Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 13

Aldatanların Söylem Dili Safsata

Analiz ve Değerlendirme

Ar. Gör. Mustafa ÜLKÜ*

İncelemeye konu edindiğimiz “Aldatanların Söylem Dili Safsata” başlığını taşıyan


eser, daha en başta başlık aracılığıyla anlatacağı konuyu özlü bir biçimde vermektedir.
Kitabın kapağından da anlaşılacağı üzere başlıktaki vurgu, “safsata” sözcüğündedir. Haliyle
kitapta asıl anlatılan ve odaklanılan konu safsatanın ne olduğudur. “Söylem dili” ifadesiyle de
yazar, dil denilince yalnızca söylemin ya da konuşmanın anlaşılmaması gerektiğini vurgular
gözükmektedir. Örneğin eylem dilinden, vücut dilinden ve farklı tür dillerden de söz
edilebilir. Her ne kadar safsata, söylem dilini kendisine hareket noktası olarak alsa da söylem
dilinin ilişkili olduğu, kendisinden etkilendiği ve kendisini etkilediği birçok alan vardır. Daha
sonra geleceği üzere; söylem dili ifadesiyle diğer dillerden ayrılıp söylem alanına çekilen
safsata yine diğer alanlarla da ilişkilendirilerek açıklanmaktadır. Yazar, safsatanın yerini daha
açık ve net bir biçimde ifade edebilmek adına safsatayı önce diğer dillerden ayrıştırmakta
ardından gerekli ilişkilendirmelere işaret ederek belirgin bir yere konumlandırmaktadır.
“Aldatanların” sözcüğüyle de yazar, bir söylem dili olan safsatanın kimler tarafından
kullanıldığını ifade etmektedir. Kısaca safsata, bir söylem dilidir ve aldatanlar tarafından
kullanılır. Dilin doğru ve sade bir biçimde kullanımı, iletişimi kolaylaştıracağı gibi safsataya
giden yolları kapatmanın da bir başlangıç noktasıdır. Bu yaklaşımıyla yazar, günümüzde
analitik düşünmenin önemine sıkça vurgu yapmanın yanı sıra Aristoteles’in “analitik”
kavramına da bir gönderimde bulunmakta ve aradaki bağlantıları kurmaktadır. Bizim de
incelemeye doğrudan başlıktan ve ifade analizinden başlıyor oluşumuzun amacı sözü uzatmak
değil kitabın ruhuna ve amacına uygun bir biçimde analitik bir yaklaşım sergilemeye çaba
göstermektir.

Safsatayı, meşru gerekçelere ve temellendirmelere sahip olmayan bir akıl yürütme


biçimi olarak görürsek her ne kadar her meşru gerekçe ve temellendirmeye sahip olmayan şey
safsatadır diyemesek de bazı meşru gerekçe ve temellendirmeye sahip olmayan şeylerin
safsata olduğu sonucuna ulaşırız. Bir anlatıma başlarken meşru gerekçenin ve
temellendirmenin başlangıçta sunulması, anlatıcının safsata yapmayacağının bir göstergesi
olarak görülebilir. Yazarın, önsözde yaptığı da tam olarak meşru gerekçe gösterme ve
temellendirmedir. Önsözde mantığın ne olduğu ve ne amaçla var olduğu belirtilmekte; doğru

*
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Felsefe ve Din Bilimleri Bölümü, Mantık Anabilim Dalı Araştırma
Görevlisi. (mustafa.ulku@ankara.edu.tr)
ve geçerli birer bilgi olarak sunulan verilerin ne derece geçerli olduğunun ve bunların birer
bilgi olup olmadığının belirlenmesinin mantığın sorumluluğunda olduğu ifade edilmektedir.
Mantığın meşruiyetinin açıklanmasının ardından; safsatanın neden bir problem olduğu ve
niçin safsata hakkında bilgi edinmemiz gerektiği irdelenmektedir. Yazara göre içinde
bulunduğumuz çağ; kendini yetkin bir uzman olarak vehmedenlerin, insanları arzuları ve
çıkarları doğrultusunda kandırmak ve yönlendirmek isteyenlerin sayıca çok olduğu bir çağdır.
Sosyal medya ve kitle iletişim araçlarının oldukça geliştiği ve yaygınlaştığı günümüzde
safsata bombardımanına uğramamız, bilişsel bir işkenceye maruz kalmamız kaçınılmazdır.
İşkenceden kaçınabilmek, safsataların farkına varabilmek ve ondan korunabilmek için de yine
safsata konusunda yetkinleşmemiz hayati bir öneme sahiptir.

Eser bir “Giriş” ile “Tasdik Çeşitleri ve Beş Sanat”, “M.Ö. 5. Yüzyıl Atinası ve
Sofistler” ve “Safsata, Safsatanın Oluşumu ve Çeşitleri” başlıklarını taşıyan üç
bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde tasdik konusu irdelenmektedir. Tasdiğin oluşumu,
tasdik türleri ve tasdiğe dair diğer konular incelendikten sonra; kıyasın oluşumu, sonuç
vermesi için taşıması gereken esaslar, kesinlik ve geçerlilik bakımından neden ve nasıl
farklılık gösterdiğiyle birlikte kıyasın kullanım alanlarına yer verilmektedir. İkinci bölümde
sofistlerin ve safsatanın dizgesel bir biçimde ortaya çıkışı için elverişli olan sosyal zemine,
ortaya çıkışı tetikleyen etkenlere ve bu ortaya çıkışın sonuçlarına yer verilmektedir. Üçüncü
bölümdeyse safsatanın içeriği, mahiyeti, ele alınışı, işleyişi gibi konulara yer verilmekle
birlikte safsata türleri büyük bir kısmı hayatın içinden olan örnekler kullanılarak
açıklanmaktadır.

Giriş bölümünde yazar, safsatanın kendisi sayesinde gerçekleştiği insan nefsinin bir
analiziyle söze başlamaktadır. En başta insanı diğer hayvanlardan ayıran insânî nefsin bir
kuvveti olarak “nutk” özelliğinin yalnızca basit bir düşünme olmaktan çok “anlama, belleme,
kavrama, fikretme, düşünme, çıkarım yapma ve bu bağlamda eylemde bulunma” gibi
anlamların tümüne gönderimi bulunan bir şemsiye kavram olduğunun altını çizmektedir.
Ardından nefsin bir analizine geçen yazar nefsi; nebâtî (bitkisel), hayvânî ve insânî nefs
olarak üçe ayırmaktadır. Her nefsin türünün ayrı bir gücü ve bu güçlerin farklı derecelerdeki
kullanımlarından ortaya çıkan iyi ya da kötü özellikleri bilkuvve içinde barındırdığının ifade
edilmesinin yanı sıra asıl vurgu, insânî nefsin diğer nefslerin yöneticisi ve yönlendiricisi
konumunda olduğu ya da olması gerektiğindedir. Doğrudan safsatanın ne olduğuna geçmeden
evvel yazar, safsatayı ortaya çıkaran insânî temellere inmektedir. Tıpkı tıpta bir semptomu
çözmenin yeterli olmayacağı ve sorunun kök sebebine inilmesi gerektiği gibi safsata
konusunda da yazar, safsatayı çözümlemenin yanı sıra safsatanın ortaya çıkış sebebine
inmektedir. Yazar, aldatanların aldatmalarının temel sebebinin arzu gücü üzerine
temellendiğini düşünmekte ve bu durumu kısaca şöyle özetlemektedir: “İnsan, herhangi bir
şeyi arzularken onun faydalı veya iyi olduğuna dair vardığı kanaatten dolayı onu arzulamaz.
Aksine insan, söz konusu şeyi arzulandığından dolayı onu iyi ve faydalı gördüğü gibi,
tiksindiği veya kaçındığı şeyi de zararlı ve kötü olarak görür.” Haliyle akıl yetisinin
öncelendiği bir düşünme biçimi bir kenara bırakılır ve akıl, arzunun emellerine alet edilebilir.
Arzu ve iştah, iyi ve faydalı bulduğu şeye yönelip aklı kullanarak hedefine ulaşmaya çalışır.
Akıl, yöneten olması gerekirken yönetilen durumuna düşer ve arzunun bir aracı haline
getirilir. Bu uğurda takip edilen yol da aldatmadır ve bu eylem bilinçli olarak gerçekleştirilir.
Akıl ile arzudan hangisinin önceleneceğine dair bu seçimde belirleyici etken, düşünen
öznenin hakikate mi yoksa menfaate mi öncelik verdiği sorusunda gizlidir. Muhatab
(aldatılan) ise aldatıldığından haberdar değildir. Zira haberdar olsaydı aldatma/aldatılma
eylemi gerçekleşmez yahut gerçekleşen eyleme aldatma/aldatılma denilemezdi. Son olarak
yazar, söylem ve eylem birlikteliğine değinerek söz konusu bu aldatmaların/yanlış
yönlendirmelerin yalnızca basit birer düşünce değişikliğine sebep olmakla kalmayacaklarına
aksine eylemlerde de değişikliğe sebep olarak toplumsal düzen için birer risk
oluşturacaklarına işaret etmektedir. Giriş bölümünde yazar kısaca; nefsin işleyişine, insanın
düşünme biçimlerine, safsatayı ortaya çıkaran insânî sebeplere, düşünme-eylem birlikteliğine
ve aldatmanın sebep olabileceği toplumsal risklere değinmektedir.

“Tasdik Çeşitleri ve Beş Sanat” başlığını taşıyan birinci bölüme yazar, mantığın ve
kıyasın tanımlarını vererek başlamaktadır. Söze önce belirgin tanımlarla başlayan yazar,
analitik yaklaşımını sürdürmektedir. Konu üzerinde yeterince yetkinliği bulunmayan bir
okuyucu, üzerinde konuşulacak kavramların ne anlama geldiğini öğrenebilmekte, konuya
hâkim olan okuyucular da yazarın hangi tanımları tercih ettiğini ve hangi bağlamlarda
kullandığını açıkça görebilmektedir. Yazar, mantığın ve kıyasın işleyişine dair kısa bir bilgi
verdikten sonra tasdik türlerine geçmekte ve tasdiği, olumlu (-dir) ve olumsuz (-değildir)
olmak üzere ikiye ayırmaktadır. Tasdik ise kendi içinde dörde ayrılmıştır: Yakîn (kesin), cehl-
i mürekkeb, taklid ve zan. Tasdik türlerinin ardından yazar, önerme türlerine geçmektedir.
Bilindiği üzere bir hüküm ifade eden, hakkında doğrudur ya da yanlıştır denilebilen tam
cümleler birer önermedir. Önermeler de kendi içinde içeriği ve bilgi değeri bakımından türlere
ayrılmaktadır. Önermeler, önce yakîni ifade edenler ve yakîni ifade etmeyenler olarak ikiye
ayrılmaktadır. Yakînî olanlar evveliyât, fıtrîyât, müşahedât, hadsiyyat, mücerrebât ve
mütevâtirât; yakînî olmayanlar ise meşhûrât, müsellemât, makbûlât, maznûnât, muhayyelât ve
vehmiyyâttır. Yazar, yalnızca bu kategorik ayrıma işaret edip geçmek yerine bu önerme
türlerinin ayrıntılı birer açıklamasını vermektedir. Bu türlere ayrılmanın kaynağı nedir,
isimlendirmeler neye karşılık gelmektedir, içerik analizi ve bilgi değeri tespiti nasıl ve neye
göre yapılmaktadır gibi soruların cevaplarını da okuyucuya sunmaktadır. Özellikle vehmiyyat
başlığını merkeze alacak olursak vehmin ne olduğu, insan idrakinde vehmin konumu, vehmin
ortaya çıkışı ve niçin yetersiz-geçersiz olduğu gibi hususlar gayet özlü ve açık bir biçimde
anlatılmaktadır. Haliyle okuyucu basit bir kavram ezberi yapmamakta, aksine işleyişe ve
içeriğe dair ayrıntılı bir bilgi sahibi olmaktadır. Önerme türleri konusunun hemen ardından
gelen beş sanat da söz konusu bu önermelerin hangilerinin malzeme olarak kullanıldığına
göre bölümlenmektedir. Beş sanat; burhan, cedel, hitabet, şiir, mugalata/safsatadır. Ancak
yaygın bir kabule göre mantık tarihi açısından baktığımızda, beş sanat özellikle belli bir
dönemden sonra hak ettiği değeri görememiştir. Yazar da bu eksikliği İbn Haldun’dan yaptığı
bir alıntıyla vurgulamaktadır: “Mantık ilminde mühim ve mutemet olanın beş sanat olarak
tabir edilen hususlar olmasına rağmen bu hususlara zaman zaman değinilmişse de
umumiyetle bu konular hiç mevcut değilmişçesine ihmal edilmiştir.” Haliyle yazar, bu
boşluğun farkında olduğunun altını çizerek beş sanat konusuna da genişçe yer ayırmakta ve
her bir sanatı mümkün olduğunca ayrıntılı bir biçimde incelemektedir. Örneğin burhan
başlığında; burhanın neliği, burhana ulaştıran sorular, burhanın türleri, burhanın değeri gibi alt
başlıklara yer vermektedir. Diğer sanatları da ayrıntılı bir biçimde işlemesine karşın asıl
vurgunun burhan ve safsata başlıklarında olduğu açık bir biçimde görülmektedir. Zira analitik
yaklaşımını sürdüren yazar burada diyalektik bir karşılaştırma imkanını da okuyucuya
sunmaktadır. Safsata, kendisini tabiri caizse burhanın karşısına konumlandırmaktadır. Haliyle
safsatanın ne olduğunun, neden ve nasıl geçersiz olduğunun iyice anlaşılabilmesi için
burhanın ne olduğunun, neden ve nasıl geçerli olduğunun da iyice anlaşılmış olması
gerekmektedir. Zira safsata, burhanın kırık aynadaki parçalanmış aksi gibidir. Kendisini bilgi
gibi sunan safsatanın aslında bilgi olmadığını anlayabilmemiz için evvela asıl bilginin ne
olduğunu öğrenmemiz gerekmektedir. Son olarak, mugalata (safsata) başlığında bir sanat
olarak safsataya yer ayrılmış, temel bilgiler verilmiş ancak sıkıcı bir tekrardan kaçınılması
amacıyla asıl ayrıntılı açıklama üçüncü bölüme bırakılmıştır.

“M.Ö. 5. Yüzyıl Atinası ve Sofistler” başlığını taşıyan ikinci bölüm, safsatanın


tarihsel ve kültürel arka planının açıklanmasına ayrılmıştır. Bu bölüm, oldukça ilgi çekicidir.
Zira bir mantıkçı tarafından yazılmış ve mantıksal işleyişe odaklanan bir eserde psikolojik,
sosyolojik, tarihsel ve kültürel arka plana genişçe yer verilmesi; düşüncenin, zamandan ve
mekândan bağımsız nesnel bir üretim olmadığının altının çizilmesi yaygın görülen bir durum
değildir ve oldukça değerlidir. Bu bölüm sayesinde okuyucu safsata konusunda “safsata
nedir?” ve “safsata nasıl yapılır?” sorularının cevaplarını öğrenmenin yanı sıra “safsata
ne(re)den başladı?” ve “safsata niçin yapıldı?” sorularının cevaplarını da öğrenme imkanına
sahip olmaktadır. Anlama, açıklama, değerlendirme ve eleştirme ancak düşünceye özgür bir
alan sağlandığında gerçekleştirilebilecek zihinsel faaliyetlerdir. Bireysel düşünce ile
toplumsal yaşam arasında canlı bir seçici uyuşum bulunmaktadır. Bireyin düşüncesi toplumu,
toplumun yapısı da bireyin düşüncesini aktif ve sürekli bir biçimde şekillendirmektedir.
Atina’da da önce kutsal ve değişmez görülen yasa, yazılı bir hale getirilmiş, ardından yasanın
doğal/kutsal olmayıp insan yapımı olabileceği düşüncesi tartışmaya açılmıştır. Yasanın
göklerden biraz aşağılara belki yerlere indirilmesinin ardından da insan, toplumda eşitlik ve
özgür ifade hakkıyla birlikte yukarılara çıkarılmış ve yasa ile eşit bir zeminde var olma
hakkına kavuşmuştur. Yasanın yazılı hale gelmesi, yasanın kutsal olduğu düşüncesi yerine
insan yapımı olabileceği düşüncesi, siyasal iktidarın mutlak güç alanının sınırlandırılması,
yasanın herkes için bağlayıcı olması ve yurttaşlar arasında bir eşitliğin savunulması gibi
hususlar konuşma, düşünme ve eleştirme haklarının herkes tarafından kullanılabilir bir hale
gelmesini sağlamıştır. Solon, Peisistratos, Kleisthenes ve son olarak da Perikles’in çabaları ile
birlikte tarihte ilk kez bir demokrasi tesis edilmiş ve uygulamaya konulmuştur. Eşit konuşma
hakkının ortaya çıktığı bir dönemde güçlü ve etkili konuşmanın önemi ön plana çıkmıştır.
Tam bu noktada “belli bir durumda, elde var olan inandırma yollarını kullanma yetisi” olan
retorik imdada yetişmiştir. Retoriğin bir sanat haline gelmesi; siyasal yaşamda eşitlik ve
rekabetin sağlanması, yurttaşların kendilerini ifade etme haklarının teslim edilmesiyle
mümkün olabilmiştir. Sofistler de bir gereklilik halini alan bu sanatın öğretimini üstlenen
paralı öğretmenler olarak tarih sahnesinde kendilerini göstermişlerdir. “Antik Yunan Düşünce
Dünyasında Retorik ve Sofistlerin Retorikle İlişkisi” başlığı; retoriğin yaşam alanı, sözün
büyüsü, Yunan dilinin gelişimi ve retoriğin çeşitli filozoflar tarafından ele alınışı gibi
konulara ayrılmıştır. “Sofist, Sofistler ve Antik Yunan Toplumuna Etkileri” başlığındaysa
sırasıyla kavram analizinin yapıldığı “Sofist Kavramı”; sofistlerin var oluş sebepleri ve
hikayelerinin anlatıldığı “Sofistler”; insanı merkeze alma, konuları tartışmaya açma, konuşma
eşitliğini sağlama gibi etkilere değinilen “Antik Yunan Yaşamında Sofistlerin Etkileri” alt
başlıklarına yer verilmiştir. Protagoras, Gorgias, Kritias, Thrasymakhos gibi sofistlere
değinilmiş ve onların eğitim, hukuk, siyaset gibi alanlara ne gibi etkilerde bulunduklarından
söz edilmiştir. Konu yalnızca sofistler merkeze alınarak tartışılmamış; konuya dair Sokrates,
Platon, Aristoteles gibi diğer filozofların yorumlarına da yer verilmiş ayrıca Anaksagoras,
Empedokles gibi filozofların sofistlerle olan ilişkisinden de bahsedilmiştir. En vurucu
tartışmalar; bilgeliğin neliği ve kimlerin bilge olarak isimlendirilebileceği, düşünme ve eylem
arasındaki ilişkinin mahiyeti, kutsal merkezli dünya görüşünden insan merkezli dünya
görüşüne geçiş ve bu doğrultuda gerçekleşen nomos-physis temelli yasa yaklaşımları
tartışmalarıdır. Aristokrasi, oligarşi, tiranlık ve nihayet demokrasi yönetimleriyle karşılaşan
Antik Yunan Devleti ve Halkı, siyasi yaşamda tecrübe ettiği bu dönüşüme paralel-koşut
olarak düşünce dünyasında da ciddi değişim ve dönüşümlere tanıklık etmiştir. Yazarın da
ifade ettiği üzere tüm bu dönüşümlerin doğal bir sonucu olarak sofistler, düşünülmeyen ve
planlanmamış bir biçimde ortaya çıkmıştır. Kısa bir özetini sunduğumuz bu bölüm; yazarın
safsatanın köken, oluşum ve gelişimine dair açımlamalarını yaptığı bölümdür. Girişte bireysel
boyutta safsatanın uzanımlarına değinildiğini hatırlayacak olursak bu bölümde toplumsal
boyutta safsatanın uzanımlarına da değinilerek parçadan bütüne bir inşâ faaliyetinin
sürdürüldüğünü gözlemleyebiliriz. Bu bölümün tamamlanmasıyla okuyucu; tarihsel, kültürel,
bireysel ve toplumsal boyutlarıyla safsataya ve sofistlere dair gerekli ve yeterli bilgiyi
edinmekte ve son bölüm olan “Safsata, Safsatanın Oluşumu ve Çeşitleri” bölümüne
başlamaya tam anlamıyla hazır bir hale gelmektedir.

“Safsata, Safsatanın Oluşumu ve Çeşitleri” başlığını taşıyan üçüncü bölüm,


safsataya dair genel bir özet ve bilgilendirmeyle başlamaktadır. Safsata kavramı, girişte ve ilk
iki bölümde inşa edilmiş temellerin üzerine oturtulmakta ve safsatanın konumu, neliğiyle
birlikte netleştirilmektedir. Bir “üst dil” olan retorikle “retoriğin yeni bir versiyonu” olan
safsata birbirinden ayrıldıktan sonra “Safsatanın Tanımı, Mahiyeti ve Amacı” başlığına
geçilmektedir. Bu başlıkta safsatanın etimolojik kökenine yer verilmekte, safsata ve mugalata
arasında net bir ayrıma gidilmektedir. Ayrıca yazar; Aristoteles’i model alarak safsatayı,
amaçlarını ve faydalarını kısaca özetlemektedir. Ardından “Safsatada Kullanılan Öncüllerin
Niteliği” başlığına geçilmekte, önce öncüller açıklanmakta ve birbirinden ayrıştırılmaktadır.
Zihnin idrak güçleri sınıflandırılarak vehim, safsatanın üzerine inşa olunduğu idrak gücü
olarak vasıflandırılmaktadır. Vehmin ne olduğu ve nasıl işlediği ayrıntılı bir şekilde
açıklandıktan sonra “Safsatanın Ele Alınış Şekilleri” başlığına geçilmektedir. Daha önce
safsata ve mugalata arasında yapılan “yanlışlığı bilinerek yapılmak” ayrımı zikredilerek bu
ayrımın yetersiz kaldığı ifade edilmektedir. Bunun yerine “yakîne benzeyen” öncüllerden
kurulu olan kıyasa safsata (mugâlata-i burhaniyye), “meşhura benzeyen” öncüllerden kurulu
olana müşağebe (mugâlata-i cedeliyye) denilmekte ve mugâlata, bu iki türün cinsi konumunda
bir üst başlık olarak alınmaktadır. İlgili mugâlatalar öncelikle biçime ilişkin ve içeriğe ilişkin
olmak üzere ikiye ayrılmakta; içeriğe ilişkin olanlar da kendi içinde lafızdan kaynaklananlar
ve manadan kaynaklananlar olarak ikiye ayrılmaktadır. Safsata türlerine geçmeden evvel,
safsatanın Aristoteles’ten günümüze farklı biçimlerde ele alındığının altı çizilmekte ve
safsataya dair alternatif eserlere atıfta bulunulmaktadır. Ancak yazar, başlığın sonunda
kendisinin Aristoteles’in safsatayı ele alma biçimine sadık kalmaya hassasiyet göstereceğinin
altını çizmektedir. Bu uyarının ardından artık safsatanın uygulamalı alanına geçilmekte;
açıklamaları ve örnekleriyle birlikte safsatalar sınıflandırılmış bir biçimde sunulmaktadır.
“Oluşumuna Göre Safsata Çeşitleri” başlığında bulunan ilk alt başlık “Surete İlişkin Hususlar
Kaynaklı Safsatalar” başlığıdır. Yazar bu başlıkta konuya başlamadan evvel mimarlıkla
mantık arasında bir analoji kurmakta ve bir yapının “sağlamlık, kullanışlılık ve güzellik” gibi
üç niteliğe sahip olması gerektiğini ifade eden bir alıntıya yer vermektedir. Yazarın, mantığın
uygulama alanına geçtiği esnada mimarlıktan bir alıntıya yer vermesi, oldukça teorik bir
alanda işlev gösteren mantığı hayatın içinden bir alanla benzeştirmesi, mantık eğitim ve
öğretimi açısından dikkate değerdir. Yine aynı başlıkta “doğru ve geçerli” ayrımına işaret
edilmekte ve bu ayrım aracılığıyla mantığın alanı hakkında çıkarımlarda bulunulmaktadır.

“Geçerli Bir Kıyasın Gerçekleşmesinde Dikkat Edilmesi Gereken Kuralların İhlal


Edilmesiyle Oluşan Safsatalar” başlığında kıyasın sekiz kuralına yer verilmekte ve bu başlık
altında ilgili kuralların ihlali durumunda ortaya çıkan yanlışlar, açıklamaları ve örnekleriyle
birlikte sunulmaktadır. Bu sekiz başlık/yanlış şu şekildedir: Dört Terim Kaynaklı Safsata,
Orta Terimin Sonuçta Yer Almasına Bağlı Olarak Oluşan Safsata, Dağıtılmamış Orta Terim
Kaynaklı Safsata, Geçersiz Süreç Kaynaklı Safsata, Öncüllerin Güçlü Olanına Tabi Olarak
Ortaya Çıkan Sonuç Kaynaklı Safsata, Olumsuz Öncüllerden Sonuç Çıkarmaya Dayalı
Safsata, Olumlu Öncülden Olumsuz Sonuç Çıkarma Kaynaklı Safsata, İki Tikelden Sonuç
Çıkarmaya Dayalı Oluşan Safsata.

Biçime ilişkin safsataların işlenmesinin ardından “İçeriğe İlişkin Hususlar Kaynaklı


Safsatalar” başlığına geçilmektedir. İçeriğe ilişkin safsatalar kendi içinde “Lafız Kaynaklı
Safsatalar” ve “Mana Kaynaklı Safsatalar” olarak ikiye ayrılmaktadır. Lafız kaynaklı
safsatalar şunlardır: Eşadlılık, Müphemlik, Birleştirme, Bölme, Vurgu İşareti, İfade Biçimi.
Mana kaynaklı safsatalar ise şunlardır: Arazî Olanı Zatî Yerine Kullanma, Mutlak Olanı
Bağlama Göre Söyleme, Konuyu Bilmemek ya da Bilmezden Gelmeye Dayalı Oluşan
Safsata, İspat Edilecek Olanı Kanıt Olarak Kullanmak, Aksinin de Doğru Olduğunu Kabul
Etme, Yanlış Neden Safsatası, Çoklu Konu ve Durumun Tekli Olarak Sorulması Safsatası.
Biçim ve içeriğe dair safsataların tamamlanmasının ardından “Diğer Safsata Çeşitleri”
başlığına geçilmektedir. Bu başlıkta incelenen safsata çeşitleri/başlıkları şunlardır: Amaçlı
İştirak Safsatası, Herkes Yapıyor Safsatası, İspat Yükümlülüğü Safsatası, Kendinden Emin
Bir Tavır Sergileme Safsatası, Kişisel Deneyime Başvurma Safsatası, Kişiyi Karalama
Safsatası, Konuyu Saptırma Safsatası, Konuyu Tek Taraflı Sunma Safsatası, Korkuya
Başvurma Safsatası, Otoriteye Başvurma Safsatası, Popüler Olanı Esas Alma Safsatası,
Rastgele Genellemede Bulunma Safsatası.

Türlere ve başlıklara göre adları sıralanmış olan bu safsataların her biri ayrı ayrı
oldukça önemlidir. Basit birer kelime oyunu ya da işlem hatası gibi gözüken bu safsatalar
doğru bir biçimde kullanıldıklarında düşünce ve eylemde çok büyük değişimlere sebep
olabilirler. Doğru ya da geçerli olmamasına rağmen kendisini doğru ya da geçerliymiş gibi
sunan bu safsatalara kanan ve ikna olan bir kişinin düşünceleri, inançları, eylemleri kısaca
tüm hayatı temelsiz ve yanlış bir düşünce üzerine inşa olabilir. Yazar, safsataları açıkladıktan
sonra kullandığı örneklerde safsataların basit birer kelime oyunu ya da işlem hatası
olmadıklarının altını çizmek ve okuyucunun safsatalarla canlı bir bağ kurabilmesini mümkün
kılmak adına hem hayatın içinden hem de düşünce dünyamız için hayati öneme sahip örnekler
sunmaktadır.

Bir konuya verilecek örnek, konunun önemi ve değerine dair bir fikir sahibi olmamıza
olanak sağlar. Sözünü ettiğimizin örneğin etkisi konusuna bir örnek verecek olursak; yazarın,
dört terim hatasından bahsettiği başlıkta verdiği örnekte “insan-ı hakiki” ve “insan-ı mantıkî”
ayrımına gitmesi oldukça dikkate değerdir. Bu ayrım her ne kadar yalnızca mantık ve
felsefeyle ilgilenenlere has bir ayrımmış gibi gözükse de aslında gündelik dildeki birçok
tartışmanın hareket noktasıdır. Hem konuşmacı hem de dinleyici konuştuğu ya da dinlediği
şeyin duyulurlar dünyasına ait gerçek bir nesne mi yoksa düşünülürler dünyasına ait bir
kavram mı olduğunun ayırdına varamazsa iletişimde ortak zemin/konu inşa edilemez. Haliyle
ortak olmayan iki ayrı konu üzerine yüklenen yüklemler de ister karşıt ister koşut olsunlar
birbirlerini çürütemeyecek ancak sadece teğet geçeceklerdir. Tanrı üzerine tartışan bir teist ve
ateisti örnek gösterecek olursak; bir taraf tanrı kavramını açıklamaya ve temellendirmeye
çalışırken diğer taraf belli bir dinin tanrısının varlığını kanıtlamaya girişiyorsa muhataplar
zaten aynı şey hakkında konuşmuyorlardır. Haliyle gerçek bir tartışmaymış gibi gözüken bu
konuşma herhangi bir sonuca bağlanamayacaktır; zira taraflar aynı şeyden bahsetmemektedir.
Bahsedilen ayrımın farkına varılabilmesi için de “hakiki şeyler” ve “mantıki şeyler” ayrımı
hakkında temel de olsa bir bilgiye ihtiyaç vardır. Yazar, Aristoteles’ten yaptığı bir alıntıyla bu
ayrımı okuyucuya sezdirmektedir: “Adlardan çıkan sonucun şeyler için de geçerli olduğunu
düşünmeye meylederiz… adların güçleri konusunda deneyimsiz olanlar safsataya düşerler,
hem kendileri konuşurken hem de başkalarını dinlerken.” Yalnızca bir başlıktan örneğini
sunduğumuz bu hayatın içinden ve felsefi uzanımlı örneklendirme olgusu kitap boyunca nadir
rastlanan bir durum değildir. Yazar, yeri geldikçe hem gündelik hem de felsefi tartışmaların
algılanış ve kavranışını değiştirecek bilgiler sunmaktadır. Bu sayede safsatalarla aramızda
daha yakın bir bağ kurabiliyor, onları gündelik hayatımızda konumlandırabiliyor ve olası
safsataları daha rahat tespit etmemize imkan sağlıyoruz. Yazarın da vurguladığı üzere beş
sanat konusu mantık tarihinin belli bir döneminde hak ettiği ilgi ve değeri görememiştir. Beş
sanatın hak ettiği değeri göremeyişinin nedenlerinden biri de kuvvetle muhtemeldir ki beş
sanatın gündelik hayatta ne işe yaradığının ve nereye konumlandığının yeterince belirgin
olmamasıdır. Örneklerin basitliği, örneğin verildiği konunun da basit olduğu
yanılgısına/safsatasına yol açabilmektedir. Dört terim hatasının en bilindik örneği “Her at
kişner, tablodaki at resmi de attır, tablodaki at da kişner” örneğidir. Bu örneğe bakıldığında
tablodaki atın kişnemeyeceği çok açık olduğu için dört terim hatasının da öğrenilmeye değer
bir şey olmadığı sonucuna ulaşılabilir. Oysa bir lafzın delaletinde gerçekleşecek küçük bir
değişikliğin bambaşka iki şeye gönderimde bulunmakla sonuçlanabileceği daha çarpıcı
örneklerle sunulsaydı belki de bazı konular hak ettikleri değeri görebilirlerdi. Bu bakımdan
incelemeye konu edindiğimiz eser, böylesi bir boşluğa hem işaret etmesi hem de bu boşluğu
doldurmak adına bir adım atmış olması bakımından oldukça değerlidir.

“Aksinin de Doğru Olduğunu Kabul Etme” ve “Yanlış Neden Safsatası” başlıklarında;


neden ve sonuç, öncelik ve sonralık, korelasyon ve nedensellik, asıl neden, gerek sebep, yeter
sebep, yasalılık-düzen-doğa, tutarsız ve kısmî ilişkiler gibi konuların bazılarına doğrudan
değinilmekte bazılarınaysa göndermeler bulunmaktadır. Bir safsatayı anlamak ve ondan
kaçınmak için yalnızca safsatanın isminin ne anlama geldiğini bilmek yeterli değildir.
Safsatanın doğasını, sebeplerini, ortaya çıkışını ve işleyişini de bilmemiz gerekir. Bu nedenle
yukarıdaki başlıklarda; şeyler arasında kurulan bağlantının zorunlu olarak görülmesinden
kaynaklanan hata örnekleri verilmekle birlikte bunun neden ve nasıl hata olduğu da
açıklanmaktadır. Bu hatalı düşünme biçimi ve batıl inançlar arasında bir ilişki kurulmakta ve
batıl inancın deyim yerindeyse mantığı açıklanmaktadır. Yazar felsefi terimleri ve işleyişi
tanıtıp kısaca açıkladıktan sonra yine hayatın içinden bilindik örneklerle konuyu okuyucunun
zihninde rahatça konumlandırabilmesini sağlamaktadır. Örneğin bir güneş tutulması niçin bir
savaşın çıkacağına işarettir? Bir ilaç komşuma iyi geldiyse bana da iyi gelecek midir? Kitapta
bunlar ve bunlara benzer hayatın içinden birçok örnekle karşılaşmaktayız. Bu sayede kitap,
yalnızca mantıkçıların okuyabileceği soğuk bir teori kitabı olmaktan çıkıp her kitleden
okuyucunun kendisiyle bağlantı kurabileceği bir başucu eseri haline gelmektedir.

Safsataların bu eserde sunulduğu kadarıyla sınırlı olmadığı vurgusunu yapmakla


birlikte yazar, mevcut safsataların ne yollarla çeşitlendirilebileceği ve hangi biçimlerde
karşımıza çıkabileceğine değinmektedir. Safsatanın ne yollarla ve hangi sebeplerle oluşacağı
anlaşıldığında yeni durumlarda karşılaşılabilecek yeni safsatalara da hazır duruma
geleceğimiz hatırlatılmaktadır. Yazara göre safsatanın oluşmasının temel nedeni, ele alınan
konunun tam olarak ne olduğunun bilinmemesine bağlı olarak konuya dahil olan ile hariç
olanı birbirinden ayıramamaktır. Geçerli bir çıkarım ve geçerli bir çürütmenin ne olduğuna
ilişkin bilgi yetersizliği, konuşulan konuya dair sağlıklı bir değerlendirme yapabilmemize
engel olmaktadır. Çürütme ve çıkarım arasındaki farkın bilinmemesi durumundaysa hangi
yargının hangi yargıyı geçersiz kılacağı yahut bir kanıtın geçersiz kılınmasından kanıtlananın
da geçersiz sayılıp sayılamayacağı gibi hususlar karanlıkta kalmaktadır. Yazarın da ifade
ettiği üzere safsataya başvurmaya iten temel sebep olan duygularına esir düşme durumu,
sadece akıl yetisini alt düzeyde kullanan kişilerde görülen bir durum değildir. İnsan yaşamı
tekdüze, yalnızca akıl düzeyinde mantıksal çıkarımların yapıldığı nesnel ve matematiksel bir
alan olmadığı için insan, bazen bilerek ve isteyerek bazen de mecbur kalarak safsatalara
başvurabilir. Duygulara esir düşme sonucunda kişi, duygularıyla düşünmeye ya da düşünme
zannedilen ama aslında düşünme olmayan bazı çıkarımlara başvurabilir. Meşhur ve veciz bir
ifadeyle özetleyecek olursak: “Safsatalar öğrenilmelidir zira insan en çok kendisini kandırır.”

Sonuç bölümünde konular toparlanmakta ve birbirleriyle kısa ve öz bir biçimde


ilişkilendirilmektedir. Delalet ve lafız bahsi ile safsatanın dilsel yönü; tarihsel bir varlık
olması, kültürel etkilere açık olması ile düşünme imkanları arasındaki ilişkiden kaynaklanan
insanın dışsal yönü; duygular ve özellikle arzulardan kaynaklanan etkilenimlerle insanın yanlı
bir varlık olduğu vurgusuyla insanın içsel yönüne vurgu yapılmaktadır. Toplumsal değişim ve
dönüşümlere koşut-paralel olarak gelişen farklı düşünce, davranış ve tutumlar
hatırlatılmaktadır. İnsanın öne alındığı, düşünce ve ifade özgürlüğünün sağlandığı
toplumlarda iknanın önemine binaen hitabet sanatının vazgeçilmezliğinin altı çizilmektedir.
Safsatalar oldukça kısa ve öz bir biçimde özetlenmektedir. Son olarak safsatayı öğrenmenin
önemi ve gerekliliğine değinilmektedir. Safsatayı öğrenmek, bir ifadeyi tutarlı bir biçimde
değerlendirme gücü ve aldatılma karşısında tedbirli davranma imkânı verir. Haliyle safsatadan
korunmak için de safsatayı öğrenmek zorundayızdır. Yazar, sofistik delillere dair eğitimin
küçük yaşlardan itibaren verilmesinin bir gerekliliğin de ötesinde artık bir zorunluluk halini
aldığını vurgulamaktadır. Yazarın da ifade ettiği üzere “Değerlendirme bilinci olan, doğru ile
yanlışı ayırt edebilen bir toplum için mantığın ve safsatanın bilinmesi hayati bir önem
taşımaktadır.”

Esere dair genel birkaç değerlendirme daha yapacak olursak; sofistler, eser
boyunca yalnızca kendi oluşum ve gelişim çizgileri içinde sunulmuştur. Her ne kadar bazı
eleştirilere atıfta bulunulmuş olsa da sofistlerin sebep olduğu düşünsel yıkımlara ve açmazlara
biraz daha geniş bir yer verilirse okuyucuya nesnel bir değerlendirme için daha geniş bir
düşünme alanı sağlanabilir. Örneğin sofistler ve paradokslar konusunun birlikte işleneceği bir
başlık, sofizmin ve safsatanın nasıl açmazlar doğurduğunun açıkça görülebilmesini
sağlayabilir. Özgür düşünce ortamının doğal bir sonucu hatta belki de meyvesi olarak
sıfatlandırılan sofistler, eserin özellikle ikinci bölümünde okuyucuda olumlu bir izlenim
bırakmaya yatkın bir biçimde sunulmuş gibi gözükmektedir. Sofistlerin gözünden yahut
sofistlerin merkeze alındığı bir anlatıma başvurulması, demokrasi gibi olumlu izlenimlere
sahip bir kavram ile sofist ve safsata gibi olumsuz çağrışımlara sahip kavramlar arasında ister
istemez bir bağ kurulmasına yol açabilir. Her ne kadar bu durumun kendisi bir Amaçlı İştirak
Safsatası olsa da mevcut anlatım böylesi bir okumaya imkan verebilir. Sofistlere ayrılan yerin
ardından sofistlere yöneltilen eleştirilere, sofistlerin sebep oldukları düşünsel krize ve
mantığın/apodeiktiğin doğuşunu zorunlu hale getirmelerine biraz daha geniş bir yer
verilebilirdi. Bu sayede her iki taraf eşit bir biçimde ortaya konulabilir ve okuyucu,
eşit/tarafsız bir değerlendirme imkanına sahip olabilirdi. Bu ihtiyaç, eserde burhan-safsata
dikotomisinde karşılanmaktadır. Yani söz konusu eleştiri eserin tümüne yöneltilen bir eleştiri
değil yalnızca eserin ikinci bölümüne, sofistlerin tarihsel ortaya çıkış ve varoluş hikayelerinin
sunulduğu bölüme yöneltilen bir eleştiridir.

Safsatanın Ele Alınış Biçimleri bölümünde yazar, safsatanın farklı biçimlerde ele
alındığı diğer bazı kaynaklara atıfta bulunmakla birlikte kendisinin Aristoteles’in safsatayı ele
alma biçimine sadık kalmaya hassasiyet göstereceğini ifade etmektedir. Atıfta bulunulan
kaynaklar şunlardır: Immanuel Tolstoyevski, Safsatalar Ansiklopedisi; Tevfik Uyar,
Safsatalar; Alev Alatlı, Safsata Kılavuzu. Kaynaklara belki Rolf Dobelli’nin “Hatasız
Düşünme Sanatı ve Hatasız Düşünme Sanatı II” eserleri de eklenebilir. İlgili kaynaklar,
safsata konusuna örnekler üzerinden yaklaşan görece modern diyebileceğimiz eserlerdir.
Yazar, safsataya dair bir köken bilgisi ve işleyiş tespiti yaptığı için kendisinin Aristoteles’e
sadık kalması oldukça anlaşılır bir durumdur. Ancak bir okuyucu olarak, diğer kaynaklardan
kısaca bahsedilmesi, mevcut eser ile diğer kaynaklar arasında ne gibi benzerlikler ve ayrılıklar
olduğuna değinilmesi oldukça faydalı olabilirdi. Aristoteles’in “Sofistçe Çürütmeler” adlı
klasik eseri ve İbrahim Emiroğlu’nun “Mantık Yanlışları” adlı akademik başucu eserini de
hatırlayacak olursak safsata hakkında dilimizde ulaşabildiğimiz eserlerin ikiye ayrıldığını
söyleyebiliriz. Ansiklopedik bir biçimde örnek-olay odaklı birer anlatıma sahip olan son
dönem eserler, konu anlatımı odaklı ve konulara gerektikçe örnekler sunan klasik temelli
eserler. İnceleme konusu edindiğimiz eseri diğerlerinden ayıran yönü ise safsatayı ve sofistleri
birçok açıdan ele alıyor oluşudur. Eser; konu anlatımı, örnek-olay sunumu ve konunun
tarihsel-kültürel-toplumsal-psikolojik temellendirmesini yapması bakımından yeni bir türün
örneği olarak görülebilir.

Eserde gözden kaçan bazı yazım ve ifade hataları bulunmaktadır. Örneğin sayfa 163’te
“Torpil yapmak ahlaki bir davranıştır. Ahlak dışı olan bir davranış kötülenmiştir. O halde,
torpil yapmak kötülenmiş değildir.” örneğinde orta terim (ahlaki bir davranış ve ahlak dışı
olan bir davranış biçiminde) farklılaşmaktadır. İlk bakışta bir dördüncü terim hatası gibi
gözüktüğü için okuyucuda belki bir kafa karışıklığına sebep olabilir ancak bağlamdan
anlaşıldığı kadarıyla yazım esnasında dikkatten kaçmış bir durum gibi gözükmektedir. Sayfa
178’deki “sonran” ve sayfa 181’de bitişik yazılması gereken “ifade de” ifadeleri gibi bazı
gözden kaçan yazım hataları bulunmaktadır ancak bu hatalar bağlamı ve anlamı etkilemeyen
hatalardır ve kuvvetle muhtemel ikinci baskıda giderilecektir. Sayfa 242’den örneğini
vereceğimiz “dır” ve “yor” kullanımları okuyuştaki akışı biraz da olsa kesintiye
uğratmaktadır. Örneğin bir önceki cümle “ayrılıyor” sözcüğüyle biterken bir sonraki cümle
“varlığıdır” sözcüğüyle bitmektedir. Haliyle aynı paragraf ve konu içinde bulunan bu zaman
kipi geçişleri akıcılık açısından birbirine simetrik-paralel-koşut bir biçimde düzenlenebilir.

Safsata konusu oldukça önemli, değerli ve dikkate değer bir konu olmasına rağmen
dilimizde bu konuya dair ulaşılabilir kaynakların sayısı oldukça sınırlıdır. Mevcut eserler de
farklı amaçlarla yazılmış, farklı konulara odaklanan ve birbirinden farklı biçimsel özelliklere
sahip eserlerdir. Bu nedenle safsata konusunda kullanılan terimler yahut safsata biçimlerinin
adlandırmaları da çeşitlilik göstermektedir. Yazar da bazı noktalarda genel kabul görmüş
terim ya da kalıpları kullanırken bazı noktalarda yeni terim ya da kalıplar kullanmıştır. İlgili
terim ve kalıpların kullanımında daha simetrik tercihlerin yapılması, konunun anlaşılırlığını
biraz da olsa artıracaktır. Örneğin “X Kaynaklı Safsata”, “X’e Bağlı Olarak Oluşan Safsata”,
“X Olarak Ortaya Çıkan Safsata”, “X Olarak Kullanmak”, “X Safsatası” gibi kullanımlara yer
verilmektedir. Başlıklarda ortaya çıkan bu çeşitlenmenin eğer içeriği ifade etmede özel bir
önemi yoksa, birbirlerine uyumlu ve aynı dizgede bulunan simetrik kullanımlar tercih
edilebilir. Diğer Safsata Çeşitleri başlığında bulunan “X, Y, Z Safsatası” biçimindeki simetrik
kullanıma bakılıp diğer başlıklarla bir karşılaştırma yapılırsa kastımız daha iyi anlaşılacaktır.

Eser, konuların bağlamlarıyla birlikte sunulması ve özenle seçilmiş örnekleriyle


kendini ön plana çıkarmaktadır. Örnekler oldukça etkili olmalarına rağmen okuyucunun
yalnızca bir alıcı durumunda bulunduğu açık örneklerin yanına -nâçizâne bir tavsiye olarak-
belki çözümü kitabın sonuna iliştirilmiş birkaç açık uçlu, boşluk doldurmalı örnek
eklenebilirdi. Zira eser boyunca düşünce-eylem birlikteliği, teori-pratik etkileşimi gibi
konulara sık sık yer verilmiştir. Okuyucunun da öğrendiği konularda pratik-alıştırma
yapabileceği bir alana sahip olması oldukça faydalı olabilirdi.

Sonuç olarak “Aldatanların Söylem Dili Safsata”, -kanaatimizce- günümüze kadar


safsata alanında yapılmış çalışmalardan beslenen, birikimi yapıcı bir eleştiriyle yoğurarak
sunan, konuyu etraflıca değerlendirme imkanı sağlayan, örnekleriyle konuları somutlaştıran
ve anlaşılmasını kolaylaştıran bir eserdir. Eserin asıl vurgusu; safsatanın nasıl hayatın içinden
ve doğal bir biçimde doğduğu, günümüzde de bu konuda hayatın içinde nasıl bilinçli ve
farkında olacağımız üzerindedir. Doğru ve yanlışı birbirinden ayırma gücüne sahip olan akla
kılavuzluk eden mantık, insanı düşünmede hataya düşmekten koruyan bir araçtır. Mantığın,
işlevini yerine getirebilmesi için aklın doğru bir biçimde işletilmesi/kullanılması
gerekmektedir. Doğrunun bilinmesi kadar yanlışın (safsatanın) da bilinmesi oldukça
önemlidir. Bu nedenle söz konusu eser, hataya düşmekten ve düşürmekten kaçınmayı
öğrenmek isteyenler için oldukça kapsamlı ve faydalı bir çalışmadır. Ancak safsata hakkında
bilgi sahibi olmak asla safsata yapmayacağımızı ya da hiçbir safsataya kanmayacağımızı
garanti etmez. Tıpkı mantık alanında olduğu gibi yalnızca doğru kullanıldığında amaca
ulaşılmasını garanti eder. Kısaca ifade edecek olursak; “Mantık size düşünmeyi öğretir, sizin
yerinize düşünmez.”

You might also like