Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 21

HEGEL, MARX VE GRAMSCİ’DE SİVİL

TOPLUM KAVRAMI
Selahattin KIRAL*

ÖZET

Sivil toplum kavramı Antik Yunan’dan günümüze kadar birçok farklı anlama gelecek
biçimde kullanılmıştır. Günümüzde devlet ile sivil toplumun ayrılığı olarak kullanılan
kavram, Antik Yunan ve Antik Roma’da devlet ile sivil toplumun birlikteliğine işaret
etmekteydi. Sivil toplum ile devletin ayrı düşünülmesi ilk olarak Ferguson ve Smith
tarafından olmuştur. Hegel ve Marx’ta sivil toplumun yapısı çatışma nedeni olurken,
Gramsci’de sivil toplum hegemonya üreten durumundadır. Çalışmada sivil toplum
kavramının Antik Yunandan, Hegel, Marx ve Gramsci’ye kadar olan dönüşümünü
izlemeye çalışacaktır.

Anahtar Kelimeler: Sivil Toplum, Devlet, Friedrich Hegel, Karl Marx, Antonio Gramsci,
Tarihsel Blok

ABSTRACT

The concept of civil society has been used to many varied mean until from Ancient
Greek to the present. The concept of civil society in today used as the decomposition of
state and civil society. The concept of civil society was used in the Ancient Greek and
Ancient Rome to mean to the unity of state and civil society. The decomposition idea of
civil society and the state was first claim that by Ferguson and Smith. The structure of
civil society is the cause of conflict in Hegel and Marx. Gramsci's civil society is produces
hegemony. İn the study will attempt to follow up the transformation of the concept of civil
society be until from Ancient Greek to Hegel, Marx and Gramsci.

Keywords: Civil Society, State, Friedrich Hegel, Karl Marx, Antonio Gramsci, Historical
Block

* Süleyman Demirel Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi
Bölümü Tezli Yüksek Lisans Öğrencisi

1
Giriş

Sivil toplum kavramı tarih boyunca farklı anlamlarda kullanılmıştır. Antik Yunan’da
ev işleri olarak karşımıza çıkan sivil toplum kavramı, sonrasında ekonomi temelli olarak
belirlenmiştir. “Otto Bruner sivil toplum kavramının kökenini feodal toplumdaki ev
ekonomisine dayalı cemaatimsi yapıyı ifade eden bir terim olarak açıklar. Bir başka
deyişle Orta Çağın kapalı ekonomi sisteminde aile içi üretimin cereyan ettiği alan, sivil
toplum olarak anlaşılmaktaydı.” 1 Toplum sözleşmeci düşünürler tarafından devletten
bağımsız bir alan olarak karşılık bulan sivil toplum, “19.yüzyıl başlarından itibaren...
burjuvazinin özgürleşmesi ve feodal egemenlik anlayışından uzaklaşma”2 anlamına
gelmektedir. Modern anlamda ise sivil toplum “merkezi kontrole ve hiyerarşiye tabi
tutulmayan toplumsal ilişkiler ağı olarak” 3 tanımlanabilmektedir.

Bu çalışmada ilk olarak sivil toplum kavramının Antik Yunan’dan liberal


kuramcılara kadar olan gelişimi ve daha sonrasında Friedrich Hegel tarafından nasıl
anlamlandırıldığı açıklanmaya çalışılacaktır. Sonrasında Hegel’in oluşturduğu diyalektik
yöntemin ters olduğu ve kendisinin diyalektiği ayaklarının üstüne diktiği iddiasında
bulunulan4 Karl Marx’ın sivil toplumu nasıl anlamlandırdığı incelenecektir. Son olarak da
Antonio Gramsci’nin sivil topluma yaklaşımının nasıl olduğu incelenecektir.

1. Antik Dönemden Hegel’e Kadar Sivil Toplum

Sivil toplum kavramı ilk olarak Aristoteles’in oikonomika kitabında karşımıza


çıkmaktadır 5, ancak burada günümüzdeki anlamda bir devlet/toplum dikatomisinden
bahsedilmemektedir; Aristo’da politike koinonia kavramı ile sivil toplum ve politik
toplumun birliği tanımlanmaktadır. “Politike koinonia, resmi olarak tanımlanmış bir
yönetim sisteminde yaşayan özgür ve eşit yurttaşlardan müteşekkil bir kamusal etik-
siyasal topluluk olarak tanımlanmıştır... İlk olarak Aristocu kavram devlet ve toplum
arasında yaptığımız ayrıma izin vermemişti. Politike koinonia, mantıken, birçok
koinonia’dan sadece birisiydi; dışındaki doğal ilişkiler haricindeki her şeyi kapsayan
toplumsal sistem biçiminde daha derinlemesine anlamlandırılıyordu. Dolayısıyla polis ve
1
İlyas Doğan, Sivil Toplum Anlayışı ve Siyasal Sistemler, (Ankara: Astana Yayınları, 2015) s.
72.
2
Doğan, Sivil Toplum Anlayışı, s. 73.
3
Doğan, Sivil Toplum Anlayışı, s. 306.
4
https://www.marxists.org/turkce/kivilcimli/kitaplar/diyalektik-materyalizm-nedir-ne-degildir.pdf
(29.03.2019).
5
Aristoteles, Oikonomika, çev. Burak Takmer (İstanbul: Kabalcı Yayıncılık, 2016) ss. 241-255.
2
oikosun farklı toplumsal ya da siyasi ilişkilere dair iki sistemi temsil ettiğinden şüphe
duyulamaz. Oikos ev içi idare alanı olarak polisten ayrılmaktaydı. Oikosu oluşturanlara
baktığımız zaman zoon politikan olmayan köleleri ve yurttaş sayılmayan kadınları
içermektedir. Polisin dışında barbar sayılan insanın vurgusu devlet ile toplum
birlikteliğine işaret etmektedir. İlk olarak oikos resmi bir varlık değildi: hukukla değil,
başındaki despotik bir idare ya da tahakkümle düzenleniyordu. İkincisi, hanelerin
çoğulluğu hiçbir sistemi temsil etmiyordu kuramsal olarak birbirlerine sadece polis
üzerinden bağlıydılar; aslında aile reisleri aracılığıyla polisin içindeydiler. Hanenin
ötesindeki ekonomik ilişkiler sadece tamamlayıcı ve belli azami bir noktanın ötesinde
marazi sayılıyordu.”6 Aristo’nun kullandığı anlamda sivil toplum kavramı polisten ayrı
olarak ele alınmamakta, polisin içinde yer almaktadır. Bu durum Antik Yunan şehir
devletlerinin yalnızca toplumsal ve siyasal bir örgütleniş biçimi değil aynı zamanda dinsel,
askeri ve ekonomik bir bütün olduğunu göz önünde tuttuğumuzda kaçınılmaz bir sonuç
olarak karşımıza çıkmaktadır.

Roma’da da devlet ile toplum birlikteliği karşımıza çıkmaktadır. Politike koinonia


kavramı Çiçero’da res publica, Thomas Aquinas’da societas civilis kavramına dönüşmüş
ve kavramın sınırları genişlemiştir. 7 Antik Yunan’da yalnızca yurttaşa karşılık olarak
kullanılan kavram(zoon politikon) anlamsal olarak genişlemiştir.

Kentlerde yeni bir zümrenin doğuşu ve özerklik mücadelesi ile sivil toplum ve devlet
dikatomisi arasında bağ kurmak mümkündür. İlk olarak klasik feodalizmi oluşturan
primum interpares(eşitler arası birinci) anlayışından mutlakiyetçi devletlerin gelişimine
doğru bir adım görülmektedir. Eski iktidar sahiplerinin siyaset alanından uzaklaştırılmaları
ve yeni zümrelerin siyaset alanına girmeleri ile sivil toplum ve devlet ayrımı görülmeye
başlamıştır. 8

1.1. Toplum Sözleşmesi Kuramcılarında Sivil Toplum

Toplum sözleşmesi kuramcıları tarafından kurgulanan doğa durumu ve sonrasındaki


kurulan siyasal toplum kavramları, sivil toplum, devlet dikatomisini modern anlamda
oluşturmasa da; devlet dışındaki alanın tasvirinin yapılması ve devlet dışındaki bir alanın

6
Jean L. Cohen ve Andrew Areto, Sivil Toplum ve Siyasal Teori, ed. Argun Akdoğan, (Ankara:
Efil Yayınevi, 2013) ss. 77-78.
7
Cohen ve Areto, Sivil Toplum ve Siyasal Teori, s. 79.
8
Cohen ve Areto, Sivil Toplum ve Siyasal Teori, s. 80.
3
varlığının kabulünü ortaya çıkarmıştır. Hobbes Leviathan ile bölünmemiş bir iktidar
tanımlayarak sözleşmeye taraf olan uyrukların özgürlüklerini belirli alanlar haricinde
egemenin kudreti ile kısıtlamıştır. “Egemenle karşılıklı bir sözleşme değil tek taraflı olarak
doğa durumunda sahip olunan hakların terk edilmesi söz konusudur. Sözleşmede
egemenin taraf olarak yer almaması egemene sınırsız bir davranış serbestisi” 9
sağlamaktadır. Uyrukların egemene karşı özgür olduğu durumlar; yasanın düzenlemediği
alanlar, tutsaklık durumunda, egemenin yönetimi bırakması durumunda, sürgün
durumunda ve egemenin başka egemene teslim olduğu durumlardadır. 10

John Locke’un doğa durumu Hobbes’un doğa durumunun zıttı görünümünü


almaktadır. Hobbes, doğa durumunda insanları savaş halinde gösterirken; Locke, doğa
durumunda “insanları özgürlük ve eşit” 11 olarak göstermektedir. “Locke, hükümet ve
toplumu açık bir şekilde ayrıştırmaya çalışır. Topluma ve toplumun kendi üstüne kurduğu
hükümete boyun eğen iktidarı ve hatta daha empatik biçimde toplumun feshini ve
hükümetin feshini ayrıştırır. Fakat Locke bu durumda tek bir vücut olarak birleşmek ve
hareket etmek anlamında tek siyasi toplumdan bahsederken, karakteristik olarak antik
kavrama yakın durur. Bu, tek vücut olarak oluşmak ve hareket etme yeteneği hala
hükümetin yasama erkine bağlanmıştır.” 12 Bununla birlikte Locke devletten bağımsız bir
alan da varsaymaktadır. “Locke’un sözleşme modelinde toplumun serbest ekonomik
faaliyetleri devletin müdahalesinin minimum düzeyde olduğu bir alandır. Bununla beraber
serbest pazarda mal değiş-tokuşu da sivil/siyasal toplumun ögesidir.” 13

Toplum sözleşmesi kuramcıları “devleti, doğal durumun radikal olumsuzlaması


olarak düşünür. Devlet öncesi bu durum, bazen, görece barışçıl bir durum olarak
kavranırsa da, çoğu kez, son derece istikrarsız ve anti-sosyal bir durum olarak, bir sürekli
savaş durumu olarak görülür. Devlet bu doğal savaş durumunu ortadan kaldırma
meşruluğunu veya vekaletini korku içindeki sakinleri arasındaki sözleşme sürecinde
alır.”14 Toplum sözleşmesi kuramcıları, “sivil toplumu, insanların kendilerini belli bir
devlet öncesi toplumda buldukları doğa durumu üzerinde düzenin hakimiyeti olarak

9
Doğan, Sivil Toplum Anlayışı, s. 87.
10
Thomas Hobbes, Leviathan, çev. Semih Lim, (İstanbul: YKY Yayınları, 2010) ss. 170-172.
11
Doğan, Sivil Toplum Anlayışı, s. 97.
12
Cohen ve Areto, Sivil Toplum ve Siyasal Teori, s. 81.
13
İlhan Akın, Kamu Hukuku, (İstanbul: Beta Yayınları, 1993) ss. 90-91’den Doğan, Sivil
Toplum Anlayışı, s.104.[Söz konusu bilgiyi Doğan, Akın’ın kitabından aktarmaktadır.]
14
John Keane, Demokrasi ve Sivil Toplum, çev. Necmi Erdoğan, (İstanbul: Ayrıntı Yayınları,
1994) s. 61.
4
görüyordu. Sivil toplum, bireylerin aile, üretim vb.nin ötesine geçerek, yasalarca yönetilen
bir kolektif bütünlük doğrultusunda örgütlenmesi anlamına geliyordu. İnsanlar bu
kolektiviteye gönüllü olarak giriyor, kendi özgürlüklerini koruma özgürlüğünden
vazgeçiyorlardı. Sivil toplum, öyleyse, kolektif irade tarafından düzenlenip örgütlenen
doğa durumuydu.”15 Devletin dışındaki alanların doğa durumu şeklinde tasvir edilmesi,
devlet ve sivil toplum arasında temsil kavramını geliştirmiştir. Bireyin siyasal toplumu
oluşturduğu görüşü bulunmakla birlikte; bireyin devletten bağımsız olarak anlaşılması
görülmemektedir.

1.2. Liberal Ekonomi Kuramcılarında Sivil Toplum

Devlet ile sivil toplum dikatomisinin ilk olarak karşımıza çıkaran düşünürler liberal
ekonomi kuramcılarındadır. “Genelde, sivil toplum terimi siyasa toplum ya da devletle
olan geleneksel özdeşliğini korumuştur. İskoç aydınlanmasının düşünürleri –Ferguson,
Hume ve Smith- bu özdeşliğe yeni bir öge eklediler. Onlara göre, sivil ya da sivilleşmiş
toplumun esas özelliği siyasi örgütlenmesinde değil, maddi örgütlenmesindeydi...
ekonominin politike koinoniadan soyutlanmasına dair Aristocu eski önermeyi tersine
çevirerek, sivil ve ekonomik toplumun özdeşliğini” 16 ön plana çıkarmışlardır. Sivil
toplumun içerisine ekonomik ilişkileri de ekleyen liberal ekonomi kuramcıları, sivil
toplumun kapsamını genişletmişlerdir ve devletin dokunmaması gereken bir alan olarak bu
alanı belirtmişlerdir. Onlara göre “toplum doğaldır, devlet tarafından korunmalı ve
düzenlenmelidir ve devletin işlevi de doğal durumun yerine geçmek değildir. Tersine,
devlet toplumun özürlük ve eşitliğini gerçekleştiren ve tamamlayan bir aracıdır.” 17
Bireylerin devletten bağımsız olarak düşünülmesi ve devletin ekonomi(piyasa) karşısında
ikinci plana atılması tarihsel geçmişten iki kopuşu göstermektedir.

2. Friedrich Hegel’de Sivil Toplum

Hegel’in sivil toplum farklı düşünürlerin düşüncelerinin bir birleşimi gibidir. Bunlar;
”ilkin, Hegel doğal-hukuk geleneğini ve Kant’ın bireyi hakların maliki ve ahlaki bilincin
aracı şeklindeki evrensel tanımını devralır. İkincisi, Aydınlanmanın, devlet sivil toplum
ayrımını onları çözümlemelerini de içerecek biçimde genelleştirir. Üçüncüsü,

15
Martin Carnoy, “Gramsci ve Devlet”, çev. Mehmet Yetiş, Praksis Dergisi, Sayı 3 (2001): s.
254.
16
Cohen ve Areto, Sivil Toplum ve Siyasal Teori, s. 83.
17
Keane, Demokrasi ve Sivil Toplum, s. 61.
5
Ferguson’dan ve yeni siyasal ekonomi disiplininden maddi uygarlığın mekanı ve taşıyıcısı
olarak sivil topluma dair vurgusunu devralır.”18

Hegel’de etik hayat üç parçalı bir çerçevede oluşmakta ve ayrışmaktadır. Bunlar, aile,
sivil toplum ve devlettir. Her alan bireyin yaşamını düzenleyen farklı etik kurallara
sahiptir.

2.1. Hegel’de Aile Kavramı

Hegel’in aile anlayışı, “belli bir ölçüde... sivil toplumun arka planı olarak yorumlayan
Aristo’yu takip eder, fakat aklında oikos’un genişletilmiş hane niteliğinden farklı bir aile
biçimi vardır. Hegel önceki biçimlerinin niteli olan ve piyasa tarafından devralınmış
ekonomik işlevlerinin çoğundan kopmuş çekirdek burjuva ailesini varsayar. Böylelikle,
hane dışı ekonomik işlevler yaygınlaştıkça, hane reisleri birbirlerine sadece siyasada değil
aynı zamanda ekonomide de bağlanır.”19 Aileler böylelikle siyasal bir zeminin yanında
ekonomik bir zeminde de birbirlerine eşitlenmektedirler. “Hegel aileyi ekonomik
ilişkilerde bir model olarak almaz. Buna karşılık ekonomik ilişkilerin sivil toplumda temel
öneme sahip olduğunu vurgular.”20 Aileler hem sivil toplumun üyesi hem de devletin
yurttaşı olarak gözükmektedir.

Sivil toplum içindeki bireylerin çatışmalarının devlete yansıması gibi bir durum söz
konusu değildir. “Hegel de insan, birincisinde sivil toplum üyesi, ikincisinde ise devlet
yurttaşı olduğu iki ayrı düzleme yerleştirir ve bu iki kategori arasında bir denge
oluşturmaya yönelir. İnsan bir yanda burjuva olarak ailesi ve kendisi için çalışır, sözleşme
yapar, etkinliklerde bulunur; öbür yanda, yurttaş olarak evrensel ilkeler doğrultusunda
hareket eder. Burjuva ve yurttaş kişinin ayrılmaz iki ayrı niteliğidir; aynı anlama gelmek
üzere, bu iki nitelik aynı bireyde birleşir. Dolayısıyla, Hegel bu nitelikler arasındaki
ilişkiyi aşılması gereken bir çatışma olarak değerlendirmez.” 21 Devlet ideal olarak sivil
toplumdaki çatışmayı çözümlemekte ve ailelerin bozulmasını durdurmayı amaçlamaktadır.
Hegel’in ailelerin boşanmasına da olumsuz bakmasının nedeni “ailenin bozulmasının
ahlaki bakımdan taşıdığı olumsuzluktur.”22

18
Cohen ve Areto, Sivil Toplum ve Siyasal Teori, ss. 84-85.
19
Cohen ve Areto, Sivil Toplum ve Siyasal Teori, s. 563.
20
Doğan, Sivil Toplum Anlayışı, s. 148.
21
Mehmet Yetiş, “Marx ve Sivil Toplum”, Praksis Dergisi, Sayı 10 (2003): s. 44.
22
Doğan, Sivil Toplum Anlayışı, s. 147.
6
2.2. Hegel’de Sivil Toplum Kavramı

Sivil toplumu ekonomik ve toplumsal pratikler olarak tanımlamak mümkündür.


“Sivil toplum aile bireylerinin büyük aile karşısında bağımsızlık kazanması ile ortaya
çıkar.”23 Hegel’in sivil toplumu gönüllülük esasına dayanan örgütler ve bunların yeni
dayanışma biçimleri olan, eşitlikçi katılım, üyelik gibi yeni örgütlerden oluşmaktadır.24
Sivil toplum alanında “bireyler, toplumsal sınıflar, her türlü toplumsal kurum ve
kuruluşlar sivil toplumu meydana getirir.” 25

“Hegel’in kuramsal yaklaşımındaki biçimiyle, sivil toplum alanı gereksinmeler sistemini,


piyasa ekonomisini, toplumsal sınıfları korporasyonları, polisi, hukuk ve idareyi
kapsamaktaydı. Bu alan, aileden ve devletten farklı olarak, insanlar arasındaki doğrudan
siyasal nitelikli olmayan, bireysel çıkara dayalı ilişkilerin biçimlendirdiği karmaşık bir
yapılanmaya sahipti... Öz çıkara dayalı toplumsal ilişkiler, ben-merkezciliğin ve egoizmin
etkinlik kazanması sonucunda, insanlar arasındaki bütünleşme ve dayanışma dinamiklerini
zaafa uğratarak, etik yaşamın sakatlanmasına yol açıyordu.” 26

Hegel’in sivil toplumu bir bencillik ve yabancılaşma dünyasını temsil eden ailelerin
parçalanmışlığı göstermektedir. “Sivil toplum, özel kişilerden, sınıflardan, gruplardan ve
faaliyetleri uygar hukuk tarafından düzenlenen ve bu nitelikleriyle de siyasal devletin
kendisine doğrudan bağlı olmayan kurumlardan oluşan bir mozaiktir. Hegel, bu anlamıyla
sivil toplumun zaman ve mekanın dışında var olan, önceden verili ve değişmez bir yaşam
kaynağı olmadığını vurgular. Sivil toplum uzun ve karmaşık bir tarihsel dönüşüm
sürecinin ürünüdür.”27 Bu tarihsel dönüşüm diyalektiğin bir parçası olmakla birlikte;
sonucunda kurulacak olan modern devlet ile son bulacaktır. Ancak bu sona kadar sivil
toplum, ailelerin bazı ihtiyaçlarını karşıladıkları “ahlaki yaşam alanı” 28 olarak
görülmektedir.

Sivil toplum bu doğrultuda ihtiyaçların da karşılanması gereken bir yer olarak da


karşımıza çıkmaktadır. “Kendi çıkarları peşindeki öznelerin keyfi iradelerini somut ve
dışsal bir süreçle kaynaştıran yeni bir piyasa ekonomisi türünün yaratılmasını içerir...

23
Doğan, Sivil Toplum Anlayışı, s. 150.
24
Cohen ve Areto, Sivil Toplum ve Siyasal Teori, s. 564.
25
İsmail Doğan, “Sivil Toplumun Kültürel Temelleri”, Polis Bilimleri Dergisi, Cilt 1, Sayı 4
(1999): s. 136.
26
Yetiş, “Marx ve Sivil Toplum”, s. 37.
27
Keane, Demokrasi ve Sivil Toplum, s. 76.
28
Doğan, Sivil Toplum Anlayışı, s. 155.
7
Modern toplumda ihtiyaçlar, bunları herkes için tüketilebilir kılan para biçiminde gitgide
soyutlaşır. İhtiyaçların genel tanınmasını ve tatminini mümkün kılan parasallaşmadır.
Hegel bu sürecin alt yüzünü de görür: ihtiyaçların soyutlaşması onları devasa
genişlemesine de izin verir. Ve ihtiyaçların sınırsız genişlemesi sadece büyük bir lüks ve
israfla birlikte daimi istek, yani birilerinin temel ihtiyaçlarını bile karşılayamaması
sonucunu doğurur.”29 Sivil toplumun ihtiyaçları sınırsız hale getirmesiyle artacak olan
lüks ve israfta ailenin bozulmasına neden olacaktır. Bunun önüne geçebilmek için devlet
ve devlet kurumlarının zümreleri önemli bir yer tutmaktadır. “Özel çıkarlar dünyası olarak
ortaya çıkan sivil toplum, genel çıkarın temsil edildiği devlet uğrağının karşıtıydı. Hegel,
devleti nesnel ahlakiliğin diğer uğrakları olan aile ve sivil topluma kıyasla daha üstün bir
konuma yerleştiriyordu. Devlet, sivil toplum alanındaki öz çıkarlardan ve toplumsal
sınıf/zümre çatışmalarından bağımsız olarak etkinlik göstermekteydi.” 30 Hegel sivil
toplumda üç sınıf olduğunu belirtmektedir, bunlar; tarım sınıfı, sanayi ve ticaret sınıfı ve
son olarak evrensel sınıf. 31

Hegel’e göre sivil toplumun üç boyutu bulunmaktadır, bunlar; birey, mülkiyetin


korunması, özel çıkarların kamu otoritesi tarafından korunmasıdır. Bireysel gereksinimler
karşılanması mülkiyet ve çalışma ile gerçekleşmektedir. Çalışma veya irade özgürlüğünün
bir ifadesi olarak mülkiyet hakkının korunması gereksinimler sisteminin bir gerekliliğidir.
Bu korunma da yargı tarafından yapılmaktadır. Yargıya mülkiyeti koruması konusunda
yardımcı olacak olan güç devletin polis gücüdür. Polis evrenselliğe gidişte öne çıkan
engellerin kaldırılmasında kullanılmaktadır. 32

2.3. Hegel’de Devlet Kavramı

Devlet bu üç parçalı sistemin(aile-sivil toplum-devlet) koruyucusu rolündedir. Aksi


halde sivil toplumun sivilliği kalmayacaktır. ”Hegelci sivil toplum, içerdiği çelişkili
eğilimlerin varlığı nedeniyle, kendi toplumsal uzamında baş gösteren sorunlarla
koşullandığı için, bireysel çıkarlara göre kararlaştırılamayacak dışsal bir düzenleme
tarzına gereksinme duyar. Zira, bireyler arasındaki karşılıklı bağımlılık, işbölümü ve
eşitsizlik ilişkilerinin gelişmesinin –deyim yerindeyse– yapısal belirlenimini sivil
toplumun “içsel diyalektiği” oluşturur... sivil toplum, kendi engellenemez işleyişi

29
Cohen ve Areto, Sivil Toplum ve Siyasal Teori, ss. 88-90.
30
Yetiş, “Marx ve Sivil Toplum”, ss. 36-37.
31
Sınıflar hakkında daha geniş bilgi için bkz. Doğan, Sivil Toplum Anlayışı, ss. 166-172.
32
Doğan, Sivil Toplum Anlayışı, ss. 160-166.
8
sonucunda, bir yandan üretim ve sermaye birikimi alanlarında önemli gelişmelere, diğer
yandan da üyelerinin önemli bir bölümünün toplumsal zenginlikten uzaklaşmasına tanık
olur.”33

Bu çatışmalar ancak kamu otoritesi tarafından durdurulabilecektir. “Sivil toplumun


adaletsizliklerinin giderilmesini ve tikel çıkarlarının evrensel bir siyasal topluluk
içerisinde sentezlenmesini ancak yüksek kamu otoritesi sağlayabilir... sivil toplum yüksek
kamu otoritesi sayesinde korunarak aşılır... Hegel devlet müdahalesinin meşru olduğu iki
durum düşünür. Birincisi, devlet, sivil toplumdaki adaletsizlik ve eşitsizlikleri gidermek
için müdahale edebilir. İkincisi, yüksek kamu iktidarı halkın evrensel çıkarlarını korumak
ve geliştirmek için sivil toplumun işlerine doğrudan müdahale etmekte haklıdır.” 34 Bu
haklılık devletin görevi olarak da tanımlanmaktadır. “Hegel'e göre sivil toplum, kazanç,
şahsi mutluluk ve kişi statüsünün korunması gibi hayat kesitlerinin yaşanmasının toplu
iradesidir. Ancak, insan egoizminin yol açtığı çatışmaları "çıkarlar sistemi" biçiminde
dengeleyecek bir güç olarak devlete ihtiyaç vardır.”35

Sermaye birikim süreci bu çatışmalara yol açtığına, eşitsizlikler doğurduğuna göre


Hegel için bu çatışmaları çözmenin yolu, devlete toplumsal alanda daha fazla alan
açmaktır. “Hegel’e göre devletin görevi sivil toplumu korumak ve aşmaktır; sivil toplum
ise doğal özgürlük durumu olarak değil, ekonomiyi toplumsal çıkar gruplarını ve medeni
hukuk ile refahı yürütmekle sorumlu kurumları kapsayan, tarihsel olarak kurulmuş bir etik
yaşam düzeni şeklinde kavranır. Devlet... sivil toplumu biçimsel evrensellikten organik
gerçekliğe dönüştürmek için onun bağımsızlığını sınırlayan ve koruyan yeni bir uğraktır.
Devlet ancak sivil toplumun varlığını kabul ederek ve sivil toplumu tabi bir konumda
tutarak özgürlüğünü koruyabilir.”36

Hegel için aile ve sivil toplum ahlaki devlete ulaşmada bir aşamadır. Ancak sivil
toplum ile ahlaki devlet arasında çatışma kaçınılmazdır, sivil toplum devlet tarafından
tamamen kuşatılmalı ve ele geçirilmelidir. “Birey Hegel’in siyasal modelinde devletin
yüksek amaçları uğruna feda edilmiştir. Toplumun varlığı da devletin amaçlarına hizmet

33
Yetiş, “Marx ve Sivil Toplum”, s. 38.
34
Keane, Demokrasi ve Sivil Toplum, ss. 77-78.
35
Burhan Kuzu, “Demokrasi –Resmi İdeoloji- Sivil Toplum”, Ankara Üniversitesi Siyasal
Bilgiler Fakültesi Dergisi, Cilt: 47, Sayı 1 (1992): s. 559.
36
Keane, Demokrasi ve Sivil Toplum, s. 62.
9
perspektifine göre kurgulanmıştır. Bu nedenle sivil toplumun varlığını özerk olarak
sürdürmesi değil... kendine verilen rolle sınırlı olarak devam ettirmesi söz konusudur.” 37

3. Karl Marx’ta Sivil Toplum

Marksist geleneğe göre sivil toplum kavramı proletarya üzerinde burjuvazi tarafından
kurulan üstünlüğü anlatmaktadır. “sivil toplum terimi, özel sermaye ile ücretli emeğin
siyaset dışı ilişkisinde ifadesini bulan, burjuvazinin proletarya üzerindeki tarihsel olarak
kurulmuş egemenliğini anlatır. Sivil toplumun sadece içeriği değil, biçimi de burjuvadır.
Sivil toplum, devlet garantisindeki meta üretimi ve mübadelesi alanıdır.” 38 Sivil topluma
hakim olan düşünce Hegel’deki gibi çatışma üzerine kuruludur. Marx 1793 İnsan ve
Yurttaş Hakları Bildirgesi’ni incelerken, anılan üç insan hakkının(özgürlük hakkı,
mülkiyet hakkı, güvenlik hakkı) 39 hiçbir biçimde sivil toplumun bencilliğini
aşamayacağını ileri sürüyordu. Sivil toplum, somut bireylerin kendi nesnel çıkarlarını
korumak amacıyla hareket ettikleri, herkesin herkesle savaştığı bir egoizm alanıydı. 40

Marx’ın sivil toplum kavramını iki aşamalı olarak saptayabiliriz. “Marx, birinci
aşamada, sivil toplum ve devlet arasındaki bağlantıların niteliği çerçevesinde, Hegelci
felsefenin eleştirisi yoluyla, siyasal alan ve devlete ilişkin evrensellik savlarının yanıltıcı
olduğunu göstermeye çalıştı. İkinci aşamada ise, özellikle ekonomi politik alanındaki
çözümlemeye dayanarak, sivil toplumun maddeci bir açıklamasını hedefledi. Sivil
toplumu, artı-değer sömürüsünün gerçekleştiği, sınıfsal bölünmelere göre biçimlenen bir
alan olarak betimledi... Sivil toplum, yalnızca siyasal devletin ortaya çıkmasına yol açan
çelişkilerin keskinleştiği bir çatışma alanı değil, aynı zamanda çelişkilerin diyalektik bir
biçimde aşılmasını sağlayacak olan süreç ve öznelerin de açığa çıktığı toplumsal ilişkiler
örüntüsüydü.”41 Marx ve Hegel arasındaki fark “sivil toplum- devlet arasındaki belirleyen-
belirlenen ilişkisinin işleyiş yönü konusunda ortaya çıkar.”42 Hegelci devletin evrensellik
savlarının yanıltıcılığını göstermek için; Hegel’in diyalektiğini baş aşağı bir şekilde
yorumlayarak, sivil toplumu devletin birlikteliğini sağladığını söylemektedir.

37
Doğan, Sivil Toplum Anlayışı, s. 194.
38
Keane, Demokrasi ve Sivil Toplum, s. 56.
39
Jale Civelek, “1789 Fransız Bildirisi ve 1978 Evrensel İnsan Hakları Bildirisi”, Milletlerarası
Hukuk ve Milletlerarası Özel Hukuk Bülteni, Cilt 9, Sayı 1, (1989): ss. 2-5.
40
Karl Marx, On the Jewish Question, (Moskova: Progress Publishers, 1975) s. 155’den aktaran
Yetiş, “Marx ve Sivil Toplum”, s. 54. [Söz konusu bilgiyi Yetiş, Marx’ın kitabından
aktarmaktadır.]
41
Yetiş, “Marx ve Sivil Toplum”, s. 35.
42
Doğan, Sivil Toplum Anlayışı, s. 195.
10
Marx tarihsel devlet örneklerine göndermede bulunmuş ve Antik Yunanistan’da
“sivil toplumun politik toplum karşısında köle durumunda olduğunu” 43 belirtmiştir.
Gerçekten de Antik Yunan devletlerinde sivil toplumun politik toplumdan ayrı olarak bir
195.bağımsızlığı ya da özerkliği bulunmamaktadır. Marx, sivil toplumdaki sınıfsal
dinamiklerin feodal dönemdeki özgürlük dışı durumlara son verdiğini belirtmekle birlikte;
bu sınıfsal dinamiklerin alt sınıflar aleyhine yeni eşitsizlikler ve yabancılaşma biçimleri
ortaya çıkardığını vurgulamıştır. “Marx sivil toplumun olumsuz yönlerini, ayrıştırıcı ve
gayri-insanileştirici özelliklerini vurgulamış olmakla beraber, bunu yaparken ihtiyaçlar
sisteminin ekonomik boyutlarının çözümlemesini de derinleştirmiştir.”44 Marx sivil
toplumu verili bir durum olarak değil, tarihsel bir sonuç(fenomen) olarak görmektedir.
“Marx sivil toplumdaki iktidar ilişkilerini Hegel’in tersine, üretim ilişkileri ve güçlerine
dayanarak açıklar. Sivil toplum, burjuvazinin kendi imgesinin taklidi bir dünya yarattığı
ekonomik biçim olarak görülür.”45 Sivil toplumun bu şekliyle burjuvazinin kendisini
gizlediği bir alan olarak görülmektedir. Modern yaşamın altyapısal ve üstyapısal ögeler ile
çözümlenebileceğini belirtmektedir. “Marx’a göre sivil toplum 18. yüzyıl Avrupa’sında
burjuvazi ile gelişti. Onun için sivil toplum, üretici güçlerin belli evrimsel gelişiminde
ortaya çıkan ve bireyler arasındaki ekonomik ilişkilerin tümüdür.” 46

Marx’a göre modern toplumlarda belirleyici olan sivil toplumdur, sivil toplumda
ekonomik ilişkiler yumağı olarak altyapıyı oluşturmaktadır. “Hegel’in modelindeki
haliyle, evrensellik uğrağı olarak betimlenen devlet, sivil toplum karşısında belirgin bir
üstünlük ve (bu üstünlüğün göstergesi olmak üzere) belirleyicilik yeteneği kazanmaktaydı.
Oysa nesnel gerçeklikten hareket edildiğinde, iki alan arasındaki ilişkilerin gerçeğe uygun
betimlemesine, burada açıklanan konumlandırma işleminin tersine çevrilmesiyle
ulaşılabilirdi: Belirleyici olan, devlet değil sivil toplumdu. Hegel, bireysel çıkarlar ve
bencillik alanı olarak tanımladığı sivil toplumun aşılacağı uğrağın devlet olduğunu ileri
sürmekteydi. Marx ise, araştırmalarını (özellikle ekonomi politik alanında) sürdürdükçe

43
Karl Marx, Contribution to the Critique of Hegel’s Philosophy of Law, (Moskova: Progress
Publishers, 1975) s. 73’den Yetiş, “Marx ve Sivil Toplum”, s. 44. [Söz konusu bilgiyi Yetiş,
Marx’ın kitabından aktarmaktadır.]
44
Cohen ve Areto, Sivil Toplum ve Siyasal Teori, s.107.
45
Keane, Demokrasi ve Sivil Toplum, s. 91.
46
Vehbi Bayhan, “Demokrasi ve Sivil Toplum Örgütlerinin Engelleri: Patronaj ve Nepotizm”,
Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 26, Sayı 1, (2002), s. 6.
11
daha saydam bir biçimde ortaya koyacağı uslamlamasına uygun olarak, sivil toplumun,
ancak kendi içinden gelişecek olan dinamikler tarafından aşılabileceği görüşündeydi.” 47

Marx’a göre “modern burjuva çağı, siyasal ve toplumsal katmanlaşma biçimlerinin


ayrılmasına yol açması ölçüsünde eşsizdir. İlk kez insanları toplumsal sınıflara böler,
bireylerin yasal statülerini sivil toplumdaki sosyo-ekonomik rollerinden koparır ve her bir
bireyi biri özel bencil ve öteki de kamusal yurttaş olmak üzere iki konuma ayırır... özel
ihtiyaçlar ve çıkarlar, ücretli emek ve özel hukuk alanı olan sivil toplum siyasal
denetimden özgürleşir ve devletin temeli ve ön varsayımı olur.”48 Hegel’de devlet
çatışmayı düzenleyici olarak karşımıza çıkmaktaydı. Marx’ta ise devlet bu çatışmaların
görünmemesini çalışmaktadır. “Kapitalist sömürü ilişkilerini yeniden üreten devletin, bu
işlevin gerçek öznesi olarak etkinlik gösterebileceği savı ise tartışmalıdır. İnsanın sivil
toplumdaki “sorunlu” varlığı yüzünden, siyasal kertenin dolayımı olmaksızın, genel
özgürlük durumuna ulaşılması olanaklı değilse de; sivil toplumda sınıfsal karşıtlıklar ve
bölünme eğilimleri var oldukça, devletin temsil ettiği varsayılan evrensellik uğrağına
somut bir gerçeklik kazandırılacağını ileri sürmek, mevcut mistifikasyon biçimlerine katkı
sağlamaktan başka bir şeye yaramayacaktır.” 49

Marx’a göre sivil toplum bütün insanlık tarihin gerçek odağı ve sahnesidir. “Üretim
tarzıyla ilişkili ve onun tarafından meydana getirilen karşılıklı ilişki biçimi, sivil toplumdu
ve bütün tarihin temelini oluşturmaktaydı. Toplumsal formasyonun bütünlüğü içerisinde,
devletle birlikte bütün üstyapısal oluşumlar (bilinç biçimleri, felsefe, ahlak, din, ideoloji
vb.) bu temel üzerinde yükselmekteydi.” 50 Böylelikle sivil toplum üretim ilişkilerinin
gelişimiyle doğrudan ilintili ve tarihsel olarak verili olmayan koşullanmış ilişkiler alanı
olarak belirtilmektedir. Bu noktada Hegel’de devletin evrenselliğe doğru bir aşması olarak
gördüğümüz diyalektik, Marx’ta sivil toplumun aşması olarak karşımıza çıkmaktadır.
“Sivil toplum, üretici güçlerin belirli bir gelişme aşaması içerisinde, bireylerin karşılıklı
maddi ilişkilerinin tümünü kapsar. Verili bir aşamanın tüm ticari ve sınai yaşamını kapsar
ve bu bakımdan da, her ne kadar dış ilişkilerinde kendini milliyet biçiminde ileri sürmek

47
Yetiş, “Marx ve Sivil Toplum”, ss. 40-41.
48
Keane, Demokrasi ve Sivil Toplum, s. 90.
49
Yetiş, “Marx ve Sivil Toplum”, s. 46.
50
Karl Marx and Frederick Engels, The German Ideology, (Moskova: Progress Publishers, 1976)
s. 53’den aktaran Yetiş, “Marx ve Sivil Toplum”, s. 64. [Söz konusu bilgiyi Yetiş, Marx’ın
kitabından aktarmaktadır.]
12
ve içeride kendini devlet olarak örgütlemek zorunda ise de, devleti ve ulusu aşar.”51
Marx’a göre, devlet de çıkar çatışmalarının dışında olmadığından; sivil toplumdaki
çatışmalara çözüm getirmesi beklenmemelidir. 52

Bu haliyle sivil topluma egemen olacak sınıf, devleti de kendi isteği doğrultusunda
dönüştürecek ve tarihi de bu şekilde aşacaktır. Aksi halde toplum eşitsizliği sürekli olarak
üretmektedir Sivil toplumun birlikteliğini sağlayan devlet değil, devletin birlikteliğini
sağlayan sivil toplumdur, sivil toplum kendi dinamikleri ile birlikte kendisini
aşabilecektir.53 Marx’a göre, insanlığın genel yıkımını engelleyebilecek ve yeni bir
toplumu kurabilecek olan tek sınıf proletarya idi. Ancak proletarya sivil toplumun
sunduğu olanaklardan yaralanamayan bir sınıf olarak sivil toplumda değildir.54
Proletaryanın sivil toplumda olmaması, proletaryanın sivil topluma egemen olmasının da
önündeki en büyük engeldir. Bu nedenle Marx’ın diyalektiğinin sonu, Hegel’in evrensel
devletinin aksine; proletaryanın yapacağı devrim sonrasında kurulacak olan devletsiz
toplumla mümkün olmaktadır.

4. Antonio Gramsci’de Sivil Toplum

Gramsci, Marksizm’in sivil toplumu ekonomi politiğe indirgemesinin sorun


yarattığını belirtmiştir. Marksizm’in bu indirgemeci yaklaşımı demokratik bir topluma
geçiş meselesinin ciddi bir şekilde ele alınamamasına neden olmuştur. Marksizm’in bu
yönünü, “saf marksizmde kütle halinde ele alınan insanlar tutkularına değil de ekonomik
zorunluluklara itaat ederler.” 55 “Mevcut sistemin yeniden üretilmesinde bağımsız ve
zaman zaman da belirleyici bir değişken olan kültürel ve toplumsal hegemonya
aracılığıyla rızanın üretilmesinin ciddi bir değerlendirmesi, ancak sivil toplumun, hem
ekonomi hem de devletten metodolojik olarak ayrılmasından sonra mümkün olmuştur...
Gramsci, Marx’ın izleyicilerinden biri olmasına rağmen kendi sivil toplum anlayışını
doğrudan Hegelden yola çıkarak oluşturmuştur ve Marx’ın aksine ilhamını ihtiyaçlar
sisteminden değil loncalar doktrininden almıştır.”56 Gramsci, Hegel’in lonca ve

51
Marx and Engels, The German Ideology, s. 89’dan aktaran Yetiş, “Marx ve Sivil Toplum”,
s.64. [Söz konusu bilgiyi Yetiş, Marx’ın kitabından aktarmaktadır.]
52
Ahmet Karadağ, “Demokratikleşme ve Sivil Toplum: Liberal Düşünce Topluluğu Örneği”, Sivil
Toplum, Cilt 1, Sayı 4, (2003): s.48.
53
Yunus Enterili, “Karl Marx, Yahudi Sorunu Bağlamında Sivil Toplum ve Politik Toplum”,
Tarih ve Gelecek Dergisi, Cilt 3, Sayı 1, (2017), s. 100
54
Yetiş, “Marx ve Sivil Toplum”, ss. 46-48.
55
Antonio Gramsci, Modern Prens, çev. Milena Ayseli, (İstanbul: Siyah Beyaz Yayınları, 2016), s. 53.
56
Cohen ve Areto, Sivil Toplum ve Siyasal Teori, s. 131.
13
zümrelerinin modern karşılıklarını incelemiş ve bu birlikler ve kültürel dolayımlara
yoğunlaşmıştır. Gramsci, geleneksel Marksist kuramı iki şekilde değiştirmiştir. Öncelikle
ideolojik üstyapının ekonomik yapı üzerindeki önceliğini vurgulamaktadır. İkinci olarak
da, sivil toplumu rıza, politik toplumu da zor kullanma üzerinden önceliğini
vurgulamaktadır.57

Rızanın açıklanmasında Gramsci, ideoloji ve bilincin gücünü önemsemektedir.


Kapitalist toplumun ilişkilerine rıza gösteren bu bilincin gücüdür, “bu bilinçtedir ki, sivil
toplumdan başlayarak –fabrikadan okula ve aileye bütün hegemonik aygıtlarda- kendi öz
örgütlenmeleri yoluyla kitlelerin etkin rızasının kazanılmasına yönelik bir stratejinin
temelleridir.”58

Gramsci “sivil toplum çeşitli yerlerde devletin tamamlayıcısı, siyasal toplumu


yanında yahut karşısında konumlandırılmış haliyle devletin bir parçası ve zaman zaman da
devlete özdeş tanımlamaktadır. Bir tanım getirmeye yönelik tüm bu teşebbüslerin
arkasındaki fikir, mevcut sistemin ekonomik temel dışındaki yeniden üretiminin iki
pratiğin –hegemonya ve tahakkümün, rıza ve zorlamanın- bir araya gelmesi sayesinde
gerçekleşiyor olmasıdır. Bunlarsa iki kurumsal çerçeve aracılığıyla faaliyet gösterirler.
Sivil toplumdaki sosyal ve siyasi birlikler ve kültürel kurumlar ile devletin veya siyasal
toplumun yasal, bürokratik, polis ve askeri aygıtları.” 59

Diğer Marksist düşünürlerin aksine Gramsci’ye göre, “işçilerin sınıfsal rollerini


kavramaktan alıkoyan, yalnızca kendilerinin ekonomik süreç içindeki konumlarına ilişkin
kavrayış eksiklikleri değildi, işçi sınıfını kendini gerçekleştirmekten alıkoymanın
sorumlusu... üretim ilişkilerinin yeniden üretilmesinde yer alan, devletin kendisidir. Başka
bir deyişle, devlet burjuvazinin baskı aygıtından ibaret değildi; devlet, burjuvazinin
üstyapıdaki hegemonyasını içeriyordu... Gramsci için tarihsel gelişimdeki etkin ve pozitif
etkeni üstyapı temsil eder.”60 Gramsci sivil toplumu üstyapıya taşımıştır. Gramsci sivil
toplumu üst yapıya taşımakla birlikte, hegemonik ilişkilerin üretim ilişkilerinden bağımsız
olduğunu da belirtmektedir. “Hegemonya etik-politik olsa bile, aynı zamanda ekonomik
nitelikte olmak zorundadır, yönetici grubun ekonomik etkinliğin belirleyici çekirdeğinde

57
Carnoy, “Gramsci ve Devlet”, s. 256.
58
Carnoy, “Gramsci ve Devlet”, ss. 256-257.
59
Cohen ve Areto, Sivil Toplum ve Siyasal Teori, s. 133.
60
Carnoy, “Gramsci ve Devlet”, s. 253.
14
yerine getirdiği belirleyici işleve mutlaka dayanmak zorundadır.”61 Bu doğrultuda üst yapı
ile yapı arasında bir ayrılıktan değil, bir diyalektik ilişkiden bahsetmek gerekmektedir.
Burada Gramsci’nin pasif devrim kavramı işin içine karışmaktadır. Gramsci bu kavramı,
“egemen sınıf hegemonyasını sürdürmek, kitlelerin siyasal ve iktisadi kurumlar üzerinde
baskıda bulunmasını önlemek amacıyla devlet iktidarının sürekli yeniden düzenlenmesini
ve ast sınıflarla ilişkisini anlatmak için kullanır.” 62 Gramsci’ye göre “pasif devrim kavramı
sıkı sıkıya politika biliminin iki temel ilkesine bağlıdır. Birincisi, hiçbir toplumsal kuruluş,
kendisinden gelişen üretici güçler daha sonraki bir harekette yerini bulmadıkça, yok
olmaz. İkincisi, toplum çözümlenmesi için zorunlu olan koşulları daha önceden doğmamış
olan ödevleri yüklenemez. “63 Devletin bu şekilde yeniden düzenlenmesi ve kitlelerden
gelebilecek olan tehditlere karşı bu düzenlemeleri kullanıp hegemonya oluşturması
yetenek açısından oldukça gelişmiş bir devleti karşımıza çıkarmaktadır.

Gramsci işçi sınıfının hegemonya üreten devlet karşısında korunması ve


bilinçlenmesi için karşı-hegemonya kurulmasını zorunluluk olarak görmüştür. “Karşı-
hegemonyayı kurmaya yönelik bir strateji, birinci konum bağlamında işçi sınıfını basitçe
sivil toplumun müesses kurumsal ağına dahil edecektir ki mevcut tahakküm sisteminden
kurtulmak için bu ağın daha sonra tamamen yok edilmesi gerekmektedir.”64

Gramsci’nin hegemonya kavramının iki anlamı bulunmaktadır, birincisi


hegemonyayı sivil toplumdaki bir süreç olarak görmektedir. Hegemonya egemen sınıfın
bir fraksiyonunun entelektüel liderliği yoluyla egemen sınıfın müttefiki olan diğer
fraksiyonlar üzerinde kurduğu denetimi anlatmaktadır. İkincisi, egemen ile bağımlı
sınıfların arasındaki ilişkidir. “Hegemonya egemen sınıfın, kendi dünya görüşünü
kapsayıcı ve evrensel olarak yerleştirmek için siyasal, ahlaki ve entelektüel liderliğini
kullanmaya, ayrıca bağımlı grupların çıkar ve gereksinimlerini biçimlendirmeye yönelik
başarılı girişimleri içerir.” 65 Egemen sınıf birincisinde herhangi bir dayatma içerisinde

61
Antonio Gramsci, Selections from Prison Notebooks, (New York: İnternational Publishers,
1971) s. 161’den aktaran Carnoy, “Gramsci ve Devlet”, s. 262. [Söz konusu bilgiyi Carnoy,
Gramsci’nin kitabından aktarmaktadır.]
62
Carnoy, “Gramsci ve Devlet”, s. 264.
63
Antonio Gramsci, Hapishane Defterleri; Felsefe ve Politika Sorunları –Seçmeler-, çev. Adnan Cemgil,
(İstanbul: Belge Yayınları, 2007) s. 302.
64
Cohen ve Areto, Sivil Toplum ve Siyasal Teori, s. 137.
65
Carnoy, “Gramsci ve Devlet”, s. 257.
15
değilken; ikinci tanımda “tarihsel koşulların değişen doğasına, insanların istek ve
tepkilerine uyum sağlayabilmek için” 66 dayatma içermektedir.

Gramsci hegemonyayı hem sivil toplumun hem de devletin içerisine yerleştirmiştir.67


“Gramsci’ye göre üstyapı olarak devlet kapitalist toplumun anlaşılmasında ikincil
olmaktan çok birincil düzeyde bir değişken durumundadır... Devlet aynı zamanda hem
egemen sınıf iktidarının genişlemesinin temel bir aracı, hem de bağımlı sınıfları güçsüz ve
örgütsüz tutan bir baskı gücüdür.” 68 Gramsci devleti tanımlarken devleti, sadece yönetimi
elinde tutma ve zorlama araçlarını tekeline almak olarak görmez; devlet tanımına sivil
toplumu da ilave eder.69 Gramsci, devlet ve sivil toplum arasında üç ilişki kurmaktadır.

İlk durumda Devlet=Sivil Toplum+Politik Toplum durumunda devlet hegemonya ve


tahakküm üretecektir. Devlet sivil toplumu kuşatmaktadır, bu durumda “hegemonya artık
sivil toplumla sınırlanamaz, fakat sivil hegemonya ile karşıtlanan siyasal hegemonya
olarak devlet içinde konumlandırılır. Böylece, hegemonya her yerdedir, ama değişik
biçimler altında; devlet, sivil toplumu kuşatan, ondan sadece devlete ait baskı aygıtları
açısından ayırt edilebilen bir hegemonya aygıtı olur.”70

Devlet=Sivil Toplum durumunda devlet hegemonya aracıdır. Böylelikle rıza ve


zorlama devletle birlikte görülmektedir, hegemonyanın da devlet aygıtlarından ayrılması
gözlemlenemez, aynı zamanda sivil toplumun aygıtlarından da ayrılamaz. “Devlet ile sivil
toplum büyük bir birlik oluşturmak üzere kaynaşır.”71

Son olarak da Devlet ve Sivil Toplum karşıtlık halinde olduğu durum vardır. Sivil
toplum ile devlet arasında zıtlık gözlemlenmektedir, egemen sınıf toplum yoluyla
hegemonya, devlet ise hukuksal iktidar ile doğrudan egemenlik uygular. “Devlet, kendisi
aracılığıyla yönetici sınıfın, egemenliği yalnızca haklı gösterip koruduğu değil, ama

66
H. A. Giroux, Hegemony, Resistance and Education Reform, (Berkeley: McCutchan
Publishing, 1981) s. 419’dan aktaran Carnoy, “Gramsci ve Devlet”, s. 257. [Söz konusu bilgiyi
Carnoy, Grioux’un kitabından aktarmaktadır.]
67
Louis Althusser, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, (İstanbul: İthaki Yayınları, 2017).
68
Carnoy, “Gramsci ve Devlet”, s. 259.
69
Doğan, Sivil Toplum Anlayışı, s. 234.
70
Carnoy, “Gramsci ve Devlet”, s. 260.
71
Carnoy, “Gramsci ve Devlet”, s. 260.
16
yönetimi altında tuttuklarının etkin rızasını da kazanabildiği pratik ve teorik etkinliklerin
karmaşık bütünlüğüdür.”72

4.1. Hegemonya Krizi

Yeni bir hegemonyanın kurulması için önceki hegemonyanın yıkılmak üzere olması
veya hegemonya kuramaması gerekmektedir. Bu hegemonya krizinin nedenleri olarak
toplumsal sınıfların kendi siyasal örgütlerini yöneten kimseleri artık kendilerinin ifadesi
olarak kabul etmemesinden kaynaklanmaktadır. Krizler yönetici sınıfların devlet
aracılığıyla gerçekleştirdiği ve halkın hoşuna gitmeyen eylemlerin sonucudur. “Egemen
sınıf oydaşmasını yitirmişse, yani artık yönetici değil, sadece egemen ise, salt zorlama
gücünü kullanıyorsa, bunun anlamı kesinlikle şudur ki, büyük kitleler geleneksel
ideolojilerinden kopmuşlardır ve eskiden inandıklarına artık inanmamaktadırlar. Kriz,
eskinin ölmekte, yeninin ise doğamamakta oluşundadır.”73 Krizin nedenleri olarak da
ekonomik kriz, refahın azalması, mevcut durumun dayanılamaz hale gelmesi gibi
durumlar belirtilmektedir. Ancak krizler ancak yeteri kadar bilinç varsa eylemi
doğuracaktır.

4.2. Aydınlar

Gramsci’nin kuramında aydınların rolü oldukça önemlidir, çünkü aydınlar yapı ve


üstyapının birleşimi olan Tarihsel bloku bir araya getirmeyi sağlamaktadırlar. “Tarihsel
blok bir arada bulunan siyasal, ahlaki ve ideolojik hareket alanları olarak da ifade
edilebilir... Tarihsel bloktan söz edebilmek için egemen bir sınıfın varlığı zorunludur. Bu
egemen sınıf toplum veya devlette kültür ögelerinde ve devlet yönetiminde baskın
konumdadır.”74 Tarihsel blok yapı ile üst yapının bir dolayım alanı işlevi görmektedir.
“Tarihsel blok kavramı yani doğa ve tin (yapı ve üstyapı) arasındaki birlik, karşıtlıkların
ve farklılıkların birliği.” 75 “Yapılar ve üstyapılar bir tarihsel blok oluşturur; yani
üstyapıların karmaşık, çelişik, uyuşmaz bütünü, toplumsal üretim ilişkilerinin bütününü
yansıtır... düşünüş, yapı ile üstyapılar arasındaki zorunlu karşılıklı ilişkilere dayanır; işte

72
Gramsci, Selections from Prison Notebooks, s. 244’den aktaran Carnoy, “Gramsci ve Devlet”,
s. 260. [Söz konusu bilgiyi Carnoy, Gramsci’nin kitabından aktarmaktadır.]
73
Gramsci, Selecitons from Prison Notebooks, ss. 25-26’dan aktaran Carnoy, “Gramsci ve
Devlet”, s. 266. [Söz konusu bilgiyi Carnoy, Gramsci’nin kitabından aktarmaktadır.]
74
Doğan, Sivil Toplum Anlayışı, s. 222.
75
Antonio Gramsci, Modern Prens, s. 21.

17
bu da gerçek diyalektik süreçtir.76 Burada Gramsci iki aydın türünden bahsetmektedir;
organik aydınlar ve geleneksel aydınlar.

Organik aydınlar, “üretim tarzındaki tarihsel dönüşüme bağlı olarak ortaya çıkan sınıf
oluşumlarının özgül gereksinimlere karşılık vermek amacıyla kendileriyle kronolojik
olarak aynı zaman diliminde ortaya çıkardıkları aydınlardır.” 77 Organik aydınların, sınıf
ile olan bağı burada önem arz etmektedir. Organik aydınların, aynı süreç ve tecrübeleri
kendi sınıflarıyla paylaşmalarının yanında sınıf bilinci de yer almaktadır. “Aydınlar,
egemen grubun toplumsal hegemonya ve siyasal hükümet alt işlevlerini yürüten
vekilleridir.”78 Aydınların burada iki işlevi olduğu belirtilmelidir. Birinci işlev, tarihsel
blok içerisinde bir sınıfın diğer sınıflar üzerinde kurduğu kendiliğinden rızanın
oluşturulması ve yeniden üretilmesidir. İkinci İşlev de, egemen sınıfın üstünlük
biçimlerinin değişik alanlardaki yansımalarına ya da uzanımlarına rıza göstermeyen
sınıfların üzerinde uygulanan zorlama etkinlikleri anlatmaktadır. 79

Gramsci’nin aydınlar ayrımında ikinci aydınları oluşturan grup ise geleneksel


aydınlardır. Gramsci’ye göre geleneksel aydınlar, önceki üretim tarzının ya da Tarihsel
Blokun yeni toplumsal formasyona bıraktığı kalıntılar arasında yer alır. Geleneksel
aydınlar yeni üretim tarzının organik aydınlarının hızlı ve donanımlı bir şekilde
geliştirilmesiyle, yeni üretim tarzının saflarına katılacaklardır. 80 Gramsci geleneksel
aydınların, yeni üretim tarzının saflarına katılmalarını 1789 Fransız Devrimi ile
açıklamaktadır. Feodal düzenin geleneksel aydınları ile burjuva sınıfının organik aydınları
arasındaki mücadele; ilk olarak geleneksel aydınların, organik aydınlar safına katılması ve
sonrasında tasfiye edilmesiyle betimlenmektedir. 81

Gramsci, sosyalist yönetimin kurulmasını Marx’ın devriminin aksine hemen


gerçekleşmeyeceğini düşünmektedir. İşçi sınıfının organik aydınlar aracılığıyla
hegemonya üretmesinin gerekliliğinden bahsetmektedir. “Katarsis terimi tamamiyle
ekonomik ya da bencil, tutkulu safhasından ahlaksal-siyasal safhaya geçişi, yani insanların
bilincinde, yüksek düzeyde bir işlemle, yapının üstyapı haline gelişini anlatmak üzere

76
Antonio Gramsci, Hapishane Defterleri, çev. Adnan Cemgil, (İstanbul: Belge Yayınları, 2007) ss. 69-70.
77
Mehmet Yetiş, “Gramsci ve Aydınlar, Mülkiye Dergisi, Cilt: 26, Sayı 236 (2002), s. 222.
78
Antonio Gramsci, Selecitons from Prison Notebooks, çev. Quintin Hoare ve Geoffrey Nowell
Smith, (Londra: Lawrence and Wishart, 1971) s. 12’den aktaran Yetiş, “Gramsci ve Aydınlar”, s.
224. [Söz konusu bilgiyi Yetiş, Gramsci’nin kitabından aktarmaktadır.]
79
Yetiş, “Gramsci ve Aydınlar”, s. 224.
80
Yetiş, “Gramsci ve Aydınlar”, ss. 226-227.
81
Yetiş, “Gramsci ve Aydınlar”, s. 230.
18
kullanılır. Bu, aynı zamanda, nesnelden öznele ya da zorunluluktan özgürlüğe geçişi
anlatır... arınma(katarsis) süreci, diyalektik gelişmenin çıkardığı sentezler zincirine denk
düşer.”82 Hegemonya üretimi ile toplumun arınmasının sağlanabileceğini düşünmektedir.
“Gramsci toplumun giderek sosyalizme olumlu bakar hale gelmesini ve bu amaca doğru
ilerleme sürecini arınma(katarsis) olarak niteler. Katarsis sivil toplumda yaygınlaştıkça
kendi kendini üreten ve yöneten bir toplum oluşacaktır.” 83

İşçi sınıfı ideolojisini topluma benimsetirken ara dönem yani korporatif aşama
kurulacaktır. Bu korporatif aşamada aydınların yetişmesi de sağlanacaktır. “Burada parti,
aydın ve halk bütünleşesini sağlar. Böylece sosyalizm düşüncesini benimseyenler
çoğunluk durumuna geçmeye başlar.”84 Sonrasında arınma(katarsis) süreci olacak ve
organik aydınların dönüştürme işlevi ile işçi sınıfının hegemonyası kurulmuş olacaktır.

82
Gramsci, Hapishane Defterleri, s. 70.
83
Doğan, Sivil Toplum Anlayışı, s. 239.
84
Antonio Gramsci, Aydınlar ve Toplum, çev. Vedat Günyol, (Çan Yayınları, 1967) s. 65’den
aktaran Doğan, Sivil Toplum Anlayışı, s. 240. [Söz konusu bilgiyi Doğan, Gramsci’nin
kitabından aktarmaktadır.]
19
Kaynakça

Akın İlhan. Kamu Hukuku. İstanbul: Beta Yayınları, 1993.

Althusser Louis. İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları. İstanbul: İthaki Yayınları,


2017.

Aristoteles. Oikonomika. Çev. Burak Takmer. İstanbul: Kabalcı Yayıncılık, 2016.

Bayhan Vehbi. “Demokrasi ve Sivil Toplum Örgütlerinin Engelleri: Patronaj ve


Nepotizm”. Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi. Cilt 26. Sayı 1. (2002): 1-
13.

Carnoy Martin. “Gramsci ve Devlet”. Çev. Mehmet Yetiş. Praksis Dergisi. Sayı 3.
(2001): 252-278.

Civelek Jale. “1789 Fransız Bildirisi ve 1978 Evrensel İnsan Hakları Bildirisi”.
Milletlerarası Hukuk ve Milletlerarası Özel Hukuk Bülten. Cilt 9. Sayı 1. (1989): 1-9.

Cohen Jean ve Andrew Areto. Sivil Toplum ve Siyasal Teori. Ed. Argun Akdoğan.
Ankara: Efil Yayınevi, 2013.

Doğan İlyas. Sivil Toplum Anlayışı ve Siyasal Sistemler. Ankara: Astana Yayınları,
2015.

Doğan İsmail. “Sivil Toplumun Kültürel Temelleri”. Polis Bilimleri Dergisi. Cilt 1. Sayı
4. (1999): 133-146.

Enterili Yunus. “Karl Marx; Yahudi Sorunu Bağlamında Sivil Toplum ve Politik
Toplum”. Tarih ve Gelecek Dergisi. Cilt 3. Sayı 1. (2017): 91- 101.

Giroux H. A. Hegemony, Resistance and Education Reform. Berkeley: McCutchan


Publishing, 1981.

Gramsci Antonio. Aydınlar ve Toplum. Çev. Vedat Günyol. Çan Yayınları, 1967.

Gramsci Antonio. Hapishane Defterleri; Felsefe ve Politika Sorunları –Seçmeler-. Çev.


Adnan Cemgil. İstanbul: Belge Yayınları, 2007.

Gramsci Antonio. Modern Prens. Çev. Milena Ayseli. İstanbul: Siyah Beyaz Yayınları,
2016.

20
Gramsci Antonio. Selecitons from Prison Notebooks. Çev. Quintin Hoare ve Geoffrey
Nowell Smith. Londra: Lawrence and Wishart, 1971.

Gramsci Antonio. Selections from Prison Notebooks. New York: İnternational


Publishers, 1971.

Hobbes Thomas. Leviathan. Çev. Semih Lim. İstanbul: YKY Yayınları, 2010.

Karadağ Ahmet. “Demokratikleşme ve Sivil Toplum: Liberal Düşünce Topluluğu


Örneği”. Sivil Toplum. Cilt 1. Sayı 4. (2003): 45-58

Keane John. Demokrasi ve Sivil Toplum. çev. Necmi Erdoğan. İstanbul: Ayrıntı
Yayınları, 1994.

Kuzu Burhan. “Demokrasi –Resmi İdeoloji- Sivil Toplum”. Ankara Üniversitesi Siyasal
Bilgiler Fakültesi Dergisi. Cilt: 47. Sayı 1. (1992): 335-369.

Marx Karl and Frederick Engels. The German Ideology. Moskova: Progress Publishers,
1976.

Marx Karl. Contribution to the Critique of Hegel’s Philosophy of Law. Moskova:


Progress Publishers, 1975.

Marx Karl. On the Jewish Question. Moskova: Progress Publishers, 1975.

Yetiş Mehmet. “Gramsci ve Aydınlar. Mülkiye Dergisi. Cilt: 26. Sayı 236. (2002): 217-
245.

Yetiş Mehmet. “Marx ve Sivil Toplum”. Praksis Dergisi. Sayı 10. (2003): 35-72.

https://www.marxists.org/turkce/kivilcimli/kitaplar/diyalektik-materyalizm-nedir-ne-
degildir.pdf

21

You might also like