtay, temyiz olunan kararı icra inkar tazminatı yönünden
düzelterek onayabilir. Faizin hesaplanmasında yanlışlık yapılmış olması halinde, Yargıtay,
temyiz olunan kararı faiz yönünden düzelterek onayabilir. Fakat esas yönünden kanuna uygun
olmayan kararlar ile hâkimin takdir yetkisi kapsamında karara bağladığı edalar hakkında bu
fıkra hükmü uygulanmaz (m. 370/2, c. 2). Mesela manevi tazminat böyledir.

2) Tarafların kimliklerine ait yanlışlıklarla, yazı, hesap veya diğer açık ifade yanlışlıklarından
dolayı da, esas yönünden kanuna uygun olan temyiz olunan karar bozulamaz; karar bu
yanlışlıklar düzeltilmek suretiyle onanır (m. 370/3).

3) Temyiz olunan karar, usule ve kanuna uygun olup da gösterilen gerekçe doğru bulunmazsa,
gerekçe değiştirilerek ve düzeltilerek onanır. (m. 370/4). HGK da direnme kararlarını, m.
370/2-4 hükümlerine göre düzelterek onayabilir.

KANUN YARARINA TEMYİZ (M. 363)

Kanun yararına temyiz yoluna hangi durumlarda ve kim tarafından başvurulabilir?

İlk derece mahkemelerinin kesin olarak verdikleri kararlar ile istinaf incelemesinden
geçmeden kesinleşmiş bulunan kararlarına ve bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinin ilk
derece mahkemesi sıfatıyla kesin olarak verdikleri kararlar ile yine bu sıfatla verdikleri ve
temyiz incelemesinden geçmeden kesinleşmiş bulunan kararlarına karşı, yürürlükteki
hukuka aykırı bulunduğu ileri sürülerek Adalet Bakanlığı veya Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığı tarafından kanun yararına temyiz yoluna başvurulur.

Kanun yararına temyizin normal temyizden ayırıcı özellikleri nelerdir?

Temyiz talebi Yargıtay’ca yerinde görüldüğü takdirde, karar kanun yararına bozulur. Bu
bozma, kararın hukuki sonuçlarını ortadan kaldırmaz (yani maddi anlamda kesin hükmü);
taraflar kanun yarına bozma kararından yararlanamaz. Kanun yararına bozma kararı üzerine,
kararı kanun yararına bozulan mahkeme yeniden yargılama yapamaz ve kanun yararına
bozmaya uygun olarak yeni bir karar veremez; verirse, bu yeni karar geçersizdir (yok hüküm).
Kararı kanun yararına bozulan mahkeme, kanun yararına bozma kararına karşı direnme kararı
veremez.

Kanun yararına temyizin kabul edilme amacı nedir?

Bozma kararının bir örneği Adalet Bakanlığına gönderilir ve Bakanlıkça Resmî Gazetede
yayımlanır. Yargıtay kanun yararına temyiz talebini yerinde görmezse reddeder. Bu ret
kararının ise Resmi Gazetede yayımlanmasına gerek yoktur. Kanun yararına temyiz yanlışlık
tespit edilip daha sonra benzer işlemlerden kaçınmak için kabul edilen bir sistemdir. Bu sistem
kanunların yurdun her yerinde aynı şekilde uygulanması sağlanır.

YARGILAMANIN İADESİ (YENİLENMESİ) (m. 374-381)

Yargılamanın iadesi ne demektir?


Yargılamanın iadesi, bazı ağır yargılama hatalarından ve noksanlardan dolayı, maddi anlamda
kesin hükmün değiştirilmesini ve daha önce kesin hükme bağlanmış olan bir dava hakkında
yeniden yargılama ve inceleme yapılmasını sağlayan olağanüstü bir kanun yoludur. Bir hüküm
kesinleşmedikçe ona karşı yargılamanın iadesi yoluna gidilemez; buna rağmen gidilmişse,
mahkemenin yargılamanın iadesi talebini reddetmeyip, hükmün kesinleşmesini bekletici sorun
yapması uygun olur.

Yargılamanın iadesinin hukuki niteliği nedir?

Tartışmalıdır. Olağanüstü kanun yolu; kesinleşmiş kararları ortadan kaldıran hukuki çare;
yargılamanın iadesi davası deniliyor.

Yargılamanın iadesi sebepleri hangileridir? Kanunda sayılanlar tahdidi midir?

Yargılamanın iadesi sebepleri m. 375 ve 376’da sınırlı olarak sayılmıştır. Bunlar dışındaki bir
sebepten dolayı yargılamanın iadesi yoluna başvurulamaz (istisna Anayasa Mahkemesi K. m.
50/2). Bu sebepler şunlardır:

1) Mahkemenin kanuna uygun olarak teşekkül etmemiş olması.

Bu halde yargılamanın iadesi süresi; mahkemenin kanuna uygun olarak teşekkül etmemiş
olduğunun öğrenildiği, tarihten itibaren üç ay ve her hâlde iade talebine konu olan hükmün
kesinleşmesinden itibaren on yıldır (m. 377/1-a).

2) Davaya bakması yasak olan yahut hakkındaki ret talebi, merciince kesin olarak kabul
edilen hâkimin karar vermiş veya karara katılmış bulunması.

Bu halde yargılamanın iadesi süresi; kararın aleyhine hüküm verilen tarafa tebliğ edildiği
tarihten itibaren üç ay ve her hâlde iade talebine konu olan hükmün kesinleşmesinden itibaren
on yıldır (m. 377/1-b).

3) Vekil veya temsilci olmayan kimselerin huzuruyla davanın görülmüş ve karara


bağlanmış olması

Bu halde yargılamanın iadesini isteme hakkı davada vekil veya yasal temsilci tarafından
temsil edilmemiş olan tarafa aittir. Diğer tarafın, yargılamanın iadesini istemekte hukuki yararı
yoktur. Ancak karşı taraf da yetkisiz vekil ile duruşmada bulunmuşsa artık o taraf da
yargılamanın iadesini isteyemez. Bu halde sadece davacının açık veya zımni muvafakati
olmaksızın davanın vekil veya temsilcisi olmayan bir kişinin huzuru ile görülmüş ve karara
bağlanmış olması yeterli olup, bu temsil eksikliğinin kararı etkileyip etkilemediğini
araştırmaya gerek yoktur.

Bu halde yargılamanın iadesi süresi; hükmün, aleyhine hüküm verilen tarafa veya onun gerçek
vekiline ya da temsilcisine tebliğ edildiği tarihten itibaren üç ay ve her hâlde iade talebine konu
olan hükmün kesinleşmesinden itibaren on yıldır (m. 377/1-b). Tebliğ tarihinde hüküm henüz
kesinleşmemişse bu kişi, hükme karşı istinaf yoluna başvurarak hükmün kesinleşmesini
önleyebilir; bunu yapmamışsa, artık yargılamanın iadesi yoluna başvuramaz.

4) Yargılama sırasında, aleyhine hüküm verilen tarafın elinde olmayan nedenlerle elde
edilemeyen bir belgenin, kararın verilmesinden sonra ele geçirilmiş olması.
Bu belge, davaya bakıldığı sırada mevcut olmalıdır. Hüküm verildikten sonra
düzenlenmiş olan bir belgeye dayanarak yargılamanın iadesi istenemez. Örneğin, yargılamanın
iadesini isteyene taraf senedin resmi bir dairede bulunduğunu biliyorsa, senedin içeriğini
bilmemesi senedin yeni bulunduğu anlamına gelmez. Bu belgenin kararın verilmesinden sonra
ele geçirilmiş ve hükmü etkileyecek nitelikte olması da gerekir. Belge hüküm verildikten sonra
fakat kesinleşmeden önce ele geçirilmiş olsa bile, diğer şartlar varsa yargılamanın iadesi sebebi
teşkil eder. Çünkü istinaf ve temyiz aşamasında yeni delil ileri sürülmesi mümkün değildir.
Ayrıca bu belgenin aleyhine hüküm verilen tarafın elinde olmayan nedenlerle (kusuru
olmadan) elde edilememiş olması da gerekir. Yani mücbir sebebe veya lehine hüküm verilen
tarafın bir eylemine dayanmalıdır. Yargılamanın iadesini isteyen taraf belgenin ele
geçirilememesinde kusurlu olmadığını ispat etmelidir.

Söz konusu belgenin sadece yazılı belge veya senet olması gerekmez; belge niteliğinde
delil olabilen fotoğraf, ses, görüntü kaydı vs. de bu anlamda düşünülmelidir.

Yargıtay hüküm kesinleştikten sonra yapılan DNA testine dayanarak yargılamanın


iadesi istenemeyeceği görüşündeydi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 2006 tarihinde
verdiği bir kararında bu durum ihlal olarak görülmüştür. Bu karardan sonra, kesin hükümden
sonra bilimsel gelişmelerin neticesi olarak ele geçirilen belgeler, mücbir sebep kapsamında
değerlendirilerek, yargılamanın iadesi sebebi sayılacaktır. Ancak Yargıtay daha sonraki
kararlarında teknolojik gelişmeler nedeniyle elde edilebilecek yeni delillerin yargılamanın
iadesi sebebi teşkil etmeyeceği görüşündedir.

Bu halde yargılamanın iadesi süresi; yeni belgenin elde edildiği tarihten (belgenin varlığının
öğrenildiği tarihten değil) itibaren üç ay ve her hâlde iade talebine konu olan hükmün
kesinleşmesinden itibaren on yıldır (m. 377/1-c). Hüküm kesinleşmeden önce belge ele
geçirilmişse, üç aylık süre hükmün kesinleşmesi tarihinden başlar. Çünkü kesinleşmemiş
hükme karşı yargılamanın iadesi yoluna gidilemez.

5) Karara esas alınan senedin sahteliğine karar verilmiş veya senedin sahte olduğunun
mahkeme veya resmî makam önünde ikrar edilmiş olması.

Senedin sahteliğine karar verilmesi halinde yargılamanın iadesi süresi; mahkeme kararının
kesinleştiği tarihten itibaren üç ay ve her hâlde iade talebine konu olan hükmün
kesinleşmesinden itibaren on yıldır (m. 377/1-ç). Buna karşılık, senedin sahte olduğunun ikrar
edilmesi halinde üç aylık sürenin ne zaman başlayacağı hususunda hükümde açıklık yoktur. Bu
halde, üç aylık sürenin, senedin sahteliğinin mahkeme veya resmi bir makam önünde ikrar
edildiğinin öğrenilmesinden başlamalıdır.

Senedin sahteliğine dayanarak yargılamanın iadesi yoluna gidebilmek için bu senedin (burada
belge demek daha doğru olur) hükme esas alınmış olması gerekir. Senet hükme esas
alınmamışsa, senedin sahteliğine karar verilmesi veya ikrar edilmesi, yargılamanın iadesi
sebebi teşkil etmez. Senedin sahte olduğuna ilişkin mahkeme kararı hükmün kesinleşmesinden
önce veya sonra verilmiş olabilir. Ancak hükmün kesinleşmesinden önce verilmiş mahkeme
kararının yargılamanın iadesini isteyen tarafından bilinmemesi gerekir. Buna karşılık belgenin
sahteliğine hükmün kesinleşmesinden sonra karar verilmiş olması, yargılamanın iadesi için tek
başına yeterlidir.
6) İfadesi karara esas alınan tanığın, karardan sonra yalan tanıklık yaptığının sabit olması.

Bu halde yargılamanın iadesinin istenebilmesi, yalan tanıklığın kesinleşmiş bir


mahkumiyet kararı (karar henüz kesinleşmişse kesinlemesi beklenmelidir) ile belirlenmiş
olması şartına bağlıdır (m. 375/2, c. 1). Bunun için, ceza mahkemesinin, tanığı yargılamanın
iadesi istenen hukuk davasındaki tanıklığından dolayı cezaya mahkum etmiş ve tanığın
ifadesinin o hukuk davasında verilen hükme esas alınmış olması gerekir. tanığın mahkum
olması dışında resmi makamlar önünde yalan yere tanıklık yaptığını açıklaması yargılamanın
iadesi sebebi sayılmaz. Mahkumiyet halinde yargılamanın iadesi süresi; tanığı yala tanıklıktan
dolayı cezaya mahkum eden ceza mahkemesi kararının kesinleştiği tarihten itibaren üç ay ve
her hâlde iade talebine konu olan hükmün kesinleşmesinden itibaren on yıldır (m. 377/1-ç).

Fakat delil yokluğundan başka bir sebeple ceza kovuşturmasına başlanamamış veya
mahkûmiyet kararı verilememiş ise ceza mahkemesi kararı aranmaz. Bu takdirde dayanılan
yargılamanın iadesi sebebinin, yargılamanın iadesi davasında öncelikle ispat edilmesi gerekir
(m. 375/2, c. 2). Buna göre, yalan tanıklık yapan kişi hakkında, delil yokluğundan başka bir
sebeple (af, tanığın ceza ehliyetini kaybetmesi, ölmesi, gaip olması gibi) ceza kovuşturmasına
başlanamamış veya karar verilememiş (ya da kuru’ya göre hükmün açıklanması geri
bırakılmış) ise, taraf, doğruca hukuk mahkemesinde yargılamanın iadesi davası açabilir. Bunun
üzerine hukuk mahkemesi öncelikle tanığın beyanının yalan olup olmadığını inceler; yalan
olduğunu tespit ederse, davanın esasına girerek davayı esastan karara bağlar. Bu halde üç aylık
yargılamanın iadesini isteme süresi, yargılamanın iadesini isteyene tarafın, delil yokluğundan
başka bir sebeple ceza kovuşturması yapılamadığını veya karar verilemediğini öğrendiği
tarihten itibaren işlemeye başlamalıdır.

7) Bilirkişi veya tercümanın, hükme esas alınan husus hakkında kasten gerçeğe aykırı
beyanda bulunduğunun sabit olması.

Bunun için, ceza mahkemesinin, bilirkişiyi (veya tercümanı) yargılamanın iadesi


istenen hukuk davasındaki beyanının (verdiği raporun) gerçeğe aykırı olması nedeniyle cezaya
mahkum etmiş ve bilirkişinin raporunun o hukuk davasında verilen hükme esas alınmış olması
gerekir. Bu halde yargılamanın iadesi süresi; ceza mahkemesi kararının kesinleştiği tarihten
itibaren üç ay ve her hâlde iade talebine konu olan hükmün kesinleşmesinden itibaren on yıldır
(m. 377/1-ç).

Gerçeğe aykırı beyanda bulunduğu ileri sürülen bilirkişi (veya tercüman) hakkında,
delil yokluğundan başka bir sebeple ceza kovuşturmasına başlanamamış veya mahkûmiyet
kararı verilememiş ise ceza mahkemesi kararı aranmaz. Bu takdirde doğruca hukuk
mahkemesinde yargılamanın iadesi davası açılabilir ve bilirkişinin (veya tercümanın) gerçeğe
aykırı beyanda bulunduğunun yargılamanın iadesi davasında öncelikle ispat edilmesi gerekir
(m. 375/2, c. 2). Bu halde yargılamanın iadesi süresi; delil yokluğundan başka bir sebeple ceza
kovuşturmasına başlanamadığı veya soruşturmanın sonuçsuz kaldığı tarihten itibaren üç ay ve
her hâlde iade talebine konu olan hükmün kesinleşmesinden itibaren on yıldır (m. 377/1-ç).

8) Lehine karar verilen tarafın, karara esas alınan yemini yalan yere ettiğinin, ikrar veya
yazılı delille sabit olması.
Lehine hüküm verilen taraf, hukuk davasında yalan yere yemin ettiğini ceza
mahkemesinde ikrar ederse veya ikrar etmese bile ceza mahkemesi yalan yere yeminden dolayı
mahkumiyet kararını yazılı delile dayanarak vermişse17, her iki durum da yargılamanın iadesi
sebebidir. Buna karşılık, ceza mahkemesinin yalan yere yeminden dolayı mahkumiyet kararı,
tanık ifadelerine dayanarak verilmişse, bu bir yargılamanın iadesi sebebi teşkil etmez. Bu halde
yargılamanın iadesi süresi; ceza mahkemesi kararının kesinleştiği tarihten itibaren üç ay ve her
hâlde iade talebine konu olan hükmün kesinleşmesinden itibaren on yıldır (m. 377/1-ç).

Yalan yere yemin ettiği ileri sürülen taraf hakkında, delil yokluğundan başka bir sebeple ceza
kovuşturmasına başlanamamış veya mahkûmiyet kararı verilememiş ise ceza mahkemesi kararı
aranmaz. Bu takdirde doğruca hukuk mahkemesinde yargılamanın iadesi davası açılabilir ve
bilirkişinin (veya tercümanın) gerçeğe aykırı beyanda bulunduğunun yargılamanın iadesi
davasında öncelikle ispat edilmesi gerekir (m. 375/2, c. 2). Bu halde üç aylık yargılamanın
iadesini isteme süresi, yargılamanın iadesini isteyene tarafın, delil yokluğundan başka bir
sebeple ceza kovuşturması yapılamadığını veya karar verilemediğini öğrendiği tarihten itibaren
işlemeye başlamalıdır.

9) Karara esas alınan bir hükmün, kesinleşmiş başka bir hükümle ortadan kalkmış olması.

Bu halde yargılamanın iadesi süresi; bunu isteyenin (kesin delil olarak dayanılan) ilamın kesin
bir hükümle ortadan kalktığını öğrenildiği, tarihten itibaren üç ay ve her hâlde iade talebine
konu olan hükmün kesinleşmesinden itibaren on yıldır (m. 377/1-d).

10) Lehine karar verilen tarafın (veya vekilinin)18, karara tesir eden hileli bir davranışta
bulunmuş olması.

Lehine hüküm verilen tarafın, karşı tarafın vekili ile gizlice anlaşma yoluna gitmesi,
bilirkişi veya tanıkları yanılmaya sevk etmiş olması, karşı tarafın kendi vekili ile olan
haberleşmelerini ele geçirerek onları kendi lehine kullanmış olması, tebligat hilesi yapması
(örneğin adresi yanlış gösterip tebligattan haberdar olmasını engellemesi) hileli davranış teşkil
eder. her hileli davranış değil karara etki eden hileli davranış yargılamanın iadesi sebebidir. Bu
halde yargılamanın iadesi süresi; hilenin öğrenildiği, tarihten itibaren üç ay ve her hâlde iade
talebine konu olan hükmün kesinleşmesinden itibaren on yıldır (m. 377/1-c).

11) Bir dava sonunda verilen hükmün kesinleşmesinden sonra tarafları, konusu ve sebebi
aynı olan ikinci davada, öncekine aykırı bir hüküm verilmiş ve bu hükmün de kesinleşmiş
olması.

İki hükmün de hukuk mahkemelerinden (sulh, asliye hukuk, özel mahkemeler) verilmiş olması
halinde, yargılamanın iadesi yoluna başvurulabilir. Hükümlerden birinin (tenfizine karar
verilmiş olan) yabancı mahkeme, diğerinin Türk mahkemesi kararı olması da, yargılamanın
iadesi sebebidir. Buna karşılık hükümlerden biri hukuk mahkemesi diğeri idare mahkemesi
tarafından verilmiş ise, yargılamanın iadesi yoluna değil, hüküm uyuşmazlıklarının giderilmesi
için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulur.

17
Yalan yere edildiği iddia edilen yeminin konusu yazılı delil ile ispatı gereken bir hukuki işlem ise, ceza
davasında yeminin yalan yere olduğu da ancak yazılı delil ile ispat edilebilir.
18
Üçüncü kişinin hilesi, yargılamanın iadesi sebebi teşkil etmez. Fakat lehine karar verilen tarafın üçüncü kişinin
hilesini bilmesi ve onun hilesine ortak olması halinde, bu hile, yargılamanın iadesi sebebi teşkil eder.
Her iki hükmün de kesinleşmiş olması gerekir. İkinci hüküm kesinleşmemişse,
kesinleşinceye kadar, yargılamanın iadesi talebi hakkında inceleme yapılıp karar verilemez
(bekletici sorun). Sadece ikinci hükmün iptali istenebilir; birinci hükmün iptali için
yargılamanın iadesi istenemez. Bu halde yargılamanın iadesini isteme süresi, ikinci hükmün
kesinleşmesinden itibaren (zamanaşımı süresi) 10 yıldır. Ancak taşınmaz mülkiyetine ve
taşınmaz üzerindeki diğer ayni haklara ilişkin ilamlar zamanaşımına uğramadığından, konusu
bir taşınmaza ilişkin ayni hak olan birbirine aykırı iki hüküm bulunması halinde, ikinci
hükmün iptali için, her zaman yargılamanın iadesi yoluna başvurulabilir.

12) Kararın, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki
protokollerin ihlali suretiyle verildiğinin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş
kararıyla tespit edilmiş olması.

AİHS ile teminat altına alınan bir hakkın ihlali de yargılamanın iadesi sebebidir. Ancak adil
yargımla hakkına yönelik her ihlal yargılamanın iadesi sebebi değildir. Örneğin makul sürede
yargılanma hakkı ihlal edilirse, yargılamanın iadesi yoluna gitmeye gerek yoktur. Çünkü bu
durumda adil yargılanma hakkının ihlali tazminatla giderilecektir. Bu halde yargılamanın
iadesi süresi; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararının tebliğ edildiği tarihten
itibaren üç ay ve her hâlde iade talebine konu olan hükmün kesinleşmesinden itibaren on yıldır
(m. 377/1-e).

13) Davanın taraflarından birisinin alacaklıları veya aleyhine hüküm verilen tarafın yerine
geçenler, borçluları veya yerine geçmiş oldukları kimselerin aralarında anlaşarak, kendilerine
karşı hile yapmaları nedeniyle hükmün iptalini istemesi (m. 376)

Bu bendin m. 375’deki sebeplerden farkı, burada yargılamanın iadesini taraflar değil;


onların alacaklıları veya halefleri talep etmektedir. Bununla davanın dışındaki kişiler, tarafların
davada muvazaalı hareket ettiklerini ileri sürerek kesin hükmün iptalini istemektedir. Örneğin,
miras bırakanın mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla üçüncü kişi ile anlaşarak aleyhine
alacak davası açtırarak bu davada pasif davranıp mahkum olması halinde, ölümünden sonra bu
hükme karşı yargılamanın iadesi yoluna gidilebilecektir.

14) Bireysel başvuru üzerine, Anayasa Mahkemesinin yeniden yargılama yapmak üzere
dava dosyasını ilgili mahkemeye gönderilmesi

Bu halde Anayasa Mahkemesinin dava dosyasını ilgili mahkemeye göndermesi üzerine


mahkeme, yeniden yargılama yapmakla yükümlü olup, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında
açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde karar verir (An. Mah. K. m. 50/2).

Yargılamanın İadesini İstemeye Hakkı Olanlar

I- Kural

Yargılamanın iadesi yoluna ancak davanın tarafları başvurabilir. Üçüncü kişiler bu yola
başvuramaz. Savcılar kendi açabilecekleri hukuk davaları hakkında yargılamanın iadesi yoluna
da başvurabilirler. Fer’i müdahil tek başına yargılamanın iadesini isteyemez. Ancak taraflardan
birinin açmış olduğu yargılamanın iadesi davasın, fer’i olarak müdahale etmek mümkündür.
Hüküm lehine olan tarafın yargılamanın iadesi yoluna başvurmakta hukuki yararı yoktur; bu
yola ancak hüküm aleyhine olan taraf başvurabilir.
II- İstisnalar

1) Tarafın Haleflerinin ve Alacaklılarının Yargılamanın İadesini İsteyebilmesi

Davanın taraflarından birisinin alacaklıları veya aleyhine hüküm verilen tarafın yerine
geçenler, borçluları veya yerine geçmiş oldukları kimselerin aralarında anlaşarak, kendilerine
karşı hile yapmaları nedeniyle hükmün iptalini isteyebilirler (m. 376). Mirasçılardan mal
kaçırmak isteyen bir kişi, üçüncü bir kişi ile anlaşarak, bu üçüncü kişiye kendisi aleyhine
uydurma bir alacak davası açtırıp davada kendini savunmayıp aleyhine hüküm verilmesini
sağlıyor. Bundan zarar gören mirasçılar, mirasbırakanları aleyhine olan bu hükme karşı
yargılamanın iadesi yoluna başvurabilirler. Alacaklılarından mal kaçırmak isteyen bir borçlu,
üçüncü bir kişi ile anlaşarak, bu üçüncü kişiye kendisi aleyhine uydurma bir alacak davası
açtırıp davada kendini savunmayıp aleyhine hüküm verilmesini sağlıyor. Bundan zarar gören
borçlunun alacaklıları, borçlu aleyhine olan bu hükme karşı yargılamanın iadesi yoluna
başvurabilirler. Müflisin bir alacaklısı, iflas davasını açmış olan alacaklı ile borçlunun
(müflisin) anlaşarak hile ile borçlunun iflasına karar verilmesini sağlamış olduklarına
dayanarak, iflas kararının iptali için yargılamanın iadesi davası açabilir. Bu halde yargılamanın
iadesi süresi; aleyhine hüküm verilen tarafın alacaklıları veya haleflerinin, hükmü öğrendikleri
tarihten itibaren üç ay ve her hâlde iade talebine konu olan hükmün kesinleşmesinden itibaren
on yıldır (m. 377/1-b).

2) Ortaklığın Giderilmesi Davası

Ortaklığın giderilmesi davaları, paylı veya elbirliği mülkiyetine konu taşınır veya taşınmaz
mallar ile haklarda, paydaş ya da ortaklar arasında yürürlükte olan hukuki ilişkiyi sona erdirip,
bireysel mülkiyete geçişi sağlayan davalardır. Davalı taraf davacı ile aynı haklara sahiptir.
Diğer davalarda olduğu gibi, davayı kaybetme veya kazanma, davadan feragat söz konusu
değildir. Davayı ortak ya da paydaşlardan biri veya bir kaçı, diğerlerine karşı açar. Davada
bütün paydaş veya ortakların yer alması zorunludur. Davacının, bir ya da birkaç paydaşı davalı
olarak göstermemesi nedeniyle, tarafı olmadıkları ortaklığın giderilmesi davasında verilen
hüküm ile hakkı ihlal olunan bir ya da birkaç paydaşın, o hükmü istinaf hakkı bulunduğu gibi;
ortaklığın giderilmesi davası sonucunda haklarını haleldar eden hükmün yargılamanın iadesi
yolu ile ortadan kaldırılmasını isteyebileceğinin kabulü gerekir.

Yargılamanın iadesinde karşı taraf olarak kimin gösterilmesi gerekir?

Talepte bulunan, diğer tarafı karşı taraf olarak göstermeli; üçüncü kişilerin bu yola başvurması
halinde ise ilk davanın tarafları karşı taraf olarak belirtilmelidir.

Yargılamanın iadesi isteme süresinin niteliği nedir?

Yargılamanın iadesini isteme sürelerinin hepsi, zamanaşımı süresi olmayıp, hak düşürücü
süredir. Bu nedenle hakim tarafından kendiliğinden dikkate alınır.

Yargılamanın İadesi Usulü

Yargılamanın iadesi talebi hangi mahkemede incelenir?


Yargılamanın iadesi talebi, bir davadır; harca tabidir; hükmü vermiş olan mahkemeye açılır ve
o mahkeme tarafından incelenip karara bağlanır. Ancak belirtmek gerekir ki dava 1. Asliye
hukuk mahkemesinde görülmüşse mutlaka 1. Asliye hukuktan talep edilmesi gerekmez.
Yargılamanın iadesine başka asliye hukukta (2. veya 3. gibi) bakabilir. Çünkü aynı yerdeki,
aynı sıfatta bulunan birden fazla mahkeme aynı mahkeme sayılır aralarındaki ilişki iş dağılımı
ilişkisidir. Bu mahkemenin yetkisi kesin yetkidir. Birbirine aykırı iki hüküm bulunması
sebebine dayanan yargılamanın iadesi davası, ikinci hükmü vermiş olan mahkemeye açılır.
Yargılamanın iadesi davasının açıldığı mahkemenin hakimi, ilk hükmü veren hakim ise, asıl
dava sırasında reyini beyan ettiği gerekçesiyle reddedilemez.

Vekil yargılamanın iadesini isteyebilir mi?

Vekilin yargılamanın iadesi davası açabilmesi için, vekaletnamesinde açık bir yargılamanın
iadesi yoluna başvurma yetkisinin bulunması gerekir.

Yargılamanın iadesi yoluna başvurabilmek için teminat yatırılması gerekir mi?


Yargılamanın iadesi hükmün icrasını durdurur mu?

Mahkeme, dayanılan sebebin niteliğine göre yargılamanın iadesi talebinde bulunandan karşı
tarafın zarar ve ziyanını karşılayacak uygun bir miktar teminat göstermesini isteyebilir (m.
378/2). Yargılamanın iadesi davası, hükmün icrasını durdurmaz. Ancak dava veya hükmün
niteliğine ve diğer hâllere göre talep üzerine icranın durdurulmasına ihtiyaç duyulursa,
yargılamanın iadesi talebinde bulunan kimseden teminat alınmak şartıyla iade talebini
inceleyen mahkemece icranın durdurulması kararı verilebilir. Yargılamanın iadesi sebebi bir
mahkeme kararına dayanıyorsa bu takdirde teminat istenmez (m. 381).

Yargılamanın iadesi talebi üzerine mahkeme, ön incelemede hangi hususları inceler?

Yargılamanın iadesi talebi üzerine mahkeme, tarafları ön inceleme duruşmasına davet edip
dinledikten sonra, talebin kanuni süre içinde yapılmış olup olmadığını, yargılamanın iadesi
yoluyla kaldırılması istenen hükmün kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş olup olmadığını,
ileri sürülen yargılamanın iadesi sebebinin kanunda yazılı sebeplerden olup olmadığını,
kendiliğinden inceler. Bu koşullardan biri eksik ise hâkim davayı esasa girmeden reddeder (m.
379).

Yargılamanın iadesi bakımından tarafların ikrarı nasıl bir etkiye sahiptir?

Ön inceleme sonunda, dayanılan yargılamanın iadesi sebebi sabit görülürse, yeniden yargılama
yapılır. Kesin hüküm kamu düzenine ilişkin bulunduğundan mahkeme, tarafların ikrar veya
kabulü ile bağlı olmaksızın, ileri sürülen yargılamanın iadesi sebebinin doğru olup olmadığını
kendiliğinden araştırır. Yargılamanın iadesi sebebinin varlığını ispat yükü, yargılamanın
iadesini isteyen tarafa düşer. Bu inceleme sonucunda mahkeme, ileri sürülen yargılamanın
iadesi sebebini yerinde görmezse, davayı reddedip önceki kararı onar; sebebi yerinde görürse,
talebi kabul ederek, asıl dava hakkında yeni bir karar verir; yani verilmiş olan kararı onar veya
kısmen ya da tamamen değiştirir.

Yargılamanın iadesi sonunda ne tür kararlar verilmektedir?


Vekil veya temsilci olmayan kimselerin huzurunda dava görülmesi ve kesin hükme
rağmen ikinci dava açılıp karara bağlanması hallerinde yargılamanın iadesi dilekçesi kabul
olunursa, başka bir inceleme yapılmaksızın hüküm iptal edilir (m. 380/1, c. 2). Bunun
dışındaki halinde ise, yargılamanın iadesi talebini kabul eden mahkeme, yerinde gördüğü iade
sebebi gereğince, yeniden yargılama yaparak, verilmiş olan kararı onar veya kısmen ya da
tamamen değiştirir. Yeniden yapılacak yargılama ilk davanın devamı niteliğindedir. Taraflar
burada yeni delil gösterebilirler (İstisna m. 240/2).ancak asıl davadaki davayı ve savunmayı
değiştirme ve genişletme yasağı yargılamanın iadesi davasında da geçerlidir. Yeni bir belgenin
ele geçirilmiş olması sebebine dayanarak, yargılamanın iadesinde, mahkeme, bu belgenin
hükme etkili olup olmadığını inceler; tanığın yalan söylediğine dayanarak yargılamanın
iadesinde, bu tanığın ifadesi dikkate alınmadan hüküm verilir; tebligat hilesi ile bir tarafın
yokluğunda hüküm verilmişse, o tarafın delilleri de sorulup, bütün deliller birlikte incelenip
değerlendirilerek hüküm verilir.

Yargılamanın iadesi davası sonunda verilen karara karşı istinafa gidilebilir mi?

Yargılamanın iadesi bir dava olduğundan, bu davada haksız çıkan taraf, asıl davada olduğu gibi
yargılama giderlerine ve vekalet ücretine mahkum edilir. Aleyhine yargılamanın iadesi yoluna
başvurulan karar kanundan dolayı kesin ise, yargılamanın iadesi üzerine verilen karar da, asıl
karar gibi kesindir, istinaf edilemez. Bunun dışındakiler ise istinaf edilebilir.

Başvuru reddedilirse ikinci kez yargılamanın iadesi istenebilir mi?

Bir hükme karşı yargılamanın iadesi yoluna başvurulmuş ve yargılamanın iadesi talebi
reddedilmiş ise, aynı sebebe dayanarak yargılamanın iadesi davası açılamaz. Fakat başka bir
sebebe dayanarak ikinci defa yargılamanın iadesi yoluna başvurulabilir.

Yargılamanın iadesi davasında verilen kararın geçmişe etkili olması mümkün müdür?

Yargılamanın iadesi davası sonucunda eski hükmün kısmen veya tamamen değiştirilmesine
karar verilmiş ise, bu karar eski hükmün yerine geçer, yani geçmişe etkilidir. Eski hüküm daha
önce icra edilmişse, icra eski haline iade olunur.

Yargılamanın iadesi istenemeyecek olan kararlar hangileridir?

Bu kararlar esasen maddi anlamda kesin hüküm gücüne sahip olmadığı için yargılamanın
iadesi istenemez. Şeklen kesinleşmemiş olan kararlara karşı yargılamanın iadesi
istenemez.

1) Çekişmesiz yargıda verilen kararlar,

2) İcra mahkemesi kararları. Ancak ihalenin feshi talebinin reddi, istihkak davasında verilen
kararlar maddi anlamda kesin hüküm teşkil ettiğinden bu kararlara karşı yargılamanın iadesi
yoluna başvurulabilir. Ancak icra mahkemesinin maddi anlamda kesin hüküm teşkil eden
kararlarına karşı yargılamanın iadesi istenebilir.

3) Feragat, kabul ve sulhun içeriğini oluşturan maddi hukuk işlemine karşı, yargılamanın
iadesi yoluna gidilemez. Buna karşılık feragat, kabul ve sulhun yapıldığı usul işleminin usul
hukuku kurallarına aykırı olması ve bu usule aykırılığın m. 375’deki hallerden birini
oluşturması halinde, yargılamanın iadesi yoluna başvurulabilir.

Yabancı mahkeme kararlarına karşı yargılamanın iadesi yoluna gidilebilir mi?

Doğrudan yabancı mahkeme kararının kendisine yönelik bir yargılamanın iadesi talebinde
bulunulamaz. Çünkü başka bir ülkede verilen kararın bu yönüyle Türk mahkemelerince
denetimi söz konusu olamaz. Ancak yabancı mahkeme kararı hakkında Türkiye’de tanıma ve
tenfiz kararı verilmişse ve sırf bu kararlar bakımından şartları oluşmuşsa tanıma veya tenfiz
kararı hakkında yargılamanın iadesi istenebilir.

Tahkimde verilen kararlara karşı yargılamanın iadesi yoluna gidilebilir mi?

Tahkimde verilen kararlara karşı da, niteliğine uygun düştüğü ölçüde yargılamanın iadesine
ilişkin hükümler uygulanır. Ancak yargılamanın iadesi davası mahkemede görülür (m. 443).

HUMK DÖNEMİNE İLİŞKİN KANUN YOLLARI

TEMYİZ (HUMK)

* Kural olarak ilk derece mahkemesinden verilen nihai kararlara karşı temyiz yoluna
başvurulabilir.

* Temyiz sınırı sadece alacak ve taşınır davalarına ilişkin olduğundan, taşınmaz davalarında
dava konusunun değeri ne olursa olsun dava sonunda verilen hüküm, herhangi bir sınırlama
olmaksızın temyiz edilebilir. Bunun gibi dava konusu para olmayan veya para ile
değerlendirilemeyen davalara ilişkin hükümler de miktar ve değer sınırlaması olmaksızın
temyiz edilebilir.

* Temyiz sebepleri sınırlı olarak sayılmıştı. 1) kanun ve sözleşmenin yanlış uygulanması; 2)


Takdir hakkının kullanılmasında hata; 3) usulü muhakemeye muhalefet edilmesi; 4) tarafları
konusu, sebebi aynı olan uyuşmazlık hakkında çelişik karar verilmesi; 5) Tarafların gösterdiği
delili kanuni sebep olmadan reddetmek; 6) mahkemenin görevli olmaması. Temyiz sebeplerini
esasen maddi hukuka ilişkin temyiz sebepleri ve usul hukukuna ilişkin temyiz sebepleri olarak
ayırmak mümkündür.

* Temyiz süresi: asliye hukuk mahkemesi kararlarına karşı kararın tebliğinden itibaren 15 gün;
sulh hukuk mahkemesi kararlarına karşı ise 8 gündür.

* Temyizin yapıldığı an: temyiz talebi harca tabi değilse dilekçenin temyiz defterine
kaydedildiği; harca tabi ise harcın yatırıldığı tarihte yapılmış sayılır.

* Temyizde harç: temyiz başvurusunda, başvurma harcı alınmaz. Ancak maktu harca tabi
kararlardan maktu ilam harcının tümü; nispi harca tabi kararlardan nispi ilam harcının dörtte
biri peşin alınır.

* Temyizde duruşma yapılması: temyiz incelemesi kural olarak dosya üzerinden yapılır. Ancak
bazı hallerde sınırlı sayıda (m. 438de) duruşma yapılabilmektedir. Bunlar, tüzelkişiliğin feshine
veya genel kurul kararlarının iptaline, evlenmenin butlanına veya feshine, boşanma veya
ayrılığa, velayete, nesebe ve kısıtlamaya ilişkin davalarla miktar veya değeri ikiyüzmilyon
lirayı aşan alacak ve ayın davalarında talep üzerine duruşma yapılır. Ancak duruşma
yapılmasına ilişkin talep olsa da, görevsizlik, yetkisizlik, hakimin reddi, davanın açılmamış
sayılması, davaların birleştirilmesi ve direnme kararının temyiz incelemesinde duruşma
yapılmaz.
* temyiz incelemesi sonucunda verilecek kararlar: bozma, onama, düzelterek onama şeklinde
üç tür karar verebilir. Yargıtay tarafların ileri sürdüğü veya kendisinin tespit ettiği temyiz
sebeplerini yerinde görürse ilk derece mahkemesinin kararını kısmen veya tamamen bozar.
Yargıtay ilk derece mahkemesinin hükmünü usul ve kanuna uygun bulursa kararı onar. Temyiz
incelemesi üzerine ilk derece mahkemesi kararını hukuka uygunluk bakımından denetler.
Yargıtay hüküm mahkemesi değildir. Sınırlı hallerde bazı hatalar, yeniden yargılama
yapılmaksızın ve dosyanın bozularak ilk derece mahkemesine gönderilmeksizin düzeltilerek
onanmaktadır.

KARAR DÜZELTME (HUMK)

* Yargıtay’ın temyiz incelemesi sonunda verdiği kararlara karşı başvurulan bir yoldu.

* karar düzeltme yolu, kanun yollarının en önemli unsuru olan, kararın bir üst mahkeme
tarafından incelemesi ve denetlenmesi özelliğini taşımamaktadır. Zira karar düzeltme
incelemesini daha önce temyiz incelemesi yapmış olan aynı Yargıtay dairesi ve Hukuk Genel
Kurulu kendi verdiği önceki kararına karşı yapmaktadır.

* Karar düzeltmenin kabul edilme sebebi istinafın olmaması ve Yargıtay’ın temyizde verdiği
kararı tekrar gözden geçirmesini sağlamaktır. Ancak önceki kararın değiştirilmesi düşük
ihtimal olduğundan pratik açıdan pek faydalı değildir.

* Karar düzeltme yoluna sadece temyiz incelemesinden geçen kararlara karşı başvurulabilir.

* Aynı karara karşı birden fazla kez karar düzeltme yoluna gidilemez.

* Karar düzeltme yoluna başvurulamayacak kararlar:

1) miktar veya değeri Kanunda belirtilen sınırdan az olan hükümlerin onanması veya
bozulmasına ilişkin kararlara karşı;

2) sulh hukuk mahkemesinin verdiği ve temyizden geçen kararlara karşı;

3) Görevsizlik, yetkisizlik, hakimin reddi, dava ve karşılık davanın açılmamış sayılması,


davaların birleştirilmesi ve merci belirtilmesi hakkında temyiz incelemesi sonunda verilen
kararlar

4) HUMK’nun tahkim hükümlerine göre mahkemece verilecek kararların onanmasına veya


bozulmasına ilişkin kararlara karşı karar düzeltme yoluna başvurulamayacağı belirtilmiştir.
Ancak HMK’da tahkime ilişkin olarak hakem kararlarına karşı önce mahkemede iptal davası
açılması, bu iptal davasında verilen denetim kararına karşı da temyize başvurulması kabul
edilmiştir. Dolayısıyla zaten karar düzeltme yolu öngörülmemiştir.

5) HUMK dışında diğer özel kanunlarda karar düzeltmeye başvurulamayacağı belirtilen


kararlar
* Karar düzeltme sebepleri: sınırlı sayıdadır. 1) temyiz dilekçesi ve kanuni süresi içinde
verilmiş olması şartıyla karşı tarafın cevap dilekçesinde ileri sürülüp hükme etkisi olan
itirazların kısmen veya tamamen cevapsız bırakılmış olması 2) Yargıtay kararında birbirine
aykırı fıkralar bulunması 3) Yargıtay incelemesi sırasında hükmün esasını etkileyen belgelerde
bir hile veya sahteliğin ortaya çıkması 4) Yargıtay kararının usul ve kanuna aykırı bulunması.

* Karar düzeltme süresi 15 gündür. Bu süre kural olarak kararın tebliğinden itibaren başlar.
Ancak temyiz incelemesi duruşmalı yapılmış ve karar duruşmada taraflara tefhim edilmişse
süre tefhimden başlar.

* Karar düzeltme yoluna başvurandan harç alınmaz. Ancak giderleri istenir.

YARGILAMA HARÇ VE GİDERLERİ (m. 323-333)

A) Yargılama Harçları

Bir davanın sonuçlanabilmesi için ödenen paraların tümüne yargılama harç ve giderleri denir.
Harç elektronik ortamda tahsil edilebilir. Tahsil işlemi bankalar aracılığıyla olabileceği gibi,
Barokart, kredi kartı ve benzeri araçlarla da yapılabilir (Yönetmelik m. 205/6).

I- Başvurma Harcı

Başvurma harcı, dava açılırken peşin olarak ödenmesi gereken maktu bir harçtır. Başvurma
harcı, yalnız dava açarken değil, bundan başka çekişmesiz yargı işlerinde, davaya müdahale,
ihtiyati tedbir, delil tespiti, istinaf ve temyiz talebinde bulunanlardan da alınır. Buna karşılık,
cevap dilekçesi, cevaba cevap dilekçesi ve ikinci cevap dilekçesi başvurma harcına tabi
değildir.

II- Karar ve İlam Harcı

1) Nispi Karar ve İlam Harcı

Nispi karar ve ilam harcı, konusu belli bir değerle ilgili bulunan davalarda esas hakkında karar
verilmesi (davanın tamamen veya kısmen kabulü) halinde alınır. Konusu paradan başka bir şey
(mal veya hak) olan davalarda, karar ve ilam harcı o şeyin (mal veya hakkın) değeri üzerinden
hesaplanır.

Nispi karar ve ilam harcının dörtte biri peşin, geri kalanı kararın tebliğinden itibaren bir ay
içinde ödenir (Harçlar K. m. 28/a). Bakiye karar ve ilam harcının ödenmemiş olması, hükmün
tebliğe çıkarılmasına, takibe konulmasına ve kanun yollarına başvurulmasına engel teşkil
etmez (Harçlar K. m. 28/a son cümle).

Konusu belli bir değerle ilgili bulunan (konusu malvarlığı hakkı olan) davalarda davacı, dava
dilekçesinde dava konusunun değerini göstermek zorundadır; göstermemişse dava konusunun
değeri davacıya tespit ettirilir ve bu değer üzerinden peşin karar ve ilam harcı alınır.

Davanın ilk oturumda, dava feragat, kabul veya sulh ile sonuçlanırsa karar ve ilam harcının
üçte biri alınır. Bu işlemler daha sonraki aşamada gerçekleşirse karar ve ilam harcının üçte ikisi
ödenir (HK m. 22).
2) Maktu Karar ve İlam Harcı

Konusu belli bir değerle ilgili olmayan (para ile değerlendirilemeyen bir şey, şahısvarlığı hakkı
olan) davalarda maktu karar ve ilam harcı alınır. Örneğin, boşanma davaları maktu harca
tabidir. Maktu karar ve ilam harcının tamamı dava açılırken davacıdan peşin olarak alınır.

Usule ilişkin nihai kararlarda (görevsizlik ve yetkisizlik kararı gibi), davanın konusuz kalması
halinde, davanın reddi halinde, delil tespiti, ihtiyati haciz, ihtiyati tedbir kararlarından maktu
karar ve ilam harcı alınır. Ayrıca çekişmesiz yargı işlerinde konusu para ile ölçülebilir olsa da
maktu karar ve ilam harcı alınır.

3) Celse Harcı

Bu harç taraflar veya vekillerinin ertelenmesine sebebiyet verdikleri oturumlar için alınır (1
sayılı Tarife A, II). Celse harcı, hukuk ve ticaret mahkemeleri ile idari yargı merilerinde
görülen davalarda, konusu belli bir değerle ilgili davalarda nispi, belli bir değer bulunmayan
davalarda maktu olarak alınan ve kötü niyetli tarafın davayı sebepsiz yere uzatmasını önlemek
amacıyla öngörülmüş bir mükellefiyettir.

Celse harcı, diğer harçlar gibi yargılama giderleri arasında sayılan ve davayı kaybeden tarafa
yükletilebilen harçlardan olmadığından, celse harcını ödemeye mahkum olan tarafın kararda
ayrıca ve açıkça gösterilmesi gerekir. Aksi halde söz konusu harç, yargılama gideri olarak
aleyhine hüküm verilen tarafa da yükletilemeyeceğinden tahsil edilememiş olur.

III- Harçtan Muaf Olan Davalar ve İşler

Bazı davalar ve işler harçtan muaftır (Harçlar K. m. 13-14, 123/II). Bundan başka bazı özel
kanunlarda da o kanunlarla ilgili kişi veya kurumların harçtan muaf olduğu düzenlenmiştir.
Örneğin, Orman K. m. 114; Bankacılık K. m. 134/son fıkra.

Harçtan muaf olan bir kişiye karşı dava açan davacı da harçtan muaftır. Çünkü davalısı harçtan
muaf olan davalarda, davacının davada haklı bulunması halinde davalıdan harç tahsil
edilemeyeceğinden davacının yatırdığı peşin harç kendisine iade edilecek; davayı kaybetmesi
halinde ise, alınacak harç en fazla maktu harç miktarı kadar olacaktır. Dava niteliği gereği nispi
harca tabi olsa da, bu özel durum gereği kararın verilmesi ile doğacak olan harç miktarı ancak
maktu harç miktarı kadar olabileceği için davacıdan başta alınacak harç miktarı da maktu harç
olmalıdır.

IV- Harçların Ödenmemesinin veya Noksan Ödenmesinin Sonuçları

Yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe mütaakip işlemler yapılmaz. Ancak ilgilisi
tarafından ödenmeyen harçları diğer taraf öderse işleme devam olunmakla beraber bu para
muhakeme neticesinde ayrıca bir isteğe hacet kalmaksızın hükümde nazara alınır (Harçlar K.
m. 32, 27/III). Örneğin, mahkeme peşin harçları ödenmemiş olan bir davayı inceleyip karara
bağlayamaz.

B) Yargılama Giderleri

Yargılama giderleri, bir davanın açılması, uyuşmazlığın esasını çözmeye yönelik belli bazı
işlemlerin yapılması ve sonuçlandırılması için ödenmesi gereken paradır.
I- Yargılama Giderlerinin Kapsamı

Yargılama giderleri şunlardır (m. 323):


a) Celse, karar ve ilam harçları.
b) Dava nedeniyle yapılan tebliğ ve posta giderleri.
c) Dosya ve sair evrak giderleri.
ç) Geçici hukuki koruma tedbirleri ve protesto, ihbar, ihtarname ve vekâletname
düzenlenmesine ilişkin giderler.
d) Keşif giderleri.
e) Tanık ile bilirkişiye ödenen ücret ve giderler.
f) Resmî dairelerden alınan belgeler için ödenen harç, vergi, ücret ve sair giderler.
g) Vekil ile takip edilmeyen davalarda tarafların hazır bulundukları günlere ait gündelik,
seyahat ve konaklama giderlerine karşılık hâkimin takdir edeceği miktar; vekili bulunduğu
hâlde mahkemece bizzat dinlenmek, isticvap olunmak veya yemin etmek üzere çağrılan taraf
için takdir edilecek gündelik, yol ve konaklama giderleri.
ğ) Vekille takip edilen davalarda kanun gereğince takdir olunacak vekâlet ücreti.
h) Yargılama sırasında yapılan diğer giderler.

Yargılama giderleri sayılanlardan ibarettir. Bunun dışındaki giderlerin, davayı kaybeden


taraftan yargılama gideri olarak istenmesi mümkün değildir. Örneğin, davayı kazanan tarafın
özel olarak bir hukukçudan alıp dosyaya ibraz ettiği bilimsel mütalaa, özel olarak yaptırdığı bir
delil tespiti raporu veya özel olarak sağladığı bir bilirkişi raporunun giderleri, yargılama gideri
sayılmaz ve davayı kaybeden tarafa yükletilemez.

II- Yargılama Giderlerinin Peşin Ödenmesi

1) Gider Avansı

Gider avansı davacı tarafından peşin yatırılır. Gider avansı dava şartıdır.

2) Delil Avansı

a) Taraflarca hazırlama ilkesinin uygulandığı davalarda taraflardan her biri ikamesini talep
ettiği delil için mahkemece belirlenen avansı, verilen kesin süre içinde yatırmak zorundadır.
Taraflar birlikte aynı delilin ikamesini talep etmişlerse, gereken gideri yarı yarıya avans olarak
öderler (m. 324/1). Taraflardan birisi avans yükümlülüğünü yerine getirmezse, diğer taraf bu
avansı yatırabilir. Aksi hâlde talep olunan delilin ikamesinden vazgeçilmiş sayılır (m. 324/2).

Bir tarafın delil göstermekten vazgeçmiş sayılması ile diğer taraf yararına usuli kazanılmış
(müktesep) hak doğar. Bu nedenle delil göstermekten vazgeçmiş sayılan taraf, karşı tarafın açık
muvafakati olmadan aynı davada vazgeçmiş olduğu delili, delil avansını yatırarak tekrar
gösteremez; gösterse bile hakim inceleyemez ve kararına esas alamaz. Bu halde davacının delil
göstermekten vazgeçmiş sayılması nedeniyle dava ispat edilemediği gerekçesiyle reddedilirse,
bu ret kararı esasa ilişkin bir karardır (usule ilişkin bir karar değildir). Bu nedenle böyle bir
davanın reddi kararı, maddi anlamda kesin hüküm teşkil eder.
b) Tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyeceği dava ve işlerde, hâkim tarafından resen
başvurulan deliller için gereken giderlerin, bir haftalık süre içinde taraflardan birisi veya
belirtilecek oranda her ikisi tarafından ödenmesine karar verilir. Belirlenen süre içinde bu
işlemlere ait giderleri karşılayacak miktarda avans yatırılmazsa, ileride bu gideri ödemesi
gereken taraftan alınmak üzere Hazineden ödenmesine hükmedilir (m. 325).

C) Yargılama Giderlerinden Sorumluluk

I- Yargılama Giderleri Aleyhine Hüküm Verilen (Haksız Çıkan) Tarafa Yükletilir


(Kural)

Kural olarak, yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verilir
(m. 326/1). Aleyhine hüküm verilen tarafa yükletilecek olan yargılama harç ve giderleri, hem
davayı kazanan tarafın daha önce peşin olarak ödediği, hem de (karar ve ilam harcı ve Devlet
Hazinesince peşin olarak ödenen giderler gibi) Devlet’e ödenmesi gereken harçlar ve
giderlerdir. Bundan başka davayı kazanan taraf davayı bir vekil aracılığıyla takip etmişse,
aleyhine hüküm verilen taraf, yargılama gideri olarak vekalet ücreti ödemeye de mahkum
edilir. Davada iki taraftan her biri kısmen haklı çıkarsa, mahkeme, yargılama giderlerini
tarafların haklılık oranına göre paylaştırır (m. 326/2).

Davada sadece taraflar yargılama giderlerinden sorumlu tutulabilir. Taraf vekillerinin şahsen
sorumluluğu, söz konusu olmaz. Ancak vekaletnamesi olmadığı halde duruşmaya katılarak
gereksiz masraf yapılmasına sebebiyet vermiş olan vekil, sebep olduğu yargılama giderlerini
ödemeye şahsen mahkum edilir. Vekaletnamesiz dava açan vekilin, karşı taraf lehine
hükmedilecek vekalet ücretinden de şahsen sorumlu tutulması gerekir.

II- İstisnalar

1) Davadan feragat eden davacı, (davasının reddi halinde ödeyeceği) maktu karar ve ilam
harcının, ilk celsede (ön inceleme duruşmasında) feragat edilmişse üçte birini, daha sonra
olursa üçte ikisini ödemeye mahkum edilir (Harçlar K. m. 22).

2) Davayı eden davalı, (davayı kaybetmesi halinde ödeyeceği) nispi karar ve ilam harcının, ilk
celsede (ön inceleme duruşmasında) davayı kabul edilmişse üçte birini, daha sonra olursa üçte
ikisini ödemeye mahkum edilir (Harçlar K. m. 22). Ayrıca davalı, davanın açılmasına kendi hâl
ve davranışıyla sebebiyet vermemiş ve yargılamanın ilk duruşmasında da davacının talep
sonucunu kabul etmiş ise yargılama giderlerini ödemeye mahkûm edilmez (m. 312/2).

3) Fer’i müdahil olarak davada yer alan kimse, taraf olarak kabul edilmese dahi, yanında
katıldığı taraf haksız çıkarsa fer’i müdahale giderlerinden kendisi sorumlu olur; yanında
katıldığı taraf haklı çıkarsa bu giderler de kural olarak karşı tarafa yüklenir. Ancak, karar fer’i
müdahilin yanında katıldığı taraf lehine olsa dahi, bu tarafın hal ve davranışı, üçüncü kişinin
davaya katılmasını gerektirmişse müdahale giderlerinin tamamı veya bir kısmı, lehine hüküm
verilen tarafa (fer’i müdahilin yanında davaya katıldığı tarafa) yüklenebilir (m. 328).

4) Davada haksız çıkmış olup olmadığına bakılmaksızın, kanundaki özel hüküm gereği bazı
yargılama giderleri taraflardan birine ait olabilir. Örneğin m. 101, 182, 213, 253, 269
5) TMK m. 713 çerçevesinde olağanüstü zamanaşımı ile iktisap talebiyle açılan davalarda,
dava kazanılsa dahi, Hazine veya ilgili kamu tüzel kişis aleyhine yargılama giderlerine
hükmedilmemektedir.

6) Davada haklı çıkmış (lehine hüküm verilmiş) olan taraf, aşağıdaki hallerde davayı kazanmış
olmasına rağmen yargılama giderlerini ödemeye mahkum edilir:

a) Gereksiz yere davanın uzamasına veya gider yapılmasına sebebiyet vermiş olan taraf,
davada lehine karar verilmiş olsa bile, karar ve ilam harcı dışında kalan yargılama giderlerinin
tamamını veya bir kısmını ödemeye mahkûm edilebilir (m. 327/1).

b) Bir kişi davada sıfatı olmadığı hâlde, davacıyı, davalı sıfatı kendisine aitmiş gibi yanıltıp,
kendisine karşı dava açılmasına sebebiyet verirse, davanın sıfat yokluğu nedeniyle reddi
hâlinde, davalı yararına yargılama giderlerine hükmedilemez (m. 327/2).

c) Bir taraf, dava açıldığı andaki mevzuata veya içtihat durumuna göre davasında veya
savunmasında haklı olup da, dava açıldıktan sonra yürürlüğe giren (geçmişe etkili) yeni bir
kanun hükmü veya yeni bir İBK gereğince davada haksız çıkarsa, davada haksız çıkmış
olmasına rağmen, yargılama giderlerine mahkum edilemez.

d) Geçit hakkı tanınması için açılan davada, yargılama giderlerinin davacıya yükletilmesi
gerekir.

e) Ortaklığın giderilmesi davalarında davacı ve davalı aynı hakkı haizdir. Bu davalarda


kazanan ve kaybeden taraf yoktur. Bu nedenle yargılama giderleri payları oranında taraflara
yükletilir.

III- Yargılama Giderlerinin Hükümde Gösterilmesi

Hakim, hüküm verirken unutmuş olduğu bir yargılama giderini (örneğin vekalet ücretini)
tavzih yolu ile hükme ekleyemez. Mahkeme talep olmasa bile yargılama giderlerine ve vekalet
ücretine kendiliğinden karar vermekle yükümlüdür. İhtiyati tedbir ve delil tespiti gideri de
yargılama giderlerine dahil olduğundan mahkeme tarafından kendiliğinden hüküm altına alınır
ve ayrı bir dava konusu yapılamaz.

IV- Esastan Sonuçlanmayan Davada Yargılama Giderleri

Davanın konusuz kalması sebebiyle davanın esası hakkında bir karar verilmesine gerek
bulunmayan hâllerde, hâkim, davanın açıldığı tarihteki tarafların haklılık durumuna göre
yargılama giderlerini takdir ve hükmeder. Görevsizlik, yetkisizlik veya gönderme kararından
sonra davaya bir başka mahkemede devam edilmesi hâlinde, yargılama giderlerine o mahkeme
hükmeder (m. 331/1). Görevsizlik, yetkisizlik veya gönderme kararından sonra davaya bir
başka mahkemede devam edilmemiş ise talep üzerine davanın açıldığı mahkeme dosya
üzerinden bu durumu tespit ile davacıyı yargılama giderlerini ödemeye mahkûm eder (m.
331/2). Davanın açılmamış sayılmasına karar verilen hâllerde yargılama giderleri davacıya
yükletilir (m. 331/3).

D) Vekalet Ücreti
Yargılama gideri olan vekalet ücreti, davada haklı çıkan tarafın vekili ile kararlaştırmış olduğu
vekalet ücreti olmayıp, Tarifeye göre hesaplanacak olan vekalet ücretidir.

I- Vekalet Veren İle Vekili Arasındaki Vekalet Ücreti

Vekalet verenin vekiline ödeyeceği bu vekalet ücreti, tamamen kendi aralarındaki bir ücret
sözleşmesiyle kararlaştırılmış bir ücret olup, yargılama gideri sayılmaz. Ancak bu ücret
sözleşmesinde kararlaştırılacak olan vekalet ücreti, Tarifedeki asgari miktarın altında olamaz.
Çünkü avukatlık asgarî ücret tarifesi altında vekâlet ücreti kararlaştırılamaz (AK m. 164/IV).

Avukatlık sözleşmesinin yazılı olması zorunlu değildir. Yazılı olmayan anlaşmalar, genel
hükümlere göre ispatlanır (AK m. 163/I, c. 3). Buna göre senetle ispat zorunluluğu olan
hallerde ücret sözleşmesi yazılı delil başlangıcı veya yemin ile ispat edilebilir. Senetle ispat
zorunluluğunun istisnalarında, ücret sözleşmesi tanıkla da ispat edilebilir. Yasaya aykırı
olmayan şarta bağlı sözleşmeler geçerlidir (AK m. 163/I).

Yüzde yirmibeşi aşmamak üzere, dava veya hükmolunacak şeyin değeri yahut paranın belli bir
yüzdesi avukatlık ücreti olarak kararlaştırılabilir (AK m. 164/II).

Ücret sözleşmesi, dava konusu para dışındaki mal ve haklardan bir kısmının aynen avukata ait
olacağı hükmünü taşıyamaz (AK m. 164/III). Buna dava sonucuna katılma yasağı (hasılı
davaya iştirak yasağı) denir. Örneğin, dava konusu iki kilo altının yarım kilosunun davanın
kazanılması halinde avukata ait olacağına ilişkin ücret koşulu geçerli olmaz.

Değeri para ile ölçülemeyen dava ve işlerde ise avukatlık asgari ücret tarifesi uygulanır (AK m.
164/IV, c. 4). Değeri para ile ölçülebilen dava ve işlerde ise asgari ücret tarifelerinin altında
olmamak kaydıyla ücret itirazını incelemeye yetkili merci tarafından davanın kazanılan bölümü
için avukatın emeğine göre değişmek üzere ilamın kesinleştiği tarihteki dava değerinin yüzde
onu ile yüzde yirmisi arasındaki bir miktar avukatlık ücreti olarak belirlenir (AK. m. 164/4).

Dava sonunda, kararla tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenecek vekâlet ücreti avukata
aittir19. Bu ücret, iş sahibinin borcu nedeniyle takas ve mahsup edilemez, haczedilemez (AK m.
164/V).

Avukatlık ücret tavanını aşan sözleşmeler, bu Kanunda belirtilen tavan miktarında geçerlidir.
Yani yüzde yirmibeşe kadarı geçerlidir. Yüzde yirmibeşi aşan miktar geçersizdir. İfa edilmiş
sözleşmenin geçersizliği ileri sürülemez. Yokluk halleri hariç, avukatlık sözleşmesinin bir
hükmünün geçersizliği, bu sözleşmenin tümünü geçersiz kılmaz (AK m. 163/II).

Avukatın, vekalet ücretine hak kazanabilmesi için, davayı hüküm kesinleşinceye kadar
yürütmesi gerekir. Bu nedenle ücret sözleşmesinde aksi yazılı değil ise, vekalet ücreti davanın
sonunda muaccel olur. Avukat, dava vekalet veren yararına sonuçlanmış olsun veya olmasın
hizmetinin karşılığı olan vekalet ücretini istemekte haklıdır.

19
Avukat, karşı taraftan bu vekalet ücretini doğrudan talep edemez; ancak avukat bu vekalet ücreti için müvekkili
adına karşı taraf aleyhine icra takibi yapabilir ve bu icra takibinde de müvekkili lehine vekalet ücreti takdir edilir.
Örneğin, ‘’Olayda ilamın davacısı lehine hükmedilen vekalet ücretinin avukata ait olduğu tartışmasız ise de,
ödenmeyen avukatlık ücreti ancak asil adına takibe konabilir. İcra takibi de vekil vasıtasıyla yapıldığına göre
alacaklı yararına İİK’nun 138. maddesi uyarınca avukatlık ücreti hesaplanacağından, icra takibinde, icra vekalet
ücreti istenmesinde yasaya aykırılık yoktur’’ (8. HD, 26.1.2016, 23120/1195).
Üzerine aldığı işi haklı bir sebep olmaksızın takipten vazgeçen avukat hiçbir ücret isteyemez
ve peşin aldığı ücreti geri vermek zorundadır (AK m. 174/I). Avukatın azli halinde ücretin
tamamı verilir. Şu kadar ki, avukat kusur veya ihmalinden dolayı azledilmiş ise ücretin
ödenmesi gerekmez (AK m. 174/II).

Avukat, müvekkili tarafından verilen veya onun namına aldığı malları, parayı ve diğer her türlü
kıymetleri, avukatlık ücreti ve giderin ödenmesine kadar, kendi alacağı nispetinde elinde
tutabilir (Hapis Hakkı) (AK m. 166/I). Bu durum avukatlık kanununda hapis hakkı olarak
nitelendirilmektedir. Doktrinde ise bunun alıkoyma hakkı olarak nitelendirmek daha doğru
olur.

Taraflar başarıya göre ücrette belirleyebilir. Davanın kazanılması halinde ödenecek ücret ile
davanın kaybedilmesi halinde ödenecek ücreti ayrı ayrı gösterebilirler.

Avukat, sözleşme ile kararlaştırılan ve hakim tarafından takdir olunan ücretinden dolayı, kendi
çalışması sonucunda müvekkilin muhafaza ettiği veya kazandığı mallar ve davadaki diğer
taraftan ilam gereğince tahsil edilecek para yahut alınacak mallar üzerinde diğer alacaklılara
nazaran rüçhan hakkını haizdir (AK m. 166/II). Ancak avukatın bu rüçhan hakkı, ona takip
yapmaksızın hacze imtiyazlı iştirak hakkı vermez.

II- Yargılama Gideri Olan Vekalet Ücreti

Davada haklı çıkan lehine vekalet ücretine hükmedilebilmesi için, haklı çıkan tarafın davanın
başından sonuna kadar vekil tarafından temsil edilmiş olması şart değildir. Hangi aşamada
olursa olsun, dava ve icra takibini kabul eden avukat, Tarife hükümleri ile belirlenen ücretin
tamamına hak kazanır (Tarife m. 5/1). Yargılama gideri olan vekalet ücreti Tarifeye göre
hesaplanır. Avukatlık ücreti, avukatlık ücret tarifesinde yazılı miktardan az ve üç katından fazla
olamaz (AK m. 169). Ancak istisnai olarak , kötü niyetli davalıyı veya hiçbir hakkı olmadığı
halde dava açan davacıyı, diğer yargılama giderlerinden başka karşı tarafın vekili ile arasında
kararlaştırılmış olan gerçek vekalet ücretinin tamamı veya bir kısmını ödemeye de mahkum
edebilir (m. 329/1). Vekil ile takip edilen davalarda mahkemece kanuna göre takdir olunacak
vekalet ücreti, taraf lehine hükmedilir; fakat avukata aittir. Taraflar bu hükmün aksini
kararlaştırarak hükmedilecek ücretin tarafa ait olacağını kararlaştırabilirler. Mahkeme davada
haksız çıkan tarafı re’sen vekalet ücreti ödemeye mahkum eder; bunun için talepte bulunmaya
gerek yoktur.

Taraflar arasındaki anlaşmazlık, davanın konusuz kalması, feragat, kabul, sulh veya herhangi
bir nedenle ön inceleme tutanağı imzalanıncaya kadar ortadan kalkarsa tarife hükümleriyle
belirlenmiş olan vekalet ücretinin yarısına; ön inceleme tutanağı imzalandıktan sonra ise
tamamına hükmolunur (Asgari Ücret Tarifesi m. 6).

6552 sayılı kanunun 140. Maddesiyle Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun 70.
Maddesine ve Tüketici Hakem Heyetleri Yönetmeliğinin 22/7. Maddesine göre, tüketici hakem
heyetleri tarafından vekalet ücreti ödenmesine karar verilememektedir.

Nispi Vekalet Ücreti: Konusu para olan (veya para ile değerlendirilebilen bir şey olan)
davalarda vekalet ücreti, nispi tarifeye göre hesaplanır. Nispi tarife, 35.000 liraya kadar olan
davalarda %12; bunun üstündeki davalara ilişkin oranlar sırasıyla % 11, 8, 6, 4, 3, 1, 5 ve 1’dir.
Davanın tamamen kazanılması veya reddedilmesi halinde, nispi vekalet ücreti, dava konusunun
değeri üzerinden hesaplanır. Davanın kısmen reddi halinde, kabul edilen miktar için davacı
yararına, reddedilen miktar için de davalı yararına nispi vekalet ücreti takdir edilir (m. 326/2).
Ancak mahkemenin takdir edeceği vekalet ücreti, davanın kabul veya reddedilen miktarını
geçemez (Tarife m. 13/2).

Maktu Vekalet Ücreti: Konusu para ile değerlendirilemeyen bir şey olan davalarda vekalet
ücreti, maktu tarifeye göre takdir edilir. Şahısvarlığına ilişkin davalarda maktu vekalet ücreti
alınır. Örneğin, boşanmanın fer’i niteliğinde olan maddi ve manevi tazminatın kabul ya da
reddi halinde ayrıca vekalet ücretine hükmedilemez. Babalık davasıyla birlikte talep edilen
doğum giderleri, geçim giderleri, gebelik ve doğumun gerektirdiği diğer giderler karşılığı olan
maddi tazminat babalık davasının fer’isi olup, ayrıca harca tabi değildir. Bunun sonucu, bu
giderlerin kabul ya da reddi halinde ayrıca vekalet ücretine hükmedilemez.

Müteselsil sorumluluk da dahil olmak üzere, birden fazla davalı aleyhine açılan davanın
reddinde, ret sebebi ortak olan davalılar vekili lehine tek, ret sebebi ayrı olan davalılar vekili
lehine ise her ret sebebi için ayrı ayrı avukatlık ücretine hükmolunur (Tarife m. 3/2).

Avukatlık ücretinin takdirinde, hukukî yardımın tamamlandığı veya dava sonunda hüküm
verildiği tarihte yürürlükte olan tarife esas alınır (AK m. 168/III).

HMK’nun yargılama giderleri ile ilgili hükümleri idari yargıda da uygulanır (İYUK m. 31).

Gider avansı ile delil avansı arasında ne fark vardır?

Gider avansı dava şartıdır. Yatırılmazsa dava, dava şartı yokluğundan reddedilir. Delil avansı
ise dava şartı değildir. Delil avansı delillerin toplanması, dinlenmesi için alınan paradır. Delil
avansı yatırılmazsa o delile başvurmaktan vazgeçilmiş sayılır, dava reddedilmez. Ancak o delil
olmadan taraf iddia veya savunmasını ispat edemiyorsa davayı kaybeder. Gider avansı, keşif
giderleri, bilirkişi ve tanık ücretlerini de kapsar. Yönetmeliğin 205. Maddesinin 1. Fıkrası 4.
Ve 5. Fıkrası ile uyumlu değildir. burada kanunun m. 324 dikkate alınarak öncelikle 4. Ve 5.
Fıkrası uygulanmalıdır. Sorun gider avansı içine delil avansının da karıştırılması.

ADLİ YARDIM (m. 334-340)

Geçici hukuki korumalar ve icra takiplerinde adli yardım olur mu?

Adli yardım, sadece davalarda değil, icra ve iflas takiplerinde ve geçici hukuki koruma
taleplerinde de mümkündür.

Adli yardım kurumu hangi anayasal ilkelerle ilişkilidir?

Hukuk devleti ilkesi, adıl yargılanma hakkı, hak arama özgürlüğü, hukuki dinlenilme hakkı.
Koşulları mevcut olmasına rağmen adli yardımdan yararlandırılmayan kimse bakımından
hukuki dinlenilme hakkı ihlal edilmiş sayılır. Hukuk devleti ve adil yargılanma hakkı, aynı
zamanda devletin etkin hukuki koruma sağlaması ödevini de içermektedir. Bu ödevin
gerçekleşebilmesi bakımından da adli yardım kurumunun varlığı kaçınılmazdır.

Kimler adli yardımdan yararlanabilir? Yabancıların adli yardımdan yararlanması


mümkün müdür?
Adli yardım, Türk vatandaşı gerçek kişiler için kabul edilmiş bir kurumdur. Tüzel kişiler adli
yardımdan yararlanamaz. İstisna: kamuya yararlı dernek ve vakıflar, iddia ve savunmalarında
haklı göründükleri ve mali açıdan zor duruma düşmeden gerekli giderleri kısmen veya
tamamen ödeyemeyecek durumda oldukları takdirde adli yardımdan yararlanabilirler (m.
334/2). Bir derneğin kamu ya yararlı dernek sayılabilmesi için en az bir yıldır faaliyet
göstermesi ve derneğin amacının topluma yararlı sonuçlar verecek nitelikte olması gerekir.
Yabancıların adli yardımdan yararlanabilmeleri ödeme gücünden yoksunluk ve dayanaktan
yoksun olmama şartına ek olarak ayrıca karşılıklılık şartına bağlıdır (m. 334/3). Örneğin,
Lahey sözleşmesi m. 20-24. Karşılıklılık hukuki (arada sözleşme var) veya fiili olabilir.

Adli yardımdan yararlanma şartları (m. 334/1) nelerdir?

Adli yardım isteğinde bulunan kişinin, kendisi ve ailesinin geçimini önemli ölçüde zor duruma
düşürmeksizin, gereken yargılama veya takip giderlerini kısmen veya tamamen ödeme
gücünden yoksun olmalıdır (m. 334/1). Burada kişi mali yetersizlik içinde olacak ya da
giderleri karşılamak zorunda kalırsa maddi sıkıntıya düşme tehlikesi yaşayacaktır. Burada icra
hukuku anlamında bir aciz halinin varlığı zorunlu değildir. Yoksulluk şartı her türlü delille
ispat edilebilir.

Adli yardım talebinde bulunan kişinin talebinin açıkça dayanaktan yoksun olmaması gerekli ve
yeterlidir. Çünkü 11/4/2013 tarihli ve 6459 sayılı Kanunla, HMK m. 334/1’de yer alan “haklı
oldukları yolunda kanaat uyandırmak” ibaresi “taleplerinin açıkça dayanaktan yoksun
olmaması” şeklinde değiştirilmiştir. Haklılık koşulu, iddia veya savunmada, yapılacak takipte
başarılı olma ümidinin bulunması şeklinde anlaşılmalıdır. İddia veya savunmanın açıkça
dayanaktan yoksun olması, ilk bakışta haksızlığın açıkça anlaşılması olarak da
değerlendirilebilir.

Bazı hallerde yoksulluk ve taleplerin açıkça dayanaktan yoksun olmaması şartları


aranmaksızın, bir kişinin adli yardımdan yararlanabileceği özel bir kanun hükmü ile kabul
edilmiştir (örneğin, 4539 sayılı Doğal Afet Bölgeleri K. m. 3).

Küçüğün ve vesayet altındaki kişinin ekonomik durumu iyi olmasa, veli ve vasinin
ekonomik durumu iyi olsa adli yardımdan yararlanmak mümkün müdür?

Küçükler adına velileri tarafından adli yardım talep edildiğinde, sadece küçüğün değil; aynı
zamanda velinin şahsında da yoksulluk koşulunun gerçekleşmiş olması aranmalıdır. Çünkü
velinin, velayeti altındaki küçüğe bakım yükümlülüğü vardır ve bunların malvarlığı da
velilerinin idare ve gözetimi altındadır. Vasi durumundan ise aynı durum geçerli değildir. zira
vasi, vesayet altındaki kişinin mallarını sadece yönetmekle görevlidir; onlardan yararlanamaz
ve vasinin, vesayet altındaki kişinin masraflarını bizzat karşılama yükümlülüğü yoktur.

Bir kişinin evi varsa adli yardımdan yararlanabilir mi?

Geçimini sağlamaya yeterli düzenli bir aylık geliri ve ekonomik durumuna uygun evi olan
kimse, açacağı bir dava ya da icra takibi sebebiyle yüksek tutarda harç ve diğer yargılama
giderleri ödemek zorunda kalacak ve bu giderleri, olağan geliriyle ya da nakde
dönüştürebileceği fazladan malı ile karşılayamayacak durumda ise o kişiden evini satıp, dava
masraflarını ödemesi beklenemez.
Adli yardım hangi görevli ve yetkili mahkemeden istenir?

Adli yardım, asıl talep veya işin karara bağlanacağı mahkemeden; icra ve iflas takiplerinde ise
takibin yapılacağı yerdeki icra mahkemesinden istenir (m. 336/1). Kanun yollarına başvuru
sırasında adli yardım talebi bölge adliye mahkemesine veya Yargıtay’a yapılır (m. 336/3). Adli
yardım talebine ilişkin evrak, her türlü harç ve vergiden muaftır (m. 336/4). Adli yardım
talebiyle açılan dava ve işlerde adli yardım konusunda bir karar verilinceye kadar harç, gider
ve delil avansı alınmaz (Yönetmelik m. 205/2).

Adli yardım kararı verecek mahkemenin yetkisine ilişkin yetki sözleşmesi yapılabilir mi?

Adli yardım talebi hakkında karar vermeye yetkili mahkeme, asıl dava, talep veya işin
görüleceği yetkili mahkemedir (m.366/1). Adli yardım talebi için kanunda belirtilen
mahkemenin yetkisi kesin yetkidir. Bu hususta yetki sözleşmesi yapılamaz. Ancak asıl talep
veya işe ilişkin geçerli bir yetki sözleşmesi yapılmışsa bu sözleşme ilgili uyuşmazlığa ilişkin
adli yardım talebi bakımından da etki doğurur.

Görevsiz mahkemede adli yardım kararı verilir de görevsizlik kararı üzerine davaya
görevli mahkemede devam edilmek istenirse adli yardım kararı, asıl dava veya iş için
görevli mahkemede geçerli sayılır mı?

Bu sorunun cevabı kanunda düzenlenmemiştir. Bir görüşe göre, görevsiz mahkemede verilen
adli yardım kararı, görevli mahkemede geçerli değildir. Diğer görüşe göre, her ne kadar
görevsiz mahkemece verilen kararlar ve yapılan işlemler görevli mahkemede geçerli değil
iseler de, bu işlemlerin tekrarlanması gereksiz görünüyorsa görevli mahkeme o işlemi geçerli
kabul edebilir. Bu nedenle görevsiz mahkemede verilen adli yardım kararının, görevli
mahkemede tekrar incelenip verilmesinde hiçbir yarar yoksa ve bu durum usul ekonomisine
aykırı ise görevsiz mahkemenin verdiği adli yardım kararı görevli mahkemede de geçerli
olmalıdır.

Adli yardım talebi ne zamana kadar istenebilir?

Adli yardım talebi hakkında kanunda süre sınırlaması yoktur. Yargılamanın sonuna kadar adli
yardım talebinde bulunulabilir. Zira kanun yolunda da talep edilebilmektedir.

Adli yardım talebi zamanaşımının kesilmesini sağlar mı?

Adli yardım talebi davadan önce söz konusu olursa, asıl davaya konu hak ile ilgili
zamanaşımının kesilmesi sonucu doğmaz. Adli yardım talebi hakkında mahkemece bir karar
verilene kadar geçecek süre içinde zamanaşımı dolabilir. Bu sakıncanın giderilmesi için adli
yardım talebi hakkında karar verilene kadar zamanaşımının durması yönünde bir düzenleme
uygun olur.

Adli yardım talebi davanın esasına girilmeden önce mi incelenmelidir?

Derdest bir dava sırasında adli yardım talep edilmesi halinde, bu talep asıl yargılamaya devam
edilebilmesi için bir ‘’ön sorun’’ olarak ele alınır ve karara bağlanır. Adli yardım taleplerinin
incelenmesine ilişkin özel düzenleme (m. 337) olduğu için ön sorunların incelenme usulünü
düzenleyen hüküm uygulanmaz. Ancak adli yardım talebi hakkında olumlu veya olumsuz bir
karar verilmeden işin esasını incelemeye geçilemez.

Adli yardım kararı için hakimde oluşacak kanaatin derecesi ne olmalıdır?

Talepte bulunanın mali gücü ile ilgili olarak hakim tam bir kanaate varmış olmalıdır.
Dayanaktan yoksunluk bakımından ise yaklaşık ispat yeterlidir.

İlk derecede adli yardım kararı verilirse kanun yolunda yine adli yardım talebinde
bulunulabilir mi?

Adli yardım, hükmün kesinleşmesine kadar devam eder (m. 335/3). Bu yüzden bölge adliye
mahkemesinden ve Yargıtay’dan tekrar adli yardım talep edilmesine gerek yoktur.

Adli yardım taleplerinin incelenmesinde duruşma yapılması gerekir mi?

Mahkeme, adli yardım talebi hakkında duruşma yapmaksızın karar verebilir. Ancak, talep
hâlinde inceleme duruşmalı olarak yapılır (m. 337/1, c. 1 ve 2). Mahkeme, adli yardım talep
edenin sunduğu belgelerden, yoksulluk ve haklı olma şartlarının varlığına kanaat getirirse, adli
yardım talebinin kabulüne karar verir.

Adli yardım talebini inceleyen hakim haklılık bakımından kanaatini açıklamışsa bu


sebepten hakimin reddi istenebilir mi?

Adli yardıma karar verirken, dava hakkındaki kanaatini sadece adli yardım talebi ile sınırlı
olarak açıklamış olan hakim, kanunen gerektiği için kanaatini açıklamış olduğundan
reddedilemez.

Adli yardım talebinin reddi veya kabulü kararlarına karşı başvurulabilecek bir yol var
mıdır?

Şartlar mevcut değilse mahkeme, adli yardım talebinin reddine karar verir (m. 337/1, c. 3).
Adli yardım talebinin reddine ilişkin kararlara karşı, tebliğinden itibaren bir hafta içinde kararı
veren mahkemeye dilekçe vermek suretiyle itiraz edilebilir (m. 337/2, c. 1).Kararına itiraz
edilen mahkeme, itirazı incelemesi için dosyayı o yerde adli yardım talebi yapılan hukuk
mahkemesinin birden fazla dairesinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisini izleyen
daireye, son numaralı daire için birinci daireye, o yerde adli yardım talebi yapılan hukuk
mahkemesinin tek dairesi bulunması hâlinde ise aynı işlere bakmakla görevli en yakın
mahkemeye gönderir (m. 337/2, c. 2). İtiraz incelemesi neticesinde verilen karar kesindir (m.
337/2, c. 3); istinaf edilemez.

Karşı taraf, adli yardım talebinin kabulü kararına itiraz edebilmelidir (kar. m. 337).

Adli ardı talebi reddedilirse yeniden başvuruda bulunulabilir mi?

Adli yardım talebi reddedilirse, ödeme gücünde sonradan gerçekleşen ciddi bir azalmaya
dayanılarak tekrar talepte bulunulabilir (m. 337/2, c. 4). Dava açıldıktan sonra da adli yardım
talep edilebilir. Bu halde verilecek adli yardım kararı, daha önce yapılan yargılama giderlerini
kapsamaz (m. 337/3).
Adli yardım talebinde bulunan kişinin kasten yanlış bilgi vermesine bağlanan sonuç
nedir?

Adli yardımdan yararlanan kişinin mali durumu hakkında kasten veya ağır kusuru sonucu
yanlış bilgi verdiği ortaya çıkar veya sonradan mali durumunun yeteri derecede iyileştiği
anlaşılırsa adli yardım kararı kaldırılır (m. 338). Adli yardım kararının kaldırılması halinde,
adli yardımdan yararlanmış olan kişi, o zamana kadar ödemekten muaf bulunduğu yargılama
harç ve giderlerini, özellikle peşin karar ve ilam harcını ödemekle yükümlü olmalıdır.

Adli yardım kararının sağladığı menfaatler (m. 335) nelerdir?

Adli yardım kararı, ilgiliye, aşağıdaki hususları sağlar:


1) Yapılacak tüm yargılama ve takip giderlerinden geçici olarak muafiyet.
2) Yargılama ve takip giderleri için teminat göstermekten muafiyet.
3) Dava ve icra takibi sırasında yapılması gereken tüm giderlerin Devlet tarafından avans
olarak ödenmesi.
4) Davanın avukat ile takibi gerekiyorsa, ücreti sonradan ödenmek üzere bir avukat temini.

Adli yardım kararı verilen kişi dava sırasında ölürse mirasçılar bu yardımdan
yararlanabilir mi?

Adli yardım kararı, sadece lehine karar verilen kişi için geçerlidir; bu kişinin mirasçıları, cüzi
halefleri, o kişi yanında katılan fer’i müdahil veya dava arkadaşları adli yardımdan
yararlanamaz. Bunların ayrıca adli yardım koşullarının gerçekleştiğini ispatlaması gerekir. adli
yardımdan yararlanan taraf ölürse adli yardım sona erer.

Adli yardımın geçici muafiyet sağlaması ne demektir? Bu kişi davada haksız çıkarsa ne
olur?

Adli yardım kararından dolayı ertelenen tüm yargılama giderleri ile Devletçe ödenen avanslar
dava veya takip sonunda haksız çıkan kişiden tahsil olunur. Adli yardımdan yararlanan kişinin
haksız çıkması hâlinde, uygun görülürse yargılama giderlerinin en çok bir yıl içinde aylık eşit
taksitler hâlinde ödenmesine karar verilebilir. Ancak adli yardım kararından dolayı Devletçe
ödenen veya muaf tutulan yargılama giderlerinin tahsilinin, adli yardımdan yararlananın
mağduriyetine neden olacağı mahkemece açıkça anlaşılırsa, mahkeme, hükümde tamamen
veya kısmen ödemeden muaf tutulmasına karar verebilir (m. 339/2).

Avukatlık Kanunda adli yardıma ilişkin bir düzenleme var mıdır?

Avukatlık Kanunu bakımından adlî yardım, avukatlık ücretlerini ve diğer yargılama giderlerini
karşılama olanağı bulunmayanlara Avukatlık Kanununda yazılı avukatlık hizmetlerinin
sağlanmasıdır (AK m. 176). Adlî yardım hizmeti, baro merkezlerinde, baro yönetim
kurullarınca avukatlar arasından oluşturulan adlî yardım bürosu tarafından yürütülür (AK m.
177). Türkiye Barolar Birliği Adli Yardım Yönetmeliği var. Adli yardım talebi ile doğrudan
barolara müracaat edilmesi mümkündür (AK m. 178). Buradaki adli yardım o kişiye
mahkemelerde yardımcı olmak üzere bir vekil tayin edilmesi ile sınırlıdır (AK m. 179). Talep
baroca kabul edilirse, adli yardım bürosu tarafından, ilgilinin mahkemeden adli yardım kararı
alabilmesi için gerekli işlemler yapılır. Adli yardım bürosu, adli yardım talebinin mahkemece
kabulü üzerine davayı takip etmek ve sonuçlandırmakla yükümlüdür.

HMK’nun adli yardım ile ilgili hükümleri (m.334-340) idari yargıda da uygulanır (İYUK m.
31).

GEÇİCİ HUKUKİ KORUMA

Geçici hukuki koruma neden gereklidir?

Davadan önce veya dava sırasında dava konusu şey başkasına devredilebilir, elden çıkarılabilir.
Geçici hukuki koruma olmasa hakka ulaşmak imkansız hale gelebilir. Bu yönüyle geçici
hukuki koruma etkili hukuki korumanın garantisidir. Geçici hukuki koruma, somut olarak
maddi hukuka ilişkin hakkın gerçekleştirilmesine, elde edilmesine hizmet etmemekle birlikte,
asıl yargılamada verilen hükmün gerçekleştirilebilmesi yolunu açık tutmak suretiyle ona
yardımcı olarak etkili bir hukuki koruma garantisi sağlar.

Geçici hukuki korumaların özellikleri nelerdir?

* Yargı organlarınca karar verilir.


* Her iki tarafça da istenebilir.
* Geçici Niteliktedir.
* İnceleme basit ve çabuk şekilde yapılır.
* Kararlar bağlayıcıdır.
* Yargılamada kural olarak yaklaşık ispatla yetinilir.
* Hukuki dinlenilme hakkı bakımından, karşı taraf önceden dinlenmeden de karar verilebilir.

Geçici hukuki korumalar sadece para alacağı hakkı için mi öngörülmüştür?

Para alacaklarında amaç, bir paranın elde edilmesi için koruma sağlamaktır. Para alacakları için
öngörülen geçici hukuki koruma ihtiyati haiz olup İİK’da düzenlenmiştir. Para dışındaki hak ve
mallarda ise amaç, kural olarak bizzat o şeyin korunmasıdır. Para dışındaki haklar için
öngörülen geçici hukuki koruma ihtiyati tedbir olup HMK’da düzenlenmiştir.

Özel düzenlemelerde yer alan geçici hukuki korumaları ihtiyati tedbir veya ihtiyati haciz
olarak değerlendirmek mümkün müdür?

Özel düzenlemelerde yer alan geçici hukuki korumalar genellikle yargılama veya icra
kanunları içinde değil, kendi özel kanunlarında yer almakta olup ihtiyati tedbir veya ihtiyati
hacizden farklıdır. Klasik geçici hukuki korumalardan farklı olarak özel geçici hukuki
korumalar bazen niteliği gereği daha geniş veya kalıcı etkiler doğurabilmektedir. Örneğin,
haksız rekabet alanında karar verilen geçici bir hukuki koruma kapsamında, ilgili işletmenin
üretim ilişkileri bazen geri dönülemez şekilde düzenlenebilmektedir. Bu nedenle özel geçici
hukuki koruma öngörülmüşse ihtiyati tedbir talep edilmemesi ve ihtiyati tedbire karar
verilmemesi gerekir.
TMK’da düzenlenen evlilik birliğinin korunması önlemleri, boşanma ve ayrılık davalarında
alınan tedbir nafakası gibi önlemler; icra takibinde şikayet yargılamasında, istihkak
prosedüründe, menfi tespit davasında, kambiyo senetlerine özgü haciz yolu ile takipte itiraz
üzerine icra mahkemesince takibin durdurulması, Yargıtay’ın icranın geri bırakılması kararı,
iflasın ertelenmesi icra ve iflas hukukuna özgü geçici hukuki korumalar olup teknik anlamda
ihtiyati tedbir değildir; kendi özel kanunlarına tabidir. Hüküm bulunmayan hallerde niteliğine
uygun düştüğü ölçüde ihtiyati tedbire ilişkin hükümler kıyasen uygulanmalıdır.

İHTİYATİ TEDBİR (m. 389-397)

İhtiyati tedbir nedir? Her davada ihtiyati tedbir olur mu?

Davacının, davayı kazanması halinde, dava konusu mal veya hakka kavuşmasını daha dava
sırasında (veya davadan önce) güvence altına almaya yarayan tedbirlere ihtiyati tedbirler denir.
Örneğin, dava konusu taşınır mal bir güvenilir kişiye teslim edilir; ihtiyati tedbir taşınmazın
tapu siciline şerh verilir; bozulmak üzere olan mallar satılır ve bedeli saklanır, kadın ve
çocuklar için takdir edilen tedbir nafakası kocadan zorla tahsil edilir. Kural olarak her davada
ihtiyati tedbir kararı verilebilir. Ancak bazı hallerde mahkemece ihtiyati tedbir kararı
verilemeyeceği özel bir kanun hükmü ile kabul edilmiştir.

İhtiyati tedbirlerin amacı nedir?

İhtiyati tedbirler, hakkın ya da hak sahibinin karşı karşıya olduğu somut ve güncel tehlikenin
bertaraf edilmesini, bu tehlikenin yol açabileceği telafisi mümkün olmayan zararların veya
tehlikenin önlenmesini ya da durdurulmasını amaçlar.

İhtiyati tedbirin şartları nelerdir?

İhtiyati tedbirin temel iki şartı, ihtiyati tedbire esas olan bir hakkın bulunması ve ihtiyati tedbir
sebebinin mevcut olmasıdır. İlk koşul m. 390/3’de ‘’davanın esası yönünden haklılığı’’ olarak
ifade edilmiştir. Tedbire esas olan hakkın kural olarak dava ve icra edilebilir olması aranır.
Örneğin, kumar ve bahisten doğan eksik borçlar için dava açılamayacağı gibi, tedbir kararı da
verilemez. (TBK m. 604).

İhtiyati tedbir sebebinin varlığı m. 389’da genel olarak düzenlenmiştir. Mevcut durumda
meydana gelebilecek bir değişme nedeniyle hakkın elde edilmesinin önemli ölçüde
zorlaşacağından ya da tamamen imkânsız hâle geleceğinden veya gecikme sebebiyle bir
sakıncanın yahut ciddi bir zararın doğacağından endişe edilmesi hâllerinde, ihtiyati tedbir
sebebi var kabul edilecek ve uyuşmazlık konusu hakkında ihtiyati tedbir kararı verilebilir (m.
389/1)20. Tedbir kararı sadece uyuşmazlığın konusu hakkında verilebilir; dava konusu olmayan
hallerde tedbir kararı verilemez.

İhtiyati tedbire karar verilmesi için mutlaka bir tehlikenin veya zararın doğmuş ve halen var
olması aranmaz. Dava konusu hak veya şey bakımından ortaya çıkacak tehlike ve zararın
önlenmesi için de her türlü tedbire karar verilebilir.

20
HMK m. 389/1 hükmü, niteliğine uygun düştüğü ölçüde çekişmesiz yargı işlerinde de uygulanır (HMK m.
389/2).
Bazı hallerde ihtiyati tedbir kararı verilmesinin kolaylaştırılması için kanun tedbir sebebinden
muafiyet öngörebilir. Örneğin, TTK m. 978’de gemi siciline konulacak şerhin ihtiyati tedbir
kararına dayalı olarak verileceği, ihtiyati tedbir kararının verilmesinde hakkın tehlikede
olduğuna dair yaklaşık ispat şartının aranmayacağı açıkça düzenlenmiştir.

Tedbir sebebi gerçekleşmesine rağmen uzun bir süre hareketsiz kalınırsa ne olur?

Tedbir sebebi gerçekleşmesine rağmen, tehlikeye veya zarara maruz kalan uzunca bir süre
harekete geçmemişse kural olarak tedbir sebebinin ortadan kalktığı kabul edilmeli ve tedbir
talebi reddedilmelidir. Örneğin, bir ürünün ambalajı iltibasa yol açacak şekilde uzunca bir
müddet kullanıldıktan sonra marka sahibi, ambalajının kullanımının önlenmesi için tedbir talep
etmişse talep tarihine kadar duruma tahammül eden talep edenin kural olarak dava sonuna
kadar ciddi bir zarara uğramayacağı varsayılır.

Talep olmadan ihtiyati tedbire karar verilebilir mi?

İhtiyati tedbirde tasarruf ilkesi geçerlidir. Talep olmadan hakim re’sen ihtiyati tedbir kararı
veremez. Ancak özel kanunlarda düzenlenen bazı özel geçici hukuki korumalarda
kendiliğinden harekete geçme ilkesi uygulanacağından talep olmadan da geçici hukuki koruma
kararı verilebilir. Örneğin, boşanma ve ayrılık davalarındaki geçici önlemler için bu durum
geçerlidir.

İhtiyati tedbir talebi zamanaşımını keser mi?

TBK m. 154/1 b. 2’de zamanaşımını kesen sebepler: dava veya def’i yoluyla mahkemeye veya
hakeme başvurma; icra takibinde bulunma; iflas masasına başvurma. Geçici hukuki korumalar
burada yer almadığından ihtiyati tedbir talebi dava olmadığından zamanaşımını kesmez.

İhtiyati tedbir bakımından görevli ve yetkili mahkeme hangisidir?

İhtiyati tedbir, dava açılmadan önce, esas hakkında görevli ve yetkili olan mahkemeden; dava
açıldıktan sonra ise ancak asıl davanın görüldüğü mahkemeden talep edilir (m. 390/1). Bunlar
dışındaki mahkemenin vermiş olduğu ihtiyati tedbir kararı geçersizdir.

Bölge adliye mahkemesinde ihtiyati tedbir talep edilebilir mi? İlk derece yargılaması sona
erip istinafa başvurulmadan önce ihtiyati tedbir bakımından hangi mahkeme görevlidir?

İstinaf başvurusu ile veya istinaf incelemesi devam ederken bölge adliye mahkemesinden de
ihtiyati tedbir talebinde bulunulabilir. Ancak yerel mahkemenin dosyadan elini çekmesinden
sonra istinafa başvurulmasından önce görevli mahkeme, kararı veren ilk derece mahkemesi
olmalıdır. İstinaf yoluna başvurulmadığı hatta dosya bölge adliye mahkemesine ulaşmadığı
sürece bölge adliye mahkemesi ihtiyati tedbir konusunda görevli hale gelmez.

Temyiz incelemesi sırasında ihtiyati tedbir bakımından görevli mahkeme hangisidir?

Özekes: davayı karara bağlayan yerel mahkeme veya duruma göre bölge adliye mahkemesidir.
Yargıtay’ın icranın geri bırakılmasına karar verebilmesi geçici hukuki koruma bakımından da
esas alınamaz.
Yılmaz: burada kanun boşluğu vardır. TMK m. 1’e göre yargılamayı en iyi bilen kişi
yargılamayı yapıp nihai karar veren mahkeme olduğundan bu mahkeme boşluğu dolduracaktır;
yani görevli mahkemedir.

İhtiyati tedbir dilekçesi hangi hususları içermelidir? Tarafları kimlerdir?

İhtiyati tedbir bir dava değildir. Bu nedenle davacı ve davalı taraftan bahsedilmez. İhtiyati
tedbirin tarafları ihtiyati tedbir talep eden ve karşı taraftır.

Tedbir talep eden taraf (dava açılmadan önce dava açacak olan kişi, dava açıldıktan sonra
davacı), dilekçesinde (dava dilekçesi veya ayrı dilekçe) dayandığı ihtiyati tedbir sebebini ve
türünü açıkça belirtmek, delilleri belirtmek ve elde olanları mahkemeye sunmak ve davanın
esası yönünden kendisinin haklılığını yaklaşık olarak ispat etmek zorundadır (m. 390/3). Dava
devam ederken tedbir talebinde bulunurken de dilekçe verilmelidir. Duruşma sırasında
tutanağa geçirtmek suretiyle tedbir talebinde bulunulamaz. Yine basit yargılama usulünde
mahkemeden sözlü olarak talepte bulunulamaz, dilekçe verilmesi esastır (m. 317/1).

İhtiyati tedbir talep edenden herhangi bir harç alınmakta mıdır?

Dava açılmadan önce ihtiyati tedbir talebinde bulunandan, başvurma harcı ve maktu karar ve
ilam harcı peşin olarak alınır. Dava dilekçesi ile birlikte ihtiyati tedbir talep edilirse
uygulamada harç alınmamaktadır. Doktrinde davadan önce dava sırasında şeklinde bir ayrım
yapılmadan her iki halde de harç alınması gerektiği belirtilmektedir. İhtiyati tedbir talep
edenden gider avansı alınmaz.

Karşı taraf dinlenmeden ihtiyati tedbire karar verilebilir mi?

Hakim karşı tarafın dinlenmesinin ihtiyati tedbirin amacını bertaraf edeceğini düşünüyorsa
karşı tarafı dinlemeden de ihtiyati tedbire karar verebilir. Örneğin, diğer taraf ihtiyati tedbir
talep edildiğini öğrenince, henüz daha karar verilmeden, uyuşmazlık konusu malı başkasına
devredebilir, tahrip edebilir. Karşı tarafın dinlenmemesi, diğer tarafın hukuki dinlenilme
hakkını ihlal etmez. Çünkü karşı tarafa ihtiyati tedbire itiraz imkanı tanınmıştır. Ayrıca burada
hakkın derhal korunması söz konusudur. Bununla birlikte karşı tarafın dinlenmemesi, talep
edenin ileri sürdüğü tehlikeden daha büyük bir tehlike yaratacaksa duruşma açılması uygun
olur.

İhtiyati tedbir kararı verilebilmesi bakımından aranan ispat ölçüsü nedir?

İhtiyati tedbir talep eden taraf, tedbire esas olan hakkını, ihtiyati tedbir sebeplerini, davanın
esası yönünden de haklılığını ispat etmelidir. Ancak burada tam ispat aranmayıp yaklaşık
ispatla yetinilir (m. 390/3). Ancak yaklaşık ispat ispatsızlık veya sadece talepte bulunanın
beyanları ile yetinileceği anlamına gelmez.

İhtiyati tedbir incelemesi hangi yargılama usulüne tabidir?

Asıl dava hangi yargılama usulüne tabi olursa olsun ihtiyati tedbir talebinin basit yargılama
usulüne göre incelenmesi gerekir.

Reddi istenen hakim ihtiyati tedbir kararı verebilir mi?


Reddedilen hakim de ihtiyati tedbir kararı verebilir. Zira tedbir acele işlerdendir.

İhtiyati tedbir yargılamasında iddia ve savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağı


söz konusu olur mu?

İhtiyati tedbir yargılamasında iddia ve savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağı


geçerli değildir. Talep eden, hakim karar vermeden talebini ıslah yoluna başvurmaya ya da
karşı tarafın açık rızasını almaya gerek olmaksızın diğer bir geçici hukuki korumaya ya da
ihtiyati tedbirin başka bir türüne dönüştürebilir. Bu bağlamda, para alacağının tahsili için
sehven talep edilen ihtiyati tedbir ihtiyati hacze dönüştürebileceği gibi, teminat amaçlı ihtiyati
tedbir talebi, eda amaçlı ihtiyati tedbire dönüştürebilir. Hatta para alacağının tahsilinin güvence
altına alınabilmesi için ihtiyati haciz talep edilmiş, ancak alacaklının zaruret haline düşmesi
nedeniyle teminatın tatmin edici bir geçici hukuki koruma olmayacağı anlaşılmışsa talep eda
amaçlı ihtiyati tedbire dönüştürebilir.

Erişir: ihtiyati tedbirin ihtiyati hacze dönüştürülmesi için ıslah ya da karşı tarafın rızası gerekir.

Adli tatilde ihtiyati tedbir yargılaması yapılabilir mi?

Adli tatilde de ihtiyati tedbir talebinde bulunabilir, gerek dosya üzerinden gerekse duruşma
açılarak ihtiyati tedbir yargılaması yapılabilir. Asıl dava adli tatile tabi olsa da, adli tatilde
görülemese de tedbir talep edilip yargılama yapılabilir. Ancak tedbirin icrası, kanun yoluna
başvurulması, tamamlayıcı merasim süreleri adli tatile rastlarsa süre, adli tatilin bittiği günden
itibaren bir hafta uzatılmış sayılmaz.

İhtiyati tedbir kararının hukuki niteliği nedir?

Geçici hukuki koruma kararları, ister davadan önce isterse dava sırasında verilsin teknik
anlamda ara kararı olmayıp kendine özgü niteliği olan geçici hukuki koruma kararlarıdır. Bu
kararlar ara karardan ve nihai karardan farklı özellik gösterir. Çünkü ara karar, bir yargılamayı
sonuçlandırmak, bu çerçevede nihai karara ulaşmak için verilmesi gereken kararlardır. Oysa
geçici hukuki koruma kararları nihai karara bağlı olmadan ondan ayrı verilirler ve nihai karara
ulaşmanın değil, nihai karardaki etkinin ayakta kalmasını sağlayan kararlardır. Ara kararlarla
geçici hukuki koruma kararları inceleme, veriliş şekli, doğurduğu etki ve sonuçlar bakımından
farklıdır. Tedbir yargılaması sonunda verilen, taleple sınırlı etki doğuran kararlar, geçici
nitelikli nihai kararlardır. Doktrinde ihtiyati tedbiri ara karar olarak nitelendirenler de vardır.

Görevsizlik kararıyla birlikte ihtiyati tedbirin devamına karar verilebilir mi?

İhtiyati tedbir kararının etkisi, aksi belirtilmediği takdirde nihai kararın kesinleşmesine kadar
devam eder (m. 397). Ancak davanın esastan veya usulden (örneğin görevsizlik) reddi halinde
tedbirin akıbetinin ne olacağı konusunda ise herhangi bir düzenleme yapılmamıştır. Bu konuda
bir görüşe göre, ihtiyati tedbir kararını veren hakim, görevli mahkemeden yeniden ihtiyati
tedbir istenmesine kadar geçecek sürede telafisi zor zarar meydana gelecekse ihtiyati tedbirin
devamına karar verebilir. Diğer görüşe göre, hukuk mahkemesinin görevsizlik kararı vermesi
ile ihtiyati tedbir kalkar. Bu durumda ihtiyati tedbirin devamına karar verilemez. Yargıtay’a
göre, mahkemenin görevsizliğine ve dava dilekçesinin reddine ilişkin verilen karar, mahiyeti
itibariyle davayı esasta halletmeyip usul yönünden davanın devamına imkan sağlayan
niteliktedir. Bu itibarla belirtilen koşullar tamamlanıncaya kadar mahkemece daha önce alınmış
olan ihtiyati tedbir kararının devamına karar verilebilir.

İhtiyati tedbir kararı kesin hüküm teşkil eder mi?

İhtiyati tedbir kararı yaklaşık ispatla yetinilerek verilir, aksi belirtilmediği takdirde nihai
kararın kesinleşmesine kadar devam eder, kesinleşmesi ile birlikte kalkar (m. 397/2), tedbir
kararından sonra durumun değişmesi sebebiyle de kaldırılabilir (m. 396). Bu nedenle tedbirin
kabulü kararı, kesin hüküm niteliğinde bir etki doğurmaz; sadece şekli anlamda kesin hüküm
teşkil eder. Asıl davaya bakan mahkeme, bu yargılamadaki tespitlerle bağlı değildir.

İhtiyati tedbir talebinin reddine ilişkin karara karşı başvurulabilecek bir yol var mıdır?

İhtiyati tedbir şartları mevcut değilse ihtiyati tedbir talebi reddedilir. (ancak şartlar oluşunca
yeniden talepte bulunulabilir). İhtiyati tedbirin reddi kararının talep edenle birlikte karşı tarafa
da tebliğ edilmesi gerekir. HMK m. 341/1’e göre, ihtiyati tedbir, ihtiyati haciz taleplerinin
reddi ve bu taleplerin kabulü halinde, itiraz üzerine verilecek kararlara karşı istinaf yoluna
başvurulabilir. Ancak istinaf üzerine verilen kararlar kesin olup temyize başvurulması mümkün
değildir (m. 391/3; 394/5;362/1-f).

İhtiyati tedbir kararının içeriğinde neler yer alır?

İhtiyati tedbir kararının içeriğinde (m. 391/2), tedbirin açık ve somut olarak hangi sebebe ve
delillere dayandığı, tereddüde yer vermeyecek şekilde neyin üzerinde ve ne tür (teminat mı,
düzenleme mi, eda mı) bir tedbire karar verildiği ve talepte bulunanın yatırması gereken
teminat belirtilir.

İhtiyati tedbir yargılamasında yargılama giderlerine karar verilebilir mi?

İhtiyati tedbir talebinin kabulü ile birlikte mahkeme karşı tarafı yargılama giderlerini ödemeye
de mahkum edecektir. Duruşma açılırsa tebligat gideri, bilirkişi giderleri, yargılama gideri
niteliğinde vekalet ücreti söz konusu olabilir. Yargılama giderlerinin kapsamını düzenleyen
HMK m. 323/1-ç hükmü, geçici hukuki koruma tedbirlerine ilişkin giderleri, yargılama
giderleri arasında saymıştır. Bu nedenle dava sırasında tedbir talebi hakkında karar verilirse
ihtiyati tedbire ilişkin giderler diğer yargılama giderleri ile birlikte karara bağlanır. Örneğin
talep eden haklı olmakla beraber ihtiyati tedbir bakımından gerekli ispat faaliyetini
gerçekleştirememişse yapılan giderleri, diğer yargılama giderleri ile birlikte davalıya
yükletemez. Buna karşılık ihtiyati tedbir talebi davadan önce karara bağlanmışsa ihtiyati tedbir
kararı ile birlikte yargılama giderlerine (dosya üzerinden veya duruşma açılmışsa da vekalet
ücretine) karar verilmesi gerekir. Ancak davadan önce yargılama giderlerine hükmedilse de
tedbir yargılamasının giderleri, davanın konusuna eklenmez; asıl dava tedbir talep eden lehine
sonuçlanmadan yargılama giderlerinin tahsili için cebri icraya başvurulamaz.

İhtiyati tedbir edenin teminat yatırması gerekir mi?

İhtiyati tedbir talep eden, haksız çıktığı takdirde karşı tarafın ve üçüncü kişilerin bu yüzden
uğrayacakları muhtemel zararlara karşılık teminat göstermek zorundadır (m. 392/1, c. 1).
Teminatın tutarını ve şeklini ihtiyati tedbire karar veren mahkeme serbestçe belirler (m. 391/2-
ç). İhtiyati tedbir talebi, resmî belgeye, başkaca kesin bir delile (yemin, kesin hüküm)
dayanıyor yahut durum ve koşullar gerektiriyorsa, mahkeme gerekçesini açıkça belirtmek
şartıyla teminat alınmamasına da karar verebilir (m. 392/1, c. 2). Talep edenin, hakkına
kavuşmadığı takdirde zaruret haline düşecek olması, durum ve koşulların gerektirmesi halinde
teminattan muaf tutulmaya örnek olarak verilebilir. Adli yardımdan yararlanan kimsenin
teminat göstermesi gerekmez (m. 392/1). Bundan başka, bazı özel kanun hükümlerinde,
teminat aranmaksızın ihtiyati tedbir kararı verileceği düzenlenmiştir. Örneğin, Sermaye
Piyasası K. m. 17/2, 86/7; Bankacılık K. m. 109/III, 140/V. Devletin ihtiyati tedbir talep etmesi
halinde devletten de teminat alınır.

Asıl davaya ilişkin hükmün kesinleşmesinden veya ihtiyati tedbir kararının kalkmasından
itibaren bir ay içinde tazminat davasının açılmaması üzerine teminat iade edilir (m. 392/2).

İhtiyati tedbir kararı verilmesi zamanaşımını keser mi?

İhtiyati tedbir kararlarının maddi hukuka yönelik sonuç doğurup doğurmayacağı konusunda
HMK’da ve maddi hukuk kurallarında açık bir düzenleme yoktur. Yargıtay, ihtiyati tedbir
kararının sadece usul hukukuna değil, maddi hukuka yönelik sonuçlar doğurduğunu
zamanaşımı bakımından da kabul etmektedir. Doktrinde bir görüşe göre, ihtiyati tedbir kararı
ile zamanaşımı kesilmez. Diğer görüşe göre, ihtiyati tedbir kararı ile zamanaşımı kesilir, hak
düşürücü süre korunur. Başka bir görüşe göre, ihtiyati tedbire davadan önce karar verilirse
zamanaşımı kesilmez; dava sırasında karar verilirse zamanaşımı kesilir.

Amaçları bakımından ihtiyati tedbir türleri nelerdir?

Teminat amaçlı ihtiyati tedbirler: Hakkın gerçekleşmesinin engellenmesi veya esaslı şekilde
ağırlaşması tehlikesi bulunuyorsa bu durumda teminat amaçlı tedbirler söz konusu olur. HMK
m. 391 e göre, tedbire konu olan mal veya hakkın muhafaza altına alınması; yediemine tevdii
veya bir şeyin yapılması ya da yapılmaması gibi, sakıncayı ortadan kaldıracak veya zararı
engelleyecek her türlü tedbire karar verilebilir. Örneğin, tedbire konu mal üçüncü kişinin elinde
ise malın mahkeme kararı olmaksızın hiç kimseye verilmemesi için o üçüncü kişiye ihtarda
bulunulması, elatmanın önlenmesi davalarında taşınmaza dava süresince müdahale edilmemesi
gibi. Mahkeme, dava konusu olan ve aynı taraflar arasında çekişmeli bulunan bir taşınır malın,
dava sırasında başkasına devredilmesini önlemek için, taşınır malın güvenilir kişiye
(yediemine) teslimine karar verebilir. Mahkeme, dava konusu olan ve aynı taraflar arasında
çekişmeli bulunan bir taşınmaz malın, dava sırasında başkasına devredilmesini önlemek için,
taşınmazın başkasına devrinin yasaklanmasına (ferağdan men) karar verebilir. Buna ilişkin
ihtiyati tedbir kararı tapu siciline şerh verilemez (kuru verilir diyor) şerhin hukuki sonuçlarını
göstermez; artık davalı, taşınmazı başkasına devredemez. Yargıtay ihtiyati tedbirin kural olarak
cebri satışa engel olmayacağı ancak mahkemece ferağdan men kararının cebri satışı da
engellediği kararda belirtilmişse hacizli malın paraya çevrilemeyeceği görüşündedir. Doktrinde
bir görüşe göre, ferağdan men şeklindeki teminat amaçlı ihtiyati tedbir kararı cebri satışı da
durdurur. Taraflar arasında aynı çekişmeli olan taşınmaz (ekili tarla gibi), semere veren veya
(otel, garaj, kiraya verilmiş ev veya apartman gibi) gelir getiren bir taşınmaz ise mahkeme,
ihtiyati tedbir olarak taşınmazın devrinin yasaklanmasından başka, taşınmazın yediemine
teslim edilmesine de karar verebilir. Mahkeme yediemin yerine, malın taraflardan birinden
alınıp diğerine teslimine karar vermez. Taşınır ve taşınmazların yediemin eliyle
muhafazasından başka uyuşmazlık konusu bir işletmenin ya da malın mühürlenmesi, kilit altına
alınması, bozulmak üzere olan malın satılıp bedelinin muhafaza edilmesi gibi tedbire karar
verebilir (m. 391/1).

Düzenleme amaçlı ihtiyati tedbirler: düzenleme amaçlı tedbirler, ihtilaflı hukuki ilişkinin
geçici olarak düzenlenmesini amaçlamaktadır. Örneğin, henüz sona erip ermediği tartışmalı
olan bir sözleşmeye ilişkin olarak tarafların edimlerini mahkeme karar verinceye kadar
sözleşme devam ediyormuş gibi aynen ya da daha farklı şekilde yerine getirmelerine tedbiren
karar verilebilir. Düzenleme amaçlı ihtiyati tedbirler bakımından önemli olan, uyuşmazlığın
esas kararla kaldırılamayacak veya değiştirilemeyecek şekilde çözümleneceği bir kararın
verilmemesidir. Yoksa ilişkinin hükme kadar geçici olarak düzenlenmiş olması, işin esasına
girildiği ya da uyuşmazlığın esastan çözümlendiği anlamına gelmez.

Eda amaçlı ihtiyati tedbirler: eda amaçlı tedbirlerde ihtilaf konusu olan hakkın geçici olarak
ifa edilmesi, mahkemece tedbiren bir şeyin verilmesi, bir şeyin yapılması veya yapılmaması
gibi taleplerin geçici olarak gerçekleştirilmesi mümkün olabilmektedir. Eda amaçlı ihtiyati
tedbirler, davanın esasını çözemez; kesin bir ifayı amaçlamaz, duruma göre geçici bir ifa söz
konusudur. Burada mahkemenin talep ve dava konusu hakkında baştan nihai karar vermesi söz
konusu değildir. Eda amaçlı ihtiyati tedbir, asıl dava için ne emare ne de karine teşkil edebilir.
Tedbir kararı veren hakim, kanunen gerekmediği halde görüşünü açıklamış olmaz. Eda amaçlı
ihtiyati tedbirlere örnekler: anonim şirket genel kurul kararı aleyhine iptal davası açılmışsa
aleyhine iptal davası açılan kararın icrasının ihtiyati tedbir yolu ile durdurulması (TTK m.
449); Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun 77. Maddesine göre işin yapıldığı yerin kapatılması
veya açılması; Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu 71/2’de düzenlenen tespit davasında
grev veya lokavtın tedbir yolu ile durdurulması.

TBK m. 76 ya göre ‘’geçici ödeme kararı’’ bir ihtiyati tedbir midir?

HMK m. 391 genel düzenlemesinin dışında para alacaklarında eda amaçlı ihtiyati tedbire
ilişkin haksız fiil ve sözleşme sorumluluğunda uygulama alanı bulan TBK m. 76’ya göre, zarar
gören, iddiasının haklılığını gösteren inandırıcı deliller sunduğu ve ekonomik durumu da
gerektirdiği takdirde hakim, istem üzerine davalının zarar görene geçici ödeme yapmasına
karar verebilir. Doktrinde bir görüş, kanunda geçici ödeme olarak ifade edilen kararın hukuki
niteliği eda amaçlı ihtiyati tedbirdir. Hükümde geçen ‘’ekonomik durumun gerektirmesi’’ ile
zaruret hali kastedilmektedir. Zaruret hali, ihtiyati tedbirin koşullarından olan tedbir sebebinin
somut görünümüdür. Diğer görüşe göre, TBK m. 76 usul hukuku anlamında bir ihtiyati tedbir
değildir.

İhtiyati tedbir kararı dava açılmadan önce alınmışsa ihtiyati tedbiri tamamlayıcı işlemler
nelerdir?

İhtiyati tedbir kararı dava açılmasından önce verilmişse, tedbir talep eden, bu kararın
uygulanmasını talep ettiği tarihten itibaren iki hafta içinde esas hakkındaki davasını açmak ve
aynı süre içinde dava açtığına ilişkin evrakı, kararı uygulayan memura ibrazla dosyaya
koydurtmak ve karşılığında bir belge almak zorundadır. Aksi hâlde tedbir kendiliğinden kalkar
(m. 397/1). İhtiyati tedbir talep eden, iki hafta içinde esas hakkındaki davasını açarsa, ihtiyati
tedbir dava süresince devam eder. Bunun için dava dilekçesinin aynı iki hafta içinde davalıya
tebliğ edilmiş olması şart değildir. İhtiyati tedbir kararının etkisi, aksi belirtilmediği takdirde,
nihai kararın kesinleşmesine kadar devam eder (m. 397/2). Hüküm şekli anlamda kesinleşmişse
tedbir kendiliğinden kalkar. Buna karşılık dava esastan reddedilmiş ise tedbir kararı kural
olarak kaldırılmalıdır.

Taraflar arasında bir tahkim sözleşmesi yapılmışsa lehine tedbir kararı verilen iki hafta içinde
hakemde dava açmalıdır (m. 426/2).

Dava sırasında alınan ihtiyati tedbir kararının uygulanmasını talep etme bir süreye
bağlanmış mıdır? Bu süre ne zaman başlar?

İhtiyati tedbir kararının uygulanması, kararın verildiği tarihten itibaren bir hafta içinde talep
edilmek zorundadır21. Aksi hâlde, kanuni süre içinde dava açılmış olsa dahi, tedbir kararı
kendiliğinden kalkar (m. 393/1). İhtiyati tedbir niteliğinde olmayan geçi hukuki korumalar için
bu hüküm (m. 393/1) her zaman uygulanmaz; niteliğine uygun düştüğü ölçüde uygulanır.
Örneğin, menfi tespit davasında icra takibinin durdurulması İİK m. 72’de ihtiyati tedbir olarak
nitelendirilmiş olsa da, esas itibariyle icra ve iflas hukukuna özgü bir geçici hukuki korumadır.
Davacı borçlunun, takibin durdurulması kararının icrası bağlamında icra dairesine başvurarak
kararın bir örneğini vermesi gerekmez. Yine iflasın ertelenmesi yargılamasında verilen
takiplerin durdurulmasına ilişkin ihtiyati tedbirin icrasının bir hafta içinde talep edilmemesi,
tedbirin kendiliğinden kalkması sonucunu doğurmaz. Yine boşanma davasında verilen tedbir
nafakası gibi geçici önlemler teknik anlamda ihtiyati tedbir olmadığından HMK m. 393/1’e
tabi değildir

İhtiyati tedbirin uygulanmasını talep etme süresinin tebliğ değil de kararın verildiği anda
başlaması hak arama özgürlüğünü ihlal eder mi? Anayasa Mahkemesinin bu konudaki
görüşü nedir?

Bir haftalık süre kararın verilmesinden itibaren başlar. Sürenin tedbir kararının talep sahibine
tebliğ edildiği tarihten başlamamasının, talep sahibinin gıyabında (dosya üzerinden) verilen
tedbir kararı bakımından tedbir kararı verilip verilmediğinin fiziken takibi, verilmişse tebliğ
edilmediği sürece öğrenilmesinin güçlüğü karşısında icrasının fiilen imkansız hale gelecek
olması itibariyle hak arama özgürlüğünü ve adil yargılanma hakkını engellediği ileri sürülerek
m. 393/1’deki ‘’kararın verildiği tarihten’’ ifadesinin Anayasaya aykırı olduğu ileri
sürülmüştür. Ancak anayasa mahkemesi, düzenlemenin adil yargılanma hakkının bir unsuru
olan mahkemeye erişim hakkını sınırladığını, ancak bu sınırlamanın Anaysa m.13 anlamında
ölçülülük ilkesine aykırı olmadığı sonucuna vararak anayasaya aykırılık iddiasını oy çokluğu
ile reddetmiştir. Doktrinde karara konu olayın menfi tespit davasında takibin durdurulması
olduğu bunun teknik anlamda ihtiyati tedbir değil, icra ve iflas hukukuna özgü geçici hukuki
koruma olduğu bu nedenle anayasaya aykırılığı ileri sürülen HMK m. 393/1, c. 1 hükmünün
olaya uygulanmayacağı; yerel mahkemece resen yapılması gerekenin kısa kararı icra dairesine
bildirmek olduğu ifade edilmiştir.

İhtiyati tedbirin icrasını talep etmek her tedbir kararı bakımından gerekli midir?

Doktrinde bir görüşe göre tedbirin icrasını talep etmek, tüm ihtiyati tedbir niteliğindeki geçici
hukuki korumalar için mecburi değildir. Resmi sicile kaydedilecek ihtiyati tedbirlerde böyledir.
Örneğin, talep sonucu tapu sicilinde değişiklik meydana getirmeye yönelen davalarda, sicile
21
İflasın ertelenmesi kararı üzerine, ihtiyati tedbir kararı uygulanmaz ve 1 haftalık süre işlemez (İİK m. 179/b, I)
şerh sonucunu yaratacak ferağdan men kararı verilmesi halinde, mahkemece kararın bir örneği
tapu siciline bildirileceğinden, lehine tedbir kararı verilenin tedbirin icrasını talep etmesi ve
icra dairesine başvurması gerekmez. Yine kayyım atanması, anonim ortaklık genel kurul
kararının icrasının durdurulması gibi verildiği anda hüküm ve sonuç doğuran tedbir kararları
içinde tedbirin icrasını talep mecburi değildir. Ancak Yargıtay farklı görüşte olup, derneğin
genel kurul toplantısının hukuka aykırı olması nedeniyle iptal edilmesinden sonra dernek
üyelerinden birinin talebi üzerine derneğe yönetim kayyımı atanmışsa tedbir talep edenin
tedbirin icrasını talep etmesi gerektiğini içtihat etmiştir. Oysa kararın zorla yerine getirilmesi
bağlamında icra müdürünün herhangi bir cebri icra işlemi yapması söz konusu değildir.
Mahkeme kararı ile birlikte kayyım göreve başlar.

Bir araç üzerine ihtiyati tedbir konulmasına karar verilmesi halinde, ihtiyati tedbir kararını
uygulayan memur, bu ihtiyati tedbirin trafik siciline şerh verilmesini trafik sicili müdürlüğüne
doğrudan doğruya yazı ile bildirebilir. İhtiyati tedbiri uygulayan memur, bir tutanak düzenler
ve bu tutanağın bir örneğini tedbir sırasında hazır bulunmayan taraflara ve duruma göre üçüncü
kişiye tebliğ eder (m. 393/4). Göksuya göre trafik sicilinde ihtiyati tedbirin uygulanması talep
edilmeli diyor.

Tedbir kararının uygulanması hangi icra dairesinden istenebilir? Bu yetkinin niteliği


nedir?

Tedbir kararının uygulanması, kararı veren mahkemenin yargı çevresinde bulunan veya tedbir
konusu mal ya da hakkın bulunduğu yer icra dairesinden talep edilir 22. Ancak mahkeme,
kararında belirtmek suretiyle, tedbirin uygulanmasında, yazı işleri müdürünü de
görevlendirebilir (m. 393/2). İcra dairesinin yetkisi kesindir. Tedbir kararının uygulanması
yetkisiz icra dairesinden istenirse talebin kendiliğinden reddi gerekir. İcra dairesi talebi
reddetmeyip uygularsa yapılan işlemin iptali istenebilir. İhtiyati tedbirin icrası kararı veren
mahkemenin yargı çevresindeki icra dairesinden talep edilmiş, tedbir konusu mal veya hak bu
icra dairesinin yetki çevresi içinde değilse istinabe yoluna başvurulur.

İhtiyati tedbirin uygulanmasına ilişkin itiraz ve şikayetler bakımından hangi mahkeme


görevlidir?

İhtiyati tedbir kararı icra dairesi tarafından uygulanmış olsa bile, ihtiyati tedbir kararının
uygulanmasına ilişkin her türlü itiraz ve şikayetler, ihtiyati tedbir kararını vermiş olan (veya
dava açıldıktan sonra davaya bakan) mahkeme tarafından incelenip çözümlenir; icra
mahkemesi tarafından incelenemez.

Tedbirin uygulanmasına ilişkin emre uymamanın yaptırımı nedir?

İhtiyati tedbir kararının uygulanması için, gerekirse zor kullanılabilir. İhtiyati tedbir kararının
uygulanmasına ilişkin emre uymayan veya tedbir kararına aykırı davranan kimse (üçüncü
kişiler de dahil) disiplin hapsi (bir aydan altı aya kadar) ile cezalandırılır (m. 398). Disiplin
hapsine mahkumiyet için, ihtiyati tedbir kararının icra edilmesi ve ilgiliye tedbir kararının veya
tedbirin icrasına ilişkin tutanağın tebliğ edilmiş olması gerekir. Disiplin kararı bakımından
görevli ve yetkili mahkeme, dava henüz açılmamışsa ihtiyati tedbir kararı veren mahkeme;
dava açılmışsa davanın görüldüğü mahkemedir (m. 398).
22
İhtiyati tedbir kararına dayanarak ilamlı icra takibi yapılamaz.
İHTİYATİ TEDBİR KARARINA İTİRAZ EDİLMESİ

İhtiyati tedbir kararına karşı başvurulabilecek bir yol var mıdır?

İhtiyati tedbire karşı taraf dinlenmeden karar verilmişse, karşı taraf önce itiraz yoluna
başvuracak, bu karara karşı da kanun yoluna başvuracaktır. Buna karşılık karşı taraf dinlenmiş
ve ihtiyati tedbir kararı verilmişse karşı tarafın kanun yoluna başvuramayacağı ileri
sürülmektedir. İhtiyati tedbir kararı borçlu tarafından istinaf edilemez 23. Ancak borçlu kendisi
dinlenmeden verilen ihtiyati tedbir kararına itiraz edebilir ve itiraz üzerine verilen karara karşı
istinaf yoluna başvurabilir (m. 394). Bununla birlikte kendisi dinlenerek aleyhine ihtiyati tedbir
kararı verilmiş olan karşı taraf, bu karara karşı istinafa gidemeyeceği gibi itiraz da edemez.

İhtiyati tedbir kararına itiraz edilmesinin icraya etkisi olur mu?

Aksine karar verilmedikçe, itiraz icrayı durdurmaz. (m. 394/1). Fakat mahkeme, itiraz üzerine
ihtiyati tedbir kararının icrasının geçici olarak durdurulmasına karar verebilir.

İhtiyati tedbir kararına itiraz süresi ne kadardır? Hangi sebeplerle itiraz edilebilir?

İhtiyati tedbirin uygulanması sırasında karşı taraf hazır bulunuyorsa, tedbirin uygulanmasından
itibaren; hazır bulunmuyorsa tedbirin uygulanmasına ilişkin tutanağın tebliğinden itibaren bir
hafta içinde, ihtiyati tedbirin şartlarına, mahkemenin yetkisine ve teminata ilişkin olarak,
kararı veren mahkemeye(yetkili ve görevli mahkeme)24 itiraz edebilir (m. 394/2). İtiraz süresi
hak düşürücü niteliktedir. İtiraz sebepleri ihtiyati tedbirin şartlarına, mahkemenin yetkisine,
teminata ilişkin olabilir.

Üçüncü kişilerin ihtiyati tedbir kararına itiraz hakkı var mı? Aleyhine tedbir kararı
verilen ile aynı şartlarda mı itiraz edebilir? Farklılıklar nelerdir?

İhtiyati tedbir kararının uygulanması sebebiyle menfaati açıkça ihlal edilen üçüncü kişiler de
ihtiyati tedbiri öğrenmelerinden itibaren bir hafta içinde sadece ihtiyati tedbirin şartlarına ve
teminata itiraz edebilirler (m. 394/3). Mahkemenin yetkisine itiraz edemezler.

İhtiyati tedbir kararına itiraz hangi mahkemeye yapılır?

İtiraz dava açılmadan önce tedbir kararı veren mahkemeye, dava açılmışsa davayı gören
mahkemeye yapılır.

İtiraz edildikten sonra delil gösterilmesi mümkün müdür? Mahkeme itirazı yerinde
görürse neye karar verir?

İtiraz dilekçeyle yapılır. İtiraz eden, itiraz sebeplerini açıkça göstermek ve itirazının dayanağı
olan tüm delilleri dilekçesine eklemek zorundadır. Kural olarak bu konuda daha sonra delil,
belge sunulması ya da mahkemece kabulü mümkün değildir. İhtiyati tedbire itiraz, basit
yargılama usulüne göre incelenir. Mahkeme, ilgilileri dinlemek üzere davet eder; gelmedikleri

23
Oysa alacaklı ihtiyati tedbir talebinin reddi kararını istinaf edebilir (m. 391/3). Bu durum hak arama özgürlüğüne
ve silahların eşitliği ilkesine aykırıdır.
24
İhtiyati tedbir görevsiz mahkemece verilmişse, mahkemenin görevsizlik kararı ile birlikte ihtiyati tedbir
kararının kaldırılmasına da karar vermesi gerekir.
takdirde dosya üzerinden inceleme yaparak kararını verir. İtiraz üzerine mahkeme, tedbir
kararını değiştirebilir veya kaldırabilir (m. 394/4)25.

İhtiyati tedbire itiraz üzerine verilen karara karşı kanun yoluna başvurulabilir mi?

İtiraz hakkında verilen karara karşı, istinaf yoluna başvurulabilir 26. Bu başvuru öncelikle
incelenir ve kesin olarak karara bağlanır (m. 394/5); istinaf mahkemesinin bu kararı temyiz
edilemez (m. 362/1-f). Kendisi dinlenerek aleyhine ihtiyati tedbir kararı verilmiş olan karşı
taraf, bu karara karşı istinafa gidemeyeceği gibi itiraz da edemez.

Teminat karşılığında ihtiyati tedbirin kaldırılması mümkün müdür?

Aleyhine ihtiyati tedbir kararı verilen veya hakkında bu tedbir kararı uygulanan kişi,
mahkemece kabul edilecek teminatı gösterirse, mahkeme, duruma göre tedbirin
değiştirilmesine veya kaldırılmasına karar verebilir (m. 395/1). Ancak mahkeme teminat
gösterildiğinde, tedbiri kaldırılmaya veya değiştirmeye mecbur değildir. Gerekçesini
açıklayarak teminat karşılığında olsa dahi, tedbir kararında herhangi bir değişiklik
yapmayabilir. Zira mahkemeye bu konuda takdir hakkı tanınmıştır (m. 395/1). Taraflar (ve
üçüncü kişi) bu kararı öğrenmeden itibaren bir hafta içinde karara karşı aynı mahkemede itiraz
edebilirler. Mahkemenin itiraz hakkında verdiği karara karşı istinaf yoluna başvurulamaz.
Çünkü m. 395/3 hükmünde, m. 394/5 hükmüne atıf yapılmamıştır.

Durum ve koşulların değişmesi sebebiyle ihtiyati tedbirin kaldırılması mümkün müdür?


Bu konuda kimler talep hakkına sahiptir? Bu konuda verilen kararlara karşı kanun
yoluna gidilebilir mi?

Davanın görülmesi sırasında, ihtiyati tedbir kararı verilmesini gerektiren durum ve koşulların
değiştiği sabit olursa, talep üzerine ihtiyati tedbirin değiştirilmesine veya kaldırılmasına
teminat aranmaksızın karar verilebilir (m. 396/1). Taraflar (dinlensin ya da dinlenmesi aleyhine
tedbir kararı verilen taraf da) (ve üçüncü kişi) bu kararı öğrenmeden itibaren bir hafta içinde
karara karşı aynı mahkemede itiraz edebilirler. Mahkemenin itiraz hakkında verdiği karara
karşı istinaf yoluna başvurulamaz. Çünkü m. 396/2 hükmünde, m. 394/5 hükmüne atıf
yapılmamıştır.

İhtiyati tedbirin kalktığı (sona erdiği) haller nelerdir?

I- İki Hafta İçinde Dava Açılmamış Olması Nedeniyle İhtiyati Tedbirin Kalkması: İhtiyati
tedbir talep edenin, bu kararın uygulanmasını talep ettiği tarihten itibaren iki hafta içinde esas
hakkındaki davasını açmaması (veya aynı iki hafta içinde dava açtığına ilişkin evrakı, kararı
uygulayan memura ibrazla dosyaya koydurtmaması) ile ihtiyati tedbir kendiliğinden kalkar (m.
397/1, c. 2).

25
Mahkemenin verdiği ihtiyati tedbir kararı, hakem veya hakem kurulu tarafından da değiştirilebilir veya ortadan
kaldırılabilir (m. 414/5).
26
İstinaf yoluna başvurulması, ihtiyati tedbirin uygulanmasını durdurmaz (m. 394/5, c. 3). İflasın ertelenmesi
yargılaması sırasında ticaret mahkemesinin tedbir talebinin reddi veya kabulü halinde, aynı ticaret mahkemesine
yapılacak itiraz üzerine verilen ticaret mahkemesi kararına karşı da m. 34 vd. maddeleri uyarınca istinaf yoluna
başvurulabilir (m. 179/a, IV).
II- İtiraz Üzerine İhtiyati Tedbirin Kaldırılması: İtiraz üzerine mahkeme, tedbir kararını
değiştirebilir veya kaldırabilir (m. 394/4)27.

III- Teminat Karşılığında İhtiyati Tedbirin Kaldırılması: Aleyhine ihtiyati tedbir kararı
verilen veya hakkında bu tedbir kararı uygulanan kişi, mahkemece kabul edilecek teminatı
gösterirse, mahkeme, duruma göre tedbirin değiştirilmesine veya kaldırılmasına karar verebilir
(m. 395/1).

IV- Durum ve Koşulların Değişmesi Sebebiyle İhtiyati Tedbirin Kaldırılması: Davanın


görülmesi sırasında, ihtiyati tedbir kararı verilmesini gerektiren durum ve koşulların değiştiği
sabit olursa, talep üzerine ihtiyati tedbirin değiştirilmesine veya kaldırılmasına teminat
aranmaksızın karar verilebilir (m. 396/1).

V- Dosyanın İşlemden Kaldırılması Halinde İhtiyati Tedbirin Kalkması

Dosyanın işlemden kaldırılması halinde, o davada verilmiş olan ihtiyati tedbir bir ay süre ile
geçerli kalır. Ancak dava dosyasının işlemden kaldırıldığı tarihten başlayarak bir ay içinde
yenilenmezse, ihtiyati tedbir hükümsüz kalır (İİK m. 264/IV kıyasen).

NOT: İhtiyati tedbir kararının etkisi, aksi belirtilmediği takdirde, nihai kararın kesinleşmesine
kadar devam eder (m. 397/2). Ancak davanın esastan reddine karar veren mahkemenin, ihtiyati
tedbirin kaldırılmasına da karar vermesi gerekir.

İHTİYATİ TEDBİRDEN KAYNAKLANAN TAZMİNAT DAVASI

Haksız ihtiyati tedbirden kaynaklanan sorumluluk nasıl bir sorumluluk türüdür? Haksız
fiil sorumluluğu olarak değerlendirilebilir mi?

Bu durum kusursuz sorumluluk hali olarak düzenlenmiştir. Kusursuz sorumluluk olması


sebebiyle talep edenin dava sonucu haksız çıkması ve tedbirden dolayı bir zararın doğması
yeterlidir. Bunun dışında tedbiri talep ederken iyi niyetli olması veya başlangıçta haklı
görülmesi sorumluluğu kaldırmaz. Ancak doktrinde bir görüş, sorumluluğun haksız fiil veya
tehlike sorumluluğundan ziyade, fedakarlığın denkleştirilmesi çerçevesinde değerlendirilmesi
gerektiğini belirtmektedir. Zira sorumluluğun kaynağını oluşturan fiil (ihtiyati tedbir kararı
veya icrası) mahkeme kararına dayanmaktadır ve bu nedenle haksız fiil veya tehlike
sorumluluğunun temel unsuru olan ‘’hukuka aykırı bir fiilden’’ söz edilemez. Bu nedenle
sadece tedbirin haksız olması sebebiyle diğer tarafın uğradığı zararı telafi edebilir.

Haksız ihtiyati tedbire dayanan tazminat davasının şartları nelerdir?

1) Tazminat davası açılabilmesi için ihtiyati tedbir kararının verilmiş olması yeterli değildir;
ihtiyati tedbir kararının icra edilmiş olması da gerekir28.

2) İhtiyati tedbir isteyenin bundan doğan zarardan sorumlu tutulabilmesi için ihtiyati tedbirin
haksız olması gerekir. Genellikle ihtiyati tedbir koyduran taraf dava sonunda haksız çıkmışsa

27
Mahkemenin verdiği ihtiyati tedbir kararı, hakem veya hakem kurulu tarafından da değiştirilebilir veya ortadan
kaldırılabilir (m. 414/5).
28
İSTİSNA: İhtiyati tedbir isteyen, bir hafta içinde ihtiyati tedbir kararının uygulanmasını talep etmediği veya iki
hafta içinde esas hakkındaki davasını açmadığı için ihtiyati tedbir kararı kendiliğinden kalkmış olsa dahi, karşı
tarafın ihtiyati tedbir nedeniyle uğradığı zararı tazminle yükümlüdür (m. 399/1).
ihtiyati tedbir haksız demektir. Örneğin, davacı, bir taşınmazın kendisine ait olduğunu iddia
ederek açtığı tapu iptali, tescil ve elatmanın önlenmesi davasında, davalının o taşınmaz
üzerinde yaptırmakta olduğu inşaatın durdurulması için bir ihtiyati tedbir kararı almış fakat
mahkeme, o taşınmazın davacıya değil, davalıya ait olduğu gerekçesiyle davayı reddetmiş ve
karar kesinleşmiş ise, davacının koydurmuş olduğu ihtiyati tedbir haksız demektir.

3) Aleyhine ihtiyati tedbir kararı alınmış olan tarafın (veya üçüncü kişinin) bir zarar görmüş
olması gerekir. Bu zarar maddi bir zarar olabileceği gibi, manevi bir zarar da olabilir. Ancak
manevi zararın tazminini isteyebilmek için lehine tedbir kararı verilenin kusuru aranır. Haksız
ihtiyati tedbir koyduran tarafın ödemekle yükümlü olduğu zarar, ihtiyati tedbir kararı verildiği
veya ihtiyati tedbir kararının icra edildiği tarih ile ihtiyati tedbirin kalktığı tarih arasındaki
dönemde meydana gelmiş olan zarardır. Haksız ihtiyati tedbirden dolayı sorumluluk, kusursuz
sorumluluktur. Ancak hakim TBK m. 51/I hükmüne veya TBK m. 52/I hükmüne göre,
aleyhine haksız ihtiyati tedbir kararı verilenin zararın doğmasında ve artmasında etkili olması
halinde tazminattan indirim yapabilir veya tazminat talebini reddedebilir. Karşı tarafın ihtiyati
tedbirin kaldırılması veya değiştirilmesi için çaba göstermemesi, itiraz yoluna başvurmaması,
ekonomik durumu müsait olduğu halde teminat yoluyla tedbirin durdurulması yoluna
gitmemesi ‘’zararın artmasında etkili olmak’’ şeklinde değerlendirilebilir.

4) Zarar ile ihtiyati tedbir arasında illiyet bağının bulunması tazminat için diğer bir koşuldur.

Haksız ihtiyati tedbire dayanan tazminat davası hangi mahkemede açılır? Bu davanın
hangi süre içinde açılması gerekir?

Haksız ihtiyati tedbirden kaynaklanan tazminat davası, esas hakkındaki davanın karara
bağlandığı mahkemede açılır (m. 399/2). Burada kesin yetki söz konusudur. Hatta doktrinde bir
görüş (Özekes) örneğin 1. Asliye hukuk baktıysa yine 1. Asliye bakmalıdır diyor. 2. Asliyeye
giderse olmaz. Çünkü davayı en iyi bilen o mahkemedir. İş dağılımı bakımından da buna
dikkate edilmelidir. Tazminat davası açma hakkı, hükmün kesinleşmesinden veya ihtiyati
tedbir kararının kalkmasından itibaren, bir yıl geçmesiyle zamanaşımına uğrar (m. 399/3).

İhtiyati tedbir talep eden teminat olarak taşınmaz göstermişse zarar gören tazminat
alacağını hangi şekilde elde edebilir?

Davacı, tazminat alacağını davalının ihtiyati tedbir kararı alırken göstermiş olduğu teminattan
alır. Davalının göstermiş olduğu teminat taşınmaz ise, davacı ilk önce ipoteğin paraya
çevrilmesi yolu ile takip yapmak zorundadır. Çünkü taşınmaz malın teminat olarak
gösterilmesi ipotek niteliğindedir.

İhtiyati tedbir ile ihtiyati haciz arasındaki farklar nelerdir?

1) İhtiyati haciz sadece para ve teminat alacakları hakkındaki davalarda (veya icra takiplerinde)
söz konusu olduğu halde; ihtiyati tedbir, kural olarak paradan başka şeyler (haklar, taşınır ve
taşınmaz mallar) hakkındaki davalarda alınır.

2) İhtiyati tedbirde çekişmeli ve dava konusu olan şey hakkında önleyici nitelikte tedbir alınır;
ihtiyati hacizde ise, alacaklıya henüz kesin haciz isteme yetkisinin gelmediği bir dönemde,
alacaklının para alacağının zamanında ödenmesi güvence altına alınır.
3) İhtiyati hacizde haczedilen mallar üzerinde malların borçluya ait olmasına ilişkin bir
çekişme yoktur ve bu nedenle bu mallar, alacaklığın açtığı veya yaptığı (ya da açmayı ve
yapmayı düşündüğü) dava veya takip konusu değildir. Buna karşılık, ihtiyati tedbirde, üzerine
ihtiyati tedbir konulan mallar, çekişmeli olup, davacının açmış olduğu veya ilerde açmayı
düşündüğü bir davanın konusudur.

4) İhtiyati hacizde alacaklı davada veya icra takibinde haklı çıkarsa (ihtiyati haciz kesin hacze
dönüşürse), üzerine ihtiyati haciz konulmuş mallar icra dairesi tarafından satılır ve bedeli ile
alacaklının alacağı ödenir. Oysa ihtiyati tedbirde davacı davayı kazanırsa, üzerine ihtiyati
tedbir konulmuş olan mal aynen davacıya verilir.

5) İhtiyati tedbir, amacı bakımından koruma amaçlı, eda amaçlı ve teminat amaçlı olabilir.
Oysa ihtiyati haczin amacı, sadece teminattır.

6) sebepler bakımından farklıdır. İhtiyati tedbir sebepleri için bir sınırlama mevcut değilken,
ihtiyati haciz sebepleri bakımından sınırlayıcı bir sayım söz konusudur.

7) ihtiyati tedbirin tamamlanması sadece dava yoluyla mümkünken ihtiyati hacizde dava veya
takip yollarından biri izlenebilir.

8) İhtiyati haciz para alacağı için söz konusu olduğundan, sadece malvarlığı değerlerini konu
edinebilir. Bu sebeple icrası da borçlunun malvarlığı üzerinde gerçekleşir. İhtiyati tedbirde ise
bir şeyi verme veya yapma şeklinde de tedbir kararı verilebilir.

Para alacaklarının tahsilinin güvence altına alınması için ihtiyati tedbir kararı verilebilir
mi?

Para alacağının tahsilinin güvence altına alınması için ihtiyati tedbir kararı verilemez. Bunu
yasaklayan kanun hükümleri vardır. M. 389’a göre sadece uyuşmazlık konusu hakkında ihtiyati
tedbir kararı verilebilir. HMK m. 391/2-c hükmünde ‘’tereddüde yer vermeyecek şekilde neyin
üzerinde tedbire karar verildiği’’ ifadesi; m. 393/2 hükmünde ihtiyati tedbirin ‘’tedbir konusu
mal ya da hakkın bulunduğu yer icra dairesinden’’ talep edileceği düzenlenmiş ve para
alacağının güvence altına alınması ihtiyati tedbirin kapsamı dışında bırakılmıştır. Uygulamada
trafik kazasında tazminat isteminin güvence altına alınması için kazaya karışan aracın üzerine
ihtiyati tedbir konulması hukuka aykırıdır. Burada ihtiyati tedbir değil; ihtiyati haciz istenmeli
ve ihtiyati tedbir talep edildiğinde bu talep reddedilmelidir.

Hakimde yaklaşık ispat seviyesinde kanaat uyandırmak koşuluyla manevi tazminatın


ödetilmesi dahi ihtiyati haciz yoluyla güvence altına alınabilir.

Para alacağının tahsilinin güvence altına alınması için ihtiyati haciz yerine ihtiyati tedbir
talep edilmişse resen ihtiyati haciz kararı verilebilir mi?

Bu konuda Yargıtay daireleri arasında içtihat birliği bulunmamaktadır. Yargıtay 21. ve 23.
Hukuk daireleri, para alacakları için ihtiyati tedbir istenemeyeceğini, ihtiyati haciz yerine
yanlışlıkla ihtiyati tedbir talep edilirse talebin reddedilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Buna
karşılık Yargıtay 4. ve 11. Hukuk daireleri, para alacağı için ihtiyati tedbir talep edilmesi
durumunda şartları varsa ihtiyati hacze karar verilebileceğini kabul etmektedir. Doktrinde de
bir görüş ihtiyati tedbir yerine ihtiyati hacze karar verilmesinin yargılama ilkelerine aykırı
olduğunu belirtmektedir.

DELİL TESPİTİ (m. 400-405)

Delil tespiti nedir?

Delil tespiti, ilerde açılacak veya açılmış olan bir dava ile ilgili delillerin, bazı şartlar altında
zamanından önce toplanıp güvence altına alınmasını sağlamak için kabul edilmiş geçici hukuki
korumadır. Örnekler: ilerde davada tanık olarak dinlenecek olan bir kişi ağır hastadır ve
yakında öleceğinden korkulmaktadır. Bu kişi mahkemece daha önce dinlenir ve ilerde davada
delillerin incelenmesine sıra gelince tanığın bu ifadesi delil olarak değerlendirilir. Trafik
kazasında otomobili hasar gören bir kişi, otomobilini davanın sonuna kadar o şekilde
bekletemez; bunun için delil tespiti yolu ile otomobilindeki hasarı tespit ettirir ve bundan sonra
otomobilini tamir ettirerek kullanmaya devam eder.

Diğer geçici hukuki korumalar ile delil tespiti arasındaki fark nedir?

İhtiyati tedbirde dava konusu olan bir malın veya hakkın güvence altına alınması için,
genellikle o mal veya hak üzerinde tedbir konurken; delil tespitinde davanın karara
bağlanmasında ispat faaliyetine yardımcı olan delillerin korunmasını sağlamak için tedbir
alınmaktadır. Diğer geçici hukuki korumalar, doğrudan uyuşmazlık konusuna yönelirken delil
tespiti asıl uyuşmazlık konusu şeye değil, onun ispatına ilişkindir.

Delil tespiti için ayrı dava açılabilir mi? Delil tespiti talebi zamanaşımını keser mi?

Delil tespiti talebi ayrı bir dava olmadığı için ıslah edilemez; bununla zamanaşımı kesilmez.
Delillerin tespiti tek başına bir dava konusu yapılamaz.

Delil tespiti ile tespit davası arasında ne fark vardır?

Delil tespiti talebi ile tespit davası birbirinden farklıdır. Delil tespiti ilişkin olduğu davaya bağlı
bir işlemdir. Tespit davası ise, başlı başına bir davadır. Tespit davasının konusu sadece hukuki
ilişkiler olduğu halde, delil tespitinin konusu maddi vakıalardır.

Delil tespiti için gerekli şartlar (m. 400) nelerdir?

I- Delil tespiti yoluna kendisine inceleme sırası gelmemiş olan deliller için (dava açılmadan
önce veya sonra) başvurulur. Taraflardan her biri, görülmekte olan bir davada henüz inceleme
sırası gelmemiş yahut ileride açacağı davada ileri süreceği bir vakıanın tespiti amacıyla keşif
yapılması, bilirkişi incelemesi yaptırılması ya da tanık ifadelerinin alınması gibi işlemlerin
yapılmasını talep edebilir (m. 400/1). Her türlü delilin tespiti istenebilir. Ancak bu deliller,
ilerde açılacak (hangi dava açılacağı somut olarak belirtilmelidir) veya görülmekte olan bir
dava ile ilgili olmalıdır.

II- Delil tespiti istenebilmesi için hukuki yararın varlığı gerekir. Kanunda açıkça öngörülen
hâller dışında, delilin hemen tespit edilmemesi hâlinde kaybolacağı yahut ileri sürülmesinin
önemli ölçüde zorlaşacağı ihtimal dâhilinde bulunuyorsa hukuki yarar var sayılır (m. 400/2).

Delil tespiti bakımından görevli ve yetkili mahkeme hangisidir? (m. 401)


Henüz dava açılmamış olan hâllerde delil tespiti, esas hakkındaki davaya bakacak olan
mahkemeden veya üzerinde keşif yahut bilirkişi incelemesi yapılacak olan şeyin bulunduğu
veya tanık olarak dinlenilecek kişinin oturduğu yer sulh mahkemesinden istenir (m. 401/1).
Dava açıldıktan sonra yapılan her türlü delil tespiti talebi hakkında sadece davanın görülmekte
olduğu mahkeme yetkili ve görevlidir (m. 401/4).

Tespiti istenen delil, başka bir mahkemenin yargı çevresinde bulunuyorsa davaya bakan
mahkeme, delil tespiti için o mahkemeyi istinabe eder. Mahkemenin istinabe yerine, bilirkişiye
yerinde inceleme yetkisi vererek keşif ve bilirkişi incelemesi sonucu delil tespiti yapılamaz.

Bölge adliye mahkemesinden delil tespiti talep edilebilir mi?

İstinaf mahkemesinden de delil tespiti talep edilebilir.

Yetkisiz mahkemede alınan delil tespiti asıl davada kullanılabilir mi?

Dava açılmadan önce delil tespiti yetkisiz mahkemede yaptırılırsa buna karşı yetki itirazında
bulunmak gerekir aksi halde esas hakkında açılan davada, delil tespiti yapan mahkemenin
yetkisiz ve görevsiz olduğu ileri sürülemez (m. 401/3). Yargıtay yetkisiz mahkemece yapılmış
delil tespitinin hükme esas alınmayacağını belirtmektedir.

Delil tespiti dilekçesinin içeriğinde neler yer alır?

Delil tespiti talebi dilekçeyle yapılır. Dilekçede tespiti istenen vakıa, tanıklara veya bilirkişilere
sorulması istenen sorular, delillerin kaybolacağı veya gösterilmesinde zorlukla karşılaşılacağı
kuşkusunu uyandıran sebepler ile aleyhine delil tespiti istenen kişinin ad, soyad ve adresi yer
alır. Tespit talebinde bulunan, durum ve koşulların imkân vermemesi nedeniyle, aleyhine tespit
yapılacak kişiyi gösteremiyorsa talebi geçerli sayılır (m. 402/1). Örneğin, park halindeki
otomobile kimin çarptığı ya da haksız fiili birden çok kişiden kimin ika ettiği belirlenemiyorsa
karşı tarafın dilekçede gösterilmesi gerekmez. Ayrıca davadan önce delil tespiti isteyenin
dilekçesinde ilerde açacağı davayı somut olarak belirtmesi gerekir.

Mahkemenin delil tespitine karar verebilmesi için talepte bulunanın ispat faaliyetinde
bulunması gerekir mi ? Bu ispatın ölçüsü ne olmalıdır?

Delil tespiti talebi, basit yargılama usulüne göre incelenir (m. 316/1 c). Delil tespiti isteyenin
mahkemeye, delillerin kaybolacağı veya gösterilmesinde zorlukla karşılaşılacağı kuşkusunu
uyandıran sebeplerin varlığı hakkında delil göstermesi gerekir. Fakat buradaki ispat tam ispat
değil yaklaşık ispattır. Mahkemenin delil tespiti şartlarının mevcut olduğuna kanaat getirmesi
yeterlidir.

Mahkeme delil tespiti talebini yerinde bulursa nasıl işlem yapılır? Karşı tarafa bildirim
yapmak gerekir mi?

Tespit talebi mahkemece haklı bulunursa karar, dilekçeyle birlikte karşı tarafa tebliğ edilir.
Kararda ayrıca, delil tespitinin nasıl ve ne zaman (resmi tatil günleri ve resmi çalışma saatleri
dışında da yapılabilir) yapılacağı (dosya üzerinde delil tespiti yapılır) tespitin icrası esnasında
karşı tarafın da hazır bulunabileceği, varsa itiraz ve ilave soruların bir hafta içinde bildirilmesi
gerektiği belirtilir. Mahkeme delil tespiti talebini haklı bulmazsa, talebin reddine karar verir.
Delil tespiti kararı veya talebin reddi kararı nihai karar olmadığından istinaf edilemez. Ancak
aynı taraf, durum ve şartların değiştiğini bildirerek yeniden delil tespiti talebinde bulunabilir.

Karşı tarafa tebliğ yapılmadan delil tespiti yapılması mümkün müdür? Karşı taraf delil
tespitine nasıl karşı koyabilir?

Talep sahibinin haklarının korunması bakımından zorunluluk bulunan hâllerde, karşı tarafa
tebligat yapılmaksızın da delil tespiti yapılabilir29. Tespitin yapılmasından sonra, tespit
dilekçesi, tespit kararı, tespit tutanağı ve varsa bilirkişi raporunun (delil tespiti davalının
huzurunda yapılsa da) bir örneği mahkemece kendiliğinden diğer tarafa tebliğ olunur. Karşı
taraf tebliğden itibaren bir hafta içinde delil tespiti kararına itiraz edebilir (m. 403).

Delil tespitine itiraz hangi mahkemeye yapılır?

Delil tespiti kararına itiraz, delil tespiti kararını vermiş olan mahkemeye, itirazdan önce dava
açılmış ise davanın açılmış olduğu mahkemeye yapılır. Basit yargılama usulüne göre ve dosya
üzerinden karara bağlanabilir. Mahkemenin delil tespiti kararına itirazın kabulüne veya reddine
ilişkin kararı nihai karar olmadığından istinaf edilemez.

Delil tespitine ilişkin yargılama giderleri asıl dava sonuçlanmadan icra takibine konu
olabilir mi?

Delil tespiti dosyası asıl dava dosyasının eki sayıldığından, delil tespiti giderleri de asıl davanın
yargılama giderlerine dahildir. Bu nedenle, delil tespiti giderlerinin, diğer yargılama giderleri
ile birlikte davanın kabulü ve reddi oranına göre hüküm altına alınması gerekir. Delil tespitine
ilişkin yargılama giderleri asıl dava sonuçlanmadan ilamlı icra takibine konu edilemez. Zira
dava sonunda haksız çıkan taraf, diğer yargılama giderleri ile birlikte delil tespiti giderlerinden
de sorumlu olacaktır.

Karşı taraf delil tespitine itiraz etmezse ne olur?

Asıl davanın taraflarından her biri (delil tespiti isteyen veya karşı taraf), iddia veya
savunmasını ispat için delil tespiti tutanak ve raporlara dayanabilir (m. 405, c. 2). Delil tespiti
karşı tarafa tebliğ edilmiş olup da, karşı taraf bir hafta içinde delil tespiti kararına itiraz
etmemiş veya itirazı reddedilmiş ise, delil tespiti dosyası (raporu) ile iddiasını ispat edebilir.

Delil tespiti karşı tarafa tebliğ edilmemişse bu delil davada esas alınabilir mi?

Kuru: Delil tespiti karşı tarafa hiç tebliğ edilmemiş ise davacı, böyle bir delil tespitinin (varsa
bilirkişi raporunun) davada delil olarak kullanılmasını isteyemez. Yargıtay da tebligat
yapılmamasının delil tespitinin hükümsüzlüğüne yol açacağını kabul etmektedir. Özekes:
yoklukta yapılan delil tespiti tutanağı karşı tarafa tebliğ edilmemişse delil tespitinin asıl davada
hiçbir etkisinin olmayacağı, delil tespitinin hüküm ve sonuç doğurmayacağı söylenemez. Delil
tespiti aşamasında hukuki dinlenilme hakkı sağlanamamış olsa da davada delillerin tartışılması
sırasında karşı tarafın gerekli itiraz ve açıklamayı yapabilmesi mümkündür.

29
Örneğin, keşif yapılacağını öğrenen karşı tarafın çekişmeli şeyin durumunu değiştirmesi ihtimali varsa veya (bir
mağazanın camlarının kırılmış olması nedeniyle uğranılan zararın tespitinde olduğu gibi) tespit edilecek şeyin
olduğu gibi uzun süre bekletilmesi mümkün değilse, karşı tarafa tebligat yapılmaksızın da delil tespiti yapılabilir.
Karşı taraf delil tespiti yoluyla alınan bilirkişi raporuna itiraz ederse bu rapor davada
kullanılabilir mi?

Karşı taraf (veya delil tespitini isteyen taraf), delil tespiti yolu ile alınmış olan bilirkişi
raporuna itiraz ederse, delil tespitini yapmış olan mahkemenin, aynı bilirkişiden ek rapor
istemesi ve bundan sonra gerekli görüyorsa yeni (ikinci) bir bilirkişi incelemesi yaptırması
gerekir. Aksi halde itiraza uğramış (ve bu itiraz ek bilirkişi raporu veya yeni bir bilirkişi raporu
ile karşılanmamış) olan bilirkişi raporu, davada delil olarak kullanılamaz (Kuru’ya göre).
Yargıtay da delil tespiti yoluyla bilirkişi incelemesi yaptırılmışsa itiraza uğrayan raporun
hükme esas alınamayacağını kabul etmektedir. Özekes’e göre, yargıtay’ın görüşü kabul edilirse
delil tespiti aleyhine olan taraf itiraz ederek o delili etkisiz hale getirebilir. Delil tespitine itiraz
edilmesi, delil tespiti ile toplanan delilin davada değerlendirilmesine engel teşkil etmez. İtiraz
delilin ispat kuvvetini doğrudan azaltmaz.

Delil tespiti yolu ile tespit edilen delil takdiri delil ise, hakim bu takdiri delili asıl davada takdir
etme yetkisine sahip olduğu gibi, taraflar da böyle bir takdiri delilin değerini davada tartışma
konusu yapabilirler.

Noterler delil tespiti yapabilir mi?

Noterler de, bir şeyin veya yerin hal ve şeklini, kıymetini ilgili kişilerin kimliklerini ve
ifadelerini tespit ederler (m. 401/2; Noterlik K. m. 61). Bu tespit işlemleri tutanak şeklinde
yapılır (Noterlik K. m. 102). Ancak bu tespit mahkemenin yaptığı gibi delil tespiti niteliğinde
değildir.

HMK’nun delil tespiti ile ilgili hükümleri (m. 400-8405) idari yargıda da uygulanır (İYUK m.
31).

DİĞER GEÇİCİ HUKUKİ KORUMALAR (m. 406)

HMK m. 406/2 hükmüne göre ‘’İhtiyati haciz, muhafaza tedbirleri ve geçici düzenleme
niteliğindeki kararlar gibi geçici hukuki korumalara ilişkin diğer kanunlarda yer alan özel
hükümler saklıdır’’. Yani ihtiyati tedbir ve delil tespiti dışındaki, diğer geçici hukuki
korumalar kendi özel hükümlerine tabidir. Diğer kanunlarda yer alan geçici hukuki korumalar
(ya ihtiyati tedbir niteliğinde ya da delil tespiti niteliğindedir) hakkında, o kanunlarda özel
düzenleme bulunmayan hallerde HMK hükümleri kıyasen uygulanır.

İhtiyati Tedbir Niteliğindeki Geçici Hukuki Korumalar

I- Nafaka Davalarında Geçici Hukuki Korumalar

İştirak nafakası davası (MK m. 329 vd) açılınca hakim, davacının istemi üzerine dava
süresince gerekli olan önlemleri alabilir (MK m. 332/I). Özellikle dava süresince küçüğe
nafaka ödenmesine karar verebilir. Bu önlemler, HMK m. 406/2 anlamında ihtiyati tedbir
niteliğinde geçici hukuki korumalardır. Bu nedenle önlemler hakkında ihtiyati tedbire ilişkin
hükümler kıyasen uygulanır. Mahkeme dava süresince küçüğe nafaka ödenmesi talebini
reddederse davacı, bu ret kararını istinaf edebilir (m. 391/3, 341/1 kıyasen). Bu açıklamalar
yardım nafakası(TMK m. 364-365) davaları; ayrılık ve boşanma davasında ve evlenmenin
butlanı davasında (TMK m. 158/II) verilen tedbir nafakası (TMK m. 169)30, iştirak
nafakası(TMK m. 182) ve yoksulluk nafakası(TMK m.175-176) için de kıyasen geçerlidir.

II- Tazminat Davasında Geçici Ödemeler (TBK m. 76)

Tazminat davasında zarar gören (davacı), iddiasının haklılığını gösteren inandırıcı kanıtlar
sunduğu ve ekonomik durumu da gerektirdiği takdirde hâkim, istem üzerine davalının zarar
görene geçici ödeme yapmasına karar verebilir (TBK m. 76/I) 31. Davalı bu geçici ödeme
kararına itiraz edebilir ve itirazın reddi kararını istinaf edebilir. Davacı tazminat davasını
kazanırsa, davalının yaptığı geçici ödemeler, hükmedilen tazminata mahsup edilir; tazminata
hükmedilmezse hâkim, davacının aldığı geçici ödemeleri, yasal faizi ile birlikte geri vermesine
karar verir (m. 76/II). Aynı şekilde, davalının yaptığı geçici ödemeler tutarı mahkum olduğu
tazminattan fazla ise hâkim, davacının bu fazla tutarı, yasal faizi ile birlikte geri vermesine
karar verir.

III- İhtiyati Tedbir Niteliğindeki Geçici Hukuki Korumalara İlişkin Diğer Kanunlarda
Yer Alan Özel Hükümler

TMK m. 89, 90/III, 865; TBK m. 590/II; TTK m. 111, 202/3, 449, 1316; Bankacılık K. m. 135;
Sermaye Piyasası K. m. 86/7, 93; Fikir ve Sanat Eserleri K. m. 66/IV.

İİK m. 22, 36, 97, 159, 164, 179/a, 179/b, 235/I, 285/III, 297/IV.

Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi K. m. 12/6, 31, 45/2, 71/2; Uluslararası Çocuk Kaçırmanın
Hukuki Yön ve Kapsamına Dair K. m. 10.

Delil Tespiti Niteliğindeki Geçici Hukuki Korumalar

HMK dışında diğer bazı kanunlarda, delil tespiti niteliğinde geçici hukuki korumalara ilişkin
özel hükümler vardır. Örneğin, Kamulaştırma K. m. 27 hükmüne göre, acele kamulaştırma için
kıymet takdiri yapılması da delil tespiti niteliğindeki geçici hukuki korumadır. Başka örnekler;
TBK m. 224, 403/II, 404/V, 474/II; 551 s. KHK m. 150; 554 s. KHK m. 62; 555 s. KHK m.
33; 556 s. KHK m. 75. Diğer kanunlarda yer alan delil tespiti niteliğindeki geçici hukuki
korumalar hakkında, ilk önce o kanunlardaki özel hükümler; o kanunlarda özel düzenleme
bulunmayan hallerde ise HMK’nun delil tespitine ilişkin hükümleri kıyasen uygulanır. Bazı
çekişmesiz yargı işleri, ihtiyati tedbir niteliğinde geçici hukuki korumalardır (m. 406/2).

TAHKİM (m. 407-444)

Tahkim nedir?

Özel hukuk alanına ilişkin uyuşmazlıkların bağımsız ve tarafsız hakemler eliyle ve yargısal
yolla çözümüne tahkim denir.

Tahkimin hukuki niteliği nedir?

30
Örnek: Boşanma ve ayrılık davası açılınca hakim, davanın devamı süresince gerekli olan özellikle eşlerin
barınmasına, geçimine, malların yönetimine ve çocukların bakım ve korunmasına ilişkin geçici önlemleri
kendiliğinden almak zorundadır.
31
Mahkemenin geçici ödeme yapılması kararı İİK m. 68 anlamında ‘’yetkili makamların yetkileri dahilinde
verdikleri belge’’ niteliğinde olduğundan, davacı dava sırasında bu karara dayanarak ilamsız icra takibi yapabilir.
Tahkimin hukuki niteliği tartışmalıdır. Bu konudaki ana tartışma, tahkimin bir maddi hukuk,
borçlar hukuku sözleşmesi mi, yoksa usul hukuku sözleşmesi mi olduğu yolundadır.

Tahkim sözleşmesinin usul hukuku sözleşmesi olduğunu savunan görüşe göre, tahkim
sözleşmesi, taraflar arasında mevcut bulunan bir uyuşmazlığın çözümü için yapıldığından,
hakemlerin oluşumu, davanın açılması, delillerin gösterilmesi ve kararın verilmesi ile bu karara
karşı kanun yollarına başvurulması, sözleşmenin usuli yönünü göstermektedir. Tahkim
sözleşmesinin iki önemli etkisinden biri, hakemlerin yargılama yapabilmesini sağlayan olumlu
etkisi; diğeri ise mahkemelere başvuru olanağını kaldıran olumsuz etkisidir. Her iki etki de usul
hukukuna ilişkin olduğundan tahkim sözleşmesinin hukuki etkisi öncelikle usul hukuku
alanında geçerlidir. Yargıtay da çoğunluk görüşüne katılmakta ve tahkim sözleşmesinin usul
sözleşmesi olduğunu kabul etmektedir.

Tahkim sözleşmesinin maddi hukuk sözleşmesi olduğunu savunan görüşe göre, tahkim
sözleşmesi özel hukuk sözleşmesi olup tarafların iradeleri çerçevesinde hüküm ifade eder. Bu
görüşün doğal sonucu olarak, hakemlerin yaptığı yargılama ve bu yargılama sonunda verilen
karar, özel hukuka ilişkin sözleşme ile ilgili kuralların uygulanmasıdır.

Karma görüşe göre ise, tahkim sözleşmesinin tarafların serbest iradesi sonucu oluşumu maddi
hukuk yönünü; buna karşılık sözleşmenin uygulanmasının tamamen usul hukukuna ilişkin
sonuçlar doğurmasının ise usul hukuku sözleşmesi olduğunu göstermektedir.

Tahkim yargılaması ile devlet yargılaması arasında ne gibi farklar vardır?

1) Taraflar devlet yargısında yargılama yapacak mahkemeyi ve hakimi seçemezler.


Yargılamada hakimin belirli bir alanda uzman olması beklenemez. Ancak tahkimde taraflar
uyuşmazlık konusunda uzman kişiyi hakem seçebilir.

2) Devlet yargısında taraflar yargılama usulünü seçemezken tahkimde seçebilirler.

3) Devlet yargısında hangi maddi hukuk kurallarının uygulanacağı önceden bellidir; tahkimde
taraflar uygulanacak maddi hukuku da seçebilirler.

4) Devlet yargısında verilen ilamlar kanun yoluna tabi iken tahkimde verilen hakem kararları
sınırlı sebeplerle iptale tabidir.

5) Devlet yargısında kural olarak aleniyet ilkesi uygulanırken tahkimde kural olarak gizlilik
esastır.

6) Tahkim devlet yargısına göre daha hızlı sonuçlanır ve göreceli olarak daha ucuzdur.

7) Devlet yargısında adli yardımdan yararlanmak mümkünken tahkimde adli yardım söz
konusu değildir.

Tahkim ile dostane çözüm yöntemlerinden (arabuluculuk ve müzakere) arasında ne gibi


farklar vardır?

1) Tahkim yargılamasında iki taraf birden istemedikçe bu yoldan vazgeçme imkanı olmadığı
halde müzakere ve arabuluculukta herhangi bir taraf istemezse sürece devam etmek mümkün
değildir. Taraflardan biri sürece devam etmek istemezse bu tarafın devama zorlanması
mümkün değildir.

2) Tahkimde hakem tarafından bir yargısal faaliyet sonucu tarafları bağlayıcı ve icra edilebilir
bir karar verildiği halde; müzakere ve arabuluculukta sürecin başlangıcı, sürmesi ve devamı
tamamen taraf iradesine tabidir.

3) Tahkimde kimin haklı olduğu değerlendirilirken müzakere ve arabuluculukta tarafların


uyuşmazlık çözümündeki menfaatleri ön plana çıkar.

4) Tahkimde yargılamanın sonunda hakem kararı verildiği halde müzakere ve arabuluculukta


sürecin sonunda taraflar anlaşılırsa bir sulh anlaşması yapılır.

5) Hakem kararı iptale tabidir; tarafları bağlayıcıdır ve icra edilebilir. Sulh anlaşması müzakere
veya arabuluculuk sonunda alelade şekilde yapılmışsa genel hükümlere göre yani dava yoluyla
icrası istenebilir. Buna karşılık sulh anlaşması Avukatlık kanunu madde 35A’ya göre veya
Arabuluculuk Kanunu’na göre yapılmışsa anlaşma ilam niteliğinde belge sayılır. Taraflar sulh
anlaşmasının şartlarına uymazsa anlaşmanın icrası ilamların icrası hükümlerine göre yapılır.

Tahkim ile hakem – bilirkişilik arasında ne gibi farklar vardır?

1) Hakem – bilirkişilikte yargısal bir faaliyet yoktur ve nitelik olarak hakem bilirkişilik bir delil
sözleşmesidir. Buna karşılık tahkimde yargılama yapılmak yoluyla karar verilir.

2) Tahkime başvuru zamanaşımı keser; hakem bilirkişiye başvuru zamanaşımını kesmez.

3) Hakem bilirkişilikte hazırlanan rapor doğrudan icra edilemez; icra için dava açılmalıdır.
Tahkimde ise nihai hakem kararı icra edilebilir.

Tahkim yoluna başvurmanın faydaları nelerdir?

Uyuşmazlığı çözümleyen hakim özel ve teknik bilgiyi gerektiren durumlarda bilirkişiye


başvururken genellikle hakemler zaten uzman olduğu için bu yola başvurmaya gerek yoktur.
Bu hem zaman hem de masraf açısından karlıdır. Hakem istinabe yoluna başvurmadan bizzat o
yere gidip keşif yapabilir; tanığı dinleyebilir. Bu durum zamandan tasarruf sağlar. Tahkim
yargılamasında aleniyetin olmayışı birçok şirketin mali durumu, ticari sırlarının açığa
çıkmasına engel olur.

MİLLİ TAHKİM – MİLLETLERARASI TAHKİM

Aşağıdaki hâllerden herhangi birinin varlığı, uyuşmazlığın yabancılık unsuru taşıdığını gösterir
ve bu durumda tahkim, milletlerarası nitelik kazanır.

1. Tahkim anlaşmasının taraflarının yerleşim yeri veya olağan oturma yerinin ya da işyerlerinin
ayrı devletlerde bulunması.

2. Tarafların yerleşim yeri veya olağan oturma yerinin ya da işyerlerinin; a) Tahkim


anlaşmasında belirtilen veya bu anlaşmaya dayanarak tespit edilen hâllerde tahkim yerinden, b)
Asıl sözleşmeden doğan yükümlülüklerin önemli bir bölümünün ifa edileceği yerden veya
uyuşmazlık konusunun en çok bağlantılı olduğu yerden, Başka bir devlette bulunması.
3. Tahkim anlaşmasının dayanağını oluşturan asıl sözleşmeye taraf olan şirket ortaklarından en
az birinin yabancı sermayeyi teşvik mevzuatına göre yabancı sermaye getirmiş olması veya bu
sözleşmenin uygulanabilmesi için yurt dışından sermaye sağlanması amacıyla kredi ve/veya
güvence sözleşmeleri yapılmasının gerekli olması.

4. Tahkim anlaşmasının dayanağını oluşturan asıl sözleşme veya hukukî ilişkinin, bir ülkeden
diğerine sermaye veya mal geçişini gerçekleştirmesi.

HMK ile Tahkim Kanunu arasındaki temel farklar nelerdir?

1) Kural olarak HMK ulusal tahkime uygulanırken, Milletlerarası Tahkim Kanunu uluslar arası
tahkime uygulanır.

2) HMK’da itiraz hakkından feragat açıkça düzenlenmişken, Milletlerarası Tahkim


Kanunu’nda bu konuda açık bir düzenleme yoktur.

3) HMK’da hakemlerin sayısı birden fazla olursa en az birinin kendi alanında beş yıl veya daha
fazla kıdeme sahip hukukçu olması aranırken, Milletlerarası Tahkim Kanununda böyle bir
düzenleme yoktur.

4) HMK’ya göre tarafın kendi atadığı veya atanmasına katıldığı hakemi reddetmesi atanma
tarihinden sonra öğrenilen sebeplere dayanılarak yapılacağı düzenlenmişken, Milletlerarası
Tahkim Kanununda böyle bir düzenleme yoktur.

5) Milletlerarası Tahkim Kanununda tahkim yargılamasında tarafların yabancı gerçek veya


tüzel kişiler tarafından temsil edilebileceği düzenlendiği halde HMK’da buna ihtiyaç
duyulmamış, temsile ilişkin genel hükümler uygulanacaktır.

6) Milletlerarası Tahkim Kanununda tahkim yargılaması sırasında taraflardan birisinin taraf


olma niteliğini kaybetmesi haline ilişkin bir düzenleme olduğu halde HMK’da böyle bir
düzenleme yoktur. Taraflardan birinin taraf olma niteliğini kaybetmesi halinde usul hukukunun
genel ilkeleri uygulanacaktır.

7) HMK’da tarafların hakemin onayı ile delillerin toplanması konusunda mahkemeden yardım
isteyebileceği düzenlenmişken, Milletlerarası Tahkim Kanununda bu konuda açık bir
düzenleme yoktur.

8) HMK’da taraflarca aksi kararlaştırılmamış ise tebligatın Tebligat Kanunu’na göre yapılacağı
kararlaştırılmışken, Milletlerarası Tahkim Kanununda adi tebligat yeterli sayılmıştır.

9) HMK’da hakem kararlarına karşı iptal davası açılmasının kararın icrasını durdurmayacağı
belirtilmişken, Milletlerarası Tahkim Kanununda iptal davasının açılmasının kendiliğinden
hakem kararının icrasını durduracağı belirtilmiştir.

Zorunlu tahkim – ihtiyari tahkim nedir?

Mecburi (Zorunlu) Tahkim

Bazı hallerde, bir uyuşmazlığın çözümü için tahkim yoluna başvurmak zorunludur; buna
mecburi tahkim denir. Mecburi tahkim, tarafların serbest iradesine tabi değildir. Mecburi
tahkim istisna olup, tahkimin hangi hallerde zorunlu olduğu, özel kanun hükümleri ile
düzenlenmiştir. Mecburi tahkime tabi olan iş ve davalarda, taraflar Devletin mahkemelerinde
dava açamazlar; özel kanun hükümlerinde gösterilen hakemlerde dava açmak zorundadırlar.
Bu hallere örnekler şunlardır:

1) Kamu Kuruluşları Arasındaki Uyuşmazlıkların Mecburi Tahkim Yolu İle Çözülmesi

Örnekler: PTT ile Karayolları Genel Müdürlüğü arasındaki tazminat davası; belediyelerin
birbirlerine karşı açacakları davalar; belediye ile Maliye Bakanlığı arasındaki uyuşmazlık;
belediye ile Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü, ziraat bankası ile Hazine, belediye ile hazine,
orman bakanlığı ile hazine arasındaki davalar yüksek dereceli asliye hukuk hakimi tarafından
mecburi hakem sıfatı ile çözümlenir.

Davanın taraflarından biri 3533 sayılı Kanunda yazılı kamu kuruluşu değilse, davaya mecburi
hakemde bakılamaz; genel mahkemelerde bakılır. Mecburi hakem tarafından verilen kararlar
kesindir; temyiz edilemez. Mecburi hakem tarafından verilmiş olan karara karşı, yeniden
incelemeyi gerektirecek haklı sebeplerin varlığı halinde, 30 gün içinde, kararı vermiş olan
mecburi hakeme itiraz edilebilir (3533 sayılı K. m. 6/II). Bu itiraz aynı mecburi hakem
tarafından incelenir. Mecburi hakemin itiraz üzerine vereceği karar kesindir, temyiz edilemez;
itiraz üzerine verilecek karara karşı tekrar itiraz edilemez.

2) Spor federasyonlarının spor faaliyetlerinin yönetimine ve disiplinine ilişkin kararlarına


karşı ancak zorunlu tahkim yoluna başvurulabilir. Tahkim kurulu kararları kesin olup bu
kararlara karşı hiçbir yargı merciine başvurulamaz (AY m. 59 ek fıkra).

3) Tüketici işlemleri ile tüketiciye yönelik uygulamalardan doğabilecek uyuşmazlıklardan


değeri 3.610 liranın altında bulunan uyuşmazlıklar için Tüketici Hakem Heyetine başvurmak
zorunludur (Tüketici K. m. 68/I, c. 1).

İhtiyari Tahkim

Taraflar, aralarındaki bir uyuşmazlığın çözümü için tahkim yoluna başvurmak zorunda
değildirler; davalarını mahkemede de açabilirler. İhtiyari tahkim iki ayrı kanunda
düzenlenmiştir; 1)Milletlerarası Tahkim Kanunu. MTK, yabancılık unsuru taşıyan ve tahkim
yerinin Türkiye olarak belirlendiği uyuşmazlıklar hakkında uygulanır. 2) HMK’nda
düzenlenmiş tahkim. HMK m. 407-444’de yer alan hükümler, yabancılık unsuru içermeyen
ve tahkim yerinin Türkiye olarak belirlendiği uyuşmazlıklar hakkında uygulanır (m. 407).

Tahkim sadece çekişmeli yargıya giren uyuşmazlıklar için mümkündür; çekişmesiz yargıda
tahkim mümkün değildir. İhtiyari tahkim iki ayrı sözleşmeden oluşur: 1) Tahkim sözleşmesi:
Tahkim sözleşmesi ile taraflar aralarındaki uyuşmazlığın tahkim de çözüleceğini
kararlaştırırlar. 2) Hakem sözleşmesi: taraflar ile hakemler arasında yapılan sözleşmedir.

Tahkimde itiraz hakkından feragat ne demektir?

Tahkim yargılaması sırasında, tarafların aksini kararlaştırabilecekleri bir hükme veya tahkim
sözleşmesine uyulmaz ise ilgili taraf bu aykırılığa itiraz edebilir (m. 409). Anılan hüküm ve
şartlar emredici nitelikte olmayan hüküm ve şartlardır. Emredici hükümlere aykırılık halinde
itiraz her zaman yapılabilir. İlgili taraf, aykırılığı öğrendiği tarihten itibaren iki hafta veya
hakemlerin bu konuda kararlaştırdıkları süre içinde itiraz etmeden tahkime devam ederse itiraz
hakkından feragat etmiş sayılır.

HMK yürürlüğe girmeden önce yapılmış olan tahkim sözleşmesine dayanılarak başlatılan
tahkime HUMK’daki tahkim hükümleri mi, yoksa HMK’daki tahkim hükümleri mi
uygulanacaktır?

HMK m. 448 ‘’Bu kanun hükümleri tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhal
uygulanır’’. Buna göre önceki kanuna göre yapılmış ve tamamlanmış olan işlemler geçerliliğini
koruyacak, tamamlanmamış usul işlemleri yeni kanun hükümlerine tabi olacaktır. Tahkim
sözleşmesinin usul sözleşmesi olduğu kabul edilince taraflar HMK yürürlüğe girmeden önce
tahkim sözleşmesi yapmışlarsa kanunun yürürlüğe girmesinden sonra başlayacak olan
tahkimde yeni yürürlüğe giren kanun hükümleri (yani HMK) uygulanacaktır.

Yargıtay’ın bu konuda birbiri ile çelişkili kararları vardır. Yargıtay 15. hukuk dairesi, bir
kararında HMK’nın yürürlüğe girmesinden önce yapılmış olan tahkim sözleşmesi veya şartına
uygulanacak usul kurallarının açıkça belirlenmemiş olması halinde, sözleşmenin yapıldığı
zamanda geçerli olan tahkim kurallarının uygulanması gerektiğini; başka bir kararında tahkim
şartında HUMK hükümlerine atıf yapılması halinde, tahkimin başladığı zamanda yürürlükte
olan kanun hükümlerine bakılmaksızın HUMK’daki tahkim hükümlerinin uygulanacağını ifade
etmiştir.

Tahkimde görevli ve yetkili mahkeme hangisidir?

HMK’da tahkim yargılamasında mahkeme tarafından yapılacağı belirtilen işlerde görevli ve


yetkili mahkeme tahkim yeri bölge adliye mahkemesi olarak düzenlenmişti (m. 410). Tahkim
yeri belirlenmemiş ise görevli ve yetkili mahkeme, davalının Türkiye’deki yerleşim yeri,
oturduğu yer veya işyeri mahkemesiydi (m. 410). Kanunda bölge adliye mahkemesinin görevli
mahkeme olarak tercih edilmesinin nedeni tahkimin niteliği, gerektirdiği uzmanlık ve sürattir.
Ancak bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçmesi ile birlikte tahkimde görevli mahkeme
asliye ticaret mahkemesi olarak belirlenmiştir.

Hakem kararlarına karşı hangi kanun yollarına başvurulabilecektir?

Uyuşmazlığın çözümünü, hakem kararından sonra önce asliye ticaret mahkemesinde iptal
davası açacak, daha sonra bölge adliye mahkemesinde istinaf yoluna başvuracak ve ardından
temyize gidecektir. Doktrinde tahkimde görevli mahkemenin bölge adliye mahkemesinden
alınıp asliye ticaret mahkemesine verilmesinin tahkimin etkisini azaltacağı, masrafı ve zaman
kaybını artıracağı ifade dilmektedir.

HMK m. 439/6’da ifade edilen ‘’İptal davası hakkında verilen kararlara karşı temyiz yoluna
başvurulabilir’’ hükmü bugün için uygulanamayacaktır. Çünkü bu hüküm bölge adliye
mahkemesinin tahkimde ilk derece mahkemesi olarak görev yapacağı esas alınarak
düzenlenmiştir. Doktrinde Pekcanıtez, iptal davası üzerine ticaret mahkemesince verilen
kararlara karşı doğrudan temyize başvurulmasının gerekliliğini ifade ediyor.

Tahkimde sınırlılık ilkesi ne demektir? Mahkemeler tahkim yargılamasına hangi


durumlarda müdahale edebilir?
Tahkim yargılaması sırasında kanunda açıkça belirtilen hallerde mahkemenin tahkime yardım
ve müdahale etmesine sınırlılık ilkesi denir. Kanunda mahkemelerin yardım ve müdahalesinin
kabul edildiği hususlar şunlardır:
1) Tahkim itirazı: tahkim şartına rağmen taraf mahkemeye veya icra takibine başvurmuşsa
diğer taraf mahkemede tahkim itirazında bulunabilir.
2) İhtiyati tedbir ve delil tespiti:
3) Hakemlerin seçimi: taraflar hakem seçiminden kaçınır veya taraflar ya da hakemler üçüncü
hakemi seçemezse mahkemeye başvurulur.
4) Hakemin reddi:
5) Görevin yerine getirilmemesi: Hakemin fiilen veya hukuken görevini yerine getirmediği
hallerde hakemin çekilmesi veya tarafların anlaşması ile hakemin görevi sona ermekle birlikte
taraflar bu konuda anlaşamazlarsa mahkemeye başvurmak gerekir.
6) Tahkim süresi: Tahkim süresinin uzatılması gerekirde taraflar anlaşamazlarsa mahkemeye
başvurulur.
7) Delillerin Toplanması
8) İptal Davası
9) Yargılamanın iadesi

TAHKİME ELVERİŞLİLİK

Tahkime elverişlilik ne demektir?

Tahkim sözleşmesi, sadece tarafların konusu üzerinde serbestçe tasarruf yetkilerinin bulunduğu
uyuşmazlıklarda mümkündür. Örneğin, alacak davaları, taşınır davaları için tahkim sözleşmesi
yapılabilir. Buna karşılık taşınmaz mallar üzerindeki ayni haklardan veya iki tarafın iradelerine
tabi olmayan işlerden kaynaklanan uyuşmazlıklar tahkime elverişli değildir (m. 408). Örneğin,
tapu iptali davaları, boşanma davaları, iflas davaları ve AŞ genel kurul kararlarının iptali
davaları hakemlerde görülemez. HMK m. 408’de, ‘’Taşınmaz mallar üzerindeki ayni haklardan
veya iki tarafın iradelerine tabi olmayan işlerden kaynaklanan uyuşmazlıklar tahkime elverişli
değildir’’ şeklinde düzenleme yapılmıştır. Taraf iradelerine tabi olan uyuşmazlıklar, tarafların
üzerinde sulh olabilecekleri uyuşmazlıklardır.

Belirli uyuşmazlıklar hakkında tahkim sözleşmesi yapılabilir. Taraflar, tahkim sözleşmesi


yaparken, hangi uyuşmazlık hakkında tahkim sözleşmesi imzaladıklarını bildirmelidirler. Belli
bir hukuki ilişkiden (örneğin satış sözleşmesinden) doğacak uyuşmazlıkların tahkim yolu ile
çözüleceğinin kararlaştırılmış olması halinde uyuşmazlık belirli sayılır.

Tahkime elverişliliğin sınırları vardır. Korunması gereken üstün bir menfaat varsa örneğin
tüketicinin veya işçinin korunması halleri ya da kamu düzenine aykırı bir durum varsa
uyuşmazlık tahkime elverişli değildir.

Kesin yetki kuralının bulunması uyuşmazlığı tahkime elverişsiz hale getirir mi?
Kesin yetki kuralı ile mahkeme lehine bir yargı tekeli yaratılmamışsa kesin yetki uyuşmazlığı
tahkime elverişsiz hale getirmez. Hatta bu gibi durumlarda yetkinin kamu düzeninden olması
dahi sonucu değiştirmez. Örneğin görev kamu düzenindendir ve göreve ilişkin sözleşme
yapılamaz. Para ve şahıs varlığına ilişkin genel görevli mahkeme asliye hukuk mahkemesidir.
Ancak para ve şahıs varlığına ilişkin uyuşmazlıklar kural olarak tahkime elverişli
uyuşmazlıklardır.

Yargıtay, hizmet sözleşmesinin feshinden önce yapılan tahkim sözleşmesinin geçersiz


olduğunu buna karşılık fesihten sonra tahkim sözleşmesi yapılabileceği görüşündedir.

Tahkime elverişlilik türleri nelerdir? Sübjektif ve objektif tahkime elverişlilikten ne


anlaşılmalıdır?

Tahkime elverişlilik ikiye ayrılır. Sübjektif tahkime elverişlilik kişi yönünden tahkime
elverişlilik kavramını inceler. Bazı kişiler tahkim sözleşmesi yapamaz. Reşit ve ayırt etme
gücüne sahip olmayanlar, iflas etmiş olanlar, tahkim için gerekli özel yetkiye sahip olmayanlar
ya da tahkime elverişli konular dışında kamu tüzel kişilerinin tahkim sözleşmesine taraf
olmaları halinde sübjektif tahkime elverişsizlik söz konusudur.

Sözleşmenin konusunun tahkim yoluyla çözüme uygun olması halinde objektif tahkime
elverişlilik söz konusudur. Örneğin, ceza hukukuna ilişkin konular, tapu iptali davaları,
boşanma davaları, soybağı ile ilgili davalar, hakimin re’sen araştırma ilkesinin geçerli olduğu
uyuşmazlıklar, iflas davaları ve AŞ genel kurul kararlarının iptali davaları, anonim şirkette
şirketin feshine dair uyuşmazlıklar. Taraflar bu konularda sulh olamayacağından bu
uyuşmazlıklar tahkime elverişli değildir.

Fikri ve sınai mülkiyet hukukundan doğan uyuşmazlıklar tahkime elverişli midir?

Bu konuda, ilgili sicile tescili gerekli haklarla (patent ve marka gibi), tescili gerekli olmayan
(telif hakkı gibi) fikri ve sınai haklar arasında ikili bir ayrım yapılmaktadır. Sicile tescili söz
konusu olan haklar bakımından sicil kamu düzeninden sayıldığından sicile tescil ve terkin gibi
uyuşmazlıklar haricinde taraflar arasındaki nispi haklar yani sadece taraflar arasında etki
doğuran haklar bakımından tahkime elverişlilik kabul edilmektedir. Sicile tescil edilmeyen
haklar bakımından ise bir sınırlandırma olmaksızın tahkime elverişlilik kabul edilmektedir.

Hukuka aykırılık hallerinde tahkime elverişlilik nasıl değerlendirilecektir? Birleşmiş


Milletler ambargosu, Türk devletinin koyduğu ihracat – ithalat yasakları, uyuşmazlığın
altında bir rüşvet ilişkisi varsa ne olacaktır?

Bu tip hukuka aykırılıkların da tahkime elverişli olması gerekir. Hakem öncelikle tahkim
sözleşmesinin ayrılabilirliği ve hakemin kendi yetkisi konusunda karar vermesi ilkeleri gereği
yargılamayı yürütmeli ve hukuka aykırılık tespit edildiğinde talebi esastan reddetmelidir.

İş hukuku ve tüketici hukukundan doğan uyuşmazlıklar tahkime elverişli midir?

Bazı uyuşmazlıklar aslında tahkime elverişli olduğu halde korunan üstün bir menfaat gereği
kural olarak tahkime elverişli olmadıkları kabul edilmektedir. Bu tür uyuşmazlıklara örnek, iş,
tüketici ve gayrimenkullerin kiralanmasına ilişkin uyuşmazlıklar böyledir. Ancak
gayrimenkullerin kiralanmasına ilişkin uyuşmazlıklar ticari kira sözleşmesine ilişkin ise
tahkime elverişlidir.

Bazı iş uyuşmazlıklarının tahkime elverişli olduğu kanunen kabul edilmektedir. İş Kanunu m.


20’ye göre, iş sözleşmesinin feshi halinde fesih bildiriminde sebep gösterilmediği veya
gösterilen sebebin geçerli olmadığına ilişkin uyuşmazlıklar tahkim yoluyla da görülebilir. Bu
tür uyuşmazlıkların tahkim yoluyla görülmesi için tahkim sözleşmesinin fesihten sonra
yapılması gerekir.

Doktrinde iş uyuşmazlıklarında tarafların sulh ve kabul ile davayı sona erdirebildikleri ve bu


yüzden bu tip uyuşmazlıkların tarafların iradesine tabi olduğunu ve tahkime elverişli olduğunu
ileri sürenlerde vardır. Yine tüketici uyuşmazlıklarının tahkime elverişli olduğu da ileri
sürülmektedir. Yargıtay, bir kararında işe iade davalarına ilişkin uyuşmazlıkların tarafların
arzularına tabi olan uyuşmazlıklardan olması sebebiyle tahkime elverişli olduğunu belirtmiştir.
Buna karşılık başka bir kararında antrenör (işçi) ile işveren arasında işçilik alacağına ilişkin
uyuşmazlığın tahkime elverişli olmadığını ifade etmiştir.

Çekişmesiz yargıya tabi uyuşmazlıklar tahkime elverişli midir?

Tahkim çekişmeli yargıya tabi uyuşmazlıklar hakkında geçerlidir. İlgililer, çekişmesiz yargıya
tabi uyuşmazlıkların tahkim yolu ile çözümünü kararlaştıramazlar.

Tahkime elverişlilik konusundaki yasaklar sadece HMK’da mı yer almaktadır? Diğer


kanunlarda buna ilişkin düzenleme var mı?

Diğer kanunlarda da vardır. Örneğin. TBK m. 262’ye göre, taksitle satış sözleşmelerinde
yerleşim yeri Türkiye’de olan taraf tahkim sözleşmesi yapamaz. Bu hüküm esasen TBK da yer
almasaydı da tüketici hukuku kapsamına girdiğinden tahkime elverişli olmayacaktı. Diğer
örnek, TTK m. 1271/2’ye göre, deniz yoluyla yolcu taşıma sözleşmelerinde tazminat istemi
doğmadan önce tahkim sözleşmesi yapılamaz.

Tahkime elverişsizlik itirazı nasıl ileri sürülür? Böyle bir itiraz olmadan hakem
kendiliğinden tahkime elverişsizliği dikkate alabilir mi?

Tahkime elverişliliğe ilişkin itiraz hakem kuruluna yapılır. İtirazın reddi halinde uyuşmazlık
konusunun tahkime elverişli olmadığı hakem kararının iptali davasında ileri sürülebilir.
Tahkim yargılaması başlamadan önce veya tahkim yargılaması sırasında tahkime elverişliliğe
ilişkin itiraz mahkemeye yapılırsa mahkeme bu itirazı yetkisizlik nedeniyle reddeder. Tahkime
elverişsizlik itirazında bulunulmasa bile hakem kendiliğinden tahkime elverişsizliği dikkate
alabilir. Zira hakem kendi yetki alanına ilişkin kamu düzeni ve kamu yararı sebebiyle getirilen
sınırlamaları dikkate almalıdır.

TAHKİM SÖZLEŞMESİ

Tahkim sözleşmesi nasıl tanımlanabilir?

Tahkim sözleşmesi, tarafların, sözleşme veya sözleşme dışı bir hukuki ilişkiden doğmuş veya
doğabilecek uyuşmazlıkların tamamı veya bir kısmının çözümünün hakem veya hakem
kuruluna bırakılması hususunda yaptıkları anlaşmadır (m. 412/1).
Tahkim sözleşmesinin konusuna neler girebilir?

Tahkime elverişli uyuşmazlık tahkim sözleşmesinin konusunu oluşturabilir. Tarafların tacir


olması uyuşmazlığın ticari olması zorunlu değildir. sözleşmesel ilişkilerde uyuşmazlı, haksız
fiil, sebepsiz zenginleşme, vekaletsiz iş görme, manevi tazminat tahkim sözleşmesine konu
olabilir.

Vekilin tahkim sözleşmesi yapması için özel yetkiye ihtiyaç var mıdır? Özel yetki
olmadan tahkim sözleşmesi yapılırsa ne olur?

HMK m. 74’e göre açık yetki verilmedikçe vekilin tahkim sözleşmesi yapması mümkün
değildir. Yine TBK m. 504’e göre, ‘’Vekil özel olarak yetkili kılınmadıkça dava açamaz, sulh
olamaz, hakeme başvuramaz…’’. Vekil özel yetkisi olmadan tahkim sözleşmesi yaparsa, böyle
bir tahkim sözleşmesi hukuken geçersizdir. Bu geçersizlik emredici hükme aykırı olacağı için
kamu düzenine ilişkin olduğundan, mahkemece kendiliğinden dikkate alınması gerekir.
Yargıtay da özel yetki olmadan vekilin tahkim sözleşmesi yapamayacağını, yaparsa
sözleşmenin geçersiz olduğunu belirtmektedir. Kişinin açık yetki vermemiş olması ve işleme
sessiz kalınması halinde sessiz kalmanın yetkiye icazet vermek anlamına geldiği şeklinde
değerlendirme yapmak da mümkün değildir.

Tahkim sözleşmesi hangi şekillerde yapılabilir?

Tahkim sözleşmesi, taraflar arasındaki sözleşmenin (örneğin eser sözleşmesi) bir şartı
(maddesi) veya ayrı bir sözleşme şeklinde yapılabilir (m. 412/2). Tahkim sözleşmesi doğmuş
veya ileride doğacak uyuşmazlıkların çözümü için yapılabilmektedir. Hukuki ilişkinin
sözleşmede belirtilmesi gerekir. Hukuki ilişki belli değilse tahkim sözleşmesi geçersiz olur.
Yine burada taraflar sözleşmeden doğan bazı uyuşmazlıkların mı yoksa sözleşmeyle ilgili tüm
uyuşmazlıkların mı tahkim yoluyla çözüleceğini sözleşmede belirtmelidir. Uyuşmazlık
çıktıktan sonra tahkime gitmek genellikle mümkün olmamaktadır.

Yargılama sırasında da taraflar uyuşmazlığı tahkim yoluyla çözme konusunda anlaşabilirler.


Bu durumda mahkeme dosyayı hakeme gönderir (m. 412/5).

Tahkim sözleşmesi bakından tahkim iradesinin önemi nedir?

Tarafların tahkim yoluna başvurmak istedikleri, tahkim sözleşmesinden açıkça ve kesin olarak
anlaşılmalıdır. Sözleşmede mutlaka tahkim veya hakem sözlerinin yer alması gerekmez;
önemli olan tahkime başvurma iradesinin açık olmasıdır. Tahkim sözleşmesinin, icap ve kabul
şeklinde tahkim iradesini içermesi gerekir (m. 412/3). İrade tek bir metinde veya birden fazla
belge de ifade edilebilir. İcap ve kabul iki farklı mektup, elektronik posta ya da başkaca bir
belge de yer alabilir.

Tarafların tahkim iradesi açık olmasına rağmen hangi kurumsal tahkime başvurulduğu açık
değilse ad hoc tahkimin kararlaştırıldığı kabul edilmelidir. Tahkim yanında mahkemenin
yetkisi alternatif yol olarak saklı tutulamaz.

TAHKİM SÖZLEŞMESİNİN ŞEKLİ

Tahkim sözleşmesine ilişkin şekil şartı öngörülmüş müdür?


Tahkim sözleşmesi yazılı şekilde yapılır (m. 412/3, c. 1); sözlü olarak yapılamaz. Bu şekil adi
yazılı şekil olup, tahkim sözleşmesi için ispat şartı değil, geçerlilik şartıdır. Yazılı şekil şartının
yerine getirilmiş sayılması için, tahkim sözleşmesinin taraflarca imzalanmış yazılı bir belgeye
veya taraflar arasında teati edilen mektup, telgraf, teleks, faks gibi bir iletişim aracına veya
elektronik ortama geçirilmiş olması ya da dava dilekçesinde yazılı bir tahkim sözleşmesinin
varlığının iddia edilmesine davalının verdiği cevap dilekçesinde itiraz edilmemiş olması
yeterlidir (m. 412/3, c. 2).

Uyuşmazlığın bir bölümünün tahkimde diğer bölümünün mahkemede çözüleceği


kararlaştırılabilir mi?

Uyuşmazlığın bir bölümünün tahkimde diğer bölümünün mahkemede çözüleceği


kararlaştırılabilir. Ancak bu durumda hangi uyuşmazlıkların mahkemede hangilerinin tahkimde
çözüleceğinin açıkça belirtilmesi gerekir. Örneğin, şirket birleşmelerine ilişkin hisse devir
sözleşmesinde gayrimenkullerin aynına ilişkin uyuşmazlıkların mahkemede çözümleneceği
onun dışındaki tüm uyuşmazlıkların ise tahkim yoluyla çözüleceği kararlaştırılabilir.

Tahkim sözleşmesinin olumlu etkisi ve olumsuz etkisinden ne anlaşılması gerekir?

Tahkim sözleşmesinin olumlu etkisi, sözleşmenin taraflarını uyuşmazlığı tahkim yoluyla


çözme yükümlülüğü altına sokmasıdır. Tahkim sözleşmesinin olumsuz etkisi ise, uyuşmazlığın
çözümü için mahkemeye başvurmayı engellemesidir. Taraflar arasında tahkim sözleşmesi
varsa taraflar mahkemeye başvuramaz; tahkime başvurmak zorundadır.

Taraflar arasında tahkim sözleşmesi varsa icra takibi yapılabilir mi? İcra takibine karşı
borçlunun itirazı üzerine hakemde itirazın iptali davası açılabilir mi? İcra inkar
tazminatına karar verilebilir mi?

Geçerli tahkim sözleşmesine rağmen icra takibi yapılıp yapılmayacağı, hakemde itirazın iptali
ve icra inkar tazminatı istenip istenemeyeceği doktrinde tartışmalıdır. Doktrinde baskın görüş,
tahkim sözleşmesinin varlığına rağmen tarafın ilamsız icra yoluna başvurabileceği yönündedir.
Yargıtay kararlarında ise birlik yoktur.

Bir görüşe göre, taraflar arasında geçerli bir tahkim sözleşmesi varsa ilamsız icra yoluna
başvurulamaz. Tarafın önce hakeme başvurması gerekirse oradan alacağı ilamla ilamlı icra
takibi yapması gerekir.

Diğer görüşe göre, tahkim sözleşmesine rağmen icra takibi yapılabilir fakat itiraz üzerine duran
takibe devam edilebilmesi için itirazın iptali davası açılamaz. İtirazın iptali hakkında hakemler
karar veremez; bu konuda mahkemeye başvurulması gerekir. Yargıtay’ın da bu yönde kararı
vardır.

Üçüncü görüşe göre, tahkim sözleşmesine rağmen icra takibi yapılabilir ve borçlunun itirazı
üzerine duran takibe devam edebilmek için hakem mahkemesinde itirazın iptali davası
açılabilir. Bu görüşte olanlar hakemlerin icra tazminatına da karar verip veremeyeceği
konusunda görüş açıklamamışlardır. Bu görüşte olan Pekcanıtez/Atalay/Sungurtekin
Özkan/Özekese göre, inkar tazminatı sadece icra hukuku alanında öngörülmüş bir yaptırım
olup tahkime elverişli değildir. Bu nedenle itirazın iptali hakemde açılabilse de, hakemlerin
inkar tazminatına karar vermeleri mümkün değildir. Yargıtay bir kararında hakemlerin itirazın
iptaline ve icra inkar tazminatına karar verebileceğini ifade etmiştir.

Taraflar tahkim sözleşmesine rağmen icra takibi yaparsa hakemde itirazın kaldırılması
istenebilir mi? Menfi tespit ve borçtan kurtulma davası hakemde görülebilir mi?

Doktrinde itirazın kaldırılmasının icra hukukuna özgü bir kurum olduğu, tahkim sözleşmesi
halinde itirazın kaldırılması imkanından feragat edilmiş olduğunun kabul edilmesi gerektiği
belirtilmiştir. Bu durumda icra mahkemesine tahkim itirazında bulunulması ve mahkemenin de
esasa girmeden önce inceleme yapıp geçerli bir tahkim sözleşmesi varsa itirazın kaldırılması
talebini usulden reddetmesi gerekir. Zira hakemin itirazın kaldırılmasına ilişkin icra
hukukundan doğan bir yetkisi bulunmamaktadır. Yargıtay 1990 yılında verdiği bir ve tek karar
aksi yöndedir. Doktrinde borçtan kurtulma davasının da tahkim yoluyla çözülemeyeceği zira
hakemlerin borçtan kurtulma davasında alınması gereken %15 teminatı almalarının mümkün
olmadığı da belirtilmiştir.

Doktrinde menfi tespit davasının da hakem de görülemeyeceği zira hakemlerin icra takibinin
durdurulması yönünde karar veremeyecekleri belirtilmektedir.

Yine iflas davasının hakemde görülmesi bu davanın kamu düzenini ilgilendirmesi sebebiyle
mümkün değildir. İflas davası tahkime elverişli değildir.

Alacak için tahkime başvurulduktan sonra iflas yolu ile takip yapılıp iflas davası
açılmışsa, alacağın tespiti için hakem kararının sonuçlanması beklenmeli midir?

Doktrinde taraflar arasında tahkim sözleşmesinin mevcut olması halinde, iflas davasının
görüldüğü mahkeme tarafından alacağın tespitinin tahkime bırakılarak bekletici sorun
yapılmasının tahkim iradesine uygun olacağı ileri sürülmüştür.

Yargıtay’ın bir kararına göre, tahkim sözleşmesinin varlığı halinde iflas davasının açıldığı
mahkeme tahkim konusu alacağı inceleyemez; tahkimde dava açılmışsa, bu davada verilecek
kararı bekletici sorun saymalı, henüz açılmamışsa iflas davasının reddine karar vermelidir.

Tahkim sözleşmesinin geçersizliği asıl sözleşmeyi etkiler mi? Asıl sözleşme ile tahkim
sözleşmesi arasında nasıl bir ilişki vardır?

Tahkim sözleşmesine karşı, asıl sözleşmenin geçerli olmadığı itirazında bulunulamaz (m.
412/4). Tahkim sözleşmesinin mevcut veya geçerli olmadığına ilişkin itirazları hakem veya
hakem kurulu inceleyip karar verir. Bu karar verilirken sözleşmedeki tahkim kaydı
sözleşmenin diğer hükümlerinden bağımsız olarak değerlendirilir. Buna tahkim sözleşmesinin
asıl sözleşmeden bağımsızlığı ilkesi denir. Yargıtay da bu ilkeyi kabul ediyor.

Ayrılabilirlik ilkesinin doğrudan sonuçlarından biri, tahkim sözleşmesinin ana sözleşmeyi


etkileyen durumlardan etkilenmemesidir. Yani ana sözleşmenin geçerliliği ile tahkim
sözleşmesinin geçerliliği birbirinden ayrı değerlendirilir. Ana sözleşmenin feshi, ifa, ifanın
haklı sebeple reddi, sözleşmenin yenilenmesi, sözleşmeye ilişkin sulh yapılması hallerinde de
kural olarak tahkim sözleşmesi sona ermez. Ancak taraflar tahkim sözleşmesinin sona
ereceğini de ayrıca kararlaştırmışlarsa o zaman tahkim sözleşmesi de sona erer. Sözleşmenin
yapılmadığı, sözleşmenin geçersizliği, imzanın tarafa veya vekiline ait olmadığı hususları
hakem tarafından incelenecektir. Hakem iddiaları haklı bulursa tahkimi nihai bir hakem kararı
ile sona erdirecektir. Aksi halde, yetki sorununu ön mesele olarak incelediyse kısmi nihai bir
hakem kararı verecek ve esasa ilişkin olarak tahkime devam edecektir.

Ayrılabilirlik ilkesinin diğer sonucu, tahkim sözleşmesinin ana sözleşmeden farklı bir hukuka
tabi olabilmesidir.

Hakemin kendi yetkisi hakkında karar vermesi ilkesi ne demektir? Tahkim sözleşmesinin
geçersizliği iddiası nerede çözümlenmelidir?

Hakemin kendi yetkisi konusunda karar vermesi ilkesi, ayrılabilirlik ilkesini tamamlayan bir
ilke olup, bu ilkenin kabulü ile tahkim sözleşmesine ilişkin geçersizlik iddiaları yani hakemin
yetkisiz olduğuna ilişkin iddialar hakem tarafından karara bağlanacaktır. HMK m. 422/1 bu
hususu açıkça belirtmiştir. ‘’hakem veya hakem kurulu, tahkim sözleşmesinin mevcut veya
geçerli olup olmadığına ilişkin itirazlarda dahil olmak üzere, kendi yetkisi hakkında karar
verebilir’’.

Tahkim sözleşmesi üçüncü kişilere etki eder imi? Külli veya cüz’i halefiyette, devire konu
olan sözleşmede yer alan tahkim şartı, halef hakkında geçerli olacak mıdır?

Tahkim sözleşmesi, sadece tarafları ve tarafların külli ve cüz’i haleflerini bağlar. Örneğin,
tahkim sözleşmesi tarafların mirasçılarını ve uyuşmazlık konusu alacağı taraflardan birinden
devralan kişiyi bağlar. Buna karşılık, tahkim sözleşmesinin (müşterek borçlu, kefil gibi)
üçüncü kişilere bir etkisi yoktur.

Külli halefiyette malvarlığının hak ve borçlarıyla birlikte bir bütün olarak intikali söz
konusudur. Bu nedenle tahkim şartı külli halef hakkında da geçerli olur. Örneğin, miras
bırakanın ölümünden önce akdettiği tahkim şartını içeren sözleşme ölümünden sonra külli
halefleri olan mirasçılarına da intikal eder. Mirasçıların tahkim şartını içeren sözleşmeden
doğan uyuşmazlıkları tahkim yoluyla çözmeleri gerekir. Yine tahkim sözleşmesinin
taraflarından birisinin iflası halinde, iflas idaresi müflisin akdettiği tahkim şartı ile bağlı
olacaktır. Bu nedenle iflas idaresinin bu sözleşme ile bağlı olarak uyuşmazlıkları tahkim
yoluyla çözmesi gerekir. Çünkü tarafın iflası tahkim sözleşmesini sona erdirmez.

Cüz’i halefler de tahkim sözleşmesi ile bağlıdır. Örneğin, alacağın temliki halinde temlik alan
temlik edenin akdettiği tahkim şartı ile bağlıdır.

Tahkim sözleşmesinin üçüncü kişilere teşmilinde kullanılan esas şudur; tahkim sözleşmesine
açık bir irade beyanı ile rıza göstermemiş olan üçüncü kişi, esas sözleşmeye olan tutum ve
davranışı ile dürüstlük kuralı ışığında tahkim sözleşmesine zımnen rıza gösterdiği sonucuna
varılabiliyorsa tahkim şartı bu üçüncü kişiye teşmil edilmelidir. Tahkim şartının üçüncü kişiye
teşmili meselesini karara bağlama yetkisi hakem kuruluna aittir. Bir sözleşmenin tarafı
olmamakla birlikte aynı hukuki ilişkiden menfaat temine den kimselerin bu sözleşmedeki
tahkim şartından kaçamamaları gerekir. Aksi düşüncenin kabulü iyiniyet ve dürüstlük kuralı ile
bağdaşmaz. Tahkim sözleşmesinin üçüncü kişilere teşmil edildiği hallerden biri üçüncü kişi
yararına sözleşmedir. Bu sözleşmede üçüncü kişiye, tarafı olmadığı bir sözleşmeden dolayı
sadece alacak hakkı kazanma imkanı tanınmakta, üçüncü kişi borç altına girmemektedir.

HAKEMLER
HAKEMLERİN SAYISI VE SEÇİMİ

Hakem ile hakim arasındaki farklar nelerdir? Kimler hakem olabilir?

Hakimden farkı, hakemin bu hususta hiçbir resmi sıfatının bulunmaması ve tamamen tarafların
iradesi ile seçilmiş olmasıdır. Sadece fiil ehliyetine sahip gerçek kişiler hakem seçilebilir, tüzel
kişiler hakem olamaz. Tüzel kişiler hakem olarak gösterildiyse yönetim organının başındaki
gerçek kişi hakem olarak seçilmiş sayılmalıdır. Hakemler üçüncü kişi olmalıdır. Bir tarafın
vekili veya yasal temsilcisi, temsil ettiği kişinin taraf olduğu davada hakem olamaz. Hakimler
hakemlik yapamaz. Avukatlar ve noterler hakemlik yapabilir.

Taraflar hakemleri serbestçe seçebilirler mi? Hakemlerin seçim usulü nasıldır?

Taraflar, hakem veya hakemlerin seçim usulünü kararlaştırmakta serbesttir. Taraflarca aksi
kararlaştırılmamışsa hakem seçiminde şu usul uygulanır (m. 416): Tek hakem seçilecek ise ve
taraflar hakem seçiminde anlaşamazlarsa hakem, taraflardan birinin talebi üzerine mahkeme
tarafından seçilir. Üç hakem seçilecek ise taraflardan her biri bir hakem seçer; bu şekilde
seçilen iki hakem üçüncü hakemi belirler. Taraflardan biri, diğer tarafın bu yoldaki talebinin
kendisine ulaşmasından itibaren bir ay içinde hakemini seçmezse veya tarafların seçtiği iki
hakem seçilmelerinden sonraki bir ay içinde üçüncü hakemi belirlemezlerse, taraflardan birinin
talebi üzerine mahkeme tarafından hakem seçimi yapılır. Üçüncü hakem, başkan olarak görev
yapar. Hakemin birden fazla kişiden oluşması hâlinde en az birinin kendi alanında beş yıl ve
daha fazla kıdeme sahip bir hukukçu olması şarttır.

Hakem seçiminin mahkeme tarafından yapılacağı haller hangileridir?

Hakemlerin seçim usulünü kararlaştırmış olmalarına rağmen, taraflardan biri sözleşmeye


uymazsa veya kararlaştırılmış olan usule göre tarafların veya taraflarca seçilen hakemlerin
hakem seçimi konusunda birlikte karar vermeleri gerektiği hâlde, taraflar ya da hakemler bu
konuda anlaşamazlarsa ya da hakem seçimi ile yetkilendirilen üçüncü kişi, kurum veya
kuruluş, hakemi ya da hakem kurulunu seçmezse, hakem veya hakem kurulunun seçimi,
taraflardan birinin talebi üzerine mahkeme tarafından yapılır. Mahkemenin, verdiği karara karşı
temyiz yoluna başvurulamaz (m. 416).

Vekilin hakem seçme yetkisi var mıdır?

Hakemlerin taraflarca seçilmesi gereken hallerde, bir tarafın vekilinin hakem seçilebilmesi için
vekaletnamesinde açık bir hakem sözleşmesi yapma yetkisinin bulunması gerekir.

Tahkim yargılamasında hakem sayısı kaç olmalıdır?

Taraflar, hakemin sayısını belirlemekte serbesttir. Ancak, bu sayı tek olmalıdır. Bu hüküm
emredici bir hükümdür. Hakemlerin sayısı taraflarca kararlaştırılmamışsa üç hakem seçilir (m.
415).

Hakemlerden birinin görevi sona ererse ne olur?

Hakemlerden birinin görevi herhangi bir sebeple sona ererse, onun yerine seçimindeki usul
uygulanarak yeni bir hakem seçilir. Bir veya birden çok hakemin değiştirilmesi için geçen süre
tahkim süresinden sayılmaz (m. 421).
Hakem sözleşmesi nedir? Bu sözleşme ile taraflar hangi yükümlülük altına girer? Hakem
sözleşmesinin niteliği nedir?

Hakem sözleşmesi, taraflar ile hakemler arasında yapılan sözleşmedir. Bu sözleşme ile hakem
uyuşmazlığı çözme; taraflar ise bunun karşılığında hakeme ücret ödeme borcu altına girer.

Hakem sözleşmesinin niteliği hakkında doktrinde farklı görüşler vardır. Bir görüşe göre hakem
sözleşmesi vekalet sözleşmesidir. Yargıtay da bu görüştedir. Diğer görüşe göre hizmet akdidir.
Üçüncü görüşe göre ise, hakem sözleşmesi, sadece borçlar hukuku sözleşmesi değil, aynı
zamanda usul sözleşmesidir. Sonuçlarını borçlar hukuku ve usul hukuku alanında
doğurduğundan kendine özgü bir sözleşmedir.

Hakem sözleşmesine hangi hukuk kuralı uygulanacaktır?

Vekalet sözleşmesine uygulanan hükümler niteliğine uygun düştüğü ölçüde hakem


sözleşmesine de uygulanır.

Hakem sözleşmesinin Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda düzenlenmemesi bir eksiklik


midir?

HMK’nda hakem sözleşmesi düzenlenmemiştir. Bu bir eksiklik değildir. Çünkü hakem


sözleşmesi TBK hükümlerine tabi bir sözleşmedir.

Hakimler gibi hakemler de reddedilebilir mi?

Hakem, taraflarca kararlaştırılan niteliklere sahip olmadığı, taraflarca kararlaştırılan tahkim


usulünde öngörülen bir ret sebebi mevcut bulunduğu veya tarafsızlığından şüphe edilmeyi
haklı gösteren durum ve koşullar gerçekleştiği takdirde reddedilebilir.

Taraflar kendi atadığı hakemi reddedebilir mi?

Taraflardan birisinin kendisinin atadığı veya atanmasına katıldığı hakemi reddetmesi, yalnızca
hakemin atanma tarihinden sonra öğrenilen ret sebeplerine dayanılarak yapılabilir (m. 417/2).
Bu düzenlemenin amacı tarafın atadığı hakemi reddederek tahkimi uzatmasını engellemektir.

Hakemin reddi süresi ne kadardır? Reddedilen hakem kendiliğinden çekilmez ya da


karşı taraf reddi kabul etmezse ne olur?

Taraflar, hakemin reddi usulünü serbestçe kararlaştırabilirler (m. 418/1). Hakemi reddetmek
isteyen taraf, hakemin veya hakem kurulunun seçiminden ya da hakemin reddi talebinde
bulunabileceği bir durumun ortaya çıktığını öğrendiği tarihten itibaren iki hafta içinde ret
talebinde bulunabilir ve bu talebini karşı tarafa yazılı olarak bildirir. Reddedilen hakem
kendiliğinden çekilmez veya diğer taraf reddi kabul etmez ise ret hakkında, hakem kurulunca
karar verilir (m. 418/2).

Hakemi reddeden tarafın ret talebi kabul edilmezse başvurabileceği bir yol var mıdır?

Ret talebinin kabul edilmediğini öğrenen taraf, bu tarihten itibaren karara karşı bir ay içinde
mahkemeye başvurarak bu kararın kaldırılmasını ve hakem veya hakemlerin reddine ilişkin
talep hakkında karar verilmesini isteyebilir (m. 418/3).
Hakem kurulunun tümünün veya karar çokluğunu ortadan kaldıracak sayıda hakemin
reddi mümkün müdür?

Seçilen hakemin veya hakem kurulunun tümünün ya da karar çoğunluğunu ortadan kaldıracak
sayıda hakemin reddi için ancak mahkemeye başvurulabilir. Mahkemenin bu fıkra uyarınca
vereceği kararlara karşı kanun yoluna (temyiz yoluna) başvurulamaz (m. 418/4). Seçilen
hakemin veya hakem kurulunun tümünün ya da karar çoğunluğunu ortadan kaldıracak sayıda
hakemin ret talebini mahkemenin kabul etmesi halinde tahkim sona erer (m. 418/5). Ancak
böyle bir durumda tahkim sözleşmesinde hakem veya hakemlerin isimleri belirlenmemişse
yeniden hakem seçimi yoluna gidilir.

Görevin yerine getirilememesi halinde hakemlik görevi sona erer mi? Bu konuda
uyuşmazlık çıkarsa kim tarafından çözülecektir?

Bir hakem, hukuki veya fiilî sebeplerle görevini hiç ya da zamanında yerine getiremediği
takdirde hakemlik görevi, çekilme veya tarafların bu yönde anlaşmaları suretiyle sona erer (m.
420/1). Taraflardan her biri, hakemin çekilmesini gerektiren sebeplerin varlığı konusunda
aralarında uyuşmazlık olursa, mahkemeden hakemin yetkisinin sona erdirilmesi konusunda
karar verilmesini isteyebilir. Mahkemenin vereceği karar kesindir (m. 420/2); kanun yoluna
başvurulamaz. Hakemin görevinden çekilmesi veya diğer tarafın hakemin yetkisinin sona
ermesine muvafakat etmesi, hakemin ret sebeplerinin varlığının kabulü anlamına gelmez (m.
420/3).

Hakemlerin ismen seçilmesi mümkün müdür? Böyle bir durumda hakem ölürse ne olur?

Eğer tahkim sözleşmesinde hakemin veya hakemlerin isimleri belirtilmiş ve hakemler bu


şekilde seçilmişse hakemin, hakem kurulunun veya kurulun karar çoğunluğunu ortadan
kaldıracak sayıda hakemin görevinin sona ermesi halinde, tahkim de sona erer (m. 421/3). Aynı
şekilde ismen belirtilen hakemin ölmesi halinde tahkim sona erer ve uyuşmazlığın
mahkemelerde çözümlenmesi gerekir.

Hakemin hakları nelerdir?

1) Tahkim ile ilgili yaptığı masraflar ile hakem ücretini talep etme hakkı
2) Tahkim ile ilgili ücret ve masraf için avans talep etme hakkı
3) Hakemin manevi hakları: kendisine tevdi edilen tahkimi esas hakkında nihai karar verilene
kadar yürütme, sorumluluktan ari tutulma, tarafların yargılama sırasında hakemle işbirliği
yapması, tahkim yargılamasının gizliliğini koruma.
Hakemin yükümlülükleri nelerdir?

1) İş görme borcu
2) Özen borcu
3) Tarafsız ve bağımsız kalma borcu
4) Hesap verme borcu
5) Gizliliği koruma
Tahkim yargılamasında hakemlerin sorumluluğu hangi hallerde söz konusu olur?
Hakemin kasıt ve ağır ihmalinden sorumlu olmayacağı şeklinde sorumluluğun
sınırlandırılması mümkün müdür?

Taraflarca aksi kararlaştırılmamışsa, tahkim yargılamasında görevi kabul eden hakem, haklı bir
neden olmaksızın görevini yerine getirmekten kaçındığı takdirde, tarafların bu nedenle uğradığı
zararı gidermekle yükümlüdür (m. 419). Doktrinde, kanunda sayılanların dışında hakemin
sorumluluğuna, vekilin sorumluluğuna ilişkin hükümlerin kıyasen uygulanacağı
belirtilmektedir. Buna göre hakem, vekilin sorumluluğuna ilişkin TBK m. 390 atfı gereği
m.321 ve m. 345 ‘e göre kasıt, ihmal veya dikkatsizlik sebebiyle sorumlu olacaktır.

Hakemin korunması için hakemin sorumluluğunu kasıt ve ağır ihmal halleri için sözleşmesel
olarak sınırlandırmak mümkündür. Ancak hakemin kasıt ve ağır ihmal dahil her türlü
sorumluluktan ari kılınmasına ilişkin şartlar geçerli değildir.

Hakemin yetkisine itiraz hangi süre içinde yapılmalıdır? Tarafların hakemi bizzat
seçmesinin bu konuda bir etkisi var mıdır?

Hakemde açılmış olan bir davada, davalının bu davaya hakemin bakamayacağı, davanın
mahkemenin görevine girdiği şeklindeki itirazına hakemin yetkisine itiraz denir. Hakem veya
hakem kurulunun yetkisizliğine ilişkin itiraz, en geç cevap dilekçesinde yapılır. Tarafların
hakemleri bizzat seçmiş veya hakem seçimine katılmış olmaları, hakem veya hakem kurulunun
yetkisine itiraz etme haklarını ortadan kaldırmaz (m. 422/2).

Yetki itirazı süresinden sonra yapılırsa ne olur?

Hakem veya hakem kurulu, gecikmenin haklı sebebe dayandığı sonucuna varırsa, süresinde
ileri sürülmeyen itirazı kabul edebilir (m. 422/4). Hakem veya hakem kurulunun asıl
sözleşmenin hükümsüzlüğüne karar vermesi, tahkim sözleşmesinin kendiliğinden
hükümsüzlüğü sonucunu doğurmaz (m. 422/1). Hakem veya hakem kurulu, yetkisizlik
itirazını, ön sorun şeklinde inceler ve karara bağlar; yetkili olduğuna karar verirse, tahkim
yargılamasını sürdürerek davayı esastan karara bağlar (m. 422/5 ilk yarım cümle).

Hakemler kendi yetkilerine itirazı inceleyebilir mi?

Tahkim sözleşmesinde HMK hükümlerinin uygulanacağı belirtilmişse hakemler yetkileri


hakkında karar verebilirler. Buna karşılık HUMK hükümlerinin uygulanacağını belirtmişlerse
hakemler kendi yetkileri hakkında karar veremez. Bu durumda HUMK m. 519’a göre genel
mahkemede dava açılması gerekir.

Hakemin yetkisine itirazın reddi kararına karşı başvurulabilecek bir yol var mıdır?

Yetki itirazının reddi kararı bir ara karar olduğundan tek başına iptal davasına konu yapılamaz.
Ancak hakemin esas hakkında verdiği karar hakkında iptal davası açılınca, hakemin yetkisiz
olduğu ileri sürülebilir ve bu nedenle hakem kararının iptali talep edilebilir.

Hakem yetkisiz olduğuna karar verirse bu karara karşı hangi yola başvurulabilir?

Hakem (veya hakem kurulu) yetkisiz olduğuna karar verirse, yetki itirazının kabulüne ve
davanın yetkisizlik nedeniyle reddine karar verir. Davacı bu yetkisizlik kararının iptali için bir
ay içinde iptal davası açabilir. Davacının açtığı bu davanın hakemin yetkisizliği nedeniyle
reddedilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde, bu tarihten itibaren iki hafta içinde
mahkemede dava açılırsa, bu dava hakemde açılan davanın devamı sayılmalıdır.

Yetki aşımı hainde itiraz edilebilir mi?

Hakem veya hakem kurulunun yetkisini aştığına ilişkin itiraz derhâl ileri sürülmelidir (m.
422/3). Ancak gecikmenin haklı sebebe dayandığı sonucuna varılırsa, süresinde ileri
sürülmeyen itiraz da kabul edilebilir (m. 422/4). Hakemin yetkisini aştığı gerekçesiyle iptal
davası açılabilir.

Tahkim sözleşmesine karşı asıl sözleşmenin geçeriz olduğu ileri sürülebilir mi?

Tahkim sözleşmesine karşı, asıl sözleşmenin geçerli olmadığı veya tahkim sözleşmesinin
henüz doğmamış olan bir uyuşmazlığa ilişkin olduğu itirazında bulunulamaz (m. 412/4).

TAHKİMDE YARGILAMA USULÜ

Taraflar hakemin uygulayacağı yargılama usullerini belirleyebilirler mi? Bu konuda


herhangi bir sınırlama söz konusu mudur?

Taraflar hakem veya hakem kurulunun uygulayacağı yargılama usulünü (m. 407-444’deki
emredici hükümler saklı kalmak üzere) serbestçe kararlaştırabilirler. Ancak taraflar hangi usulü
kararlaştırmış olursa olsunlar, eşitlik ilkesine ve hukuki dinlenilme hakkına aykırı hükümler
kararlaştıramazlar. Taraflara iddia ve savunmalar hakkında bilgi verilmeli, tebligat
yapılmalıdır. Ancak tebligatın şeklini taraflar diledikleri gibi kararlaştırabilirler.

Tahkimde kendiliğinden araştırma ilkesi ile taraflarca getirilme ilkesinden hangisinin geçerli
olduğu taraflara bağlıdır. Bu konuda taraflar, açıkça kararlaştırmadıkça taraflarca getirilme
ilkesi geçerlidir.

Tahkimde uygulanabilecek yargılama kuralları hangileridir?

Dürüstlük kuralı, doğruyu söyleme yükümlülüğü, deliller için doğrudanlık ilkesi, hakimin
hukuk kurallarını kendiliğinden uygulaması, delilleri takdir etmesi tahkimde de geçerli
kurallardır. Yargılamada yazılılık veya sözlülük ilkesi tarafların seçimine bağlıdır.

Tahkimde davanın ihbarı veya fer’i müdahale olur mu?

Davanın ihbarı ve davaya fer’i müdahale ile ilgili hükümler taraflarca açıkça
kararlaştırılmadığı takdirde tahkimde uygulanmaz. Bu hükümlerin uygulanabilmesi için
üçüncü kişilerle de tahkim sözleşmesinin imzalanması gerekir. Ayrıca bu konuda hakemin de
kabulü gerekir.

Hakem yargılamasında karşı dava açılabilir mi?

Hakem önünde açılan davaya, karşı dava açılabilmesi için karşı davanın tahkim konusu
uyuşmazlıkla ilgili olması gerekir. Aksi halde tahkim sözleşmesi ile ilgili olmayan uyuşmazlık
hakkında karşı dava açılamaz.

Tahkim yargılaması resmi tatil gününde veya adli tatilde yapılabilir mi?
Tahkim yargılaması, tarafların muvafakat etmesi durumunda hakem kararı ile resmi tatil
günlerinde de yapılabilir. Ancak taraf muvafakati yoksa hakem resmi tatil gününe duruşma
koymamalı, yargılamaya ilişkin süreler resmi tatil günlerinde sona ermemelidir.

Tahkim yargılaması adli tatilde de yapılabilir. Ancak adli tatile ilişkin hükümler kanunun diğer
hükümlerinde aksi açıkça belirtilmediyse tahkime ilişkin kısma uygulanmaz.

Tahkim yeri neyi ifade eder?

Tahkim yeri, tahkimin hukuken bağlı olduğu yeri ifade eder. Yılmaz, tahkim yerinin
yargılamanın yapılacağı adres olduğunu belirtmiştir. taraflarca veya onların seçtiği bir tahkim
kurumunca serbestçe kararlaştırılır. Bu konuda bir anlaşma yoksa tahkim yeri, hakem veya
hakem kurulunca olayın özelliklerine göre belirlenir (m. 425/1) 32. Duruşmalar tahkim yeri
dışında da yapılabilir.

Tahkim yargılamasında dava ne zaman açılmış sayılır?

Taraflar aksini kararlaştırmadıkça tahkim davası, hakemlerin seçimi için mahkemeye veya
tarafların sözleşmesine göre hakem seçecek olan kişi, kurum veya kuruluşa başvurulduğu ve
eğer sözleşmeye göre hakemlerin seçimi iki tarafa ait ise davacının hakemini seçip kendi
hakemini seçmesini diğer tarafa bildirdiği; sözleşmede hakem veya hakem kurulunu oluşturan
hakemlerin ad ve soyadları belirtilmiş ise uyuşmazlığın tahkim yoluyla çözülmesi talebinin
karşı tarafça alındığı tarihte açılmış sayılır (m. 426/1).

Tahkim süresi ne kadardır? Süresi içinde yargılama sona ermezse ne olur? Sürenin
uzatılması mümkün müdür? Hakem kararını tahkim süresinden sonra verirse ne olur?

Taraflar aksini kararlaştırmadıkça, bir hakemin görev yapacağı davalarda hakemin seçildiği
(hakeme bildirildiği), birden çok hakemin görev yapacağı davalarda ise hakem kurulunun ilk
toplantı tutanağının düzenlendiği tarihten itibaren bir yıl içinde, hakem veya hakem kurulunca
esas hakkında karar verilir (m. 427/1). Tahkim süresi, tarafların anlaşmasıyla; anlaşamamaları
hâlinde ise taraflardan birinin başvurusu üzerine mahkemece uzatılabilir. Mahkemenin, bu
konudaki kararı kesindir (m. 427/2). Tahkim süresi mahkeme tarafından uzatılmazsa ya da süre
geçmiş olup uzatma için başvuru yapılmamışsa tahkim yargılaması sona erer (m. 435/1).
Hakem bu durumda usuli bir kararla yargılamayı sona erdirmelidir. Hakem karar vermekten
kaçınırsa yargılamanın sona erdiğinin tespiti mahkemeden de istenebilir. Hakem kararının
tahkim süresi geçtikten sonra verilmesi, hakem kararının iptali sebebidir. Tahkim süresinin
bitmesi ve tahkim süresinin uzatılması talebinin mahkemece reddedilmesi halinde, hakemler
davadan el çeker. Bunun üzerine davacı, davasını yetkili ve görevli mahkemede açabilir.
Taraflar anlaşarak tahkim süresini, uzatabilir; kısaltabilir veya tamamen kaldırabilir.

Tahkim süresinin uzatılması talep edilince süre hangi andan itibaren uzatılmış sayılır?

32
HMK m. 10 hükmünde, bölge adliye mahkemesi denilmekte ise de 5235 sayılı Mah. Teş. K. 5, III/4’e şu hüküm
eklenmiştir. ‘’HMK’na ve Milletlerarası Tahkim Kanununa göre yapılan tahkim yargılamasında; tahkim şartına
ilişkin itirazlara, iptal davalarına, hakemlerin seçimi ve reddine yönelik davalar ile yabancı hakem kararlarının
tanıma ve tenfizine yönelik davalara, ilişkin tüm yargılama safhaları toplu ticaret mahkemesi tarafından yürütülür
ve sonuçlandırılır’’.
Mahkemeye tahkim süresinin uzatılması için başvurulması üzerine başvurunun süreyi kestiği
doktrinde kabul edilmektedir. Süre uzatımı talebi reddedilirse süre kaldığı yerden devam eder.
Süre uzatımı talebinde bulunan tarafın talepte açıkça sürenin sona erdiği tarihten itibaren
uzatılmasını talep etmesi ve mahkemenin de süreyi bu tarihten itibaren uzatması gerektiği
doktrinde kabul edilmektedir.

Hakem tahkim süresinin uzatılmasını isteyebilir mi?

Sürenin uzatılmasını sadece taraflar isteyebilir; hakem sürenin uzatılmasını isteyemez.

Tahkim süresinin durması söz konusu olabilir mi?

Tahkim süresinin işlemeyeceğinin kanunda açıkça düzenlendiği tek hal, yargılama sırasında
taraflardan birinin taraf olma niteliğini kaybetmesidir. Bunun dışındaki hallerde tahkim süresi
durmaz.

Tahkim süresinden sonra verilen karara sürenin dolmasına rağmen taraflar hemen itiraz
etmeyip tahkime devem ederse bu durumda tahkim geçerli midir?

Bu durumda somut olaya bakılmalıdır. Ancak itiraz etmeyerek tahkime devam tarafın, aleyhine
verilen karardan sonra bu duruma itiraz etmesi dürüstlük kuralı ile bağdaşmaz. Tarafların
tahkim süresinin sona ermesinden sonra zımnen veya açıkça anlaşarak tahkime devam etmeleri
mümkündür.

Tahkimde iddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağı söz konusu olur
mu?

Taraflar, aksini kararlaştırmış olmadıkça, tahkim yargılaması sırasında iddia veya


savunmalarını değiştirebilir veya genişletebilirler. Ancak, hakem veya hakem kurulu, bu
işlemin gecikerek yapılmış olduğunu veya diğer taraf için haksız bir şekilde büyük zorluk
yarattığını ve diğer durum ve koşulları dikkate alarak, böyle bir değişiklik veya genişletmeye
izin vermeyebilir. İddia veya savunma tahkim sözleşmesinin kapsamı dışına çıkacak şekilde
değiştirilemez veya genişletilemez (m. 428/3).

Mahkeme taraflar arasında tahkim sözleşmesi olduğunu kendiliğinden gözetebilir mi?


Buna karşı çıkmak isteyen taraf hangi yola başvurabilir? Talebin kabul edilmemesi
halinde hakeme başvurulursa mahkemedeki yargılamanın devamı sayılır mı?

Davacı tahkim sözleşmesine rağmen davasını mahkemede açarsa mahkeme, tahkim


sözleşmesini kendiliğinden gözeterek görevsizlik kararı veremez. Tahkim sözleşmesinin
konusunu oluşturan bir uyuşmazlığın çözümü için mahkemede dava açılmışsa, karşı taraf
tahkim ilk itirazında bulunabilir (413/1, c. 1). Hukuk mahkemesinde görülmekte olan bir
davaya karşı açılmış olan karşı dava için bir tahkim sözleşmesi varsa, davacı cevap
dilekçesinde ilk itirazda bulunabilir. Davalı tahkim ilk itirazını cevap dilekçesinde ileri
sürebilir; aksi halde tahkim itirazı dinlenmez. Cevap süresi tahkim ilk itirazı için hak düşürücü
niteliktedir. Cevap dilekçesinin verilmesinden sonra cevap süresi dolmamış olsa bile tahkim ilk
itirazı ileri sürülemez. Tahkim ilk itirazı dava şartlarından sonra, ön inceleme aşamasında, ön
sorunlar gibi incelenir ve karara bağlanır. Tahkim ilk itirazının ileri sürülmesi, tahkim
yargılamasına engel değildir. Mahkeme, yapacağı inceleme sonucunda tahkim ilk itirazının
yerinde olmadığı kanısına verirse, tahkim ilk itirazını reddeder. Bu karar ara karar olduğundan
ancak esas hükümle birlikte temyiz edilebilir. Tahkim ilk itirazının reddine karar veren
mahkeme, davaya devam eder. Tahkim sözleşmesi hükümsüz, tesirsiz veya uygulanması
imkânsız değil ise mahkeme tahkim itirazını kabul eder ve davayı usulden reddeder (m. 413/1,
c. 2). Davacı, usulden ret kararının kesinleşmesi üzerine, iki hafta içinde hakemlerde dava
açarsa bu dava, mahkemede açılmış olan davanın devamıdır; dav açmazsa, mahkemede açmış
olduğu dava açılmamış sayılır. Davalının cevap dilekçesinde hem yetki ilk itirazında hem de
tahkim ilk itirazında bulunması halinde, mahkeme önce yetki itirazını inceler ve yetki itirazını
doğru bulursa yetkisizlik kararı vermekle yetinir; tahkim itirazı hakkında karar veremez. Çünkü
tahkim itirazını incelemek, yetkili mahkemeye aittir.

Hakem Sözleşmesi için herhangi bir şekil şartı öngörülmüş müdür?

Hakem sözleşmesi tahkim sözleşmesinin aksine yazılı şekle tabi değildir. Hakem sözleşmesi,
hakemin kabulü ile meydana gelir (TBK m. 3).

Tahkim yargılamasında duruşma yapılması zorunlu mudur?

Hakem veya hakem kurulu, delillerin ikamesi, sözlü beyanlarda bulunulması veya bilirkişiden
açıklama istenmesi gibi sebeplerle duruşma yapılmasına karar verebileceği gibi; yargılamanın
dosya üzerinden yürütülmesine de karar verebilir. Duruşma yapılıp yapılmayacağı hususu
hakemin takdirine bırakılmıştır. Ancak taraflar, aksini kararlaştırmadıkça, hakem veya hakem
kurulu, taraflardan birinin talebi üzerine yargılamanın uygun aşamasında duruşma yapılmasına
karar verir (m. 429/1).

Tahkim yargılamasında davacı süresi içinde dava dilekçesini, davalı ise cevap dilekçesini
vermezse ne olur?

Tahkim yargılamasında davacı geçerli bir neden göstermeden dava dilekçesini süresi içinde
vermezse; dava dilekçesi usulüne uygun değilse ve eksiklik hakem tarafından verilen süre
içinde giderilmezse hakem tahkim yargılamasına son verir (m. 430/1-a).

Davalı, cevap dilekçesini vermezse; davacının iddiasını ikrara ya da kabul etmiş sayılmadan
yargılamaya devam edilir (m. 430/1-b).

Tahkim yargılamasında taraflar duruşmaya gelmezse dosyanın işlemden kaldırılmasına


karar verilebilir mi?

Taraflardan biri, geçerli bir neden göstermeksizin duruşmaya katılmaz veya delillerini
sunmaktan kaçınırsa; hakem veya hakem kurulu, tahkim yargılamasına devam ederek mevcut
delillere göre karar verebilir (m. 430/c); bu halde dosyanın işlemden kaldırılması söz konusu
olmaz.

Hakem yargılamasında bilirkişi seçimi nasıl yapılmaktadır?

Hakem veya hakem kurulu, belirlediği konular hakkında rapor vermek üzere bir veya birden
çok bilirkişi seçimine, tarafların bilirkişiye gerekli açıklamaları yapmalarına, ilgili belge ve
bilgileri vermelerine, keşif yapılmasına, karar verebilir (m. 431/1). Aksi kararlaştırılmadıkça,
taraflardan birinin talebi veya hakem ya da hakem kurulunun gerekli görmesi üzerine
bilirkişiler, yazılı veya sözlü raporlarını vermelerinden sonra çağrılacakları duruşmaya
katılırlar. Bu duruşmada taraflar, bilirkişilere soru sorabilir ve uyuşmazlık konusunda kendi
seçtikleri özel bilirkişileri dinletebilirler (m. 431/2). İster hakem tarafından seçilsin isterse taraf
getirsin, bilirkişilerin mutlaka duruşmaya çağrılması ve çapraz sorgu hakkının taraflara
verilmesi hukuki dinlenilme hakkı gereğidir.

Delillerin toplanması konusunda mahkemenin tahkime müdahalesi mümkün müdür?

Taraflardan biri, hakem veya hakem kurulunun onayı ile delillerin toplanmasında mahkemeden
yardım isteyebilir (m. 432). Delilleri toplamak aslında tarafların yükümlülüğündedir. Ancak bir
delilin toplanması için mahkeme kararı gerekli ise tarafın yapacağı talebi hakemin onaylaması
ile mahkeme bu delilin toplanması konusunda veya keşif yapılması konusunda karar verebilir.
Delillerin toplanması konusunda mahkemenin yardımı, delilin üçüncü kişilerden toplanması
veya üçüncü kişinin keşfe katlanması gerektiği hallerde söz konusu olacaktır.

Hakem talepte bulunan tarafın talebini ispat etmek için delile ihtiyaç duyulduğu kanaatine
varırsa onay verir. Onay kararının mahkemeye sunulması gerekir. Şayet bu karar eklenmez ise
mahkeme talebi usulden reddedecektir. Delil yargılamanın diğer tarafının elinde ise, bu kişi
delili sunmazsa hakem uyarır. Taraf geçerli bir sebep olmaksızın delili yine sunmazsa hakem,
delil gösterme yükünün yer değiştireceğine karar verebilir.

Hakem yargılamasında geçici hukuki koruma tedbirine karar verilebilir mi?

Aksi kararlaştırılmadıkça, tahkim yargılaması sırasında hakem veya hakem kurulu, taraflardan
birinin talebi üzerine, bir ihtiyati tedbirin alınmasına veya delil tespitine karar verebilir. Hakem
veya hakem kurulu, ihtiyati tedbir kararı vermeyi, uygun bir teminat verilmesine bağlı kılabilir
(m. 414/1). Mahkeme hakem veya hakem kurulunca verilen tedbir kararının, geçerli bir tahkim
sözleşmesinin var olması kaydıyla taraflardan birinin talebi üzerine icra edilebilirliğine karar
verir (m. 414/2).

Hakem tarafından verilen geçici hukuki korumaların hepsinin icra kabiliyeti var mı?
İcra edilemeyen tedbir kararına uyulmazsa ne olur?

Hakem, tarafın bir işi veya şeyi yapmasına veya yapmamasına karar verebilir. Bu tür kararların
tamamının icra yoluyla uygulanması mümkün olmasa bile kararın muhatabı bu karara uymaz
ise hakem oluşacak zarar ve ziyanın tazminine hükmedebilir.

Hakem ihtiyati hacze karar verebilir mi?

İhtiyati haciz, niteliği itibariyle hakem kurulu tarafından verilecek bir geçici hukuki koruma
tedbiri değildir; ancak mahkemeden talep edilebilir. Ancak bununla birlikte hakem ihtiyati
haciz kararı yerine örneğin mal bedeli karşılığının bulunduğu bankadan başka bir bankaya
transfer edilmemesini diğer taraftan talep edebilir.

Üçüncü kişilere karşı hakemin tedbire hükmetmesi mümkün müdür?

Tahkimde hakemin yetkisi tahkim sözleşmesinden doğduğu için hakem tahkim sözleşmesinin
tarafı olmayan üçüncü kişilere karşı tedbire hükmedemez.

Hakem verdiği geçici hukuki koruma kararını değiştirebilir mi?


Hakem değişen şartlara göre talep üzerine tedbiri değiştirebilir veya kaldırabilir.

Geçici hukuki koruma tedbirine ilişkin masraflara ne zaman hükmedilir?

Geçici hukuki koruma tedbirlerine ilişkin yargılama masrafları konusunda kanunda bir
düzenleme yoktur. Bu konuya tedbir kararı ile birlikte hükmedilebileceği gibi genellikle
yargılamanın sonunda tahkim yargılamasına ilişkin kararla birlikte hükmedilebilmektedir.

Hakem tarafından verilen ihtiyati tedbir ne zaman ortadan kalkar?

Tahkim yargılaması öncesi veya tahkim yargılaması sırasında taraflardan birinin talebi üzerine
mahkemece verilen ihtiyati tedbir kararı, aksine karar verilmedikçe, hakem veya hakem kurulu
kararının icra edilebilir hâle gelmesiyle ya da davanın hakem veya hakem kurulu tarafından
reddedilmesi hâlinde kendiliğinden ortadan kalkar (m. 414/4).

Mahkeme tarafından verilen ihtiyati tedbir kararı hakem tarafından değiştirilebilir mi?

Mahkemenin verdiği ihtiyati tedbir kararı, hakem veya hakem kurulu tarafından değiştirilebilir
veya ortadan kaldırılabilir (m. 414/5). Doktrinde bu hükmün mahkemelere olan güveni
sarsacağı belirtilmiştir. Ekşi ise, Anayasa m. 138 hükmünde ‘’açıkça hiçbir organın ya da
makamın mahkeme kararını değiştirmeyeceği belirtilmiştir’’. Pekcanıtez ise, burada anayasaya
aykırılık olmadığını, hakeme geçici hukuki koruma tedbirleri konusunda mahkemenin kararını
değiştirme yetkisinin verilmesi mahkemenin bu konudaki yetkilerinin istisnai ve bir
zorunluluktan doğuyor olmasından kaynaklanmaktadır.

Taraflarca aksi kararlaştırılmadıkça tebligat, Tebligat Kanunu hükümlerine göre yapılır (m.
438).

Mahkemeden ihtiyati tedbir alan taraf hakemde dava açmazsa ne olur?

Taraflardan biri, mahkemeden ihtiyati tedbir kararı almış ise iki hafta içinde tahkim davasını
açmak zorundadır. Aksi hâlde ihtiyati tedbir kendiliğinden ortadan kalkar (m. 426/2).

Tahkim yargılamasında hangi durumlarda mahkeme geçici hukuki koruma tedbiri


konusunda yetkili olacaktır?

* Hakem veya acil durum hakeminin zamanında veya etkin bir şekilde geçici hukuki koruma
tedbiri vermesi mümkün değilse

* Geçici hukuki koruma tedbiri başvurusu ihtiyati haciz talebi gibi niteliği gereği hakem
tarafından verilemeyecek bir tedbir kararına ilişkinse

* Taraflar açık bir şekilde mahkemeyi bu konuda yetkilendirmiş iseler veya hakem başvuru
konusunda tarafa izin vermişse

Mahkeme yukarıda sayılan haklerde ihtiyati tedbir, ihtiyati haciz ve delil tespiti kararı verebilir.

Taraflar tahkim sözleşmesinde tahkime başvurmadan önce aralarındaki uyuşmazlığı


dostane çözüm yolu ile çözüleceğine karar verebilir mi? Böyle bir karar verilirde dostane
çözüm yoluna başvurmadan önce tahkime başvurulursa, karşı tarafın itirazı üzerine
hakem nasıl karar vermelidir? Böyle bir itiraz olmadan hakem kendiliğinden bu hususu
dikkate alabilir mi?

Taraflar tahkim sözleşmesinde tahkime başvurmadan önce aralarındaki uyuşmazlığı dostane


çözüm yolu ile veya diğer alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemleriyle çözeceklerini
kararlaştırmışlarsa bu durumda tahkime başvurmadan önce kural olarak bu yolu denemeleri,
buradan bir çözüme varamazlarsa tahkime başvurmaları gerekmektedir.

Tahkim sözleşmesinde kararlaştırılan dostane çözüm yoluna başvurulmadan tahkime


başvurulduğunda diğer taraf herhangi bir itiraz ileri sürmezse bu durumda hakemler
kendiliğinden dostane çözüme ilişkin hususu dikkate alamazlar.

Tahkim şartında yer alana ‘’dostane çözüm’’ hakkındaki düzenlemenin (şartın) hukuki
niteliğine bakmak gerekir. Taraflar arasındaki bu şart maddi hukuka ilişkin olduğundan, bu
yöndeki düzenlemenin doğrudan etkisi ve sonuçları da maddi hukuka ilişkindir. Bu nedenle
tahkimde dava açılması halinde bu şart bir dava engeli oluşturmamaktadır. HMK’da böyle bir
şartın davanın görülmesine engel olacağı yönünde bir düzenleme bulunmamaktadır. Hakemler
bakımından davanın açılmasından önce dostane çözüm arayışına girişilmesine ilişkin şart
bağlayıcı karakterde değildir. Çünkü dostane çözümün kendisi taraf iradelerine bağlıdır.
Taraflar hiçbir şekilde dostane çözüme zorlanamazlar. Tamamen iradi olan dostane çözüm
arayışı taraflardan biri tarafından yerine getirilmezse tahkim itirazına benzer dostane çözüm
itirazı gibi bu tarafı dostane çözüm yoluna başvurmaya zorlama imkanı bulunmamaktadır. Bu
nedenle de dostane çözümün zorla yerine getirilmesinden söz edilemez.

Tahkim yargılamasını sona erdiren durumlar nelerdir? (m. 435/1)

1) Tahkim yargılaması, nihai hakem kararının verilmesi ile


2) Davalının itirazı üzerine hakem veya hakem kurulunun uyuşmazlığın kesin olarak
çözümünde davalının hukuki yararı bulunduğunu kabul etmesi hâli hariç, davacı davasını geri
alırsa
3) Taraflar, yargılamanın sona erdirilmesi konusunda anlaşırlarsa
4) Hakem veya hakem kurulu, başka bir sebeple yargılamanın sürdürülmesini gereksiz veya
imkânsız bulursa
5) Tahkim süresinin uzatılmasına ilişkin talep mahkemece reddedilirse
6) Taraflarca kararın oybirliğiyle verilmesinin öngörülmesine rağmen, hakem kurulu
oybirliğiyle karar veremezse
7) Yargılama giderleri için avans yatırılmazsa

Tahkim yargılamasında tarafların sulh olması halinde ücret ve yargılama giderleri nasıl
tespit edilecektir?

Tahkim yargılaması sırasında taraflar uyuşmazlık konusunda sulh olurlarsa, tahkim


yargılamasına son verilir. Tarafların talebi, ahlâka veya kamu düzenine aykırı değilse ya da
tahkime elverişli olan bir konuya ilişkin ise sulh, hakem kararı olarak tespit edilir (m. 434).
Anlaşmazlığın sulh ile çözülmesi durumunda hakem ücreti ve yargılama giderlerine kimin
katlanması gerektiğine karar verilmelidir. Sulh nihai hakem kararı şeklini alıyorsa bu kararda;
almıyorsa yargılamaya son veren karara ek olarak, hakem, icra kabiliyeti olabilmesi açısından
talep olursa ücret ve yargılama giderlerine de değinen bir nihai hakem kararı verir.

HAKEM KARARI

Hakem kararları kaça ayrılır?

Hakem kararları usuli ve nihai karar olmak üzere ikiye ayrılır. Uyuşmazlık konusunu nihai
olarak sona erdiren kararlara nihai hakem kararı denir. Nihai hakem kararları kısmi olabilir (m.
436/2). Uyuşmazlık konusu bir veya birden çok meselenin karara bağlanması durumunda kısmi
nihai hakem kararı söz konusudur. Örneğin yetkiye ilişkin nihai hakem kararı veya
sorumluluğun kime ait olduğuna ilişkin verilen nihai hakem kararı kısmi nihai hakem kararıdır.
Kesinleşmiş hakem kararı mahkeme kararına eşittir ve icra edilebilir.

Usuli hakem kararları, nihai hakem kararları dışında verilen tüm karar ve talimatlardır. Bu tip
kararların kural olarak (geçici hukuki koruma kararı hariç) mahkeme yoluyla icrası mümkün
değildir.

Usuli bir kararın nihai karar olarak nitelendirilmesinin veya nihai bir kararın usuli
karar olarak nitelendirilmesinin sonucu ne olur?

Hakem kararının hakem tarafından nasıl nitelendirildiğinin önemi yoktur. Usuli bir karar
şeklinde verilmesi gereken hakem kararı nihai bir hakem kararı şeklinde verilse bile
mahkemeye başvuru yoluyla icra edilemez. Yine aslında nihai olarak verilmesi gereken karar
usuli karar olarak verilse dahi icra edilebilir.

Hakem yargılamasında kararlar oy çokluğu ile mi yoksa oybirliği ile mi alınır? Bütün
hakemlerin karar verilen toplantıda hazır bulunması zorunlu mudur?

Taraflarca aksi kararlaştırılmamışsa, hakem kurulu oy çokluğuyla da karar verebilir (m. 433/1).
Taraflarca kararın oy birliğiyle verilmesinin öngörülmesi halinde, hakem kurulu oybirliğiyle
karar veremezse, tahkim yargılaması sona erer. Bundan başka hakemlerin tamamı katılmadan
yapılan toplantıda verilen karar geçerli değildir.

Hakem yargılamasında yargılama giderlerinin kapsamına neler girer? Bu giderlerden


kim sorumlu olacaktır?

Yargılama giderlerinin kapsamına; hakem sekreterliği ücreti, seyahat masrafları, bilirkişi ve


keşif ücreti, tanıkların seyahat giderleri, vekalet ücreti, tebligat giderleri, yargı harçları girer.
Hakem veya hakem kurulunun yargılamayı sona erdiren veya taraflar arasındaki sulhu tespit
eden kararında da yargılama giderleri gösterilir (m. 442/5). Taraflar aksini kararlaştırmadıkça
yargılama giderleri haksız çıkan tarafa yüklenir. Davada her iki taraf da kısmen haklı çıkarsa,
yargılama giderleri haklılık durumuna göre taraflar arasında paylaştırılır (m. 442/4). Yargılama
giderlerine kimin katlanacağı hakem kararında gösterilmemişse kararın tamamlanması istenir.

Toplantıya katılıp muhalif oy kullanana hakem kararı imzalamazsa veya karar


verildikten sonra istifa ederse ne olur?
Hakem kararının verildiği toplantıda hazır bulunmuş ve karara muhalif kalmış olan hakemin,
kararı imza etmemesi veya karar verildikten sonra istifa etmesi hakem kararının geçerliliğini
etkilemez.

Taraflar hakem ücreti konusunda anlaşamazlarsa hakem ücreti nasıl belirlenecektir?

Taraflarca aksi kararlaştırılmamışsa, hakemlerin ücreti, dava konusu alacağın miktarı,


uyuşmazlığın niteliği ve tahkim yargılamasının süresi dikkate alınarak, hakem veya hakem
kurulu ile taraflar arasında kararlaştırılır (m. 440/1). Taraflarca aksi kararlaştırılmadıkça
başkanın ücreti, hakemlerden her birine ödenecek hakem ücretinin yüzde on fazlası olarak
hesaplanır (m. 440/4). Hakem kararının düzeltilmesi, açıklanması veya tamamlanması
hallerinde ek hakem ücreti ödenmez (m. 440/5). Taraflarla hakem arasında ücretin belirlenmesi
konusunda anlaşmaya varılamaz veya tahkim sözleşmesinde ücretin belirlenmesine ilişkin
herhangi bir hüküm bulunmazsa ya da taraflarca bu konuda yerleşmiş kurallara yollama
yapılmamışsa hakem veya hakem kurulu ücreti hakem ücret tarifesine göre belirlenir.

Hakem yargılamasında gider avansı nasıl tespit edilir? Gider avansı yatırılmamasına
bağlanan sonuç nedir?

Hakem veya hakem kurulu, tarafların her birinden yargılama giderleri için gereken hâllerde
avans yatırılmasını isteyebilir. Aksi kararlaştırılmadıkça, bu avans taraflarca eşit miktarda
ödenir (m. 442/1). Bu durumda taraflardan birinin avansı yatırması halinde yatıran taraf
yatırmayan tarafa dava açamaz. Ancak bu durum hakem tarafından kötü niyet olarak
değerlendirilebilir. Avans, hakem veya hakem kurulu kararında öngörülen süre içinde
ödenmemişse hakem veya hakem kurulu yargılamayı durdurabilir. Yargılamanın
durdurulduğunun taraflara bildirilmesinden itibaren bir ay içinde avans ödenirse yargılamaya
devam olunur; aksi hâlde tahkim yargılaması sona erer (m. 442/2).

Hakem kararları kendileri bakımından bağlayıcı mıdır? Hakem kararlarının tavzihi,


düzeltilmesi mümkün müdür?

Mahkemelerde olduğu gibi hakemler de verdikleri karar ile bağlıdır; sonradan kararın yanlış
olduğu kanısına varsalar bile artık kararlarını değiştiremezler; davayı tekrar ele alıp, yeni bir
karar veremezler. Ancak hakemden veya hakem kurulundan hakem kararının tavzihi,
düzeltilmesi ve tamamlanması istenebilir (m. 437). Evvelce daha farklı bir süre
öngörülmemişse, taraflardan her biri, hakem kararının kendisine bildirilmesinden itibaren iki
hafta içinde, karşı tarafa da bilgi vermek kaydıyla, hakem veya hakem kuruluna başvurarak;
hakem kararında bulunan hesap, yazı ve benzeri maddi hataların düzeltilmesini veya karara
ilişkin belirli bir konunun veya kararın bir bölümünün tavzihini, isteyebilir (m. 437/1).

Karşı tarafın görüşünü alan hakem veya hakem kurulu, bu talebi haklı bulursa, talep tarihinden
itibaren bir ay içinde kararındaki maddi hatayı düzeltir veya kararın tavzihini yapar. İcap
ederse, bu süre hakem veya hakem kurulunca uzatılabilir (m. 437/2). Hakem veya hakem
kurulu, karardaki maddi hataları karar tarihini izleyen iki hafta içinde kendiliğinden de
düzeltebilir (m. 437/3). Taraflardan her biri, hakem kararının kendilerine bildirilmesinden
itibaren bir ay içinde, karşı tarafa da bilgi vermek kaydıyla, yargılama sırasında ileri sürülmüş
olmasına rağmen karara bağlanmamış konularda tamamlayıcı hakem kararı verilmesini
isteyebilir. Hakem veya hakem kurulu, talebi haklı bulursa, tamamlayıcı hakem kararını bir ay
içinde verir. İcap ederse, bu süre hakem veya hakem kurulunca en fazla bir ay uzatılabilir (m.
437/4).

Hakemlerden birisi kararın verilmesi aşamasına veya oylamaya katılmazsa ne olur?

Hakemlerden birisi kararın verilmesi aşamasına veya oylamaya katılmazsa ne yapılacağı


hakkında HMK’da bir düzenleme bulunmamaktadır. Kanımızca oy birliği ile karar alınması
gereken hallerde bu şekilde bir katılım eksikliği halinde tahkim sona erer. Oy çokluğu gereken
hallerde de bu bir kişi katılmasa da diğerleri katılıp karar alabilmelidir.

HAKEM KARARLARINA KARŞI KANUN YOLLARI

Taraflar kendi aralarında anlaşarak mahkemenin içerik denetimi yapmasını


kararlaştırabilir mi?

Hakem kararına ilişkin içerik denetimi yasağı kabul edilmiştir. Yani kararın hukuka aykırı
verilmiş olduğu iddiası mahkeme tarafından incelenemez. Taraflar kendi aralarında anlaşarak
mahkemenin içerik denetimi yapmasını; yani maddi hukuka ilişkin sebeplerle hükmün iptaline
karar verilebileceğini kararlaştıramazlar.

Hakem kararlarına karşı denetim mekanizmaları nelerdir?

Hakem kararlarına karşı iki dereceli bir denetim öngörülmüştür. Birincisi asliye ticaret
mahkemesinde iptal davası; ikincisi iptal davası sonunda verilen kararlara karşı temyiz (m.
439/6). Ayrıca kesinleşen hakem kararlarına karşı sınırlı sebeplerle yargılamanın iadesi yoluna
başvurabilir (m. 443).

İptal davası bir kanun yolu mudur?

İptal davası bir kanun yolu değildir. Kanun yolunun erteleyici ve aktarıcı etkisi (yani kararın
bir üst derece mahkemesi tarafından incelenmesi) olmak üzere iki özelliği vardır. İptal
davasında ise aktarıcı etki yoktur. Zira iptal davasının açıldığı asliye ticaret mahkemesi, hakem
kuruluna göre bir üst mahkeme değildir. İptal davasında hakemlerin verdiği kararın esasına
girilmeden sadece kanunda belirtilen konularda inceleme yapılır. Gerçek bir denetim söz
konusu değildir. Verilen hükmün hukuka uygun olup olmadığı, hakemlerin maddi hukuka
uygun karar verip vermedikleri incelenmez. Hakem kararı iptal edilirse hakem bu karara
direnemez. İptal kararı temyiz incelmesinden geçerek kesinleştikten sonra, hakemlerin verdiği
karar iptal edilmiş olur.

Yok hükmündeki hakem kararlarına karşı iptal davası açılabilir mi?

Hakemlerin yok hükmündeki kararlarına karşı iptal davası açmaya gerek yoktur. Hakem
kararında hakemin imzası yoksa karar yok hükmündedir. Bu kararın hükümsüzlüğü her zaman
ileri sürülebilir. Bu karar icar edilmek istenirse kararın hükümsüzlüğü icra aşamasında da ileri
sürülebilir. Gerekirse bu hükümsüzlüğün tespiti için mahkemede tespit davası açılabilir.

Sulh sözleşmesi hakkında iptal davası açılabilir mi?


Tahkim yargılamasında taraflar sulh olarak yargılamayı sona erdirmişler ve bir karar verilmişse
sulh sözleşmesi hakkında iptal davası açılamaz. Bu durumda mahkeme dışı sulh hakkında TBK
m. 39’a göre, irade bozukluğu nedeniyle genel mahkemelerde dava açılabilir.

Arabulucunun kararlarına karşı iptal davası açılabilir mi?

Hakem dışında hakem – bilirkişi, uzman, bilirkişi, arabulucu gibi bir başka merci tarafından
verilen kararlar hakkında iptal davası açılması mümkün değildir.

Hakem taraflarca kararlaştırılan nitelikte değilse hakem kararının iptali istenebilir mi?

Hakem taraflarca kararlaştırılan niteliklere sahip değilse reddedilir. Bu ret, sebebinin


öğrenildiği tarihten başlayarak iki haftalık süre içinde yapılmalıdır. Bu süre geçirilmişse rtık
hakem kararının iptali istenemez.

İptal davasında görevli ve yetkili mahkeme hangisidir?

Tahkim yargılamasında, mahkeme tarafından yapılacağı belirtilen işlerde görevli ve yetkili


mahkeme tahkim yeri asliye ticaret mahkemesidir. (bölge adliye mahkemesi değil değişti).
Tahkim yeri belirlenmemiş ise görevli ve yetkili mahkeme, davalının Türkiye’deki yerleşim
yeri, oturduğu yer veya işyeri asliye ticaret mahkemesidir (bölge adliye mahkemesi değil
değişti).

İptal davası açma süresi ne kadardır? İptal davası açılması kararın icrasını durdurur
mu?

İptal davası, hakem kararının taraflara tebliğinden itibaren bir ay içinde açılabilir. Bu süre,
hakem kararı hakkında tavzih, düzeltme ya da tamamlama talep edilmişse, kararının taraflara
bildirildiği tarihten itibaren işlemeye başlar (m. 439/4). Bu süre hak düşürücü bir süredir. Süre
geçtikten sonra iptal davası açma imkanı yoktur. Hakem kararına karşı iptal davası açılması
kararın icrasını durdurmaz. Ancak taraflardan birinin talebi üzerine hükmolunan para veya
eşyanın değerini karşılayacak bir teminat gösterilmek şartı ile kararın icrası durdurulabilir (m.
439/4).

İptal davasında harç veya avans yatırılması gerekir mi?

İptal davasında, nispi karar ve ilam harcının yarısı kadar harç alınır. İptal davasında ayrıca
tebligat ve posta giderleri bakımından gider avansı alınır. Davacı eksik gider avansını
mahkemece verilecek iki haftalık kesin sürede tamamlamazsa dava şartı eksikliğinden dava
reddedilir. Hakem kararına dayanarak ilamlı icra takibi yapılırken maktu karar ve ilam harcı
alınır.

İptal davasını inceleyen mahkemenin kendiliğinden dikkate alacağı iptal sebepleri


hangileridir?

İptal davasını inceleyen mahkemenin taraflarca ileri sürülmemiş olsa bile kendiliğinden dikkate
alacağı iptal sebepleri, uyuşmazlığın tahkime elverişli olmaması ile hakem kararının kamu
düzenine aykırı olmasıdır.
Hakemin yetkisini aşarak karar vermesi halinde iptal davasına bakan mahkeme hakem
kararını iptal edebilir mi?

Hakemin yetkisini aşarak karar vermesi halinde iptal davasını inceleyen mahkeme, hakemin
yetkisini aşan kararın, tahkim sözleşmesinin kapsamı içinde kalan karardan ayrılmasının
mümkün olması halinde kararın tümünün değil, sadece yetkiyi aşan kısmı iptal edilir. Ancak
böyle bir ayrım mümkün değilse kararın tümünün iptali gerekir.

İptal sebepleri nelerdir? Taraflar aralarında anlaşarak başka sebeplerle de iptal davası
açılabileceğini kararlaştırabilirler mi?

Hakem kararına karşı yalnızca iptal davası açılabilir (m. 439/1, c. 1). İptal davası, tahkim
yerindeki mahkemede açılır; öncelikle ve ivedilikle görülür (m. 439/1, c. 2). İptal sebepleri
sınırlıdır; taraflar anlaşarak sebepleri genişletemez; bunun dışındaki bir sebeple hakem
kararının iptali istenemez. Bu haller şunlardır (m. 439/2):

1) Tahkim sözleşmesinin taraflarından birinin ehliyetsiz ya da tahkim sözleşmesinin


geçersiz olduğu,

Kişi tahkim sözleşmesi yapılırken fiil ehliyetine sahip olup sonradan bunu kaybederse tahkim
sözleşmesi geçersiz olmaz. Tahkim sözleşmesi vekil aracılığıyla yapılıyorsa vekilin özel
yetkisinin bulunması gerekir.

Tahkim sözleşmesinin geçersiz olduğunu bildiği veya bilmesi gerektiği halde sessiz kalan
taraf; özellikle de tahkim yargılamasında bu durumu ileri sürmeyen tarafın iptal davasında
geçersizliği ileri sürmesi hakkın kötüye kullanımı teşkil eder.

2) Hakem veya hakem kurulunun seçiminde, sözleşmede belirlenen veya bu Kısımda


öngörülen usule uyulmadığı,

Burada ayrıca sözleşmeye veya kanuna aykırı seçilmiş olan hakemin verdiği kararın da hukuka
aykırı olması veya hatanın ayrıca hükmün esasını etkilemesi aranmaz.

Örneğin, sözleşmede taraflarca kararlaştırılan ticari veya meslek odası yerine başka bir oda
tarafından seçimin yapılmış olması, üç hakem yerine tek hakem atanmış olması sözleşmeye
aykırı olarak hakem seçilmesidir.

3) Kararın, tahkim süresi içinde verilmediği,

Süresi içinde hakemlerin karar verememesi nedeniyle hakem kararı iptal edildiği takdirde
taraflar artık tahkim yoluna başvuramazlar. Taraflar aksini kararlaştırmadıkları takdirde
uyuşmazlığın çözümü için mahkemeye başvurmak zorundadırlar. O halde taraflar tahkimin ne
zaman başlayacağını kararlaştırabilirler.

Tahkimde süre olması gerçek anlamda bir amaca hizmet etmemektedir. Hakemler de taraflar
da taraflarda kural olarak tahkimin kısa sürede bitirilmesi için çaba gösterecektir. Hakemler
yavaş çalışıyor ve gecikme de bu sebepten kaynaklanıyor ise bu durum tarafların
sorumluluğundadır.
4) Hakem veya hakem kurulunun, hukuka aykırı olarak yetkili veya yetkisiz olduğuna
karar verdiği,

Taraflarca kararlaştırılmış olan hakem mahkemesi yerine başka bir hakem kurulunun karar
vermesi bu kapsamda iptal sebebi sayılır. Tarafların aktif veya pasif taraf sıfatının
bulunmaması hakemlerin yetkili olmadığı anlamına gelmez. Yanlış hukukun uygulanmış
olması sebebiyle hakemlerin yetkisiz olduğu sebebine dayanılarak verilen kararın iptali bu
sebebe dayanılarak istenilemez.

Hakemler nihai karardan önce kısmi karar vermiş iseler yetkisizliğe ilişkin iptal sebebinin
hemen ileri sürülmesi gerekir. Aksi takdirde daha sonra verilecek olan nihai kararla birlikte
artık yetkisizlik bir iptal sebebi olarak ileri sürülemez.

5) Hakem veya hakem kurulunun, tahkim sözleşmesi dışında kalan bir konuda karar
verdiği veya talebin tamamı hakkında karar vermediği ya da yetkisini aştığı,

Hakemler tahkim sözleşmesinin kapsamı içinde olmayan maddi ve hukuki sorunlar hakkında
karar vermişse bu, yetkileri dışında karar vermiş olmaları anlamına gelir. Hakemlerin
yetkilerinin sınırını tahkim sözleşmesi belirlemektedir. Tahkim sözleşmesinde yer almayan bir
talep hakkında karar vermesi hakemlerin yetkilerini aşmaları anlamına gelir. Örneğin taraflar
hakemlerin Türk maddi hukukuna göre karar vermelerini kararlaştırdığı halde, hakemler
hakkaniyete göre karar verirlerse bu durumda yetkileri dışında karar vermiş olur.

Hakemlerin tahkim sözleşmesinin kapsamı içinde olmasına rağmen davacının talebinin tamamı
hakkında karar vermemiş olması da iptal sebebidir. Bu durum davacının taleplerinden bir kısmı
hakkında karar verilmesi veya taleplerin hiç dikkate alınmaması şeklinde ortaya çıkabilir.
Bunun gibi tahkim sözleşmesinin kapsamı içinde olmasına rağmen, davacının talep etmediği
bir konuda karar verilmiş olması da iptal sebebidir. Örneğin hakemler tahkim sözleşmesinin
kapsamı içinde olmasına rağmen davacının talep etmediği faize hükmederse bu hükmün de
iptali gerekir. Ancak bu durumda da hakem kararının tümü değil, sadece hakemlerin talep
dışında vermiş oldukları kararın iptali gerekir.

6) Tahkim yargılamasının, usul açısından sözleşmede veya bu yönde bir sözleşme


bulunmaması hâlinde, bu Kısımda yer alan hükümlere uygun olarak yürütülmediği ve bu
durumun kararın esasına etkili olduğu,

Bu sebebe dayanılarak iptal davasının açılabilmesi için usule ilişkin yanlışlığın hakemler
önünde ileri sürülmesine rağmen dikkate alınmamış veya reddedilmiş olması gerekir. Usule
ilişkin yanlışlık yargılama sırasında hemen ileri sürülmemiş, ses çıkarılmamışsa artık iptal
davasında da ileri sürülemez.

Eğer taraflarca kararlaştırılmış bir usul yoksa HMK’daki tahkim usulüne aykırılık da iptal
sebebi olarak kabul edilir. Usule aykırılığın genel olarak bir iptal sebebi olması için sadece usul
kuralına aykırılık yeterli değildir; ayrıca bu aykırılığın kararın esasına da etkili olması gerekir.

Tarafların kararlaştırdıklarından farklı bir hukuk kuralının uygulanması; geçersiz bir vekil ile
temsil; kanuni temsilcinin kanuna aykırı şekilde reddedilmesi, uzman ve yetkili olmayan bir
kişinin bilirkişi olarak atanması ve bunun raporuna göre karar verilmesi; taraflı bir bilirkişinin
reddi talebinin kabul edilmemesi; taraflar avans ödemediği için delil toplanmadan karar
verilmiş olması; taraflı bir hakem tarafından karar verilmiş olması bu kapsamda iptal
sebeplerine örnek olarak verilebilir.

7) Tarafların eşitliği ilkesi ve hukuki dinlenilme hakkına riayet edilmediği,

HMK m. 423’e göre, ‘’Taraflar tahkim yargılamasında eşit hak ve yetkilere sahiptirler.
Taraflara hukuki dinlenilme hakkını kullanma imkanı tanınır. Taraflara eşit davranma ilkesi
mutlak bir ilke değildir; istisnaları vardır. Örneğin, tahkim yerinin taraflardan birine daha yakın
olması diğerine eşit davranılmadığını göstermez. Tahkimin sadece bir dilde yapılacağı o dilin
ise taraflardan birinin ana dili olmaması taraflara farklı davranıldığı anlamına gelmez. Ancak
hakemlerin taraflardan sadece birisinin avukatla temsiline izin verilmesi, sadece birinin tek
hakemi seçme yetkisine sahip olması silahların eşitliği ilkesinin ihlali sayılır.

Hukuki dinlenilme hakkı tahkimdeki usule ve sürelere uygun şekilde kullanılmalıdır. Yoksa
genel hukuki dinlenilmeden bahsedilemez. Örneğin, uygulanacak usulde yazılı olarak bu
hakkın kullanılması öngörülmüşse sözlü olarak bu imkanın sağlanmamış olması hukuki
dinlenilme hakkını ihlal etmez. Hukuki dinlenilme hakkı kapsamında taraflar hakemlere
sunulan belgeleri inceleme hakkına sahiptir. Ancak hakemlere sunulan belge ve delillerin
görülebilmesi ve incelenmesi sınırlanabilir. Örneğin, hakemlerin notlarının, karar taslağının,
hakemler arasındaki görüşmelerin taraflar bakımından incelenmesi veya görülmesi talep
edilemez. Bununla birlikte tarafların bazı belgelerin gizli tutulmasında, sırlarının açığa çıkacağı
hallerde sadece sır olan kısımların kapatılarak, diğer tarafın tarafa gösterilmesi mümkünse bu
imkan tarafa tanınmalıdır.

8) Hakem veya hakem kurulu kararına konu uyuşmazlığın Türk hukukuna göre tahkime
elverişli olmadığı,

Uyuşmazlığın tahkime elverişli olmadığı davalı tarafça cevap dilekçesinde ileri sürülebileceği
gibi daha sonraki aşamada da ileri sürülebilir. Bu husus kamu düzenine ilişkin olduğundan,
iptal sebebi olarak ileri sürülmese de, mahkeme iptal davasını incelerken bu sebebi
kendiliğinden incelemelidir. Hakem uyuşmazlığın tahkime elverişli olmadığını görürse esas
hakkında karar veremez. Davacının talebinin bir kısmı tahkime elverişli değilse, hakemler
tahkime elverişli kısım bakımından yargılamaya devam edip karar verebilir.

9) Kararın kamu düzenine aykırı olduğu, tespit edilirse, hakem kararları iptal edilebilir.
Ancak hakem veya hakem kurulunun, hukuku doğru uygulayıp uygulamadığı meselesi
bir iptal sebebi değildir.

Kamu düzenine aykırılık usule, yani tahkimdeki yargılamaya ilişkin olabileceği gibi, esasa yani
hükmün içeriğine de ilişkin olabilir. Örneğin, kanunların kamu düzeni amacıyla koyduğu ve
hükümlere aykırılığın hükümsüzlük olarak kabul edildiği aykırılıklar; kişilik haklarının ihlali;
kararın ahlaka aykırı olması; hakem kararının icra edilmesinin bir suç teşkil etmesi, genel
ahlaka aykırı olması veya imkansız olması hallerinde kamu düzeni ihlal edilmiştir.

Karşılaştırmalı hukukta genel olarak insan kaçakçılığı, rekabet hukuku ihlalleri, ithalat- ihracat
rejimlerindeki emredici kurallara aykırılık gibi konulara ilişkin hakem kararlarının kamu
düzenini ihlal ettiği kabul edilmektedir.
Kamu düzenine aykırılık maddi hukuk bakımından veya usul hukuku bakımından olabilir.
Ancak hakemlerin veya bilirkişilerin bağımsızlığı ve tarafsızlığı gibi hükümlere aykırılık, her
zaman kamu düzenine aykırılık olarak değerlendirilemez. Zira tahkim yargılaması sırasında
hakemin ya da bilirkişinin tarafsız olmadığını bilen taraf, bunu belli bir süre içinde ileri sürmek
zorundadır. Bu süre içinde ileri sürülmezse bundan hakemin veya bilirkişinin tarafsız olmadığı
hususu kamu düzeninden olmadığı için daha sonra iptal sebebi olarak ileri sürülemez. Zaten
yargılama sırasında ret sebebini bildiği halde ileri sürmeyen tarafın daha sonra bu sebebi iptal
sebebi olarak ileri sürmesi hakkın kötüye kullanılması teşkil eder. bunun gibi, delillerin yanlış
değerlendirilmiş olması, ispat kuralının yanlış uygulanmış olması, aleyhe bozma yasağına
aykırı davranılmış olması, hukukun uygulanmasının yanlış olması, alacak hakkında
zamanaşımı geçmiş olmasına rağmen bunun dikkate alınmamış olması, hukuku hakim uygular
kuralının ihlali kamu düzenine aykırı kabul edilmemektedir.

İptal davasına bakan mahkeme iptal sebepleriyle bağlı mıdır?

İptal davasını hakem kararının tarafları açabilir. Bu davayı açmada hukuki yararı bulunması
gerekir. Mahkemenin iptal sebeplerini inceleme yetkisi sınırlı olup sadece taraflarca ileri
sürülen sebeplerle sınırlıdır. Bu sebeple mahkemenin tarafın ileri sürmediği bir sebebe
dayanarak iptal kararı vermesi mümkün değildir; mahkeme iptal sebeplerini kendiliğinden
araştıramaz. İptal davası açan tarafın iptal sebeplerini dilekçesinde açıkça belirtmesi gerekir.
Ancak kamu düzenini ilgilendiren iptal sebeplerinin mahkeme tarafından kendiliğinden
incelenmesi gerekir.

Hakem kararlarının icrası için kesinleşmesi gerekir mi? İptal davası açılması hakem
kararının icrasını durdurur mu?

Hakem kararlarına karşı iptal davası açılmış olması hükmün icrasını durdurmaz. İlamın
icrasının durdurulması ancak taraflardan birisinin talebi üzerine hükmolunan para veya eşyanın
değerini karşılayacak bir teminat gösterilmesi şartı ile mümkündür (m. 439/4). İptal davasının
görüldüğü asliye ticaret mahkemesi takibin durdurulmasına karar verirse, dava sonuna kadar
takip durur. İptal davası reddedilirse bu karardan itibaren icraya devam edilir. İptal davası
sonunda verilen karara karşı temyize başvurulması kararın icrasını durdurmaz (m. 439/6).

İptal davasının kabulü halinde verilen karar nasıl bir etkiye sahiptir?

İptal davasının kabulü üzerine verilen karar bozucu niteliktedir; geçmişe etkilidir ve iptal
kararından önceki duruma dönülmesi gerekir. İptal davasını inceleyen mahkeme iptal sebebini
yerinde bulursa sadece hakem kararını iptal etmekle yetinir; hakemlerin yerine geçerek kendisi
bir karar veremez. İptal davasının kabulüne ilişkin karar inşai nitelikte; reddine ilişkin karar ise
bir tespit hükmü niteliğindedir.

Hukuki dinlenilme hakkının bir gereği olarak hakem kararının gerekçeli olması zorunlu
mudur?

HMK m. 436’ya göre ‘’kararın dayandığı hukuki sebepler ile gerekçesinin’’ hakem kararının
içeriğinde gösterilmesi gerekir. Bu açık düzenleme nedeniyle taraflar aksi yönde anlaşmış
olmadıkça hakemlerin gerekçeli olarak karar vermesi gerekir. Mahkeme kararlarının gerekçeli
olma zorunluluğu anayasa hükmüdür. Bununla birlikte tarafların hakemlerin gerekçe
göstermeden bir karar verebileceklerinin kararlaştırabilecekleri ve bunun hukuki dinlenilme
hakkının ihlali sayılmaması gerektiği kabul edilmektedir.

Tahkim yargılamasında eşit davranılmadığını tarafın hakemlere hemen itiraz yolu ile
ileri sürmesi gerekir mi?

İsviçre’de gecikmeden itiraz edilmediği takdirde iptal hakkının kaybedileceği kabul


edilmektedir. Buna karşılık doktrinde Pekcanıtez’e göre, bu kamu düzenine ilişkin olduğundan
ayrıca tarafın ileri sürmüş olması aranmamalı; buna karşılık dürüstlük kuralı burada dikkate
alınmalıdır. Gerçi tarafların eşitliği ve hukuki dinlenilme hakkı emredici nitelikte olsa da
tarafların belli hallerde bazı asgari teminatlardan vazgeçebileceği kabul edilmektedir. Örneğin,
taraflar tanıkla ispattan vazgeçebilirler veya belli bir belge ile ispatı kararlaştırabilirler. Yine
kararın sadece taraflarca mahkemeye sunulan belgeler üzerinden verileceğini
kararlaştırabilirler.

Hakem kararının iptali üzerine karar veren hakemlerin tekrar seçilmesi mümkün
müdür? Hangi hallerde tekrar hakem yargılamasına başvurulacaktır?

İptal davasının kabulü hâlinde, kabul kararı temyiz edilmezse veya b) Hakem veya hakem
kurulunun seçiminde, sözleşmede belirlenen veya bu Kısımda öngörülen usule uyulmadığı, ç)
Hakem veya hakem kurulunun, hukuka aykırı olarak yetkili veya yetkisiz olduğuna karar
verdiği, d) Hakem veya hakem kurulunun, tahkim sözleşmesi dışında kalan bir konuda karar
verdiği veya talebin tamamı hakkında karar vermediği ya da yetkisini aştığı, e) Tahkim
yargılamasının, usul açısından sözleşmede veya bu yönde bir sözleşme bulunmaması hâlinde,
bu Kısımda yer alan hükümlere uygun olarak yürütülmediği ve bu durumun kararın esasına
etkili olduğu, f) Tarafların eşitliği ilkesi ve hukuki dinlenilme hakkına riayet edilmediği, (yani
m. 439/2 (b), (ç), (d), (e) ve (f) bentlerindeki hâllerin varlığı sebebiyle kabulü hâlinde, taraflar
aksini kararlaştırmamışlarsa hakemleri ve tahkim süresini yeniden belirleyebilirler. Taraflar
isterlerse eski hakemleri tayin edebilirler (m. 439/7). İptal davasının reddi kararı süresi içinde
temyiz edilmezse veya temyiz edilir de Yargıtay’ca onanırsa, hakem kararı kesinleşir. Bu
şekilde kesinleşen hakem kararı da maddi anlamda kesin hüküm teşkil eder.

Hakem kararının iptali üzerine hangi durumlarda uyuşmazlığın artık hakemde değil
mahkemede çözülmesi gerekir?

İptal davasının HMK m. 439/2 (a), (c), (g), (ğ) bentlerindeki sebeplerden ötürü kabulü halinde
artık uyuşmazlığın hakemde değil mahkemede çözülmesi gerekir.
a) Tahkim sözleşmesinin taraflarından birinin ehliyetsiz ya da tahkim sözleşmesinin geçersiz
olduğu,
c) Kararın, tahkim süresi içinde verilmediği,
g) Hakem veya hakem kurulu kararına konu uyuşmazlığın Türk hukukuna göre tahkime
elverişli olmadığı,
ğ) Kararın kamu düzenine aykırı olduğu,

İptal davası sonunda verilen karara karşı başvurulabilecek bir yol var mıdır?

İptal davasının reddi halinde taraflar bu karara karşı kararın tebliğinden itibaren bir ay içinde
temyiz yoluna başvurabilir. Temyize başvuru kararın icrasını durdurmaz (m. 439/6). Taraflar
dışında hakemlerin ya da hakem sekreterinin temyiz yoluna başvurması mümkün değildir. Eğer
iptal davasını inceleyen mahkemenin kararı hukuka uygun ise temyiz talebi reddedilecek ve
böylelikle hakem kararı şekli anlamda kesinleşecektir. Temyiz incelemesinden sonra karar
düzeltme yoluna başvurulamaz. Temyiz talebi kabul edilirse, Yargıtay iptal davasına ilişkin ret
kararını bozarak yerel mahkemeye gönderir. Yerel mahkeme bu karara uyarak bir karar verirse
bu karara karşı tekrar temyiz yoluna başvurulabilir. Yerel mahkeme bozmaya uymak zorunda
değildir. Bu karara karşı direnirse ve bu direnme kararı temyiz edilirse HGK inceleme yapar ve
verilen kararla yerel mahkeme bağlıdır. Temyizden sonra iptal kararı kesinleşirse hakemler
iptal kararının sonucu ve gerekçesi ile bağlı olarak yeniden bir karar vermelidir. Hakemlerin
yeniden yargılama yaparak verdiği karara karşı iptal davası açıldığında da, iptal davasını
inceleyen mahkeme daha önce verilen ve kesinleşen iptal kararı ile bağlıdır.

Kesinleşmiş hakem kararlarına karşı yargılamanın iadesi yoluna başvurulabilir. Tahkimde,


yargılamanın iadesi sebeplerinden sadece 375 inci maddenin birinci fıkrasının (b), (c), (e), (f),
(g), (h), (ı) ve (i) bentleri uygulanır (m. 443/2, c. 1).
b) Davaya bakması yasak olan yahut hakkındaki ret talebi, merciince kesin olarak kabul edilen
hâkemin karar vermiş veya karara katılmış bulunması.
c) Vekil veya temsilci olmayan kimselerin huzuruyla davanın görülmüş ve karara bağlanmış
olması
e) İfadesi karara esas alınan tanığın, karardan sonra yalan tanıklık yaptığının sabit olması.
f) Bilirkişi veya tercümanın, hükme esas alınan husus hakkında kasten gerçeğe aykırı beyanda
bulunduğunun sabit olması.
g) Lehine karar verilen tarafın, karara esas alınan yemini yalan yere ettiğinin, ikrar veya yazılı
delille sabit olması.
h) Lehine karar verilen tarafın, karara tesir eden hileli bir davranışta bulunmuş olması.
ı) Bir dava sonunda verilen hükmün kesinleşmesinden sonra tarafları, konusu ve sebebi aynı
olan ikinci davada, öncekine aykırı bir hüküm verilmiş ve bu hükmün de kesinleşmiş olması.
i) Kararın, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki
protokollerin ihlali suretiyle verildiğinin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş
kararıyla tespit edilmiş olması.

Yargılamanın iadesi davası tahkim yerindeki toplu ticaret mahkemesinde görülür (m. 443/2, c.
2). Yargılamanın iadesini isteme süresi üç ay ve herhalde on yıllık süre, her sebebe göre ayrı
ayrı başlayacaktır. Mahkeme tarafından verilen karara karşı yargılamanın iadesinde olduğu
gibidir. Yargılamanın iadesi davası bakımından tahkim yeri asliye ticaret mahkemesi görevli ve
yetkilidir. Yargılamanın iadesi talebi kabul edilirse mahkeme, hakem kararını iptal eder ve
uyuşmazlığı yeniden bir karar verilebilmesi için yeni hakeme veya hakem kuruluna gönderir.
Bu durumda hakem veya hakem kurulu 421 inci maddeye göre yeniden seçilir veya oluşturulur
(m. 443/3).

Hakem kararlarının icrası için hangi takip yoluna başvurulabilir?

Hakem kararı kendiliğinden yerine getirilmezse, para alacakları, şeyin verilmesi, yapılması ya
da yapılmamasına ilişkin hakem kararları ilamlı icra takibine ilişkin hükümlere göre zorla
yerine getirilir. Hakemlerin verdikleri inşai ya da tespit hükümleri ilamlı icraya konulamaz.
Çünkü inşai hükümler cebri icraya gerek olmadan kendiliğinden sonuç doğurur; tespit
hükümleri ise ilamlı icraya konu olamaz. Ancak tespit hükmüne dayanarak ilamsız icra takibi
yapılabilir.

ALTERNATİF UYUŞMAZLIK ÇÖZÜM YOLLARI

Uyuşmazlık ne demektir?

Uyuşmazlık, bir hakkın varlığı, kapsamı veya sonuçları üzerinde ortaya çıkan anlaşmazlıktır ve
hak olarak hukuk düzenince korunan mevcut bir menfaatin ihlali veya hukuk düzenince
kurulmuş menfaat dengesinin bozulması sonucunda ortaya çıkar.

Alternatif uyuşmazlık çözüm yollarının temel özellikleri nelerdir?

Alternatif çözüm yolları, diğer çözümleri dışlamayarak onların yanında bir özellik taşır.
Alternatif uyuşmazlık çözüm yolları, mevcut uyuşmazlığı, yargısal yollar dışında ortadan
kaldırmaya yarayan, tatmin ve tazmini amaçlayan, zor kullanma içermeyen, genelde tarafsız
üçüncü kişi veya kişilerin katılımı ile gerçekleşen her tür çözümü ifade eder. Gönüllü katılım,
bağlayıcı olmama ve yargısal yollara başvuru imkanını ortadan kaldırmama bu yöntemin
karakteristik özellikleridir.

Yargılama sırasında tarafların yargılamayı anlaşarak sonlandırmasına ilişkin


düzenlemeler var mıdır?

Vardır. HMK m. 312/2: davalı, davalı kendi hal ve davranışıyla dava açılmasına sebebiyet
vermemiş ve ilk duruşmada davayı kabul ederse yargılama gideri ödemeye mahkum edilmez.

HK m. 22: davadan feragat, kabul, sulh, ilk celsede gerçekleşirse karar ve ilam harcının üçte
biri alınır.

HMK m. 137/1, 140/2-3, 320/2: hakimin mümkün olduğunca tarafları sulhe teşvik edilmesi
gerektiğine ilişkin hükümlerdir.

Alternatif uyuşmazlık çözüm yollarının kabul edilmesi faydalı mıdır?

Yargılama dışında uyuşmazlığın çözümüne karşı olanlar, yargının, devlet egemenliğinin bir
parçası olduğu ve bunun başka makama, merciye veya kişiye bırakılamayacağını, bu arayışın
devleti zayıflatacağını, zayıfları korumayacağını, haksızlıkları meşrulaştıracağını
savunmaktadır.

Yargılama dışında uyuşmazlığın çözümünün yanında olanlar, devlet yargısının kendi asli
fonksiyonunu sürdürdüğünü, yargılama dışındaki çözümlerin zorlayıcı olmayıp tarafların
iradesine bağlı olduğunu, tarafların aralarında anlaşarak çözüme varmalarının daha kalıcı
olduğunu, iş yükünün fazla olmasından dolayı devlet yargısının istenen sonucu sağlamasının
zor olduğunu savunmaktadır.

Müzakere ne demektir?

Alternatif uyuşmazlık çözüm yollarından biridir. Müzakere, elde etmek istediğimiz bir şey
üzerinde, başka birinin bunu elde edip edemeyeceğimiz veya ne şekilde elde edebileceğimiz
hakkınsa söz sahibi olduğu, ortak bir karar vermek için yapılan karşılıklı iletişimdir. Başarısız
olunması ve bir anlaşmaya varılamaması halinde, mahkeme veya tahkime başvurulacak olan
müzakerelere, anlaşma/uzlaşma müzakeresi denir. Bu tür müzakerelerde iddia sahibi, mahkeme
veya tahkimi ileri sürerek karşı tarafı bir anlamda anlaşmaya zorlayabilir. Çünkü anlaşamama
halinde uyuşmazlık hakkında kimin ne sonuçla karşılaşacağını hakim veya hakem
belirleyecektir.

Arabuluculuk – Tahkim ne demektir?

Hem arabuluculuğu hem de tahkimi bünyesinde barındıran karma bir yöntemdir. Bu yöntemde,
önce arabuluculuğa başvuran taraflar, arabuluculuğun başarısız olması halinde tahkim yolu ile
devam ederler ve tarafsız üçüncü kişi hakeme dönüşür. Bu yöntemin avantajı, arabuluculuk
kısmında tarafların çıkarları ve amaçları ortaya konulduğu için tahkimde bunların tekrar
edilmesine gerek yoktur. Dezavantajı ise, arabulucu ile hakemin aynı kişi olması halinde,
tarafsız kişinin arabuluculuk sırasında edindiği gizli bilgilerin etkisinde kalması ihtimalidir.

Tahkim bir alternatif uyuşmazlık çözüm yollarından birisi midir?

Bir görüşe göre, tahkim yolu, yargı yolundan farklıdır ve hakemler yargı organı değildir. Bu
nedenle tahkim bağlayıcı olan tek alternatif uyuşmazlık çözüm yoludur.

Diğer görüşe göre, tahkim alternatif uyuşmazlık çözüm yollarından birisi değildir. Burada
amaç yargısal yollara ve yargısal yolların sebep olduğu sorunlara alternatifler üretilmesidir.

Arabuluculuk nedir?

Arabuluculuk, meydana gelen uyuşmazlığın, tarafların iradi olarak başvurmaları sonucu,


arabulucu olarak adlandırılan tarafsız ve güvenilir bir üçüncü kişi yardımıyla üzerinde
anlaştıkları yöntem ve esaslara göre, karşılıklı iletişimle iki tarafın ortak menfaati esas alınarak
çözümlenmesidir.

Yargılama ile arabuluculuk arasındaki farklar nelerdir?

1) Yargısal çözüm uzun sürer; arabuluculuk daha kısa sürer.

2) Yargısal çözüm pahalıdır; arabuluculuk daha az masraflıdır.

3) Yargısal çözümde karar yetkisi üçüncü kişiye aittir, sonuç belirsizdir; arabuluculukta ise
sonuç tarafların kontrolündedir.

4) Yargısal çözümde, geçmişe bakılır, bozulan menfaat dengesinin yeniden kurulması


amaçlanır; arabuluculukta geleceğe bakılır, geleceğe yönelik menfaatin korunması esastır.

5) Yargısal çözümde kural olarak aleniyet esastır; arabuluculukta güvenilirlik ve gizlilik


önemlidir.

6) Yargısal çözümde tarafların doğrudan iletişimi zayıftır; arabuluculukta tarafların doğrudan


iletişimi söz konusudur.

7) Yargısal çözüm yolu esnek değildir, kesin kurallara bağlıdır; arabuluculukta tarafların
anlaştıkları yöntem ve çözüm tarzı esastır, yöntem esnek ve çözüme en uygun olanıdır.
8) Yargısal çözüm sonunda verilen kararla bir taraf, bazen iki taraf kaybeder; arabuluculukta
çözüm anlaşmaya dayanır, sonuçta iki taraf da kazanır.

Arabuluculuğun ayırıcı özellikleri nelerdir?

* Arabulucunun hakem veya hakimden farkı, karar veren değil, tarafların vereceği karara
yardımcı olan, ortam hazırlayan kişi olmasıdır.

* Arabuluculuk bir yargılama faaliyeti değildir.

* Ortada ispatlanacak bir dava yoktur. Tek hedef, tarafların menfaatlerine uygun ortak bir
sonuca ulaşabilmektir.

* Süreç ve sonuç üzerinde tarafların tam hakimiyeti söz konusudur.

* Taraflar arasındaki ortak menfaat dengesi korunur ve her iki tarafın ortak kazanımı esas
alınır.

Arabuluculukta gizlilik konusundaki esaslar nelerdir?

Devlet yargılamasında kural, yargılamanın kamuya açık olması iken arabuluculukta durum
farklıdır. Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanununa göre, ‘’taraflarca aksi
kararlaştırılmadıkça arabulucu, arabuluculuk faaliyeti çerçevesinde kendisine sunulan veya
diğer bir şekilde elde ettiği bilgi veya belgeler ile diğer kayıtları gizli tutmakla yükümlüdür
(HUAK m. 4/1). Aksi kararlaştırılmamışsa tarafların da bu konudaki gizliliğe uyması gerektiği
belirtilmiştir (HUAK m. 4/2). Ancak taraflar aksini kararlaştırmak istiyorlarsa açık şekilde
yapmalıdır; yorum yoluyla bu sonuca varılamaz. Bunun yanında, arabuluculukta anlaşmaya
varılamaması halinde, arabuluculuk sürecinde hazırlanan belgeler ve yapılan açıklamalar,
sonradan açılan hukuk davası veya tahkim yargılamasında delil olarak ileri sürülemez; bunlar
hakkında tanıklık yapılamaz (HUAK m. 5/1). Buna benzer bir düzenleme Avukatlık kanunu
yönetmeliğinde vardır (m. 16/6). ‘’uzlaşma müzakereleri esnasında anlaşmazlık konusunda
beyan edilen hususlar taraflarca ve avukatlarınca hiçbir şekilde açıklanamaz’’. HMK’daki
benzer bir hüküm ‘’sulh görüşmeleri sırasında yapılan ikrar tarafları bağlamaz’’ (m. 188/3).

Yasak kapsamında olan beyan ve belgeler, daha önceden tarafların elinde olmayan ve
arabuluculuk faaliyeti esnasında üretilenler ile sınırlıdır. Bununla birlikte, arabuluculuk
faaliyeti başlamadan önce tarafların elinde olan bilgi ve belgeler, sırf arabuluculuğa başvuruldu
ve bu esnada kullanıldılar diye ileride yargıya başvurulması halinde kullanılamayacak deliller
haline gelmezler. Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanununda cezai hüküm
bakımından tek hüküm gizliliğin ihlalidir. Altı aya kadar hapis cezası var (HUAK m. 33/1).

Arabuluculuğa elverişli uyuşmazlıklar nelerdir?

Hukuk Uyuşmazlıkları Arabuluculuk Kanunu’nun 1. maddesinde bu konu açıkça ifade


edilmiştir. Buna göre, ‘’yabancılık unsuru taşıyanlar da dahil olmak üzere, ancak tarafların
üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri iş veya işlemlerden doğan özel hukuk
uyuşmazlıkları’’ arabuluculuğa elverişlidir (HUAK m. 1/2). Tarafların üzerinde serbestçe
tasarruf edebilmelerinden kasıt sulh olmak suretiyle sona erdirebilecekleri uyuşmazlıklardır.
Çekişmesiz yargı işlerinin birçoğunda yargılamanın ilgililerinin uyuşmazlık üzerinde tasarruf
yetkileri olmadığından, arabuluculuğun uygulanması mümkün değildir. Yine aile içi şiddet
içeren uyuşmazlıklar arabuluculuğa elverişli değildir.

Taraflar mahkemede yargılama başladıktan sonra uyuşmazlığın arabulucu tarafından


çözüleceğini kararlaştırabilirler mi?

Taraflar arabuluculuk yoluna başvurulacağını uyuşmazlık çıktıktan sonra kararlaştırabilecekleri


gibi mahkemede yargılaması sırasında da bu yola başvurabilir. Zira Hukuk Uyuşmazlıkları
Arabuluculuk Kanununa göre tarafların dava açılmadan önce veya davanın görülmesi sırasında
arabuluculuğa başvurma konusunda anlaşabilirler (HUAK m. 13/1).

Arabuluculuk sözleşmesinin tarafları kimlerdir?

Arabuluculuk sözleşmesinde uyuşmazlık konusunun belirli olması önemlidir. Sözleşmenin


tarafları bizzat asillerdir; varsa avukatlar taraf değildir.

Arabulucu ücreti nasıl belirlenir?

Arabulucunun ücretinin sözleşmede kararlaştırılmamış olması halinde ücret, arabuluculuk


faaliyetinin sona erdiği tarihte yürürlükte olan Arabulucu Asgari Ücret Tarifesine göre
belirlenir.

Kimler arabuluculuk yapabilir?

Arabuluculuk görevini yapabilmek için daire başkanı tarafından tutulan arabulucular siciline
kayıtlı olmak gerekir. Arabulucular siciline kaydedilebilmek için ise; Türk vatandaşı olmak,
Mesleğinde en az beş yıllık kıdeme sahip hukuk fakültesi mezunu olmak, Tam ehliyetli olmak,
kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıldan fazla süreyle hapis cezasına ya da affa uğramış olsa
bile Devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar,
zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas,
ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı
değerlerini aklama veya kaçakçılık, gerçeğe aykırı bilirkişilik yapma, yalan tanıklık ve yalan
yere yemin suçlarından mahkûm olmamak, Terör örgütleriyle iltisaklı veya irtibatlı olmamak,
Arabuluculuk eğitimini tamamlamak ve Bakanlıkça yapılan yazılı sınavda başarılı olmak
gerekir (HUAK m. 20).

Arabulucular siciline kayıt olmayan birisi arabuluculuk yapabilir mi?

Eğer istenirse herhangi bir eğitimi olmayan ve sicile kaydı bulunmayan bir kişi de
arabuluculuk yapabilir. Ancak bu durumda o kişi Hukuk Uyuşmazlıkları Arabuluculuk
Kanununa göre arabulucu sıfatına sahip olamaz ve yapılan faaliyet kanunda belirtilen sonuçları
doğurmaz.

Arabulucunun arabulucular sicilinden silinmesini gerektiren haller hangileridir?

Sicile kaydedilen arabulucular, sicile kayıt için aranan koşulları taşımadığı hâlde sicile
kaydedilmişse veya daha sonra bu koşulları kaybetmişse; Hukuk Uyuşmazlıklarında
Arabuluculuk Kanununda öngördüğü yükümlülükleri yerine getirmediğini tespit edilmişse
veya arabulucunun bu yönde talebi varsa sicilden kaydı silinir (HUAK m. 21).
Arabuluculuk görüşmelerine kimler katılabilir?

Arabuluculuk faaliyeti en az üç kişinin katılımı ile gerçekleştirilebilir. Bunlar arabulucu ve en


az iki taraftır. Arabulucu sürecin zorunlu kişisidir. Arabulucunun katılımı olmadan yapılan
müzakereler arabuluculuk olarak adlandırılamaz. Dava gibi iki taraf sistemi olmadığı için,
arabuluculukta ikiden fazla tarafın yer alması mümkündür. Arabuluculuk görüşmelerine,
taraflar ve avukatları dışında, sadece gerekli ise diğer kişilerin katılımına müsaade edilir. Fakat
bu üçüncü kişilerin katılımı gerekli hallerde sınırlandırılmalıdır. Duygusal yönü ağır basan
uyuşmazlıklarda, arkadaşların, akrabaların ve terapistlerin, teknik yönü ağır basan
uyuşmazlıklarda muhasebeci, mühendis gibi teknik uzman veya araştırmacıların katılımı, her
iki tarafın da onayı var ise ve faydalı olacağı düşünülüyorsa olumlu karşılanabilir.

Arabulucular bilirkişiye başvurabilir mi?

Arabulucu, bilirkişiye başvuramaz (HUAKY m. 19/4). Bundan başka niteliği gereği yargısal
bir yetkinin kullanımı olarak sadece hâkim tarafından yapılabilecek işlemler arabulucu
tarafından yapılamaz (HUAK m. 15/4).

Arabuluculuk süreci ne zaman başlamış olur?

Arabuluculuk süreci, dava açılmadan önce arabulucuya başvuru hâlinde, tarafların ilk
toplantıya davet edilmeleri ve taraflarla arabulucu arasında sürecin devam ettirilmesi
konusunda anlaşmaya varılıp bu durumun bir tutanakla belgelendirildiği tarihten itibaren
işlemeye başlar (HUAK m. 16/1, c. 1).. Dava açılmasından sonra arabulucuya başvuru hâlinde
ise bu süreç, mahkemenin tarafları arabuluculuğa davetinin taraflarca kabul edilmesi veya
tarafların arabulucuya başvurma konusunda anlaşmaya vardıklarını duruşma dışında
mahkemeye yazılı olarak beyan ettikleri ya da duruşmada bu beyanlarının tutanağa geçirildiği
tarihten itibaren işlemeye başlar (HUAK m. 16/1, c.2). Arabuluculuk sürecinin başlamasından
sona ermesine kadar geçirilen süre, zamanaşımı ve hak düşürücü sürelerin hesaplanmasında
dikkate alınmaz (HUAK m. 16/2).

Yargılama sırasında taraflar arabulucuya başvurmaya karar verirlerse bu durumda


yargılamanın ertelenmesi söz konusu olur mu?

Dava açıldıktan sonra tarafların birlikte arabulucuya başvuracaklarını beyan etmeleri hâlinde
yargılama, mahkemece üç ayı geçmemek üzere ertelenir. Bu süre, tarafların birlikte başvurusu
üzerine üç aya kadar uzatılabilir (HUAK m. 15/5).

Arabuluculuk faaliyeti hangi hallerde sona erer?

Aşağıda belirtilen hâllerde arabuluculuk faaliyeti sona erer (HUAK m. 17/1):


* Tarafların anlaşmaya varması
* Taraflara danışıldıktan sonra arabuluculuk için daha fazla çaba sarf edilmesinin gereksiz
olduğunun arabulucu tarafından tespit edilmesi
* Taraflardan birinin karşı tarafa veya arabulucuya, arabuluculuk faaliyetinden çekildiğini
bildirmesi
* Tarafların anlaşarak arabuluculuk faaliyetini sona erdirmesi
* Uyuşmazlığın arabuluculuğa elverişli olmadığının tespit edilmesi
Arabuluculuk faaliyeti sırasında verilen belgenin niteliği nedir? Tarafların arabuluculuk
sırasında anlaşmasına bağlanan sonuçlar nelerdir?

HUAK MADDE 18: Arabuluculuk faaliyeti sonunda varılan anlaşmanın kapsamı taraflarca
belirlenir. Taraflar arabuluculuk faaliyeti sonunda bir anlaşmaya varırlarsa, bu anlaşma
belgesinin icra edilebilirliğine ilişkin şerh verilmesini talep edebilirler. Dava açılmadan önce
arabuluculuğa başvurulmuşsa, anlaşmanın icra edilebilirliğine ilişkin şerh verilmesi,
arabulucunun görev yaptığı yer sulh hukuk mahkemesinden, davanın görülmesi sırasında
arabuluculuğa başvurulması durumunda ise davanın görüldüğü mahkemeden talep edilebilir.
Bu şerhi içeren anlaşma, ilam niteliğinde belge sayılır. İcra edilebilirlik şerhinin verilmesi,
çekişmesiz yargı işidir ve buna ilişkin inceleme dosya üzerinden yapılır. Ancak arabuluculuğa
elverişli olan aile hukukuna ilişkin uyuşmazlıklarda inceleme duruşmalı olarak yapılır. Bu
incelemenin kapsamı anlaşmanın içeriğinin arabuluculuğa ve cebri icraya elverişli olup
olmadığı hususlarıyla sınırlıdır. Anlaşma belgesine icra edilebilirlik şerhi verilmesi için
mahkemeye yapılacak olan başvuru ile bunun üzerine verilecek kararlara karşı ilgili tarafından
istinaf yoluna gidilmesi hâlinde, maktu harç alınır. Taraflar ve avukatları ile arabulucunun
birlikte imzaladıkları anlaşma belgesi, icra edilebilirlik şerhi aranmaksızın ilam niteliğinde
belge sayılır. Arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya varılması hâlinde, üzerinde anlaşılan
hususlar hakkında taraflarca dava açılamaz.

BİREYSEL BAŞVURU

Anayasa Mahkemesi, başvuru üzerine yapacağı incelemede, vakıaların ve delillerin


değerlendirilmesi ile hukukun somut olaya uygulanması ya da mahkemenin takdir yetkisini
doğru olarak kullanıp kullanmadığını inceleyemez. Anayasa Mahkemesi, adil yargılanma hakkı
açısından, hukuki dinlenilme hakkı açısından, inceleme yapar. Yine yargılama ve sonunda
verilen karar keyfi ise anayasadaki eşitlik ilkesinin ihlali nedeniyle bireysel başvuru yoluna
gidilebilir.

Bireysel başvuru yolu, yardımcı bir kanun yolu olmayıp temel hakların korunması için kendine
özgü bir hukuki çaredir. Bu imkan yargılamanın yenilenmesi gibi bir olağanüstü kanun yolu da
değildir. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolunun, kanun yolunun sahip olduğu
aktarıcı ve erteleyici etkiye sahip olduğu söylenemez. Anayasa Mahkemesi önünde yeni bir
yargılama söz konusudur. Bireysel başvuru, temel hakları ihlal ettiği ileri sürülen
mahkemelerin kesin hükümlerine karşı gidilen bir yoldur. Bireysel başvuru, ikincil derecede
bir hukuki çaredir.

Bireysel başvuru için gerekli şartlardan biri, olağan kanun yollarının tüketilmiş olmasıdır (AY
m. 148/3).

Bireysel başvuru 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri


Hakkında Kanun’da ayrıntılı düzenlenmiştir.

Bireysel başvuru şartları nelerdir?

* Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerin ihlal edilmesi (güncel ve
kişisel bir hakkın doğrudan ertelenmesi)

* Olağan kanun yollarının tüketilmiş olması


* Başvuru süresine uyulması

Bireysel başvuru yoluna kimler başvurabilir?

6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunu m.


45/1’e göre, ‘’Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden,
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller
kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa
Mahkemesine başvurabilir’’. Bireysel başvuru, bizzat başvurucu, kanuni temsilcisi ya da
avukatı tarafından yapılabilir (İçtüzük m. 61/1).

Bireysel başvuru ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle
güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabilir (6216 s. K. m. 46/1).
Kamu tüzel kişileri bireysel başvuru yapamaz. Özel hukuk tüzel kişileri sadece tüzel kişiliğe
ait haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunabilir (6216 s. K. m. 46/2).
Ancak yalnızca Türk vatandaşlarına tanınan haklarla ilgili olarak yabancılar bireysel başvuru
yapamaz (6216 s. K. m. 46/3).

Bireysel başvuruya konu olabilecek kararlar hangileridir?

6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunu m.


45/1’e göre, ‘’Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden,
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller
kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa
Mahkemesine başvurabilir’’. Bireysel başvuru, temel hak ve özgürlüklerin kamu gücü
tarafından ihlal edilmiş olması halinde başvurulacak bir yoldur. Kamu gücünü kullanan
mahkemelerden verilen kararlara karşı, örneğin, adil yargılanma hakkının ihlal edildiği
gerekçesiyle, özellikle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde bireysel
başvuru yapılabilir.

Anayasa mahkemesine göre, davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu,


tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla
sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup
olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir. Mahkemeye göre
belirtilen kriterlerden hiçbiri tek başına belirleyici değildir.

Makul sürenin hesabında ise sürenin başlangıç anı ‘’uyuşmazlığı karara bağlayacak
yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı tarih (davanın açıldığı tarih), sürenin bitiş tarihi
ise ‘’çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir’’.

Mahkemelerin delil sunma, inceleme ve değerlendirme yöntemleri de kural olarak bireysel


başvuru kapsamında incelenmeyecektir.

Anayasa Mahkemesi Yargıtay dairelerinin benzer olaylarda farklı kararlar vermesini, hukuki
belirsizlik oluşturmaları nedeniyle adil yargılanma hakkı ihlali olarak kabul etmektedir.

Mahkemelerin ara kararları açısından da kural olarak bu kararların bireysel başvuruya konu
olamayacağı söylenebilir. Ancak eğer mahkeme ara kararı, kalıcı bir hukuki olumsuz etki
yaratmışsa ve bunun sonradan ortadan kaldırılması mümkün değilse bu ara karara karşı da,
bireysel başvuru yolu açık olmalıdır.

Bireysel başvurunun konusunu oluşturamayacak kararlar ise 6216 sayılı Kanun’un 45/3’üncü
maddesinde belirtilmiştir. Buna göre, ‘’Yasama işlemleri ile düzenleyici idari işlemler
aleyhine doğrudan bireysel başvuru yapılamayacağı gibi Anayasa Mahkemesi kararları ile
Anayasanın yargı denetimi dışında bıraktığı işlemler de bireysel başvurunun konusu
olamaz’’.

İhlal edildiği ileri sürülen her hak için bireysel başvuru yapılamaz. Başvuru yapılabilecek
haklar Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde belirlenen ve Anayasamızda da düzenlenen ortak
haklardır. Örnek olarak, yaşam hakkı, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı, mülkiyet hakkı,
eğitim ve öğretim hakkı, masumiyet karinesi, adil yargılanma hakkı ve etkili başvuru hakkı
bu kapsamdadır. Bunun yanında hak sahibi olunmasa da, hakka ilişkin ‘’meşru bir beklenti’’
de yeterli sayılmaktadır.

Başvuru yollarının tüketilmiş olması

İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve
yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması
gerekir (6216 s. K. m. 45/2). Bireysel başvuru için olağanüstü kanun yollarının tüketilmesi
ise aranmaz. Kural olarak bireysel başvurudan önce, tüm olağan kanun yollarının tüketilmiş
olması gerekirse de bazı istisnai hallerde bu şart aranmaz. Anayasa mahkemesine göre,
devam etmekte olan bir yargılamada, makul sürede yargılama yapma yükümlülüğünün yerine
getirilmediği iddiası ile bireysel başvuruda bulunulabilmesi, başvuru yollarının tüketilmesi
kuralının istisnalarından birini teşkil etmektedir. Makul sürede yargılamanın sonuçlanmaması
sebebiyle yapılan bireysel başvurular, başvuru veya kanun yollarının tüketilmemesi sebebiyle
reddedilmemektedir.

Aynı konuya ve sebebe ilişkin ve taraflardan en az birinin aynı olduğu biri hukuk
mahkemesi, diğeri idare mahkemesinden verilen iki çelişik hükme karşı Uyuşmazlık
Mahkemesinde hüküm uyuşmazlığının giderilmesi imkanının olması, Anayasa Mahkemesine
bireysel başvuruya başvuru yollarının tüketilmesi açısından engel olmaktadır.

Bireysel başvurular, doğrudan Anayasa Mahkemesi’ne şahsen ya da mahkemeler veya yurt


dışı temsilcilikler vasıtasıyla yapılabilir (6216 s. K. m. 47/1). Bireysel başvuru, kanun ve
içtüzükte belirtilen şekillerde yapılmakta olup posta yoluyla başvuru kabul edilmemektedir.

Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse


ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir. Haklı bir mazereti
(örneğin mücbir sebep, ağır hastalık) nedeniyle süresi içinde başvuramayanlar, mazeretin
kalktığı tarihten itibaren onbeş gün içinde ve mazeretlerini belgeleyen delillerle birlikte
başvurabilirler. Mahkeme, öncelikle başvurucunun mazeretinin geçerli görülüp
görülmediğini inceleyerek talebi kabul veya reddeder (6216 s. K. m. 47/5).

Usulünce hazırlanan başvuru formu, harç tahsil makbuzuyla birlikte yukarıda belirtilen yerlere
teslim edildiğinde başvurucu ya da temsilcisine alındı belgesi verilir ve bu tarih, başvurunun
yapıldığı tarih olarak kabul edilir (İçtüzük m. 63/2).
Bireysel başvuru üzerine verilecek kararlar nelerdir?

1) Başvurunun reddi kararı: Bireysel başvuru bürosu, gelen başvuruları öncelikle şekli
eksiklikler bulunup bulunmadığı yönünden inceler. Başvuru formunda veya eklerinde
herhangi bir eksiklik tespit edilmesi halinde, bunların tamamlattırılması için başvurucuya,
varsa avukatına veya kanuni temsilcisine onbeş günü geçmemek üzere kesin bir süre verilir.
Eksikliklerin tamamlattırılmasına dair yazıda başvurucuya geçerli bir mazereti olmaksızın
verilen kesin sürede eksiklikleri tamamlamadığı takdirde başvurusunun reddine karar
verileceği bildirilir (İçtüzük m. 66/1, 2; 6216 s. K. m. 47/6).

Başvurunun; süresinde yapılmadığı, 59 uncu ve 60 ıncı maddelerdeki şekil şartlarına uygun


olmadığı ve tespit edilen eksikliklerin verilen kesin sürelerde tamamlanmadığı hâllerde
Komisyonlar Başraportörü tarafından reddine karar verilir ve başvurucuya tebliğ edilir. Bu
karara tebliğ tarihinden itibaren yedi gün içinde Komisyona itiraz edilebilir. Bu konuda
Komisyonların verdiği kararlar kesindir.   

2) Kabul edilebilirlik kararı: Bireysel başvuru hakkında kabul edilebilirlik kararı


verilebilmesi için 45 ila 47 nci maddelerde öngörülen şartların taşınması gerekir (6216 s.
K.m. 48/1).

3) Kabul edilemezlik kararı: Mahkeme, Anayasanın uygulanması ve yorumlanması veya


temel hakların kapsamının ve  sınırlarının belirlenmesi  açısından önem taşımayan ve
başvurucunun önemli bir zarara uğramadığı başvurular ile açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir (6216 s. K. m. 48/2). Kabul edilebilirlik
incelemesi komisyonlarca yapılır. Kabul edilebilirlik şartlarını taşımadığına oy birliği ile
karar verilen başvurular hakkında, kabul edilemezlik kararı verilir. Oy birliği sağlanamayan
dosyalar bölümlere havale edilir (6216 s. K. m. 48/3). Kabul edilemezlik kararları kesindir ve
ilgililere tebliğ edilir (6216 s. K. m. 48/4). Ayrıca Bölümler, kabul edilebilirliğe ilişkin bir
engelin varlığını tespit etmeleri ya da bu durumun sonradan ortaya çıkması hâlinde,
incelemenin her aşamasında başvuru hakkında kabul edilemezlik kararı verebilirler (İçtüzük m.
28/2). Kişi, zaman ve konu bakımından yetkisizlik, olağan kanun yollarının tüketilmemesi veya
süresinde başvurulmaması nedenleriyle kabul edilemezlik kararı verilebilir. Örneğin, yasama
işleminin doğrudan ve soyut olarak anayasaya aykırı olduğu iddiasıyla bireysel başvuru
yapılamaz; yani davada uygulanan kuralın anayasaya aykırı olması sebebiyle iptal edilmesi
gerektiğine ilişkin iddia ‘’konu bakımından yetkisizlik’’ nedeniyle kabul edilemez.

4) Esas hakkındaki inceleme: Kabul edilebilirliğine karar verilen bireysel başvuruların esas
incelemesi bölümler tarafından yapılır (6216 s. K. m. 49/1). Komisyonlar ve bölümler
bireysel başvuruları incelerken bir temel hakkın ihlal edilip edilmediğine yönelik her türlü
araştırma ve incelemeyi yapabilir. Başvuruyla ilgili gerekli görülen bilgi, belge ve deliller
ilgililerden istenir (6216 s. K.m. 49/3). Mahkeme, incelemesini dosya üzerinden yapmakla
birlikte, gerekli görürse duruşma yapılmasına da karar verebilir (6216 s. K. m. 49/4).
Bölümlerin, bir mahkeme kararına karşı yapılan bireysel başvurulara ilişkin incelemeleri, bir
temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve bu ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi
ile sınırlıdır. Bölümlerce kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz
(6216 s. K.m. 49/6). Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da
edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz,
idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez (6216 s. K. m. 50/1; İçtüzük m. 79/2). Tespit
edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için  yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir
veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla
yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını
ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir (6216 s. K. m. 50/2).
Tazminat miktarının tespitinin, daha ayrıntılı bir incelemeyi gerektirmesi hâlinde, Bölüm bu
konuyu kendisi karara bağlamaksızın genel mahkemelerde dava açılması yolunu gösterebilir
(İçtüzük m. 79/1-c). Bölümler ve Komisyonlarca verilen kararlar kesindir (İçtüzük m. 81/3).
Komisyonlar arasındaki içtihat farklılıkları, bağlı oldukları bölümler; bölümler arasındaki
içtihat farklılıkları ise Genel Kurul tarafından karara bağlanır.

5) Tedbir kararı: Bölümler, esas inceleme aşamasında, başvurucunun temel haklarının


korunması için zorunlu gördükleri tedbirlere resen veya başvurucunun talebi üzerine karar
verebilir. Tedbire karar verilmesi hâlinde, esas hakkındaki kararın en geç altı ay içinde
verilmesi gerekir. Aksi takdirde tedbir kararı kendiliğinden kalkar (6216 s. K. m. 49/5).
Başvurucunun yaşamına ya da maddi veya manevi bütünlüğüne yönelik ciddi bir tehlike
bulunduğunun anlaşılması üzerine, Bölümlerce esas inceleme aşamasında gerekli tedbirlere
resen veya başvurucunun talebi üzerine karar verilebilir (İçtüzük m. 73/1).

İncelenen başvurulara ilişkin olarak; resen ya da başvurucunun talebi üzerine dosyanın esası
hakkında karar verilmeden önce, tedbir kararına başvurulmaması hâlinde başvurucunun
yaşamına ya da maddi veya manevi bütünlüğüne yönelik ciddi bir tehlike bulunduğunun
anlaşılması üzerine, Komisyonlarca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesi derhâl yapılarak,
tedbir hususunu da karara bağlamak üzere başvuru, ilgili Bölüme gönderilir (İçtüzük m. 73/2).
Bölüm, tedbire karar vermesi hâlinde gereğinin ifası için bunu ilgili kişi ve kurumlara bildirir
(İçtüzük m. 73/3). Tedbir kararı verilen başvurunun esası hakkındaki kararın en geç altı ay
içinde verilmesi gerekir. Tedbirin devamı konusunda yeni bir karar alınmadığında,
başvurucunun hakkının ihlal edilmediğine ya da başvurunun düşmesine karar verildiği
durumlarda tedbir kararı kendiliğinden kalkar (İçtüzük m. 73/4).

6) Düşme kararı: Bölümler ya da Komisyonlarca yargılamanın her aşamasında aşağıdaki


hâllerde düşme kararı verilebilir:
* Başvurucunun davadan açıkça feragat etmesi
* Başvurucunun davasını takipsiz bıraktığının anlaşılması
* İhlalin ve sonuçlarının ortadan kalkmış olması
* Bölümler ya da Komisyonlarca saptanan herhangi bir başka gerekçeden ötürü, başvurunun
incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir neden görülmemesi

Düşme kararı verilmesine ilişkin durum gerçekleşmesine rağmen, Bölümler ya da


Komisyonlar; düşme kararı verilebilir nitelikteki bir başvuruyu, Anayasanın uygulanması ve
yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi ya da insan
haklarına saygının gerekli kıldığı hâllerde incelemeye devam edebilir (İçtüzük m. 80/2).
Pilot karar ne demektir?

İçtüzük m.75; Bölümler, bir başvurunun yapısal bir sorundan kaynaklandığını ve bu sorunun


başka başvurulara da yol açtığını tespit etmeleri ya da bu durumun yeni başvurulara yol
açacağını öngörmeleri hâlinde, pilot karar usulünü uygulayabilirler. Bu usulde, konuya ilişkin
Bölüm tarafından pilot bir karar verilir. Benzer nitelikteki başvurular idari mercilerce bu ilkeler
çerçevesinde çözümlenir; çözümlenmediği takdirde Mahkeme tarafından topluca görülerek
karara bağlanır. Bölüm, pilot karar usulünü resen, Adalet Bakanlığının ya da başvurucunun
istemi üzerine başlatabilir. Bölüm pilot kararla birlikte, bu karara konu yapısal soruna ilişkin
benzer başvuruların incelenmesini erteleyebilir. İlgililer erteleme kararı hakkında
bilgilendirilirler. Bölüm, gerekli gördüğü takdirde ertelediği başvuruları gündeme alarak karara
bağlayabilir.

Bireysel başvuru kararlarının tavzihi ve düzeltilmesi istenebilir mi?

Bölümlerce verilen kararlar hakkında ilgililer, HMK hükümleri çerçevesinde, hükmün


tavzihini ve maddi hataların düzeltilmesini talep edebilirler (İçtüzük m. 82).

Bireysel başvuru üzerine verilen kararlar yayımlanmalı mıdır?

Bölüm kararlarının tümü ile Komisyon kararlarından kabul edilebilirlik açısından ilkesel önem
taşıyanları Mahkemenin internet sitesinde yayımlanır (İçtüzük m. 81/4; 6216 s. K. m. 50/3).
Bölüm Başkanının tespit ettiği,  Bölüm tarafından verilen pilot karar niteliğinde ya da içtihadın
ortaya konulması açısından ilkesel önemi haiz kararlar Resmî Gazete’de yayımlanır (İçtüzük
m. 81/5).

Bireysel başvuru hakkının kötüye kullanılmasına bağlanan sonuç nedir?

Bireysel başvuru hakkını açıkça kötüye kullandığı tespit edilen başvurucular aleyhine,
yargılama giderlerinin dışında, ayrıca ikibin Türk Lirasından fazla olmamak üzere disiplin
para cezasına hükmedilebilir (6216 s. K. m. 51; İçtüzük m. 83).

AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİNE BİREYSEL BAŞVURU

* Medeni usul hukuku bakımından önemli olan hak ihlali adil yargılanma hakkıdır.

* Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, adil yargılanma hakkının bir unsuru olarak ‘’gerekçeli
karar hakkını’’ içtihatlarında kabul etmektedir.

* Sözleşme ile güvence altına alınmış hakların ihlali haklinde bu yola başvurulur. Avrupa insan
hakları Mahkemesi sadece temel hakların çiğnenip çiğnenmediğini tespit etmektedir. Bunun
dışında verilmiş olan hükmün iptali veya bozulması yönünde karar veremez. Çünkü bu yol
kanun yolu değildir.

* Bireysel başvurudan önce iç hukuk yollarının tüketilmiş olması gerekir. Anayasa


mahkemesine bireysel başvuru da bir iç hukuk yoludur. Ancak iç hukuk yolunun kapalı olması
veya açık olmakla birlikte bu yolun tüketilmesinin anlamsız olduğu hallerde iç hukuk yolu
tüketilmeden de bireysel başvuru yapılabilir.
* Mahkemeye başvuru hakkı, kişilere, hükümet dışı kuruluşlara ve insan topluluklarına
tanınmıştır. Vatandaşların yanında yabancılar da bu yola başvurabilir.

You might also like