Halit Ertuğrul - Ateşte Açan Çiçekler

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 180

HALİT ERTUĞRUL

ACAN ÇİÇEKLER
/.

rc

lilESÎL
I ;
ateşte açan
çiçekler
İHALİT ERTUĞRUL
ateşte açan
çiçekler
HALIT ERTUGRUL

YıgmySıutmenl: NESİL YAYINLARI


Dr.VeUSmm Sanayi Cd. eilgc Sk. Na; 2 Yenlbosna
34196, Balt{ellevler / İstanbul
EdUSn
Ttl: (0212) 651 32 25 pb>
Ali Bekir raksı (0212) 551 26 59
Mizanpaj;
AhmetAy İnternet: mnr.nesiiyiyinUri.cam
e-posta: nesliBnesilyeyinJari.cam
Kapak:
Gökhan Kaç
OreUnu
Ali Osman Macit

İSEN; 9?8-9rS-269-795-9

Bmkn Nisan 20İ0

Baskt^CÜS:
Nesil MaAaaaiık
BeynteTSan.SiLZCad.No:23
Yakuplu • Beylikdüzü/İstanbul
TO: (0212) 8763868pbx tlESİL
9 F1lc(r ve Sanat Eserleri Yasası gerekince bu eserin yayın lıakkı
anlaşmalı olarak Nesil Basım Yayın Gıda Tic. ve San. A.Ş.'ye
aittir, izinsiz, kısmen ya da tamamen çoğaltılıp yayınlanamaz.
ateşte açan
çiçekler
HALİT ERTUĞRUL

İIESİL
iZgitlmci-yazarDr.HalitErtugnd,Adıyaman'ın Besni ilçesinin Şambı^t nahiyesinde dünyaya
geldi likolaUu doğduğu yerde, ortaokul ve öğretmen okulunu da Kırşehir'de okudu. Niğde Eğitim
Enstitüsünü bitiren Dr. Haile Ertugrul, daha sonra Gazi Eğitim Fakültesi, ^itim Bitimleri
Bölümü, Eğitim Yönetimi ve Denetimi Anabllim Dalından da mezun oldu.
Cumhuriyet Üniversitesi Kcanu Yönetimi Yönetim Bilimleri Bölümünde yüksek lisans; Sakarya
Üniversitesi Sosyoloji Bölümünde de doktoru çalışmalannı tamamladı.
"Dsmanbdan GünümüzeAzmldeveYibana Okuiian, Bu Okulian Bitiıerderin Türk Tbplumunda
Üstlendiği Roller" İsimli doktora çalışması. Kültürümüzü Etkilen Okullar adıyla basıldı ve büyük
gördü.
Kodun çeşitli yerlerinde İlkokul öğretmenlik okul müdürlüğü, MÜH Eğitim Şube Müdürlüğü ve
MiBİ Eğitim Müdürü^ görevlerinde bulundu. MIHI ^tim Bakanlığı merkez teşkilâtına geçerek.
Kurul Uzmaru ve Bakan Danışmam olarak çalıştı
Çeşitli ürdversilelerdeyöneticilik ve öğretim üyeliği yapan Dr. HalitErtuğrui yurt İçi ve yurt dışında
çeşitli büimsel ve kültürelfaaliyetlere katıldı
Meslek hrzyatı boyunca, eğitim ve kültür alanında elliden fazla kitabı ve çok sayıda makale ve yazısı
yayınlandı. Kitapları çok sayıda ödül aldı ve çeşitli dillere çevrildi. Ayrıca, bazı kitapları
Milli Eğitim Bidcanlığı ve Emniya Gene! Müdüriüffi tarafından tavsiye edildi
Kganianan kitaplanndan Kendini ArayanAdanı Düzceii Mehmet ve Ayselgibi eserleriyüzlene baskı
yaparak, satış rekorian kırdı
Bilimsel vekültOrdfaalfyetlerinlsürdüren Dr. HalitErtuğrui. "öğretmede Ybni Tikniklerf'öğrenmede
Yeni Teknikler," 'Çocuk Eğitiminde Yeni Teknikler," "Günümüzde Gençlik Problemleri
ve Çözünderf "AUe içi EğltlnY'gibi konularda konferanslar vermektedir.
Dr. HalitErtuğrui evli ve Uâ çocuk babasıdır.

HALIT ERTUGRUL
www.halitertugrul.com • e-mail: halitertugruil956@gmalLcom

YAYINLANMIŞ ESERLERİ
■ Kendini Arayan Adam ■ Mazlumun Ahu Emre
■ Kendimi Buldum ■ Okuyuculardan tbıetll Mektuplar .
■ Bic Depıem Mudzesi: Düzceii Mehmet ■ Günümüzden Hizmet Öyküleri
■ BunaYOıek Dayanmaz: Aysel ■ öğretmenlerden Hizmet öyküleri
■Aşk Böyle Yaşanır ■ Kendini Arayan Kadm
■Yeni Bir Hayat ■ Aradığım Bulan Kadın
■ Dünyayı Artanlar ■ Gizemli Davet
■ Uçurumdan Dönüş ■ Onlvı;rsite Smavını Nasıl Kazandım?
■ Sonınlar -Onerileı; Gençlik Mektuplan ■ Gençlik Sorunlan ve Çözümleri
■ Adım Adım Evlilik ■ Şark Kızı
■ Hayaun En Önemli İşi: ■Son Umut
Ailede ve Okulda (^cuk ^tlmi ■ Omck Hayatıyla:
■ Kültürümüzü EtkUeyen Okullar Herkesin öğretmeni Hz. Muhammed (as.m.)
■ Dünyama Bahar Geldi ■ insanlığa Adanmış Bir Ömür
■ Eğitimde Bedlüzzaman Modeli Said Nursl'nin Destanlaşan Hizmeti
■ Kendimizi Nasıl Yetiştirelim ■ Namazla Gelen Mucize: Ezanla Diriliş
■ Öğrencinin Başan Kılavuzu ■ Ateşte Yeşerdim
■ Öğretmenin Başan Kılavuzu u Kendiııizi Keşfe Var mısımz?
■ Siz Kimsiniz? 21 Adımda Hedef 12
■ Çocuğumu Bana Verin • Bir Gençlik Dramı: Sevda
■ Bir Gözyaşı Seli: Selim ve Hande ■ Her Yönüyle örnek öğretmen
■ Kitap Okumada Yeni Teknikler ■ Anne Baba Notunuz Kaç?
■ Bilimsel Çahşmada Yeni Teknikler ■ Secdede Son Nefes
■ Bir Duygu FUtmasc Canan ■ Ateşte Açan Çiçekler
İÇİNDEKİLER

Birinci Bölüm
BEYAZ CEHENNEM 9

ikinci Bölüm
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER OLMAK 15
Üçüncü Bölüm
AKILLARI DURDURAN BİR SORUŞTURMA 32
Dördüncü Bölüm
İNANILIR GİBİ DEĞİL 41

Beşinci Bölüm
DUYGU YÜKLÜ BİR KARŞILAŞMA 46
Alhncı Bölüm
AKILLARIN DURDUĞU YERLER 53

Yedinci Bölüm
YÜREK PARÇALAYAN BİR YAKARIŞ 59
Sekizinci Bölüm
BİR MAZLUMUN İBRETLİ SONU 63
6 o ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

Dokuzuncu Bölüm
MELEK ANNEMİN ESRÂRI 67
Onuncu Bölüm
ŞAŞIRTICI BÎR SAHNE 69
On Birinci Bölüm
ÇOK ETKİLENMİŞTİK 73
On ikinci Bölüm
RABBİM! KALBİM DURDU DURACAKTI 78
On Üçüncü Bölüm
BİZLERİ AĞLATAN ÇOCUK 84
On Dördüncü Bölüm
İÇİMİZİ PARÇALAYAN MEKTUP 94
On Beşinci Bölüm
ÖLÜMÜN ÜRPERTİCİ DOKUNUŞLARI 97
On Alhncı Bölüm
İŞTE BUNA DAYANILAMAZ 108
On Yedinci Bölüm
ENTERESAN BİR KARŞILAŞMA 112
On Sekizinci Bölüm
NASIL YAŞARSANIZ, ÖYLE ÖLÜRSÜNÜZ 116
On Dokuzuncu Bölüm
BU FERYADA CAN Mİ DAYANIR 122

Yirminci Bölüm
ÖZÜRLÜ BİR KIZIN İNANILMAZ HİZMETİ 130
Yirmi Birinci Bölüm
BİR MAHKÛMUN İBRET DOLU ÖYKÜSÜ 136
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER •?

Yirmi îkind Bölüm


HEM ANLATn, HEM AĞLADI 143
Yirmi Üçüncü Bölüm
SAKIN RÜYA OLMASIN 155

Yirmi Dördüncü
BÖLÜM ÇARESİZE ÇARE OLMAK 161
Yirmi Beşinci Bölüm
BU İMAN KARŞISINDA DONUP KALMIŞTIK 166
Yinrü Altma Bölüm
AKILLARIN UÇTUĞU AN 171
SON 175
KİTAP HAKKINDA AÇIKLAMA

ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER adlı bu çalışma, ATEŞTE YEŞER-


DÎM isimli kitabımızın devamı niteliğindedir.
Bu eser bir çıkış yolu arayan insanların, ibretli ve esrarlı
hadiselerle yüzleşmesini konu etmektedir. Ele alman husus
lar o kadar çarpıa ve o kadar merak uyandırıcı ki, okuyup
da şaşkınlık içinde kaybolmamak mümkün değildir.
Bu çahşma, sizleri o kadar etkileyecektir ki, bundan dola
yı, derhal kendinizi yeniden sorgulayıp, bir yol haritası be
lirleme ihtiyaa hissedeceksiniz. Çok daha önemlisi; belki siz
de Ateşte Açan Çiçekler'den birisi olmak için kollan sıvaya
caksınız.
Kitabı bitirdiğinizde de, bütün dostlaruuza tavsiye edip,
bu doyumsuz mutluluğu paylaşmak isteyeceksiniz.
Yeni bir yol, yeni bir ufuk ve yeni bir bakış dileğiyle...

HALİTERTUĞRUL
Birinci Bölüm
BEYAZCEHENNEM

YERİ GÖĞÜ BEYAZ bir cehenneme çeviren kar fırtma-


sınm, iliklere işleyen amansız soğuğu içinde, kasaba
daki insanlar görülmemiş bir panik yaşıyorlardı. Göz
gözü görmez hale getiren bu dayanılmaz afet, âdeta insanla
rı kınp geçirmeye başlamışfa. Bu dondurucu kışm tesiriyle
burunlardan ve gözlerden akan sular derhal buz tutuyor, bı
çakla kesmiş gibi elleri çatlatıp, kan revan içinde bırakıyor
du. Allah'ım sanki bu bir soğuk değil de, insanları yakıp ka
vuran bir aleve, parçalayıp yutan bir ejderhaya dönüşmüştü.
Bu görülmemiş kış dehşetine rağmen, insanlar sokaklara
dökülmüş, donmak pahasma okul yolunu tutmuşlardı. Yaş-
h-genç, kadm-kız, memur-esnaf neredeyse bütün kasabalı
bu korkunç soğuğun dayamimazlığı içinde, âdeta ölümle
alay eder gibi büyük bir telaşla koşuyorlardı. Kar cehenne
minde boğulurcasma, düşe kalka okula doğru giden bu
adamlar çıldırmış mıydı? Deli miydi? Bu havada kasabalıyı
canhıraş bir panik içinde okula çeken olay neydi?
Ahlar, vahlar, feryatlar ve gözyaşlanna bakıhrsa saygm
10•ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

bir insanın ölüm haberi olmalıydı. İyi ama bir ölüye koşmak
için neredeyse canlanm feda etme fedakârlığı nereden geli
yordu? Belli ki akıl mantık dinlemeden, seve seve canlarını
vermeye hazır olduklan esrarlı bir vaka, bu insanlan bu kar
cehenneminde yollara dökmüştü.
Nasıl unuturum? Daha dün gibiydi. Hem de o gün bir
Cuma günüydü. Ben ise ilkokul üçüncü smıfa giden mağ
dur, çaresiz ve gariban bir çocuk... Annemin beni bütün ka
im giyeceklerimle sarıp sarmalayarak okula gönderdiği o
dondurucu felâket günü...
Okula gittim ki, Allah'ım ne göreyim! Canları çeken, kan
lan donduran bu müthiş kıyamette, bütün insanlar sel gibi
okula akıyor, her kafada bir ses, kimse kimsenin dediğinden
bir şey anlamıyordu.
Okulım küçük salonumm ön tarafinda bir cenaze, bütün
öğretmenler başmda, birbirlerine sarılıp gözyaşı döküyor
lardı. Akm akm gelen halk ise, salonu çoktan doldurmuş, gi
remeyenler okulun önünde büyük bir kalabalık oluşturmuş
tu. Dizlerine vurarak, göğüslerini döverek, feryat figan için
de gözyaşı döktükleri bu cenaze kime aitti?
Benim gibi olaym tedirginliği içinde, olup bitenlere bir
mana veremeyen öğrenciler ise tam bir şaşkınhk yaşıyorlar
dı. Nihayet okul müdürü kalabalığm önüne geçip, ağlamak
tan bitap düşmüş haliyle:
- Kardeşlerim, diyerek söze başlamıştı, içini çeke çeke.
O esnada, feryatlarm birbirine karıştığı kalabahk birden
susmuş, okul müdürünü dinlemeye başlamışlardı:
- Hayatımm en zor konuşmasım yapacağım. Keşke öl-
seydim de, bu can dostumun önünde, onım için bu konuş
mayı yapmamış olsaydım. Yalnızca okulım değil, bütün ka-
sabanm iyilik meleğini kaybettik. Bilmem ki, Nurullah Öğ-
retmen'in yardım etmediği, el uzatmadığı, gözyaşını silme-
ATEŞTE AÇAN ÇlÇEKLER O 11

diği bir Allah'ın kulu var mı aranızda?


Aa feryatlarm bir anda yumaklandığı: "Yok!" sesleri,
dalga dalga, salonu ve okul bahçesini dolduran kalabahğm
yüreğine oturmuştu. Uğultular, haykınşlar bir türlü bitmi
yordu:
^ Nurullah Öğretmen... Nurullah Öğretmen...
- Hocamız... Kardeşimiz... Babamız...
- Allah ondan razı olsun.
Şaşkınlık ve elem içindeki halkm bu fîganlan öylesine iç
ten, öylesine yürükten geliyordu ki, âdeta herkes en yakm
dostunu ve evladım kaybetmiş gibi görülmemiş bir üzüntü
yaşıyorlardı.
- Nurullah Öğretmen, annesiz babasız büyümüş, hayatm
çilesini bütün aasıyla yaşamış ama yılmamış, pes etmemiş,
doğruluktan ve iyilikten ayrılmamış bir insandı. O hayat ce
henneminde yeşeren bir çiçekti. Dondurucu karlar arasmda
başmı uzatan bir kardelendi. Ezüdikçe güçlenen, çile çektik
çe kuvvetlenen, aalan yaşadıkça sabn artan istisna bir ruha
sahipti. O öyle bir çiçekti ki, en amansız şartlarm içinde bile
solmadı, direndi, ateşte açan çiçeklerden birisi olup çıktı.
Bu donduran soğukta, onun için buralara koşan siz de
ğerli kardeşlerim, aslında Nurullah Bey için her şeyi îinlatı-
yorsımuz, benim üzerine ilave edecek bir şeyim yoktur. An
cak, biz onu öylesine sevmiştik ki, hiç değilse içimizin yan-
gmma tercüman olacak birkaç kelam etmek istiyorum.
Müdür Bey, yeniden hıçkırmaya başlamışb. Bütün kala
balık sanki işaret almış gibi kabaran duygularma engel ola
mıyordu. Kendisini zar zor toparlayan okul müdürü ko-
nuşmasma devam ediyordu:
- O, bütün kazandığım fakirlerle, çaresizlerle paylaşmıştı.
Hem kendisi, hem de eşi oldukça mütevazı bir hayat yaşadı
lar ve asla bir lüksleri olmadı. Öyle ki, onun evi, neredeyse
12•ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

bir fakirin evinden daha fakirdi.


O esnada bütün gözler, tabutun başında vakur duruşuyla
sessizce gözyaşı döken eşine ve ağlamaktan gözleri şişmiş,
annesinin kucağmda titreyen beş-altı yaşındaki oğluna çev
rilmişti. Herkesin hayretle seyrettiği hazin bir manzara vardı
ortada...
Anne-oğlun ayaklannda doğru dürüst ayakkabı yoktu.
Çocuğun sırtmda sıradan bir mont, hanımm üzerindeyse in
cecik bir pardösü dikkat çekiyordu. Her görenin jrüreğini
hüzünlendiren bu aakh, duygu jüklü halleri, kalpleri biber
gibi yakıyordu.
Orada bulunan herkes biliyordu ki; Nurullah Öğretmen
bütün imkânlarım fakire ve garibana ayırmış, kendi ailesine
ancak bu kadar düşmüştü. Bunun için de, ayakta duramaya
cak kadar acıklı bir hale düşen eşi ve oğlu, bütün kasabah ta
rafından mukaddes bir emanet gibi seyrediliyordu. Okul
müdürü bu unutulmaz gerçeği, kendine has o dokunaklı üs
lubuyla anlatmaya devam ediyordu:
- Eşi ve oğlu eski ve sıradein giysilerle kışı geçirirken, da
ha geçen hafta kendi imkânlanyla yoksul öğrencilerimize
ayakkabı, kazak ve mont almışh. Bu durumu gören bazı öğ
retmen arkadaşlarımız: "Nurullah Bey" dediler. "Sizin evi
nizin hali, eşinizin ve çocuğunuzun durumu, yardım ettiği
niz ailelerden pek de farkh değil. Önce kendi ailenizin ihti
yaçlarım giderip, sonra da muhtaçların haline el atsanız da
ha iyi olmaz mı?"
Gönlünü bütün mağdurlara ev yapmış, onlara manevi
baba ve ışık olmuş Nurullah Öğretmen, bizleri çok etkileyen
şu cevabı vermişti: "Benim evimin, eşimin ve çocuğumun
durumu her ne kadar iyi görünümlü olmasa da, onlar aç de
ğiller, başlarmda sahipleri vardır. Ama o zavallılann hiç
kimsesi yoktur. Bu kış ortasmda aç ve perişan haldeler. Ya-
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER • 13

rm huzur-u ilahîde bu çaresizlerin hesabını, bizler gibi im-


kânlan iyi olanlar verecektir. Ben sıcak sobamın başmda, sı
cak çorbamı içerken, kış ortasmda ölüme terk edilen bu kim
sesizlerin hesabım nasıl verebilirim?"
Bu sanki bir patlama işareti olmuştu. Başta Müdür Bey ve
öğretmenler olmak üzere, orada bulıman herkes b" fedakâr
lık ve insaniyet karşısmda kendilerinden geçmişti. Öyle ki,
ömrünü garibeimn, fukaranm ihtiyaçİEinna adamış bu müs
tesna insanm tabutu önünde saf tutan kasabalılarm canhıraş
çığlıkları içleri parçahyordu. Ortada bir cenaze yatıyordu.
Sanki o, Nurullah Öğretmen'in naaşı değil de, halkm yürek
lerinin alev alev yandığı dayamimaz bir kordu.
Cuma günü sabah namazmdan sonra, bir fakire un ve şe
ker götürürken karda ayağı kayarak başım taşa vurmuş ve
orada rahmetli olmuştu. Hayah çilelerle örülen, yoklukla ge
çen ve asla pes etmeyen Nurullah Öğretmen, kendisini öle
siye seven insanlann önünde, hâlâ hayat dersi vermeye de
vam ediyordu.
Dondurucu fırtma altmda, halkm bu inanılmaz teveccü
hü, hayatm nasıl yaşanması gerektiğini çok ibretli bir şekilde
gözler önüne seriyordu. Bımun içindir ki, bu dehşetli kışta,
sanki ölüme gidercesine koşup buraya gelen kasabah da göz
yaşartan vefasım ortaya kojmyordu. Okul müdürünün şu
son cümleleri ise, daha küçük yaştaki öğrencilerin belleğine
kazmacak değerdeydi:
— Biz yalmzca bir öğretmen değil, bir yardım meleği, bir
gönül inşam ve ateşte açan bir çiçek yitirdik. Ateşte açan bu
çiçek gönüllerde asla solmayaccik, onun hizmet aşkı bizlere
ışık ve yol olacakhr.
Ateşte açan çiçekler... Bu cümleyi, ilkokul üçimcü sınıfta,
bütün halkın sevgilisi haline gelen Nurullah Öğretmen'in
cenazesinin başmda duymuştum. Ateşte açan çiçekler...
14 O ateşte açan ÇİÇEKLER

Nurullah Öğretmen'in hayatta yaşadığı zorluklar, en güç


şartlar içinde büe başanh olması, kazandığı kıt imkânlarla
yoksuUarm elinden tutması ve gönüllerinde taht kurması
beni çok etkilemişti. Hele bir Cuma günü bir mağdurun im-
dadma koşarken vefat etmesi, ömür boyu beynimden çık
mayacak şaşırtia bir hadiseydi.
Bütün kasabalınm jdirekten yarup tutuşarak, büyük bir
hayranlık içinde gözyaşı döktükleri o muhteşem manzara
karşısmda çok etkilenip, çocuk kalbimle o gün karar vermiş
tim: Ben de "Ateşte Açan Çiçekler"den birisi olmabyun!
Ama bu, mümkün müydü acaba? Bu hayal gerçekleşir
miydi? Bu arzu, kardelen olup filizlenme imkânı bulur muy
du? Küçük dünyamı temelinden sarsan Nurullah Öğretmen
gibi olamasam da, o umutla yaşamalıydım.
Îkincî Bölüm
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER OLMAK...

OKUL MÜDÜRÜNÜN hayat hikâyesini anlat ığı Nu-


rullah Öğretmen gibi, amansız bir hayat mücadele
si içinde büyüyeceğim daha o zamanda belliydi.
Anlaşılan, bu yönüyle, bu gönül insanınm çektiği çilelere
benzer bir ömrü sürecektim.
Ama şu işe bakm ki, 3mreğimin en derin noktalannda bir
sır gibi sakladığım bu erişilmez kişinin hatırası yıllar sonra
hayatımı altüst edecekti. O yaşta böylesine esrarh hadiseyi
hayal dahi etmem mümkün değUdi. Benim de hayat öyküm
Nurullah Öğretmen'in hayatı gibi çetin ve amansız bir şekil
de başlamıştı.
Bilmem ki nasıl yazmalı, nereden başlamah? Yazarken
yeniden yaşadığım o dram dolu sahnelere nasıl dayanmah?
Yağmur yağmca bütün sulann içine dolduğu bir odah
toprak evde, ana-oğul tam bir çaresizlik içindeydik. Hayatm
en aamasız işkencelerini daha gencecUc yaşmda sırtlanmak
zonmda kalan annemle, aç-susuz kaldığımız gecelerde tek
tesellimiz birbirimize sarılarak ağlamak oluyordu.
16•ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

Henüz on sekiz yaşındayken babam tarafmdan kapı dışa


rı edilen, kasabanm en güzel kızı olan annemin o dayaml-
maz elem ve üzüntü dolu kucağmda gözlerimi dünyaya aç
mıştım.
İffeti, onuru ve manevi direnciyle, kimseye baş eğmeden,
tarlada, bağ ve bahçelerde işe giderek beni bü)rütmeye çalı
şan annem, hem yokluk ve açlıkla, hem de hastalıkla müca
dele ediyordu. Yalnız başma genç bir hanımı bekleyen tehli
kelere karşı cesaretle dik durup, ele muhtaç olmamak için
çok adi ihtiyaçlarım bile kimseyle paylaşamıyordu.
Nasıl unuturum... Onlarca gece, sabahlara kadar iniltiler
içinde aa çektiğini, bir an bile gözüne uyku girmediğini...
İlâç yok, doktor yok, ilgilenen bir Allah'm kulu yok... Ama
öyle bir imam ve cesareti var ki, dünya bomba olup patlasa
da jûne kendisine laf ve söz getirtmezdi.
Beni aç bırakmamak için kendisi aç sabahlayan annem...
Beni açıkta bırakmamak için kendisi soğukta kalan annem...
İçindeki yangım ve alevleri bana hissettirmemek için sürekli
jrüzünden gülücükler saçılan annem...
Bu merhamet ve sevgi dolu hanımı sokağa atarak, bize
bir ömür boyu dayanılmaz aalar yaşatan babam, babaan
nem ve dedem...
Ya sonlan?
Hey Allah'ım! Sen öyle adalet sahibisin ki, hiçbir mazlum
kulunu ayaklar altmda ezdirmezsin, hiçbir zalime de ibretlik
tokatlar vurmadcın göndermezsin.
Nitekim öyle de oldu. Dayanılmaz zorluklar içinde haya
ta tutunan anneme, hem babaannem hem de dedem muhtaç
kaldı. Ama annem hiçbir şey olmamış gibi onlara baktı, son
anlannda bile başlanndan aynimadı. Bu davramş dilden di
le dolaştı, bütün kasabaya örnek oldu.
Annemin sabn, metaneti, imam ve direnci sayesinde, Yü-
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER ® 17

ce Allah hiç umut olmaz kapılar açtı. Ben eğitimcilik gibi en


kutsal bir meslekle buluştum. Ardmdan da yazarhk gibi bir
gönül seline kapıldım.
Hayatm bu kadar ağır çilesini çeken annem, gördüğü
bunca ihanete rağmen babamı affetmişti. Bu yüce davramş,
babamı çok etkilemişti. Annem, tam rahata ererek bütün aa-
lann bittiği, herkesin gıptayla bizlere imrendiği bir zamanda
tekrar hastalamp yatağa düşmüştü.
Onun, çok sevdiği Rabbiyle buluşmak için çıkacağı ebedi
bir vedanm başlangıaydı bu. Dilden dile dolaşan güzelliği,
nezaketi ve heımmefendiliği ile çevresinde hayranlık uyandı
ran annem, sevdasmı yaşayamadan hayallerini gerçekleştire-
meden, bir gün olsun rahat bir soluk alamadan ebedi yolcu
luğa başlamıştı.
O gün bir cuma günüydü, hem de Cuma salâlarmm ve
rildiği bir mübarek an... Nasıl unuturdum o sahneyi? Eşimle
birlikte, bir ömrü kanaviçe gibi iffetle, imanla ve çileyle ören
annemi Kur'an'la ve salâvatlarla uğurlamaya çahşıyorduk,
Rabbim, o ne uğurlamaydı... Gözyaşlanmız sel olmuş,
gönüllerimiz şaha kalkmış, duygulanmız iplik iplik etrafa
saçılmış bir halde annemin Rabbine kanat açışım seyredi
yorduk. Annem, okunan Kur'an'a eşlik ederek, ilahî mesaj
ların kollannda, çok sevdiği Efendimiz'e (a.s.m) vasü olmak
istiyordu.
İçimizin alev alev yandığmı, ruhumuzun tenimizden ko
pacak kadar acı duyduğunu hissetmiş olacak ki, o şefkat do
lu gözlerini son kez açh.
- Üzülmeyin evlâtlarım, dedi. Ben sizden aynhmyorum.
Size cennetten yer hazırlamaya gidiyorum.
Sanki cennetteki yerini bir gizemli pencereden seyreder
gibi tebessüm ederek devam etti:
- Siz bilmiyor musunuz ki, ölüm bir yokluk, bir hiçlik, bir
18 O ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

aynlık değildir. Ölüm ebedi dostlarla buluşmak, sonsuz hu-


loura erişmek için bir vasıtadır, bir vesiledir.
Hizmet bitti, ücret vakti yaklaşfa; elem bitti, safa geldi.
Henüz gencecik bir gelinken kocası tarafmdan kolundan
tutulup sokağa sürülen annemin kucağmda, ilk olarak gö
zümü açtığım bebeklik günlerimin hazzıyla, başımı göğsüne
dayayıp, son kez o mis gibi kokusımu ciğerlerime doldur
mak istemiştim. Zor duyulan bir sesle:
- Gözümün nuru, dedi. Senden iki isteğim var.
Eşimle birlikte dikkat kesildik, isteklerinin bir kelimesini
bile kaçırmamak için... "Anneciğim emret" diyerek, başımı
tekrar koydum göğsüne, o sonsuz şefkatine sığmmak ister
gibi.
- Rabbim, ahiretimizi kazandırmak için bizi çok ağır im
tihanlara tabi tuttu. Aç bıraktı, hasta etti, çaresiz dertlerle
boğuşturdu. Ama asla ona isyan edip şükrümüzü bırakma
dık. Cyndîm gelene "Hoş geldi!" dedik, her ızdırap ve elemin
ardmda bir hikmet aradık.
Bizim bu çaresizliğimizi ve fakirliğimizi bilen birçok in
san bizlere yardıma oldu. Bu vefah kişilerin desteklerine
karşılık ödenmesi gereken borçlarımız vardır. Benim ömrüm
bunlan ödemeye kâfi gelmedi.
Diyeceklerimin birisi şu ki; ömrünüz yettikçe, imkânlan-
nız ölçüsünde, yoksula, kimsesize ve garibanlara yardım
edin ki, hem onlann makbul dualannı alırsınız, hem de bize
yardım eden kadirşinas insanlarm hakkmı ödemiş olursu
nuz.

- Anneciğim baş üstüne, diye atıldık eşimle birlikte. Baş


üstüne... Söz... Söz... Ömrümü2nin sonuna kadar çaresize ça
re olmaya çahşacağız... Söz...
"Öbür diyeceğim de..." dedi ama bir anda gözleri daldı,
göğsü körük gibi inip kalkmaya başladı. Belki çok duygulu.
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER O 19

çok hisli bir isteği vardı. Biz de bunun için merakh gözlerle
annemi takip ediyorduk.
- Gözümün nuru, dedi bir anda hıçkırıklara boğularak...
Ben Efendimiz'i çok sevdim. Onu o kadar sevdim ki bir an
rüyamda görmek için bile bin kez ömrümü vermeye razı
yım...
Bu sevdanın, içinde nasıl bir hasret oluşturduğunu anla
tamam. Binlerce evlâdm, binlerce eşin, binlerce sevgilinin
hasretli toplansa Efendimiz'e (a.s.m.) olan iştiycikınm bir
damlası, bir pırıltısı bile yapmaz.
- Oğlum ben Efendimiz'i ziyaret için hacca gitmeyi çok
istedim. Ama malum, fakirliğimiz buna imkân vermedi.
Eğer durumunuz iyi olursa, gelinimi de yanma ahp, benim
için hacca gidin. Efendimiz'in huzuruna çıkıp, benim hasre
timi, içimin yangınım, ruhumun alevini dile getirin, O'nu
çok sevdiğimi söyleyin. Bu günahkâr ümmeti için şefaat is
teyin.
Annem, öylesine müthiş bir heyecan ve ruh iklimi içinde
kendini kaybederek bu Peygamber hasretini dile getiriyordu
ki, bu çırpınış karşısmda eşimle birlikte biz de kendimizden
geçiyorduk. Rabbim bu nasıl bir iman... Bu nasıl bir teslimi
yet... Bu nasıl bir Peygamber sevdası... Sanki bütün zerreleri
şaha kalkarak Efendimiz'e (a.s.m.) olan muhabbetini ilân
ediyordu.
Bir çocuğun anne hasretiyle yanıp tutuştuktan sonra ani
den karşısmda bulması gibi, annemin ellerinden tutarak
öpmeye, koklamaya devam ediyordum.
- Anne sen müsterih ol. Senin isteklerin bana emir olacak.
Efendimiz'in huzuruna çıkıp, senin sevgini, hasretini, aşkım
bütün duygulanmla takdim edeceğim. Sen müsterih ol...
Üçümüz de bir yumruk gibi birbirimize sanlarak, feryat
figan içinde ayrılık ateşiyle yamyorduk. O benim yalnızca
20 O ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

aımem değil, her şeyimdi.


Babam, öğretmenim, dert ortağım, arkadaşım ve sırda-
şımdı. Onu kaybetmek demek, dünyanm başıma çökmesi,
hayallerimin darmaduman olması, hayat direncimin bitmesi
demekti.
Evlendiğimiz günden beri cinneme melekler gibi hizmet
eden eşim, daha fazla dayanamayarak aynlık elemi içinde
sarılmıştı:
- Anneciğim hakkım helal et, dedi gözyaşları sellere dö
nerek.
Annem gözlerini hafifçe araladı:
- Ben senden çok razıpm evlâdım, dedi. Rabbim de sen
den razı olsun.
Eşim cevabım almıştı... Bir gelin için bundan daha büjdik
bir ödül olamayacağtnm huzuru içinde:
- Rabbim, sana şükürler olsun, diye inlemişti. Ne olur,
beni de kaymvalidesinin razı olduğu kullarma dâhil et. Rab
bim ne olur!
Her türlü eza ve cefaya karşı iffet ve namusuyla dimdik
ayakta duran, en ağır derde ve hastalığa karşı şükür ve tes
limiyeti elden bırakmayan, kendisine talip olan onca varlıklı
insanlara rağmen, beni okutup bÜ3rütmek için kendim feda
eden ey aziz annem...
Rabbim seni öylesine sevmiş, öylesine takdir etmiş olmalı
ki, ölümün dillere destan oldu. Her duynm hayrete düşürdü,
her dinleyene "Rabbim bana da böyle bir son nefes!" dedirt
ti.
Son nefes...
Bu asla anlatılamaz, yazılamaz ve paylaşılamazdı... Son
nefeste, annemin yaşadıkları... Rabbim, buna can mı daya
nır?
Yatağma uzanmış olan annemin, gözlerimiz önünde âde-
ATEŞTE AÇAN ÇtÇEKLER «21

ta bir nura dönerek, Efendimiz'e (a.s.m.) doğru gittiğini hay


ret ve ürperti içinde kendimize bile söyleyememiştik.
O an... Akıllarm durduğu... Gözlerin kamaştığı... Kulakla-
rm sağır olduğu... Kalbin yerinden söküldüğü...
Eşimle saatlerce kendimize gelememiştik. Şahit oldukla
rımızı birbirimize bile anlatamamıştık. Ama şımu çok iyi an-
lamışhk: "Nasıl yaşarscimz, öyle gidersiniz..." buna bir kere
daha iman etmiştik...
Hayatımm en değerli varhğım ebedî âleme uğurladıktan
sonra benim tek hayalim, bir an önce Efendimiz'e koşup,
annemin vasiyetini yerine getirmekti. Ama şu ilahî hikmete
bakm ki, annemin vefatmdan sonra babam da yatağa düş
müş, son günlerini saymaya başlamışfa.
Babam... Annemi bir aylık bebeğiyle evden kovan, yokluk
içinde, bir odalı toprak evde ölüme terk eden vurdumduy
maz bir insan...
Onu, okulu bitirdiğimde tanımıştım. Babasız, dayanılmaz
acılarla geçen çocukluğumun ardmdan onu arayıp bulmuş,
beni kavuran baba hasretiıü bir nebze olsun dindirmek iste
miştim.
Babasızlığm verdiği hasret ve yalmzlık, çocukluk ve
gençlik dünyamı kasıp kavurmuştu. Önüme çıkan her en
gelde, yakama yapışan her sıkmtıda, yenemediğim her aada
babamı yanımda aradım. Onun yardımma, onun dokunuşu
na, onun desteğine olan hasretimi dile getirmek ne müm
kündü... Babasınm elinden tutup giden bir çocuk görsem
kıskançbğımdan gidip onu öldürmek isterdim. Baba kucağı
na sanimış bir akranımı fark ettiğimde, büyük bir o özlemle
yanardım.
Ah baba... Hem armemin hem de benim hayatımı cehen
neme çevirdin. Bir gün olsım bize bir mutluluk, bir huzur
yaşatmadm. Ama yine de içimden baba hasretini söküp
22 O ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

atamadım. Hele annem seni öylesine sevmişti ki, bütün bu


yapbğm acımasızlığa rağmen yine de o sana söz söyletmez
"Allah ıslah etsin!" diyerek aasmı içine gömerdi.
Seni ilk gördüğümde okulu yeni bitirmiştim. Bir dedektif
gibi arayıp bulduğum o sabah nasıl heyecanlandım, nasıl
kendimden geçtim anlatamam. "Babacığım" diye kollanna
atıldığımda, bütün vücudumun bir çırpıda bittiğini hisset
tim. Ama armeme bu dayanılmaz haksızlığı ve aayı yaşattı-
ğm için de sana kızmak şöyle dursun, yalnızca aadım. Çün
kü annem öyle saliha ve temiz bir hanımdı ki, onun ahım
almak, ebedi cehennemlik ohnak demekti.
Ama annem senin gibi değildi. Sen onu hayatmdan silip
bir çocukla sokak ortasma athğmda bile, o seni yüreğinden
silmedi, kalbinden sökmedi, hayalinden dışan atamadı. Ne
zaman sözün açılsa "Rabbim affetsin, benim için azap gör
mesini istemem!" derdi. Bu, annemin seni hâlâ bir genç kız
gibi karşı koyulmaz bir hasretle özlediğini gösteriyordu.
Kapışım çalan onca varlıklı, anlı şanlı insanları, hayal dahi
edilemeyecek kadar imkânlar sunmalanna rağmen, senin
sevdan yüzünden geri çevirdi. "Benim elime bir erkek değdi.
Başkası bana haramdır!" diyerek yüreğindeki o gizli aşkı de
falarca ilân etti.
Babacığım! Nasıl bir günah işledin? Nasıl bir hata yaptın?
Nasıl bir yanlış içinde olduğunu biliyor musun? Hem benim
hayatımı ateşlere attın, hem de annemi tek başına vefasız
dünyaya karşı çaresiz bıraktın. Ayaklar altma athğm suçsuz
evladın, merhametsizce terk ettiğin günahsız eşin için, ahiret
mahkemesinde seni nelerin beklediğini ah bir bilseydin,
bunlann hiçbirisini yapmazdın.
Hey babam! İşte, arhk sen de yatakta son anlarmı yaşı
yorsun. Sen de o ebedî hesaplaşmaya doğru yol alıyorsım.
Mazlumla zalimin, haksızla haklının, iyiyle kötünün ayırt
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER • 23

edileceği, kazananın cennete, kazanamayanın cehenneme


yollanacağı müthiş bir hesaplaşmanm ilk adımı içinde nefes
lerin sayılmaya başlandı.
Kafamdaki binlerce düşünce yumağı içinde, nefesleri sa-
yılmaya başlanan babamm başmda onu seyrediyordum.
Sapsan geçen benzi, çökmüş göz ve ağzı, çaresizliğin iplik
iplik kazmdığı siması öyle bir manzara arz ediyordu ki, yine
de bir evlât olarak bu hali içime bir ok gibi saplanmıştı.
O kadar aa çekiyordu ki, ne anlattığımı dujnıyor, ne
okuduğumu anhyor, ne de getirilen şahadetleri fark ediyor
du. Sanki annemin bir ömür boyu çektiği dayanılmaz aa ve
elemi bir anda boğazma düğümlenmiş, onu başı kopmuş bir
kuş gibi çırpma çırpma helâk içinde bırakıyordu.
Hey Rabbim... Senin adaletin karşısmda ben ne diyebili
rim? Bu dehşet dolu manzaraya dayanama3np doktora koş
tum:
- Allah aşkma, dedim. Başmda onu seyrederken kahrolu
yorum. Aasmı dindirmek için en etkili ilaç neyse verin lüt
fen, daha fazla dayanamayacağım.
Üst üste vurulan uyuşturucunun ardmdan gözlerini ha
fifçe araladı, beni başmda fark etti. Allah'ım, işte olan da o
esnada oldu. Müthiş bir meıhcubiyet ve utanç içinde, ellerini
yüzüne kapayıp, bir çocuk gibi bağırmaya başlamıştı.
- Yüzüne bakamıyorum, karşmda kahroluyorum, bir kez
olsım bu kadar aa çekmedim. Binlerce kasap beni doğruyor
sanki... Evlâdım... Bu kahrolası hayatımda yaptığım yanlış
lıklar şu anda bir kor gibi içime düştü... Her yanım alev alev
yamyor.
Tarifsiz bir aa içinde son anlarım yaşayan babamı teselli
etmek için yanma oturdum, ellerini avuçlarıma aldım. Yıl
lardır hasretini çektiğim bir sıcaklıkla gözlerinin içine bak
tım.
24•ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

- Baba, dedim. Yüce Allah'a, bana son anda bile olsa se


ninle birlikte olma, sana dokvmma, seni doyasıya sejrretme
imkânı verdiği için çok şükrediyorum.
Sanki babam, bu sözlerimle yıllardır içinde kanayan ya
raya müthiş bir bıçak saplanmış gibi büsbütün, kendinden
geçmişti. Öylesine ağlıyor, öylesine başım sağa sola çalıyor
ve öylesine kendisini hırpalıyordu ki, bu hazin sahneye da
yanamadım, başımı kucağma koyup ben de ağlamaya baş
ladım. Bu gürültüye hemşireler koşup geldÜer. Hemen ar-
dmdan güçlü iğnelerle sakinleşmesini sağladılar.
Babam hayatınm son sahnesinde gözyaşlarına boğularak,
hatalarım bir bir itiraf etmeye başlamıştı:
- Evlâdım, dedi, çocukluk hasretimi gidermek istercesi
ne... Evlâdım, ben bir insamn yapmaması gereken en büyük
hatayı yaptım, en çirkin günahı işledim.
Her şe)nni kaybetmiş bir insanm hazin bir iflâs bitkinliği
içinde, başım iki yana sallayarak hıçkırıklarla devam etmişti:
- Bu ömür bitmez sanmıştım. Bu hayat tükenmez belle
miştim. Bu gençliği daimi bilmiştim. Meğer ne kadar yanıl
mışım. Kuşlar gibi daldan dala atlayarak, hayatm zehirli,
kirli ve günahh meyvelerine aldandım. Bu yüzden, işleme
diğim yanlış, yapmadığım hata kalmadı. Şimdi, geride kalan
ömürüm içinde avunulacak tek bir sahne, umutlamlacak tek
bir kapı kalmadı.
Yaşlı dudaklarım hüzünle büzerek bir çocuk gibi hıçkır
maya devam ediyordu.
- Evlâdım, şu anda nasıl yandığımı, nasü eridiğimi, nasıl
alev alev tutuştuğumu anlatamam. Benim yeiim jnjrdum
yok ahirette... Ben ki, köyün en güzel, en dürüst, en hanıme
fendi ve en merhametli kızıyla evlendim. Onun imam, onun
sevgisi, omm yüreği bütün dünyaya yayılsa bitmezdi. Ben
bu melek gibi tertemiz, ahlâk timsali insana çabuk doydum.
ATEŞTE AÇAN ÇlÇEKLER ® 25

Çünkü benim uslanmaz aklım, bir kişiyle, iki kişiyle yetine


cek kadar edepli değildi. Gözü dışanda bir ruha sahip olu
şum nedeniyle, bu dünyalar iyisi hanımı hiç acımadan soka
ğa bıraktım. Hem de kucağmda masum bir çocukla...
İşte o an kopmuştu... İşte o an bitmişti... İşte o an eriyip
akmıştı sanki... Bu duygu yoğunluğu içinde, bir an bakışla-
nyla karşılaşıverdim. Allah'ım, gözlerinde o)maşan o utanç,
o mahcubiyet, o kahroluş, nasıl cinlatsam bilmem ki...
Mecalsiz, bitmiş, tükenmiş haliyle kendini yiyip bitiyor,
sellere dönen gözyaşları içinde çaresizliğin o anlatılmaz
dramım yaşıyordu. Tuttum ellerinden, üzerine doğru eğil
dim.
- Bak senin yarandayım baba, dedim. Allah'tan umut ke
silmez.
Ama onun beni duyacağı yoktu. Kendini paralamaya de
vam ediyordu.
- Düşünsene evladım! Benim için canını verecek kadar
sevgi taşıyan bir iyilik meleğini yavrusuyla birlikte terk et
menin kâbusımu... Alleıh'ım ben bunu nasıl yaptım? Bu ha
taya nasıl düştüm? Şimdi ne olacak benim halim...
Babamm kendisini bu kadar kahredişine dayanamadım,
yanına çömelip, bakışlanmı ağlamaktan harap olmuş yaşh
gözlerine diktim:
- Baba, dedim. Senin terk ettiğin o hanım, yaşadığı akıl
almaz ızdırap ve çaresizliğe rağmen asla sana beddua etme
di. Karşısma çıkan onca vazgeçilmez kısmetleri geri tepti.
Son nefesine kadar da senbı sevdanı mukaddes bir emanet
gibi taşıdı. Annem seni çok sevmişti...
O esnada bir çığlık yükseldi. Sanki bir insanın omuzları
na onca ton ağırhk koymuşlar da, başını gövdesinden ayın-
yorlarmış gibi kulakları sağır eden bir feryattı bu!
- Öldürün beni... Parçalajrm beni... Yok edin beni... Yü-
26•ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

züme tükürün, lanetleyin beni... Ben bu kahırla yaşaya


mam...

Kendisini yırtarcasma öyle bağırıyordu ki, herkes "Ne


oluyor?" diye odaya dolmuştu. Babamın bu canhıraş feryat
ları karşısmda, yaşadığım tarifsiz aaları unutarak kendim
den geçmiştim. O bana her ne kadar babalık yapmasa da ben
onun oğluydum. Son anmda, üzerime düşen her şeyi yap
makla mükelleftim...
O. müthiş vicdan azabı içinde dayanılmaz bir hesaplaşma
yatıyordu. Babam yaptıklanıun altmda öylesine eziliyordu
ki, bana olan her bakışmda bin kez ölüp diriliyordu. Daya
namadım... O anda içimde müthiş bir alev yükseldi. O be
nim babamdı. Her ne kadar kötülüğünü görsem de, onun
cehenneme gitmesine dayanamazdım.
- Babacığım, diye afaldım kendimi kontrol edemeyerek.
Kâinatm Hâlık'ı olan Yüce Allah, kulunun pişmanlığım asla
gözardı etmez. Şu halin gösteriyor ki yaptıklanndan dolayı
çok aa çekiyorsun. Artık Allah'a yönel... CYna tövbe et... Yo
lun sommda 5mreğini O'na açarak git. Başka kurtuluş yok.
Kendini binlerce parçalara ayırsan, O'nun affı olmadan fela
ha eremezsin. Samimi pişmanhklar inşallah o rahmet kapısı-
m aralar. Şimdi, tövbe ve şahadet zamamdır. Bütün akhm ve
duygularım buna kilitle.
Gözlerini masumane bir şekilde bana çevirerek:
- Oğlum, bunca günah ve bunca ihanete karşı, benim
tövbem kabul edilir mi? Benim af dileklerim makbul olur
mu? Benim dualarım ve şahadetim geri çevrilmez mi?
Rabbim! Ne hazin bir manzara... Yaşamınm sonuna gel
miş bir insamn çektiği şu aaya bak! Pişmanhğm bir umut
oluşturmadığı bir am yaşamak... Rabbiml Buna can mı da
yanır? Öylesine aadım, öylesine üzüldüm ki, sanki o am ben
yaşıyormuşum gibi kalbime tonlarca közler düşmüştü.
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER ® 27

- Babaağım, dedim. Madem sen umutsuz bir duyguya


kapıldm, pişmanlığım bile ifade edemez hale geldin, o za
man ben okuyayım sen de tekrar et.
Sanki boğulmakta olan bir insanın, can havliyle bir dala
tutunması gibi birden gözleri parladı, yüzündeki hüzün bir
anda yerini umuda bırakh. Elime Cevşen'i aldım ve okuma
ya başladım. Babam da kelimesi kelimesine beni takip edi
yordu. Ama çok sürmeden, yüzündeki renk bir anda değişti,
vücudu cereyana tutulmuş gibi titremeye başladı. Kendin
den geçmiş bir halde durmadan inliyordu:
- Gelin... Gelin de kurtarm beni, gelin... Aklımı çelenler,
fikrimi değiştirenler, beni yanlış yola sevk edenler, gelin...
Kanıma giren aldatıcı, yalana, ikiyüzlü insanlar neredesi
niz? Gençliğimi, endamımı sömüren iki ayaklı şeytanlar...
Sırtıma dağlar kadar günahlar yüklediniz. Sizin 5nizünüzden
namus timsali, hayâ abidesi, dünya güzeli eşimi bıraktım.
Dünyadan habersiz, masum çocuğumu terk ettim. Şimdi
dertlerle, günahlanmla başbaşayım. Ne olacak benim halim?
Ne olacak bu affedilmez yanlışlarım? Ne olacak o büyük
mahkemedeki durumum? Gelin... Neredesiniz?
- Allah kahretsin benim gibi rezili... Çevremi, sevdikleri
mi üzmekten başka işe yaramayan bir akılsız. Hâlâ suçunu
başkalarma yükleyen bir zavallı... Seni zorla mı kopardılar
evinden? Eşini boşamak için silâh mı dayadılar? Evlâdım
sokağa atmak için ölümle mi tehdit ettiler? Günah deryasma
saplanmış kadınlarla düşüp kalkmak için boğazına ip mi ge
çirdiler? Suçu kimseye atma... Bütün bunlann sahibi sensin.
Allah seni kahretsin. Sen ibretlik bir insan olmalısm da ar
kandan gelenler aym hataya düşmesinler.
Sesinin çıkfağı kadar yine bağırıyor, hem kendini hem de
başmda bulunanları kırıp geçiriyordu. Rabbim! Bu ateş... Bu
azap... Bu çırpınış... Kendini helâk edip bitiriyordu.
28•ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

Yatağın içinde, alevler arasında pişen bir çocuk gibi, yü


rekleri dağlayan bu acıklı hali artık benim de aklımı benden
almış, ne diyeceğimi, nasıl teselli edeceğimi bilemiyordum.
Doktorlann, hemşirelerin, başmda bulunan bizlerin çaresiz
kaldığı bir anda, binlerce zehirli annın hücumuna uğramış
gibi çırpman babam; bir anda gözlerini yırtacakmış gibi açıp,
şaşkınlık ve telâş içinde:
- Melek! diye atıldı, karşısma dikilen görünmez bir cisme
doğru...
Melek... Aman Allah'ım! Acaba Azrail mi göründü? Yok
sa annem mi? Çünkü annemin adı da Melek'ti. Bir anda dik
kat kesüdim. Babamm her halini, bir saniye bile kaçırmadan
kare kare takibe almıştım.
- Melek...
Ellerini uzattı, son Şctnsmı, son gücünü tüketmiş bir insa-
nm çaresizliği içinde...
- Melek... Sen Melek'sin...
Gözlerini yumar yummaz yağmur gibi yaşlar süzülmeye
başlamıştı. Yüzünü hüzünle kastı, dudaklan acıyla kıvnl-
maya başladı.
- Lanetlemeye mi geldin Melek? İntikam mı alacaksm?
Çok utamyorum, çok pişmanım, çok çaresizim... Affedilmez
hatalar işledim, senden af dileyecek yüzüm yoktur.
Rabbim! Babam, annemle konuşuyordu. Bilincini yitir
miş, kendinden geçmiş bir halde, öylesine mahcubiyet söz
cüklerini art arda diziyordu ki, bu yalvarış, bu yakanş bizle
ri de hayret ve dehşet içinde bırakıyordu.
- Sen çok asildin. Çok dürüst ve namusluydun. Yüreğin
de öyle bir iman vardı ki, hiçbir yanlışa izin vermedin. Ama
ben sana layık olamadım. Senin o pınl pınl dünyam kirlet
memek için Yüce Allah ayrılmamıza izin verdi. Sen o çüeleri
yaşadm, kazandın. Bense gençlik nimetini günahlara bula-
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER • 29

dım, kaybettim. Şimdi hesap verme zamam... Ama çok zor,


çok aa, çok ağır... Kahroluyorum, rezil oluyorum, utamyo-
rum. Keşke vücudumu bin parçaya aymp etrafa savursalar
da beni bu halde bırakmasalar. Şimdi, ölmeden önce her an,
bin kez ölüp dinliyorum.
- Melek... Bahtma düştüm, ayağına kapandım, ilahî hu
zurda iflas ettim. Ne olur, beni en iyi tamyan sensin. Bu ha
limde bana ancak sen yardıma olabilirsin. Eğer sen beni af
fetmezsen, çok büyük bir azabm beni beklediğini biliyorum,
hatta görüyorum. İnsaf et, aayla da olsa seninle geçirdiğimiz
günlerin haün için... Sana bir evlât verdiğimin hatırası için,
çok sevdiğin Efendimiz'in sevgisi için... Meleğim ne olur be
ni affet... Berü böyle gönderme... Huzur-u ilahîde bütün in
sanlar önünde beni kahretme, utandırma ne olur...
Babam büsbütün kendini bırakmıştı. Artık ne sesi ne de
soluğu çıkıyordu. Ömür dakikalan hızla tükeniyor, nefesi
birer birer bitiyordu. Babam son kez gözlerini araladı:
- Allah senden razı olsun Meleğim, diyerek bıraktı ken
dini...
Belli ki rahmetli annem son anda karşısma dikilip, o me
tanet ve vicdan dolu yüreğiyle, babamı affetmişti.
Hey annem... Zaten sana da bu yakışırdı. Zulmedenleri
affeden, aa çektirenlere ıslah olmalan için dua eden... Soka
ğa atanlara "Rabbim onlara benim için ceza vermesin!" di
yen bir gönül sahibi. İşte senin farkın buydu.
Babam artık dünyadan kopmuş, ebedî âleme doğru ku
cak açmıştı. Ama yüzüne zehir gibi bir aa yerleşmişti. İnsa
nın içini yerinden oynatan bir ızdırapla titreyen babamın el
lerinden tutup, son cümlemi kulağına fısıldadım:
- Ben de sana hakkımı helâl ettim, dedim. Rabbim anne
min merhameti hürmetine seni cehennem azabmdan muha
faza etsin.
30 O ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

. Kan çanağına dönen gözlerini bir veda bakışıyla yüzüme


doğru çevirdi, boğazma oturan son nefesin hırıltılanylâ in
lemeye başladı. Babamm başında bulunan herkes gibi, ben
de bu son sahnenin inşam ürperten esran karşısmda dehşete
kapılmıştı. Çünkü o can veriş anı, öylesine korkunç bir gö
rüntü oluşturmuştu ki, sanki içindeki bütün organlarım sö
küp çıkanyorlarmışçasma dayanılmaz bir çırpmışla son ne
fesini vermişti.
Gel de dayan bu sahneye... Haydi, dayan bu son ana...
Yakıp giden bu ömre dayan, haydi...
Athm kendimi üzerine, bütün metanetimi ve soğukkanlı
lığımı kaybederek.
- Baba ben seni atfetmiştim, annem de atfetmişti. İnşallah
Rabbim de affeder. Ömür boyu bize hasretlik ve aa çektir
din. Ömür boyu yalmzlık ve çaresizlik yaşattın. Ama yine de
bu şekilde bir sonla uğurlanmana kalbim dayanmıyor. Ne
yazık ki, kul nasıl yaşarsa öyle ölüyor, bunu da değiştirme
şansımız yok. Ama sen benim babamsın. Senin en ufak bir
şekilde acı çekmene dayanamam. Bundan sonra da bütün
dualarım seninle olacak..; En iyi evlâtlık vazifemi, senin için
ifa edeceğim.
Babacığım! Senin bilmediğin bir şey daha var. Sen her ne
kadar annemi yüz üstü bırakıp, gencecik bir gelinken çare
sizliğe attıysan da, o seni hiç unutmamıştı. Bu yüzden kim
senin eli eline değsin istememişti. Haremine senden başka
kimseye izin vermemişti. Annem seni çok sevmişti babaa-
ğım... Rabbimin rahmetinden umuyorum ki, seni seven o
saliha ve mübarek hanım sana şefkat eder de ebedî azaptan
kurtulursun.
Her şeye rağmen ben de seni çok sevmiştim. Yamnda
olamadım, elini tutamadım, kucağına oturamadım, ama hep
bu hayalle yaşadım. O zor günlerimde sana çok kızmıştım.
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER *31

fakat şimdi içim yamyor. Olâım... Belki de bu yüzden rabbim


bizleri ayaklar altmdan kurtanp bu günlere getirdi.
Babaağım! Her şeye rağmen biz ana-oğul seni çok sev
dik. Rabbim de seni sevsin...
Artık kendimden geçmiştim. Babama sarılarak ne dedi
ğimi, neler söylediğimi, nasıl bir feryat ve figan içinde inle
diğimi bilmiyordum. Beni kucaklayıp, ayağa kaldırdıklarm-
da bütün direndm bitmiş, kendimi helâk etmiştim.
Nihayet babamı da yollamıştık annemin ardmdan ebedî
âleme— Şimdi onlan ahiret hesabı bekliyordu. Bir zerre ijdli-
ğin ihmal edilmediği, bir zerre kötülüğün de görmezden ge
linmediği bir hesap.
Yüce Mevlâ'm! Sen, en ağır hesaplan bile kolaylaştıran,
en büyük kötülükleri bile hafifleştiren rahmetinle babama da
merhamet elini uzat, ne olur Rabbim! Annemin sevdası, aş
kı, hasreti için...
üçüncü Bölüm
AKILLARI DURDURAN
BİR SORUŞTURMA

Küçük bîr çocukken yetim kalmıştım, şimdi ise hem


yetim hem de öksüz olmuştum. Artık bana düşen
de, öksüz ve yetimlere manevi baba-anne olmak,
onlara yol göstermekti. Bu annemin vasiyetiydi.
Rabbim bana en iyi bir dost, en iyi bir arkadaş ve en iyi
bir sırdaş nasip etmişti. Benim için canmı bile vermeye hazır,
tertemiz, dupduru bir sevdayla bana bağh bir eşe sahip ol
mak Yüce Mevlâ'nm en büyük lütfuydu.
Can yoldaşımla birlikte, fani ömrümüzü hayır işleriyle
geçirmek için geceyi gündüze katmalıydık. Babamm son
sahnesinde yaşadıkları bizlere ibret olmalıydı. Çünkü nasıl
yaşarsak öyle ölecektik. Mademki Yaratan dünyaya gönde
rirken sormuyordu, alırken de sormayacaktı. Her an kapı
mızı çalması muhtemel ölüm meleğine hazır olmak için kul
luk görevimizi anbean sorgulamalıydık. Yoksa dersine ça
lışmayan bir öğrencinin smav günündeki mahcubiyetini ya
şardık. Hem de telafisiz bir şekilde...
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER • 33

Annem bana vasiyet ettiğinden, kendisi için hacca git-


mejd hayatımın ilk programma koymuştum. Derhal gerekli
girişimleri yaparak, eşim Nur Hamm'la birlikte mübarek
topraklar için hazırlıklara başlamıştık. Ama önümüze çıkan
o çirkin tuzaktan habersizdik. Biz annemin vasiyetim yerine
getirmek için gün sayarken, bazı art niyetli insetnlarm ku
yumuzu kazdıklarım nereden bilecektik...
Rabbime şükür, bir eğitimci olarak, önemli bir makama
gelmiştik. Gece gündüz, ezilmişlerin, bir limut arayanlann
yardımma koşmak için çırpımp duruyorduk. Bu arada kitap
larımız da yayılıyor; okuyanlar mektup, telefon ve mesajlar
la bu hizmetimize olağanüstü destek veriyorlardı.
Kitaplanmdan birisi Bediüzzaman Said Nursi Hazretle-^
ri'nin eğitim görüşünü de ele alan bilimsel bir çahşmaydı.
Eğitim sistemine taze bir ruh ve yeni bir yaklaşım olması ni
yetiyle kaleme alınmıştı. Eğitim çevresinde son derece iyi
karşılanan bu eser, Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerine
olan ön yargılardan dolayı, bazı art niyetlilerin şimşeklerini
üzerimize çekerek, bizleri üst makamlara şikâyet etmelerine
sebep olmuştu. Güya, bu çahşmamızla dini siyasete alet ede
rek, bulunduğum makamı bir cemaat için kullamyordum.
Şikâyeti değerlendiren bazı ön yargıh yöneticiler, bunu
fırsat bilerek, bizleri harcamak için kendilerine göre ince bir
plan yapmışlardı. Ateist ve din düşmam görüşleriyle çevre
de çok iyi tarunan, karanlık işlerin oyuncusu bir müfettişi,
soruşturmam için görevlendirmişlerdi. Bu öyle bir insandı
ki, eline dinibütün bir memur düştü mü onu asla affetmez,
görevden almak için elinden geleni yapardı.
Durumım vahameti çok açıkfa. Hiçbir şüpheye yer kal
mayacak şekilde bizi görevden alacaklar, onca emeklerimizi
tarumar edeceklerdi. Hâlbuki bu makamı Rabbimin rızası ve
garibanlarm destekleri için kullanmayı çok arzu ediyordum.
34 O ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

Her türlü kirli işlere bulaşmış o müfettişi tamycin bir dos


tum:
- Arif Bey, dedi. Sana gerçeği söyleyeyim ki, bu adam se
ni görevden abnayı peşinen akima koymuşa benziyor. O
koymasa bile emri öyle almıştır. Çünkü kitaplannızm geniş
bir okuyucu kitlesi tarafmdan kabul görmesi, gençlere dö
nük hizmetleriniz ve konferans faaliyetleriniz onlan çok ra
hatsız etmektedir. Bu hrsatı asla kaçılmazlar. Bunun için ha-
zırlıkhol.
Buna daha da üzülmüştüm. Yazdığım kitaplarla ilgili
olumsuz ve asılsız bir haber yayarak, okuyucuları ürkütüp,
bu güzel hizmete zarar verebilirlerdi. Çünkü eserlerin içeriği
gençlerin moral dünyalanna ve manevi dinamUderine kuv
vet verecek, gerçek ve yaşanmış ibretli hadiselerle doluydu.
Bunları okuyanlar kendilerini sorguluyor, iyi bir kul olmak
için hayatlannda yeni bir sayfa açıyorlardı. İşte bu hizmetin
engellenmesi tek üzüntümdü.
O akşam eşimle birlikte bütün bu ihtimalleri konuştuk.
Bizi en çok korkutan da, bu soruşturma nedeniyle ülke dışı
na çıkışımıza izin vermeme ihtimalleriydi. Her zaman ya
nımda, benim en büyük destekçim ve moral kaynağım olan
eşim:
- Bey, merak etme, dedi. Rabbim kendi rızası için yaşa
yan, grpman ve üzülen kullarım ayaklar altmda ezdirip,
pişman eder mi hiç... Göreceksin ki, bu soruşturma bizim
hizmetimizin sonu değil, başlangıcı olacak... Buna adım gibi
inamyorum.
Ah Nur'um benim, ah...
Senin şu imanın, şu cesaretin, şu teslimiyetin olmasaydı,
hayal dahi edemeyeceğim bu makama gelmek mümkün olur
muydu hiç? Sen bana Rabbimin özel bir lütfusun. Sen benim
elim, ayağım, gözümsün...
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER O 35

Sen namus ve onur timsali iyilik meleğimsin...


Hut'um benim. Eğer Rabbim beni senden ayıracaksa ön
ce beni aism. Senin yokluğuna asla dayanamam. Gözıimün
Hut'u, kalbimin huzuru, ruhumım ilâa, aklımm yol harita
sı... Hut'um...
Bir taraftan hac konusımun tehlikeye girmesi, öbür taraf
tan da görevden aimma endişesi aklımızı kemirmeye devam
ederken, bizleri şaşkma çeviren inanılmaz bir hadise yaşan
dı. Bu öyle bir sürprizdi ki, hayatımm en ımutulmaz hatırası
olarak beynime kazmmışb. Biz kovulmayı beklerken, konu
yu soruşturan ateist müfettiş "Eğitim sistemimiz için böyle
sine güzel ve bilimsel bir çahşma yapan bu insan ödüllendi-
rilmelidir" diye rapor vermişti.
Allah'ım!
Bu inamiması mümkün olmayan bir şeydi. Sanki devreye
esrarengiz kişiler girmiş de, böylesine önyargılı bir insandan
şaşırtan bir karar çıkmışh. Sonuç bana iletüince, âdeta hayre
timden küçük dilimi yutmuşa dönmüştüm. Derhal yerimden
hrlayarak müfettiş beye koştum. Bu akıl almaz hususu, nasıl
olup da böyle bittiğini soracaktım.
Makamma gittiğimde "Müfettiş hastalandı, dün gece has
taneye yatırıldı" diye cevap verdiler. Bu sefer daha da irki-
lip, ürpermiştim. Acaba orada neler dönüyordu. Hiç dü
şünmeden, büyük bir merak içinde, soluk soluğa hastaneye
koştum. Müfettiş beni karşısmda görünce bir çocuk gibi ağ
lamaya başlamıştı.
- Hocam geçmiş olsun, dedim. Hayrola inşallah!
Başını yere eğdi, hıçkırarak devam etti. Hayretim ve şaş-
kııüığım gittikçe arhyordu. Yanma oturdum, havsalamm
durduğu bu gizemli ortamda neler olup bittiğini öğrenmek
istiyordum.
- Arif Bey, dedi. Beni affedin lütfen. Size ve sizin gibilere
36•ATEŞTE AÇAN ÇlÇEKLER

karşı hayatım boyunca çok yanlışlar yaptım. Ama sizin so


ruşturmanız benim gözümü açtı. Hem sizden af diliyorum,
hem de bazı doğrulan görmeme vesile olduğımuz için te
şekkür ediyorum.
Müfettiş Bey, anlattıkça, içinden çıkılmaz bu manzara
karşısmda kaybolmaya devam ediyordu. Eğildim üzerine:
- Hocam, dedim. Her cümleniz merakımı daha da artın-
yor. Lütfen, anlatm da rahatlatm beni.
Başım önüne eğdi. Kurumuş dudaklarım bir çocuk ma-
sumluğuyla, büyük bir hüzün içinde kıvırarak anlatmaya
başladı. Ben de âdeta nefes almadan müfettişe odaklanmış
tım.
- Arif Bey, dedi. Neler olmadı ki... Bu soruşturma bana
yeni bir hayah keşfettirdi, yeni bir dünyamn kapılarım ara-
latta. Daha da önemlisi, bugüne kadar bomboş bir ömür ya
şadığımı gösterdi. Neler olmadı ki...
Derin bir nefes çekti, gÖ2:yaşlanm elleriyle silip hafifçe
doğruldu.
- Ben kırk yıllık devlet memuruyum, dedi. Yirmi yıldan
beri de müfettişlik yapıyorum. Yaklaşık on senedir üst dü
zey soruşturmalar bana veriliyor. Bu soruşturmaları yürü
türken hep kendi düşünce penceremden bakıp, bana yakm
olanları ödüllendirmeye, uzak duranla n da cezalandırmaya
çahştım. Bu alışkaıüığımı senin soruşturmanda da sürdür
düm. Hem senin yaklaşımma, hem de Bediüzzaman Said
Nursi'ye olan ön yargımdan dolayı, kafamda iyi bir ceza
plânlamıştım. Bu ceza yalnızca görevden alma değil, meslek
ten men etmekti. Artık ömrün boyunca devlet memuru ola-
mayacaktm...
Kafamda oluşturduğum bu plânla çalışmaya başlamış
tım. Önce yazdığm kitabı okudum, sonra da Said Nursi'nin
hayatını. Bu şekilde daha iyi plan oluşturup, vereceğim ce-
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER • 37

zaya delil topluyordum. Ama doğru söylemek gerekirse,


hem kitap, hem de Said Nursi'nin hayah beni çok etkilemiş
ti. Fakat ön yargundan dolayı bu duyguyu sürekli bastırmış
tım. Kendime göre deliller topladığım o gece sonucu yazıp,
sizi meslekten men edecek soruşturmayı bitirecektim. İşte o
gece...
Müfettiş Bey, yaşadıkları yeniden gözlerinde canlanmış
olacak ki, yüzüne mendilini kapadı, içli bir hıçkırıkla ağla
maya başladı. Bu dramatik tablo karşısmda ne diyeceğimi
şaşırmış. Müfettiş Be/in hali karşısmda ben de bir hoş ol
muştum. Belli ki o gece, anlatmakta güçlük çektiği şaşırtia
hadiseler geçmişti başmdan. "Hayatımı altüst eden, kalbimi
yerinden söken, akıl ve mantığımı durduran o gece..." diye
devam etti, hazin bir ses tonuyla:
- Evimde, geç vakte kadar yazıp sonuçlandırdığım dos
yayı masaya koyarak, yorgun bir vaziyette uzanmıştım ya
tağa... Belki de hayatımda ilk kez, yaptığım bu soruşturmada
ön yargıh davrandığımı zihnimden geçirmeye başlamıştım.
"Bu insanlar bir çalışma yapıyorlar. Devletle, siyasetle alıp
veremedikleri de yok. Gençlerin eğitimi... YoksuUarm des
teklenmesi... Toplumun manevi değerlere göre bilinçlendi
rilmesi... Beğen beğenme, bu emekleri hepten kötü görüp, bu
insanlara bundan dolayı ceza vermek ne kadar doğru?" diye
vicdani bir hesaplaşma içine girmiştim. Ama bu duyguyu
çocuksu bir acıma olarak görüp, gerici ve bağnaz insanlann
önünü kesmek için her şey yapdmahdır, diyerek o düşün
cemi derhal kapatmaya çahşnuştım.
Bu zihin karmaşası içindeyken dalmışım. İşte olanlar da o
zaman başladı. Yattığım odanm penceresi sökülürcesine bir
gürültü koptu, Ceimlar kınhp çerçeveler yerlere saçıldı. Ar-
dmdan cüsseli, heybetli ve kızgın bir insan, eline aldığı bü-
jrük bir yılanla üzerime doğru atüdı. Masallarda dinlediğim
38 O ATEŞTE AÇAN ÇtÇEKLER

bir ejderha gibi, o dehşetli mahlûk ağzım açmış, elinden kur


tulsa beni derhal yutmak için çırpmıyordu. Tam bir dehşete
kapıldım! Öyle bir korku ve panik içinde bağınp yalvarma
ya başladım ki... Ama kurtuluş mümkün değil... O kalıph ve
iriyan adam bir ayağım dizlerime bir ayağım da döşüme ba
sarak elindeki ejderhayı üzerime doğru uzatıp, kulakları sa
ğır eden o sesiyle gürlemeye başladı:
"İnansan da inanmasan da bu kâinatm bir Yaraha'sı var
dır. İnsanlara rehber olmak için peygamberler, doğru yolu
göstermek için de kutuplar göndermiştir. Her kul, ölünce,
yaptıklarmdan dola)n hesap verecektir. Unutma, Allah'a ve
ahirete inanmamak, ölmeye mani değil, cennete girmeye
manidir. Eğer imanmı tazelemez, Allah'a iyi bir kul olmaz
san, yaklaşmakta olan ecel eliyle mezara konulunca arkada
şın bu olacak... Hesap gününe kadar mezarda seni dişleme
ye, parçalamaya ve boğmaya devam edecek. Bu, kabir aza-
bımn yalnızca milyonda birisi olacak...
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri çok kıymetli bir âlim,
insanlara Allah'ı, Efendimiz'i (a.s.m.) ve Kur'an'ı sevdirmek
için bir ömür tüketmiştir. Bu kıymetli Allah dostımdan do
layı insanlara ceza vermek, ahirette en büyük cezayı gerekti
rir. Eğer bunun için ceza vermeye kalkarsan iki cihanda da
en büyük eza, ceza ve azap seni bekliyor. Değil bu insanlara
ceza vermek, onlan Allah için yaptıkları bu çalışmalanndan
dolayı ödüllendirmek lazımdır. Bu, sana bir uyan... Eğer
sözlerimi dikkate almazsan, ikinci sefer seni mezara götür
mek için geleceğim. O zaman bu ejderha da senin yoldaşm
olur."
- Kendimi yırtarcasına, parçalarcasına uyandım! Sesimin
çıkhğı kadar bağırdım gecenin o saatinde... Eşim ve çocukla-
nm koşup geldiler. Onlara hiçbir şey anlatamadım. "Kötü
bir rüya!" diye geçiştirdim. Ama bu yalnızca bir rüya değil-
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER ® 39

di. Bunu çok iyi anlamıştım. Ben din ve iman konusunda ne


gerçeğe ne de rüyaya inamyordum. Ama bu durum başkay
dı. Bu örtülecek, yok sayılacak bir husus değildi. Şimdi hâlâ
ürperiyorum, tüylerim diken diken oluyor.
Müfettiş Bey hem anlattyor, hem yaşıyor, hem de ağlı
yordu. Hâlâ o çarpıa rüyanm etkisinde tir tir titriyor, o he
yecan ve korkuyu iliklerine kadar hissediyordu. Ne diyece
ğimi şaşırmıştım. Bu öylesine ayan beyan hakikatti ki, bu
nun üzerine ne söylenir, nasıl bir yorum yapılır, bilemiyor
dum.
Yaşh parmaklanyla elimi kavradı, beni hafifçe kendine
doğru çekti. Sanki kimseye duyurmak istemediği bir gizemi
benimle paylaşmak istiyordu:
- Arif Bey, dedi. Ben sana gördüklerimin onda birisini bi
le anlatamadım. Anlatmam da mümkün değildir. Bu, rüya
bile olsa, gerçeğin ta kendisidir. Hiçbir şeye bunvm kadar
inanmadım. Ben mesajımı fazlasıyla aldım. Şimdi yeni bir
başlangıç yapmanm, yeni bir sayfa açmamn telaşı içindeyim.
Ama nerede, nasıl başlayacağımı bilemiyorum. Çevrem, be
nim gibi kafa yapışma sahip insanlarla örülü. Bunu kimseye
anlatamam. Hele hane halkıma hiç mi hiç... Tek çıkar yolum
kaldı; emekli olup buralardan uzaklaşarak, yeni bir şehirde,
kendime yeni bir çevre oluşturmak. Yoksa buralarda kalıp,
kendi dostlanm içmde, bir dönüş yaptığım anlaşılırsa, bu m-
sanlar beni tımarhanelik olarak topluma lanse ederler.
İçi yanarak, kalbi çarparak, büyük bir heyecan ve istekle
Rabbime layık olmak için acele eden bu insanm halini sey
redince gözlerim doldu, yüreğime sonsuz bir şükür duygusu
gelip oturdu. Hey Yüce Allah'ım! Sen nelere kadir değilsin
ki... Sen kimlere boyun eğdirmedin, kimlerin başım secdeye
getirmedin, kimlere tövbe ve istiğfar ettirmedin...
Hey büyük Rabbim! Sen ki, rızan için hayaller kuran bir
40•ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

kulunu, öyle ince bir planla kurtardın ki, bunu duyanlar


ha3nretlerinden secdeye kaparunaktadır. İşte ilahî ödül diye
buna derler. O gün hastaneden ayrılırken, ömrümde bu ka
dar huzur içinde olup mutluluktan uçtuğumu hatırlamıyor
dum. Bu çifte müjdeyi akşam eşime anlatmca. Nur Hanım
jrine kendine yakışır yorumlar yapmıştı:
- Rabbimi çok seven Melek annemizin vasiyetini kim en
gelleyebilirdi? Yüce Allah'ı çok seven bir kulım, nza-yı ilahî
için yaptağı çalışmalanna kim köstek olabilir?
Kâinatm iplerini elinde tutan Zât, bazen insanlara ibret
için esrarlı hadiseler yaşatır ki, kalbini ve gönlünü Allah
düşmanlığıyla dolduranlar bu olaylara bakıp da ders alsm-
1ar, kendilerine gelsinler. İnşallah bu hadise de, yanlış yolda
ömür tüketenlere yeni bir milat olur.
Dördüncü Bölüm
İNANniRGÎBÎ DEĞİL

ANNEMİN DİLEĞİNİ yerine getirmek için izinler


çıkmış, yolculuk da başlayacaktı. Bunun için eş
dostu ziyaret edip, helâllik alıyorduk. Bu vesileyle
bir albay dostumuzun kapısını çalmıştık.
O günlerde meşhur "28 Şubat süreci" yaşandığı için or-
tcim gergindi, dindarlara büyük baskılar yapılıyordu. Çok
daha vahimi, eşleri başörtülü ve namaz kılan subaylar ordu
dan bir bir uzaklaştınlıyordu. Bu hassas ortamda yapıyor
duk bu ziyareti. Ama albay dostumuzda öyle bir iman ve
teslimiyet vardı ki, inancı uğruna her türlü tehlikejd göze
alan birisiydi...
Vakit akşam sulan, abdest almak için hazırlanıyorduk. O
esnada evin telefonu çaldı. Albay, konuşmak için ahizeyi eli
ne alıp kıble istikametine döndü. Ben, eşim, Alba/m hammı
ve çocuklan da odada, konuşulanlara şahit oluyorduk. Bir
anda yürekleri geren, zihinleri bulandıran kararlı bir haber
bomba gibi düşmüştü ortaya... Ahizeyi elinden bırakcm Al-
42 O ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

bay üzgün bir yüz ifadesiyle eşine döndü:


- Tuğba Hanım, dedi. Sanıyorum ki siz de duydunuz,
maalesef beklediğim haber...
Bir anda derin bir sessizliğin çöktüğü odaya acı bir hüzün
dolmuştu. Herkesin panikleyip sarsıldığı bu haber, sanki ne
fesleri kesip, bütün sözcükleri ve cümleleri kurutmuştu.
Kimsenin ağzından bir kelime bile çıkmıyordu.
Albay, eşi başörtülü olduğu için bütün emeklilik hakkını
da kaybederek ordudan ahlmışh. Hayatım verdiği bu mes
lekte, masumane bir inanç yüzünden kapı dışarı edilen bu
onurlu insan şimdi ne yapacaktı? Okuyan çocukları, yerine
getirmesi gereken acil ihtiyaçlan vardı.
Bütün haklanna el konularak, sokağa bırakılan bu insan
acmdan mı ölecekti? Bu hadisenin ardından hangi kapıya
gidip iş isteyecek, evin ihtiyaçlarım hangi imkânlarla karşı
layacaktı. Bu dramatik tabloyu hayal etmek bile aa veriyor
du insana... "Allah hiçbir inşam gördüğü günden geri koy-
masm" derlerdi. îşte bu durum bu konuyu en iyi şekilde ifa
de ediyordu.
Şerefle, otuz yıl bu mesleğe hizmet et, kırk dört tane tak
dirname ve sayısız ödül al, çevrende en dürüst ve çahşkan
bir insan olarak gösterildikten sonra da namaz kılıyorsun,
eşin kapah diye kapı dışan edilip açlığa mahkûm ol. Buna
üzülmemek, yanmamak, kahrolmamak mümkün müydü?
Hâlbuki bu vatan için cepheye koşanlar, göğüslerini kur
şuna siper edenler, düşmana karşı durmak için eşini, nişanlı-
sım geride bırakanlar, yeni doğmuş çocuğunu bile göreme
yen kahrametnlar, annesi ve eşi gibi dindar ve kapalı insan
lardı. Dine, Allah'a saygı bu mUletin ruhımda mevcuttu.
Bunım içindir ki, cephede "Allah Allah" diye çarpışıp ölen
lere şehit denirdi. Sonra da kalkıp "eşin kapalı" diye görev
den uzaklaşhrılmasmı anlamak mümkün olmuyordu. Bu
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER • 43

davranış, bu milletin en sevdiği meslek olan askerliğe gölge


düşürmekten başka bir şey değildi.
Bütün bunlar, esrarlı bir sessizlik içinde, kafamızda bir
fırtma gibi esip, aa ve ızdırapla içimizi yakıyordu. O esnada
ne demeli, nereden başlamalıydı? Nasihat vermek kolaydı,
ama bu durumu yaşamak çok zordu.
Gerek Alba/dan ve gerekse de eşinden isyan, feryat, si
tem ve üzüntü dolu haykırışlar bekliyorduk. "Ah, vah, tü
kendik, bittik, şimdi halimiz ne olacak?" gibi yakanşlarla
tepki vermelerini tahmin ediyorduk. Ama o esnada herkesi
şaşırtan, tüylerimizi diken diken eden ibretlik bir sahne ya
şanmıştı. Hem de ne ibretlik... Rabbim! Ömür boyu aklım
dan çıkmayacak, hayallerimden gitmeyecek bir sahneydi
bu...
Tuğba Hamm, kendinden beklenmeyen bir çeviklikle,
ayağa hrlajnp kendini koltuğa bırakan Albajr'ın yanma gitti.
- Ahmet Bey, dedi. Kalk, ne oturuyorsun? Kalk da şu gö
revimizi yerine getirelim!
Herkes şaşırmıştı o anda... Ben, eşim, Ahmet Bey ve olayı
hazin bir burukluk içinde yaşayan çocuklar... Ahmet Bey,
meseleyi tam kavrayamamış olmamn tedirginliği içinde:
- Ne görevi? diye sordu, masumane bir yüzle...
Tuğba Hanım gözlerini ötelere, ta ötelere dikerek, ebedî
bir hazine bulmuş onurlu bir ses tonuyla fısıldadı:
- Bir kulun görevi, Allah için yaşayıp Allah için ölmektir.
Her kula bu nimetler nasip olmaz. İlahî huzurda en büyük
şahidimiz bu olacaktır. İşte şimdi o an geldi.
Tuttu eşinin elinden diğer odaya götürmek için çekiştirdi.
- Gel Ahmet Bey, dedi. Gel de birlikte şükür secdesine
kapanahm. Allah için, O'nun rızası için yaşamaya çalıştığı
mızdan dolayı, meslekten atılmış bir insan olarak bize secde
yakışır. Artık ilahî huzura giderken, beraber görüneceğimiz
44•ateşte açan çiçekler

bir şerefimiz var bizim... Bu onurla büyük mahkemede he


sap vermek, Rabbimin bize en büyük lütfudur. Allah'ım sa
na şükürler olsun. Bize bu erişilmez unvanı nasip ettin.
Amcin Allah'ım! Beş kuruş para alamadan sokağa atıl
maktan dolayı üzülüp kahrolacağma, bunu bir şeref sayan
şu ruhun önünde eğilmeyip de ne yapılır? Namaz kılan bir
subay, başı kapalı bir eş oldukları için kovulan bu iki insan,
bu dramatik hadiseyi kullukta en büyük rütbe sayarak ilahî
huzura çıkmak istiyorlardı. Allah'ım! Senin ne yüce kullann
var. Ne büyük sevenlerin var. Ne erişilmez âşıklarm var...
Bütün bu can yakan gelişmelere rağmen Ahmet Be/in
tek sitemde bulunmaması, bu olayları bu milletin ordusuna
mal etmemesi; yalnızca. Peygamber ocağı olan bu kurumu
)npratmak isteyen art niyetli insanlar tarafmdan yapıldığım
söylemesi bizi çok şaşırtmışb.
- Bizim bu Peygamber ocağım ne kadar sevdiğimizi onlar
bilmiyorlar. Biz bu ocağm şam, şerefi ve yüceliği için bir kez
değil, bin kez hayatımızı vermeye hazırız. Bu duygumuzu
ve samimiyetimizi bir türlü anlayamadılar. Ama bunu bir
gün mutlaka anlayıp, mağdur edUen bu insanlardan özür di
leyeceklerdir. DUemeseler bile biz onlara beddua edemejdz.
Yalnızca Allah onlan ıslah etsin. Çünkü orası bir Peygamber
ocağıdır.
O gün, Ahmet Beyler'den aynldığımızda fedakârlığm, ce
saretin, teslimiyetin ve hadiselere olumlu taraftan bakmanm
gerçek sırlarım yaşamıştık. Belki de bu, benim için hayatıımn
en büyük derslerinden birisi olmuştu. Başa gelen bir hadise
ye karşı, bu kadar sağlıklı, sabırlı ve iyi niyetli davranmak,
gerçek bir imarun neticesi olmalıydı.
Evden çıkmca, yaşadığım bu nefes kesen olayları nasıl
değerlendireceğimi öğrenmek için:
- Bunlar bizim başımıza gelse ne yapardık? diye eşime
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER • 4S

sordum. Verdiği cevap beni derin bir şükre sevk etmişti:


- Bey, dedi. Rabbim kendini seven bir kuluna bir hadiseyi
layık görüyorsa, onda bir hikmet aramak lazımdır. Yüce Al
lah kendisi için çırpman kulunu perişan eder mi? Görelim
bakalım Ahmet Beyler'in sonu ne olacak? İhtimal ki; onlan
öyle, gıpta edUen bir son bekleyecek, herkes imrenecek, on-
larm yerinde olmayı isteyecekler...
"Görelim Mevlâ'm neyler, neylerse güzel eyler..."
Ruhumda yükselen takdir hisleriyle eşime döndüm:
- Allah seni benden ayırmasm, dedim. Eğer bu iman ve
teslimiyet olmazsa, hizmet yolundaki çakıl taşlan bile insan
için en büjKik engel olur.
Nur Hanım, o keskin feraseti Ue doğru tahminde bulun
muştu:
- EzUen mazlumlar bir gün gelir aziz olur. Hem de insa
na şaşkınlık verecek bir ibretlikle...
Nitekim öyle de oldu.
Beşinci Bölüm
DUYGU YÜKLÜ BİR KARŞILAŞMA

Mukaddes yolculuk için Nur Hanım'la birlikte


havaalanına geldiğimizde birçok eş dostun, tam
dık ve okuyucularımın da orada bulunduğunu
gördük. Bu, bize farklı bir huzur vermişti. Ama bu yolculu-
ğım hayatımıza tarifsiz bir mana katacağmdan haberimiz
yoktu. Nereden bilecektik ki annemin hac vasiyetinde akılla-
n durduran esrarlar olduğunu...
Önce Medine'ye uçup Efendimiz'i (a.s.m.) ziyaret edecek
tik. Sonra da Mekke'ye geçip hac farzım eda edecektik. Özel
likle de, Medine'de Efendimiz'in (a.s.m.) manevi makamma
çıkıp annemin selâmım arz etme arzusu daha şimdiden bizi
heyecanlandırmaya başlamışh.
Bir taraftan ihram giyiniyor, bir taraftan da bizleri tanı
yanlarla tath sohbetler ediyorduk. İşte o esnada unutulmaz
bir tanışma sahnesi yaşamıştık. Yamma yaklaşan pınl pınl
genç bir çift:
Siz, yazar Arif Bey olmalısmız, diye nezaket dolu bir
edayla sormuşlardı.
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER • 47

- Evet, dedim. Ben Arifim.


- Hocam, bu ne sürpriz! Eşimle birlikte kitaplannızm ta
kipçisiyiz. Hayatta en önemli isteklerimden birisi de sizinle
tanışmaktı.
- Estağfurullah efendim, dedim. Ben sıradan bir eğitimci
yim, öyle özenecek, aranacak bir yanım yoktur.
- Olur mu hocam? dedi, admm Mehmet olduğunu öğ
rendiğim genç. Biz bu haca size borçluyuz. Eşim Senanur
Hamm'la birlikte bu iki yıl içinde öyle harika olaylar yaşadık
ki sormaym...
Nur Hanım merak dolu gözlerle bana baktı "Acaba ne
yaşamışlar?" der gibi...
- Öyle mi? dedim. O zaman anlatm, biz de istifade ede
lim.
O esnada tamdıklar etrafıma yığılarak kısa zamanda bir
kalabalık oluşturmuşlardı. Her gelenle tokalaşıp tamşma şe
refine eriyorduk. Öğretmen olduğunu öğrendiğim Mehmet
Hoca başladı anlatmaya, son zamanlarda yaşadıklan ilginç
olayları:
- Hocam, dedi. Ben dinibütün bir gençtim. Ama güzelli
ğine vurulduğum eşim Senanur Hanım ilahî iklimden uzak,
inanca değer vermeyen, başıboş, hoppa bir kızdı. Onu o ka
dar sevmiştim ki, görüşlerimin ve hayat anla)aşımm örtüş-
mediğirü bile bile evlilikte ısrar ettim. Gerek Senanur Hanım
gerekse de benim aile büyüklerim buna karşı çıkmışlardı.
Fakat ben kimseyi dinlemedim ve Senanur Hamm'la evlen
dim.
- Her şey tahmin ettiğim gibi çıkmışh. O kendi hayatım
yaşıyor, benim inancım ve ailemin hassasiyetlerini dikkate
almıyor, ben de onu istediğim çizgiye yaklaştırmak için bas
kılar yapıyordum. Evleneli daha iki ay olmadan yerü yuva
mız yıpranmaya ve çatırdamaya başlamışh. Bütün namazla-
48•ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

mnda her an Rabbime yalvarcurak, eşim için dua ediyor, ai


lemde iman ve Kur'an havasmm hâkim elmasım, Senanur
Hamm'm da ilahî huzura baş eğmesini gözyaşlarıyla isti
yordum.
Etrafımdaki kalabalık, Mehmet Hoca'run hayat öyküsünü
nefes almadan takip ediyor, sonun ne olacağım sabırsızlıkla
bekliyorlardı.
- Hizmet içi eğitim için birkaç gün şehir dışma çıkmıştım.
Rabbim, dedim. Eğer bir kul olarak yanmda küçük bir değe
rim varsa, benim için, yoksa aımem ve babam hakkı için, ben
bu eve dönene kadar Senanur Hamm'a iman ve Kur'an na
sip et. Yoksa benim camım al, çünkü çok sevdiğim eşimin
senden uzak bir ruhla ömür sürmesine dayanamıyorum.
Evden bu duygularm etkisiyle ağlaya ağlaya çıktım. Eve
döneceğim akşamdı. Senanur Hanım'ı arayıp, gece otobüse
bineceğimi söyledim. "Ne vakit burada olacaksm?" dedi.
"Sabah namazı sıralannda inşallah inmiş olurum" dedim.
Yola çıktım. Ama içimdeki sızı bir türlü bitmiyor, eşimin bu
halinin ne olacağım hep Rabbime sorup iman talep ediyo
rum. Evin önüne geldiğimde, çahşma odasımn ışığmm yan
dığım gördüm. "Allah Allah" dedim. "Bu vakitte Senanur
Hanım niçin kalkmış olabilir? Yoksa lambayı açık mı bırak
tı?" Çok uzak ihtimalle de olsa aklıma güzel şeyleri getirerek
umutlanmak istedim.
Zile bastım, Senanur Hamm hazır bekliyormuş gibi, der
hal kapı otomatiği açıldı. O zaman eşimin ayakta olduğunu
anladım. Merdivenleri birer ikişer çıkarken, bir taraftan da
müthiş bir heyecan içinde, akhmda sayısız ihtimalleri evirip,
çeviriyordum.
Kapıya vannca aman Ya Rabbim! Karşımda tepeden tır
nağa uzun giysiler içinde, kendine de çok yakışmış bir
eşarpla eşim Senanur Hanım durmuyor mu? Çarpıldım! Tek
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER o 49

kelimeyle çarpıldım... Dilim damağım kurudu. Bütün keli


meler, cümleler uçtu gitti. Beynim, aklım sustu bir anda.
Daha fazla dayanamayarak, yere kapanıp Rabbime haykır
dım: "Allah'ım sen bana bu günü gösterdin, arhk şu emane
tini alsan da gam değil. Bir saniye bile eşimi sana yakışır bir
halde görmek, benim için bir ömre bedeldir."
Rabbim... ÇocukİEir gibi sevincimizden sarıldık birbirimi
ze... Çocuklar gibi ağlaştık bu mutluluk hasretiyle... Çocuk
lar gibi söz verdik bir ömür boyu için... "Rabbimize yakışan
bir kulluk uğruna canımız ve mahmız feda olsım." Bittim,
tükendim, attun kendimi yerlere... Saatlerce, bir türlü ken
dime gelemedim. îki yıla zor eriştirdiğimiz evlilik hayatımı-
71 n en büyük özlemi olan ilahî huzura birlikte çıkma arzum
o sabah gerçekleşmişti. Ben önde imam oldum, eşim de ce
maat olmuştu. Rabbim, bu huzuru nasıl anlatabilirim? Bu
esrarh atmosferi nasıl tarif edebilirim? Sanki melekler bizi
cennet bahçelerinde gezdiriyormuş gibi, tarifsiz bir mutlu
luk içinde uçuyorduk. Namaz boyunca hem eşim hem de
ben doyasıya ağlamış ve Mevlâ'mm önünde gözyaşlanmız
sele dönmüştü...
Mehmet Hoca'nm anlattıklanna dayanamayıp, eşiyle bir
likte hem ağlayıp hem de çevrede toplulukları da ağlathklan
bu güzel hadiseye neyin sebep olduğunu herkes yaşlı göz
lerle merak ediyordu. Hele Nur Hanım, bunu sormak için
heyecandan yerinde duramıyordu. Başımıza toplanan kala
balık içindeki yaşlı bir hanım, daha fazla dayanamayarak
Senanur Hanım'a sanhp ağlamaya başladı.
- Rabbim, bu kıza verdiğin hidayet ve iman gibi, çocukla
rımıza da, hasret içinde hidayet bekleyen bu kullarına da
ver.

İşte o an herkes kopmuştu. Haykınşlar, tevhidler, şaha


detler, şaşkmiıklar birbirine kanşmıştı. Zaten haccm heyeca-
50 O ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

myla yerlerinde duramayan gözleri nemli dostlar, bu müthiş


hadise karşısmda coşmuş, herkesin yüreğine bir umut pen
ceresi açılmıştı. Senanur Hanım'm nasıl olup da bu güzel
hakikatlerle buluştuğunu ısrarla soranlara karşı, Mehmet
Hoca "Bunu hanımefendi anlatsm" diyerek kenara çekUmiş-
ti.
Ağlamaktan kendini harap eden Senanur Hanım, eşim
kendisini bir müddet teselli ettikten sonra, ömür boyu haft-
zamızdan silinmeyecek o müthiş hadiseyi tek tek atlamaya
başlamıştı. Gittikçe artan kalabalık ise, bu unutulmaz sahne
içinde, yürekleri çarpa çarpa âdeta nefessiz dinliyorlardı.
- Son derece açık, serbest ve dini hassasiyeti olmayan bir
ailede gözlerimi açnuştım. Seçtiğim arkadaş grubu da din ve
Allah'a karşı önyargısı olan insanlardı. Bu yüzden oldukça
rahat, açık ve dindarlara karşı mesafeli büyüdüm. Mehmet
Bey'in nezaketi, beyefendiliği ve örnek kişiliği beni çok etki
lemişti. Onunla farkh dünyalann inşam olmamıza rağmen
Mehmet Be/den kopamadım ve evlilik teklifine hayır diye
medim. Bağışlaym ama cahillik deyimimle "âşık" oldum.
Belki de Rabbim o esnada bilinen bir sebeple beni ona bağ
layarak bu günleri nasip etmiş.
Mehmet Hoca, iki yıl sâbırla, benden kendimi sorgula
mamı, Allah'a yakışır bir kul olmamızı telkin etti ve çok şid
detle de istedi. Öyle günler oluyordu ki, benim bu halime
sabahlara kadar ağhyor ama bana bunu hissettirmemeye ça
lışıyordu. Yalnızca "İbadetlere başlarsan beni çok mutlu
edersin!" diyerek teşvikten öteye geçmiyordu.
Mehmet Hoca birkaç günlüğüne evden gidince yalnız
kaldım. O gün bu yalruzhk içinde kendimi sorguladım: "E-
ğer beyim rahmetli olursa, ben büsbütün yalmz kalırsam ne
yapanm?" diye düşündüm. Çok sevdiğim eşimin üstüne gül
koklayamazdım. O zaman niçin o hayattayken onu mutlu
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER • 51

etmeyi denemiyordum? Bu duygular içinde hazırlık yapar


ken lisede birlikte okuduğum arkadaşlanmdan birisi aradı,
ziyaretime gelmek için...
Giyiniş ve kıyafetiyle herkesin dikkatini çeken arkadaşı
nım grubun içindeki lâkabı "Dansöz Sonay"dı. Allah'ım ka
pıyı açtım ama gözlerime inemamadım. Karşıma upuzım el
biseler içinde melekler gibi pınl pınl bir kız çıktı. İlk anda
espri yeteneğinden dolayı şeika yapıyor zannettim. Ama
davramşlanndaki olgunluk, ağırlık ve ciddiyet eski Sona/ı
silip süpürmüş, yerine melekler gibi ışıl ışıl bir hanımefendi
gelmişti.
"Kız sana ne oldu?" diye atıldım heyecem içinde. "İki ay
önce annemden doğdum..." dedi gözleri dolu dolu. "İki ay
önce Rabbimi tamdım, hayatm tarifsiz huzuruna erdim. Me
ğerki ben daha dünyadayken cehennem azabı yaşıyormu-
şum da farkmda değilmişim. Şimdi, bu yeni hayatımda tat
tığım haz ve lezzetleri. Yüce Allah'a kul olmanm huzur ve
mutluluğunu eski arkadaşlanmla paylaşmak için kapı kapı
dolaşıyorum" dedi. "İyi ama" dedim. "Sen o kadar din ve
din adamlanndan uzaktan ki bu nasıl oldu?"
Meğer eline bir kitabınız geçmiş... O kitabm o kadar etki
sinde kalmış ki, ben de merak ederek elinden aldım, o gece
sabaha kadar bitirdim. Dünyam değişti, beynimde binlerce
şimşek çakfa, heba ettiğimiz gençliğime aadım, içim kazındı.
Yüce Allah! Mehmet Hoca'run dualan hürmetine beni de ka
pışma kabul etti...
Yürekler dayanamıyordu bu hayat öyküsüne... Etrafta
can kulağıyla dinleyen dostumun dilinde "Maşallah, Bare-
kallah, Allah-u Ekber" sedalan dinmiyordu...
Mehmet Hoca kollannı açıp:
- İşte bunun için sizlerle tamşmak istiyorduk. Yüce Al
lah'a bakın ki bizleri nerede buluşturdu.
52 ® ATEŞTE AÇAN ÇlÇEKLER

Kalbim çarpa çarpa, içim tutuşa tutuşa, jöireğim alev alev


dinlediğim bu hadise, bizleri daha da coşturdu, üzerimdeki
jrükün ne kadar ağır olduğımu gösterdi.
Nur Hanım, okurlanmızm bu teveccühü karşısmda dur
madan dua etmeye devam ediyordu:
- Allah'ım! Bizleri bu hizmete layık kıl. Gurur ve kibirden
uzak tut. Riyasız, hodfuruşsuz bir hayat nasip et. Sen bu ni
metleri bizlere bahşettin, bizleri de bunlara layık kıl...
Amin...
Altmcı Bölüm
AKILLARIN DURDUĞU YERLER

MEDİNE SEMALARINA doğru uçakta yol alırken


zaman durmuş, bir türlü geçmek bilmiyordu.
Yürekleri özlem dolu bütün haalar gibi biz de
heyecanımızm son sımrlannda, artık saatleri bırakıp saniye
leri sayıyorduk. Nur Hanım durmadan Gevşen ve dua oku
yordu.
Ben de, bu yolculukta annemi manen yanımızda hisset
menin hazzıyla, Rabbimin bu lütfü sebebiyle müthiş bir
duygu ikliminde jnizüyordum. Bu dünyamı kuşatan his öy
lesine güçlüydü ki, sanki annem arkamda; nefesini, varlığım
ve hatta kendisine has kokusunu du3uıyordum. Bunu birkaç
kez Nur Hanım'a sordum, ajmı şeyleri o da söyledi. Anlaşı
lan o görülmeyen âlemlerle bize eşlik ederken, birlikte seya
hat ediyorduk.
Medine'ye vasıl olduğumuzda farkh bir gezegende, farkh
bir hayatm içinde, farkh bir atmosfer karşılamıştı bizi... Gö
zümüzü, gönlümüzü aydınlatan, içimize tarifsiz bir huzur
dolduran, ruhumuza tatmadığımız bir manevi lezzet pom-
54•ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

palayan, insanı kendisinden geçirip mest eden efsunlu


âlem... Buranm havası, taşı, toprağı bile duygulanmızı şah-
landınyor, yıllardır içimde duyduğum dertlerime ilaç olu
yordu.
Otele yerleştikten sonra kimsenin duracağı yoktu. Bir an
önce Peygamberimiz'in (a.s.m.) yattığı mescide gidip, hasret
le beklediği huzuruna çıkıp, Cndan şefaat istemek için can
atıyorduk. Hele Nur Hamm kanatlanmış, ayaklan yere
değmeyen çocuklar gibi uçuyordu.
Sabah ezam okunurken mescidin kapısından girdik. Ci
ğerlerimize kadar işleyen o manevi huzur başımızı döndür
dü, bizi bizden aldı. Sanki Âdem Peygamber'den bugüne
kadar gelip geçen ne kadar değerli insan varsa oraya top
lanmış, onlar da dua ve niyazlarıyla etrafı kuşatmış gibi mis
tik bir iklimde sarhoş olmuştuk.
İmamm okuduğu Kurian ayetleri birer doktor neşteri gibi
içime işleyip, bütün yara ve dertleri kesip atan sihirli bir el
gibiydi. Hele namazm sommda yapılan dualar, yalvarışlar,
şefaat temennileri, gözyaşlan birbirine kanşmış, dertli kullar
bu iksirli hava içinde kendilerinden geçiyorlardı.
Gönlü ve kalbi yaralı Müslümanlar, Peygamberimiz'in
(a.s.m.) yattığı kabrin önünden geçerek onu selamlayacak
olmanm heyecamyla sıra olmuşlardı. Rabbim buna can mı
dayamrdı? Yürekler mi tahammül ederdi? Kalpler çatlayıp,
yırtılmaz ımydı?
Efendimiz (a.s.m.), Hazreti Ebubekir, Hazreti Ömer ve
Hazreti Osman'm (r.anhüm) yan yana duran kabirlerinin
önüne geldiğim zaman, içimde yükselen o yakıcı duygu bü
tün damarlarımdan girip, o gizemli âlemlerde vücudumu
uçurmaya başlamıştı.
Kendimi kaybettiğim o tarifsiz âlem içinde annemin has
ret çığlıkları kulağımı parçalıyor, Efendimiz'e (a.s.m.) olan
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER • 55

aşkını ve sevgisini haykınşı, bütün feryatlan bastınyordu.


Ben kimim? Neredeyim? Ne yapıyorum? Sanki önüme açı
lan büjniieyici bir dünyada kendimi yitirmiş haldeydim.
Önümdeki uzımca bir koridor içinde. Saadet Asn'ndaki
Efendimiz'i (a.s.m.), sahabeleri ve ihtişamlı iman şahlanışım
hayal ettim. Peygamberimiz'in (a.s.m.) o doyumsuz hayab
bir sinema filmi gibi gözlerimin önünde geçmeye başlamıştı.
Tam Peygamberimiz'in huzuruna geldiğim zaman her
şey susmuş, saat, gün, yıl, asır kaybolmuş, zaman durmuştu.
O esnada tek düşündüğüm şey, kafamda sıraya dizdiğim
cümleleri Efendimiz'e (a.s.m.) sımup, annem, kendimiz ve
bütün Müslümanlar için şefaat istemekti.
Ama ne mümkün? Oranm aklı baştan alan iklimi içinde
her şey altüst olmuştu. Yalnızca:
- Efendimiz, diyebildim. Ben huzurunuza sizi çok seven
annem için geldim. Namus timsali, edep, hayâ örneği, Rab-
bime ve Sana âşık bir ümmetin olan rahmetli annemin selâ-
mmı getirdim. Ona da şefaat et...
Hemen yam başımda öyle bir ÂMİN sedası yükselmişti
ki, Allah'ım bu annemdi! Bu annemin sesiydi. O buradaydı,
varlığıyla, nefesiyle hemen yammdaydı. O heyecan içinde
"Anne!" diye bağırdım. Ama sesini du3nnctk ne mümkün...
Efendimiz'in (a.s.m.) huzurunda gözyaşlarma boğularak,
kendimi kendi içimde kaybedip, hıçkıra hıçkıra ağlamaya
başladım.
- Bu günahkâr ümmetine de şefaat et Ya Resulullah, diye
yırthm kendimi. Şefaat et de, ömür boyu imarun ve Kurian'-
m hizmetinde daim ola3nm.
■ Bağıranlar, feryat edenler, şefaat isteyenler, çocuklar gibi
ağlaşanlar... Orası dünya dışmda bir çekim merkezi gibi
Müslümanlan bağnna basıyor, içlerinde ne kadar günah, kir
ve hata varsa yıkayıp temizliyordu.
56 O ateşte açan ÇİÇEKLER

Bir türlü kopmak istemediğim huzurda daha fazla dura


madım. Kalabalık beni de sürükleyerek dışan atmışh. Ama
içimdeki hasret alev alev yanıyor, bir türlü dinmek bilmi
yordu. Kendimi yere atıp saatlerce bu sevda koru içinde in
ledim.
- Efendim, ben senin için yamp tutuşan Melek admdaki
kadınm oğluyum. Ömür boyu iffetiyle melek gibi bir hayat
süren o ümmetinin hakkı için, elimizi bomboş gönderme. Şe
faat listene bizleri de dâhil et.
Yüreğimin derinliklerinde yükselen bu isteğime yine
"Âmin" diyen bir ses çmladı kulağımda. Bir anda yerden hr-
layıp etrafıma baktım. Annem yine yoktu. Ama biliyordum
ki, onun ruhu, etrafımızda bizlerle birlikte geziyor, tattığı
mız o manevi iklimde kuşlar gibi kanat çırpıyordu.
Nur Hanım'la bahçede buluştuğumda, âdeta ağlamaktcin
bitap düşmüş, ayakta duramıyordu. O duygu iklimi ilikleri
ne kadar işlemiş, ömür boyu çıkmak istemediği o doyumsuz
âlemden aynimarun elemi içinde, hâlâ iç çekiyordu. Tuttu
elimden, çok gizli bir şey söyleyecekmiş gibi:
- Arif Bey, dedi. Belki sen de çok şaşıracaksm ama Efen-
dimiz'in huzurunda kıyam edip gözyaşlan içinde dua eder
ken, birkaç kez Melek annemin "Âmin" sesini duydum.
Sanki yanı başımda her söylediğimi duyuyordu.
O kadar şaşırmıştım ki, acaba o da manen aramızda mı
dolaşıyor diye... Ama bu günahkâr gözlerle onu görmek ne
mümkün...
- Melek annem, diye bağırdım kendimi daha fazla tuta-
mayarak. Melek annem!
Dayanamadım, bıraktım kendimi olduğum yere... Ömür
bo)aı büyük bir hasretle Efendimiz'in (a.s.m.) sevdasını çe
ken, buralara gelmek için can atan o tertemiz ruhlu armem,
bizimle birlikte bu sahneleri doyasıya yaşıyordu.
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER O 57

Medine ziyareti, duygularımızın kontrol edilmez haliyle


ımutulmaz olmuştu. Gördüklerimiz, yaşadıklarımız öylesine
tarifsiz, hayret duyulacak türdendi ki, onlar yalnızca yaşa-
mr, asla anlatılamazdı.
Mekke yolculuğu ve ziyareti ise, hâlâ ürperdiğim, hâlâ
heyecanım duyduğum ve hâlâ hasretiyle yandığım olağa
nüstü sahnelerle doluydu. Dünyamn dört bir yanmdan ko
şarak gelen Müslümanların sevdası ve aşkı, bütün Mekke'yi
kuşatarak, her tarafta inşam kendinden geçiren bir hava
oluşturmuştu.
Hangi yöne baksan yaşh gözler, titreyen eller, büzüşmüş
dudaklar ve hasretle açılmış kollar görünüyordu. Kalplerde
ki atış, )mreklerdeki coşku eğer dünyaya yayılsaydı, her hal
de bütün insanhğı duygu kasırgasma tutacak güce sahipti.
Hele o tavaf anmda yaşh bir hammm kollarım açarak:
- Efendimiz, siz de mi buradasınız? Ya Ebubekir, siz de
mi? Ya Ömer, Ya Ali, siz de mi? diyerek çırpımşı, içini parça-
larcasma feryadı, ne Nur Haıum'da ne de bende bir takat bı
rakmıştı.
Allah'ım! Senin öyle kullarm vardı ki, âdeta sır perdeleri
ni aralamış, hayallerin bile dayanamadığı âlemlerde geziyor,
yürek ve kalp temizliğinin, Allah sevdasmm nasıl bir ma
kam olduğunu herkese gösteriyordu. Hangisini anlatmalı?
Nereden başlamak? Akıllan durduran, yürekleri parçalayan,
duygulan darmadağm eden o coşkulu atmosferde, eşimle
birlikte esrarlı dünyalara dalmışhk sanki...
Karşımızda Kâbe, milyonlar etrahnda pervane olduğu o
gizemli atmosferde feryat ve figanlann, arzu ve isteklerin,
yürekten dualann birbirine kanştığı o hengâmede dilimiz
tutulmuş, akhmız susmuş ve bütün hislerimiz tavan yapmış
bir halde kendi içimizde kaybolmuştuk...
Orası öyle bir çekim mekâmydı ki, her türlü kusurlann.
58•ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

her çeşit günahların, her tip hataların arındığı, gözyaşlan


içinde' temizlendiği, sabun gibi yıkandığı müthiş bir âlemdi.
Buraya gelip de paklanmayan, günah ve hatalanndan kur
tulmayan bir Allah'm kulu yoktu.
İçleri yetkan iniltiler, yürekleri parçalayan eninler, imdat
ve yardım çığlıklan, kulakteın kulağa dolaşarak her duyguya
tavan yaphnyordu.
Eşim Nur Hanım'm elinde Kur'an, bu ruh dünyasırun es
rarı içinde hem ağhyor, hem de okuyordu. Ben ise bu sahne
leri dolaşan sahabeleri, duası makbul, mübarek zatları dü
şünüyor, onlann şefaatine talip oluyordum.
Yedinci Bölüm
YÜREK PARÇALAYAN BİR YAKARIŞ

DİPSİZ BİR KUYUDA, bütün kâinatla iletişimimi kes


miş bir halde kaybolup gitmişken, bir feryat sesiyle
ürpererek kendime gelmiştim. Öylesine dğer dağ-
layıa, hazin bir sedayla yalvanyordu ki... "Bu adam kim
acaba?" diye başunı arkaya çevirdim ki, aman Allah'ım, sır
tım duvara dayamış, başım avuçları içine almış, her şeyini
yitirmiş bir çocuğun perişanhğı içinde kendi kendini âdeta
yiyor, yırhyor, tüketiyordu.
- Tek umudum sensin Rabbim, bu günahlarımı, bu hata
larımı senden başka affeden olmaz. Bütün kapılarm yüzüne
kapandığı bu günahkâr kuluna aç şu rahmet evini, benim
senden başka kimsem yoktur. Bütün dostlarım, sevdiklerim
bana ihanet ettiler. Beni senden koparmak için ellerinden ge
leni yaptılar. Bunun için de, bilmeden, bir ömür sana isyan
ederek geçirdim.
Artık anladım, doğruyu anladım ama çok geç oldu.
Ömür gitti, hayat soldu, kabir ağzmı açıp beni bekler oldu.
Artık adım adım ölüme doğru yola çıktım. Affolunmaz gü-
60 ® ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

nahlanmla birlikte sana geliyorum. Eğer medet etmezsen,


eğer el uzatmazsan, eğer merhamet göstermezsen ebedî ce
hennem beni bekliyor.
Rabbim! Sen tövbe edenleri, el açanlan, yürekten yalva-
ranlan geri çevirmezsin. Ne olur bu hakir, bu hatalı, bu gü
nahkâr kulunu da gör, dinle, geri çevirme... Eğer beni red
dedersen helâk olurum. Şu dua edenler, şu gözyaşı döken
ler, şu yalvanp yakaranlar hürmetine Âllcih'ım, beni de affo-
lunmuşlara kat, buralardcın temizleyip paklayarak gönder.
Söz veriyorum... Sana söz veriyorum Allah'ım! Bundan
sonra bu kulun senin nzan için yaşayacak... Kalan ömrünü
sana layık olmak için harcayacak... Söz veriyorum! Ne olur
bana el uzat, yol göster. Yoksa kahroluyorum, mahvoluyo-
rum, yamp tutuşuyorum...
Evet, o... Ta kendisi... Ama nasd olur? Biz hacca gelirken
hastanede yatıyordu. Karmaşık duygular içinde Rabbini arı
yor, yeni bir başlangıç için bir yol haritası oluşturuyordu. Bu
oydu. Ömrünü Allah'a isyanla geçirmiş, jrüzlerce insanm
canııu yakmış bir insan... Müfettiş Bey!
Kendinden geçmiş bir halde kuşlar gibi çırpmarak Yüce
Mevlâ'dan bir umut dilenen bu gözü yaşlı ihtiyara yaklaşıp:
- Hocam, dedim.
Beni duymuyordu. O öyle bir ızdırap çukurunda çırpmı
yordu ki, bütün duygulan kapanmış, iç âleminin elemiyle
hesaplaşıyordu. Kolundan tutup, "Hocam!" diyerek salla
dım ve o derin hesaplaşmadan uyandırmaya çalıştım.
Ağlamaktan çökmüş gözleriyle bana baktı, sanki ebedî
bir dost keşfetmiş gibi kollarım açıp boynuma sarıldı.
- Arif Bey, dedi. Kardeşim Arif Bey... Ne olacak benim
halim Arif Bey? Ömrüm, hayatım günahlarla tükenmiş, ya
lanlarla 3allar geçirmiş bu kahrolası kulun hali ne olacak?
Bitmiş, tükenmiş haliyle, daha fazla dayanamayarak ku-
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER O 61

cağıma yığıldı. Yalvara yaivara bütün direnci bitmiş, bütün


dermam tükenmiş ve bütün kuvveti yerle bir olmuştu. Bir
ateş parçası haline gelen iç yangmı, onu yakmaya ve eritme
ye devam ediyordu.
Eşimle birlikte müfettiş beyi ibretle seyrettik. O öyle bir
manevi anafor içindeydi ki, kendine getirmek kolay olma
mıştı. Öyle bir pişmanlık, öyle bir tövbe ve öyle bir yakanş
vardı ki, Allah'ım, sanki o Kabe'nin etrahndaki milyonlarca
beden bir haykınşla affmı istiyor, kendini yerden yere atı
yordu.
Ömrünün somma yaklaşmış bir insamn yürek dağlayan
bu aası karşısmda çok etkilenmiştik. Etkilenmek de ne de
mek, nutkumuz tutulmuş, kanımız donmuştu...
- Hocam, sizi tebrik ederim, diye teselli etmeye çalışıyor
dum. Herkese nasip olmayan bir şekilde, hayatınızm son
deminde buralara gelip, hac ikliminde paklamp, armıp dö
neceksiniz. Demek ki, Rabbim sizi layık görmüş olacak ki,
buralara kadar gelmenize izin verdi.
- Arif Bey... Arif Bey... diyerek tekrar afaldı bojmuma.
Yani umut var mı? Bir ışık gözüküyor mu? Bana kulum der
mi? Kapışım açar mı?
Müfettiş Bey yırtıyordu, parçahyordu kendisini... Al
lah'ım! Bu nasıl bir pişmanlıktı, bu nasıl bir kavruluştu? Onu
teselli etmeye devam ediyordum:
- Hocam, dedim. Rabbimin kullarma sözü vardır. Sami
miyet, pişmanlık ve af dileğiyle geleni asla kapısmdan geri
çevirmeşyecektir.
Tekrar atladı can havliyle:
- Doğru mu? Geri çevirmez mi? Kabul eder mi? Kapıyı
yüzüme kapatmaz mı? Beni def edip cehennemin çukurla-
rmda ebedî cezaya tabi tutmaz mı?
Kelimeler ağzmdan öyle çıkıyordu ki, sanki içinden ateş-
62 » ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

ten bir top fırlamış, bir bomba gibi içimize düşüyordu.


Müfettiş Bey hastanede yatarken; Allah'a erişmek, Ona
koşmak, layık bir kul olmak için kendini parçalarken, o gece,
vefat eden babasmı rüyasmda görmüş: "Oğlum, âlemlerin
Rabbine yönelişin beni öylesine memnun etti ki, bugün be
nim bayramım oldu. Ben Mekke'deyim, seni çok özledim,
gel de görüşelim" demiş.
Bu rüyanm şaşkmbğı içinde uyanmış... Mekke'ye davet
var. Ama nasıl olacak bu iş? Herkesin hacca gitmek için ha
zırlandığı bir anda bu mümkün mü?
Tamdığı üst düzey bürokratlan arayıp, bunun için onlar-
dcm akıl almış. Yapılan tavsiye üzerine de derhal Alman
ya'ya uçup oradaki hac kafilesine katılmış.
Sordum Müfettiş Bey'e:
- Peki, babanızı gördünüz mü?
O ne demek istediğimi anlamıştı. Başım duygu dolu bir
hareketle birkaç kez salladı.
- Gördüm, dedi. Hem de iki kez.
Nezaketsizlik ohnasm diye sormadım o an... Acaba rüya
da mı, yoksa başka bir şekUde mi gördüğünü... Yalnızca:
- Ne konuştunuz hocam, diye sordum.
Sanki bu soru, içinde patlamayı bekleyen dehşetli bir ya
rayı deşmiş gibi yeniden hıçkırmaya başlamışta.
- Babam, "Allah'tan uzak yaşadığm hayat bana kabir
azabı olarak geliyordu" dedi. "Senin Rabbine yaklaşıp, be
nim de kabir azabmdan kurtulmamı yıllardır hasretle bekli
yordum. Şimdi sen bana dünyanm en büyük müjdesini ver
din. Sen benim kabrimi nurlandırdm. Allah da senin dünya
ve ahiretini nurlandırsm. Bu kapıda öl, ama aynima. Allah
kapışma gelenleri bazen bekletir, fakat asla kovmaz."
Sekizinci Bölüm
BÎR MAZLUMUN İBRETLİ SONU

Her ani, her dakikası, her saıüyesi ömre bedel olan


Hac ibadetimizin en unutulmaz sahnelerinden bi
risi de, Arafat Veıkfesi öncesinde yaşadığım o ib
retli sahneydi.
Çadırımızda ayaklan protezli, yaşh ve gariban bir haa
vardı. Bursa'dan gelmiş, ama tek başma, güç bela kendi
kendine yetmeye çabşıyordu. Omm mağduriyetini gören ar
kadaşlar ise, ibadetlerini yapmasına yardım ediyorlardı.
Haccm en önemli safhası Arafaf ta Vakfe'de bulunmaktı.
O an o kadar önemliydi ki; çünkü Arafat, bir ömür hesabmm
görüldüğü gizemli bir iklimdi. Buradaki ibadet şöyle yapı-
hrdı:
"Arefe günü Arafafta öğle ve ikindi namazlan birleştiri
lerek kıhndıktan sonra ayağa kalkılarak kıbleye karşı dönü
lür, telbiye, tekbir, tehlil ve salâvat getirilir. Tövbe, istiğfar
ve dua edilir. Esas olan herkesin içinden geldiği gibi dua et
mesidir. Arefe günü hac ihramıyla Arafaf ta bulunmak, bir
Müslüman için en büjrük nasiplerden biridir. Çünkü bu kut-
64 tt ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

sal yerde ve bu mübarek zaman diliminde yapılan ibadetler


geri çevrilmez."
İşte bu istisna âna hazırlık yapıyorduk. Ürkek bir gariban
olarak dolaşan, ayaklan sakat, yaşlı adamm yanma gidip
duasmı almak istemiştim.
- Tebrik ederim Muharrem Amca, dedim. Maşallah bu
halinle buralara kadar gelmek nasip oldu, inşallah cennete
girmen de kısmet olur.
Bir türlü dinmeyen gözyaşlanyla:
- Ah evladım, dedi. Bu benim hay alimdi. Çünkü benim
dünyada hiç kimsem yoktur. Aımemi ve babamı kaybetti
ğim zaman iki yaşmdaydım. Beni yaşlı teyzem büjdittü. Ben
askere gittiğimde, o da vefat etti. Ayaklanmı ise askerde
kaybettim. Devrilen bir cipin altmda kaldım, bir mucize ese
ri kurtuldum. Ondan sonra da zorlu bir hayat mücadelesi
başladı. Ne evim, ne eşim, ne de çocuklarım oldu. Bu garip,
bu meıhzun halimle kim kız versin?
Yaşlandım. Ama içimde hep bir hasret vardı. Gözlerim
kapanmadan önce, hacca gelip bu mübarek topraklarda
kalmak... Çünkü benim başka yerim yurdum yoktu. Allah
razı olsun, zengin bir tanıdık bana yardım etti, buralara gel
mek de nasip oldu.
Mevlâ'mdan bir isteğim var: Benim ruhumu burada alsın
da bir daha o kirli, günahkâr ve vefasız hayata dönmeyeyim.
Hem orada kimim kimsem yoktur. Bir barakada yaşıyorum.
Artık çalışamadığım için de çok zaman aç sabahlıyorum.
Eğer elden ayaktan düşersem kapımı açan, halimi da soran
olmaz.
Ne olur gardaşlar, ne olur Müslüman dostlanm bu gari
bana dua edin de ben buralarda kalayım. Artık yaşadığım
yeter. Benim tek isteğim, tek hasretim bu. Ne olur, benim
için Vakfe'ye kalkmca dua edin...
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER • 65

Ah Muharrem Amca ah! Senin hikâyen daha aaklı, daha


dokvmaklıymış...
Etrafta toplanmış hacılar, hep bir ağızdan, bu duaya
"Âmin" demiştik. İşte olan da o zaman oldu. Tüyleri ürper
ten, dehşete düşüren bir an...
Vakfe için ayağa kaUup 5âizümüzü Kıble'ye dönerek,
imam efendinin dokunaklı ve içten sedasıyla yalvarmaya
başlamıştık. Ağıtlar, feryatlar, gözyaşlarmm birbirine karış
tığı, Yaratan'dan hidayet ve mağfiret dilendiği, kusurlar ve
günahlar için af istendiği o tarifsiz iklimde "PAT!" diye bir
ses duymuştuk.
Aman Allah'ım! Dualarm reddedilmediği, niyazlann geri
çevrilmediği, isteklerin gözardı edilmediği o esrarlı iklim
içinde. Muharrem Amca yere yığılmışb. Herkesin gözü
önünde, asırlar boyu yankılanacak ibretli bir ses gibi, ağzm-
dan çıkan son kelime: "Allah!" olmuştu.
Hey Muharrem Amca...
Sen ne mübarek bir insanmışsm ki, gözyaşlarıyla istedi
ğin bu arzunu Yüce Allah geri çevirmedi. Ne kadar içten,
yürekten temenni ettin ki, Rabbim Azrail meleğini hemen
göndererek seni yanma aldı. Hem de dualarm asla redde
dilmediği bir yerde, Arafat Vakfesi'nde...
Ah Muhterem Amca... Şurada, senin yerinde ohnak için
onlarca Müslüman gözyaşı döküyor. Nice makam sahipleri
böyle bir son için, her şeylerini feda etmeye hazırlar.
Şu Allah'm işine bakm ki, kimseye nasip olmayan bu son,
bir garibanm utkuna doğdu. Muhterem Amca bil ki, eğer bu
sonu senden satm almak mümkün olsaydı, bunun için değil
bir ömür, bin ömür bile feda etmeye hazırdık.
Ama Yüce Yaratan, nimetleri layık olanlara verir. Verir
ken de niyetine, yüreğine ve kalbine bakar. Demek ki, yüz
lerce insarun el açtığı bu çadırda, bu nimet sana nasip oldu.
66•ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

Muharrem Amca'nm bu esrarlı hikâyesi, hepimizi kınp


geçirmişti. Artık o, evsiz, barksız ve kimsesiz değildi. O çok
sevdiği Rabbine kanat çırpmış, en ihtişamh saraylarda ağır-
lanacakb.
Dokuzuncu Bölüm
MELEK ANNEMİN ESRÂRI

Hac İBADETİNİN her adımı, her saniyesi zihinlere


saplanan hatıralarla dolup taşıyordu. Oradan kimse
ayrılmak istemiyordu, ama artık gün gelip çatmış
tı. O sabah hareket edecektik. Son bir umutla. Nur Hanım'Ia
birlikte Kâbe'ye gittik. Tavaflan yaptıktan sonra, dua ve ni
yaz için bir köşeye çekilip Rabbimizi teşbihe başlamıştık.
O gün çok yorulmuştum. Benim bu halsizliğimi gören ve
fakâr eşim, dizini yastık yaparak:
- Şöyle biraz istirahat et, demişti.
Şefkat dolu kucağma sığımp gözlerimi kapadım. Sanki o
an, göz kapaklanmm mmesini bekliyormuş gibi karşıma di
kilmişti Melek annem.
Allah'ım! Bu öyle bir dikiliş, öyle bir duruştu ki, gözle
rindeki ışıltı etrafı aydmlatıyor, tarifsiz bir güzellik içindeki
hali, pınl pınl yanan siması, inşam derhal içine çeken o do
yumsuz tebessümü inşam mest ediyordu.
Bir anda o hasret kaldığım şefkatli kollarını açıp, "Gözü
mün nuru" diye atıldı üstüme. Başımı döndüren o mis gibi
68•ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

analık kokusunu ciğerlerime çekip, bir ilâç gibi gelen kuca-


ğmda kendimi kaybetmiştim o esnada...
- Anne biz senin için buraya geldik, ama her tarafta seni
görüyoruz!
O özlem dolu bakışlarım gözlerime dikerek:
- Gözümün nuru, dedi. Tabi ki beraberiz. Ben sizi görü
yorum ama siz beni görmüyorsunuz. Ben burada yaşıyo
rum. Sizi uçakta karşıladım, ama beni görmediniz.
- Senin evin nerede anne? dedim büyük bir şaşkınlık
içinde...
- Benim evim Medine'de, Efendimiz'in yarunda. Efendi
miz beni kendine komşu etti.
- Annem... Meleğim...
Uyandım. Nur Hamm heyecanla üzerime eğilip:
- Bismillah, dedi. Rüya mı gördün?
Uyandığıma bin pişman olmuştum. Anaağım... Güya biz
buraya senin için gelmiştik; ama sen burayı mesken tutmuş-
sım da bizim haberimiz yokmuş... Dert ortağım, cmam...
Şimdi şefaat sırası sende... Zaten tek umudum da senin
makbul dualann...
Olup bitenleri eşime anlatmca. Nur Hamm derin bir te
fekkür içinde gözlerini kapayıp:
- Rabbim, diye atıldı. Bana Melek annemin gelini olma
şerefini bağışladm. Bunun şükrünü nasıl eda edebilirim Al
lah'ım? İlahî huzurdaki en büyük şahidim Melek annem
olacak. Bvmdan daha )âice senden ne isteyebilirim. Rabbim,
beni ona layık et.
- Nur Hanım... Sen de benim için en büyük şeref ve na
sipsin... Yüce Mevlâ beni de sana layık etsin.
Memlekete dönmüştük; ama yüreğimizi, kalbimizi ve bü
tün hayallerimizi orada bırakarak...
Onuncu Bölüm
ŞAŞIRTICI BİR SAHNE

ŞİMDİ BİZİ hayahmızm imtihanları bekliyordu. Ömür


defterini hasenatla doldurmak için gece)ri gündüzü
müze katarak çalışmamız icap ediyordu.
Memuriyet hayatımm hızla ilerlemesine rağmen bir evi
miz olmamışb. Her jol yeni bir eve taşınmaktan yorulmuş
tuk. Artık bir eve sahip olmayı çok istiyorduk. Nur Ha-
nım'm da büyük fedakârlığıyla, orta halli bir eve sahip ol
mak için küçük bir birikimimiz olmuştu. Bir dostumun da
yardımıyla, ev almak için bir müteahhidle görüşmeye git
miştik.
Zengin bir adam olduğu belli olan mütecihhidin ihtişamla
döşenmiş odasma girince, koyu bir sohbete dalımş olan bir
grupla karşılaştık. Müteahhit:
- Beyefendi, dedi, siz şöyle biraz istirahat edin. Ben arka-
daşlanmm işini gördükten sonra sizinle ilgileneceğim.
Müteahhit ve yanmdaki birkaç kişi yapılmakta olan bir
yurttan bahsediyorlardı. İyi niyetleri hallerinden okunan üç
70 o ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

genç, müteahhitten ısrarla yardım talep ediyorlardı.


- Bu yurt tamamlamrsa, birçok mağdur ve fakir çocuk
sokak ahlaksızlığından kurtanlıp onlara bir gelecek temin
edilecek, diye yaptıkları hizmetin önemini anlatıyorlardı.
Müteahhit ise yeteri kadar yardım yaptığım, artık bun
dan başka destek olamayacağım uygun bir dille ifade etme
ye çalışıyordu. İki taraf da ortadaki hayırlı bir işi çözmeye
çahşıyorlardı.
Müteahhidin daha fazla omuz veremeyeceğini anlayan
gençler çok üzülmüşlerdi. Yurdun tamamlanması için acil
paraya ihtiyaçlan vardı. Eğer yurt tamamlamrsa, üç yüz ço
cuk çaresizlikten kurtulacak ve onlara eğitim imkâm sunula
caktı. Yoksa o çocuklar, toplumun içinde başıboş birer bom
ba gibi her an patlayacak bir tehlike haline geleceklerdi.
Nur Hamm, duyduğu bu hadise karşısmda irkilerek ku
lağıma eğildi:
- Sorsana Arif Bey, dedi. Acaba kaç liraya ihtiyaçlan
varmış?
Ben eşimin niyetini derhal fark etmiştim. Allah şahit ki
Nur Hanım içimi okuyordu.
- Affedersiniz, diye söze kanşıp kendimi tanıttım.
Daha isteğimi belirtmeden...
- Aman hocam, diye ayağa kalkh gençler. Demek o yazar
sizsiniz.
Bir anda kaynaşmıştık.
- Konuşmalanmza kulak misafiri olduk. Rabbim hayırlı
hizmetlerinizi devam ettirsin. Merak ettik de eşimle birlikte,
acaba ihtiyaç hissettiğiniz miktar ne kadar?
Yüzlerine edep ve dürüstlüğün güzelliği yansıyan genç
lerden birisi açıklama yaptı:
- Tamamı fakir öğrencileri kapsamak üzere bir eğitim
projesi planlamıştık. Önce bir okul, sonra da bir yurt... Çok
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER ®71

şükür hayır sahipleri okulu yapıp teslim ettiler. Şimdi sıra


yurtta... Yurdu bitiremezsek çocukları okula almamız da zor.
Çünkü onlara önce kalacak yer lazım ki, okuUarma devam
etsinler.
Okul mevsimi de yaklaştığı için çok sıkıştık. Artık yardı
mı bıraktık, ileride ödemek üzere borç para arıyoruz. Sağ ol
sun bazı arkadaşlar bunun önemini bildikleri için arabalarım
sattılar, eşlerinin altınlarmı getirdiler. Ama yine de yetmedi.
Eşimle birlikte, bu üç kahramein insanm bütün jûirekle-
riyle anlattıklarım sanki nefessiz dinliyorduk.
- Peki, ne kadar kaldı, diye sordum tekrar.
Mcthcup bir eda ile başım önüne eğerek:
- Biraz fazla, dedi ve bir miktar söyledi.
O anda eşim kolumu çekti ve göz göze geldik. Aman Al
lah'ım! Söyledikleri para, ev almak için biriktirdiğimiz mik
tar kadardı. Yurdu bitirebilecek parayı bulup da gelmiştik
sanki. Rabbim! Şu tevafuka, şu hilcmete, şu karşılama sınma
bakar mısınız? Nur Hanım kulağıma eğildi:
- Arif Bey, dedi. Biz bir evden bahsediyoruz, kardeşler de
yüzlerce çocuğun sığmacağı bir yurttan.
"Fedakâr eşim" diye geçirdim içimden... Çok doğru söy-
lüyorsım. Bir eve bedel, yüzlerce ev sahibi olacak... Bu fırsat
kaçar mıydı? Hiç düşünmeden, elime toparladığım parayı
gençlere uzatüm.
- O miktar da benden olsun, dedim.
Gençler sevinçlerinden bayram etmişlerdi. Ömürlerini
hayra adayan bu insanlann bu samimi halleri bizleri çok et
kilemişti. Gözleri dolu dolu ayrılmışlardı oradan...
Allah'ım! Demek ki senin rızan için yaşamanm hazzı ve
huınıru bu olsa gerek...
Olup bitenleri ceviz kaplı ihtişamlı masasmda sessizce iz
leyen müteahhit:
72 O ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

- Hocam, dedi. Biliyor musımuz, bu Scihneyi izlerken ne


düşündüm?
İkimiz birden müteahhide dönmüştük.
- Siz bu fedakârlıkla elinizde avucunuzda bulunanları
hayra verdiniz. Ben de size iyi bir daire vereyim, elinize ne
zaman geçerse ödersiniz. Hem tapusunu da devredeyim, ra
hat olun.
Gel şaşırma bu işe... Hayır planlarım yapan Yüce Allah,
öyle sırlarla dersler veriyordu ki kullarına, bunun inceliği ve
hikmeti önünde şaşmamak ve hajn^te düşmemek mümkün
değildi. Ne demişler güngörmüş tecrübeli insanlan "Hayra
giden bir kuruş, huzur ve bereket olarak geri döner."
Başka söze ne hacet...
On Birinci Bölüm
ÇOK ETKİLENMİŞTİK

OMUR HIZLA akıyor, hayat içindeki çırpıruşlarmuz da


• •

sürüyordu. Her gelen gün bir öncesinden daha ağır,


her sabah bir evvelkinden daha büyük sorumluluk
lar yüklüyordu sırtımıza.
Kitaplarım yajnnlandıkça, konferansların sajnsı arttıkça,
okuyucularm dertleriyle her gün biraz daha iç içe girdikçe,
bir eğitimd ve bir baba olarak yapmam gereken işlerin sa}nsı
da bazen boyumu aşıyordu.
Bir taraftan okuldaki öğrenci hizmetleri, bir taraftan oku-
3nıculanmm istek ve talepleri, bir taraftan da sokağa terk
edilmiş, çaresizlik içinde çırpman kimsesizlerin iç parçala
yan dramları, yapılması gereken en önemli işler olarak bü
tün zamanımı dolduruyordu.
Rabbime şükür ki, bir ana şefkatiyle her hayırlı işin içinde
bulunmak isteyen eşim, çabşmalanmm en büyük destekçisi
ve takipçisiydi. Allah korusun, onun bir anlık yokluğu de
mek, benim hayat içinde mahvolup gitmem anlamma gelir
di. Bunun içindir ki, onsuz bir em, bir saniye ve bir dakika
74•ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

düşünemiyordum.
Eşimle birlikte, bir kor^erans için, Anadolu'nun şirin bir
iline gitmiştik. Şehrin en büyük salonu gençler ve aileler ta-
rafmdan tıklım tıklım doldurulmuş, muhteşem bir atmosfer
içinde inşam büyüleyen bir ambiyans vardı.
Salon girişine bir stant kurarak, başında kitaplanmızı sa
tan tath bir genç:
- Ücretsiz! Bedava! diye bağınyordu.
Çok şaşırmıştım. Yanma yaklaştım.
- Bu kitaplan kim dağıtıyor? diye sordum.
- Abi, bizim patron, dedi.
- Sizin patron kim? diye sordum.
- Hani Haluk Bey var ya, işte o...
Salona doğru yürürken bir grubun beni beklediğini gör
düm. İçlerinden, çok iyi gijdnmiş, uzun boylu, 50-55 yaşla-
rmda gösteren, parlak simah bir bey yanıma yaklaşarak elini
uzattı.
- Hocam hoş geldin, dedi. Ben Haluk.
Anlamıştım. Kitaplan satan gencin "patronum" dediği
Haluk Bey olmahydı.
- Memnun oldum, dedim tokalaşırken.
- Hocam, sizinle konferans sonunda bir şeyler içmek isti
yoruz. Çoluk çocuk sizi bekliyor, lütfen bizi ihmal etmeyin.
Anlaştık... İki saate yakın süren konferansta aile ve genç
lik problemlerini konuştuk. Konuşmak da ne kelime, ya
şanmış ibretli hadiselerin de anlatıldığı konferans boyunca
gözyaşlan dökmüştük. Çünkü anlatılan yaşanmış hikâyeler
de herkesin hayat seıhneleri vardı. Bir anlamda, kendi hata-
lannı dinleyen aileler, bu duygu seline dayanamayarak ken
dilerinden geçmişlerdi.
O gün şunu çok iyi anlamıştım ki, bir inşam yanlışlardan
kurtarmanm yolu, ona bazı kuru bilgiler verip nasihatler
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER O 75

etmek değil; yaptığı hatalarla ilgili yaşanmış, ibretli hadise


ler anlatıp, ortaya çıkan dramatik sonuçlan paylaşmaktı. O
zaman insan, dinlediği böylesi olaylar gözüyle, on yıl, yirmi
yıl sonra, yaphğı hatanm sonucu olarak başma hangi felaket
lerin gelebileceğini tahmin ederek, o yanhş davrcimştan der
hal uzaklaşabiliyordu.
Bunun için konferanslarda hayatm kendisi ele almıp, ya
şanmış hadiselerle de, ailelere ve gençlere gelecekle ilgili
önemli tecrübeler aktanhyordu. Bunun için de konferanslar
oldukça kalabalık geçiyordu.
Burada da öyle olmuştu: "Kendimizi izledik, yanhşlan-
mızı seyrettik, bir daha yapmamaya söz verdik" şeklinde
güzel tespit ve teşekkürlerle bitmişti.
Söz verdiğimiz gibi, konferans sonunda bir grup dostu
muzla birlikte, Haluk Beyler'in evine gitmiştik. Burası, bu
şehre göre son derece lüks sayılacak muhteşem bir villaydı.
Üç kath, hiçbir masraftan kaçımimamış, tam bir Osmanh
mimarisinin sergilendiği enfes bir malikâneydi. Bizleri orta
katta ağırladılar. Ev öylesine dikkat çeken, pahah ve göz alı-
a bir dekorla süslenmişti ki hayran kalmamak mümkün de
ğildi.
O gece koyu bir sohbet başlamışh. Haluk Bey, şehrin en
zenginlerinden birisiydi. Dinibütün, örnek bir iş adamı ola
rak tarunıyordu. Alfa çocuğu içinde bir tcinesi erkekti. O da,
kendisinin yardıması gibi çalışıyordu. Ama Haluk Bey'in
esas anlatacağı bunlar değildi. Onun, paylaşmak istediği çok
önemli bir hatırası vardı:
- Oğlum artık evlenmek istemişti hocam, diye söze baş
lamıştı. Kendisine teklif edilen hiçbir kızı kabul etmiyordu.
O zaman anlamıştım ki, beğendiği birisi vardı. Israrma da
yanamadık, istediğini aldık. Ama gelinimiz, bizim istediği
miz bir hayat anlayışmda değildi.
76•ATEŞTE AÇAN ÇtÇEKLER

Biz muhafazakâr, dmimizi, Allah'ı seven insanlardık.


Ama gelinin bütün bunlardan uzEik bir hayatı vardı. Bu yüz
den çevremize karşı çok mahcup oluyorduk. Her önüne ge
len: "Şu Haluk Be/in gelinine bak, başka kimse kalmamış
mı?" diyerek, onun yaşantısmı bizlere yakıştıramıyorlardı.
Oğlum da artık yapbğı hatayı anlamıştı, ama dönüşü
yoktu bu işin... Bizim geleneğimizde kızı bir yere verdik mi,
o iş biterdi. Artık geri dönemezdi. Aldığımız gelini de kızı
mız gibi taşır, asla geri yollayamazdık. Bütün bu hassasiye
timize rağmen, gelin hcimm inadma dağınık, başıboş ve bizi
hesaba katmayan davranışlarla bizleri üzmeye devam edi
yordu. Artık bütün aile Allah'tan bir çıkış yolu istiyorduk.
Hele hanım, gece gündüz seccadenin başmda, Allah'a baş
koyup, bir umut bekliyordu.
Artık öylesine bunalmıştım ki, gelinin ıslahı ve bizlere la
yık bir insctn olması için bütün maddi varlığımı bile gözden
çıkarmışhm. Bu hadise, beni bu kadar bunaltmıştı. Allah'ıma
şükür ki yıllardır içimiz yanarak beklediğimiz müjdeyi bir
ay önce almıştık.
Gelin kızım bir ziyaret için İstanbul'a gitmişti. Akrabalan
onu Eyüp Sultan Hazretleri'ne ziyarete götürmüş. Orada
kendi yaşıtı bir hammla tamşmış, onu çok sevmiş, istan
bul'da kaldığı on günlük zam«m içinde birkaç kez sohbetine
katılmış. Rabbimin de izniyle çok etkilenmiş. Allah'ım, evi
mize tesettürlü bir halde dönmesin mi? O gün evimizde
bayram etmiştik. Kurbanlar kesip fakir fukaraya dağıttık.
Dahası, tanışhğı hanımefendi sizin kitaplarınızı tavsiye
etmiş. Kendi kendime dedim: "Bu eserler bu yoldaki gençler
için bu tür güzelliklere vesile oluyor, daha benim gelinim
gibi sayısız insanlar da bu hakikatlere muhtaç." O zaman,
ben de kitaplarmızdan bolca sipariş ettim. Ücretsiz olarak
önüme gelene dağıtıyorum. Bittikçe getirtip gençlere verme-
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER • 77

ye devam ediyoram. İşte, konferanstaki kitap dağıtımı da


bımım içindi...
Bu ne ibretli bir hadiseydi. Bu ne güzel bir gelişmeydi.
Anadolu'nım temiz, dürüst ve kadirşinas insanları, sahip
olduğu her nimeti ve güzelliği çevresiyle paylaşıp böyle ha
yırlara vesile oluyorlardı.
Hey Haluk Bey... Allah senin gibi zenginlerin sayısmı ar-
tırsm. Onlar da çevresindeki insanlara faydalı olup ateşte
açan çiçeklerin çoğalmasma vesile olsunlar.
On İkinci Bölüm
RABBİM! KALBİM DURDU
DURACAKTI

ÖĞÜNLERDE yaşadığım bir başka hadise de hayah-


mm en unutulmaz anlarından birisi olmuştu. Bir
hayır sahibinin yaphğı okul ve joırt için açıhş töre
ni düzenlenmiş, beni de konuşma yapmam arzusuyla davet
etmişlerdi.
Oldum olası bu tür hizmetler beni heyecanlandırırdı. Fe
dakar insanların dişinden tımağmdan arhrdıklanyla, gayret
leriyle ortaya koydukları bu hayır eserleri duygu dünyamı
şahlandınrdı. Çünkü küçüklüğümden beri, yardıma muhtaç
bir insan olarak bu tür çalışmalarm hasreti içinde büyümüş
tüm. Nerede bir insan görsem, fakir fukaraya ekmek yetişti
ren, yakacak taşıyan, erzak götüren; gidip ellerine, ayakları
na kapamp onu tebrik etmek isterdim.
işte, bu davete de âdeta uçarak gitmiştim. Gördüğüm
manzara beni çok heyecanlandırmıştı. Şehrin biraz dışmda
büyük bir alana kurulmuş olan ilköğretim ve lise kompleksi,
heybetli yapısıyla ihtişamlı bir ruhu andınyordu. Harika
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER • 79

çevre düzeni/ oyıın sahaları, park ve bahçeleri ile gizenüı bir


âlemde kaybolduğum izlenimi veren büyülü bir huzur or
tamıydı. Hele okulım az ilerisine yapılan yurt, beş yıldızh
otel gibi inşam çekiyor, verilen emeklerin değeri takdir duy-
gulanna tavan yaptınyordu.
Burada, imkânsızlıklar içinde bulıman zeki ve kimsesiz
çocuklar okuyacak, hayatım bu hayır hizmetine adamış fe
dakâr hocalar eliyle geleceğe hazırlanacaklardı. Bu yardım
ve ilgiyle büyüyen gençler, hem vatana ve millete faydalı
olmayı, hem de yardım etme)fi öğreneceklerdi. İşte, toplum
yaraları böyle tedavi edilecek, yanlışlar bu tür gayretle dü
zeltilip tedavi edilebilecekti.
Bu muhteşem eğitim kompleksinin inşası için geceyi
gündüze katan vefakâr gençlerin, eşlerinin altm ve bilezikle
rini veren yeni evlilerin, evlenme niyetiyle biriktirdikleri pa-
ralannı sarf eden eli öpülesi kahramanlann bu davramşlan-
m dinleyince o kadar etkilenmiştim ki, dayanamayıp, lava
boya gitme bahanesiyle, kendimi tutamayarak ağlamıştım.
Hele bu göz kamaştıran devasa eğitim kampüsünü âdeta
tek başma sırtlayıp, bütün imkânlarım feda eden kişinin
yaptığı çalışmaları dinleyince çok heyecanlanmıştım.
- Kim bu yardımsever, diye sordum şaşkınlık içinde...
- Ahmet Bey, dediler.
îlk anda tamdık gelmedi.
- Hangi Ahmet Bey, diye üsteledim.
Yine de, yaptıklan açıklamalar hafızamda tamdık bir şab
lon oluşturmanuştı. Bir türlü hatırlayamaymca arkadaşlar
bana dönüp:
- Hocam, dediler. Şimdi Ahmet Bey törene gelecek, o
zaman tamrsm.
Yine Ahmet Bey tarafmdan yaptırılan, muhteşem bir sa
lona geçtik. Birinci sınıf bir işçilik, son teknolojiyle donatıl-
80•ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

rmş her taraf... Şehrin üst düzey bürokratlan da birer birer


gelmeye başlamışlardı. Vali, Belediye Başkam, hâkim ve
savcılar... Ve coşkulu bir kalabalık...
Programm sunucusu olan beyefendi. Vali ve Belediye
Başkam'm konuşturduktan sonra, bu muhteşem eğitim
kompleksim yaptıran Ahmet Bey'i mikrofona davet etmişti.
Allah'ım, alkış seslerinin jnkhğı salonun en önünde müteva
zı, mahcup ve utangaç bir zat kalkh ayağa, sahneye doğru
yavaş yavaş yürümeye başladı.
işte o an... İşte o an, âdeta çarpıldım; çarpılmak ne kelime,
sanki küçük dilimi yutmuştum. Allah'ım olamaz böyle bir
şey... Gözlerime inetnamadım. Şu Allah'm işine bakm ki, bu
Ahmet Bey yıllar önce namaz kıldığı ve eşi başörtülü olduğu
için subaylıktan atılan, beş parasız bir şekilde açhğa terk edi
len insandı. Şimdi o Ahmet Bey, akıl almaz bir harcamayla
bu ihtişamlı eğitim kompleksim yaptıran adam olarak kür
süye çıkıyordu.
O an aklım durdu, manhğım sustu, kulaklarım uğulda
maya, kalbim delirircesine çarpmaya başlamışh. Ahmet Bey
eline mikrofonu aldı, duygu dolu bir ses tonuyla bütün din
leyenleri Allah'm selâmıyla selamladıktan soma:
- Bu muhteşem eğitim kompleksini yaptıran bir iş adamı
ve hayır sahibi olarak anons edildim, dedi. Çok samimi ola
rak söylüyorum ki, benim cebimden bir kuruş para çıkmadı.
Yüce Mevlâ'm kendi hazinesinden öylesine akıth ki, ben de
bu emanet parayı getirip buraya harcadım. Yani O verdi,
ben de aracı oldum. Gerçek mal ve mülk sahibi O'dur. Te
şekkür ve iltifat bana değil, O'na yapılmahdır. Belki birço
ğunuz bunu bir mütevazılık olarak anlayacaksınız. Hayır,
öyle alçak gönüllülük olsım diye değil, gerçeği söylüyorum.
Buranm hikâyesi şöyle başlamıştı:
Beş parasız, bir ekmeğe bile muhtaç bir insan olarak kapı
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER ® 81

dışan edilmiştim. "Çocuklan nasıl doyuracağım, nasıl büjrû-


teceğim?" diye uykularım kaçarken merhamet ve ihsan sa
hibi olan Rabbim öyle bir kapı açh ki, hem bizi do)nırdu,
hem de verdiği nimetlerle yüzlerce aç insanm sebeplenmesi
ne vesile oldu. Bu sim, bu gizemi nasıl anlatabilirim ben si
ze... Çünkü Rabbimin hikmetli işleri karşısmda akıllar adz
kahyor.
Bir isteğim olacak sizlerden. Bu kardeşinizin bu tür hiz
metlerinin devam etmesi için dualarınızı bekliyorum.
Ahmet Bey öyle bir duygu seli içindeydi ki, bu muhteşem
nimetlerin ağırhğı altmda, daha fazla dayanamayarak mik
rofon başmda ağlamaya başlamıştı. Bütün salon bir anda
hüzne boğularak, bütün gözler ve gönüller nemlenmişti.
Ahmet Be/in son sözü:
- Ne olur dua edin de bu hizmetim devam etsin. Çünkü
yegâne kurtuluş, çaresizlere çare olmaktır.
Müthiş bir alkış kopmuştu o Ein... Salondaki dinleyicUer
ayağa kalkıp, ömrünü fakir ve fukaraya adamış bu gönül
adamım gönüllerinin en yüce yerine oturtmuşlar, bir bayrak
gibi selamlıyorlardı.
Meğer Ahmet Bey, o açlık ve perişanlık günlerinden bu
zamana nasıl da gelmiş...
Bunun öyküsü daha ibretliydi:
Ahmet Bey'i daha önceden tanıyan bir iş adamı, meslek
ten atıldıktan sonra kazma kürek elinde, yol kenarlarmda
amelelik yaptığım görmüş.
Albayhktan gündelik işçiliğe düşen bu dramatik hadise
den çok etküenmiş, soruşturunca da, çoluk çocuk çok zor
güıüer yaşadığım, bir ekmeğe bile muhtaç hale geldiklerim
anlcunış. Ama yine de, onuruyla, kendi kazandığı üç-beş ku
ruşla ayakta kalmaya çahşıyormuş.
Hayatım şerefli bir meslek uğruna adayan bu saygm in-
82•ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

saıun bu seviyeye düşmesine dayanamayan iş adamı, Ahmet


Bey'e giderek iş teklifinde bulunmuş. Ahmet Bey, aldığı gö
revi öylesine örnek ve verimli bir şekilde yerine getirmiş ki,
iş adamı kısa süredeki bu başarıya şaşırıp kalmış. Böyle kali
teli bir insana derhal üst düzey bir görev vermiş. Ahmet Bey
her aldığı işi takdire şayan bir şekilde yerine getirince, bu se
fer iş adamı Ahmet Bey'e iş ortaklığı teklif etmiş.
Ahmet Bey, üstlendiği bu vazifeyi de göz kamaştıran bir
başanyla yerine getirmiş. Öyle ki kısa bir zaman içinde, elli
kişinin çalıştığı işletmeyi genişleterek iki yüz kişiye çıkarmış.
Bıma her yıl, yüzer, iki yüzer kişi ilave olmuş. İşletmenin
patronu yaşlandığı için bütün işini Ahmet Bey'e bırakarak
kendi köşesine çekilmiş.
Ahmet Bey bir kuruşa muhtaçken, şimdi yüzlerce insanm
çalıştığı bir kuruluşu yöneten, kazandığı paralan da kendi
kurduğu yardım vakfi aracılığıyla eğitime yatıran, yoksulla
ra imkân sunim bir çalışmayla takdir ve dua almaya devam
etmekteymiş. Bu başan sim kendisine sorulduğunda hep şu
cevabı veriyormuş:
- Yüce Allah, haksızhğa uğramış mazlum kullarım asla
ayaklar altmda ezdirmez. Onlan ayaklar altmdan ahp baş
yapar. İyi niyetle, helâlinden kazanan bir insanm başarısız
olması için hiçbir sebep yoktur. Başansız olanlar iyi niyetini,
samimiyetini ve fedakârlığım gözden geçirsin. Mutlaka bım-
lardan birinde bir noksanlık vardır.
Bundan daha güzel bir başan sırn var mı?
İyi niyet, samimiyet ve fedakârlık... Bunlardan noksan
yoksa mutlaka başan vardır. Eğer bir başansızlık varsa da
bunlarda bir eksiklik vardır.
Ahmet Bey, yaşadığı o ilk hadisenin şokuyla kendini bı
rakıp dağıtsaydı, ayaklar altmda ezilirdi. Onu, iyi niyeti,
samimiyeti ve fedakârhğı bugünlere getirdi. Çünkü o en zor
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER • 83

anda bile "Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler!" diye


rek müthiş bir teslimiyetle Yüce Allah'a dayanmıştı. Rabbim
ise kendine daycmam ömür boyu aziz kılmeıktadır.
On Üçüncü Bölüm
BİZLERİ AĞLATAN ÇOCUK

Her İnsanin hayah içinde unutulmaz hayat ders


leri vardır. Bunlardan birisini de eşimle birlikte
yaşamıştık. Bu öyle bir dersti ki, altı-yedi yaşla-
nndaki bir çocuğun dünyamızı altüst eden davranışıydı.
Bir öğle vakti Nur Hanım'la birlikte, misafirlerimiz için
tamdık bir kasaba et almaya gitmiştik. Kasap iş yerinde yok
tu, bizleri görünce de koşarak gelmişti. İstediğimiz eti hazır
lamaya başlamıştı ki, ardmdan bir çocuk, derme çatma
ayakkabı sandığım boynuna çanta gibi asmış, nefes nefese
kasap dükkâmna girmişti. Öylesine yorulmuştu ki, neredey
se düşüp bayılacaktı. Küçük avucunu sıkmış, belli ki önemli
bir şey sakhyordu. Kan ter içinde avucunu açıp, kasap Hu
lusi Bey'e uzattı.
- Amca, amca, dedi. Param düşürdün!
Çocuğun heyecan içindeki bu içten ve dürüst haline çok
şaşırmışhk. Avucunun içindeki paraya baktık ki, on beş ku
ruşluk bir miktar. Kasap, ben ve eşim bu asil davramş karşı-
smda şaşkmiıkla birbirimize baka kaldık. Kasap Hulusi Bey
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER • 85

birden öne ahidı:


- Aman evlâdım, dedi. Bu üç-beş kuruş için mi kan ter
içinde kaldm. Bak nefes nefese kalmışsm. O paranm ne
önemi var, at gitsin cebine...
Alb-yedi yaşlanndaki bu çocuk, yürekten, bizleri tibeten
bir cevap vermişti.
- Ama olur mu? dedi. Bu parayı sen düşürdün, bu senin.
Ben onu nasıl cebime atanm?
- Çocuğum, ardı arkası on beş kuruş değil mi? Onunla
bir sakız alıp çiğnersin.
Sanki o yaşmda, hayatm bütün inceliklerini ezberlemiş
gibi sesini daha da yükseltti.
- Ama bu para bana haram değil mi? Hem babama ben
ne derim?
Kasap elindeki işi bıraktı. Bu unutulmaz davramşıyla biz
leri derinden etkileyen çocuğun yanma gidip önünde çö-
meldi.
- Yavrucuğum, dedi. Onu ben sana helâl ettim. Artık ha
ram olmaz. Sonra, babaıi bunu nereden dujmp görecek ki
sanakızsm?
Çocuk be5mime bir bomba gibi düşen şu cevabı vermişti.
- Ama, ama babam görmezse de melekler görür!
Allah'ım gel de dayan bu sahneye... Gel de titreme bu
onurlu çocuğun önünde. Kasap dayanamayıp sarıldı, gözle
rinden seller gibi akan yaşlar ile...
- Ah çocuğum, dedi. Sen içimi yaktm benim. Eğer senin
gibi bir evlâdım olsaydı, bütün dünya malmdan geçerdim.
Nur Hanım büsbütün kendinden geçerek duvara dayan
mış, hıçkırıklara boğulmuştu. Kasap Hulusi Bey, avucunda-
ki parayı aldı, çocuğun cebine koydu. Ama o küçük yaşmda
helâl anlajnşı âdeta genetik yapılanna işlemiş çocuğun bu
duruma tepkisi, bizleri kınp geçirmişti.
86•ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

- Kasap Amca, madem bu parayı almam için zorluyor-


sun. O zaman ayakkabım boyayayım.
Rabbim! Allah'ıml Yüce Mevlâ'm! Bir babanm böyle bir
evlâdınm olması kadar hayatta böyle bir mutluluk, huzur ve
zenginlik olur muydu?
Çocuğun içime işleyen bu dürüst davraraşı karşısmda,
anne ve babetıun hayat anlayışmı hayal ettim. Bu çocuk öyle
bir evde büyümüştü ki, alm terinin en kutsal bir değer ola
rak kabul edildiği, el emeğinin en kıymetli kazanç olarak gö
rüldüğü, helâl nzkm hayatm felsefesi haline geldiği bir aile
yuvası... Kimseye eğilip bükülmeyen, el avuç açmayan, onu
ruyla, izzetiyle bu hayah yaşayan o anne ve babadan böyle
bir evlât olurdu.
Bir anda kasap dükkânma girip, bizlere unutulmaz ders
ler veren bu çocuğun ciilesini çok merak etmiştim, içimde
yanan takdir ateşini basbrmak için, soğukta üşümüş küçü
cük bedenini kucağıma aldım, hayatımm en değerli emane-
tiymiş gibi öpüp kokladım. Bir türlü ona olan sevgim din
miyor, ruhumda yükselen alev sönmüyordu.
- Senin adm ne? diye sordum.
- Said, dedi.
- Ne kadar da güzel bir isimmiş... Peki, senin baban ne iş
yapıyor?
Çocuğun gözleri bulutlandı, bir anda bastıran bahar yağ-
murlan gibi, yaşlar soğuktan büzüşmüş yanaklanndan aşa
ğıya doğru akmaya başladı.
- Babam üç ay önce kaza geçirdi. Felç oldu, evde yahyor.
O anda hepimiz buz kesmiştik. Ne diyeceğimi, nereden
başlayacağımı bilemiyordum.
- Peki, durumunuz nasıl çocuğum, sizlere kim bakıyor?
diye sordu Kasap Hulusi, merak dolu bir ses tonuyla.
Çocuğun verdiği cevap, gönüllerimize saplanan birer
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER ® 87

hançer gibi, bizleri kasıp kavurmuştu:


- Amca bizim kimsemiz yok, dedi. Annem temizliğe gi
diyor.
- Peki, sen okuyor musım?
- Bu sene başladım. Öğlene kadar okula gidiyorum, öğ
leden sonra da ayakkabı boyuyorum.
Çökmüştük. Bu filmin koptuğu andı. Kimsede ne bir ses,
ne bir mecal, ne de bir dirhem derman kalmamıştı. Hele Nur
Hanım, ağlaya ağlaya kendini helâk ediyordu. Daha fazla
dayanamayarak, çocuğu öksüz bir bebek gibi kucağma ba
sıp, bir anne şefkatiyle:
- Ben bu aileyi görmeden, onlarm ihtiyacım gidermeden
bu gece yatamam, diye inledi.
Ah çocuk... Dünyamıza öyle bir dahş yapmışh ki, bir da
ha çıkmamak üzere, beynimize, kalbimize yerleşti. Sözleştik
oracıkta... Akşama eşim, ben ve Kasap Hulusi Bey ziyaretle
rine gitmek için... Kasap dükkânım terk ederken, bir cenaze
evinden aynhyormuş gibi içimizi çeke çeke, gözlerimizi sile
sile çıkmıştık.
Küçük Said'in hayatı, benim hayatımla ne kadar da örtü-
şüyordu. Soğukta, karda, ellerinin donduğu, ayaklanmn
üşümekten cansız düştüğü, aç susuz bir halde sokaklan ge
zip birkaç kuruş için ayîikkabı boyamak... Ben bunlann en
aasım, en ağınm ve en kahredicisini yaşamıştım. Bunu ben
den dciha iyi bilen olamazdı. Ne olur Allah'ım, bu azabı baş
ka bir kuluna çektirme...
Nur Hamm, akşamki ziyaret için dünyadan kopmuş,
kendinden geçmiş, giderken bir şeyler götürmek için hum-
mah bir çahşma içine girmişti. Derhal telefona sanlarak, eşe
dosta bir evin ihtiyaçlarıyla ilgUi talepler yağdırmaya baş-
lamışh. Kısa bir zaman içinde birçok ihtiyacı giderecek yük
lü eşyalar temin etmişti.
88 ® ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

Eski arabamın bagajım ve arka koltuğımu, bir eve yara


yacak araç ve gereçlerle, elbise ve giysilerle doldurmuştuk.
Kasap Hulusi Bey ile verilen adresteki, şehrin dışmda, üç
katlı bir evin bodrum katmda buluştuk.
Bizi evin hanımı karşıladı. Yaıunda da dünyalar tatlısı
dört-beş yaşlannda bir kız çocuğu vardı. Hanımefendi, öyle
sine bir asalet, öylesine onurlu bir duruş ve öylesine dddi ve
vakur davramşlar sergiliyordu ki, zaten bu elde ve bu ku
cakta başka türlü bir evlat yetişmezdi.
Nur Hanım, Said'in annesi Gül Hanım'la sarılıp ayaküstü
hemencecik kaynaşıvermişlerdi. İçeriye geçtik ki, iki odaU
evin odalarmdan birisi mutfak, diğeri ise aile fertlerinin ya-
hp kalktığı bir yerdi. Yerdeki eski ve mütevazı eşyalar, evin
gelir düzejdyle ilgili her şeyi çınlatıyordu. Oldukça yıpran
mış bir hah, birkaç yerinden yameinmış minderler, yanlcurm-
dan otlan çıkmış birkaç yastık... Ama inadma tertipli, düzen
li ve temiz bir görünüm...
Odanm ışık alan tarafmda tahta bir somya, üzerinde ise
uzanmış yatan gencecik bir delikanlı... Gözleri, yüzü, hali,
durumu o kadar çekici, içten ve samimi ki, Allah'ım daha
görür görmez kırk yıllık bir dostluk havası derhal oluşu-
vermişti.
Kasap Hulusi Bey ile beraber, admm Mirza olduğunu öğ
rendiğim hasta ev sahibinin karşısma oturduk. Yan tarafm-
daki mütevazı kütüphanesi çok değerli eserleri barmdın-
yordu. Evin çocuklan Said ve Nuriye ise bir kedi sessizliğin
de gelip kapırun yamndaki mindere çökmüşlerdi. Hanıme
fendinin misafir ağırlama biçimi de inşam şaşırtcin bir düzen
ve tertip içinde devam ediyordu. Ziyaretimizin sebebirü ve
Said'le olan tanışmamızı anlatarak bir sohbet ortamı oluş
turmuştuk.
- Dedem İsparta'da askerlik yaparken Bediüzzcunan Said
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER • 89

Nursi Hazretleri'ni tanıyarak hayranı olmuş. Bunım için de


benim adımı, o zatm babasınm isminden almış. Ben de oğ
luma Bediüzzaman Hazretleri'nin adım koydum. O zâtm
eserleri ve hizmeti bizlere hayat rehberi olmuştur.
Eşim Gül Hamm hahzdır... Use mezunu, ayra zamanda
Arapça ve İngilizce'yi çok ijd bilir. Yüce Allah eşime sabır
kahramanhğı verdi de bu acılara dayamyor. Çünkü her şey
onun sırtmda, her aa onun yüreğinde... O çok jnicelerde, şa-
nma lajok önemli yerlerde olması gerekirken, felçli bir erke
ğin iki odalı kiralık hayatma mahkûm oldu.
Gencecik yaşmda bu ağır imtiham yaşayan Mirza'nm bir
anda yükselen duygu selini fark eder etmez, eşi derhal ya
rımda bitmişti.
- O nasıl söz bey! diye yatıştırdı, eliyle gözyaşlarmı sile
rek. Rabbim kullarım layık olduğu yerlerde yaşatır. Dünya-
mn en ihtişamlı sarayları bu evin huzurunu asla veremez.
Bütün erkeklerini yan yana dizseler, benim gözümde senin
tımağm etmez.
Allah'ım şu sevgiye, bu aşka, şu muhabbete ve bu kan-
koca kaynaşmasma bakar mısınız? Bu kadar dertler içinde
kıvranan ailenin şu mutluluk haline bak Rabbim!
İşte inşam ayakta tutan da bu... Çaresizliğe karşı hiçbir
direnç, inşam bunun kadar teselli edemez. Eğer aile haya-
tmda huzur varsa, problemlere karşı ne gam olur ne üzüntü.
Her şeyin üstesinden gelen iki cesette bir ruh, birbirleri için
yaşama arzusu... İşte huzur ve mutluluk sim budur.
Mirza anlatmaya devam ediyordu:
- Babam yurt dışma biraz para kazanma niyetiyle gitti,
kapıda polislere yakalanmış, sonra da Almanya'da hapisha
nede öldüğü haberi geldi. Ne sorabilecek, ne de takip edecek
imkâmmız vardı. O zaman ben ortaokula gidiyordum. İki
kardeşime, bir de armeme bakmak için okulu bırakmak zo-
90•ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

rvında kaldım. Bundan dolayı da okuyamadım.


Sonradan, bir okula hizmetli olarak girdim. Kıt kanaat
geçmiyorduk. Bu kazanın da başıma gelmesi her şeyi altüst
etti. Doktorlar "Umut yok!" diyorlar. Henüz otuz bir yaşm-
da3am. Eşim ise jrirmi dokuz... Hayahmızm baharındayken,
ömrümün sonuna kadar bu imtiham göğüslemek zorunda-
)nz artıkf..
O'ndan gelene ne denir, "Hoş geldi, safa geldi."
Bir tevekkül abidesi olan Mirza anlattıkça biz eriyor, gö
rünüşte hayatı çökmüş bitmiş gibi gözüken bu ailenin sabır
ve teslimiyeti bizleri eriterek kahrediyordu.
- Tek isteğim oğlumun okuması, diye devam etti Mirza,
gözyaşlarına engel olamayarak... Ben okuyamadım, bari o
okustm da ömür boyu hayatm çilesini çekmesin. Ama bu da
mümkün olmuyor.
Kasap Hulusi Bey, elleriyle yüzünü kapatarak, içinin fe
veranını, kalbinin ateşini göstermek istemiyordu. Onu yakan
alev, bizi de bir ateş ocağmda pişirmeye devam ediyordu.
Yerinden fırlayan Kasap Hulusi Bey, Mirza'nm boynuna
atıldı. Kendine has sıcak ve içten sesiyle:
- Kurban olayım sana ben, dedi. Biz henüz ölmedik. Biz
din, iman kardeşiıüz. Sizi bu halde görmem içime ateş dü
şürdü. Benim hayatta bir kardeşim vardı, bundan sonra iki
tane oldu. Rabbim ömür verdiği sürece elim üstünde olacak
tır. Sen hiç üzülme, Said kardeşimi okutup hayata katmak
benim için bir borçtur. O bana insanlık ve dürüstlük dersi
verdi. Böyle bir çocuğa yardım etmek, AUah'm bir lütfudur.
înşcdlah bu sevap, ufkumuz, yolumuz olur.
Bir türlü koparamamıştık Hulusi Be/i Mirza'dan... Nasıl
ağlıyor, ncisıl yarayor, nasıl çocuklar gibi kendini heder edi
yordu. Ağlamaktan kendini kınp geçiren Nur Hanım bir
nebze teskin olduktan sonra:
ateşte açan çiçekler ® 91

- Çocuklar için bazı eşyalar getirmiştik, dedi Gül Ha-


nım'a. Onlan arabadan alıp eve taşıyalım. Bu seferlik böyle
oldu. İnşallah daha sonra, eksiklikleri büyük bir memnuni
yetle gideririz.
Gül Hanım'm yüzü bir anda ciddileşti. O sevecen duygu-
larmm estiği siması, müthiş bir aayla gerilivermişti.
- Nur Abla, dedi. Bizi düşünüp buralara geldiğiniz için
Rabbim sizden razı olsun. Ama biz kendimize yetiyoruz.
Ben temizliğe gidiyorum, üç-beş kuruş para da ihtiyaamızı
karşılıyor. Lütfen bizi bağışlaym, ama biz hayatımızda karşı
lıksız hiçbir şey kabul etmedik. El emeğimiz, alm terimiz
olmayan hiçbir şeye el sürmedik. Bunun için sizden çok özür
dilerim.
Bir balyoz daha düşmüştü başıma... Felçli bir bey, okuyan
bir çocuk, bodrum katta ve iki odalı kiralık bir ev; bütün
bunlarm üstesinden gelmek için temizliğe giden hafız, Arap
ça ve İngUizce bilen seviyeli bir hamm... Bütün bunlara rağ
men sevgi ve iman dolu bir kalple ailesine kol kanat geren
bir fedakârlık...
Zaten bizi de şaşırtan, etküeyen, hayran bırakan bu ruh
tu. Said'in davramşlanndan bunları tahmin etmiştik. Çünkü
anne-babalarm evlâtlarma vereceği en büyük ders nasihatler
değil, örnek hayatlan, yaşantıları ve yaptıklandur. Çocuklar
nasihatleri dinlemez, ama gördüklerinden etkUenir. Bunun
içindir ki, akılh anne ve babalar emredip nasihat etmezler,
yaptıklanyla, yaşadıklanyla ve örnek hayatıyla çocuklarma
ders verir, model olurlar. Çocuklar da anne-babalanna bakıp
kendilerine bir yol haritası belirlerler.
Eşim, karşıhksız hiçbir şey kabul etmeyen Gül Hamm'm
bu hassasiyetini kırmak için üstelemedi, onu üzmek isteme
mişti.
- O zaman Gül Hanım, şöyle bir orta yol bulalım, dedi.
92•ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

Bizim geniş bir çevremiz, okuyan kızlarımız ve talebelerimiz


var. Onlar için okuma programlan ve dersler tertip ediyo
ruz. Başlannda bir bocalan var ama yetmiyor. Eğer kabul
ederseniz, sizi de demeğimize alsak, kızlarımıza Kur'cin,
iman dersleri verseniz çok memnun oluruz, size de yeteri
kadar emeğinizin karşılığım veririz.
Bu beklenmedik sürpriz karşısmda odada bir sessizlik ol
du. Şu asil hanıma bakm ki, derhal eşiyle göz göze gelip ses
siz bir iletişime geçerek, ondan aldığı işaretle:
- Nur Abla, dedi. Allcih senden razı olsun. Tabi ki ben de
Kur'an'a hizmet etmeyi, hamm ve kızlarımıza faydalı olma)a
çok isterim. Yine de biz eşimle bu konuyu düşünelim, eğer
uygım bulursak size haber veririz.
İşte hammefendilik buna denirdi. Ne heyecan içinde,
önüne gelmiş bu imkâna atlayıp "Evet!" demişti, ne de başı-
m kibirle kaldınp "Hayır!" cevabım vermişti. Bir ailede dü
zenin en büjnık sırrı damşarak ve konuşarak karar vermek
tir. Karar verdikten sonra da sonuna kadar arkasmda bu
lunmaktır.
Gül Hamm da bunun en güzel örneğini sergilemişti. Bu
nun için de bu evde büyüyen çocuklar, bir problem çıkhğm-
da asla kavga etmezler, danışıp konuşarak o işi çözmeye
kalkarlardı. Çünkü eğitimin inceliği burada yatıyordu. Buna
davranışlanyla örnek olmak denirdi. En etkili aile eğitimi de
buydu.
O gün, küçük Said ve aUesi bizlere büyük bir hayat dersi
vermişlerdi. O evden ayrılırken, artık hayata ve insanlara
küçük Said'in gözüyle bakmaya çalışıyorduk. Hele Kasap
Hulusi Bey, Said'i okutacak olmarun sevinciyle yerinde du-
ramıyordu.
Eşim Nur Hamm, görevi kabul ettiği müjdesini almca, o
gece sevincinden uyuyamamışh. Arhk o aile, maddeten
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER • 93

ayaklan üzerinde duracak bir imkâna kavuşmuştu. Gül Ha-


mm ise aldığı bu görevden dolayı daha mutlu ve huzurlu
olacaktı. '
Nur Hanım ise işi burada bırakmadı. Onlara mütevazı bir
ev temin etmek için ara3nşlara başlamıştı bUe...
On Dördüncü Bölüm
İÇİMİZİ PARÇALAYAN MEKTUP

Bîr akşam, eve geldiğimde, eşimin ağlamaktan göz


lerinin şiştiğini görünce çok endişelenmiştim:
- Hayrola, bir şey mi oldu? diye yanma çömeliver-
dim.
Nur Hamm'm, içindeki hrtmayı dindirmeye mecali kal
mamıştı. Büyük bir merak içinde üsteledim:
- Ne oldu? Allah aşkına korkutma beni.
Bana gelen mektuplardan birisini eli titreyerek önüme
uzattı.
- Bizler saraylarda yaşıyoruz da, aç sabahlayanlardan,
sokağa terk edilmişlerden, umudunu yitirmişlerden haberi
miz yok. Böyle insanlarm dayamimaz hayatım görünce so
rumluluktan kahroluyorum, bu hesabı ilahî huzurda nasıl
vereceğimi düşünüyorum.
Yeniden bırakmıştı kendisini...
Her gün onlarcası ulaşan mektuplardan birisi olan kâğıdı
elime aldım. Nur Hamm'm çizerek okuduğu cümleleri takip
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER • 95

ede ede, birkaç dakika içinde bitiriverdim. Ama ben de bit


miştim. Bu bir mektup değil, bir ailenin nasıl dünya cehen
neminde yandığını, nasıl sokaklan mesken tutuğunu, nasıl
böbreklerini satıp ayakta kalmaya çalıştıklarını çınlatan bir
kor, bir ateşti.
Adi imdat için de bir telefon numarası verilmişti.
- Aradm mı, diye sordum eşime...
- Doğruluğunu test etmek için, önce o şehirdeki dostla-
nma ulaştım, anlatılanlann tamamıyla gerçek olduğunu öğ
renince de evin hanımım aradım.
- Sonuç?
Ellerini yüzüne kapayan Nur Hanım:
- Tam bir felaket, cevabım vermişti, hıçkınklan kontrol
den çıkarak...
- Peki, ne yapmayı düşünüyorsun? diye sordum, duru
mun çok vahim olduğunu tahmin ederek.
- Anne ve babamn böbreğini satmışlar, sıra oğlu ve kızı
na gelmiş. Beş çocuklu aile perişan... Daha mektuba yazıl
mayan bir sürü iç parçalayan hadiseler var. Eğer bu aileye
yardım edilmezse, çok sürmeden hazin dolu bu öykü basma
yansır, bir aUenin nasıl mahvolup gittiğiıü okuruz. Bu olay
dan haberdar olup da harekete geçmeyen bizler de, bunun
hesabım o bü}nik mahkemede veririz.
Artık Nur HanımT teskin etmek, durdurmak mümkün
değildi. Eğer kafasmda bir plan oluşturamazsa, gözüne bir
saniye bile uyku girmezdi.
- Hemen, şimdi! diye çırpuup duruyordu yüreği kavru
lan eşim.
Hiç vakit kaybetmeden, o vilayette bulunan bir dostumu
zu arayıp, mektupta anlatılanlan satır satır paylaşmıştım.
- Hiç merak etmeyin hocam, demişti. Biz arkadaşlanmız-
la, derhal konujnı takibe ahp kısa zamcinda sonuçlandınnz.
96•ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

Siz rahat olun.


İki-üç saat sonra, aileye yardım edileceği haberini vermek
için telefonla arandığımda, hayatım düşkünlere, hastalara
adayan gönül dostlanmızm hiç vîikit geçirmeden, mağdur
etilenin evlerine dîimladıklanm öğrenmiştim.
Ohh! Rabbim!
İşte şimdi, huzur içinde bir şükür namazı kılmanm vak
tiydi. Gün boyu bitkin düşmüş halimize de, arhk rahat bir
uyku yakışırdı.
On Beşinci Bölüm
ÖLÜMÜN ÜRPERTİCİ
DOKUNUŞLARI

Nereden BİLECEKTÎM ki, bu mutluluğun ardmdan,


dünyamızı tersine çevirecek sinsi bir musibetin ve
çaresiz bir belanm kapımıza dayandığmı...
Günlerimin çok yoğun geçmesinden dolayı, hastalıklara
karşı bir türlü zaman ayıramaz, nasıl olsa geçer mantığıyla,
hep ihmal edip dururdum. Aylardır içimi sinsi bir yılan gibi
kemiren ağnianmı ne eşimle paylaşmıştım, ne de bir dokto
ra gidip nedenini öğrenmiştim. "Kafajn fazla takmamak ge
rekiyor, belli ki yorgunluktan dolayı bir tcirafım zedelenmiş"
diye kendi kendimi avutarak gözardı etmiştim. Ama ağnlar
her gün biraz daha artmca, müsait bir günümde bir doktora
gitmem gerektiğine karar vermiştim. Ancak, her gün bir ev
velkinden daha dolu geçtiği için, uygun bir zaman bulama
mıştım.
Bu ihmalimin sonucu olarak, sebebini bilmediğim hasta-
hğım, o gün beni büsbütün perişem etmişti. Sabaha kadar ya-
tamamış, sabah namazım sanki nefes nefese kılmıştım. Üzül-
98•ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

meşin diye, eşime bu durumu hissettirmemeye çalışmıştım.


Ama beni benden daha iyi tanıyan dünya meleğim bunu
gözden kaçırmamıştı.
- Senin neyin var? diye üstelemişti, büyük bir kuşku için
de.
- Bir şeyim yok, diyerek geçiştirmiştim. Galiba dün üşüt
tüm, biraz sana yapıyor, o kadar.
- Hayır, diye atılmışh Nur Hamm. Bu üşütmeye benze
miyor. Derhal bir doktora gitmeliyiz. Son zamanlarda halini
takip ediyorum, benden sakladığm bir hastahğm olmah.
Artık eşimi ikna etmek ne mümkündü. Onun yüreğinde-
ki sevgi ve şefkat öylesine tarifsiz ki; benim için, çooıklan-
mız için, dost ve akrabalarımız için seve seve canım verecek
bir fedakârlık sembolüdür.
Eşim ve çocuklanmm telaşlanmamaları için elimden ge
len her türlü rolü 03muyordum, ama içimi bir burgu gibi sö
küp atan ağnnm üstesinden gelemiyordum. Şanolar büsbü
tün kontrolden çıkmca, bulunduğumuz şehrin en tanınmış
dâhiliyecisinin kapışım çalmıştım erkenden...
Eşimin telaşım gören tamdık doktor:
- Hayrola Nur Hamm, demişti. Beyinizi kaybetme korku
su mu sardı yoksa? diye, kendince bir espri yapıp takılmak
istemişti.
Nur Hamm şimdi bunu düşünecek bir psikoloji içinde
değildi. Onun zihni çok ötelerde, muhtemel bir ayrılık vak
tinin dramına takıhp kalmışh.
Gönül dostumuz olan doktor, bütün ihtimalleri değer
lendirerek baştan ayağa bir muayene ve tetkikten geçirmişti
beni. O gün akşama doğru bütün bulgular bir araya topla
nınca, o vahim gerçek ortaya çıkmıştı. Meğer aylardır, belki
de yıllardır gizli gizli işleyen bir dert, sonunda patlak verip
ürpertici yüzünü göstermişti. Doktor, Nur Hanım'ı, bir ser-
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER • 99

visten tahlil sonuçlarım getirmesi bahanesiyle gönderdiğin


de hissetmiştim bunu.
- Hocam, demişti, yüzünde derin bir endişe oluşarak...
Ömür dediğimiz hayat yolculuğunda, ne başlarken ne de bi
tirirken karar veren bizler olmuyoruz. Kâinatm yarahası ha
ber vermeden dünyaya gönderiyor, haber vermeden de ansı-
zm ahyor. Bizler Allah'a ve kadere inanan insanlarız. Her an
teslim ve tevekkül içinde olmahyız.
Doktorun ağlamakh ifadelerle neyi izah etmeye çahşhğmı
çok iyi anlamıştım.
- Korkmaym doktor bey dedim. Rabbime şükrolsun ki,
biz o mukadderata her an hazırız. Ve her an O'na kavuşma
sevdası içindeyiz. İnsan en çok sevdiği Zâfa ulaşmak için
gün sayar. Bizler o günlerimizi yıllardır sayıyoruz. Siz söy
lemeniz gerekeni söyleyin. Biz dinlemeye çoktan hazırız.
Doktor yanıma geldi, bir çocuk edasıyla kollarım açıp
boynuma sarıldı:
- Kolay mı samyorsımuz bir dosttan ayrılmayı? dedi. He
le o dost benim iman ve Kur'an hakikatleıiyle buluşmama
vesile olan birisiyse...
Daha da sıkı sarılarak büsbütün kendini bırakmıştı.
- Yapma Allah aşkma, dedim. Siz yüzlerce insamn son
nefesine şahit olmuş bir insansınız. Metanetli olmamız la
zım. Velev ki sonu ölüm de olsa... Sonuçta bâki âleme gidi
yoruz. Lütfen söylemeniz gerekeni anlatm.
Gözlerini sildi, bir müddet içini çekti...
- Çok geç kalmışız dedi. Karaciğeriniz bitmiş... Acilen ka
raciğer nakli lazım... Bu ise çok zor ve zahmetli... Arhk bun
dan sonra her şeye hazır olmalıyız. Sizi burada misafir ede
ceğiz. Artık müşahedemiz altmda takip etmek zorundajnz.
O esnada, hayahm gözlerimin önünden bir sinema gibi
gelip geçmişti... Ömrüm, hayallerim, çocuklarım, eşim Ve
100•ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

yapmak istediğim çalışmalarım... Ama bu iş hiç de hesapta


yoktu. Başkalarma nasihat etmenin ne kadar kolay olduğu
nu anlamıştım. Ama yaşamak... Meğerse çok farkhymış.
- Doktor, dedim. Şöyle bana birkaç gün izin verin. Eşimi,
çocuklarımı ve yakın dostlanmı buna hazırlamahyım. On
dan sonra gelip önce Allah'a, sonra da size teslim oluruz.
Tam o esnada eşim soluk soluğa odaya dalmıştı.
- Nur Hanım, dedi doktor, oldukça sakin görünmeye ça-
hşarak. Hocam hem sizi, hem de beni korkutmuştu, ama çok
şükür sonuçlar öyle çıkmadı.
Benzi uçmuş, eli ayağma dolaşık bir telaş içinde:
- Ne varmış doktor? dedi eşim, büyük bir endişeyle.
- Hocam çok üşütmüş... İdrar yolları iltihaplı... Sancısı
onım için... A5mca midesinde de gastrit oluşmuş. Bünye de
sürekli yorgunluk içinde olunca, vüaıt buna dayanamamış.
Mesele bu kadar açık ve basit... Hocamı kendi haline bira- ,
kırsak, yine o çahşma temposuyla kendini ımutur, bu iş çığı-
nndan çıkar. Şimdi servisimiz dolu. Birkaç gün sonra gelin
hocamı gözlem altma alalım, onu İ5dce tedavi ettikten sonra
gönderelim.
Nur Hanım atıldı:
- Çok iyi olur, dedi. Bu arada dinlenir de... Kendisine ba
kamıyor, çok yoruluyor çok... Korkuyorum, bir gün bir yer
de )nğılıp kalacak diye...
Hastaneden çıktık. Nur Hanım, korktuğu gibi kötü bir
şey çıkmamasınm sevincini her haliyle belli ediyordu. Ama
benim )mrümeye takatim yok, nefes almam bile bana aa ve
riyordu.
Eve gidince kendimi attım yatağa... Kolay kolay hastalığı
kapışma koymayan ben, ona ilk defa yenik düşmüştüm. Ka
famda, gençlerle ilgili yanm kalan projemizin hayalleri cirit
atmaya başlamışfa. Onlarca insana okuma ve barınma yolu-
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER • 101

nu açacak bu faaliyet yanm kalırsa... Allah'ım! Ne olur biraz


daha ömür... O çaresiz gençler sokaklardan kurtulsun hiç
değilse...
Okuyucularıma ilaç gibi gelecek çalışmeun da masa ba-
şmda beni bekliyordu. Yaşanmış, bu ibretli hayat hikâyesini
tamamlamayı çok istiyordum. Eğer bu kitap çıkarsa binlerce
gencin yol haritası ve hayat ışığı olabilirdi...
Çocuklanmm okullan da henüz ycinm, hayatm içinde
çırpınıp duruyorlar... Bunlarm hcili ne olur?
Ya dünyalar iyisi, Rabbimin bana en büyük ikramı, can
yoldaşım ve dava arkadaşım eşim...
Btmlan hayal etmek bile yüreğimi ayağa kaldırmıştı.
Ama hayatm programım yapan Rabbim, elbette bizi bizden
daha iyi biliyordu. Bımun da bilmediğimiz bir hikmeti olma-
hydı...
Sabahtan beri aç olduğum için. Nur Hanım ne var ne yok
hepsini önüme yığmış, bir anne şefkati içinde, elinde kaşık:
- Şunu da yesen, bundan da alsan, şu da iyi gelir, öteki de
faydalıdır...
Ah benim ruhumım ruhu... Senden ayrılmayı hayal et
mek bile aklımı başımdan alıyor. Sen dünya için değil, ahiret
için yaratılmış bir melek olmalıydm. Çünkü Rabbim sana
yalmzca iyilik ve merhamet lütfetmiş... Kalbinde kötülüğün
asla bir izi yok. Böyle nezih bir insana eş olduğum için ne
kadar şükretsem azdır.
Belki de ıdhnimden gelip geçen bu düşünceleri hissetmiş
olmamn hüznü içinde önüme eğildi:
- Biliyor musun gözümün ışığı, dedi. Bir an sensiz olmayı
hayal ettim. Bımun saniyesi bile başımı döndürdü. "Rab
bim" dedim, "Ne olur beni eşimden arda ko5ana! Çünkü as
la dayanamam..."
O metanetli, soğukkanlı ve cesur yürekli Nur Hamm, bir
102 O ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

çoaık gibi ağlamaya başlamıştı.


- Zannetme ki bu feryadım Rabbime bir itirazdır, hâşâ
diyerek gözlerini sildi. Ondan gelen başla göz üstüne. Ancak
sen benim yalnızca eşim değilsin ki... Sen benim soluğum,
hayat arkadaşım, can yoldaşım, ruhumun Uacısın. Sensiz
olmak... Rabbim ne olur beni böyle bir imtihcina tabi tutma,
yoksa dayanamam! Seni binlerce okuyucun, yüzlerce çaresiz
çocuklar, sayısız mağdur aileler bekliyor. Böyle bir hizmetin
yarım kalmasını hayal etmek bile içimi parçalıyor. Rabbim
şahit olsun ki, bu hizmetimizin yanm kalmaması için, senin
uğruna bin kez ölmeye hazırım.
- Ah benim meleğim... Ah benim huzur kaynağım... Ah
benim her şeyim. Peki, hiç düşünmedin mi, ya ben sensiz ne
yapanm?
Bu duygu atmosferi, bizleri içine alarak çocuklar gibi ağ
latmaya, çaresizler gibi gözyaşı döktürmeye başlatmıştı.
Ölümün dokımuşları bir ateş gibi damarlarımıza girmiş, yü
reğimizi kor gibi yakmaya devam ediyordu.
Yammda duran HASTALAR RİSALESİ'ne uzandım.
- Nur Hanım, dedim. Bizim şifamız bu, oku da kurtula
lım şu çocuksu duygularm esaretinden...
Bir türlü kendine gelemeyen Nur Hanım kitabı eline alm-
ca susmuş, o kendine has ciddiyetiyle kitabı okumaya baş
lamıştı:
- Hastalara bir merhem, bir teselli, mânevi bir reçete, bir
hasta ziyareti ve geçmiş olsun makamında yazılmıştır:
"Ey sabırsız hasta! Sabret, belki şükret. Senin bu hastalı
ğın, ömür dakikalannı birer saat ibadet hükmüne getirebilir.
Çünkü ibadet iki ktsıtndiT. Biri müsbet ibadettir ki, namaz, ni
yaz gibi malûm ibadetlerdir. Diğeri menfi ibadetlerdir ki, has
talıklar, musibetler vasıtasıyla musibetzede aczini, zaafım
hisseder, Hâlık-ı Rahîmine iltica eder, (merhamet sahibi ya-
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER • 103

rahasına yönelir) yalvanr. Hâlis, riyasız, mânevi bir ibadete


mazhar olur.
Evet, hastalıkla geçen bir ömür, Allah'tan şekvâ (şikâyet)
etmemek şarhyla, mü'min için ibadet sayıldığma rivâyât-ı
sahiha (güvenilir hadis rivayetleri) vardır. Hattâ bazı sâbir
(sabreden) ve şâkir (şükreden) hastalarm bir dakikalık hasta-
hğı, bir saat ibadet hükmüne geçtiği ve bazı kâmillerin bir
dakikası bir gün ibadet hükmüne geçtiği, rivâyât-ı sahiha ve
keşfiyat-ı sadıka (doğru keşifler) ile sabittir. Senin bir dakika
ömrünü bin dakika hükmüne getirip, sana uzun ömrü ka
zandıran hastalıktan teşekkî (şikâyet) değil, teşekkür et.
Ey tahammülsüz hasta! İnsan bu dünyaya keyif sürmek
ve lezzet almak için gelmediğine, mütemadiyen gelenlerin
gitmesi ve gençlerin ihtiyeırlaşması ve mütemadiyen zeval
(yok olma) ve firakta (ayrılıkta) yuvarlanması şahittir. Hem
insan, âhayatm (hayat sahibi varlıklarm) en mükemmeli, en
yükseği ve cihazatça en zengini, belki zîhayatlann sultam
hükmünde iken, geçmiş lezzetleri ve gelecek belâlan dü
şünmek vasıtasıyla, hayvana nisbeten en ednâ (aşağı) bir de
recede, ancak kederli, meşakkatli bir hayat geçiriyor. Demek
insan bu dünyaya yalmz güzel yaşamak için ve rahatla ve
safâ ile ömür geçirmek için gelmemiştir. Belki azîm (büyük)
bir sermaye elinde bulıman insan, burada ticaret ile, ebedî,
daimî bir hayatm saadetine çahşmak için gelmiştir. Onun
eline verilen sermaye de ömürdür.
Eğer hastalık olmazsa, sıhhat ve âfiyet gaflet verir, dün
yayı hoş gösterir, âhireti unutturur. Kabri ve ölümü batırma
getirmek istemiyor. Sermaye-i ömrünü bâd-ı heva boş yere
sarf ettiriyor. Hastalık ise, birden gözünü açtırır. Vücuduna
ve cesedine der ki: 'Lâyemut (ölümsüz) değilsin, başıboş de
ğilsin, bir vazifen var. Gururu bırak, serü Yaratam düşün,
kabre gideceğini bil, öyle hazırlan.'
104 O ateşte açan ÇİÇEKLER

İşte hastalık bu nokta-i nazardan hiç aldatmaz bir nâsih


(nasihatçı) ve ikaz edid bir mürşiddir. Ondan şekva değil,
belki bu cihette ona teşekkür etmek, eğer fazla ağır gelse sa
bır istemek gerektir.
Ey dünya zevkini düşünüp hastalıktan ızdırap çeken kar
deşim! Bu dünya eğer daimî olsaydı ve yolumuzda ölüm
olmasaydı ve firak ve zevâlin rüzgârları esmeseydi ve musi-
betli, fırtmah istikbalde manevî kış mevsimleri olmasaydı,
ben de seninle beraber senin haline aayacaktım. Fakat ma
dem dünya birgün bize 'Haydi, dışan' diyecek, feryadımız
dan kulağım kapayacak. O bizi dışan kovmadan, biz bu has
talıklar ikazatıyla (ikazlanyla) şimdiden onım aşkmdan vaz
geçmeliyiz. O bizi terk etmeden, kalben onu terke çahşmah-
yız.
Evet, hastcdık bu mânâyı bize ihtar edip der ki: 'Senin vü
cudun taştan, demirden değüdir. Belki daima ayrılmaya
müsait muhtelif maddelerden terkip edilmiştir. Gururu bı
rak, aczini anla. Mâlikini tam, vazifeni bil, dünyaya niçin
geldiğini öğren.' Kalbin kulağma gizli ihtar ediyor.
Hem madem dünyanm zevki, lezzeti devam etmiyor.
Hususan meşru olmazsa, hem devamsız, hem elemli, hem
günahlı oluyor. O zevki kaybettiğinden hastalık bahanesiyle
ağlama; bilâkis hastalıktaki mânevî ibadet ve uhrevî sevap
cihetim düşün, zevk almaya çalış."
Nur Hanım, bu enfes teselli kajmağı olan kitaptan yeteri
kadar okumadan, ısrarla çalan kapı zili için yanm bırakıp
kalkmak zorunda kalmışh. Yanıma döndüğünde:
- Bir hanım, bir de genç, dedi. Sizi görmek istiyorlar.
Hasta dedim, ama çok ısrar ettUer.
Yataktan kalkıp üzerimi gijrmek tam bir işkence olmuş
tu... Hastahğm ne kadar dddi olduğunu artık çok ijû anla
mıştım. Çahşma odama geçtim ki, elli-elli beş yaşlannda bir
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER • 105

hanımefendi, otuz-otuz beş yaşlannda da genç bir kardeşi


miz. Pınl pınl yüzleri, inşam derhal etkileyen içten ve sami
mi davranışlan hemencecik kaynaşmamıza sebep olmuştu.
Sanki hanımefendi her şeyi biliyormuş gibi:
- Rabbim sizlere maddi ve manevi şifalar versin, diye
başlamıştı sözüne. Ziyaretimizin sebebi şudur: Siz onca in-
sarun içinde bizleri hatırlamayabilirsiniz. Oğlumun babasmı
evliliğimin dördüncü yılmda kaybetmiştim. Durumumuz iyi
olmadığı için hayat şartlan içinde ana-oğul zor imtihanlar
dan geçtik.
Oğlum liseye geçince çok zorlanmıştık. Allah sizlerden
razı olsun, bizlere sahip çıkmıştınız. Hem bana, hem de oğ
luma yardım etmiştiniz. Oğlum öğrenci evlerinde kıddı,
ağabeyler elinden tuttu. Çok şükür şimdi tıp fakültesini bi
tirdi, dâhiliye uzmam oldu. Yolumuz bu şehre düştü, gelip
de sizlere teşekkür edelim dedik. Çünkü Nur Hanım'm ben
de çok emeği var. Allah binlerce kez razı olsun, ne muradı
nız Vcirsa versin, sizleri darda koymasm.
Rabbim! Bu dualar öylesine gönülden, içten ve samimi
bir yürekle yapıhyordu ki, hanımefendi gözyaşlanna engel
olamıyordu. Tuttum gencin elinden:
- Sizin adınız ne kardeşim, dedim.
- Alperen hocam, dedi.
- Nerede çahşıyorsımuz şimdi?
- Bir ekiple alternatif hp üzerinde yoğunlaştık. İki yıldan
beri Amerika'daydım, yeni döndüm.
- Alternatif hp öyle mi?
- Evet hocam. Basit bir ifadeyle kâinat eczanesinde bulu
nan bitkilerle tedavi yöntemi...
- Bu iş bilimsel mi?
- Birçok ileri ülkelerde, normal tedavinin yanmda alter
natif tedavi de önemsenir. Hele ülkemizdeki bitkilerin bol-
106 ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

luğu bu işi daha da önemli hale getirmiştir.


Gencin anlattıklan, içinde bulımduğum hastalığımla da
ilgiliydi. Nur Hanım'm, misafiri hammefendiyle başka bir
odaya geçmesini fırsat bilerek durumu Alperen'e anlattım.
- Hocam, yapılem tetkikleri göreyim de, size ona göre bit
ki tedavisi uygulayalım, dedi.
Hastaneden aldığımız tetkikleri verdim, bir müddet ince
ledi.
- Hocam, telefonla hemen adresinize üaçlan istiyorum,
üç kutu ilaç gelecek, nasıl kullamlacağı içinde yazıyor. Lüt
fen, bırakmadan bir ay kuUanmalısmız. Sonra da yeni bir
tetkik yaphrm, ondan sonra da görüşelim.
- Peki, normal tedaviye başlamayalım mı?
- Siz tedavinizi kaldığınız yerden sürdürün. Bu sadece ek
ve takviye olacaktır. Rabbimin yardımıyla sonuç alacağımızı
umuyorum.
Ana-oğul bin bir dualarla aynimışlardı. İçimde Yüce Al-
lah'm ince bir hikmeti oluşmuştu. En kritik anımda bu iki
misafirin çıkıp gelmeleri, hanımm gözyaşlan içindeki duası
ve gencin de tıbbi açıdan verdiği müjdeler, kafamda gizemli
bir umut oluşturmuştu.
Olup bitenleri Nur Hamm'a anlatmadım. Gelen Uaçlan
ise, ne çocuklara, ne de Nur Hcimm'a gösterdim. Bir ay müd
detle kullandım. Her gün, vücut direncimde hayret edUecek
kadar bir iyUeşme hissetmiştim. Bu arada hastane tedavisini,
doktorun ısrarh isteğine rağmen bir ay süreyle tehir etme)ri
uygım bulmuştum. Üaçlar bitince hastanede yeni bir tetkik
ten geçtim.
Rabbim! Nur Hanım'm, çocuklann, binlerce okuyucula-
nn ve çaresiz birçok insctnm duaları, Alperen'in ise o esrarh
Uaçlan bir kapı aralamıştı yolun sonuna geldiğim o anda...
Günlerce şükür secdesinden kalkamamıştım. Günlerce bu
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER • 107

hikmetin ve nimetin karşısmda kendimden geçmiştim. Çare


sizlerin ve mağdurlarm reddoiunmaz dualan, bizi kabrin
kapısmdan alarak, daha fazla hizmet için bir şans daha ver
mişti.
Olup bitenleri Nur Hanım'a anlattığımda şaşkınlık içinde
kalmışh. Şaşkınlık da ne demek, âdeta bu gizemli hadiseler
içinde kendisini yitirmişti.
- Artık bizlere Rabbimin rızasından başka her şey yasak!
diyerek yeni bir hedef belirlemişti.
Artık günlük programlanmız daha dolu, daha verimli ve
daha özenli olmalıydı. Artık, her an ecelin kapımızı açacağı
nı çok daha iyi bilmeliydik. Artık, ömrümüzün bir dakikası
bÜe boşa geçmemeli, gençliğin ve toplumun derdini dert
edinmeliydik. Yoksa arkada bıraktığımız ömür bir vicdan
azabı olarak içimizi yakmaya devam ederdi.
On Altıncı Bölüm
İŞTE BUNA DAYANILAMAZ

HASTALIK BİZE hayatın ve zamanın ne kadar değer


li ve önemli olduğunu öğretmişti. Boşa geçen bir
anlık vaktin bile kıymetini anlatmıştı. Bunun için
de, konferanslar, kitap çalışmalan, radyo, televizyon prog
ramlan ve gençlerin eğitimine dönük hizmetler, imkân ve
zaman ölçüsünde daha dikkatli ve daha özenli yürütülmeye
başlanmıştı.
Bu vesileyle, eşimle birlikte bir yurt dışı programma git
miştik. Konferansm sonunda, tamştığımız bir bilim adamı,
tek kelimeyle bizlere hayahmızm en büyük sürprizini yap-
mışh. Hem de ne sürpriz...
Amerika'da İslami ve kültürel faaliyetler içinde bulıman
bu bilim adamını, bir dostumuzun evinde dinlemiştik. Yap
tıktan çahşmalan anlahrken bizleri mest etmişti.
Gariban bir Anadolu çocuğu olarak zor şartlar içinde
okuycm bu bey, bir burs kazanarak Amerika'ya gidip, orarun
en gözde üniversitelerinden birinde hukuk okumuş. Bunım-
la yetinmemiş bir de ekonomi tahsili görmüş. Ardmdan da
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER O 109

hem hukuk, hem de ekonomi dalmda doktora yapmış. Sonra


da tanınmış bir şirkette çalışmaya başlayıp, kısa sürede üst
düzey göreve gelmiş...
Bu göz kamaşhran başanmn sahibi bu değerli insan, an-
nesirü de yanma ahp, Müslüman ülkelerden okumak için
Amerika'ya gelen öğrencilerin barmma ve burs ihtiyaa için
bir vakıf kurup çalışmalara başlamış. Büyük bir gayretle,
oluşturduğu ünkânlan bir araya getirip, yüzlerce öğrenciye
ev sahipliği yapacak mekânlar temin edip, onlara kol kanat
germiş.
Başarıyla okullarım bitirenleri kendi memleketlerine gön
derip, orada da, gençlerin eğitimi için hayır hizmetlerinin
içinde yer almaları konusunda tavsiyede bulunmaya başla
mış. Bu şekilde, Müslüman ülkelerdeki gençleri hem oku
maya, hem de toplumun okuyamayan gençlerinin önünü
açacak çalışmalar içinde bunmaya teşvik etmiş...
Elinden tutuğu gençler arasmda öylesine çarpıa örnekler
dinlemiştik ki, birçoğu kendi memleketlerine gidince, hem
kendi ülkelerinde üst düzey görevlere gelmişler, hem de
Müslüman gençlerin bilinçlenmesi için yürütülen faaliyetle
re cansiperane katılmışlar...
O akşam, biz yaşlardaki o bilim ve iman adamma çok im
renmiştim. On beş-yirmi yıla ne kadar müthiş hizmetler sığ-
dırdığmı, gözlerimiz yaşararak dinlemiştik. Bu tür çalışma
lar hızla çoğalmalıydı ki, Müslüman âlemi, bazı art niyetli
güçlerin önünde kabuğunu kınp kendine gelsin ve o ihti
şamlı geçmişiyle yeniden buluşup, beklenen şahlanışı ger-
çekleştirsin.
Bizleri ve kitaplarımızı daha önce tamdığmı söyleyen bu
değerli kişi:
- Hocam dedi, sizüı özgeçmişinizi okudum. Doğduğunuz
kasabayla Ugili bizim de hazin bir geçmişimiz var.
110•ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

Merakla yüzüne baktım, ne demek istediğini anlamak


için.
- Sizin doğduğunuz kasabada, Nurullah admda bir öğ
retmen görev yapmış mıydı?
Nurullah Öğretmen sözü bir şimşek gibi beynime dalmış-
h. Sanki onu bir anda karşımda görmüş gibi çok heyecan
lanmıştım. Bir gönül insanı, bir yardım fedaisi ve bir gariban
dostu olan o istisna eğitimciyi nasıl tammam. Bana az mı
emeği geçmişti...
Bırakm beni, bütün kasabalı onun fedakârlığmı konuşur
du. Karlı bir günde cenazesi kaldınimış, bütün halk öz evla
dım kaybetmiş gibi üzüntüden helâk olmuştu.
- Çok iyi tanıyorum Nurullah Öğretmen'i, dedim, kalbim
bir anda çarpmaya başlayarak.
- Ben onun oğluyum, diye kalktı yerinden.
Sanki babasırun elini öpüyormuş gibi eğildim eline. O
duygu selini nasıl anlatabilirim?
Hey Yüce Rabbim! Soğuğun iliklere kadar işlediği o don
durucu günde, babasınm başmda, yıkılmış ve masum bir şe
kilde gözyaşı döken o çocuk... Şimdi Amerika'da, İslam dün-
yasırun parçalanması ve yutulması planlannm yapıldığı
yerde, Müslüman gençlere sahip çıkıp, yeni bir iman şahla
nışı için ömrünü tüketen bir kahraman insan...
Hayatım fakir ve kimsesizlere adayan bir adamm, arka-
smdan bırakfağı şu evladma bakar mısınız? Yüce Allah, fakir
ve fukaraları kollayan bir insarun yetim kalan çocuğunu işte
böyle ödüllendirmişti. Bundan daha büyük bir şeref, rütbe
ve zenginlik var mıydı?
Günlerce bu hikmetli hadisenin etkisinden kurtulama
mıştım. Şunu çok iyi anlamıştım ki, başkalannm çocuklarım
eğitmek, büjnitmek ve adam etmek için çırpman bir insarun
çocuğunu da Rabbim en yüce makamlarla şereflendiriyordu.
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER 111

Bu sim iyi anlamak gerekirdi. El uzatana eller uzanıyor,


yardım edene yardım ediliyor, çare olein çare görüyordu.
Yapılan iyilik, mutlaka dönüp o kişiyi buluyordu.
On Yedinci Bölüm
ENTERESAN BİR KARŞILAŞMA

Ateşte açan çiçekler boy atniaya devam ediyordu.


Yoğun konferans programlannm birbirini takip et
tiği o günlerden bir gündü yine. Kitap fuanna ka
tılmak için otobüse binmiştim. Daha sakin bir yolculuk ya
payım diye, en arka koltuklardan birisini seçmiştim. Önüm
de ise, genç kızlar ellerindeki kitapları okuyorlardı. Lise öğ
rencisi olduklan anlaşılan kızlar, kendilerini kaybedercesine
sayfalarm içinde kaybolmuşlardı sanki...
"Acaba ne okuyorlar?" diye şöyle bir göz atmca, ellerinde
bulunan kitaplann benim eserlerimden birisi olduğunu gör
düm. Büyük bir hazla satırlar arasmda kaybolan bu iki öğ
renciye, okuduklan kitaplann yazan olarak bir sürpriz
yapmak istemiştim.
- Hanım kızlar? diye seslendim.
Ddsi birden arkalanna dönünce, orta yaşlı bir beyle karşı-
laşmanm tedirginliği içinde kendilerine çeki düzen verme
ihtiyaa hissetmişlerdi. İsimlerinin Kübra ve Tuğba olduğu
nu öğrendiğim, birisi kapalı, öbürü de açık bu iki arkadaşa;
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER O 113

- Kitaptan çolc sevdiniz tıerlralde, dedim. Bir türlü Icendi-


nizi alamıyorsımuz.
Tuğba:
- Evet, diye atılmıştı. Tavsiye ederim çolc güzel Idtaplar.
- Nerede olcuyorsunuz?
- Lisede.
- Kitap olcumayı seven öğrencilerle karşılaşmak ne güzel,
sizleri tebrik ederim.
- Edebiyat öğretmenim sayesinde, dedi kapab olan. Bü
tün sınıfa bu yazann kitaplarım tavsiye etti. İyi ki de etmiş.
-Neden?
- Çünkü bu yazann kitaptan bizi anlaüyor. O kadar çar-
pıa ve güzel konulan ele alıyor ki, kendimizi okumciktan
alamıyoruz.
Hemen Tuğba araya girdi:
- Neden olacak amca, Allah'a şükür yarüış davramşlar-
dan vazgeçtik, namaza başladık. Hele ailemiz ne kadar se
vindiler.
Bu sefer Kübra söze kanşh:
- Bilmiyorum ama, bizim edebiyat öğretmenimiz bu ya
zann öğrencisiymiş. Bizim okula davet edip tanışacağız. O
günü dört gözle bekliyorum.
"Rabbim sana şükürler olsım!" diye gözlerimi kapadım,
bu nimete ömür boyu layık olmam için yalvardım.
- İyi olur, diye cevap verdim. Tabi ki insan sevdiği kitap-
lann yazanyla tanışmak ister.
- Siz ne iş yapıyorsunuz amca, dedi Tuğba.
- Ben de öğretmenim...
- Yaaa... Branşınız?
- Rehberlik.
- Öyle mi? O zaman siz de bu kitaptan biliyorsunuzdur.
- Bilmez olur mujrum?
114•ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

- Peki, sizi en çok hangi kitabı etkiledi?


- Birçoğu... Hangisini sayayım?
- Lütfen ama, siz de öğrencilerinize tavsiye edin. Bu ki
taplar gençlere ilâç gibi geliyor.
Kızlarm gönlünü almak için:
- Peki, dedim. Tavsiye ediyordum ama bundan sonra
daha fazla ısrar edeceğim.
Düşündüm... Bu iki tertemiz genç kız, okudukları kitap
ların yazarım çok merak ediyorlardı. Bir daha ya karşılaşırız
ya da karşılaşmayız, dedim kendi kendime. Hiç değilse bu
rada tanışalım da hayatlanrun en güzel sürprizi olsun niye
tiyle, döndüm:
- Hanım kızlar, dedim. Bu kitapla rm yazanyla karşılaştı
ğınızda neler sormak istersiniz?
Tuğba derhal atıldı:
- Ohoo... Neler sormayız ki? Daha şimdiden bir sürü soru
hazırladık.
Otobüs az sonra terminale girecek, biz de inecektik. Ama
kızlar devam edeceklerdi. O zaman hemen kendimi tambp
bu sohbeti bitirmek zorundaydım.
- Bakar mısmız çocuklar, dedim.
Dcisi birden arkaya dönmüştü yeniden.
- O kîtaplann yazarı veir ya?
- Eee...
- İşte o yazar benim.
ikisi birden donmuşlardı, siycih beyaz filmlerin bozuk ka
releri gibi... Bir müddet ses soluk çıkarmadan tam bir şok ha
linde bana bakmışlardı. Bu sözün ne demek olduğuna, şaş
kınlıktan durmuş beyinleriyle bir türlü karar veremlyorlardı.
Kafalarında canlandırdıklan yazann, benimle örtüşmediğini
hayal etmiş olacaklardı ki, Tuğba gözlerini kıstı ve dudakla
rım bükerek:
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER • 115

- Haydi be! dedi kontrolsüz bir tepkiyle. Siz kim, bu ki-


taplarm yazan kim...
Beklemediğim bu çıkış karşısmda daha fazla ısrar etme
dim, kendimi de ispat etmeye çalışmadım. Ne desem inan
dırmam çok zor olacakh. Çünkü kafalarmdaki yazar ben de-
ğUdim. Yüzüme abuk sabuk bakışlarla bakmaya başlamış
lardı. O halde bana, başımı önüme eğerek oradan ayrılmak
düşerdi.
On Sekizinci Bölüm
NASIL YAŞARSANIZ,
ÖYLE ÖLÜRSÜNÜZ

Hayat AKIŞI devam ediyordu. Hem de çok ibretli,


çok etkili ve şaşırba hadiselerle...
Okulda aym odayı paylaştığımız iki eğitimd dos
tum vardı. Birisi Kemal Bey, yaşı altmışı geçmesine rağmen
hiç adımmı camiye atmamış, almnı secdeye koymamıştı.
Ama ilişkilerimiz çok iyiydi, bizleri bir dost olarak çok tak
dir ederdi.
Bulunduğu ortam ve yetiştiği farklı kültür, bu arkadaşı
ma din ve Allah inancından uzak bir yaklaşım sunmuştu.
Dürüstlüğü, beyefendiliği ve insani yönü mükemmel olan
bu mesai arkadaşım için çok dua etmiştim. Böyle bir insana
iyi bir Allah dostluğu yakışırdı. Ama onun hiç bu taraklarda
bezi yoktu.
Diğeri ise. Hikmet Bey idi. Dinibütün çok sevilen bir in
sandı. Kanser hastası olan kizirim vefat ettiğini öğrenmiştik.
Oda arkadaşım Kemal Bey ile birlikte, evlâdmı yitiren arka
daşımız Hikmet Bey'e taziye ziyaretine gitmiştik.
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER • 117

Kemal Bey, yaratılışı gereği dini duygulardan uzak bir


hayat sürdüğü için ölüm, cenaze, cami ve namaz gibi konu
lar kcirşısmda tedirgin oluyor, mümkün olduğu ölçüde geri
durmaya çalışıyordu.
İşte yürekleri burkan, ciğerleri yakan o dram dolu hadise
ler de bundan sonra başlamıştı.
Hikmet Bey'in on dört yıl çocuğu olmamıştı. Allah ona
on dört yd sonra bir kız evlâdı vermiş, bu çocuk da on dört
yaşma geldiğinde kan kanserinden rahmetli olmuştu. Bu
dudak uçuklatan aa içinde anne-baba harap olup, bitap
düşmüşlerdi. Çok ağır bir imtihan içinde çırpmıyorlardı.
Çünkü dünyadaki tek evlâtlannı gözleri önünde eriye eriye
yitirmeleri, sabırlan zorlayan çok büyük bir kulluk imtiha-
mydı.
Hikmet Bey, kendilerine taziye ziyaretine gelen, büyükçe
bir salondaki kalabalığa, kızmın nasıl ibretli bir gidişle ölü
me kanat çırptığım anlahyordu.
- Kızım, Efendimiz'i çok sevmişti, diye başlamıştı sözüne.
Amcası ona küçüklüğünden beri Efendimiz'in hayat hikâye
lerini, sahabelerin örnek yaşantılarım okutuyordu, tam bir
peygamber âşığı olmuştu. Bu 3nizden bütün hayatını O'na
uydurmaya çalışıyor. Efendimiz ne yaptıysa taklit etmek için
yaşmdan beklenmeyen bir davramş sergiliyordu.
Küçük yaşta Kur'an'ı ezberledi ve hafız oldu. Gece er
kenden teheccüt namazma kalkar, bizleri de sabah namazma
kaldırırdı. O, küçük yaşma rağmen altmışlık bir insan olgun
luğu içinde bir hayat sürer, her hadiseye Peygamberce bir
nazarla bakardı.
Efendimiz'i kendisine model almış, örnek kabul etmişti.
Bir insein kimi severse, onun hayatmı ve yaptıklanm önem
ser ya, işte kızım Merve'de böyleydi. Allah'ı, Peygamberi
çok seven bir kızım olduğu için eşimle mutluluktan uçuyor-
118•ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

duk. Ama Rabbim, kendisini çok seven bu kulunun dünya


çirkinlikleri içinde kirlenmesine izin vermedi. Ne denir, "Ve
ren de O, alan da..."
Ama vefat sahnesi unutulur gibi değildi. Hâlâ eşimle
hayretler içindeyiz, o anda yaşadıklarınruzm şokunu üzeri
mizden atamadık.
Salondaki bütün kalabalık ve özellikle de Kemal Bey, ne
fes almadan. Hikmet Bey'in konuşmalarım kelime kelime
takip ediyordu. Plikmet Bey, boğazma gelip oturan hıçkırık
ları savuşturduktan sonra, o hazin ses tonuyla «ınlatmaya
devam etmişti:
- Artık kızım gidiyordu. Yavaş yavaş gözleri kaymaya
başlamıştı. Bir anda bakışlarım bize çevirdi, kurumuş durak-
lanna tath bir tebessüm yayıldı, "Bana Yasin-i Şerif okuyun"
dedi. Annesi eline Yasin alıp okumaya başladı, kendisi de
dudaklarım kıpırdatarak takip ettiğini belli ediyordu.
O esnada, o zamana kadar hiç görmediğim bir şekilde
)rüzünde bir pırıltı, bir ışıltı oluşmaya başladı. Allah'ım, san
ki kızımm simasma nürdan bir yüz gelip oturmuştu. Annesi
bu hali görünce, dayanamayıp üzerine kapandı. Bu defa ben
elime Yasin alıp devam ettim. Tam son ayetine gelince, Mer-
ve'nin gözleri uzak bir ufka dikildi, ağzından dökülen şu ke
limeler bir kor gibi ciğerlerimize düştü;
- Efendim Ya Resulullah? Buyurun Ya Resulullah? Geli
yorum Ya Resulullah!
Bu ibretli hadiseyi dinleyen bizler, bu yakıa seıhne karşı-
smda, tespih taneleri gibi kopup darmadağm olmuştuk.
Hıçkırıklar, tekbirler, gözyaşlan birbirine kanşmışh.
Efendimiz (a.s.m.), kendisini çok seven ümmetirü, son ne
fesinde âdeta kucağma alarak götürmüştü. Rabbim bu ne ib
retli bir sahneydi, ne müthiş bir gidişti. Boşuna mı demişti
Efendimiz, "Nasıl yaşarsanız, öyle ölürsünüz; nasıl ölürse-
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER • 119

niz, öyle dirilirsiniz!" diye...


Kişi sevdiğiyle beraberdir. Bu dünyada kim, kendisine
kimi model olarak seçer, örnek alırsa onun ahlâkıyla bezenir,
onun ruhuyla ölürdü. Akıllı anne ve babalar, Peygamberi-
miz'in hayatım çocuklarma model seçip sevdirdiklerinde,
çocuklar da Efendimiz'i örnek ahp, C^na yakışan bir hayat
sürüyorlardı.
Eğer aıme ve babalar, Efendimiz'i veya onım yolundan
giden gönül insanlarım çocuklarma model yapmazicirsa, ço
cuklar kendilerine mutlaka başka bir model bulurlardı. Ama
o model de çocukları çıkmaza sürükleyip, hem dünyada,
hem de ahirette, başlanna bela olurdu.
Hikmet Be/in anlattıklan, beynimde yankılana yankıla-
na oradan ayrılmıştık.
Arabaya bindik, direksiyona Kemal Bey geçti, ben de ya
rımda oturuyordum. Yatsı ezam okunurken evlerimize doğ
ru yol almaya başlamıştık. Kemal Bey öylesine durgım, sus-
kım ve kendi içinde kaybolmuştu ki, ne konuşuyor, ne de
konuşulanları dinliyordu. Merak ederek sordum:
- Hocam siz iyi misiniz? dedim. Bir sıkmtı yoktur uma
rım?
Beni yine duymamışta. Bir müddet sonra:
- Biliyor musunuz hocam, dedi. Merve Hanım beni çok
etkiledi. Bu yaşıma kadar böyle şeylerle hiç iç içe olmadım.
Hikmet Bey konuştukça kendimi sorguluyordum.
Ölüm... Her şeyi bitiren, dünyajn tüketen, ömür sürüp
atan... İyi ama bizim hiç hazırlığımız yok. Benim ömrüm im
tihanlarla geçti. Fakat en büyük imtüıam unuttum...
Kemal Bey susmuştu. Belki de bugüne kadar kimseye
açamadığı, diUendiremediği duygulannı bir bir döküyor,
bomboş geçen yıllara "ah, vah!" ediyordu.
Yolda giderken bir anda frene basıp bana döndü:
120•ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

- Şahit ol Arif Bey, dedi. Şu önümüzdeki Ramazan ayı


geçsin. Yeni baştan bir hayat sayfası açacağım. İçkiyi, sigara
yı, her türlü zararh abşkanhklan bırakacağım; namaza, ni
yaza dönüp, tövbe istiğfar edeceğim. Bilmem ki, Allah, bu
yaştan sonra kendine dönenlere ne der?
Bu cümle karşısmda şaşırmış, âdeta dilim tutulmuştu.
Karşımda altmış yıldan beri Allah, Kitap nedir bilmeyen bir
insarun yürekten ve samimi itiraflan uçuşuyordu. İçimden,
"Hocam, keşke Ramazan ayım beklemesen... Biz bekleriz
ama Rabbim bekler mi?" diye geçirdim.
Beni eve bıraktı, kendisi de evine gitmişti. Bu gece yaşa
dığım hem hüznü, hem de sevinci Nur Hanım'a anlatarak,
çok etkUendiğimi belirtmiştim. O gece Kemal Be5^in hidayeti
için de çok dua etmiştik. Ama olaylardan habersiz, derin bir
uykuya dalmıştık. Sabah bizi bekleyen o unutulmaz sürp--
rizden habersizdik.
Sabahleyin okulun bahçesine girince olağandışı bir hare
ketlilik göze çarphğını fark etmiştim. İnsanlar koşuyor, ha
reketli konuşmalar, meraklı gözler birbirini takip ediyordu.
Kampüsün girişinde, fakültenin yöneticisi merdiven basa-
mağma kendini atmış, ellerini yüzüne kapayarak hüngür
hüngür ağlıyordu. Olup bitenlere bir mana verememenin
şaşkınhğı içinde, yanma yaklaşıp kolundan tuttum:
- Hayrola hocam, dedim. Kötü bir şey mi oldu?
Başım kaldırdı, bir çocuk gibi içini çeke çeke yaşh gözler
le bana döndü:
- Duymadm mı hocam? dedi.
- Neyi? diye, eğildim üzerine.
- Hcini Kemal Hoca var ya, sizin oda arkadaşınız...
- Evet, akşam beraberdik?
- Maalesef gece kalp krizinden rahmetli olmuş. Şimdi ce
nazesi getiriliyor, tören yapacağız.
ateşte açan ÇİÇEKLER • 121

Yıkıldım oraya... Rabbim, senin hikmetinden, plânlann-


dan, işinden sual sormak ne mümkün? Daha dün akşam ha
yalleri ve istekleri vardı. Ramazan sonrasmda yeni bir sayfa
açacaktı. Sana el açıp tövbe-istiğfar edecekti, Allah'ım!
Kalbim durdu, aklım sustu, direncim bitti. Kendimi bir
köşeye attım, ilahî hikmetin sonsuz âlemlerinde çırpmdım
durdum. Getirende O... Götüren de... Veren de O... Alan
da... Mademki bizi bu dünyaya gönderirken sormuyordu, o
zaman alırken de sormayacakh.
Kemal Be/in iyi niyeti, Allah'a yaklaşma arzusu, inşallah
kendisi için bir umut kapısı açar.
Hayırlı işler için neden bu kadar acele edilmesi gerektiği
ni bir kez daha anlamıştım. Çünkü bir saniye bile sonraya
garantisi olmayan insanlarm, asla işlerini tehir etmeden kul
luk vazifelerini yerine getirmeleri gerekiyordu. Bunım en
yakıa örneği Kemal Bey'di.
Biz hayatımız ve geleceğimizle ilgili hayaller kurup, plân
lar yapıyorduk. Ama bunlar içinde ölüme hazırlık yoktu. Sa
bah kalkmca günlük plânlar yaparız, küçük kâğıtlara, defter
lere... O gün yapacaklarımızı sıralanz... Ama onun içinde
ölüm yoktur...
Sabah her kapıdan çıkanm döneceğini bilemeyiz, her ge
lenin de sabah çıkacağım... Bu apaçık ortadayken, hâlâ, ölüm
zilleri çalmadan, bu gençliği kuUamp hazırlık yapmıyorduk.
İşte Kemal Bey, bu hakikatin hazin bir öyküsüydü.
On Dokuzuncu Bölüm
BU FERYADA CAN MI DAYANIR

Hayatin İbretli kulvarlarında, şaşkınlığımızı artı


ran, gözlerimizi açan, daha fazla gayret etmemizi
sağlayan olaylar bitmiyordu. Hele çocuk eğitimi
konusunda yapılan yanlışlıklar, ayn bir dram olarak her gün
karşımıza çıkıyordu. Hele onlardan birisi vardı ki, herkesin
bilmesi ve duyması gereken bir konuydu.
Bir yurt dışı programı nedeniyle, uçakla Ankara'ya dö
nüyordum. Yamma altmış-yetmiş yaşlarmda gösteren, sakal-
h, temiz yüzlü bir bay oturdu. Nezaket ve beyefendiliği o
kadar üst düzeydeydi ki, tam bir Osmaıüı terbiyesi almışa
benziyordu. Bu yüzden çok çabuk kaynaşmıştık.
Avrupa ülkelerinin birinde imamlık yapıyormuş. îlmi,
tecrübesi ve isabetli görüşüyle derhal saygı uyandıran bu
değerli insan; benim de eğitimci olduğumu anlajnnca, derin
bir "ah" çekerek;
- Hocam, dedi hüzünlü bir bakışla. Bu zamanda evlât ye
tiştirmenin ne demek olduğunu, herhalde benden daha iyi
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER • 123

bilen olamaz. Madem eğitimcisin... Halen içimi yakan bir ev


lât tecrübem var ki; bunu herkese anlatıyorum, benim düş
tüğüm hataya düşmesinler diye...
Daha uçağa biner binmez, kısa bir tanışma faslınm ardın
dan, yeni tamdığı bir insana içi dolu bir şekilde derdini aç
ması, çok önemli bir konuyu paylaşacağım gösteriyordu.
- Çok merak ettim hocam, diye kulak kabarthm güngör-
müş imama.
Derin bir soluk aldı, sanki yüreğinin yangınım buz gibi
bir suyla söndürmek ister gibi bir hamle yapü.
- Hocam, diye söze başladı, yaşlı gözleri hüzünle kıvnla-
rak. Ben imamım, din adamıyım. Toplum içinde rehber ol
mak gibi bir misyonum var. Bizim her güzel davramşımız
örnek alımr, her yanlış davramşımız da abartılarak dillerde
dolanır. Bunun için aile fertlerimizi çok iyi eğitmek, işimizi
çok iyi yapmak, yaşemtılanmızı güzel hale getirmek, tenkit
lerin hedefi değil, takdirlerin odağı olmak zorundayız. Yok
sa sırtladığımız görev gereği, yalnız biz mesul olmakla kal-
majnz, temsil ettiğimiz dine ve imana da leke getiririz.
Bunun için de hem kendi yaşantıma hem de ailemin dav-
ramşlarma çok dikkat ederek, yanlış yapmamak için üzerle
rine titriyordum. Ama gel gör ki, evdeki hesap çarşıya uy
madı. Rabbim beni bir tek kızımla imtihan etti. Ama ne im
tihandır ki, hâlâ aası içimden çıkmış değil...
Hayatm tecrübeleri altmda olgunlaşmış, ömrünü faydalı
işler uğruna harcamış bu insarun söze girişinden çok etki
lenmiştim. Akh başmda, toplum ve insanlan iyi tamyan,
yaptığı kutsal görevin bilincinde bir insemdı. Can kulağıyla
imama kilitlenmiş, nefesimi tutarak dinliyordum.
- Ah hocam... Ben neler yaşadım...
İçindeki koru bir hamlede kusmak ister gibi derin bir ne
fes çekti:
124•ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

- Allah bana bir kız evlâdı verdi. Onu örnek, model, her
kesin takdir ettiği bir ahlâk ve görgü içinde yetiştirmek için
öylesine üzerine tibiyordum ki, anlatamam. Bir taraftan an
nesi, bir taraftan da ben en ufak bir hata yapmasma izin
vermedik. Bu dini mesleğe dil uzatıhr diye adımlarım sayı
yorduk.
Kızım on yaşlanna gelince, artık onun örtünmesini ve
namaza başlamasını istedim. Ama ne yaptığınm henüz bi
lincinde olmayan kızım nazlamyor, ne namaza ne de başör
tüsüne yanaşıyordu. İlk kez bir çocuk yetiştirmenin tecrübe
sizliği ve çocuk psikolojisinden anlamayışımm acemiliği ile
yanhş üstüne yanlış yapmaya başladım.
Biz din adamlan, cami kürsülerinde esip gürlemeye, ek
sik ve açık sıralamaya ve emretmeye alışkm olduğumuz için,
aynı yaklaşımı çocuğuma da uygulayınca kız çileden çıkı
yor, bizim tam tersimizi yapmaya başlıyordu. Buna bazen
biz de dayanamıyor, üstüne giderek zorla namaz kıldınyor
ve baskıyla başım örttürmenin yollarmı arıyorduk.
Yaşı on üç- on dördüne gelince, artık nasihatleri birbiri
ardma sıralayarak akimi başma almaşım istiyorduk. Bımım
için de, korkup daha fazla Allah'a sarılması için cehennem
azabmdan, Allah'ın gazaplardan, münkir kuUanmn göreceği
işkence ve ağır hesaptan bahsediyorduk. Bu şekilde kendirü
sorgulayıp, dine ve Allah'a daha fazla yaklcişması için çaba
lıyorduk. Ama... Olmadı, olmadı...
Toplum içinde imanun kızı olarak tanman evladım; başı
açık, yüzü gözü boyalı, ojeli, rujlu... giysileriyle beni utandı
ran bir yaşantısı vardı. Neler yapmadım ki, Allah'ım neler...
Artık insan içine çıkamıyordum. Karşıma çıkan herkes:
"Bir kızını bile ıslâh edemedin, bir de kürsüye çıkıp vaaz ve
nasihat ediyorsun" diyecekler diye ödüm kopuyordu. Ce
maate dinden, Allah'tan bahsedemiyordum, "Sen önce git
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER • 125

kızına söz geçir!" derler diye başımı yerden kaldıramıyor-


dnm.
Kızım için günlerce, aylcirca yalvararcik dualar ettik, ha
nımla sabahlara kadar seccadderimizi gözyaşlanmızla ıslat
tık. Artık bu vahim duruma dayanamadım, kendimi yurt dı-
şma atarak resmen kaçtım...
Allah'ım! Şu imtihana, şu hayata, şu çileye bakar mısımz?
Hem de bir din adamı... Rabbim! Sen bize kaldıramayacağı
mız yükler yükleme. Nur yüzlü, sakallı, sempatik duruşlu
imam, bir taraftan ağhyor, bir yandan da o hazin öyküyü an
latmaya devam ediyordu:
- O gün bir Cuma gecesiydi. Cemaati camiden gönder
dikten sonra ellerimi Rabbime açarak: "Allah'ım" dedim,
"Bana bu imamlık şerefini naU ettin. Kızımm, bu unvanımı
kirletmesine izin verme. Eğer bıma izin vereceksen, al cam-
mı da beni daha fazla kahretme..." Yalvardım sabahlara ka
dar, inledim seccademin üstünde... Söz verdim Rabbime;
eğer kızımı bir gün seccadenin başmda görürsem, ayaklan-
mn altım öpmeye ahdettim...
Allah'ım! Şu iç yangınma bakm... Şu ateşe bakm... Şu
eleme bakm... Şu evlât aasma bakm...
Yüce Mevlâ'm! Bizi evlâtlarımızla imtihan etme. Meğerki
en zor imtihan, bir insanm evlâtlanyla olan imtiham)anış.
Başkalarma söz anlatmak, nasihat etmek kolay; ama sıra ev
lâtlara gelince, bu çok zor ve çetin...
Merakımdan çatlayacak bir halde:
- Hocam sonra ne oldu? diye ahidım.
Yaşlı gözlerini kuruladıktan sonra, bir körük gibi çalışan
göğsüne elini bashrıp bana döndü:
- İzine gidiyordum, içimi sinsi bir yılan gibi sokup aatan
tek derdim kızımdı. Onun parkta, bahçelerde, erkeklerle dü
şüp kalkmasma dayanamıyordum. Yine kötü bir haber du-
126•ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

yacağım diye içim içimi yiyordu.


Evimizin dar sokağma döndüğümde ikindi ezam okun
maktaydı. Rabbim! diye geçirdim içimden. Şu ezanlar hür
metine ne olur, artık bu kuluna bir müjde ver.
Evimin ana kapışım açmca, oraakta eşimle karşılaştım.
Baktım ki gözlerinin içi gülüyor. Bir sevinç dalgası hızla gel
di, boğazıma kilitlendi. "İnşallah kızımızla ilgili olur!" diye
inledim kendi içimden. "Bey hoş geldin" dedi, "Sana öyle
bir müjde vereceğim ki benim gibi uykulann kaçacak."
Elimden tuttu, misafîr odasma birlikte girdik. Aman Al
lah'ım! Buna inanmak ne mümkün?
Bu manzaraya dayanmak ne mümkün? Bu am yaşarken
ayakta durmak ne mümkün?
Kızım melekler gibi örtünmüş, seccadenin başmda ikindi
namazını kılıyor. Attım kendimi ayaklanna... "Rabbim al ar
tık cammı!" dedim. Bana bu am gösterdin ya, bin kez ölüme
hazırım artık.
Kuşlar gibi çırpmarak... Çocuklar gibi sarmaş dolaş ola
rak... Deliler gibi feryat figan ederek... İç ateşimizi söndür
meye çalıştık. Yüce Yaratan'a şükrettik...
Allah'ım! Hocam hem ağlıyor, hem de beni ağlatıyordu.
Dayanılır gibi değildi bu hayat imtiham. Hele bu müthiş
sonla bitmesine dayanmak hiç mümkün değildi. Yüce Allah,
gözyaşlanyla sulanan dualan, içten gelen yanlışlan, anne-
baba niyazlarım asla geri çevirmiyordu. Bundan daha güzel
bir örnek olur muydu?
Tuttum yaşlı imamm kolundan:
- Peki, bu nasıl olmuş? diye sordum merakla.
Bu sefer elleriyle başma vurmaya başladı.
- Bu akılsız kafam yüzünden, dedi. Çocuk eğitiminin
emirle, baskıyla ve zorla olamayacağını bilemedim. Çocuğu
eğitmek için onun gönlüne girmenin, ona sevdirmenin, ono-
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER • 127

re ve takdir etmenin gerekli olduğunu anlayamadım. Bir in


sana bir işin sevdirerek yaptırılacağını, korkutulunca daha
fazla kaçıp tepki göstereceğini çok geç anladım. Benim bu
yanlış eğitimim çocuğun hayatım da zehir etti, bizimkini
de... Meğerki eğitimin en büyük sırn, sevdirmekmiş...
- Peki, nasıl dönüş yaptı? diye merakımı tazeledim.
- Allah razı olsun, dedi. Bir abla çıkmış karşısma. Arif
BAHADIR'm kitaplarım tavsiye etmiş. Rabbim de nasip
edince, bu mutluluk zuhur etmiş, inşallah, memlekete dö
nünce yazar Arif Be/i ziyaret edip, hem teşekkür edeceğim,
hem de bu hatamı kitabmda yazmasım isteyeceğim. Belki
bazı babalar okur da, benim gibi çocukİEmm zorla ve korku
tarak değU, onu anlayıp, dünyasma girerek eğitirler.
Hey Allah'ım! Senin bu mmetlerinin şükrünü nasıl eda
edebilirim ki ben... Ne olur, ömrümün sonuna kadar beni
senden, bizi iman hizmetinden ayırma...
İmam efendinin kafasmda öyle bir Arif BAHADIR vardı
ki "O benim!" desem belki de inanmazdı. Bir gün görüşürüz
diye, buluşma sürprizini Beriye bıraktım. Ama imam efen
dinin anlattığı olay o kadar özeldi ki; gerek din adamlan ge
rekse de eğitimcUer, çocuklarım eğitirken kırmadan, dök
meden, sevdirerek yapmaları gerekmekteydi. Bir insan ne
kadar eleştirilirse, ne kadar eksik ve açığı aranırsa, o kadar
hata yapar, o kadar daha uzaklaşırdı. Ama bir insan ne ka
dar takdir edilip, olumlu yönleri ön plâna çıkarılıp, önemse
nirse o kadar mutlu olur ve başaracağma inamrdı.
Akıllı insanlar açBc aramazlar, bilâkis açık kapatırlardı.
CahU insanlar ise sürekli didikleyip iğneleyerek, insanlann
daha çok uzaklaşmalarma sebep olurlardı. Bunun en çarpıa
örneğini bir Cuma namazı suasmda yaşamıştım. Bu anımı
asla unutamam. Çünkü bu bir toplum yarası olarak hâlâ
içimde durur.
128•ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

Bir şehrin camisine Cuma namazmı kılmak için gitmiştik.


Yanımda tanıdığım bir dostum vardı. İlk kez Cuma namazı
na gelmişti.
Yan yana oturduk, imamm heyecanla anlattığı vaeızmı
dinliyorduk. İmam efendi coşmuş, şahlanmış, ağzmdan çı
kan cümlelerin pek de farkmda olmayarak, esip gürlüyordu:
- Vakit namazlannda neredesiniz? Cumalara gelip iki
yatmayla cenneti mi satm alacaksmız? Bu tür insanlar iki-
jrüzlü riyakârdır. Yalnızca ikindi namazınm sünnetine kahl-
mayanlann Cehennemdeki halini bir bilseniz. Ya farzı terk
edenler, ya namazları kılmayanlar... Onlarm vay haline...
Sanki camiye gelen insanlan korkutup kaçırmak için özel
bir gayret gösteren imama karşı, cemaat ters ters bakmaya
başlamıştı. Resmen kızıyordu camiye gelenlere... Yanımdaki
arkadaşım daha fazla dayeınamayarak dirseğiyle beni dürt
tü.
- Kalk gidelim, dedi, morali altüst olmuş bir halde.
- Nereye? dedim.
- Duymuyor musun? dedi, bir sünneti terk edenlerin ha
lini. Ben bırak sünneti, ne farzı, ne dc namazlan kılıyorum.
Artık, herhîdde ömür boyu cehennemden çıkmam. Boşıma
gelip zahmet etmeyeyim...
Bütün ısrarlara rağmen camijû terk edip gitmişti. Şok ol
muştum. Böyle yanlış bir eğitim yaklaşımınm nelere mal ol-
duğunım küçük bir örneğiydi bu...
Hâlbuki hayatta bir kez bile namaza gelse, o insanlar öy
lesine onore edilip tebrik edilmeliydi ki, başaracağma inan-
sm.

Bir insan içine umut doğmadan yol alamaz, çalışmayı


sürdüremez. Anneler-babalar, din adamlan ve öğretmenler
hitap ettikleri kitleyi, ancztk sevdirerek, ilgi uyandırarak, teş
vik ederek eğitebilir, isteklerini kabul ettirebilirler.
ateşte açan ÇİÇEKLER • 129

Bir insanın kafasına girmek için önce onım gönlüne gir


mek gerekir. Gönüller kazanılmaymca, zihinler ve kafalar
fethedilemez...
Yirminci Bölüm
ÖZÜRLÜ BÎR KIZIN
İNANILMAZ HİZMElt

MÜR HIZLA akıp bizleri şaşırtmaya devam ediyordu.


O Bunl ar içinde bir hadise vardı ki, bir saniye bile akıl-
• •

detn çıkmayacak cinstendi.


Dostlarımm konferans davetine icabet etmek için çantamı
elime ahp evden çıkmaya heızırlamyordum ki, evin telefonu
çaldı.
Güney sahillerinin şirin bir ilçesinden arayan bayan oku
rum, beni telefonun öbür ucunda bulunca, bir anda çok he
yecanlanarak cümleleri birbirine kanştırmıştı. Birazcık heye
canım yatıştırdıktan sonra:
- Hocam, kitaplarınızı büyük bir zevkle okuyorum, dedi.
Çevremde on beş-yirmi kadar kız arkadaşlarım var. Hepi
miz yeni bir hayatla buluşmamızm, dinimizi ve Allah'ı ta-
nımamızm heyecam içinde5dz. Acaba sizleri davet etsek gelir
misiniz? Tanışmayı ve sohbetlerinizden istifade etmeyi çok
istiyoruz.
Bu, her gün sajnsızca aldığım telefonlardan çok farklıydı.
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER O 131

O kadar içten, yürekten istiyordu ki, eğer utcuunasa yalvarıp


yakaracaktı.
- Hanım kızım, dedim. Şu anda, bir konferansa gitmek
için, tam kapıdan çıkmak üzereyken yakaladm beni. Günle
rim çok dolu. Zannedersem yaza kadar da bir zaman bul
mam mümkün olamayacak.
Gelmemek için, kendisini başımdan savmak istediğimi
sanan hanımefendi:
- Hocam, ne büjdik istekle aramıştım. Şimdi arkadaşlar
tam bir hayal kınkhğı yaşayacaklar. Hâlbuki bu hizmetin
yayılması için sizin gelişiniz bir milât olacakh.
- Kızım, dedim. İnanm gelmek isterdim, ama çok dolu
yum. Eğer gelmem mümkün olursa sizinle mutlaka irtibata
geçerim.
- Zaten ben kadersizin birisiyim, dedi. Neye elimi atsam
elimde kalır. İki günden beri, arkadaşlarımla bu heyecan
içinde yahp kalkıyoruz. Ne yapalım öyle olsım...
Telefonu kapatmıştı. Ama öylesine üzgün ve sitem dolu
bir halde konuşmayı bitirmişti ki çok üzülmüştüm. Eğer
müsait olursam, bu uzun yolu hiç düşünmeden teperek gi
der, Allah için çırpınır, bu hanımları ziyaret ederdim. Kafam
bir anda allak bullak olmuştu. Elime çantamı aldım; yeniden
kapıya doğru yürümüştüm ki, beni konferansa davet eden
eğitimci dostum aradı. Çok üzgün ve çok hüzünlü bir sesle:
- Hocam, dedi. Sizlere ömür, babamı ani bir kalp kriziyle
kaybettik. Bunun için de programı iptal etmek zorunda kal
dık. Sizleri daha sonra davet etsek olmaz mı?
O anda olduğum yere çakılmıştım. Rabbim! Şu işe ba-
km... Bir tarafta gelmem için yalvaran hammefendi... Öbür
yanda da programı iptal eden bir vefat haberi... Hey Al
lah'ım! Senin hikmetine, senin sırrma acaba akıl, mantık ye
ter mi?
X32•ATEŞTE AÇAN ÇlÇEKLER

- Kardeşim, dedim. Başm sağ olsun, babîinızm mekâm


cennet olsım. Senin baban ne mübarek bir insan ki, öyle bir
zamanda vefat etti ki, nasıl anlatınm bilemem...
Olam biteni paylaşmca, dostum çok heyecanlanarak;
- İnşallah babamm ölümü hayırlı bir hale vesile olacak,
diye temenni etmişti.
Nitekim öyle de oldu. Hem de unutulmaz bir şekilde...
Az önce büyük bir hüzünle telefonu kapatan hanım kı
zımı aradım:
- Geliyorum, dedim.
- Hocam sahi mi söylüyorsunuz, diye çıldırdı âdeta...
Geleceğimi söyleyinre, bir grup fedakâr kızlar müthiş bir
faaliyette bulunmuşlar konferans için... Ama zaman çok dar
olduğu için, her şeyi bir güne sığdırmamn telâşıyla yaşadık
ları olaylar, hem onlan hem de bizleri şaşırtmışta. Tam bir
sırlı hadiseler yumağı oluşmuştu, güney sahilinin tatil bel
desinde.
Çok zahmetli, uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra, sa
bah erkenden inmiştim ilçeye. Yanıma yaşlı bir dede yaklaş
tı. Çok temiz giyinmiş, melekler gibi pırıl pınl, sevecen mi
sevecen bir insan...
- Kurban olayım, dedi. Siz yazar Arif Bey olmalısınız?
- Evet, dedim.
- Gel kurban, bizim çocuklar seni bekliyor.
Beni almaya dedesini gönderen Esranur Hanım'la, asgari
ücretle tezgâhtar olarcik çcilıştığı tuhafiye dükkâmnda tanış
tım. İki ayağı da protezli, ayakta zor duruyordu. Yürürken,
sağa sola tutunmak zorunda kalıyordu. Bu gariban haliyle,
kalkmış genç kızlann dünyasma iman nuru taşımak için as
lanlar gibi çırpmıyordu.
Rabbim! Sen, öyle insanlar eliyle kullarma doğruları an
lattırıyordun ki, bunu anlamak ne mümkün! O ilçede o ka-
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER O 133

dar varlıklı, zengin, sağlıklı ve imkânlan olanlar dururken,


asgari ücretle çalışan, özürlü bir kıza bu hizmetleri nasip
ediyordun. Demek ki, la3ak olanlara, layık olduklan işler ve
riyordun...
Benim geliş haberimi aldıktan sonra neler yapıp nelerle
karşılaştıklarmı anlatmaya başlamıştı Esranur Hanım:
- Hocam, dedi. Derhal Belediye Başkanlığı'na koştuk. Sa
lonu tutmak için makamma girdiğimizde. Başkan, "Çocuk
lar, herhalde sizin dünyadan haberiniz yok. Bu salon aylar
öncesinden tutulur.-Boş olsa bile yüksek bir para lazım, bu
nu siz nasıl karşılayacaksınız?" dedi. Başkan'a bu salonu ni
çin tutmak istediğimizi, konferansa gençlerin nasıl ihtiyaçla-
n olduğunu detaylanyla çınlattık. Başkan çok etkilenmişti.
"Hey Allah'ım!" dedi. "Memleketin valisi, kaymakamı,
müftüsü, öğretmenleri dururken toplumım derdine kimler
koşuyor. Gençlerin geleceğini kimler düşünüyor. Çocuklar,
sizin samimiyetinize ve iyi niyetinize inandım. Çok kutsal
bir amaç için çırpmıyorsunuz. İnanm ki eğer salon boş ol
saydı verirdim, bir kuruş bile para almazdım."
Biz Başkan'la bunu konuşurken odaya bir adam girdi.
Sonradan, sekreteri olduğunu öğrendiğim bu orta yaşh bey:
"Başkanım, salon yarm akşam için bir düğün nedeniyle tu
tulmuştu. Bunlar birbirlerinden ayrılmışlar, düğünü iptal et
tirmişler. Yani, yarm akşam için salon boş..." demişti.
Biz sevincimizden havalara zıplarken, başkan iki kolunu
açh: "Hey Yüce Allah'ım!" dedi. "Demek ki, başarmak için
önce samimiyet, sonra da yürekten istemek lazımmış. Haydi
çocuklar, verdim gitti!"
Ama Başkamm, dedim, bizim hiç maddi imkânımız yok.
Eğer davetiye ve halka anons konusunda da bizlere yardım-
a olabilirseniz, çok seviniriz. Başkan ayağa kalkh, yarımdaki
sekreterine emretti:
134 O ateşte açan ÇİÇEKLER

"Bu kızlan al, ne diyorlarsa hepsini harfiyen yerine ge


tir."
Şimdi sevinme, zıplama, coşma zamamydı. Bütün bu ha
yırlı işlerin ilahî bir gizem içinde yürüdüğüne herkes şahit
olmuştu. Hele Belediye Başkanı, "Allah Allah!" diye şaşkm-
hk içinde söyleniyordu. "Yıllardır bu makamdayım, ilk kez
böyle bir hadiseyle karşılaşıyorum..."
İki gün içinde, sanki ışık hızıyla bütün hazırlıklan bitir
miştik. Belediye'nin bize sunduğu imkânları kullanarak dai
releri, okullan ve sivil toplum örgütlerini haberdar ettik...
Bütün bu işlerin organizasyonunu yapan Esra Hanım, öy
le bir duygu seli içinde bunlan sıralıyordu ki, hayretler için
de ne diyeceğimi bilemeden susup kalmıştım. Samimi yü
reklerin, azmin, Allah için çırpmanlarm neleri başaracağım
zihnimde düşündükçe, sırtımdaki yüklerin ne kadar ağır ol
duğunu hissediyordum.
Konferans saati gelip çatmış, sanki insanlar birbirlerini
zorla getirmeye başlamışlardı. İlçenin en büyük salonu, kısa
zaman içinde dolup taşmıştı. Halkm bir kısmı ayakta, bir
kısmı da dışanda kalmıştı. Öyle bir izdiham ve öyle bir coş
ku vardı ki, sanki gizli bir el bütün gençleri bu salona yö
neltmişti. Herkes şaşkmiık içinde bu manzarayı izliyordu.
Elime mikrofonu almca, üç beş samimi yüreğin tertiple
miş olduğu bu konferansm manevi iklimi içinde, bir an ken
dimi kaybettiğimi hissetmiştim. O güne kadar yüzlerce kon
ferans vermiştim, ama bu çok başkaydı. Kendi konuşmama
bu kadar duygulandığımı, bu kadar istifade ettiğimi ve bu
kadar ağladığımı hatırlamıyordum.
Adetâ sihirli bir kucak, bütün gelenleri sanp sarmalaya
rak, duygulan mest eden bir çekim merkezi oluşturmuş, gö
nüllere manevi bir ziyafet sunmuştu. Esranur Hanım ve ar-
kadaşlannm samimiyeti, ihlâsı salona öylesine yansımıştı ki.
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER O 135

sanki konuşan ben değildim de, yalnızca o müthiş coşku ve


heyecandan istifade eden birisiydim.
Hele konferansm sonunda, gözleri dolu dolu olmuş genç
lerin mutluluğu... Bu hepimizi şaşkma çevirmişti.
- Hocam, demişti onlardan birisi, gözyaşlarma boğula
rak.
Ben bu rezil hayatm pençesinde, bütün değerlerimi yiti
rerek, bu gece intihar edip hayatıma son vermeye karar ver
miştim. Ama arkadaşlarınım zorlamasıyla bu konferansa
geldim. Artık benim yeni bir hayatım, yeni bir dünyam ve
yeni bir hedefim var. Size nasıl teşekkür edeceğimi bilemi
yorum. Artık, benim hayatıma da bir anlam kazandırdınız.
- Estağfurullah kardeşim, dedim. Sizin hayatmızı kurta
ran Yüce Allah'tır. Ama vesile olan da Esranur Hamm ve ar
kadaştandır. Ben bu konferanstan, sizden daha fazla istifade
ettim.
O esnada beynimde şimşekler çakmıştı. Demek ki, Rab-
bim bir kuluna hidayet nasip edince, bütün sebepleri de ardı
ardma diziyordu. O gece o şehirden, hayatm en bü)nik der
sini alarak aynimıştım. Allah için çırpınan samimi bir jdire-
ğin, nasıl bir hayra vesile olduğunu zihnimde evirip çeviri
yordum. Galiba başannm sim da buydu.
Yirmi Birinci Bölüm
BİR MAHKÛMUN İBRET DOLU
•• •• •#

ÖYKÜSÜ

ALDIĞIM MEKTUPLARIN en unutulmazlarından bi


risiydi bu...
İzmit depreminde ailemi kaybetmiştim, diye baş
lamıştı. Annem ve babam, yıkmtılar altmda kalarak aa için
de can vermişlerdi. Kız ve erkek kardeşlerimin hali ise daha
içler açışıydı. Onlan da birbirlerine sarılmış bir halde, aym
yıkmtılann altmda, ölü bulmuşlardı. Deprem anmda yata-
ğmdan kalkan eşim de feci bir şekilde ezilmişti...
Ben kurtulmuştum, ama keşke kurtulmaz olsaydım! Bir
insanm dayanamayacağı kadar aayla, ateşle yandım, tutuş
tum, delilere döndüm aylarca...
Aklımı yavaş yavaş yitirdiğimi fark ederek, o cehennem
cenderesinden kurtulmak için kendimi Antalya'ya attım.
Orada eski dostlanmm da yardımıyla bir iş bulup, bir nebze
Izmif in kahredici hatıralarından uzaklaşmaya çahştım.
Yaşım henüz yirmi beşti. Çevremde yakışıldı bir genç ola
rak tanınıyordum. Bana işveren beyin de yardımıyla kısa
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER • 137

zamanda çevre edindim, kendimi sevdirdim ve iş kurdum.


Gıda pazarlamacılığı yaparak, dürüstlüğümle kendimi müş
terilere kabul ettirmejd başardım. Bu sayede ticari ağım hızla
genişledi. Öyle ki, iki yıl içinde, hayal dahi edemeyeceğim
bir satış rakaımna ulaştım.
Kocasmdan boşanmış, bir çocuk sahibi, fakir bir hanımm
bahsi geçiyordu o sıralar arkadaşlar arasmda. Onunla ev
lenmem için dostlarım kapımı çalmaya başlamışlardı. Israr
ediyorlardı. Onca güzel ve bekâr kız etrahmda dolamrken,
bu fakir ve kimsesiz hanımı kurtarmanm daha ijd bir davra-
mş olacağım düşündüm. Onunla evlendim.
Kendisi de, çocuğu da hastaydı. Uzun süren bir tedavi
süreci içinde, iyileşmeleri için çok para döktüm.
Öte yandan işyerim genişlemiş, otuz kişiye yakm işçinin
çalıştığı, on aracm sürekli mal taşıdığı bir ağ oluşmuştu. Be
nim akrabalarım depremde öldükleri için iş yerime hanımm
yakınlarım aldım. Onlan ihya ettim. Daha da ileri giderek,
iş yerimi de hanımm üstüne yaptım.
Tek istediğim bu garibanlarm mutlu olmasıydı. Çün
kü eşimin ailesine çok aamıştım. Adeta açhğa terk edUmiş,
bir sefalet içinde ölüm-kalım savaşı veriyorlardı. Kısa zaman
içinde de durumları öylesine düzeldi ki, bunu rüyalarmda
görseler inanamazlardı.
îş alamnda hızla yükselişim, maddi imkânlara fazlasıyla
sahip oluşum, beni manevi duygularımdan kopararak dün-
yanm ve paranm esiri etmişti. Ne yazık ki, manevi gücüyle
övünen ben, iki yıl içinde her şeyin para olduğu inancım bü
tün duygulanmla yaşamaya başlamıştım. Dünya malını çok
kazamyordum, ama ahiret hazinelerini kaybediyordum.
îşin yoğunluğunu bahane ederek, günlük namazlarımı
aksatmaya başladım. Sonra yalnızca Cuma namazlarım kıl
maya ve vakit namazlarım terk etmeye ahştım. Öyle de kal-
138•ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

madı, ilerleyen zamanda cumalarım da bayram namazlarına


inmişti.
Oldum olası hayır işlerine yatkm olan ben, kimseye, kar
şılıksız bir kuruş dahi vermemeye başlamıştım. Özellikle de
hanımım bu konuda çok kah ve sertti. Bir kuruş için cam-
m verecek kötü bir hırs sahibiydi. Çünkü onun dünyası yal-
mzca paraydı. Kısa süre içinde beni de kendisine benzetmeyi
başarmışfa.
Bir akşam eve geldiğimde hanım beni kapıda pümeşe
karşılamışh:
- Bey gözümüz aydm, dedi. Bir çocuğumuz olacak!
Çok şaşırmıştım! Bir anda sevinejdm mi, üzüleyim mi, bi
lememiştim...
Sevinmeliydim; çünkü depremden sonra aldığım en gü
zel haberdi bu. Bir çocuğum olacakh! Fakat nedense sevine-
miyordum. Şüphelerim vardı. Acaba eşim karanlık ilişkiler
içinde miydi?
Doğrusu o anda sayısız ihtimaller hızla beynime hücum
etmişti. Kapı önünde benzimin bir anda solduğunu gören
eşim:
- Hajrrola, dedi telaş içinde. Bir şey mi oldu? .
Birçok bahaneler ileri sürerek endişesini geçiştirmeye ça
lıştım.
Sabah evden çıkhğımda ilk işim doktora gitmek olmuştu.
Yapılan testler sonucu çocuğumun olamayacağı kesin bir şe
kilde ortaya çıkh. İşte o an bitmiştim. Üç yıldan beri büjrük
bir umutla verdiğim emeklerim, buz gibi eriyerek avuçla-
nmdan akmışh.
Hiçbir fedakârlıktctn kaçınmayarak, kendisini ve ailesini
yokluktan kurtanp, baş taa ettiğim eşimüı bu çirkin tara
fı beni oracıkta kahredip, alev alev yakmışh.
Hemen oracıkta eşimi arayıp, acilen il dışma çıkhğı-
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER • 139

mı, birkaç gün problemli müşterilerimle uğraşmak zorunda


kaldığımı iletmiştim.
Amaam başkaydı. Artık içime düşen bu kurt, bir canavar
olup beni bitirmeden bu işin üstesinden gelmeliydim. Tele
fon ettiğim o akşam tekrar dönüp, geç vakit evin kapışım aç
tım, sessizce yatak odasma geçtim.
Aman Allah'ım! Korktuğum başıma gelmişti.
Büyük bir merhametle hem kendisini hem de çocuğunu
hayata kazandırdığım, bütün akrabalarım adam ettiğim, pa
ralar harcayarak sağhğma kavuşturduğum eşim; bütün bu
yaptıklarımı ayaklar altma alarak, bana ihanet ediyor, o rezil
sahnejri yaşatıyordu.
O esnada kan beynime sıçramışh. Herhalde çıldırmak di
ye buna derlerdi. Ne söylediğimi, ne yaptığımı bilmiyor
dum. Yalnızca, eşimin haykınşlarmı duydum, hayal meyal:
- Aptal hala anlamadm rm? Biz seni kullandık bugüne
kadar. İş yeri, ev ve mallann hepsi benim üstüme. Ya bu
oyunu kuzu kuzu sürdürürsün, ya da defolup gidersin. Bu
benim yıllardır sevdiğim adam...
Ondan sonrasmiise hafarlamıyorum. Kendime geldiğim
zaman bir hastanede, bir sürü alet ve edevat arasmda yoğım
bakım ünitesindeydim, aklımı kaybetmiş bir halde... Ne
olup bittiğini, başımda nöbet bekleyen bir polis anlatmaya
başlamışfa:
- Seni, evinizde baygm bir halde bulduk, dedi. Tam yirmi
üç tane bıçak darbesi almışsınız. On gündür yoğım bakım-
dasmız. Doğrusu, iyileştiğinize de inanmak çok zor. O akra
banız olmasaydı, herhalde bugün hayatta olamazdınız.
- Akrabanız? Kim bu akrabam, diye sordum şaşkınlık
içinde.
- Şu genç hamm... Size kan bulan, her akşam buraya ge
lip, bütün ihtiyaçlarınızı gideren o esrarlı kadm...
140•ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

- Ne esrarlı kadını?
- Kimseyle konuşmuyor, yalnızca dinliyor, bir melek ti
tizliğiyle üzerinize titriyor, durmadcın dualar okuyor...
Şaşkınlığım gittikçe artıyordu.
- Memur bey, dedim, benim bütün akrabalarım öldüler.
Burada bana yardım edecek bir Allah'm kulu yok! Son eşi
min akrabalan da zaten bana ihanet ettiler.
Polisin bakışlan bir anda ciddileşmişti.
- Yahu sen doğru mu söylüyorsun?
- Evet, dedim. Niçin yalan söyleyeyim?
- Allah Allah... diye söylenmeye başlamıştı.
- Peki, adı neydi, diye sordum.
- Ayşe'ymiş, dedi.
- Hayır, dedim kendimden emin bir halde. Benim Ayşe
admda hayatta hiçbir yakınım yoktur. Yalnız, Ayşe admda
bir eşim vardı, o da yıllar önce İzmit depreminde rahmetli
olmuştu.
Polis anlattığımı hiç dinlemez bir halde, bana şaşkm şaş-
km bakıyordu. Belli ki zihninden geçen binlerce bilinmezle
boğuşuyordu.
- Uzun boylu, beyaz tenli, kaşları kaim, sol yanağında
"ben" olan...
Sol yanağmda "ben" olan deyince beynimde bir şimşek
çakmıştı. Bu tanımlamalar rahmetli eşime hpa fap ujnıyordu.
"Olamaz böyle bir şey... Olamaz" diye inledim...
Polis büsbütün yanıma sokulup:
- Esrarlı hadiseler yalnızca bundan ibaret değil, dedi.
Dahası var. Evinizde bir kavga olmuş. Ama sonuç akıl ahr
gibi değil...
Nasıl, gibilerden baktım gözlerine.
- Sen bıçak darbeleriyle yere düşmüşsün... Ama eşin ve
yarımdaki sevgilisi kurşunla öldürülmüş... Evde tabanca bu-
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER • 141

lamadık. Yani tabanayı sen kullanmış olsaydın, tabanca da


yeınmda olürdu. Hem onlar yatak odasmda öldürülmüş.
Bunım bir açıklaması var. Eşin ve sevgilisi sana saldırmış,
bıçak darbeleriyle yere düşürmüşler. Seni orada öldü diye
bırakmışlar. Ardmdan da bir kişi gelmiş onlan tabancayla
vurmuş. O halinle, o kişi sen olamazsm.
Peki, bu adam kimdi? En mantıklı açıklaması, gelip senin
intikammı almak isteyen çok yakınm birisi...
Kafamda her şey birbirine karışmıştı. Polislerin de bir tür
lü içinden çıkamadıklan bu hadisede, birisi gelip o iki lanet
liyi öldürüp, sonra da polise haber vermişti.
Kimdi bu kişi? Sürekli başımda okuyup, benimle ilgile
nen o hanım da neyin nesiydi? Bu sır hâlâ çözülemedi.
Şimdi ben, bu olanlardan dolayı ömür boyu hapse mah
kûm oldum. Yalnız bedenim değU, ruhum ve kalbim de de
mir parmaklıklar içinde hapsoldu. Bu dayamimaz hayat çi
lesinden intihar edip kurtulmayı düşlerken, o gece rüyama
girdi:
- Sakın böyle bir delilik yapma, dedi rahmetli eşim. Cam
ancak Allah verir, Allah ahr. Ahirette seni bekliyorum. Ka
vuşmak için Allah'a yönel, tövbe et, sabırlı ol. Bu hayat imti
hanım iyi bir kul olarak geçir ki, yeniden kavuşalım. Yoksa
ebediyen ayn düşeriz.
- Başıma neler geldi! diye dert yandım eski eşimin şefkat
li kollarma sığmarak...
- Biliyorum, dedi.
- [siereden bileceksin, dedim. Sen ahirettesin, bense dün
yada.
- Sen bilmez misin, dedi. Şehitler ölmez. Onlar yalnızca
mekân değiştirirler. Ben hep senin yanında oldum. Bir sam-
ye bile seni yalmz bırakmadım.
- Yoksa... Polisin bahsettiği o esrarlı kadın sen miydin?
142 O ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

O esnada gözleri doldu...


- Aman Allcih'ım, demek sendin ha!
Her şey netleşmişti. Yüce Allah'm kullan da varrmş me
ğer.
O sabah, bu rüyayı koğuşumdaki dinibütün bir mahkûm
la paylaştım.
- Bu çok büyük bir ihsan-ı ilahi, dedi. Buna layık olmak
gerekir.
- Nasıl la}ak olabilirim, diye sordum.
- İyi bir kul olarak yaşa...
Elime kitaplarmızdan birisini tutuşturdu. Ardmdan da
birbaşkasmı...
Yeni hayatım bu şekilde başladı. Gençlere, yeni evlene
ceklere bir tavsiyem var:
Lütfen kiminle evlendiğinizi, ailesini, geçmişini, arkadaş
grubunu ve kişiliğini didik didik etmeden harekete geçme-
)dn. Yoksa hayatmız zindan olur.
Yirmi İkinci Bölüm
HEM ANIATn, HEM AĞLADI

• ZMİT DEPREMİNDE başlayan, hapishanede son bulan,


I yürek burkan o mektubu aldığun günlerdi. Kitap fuann-
da okuyucularımla sohbet ederken, yaşhbir adam dUc-
katimi çekmişti. Kucağma kitaplarımı basmış, çekingen, ür
kek davranışlarla bir türlü yanıma yaklaşmıyor, mahzun ve
hüzünlü hali her davranışma yansıyordu.
Bir ara göz göze gelmiştik. Bakışlcinnda insara kendine
çeken elem dolu bir güç parhyor, yüzünde oynaşan gam ve
keder dalgalarmda yüreğindeki ateş hissedüiyordu.
- Amca bujrurmaz mısınız, dedim, daha fazla kuyrukta
beklemesine dayanamayarak.
- Hocam, gençlerle öyle güzel bir sohbete dalmışsm ki,
bu insicamı bozmak istemedim, diye cevap verdi gözleri do
lu dolu.
Ayağa kalkhm, bir Osmanh beyefendisi nezaketi içindeki
bu garip adama elimi uzattım.
Kemikleşmiş parmaklanyla elimi kavrar kavramaz, bir
elektrik akımıyla sarsıldığımı hissettim. Sanki bütün duygu-
144•ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

lan ayakta, dokunduğunu etkileyen efsunlu bir psikolojisi


vardı.
Elinden çekerek yanımdaki sandalyeye oturttum, bir ya
nardağ gibi patlamaya hazır, U2am boylu, esmer cimcayı...
- Ah hocam, dedi. Siz gençlerle ilgilenin, artık bizim için
çok geç.
"Dokunsan patlayacak" tanımını bu kadar açık, bu kadar
ibretli, böylesine yoğun bir şekilde yaşayan birisiyle ilk kez
karşılaşıyordum. Belli ki dünyasmda depremler, kıyametler
ve tufanlar kopuyor; tutunacak bir el, bir dal, bir ka
pı aradığı her halinden belli oluyordu.
Stiantta bekleşen okuyuculanmm da dikkatini çeken bu
beyefendinin derin derin iç çekişleri hepimizi etkilemişti. Bir
ömür biriktirdiği dertleri bir çırpıda anlatacakmış gibi bir
hali vardı ve herkes bunun beklentisi içinde, meraktaydı.
Çökmüş bir çmann hazin duruşunu andıran amca beye:
- Tanışalım efendim, dedim, daha fazla ilgi göstermek
arzusuyla.
- Tamşılacak neyim kaldı evladım, diyerek cevap verdi,
dahp gitti.
Arkasmda bırakhğı uzun ömrün karmaşık hesabı içinde
can çekişir gibiydi.
Etrafımızı çevreleyen kitapseverler her şeyi bir yana bıra
karak, mutluluğımu hayat içinde jritiren bu adama odak
lanmışlardı. Herkesin kendisinden bir açıklama beklediğini
anlaymça kucağındaki kitapları yanıma bıraktı, titrek ve do-
kımakh sesiyle anlatmaya başladı:
- Babam öldüğünde, evin tek erkek evladı olarak bana bı
raktığı serveti, yüz yıl yesem de bitiremem sanmıştım. Ba
bamın biriktirdiği haram para, haram yollarda ömür tüketen
benim için hazır bir hazineydi. Yaşım on sekizlerde, zengin
lik yüzünden okulu bırakmış, uçuk-kaçık hayalleri uğruna
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER • 145

günleri, yıllan şaşıran bir berduştum.


İki kez evlendim, ikisi de birer hanımefendi olan eşleri
min iyi niyetleri, benim yanlışlarımı düzeltmeyince terk edip
gittiler. Geride kalan çocuklar ise, zengin babanm sefil, aç
evlatlan olarak hayata gözlerini açtılar.
Su gibi akan paralar, nefein ve şeytanm harca dediği yer
lerde birkaç yıl içinde bitti.
Kahnndan ölen annem... Yıkılan saltanatım... Etrafı
mı saran kötü gün dostlan... Kendime geldiğimde icra me-
murlarımn her şeyime el koyduklan o hazin hayat sahne
sinde tek başımaydım.
Yaşım altmışa dayanmış, aç kalmamak için bir fınnda un
taşımaya başlamıştım. Arkada bıraktığım günlerin sırtıma
yüklediği ihanetleri, günahları ve haramlein taşıyamaz hale
gelmiştim. Böyle bir ömür artık çekilemezdi. O gün kesin ka
rarımı verdim, intihar edip, bu hayattan defolup gidecektim.
Kendime göre temizlik yaptım, en iyi elbiselerimi giydim,
bir ip ahp eve getirdim. Güya intiluır törenine heızırlamyor-
dum. Ama o günün mübarek cuma günü olduğunu bilmi
yordum. İçimde bir yerlerde, nasıl olduysa za)af bir inanç
kalmıştı. "Bari" dedim "Bu işi cuma günü yapmayayım!"
Bir gün sonrayı beklemeye başladım. Fınncınm bana ver
diği tek odalı evde, yatsı ezanlan okunurken, ben de bir gün
sonrasım, intiharımı düşünüyordum.
O esnada bir bey kapıyı açtı:
- Ben Mutlu Bey'i arıyorum, dedi.
- Mutlu benim, ama ben mutlu değilim, dedim. Orta yaş-
h, ciddi duruşlu iyi bir insana benziyordu.
- Buyurun, dedi. Dışanda sizi bekleyenler var.
- Benim kimim kimsem yok, dedim. Yolun sonuna gelmiş
bir inşam kim bekleyecek?
- Var, dedi. Dışan bujrurun da bakm...
146•ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

Çıktım ki, oldukça lüks bir «iraba içinde, iyi giyinmiş, par-
Icik şimali, gözleri ışıl ışıl bir bey...
Bana öylesine dikkatli, aakb ve içi buruk bakıyordu ki,
bir an, kendimi onun önünde zavalb, adi bir insan gibi his
settim.
- Mutlu Bey siz misiniz, diye sordu.
- Evet, dedim, mutlu olmadıktan sonra... Ya siz kimsiniz
evladım? dedim.
- Eski bir tamdık.
- Bende kafa mı kaldı ki, eskiyi-yeniyi ayırt edeyim. Artık
akıl gelip gidiyor, kimseyi tanımıyorum.
- Size arkadaşlar yardıma olacaklar, dedi.
Kendisi tekrar arabaya bindi, bizden uzaklaşb. Ama öyle
bir bakışı vardı ki, neredeyse hürmetinden elime sarılacaktı.
"Arkadaşlar" dediği iki bey beni arabcdanna aldılar, şeh
rin en gözde semtindeki göz kamaştıran bir apartmana çı
kardılar.
Kaç kez "Beni nereye götürüyorsunuz? Bana ne yapacak-
smız?" diye sorduysam da cevap vermediler.
Orta katlardaki bir daireye girdik ki Allah'ım, burası tam
bir cennet! Akıllan durduran bir güzellik, gözleri kamaştıran
bir ihtişam...
- Sizin eviniz arbk burası, dedi, yaşı kırk-elli dvcinnda
olan bey...
Artık sen burada yaşayacaksm. Bütün ihtiyaçlarım da ben
karşılayacağım. Cebimden değil tabi, ben sana bakmak için
her ay maaş alacağım.
Akhm büsbütün durmuştu. Bu olup bitenler eğer bir şaka
değilse, mutlaka bir hayal veya rüyaydı. Ömrü boyunca bir
tek iyilik etmeyen, bir tek yardımda bulunmayan, tüm varlı
ğım haram ve günaha feda eden bir insana kim yardım ede
bilirdi?
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER • 147

- Evlat, dedim. Benim bir günlük ömrüm kaldı. Şimdi


benimle kafa bulma. Al beni tekrar bannağıma götür.
- Senin bannacağm evin burası... Ne şaka, ne de rüya...
Aklım büsbütün karışmıştı.
- İyi ama nasıl oldu? Kim aldı, diye atıldım büyük bir
merakla.
- Ali Bey burayı sizin adınıza aldı, beni de size bakmam,
size hizmet etmem için gönderdi. Hesabmıza da yüklü bir
para koydu. İşte bunlar da evin tapusu ve banka cüzdam.
Oturduğum koltuğa büsbütün gömüldüm. Beynimde
müthiş bir savaş, her şey altüst, her şey darmadağmdı.
- Ali Bey kim, dedim, büsbütün şaşkınhğa gömülerek.
- Ali Bey, sizin ilk hanımınızdan olan oğlımuz.
İşte o an her şey koptu. Dilim durdu, aklım sustu, beynim
kilitlendi, kalbim göğsümden fırlayacakmış gibi vurmaya
başladı.
Ali Bey... Ali'm benim... İlk göz ağnm... Namuslu, neza
ketli, hanımefendi olan ilk eşimin oğlu... Bu iffet abidesi, be
nim çirkin hayatıma dayanamajnp, çocuğunu alarak uzak
laşmıştı. Ali'm...
Amerika'ya taşınmışlar. Orada çok zengin olmuş. Anne
siyle güzel bir dünya kurmuşlar. Benim halimi öğrenince,
gelip bana yardım etmek istemiş. Ali'm...
O gece evimde ilk gecemdi. Olanlar da o gece oldu. O ge
ce konforlu bir evin, konforlu yatak odasmda b^ünı yastığa
koydum. O gece, aklımdaıı neler gelip geçmedi ki? Zengin
likten fakirliğe, asilikten çaresizliğe, evlilikten hovardalığa,
günahlarm karanlığmdan intihar çıkmazma... Ve Ali'min bir
türlü anlayamadığım yardım eline...
Bu Allah'ın bir üısam mıydı? Ali'nin intikamı mıydı?
Yoksa bilemediğim başka bir mesaj mıydı? Hayatını bir hiç
uğruna çürütmüş, ömrünü tüketmiş ve inancınm kıymetini
148•ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

bilmemiş bir kişinin böylesi saraylarda ne işi vardı?


Bir gecelik saltanah yaşayıp, sabaha intihar etmeyi iyice
aklıma koydum! Annesini gitmeye mecbur edip, kendisini
hiç arayıp sormadığım evladımm bu iyiliği altmda daha faz
la ezilip, aa çekemezdim. Buna her gön dayanmaktansa, beş
dakikada, bir ipin zalim ellerine teslim olup, her aadan kur
tulurdum.
Bejmimin içinde cirit atan onlarca fikrin kollannda dal
mıştım, son uykuma! Rüyamda korkunç bir uçurumun ke-
nannda, intihar için hazırlık yapıyordum. Aşağısı öylesine
ürpertici bir derinlikti ki, bakmak mümkün olmuyordu.
Gözlerimi kapadım, ardımda bıraktığım onca yanlışla-
n, hataları omuzlanma yükleyerek kendimi aşağıya bırak
tım. "Öldüm, öleceğim!" ürpertisiyle düşerken yumuşak bir
kucakta buldum kendimi.
Bir baba şefkatiyle, sert ama müşfik bakışlarım gözlerime
dikip:
- Sen intiharm en büyük günahlardan birisi olduğunu
bilmez misin, dedi, sesiyle beni etkileyerek.
- Ben çok günahkânm beni bırakm da ölejdm, diye ba
ğırdım.
- Senin günahlann, intihar karanyla işleyeceğin günah
tan büyük değil. Seni affetmeye hazır bir Mevlâ dururken
lüçin kendini cehenneme afayorsun?
-Allah beni affetmez. Ben çok hatalar yaptım.
- Cenab-ı Hakk'm merhameti sonsuzdur. Günahlann ol
sa da yeter ki samimi yürekle ona el aç. Ona bir adım at. O
sana iki adım gelecektir. Onun vaadi vardır.
Beni kucağmda bir bebek gibi tutup, bana teselliler yağ
dıran adama döndüm, şaşkınlık içinde:
- Siz kimsiniz, diye sordum.
- Ben oğlun Ali'nin hocası sayılınm. Çünkü ben onu tale-
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER • 149

beliğe kabul ettim.


- Adınız ne sizin?
- Bediüzzaman Said Nursi.
Beynimde şimşekler çaktı o an... Rahmetli dedemin Bedi
üzzaman Said Nursi ile ilgili sözlerini hatırladım, "O çok
mübarek bir zattır evladım" demişti. "Onım kitaplan, bin
lerce gencin Allah'ı ve Peygamber'i (a.s.m.) tammasma se
bep oluyor. Onun kitaplarım okuyun. Onlar Kur'an'ı bu as-
nn insanlarma çok güzel anlatıp, manevi ilaç hükmüne geçi
yor."
Bediüzzaman Said Nursi... Fırladım yatağımdan... Aman
Allah'ım... Dedemin bahsettiği adam! Demek ki, oğlum da o
zatm kitaplanndan istifade edip, böyle bir merhamet sahibi
ohnuş. Yoksa kendisini annesiyle sokağa atan bir babaya bu
iyiliği yapar mıydı?
İlk gecemi geçirdiğim evin içinde dolmaya başlamıştım.
Artık uyku tutar mı bu halimle? Salona kurulmuş küçük kü
tüphanedeki kitaplar dikkatimi çekti: Risale-i Nur Külliyatı...
Evet, bunlar Bediüzzaman Said Nursi'nin eserleri...
Orada Bediüzzaman Said Nursi'yi anlatan bir başka kitap
daha vardı. İşte o kitap! Açtım sayfalarım okumaya başla
dım. Mest oldum, Allah'ım mest oldum! Okudukça anneliği,
babalığı, evlat yetiştirmeyi, helal-haram-kazancı anlıyor, he
ba olan ömrüme ah-vah ediyordum...
- Hocam, bak etrafımıza bir sürü okuyucunuz birikti, izin
verin de beni çok etkilçyen o bölümü okuyayım. Eminim ki,
beni benden alan bu kısmı okuyucularınız da çok beğene
ceklerdir.
Âdeta bizi hipnoz eden Mutlu Be/in bu isteğine kim
"Hayır" diyebUirdi?
- Tabi efendim, dedim, ne demek. Bakımz, herkes can ku
lağıyla sizi dinliyor.
150•ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

Elindeki kitabın sayfalarını açh, o dertli ve yorgun sesiyle


okumaya başladı:
Küçük Said'in başansı hocalannı hayrete düşürüyordu.
Bunun nedenini anlamak isteyen okulun başöğretmeni Nur
Muhammed ve arkadaşlan, Nurs köyündeki evlerini ziyare
te gelmişlerdi.
Bahar ayıydı. Babası Mirza Efendi, çiftçilik yaptığı tarla-
smdan öküzleri ile birlikte çıkagelmişti. Ama öküzlerin ağzı
bağlıydı. Hem de bin bir çeşit otlann her tarafı yeşile boğdu
ğu bu mevsimde...
Şaşkınlığım bir türlü üzerinden atamayan Nur Muham
med Efendi:
- Allah Allah, diye fırladı yerinden... Bu mevsimde öküz
lerin ağzı mı bağlanır, diye söylendi kendi kendine...
Evinde önemli misafirlerin olduğunu gören Mirza Efen-
di'yi tatlı bir sevinç sarmışh. Hele bu misafirlerin Küçük Sa
id'in hocaları olduğunu öğrenince, bir başka heyecan kap
lamıştı içini...
Büyük bir saygı ve hürmetle "Hoş geldiniz" diyerek, el-
pençe vaziyette karşılarına dikildi. Fakat Nur Muhammed
Efendi'nin gözleri hâlâ öküzlerin ağzmdaki bağdaydı. İlk
fırsatta bunun sebebini sordu:
- Doğrusu anlayamadım, dedi. Öküzlerin, ineklerin en
fazla ota ihtiyaç duyduğu bu bahar mevsiminde, ağızlarım
niçin bağlarsmız? Böyle bir şeyi ilk defa görüyorum. Arka
daşlarla merak içinde kaldık.
Mirza Efendi'nin güneş yamğı yüzü al al olmuştu bir an
da... Mahcubiyet içinde başım eğdi:
- Hocam, dedi. Ben çiftçiyim. Tarlam epeyce uzaktadır.
Gelip giderken de komşulann tarlalarından geçmek zorunda
kalıyorum. Hayvan işte, laf-söz dinlemiyor, komşulann
ekinlerinden yiyor. Bunun için, öküzlerin ağızlarım bağhyo-
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER • 151

mm ki, başkalannm tarlasmdan yemesinler...


Nur Muhammed Efendi'nin iri gözleri daha da açıldı.
Hajnret ve şaşkınlığı daha da artta.
- Yani nzkımza haram karışmasın diye, öyle mi?
Mirza Efendi başım eğdi, sustu.
Nur Muhammed Efendi arkadaşlanna döndü:
- Duydunuz değil mi, dedi. Haraımn girmediği, helal
lokmamn alm teriyle yoğmlduğu bu evde, herkesi şaşırtan
böyle eşsiz Saidler yetişir elbette...
Başkasınm alm terini yiyerek, haram lokmamn drit attığı
hanelerin niçin iflah olmadığı ortada... Çünkü haram vücu
da girince, önce karcikteri ve ahlakı bozar. O haneyi cehen
nem hayatma çevirir. Zaten bu evdeki huzur, her şeyi anla
tıyor. Seni tebrik ediyorum Mirza Efendi, dedi. Saygı duyu
lacak ve eli öpülecek insanlarsınız siz.
Said'deki, herkesi şaşırtan bu farkm ve dürüstlüğün se
bebi şimdi daha iyi cinlaşılmaktadır.
Mirza Efendi, başıyla eşi Nuriye Hamm'ı işaret etti:
- Sağ olsun, esas itina ve titizliği Said'in annesi gösterir.
Gözler bir anda Nuriye Hamm'a çevrilince, o nurlu ve pı-
nl pırıl simada, bir anda utangaçlık terleri boşalmaya başla
dı.
- Siz nasıl yetiştirdiniz Said'i, diye sordu Nur Muham
med Efendi...
Nuriye Hanım bakışlarım yere eğdi, yüzünden boncuk
boncuk inen terleri sildi. Şimdi nasıl söylemeliydi bunu? Bir
türlü konuşamadı, edebinden ve hayâsmdan...
Beyi Mirza Efendi'nin ısranyla anlattı nihayet:
- Ben Said'e hamile kalmca, abdestsiz yere basmadım.
Said doğunca da, onu abdestsiz emzirmedim.
Nur Muhammed Efendi ve arkadaşları, bu açıklama kar
şısında âdeta ikinci bir şokla sarsılmışlardı. Duydukları,
152•ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

gördükleri inamlır gibi değildi.


- E>ürüstlüğün, hakkın ve aimterinin bu kadarı... Al
lah'ım! Böyle bir hayat yaşamak! Bu insanlar melek midir,
nedir?
Nur Muhammed Efendi heyecan içinde ayağa fırladı ye
niden...
- Bana hayahmm en büjdik dersini verdiniz, dedi. Böyle
anne ve babadan, böylesine huzur dolu aile yuvasmdan ve
haram lokmanm girmediği bu evden başka türlü bir insan
zaten yetişemez. Böyle bir aUenin çocuğuna hoca olmak, bi
zim için büyük bir şereftir. İnşallah, Küçük Said, gelecekte
çok büyük bir "Said" olacakhr. Biz bunu göremeyiz belki,
ama bütün dünya "Said"i konuşacaktır!
On dört yaşma gelen Küçük Said'in idealleri yaşmdan
daha hızh büyüyordu. Şaşılacak derecede kavrayıcı bir aklı,
ummanlar gibi coşan bir gönlü vardı. Bu yüzden küçücük
dünyasmda çok büyük hedefler oluşmuştu. Bunu da ilk öğ
retmeni olan annesi ve babasmdan almıştı. Önce kendini çok
iyi yetiştirecek, sonra da topluma, insanlığa ve dine büyük
hizmet edecekti. Bütün hayallerini bu hedef için kurgulamış-
tı. Ama nereden ve nasıl başlayacağını bUemiyordu. Birileri
nin gelip kendisine yol göstermesi için, gece-gündüz çırpı-
mp duruyordu.
İşte o ibretli rüyayı da o günlerde görmüştü.
Rüyasmda kıyamet kopmuş, herkes mahşer meydaruna
toplanmışfa. Küçük Said'in tek isteği. Peygamber Efendüniz'i
(a.s.m.) ziyaret etmekti. Bımun için de, "Sırat" köprüsünün
başma gidip Efendüniz'i (a.s.m.) beklemeyi düşündü. Nasıl
olsa bütün insanlar oradan geçecekti.
Sırasıyla bütün peygamberler geçmeye başladı. Küçük
Said de, hepsinin elini öperek ideallerini gerçekleştirmek için
dua istiyordu.
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER • 153

En sonunda Peygamber Efendimiz (a.s.m.) göründü. Kü


çük Said derhal:
- Ya Resulallah, sizden ilim istiyorum, diyerek eline ka
pandı.
Peygamberimiz (a.s.m.) de bu içten ye samimi isteğine
karşı şöyle buyurdu:
- Ümmetime soru sormaman şartı ile sana Kur'an ilmi
verilecektir.
Küçük Said müthiş bir heyecanla uyandı. Ruhunu öyle
bir coşku kaplamıştı ki, âdeta bütün dünyasım ilim öğrenme
heyecanı sarmıştı. Artık kendisini, "O Bü)rük İman Dava-
sı"mn adamı olarak görmeye başlamıştı.
Önce Kur'an ilmini öğrenip, asrm manevi hastahklann
çare bulacak; sonra da bunlan bütün insarüığa duyuracaktı.
Çünkü o çok iyi biliyordu ki, insan ne isterse, neyin hasretiy
le yanarsa ve hayatmı ne uğruna adarsa onu elde ederdi.
Bunun içindir ki, yazdığı Risale-i Nur admdaki Kur'an
tefeiriyle karanlık gönülleri aydınlattı, milyonlarca öğrenci
yetiştirdi. Bugün bütün dünyada konuşulan genç Said, bu
hedefe, gönülden isteği ve planlı çalışması sayesinde kavuş
muştu. Bu da gösteriyordu ki, isteyen ve çalışan, arzu ettiği
hedefine bir gün mutlaka kavuşacaktır...
Kitabı kapatan Mutlu Be)^in kurumuş dudaklan kıpır kı-
pırdı, her an patlamaya hazır bir bomba gibi kontrolünü
kaybetmek üzereydi.
Birden yerinden fırladı:
- Allah için ömür tüketen şu insanlan okudukça, boşa
geçen ömrüme kahroluyorum. Benim halim ne olacak ho
cam? diye ellerini yüzüne kapayıp, hıçkırmaya başladı.
Nasıl ağlıyor, nasıl yırtmıyor ve kendini nasü da paralı
yordu. Orada bulunan herkes bu dramatik sahne karşısmda
buz kesmiş, nefessiz bir halde MuÜu Amca'nm iç yakan ya-
154•ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

kanşlzınnı izliyorlardı.
Ömrünü küfürle geçirmiş bir insanm bu haykırışları,
gençleri yakıp geçmişti. Öyle ki bu manzara karşısmda her
kes kendini sorguluyor, bu ibretli örnek karşısmda hayatla
rım bir kez daha gözden, geçiriyorlardı.
Yirmi Üçüncü Bölüm
SAKIN RÜYA OLMASIN

Mutlu AMCA'YI teselli etmek kolay olmamışh.


Ama o son anda bir dal bularak, intiharm eşiğin-
deyken tutunup, kurtulmuştu.
Bu hadise bana Topsakal Sinan'ı hatırlatmışh.
Said Nursi Hazretleri'nin yazdığı eserlerle, sayısız insan
iman ve Kur'an yolunu keşfedip, Rabbini tanımıştı. Bunlar
dan birisi de, arkadaşlannm Topsakal Sinan dedikleri öğren-
cimdi.
Onu bir anda karşımda görünce çok şaşırmıştım. Şaşır
mak ne kelime, öylece kalakalmıştun. "Sakm bir rüya ohna-
sm" diye düşündüm.
Sabah erken gitmiştim fakülteye... Dünden kalan onlarca
mektup beni bekliyordu. Ders saatine kadar onları okuyup,
cevaplamam gerekiyordu.
Okuyucularım her gün, yurt içinden ve yurt dışmdan on
larca mektup yolluyorlardı. Tabi ki bir o kadar da e-mailler
ulaşıyordu.
Berü her mektup, her e-mail ve her telefon oldukça heye-
156•ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

caıılandınrdı. Çünkü okurlarım beina bir şeyler yazıp gönde-


riyorlarsa, bu onlar için çok önemli olduğu içindir. Ben de
aym titizlik ve ihtimam içinde yazılanları okuyup, isteklere
cevap vermeliydim. Bu onlara olan vefa borcumdu. Çünkü
bana içini döken, çok ibretli anılarım paylaşan okurlanmm
yazdıklan, benim için mukaddes bir emanetti. En önemlisi
de, bugün geniş bir okujmcu kitlesi olan kitaplanm böylesi
mektuplann ürünüydü.
İşte, masamm başında önüme aldığım onlarca mektubun
araşma dalıp, büyük bir heyecan ve merakla satırlar arasm-
da kaybolmuşken, onlar çıkıp gelmesinler mi?
Onlar dediğim, üç )nldan beri derslerine girdiğim iki öğ
rencim. Birisi açık açık "Ben ateistim, inanmıyorum, benim
için Allah'm ve dinin hiçbir anlarm yoktur" (hâşâ) diyen
Topsakal Sinan...
Öbürü de, gösterişiyle, fiziki güzelliğiyle ve fanatik gö
rüşleriyle herkesin tamdığı, "Dinsiz Yeşim" idi...
Bu iki öğrencimle, her zaman iyi ilişkiler kurmaya gayret
etmiştim. Onca saldın ve hakaretlerine rağmen, köprüleri
atmadım ve mutlaka bir dostluk şansı bıraktım.
Zaman zaman, gelip kapımı çalmalan ve özel konulan
kendi paralelindeki insanlarla değil de benimle konuşmalan
bu yüzdendi. Çünkü en ağır eleştirilerine bUe, ajmı üslupla
cevap veriyordum ve anlattıklan her olayı, gizli bir anı gibi
saklıyor ve asla başkasıyla paylaşmıyordum. Bunun için de,
ayn dünyalann adamı olmamıza rağmen çok iyi bir diyalo
gumuz vardı.
Ama bu sefer gelişleri çok farklıydı. Öylesine bir duruşla-
n vardı ki karşımda, bunun bir hayal ve rüya olmaması için,
. Rabbime yalvarıyordum.
Topsakal Sinan, topsakalım ve saçla nm kesmiş, her gün
görmeye alıştığımız o acayip kıhğmdan eser kalmamıştı. He-
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER • 157

le Dinsiz Yeşim... Alleıh'un ne olur, bu bir şaka olmasm...


Uzun bir giysi ve kendini melekler gibi gösteren, başm-
daki eşarp... "Sen ha! Yemi Dinsiz Yeşim ha! Aman Al
lah'ım!"
Müthiş bir heyecan ve tam bir şaşkmiık içinde, kendimi
ayakta buldum. Nasıl karşıladığımı, nasıl oturttuğumu ve
"buyur" ederken de neler söylediğimi hatırlamıyordum.
Tek hatırladığım, Topsakal Sinan'm içtenlik, samimiyet
ve mahcubiyet dolu sesiydi:
- Hocam, sizi şaşırttığımızı biliyoruz, dedi, içindeki patla
mak üzere olan duygu yoğunluğunu bastırarak... Çünkü biz
de şaşkınlık içindeyiz. Dar ve zor günlerimizde çaldığımız
kapı, hep sizinki olmuştu. Elbette ki hayatımızm en önemli
kararmı verdiğimiz bu gün de, yine sizin kapınızı çahp, des
teğinizi almahydık. Öyle de yaptık.
Gözlerinde, bugüne kadar asla görmediğim bir mutlulu
ğu, tatlı bir tedirginliğin ve yeni hayatm atmosferi içinde na
sıl davranmaları gerektiğini bilememenin pınltılan okunan
bu iki öğrencime hajrran hayran bakıyordum. İçimde öyle
bir fırtma başlamıştı ki, cümleler adz kalmış, kelimeler çık
mıyor ve ses tonum bir türlü gırtlağımı aşıp gelemiyordu.
Allah'ım ne olur, şu hidayet kapım, bilmeden günahlara
bulaşmış ve yanhşlara saplanmış mUyonlarca kullann için
de esirgeme...
Sabahm erken saatlerinde karşılaştığım bu müthiş sahne
nin sebebini sormaya gerek kalmadan, girişken, konuşkan
ve doğrulan her yerde pervasızca söyleyen Yeşim, yüzü kı-
zararak anlatmaya başladı:
- Sinan'la benim aile kültürümüz birbirine çok benziyor
du. Omm için de okulım Uk açıldığı günden beri arkadaş
olmuştuk. Aynı görüşleri paylaşan, hayata aym açıdan ba
kan, sorumsuz ve amaçsız iki insan... Belki de, insan olma-
158 A ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

nın sorumluluğundan kaçmak için, Allah'ı ve dini inkâr et


me kolaylığma saplanmıştık. Bu, rahat ve dağınık yaşamı
mız yolımda bizlere en iyi rehberdi.
Tabi ki işin bu noktaya gelmesinde, "dinsiz, imansız" bir
insan olmamızda en büyük pay, önce kul olmeıktan nasibini
alamamış ailelerimizin, sonra da amaçlan "dinsiz" bir top
lum yetiştirmek olan öğretmenlerimizindi.
Bu boşluk, bu çıkmaz ve karışık hayat içinde ne yapaca
ğımızı şaşırmış bir halde, mutsuz ve huzursuz bir ömür sü
rerken Rabbim sizi çıkardı kcirşımıza... Belki de içten içe, git
tiğimiz bu yolu beğenmeyişimiz, o yüce Allah'a bir yakanş
olmuştu ki, bizim gibi "dinsiz" iki insanm elinden tuttu.
Bu büyülü atmosferin, sanki bizi bir anda rüyalar âlemine
sürüklediği durumu bozmadan hemen araya girdim:
- Çocuklar dedim. Önce bir çay alalım. Sonra sohbetimize
devam ederiz. Daha zamanımız çok. Çayla birlikte de bir
şeyler söyleyelim. Muhtemel ki yeni kalktınız, kahvaltı da
yapmadmız.
Sinan'm gözlerindeki duygu bulutlan bir anda oynaşıp,
Yeşim'in patlamak üzere olan gözyaşlanyla çarpışmışb.
- Ne uykusu hocam, dedi Sinan. Sabaha kadar uyumadık
ki... Yeşim'le birlikte bir gecede iki kitap bitirdik... Düzceli
Mehmet ve Aysel...
Aynı anda Sinan ve Yeşim'in bakışlan önlerine eğüdi,
hayatm bcihannda ve kısacık ömürlerini Allah'a isycmla ge
çirmiş bu iki gencin yanaklanna doğru yaşlar süzülmeye
başlamıştı.
Önü alınmaz bir fırtmanm ilk işaretleri gibi, boğazma ki
litlenen duygu tufanım haber verircesine hıçkırmaya başla
mıştı Yeşim. Sinan'm ise elleri yüzünde, olup bitenleri gös
termek istemiyordu.
- Bu sabah tövbe ettik hocam, dedi Yeşim, bir türlü kont-
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER 159

rol edemediği ses tonuyla... Yalan yanlış ilk namzızunızı da


bu sabah kıldık. Düzceli Mehmet'in ve Aysel'in hayatlan bi
zim içimizde, yüreğimizde vardı. Meğerki bu yollan, onlar
bizden önce geçmişler ve bizden önce Rabbimize kanat aç
mışlar. Ne yazık ki biz geç kalmışız. Galiba bizimkisi SON
UMUT!
Daha fazla dayanamadı. Daha önce nişanlandığım duy
duğum Sinan'a sanidı. Ben ise masa başmda tam bir şoka
girmiştim.
Gel de dayan bu sahneye... Gel de söndür söndürebilir-
sen, bu iki gencin yüreklerinde yanan ateşi...
Allah'tan ki çaylar yetişmişti. Ve odaya giren çayaja gö
rünce kendimizi toparlamaya başlamıştık.
- Ailelerimizin de rızasıyla bu sabah imam nikâhı kıydık
hocam, diye devam etti Sinan. Zaten nişarüıydık, biliyorsu
nuz... Benim de Yeşim'in de giysileri emanet... Tıpkı ema
net canımız ve emanet ömrümüz gibi...
Dönem içindeki dersler çok etkili oluyordu. Her bir tar
tışma, asimda bizi biraz daha kendimize yaklaştırıyordu.
Her ne kadar "imansız" görünsek de, imani konular işlenir
ken sınıfta inatla "kabul etmiyoruz" desek de, asimda bunlar
gizli bir onaydı.
Bir konu tabu olamazdı... Mutlaka tartışılmalıydı! "İna-
nacaksm. Yoksa kâfir olursun" demek bana göre bir acizliğin
ifadesiydi... Bu açıdan tartışılan konular ve dersler bizim
için müthiş bir ilaç oluyordu.
Özellikle de sık sık atıfta bulunduğuz Risale-i Nur kitap
larım merak ettik ve inceledik. İlk zamanlar "Niçin bu hoca
hep bu kitaplardan bahsediyor, başka kaynak yok mu?" diye
itiraz ederdik.
Risale-i Nur kitaplarım tamdıktan sonra anladık ki, bu ki
taplar bu zamanın memevi ihtiyaçlarma göre yazılmış. Nasıl
160•ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

ki bir hastalık için mutlaka onun ilaa lazımsa, bu zamanm


inkâr ve şüphe hareketine de Risale-i Nur kitapları lazımmış.
Bu, tabi ki diğer kitaplan reddetme anlammda değildir.
Çünkü her kitabm bir alam ve hedef kitlesi vardır. Günün
inkâr ve isyan cereyanınm ilaa da Risale-i Nur'dadır. Bunun
için de size çok minnettarız hocam...
O sabah bir başka sabahtı. Ama o sabah yalnızca bu iki
gencin mutluluk bîişlangıa değil, aynı zamanda kendilerini
bekleyen çok ağır imtihanlann da ilk adımıydı. Çünkü ikisi
nin de aUesi, güzel bir dönüş yapan bu iki gencimizi reddet
mişlerdi. Onlara göre gençler "Sapıtmışlar, mutlaka tedavi
görmeleri gerekiyor"du. Tabi ki hedefte ben de vardım ve
gençlerin "Akıllarım çelip, onlan yanlış yola sevkediyor"-
dum.
Bu iki genç bütün güçlükleri birlikte göğüslediler. Şimdi
ikisi de öğretmen ve mutlu bir yuva kurdular. Yeni doğan
çocuklarma da hocalanmn adım verdiler. Bu benim için ifa
desi zor bir mutluluktu.
Şimdi onlar, hayatm yanlışlıklan içinde ömür tüketen
gençlere rehber olmcik için gece-gündüz çırpınmaktadırlar.
Rabbim hem dirayetlerim, hem de sayılarım arttırsm.
Yirmi Dördüncü Bölüm
ÇARESİZE ÇARE OLMAK...

Hayat AKIŞIM içinde, bütün yaşadıklarımızı geride


bırakacak kadar, öylesine sarsıa bir hadise vardı
ki, değil bunu tam anlatabilmek, hatırlamak bile
tüylerimi ürpertiyor, beni şaşkınlık içinde bırakıyordu.
Bilmem ki bu hadise kaç kez rüyalarıma girdi, kaç kez
beni ahp bilinmeyen âlemlere götürdü, kaç kez kalbimin
içinde sırh bir yumak olarak depreşmeye başladı.
O gün... Bir yurt dışı programı nedeniyle ilk kez karşı
laşmıştım kendisiyle... ismini, çalışmalarım ve gençlerin eği
timi konusundaki gayretlerini sürekli dujoıyordum. Onun
temin ettiği bursla okuyan, onun yaptığı yardımla kışı çıka
ran, onun desteğiyle tedavi olan onlarca insanla karşılaşmış
tım.
Annesiz-babasız bü)nimüştü. Belki de bu yüzden, ezil
mişlerin, muhtaçlarm ve ortada kalanlann yardumna koşa
rak, onlarm umudu olmuştu. Tam on beş yıl, kendi pişirdiği
yemekleri sefer taslarma koyarak, sokak sokak fakir arayıp,
kaim doyurmuştu. Bulunduğu şehirde nerede hayırlı bir ça-
162•ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

lışma başlatılsa, nerede fzıkir ve fukaralar için bir yardım


oluşturulsa, en önde bir nefer gibi çalışmıştı.
Çe5dzini temin ettiği yoksul kızlar, yuvalarım kurduğu
fakir çiftler, kış ortasmda aç kaldıkları için imdatlanna yetiş
tiği çaresiz insanlar gözünde o; Hz. Hatice lakabıyla anılan
bir yardım elçisiydi.
Hatice Harum'm bu çalışmalarım yakmdan takip ediyor
duk. İşte o gün yüz yüze görüşmek de nasip olmuştu. Bizi
davet eden gönül dostlan, aym program içinde çalışmalarmı
anlatıp destek toplamak için Hatice Hanım'ı da çağırmışlar
dı.
İlk karşılaştığımız zaman, İzzetli bir arme olgunluğuyla:
- Hocam, sizleri tebrik ediyorum, diye ince bir nezaketle
farkım ortaya koymuştu. Biz çalışmalarımızla gençlerimizi
maddeten lümaye edip, onlarm eğitim ve geleceği için çırpı-
myoruz; sizler de yazdığınız kitaplarla, bu çocuklann gönül
dünyalarmda iman sarayları inşa edip, yardımlarda bulu-
nuyorsımuz. Bunun için imkânlarımızın elverdiği ölçüde, ki-
taplannızı bol bol abp değiştiriyoruz. Çocuksu gönüllerine
nasıl bahar geliyor bir bilseniz...
Yaklaşımı, ütifatı ve kuvvetli bir iletişim tekniğiyle inşam
derhal etkileyen Hatice Hamm'm karşısmda:
- Estağfumllah efendim, diye eğilmiştim. Sizlerin yaptığ:ı
bu harikulade hizmetin yanmda bizler kimiz ki? Hem sizler
gibi gönül elçilerinin tavsiyeleri olmasa, o kitapları kim oku
yacak? Yüz tane Arif BAHADIR'ı yan yana getirseniz, sizin
bir kış boyu açlan doyuran gayretiniz yanmda, devede ku
lak bile olamaz.
Program başlaymca, herkesin merak ve takdirle hayranlık
duyduğu Hatice Hanım; mikrofonu eline alıp, yaptığı çalış
malardan, topluma ve gençlere nasıl sahip çıkılması gerekti
ğinden bahsederken, hem coştu, hem ağlattı, hem de düşün-
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER O 163

dürdü. Hele verdiği örnekler o kadar çarpıa ve o kadar sar-


sıaydı ki, bir saat boyıınca koltııklara yapışarak, sanki nefes
siz dinlemiştik.
Rabbim! Böyle bir fedakârlık... Böyle bir hizmet aşkı...
Böyle bir çahşma temposu... Adı Hatice olduğu için, Efen-
dimiz'in (a.s.m.) ilk eşi ve Müslümanlarm annesi, Hz. Hatice
validemizden anlattığı fedakârlık öyküleri bizleri tam anla
mıyla mest etmişti. Konuşmasmı bitirirken, vasiyet niteli
ğindeki şu anlattıklan hepimizi derinden etkilemişti:
- "Komşusu aç iken kendisi tok yatan bizden değildir"
hadisi eğer toplumda uygulansaydı, aç susuz kimse kalmaz
dı. Bımım ne demek olduğunu anlamak için birkaç gece siz
de aç yatm ve çocuklarınıza da akşam yemeği vermeyerek,
geceyi aç geçirmelerini sağlaym. O zaman bu hadisin ne an
lama geldiğini anlarsınız.
Bu aciz kardeşiniz, yirmi yıldan beri, "aç olanlann halle
rinden daha İ5â anlayayım" diye haftada birkaç gününü
oruçlu geçiriyor. Oruç tutmadığı günlerin birkaç gecesini de
aç olarak sabahlıyor.
O esnada, "Maşallah", "Barekallah", "AUah-u Ekber" di
ye sesler gönülleri coşturmuş, salonda sarsıa bir iklim oluş
muştu. Belki de Hatice Hanım'ı dinleyen herkes, bu kamçı
layıcı hitabetten sonra kendisini yeniden sorgulama ihtiyaa
hissetmişti.
Demek ki bu tip fedakâr, kahraman ve başarılı insanlann,
bu muvaffakiyetlerindeki ince sır, önce kendi nefislerini ıs
lah edip, sonra da toplumım derdini yüreklerinde duymala-
nydı. Boşuna dememişti Bediüzzaman Hazretleri, "Nefsini
ıslah etmeyen başkasmı ıslah edemez. Öyle ise nefsimden
başlanm" diye...
Hatice Hamm'm son sözleri de şöyle olmuştu:
- Kardeşlerim, bu kardeşinize ne olur dua edin de, yüz
İM • ATEŞTE AÇAN ÇlÇEKLER

binlerce ve hatta milyonlarca mağdura daha ulaşıp, onleuın


da gözyaşlanm dindirmeye vesile olabm. Son isteğim de şu
dur: Rabbim! Çok sevdiğim ve kendime model aldığım, yüce
insem Hz. Hatice validemle haşrolup, ahirette onunla müşer
ref olmak istiyorum. Ne olur, Azrail meleği Hz. Hatice vali
demiz şeklinde gelsin de benim bu hasretime bir son ver
sin...
İşte o cm hem kendisi hem de biz kopmuştuk. Salondaki
bütün dinleyenler hüngür hüngür ağlıyor, sellere dönmüş
gözyaşlan birbirine kanşıyordu. Şu iman abidesine bakar
mısınız? Ömrünü Allah için hayır etmeye adamış, aç insan-
lann halinden anlamak için, gündüz oruç tutup gece aç sa
bahlamış... Son nefesinde de, Hz. Hatice validemizin kolla-
nnda ebedi âlemlere göçmek istiyor.
Şu yüreğe, şu kalbe ve duyguya bakar mısmız? Rabbim,
ne olur, bikeri de Haticelerin ve Hz. Hatice validemizin
imanmdcin, teslimiyetinden ve gayretinden nasiplendir, o
yolun yolcusu kıl.
Kendisiyle, program arasmda, son kez ayaküstü birkaç
kelime etme hrsatım olmuştu:
- Hocam, demişti o sohbet esnasmda. Bu okul dönemin
de, arme-babasız öğrencilere bir miktar burs plânlamıştık.
Siz de bana, öğrencUeriniz arasmdan elli kişi kadar, çok zor
durumda kalan yetim ve öksüzlerin isimlerini gönderirseniz,
inşaUah onlara da burs gönderelim.
Şu öneriye, şu gayret ve iyi niyete ne demeli? Bu yüce ru
hun önünde o kadar küçülmüştüm ki, içimden geçen tek is
tek, "Beni de bu kervana kat Rabbim!" olmuştu.
- Allah size hayırlı, uzun ömürler versin de, siz bol bol
öksüz ve yetimlere annelik yapasınız, diye dua etmiştik.
Hz. Hatice validemizin günümüzdeki bir varisi gibi, öm
rünü umutsuzlara umut olmakla geçiren bu iffet ve gayret
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER • 165

abidesinin yanından ayrılırken, kendimi hesaba çekiyor, bu


hizmet yanşmda yer almak için geceyi gündüze katmarun
yollanm düşünüyordum.
Ey Hatice kardeşim! Allah, senin dünya ve ahiretini nu
ruyla aydınlatsm, önündeki şeytani engelleri bir bir bertaraf
etsin. Senin gibi Haticelerin sayısmı çoğaltsm...
Okullar açılmışh. Öğrencilerimiz arasmda öksüz ve yetim
olanlar arasmdan, çok fakir bulunan elli kişinin isimlerini
Hatice Hamm'a göndermiştim. Aradan on gün geçmeden
burs paralan gelmeye başlamıştı. O çocuklann sevincini,
mutluluğımu, teşekkürünü ve duasmı nasıl anlatmak bil
mem ki...
Hele içlerinde, admm da Hatice olduğu öğrendiğim bir
öğrencimin, bu destek karşısmda: "Allah benim ömrümü al-
sm ona versin. Ben yaşasam ne olur? O yaşasm ki daha çok
Haticelerin elinden tutsun..." diyerek dua edişi, içimi yakıp
geçmişti.
Yirmi Beşinci Bölüm
BU İMAN KARŞISINDA
DONUP KALMIŞTIK...

Bu GERİ ÇEVRİLMEZ dualan alan Hatice Hanım'ı dil


lere destan olacak bir sonun beklediğini tahmin edi
yordum.
Yüce Allah'ım! Açlara, açıklara, evsizlere anne ve baba
olan bir kulunu öyle görkemli bir törenle ahirete uğurlama-
hydı ki, bu konuda hâlâ duyarsız olanlar da etkilenip hare
kete geçmeliydi.
O gün hep bunlan düşünmüştüm. Zaten çok da sürme
mişti. İkinci ay burslarm gelmediğini görünce içime bir ateş
düşmüştü. Olağanüstü bir sebep olmadan Hatice Hanım'ın
bu işi asla ihmal etmeyeceğini biliyordum. Gönderecek burs
parasmı bulamazsa bile, ne yapar eder, ama öğrencileri
mağdur etmezdi.
Akşam eve geldim, eşimle bu konuyu paylaştım. Büyük
bir korku ve endişe içinde, birlikte Hatice Hanım'ı aradık.
Telefona, beyi Akif Hoca çıkmıştı. Kendimi tanıtıp, durum
hakkmda bilgi istedim. Akif Hoca'nın konuşması öylesine
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER « 167

buğulu, öylesine ezik ve öylesine endişe veririydi ki...


- Hocam, dedi. Herhalde sizin haberiniz olmadı.
İçime "Küt!" diye bir ağn saplanmıştı sanki.
- Neyi? diye atladım, telefon ahizesini sımsıkı tutarak...
Akif Bey, en değerli varhğmı kaybetmekte olmanm şaş
kınlığı ve telâşı içinde:
- Hatice Hanım ölüyor hocam, diye bırakmıştı kendini. O
gidiyor, o kanatlandı artık, bizi terk ediyor Arif Bey...
Eşimle birlikte, telefonun öbür ucımdaki Akif Be/in çır
pınışlarım dinleyince, bir anda şok olup, buz tutmuştuk.
Sanki cereyEina çarpılır gibi akıl ve mantığımızı yitirmiştik
oraakta. Bu aa feryadm ne anlama geldiğini çözmeye çalışı
yorduk.
- Akif Hocam ne oldu? diye üsteledim, içime düşen o da
yanılmaz ateşin yangmıyla.
- Hatice Hanım kanser olmuş, ama yıllar önce başlayan
bir hastahk... Hizmetin telâşı ve heyecam içinde, bunu
önemseyip çaresine bakmEimış. "Geçer" diye kendi kendini
teselli etmiş. Bana da hiç bahsetmemiş. Zaten bu omm hu
yuydu. Ömrü boyımca hep dert dinledi; o kimseye asla dert
olmadı, jnik olmadı, ihtiyaçlannı söylemedi.
- Şimdi ne olacak? diye üsteledim, Akif Hoca'mn elem
dolu cümlelerinin araşma girip...
- Hastanede... Rabbimden umut kesilmez ama doktorlar
birkaç aylık ömür biçtiler... Garibanlann annesi Hatice Ha
nım gidiyor hocam!
Akif Bey kendini bırakmışh... Ama bırakan yalnız o de
ğildi... Telefonun başmda, bu hazin haberle biz de bir anda
yere yığılmıştık.
- Bizim korkumuz sadece Hatice Hamm'm ölümü değil...
O giderse yalnız bizi aa içinde bırakmayacak... Yüzlerce ye
tim ve öksüz annesiz kalacak, onlarca aile kendilerine umut
168 O ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

olan yardım meleklerini yitirecek. Biz bunun için de üzülü


yoruz hocam...
Elim ayağım titreyerek araya girmiştim:
- Akif Hocam, dedim. Acaba kardeşimiz konuşabiliyor
mu? Telefonu uzatsanız da bir sesini duysak eşimle birlikte...
Bir an bir sessizlik oldu. Ardmdan da:
- Selâmünaleyküm Arif Bey, diye duyuldu, cansız, ölgün,
ama içten ve )mrekten sesi...
- Çok geçmiş olsun Hatice kardeşim. Eşim de yanımda,
şifa için sizlere dua ediyoruz, diyerek metin bir sesle ona
umut vermek istemiştik.
Ama onun buna ihtiyaa yoktu:
- Kâinatm ipleri elinde olan Yüce Allah, en hayırh plânla-
n yapar, en ha5arh kararlan yazar. Bir Hatice'yi gönderir,
yerine onlarca Hatice verir. O'nun yaptıklarına ne akıl erer,
ne de hesap sorulur. Çünkü O, her şeyin en iyisiıü yapar.
O nasıl gönderdiyse öyle de alacaktır. Ben öleceğime asla
üzülmüyorum. Bilâkis, meftun olduğum Efendimiz'e ve ba
husus da mübarek eşleri Hz. Hatice validemize kavuşaca
ğım için çok seviniyorum.
Benim tek endişem odur ki, bizleri bir umut olarak gören
kardeşlerimizin halinin ne olacağıdır. Şüphesiz ki. Yüce
Mevlâ bunlan bizden daha iyi düşünür, onlan asla umutsuz
bırakmaz.
Arif Bey, lütfen vakfımızm yardım ianndan istifade eden
birçok ailenin ortada kalmaması için dostlarınızla birlikte
destek olım. Şu anda çektiğim tek acı ve ızdırap budur. Zih
nimden bir türlü çıkaramadığım bu gariban ve fakir inscm-
lardan dolayı kendimi çoktan unuttum...
Rabbim! Son nefeste bile, ezilmiş, horlanmış, adz düşmüş
insanlann hali için çırpman şu kahraman hanımm bu örnek
hayatım bütün insanlık du}nnalıydı. Duysunlar ki, içinde en
ufak bir merhamet taşıyanlar, ayağa kalkıp yarım kalan bu
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER O 169

tür hizmetlere omuz versinler.


- Arif kardeşim, dedi. Belki bundan sonra görüşemeyiz,
sizden son bir isteğim var.
- Buyurun, dedim, kendimden geçmiş bir halde.
- Eğer zamanınız vcirsa, buraya kadar zahmet edin. Ço
cuklara burs gönderemedim. Onlar için küçük bir emanet
hazırladım, onu size vermek istiyorum.
- 2!ahmet de ne demek... Derhal, derhal!
Eşimle birlikte derhal yola çıktık. Uçarak, kanatlanarak...
Bir an önce ulaşmak için hayallerle yarışarak... Nasıl gittiği
mizi, nasıl vardığımızı, hastanedeki odasmı nasıl bulduğu
muzu hatırlamayacak kadar telaş içindeydik.
Erimiş, çökmüş bir beden; incelmiş, dökülmüş kollar; tel
tel damarları gözüken el ve parmaklar... Ama insarun gözü
nü alacak kadar pınl pınl bir yüz, nurdan halelerin oynaştığı
bir sima... Gözleri kapah, ama dudakları hafiften oynuyor,
belli ki o durumda bile Rabbimizi teşbih etmeye devam edi
yordu.
Eşi ve iki çocuğu başmda, her birinin elinde Kur'an-ı Ke
rim, ebedî âleme uğurlamaya hazırladıklan bu iman mirası-
mn, Allah'a tam vasıl olması için dualar gönderiyorlardı.
- Durumu nasıl Akif Hocam? diye yaklaştım eşine...
- Kendinde değil, dedi. Yalnızca okunan Kur'an'ı takip
ediyor, bir de namaz vakitleri geldiği zaman işaretle namaz
larım eda ediyor.
- Gelenleri tamyor mu? diye sordum, son bir umutla...
- Sorun, belki size cevap verebilir...
Nur Hanım'la birlikte yanma yaklaşıp, üzerine eğildik:
- Hatice kardeşim, nasılsm? diye sorduk.
Gözlerini hafifçe araladı, sanki ötelerde, çok ötelerde do-
3aımsuz bir manzara seyrediyor gibi hafifçe tebessüm etti.
- Rabbime şükür, dedi. Çok iyiyim. Etrafım meleklerle
dolu benim, çok iyiyim.
Aman Allah'ım! "Etrafım meleklerle dolu!" diyordu...
Sanki yıllardır ellerinden tuttuğu, gözyaşlanm sildiği, bir ev-
170 ® ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

lat gibi okutup büyüttüğü öksüz ve yetimlerin ruhlan, âdeta


melekler gibi etrafım kuşatarak onu ilahî huzura yolcu edi
yorlardı.
Allah'ım! Bundan daha büyük bir makam, bımdan daha
büyük bir zenginlik, bundan daha büyük bir servet var mıy
dı? Yanı başmda kendisine Kur'an okuyan kızmdan çantası
nı istedi. İçinden bir mendil çıkarıp bana uzattı güçlükle...
- Al Arif Bey, dedi. Bu mendilin içindeki emanetleri al, en
adi ihtiyaa olan çocuklara verirsin. Ben onlara para gönde
remedim bu ay, çocuklar mağdur olmuşlcirdır. Ne olur beni
affetsinler.
Mendili açtım ki, Allah'ım, ne göreyim! Mendilin içinde
bir tane bUe^, bir tane de küpe; rahmetli annesinin t<ıktığı
ve hayatındaki son mah...
İşte kahramcinlık buydu... İşte fedakârlık buydu... İşte Al
lah için yaşamak da buydu... Son malmı da O'nım nzası için
vererek, ondan sonra dünyaya veda etmek...
Rabbim, böyle bir şerefi, ne olur bizlere de nasip et!
Yirmi Altıncı Bölüm
AKILLAKIN UÇTUĞU AN...

VEDALAŞIP AYRILDIĞIMIZ zaman gözyaşlanmızı gös


termek istememiştik. Ama dışan çıktığımızda. Nur
Hanım bütün metanetini kaybederek sandalyenin
üzerine yığılmıştı. "Bu nasıl bir son böyle Rabbim?" diye in
liyor, içinin yangınım salâvat ve şahadet getirerek dindirme
ye çalışıyordu.
Eve dönmüştük, o gece kadir gecesiydi. Sabaha kadar ih
ya ettiğimiz o mübarek gecede hep Hatice Hanım'ı andık,
ona dualar gönderdik. Ama sabah telefonda aldığımız haber
bizleri bir kez daha yakıp geçmişti.
Dualann kabul edildiği, niyazlarm geri çevrilmediği, açı
lan ellerin reddedilmediği o özel ve mübarek gecede, öyle
ibretli, öyle inanılmaz ve öyle anlatılmaz hadiseler yaşan
mıştı ki o hastanenin o özel odasmda...
Akif Hoca bunlan anlatırken, ona layık bir bey olamama-
nm elemi içinde yamp tutuşuyordu. Nasıl yanmasm? Nasıl
tutuşmasm? Böyle bir veda sahnesini gören bir insan nasıl
kendine gelsin? Nasıl akimdan çıkarsm?
172•ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

O an... İşte o an...


Semadan meleklerin grup grup indiği, rahmetin sağanak
yağdığı, affın yeryüzünü doldurduğu, gözyaşlanrun sellere
döndüğü. Rahmet kapılannm açıldığı o an...
O anm dayamimazlığını Akif Hoca'dan dinleyelim:
- O gece öyle bir geceydi ki, bütün aile, âdeta etrahmızda
meleklerin varhğmı hissediyorduk. Hatice Hanım'm etrah
sanki manevi bir duvarla örülmüş; orası dünyadan ayn, göz
lerin ve gönüllerin şaşkınlık içine düştüğü manevi bir âlem
haline gelmişti.
Olup biten bu esrarlı hadiseleri ailece yüreğimizde duya
duya, o mübarek gecenin atmosferinde Kurian okuyup, dua
lar etmeye devam ediyorduk.
Tam gece yansı olmuştu. Ben ve çocuklarım, elimizde
Kurian, eşimin başmda onun veda sahnesinin gizemine ka
pılmış bir haldeyken Hatice Hanım'm gözleri açıldı, zor an
laşılan kelimelerle, "Bana abdest aldırm, ben yolcuyum" de
di.
Bir anda duygu seli beynimize sıçrayarak, bizleri bir hü
zün yumağı haline getirmişti. Eşime yattığı yerde abdest al
dırdık, ama o bunu hissetmeyecek kadar kendi dünyasmda,
bilinmeyen yerlerle doyumsuz bir iletişim içindeydi. Zaman
zamem yüzüne oturan tebessüm bunu açık bir şekilde çınlatı
yor, bizler de bu manzara karşısmda kendimizden geçiyor
duk.
Akıllan durduran bu efsunlu sahnenin önünde, olup bi
tenler karşısmda hayretler içindeyken, dudaklan yeniden
oynayarak, bizlere bir şeyler söylemeye çalışıyordu. Anlattı
ğı kelimeleri daha iyi duyabilmek için üzerine eğildim.
Allah'ım! Yüzünde öyle bir nur dalgası oynaşıyordu ki,
sanki orası yüzü değil de, bâki âleme açılan bir kapı gibi biz
leri dehşet içinde bırakıyordu.
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER ® 173

Kurumuş dudaklanndan, telaş ve heyecan içinde şu ke


limeler dökülmeye başlamışh: "Çekil kapınm önünden!"
dedi, "Görmüyor musun misafirlerimiz geldi..."
Kızım derhal üzerine eğilerek: "Anneciğim," dedi, patla
mış bir yanardağ gibi, aasma hâkim olamayarak, "Kimse
yok odada yalnızca babam ve kardeşim var."
Sanki kalabalık içinde çok özel bir misafirine yol açıyor
gibi eliyle işaret edip, "Çekilin kapınm önünden, görmüyor
musunuz Hz. Hatice validemiz geldi, çekilin!"
Allah'ım! O anda olan olmuştu işte...
O anda yer gök susmuş, akıllar durmuş, kelimeler bitmiş
ti...
O anda farü dünya ile bâki âlem birbirine karışmış, gizli
perdeler yırhimış, her şey ayan beyan ortaya çıkmıştı...
O anda bütün aile, kaskah kesilip buz tutmuştuk sanki...
Hiç kimseden en ufak bir ses çıkmıyor, hiç kimse yerin
den kımıldanamıyor, hiç kimse duyduklanra ve gördükleri
ni paylaşmaya cesaret edemiyordu.
Ömür boyu hasretini çektiği, yolu ve hayat metodunu ta
kip ettiği, şefkat ve fedakârlığmı örnek aldığı Hz. Hatice va
lidemizle kucaklaşma sahnesi...
Allah'ım! İşte bu anlatılamıyor, işte bu aktanlamıyor, işte
bu paylaşüamıyor... O kadar gizemli, o kadar şaşkınlık verici
ve o kadar da cikıUan durduran bir hal ki; gözlerin adz kal
dığı, duygularm iflas ettiği bu durum, nasıl anlatılabilir?
Hatice Hamm, bizim hayret ve şaşkınlık dolu bakışları
mız arasmda kollannı açıp, "Sefalar verdiniz anneciğim"
dedi, "Şeref verdiniz!"
Gözlerinde ve yüzünde oluşan tarifsiz bir mutluluk için
de, hayah boyımca hasretini çektiği Hz. Hatice validemize
doyasıya sanlıyormuş gibi, kollarım boşlukta kavuşturup
fersiz dudaklanndan bir cümle dökülmüştü: "Rabbim, sana
174 O ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER

şükürler olsun!"
Ardından gözlerini kapadı. Âdeta, saniyeler içinde yüzü
ne bir güneş doğmuş gibi parlak bir ışık yansıyıp, geçip gitti.
Bütün ömrünü, her gece ve gündüzünü, her anını, her sani
yesini, çok sevdiği Rabbi için harcayan, O'nun yolunda tüke
ten, çaresizlerin annesi Hatice Hamm; son nefesini Hz. Hati
ce validemizin kucağmda vermişti.
Allah'ım! Bu sahneye can mı dayamr... Bu sahneyi akıl mı
kaldınr...
Ürperten bir sonla bizlere veda eden Hatice Hamm'm
üzerine son kez eğildim, kendimden geçercesine:
- Söz ver, dedim, söz ver. Bize de orada şefaat edeceğine
söz ver. İlahî huzurda bizlere de şahit olacağma söz ver. Ben
senin beyindim, ama sen benim öğretmenim oldun. Benim
en büyük şerefim seninle bir ömür geçirmekti. İlahî huzura
bu şerefle çıkacağım... Rahat uyu... Senin hizmetini devam
ettirmek için değil bir ömür, eğer olsa, bin ömür bile verme
ye hazırım...
Sesini dışan verdiğim telefon başında, Akif Bey'in bu
haykırışları Nur Hamm'la beni helak etmişti. Dünyamızı al
tüst eden bu esrarlı hadiseler karşısmda erimiş, akmıştık
sanki...
Nur Hanım, "artık durcimam" diye haykırıyordu. Bu
muhteşem veda sahnesini duyup da yatmak, uyumak, ömür
dakikalarım boşa harcamak ne mümkündü? Hayatım Allah
için, hayır için, çaresizlerin bakımı ve eğitimi için harcayan-
lann bu ibretli sonları, artık görülmeliydi. Bundan dola)n da
Nur Hamm bir türlü kendisine gelemiyordu.
- Ebedi hayat, çaresizlere çare olmakla kazanılıyor bey,
diye inliyordu...
SON

HATİCE HANIM gibi, gariban insanlara umut ve


ufuk olan yaşanmış, çarpıa hadiseleri bulup, ki
taplaştırmak... Bu şekilde, duyarsız-bilinçsiz in-
sanlann kendileriyle hesaplaşmasma vesile olmak...
Ateşte Açan Çiçeklerii kitap sayfalarma taşıyıp, Nurullah
Öğretmenlerin ve Hatice Harumlarm fedakârlıklarını ve
hizmetlerini anlayabilmek... Onlarm izinden giderek, top
lumdaki yaralann tedavisinde küçücük de olsa bir hisse al-
mamn şerefini taşımak...
İşte mutluluk, işte huzur ve işte kurtuluş bu...
Ateşte Açan Çiçekler...
Siz açmaya devam edin, biz de yazmaya...
Açm... Açm ki kurumuş kalplere, kararmış gönüllere ba
harlar gelsin, ruhlar nefes alsın, insanlar çare bulsım.
Açm...
- /'i:.-

•■ T' :.. ^ •■ •;/■:-•

." i ^ '\i ■ • ■ f-; '

.iv:-
■■■ --"r-İ^. ;•

■■
HALIT ERTUGRUL

ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER ,adlı bu çalışma,


ATEŞTE YEŞERDİM isimli kitabımızın devamıdır.
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER, kendisini; toplumun
selametine ve çaresizlerin çaresi olmayı adayan hizmet
kahramanlarının ibretli ve esrarlı mücadelesini
konu etmektedir.

Ele alınan hususlar; o kadar çarpıcı ve o kadar merak


uyandırıcı ki, okuyup da şaşkınlık içinde kalmamanız
mümkün değil...
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER isimli bu kitap
sizi öylesine etkileyecek ki, kendinizi yeniden sorgulama
ihtiyacı hissedeceksiniz...
Çok daha önemlisi de; bu çalışmayı okuyanlar
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER'den birisi olmak için kollan
sıvayıp, kendisiyle yüzleşme ihtiyacı hissedecek...
Yeni bir ufuk ve yeni bir bakış açısı kazandırması dileğiyle.

; r VÎfci9-î^*î

www.A«sl lyayinlarl .com

You might also like