Professional Documents
Culture Documents
Balyoz Davası
Balyoz Davası
BALYOZ:
Yargı,
Cemaat
ve
Bir
Darbe
Kurgusunun
İç
Yüzü
1
GİRİŞ
Bu
Balyoz
üzerine
ikinci
kitabımız.
Aralık
2010’da
çıkan
ilk
kitabımız
Balyoz’un
ilk
safhalarını,
Balyoz
belgelerinin
Taraf
gazetesinde
yayımlandığı
Ocak
2010
ayından
sonraki
birinci
yıldaki
gelişmeleri
anlatıyordu.1
Bu
kitap,
Balyoz’un
günümüze
kadar
tüm
evrelerini
kapsıyor.
2
Keşke
ikisini
de
yazmak
zorunda
kalmasaydık.
Balyoz
davası
hiçbir
zaman
görülmemeliydi.
Gazetecilik
ilkelerini
gerçekten
içselleştirmiş
medya
mensupları,
içeresinde
hiçbir
imza
barındırmayan,
ilk
bakışta
dahi
bir
çok
tutarsızlık
ihtiva
eden,
ve
nereden
geldiği
belli
olmayan
“bir
bavul
belgeye”
kuşkuyla
yaklaşır,
bu
kadar
kişiyi—asker
olsalar
bile—bir
çırpıda
suçlu
ilan
etmezdi.
Emniyet
ve
savcılar
soruşturmalarını
dürüstçe
yapsalar,
Balyoz
dijitallerinin
sahte
olduğunu
hemen
anlar,
dijitallerde
adı
geçenler
yerine
sahtekarlar
çetesinin
peşine
düşerdi.
Aydınlar
kendi
üstlerine
düşeni
yapmış
olsalar,
Balyoz
davasını
kamuoyunda
çoktan
düşürmüş
olurlardı.
Sahte
belgeler,
kurgulanmış
darbelerle
askeri
vesayetin
üstüne
gidilemeyeceğini,
hukuk
cinayetine
dönüşen
davaların
ülkeye
demokrasi
getirmeyeceğini,
Balyoz
gibi
bir
davayı
savunmanın
olsa
olsa
çete
yöntemlerini
meşrulaştıracağını
görmüş
olurlardı.
Bu
kitapları
yazmak
bizim
isimiz
değildi.
İkimizin
de
kendi
araştırmaları,
akademik
hayatı
var.
Balyoz’un
1
numaralı
sanığının
kızı
ve
damadı
olarak
her
yazdığımızın
şüpheyle
okunduğunu,
okunması
gerektiğini
biliyoruz.
Türkiye’de
emniyet,
yargı,
siyasetçiler
ve
aydınlar
üstlerine
düşeni
yapsaydı,
bu
kitapları
yazmak
bizim
gibi
sanık
yakınlarına
kalmazdı.
(Bugün,
‘Balyoz’
ile
iligli
hemen
hepsi
davanın
sanıkları
tarafından
yazılmış,
ondan
fazla
kitap
var.)
Bu
davaya
karşı
en
fazla
sesini
çıkartanlar,
askeri
vesayetin
en
amansız
düşmanları,
demokrasinin
en
hararetli
savunucuları
olmalıydı.
Askeri
vesayetin
sona
ermesinden
beklenen
gerçek
bir
hukuk
devleti
idiyse,
Balyoz’da
hukuk
dışında
her
şey
vardı.
Demokrasiden
arzulanan
kimsenin
hakkının
yenmemesi
idiyse,
Balyoz’da
haksızlığın
alası
vardı.
Çoğunlukçu
bir
rejime
gitmenin
yolu,
eski
güç
sahipleri
dahi
olsa
yüzlerce
insanı
sahte
belgelerle
suçlayıp
içeri
atmak
olamazdı.
Bu
yöntemler
Türkiye’yi
ancak
başka
bir
karanlığa
itebilirdi.
Biz
bunu
dört
sene
evvel
söylediğimizde,
doğrusu
haklılığımızın
bu
kadar
çabuk
ortaya
çıkacağını
düşünmemiştik.
Süregelen
AKP-‐Cemaat
kavgası,
Balyoz
ve
benzer
diğer
davaların
(Ergenekon,
Askeri
Casusluk,
OdaTV,
Şike,
KCK,…)
gerçek
yüzünü
sergiledi.
Özel
Yetkili
Mahkemeler
tarafından
başlatılmış
bu
davalar,
darbeciler
ve
teröristlerle
hukuk
yoluyla
mücadele
kisvesi
altında
yeni
bir
güçlüler
rejiminin
inşasından
başka
bir
şeye
yaramadı.
Bu
rejimin
iki
ortağı
arasındaki
işbirliğinin
sona
ermesi,
ortakların
ikisinin
de
demokrasi
ve
hukuk
devletinden
neler
anladığını
gösterdi.
Bir
tarafta
gizli
ses
kayıtları,
şantaj
kasetleri,
sahte
belgelerle
1
Balyoz
:
Bir
Darbe
Kurgusunun
Belgeleri
ve
Gerçekler,
Destek
Yayınları,
Aralık
2010.
2
İki
kitabımızı
da
yazarken
blogumuzdan
yoğun
olarak
faydalandık.
Kitabımızda
bahsettiğimiz
bilirkişi
2
siyaseti
kendi
çıkarları
doğrultusunda
yönetebileceğini
düşünen
sözde
bir
sivil
toplum
kuruluşu.
Diğer
tarafta
muhalefete
tahammül
edemeyen,
kendi
yarattığı
fantezi
dünyasında
yaşayan,
ve
karanlık
güçler
tarafından
sürekli
tehdit
edildiğini
düşünen
bir
Başbakan.
Şimdi
artık
alenen
görülüyor
ki,
ne
birinden,
ne
diğerinden,
ne
de
ikisinin
ortaklığından
Türkiye’nin
demokrasiye
gideceği
yok.
Balyoz
davası
ülkenin
bu
noktaya
nasıl
geldiğine
–
getirildiğine
–
ışık
tutuyor.
Bu
kitapta
anlatacaklarımız
tek
kelimeyle
“fantastik.”
Kendimiz
yaşamış
olmasaydık,
yazdığımız
her
şeyi
belgelemiş
olmasaydık,
21.
yüzyılda
böylesine
Kafka-‐Stalin
karışımı
bir
davanın
sahnelenmiş
olacağına
inanmazdık
belki
de.
Bu
kitaptaki
detayları
okuduğunuzda
Türkiye’nin
yeni
siyasi
düzeninin
nasıl
kirli
oyunlar
üzerine
inşa
edildiğini
ve
bu
düzenin
niye
sürdürülemez
olduğunu
daha
iyi
göreceksiniz.
Evet,
keşke
biz
yazmak
zorunda
kalmasaydık.
Ama
yazdık
ki,
kimse
sonradan
“ama
biz
bunları
bilmiyorduk”
diyemesin.
3
BÖLÜM 1
4
1.1
BALYOZ’UN
YARGITAY
SAFHASI
Balyoz’un
fos
yargılama
sürecinin
ardından
temyiz
süreci
de
fos
çıktı;
9
Ekim
2013
günü
Yargıtay
9.
Ceza
Dairesi,
Balyoz
davasında
237
sanığın
cezasını
onadığını
açıkladı.
Aksini
gösteren
tüm
kanıtlara
rağmen
Yargıtay,
dijital
delillerinin
gerçek
olduğu
sonucuna
vardı
ve
Balyoz
CD’lerinin
2003’te
sanıklar
tarafından
hazırlandığına
kanaat
getirdi.
Ancak,
kararında
savunmanın
sunduğu
zaman-‐mekan
çelişkilerine
dair
tek
bir
söz
etmedi,
bunlara
herhangi
bir
açıklama
getirmedi.
Sözde
2003’te
kapatılmış
CD’lerde
Microsoft
Office
2007
unsurlarının
bulunmasına
hiç
değinmedi
bile.
Öte
yandan,
kendi
kararını
gerekçelendirmek
için
Yargıtay,
delillerde
kolluk
tarafından
oynama
yapıldığına
dair
bir
kanıt
olmadığı,
savunmanın
sunduğu
uzman
raporlarının
Avrupa
İnsan
Hakları
Mahkemesi
(AİHM)
tarafından
incelendiği,
bu
çoklukta
belgenin
sonradan
hazırlanamayacağı
gibi,
alakasız
ya
da
gerçek
dışı
argümanlar
getirdi.
Hilmi
Özkök
ve
Aytaç
Yalman’ın
tanık
olarak
dinlenmemiş
olmasını
da
mevcut
deliller
nazara
alındığında
sonuca
etkili
olmayacaktır
diye
geçiştirdi.
Bu
gerekçeli
kararın
niteliği
ışığında,
hiç
tereddüt
etmeden
söyleyebiliriz
ki
Yargıtay
cezaları,
davanın
ana
delillerinin
sahte
olduğunu
bilerek
onadı.
Olay bu kadar basit ve söylenecek başka şey de yok.
Bu
kısa
bölümde
bu
safhadan
mutat
bir
günü,
Demokrat
Yargı’nın
Eşbaşkanı
Orhan
Gazi
Ertekin’nin
izlenimlerden
aktarmakla
yetineceğiz:3
“Bir
de
günlük
duruşma
sürecine
şöyle
bir
bakalım.
Bu
anlattıklarım
25.07.2013
gününün
öğleden
sonrasına
ait
notlar:
Duruşmanın
bir
“duruşma”
olabileceğine
dair
tek
görüntü
Başkan’ın
savunma
avukatlarının
sözlerini
takip
ettiğine
dair
ısrarlı
duruşudur.
Bunun
dışındaki
üyelerin
duruşma
salonu
ve
avukatlar
ile
bağlantısı
düşünülebilecek
en
minimum
bir
seviyede
bile
olmadı.
3 Orhan Gazi Ertekin, ‘Yeni demokrasi'nin iflası,’ Radikal 2, 4 Ağustos 2013.
5
Üyelerden
birisi,
birkaç
dakikalık
aralarla
şunları
yapıyordu:
Liste
inceleme,
bilgisayara
bakma,
seyircilere
bakma,
su
içme
(yaklaşık
50
defa
bardağa
uzandı
ve
birer
yudum
aldı.
İzleyici,
üyenin
susadığını
mı
yoksa
bunun
bir
spor
aktivitesi
mi
olduğu
konusunda
kafa
yormadan
geçemiyor
gerçekten
de),
yan
tarafa
bakma,
not
alma,
önüne
bakma,
mouse
ile
oynama
vs.
vs.
Süreç
bittiğinde
yeni
baştan
başlıyor
ve
aynı
ritmi
yeniden
takip
ediyordu.
Aynı
üyenin
tüm
bu
süreler
boyunca
bir
defa
bile
farklı
bir
şey
yapmaması
hareketlerinin
-‐
serbest
stil
değil-‐
grekoromen
duruşma
hareketleri
olduğu
hissini
uyandırıyordu.
Üyelerden
birisi
üç
saat
süren
duruşmada
sadece
üç
defa
başını
kaldırdı.
Birinde
6
dakika,
birinde
3
dakika
ve
üçüncüsünde
ise
1
dakika
sadece
karşısındakilere
baktı.
2
saat
50
dakika
boyunca
sadece
önüne
baktı.
Savunmanın
kroki
ve
şema
gösterdiği
anda
dahi
başını
çevirip
bir
kez
bile
bakmadı.
Üyelerden
birisi
duruşmanın
büyük
kısmında
uykulu
haldeyken
son
20
dakika
içinde
tam
uyku
haline
geçti
(Aynı
kişi
29.07.2013
tarihli
oturumda
ise
bir
kulağı
tamamen
sarılı
olarak
duruşmaya
çıktı.
Kimse
onun
duruşma
yapma
yeterliliğini
sorgulamadı.
Aynı
gün
bu
kez
10
dakika
tam
uyku
haline
geçti).
En
trajikomik
olanı
ise
ne
Başkan
ne
de
üyeler
bir
duruşmanın
en
temel
pratiği
olduğu
üzere
nedense
bir
tek
soru
dahi
sormadılar.
İrdeleme,
sorgulama,
merak
vs.
gibi
temel
duruşma
kültürüne
dair
tek
bir
eylemin
dahi
olmadığı
bir
“duruşma”dan
söz
ediyoruz.
Duruşma
kültürünün,
duruşma
dinamizminin
olmadığı
bir
“duruşma”.
İşte yeni iktidarın yeni yargısının ürettiği hukuk kültürü budur maalesef!
Ertekin’in
bu
tasviri,
bir
sonraki
bölümde
anlatacağımız
yargı
safhasındaki
duruşmaları
da
çok
güzel
betimliyor.
Aynı
yazısında
2010
sonrası
getirilen
yasa
ile
Yargıtay’ın
“mahkeme”
özelliğini
tamamen
kaybettiğini,
bir
idari
kurum
olarak
yeniden
inşa
edildiğini
ve
bu
değişiklikle,
Yargıtay
dairelerinin
ve
heyetlerin
istenildiği
şekilde
örgütlendiğini
yazan
Ertekin,
bu
durumun
doğal
hakim
ilkesine
aykırılığına
dikkat
çekiyor.
Kayda
geçelim;
Yargıtay
9.
Ceza
Dairesinde
Balyoz
davasına
başkan
hariç
yargıçların
tamamı
(Abdurrahman
Kavun,
Fikriye
Şentürk,
Ahmet
Toker
ve
Hamza
Yaman)
Yargıtay’a
üye
olarak,
Hakimler
ve
Savcılar
Yüksek
Kurulu’nun
(HSYK)
yapısının
tamamen
değiştirildiği
2010
referandumundan
sonra
24
Şubat
2011’de
atandı.4
Referandum
öncesi
Yargıtay
üyesi
olan
tek
hakim,
Başkan
Ekrem
Ertuğrul’un
9.
Ceza
Dairesi
Başkanlığına
atanma
tarihi
ise
24
Ekim
2011.
4
11
Mart
2011
tarihli
27871
no.lu
resmi
gazetede
yayımlanan
42
no.lu
karar.
6
1.2
BALYOZ’UN
YARGILAMA
SAFHASI
İstanbul
Özel
Yetkili
10.
Ağır
Ceza
Mahkemesi,
Balyoz
davasının
16
Aralık
2010’da
başlayan
sözde
yargılama
sürecini
yaklaşık
iki
senede
tamamladı.
Mahkeme
heyeti,
üç
ayrı
iddianame5
kapsamında
yargılanan
toplam
365
sanıktan
323’ü
için
ağırlaştırılmış
müebbet
hapis
cezası
verdi
ve
bu
cezaları
13.3
ila
20
yıl
arası
değişen
sürelere
indirdi.6
Mahkeme,
ayrıca,
üç
kadın
dahil,
ağırlaştırılmış
müebbet
hapis
cezası
alan
tüm
sanıkların
cezaları
süresince
babalık
ve
kocalık
sıfatından
mahrum
edilmelerine
de
hükmetti.
Mahkeme başkanı Ömer Diken 21 Ekim 2012 tarihli kararı okumaya şöyle başladı:
“Dosya incelendi, araştırılacak başka husus kalmadığından açık duruşmaya son verildi.”
Oysa,
‘araştırılacak
başka
husus
kalmadığı’
girizgahı
ile
kestikleri
cezaları
okuyan
kesen
Balyoz
mahkemesinin
kararından
bir
ay
önce,
insan
hakları
avukatı
Jared
Genser,
mahkemenin
araştırmayı
ısrarla
reddettiği
konuları
tek
tek
listelemişti.
Balyoz
davasını
Birleşmiş
Milletler
Keyfi
Çalışma
Grubuna
taşıyan
Genser,
sanıkların
adil
yargılanma
hakkının
ihlal
edildiğini
ve
özgürlüklerinden
keyfi
olarak
yoksun
kılındıklarını
belgelemişti.
7
Başvuruyu
inceleyen
ve
Hükümet’in
karşı
savunmasını
değerlendiren
BM
Keyfi
Çalışma
Grubu,
tutuklamaların
keyfi
olduğuna,
Medeni
ve
Siyasi
Haklara
İlişkin
Uluslararası
Sözleşmenin
9
ve
14ncü
maddeleri
ile
İnsan
Hakları
Evrensel
Bildirgesinin
9,
10,
ve
11nci
maddelerinin
ihlal
edildiğine
hükmetti.
8
BM
Çalışma
Grubunun
İnsan
Hakları
Evrensel
Bildirgesinin
Balyoz
davasında
ihlal
edildiğini
tespit
ettiği
üç
maddesi
şöyle:
Madde 9: Hiç kimse keyfi olarak yakalanamaz, tutuklanamaz ve sürgün edilemez.
Madde
10:
Herkesin,
hak
ve
yükümlülüklerinin
belirlenmesinde
ve
kendisine
herhangi
bir
suç
isnadında
bağımsız
ve
yansız
bir
mahkeme
tarafından
tam
bir
eşitlikle,
hakça
ve
kamuya
açık
olarak
yargılanmaya
hakkı
vardır.
Madde11:
(1)
Kendisine
cezai
bir
suç
yüklenen
herkesin,
savunması
için
gerekli
olan
tüm
güvencelerin
tanındığı,
kamuya
açık
bir
yargılanma
sonucunda
suçluluğu
yasaya
göre
kanıtlanıncaya
kadar
suçsuz
sayılma
hakkı
vardır.
(2)
Hiç
kimse,
işlendiği
sırada
ulusal
ya
da
uluslararası
hukuka
göre
suç
oluşturmayan
herhangi
bir
fiil
yapmak
ya
da
yapmamaktan
dolayı
suçlu
sayılamaz.
Kimseye,
suçun
işlendiği
sırada
yasalarda
öngörülen
cezadan
daha
ağır
bir
ceza
verilemez.
5 İlk iddianamede (Temmuz 2010) 195, ikinci iddianamede (Haziran 2011) 28, üçüncü iddianamede (Kasım
2011)
143
kişiye
suç
atfında
bulunuldu.
İlk
iddianame
kapsamında
yargılanan
sayısı
bir
isim
hatası
nedeniyle
194’de
indi.
6
Bir
istisna
olarak,
Hakan
Büyük’ün
cezası
6
yıla
indirildi.
Müebbet
cezası
alan
214
kişinin
cezası
16
yıla,
77
kişininki
18
yıla,
28
kişininki
13.3
yıla,
3
kişininki
1
yıla,
1
kişininki
ise
15
yıla
indirdi.
7
Başvuru,
Vardiya
Bizde
tarafından,
Eylül
2012’de
tutuklu
bulunan
250
sanık
hakkında
yapılmıştı.
8
Çalışma
grubu
1
Mayis
2013’de
Cenevre’deki
66nci
oturumunda
oluşturduğu
görüşünü
5
Temmuz
2013’de
yayımladı
(United
Nations
Human
Rights
Council,
Working
Group
on
Arbitrary
Detentions,
A/HRC/WGAD/2013/6).
7
_+.+#,&*+&R,3$A,&e$/2$%$&S2,H/,#&t21A2$%$%$A"&RK42+H9+#,#&,C2$2&+.,2+#&h&*+&>l#65&9$..+2+%,&,A+&
A"%$A"32$&K4E5%25)+&E5*+#2,/&C$//"&,2+&$.,2&3$%E"2$#9$&C$//"#"&E5*+#6+&$27"#$&$2"3(%:&&
^$I7")"&8$A"#&$@"/2$9$A"#.$&s$#A+%D&81&/$%$%"&MB(A&TEKA7+%9+2,/V&8,%&3$%E"2$9$&A5%+6,&/$%H"A"#.$&
$.$2+7,#&/+A,#&8,%&4$B+%,N&(2$%$/&3(%192$.":&&
01&8K259.+&0$23(4?1#&B(A&3$%E"2$9$&A5%+6,#.+/,&C1/1/A1421/2$%"#&3$#"&A"%$D&9$C/+9+#,#&.+2,2&
5%+7+#&@+7+#,#&A$C7+6,2,/2+%,#,&#$A"2&K%78$A&+79+3+&@$2"H7")"#"D&A(917&K%#+/2+%,&,2+&(%7$3$&/(3$6$)"4:&&
;H$)".$&.+7$32$#."%$6$)"9"4&54+%+D&0$23(4&9$C/+9+A,D&.$*$#"#&+A$A"#"&(21H71%$#&.,Q,7$2&.+2,22+%,#&
54+%,#.+&,#6+2+9+&3$I"29$A"#"&/$812&+79+.,),&E,8,D&A$*1#9$#"#&81&,#6+2+9+3,&3$I9$A"#"&
E+6,/7,%9+/&,@,#&.+2,22+%,&A$*1#9$32$&I$32$H9$3"&%+..+77,g&.$*$&,@,#&/,2,7&(2$#&7$#"/2$%"&.,#2+9+3,&
%+..+77,g&*+&EK%5#5%.+&E+%@+/2+H7,%.,),&3$%E"2$9$&A(#161#.$&/+A7,),&6+4$2$%&,@,#&O/+2,9+#,#&7$9&
$#2$9"32$O&13.1%9$&E+%+/@+2+%&A1#.1:&&
0$H2$9$.$#&K#6+&0$23(4&9$C/+9+A,#,#&53+2+%,#,&#(7&+.+2,9:&e$/,92+%.+#&;2,&PB+#.,&!+/A$/D&
0$23(4&A(%1H71%9$&A5%+6,#.+&.+&@(/&$/7,B&%(2&$29"H&8,%&/,H,:&uK8+7@,&e$/,92,),&A"%$A"#.$&7171/2$9$&
7$2+8,&,2+&9$C/+9+3+&A+*/&+.,2+#&C+9+#&C+9+#&759&H5IC+2,2+%,#&7171/2$#9$&/$%$%"#.$&,94$A"&*$%:&
_$C/+9+#,#&EK%5#5%.+/, 8$H/$#"&,A+&]9+%&',/+#:&',/+#D&0$23(4&.1%1H9$2$%"&8$H2$9$.$#&lr&A$$7&
K#6+&$#,&8,%&.+),H,/2,/2+&81&EK%+*+&$7$#.":h&eR^JD&>l&;%$2"/&R$2"&E5#5&>=:&;)"%&Y+4$&_$C/+9+A,#,#&
0$H/$#"&w$B+%&0$H/1%7?1#&K4+2&3+7/,2+%,#,&/$2."%$%$/&L+84+?3+&.54&C$/,9&(2$%$/&3(22$."&*+&(#1#&
3+%,#+&P%E+#+/(#&.$*$A"#"&EK%+#&>f:&;)"%&Y+4$&_$C/+9+A,x#.+/,&3+.+/&C$/,9&]9+%&',/+#x,&
E+7,%.,:>=&e+3+7,#&.,)+%&53+A,&,A+&_1%$7&m%5#.5:&
"
*+,-."!/"0$23(4&/$%$%"! &
h&e$/,92+%&*+&R$*6"2$%&^5/A+/&J1%121?#1#&>:&0K2E+&;.2,&^$%E"&e$/,92+%,#,#&_5A7+9,%&^+7/,2+%,#,#&0+2,%2+#9+A,#+&S2,H/,#&
>f&;%$2"/&<=>=&E5#&*+&ihr&A$3"2"&/$%$%":&
>=&SH@,&!$%7,A,D&SA7$#812&>f:&;)"%&Y+4$&_$C/+9+A,&^+.+/&m3+A,&e$/,9&]9+%&',/+#?,#&P%E+#+/(#&A(%1H71%9$A"#.$/,&$%$9$&
*+&EK4$27"&/$%$%2$%"#.$&EK%+*,#,&/K753+&/122$#.")"&E+%+/@+A,32+&u,A$#&<==h?.$&A1@&.131%1A1#.$&8121#.1:&;3#"&7$%,C7+&SH@,&
!$%7,A,&R$*6"2$%&w+/+%,3$&]4D&P%6$#&[$B$/D&q,/%+7&R+@+#&*+&_:&_1%$7&^K#.+%?,&,@,#&.+&eR^J?3$&H,/$3+77+&8121#.1:&R1@&
.131%1A1#1#&9+7#,&,@,#D&8/4:&C77I`aa,I:(%E:7%a2,8aI$E+Aa.+7$3:$AIyE(A7+%z+C$8+%.+7$3{,.C$8+%zlro&
)"
1.2.1
Savunmanın
delillere
erişmesini
geciktiren
Balyoz
mahkemesi
Düşünün,
2003
yılında
darbe
planlamış
olmakla
suçlanıyorsunuz
ve
tutuklanıyorsunuz.
Darbe
planı
ve
ekleri
bir
CD
içinde,
imzasız
Word,
Excel
ve
PowerPoint
dokümanları.
Bunların
basit
çıktılarını
bile
iddianame
kabul
edilene
kadar
göremiyorsunuz.
Kendinizi
savunamıyorsunuz.
Duruşmalar
başlıyor,
bu
sefer
CD’nin
kendisi
sizden
saklanıyor.
Tutuklanmanız
üzerinden
neredeyse
2
sene
geçmesine
rağmen,
darbe
planlarına
tek
kanıt
olarak
gösterilen
CD’nin
adli
imajı
hala
size
verilmiyor.
CD’lerin
fotoğraflarını
istiyorsunuz,
fotoğraflar
bir
gazetede
çarşaf
çarşaf
yayımlanıyor,
ancak
mahkeme
size
vermeyi
kabul
etmiyor.
Mahkemenin
delilleri
savunmadan
nasıl
sakladığını
anlatmadan
önce
bir
parantez
açalım.
Balyoz
davasına
adını
veren
ve
davanın
ana
delilini
teşkil
eden
belgeler
en
son
2003’de
kaydedildiği
iddia
edilen
bir
CD
içinde
yer
alıyor.
Bu
CD
ile,
bu
CD’deki
ana
belgeleri
içeren
bir
başka
CD
(11
ve
17
no.lu
olarak
anılan
CD’ler)
Baransu’ya
verilen
bavulun
içinden
çıktı.
Bavulda
bu
iki
CD
dışında
1nci
Ordu’dan
dışarıya
sızdırılmış,
dava
ile
doğrudan
ilgisi
olmayan
bir
yığın
gerçek
belge
ve
kimi
CD’ler,
11
ve
de
Mart
2003’de
Ordu’da
gerçekleşen
bir
seminerin
ses
kayıtları
vardı.
Ancak
iddianameye
göre
suç
unsuru
içeren
tüm
belgeler,
11
no.lu
CD’de
yer
alıyor
(17
no.lu
CD
de
11
no.lu
CD’deki
belgelerin
bir
kısmı
kayıtlıydı).
İddiaya
göre
bu
iki
CD,
5-‐7
Mart
2003’de
1nci
Ordu
Komutanlığı’nda
gerçekleşen
seminer
öncesi,
dönemin
Ordu
Komutanı
Çetin
Doğan
için
özel
olarak
hazırlanmış.
Bu
CD’lerin
üzerinde
el
yazısına
benzeyen
bir
yazı
ile
‘Or.K.na’
(Ordu
Komutanına)
ve
‘K.özel’
(Komutana
özel)
yazıyor.
Savcıların
iddiasına
göre
CD’deki
darbe
planları
seminerde
üstü
örtülü
bir
şekilde
müzakere
edilmiş.
Dava
açısından
çok
önemli
bir
nokta
şu:
Bu
CD’ler
tek
oturumda
oluşturulmuş
(yani
bir
kez
dokümanlar
kaydedildikten
sonra
bir
daha
hiç
bir
ekleme
çıkarma
yapılmamış).
Bu
konuda
Emniyet
ve
TÜBİTAK
dahil,
tüm
bilirkişilerin
saptaması
aynı.
CD’lerin
kayıt
tarihi
Mart
2003’ü
gösteriyor,
içindeki
tüm
dokümanların
son
kayıt
tarihi
Mart
2003
ve
öncesi.
Kayıt
eden
kişiler
2003’de
görevli
kişiler
gibi
görünüyor.
Meşhur
Balyoz
planı
da
bir
Word
belgesi
halinde
bu
CD
içinde
kayıtlı.
Belgenin
altında
‘Balyoz
Sıkıyönetim
Komutanı
Çetin
Doğan’
yazıyor.
Dolayısıyla,
dava
için
hayati
olan
soru,
bu
Balyoz
belgesini
ve
eklerini
içeren
CD’nin
gerçekte
ne
zaman
oluşturulduğu.
Mahkeme
Birinci
Balyoz
iddianamesinin
okunmasının
hemen
akabinde,
11
Şubat
2011’de
163
sanık
hakkında
tutuklama/yakalama
kararı
aldı.
Şimdi mahkemenin tutuklama kararı verdiği günden sekiz ay geriye gidelim.
Polis
ve
savcılık,
CD’lerdeki
bu
dijital
belgelerin
çıktılarını
aldı
ve
bu
çıktıları
tarayarak
klasörlere
koydu.
6
Temmuz
2010’da
iddianamenin
kabul
edilmesiyle
birlikte
nihayet
savunmaya
dava
klasörleri
verildi.
Böylelikle
soruşturma
başladığından
beri
ilk
defa
suç
konusu
CD’nin
içindeki
11
Bu
CD’ler
arasında
şaibeli
olan
(16
no.lu
olarak
anılan)
bir
CD
daha
var.
Ancak
bu
CD’nin
içinde
‘Balyoz’
ile
9
dijital
belgeleri
çıktılar
halinde
görmemiz
mümkün
oldu.
Zira
soruşturmanın
gizliliği
bahane
edilerek,
bu
belgeler
hiçbir
şekilde
savunmayla
paylaşılmamıştı.
Biz
soruşturma
henüz
başlamadan
Taraf
gazetesinde
yayımlanan
belge
parçalarında
geçenlerden
(2006’da
kurulan
Türkiye
Gençlik
Birliği,
Haydar
Baş’ın
2005
tarihli
konuşmasından
birebir
alıntılar),
Balyoz
belgesine
adını
veren
dokumanın
2003’den
daha
sonraki
bir
tarihte
üretildiğini
biliyorduk.
Bu
belgeleri
hazırlayanların,
benzer
hatalar
yapmış
olabileceklerini
düşündük
ve
CD’nin
içindeki
dokümanların
içeriğini
tek
tek
inceledik.
Google
arama
motoruyla
yaptığımız
basit
(ama
günler
süren)
araştırma,
gerçekte
2003’de
oluşturulmadığını
kesin
olarak
teyit
ediyordu.
Örneğin,
darbecilerin
darbe
sonrası
el
koyacağı
ilaç
firmaları
listesi,
görünürde
sadece
2003’de
mevcut
olan
firmaları
sıralarken,
araya
2003’de
mevcut
olan,
fakat
ismi
2009’da
değişmiş
bir
firma
adı
karışmış.
2003’deki
adi
Yeni
İlaç
olan
bu
firmanın
adı,
Balyoz
listesinde
İtalyan
Recordati
Firması’nın
bu
şirketi
satın
alması
sonucu
2009’da
değişen
adıyla,
yani
Yeni
Recordati
İlaç
olarak
geçiyordu.
Oluşturulduktan
sonra
sonra
hiçbir
işleme
tabi
olmamış
(mühürlenmiş
gibi
düşünün),
yani
güncellenmemiş
2003
CD’sinden
2009
bilgisi
çıkıyordu!
Sözde
2003’deki
görev
yapmış
bir
subay
tarafından
(ki
bu
subay
2003
Ağustos’ta
emekli
olmuştu),
sözde
en
son
2003’de
kaydedilmiş
bu
liste,
sözde
Mart
2003’deki
seminer
öncesi
CD’ye
tek
bir
kerede
kaydedilmiş
ve
mühürlenmişti!
Balyoz
CD’sindeki
sahteciliği
gösteren
bu
tür
çelişkilerden
Aralık
2010’da
çıkan
ilk
kitabımızda
bahsetmiştik,
o
nedenle
burada
fazla
yer
ayırmayacağız.
Sadece,
belgelerin
en
erken
ne
zaman
hazırlanmış
olabileceğini
gösteren
bir
belgeden
bahsedeceğiz.
11
numaralı
Balyoz
CD’sinde
kayıtlı
olan
ve
sözde
Oraj
planına
bağlı
olarak
2003’de
hazırlanmış
bir
görevlendirme
listesinde
(EK
I
LAHIKA-‐4.doc)
herkes,
2003
tarihindeki
rütbesiyle
listelenmiş.
Şimdi
bir
subay
düşünün.
Bu
subay,
S.M.,
2003
senesinde
Havacı
Piyade
Üsteğmen.
Dolayısıyla,
2003’de
hazırlanmış
gibi
görünen
bu
belgede
Havacı
Piyade
Üsteğmen
olarak
listelenmiş
olması
gerekir,
öyle
değil
mi?
Ancak
bu
belgede
S.M.
‘Havacı
Mühendis
Üsteğmen’
olarak
listeleniyor.
Rütbe
2003’deki
doğru
rütbesi,
ancak
sınıfı
2009’da
değişen
sınıfı,
yani
Mühendis!
Tıpkı
2003’deki
doğru
adı
Yeni
İlaç
olan
firmanın
2009’da
değişen
adı
ile
listelenmesi
gibi.
Geriye
dönük,
eski
tarihli
çok
sayıda
belge
üreten
çetenin
bu
gibi
hatalar
yapması
da
kaçınılmaz
oluyor.
Belgeyi
2009’da
hazırlayanlar,
subayın
rütbesini
“düncellemis”,
ancak
subayların
sınıf
değiştirmesi
çok
yaygın
olmadığından,
sınıfı
düncellemeyi
ihmal
edip
güncel
sınıfını
yazmış.12
S.M.’in
Mühendis
sınıfına
geçişi
18
Ağustos
2009
tarihinde
gerçekliğini
göz
önüne
alırsak,
Balyoz
CD’sinin
en
erken
Ağustos
2009’de
oluşturulduğu
ortaya
çıkıyor.
Şimdi
yeniden
mahkeme
sürecine
dönelim.
Duruşmalar
başlayınca
doğal
olarak
savunma,
Mahkemeden
inceleme
yaptırmak
için
bu
CD’lerin
birebir
kopyası
olan
adli
imajını
istedi.
Her
ne
kadar
CD’nin
içeriği
2003’de
oluşturulmadığını
ortaya
koysa
da,
savunma
CD’nin
adli
bilişim
incelemesinin
de
yapılmasını
istiyordu.
Temel
görevi
‘maddi
gerçeği
ortaya
çıkarmak’
olan
Mahkeme,
gerekçe
göstermeden
bu
talebi
defalarca
reddetti.
Ta
ki,
Balyoz
kurgusu
tamamlanıp
12
Düncelleme
kelimesini
Balyoz
literatürüne
kazandıran,
Yargıtay
tarafından
cezası
bozulan
sanıklardan
Abdurrahman Başbuğ.
10
üçüncü
iddianame
kabul
edilene
kadar.
Zira,
ikinci
ve
üçüncü
iddianameler
kapsamında
tutuklamalar
planlanırken,
CD’nin
sahte
olduğunun
teknik
bir
inceleme
ile
de
ispatlanması
çetenin
işine
gelmezdi.
Mahkeme
23
Kasım
2011’de
üçüncü
bir
iddianameyi
kabul
ederek
Balyoz
kurgusuna
143
kişiyi
daha
dahil
ediyor,
ve
bundan
hemen
bir
gün
sonra
sahte
Balyoz
CD’sini
inceleme
için
isteyen
sanıklara
vereceğini
bildiriyor!
Mahkeme
CD’nin
adli
imajının
savunmaya
verilmesini
kabul
ettiğini
bildirdiği
tarih,
24
Kasım
2011.13
Bu
zamanlamanın
kesinlikle
tesadüf
olmadığını
düşünüyoruz.
CD’nin
içeriğinden
tamamen
bağımsız
olarak,
dijital
öğeler
üzerinde
yapılan
adli
bilişim
incelemesi,
CD’nin
sahte
olduğunu
hiçbir
tereddütte
yer
bırakmayacak
şekilde
ispatladı.
En
son
2003’de
kaydedilmiş
gibi
görünen,
içine
hiçbir
ekleme
çıkarma
yapılmayan
CD’den
ilk
kez
Microsoft
Office
2007
ile
kullanılmaya
başlanan
Calibri,
Cambria
gibi
fontlar
çıktı!
Bunu
ilk
tespit
eden
ise,
cezaevinde
kısıtlı
koşullarda
bir
inceleme
yapan,
Balyoz
sanığı
Abdurrahman
Başbuğ.
Amerikan
Adli
Bilişim
Şirketi
Arsenal’in
ve
Yıldız
Teknik
Üniversitesi’nden
uzmanların
yaptığı
ayrı
ayrı
incelemeler,
Balyoz
CD’sin
2003’de
oluşturulmadığını
saptadı.
Balyoz
planının,
Calibri
fontuna
referans
taşıdığı,
cami
bombalama
krokilerinin
de
yine
ilk
kez
Microsoft
Office
2007
ile
kullanılmaya
başlanan
XML
şemalar
ile
çizildiği
ortaya
çıktı.
Bu
arada
aynı
CD’den
çıkan,
ve
1nci
Ordu’ya
ait
gerçek
CD’lerden
bu
CD’ye
kopyalanmış,
gerçekten
2003’e
ait
dijital
belgelerin
hiçbirinden
bu
fontların
çıkmadığını
belirtelim.
Microsoft
2007
öğeleri,
sadece
davada
suç
kanıtı
olarak
gösterilen
Balyoz
belgelerinde
var.
Resim
2:
‘Balyoz
CD’si’
Tek oturumda kaydedilen ve sözde 5 Mart 2003’de oluşturulan Balyoz CD’si
13
Duruşma
tutanakları,
24.11.2011
ESAS
NO:
2010/283
Celse
no.59
Sayfa
5.
11
Resim
3:
İlk
kez
Microsoft
Office
2007
ile
sürülen
Calibri
fontu
Sahte
belge
çetesi
istemeden
sahtecilik
izleri
bırakmış.
Belgeler
2003’de
hazırlanmış
gibi
gözükmesi
için
çete,
belgelerin
son
kaydını
2003’de
geçerli
olan
eski
programlarla
yapmış.
Zira,
soruşturma
sırasındaki
inceleme
yapan
TÜBİTAK
uzmanları
da
‘söz
konusu
belgelerin,
2002-‐2003
tarihlerinde
mevcut
olan
yazılımlarla
yazıldığı
kanaatinde’
olduklarını
belirtmişti.
Çünkü
son
kayitlar
hep
eski
programlarla
yapılmış.
Ancak
çete,
bu
belgeleri
üretirken
belli
aşamalarda
yeni
programları
(Microsoft
Office
2007
ya
da
sonrası)
kullandığı
için,
belgeler
yeni
öğelerle
“kontamine”
olmuş.
Belgelere
bakınca
çıplak
gözle
görünmeyen
2007
öğeleri14,
bir
adli
bilişim
aracı
ile
ham
dosyaya
ulaşınca
görülüyor.
Bunu
örneklemek
için
davanın
ana
kanıtı
Balyoz
planını
seçtik
BALYOZ
HAREKAT
PLANI.doc
isimli
Word
dokümanı,
Balyoz
davasına
adını
veren
belge.
Belgenin
en
altında
“Çetin
DOĞAN
Orgeneral
BALYOZ
Sıkıyönetim
Komutanı”
yazıyor.
Üstverisine
göre
bu
belge
en
son
2
Aralık
2002’de,
saat
16:14’de
kaydedilmiş.
Belgenin
ilk
sayfasında
da
sağ
üst
köşede
bu
tarih
yazıyor.
İçinde
bulunduğu
11
numaralı
CD’nin
ise
5
Mart
2003’de
oluşturulmuş
gibi
göründüğünü
(ve
tek
oturumda
oluşturulan
bu
CD’ye
sonradan
hiçbir
ekleme
çıkarma
yapılmadığını)
söylemiştik.
14 Bunun bir istisnası CD’deki Müzahir.xls Excel belgesi. En son 12 Şubat 2003’de kaydedilmiş gibi görünen bu
belgedeki listeler Calibri fontu ile yazılmış ve bu çıplak gözle görülebiliyor.
12
-+A,9&l`!0;n^Gw&e;-PJ;F&!n;u}:.(6&T,2/&*+&A(#&A$3B$2$%"V&
01&8+2E+&$.2,&8,2,H,9&$%$@2$%"D&3$&.$&C+%/+A,#&12$H$8,2+6+),&v,#e+|&$.2"&I%(E%$92$&$@"2"#6$D&$H$)".$&
EK%52+6+),&54+%+D&,2/&/+4&_,6%(A(B7&GBB,6+&<==i&,2+&A5%52+#&Y$2,8%,&B(#71#$&%+B+%$#A&7$H"3(%:&
-+A,9&j`&0;n^Gw&e;-PJ;F&!n;u}:.(6&.(/59$#"#"#&C$9&.(A3$A"&
!$"
Bir
başka
örneği
de
sahte
belge
çetesinin
işlenmiş
suçları
nasıl
bu
davaya
yamamaya
çalıştığını
gösterdiği
için
buraya
taşıyacağız.
Hrant Dink öldürüldükten sonra, adı Balyoz belgesine ‘hedef’ olarak kondu
Yine
11
no.lu
CD’de
kayıtlı
olan
OPERASYON
TİMLERİ.doc
isimli
bir
Word
dokümanında
DÖKÜM,
TIRPAN,
TESTERE,
ORAK,
YUMRUK,
vs.
isimli
planlarla,
“Darbe
Karşıtı”
olarak
hedef
alınan
kişiler
ve
bu
planlarda
görev
alacak
personel
(yine
2003
yılındaki
rütbeleriyle)
listelenmiş.
Hedef
alınan
kişilerden
biri
ise
19
Ocak
2007’de
öldürülen
Hrant
Dink
olarak
görülüyor.
Bu
Word
belgesi
üstverisine
göre
ilk
kez
7
Ocak
2003’de
oluşturulmuş,
son
kez
8
Ocak
2003’de
kaydedilmiş
gibi
görünüyor.
Sonra
da
sözde
5
Mart
2003’de
11
numaralı
CD’ye
aktarılmış.
Oysa
bu
belgenin
de
ham
dosyasında
tıpkı
Balyoz
planında
olduğu
gibi
Microsoft
Office
2007’e
ait
Calibri
fontuna
referans
var.
Microsoft
Office’in
Türkiye’de
piyasaya
sürülmesi
Şubat
2007
yani,
Hrant
Dink’in
öldürülmesinden
bir
ay
sonra.
Demek
ki,
Dink’i
hedef
olarak
gösteren
bu
belge
Dink
öldürüldükten
sonraki
bir
tarihte
hazırlanmış
ve
belgeye
(ve
de
CD’ye)
2003’de
hazırlanmış
süsü
verilmiş.
Sanıklar,
dijital
belge
sahteciliğini
ortaya
koyan
ABD,
Almanya,
ve
Türkiye’deki
bilirkişilerin
raporlarını
mahkemeye
sundu
ve
mahkemeden
kendi
tayin
edeceği
“bağımlı
ya
da
bağımsız”
herhangi
bir
bilirkişi
atamasını,
sahtecilikleri
bir
kez
daha
teyit
etmesini
talep
etti.
Zira,
teknik
olarak
Mahkeme,
savunmanın
sunduğu
bilirkişi
raporlarını
dikkate
almak
zorunda
değil.
Ancak
Mahkeme
sahteciliği
teyit
edecek
bilirkişiyi
atamayı
ısrarla
reddetti.
Mahkemenin
niyetinin
maddi
gerçekleri
ortaya
çıkarmaktan
ziyade,
sahte
belge
üreten
çetenin
sahteciliklerini
örtbas
etmeye
çalıştığı
açık.
Şimdi
duruşmalara
ara
verip,
Mahkemenin
gerekçeli
kararına
bakalım.
En
son
2003’de
kaydedilen
Balyoz
CD’sinden
çıkan
2009’a
kadar
uzanan
bilgiler
için
Mahkeme
ne
dedi?
Mahkeme,
sanıkların
defaatle
dile
getirdiği
ve
belgelediği
yüze
yakın
tarih
tutarsızlığı
arasından
tek
bir
tanesini
cımbızla
çekti
ve
bir
“açıklama”
getirmeye
çalıştı.
Mahkemenin
özenle
seçtiği
örnek,
adı
resmen
2007’de
değişen,
ancak
daha
önce
de
fiilen
kullanılan
bazı
sokak
isimleri
ile
ilgili.
“Savunmalarda
2003
yılında
tanzim
edildiği
iddia
edilen
keşif
ve
plan
krokilerindeki
sokak
isimlerinin,
bu
sokaklara
resmi
olarak
2007
yılından
sonra
verildiği,
bildirilmekle
krokilerin
sokaklara
resmi
olarak
bu
isimler
verildikten
sonra
çizildiği
iddia
edilmiş
ise
de
,
bu
sokakların
isimlerinin
halk
arasında
açık
kaynaklarda
da
görüleceği
üzere
resmiyete
çevrilmezden
önceki
isimleriyle
40-‐50
yıldır
kullanıldığı,
o
tarihlerde
gayrımenkul
satış
ilanlarının
fiilen
kullanılan
isimlerle
verildiği,
bu
isimlerle
gazetelerde
haberlerin
yapıldığı,
keşif
yapılıp
krokiler
çizildiğinde,
oraya
giden
kişilerin
de
doğal
olarak
orada
oturan
ya
da
14
çalışan
insanlarla
veya
esnafla
konuşmuş
olması
nedeniyle
halk
arasında
kullanılan
ve
sonrasında
karışıklığın
önlenebilmesi
için
fiilen
kullanılan
sokak
isimlerinin
resmi
isimler
olarak
bu
sokaklara
verildiği,
anlaşılmakla
bu
yöndeki
savunmalara
da
itibar
edilmemiştir.
“
Yani,
sonradan
resmileşen
sokak
isimleri,
fiilen
eskiden
de
kullanıldığı
için,
2003
tarihli
CD’den
çıkan
krokide
bu
isimlerin
olması
normalmiş.
Mahkemenin
bu
argümanı
başka
tek
bir
örnek
için
kullanabilmesi
mümkün
değil.
Yeni
İlaç’ın
İtalyan
Recordati
tarafından
satın
alınıp
2009’da
adının
değişeceği
2003’de
halk
tarafından
biliniyordu
da,
o
yüzden
mi
2003’de
yeni
adı
kullanılıyordu?
Benzer
şekilde,
2003’de
adı
Sultangazi
hastanesi
olan
hastanenin,
2008’de
Medikal
Park
grubu
tarafından
satın
alınacağı
halk
arasında
beş
sene
öncesinden
biliniyordu
da,
o
yüzden
mi
2003
tarihli
Balyoz
belgesinde
adı
Medikal
Park
Sultangazi
olarak
geçiyordu?
Burada
Mahkemenin
kötü
niyetini
görmemek
mümkün
değil.
Bir
kaç
sanığın
dile
getirdiği
bir
konuyu
(değişen
sokak
isimleri),
kendince
açıklayabildiği
için
seçti,
ve
tek
bu
örnek
üzerinden
savunmaya
neden
itibar
etmediğini
açıkladı.
Çünkü
mahkemenin
bu
çelişkileri
sahtecilik
haricinde
bir
nedenle
açıklayabilecek
hali
yok.
Sahteciliği
örtbas
etmek
için
cambazlık
yapan
Mahkeme,
doğru
olmadığını
bildiği
halde
gerekçesinde
muğlak
bir
şekilde
“güncelleme”
lafını
da
geveledi.
Oysa
CD’nin
tek
oturumda
oluşturulduğu
gerçeğini,
sonradan
içine
hiç
bir
ekleme
çıkarma
yapılmadığı
gerçeğini,
TÜBİTAK
ve
Emniyet
bile(!)
tespit
etmişti.
Sonradan
ekleme
çıkarma
olmadığına
göre,
CD
2003’de
oluşturulmamış,
bu
kadar
basit.
Biz,
basında
bütün
sahtecilik
kanıtlarını
“güncelleme”
savına
sarılarak
açıklamaya
çalışanlar
için
basit
bir
şema
geliştirmiştik.
Bu
şemayı
kitabın
ikinci
bölümünde
görebilirsiniz.
Kısacası,
mahkemenin
gevelediği
gibi
belgeler
güncellenmiş
olsaydı,
belgeleri
2003
yılında
görevli
subaylar,
2003
yılındaki
rütbeleri
ile
hazırlamış
gibi
görünmezdi.
Belgelerin
son
kayıt
tarihi
2003’ü
değil,
güncellendiği
tarihi
gösterirdi.
Bir
kerede
oluşturulan
(yani
mühürlenmiş)
Balyoz
CD’sinin
oluşturulma
tarihi
de
2003
olarak
gözükmezdi.
Tüm
bunlar
duruşmalarda
defalarca
dile
getirildiği
için
Mahkemenin
bunu
bilmezden/anlamazdan
gelmesi,
ancak
sahtecilikleri
örtbas
etme
güdüsü
ile
açıklanabilir.
Başka
izahı
yok.
Gelelim,
Mahkemenin
CD’den
çıkan
Microsoft
Office
2007
öğeleri
ile
ilgili
tamamen
uydurma
gerekçesine:15
“Ayrıca
bizzat
Microsoft’un
açık
kaynaklarda
verdiği
bilgiye
göre
microsoft
officenin
önceki
versiyonları
kullanılmak
suretiyle
bir
veri
hazırlandığında,
hazırlanan
veriyi
yeni
versiyon
bir
program
ile
açılmaya
çalışıldığında
bilgisayarın
otomatik
olarak
açmaya
çalıştığı
ve
eski
15
tarihli
veriyi
sanki
açılma
tarihindeki
yeni
versiyonu
ile
yazılmış
gibi
dönüştürerek
açabileceğini,
bu
nedenle
somut
olarak
2003
yılında
yazılmış
olan
bir
word
belgesinin
2007
yılında
yeni
versiyon
yüklü
bir
bilgisayarda
açıldığında
bu
2003
tarihinde
yazılmış
olan
belgenin
sanki
2007
yılında
hazırlanmış
ve
yazılmış
gibi
görüneceğinin
belirtildiği,
bu
hususun
huzurda
dinlenen
uzman
kişilerce
de
doğrulandığı,
...”
Mahkemenin
sözde
Microsoft’un
açık
kaynaklarından
öğrendiğine
göre,
2003’de
hazırlanan
bir
Word
belgesi,
2007
yılında
yeni
versiyon
ile
açılırsa,
belge
2007’de
hazırlanmış
gibi
görünebilirmiş!
Mahkemenin
bu
iddiası,
en
son
2003’de
kaydedilmiş
gibi
görünen
ve
tek
oturumda
CD’ye
aktarılan
Balyoz
belgeleri
için
geçerli
değil.
Maddeler
halinde
sıralayalım.
-‐ Son
kayıt/
son
değişiklik
tarihi
2003’u
gösteren
bir
belgede,
eğer
sahtecilik
yoksa,
Office
2007’ye
ait
ögeler
(Calibri
fontu)
bulunamaz.
-‐ 2003’de
oluşturulan
bir
belge
Office
2007
ile
açıldığı
zaman,
ancak
ve
ancak
değişiklikler
kaydedilirse
Microsoft
Office
2007
ögelerini
taşır.
O
durumda
da
belgenin
son
kayıt
tarihi
2003’u
değil,
en
son
ne
zaman
kaydedildiyse
(yani
2007
sonrası),
o
tarihi
gösterir.
-‐ Balyoz
belgelerinin
son
kayıt
/
son
değişiklik
tarihleri
2003
ve
öncesini
gösteriyor.
Bu
tarihlerin
belgelerin
gerçek
son
kayıt
/
son
değişiklik
tarihlerini
yansıtması
mümkün
değil.
İçinde
Office
2007
ögelerini
barındıran
belgelerin
son
kayıt
/
son
değişiklik
tarihi
en
erken
2007
olabilir.
Bilirkişi
atamayı
reddeden
mahkemenin,
gerekçesine
açık
kaynak
uydurma
çabası
son
derece
komik.
Daha
da
vahimi,
Mahkemenin
bu
uydurmasının
“huzurda
dinlenen
uzman
kişilerce
doğrulandığını”
yazması.
Bu
kesinlikle
doğru
değil;
mahkeme
alenen
yalan
söylüyor.
Balyoz
Mahkemesi
Balyoz
CD’lerinin
ön
yüzlerinin
fotoğraflarını
bile
savunmadan
resmen
kaçırdı.
Evet,
CD’lerin
basit
fotoğraflarından
bahsediyoruz.
“Bir
kısım
sanıklar
müdafilerinin
adli
emanette
bulunan
19
adet
CD’nin
fotoğraflarının
ve
imajlarının
verilmesi
yönündeki
talepleri
ile,
CD’ler
üzerinde
yeniden
bilirkişi
incelemesi
yapılmasını
talep
edilmiş
ise
de
daha
önceden
gerek
Cumhuriyet
Başsavcılığınca
gerek
Askeri
Savcılıkça
bilirkişi
incelemelerinin
yapılmış,
bilirkişilerce
CD’lerin
yazımı
ve
içerikleri
konusunda
çeşitli
görüşlerinin
dile
getirmiş
olması,
CD
içeriklerindeki
evrakın
dökümünün
dava
dosyalarında
yer
alması
nedeniyle
bu
aşamada
bilirkişiden
yeniden
rapor
alınması
ve
CD’lerin
fotoğraflarının
ve
imajlarının
verilmesi
taleplerinin
reddine
(…)
oy
birliği
ile
karar
verilmiştir”
16
6
Ocak
2011
tarihli
4.
Celse
tutanağı,
sayfa
7.
16
Mahkeme
CD’lerin
fotoğraflarını
savunmaya
vermezken
fotoğraflar
Zaman
gazetesinde
çarşaf
halinde
yayımlandı.17
Bu
karardan
üç
gün
önce
Zaman
gazetesi
CD’lerin
fotoğraflarını
ilk
sayfadan
verdi.
Resim
6:
Zaman,
3
Ocak
2011
Zaman
gazetesinin
ilk
sayfasında
sarı
renkli
gibi
görünen
CD’ler,
gerçek,
2003’e
ait
ve
1nci
Ordu’dan
dışarıya
sızdırılmış
CD’ler.
Bu
CD’lerde
hiç
bir
suç
unsuru
yok.
Balyoz
planlarını
içeren
ve
içinden
Microsoft
Office
2007
öğeleri
çıkan
CD’ler
ise
TDK
marka
iki
CD.
11
no.lu
CD
resmin
ortasında
yer
alıyor,
üzerinde
‘K.özel’
yazan
17
no.lu
CD
ise
sol
üst
köşede
görülüyor.
CD’lerin
fotoğraflarının
hikayesini
ve
dava
açısından
önemini
ileride
detayıyla
yazacağız.
Burada
sadece
bir
sinopsisini
verelim.
Fotoğraflar,
Zaman’ın
ilk
sayfasinda
yayımlanmasının
ardından
nihayet
Nisan
2011’de
savunmaya
verildi.
Hem
Amerika’dan
hem
Türkiye’den
grafoloji
uzmanlarının
yaptığı
inceleme
sonucunda
bu
17
Zaman,
‘İşte
Balyoz
planının
kozmik
CD’leri,’
3
Ocak
2011.
17
iki
CD’nin
üzerindeki
el
yazısı
gibi
görünen
yazıların
da
sahte
olduğu
ortaya
çıktı.
Yazılar,
(daha
sonra
Baransu’nun
bavulundan
çıkacak
olan)
Süha
Tanyeri’ne
ait
el
yazısı
not
defterinden
faydalanılarak
makina
marifetiyle
CD’lerin
yüzeyine
aktarılmış.
İşin
ilginç
yanı,
yazılar,
bu
defterden
seçilmiş
karakterlerle
birebir
örtüşmesine
rağmen,
hem
CD’ler
üzerindeki
hem
de
not
defterindeki
yazıları
inceleyen
Emniyet
Kriminal,
yazıların
makina
ürünü
olduğundan
ya
da
defterdekilerle
birebir
örtüşmesinden
hiç
bahsetmedi
ve
sadece
‘CD
üzerindeki
yazıların
Süha
Tanyeri’nin
el
ürünü
olmadığı’
yönünde
rapor
verdi.18
Savunma,
aynı
sonuca
varan
bir
Türkiyeli
diğeri
Amerikalı
iki
bilirkişi
raporunu
mahkemeye
sundu,
ve
mahkemeden
bu
sahteciliği
teyit
etmesi
için
bir
bilirkişi
atamasını
istedi.
Mahkeme
bu
yöndeki
talepleri
de
sistematik
olarak
reddetti.
Mahkemenin
gerekçeli
kararına
gelince;
Balyoz
CD’leri
üzerindeki
sahte
yazılar
ile
ilgili
tek
bir
kelime
açıklama
yapma
çabası
dahi
yok.
Mahkeme Başkanı ya dosyadan bihaber, ya da delil karartanları savunuyor
Soruşturma
safhasında
detayıyla
anlatacağız;
askeri
savcılığın
Beşiktaş
Adliyesi’ne
aynı
anda
ilettiği
iki
ayrı
CD’de
iki
farklı
rapor
var,
ve
raporlardan
savunmanın
lehine
olan
(Hakan
Erdoğan
tarafından
hazırlanan)
rapor,
adliyeye
girer
girmez
buhar
oldu.
Bu
rapor,
Balyoz
belgelerinin
1nci
Ordu
bilgisayarlarında
izine
rastlanmadığını
tespit
ediyordu.
Hem
sanıklar
hem
de
avukatların
bu
konudaki
itirazlarını
bildirmeleri
üzerine
Mahkeme
Başkanı
bu
kayıp
rapor
için:
“Şimdi
geçen
duruşmada
bu
Yüzbaşı
Hakan
Erdoğan’ın
raporu
konusunda
itirazlar
olmuştu.
Ben
onu
inceledim,
Heyetimiz
onu
inceledi.
Klasör
48,
dizi
483’te
CD
var”
dedi.19
Ancak
Başkan’ın
dosyada
dediği
CD,
Ahmet
Erdoğan’ın
raporunu
barındıran
CD.
Hakan
Erdoğan’a
ait
rapor
dosyada
yok.
Mahkeme
Başkanına
bu
tane
tane
anlatılınca,
Başkan:
“Burada
polis
memurlarına
bir
CD
teslim
edilmiş.
Bu
CD
nerede
kayboldu,
dosyada
yok
demişti.
Ben
CD’nin
klasör
48,
dizi
483’te
olduğunu
söyledim.
İçeriğinde
de
ben
raporu
göremedim.
İçeriğinde
Ahmet
Erdoğan’ın
raporu
var.
Ama
onu
uzman
bir
kişiye
açtırabiliriz.
Ben
belki
açmasını
bilememişimdir.
Birkaç
noktayı
denedim
Ahmet
Erdoğan’ın
raporunu
açtım,
fakat
Hakan
Erdoğan’ın
raporunu
açamadım.
Açsak
da
aslını
nasıl
olsa
Askeri
Savcıdan
isteriz
diye
çok
da
üzerinde
durmadan
ara
kararını
aldık
arkadaşlarla
bu
konuyu.
Ara
kararında
Askeri
Savcılığa
yazdık.
Cevabı
bekliyoruz.”
Oysa
Heyet
dosyayı
incelese
görecek;
polis
memurlarına
bir
değil,
iki
CD
teslim
edildi.20
İki
farklı
rapor,
iki
ayrı
CD
içinde.
Başkan’ın
ısrarla
dosyada
olduğunu
söylediği
CD,
Ahmet
Erdoğan’ın
18
Benzer
bir
sahtecilik
Kafes
davasında
da
olmuşu.
CD
içinde
yer
alan
taranmış
dokümanındaki
imzanın,
Levent
Bektaş’a
ait
olmadığı,
makina
marifeti
ile
taklit
edildiği
Emniyet’in
dikkatinden
kaçmış
(!)
ancak
daha
sonra
Adli
Tıp
ve
başkaca
grafoloji
uzmanlarınca
tespit
edilmişti.
19
Balyoz
Davası
35.
Celse
Duruşma
Tutanağı,
2
Mayıs
2011,
sayfa
22.
20
Tutanak
Ek
Klasör
no.
26,
Dizin
no.
324’de
görülebilir.
18
raporunu
barındıran
CD;
doğal
olarak
açıldığı
zaman
içinde
Hakan
Erdoğan’ın
raporu
görünmüyor
(Başkan
“açamadım”
diyor,
ancak
“göremedim”
demek
istiyor
herhalde).
Çünkü
Hakan
Erdogan’ın
raporu
ayrı
bir
CD’nin
içinde
ve
de
kayıp.
Avukatlar
durumu
izah
etmeye
çalışıyor,
Başkan
ısrarında
devam
ediyor,
“CD’ler
dosya
içerisinde
klasör
48,
dizi
483
yanlış
hatırlamıyorsam.
Buraya
not
aldım.
Orada
var
o
CD’ler”
diyor.
Mahkeme
başkanı,
(ya
dosyayı
incelemediğinden,
ya
da
rapor
yok
eden
savcıları
korumak
istediği
için)
ertesi
celsede
şöyle
dedi:21
“Yani
Cumhuriyet
Başsavcılığının
CD’yi
dosyadan
çıkarma
diye
bir
olayı
olmamıştır.
CD
dosyalara
konmuş
iddianamede
söz
edilmemiş.
Sizin
dediğiniz
o
ama
Askeri
Savcılığın,
polisler
kanalı
ile
gönderdiği
CD
dosya
içerisinde
mevcut.
İçeriğini
de
ayrıntılı
incelemek
gerekir.
Ben
konu
ile
uğraşmadan
doğrudan
arkadaşlarla
görüşüp
raporun
aslına
uygun
onaylı
örneğini
isteme
yolunu
seçtik.”
Rapor
kayıp
olmasa
ve
CD
dosya
içinde
olsa
(varlığını
şans
eseri
keşfeden
savunmanın
talebi
üzerine)
neden
1
yıl
4
ay
sonra
askeri
savcılıktan
raporun
aslına
uygun
onaylı
örneği
istensin?
Görünürde
yargılama
bu
şekilde
aylarca
devam
etti.
Her
celsede
hakimler
üşenmeden
kostümlerini
giyip
duruşma
salonuna
geldi,
savunma
her
celsede
Balyoz
belgelerindeki
sahtecilikleri
tek
tek
ortaya
koydu.
Ve
mahkeme
her
ara
kararında
tutukluluğun
devamına
karar
verdi.
“Zaman
zaman
aklıma
şöyle
geliyor,
yani
Mahkeme
Heyeti
olarak
sizler
bu
anlattıklarımızı
artık
bütünü
ile
yaşadınız.
Çirkinlikleri,
iftiraları,
yalan
yanlış
kumpasları
amiyane
tabir
ile
bağışlayın
gördünüz.
Günlerdir
bunlar
burada
yansıtılıyor.
Ben
sizden
mesela
şöyle
bir
şey
beklerdim
yani.
Efendim
1
dakika
arkadaşlarım
biz
arkaya
çekiliyoruz,
bir
ara
karar
vereceğiz,
biraz
sonra
Savcı
2
Üyeniz
ile
beraber
zatıaliniz
salondan
tekrar
içeri
geliyorsunuz,
evet
arkadaşlar
ya
bizde
bu
güne
kadar
şartlandık
ya
da
bize
bazı
şeyler
söylendi
şu
oldu
bu
oldu
tırnak
içinde
isterseniz
söyleyeyim,
bunları
ama
artık
kral
çıplak
her
şey
ortada,
artık
bu
tiyatro
kaçıncı
yok,
bugün
kaçıncı
duruşma
günü
bir
tiyatronun
2
ya
da
3
perde
olur,
artık
22-‐24
perdeden
de
Başkan
olarak
ben,
2
Üyem,
Savcım
da
artık
yok
be.”
2.1.2 Serbest atışın doruk noktası: Balyoz Mahkemesine göre darbe neden gerçekleşmemiş?
2003’de
planlandığı
iddia
edilen
darbenin
neden
gerçekleşmediği
sorusu,
hukuken
oldukça
önemli.
Çünkü
Yeni
Türk
Ceza
Kanununun
35.
Maddesine
göre
“Kişi,
işlemeyi
kastettiği
bir
suçu
elverişli
hareketlerle
doğrudan
doğruya
icraya
başlayıp
da
elinde
olmayan
nedenlerle
tamamlayamaz
ise
teşebbüsten
dolayı
sorumlu
tutulur.”
21
Balyoz
Davası
36.
Celse
Duruşma
Tutanağı,
3
Mayıs
2011.
22
Balyoz
Davası
35.
Celse
Duruşma
Tutanağı,
2
Mayıs
2011.
19
Yani,
davada
sanıkların
ceza
alması
için
sözde
Balyoz
darbesini
ellerinde
olmayan
nedenlerle
gerçekleştirememiş
olmaları
gerekiyor.
Çünkü
kanunun
36.
Maddesi
“Fail,
suçun
icra
hareketlerinden
gönüllü
vazgeçer
veya
kendi
çabalarıyla
suçun
tamamlanmasını
veya
neticenin
gerçekleşmesini
önlerse,
teşebbüsten
dolayı
cezalandırılmaz”
diyor.
Dolayısıyla,
Balyoz
davasında
ortaya
konması
gereken,
iddia
edilen
darbenin
neden
gerçekleşmediği.
Bu
sorunun
yanıtı
gerçekte
çok
basit.
Balyoz
diye
bir
darbe
planı
olmadığı
için,
ve
bu
plan
en
erken
2009’da
üretildiği
için,
böyle
bir
darbenin
2003’de
gerçekleşmesi
söz
konusu
değil.
Ancak,
kurgu
bir
planın
neden
gerçekleşmediğinin
de
kurgulanması
gerekiyor.
Bunun
için
iddianame,
dönemin
Kara
Kuvveti
Komutanı
Aytaç
Yalman’a
‘darbe
önleyici’
rolünü
biçmiş.23
Yalman’a
bu
rolü
uygun
gören
savcıların,
soruşturma
sırasında
Yalman’ın
ifadesine
başvurmamasını,
kendisine
bu
konuda
tek
bir
soru
dahi
sormamasını
şimdilik
bir
kenara
bırakalım.
İşin
ilginç
tarafı,
iddianamenin
kabulünden
bir
gün
önce
Zaman
gazetesinde
“Eski
kuvvet
komutanları
Orgeneral
Aytaç
Yalman,
Oramiral
Özden
Örnek
ve
Orgeneral
İbrahim
Fırtına'nın
isimleri
de
şüpheli
sıfatıyla
iddianameye
dahil
edildi”
diye
yazdı.24
Resim
7:
Zaman
gazetesi,
5
Temmuz
2010,
sayfa
3
23
Birinci
Balyoz
İddianamesi,
sayfa
384.
24
Zaman,
‘Fırtına
ve
Örnek’ten
sonra
Yalman
da
Balyoz
şüphelisi,’
5
Temmuz
2010,
sayfa
1
ve
3.
Aynı
haberin,
20
6
Temmuz
2010’da
kabul
edilen
iddianamede
ise
Yalman
şüpheli
değil,
darbeyi
önleyen
kişi
olarak
yer
aldı!
Bu
tür
davalarda
iddianame
ile
ilgili
detayların
ilgili
mahkemelerce
kabulünden
önce
kimi
medyaya
sızdırıldığını
göz
önüne
alırsak,
bu
haberlerin
yanlış
bilgiden
kaynaklaması
bize
pek
olası
gözükmüyor.
Bu
tip
bir
haberin
Yalman’a
bir
göz
dağı
verme
işlevini
görmüş
olması
gayet
mümkün.
Duruşmalara
geri
dönelim.
Savcıların
teyit
etme
ihtiyacını
hiç
hissetmediği
bu
iddia
karşısında
savunma,
Mahkemeden
Aytaç
Yalman’ın
tanık
olarak
dinlenmesini,
kendisine
Balyoz
darbesini
engelleyip
engellemediğinin
sorulmasını
talep
etti.
Mahkeme
ise
bu
talebi
sürekli
olarak
reddetti.
,
Savunma
benzer
şekilde,
tanıklığını
önemli
gördüğü
dönemin
Genelkurmay
Başkanı
Hilmi
Özkök’ün
de
mahkemede
dinlenmesini
talep
etti,
fakat
Mahkeme
yine
kabul
etmedi.
Düşünün
ki
davanın
kurgusunda
en
önemli
noktalardan
biri
(belgelerin
sahteliğinden
bağımsız
olarak),
darbenin
neden
gerçekleşmediği.
Mahkemenin
kabul
ettiği
iddianameye
göre
buna
Yalman
engel
olmuş.
Yalman,
mahkemede
‘Benim
Balyoz
planından
hiç
haberim
olmadı,
dolayısıyla
gerçekleşmesine
de
ben
engel
olmadım’
dese,
Balyoz
davası
çökecek.
Bunu
bilen
mahkeme,
defaatle
talep
edilmesine
rağmen,
Yalman’ın
dinlenmesini
reddetti.
Yalman’ı
tanık
olarak
dinlemeyi
reddeden
Mahkeme,
gerekçeli
kararında
bu
iddiada
ısrarcı
olamamış,
onun
yerine
serbest
atışın
sınırını
zorlamış.
Mahkemenin
gerekçeli
kararına
göre,
Balyoz
darbesinin
gerçekleşmemesinin
nedeni
Çetin
Doğan’ın
geçirdiği
kalp
ameliyatı
imiş!
Mahkeme
Balyoz
darbesinin
neden
gerçekleşmediğini
açıklamak
için
iddianamede
bile
olmayan
bir
neden
uydurmuş;
kalp
ameliyatı:25
“(...)
2003
Yılı
Mayıs
ayında
sanık
Çetin
Doğan’ın
kalp
ameliyatı
olması
ve
Ağustos
2003
de
emekli
edilmesi
gibi
nedenlerle
sanık
Çetin
Doğan
liderliğindeki
cunta
yapılanmasının
darbe
harekatını
ellerinde
olmayan
nedenlerle
tamamlayamadığı
...”
Bir
kere,
ameliyatın
Mayıs
2003’de
gerçekleştiği
doğru
değil.
Madem
bu
kadar
ciddi
bir
iddia
var
(aksi
takdirde
sanıklar
darbeden
gönüllü
vazgeçmiş
olacaklar!)
doğru
ameliyat
tarihini
kayda
geçelim:
31
Mart
2003.
Ayrıca
Mahkemenin
yazdığı
gibi
Ağustos
2003’de
Doğan
emekli
edilmedi,
emekli
oldu.
Mahkemenin
ima
ettiği,
göreve
devam
etmesi
gerekirken
emekli
edildiği
yönünde.
Oysa
Doğan’ın
Ağustos
2003’de
Ordu
Komutanlığı’nın
tamamlamasının
ardından
açık
kadro
(Kara
Kuvvetleri
Komutanlığı)
bulunmaması
nedeniyle
emekli
olacağı
seneler
öncesinden
biliniyordu.26
Daha
da
önemlisi,
Mahkeme
Mayıs
ya
da
Ağustos’ta
darbeden
“gönülsüzce”
vazgeçildiğini
iddia
ederken,
neden
sanıkların
harıl
harıl
dijital
darbe
belgesi
hazırlamaya
devam
ettiklerini
açıklamıyor.
Örneğin,
Eskişehir’de
“bulunan”
flaş
bellekteki
bir
Oraj
belgesi,
sözde
en
son
6
Kasım
2003’de
kaydedilmiş
(son
kaydeden
kullanıcı
adında
adı
geçen
kişi
o
tarihte
İngiltere’de,
o
da
ayrı
bir
konu!).
Balyoz
Mahkemesi
bu
şekilde
debelenmesi
ile
‘gerekçesi
olan’
bir
karar
vermediğini,
verilen
karara
‘gerekçe
uydurduğunu’
gösteriyor.
25
Gerekçeli
Karar,
sayfa
1022.
26
Bu
doğrultuda
dönemin
Genelkurmay
Başkanı
Hilmi
Özkök’ün
13ncu
Ağır
Ceza
Mahkemesinde
verildiği
21
Demokrat
Yargı
Yönetim
Kurulu
Üyesi,
Diyarbakır
Hakimi
Faruk
Özsu,
sahte
delil
tartışmalarının
fuzuli
olduğunu,
zira
davadaki
“teşebbüs”
yorumunun
tek
başına
kararı
çökerttiğini
değerIendiriyor.27
Özsu,
Mahkemenin
bu
konudaki
gerekçesi
için
şunu
yazdı:28
“Gerekçe
öylesine
problemli
ki,
doğrusu
ben
mahkemenin
“tekleyen
kalpli
teşebbüs
yorumu”
ile
hepimizi
güldürmeyi
amaçladığı
gibi
bir
hisse
kapıldım.
(...)
Ancak
şaşırtıcı
olan,
davayı
çöpe
gönderecek
derecede
yaşamsal
bir
hukuki
problem
olan
“teşebbüs”
bahsinde,
kamuoyunda
neden
yoğun
bir
tartışma
çıkmadığı...
Zira
ne
Yalman/Özkök’ün
çekingenlikleri
ne
de
Çetin
Doğan’ın
kalbinin
teklemesi
2003’te
kendiliğinden
biten
bir
süreçte
“teşebbüs”
bulunduğunu
kabüle
imkan
verir.
Ve
dolayısıyla
ortada
açık
bir
“cezasızlık
hali”
var.
Bu
dakikadan
sonra
delil
tartışması
yapmak
da
laf-‐ı
güzaftır.”
Hukuki
açıdan
delil
tartışması
gereksiz
görülse
de,
sahte
delil
üreten
çetenin
varlığını
göstermesi,
ve
bu
çete
ile
işbirliği
içinde
olan
emniyet
ve
yargı
mensuplarını
göz
önüne
sermesi
açısından
biz
bu
tartışmayı
önemli
buluyoruz.
Birinci
iddianame
kapsamında
Balyoz
duruşmaları
devam
ederken
(ve
çetenin
‘Yeni
Recordati’
ve
benzeri
hataları
sayesinde
Balyoz
CD’nin
2003’de
hazırlanmadığı
kanıtlanmışken,
önce
6
Aralık
2010’da
Gölcük
Donanma
Komutanlığı’nda,
sonra
27
Nisan
2011’de
Emekli
Hava
Albay
Hakan
Büyük’ün
Eskişehir’deki
evinde
arama
yapıldı
ve
yeni
dijital
“deliller”
bulundu.
Böylelikle
sırasıyla
Haziran
ve
Kasım
2011’de
ikinci
ve
üçüncü
Balyoz
iddianameleri
ile
toplam
171
kişi
daha
Balyoz
kurgusuna
dahil
edildi.
Gölcük’te
kullanımdan
kalkmış
sabit
diskteki
dijital
belgeler,
ağırlıklı
olarak
denizcilerin
dahil
edildiği
üçüncü
iddianamenin,
Eskişehir’de
bulunan
flaş
bellek
ise
sanıkların
çoğunluğunu
havacıların
oluşturduğu
ikinci
iddianamenin
temel
kanıtlarını
oluşturdu.
Bu
gelişmeler
birinci
iddianame
kapsamında
duruşmalar
devam
ederken
yaşandığı
için,
yeni
dijital
delillerin
nasıl
bulunduğunu,
delillerdeki
sahtecilikleri,
ve
mahkemenin
tavrını
bu
bölümde,
fakat
iki
ayrı
iddianame
için
alt
başlıklar
halinde
ele
alacağız.
Gölcük belgeleri
İsimsiz bir ihbar üzerine Gölcük Donanma Komutanlığı’nda 6 Aralık 2010’da arama yapıldı.
Aramada
neler
bulunduğuna
geçmeden
önce,
aramanın
üzerinden
hemen
beş
gün
sonra
(daha
tespit
tutanaklarının
hazır
olmasına
üç
hafta
varken)
Zaman’ın,
Gölcük’ten
çıkan
belgelerle
nasıl
27
Orhan
Gazi
Ertekin,
‘Yeni
demokrasi'nin
iflası.’
Radikal
İki,
4
Ağustos
2013.
28
Faruk
Özsu,
‘Balyoz:
'Yeni
Yargı'nın
çöküşü,
’Radikal
İki,
13
Ocak
2013.
22
yeni
iddianameler
yazılıp
davalar
açılacağı
hakkında
bilgilendirdiğini
kayda
geçelim.29
Bu
konuya
üçüncü
bolümde
geri
döneceğiz.
Gölcük’ten neler çıkmadığını anlamak için, Zaman’ın 22 Ocak 2011 tarihli haberine bakalım:
“Gölcük
Donanma
Komutanlığı'nda
ele
geçirilen
9
çuval
belge,
Balyoz'un
bir
darbe
planı
olduğunu
net
şekilde
ortaya
koydu.
Gizli
bölmeden
çıkan
deliller
arasında,
Çetin
Doğan'ın
'imzasız'
diye
inkâr
ettiği
11
No'lu
Balyoz
CD'sindeki
bazı
belgelerin
ıslak
imzalı
orijinalleri
de
var.”
Aynı
gün,
Zaman’dan
Abdülhamit
Bilici,
‘Harvard,
Rodrik'e
şimdi
ne
diyecek?’
başlıklı
yazısında
şöyle
yazdı:
“Gölcük
Donanma
Komutanlığı'ndan
çıkan
9
çuval
ve
Balyoz
darbe
planını
doğrulayan
43
klasör
yeni
belge
karşısında
Harvardlı
profesör
ve
eşi,
nasıl
bir
karşı
savunma
geliştirecek
merak
ediyorum.
Çünkü
bu
belgeler,
koca
profesörün
tüm
akademik
kariyerini
bağladığı
ve
"şimdiye
kadar
elde
ettiği
en
kesin
akademik
sonuç"
dediği
tezi
yerle
bir
ediyor.”
Zaman’ın
yazdığının
aksine,
Gölcük’ten
9
çuval
darbe
belgesi,
43
klasör
Balyoz
belgesi,
Balyoz
belgelerinin
imzalı
orijinalleri,
ya
da
11
no.lu
CD’nin
yazıldığı
hard
disk
çıkmadı.
Nelerin
çıktığını
arama
ve
el
koyma
tutanağından
öğrendik
.Yapılan
aramada
yükseltilmiş
zeminin
altında
depo
olarak
kullanılan
bir
bölmede
22
tane
kitap,
kitapçık
ve
bülten,
72
tane
dergi,
128
tane
deprem
fotoğrafı,
toplam
199
tane
medya
kaset
(VHS,
kamera
kaseti,
vs.),
17
adet
CD,
5
adet
hard
disk,
Gölcük
seçmen
listeleri
(toplam
315
sayfa),
bir
dolu
kablo,
adaptör
vesaire
ile
toplam
20
sayfa
kadar
evrak
çıktı.30
Bulunanların
hepsi
9
tane
naylon
torba
içinde.
Şimdi
gelelim,
Balyoz
ile
ilgili
olanlara.
Aramada
Balyoz
ile
ilgili
bulunan
‘deliller’
ise
şunlar:
Temmuz
2009’da
kullanımdan
kalkmış
bir
sabit
diskteki
(5
no.lu
sabit
disk
olarak
adlandırılan)
kimi
dijital
belgeler,
iki
tane
CD
(1
ve
10
no.lu
CD’ler
olarak
adlandırılan),
ve
de
12
Eylül
2002
tarihli
“Bursa
İli
ve
İlçelerinde
Görevli
Mülki
Amir
ve
Bld.
Başkanlarının
durumu”
başlıklı
Yüksel
Gürcan
imzalı
3
sayfalık
bir
evrak.
Bu
sonuncusu
gerçek
ve
seçimlerden
önce
hazırlanmış
bir
belge,
ve
çetenin
gerçek
belgeleri
kullanıp
nasıl
sahte
belge
ürettiğine
dair
çok
güzel
bir
örnek
oluşturuyor.
Birazdan
buna
geri
döneceğiz.
Önce
CD’lerle
başlayalım.
Sahte Balyoz CD’sinin aynısı Gölcük’ten çıkınca CD’ler gerçek mi oluyor?
29
Zaman,
‘Gölcük’ten
çıkan
belgeler
darbe
sanıklarını
sarsacak’
12
Aralık
2010.
30
6-‐7
Aralık
2010,
Arama
tutanağı.
Arama
sırasında
biri
boş,
toplam
10
torbaya
el
konuyor.
23
İki
CD’den
‘1
no.lu
CD’
olarak
adlandırılan
CD,
Baransu’nun
bavulundan
çıkan
sahte
11
no.lu
CD’nin
aynısı.
İçeriğindeki
fark,
iki
belge.
1
no.lu
CD,
yeni
bir
Word
belgesi
daha
içeriyor,
ama
11
no.lu
CD’deki
bir
Power
Point
dosyası
bunda
yok.
Sahtekarlar
bu
CD’ye
1.
Ordu
plan
seminerinden
sonra
oluşturulmuş
süsü
vermek
için
bilgisayarlarının
tarihini
geriye
çekip
CD’nin
oluşturulma
tarihini
13
Mart
2003
şeklinde
göstermişler.
‘Geleceğe
dönüş’
belgelerinin
hepsi
bu
CD’de
de
var.
Bu
CD’de
de
Yeni
Recordati
dahil
tüm
ileri
tarihli
bilgiler
yine
en
son
2003’de
kaydedilmiş
gibi
duruyor.
Yine
mahkemenin
nihayet
bir
sene
sonra
CD’nin
imajını
savunmaya
vermeyi
kabul
etmesi
ile
ortaya
çıkıyor
ki,
Microsoft
Office
2007
ögeleri,
en
son
2003’de
kaydedilen
(!)
bu
CD’de
de
var.
31
10
numaralı
CD
olarak
adlandırılan
diğer
CD’de
sözde
Jandarma’nın
Çarşaf
ve
Sakal
planlarına
ek
olarak
hazırladığı
bazı
dijital
belgeler
var.
Sahte
belgeler
nerede
bulunursa
bulunsun
sahtedir.
Sahte
Balyoz
CD’nin
yine
sahte
kopyasının
Gölcük’ten
çıkması,
Balyoz
CD’sini
gerçek
yapmadığı
gibi,
bu
CD
ile
birlikte
bulunan
ve
benzeri
davalar
için
delil
olarak
gösterilen
belgelerin
gerçekliğine
de
gölge
düşürüyor.
Ama
Balyoz
mahkemesine
göre
11
no.lu
CD’nin
neredeyse
birebir
kopyasının
Gölcük’ten
çıkması,
CD’nin
gerçek
olduğunu
ispatlıyor!
Mahkeme
gerekçeli
kararında
‘iki
farklı
yerden
iki
sahte
CD’nin
çıkması,
iki
CD’nin
de
gerçek
olduğunu
ispatlar’
gibi
akıllara
ziyan
bir
mantık
yürütmekle
kalmıyor,
dosyada
bulunan
ve
Gölcük’ten
çıkan
CD’nin
sahte
olduğunu
bilimsel
olarak
kanıtlayan
bilirkişi
raporunu
tamamen
göz
ardı
ediyor.
43 klasör
Önce bahsi gecen 43 klasör belgenin ne olmadığını, Zaman gazetesinden not edelim:32
“Donanma'da
ele
geçirilen
43
klasör
belge,
darbenin
en
ince
ayrıntısına
kadar
planlandığını
da
gözler
önüne
seriyor.”
Şimdi
gelelim
Balyoz’daki
“yeni”
delillere.
Temmuz
2009’da
kullanımdan
kalkmış,
zemin
altında
muhafaza
edilen
bu
sabit
diskte
Suga
ve
Oraj
planlarına
dair
dijital
belgeler
bulundu.
Bu
dijitaller
sanıklarını
ağırlıklı
olarak
denizcilerin
oluşturduğu
üçüncü
iddianamenin
temelini
oluşturdu.
Alışılageldiği
gibi,
savunmaya
sabit
diskin
adli
imajı
verilmedi,
önce
dijitallerin
kopyaları
verildi.
Emniyet,
bu
dijitalleri
her
bir
sanığın
adı
altındaki
dosyalara
kopyaladı
ve
klasörler
oluşturdu.
Dijital
halde
savunmaya
verilen
43
klasörde
dijital
belgelerin
kopyaları
dışında
Balyoz,
Suga,
Oraj,
Çarşaf/Sakal
için
hazırlanmış
Emniyet
raporları
ile
196
sanığın
her
biri
için
ayrı
ayrı
hazırlanmış
tespit
tutanağı
bulunuyor.
Bu
kadar
çok
sayıda
klasör
olmasının
nedeni,
sanık
sayısının
fazla
olmasından
ve
de
delil
olarak
gösterilen
dijitallerin
her
bir
sanık
için
açılan
dosyanın
altına
tekrar
tekrar
kopyalanması.
Demek
ki,
Zaman
ve
benzeri
basında
yer
aldığı
gibi,
Gölcük’ten
43
klasör
Balyoz
belgesi
çıkmamış.
Emniyetin
hazırladığı
tespit
tutanakları
ile
her
bir
sanık
için
defalarca
kopyalanan
dijitaller
43
klasör
oluşturuyormuş.
31
20
Ocak
2012
tarihli
ara
karar.
32
Zaman,
21
Ocak
2011.
24
Gölcük’ten
çıkan
‘Balyoz’un
ıslak
imzalı
belgesi’!
Şimdi,
yukarıda
bahsettiğimiz
Yüksel
Gürcan
imzalı
3
sayfalık
belgeye
geri
dönelim.
12
Eylül
2002
tarihli,
‘Bursa
İli
ve
İlçelerinde
Görevli
Mülki
Amir
ve
Bld.
Başkanlarının
durumu’
başlıklı
bu
belge
3
sayfadan
oluşan
Jandarma’ya
ait
bir
istihbarat
belgesi
ve
imzalı
ve
her
sayfası
paraflı.
Jandarma’nın
hazırladığı
ve
Bursa
bölgesiyle
ilgili
bu
belge,
her
ne
hikmetse
11
no.lu
Balyoz
CD’sinin
bir
replikasının
bulunduğu
Gölcük’ten
çıktı,
bunu
bir
kenara
not
edelim.
Bu
istihbarat
belgesinin
imzalanma
tarihi
12
Eylül
2002,
yani
AKP’nin
seçileceği
Kasım
2002
seçimlerinden
önce,
bunu
da
not
edelim.
Önce
Twitter
üzerinden
Emre
Uslu,
daha
sonra
çeşitli
gazetelerde
‘Balyoz’un
ıslak
imzalı
belgesi’
olarak
ilan
edilen
bu
belge
gerçekte
11
no.lu
CD’deki
hiçbir
belgenin
aslı
değil.
Üstelik,
Yargıtay’
da
bu
belgeyi
kullanıyor
ve
CD’de
ki
belgeyle
aynı
olduğunu
iddia
ederek,
bir
tek
bu
belge
üzerinden
gerekçeli
kararında
“listeleme
çalışmalarının
kuşkuya
yer
bırakmayacak
şekilde
teyit
edildiği
anlaşılmış
olduğu”
genellemesini
yapıyor.33
11
no.lu
CD’de
aynı
başlıklı
bir
Word
dokümanı
var.
Ancak,
bu
dokümanın
görünürdeki
ilk
kayıt
tarihi
06.01.2003;
son
kez
ise
04.02.2003’de
kaydedilmiş.34
Yani
CD’den
çıkan
Word
belgesi,
bahsettiğimiz
gerçek
belgenin
12
Eylül
2002’de
imzalanmasından
üç
buçuk
ay
sonra
Word
halinde
“oluşturulmuş”
görünüyor.
Mantıken,
Balyoz
belgesi
henüz
oluşturulmadan
önce
imzalanmış
olamaz.
Anlaşılıyor
ki,
sahte
belge
çetesi,
gerçek
bir
belgeyi
kullanarak,
Balyoz
darbe
belgelerinin
parçası
olarak
gösterilmek
üzere,
Word
dokümanı
halinde
11
no.lu
CD’ye,
ve
de
“uygun
tarihlerle”
(Eylül
2002
yerine
Şubat
2003)
aktarılıyor.
Üstelik
orijinalinde
olmayan
imla
hataları
ile.
Örneğin,
gerçek
belgede
doğru
yazılan
“Habib”
ismi,
sahte
CD’deki
sahte
dokümana
“Habip”
olarak
aktarılmış
(s.1).
“KARAKAŞ,”
“KARABAŞ”
olmuş
(s.2),
“Atatürkçü,”
“Attatürkçü”(s.4)...
Format
da
tam
aynı
olmadığı
için
(örneğin,
gerçek
belgenin
sadece
ilk
sayfasında
kolon
başlıkları
var,
sahtenin
ise
her
sayfasında)
3
sayfalık
gerçek
belge,
Word
dokümanında
5
sayfaya
yayılmış.
Sahte
belgede,
başlıktaki
“DURUMU”
kelimesi
de
tamamen
unutulmuş.
Ayrıca,
imzalı
gerçek
belgede
olmayan
“GİZLİ”
ibaresi,
sahte
belgede
her
sayfada
görülüyor.
Çetenin,
bu
orijinal
Jandarma
belgesini
Gölcük’te
11
numaralı
CD’nin
kopyası
ile
birlikte
aynı
yere
yerleştirmekteki
amacı,
tam
da
basında
yer
aldığı
gibi
‘Sahte
olduğu
iddia
edilen
belgenin
aslı
Donanma'da
çıktı’35gibi
haberlerle
bilgi
kirliliği
yaratmak,
sahtecilik
iddialarının
üstünü
örtmek
olsa
gerek.
33
Yargıtay
9.
Ceza
Dairesi,
‘Balyoz’
Gerekçeli
Kararı,
sayfa
35.
34
Bu
tarihler
iddianamenin
ilgili
sayfalarından
(sayfalar
944
ve
955)
ve
TÜBİTAK’ın
üstveri
raporundan
25
Resim
8:
12
Eylül
2002
tarihli,
paraflı
ve
imzalı
3
sayfalık
orijinal
belgenin
ilk
sayfası
Resim
9:
11
nolu
Balyoz
CD’sinden
çıkan,
4
Şubat
2003
tarihli,
imzasız
5
sayfalık
sahte
belgenin
ilk
sayfası
26
(başlığa
ve
sol
üstteki
‘GİZLİ’
ibaresine
dikkat)
İlk
olarak
Donanmanın
hazırladığı
bilirkişi
raporu,
suç
unsuru
belgelerin
bu
diske,
diskin
kullanımdan
kalktığı
27
Temmuz
2009’dan
sonraki
bir
tarihte
başka
bir
bilgisayardan
aktarıldığını
ortaya
koydu.
Sürpriz
olmayacak,
sabit
diskin
imajı
savunmaya
diske
el
konduktan
ancak
bir
sene
sonra
verildi.
Dolayısıyla
ancak
gecikmeli
olarak
yapılabilen
adli
bilişim
incelemesi,
bu
dijitallerdeki
sahteciliği
ortaya
koydu.
Arsenal’den
Mark
Spencer
ve
Koray
Peksayar
tarafından
yapılan
iki
adli
inceleme,
aynı
sonuca
ulaştı:
5
no.lu
sabit
disk,
disk
kullanımdan
kalktıktan
sonraki
bir
tarihte,
sistem
saati
geriye
çekilmiş
bir
bilgisayara
“esir”
olarak
bağlanarak,
bu
bilgisayardan
dava
konusu
belgeler
kopyalanmış.
36
Tipik
olarak,
yapılan
onlarca
talebe
rağmen,
Balyoz
mahkemesi
kendi
atayacağı
bir
bilirkişi
tarafından
bu
diskin
incelenmesini
kabul
etmedi.
Gerekçe
hep
aynı;
‘dosyaya
herhangi
bir
katkı
sağlamayacak.’
İlginç
bir
şekilde,
Poyrazköy
davasına
bakan
12.
Ağır
ceza
mahkemesi,
bu
diskten
bu
dava
ile
ilgili
belge
çıktığı
için
sanıkların
talebini
kabul
etti
ve
TÜBİTAK’tan
diski
incelemesini
istedi.
TÜBİTAK,
20
Ocak
2014
tarihli
raporunda,
önceden
saptanan
sahtecilik
bulgusunu
teyit
etti:37
“bazı
dosyaların
28.07.2009
tarihinden
sonra,
sistem
saati
daha
eski
olan
bilgisayarlardan
aktarıldığı
değerlendirilmektedir.”
Zaten
Donanmanın
raporu
ile
daha
ilk
baştan
teknik
olarak
ortaya
konan
sahtecilik,
duruşmalar
sırasında
savunma
tarafından
da
belgelerin
içeriği
ile
teyit
edildi.
Dolayısıyla,
suç
konusu
belgelerin
sahte
olduğu,
sabit
diskin
imajının
savunmaya
verilmesinden
çok
önce
zaten
biliniyordu.
Bu
sabit
diske
sonradan
eklenen
ve
dava
konusu
olan
belgelere
biz
‘Gölcük
belgeleri’
diyeceğiz.
Sahte
belge
çetesi,
11
no.lu
CD’yi
hazırlarken
yaptığı
zaman
hatalarını
Gölcük
belgelerinde
yapmamaya
özen
göstermiş
olacak,
bu
tipte
hatalar
çok
az
sayıda.
Ancak
çete,
Denizcilerle
ilgili
geri
tarihli
belge
üretirken
önemli
bir
konuyu
atlamış.
Karacılardan
farklı
olarak
Denizciler,
görevli
oldukları
gemilerin
konuşlu
olduğu
askeri
birlikten
ziyade
ekseriyetle
denizde,
seyir
halinde
oluyorlar.
Gölcük
belgelerini
fantastik
kılan
tam
da
bu.
Çete,
subayların
2003’de
nerede
görevli
olduğu
bilgisine
sahip,
ancak,
belgeleri
hazırlarken
bu
subayların
hangi
tarihlerde
açık
denizde
olduğunu
(ya
da
geçici
görevlendirme,
eğitim,
vs.
sebepleriyle
görevlendirme
yerlerinde
olmadıklarını)
dikkate
almayı
ihmal
ediyor.
Böylelikle
Balyoz’un
fantastik
Gölcük
belgeleri,
ancak
‘teleporting’
(ışınlanma)
teknolojisinin
kullanımıyla
gerçekçi
olabilecek
iddialar
doğuruyor.
Bunlara
bir
kaç
örnek
verelim.
36
Aynı
yöntemin
Çağdaş
Yaşamı
Destekleme
Derneği’nde
el
konulan
sabit
diskte
de
kullanıldığını
görüyoruz.
27
Üçüncü
Balyoz
iddianamesinin
sanıklarından
Berker
Emre
Tok,
Kasım
2002
ayı
boyunca
mesai
sonraları
Aksaz’daki
(Muğla)
Üs
Komutanı
Tuğamiral
Ahmet
Aksoy’u’
izleyip
rapor
etmekle
suçlandı.
Gösterilen
kanıt,
5
no.lu
hard
diskten
çıkan
kasım
raporu.doc
isimli
Word
belgesi.
Üstverisine
göre
bu
Word
belge
“BerkerEmreTok”
kullanıcı
adı
ile
3
Aralık
2002’de
kaydedilmiş.
Bir
ay
boyunca
her
gün
Mesai
sonrasında
Aksaz’da
izleme
yaptığına
gore,
Tok’un
Aksaz’da
mesai
yapıyor
olması
gerekir,
öyle
değil
mi?
Bu
belgeyi
hazırlayan
sahte
belge
çetesi
de
aynen
öyle
sanıyor;
2003’de
Emre
Tok’un
görevli
olduğu
geminin
Aksaz’da
konuşlu
olduğunu,
dolayısıyla
Emre
Tok’un
da
Aksaz’da
olduğunu
zannediyor.
Oysa
Tok’un
gemisi
TCG
Trakya,
yapılan
kuruluş
değişikliği
nedeniyle
o
tarihte
Aksaz’da
değil,
Gölcük’te.
Bu
değişiklikten
haberi
olmayan
çete,
bu
şekilde
Emre
Tok
için
“dijital”
suç
üretmiş.
Üstelik
çete
bunu
yaparken,
belgeyi
“BerkerEmreTok”
kullanıcı
adı
ile
oluşturmuş.
Çetenin
atladığı
ikinci
şey,
bu
Word
belgesinin
“BerkerEmreTok”
kullanıcı
adı
ile
sözde
oluşturulduğu
tarihte,
yani
3
Aralık
2002’de,
Emre
Tok
NATO’nun
Active
Endeavour
harekatı
kapsamında
görevli
olduğu
ve
fırkateyni
ile
birlikte
uluslararası
sularda
seyrettiği
gerçeği.
Emre
Tok
bütün
bunları
Soruşturma
safhasında
savcıya,
kovuşturma
safhasında
ise
duruşmasında
Mahkemeye
belgeledi.38
Mahkeme
ise
bu
gerçeği
dikkate
aldığı
takdirde
söz
konusu
Word
belgesinin
(ve
bağlantılı
bir
çok
başkasının)
sahte
olduğunu
kabul
etmek
zorunda
kalacağı
için
savunmaya
“itibar
etmiyor.”
Bu
belge,
adli
bilişimcilerin
5
no.lu
sabit
diske,
disk
kullanımdan
kalktıktan
sonra,
tarihi
geriye
çekilmiş
bir
bilgisayara
bağlanarak
aktarıldığını
tespit
ettiği
belgelerden.
Balyoz
mahkemesi
bu
rapora
itibar
etmediği
gibi,
bu
belgenin
sahte
olduğunu
tespit
edecek
bir
bilirkişiyi
atamayı
reddetti.
Mevcut
bilirkişi
raporunu,
Berker
Emre
Tok’un
fizik
kuralları
dahilinde
söz
konusu
izlemeyi
yapmış
olamayacağını
ve
de
Word
belgesini
kaydetmiş
olamayacağını
gösteren
belge
ve
kanıtları
tamamen
görmezden
geldi.
Savunmasını
sunan
Tok’a
tek
bir
soru
dahi
sormadı.
Onun
yerine,
Emre
Tok’un
mesai
sonralarında
Gölcük’ten
(Kocaeli)
700
km
uzaklıktaki
Aksaz’a
(Muğla)
gidip-‐gelip
Kasım
ayı
boyunca
Amirali
izlediğini,
sonra
da
raporunu
bilgisayara
açık
denizde
tatbikattayken
kaydetmiş
olduğunu
kabul
ederek
Tok’a
müebbet
hapisten
iskontolu
16
yıl
hapis
cezası
verdi.
Hayfa-‐İsrail’de tatbikat yaparken aynı anda Aksaz’da Suga toplantısına katılan subaylar
Üçüncü
Balyoz
iddianamesinin
sanıklarından
Derya
Ön,
Erhan
Şensoy,
Fahri
Can
Yıldırım,
Nuri
Üstüner,
Şafak
Yürekli
ve
Ümit
Metin
ile
1nci
Balyoz
iddianamesinin
sanıkları
Faruk
Doğan
ve
Ergün
Balaban,
3
Ocak
2003’de
Aksaz’da
(Muğla)
Suga
planı
ile
ilgili
toplantı
yapmakla
suçlandı.
38
Balyoz
Davası
68.
Celse
Duruşma
Tutanağı,
6
Ocak
2012.
28
İddiaya
göre
bu
kişiler
Aksaz
Deniz
Üs
Komutanlığı’nda
darbe
toplantısı
yaptıktan
sonra,
Erhan
Şensoy
bir
toplantı
tutanağı
hazırladı.
Gösterilen
kanıt,
yine
5
no.lu
hard
diskten
çıkan
Toplantı
Tutanağı.doc
isimli
Word
belgesi.
Üstverisine
göre
bu
Word
belgesi
“ERHAN
ŞENSOY”
kullanıcı
adı
ile
2
Ocak
2003’de
oluşturulmuş.
Belgenin
en
altında
“Toplantıya
katılanların
imza
bloğu
ve
imzaları”
bölümünde
ise
yukarıdaki
kişilerin
adı
yazıyor.
Yıldırım
ve
Şensoy
2003’de
TCG
Gelibolu’nun
birinci
ve
ikinci
komutanı.
Yürekli
ve
Ön
ise
TGG
Giresun’un
birinci
ve
ikinci
komutanı.
Bu
iki
gemi,
komutanlarıyla
birlikte
29
Aralık
2002-‐04
Ocak
2003
tarihleri
arasında
“Reliant
Mermaid-‐V”
arama
ve
kurtarma
tatbikatı
için
denizde
ve
sözde
toplantının
yapıldığı
tarih
olan
3
Ocak
2003’te
Hayfa/İsrail
limanında.39
Doğan
ise
ameliyat
geçirdiği
ameliyat
nedeniyle
İzmir’de
istirahatte.
Dolayısıyla
bu
kişilerin
3
Ocak
2003’de
Aksaz’da
toplantı
yapmış
olmaları
mümkün
değil.
Ayrıca
bu
toplantı
tutanağı
Word
belgesini
Erhan
Şensoy’un
2
Ocak’ta
açık
denizde
iken
oluşturması
da
mümkün
değil.
Bütün
bunları
kanıtlayan
resmi
belgeler
hem
savcılara
hem
de
Balyoz
Mahkemesine
sunuldu.
Bu
belge
5
no.lu
sabit
diske
sonradan
sahtecilikle
kopyalandığı
tespit
edilen
belgelerden
ve
Balyoz
mahkemesi
bunu
da
biliyor.
Eski
tarihli
belge
üreten
çete,
bilgisayarlarının
tarihini
2
Ocak
2003’e
alarak
(kullanıcı
adı
olarak
tanımladıkları
“ERHAN
ŞENSOY”
adı
ile)
3
Ocak’ta
toplantı
düzenlenmiş
ve
tutanak
tutulmuş
gibi
Word
belgesi
oluştururken
yine
hata
yapıyor.
TCG
Gelibolu
ve
TCG
Giresun’un
tam
da
o
tarihte
İsrail’de
tatbikatta
olduğunu
ve
Doğan’ın
ameliyat
geçirdiği
için
nekaat
izninde
olduğunu
atlayan
çete,
bu
kişiler
Aksaz’daymış
gibi
belge
düzüyor.
39
Bu
arada
adı
TCG
Gelibolu’nun
ikinci
komutanı
olarak
yazan
Üstüner
ise
aslen
TCG
Gemlik’te
görevli.
29
-+A,9&>=`!F(I2$#7"&F17$#$)":.(6D&,2/&*+&A(#&8K2592+%,&
0$23(4&9$C/+9+A,&3,#+&81&8+2E+#,#&A$C7+&(2.1)1#1&7+AI,7&+.+6+/&8,%&8,2,%/,H,3,&$7$9$3"&%+..+77,:&&
_+*617&8,2,%/,H,&%$I(%1#1D&81&/,H,2+%,#&B,4,/&/1%$22$%"&.$C,2,#.+&;/A$4?.$&AK4&/(#1A1&
7(I2$#7"3$&&/$7"29"H&&(2$9$3$6$/2$%"#"&*+&.+&[+#A(3?1#&81&v(%.&8+2E+A,#,&(21H71%91H&(2$9$3$6$)"#"&
EKA7+%+#&8+2E+&*+&/$#"72$%"&7$9$9+#&EK%9+4.+#&E+2.,:&&
01&A$C7+&v(%.&8+2E+A,#,&/$#"7&EKA7+%+%+/&_$C/+9+&'+%3$&]#D&P%C$#&[+#A(3D&q$C%,&Y$#&^"2."%"9D&
[$B$/&^5%+/2,&*+&m9,7&_+7,#?+&95+88+77+#&,A/(#7(21&>o&3"2D&q$%1/&'()$#&*+&P%E5#&0$2$8$#?$&>j?+%&
3"2&C$I,A&6+4$A"&*+%.,:&&
T$-?'"-3"'F/0'S;"#$"*3"'F/0'3/'T-4"7"*3"'%#"-'+65"$'
0,%,#6,&0$23(4&,..,$#$9+A,#,#&A$#"/2$%"#.$#&Y+9&;4,4&W$/9$/&*+&^$H$%&0$%8$%(A&0535/A$)#$/D&
S/,#6,&0$23(4&,..,$#$9+A,#,#&A$#")"&;C9+7&R,#$#&P%71)%12&*+&m@5#65&0$23(4&,..,$#$9+A,#,#&;C9+7&
LK/C$#&-$C71*$#D&;2,&^$A,#&F5%/+%D&Y$C,7&R+%.$%&LK/EK4&*+&_+C9+7&Y+#/&'$2/$#$7D&>f&;%$2"/&<==<&
*+&<&G6$/&<==f?.+&;#/$%$?.$&'+#,4&J1**+72+%,&J(917$#2")"?#.$&R1E$&I2$#2$%"&,2+&,2E,2,&7(I2$#7"&
3$I9$/2$&A1@2$#."&T,/,#6,&7(I2$#7"3$&f#65&0$23(4&,..,$#$9+A,#,#&A$#")"&u1%,&R+2@1/&L5#+%,?#,#&.+&
/$7"2.")"&,..,$&+.,2,.,V:&
S..,$3$&EK%+D&81&/,H,2+%&.$%8+&7(I2$#7"A"&3$I7"/7$#&A(#%$D&8,%&.+&7(I2$#7"&717$#$)"&71791H2$%:&
LKA7+%,2+#&/$#"7&3,#+&j&#(:21&C$%.&.,A/7+#&@"/$#&,/,&v(%.&8+2E+A,`&7(I2$#7"&A(#1@:.(6&*+&PJ;&
F(I2$#7"&R(#1@&-$I(%1:.(6:&0+2E+#,#&+#&$27"#.$/,&MF(I2$#7"3$&/$7"2$#2$%"#&,94$&82()1&*+&,94$2$%"N&
8K2595#.+&31/$%".$/,&/,H,2+%,#&$."&3$4"3(%:&
$1"
Halbuki
bunun
olması
fizik
kurallarına
ve
mevcut
teknolojiye
göre
mümkün
değil.
Zira,
Yaşar
Barbaros
Büyüksağnak
geçici
görevlendirme
ile
23
Ekim
2002’den
itibaren
1
seneliğine
EUROMARFOR
Karargahı’nda
Roma/İtalya)
yurtdışına
gönderilmiş.
Bu
süre
içinde
Türkiye’ye
hiç
giriş-‐çıkış
yapmayan
Büyüksağnak,
bu
toplantılara
katılmış
olamaz.
Ali
Yasin
Türker
ise
toplantı
tarihlerinde
sağlık
sebebiyle
izinli.
2
Aralık
2002’de
Türker
için
ameliyat
kararı
alınmasının
akabinde
hazırlık
ve
tahliller
yapılıyor
ve
18
Aralık’ta
ameliyat
gerçekleşiyor.
Ameliyat
sonrası
20
gün
raporlu
olan
Türker,
toplantı
olduğu
iddia
edilen
2
Ocak
2003
tarihinde
nekaat
izninde.
Eski
tarihli
belge
üreten
çete,
toplantı
tarihlerinde
Büyüksağnak’ın
yurtdışı
görev
ile
İtalya’da
olduğunu
ve
de
Türker’in
ameliyat
izninde
olduğunu
bilmiyor
ve
yukarıdaki
örneklere
benzer
bir
hata
daha
yapıyor.
İlginç
bir
detay
ise
Cem
Aziz
Çakmak
ile
ilgili.
Dijital
belgelere
göre
sözde
Suga
planını
tasarlayan
Özden
Örnek
tarafından
görevlendirilen
ve
Suga
toplantısına
katıldığı
iddia
edilen
Cem
Aziz
Çakmak,
gerçekte
bizzat
Özden
Örnek
tarafından
Mart
2002’de
ordudan
ihraç
istemi
ile
Askeri
Mahkemeye
sevk
edilmiş.40
Çete,
o
dönem
Özden
Örnek’in
Cem
Aziz
Çakmak’ı
ordudan
atmak
için
yargıya
sevk
ettiğini
de
bilmiyor
ve
Suga
planı
kurgusuna
Çakmak’ı
da
dahil
ediyor.
Ayrıca
çete,
fazla
mesai
çalışmaktan
bu
belgede
rütbeleri
de
karıştırmış.
13
Aralık
2002’deki
toplantıya
Kurmay
Kıdemli
Binbaşı
olarak
katılmış
gibi
görünen
Büyüksağnak’ın
(zaten
o
tarihlerde
sahip
olmadığı)
kıdemini
bir
ay
sonraki
toplantıda
kaybettiğini
görüyoruz.
Öte
yandan,
Türker
ve
Dalkanat,
13
Aralık
2002’deki
toplantıdan
2
Ocak
2003’deki
toplantıya
kadar
geçen
bir
aylık
sürede
kıdem
almış!
Şaşırmayacaksınız;
Balyoz
mahkemesi,
5
no.lu
sabit
diske
sonradan
sahtecilikle
eklenen
belgeler
arasında
olan
bu
belgelerdeki
sahteciliği
tespit
edecek
bir
bilirkişiyi
atamayı
reddetti.
Mevcut
bilirkişi
raporunu,
Büyüksağnak’ın
fizik
kuralları
dahilinde
Ankara’da
söz
konusu
toplantıya
katılmış
olamayacağını,
Türker’in
çalışmadığını
gösteren
raporunu
tamamen
görmezden
geldi
ve
sanıklara
müebbetten
iskontolu
hapis
cezaları
kesti.
Gölcük
belgelerini
“inceleyen”
Emniyet
görevlileri
Poyrazköy
ve
Balyoz
davaları
sanıklarından
Ali
Türkşen
için
hazırladıkları
tespit
tutanağında,
diğer
davalarla
ilgili
bu
belgelerden
AZINLIKLAR
EMİR.doc
isimli
Word
belgesi
için
şöyle
yazmış:
Bu
ve
benzeri
imzasız
dijital
belgelerin
(çok
kolaylıkla
manipüle
edilebilen)
üstverilerinden
yola
çıkarak
TEM
görevlileri
şu
sonuca
ulaşıyor:
“Ali
TÜRKŞEN
isimli
şahsın,
2003
yılında
Balyoz
Harekat
Planı
kapsamında
darbeye
zemin
oluşturmak
için
yapılması
planlanan
faaliyetler
kapsamında
hazırlanmış
olan
belgelerde
Operasyonel
faaliyetlerde
görevlendirildiği,
benzer
amaçlı
hazırlanan
2008
tarihli
40
Özden
Örnek’in
talebiyle
ihraç
istemi
ile
yargılanan
Çakmak,
2005’de
beraat
etmiş.
31
belgelerde
de
operasyonel
amaçlı
görevlendirildiği,
şahsın
bu
tarz
görevlendirmelerde
Kadir
SAĞDIÇ
isimli
şahsın
uhdesinde
görev
aldığı
tespit
edilmiştir.”
Üstverisine
bakarsak,
AZINLIKLAR
EMİR.
doc
belgesi
ilk
olarak
5
Kasım
2008’de
sabah
saat
9:41’de
Ali
TÜRKŞEN
kullanıcı
adı
ile
kaydedilmiş.
Ali
Türkşen’in
bu
ve
benzeri
belgeleri
hayatında
ilk
defa
gördüğünü
söylemesinin
elbette
hiç
bir
değeri
yok;
zira
imzasız
dijital
belgelerin
üstverilerine
bakarak
TEM
görevlileri
Türkşen’in
“bu
tarz”
görevlendirilmelerde
görev
aldığını
tespit
etmiş
bile.
Şansa
bakın
ki,
TRT
ekibi,
5
Kasım
2008’de
(evet,
belgenin
sözde
kaydedildiği
gün)
o
dönem
Kurtarma
Grup
Komutanı
olan
Albay
Türkşen’in
(evet,
sözde
belgeyi
kaydeden
kullanıcının
adı)
gemisinde
derin
su
dalgıçlarının
eğitimlerini
çekiyor.
5
Kasım
2008
günü
sabah
8:30’da
başlayan
ve
gün
boyu
devam
eden
çekimler
‘Savaşta
Barışta
Türk
Ordusu’
programında
yayımlanıyor.
Türkşen,
Balyoz’un
45nci
celsesinde
Gölcük’ten
çıkan
belgelerle
ilgili
olarak
bu
konuyu
gündeme
getiriyor
ve
videoyu
Mahkemeye
izletmeden
önce
salondakilere
seslendi:41
“Şimdi
bu
Donanma
Komutanlığında
Gölcük’te
çıkan
belgelerin
gerçek
olduğu
konusunda
hiçbir
tereddüt
duyulmadan
11
Şubat
günü
tutuklandık.
(…)
Ama
Allah
yardımcı
oluyor.
Tabi
hayatımızın
her
dakikasını
filme
alma
almamız
mümkün
değil.
(…)
Tabi
ben,
belki
bu
filmi
kendi
birliğimde
o
günkü
eğitim
sırasında
çektirmiş
olsam,
belki
bunu
da
ben
kendim
organize
etmiş
olabilirim
diye
de
düşünülebilir.
Ama
gene
Allah
yardım
ediyor.
Türkiye
Radyo
Televizyon
Kurumu
(TRT)
kameralarının
önünde,
sabah
saat
8:30’dan
akşama
kadar,
limandan
ayrı
yaptığım
faaliyetlerin
küçük
bir
bölümünü
(…)
sizlere
göstereceğim.
Mahkeme
videoya
öylece
baktı.
Tıpkı
diğer
sanıkların
sundukları
sahtecilik
kanıtlarına
baktıkları
gibi.
Davadaki
avukatlardan
birinin
deyimiyle
“sinirleri
alınmış”
vaziyette
videoyu
izledi
ve
ertesi
gün
Ali
Türkşen
dahil
163
Balyoz
sanığının
tutukluluğuna
devam
kararı
verdi.
Aradan
6
ay
geçti,
Hard
diskteki
sahteciliği
ortaya
koyan
bilirkişi
raporu
Mahkemeye
verildi.
Tutukluluğa
hala
devam.
68nci
celsede
Ali
Türkşen
ile
Mahkeme
Başkanı
arasında
geçen
diyalogu
aktaralım.42
Ali Türkşen:
“Heyetinize
birkaç
ay
önce
bir
film
izlettim.
Bana
isnat
edilen
3.
balyoz
duruşmaları
ya
da
davası
kapsamında
benim
oluşturduğum
iddia
edilen
bir
dosya
ile
ilgili
o
saatte
başka
yer
ve
zamanda
başka
yerde
olduğumu
size
gösterdim.”
Mahkeme
Başkanı:
41
Balyoz
Davası
45.
Celse
Duruşma
Tutanağı,
23
Haziran
2011.
42
Balyoz
Davası
68.
Celse
Duruşma
Tutanağı
–
6
Ocak
2012
32
“Bir
programda
dalma
eğitimi
yapıyordunuz.”
Ali Türkşen:
“Tabi.”
“Mahkeme” Başkanı:
“Evet.”
Ali Türkşen:
“Yani
eğer
zaten
o
gösterdiğim
ya
da
size
sunduğum
delillerle
sizi
yanıltmaya
çalışıyorsam
ben
zaten
suçluyum.
Lütfen
onun
gereğini
yerine
getirin.
Ben
yani
suç
işliyorumdur.
Eğer
öyle
değilse
bakın
biz
1
senedir
artık
bizim
sesimiz
daha
gür
çıkmaya
başladı.
Ben
1
milim
size
başımı
önüme
eğecek
bir
kabahatim
yok.
1
senedir
ben
neden
hapisteyim?
Bunun
cevabını
öğrenmek
istiyorum.
Yarın
öbür
gün
siz
hangi
1
dakikamızı
bize
geri
vereceksiniz?
Biz
kaç
kere
daha
yapmadığımız
bir
şeyi
yapmadığımızı
ispatlamak
durumunda
kalacağız?
3’ncü
dava
başlarken
bunu
öğrenme
ihtiyacı
hissettim.
Dün
daha
savunmalar
yapılırken
yine
bazı
arkadaşlarımız
savunmalarında
o
belgeleri
oluşturdukları
iddia
edilen
saatte
başka
yerde
olduklarını
gene
ispatlamışlar.
Yani
biz
kaç
kere
daha
size
yapmadığımız
bir
şeyi
yapmadığımızı
ispatlamalıyız?
Ben
bunun
cevabını
almak
istiyorum.
Çünkü
yani
yeter
artık
yani
1
sene
oldu.
Yani
ben
yapmadığım
bir
şey
için
neden
hapisteyim,
neden
ben
boynumu
1
milim
bükmek
zorundayım?
Cevabını
öğrenmek
istiyorum
ve
bunun
cevabını
vermediğiniz
takdirde
benim
sesim
daha
gür
çıkacak.
Çünkü
ben
suçsuzum.”
Mahkeme Başkanı:
“Peki.”
Yüzden
fazla
Duruşma
boyunca,
yüzlerce
defa
inkar
edilemeyecek
şekilde
ortaya
konan
sahtecilikler
karşısında
Mahkeme
Başkanı’nın
tepkisi
hep
aynı:
Sanıklar
defalarca
mahkemeden
sahte
Gölcük
belgelerinin
sabit
diske
kimler
tarafından
eklendiğinin
araştırılmasını,
ipuçlarının
üzerinden
gidilmesini
istedi.
Örneğin,
bu
sabit
disk
üzerinde
ve
de
sanıklara
ait
olmadığı
tespit
edilen
“taze”
parmak
izi
bulundu
ve
sanıklar
bu
parmak
izinin
kime
ait
olduğunun
bulunmasını
talep
etti.
Mahkeme
maddi
gerçekle
ortaya
çıkarmak
bir
yana
dursun,
ortaya
çıkan
gerçeği
örtbas
etme
çabasında
olduğu
için
hiç
oralı
olmadı.
33
MC#.:4'5/#8/#/7,-3/4,'<4/-3,-,'5,#0/&>'+65"$#"7'F"&?7#"0?G'
LK265/&8+2E+2+%,#,#&8,%&/"A9"#.$&8+2E+3,&C$4"%2$3$#&E,8,&EK%5#+#&*+&,94$&C$#+A,#.+&,A9,&8121#$#&
/,H,2+%&/+#.,&,A,92+%,&3$&.$&%578+2+%,#,&8,29,3(%2$%:&01#2$%.$#&+#&@$%I"6"&(2$#2$%.$#&8,%,A,D&q+33$4&
]ÄmFYm?#5#&/+#.,&$."#"&A5%+/2,&3$#2"HD&q+33$4&]ÄmFWm&(2$%$/&3$49$A":&
]%#+),#D&$H$)".$/,&Me$A$AJ(#7%(2:.(6N&,A,92,&8+2E+3,&C$4"%2$3$#&q+33$4&]ÄmFYmD&/+#.,&$."#"&T7+AI,7&
%$I(%1#1&C$4"%2$3$#&P9#,3+7&EK%+*2,2+%,#&.+&/$%"H7"%.")"&H+/,2.+V&q+33$4&]ÄmFWm&(2$%$/&3$49"H:&
"
-+A,9&>>`&e$A$AJ(#7%(2:.(6&v(%.&8+2E+A,#,#&8$H"&*+&A(#1&
mA7+2,/D&.,Q,7$22+%,#&5A7*+%,2+%,#+&8$/7")"9"4.$D&q+33$4&]ÄmFYm?#5#&/+#.,A,#+&Mq+33$4&]ÄmF]mN&
/122$#"6"&$."&$2.")"#"&EK%53(%14p&&
q+33$4&])5765&T5A7*+%,A,#.+&/122$#"6"&$."&(2$%$/&Mq+33$4&])57@5N&8+2,%+#&.,Q,7$2&8+2E+2+%&,@,#V&
.1%1H9$.$&HK32+&.+.,`lf&
M0$/"#&8+#,9&,A9,9&q+33$4&])5765D&6&,2+:&0+#&f:&H$C"A2$%"#&/122$#9$A"#$&8,%&H+3&.+9,3(%19&
@5#/5&8+#,9&(/12.$/,&.,I2(9$2$%"9.$&.$&q+33$7&])57@5&.,3+&3$4"29"H7"%&3$#,&@&*$%."%:&;9$&
8,%&H$CA"#&/+#.,&,A9,#,&3$#2"H&/122$#9$A"&(2$9$4:&0+#.+#&E+@7,),#,&AK3253(%2$%D&%+*,43(#&
3$I7")"9"&AK3253(%2$%:&q+33$4&])57@5&.,3+&3$4"3(%19D&81&959/5#&.+),2:&0,%&A(#%$/,#+&E+2,#:&
01&<:?A,&E+#+&q+33$4&])57@5D&8,%&K#6+/,#+&E+2,%&9,A,#,4&7+/%$%.$#y&F$9$9&8,%&A(#%$/,#+&
E+2,#:&01%$.$&.$&E+#+&q+33$4&])57@5:&0,%&A(#%$/,#+&E+2,#&E+#+:&0$/"#&H,9.,&81%$.$&2$A7&
A$*+.&83&q+33$4&])57@5D&81&A+B+%&8535/&,2+&3$49"H2$%D&E+#+&@&,2+:N&
01#1#&E,8,&LK265/&8+2E+2+%,#.+&/+#.,&%578+A,#,&3$&.$&A"#"B"#"&3$#2"H&3$4$#&(#2$%6$&A18$3&*$%p&0,%&
K%#+/&.$C$&*+%+2,9:&&
j&#(:21&A$8,7&.,A/+&A(#%$.$#&+/2+#+#&.(/59$#2$%.$#&AK4.+&PJÉ7+B%,/:.(6&,A,92,&v(%.&8+2E+A,#,&
C$4"%2$3$#&R(#$3&;/I(2$7D&8+2E+#,#&,94$&C$#+A,#+&$."#"&.()%1&3$49"H:&;#6$/\&u+.+#A+&8+2E+#,#&
5A7*+%,A,#.+&8+2E+3,&C$4"%2$3$#&/122$#"6"&$."&(2$%$/&MR(#$3&!(2$7N&EK%5253(%:&RK4.+&8+2E+3,&
C$4"%2$3$#&R(#$3&;/I(2$7?"#&8,2E,A$3$%&A,A7+9,#.+&3$#2"H2"/2$&MR(#$3&!(2$7N&/122$#"6"&,A9,#,&$2"I&81&
,A,92+&8,2E,A$3$%&/122$#9$A"#$&,9/$#&3(/\&R(#$3&!(2$7&,A9,#.+&8$H/$&8,%,&.+&3(/:&&
lf&0$23(4&'$*$A"&i>:&Y+2A+&'1%1H9$&F17$#$)"D&><&G6$/&<=><:&
$%"
Peki,
Sonay
Akpolat
kendine
nasıl
‘Sonay
Polat’
diye
bilgisayar
kullanıcı
adi
almış
gibi
duruyor?
Fazla
mesai
çalışan
sahte
belge
çetesi,
yine
Balyoz
davasında
sanık
olarak
yargılanan
Soner
Polat
isimli
bir
başka
subayın
adının
geçtiği
belgeler
de
ürettiği
için,
bu
belgeyi
hazırlarken
bilgisayarlarının
sistem
saatini
ve
kullanıcı
adını
değiştirirken
Sonay
Akpolat
yerine
sehven
Sonay
Polat
yazmış.
Yani,
Sonay
Akpolat
+
Soner
Polat
=
Sonay
Polat
olmuş.
“Şahsım
ile
ilgili
delil
olarak
ileri
sürülen
güven.doc
ve
ek
tefrik.doc
isimli
2
adet
sanal
yazının
yazan
kısmındaki
Sonay
Polat
isminin
benimle
hiçbir
bağlantısı
bulunmamaktadır.
Ben
Sonay
Polat
değilim.
Benim
adım
Kadri
Sonay
Akpolat’tır.
Kendimi
bildim
bileli
hiçbir
şekilde
kendi
isim
ve
soyadımı
Sonay
Polat
olarak
yazmadım.
(…)
Sonay
Polat
eşit
değildir
Kadri
Sonay
Akpolat.”
Ayrıca
Akpolat,
içinde
en
son
2002
tarihinde
kaydedilmiş
gibi
gözüken
bir
geleceğe
yolculuk
belgesinden
bahsediyor.
Bu
belgede
Akpolat,
2009’da
amiralliğe
terfi
edecek
diye
listelenmiş.
Akpolat:
“Benim
normal
olarak
amiralliğe
terfi
yılım
2012
yılı
idi.
Ancak
2000
yılında
1
yıl
erken
terfi,
2006
yılında
da
1
yıl
yüksek
lisans
kıdemi
aldım.
Ayrıca
albaylık
rütbe
bekleme
süresi
2005
yılında
6
yıldan
5
yıla
düşürüldüğü
için
terfi
yılım
doğal
olarak
3
yıl
geriye
gelerek
2009
yılı
olmuştur.
Bu
sanal
listenin
2000-‐2002
yılları
arasında
oluşturulduğu
iddia
olunduğuna
göre
bu
tarihlerden
sonra
oluşan
3
yıllık
fark
6
yıl
öncesinden
nasıl
bilinebilir?
Bu
olay
sanki
gelecekte
bir
zaman
yolculuğuna
çıkılmış,
şahıslar
hakkında
bilgi
toplanılmış
ve
geri
dönülmüş
gibi
bir
olaydır.”
Belgelerde
bunlara
benzer
bir
dolu
hata
var;
sözde
bu
belgeleri
hazırlayan
subaylar
kendi
rütbelerini,
kıdemlerini,
vs.
hatalı
olarak
yazmışlar.
Bu
hataların
kaynağı
da
genel
olarak,
geriye
doğru
belge
üretirken
çetenin
atladığı
bazı
gelişmelerden
kaynaklanıyor.
Daha
önceki
bölümde
belirttiğimiz
örnekte,
subayın
2003
tarihli
belgede,
2003
tarihindeki
rütbesi,
ancak
2009’da
alacağı
(yani
güncel)
sınıfı
ile
listelenmesi
gibi.
Bavuldan
çıkan
Balyoz
CD’lerinin
sahte
(en
azından
“şaibeli”)
olduğu
kanısı
yerleşmeye
başlarken,
Gölcük
belgeleri
imdada
yetişti.
Öyle
ya,
Balyoz
CD’sinin
aynısı
‘Donanmanın
kalbinden’
çıkmıştı,
dolayısıyla
sahte
olamazdı.
Askeri
bir
birlikte
bir
sabit
diskin
içine
sahte
belge
yerleştirilmesi
imkânsızdı.
Mehmet
Cem
Çağlar,
Gölcük
Donanma
Komutanlığı’nda
İstihbarat
Kısım
Amiri.
Yapılan
aramada
el
konulan
5
no.lu
hard
diskin
çıktığı
yer
için,
Çağlar
şöyle
diyor:44
44
Balyoz
Davası
85.
Celse
Duruşma
Tutanağı,
13
Şubat
2012.
35
“Anılan
malzemelerin
bulunduğu
yer
hiçbir
şekilde
gizli
bölme
olarak
nitelendirilemez.
Şekilde
de
görüldüğü
gibi
Donanma
Komutanlığı
binasının
mimari
özelliği
dolayısı
ile
merdivenler,
tuvaletler
ve
2
oda
müstesna
olmak
üzere
şekilde
koyu
renk
ile
gösterilen
her
yer
koridorlar
dahil
yükseltilmiş
zemin
şeklindedir.
Bu
durumu
arama
sırasında
Sayın
Savcıya
da
arz
ettik
ve
kendisinin
gerek
olmadığını
söylemesine
rağmen
koridordaki
ve
istihbarat
şube
müdürü
odasındaki
rastgele
birer
karoyu
kaldırarak
gösterdik.(…)”
Burada
hemen
önemli
bir
noktanın
altını
çizelim.
Askerin
içinde
gizli
belgelere
erişimi
olan
“köstebek”lerin
varlığı
yeni
bir
bilgi
değil.
Çünkü
sahte
kanıt
üreten
çetenin
TSK
içinde
bir
ayağı,
işbirlikçileri
olduğunu
daha
evvelden
biliyoruz.
Zira,
Baransu’ya
verilen
bavulda
1nci
Ordu’dan
dışarıya
çıkarılmış
ses
kasetleri,
CD’ler
ve
hatta
80
darbesine
ait
orijinal
belgeler
vardı.
Bu
gerçek
belge
ve
CD’ler
sahte
Balyoz
CD’leri
ile
birlikte
paketlenip
Baransu’ya
verilmişti.
Demek
ki,
1nci
Ordu’da
içeriden
dışarıya
belge
sızdırabilecek
birileri
var.
Gölcük’te
olan
ise
farklı
değil.
Çok
da
güvenli
olmayan
bir
bölümde
(yükseltilmiş
bir
zemin
altında)
çöp
torbaları
içinde
muhafaza
edilen,
kitap,
dergi,
kablolar,
ve
kullanımdan
kalkmış
sabit
diskler
var.
Çetenin
Donanma’da
görev
yapan
bir
elemanı,
bu
sabit
diski
dışarıya
çıkarıp,
sahte
belgeleri
yüklendikten
sonra
tekrar
yerine
koymuş.
Bunu
yaparken,
Balyoz
CD’sinin
bir
kopyası
dahil
bir
kaç
CD’yi
de
ayni
yere
koymuş.
Dolayısıyla
Baransu’nun
bavulunda
1nci
Ordu’dan
çıkmış
belgelerin
bulunması
ne
kadar
şaşırtıcı
ise,
Gölcük’ten
sahte
belgelerin
çıkabilmesi
aynı
derecede
şaşırtıcı.
Ne
daha
az,
ne
de
daha
çok.
Sanıkların
ifadesine
göre
aramadan
bir
süre
önce,
bir
takım
teknisyenler
sabit
disk
ve
diğer
malzemenin
bulunduğu
zemin
altındaki
bölüme
giriyorlar.
Hatta
bir
defasında,
herhangi
bir
ariza
şikâyeti
olmadığı
halde
‘sıkışan
kabloyu’
düzeltmeye
geldiklerini
soyluyorlar.
Biz
bu
işi
yapanların
kimliğini
bilmiyoruz,
ancak,
elbette
ki
bunu
yapan
şahıs(lar)
istihbarat
dairesine
erişimi
olan
kişi/kişiler.
Neticede,
bilirkişi
raporları
5
no.lu
hard
diskin
içeresine,
bu
hard
diskin
bağlı
olduğu
bilgisayardan
sökülüp
kullanımdan
kaldırıldığı
tarihten
(yani
27
Temmuz
2009’den)
sonraki
bir
tarihte,
sistem
saati
geriye
alınmış
bir
başka
bilgisayara
bağlanarak
dosyaların
kopyalandığını
saptadı.
Ayrıca,
bu
sabit
disk
üzerinde,
sanıklardan
hiçbirine
ait
olmadığı
teyit
edilen
“taze”
parmak
izi
de
bulundu.
Arama ile ilgili ilginç detaylar da var; onları da not edelim.
6
Aralık
2010,
Pazartesi
günü
öğlen
saatlerde,
Savcı
Fikret
Seçen
Donanma
Komutanlığı’nı
aradı
ve
arama
yapacağını
bildirdi.
Arama
18:30’da
başladı.
İhbar
mektubunda
belirtilmemiş
olmasına
rağmen,
Seçen,
yanında
yükseltilmiş
zeminleri
kaldırmak
için
“vantuz”
ile
geldi
ve
yine
ihbar
mektubunda
spesifik
bir
oda
belirtilmemesine
rağmen
(istihbarat
şubesinde
4
oda
var)
doğrudan
el
konulacak
delillerin
bulunduğu
odaya
giderek,
yine
ihbar
mektubunda
spesifik
bir
yer
belirtilmemiş
olmasına
rağmen,
doğrudan
yükseltilmiş
zemin
üzerinden,
5
no.lu
disk
de
dahil
olmak
üzere
diğer
malzeme
ver
dergilerin
altında
bulunduğu
karoya
işaret
ederek,
karonun
kaldırılmasını
istedi.
36
Aramanın
başlangıcında
Seçen,
Mehmet
Cem
Çağlar’ın
odasına
geldi.
Çağlar’dan
dinleyelim:
45
“(…)
[Seçen]
Yok
dedi
ben
dedi
senin
hiçbir
şeyini
aramayacağım.
Bilgisayarlarını
da
kapatabilirsin,
dolaplarını
da
kilitleyebilirsin,
her
şeyini
kaldırabilirsin.
Ben
bu
karonun,
ayağını
yere
vurdu.
Bu
karonun
altına
bakacağım
dedi.
Hatta
dedi
vantuzunuz
yoksa
benim
arabamda
var,
ben
getirteyim
dedi.
Yok
dedim
biz
vantuzu
getirtiriz,
zaten
söylenmiş,
komutanlar
söylemişler
geliyordu.”
Ayni
celsede,
Mehmet
Fatih
İlğar,
ihbar
mektubunda
belirtilmemiş
olmasina
rağmen,
savcının
neden
vantuzla
geldiğini,
ve
yine
ihbar
mektubunda
belirtilmemiş
olmasına
rağmen
nasıl
doğrudan
bulunacak
delillerin
olduğu
yere
gittiğinin
araştırılmasını
istiyor:
“Bulunan
yer
çok
geniş
bir
mahal.
Savcımızda
oraya
gelip
direkt
ilgili
mahali
adeta
nokta
atışı
yaparmışçasına,
mailde
böyle
bir
şey
yazmamasına
rağmen
o
mahali
ve
o
karoyu
direkt
işaret
etmesi
insanın
aklına
mutlaka
acaba
Savcımızı
bu
mailden
gayrı
ihbarcı
ile
direkt
bir
muhatabiyeti
söz
konusu
olup
olmadığını
getiriyor
ve
vantuzu
da
yanında
getirmesi.
Dolayısı
ile
tanığın
ifadelerinden
sonra
bu
konunun
da
Mahkemenizce
açıklığa
kavuşturulmasını
talep
ediyorum.”
Mahkeme
başkanı
ise
bunu
önemsiz
bir
detay
olarak
değerlendirdi
ve
duruşmanın
ilerleyen
dakikalarında
şöyle
dedi:
“Peki,
peki
yani
orada
Cumhuriyet
Savcısı
ihbarın
dışında
ihbarı
yapan
kişi
ile
görüştü
mü?
Ya
da
görüşen
bir
görevli
Cumhuriyet
Savcısına
ilaveten
tutanaklara
geçmeyen
bilgi
mi
verdi?
Yani
faraziye
ki
verdi,
ne
değişir?
Diyelim
ki
polisin
bir
muhbiri
getirdi
bu
bilgiyi.
İstihbarattan
yani
istihbaratın
çalıştırdığı
bir
muhbir
getirdiğini
farz
edelim.
Onunla
da
istihbarat
memuru
görüştü.
Bir
şekilde
de
bu
bilgiyi
Savcıya
ulaştırdı
harici
bilgi.
Bununla
ilgili
dosyada
hiçbir
bilgi
yok.
Yani
sizin
düşündüğünüz
yoldan
gidelim,
neyi
değiştirecek?”
Mahkeme
başkanı
haklı;
bu
duruşmalarda
hiçbir
maddi
gerçek
hiçbir
şeyi
değiştirmeyecek.
Zaten,
savcıların
CD’nin
sahte
olduğunu
gösteren
yazışmaları
emanete
saklaması,
iddianamede
doğru
olmayan
beyanlarda
bulunması,
bilirkişi
raporu
yok
etmesi
yanında,
isimsiz
ihbar
yapan
kişiyi
bulup
(eğer
böyle
olduysa—çünkü
ortada
bir
muhbir
söz
konusu
değil)
edindikleri
ek
bilgileri
dosyaya
koymamaları,
devenin
yanında
kulak
kalıyor.
Aramanın yapıldığı tarihte Donanma Kurmay Başkanı olan Ali Semih Çetin’in söyledikleri önemli:
“Savcı
Fikret
Seçen,
Sayın
Fikret
Seçen
aramadan
önce
yaklaşık
5
saat
önce
öğlen
saati
olduğu
için
çok
net
hatırlıyorum,
yemekten
hemen
sonraydı
ama
13.30
-‐14.00
arası
olabilir.
Beni
arayarak
geleceğini
söylemiştir,
bir
savcı
arkadaşı
ile
birlikte
akşamleyin
kaça
kadar
orada
olduğumu
sormuştur.
Ben
de
bunun
üzerine
hem
İstihbarat
Şube
Müdürüne
hem
de
bütün
diğer
Başkanları
çağırarak
akşam
Savcıların
geleceğini,
Savcılar
ayrılmadan
karargahtan
kimsenin
gitmemesi
gerektiğini
tebliğ
ettim.
Yani
Savcının
gelişine
kadarki
süreyi
de
sayarsak
orada
da
4-‐5
saatlik
bir
zamanımız
vardı.
45
Balyoz
Davası
85.
Celse
Duruşma
Tutanağı,
13
Şubat
2012.
37
[,9.,&r&$3&A5%+&,2+&rXh&$3&A5%+&,2+&5A7+2,/&8K32+&8,%&A1@7$#&A1@2$#$%$/&7171/2$#9"H/+#D&7+/%$%&
7$C2,3+&(291H/+#&(%$.$/,&8+2E+2+%,&C$2$&(%$.$&91C$B$4$&+79,H,4D&A(#%$&.$&R$*6"&E+2,3(%19&
.+.,),&C$2.+&A(#&B"%A$7"&.$&/122$#9$3"I&7+/%$%&91C$B$4$&+79+3+&.+*$9&+79,H,4&E,8,&/(9,/&
8,%&.1%19&(%7$3$&@"/"3(%:&e+%C$2.+&C1/1/&7$%,C,&8K32+&8,%&A1@21&I%(B,2,&EK%9+9,H7,%N&&
u+7,6+.+D&@+7+&LK265/&8+2E+2+%,&,2+&$9$6"#$&12$H7"D&/$91(31#.$&,A7+#+#&/$B$&/$%"H"/2")"#"&3$%$79$/7$&
8$H$%"2"&(2.1:&L$4+7+&*+&FZ?2+%.+&h&@1*$2&.$%8+&8+2E+A,&@"/7"D&lf&/2$AK%&0$23(4&8+2E+A,&*$%D&0$23(4?1#&
"A2$/&,94$2"&8+2E+2+%,&@"/7"&7$%4"#.$/,&3$3"#2$%D&U0$23(4&8+2E+2+%,#,#&E+%@+/2,),#,#&7+A6,22+#.,),?&
$2E"A"#"&3$%$77":&&
-+A,9&><`&w$9$#D&<<&G6$/&<=>>
E)Z1/!5/T+/!;/1/83939!jW7TT)9,UT,!)[1)TT)*,k!!
S2/&/,7$8"9"4.$&/+#.,A,#+&3+%&$3"%.")"9"4&;2I+%&LK%95H?5#D&0$23(4&8+2E+2+%,#.+/,&A$C7+6,2,/2+%,&.,2+&
E+7,%+#&E$4+7+6,2+%,&A1@2$3"6"D&$H$)"2$3"6"&7(#2$&3$4.")"&8,%&3$4".$#&$2"#7"&,2+&81&8K259+&A(#&*+%+2,9:&&&
;2I+%&LK%95HD&F$%$B?.$/,&3$4"A"#.$&LK265/?7+/,&A$8,7&.,A/2+&,2E,2,&HK32+&.,3(%&T*1%E12$%&/+#.,A,#+&
$,7Vlo`&&
lo&;2I+%&LK%95HD&F$%$BD&?0$23(4&@+2,H/,2+%,`&0,%&,C7,9$2&.$C$&*$%&T>VD&>=&u,A$#&<=><:&
$)"
“Bugün
dahi
belgeler
arasında
yeni
zamanlama
çelişkileri
bulunup
kamuoyuna
açıklanıyor,
Ergenekon
ve
darbe
davalarına
“soğuk”
gazeteciler
sütunlarında
bunları
tekrar
ederek
kamuoyunun
zihnindeki
kuşkuların
daha
da
derinleşmesine
yardımcı
oluyorlar.
Ne
var
ki
sözünü
ettiğim
gazeteciler
bu
işi
yaparken
derin
bir
bilgisizlikle
hareket
ediyorlar.
Bugün
bile
11
No’lu
CD’nin
dışarıda
bir
yerlerde
bir
“çete”
tarafından
herhangi
bir
bilgisayarda
kaydedildiğini
zannediyorlar.
Bugün
bile
11
No’lu
CD’nin
kaydedildiği
harddiskin
6
Aralık
2010’da
Gölcük
Donanması’nda
yapılan
aramada
İstihbarat
Şube
Müdürlüğü’nün
döşemesi
altındaki
gizli
bölmede
bulunduğunu
bilmeden
yazıyorlar.
(...)
[Gölcük’te]
Ele
geçirilenler
arasında
bir
de
harddisk
vardı;
bir
süre
sonra
onun,
meşhur
11
No’lu
CD’nin
yazıldığı
harddisk
olduğu
anlaşılacaktı.”
Resim
13:
Taraf,
10
Nisan
2012
Halbuki
Gölcük’teki
sabit
diskte
11
no.lu
CD’nin
oluşturulduğu
kesinlikle
doğru
değil.
Savcıların
bile
böyle
bir
iddiası
yok,
zaten
olamaz
da.
Biz
aynı
gün
blogumuzda
‘Alper
Görmüş’ün
uyduruk
bilgi
üzerine
inşa
ettiği
yazısı’
başlıklı
bir
yazı
yazarak,
buradaki
en
büyük
ironiye,
yani
Alper
Görmüş’ün
kendi
uydurduğu
olguları
yazmadıkları
(!)
için
başka
gazetecileri
bilgisizlikle
suçlamasına
dikkati
39
çektik.
Bir
sonraki
yazısına
bu
düzeltmeyle
başlayan
Görmüş,
bu
bilginin
yanlış
olmasının
ileri
sürdüğü
temel
iddiaya
“halel
getirmediğini,”
doğru
bilginin,
yani
11
numaralı
CD’nin
kopyasının
çıkmış
olmasının,
yeterli
olduğunu
yazdı.47
Yani
büyük
tantana
ile
ilan
ettiği
“bilgi”
yanlış
çıkınca,
“fark
etmez,
önemli
değil
zaten”
dedi.
Şimdi,
Eskişehir’de
emekli
bir
subayın
evinde,
subayın
oğlun
odasındaki
çekmecede
“bulunan”
flaş
bellekten
bahsedelim.
Bu
flaş
bellekteki
dijitaller
ikinci
Balyoz
iddianamesinin
temelini
oluşturuyor.
Yine
adetten
olduğu
üzere,
isimsiz
bir
ihbar
e-‐maili
nedeniyle
yapılan
bir
aramada,
yine
adetten
olduğu
üzere
dijital
darbe
belgesi
bulundu.
21
Şubat
2011’de
emekli
Havacı
Albay
Hakan
Büyük’ün
Eskişehir’deki
evinde
yapılan
aramada
“bulunan”
ve
ikinci
Balyoz
iddianamesinde
delil
olarak
kabul
edilen
flaş
belleğin
hikayesi
ile
ilgili
ilginç
detaylar
var.
Önce
bu
detayları
aktaralım.
Sonra,
flaş
bellekten
çıkan
belgelerdeki
sahtecilikten
bahsedeceğiz.
18
Şubat
2011
Cuma:
Hakan
Büyük
şehir
dışında.
Saat
20:00-‐20:30
gibi
Hakan
Büyük’ün
oğlu
ve
arkadaşı
evde
otururken
elektrikler
kesiliyor.
Oğlu
ve
arkadaşı
dairenin
kapısını
açık
bırakarak
iki
kat
altta
apartman
girişindeki
elektrik
panosunun
bulunduğu
yere
iniyorlar.
Sigorta
panosunun
kapağını
açtıklarında
sadece
5
no.lu
daire
(yani
Büyük’ün
dairesi)
ile
apartman
aydınlatma
sigortalarının
indirilmiş
olduğunu
görüyorlar
ve
düzeltiyorlar.
19 Şubat 2011 Cumartesi: İstanbul Emniyet’e e-‐mail ile bir ihbar mektubu geliyor.
47
Alper
Görmüş,
Taraf,
’Balyoz
çelişkileri:
Bir
ihtimal
daha
var
(2),
13
Nisan
2012.
40
-+A,9&>l`&SA,9A,4&,C8$%&9+/7181&
'+9+/&/,D&M7171/2$#9$/7$#&/(%/$#&*+&8535/&,C7,9$22+&+2,#.+&8121#$#&8$23(4&8+2E+2+%,#,&3(/&+.+6+/N&
(2$#&0535/D&,2/&0$23(4&7171/2$9$2$%"#"#&8$H2$.")"&<o&[18$7&<=>=&7$%,C,#.+#&8+%,&T8,%&A+#+.,%V&
/(%/9$A"#$&%$)9+#&8+2E+2+%,&,@+%+#&8,%&B2$H&8+22+),&+*,#.+&A$/2"3(%91Hp&mA7+2,/D&8+2E+2+%,D&E53$&
8$H"#$&8,%&H+3&E+2,%&.+D&5A72+%,&/+#.,A,#+&A$C,I&@"/9$4A$&.,3+&+*,#.+&A$/2"3(%91H:&01E5#&E+2,#+#&
#(/7$.$&8K32+&8,%&E+%+/@+#,#&C,@&8,%&E+@+%2,2,),&/$29$.")"&(%7$.$:&01&#,7+2,/7+&M.+2,22+%N,&+*,#.+&
8121#.1%$#&8,%,#,#&,9C$&+79+9,H&(29$A"&C,@&9$#7"/2"&.+),2:&
PS!@75)1!PSDD!\)=)*(&SA7$#812&P9#,3+7&7+AI,7&717$#$)"&C$4"%2"3(%D&A$*6"2"/&$%$9$&3$I"29$A"#"&7$2+I&
+.,3(%&*+&$3#"&E5#&9$C/+9+&7$%$B"#.$#&$%$9$&/$%$%"&@"/"3(%:&
PD!@75)1!PSDD!\)=)*1/83(&e$/$#&0535/?5#&+*,&$%$#"3(%&T$H$)".$&.+7$32$%"&*+%,3(%14V:&
Pi!@75)1!PSDD!.70)(&,C8$%.$#&7$9&8,%&C$B7$&A(#%$&T$%$9$&3$I"29"HD&717$#$/2$%&C$4"%2$#9"HD&*A:VD&
A$*6"2$%"#&$/2"#$&F+2+/(9?$&3$4"&3$4"2$%$/&+2+/7%(#,/&,C8$%"#&3$I"2.")"&,#7+%#+7&}!?A,#,#&/,9+&$,7&
(2.1)1#1&A(%9$/&E+2,3(%:&;3#"&E5#&F+2+/(9&E+%+/2,&8,2E,3,&*+%,3(%:&
%!"
1
Mart
2011
Salı:
IP
adresi
Telekom’dan
alındıktan
günler
sonra,
IP
sahibinin
ifadesine
başvuruluyor.
Bu
arada
ihbarı
yapan
kişinin
ihbarı
yaptığı
yerdeki
kamera
kayıtları
sadece
7
gün
saklandığı
için
kayıtlar
silinmiş!
İsimsiz
ihbar
e-‐mailini
aldıktan
sonra
arama
için
jet
hızıyla
hareket
eden
emniyet
ve
savcılar,
ihbar
e-‐mailini
yollayan
kişiyi
“bulmak”
için
hiç
acele
etmedi.
Sonuç;
süre
aşımı
nedeniyle
kayıtlar
silindi,
ihbarcı
bulunamadı.
2 metrekareye 1 polis
Hakan
Büyük
ve
oğlunun
yaşadığı
45
metrekarelik
bir
oda
bir
salon
eve,
21
Şubat
2011
Pazartesi
sabahı,
Hakan
Büyük’ün
oğlu
evden
çıktıktan
sonra,
saat
08:35’de
muhtar
ile
birlikte
20
kadar
polis
doluştu.
Büyük’ün
oğlunun
odasındaki
beş
çekmeceli
şifonyerin
alttan
ikinci
çekmecesinden
Cruser
marka
bir
flaş
bellek
bulundu.
Arama
esnasında
avukat
olmadığını
ekleyelim.
Arama
eldivenle
yapılmasına
rağmen,
flaş
bellek
bulunduğunda,
üzerinden
parmak
izi
ve
DNA
örneği
alınmıyor.
Büyük,
ilerleyen
saatlerde
eve
gelen
oğluna
bu
flaş
belleği
sorduğunda,
oğlu
“hatırlamadığını,
çok
flaş
bellek
aldığını
ve
kaybettiğini,
kendisine
ait
olmayabileceğini”
söylüyor.
Bunun
üzerine
‘Ev
Arama,
El
Koyma,
İmaj
Alma
ve
Teslim
Tutanağını
hazırlayan
görevlilere
durumu
anlatan
Büyük’e
verilen
cevap
şu:
“Sizin
evde
bulundu,
sizindir.”
“Arama
sırasında
flash
bellek
saklamaya
müsait
onlarca
yer
varken
(askılık,
masa,
sandalye
boru
ayakları
vb)
buralara
hiç
bakılmamıştır.
Arama,
gereken
özen
ve
ciddiyette
yapılmamıştır.
Üst
aramasının
yapılmaması,
kapı
girişindeki
askılıkta
bulunan
montumun
aranmayışı,
içi
boş
yuvarlak
borudan
yapılmış
askılık
ile
masa
ve
sandalye
ayaklarının
aranmayışı,
flash
belleğin
bulunduğu
odadaki
çalışma
masasının
üzerinde
ve
içerisinde
çeşitli
malzemeler
bulunan
ayakkabı
kutusundaki
3
adet
CD’nin
bulunamaması,
evdeki
kombi,
TV,
DVD
oynatıcı
vb.
aletlerin
kapaklarını
sökülerek
kontrol
edilmemesi,
akşamüzeri
eve
gelen
oğlumun
üst
aramasının
yapılmaması
ve
teklifine
rağmen
cep
telefonunun
imajının
alınmaması,
“Biz
aradığımızı
bulduk,
uğraşmaya
gerek
yok”
dercesine
bir
tutum
sergilendiği
düşüncesine
sevk
etmektedir.”
Ertesi
gün
Büyük,
flaş
belleğin
içerisinde
ne
olduğunu
anlamak
için
dizüstü
bilgisayarına
takıyor
ve
içerisinde
sıkıştırılmış
olarak
‘DOSYALARIM.rar’
isimli
bir
klasör
olduğunu
görüyor.
Klasörü
açtığında
içerisinde
başka
klasörler
olduğunu,
bunların
içerisinde
de
Word,
PowerPoint
ve
JPG
uzantılı
dosyalar
olduğunu
görüyor.
Ancak,
dosyaları
açmak
istediğinde
dosyalar
şifreli
olduğu
için
açamıyor.
Eskişehir
Emniyet
Terörle
Mücadele
Şube
Müdürlüğüne
gidiyor
ve
durumu
anlatarak
bu
konuda
ek
ifade
vermek
istediğini
belirtiyor.
Görevli,
arama
ile
ilgili
tutulan
her
kaydın
İstanbul
Emniyet
Terörle
Mücadele
Şube
Müdürlüğü
görevlileri
tarafından
götürüldüğünü,
oraya
müracaat
etmesini
42
söylüyorlar.
Büyük’ün
danıştığı
avukat,
İstanbul’a
gitmesinin
gerekmediğini,
flaş
bellek
ile
ilgili
savcılık
tarafından
çağrılırsa
konuyu
anlatmasını
söylüyor.
28
Mart
2011
Pazartesi:
Eskişehir’de
yapılan
aramadan
tam
68
gün
sonra
Hakan
Büyük
İstanbul’da
gözaltına
alınıyor
ve
savcılık
sorgusunun
ardından
sevk
edildiği
mahkemece
flaş
bellek
içindeki
dijital
dokümanlar
nedeniyle
tutuklanıyor.
Neden
68
gün
sonra,
bu
hala
bir
muamma.
Hay Allah, nasıl tahmin edemedik… Flash belleğin şifresi ‘NOYAN1990’ imiş!
Aramadan
68
gün
sonra
Emniyet
ve
Savcılıktaki
ifadesi
sırasında
flaş
bellek
içerisindeki
şifreli
dijital
dokümanların
şifresinin
‘NOYAN1990’
olduğunu
öğrenen
Büyük,
savunmasında
şunları
sıralıyor:
-‐ Meslekte
bize
ilk
öğretilenlerden
biri
“bilgisayardaki
şifrenizi
eş/çocuk
adı
ve
doğum
tarihi
yapmayın”
şeklindedir
ve
çok
basit
bir
kuraldır.
Ki
en
son
“Bilgi
Güvenliği
Eğitimi”
mi
2009
yılında
(emekli
olduğum
yıl)
aldım.
-‐ İçerisinde
böylesine
önemli
dijital
dokümanları
ve
suç
delillerini
barındırdığı
ileri
sürülen
flash
belleğin;
mevcut
dava
ve
soruşturmalar
nedeniyle
sık
sık
arama
yapıldığının
medyada
yer
aldığı
bir
dönemde
elde
bulundurmak,
oğlumdan
bile
gizlemem
gerekirken
bir
çok
arkadaşlarının
geldiği
evde
ve
kolayca
bulunabilecek
bir
yerde
açıkta
görülecek
şekilde
saklamak
akla,
mantığa
ve
hayatın
olağan
akışına
aykırıdır.
-‐ Görev
yaptığım
hiçbir
dönemde
bulunduğum
birimden
ayrılırken
arşiv
yapmadım,
hiçbir
dijital
doküman
veya
evrakın
kopyasını
yanımda
götürmedim.
-‐
Anılan
flash
bellek
bana
ait
olsaydı,
şifresini
bilir
ve
içeriğinde
ne
olduğuna
vakıf
olduğumdan,
başımı
derde
sokmamak
için
imha
etmiş
olurdum.
Büyük soruyor:
“(Sözde)
6
ayrı
il
ve
ilçede
yerleşik
10
askeri
birlikte
görevli
yaklaşık
29
kişiye
ait
makam
ve
bilgisayarda
yer
alan
dijital
dokümanlar,
nasıl
tek
bir
kişinin
elinde
olabilir?
Bu
kişi,
tek
tek
bu
birlik
ve
makamlara
giderek
bunları
izinli
veya
izinsiz
olarak
nasıl
toplayabilir?
(…)
Aramada
bulunan
flash
bellek
içerisindeki
davaya
konu
olan
dijital
dokümanlarda
adı
geçen
Havacı
subayların
büyük
çoğunluğunu
ismen
bile
tanımamakla
birlikte,
hiçbiri
ile
irtibatım
yoktur.
Aynı
yerdeki
dijital
dokümanlarda
adı
geçen
Deniz
Kuvvetleri
Komutanlığı
mensubu
subaylardan
ise
hiçbirini
tanımıyorum.
Tanıdığıma
ilişkin
bir
telefon
görüşmesi
vb
hiçbir
delil
de
yoktur.
Hiç
bir
irtibatım
olmayan
kişilere
atfedilen
dijital
dokümanların
bende
olması
doğal
mı?”
43
Meğer
Hakan
Büyük,
emekli
olduktan
sonra
belgeleri
güncellerim
diye
belleği
saklamış
İkinci
Balyoz
iddianamesinde
“…
içerisinde
Balyoz
Güvenlik
Harekat
Planı
kapsamında
bilgi/belgelerin
bulunduğu
flash
belleğin
içerisinde
bulunan
dosya
ve
belgelerin
şifreli
oldukları
görülmüştür
(…)
suça
yönelik
olarak
hazırlanan
bu
plan
ve
yazışmaların,
güncelleştirme
amacına
yönelik
şüpheli
[Hakan
Büyük]tarafından
şifreli
bir
şekilde
muhafaza
edildiği”
yazıyor.
Yani,
emniyet
ve
savcılara
göre
Hakan
Büyük,
nereden
ve
nasıl
edindiği
belli
olmayan
belgeleri,
‘emekli
olduktan
sonra
boş
vakitlerimde
güncellerim’
diye
düşünerek
bir
flash
belleğe
kaydetmiş,
kolay
tahmin
edilmesin
diye
oğlunun
adı
ve
doğum
yılını
şifre
olarak
kullanmış
ve
de
bulunması
zor
olsun
diye
oğlunun
odasındaki
çekmeceye
yerleştirmiş.
Arama
ile
ilgili
tuhaflıkları
ve
iddianamedeki
saçmalıkları
not
ettikten
sonra,
flash
bellekten
neler
çıktığına
ve
bu
belleğin
Balyoz
davasında
neye
“hizmet”
ettiğine
bakalım.
Sahte
belge
çetesi,
ağırlıklı
olarak
Havacı
olan
yeni
bir
grup
insanı
davaya
dahil
etmek,
hem
de
daha
önceki
belgelerde
ortaya
çıkan
sayısız
hataya
bir
açıklama
getirmek
üzere
yeni
sahte
belgeler
üretmiş.
Deneye
yanıla,
sahte
belge
üretmekte
giderek
uzmanlaşan
çete,
daha
önceki
kimi
hatalarını
bu
son
fasılda
tekrarlamamış.
Örneğin
bu
belgelerde
(ve
de
emniyet
tespit
raporunda)
Feyyaz
Öğütcü’nün
adı
doğru
şekliyle
geçiyor.
Gölcük
belgelerinde
ve
emniyet
raporlarında
Feyyaz
Öğütçü
olarak
geçtiğini
yazmıştık).
Sahte
belge
çetesi,
önceki
belgelerde
yaptıkları
hatalardan
bazıları
için
de
güzel
bir
formül
bulmuş:
yeni
dijital
belgelere
göre,
meğer
diğer
belgelerdeki
hatalar
kasten
yapılmış!
Çete,
artık
insanların
zekası
ile
açıktan
dalga
geçiyor.
Şaka
gibi,
ama
aynen
böyle.
Meğer,
subayların
kendi
isimlerini,
rütbelerini,
görevlerini
yanlış
yazmalarının
hep
bir
nedeni
varmış!
Mesela,
bu
hata-‐kod
tablosuna
göre,
“Rütbe,
Ad
Soyad
kısmında
yapılan
hata
İmza
Bloğunda
ise
“Amirlerime
ilişkin
problem/baskı
var”
anlamına
geliyormuş.
Hata
metin
içinde
ise
“Bahse
konu
personelden
kaynaklanan
problemler
var”
anlamına
geliyormuş.
Hata,
görev
kısmında
olursa
“Bahse
konu
personelin
görevden
kaynaklı
problemleri
nedeniyle
ivedi
değişiklik
talebi
var”
anlamına
geliyormuş.
Gölcük
belgelerindeki
hataları
açıklamak
üzere
bu
formülü
geliştiren
çetenin
üstün
zekâlı
mensubunu
kutluyoruz.
44
Ancak,
bu
dahiyane
fikirle
birlikte,
çete
Eskişehir
belgelerinde
yaptıkları
“geleceğe
dönüş”
tarzı
hatalardan
Eskişehir’den
çıkan
bu
son
belgelerde
de
yapmış.
Eskişehir
belgeleri
arasında
“EK-‐A
926
Teklifler.doc”
isimli
bir
Word
belgesi
var.
Bu
belgenin
emniyet
raporunda
belirtilen
üstveri
bilgilerini
ciddiye
alacak
olursanız,
ilk
kez
3
Nisan
2003’de
oluşturmuş
ve
en
son
Cem
Gurdeniz
isimli
kullanıcı
tarafından
5
Nisan
2003’de
kaydedilmiş.
Bu
belgede
mevcut
TSK
Personel
Kanununda
(926
sayılı)
yapılması
öngörülen
değişiklikler
listeleniyor.
Belgedeki
bir
kolonda
kanunun
mevcut
hali,
diğer
kolonunda
ise
teklif
edilen
değişiklik
belirtiliyor.
Sözde
2003′de
hazırlanan
bu
Balyoz
belgesinin
6ncı
sayfasında,
kanunun
“mevcut
şekli”
kısmında
kanunda
2005
yılında
yapılan
değişiklik
yer
alıyor,
üstelik
değişiklik
tarih
(15/6/2005)
ve
sıra
sayısıyla
(5365/7)
birlikte.
Belgede
gecen
ve
49ncu
maddenin,
c
fıkrasında
yapılan
değişiklik
15
Haziran
2005’de
kabul
edildi
ve
20
Haziran
2005
tarihli
Resmi
Gazetede
yayımlandı
(7nci
maddede).
Bu
tarihin,
sahte
belge
çetesinin
gözünden
kaçma
sebebi,
bu
maddedeki
daha
önceki
bir
değişikliğin
1983’de
yapılmış
olması,
dolayısıyla
kanun
metninde
değişiklik
tarihi
olarak
önce
bu
tarihin
beliriyor
olması
olsa
gerek.
Sürpriz
olmayacak
bir
şekilde,
bu
nokta,
bu
belgelerin
önceki
Balyoz
delillerini
desteklediği
ve
teyit
ettiği
tespitinde
bulunan
emniyet
görevlilerinin
yine
gözünden
kaçmış.
Bir
başka
ornek
daha
verelim.
Flaş
bellek
içinde
“3-‐ISLAK
İMZALILAR”
isimli
bir
zip
klasörü
altında,
taranarak
JPG
olarak
kaydedilmiş
kimi
ıslak
imzalı
belgeler
ve
haritalar
var.
Orijinal
kimi
istihbarat
45
belgeleri,
yazı
tarih,
yazışma
numarası,
paraf
ve
imzalarıyla
birlikte
var.
Ancak
bu
klasördeki
belgelerin
hiçbirinde
Balyoz,
Oraj,
Suga,
vs.
geçmiyor.
Bu
belgeler,
aradaki
sahte
Word
belgelerine
gerçeklik
katmak
için
konmuş
olmalı.
Çetenin
taktiği
aynı;
ellerindeki
gerçek
belgelerle,
ürettikleri
sahte
dijital
belgeleri
harmanlamak.
Bu
klasör
altında
toplam
63
tane
JPG
dosyası
var
ve
tüm
belgelerin
taranıp
JPG
oluşturma
tarihleri
19
Nisan
2007’i
gösteriyor.
JPG
dosyalarını
tek
tek
açıp
içine
baktığınızda,
taranan
belgelerden
en
eskisinin
tarihinin
7
Nisan
2003
olduğunu
görüyorsunuz.
Onun
dışında,
2004,
2005
ve
2006
tarihli
belgeler
çoğunlukta.
Ancak,
bu
klasördeki
yine
sözde
19
Nisan
2007
tarihinde
taranarak
oluşturulmuş
Tara0059.jpg
dosyasını
açtığınızda
karşınıza
2009
tarihli
bir
basın
kupürü
çıkıyor!
12
Mayıs
2009
tarihinde
Cumhuriyet
gazetesinde
yayımlanmış
bir
gazete
kupürü,
Genelkurmay
tarafından
yine
aynı
tarihte
hazırlanan
basın
özetinde
alıntılanmış.
Bu
JPG
dosyasının
üstverisine
inanacak
olursanız,
bu
gazete
kupürü
19
Nisan
2007’de
saat
17:58’de
taranarak
JPG
dosyası
haline
getirilmiş!
Dava
ile
doğrudan
bir
ilgisi
olmayan
bu
gazete
haberi,
sahte
belge
çetesinin
yine
üstverileri
nasıl
manipüle
ettiğini
kanıtlaması
açısından
önemli.
Bu
flaş
bellek
ile
ilgili
Boğaziçi
Üniversitesi
Mühendislik
Fakültesi’nden
Prof.
Dr.
M.
Ufuk
Çağlayan
tarafından
hazırlanan
teknik
mütalaa
raporu,
sahte
belge
çetesinin
üstverilerle
oynadığını
açıkça
ortaya
koydu.48
Çağlayan
herkesin
anlayabileceği
bir
dille
şöyle
yazdı:
“İçeriğinde
12.05.2009
tarihine
ait
bir
gazetenin
taranmış
(scan
edilmiş)
görüntüsü
olan
dijital
bir
verinin
oluşturulma
tarihi
hiç
bir
şekilde
12.05.2009
tarihinden
önce,
yani
19.04.2007
olamaz.
Benzer
şekilde,
içeriğinde
12
Şubat
2008
tarihli
bir
yazı
olan
dijital
bir
verinin
oluşturulma
tarihi
hiç
bir
şekilde
12
Şubat
2008
tarihinden
önce,
yani
19.04.2007
olamaz.
Bu
durum,
dijital
verileri
içeren
bilgisayar
dosyalarının
metadata
bilgileri
arasında
bulunan
son
yazılma
tarihinde
Cevap
1’de
izah
edildiği
şekilde49
değişiklik
olduğu
ve
dosyaların
delil
bütünlüğü
ve
sağlığının
artık
kaybolmuş
olduğu
anlamına
gelmektedir.”
Benzer
şekilde,
flaş
belleği
inceleyen
Arsenal,
flaş
bellekte
kayıtlı
kimi
belgelerin
üstverileri
ile
oynandığını
saptadı
ve
belleğin
delil
bütünlüğünün
olmadığını
belirtti.50
Bunun
yanı
sıra,
bu
flaş
bellekteki
dijital
belgeleri
inceleyen
Hava
Kuvvetleri
Bilirkişi
Heyeti’nin
hazırladığı
raporda,
sahteciliğe
işaret
eden
türlü
bulguları
listelendi.
Raporun
EK-‐Ç’sinin
tamamı,
Word
belgelerindeki
askeri
yazışma
usullerine
bariz
aykırılıklar
ve
hatalara
üzerine.
Yani,
raporun
48
23
Kasım
2011
tarihli
Boğaziçi
Üniversitesi
teknik
mütalaası.
49
Cevap
1’de
Prof.
Çağlayan
“Üzerinde
bilinçli
olarak
veri
çıkarma,
değiştirme
vb.
işlemleri
yapılmadığı
sürece
bu
bilgilerin
kendiliklerinden
anlamlı
bir
şekilde
değişmeleri
mümkün
değildir”
diyor.
50
Arsenal,
1
Mayıs
2012
tarihli
Adli
Bilişim
Raporu.
46
bu
kısmı,
sahte
belge
çetesi
için
eğitici
bir
referans
doküman
niteliğinde.
Örneğin,
en
son
2003’de
kaydedilmiş
gibi
görünen
İhtimalat
isimli
bir
Word
belgesinin,
yazım
kuralları
açısından
2003’de
cari
olan
yönergenin
(MY
75-‐1A)
değil,
2008’de
yenilen
MY
75-‐1B
TSK
Karargah
Hizmetleri
Yönergesi
ile
uyumlu
olduğunu
belirtiyor.
Yani,
nasıl
olduysa
2003
belgesi
2008’de
kabul
değişecek
format
ile
yazılmış!
“Sonuç
olarak
her
yönüyle
hatalı
ve
tutarsız
söz
konusu
imzasız
yazılarla;
seçilmiş
bir
kısım
komutan
ve
personelin,
sözde
görevler
verilerek
veya
yazı
içerisinde
isimleri
veya
imza
blokları
yer
almak
suretiyle
vazifesiyle
bağdaşmayan
ya
da
başarması
imkansız
görevler
verilmek
suretiyle
hayal
ürünü
bir
yapılanma
içine
çekildiği
değerlendirilmiştir.”
Oysa
ışınlanma
teknolojisi
varken,
neden
başarması
imkansız
olsun?
Gölcük
belgeleri
gibi
Eskişehir
belgeleri
de,
bu
teknolojinin
orduda
2003’den
beri
kullanıldığını
gösterdi.
İki
örnek
verelim.
ikinci
Balyoz
iddianamesinin
sanığı
Mehmet
Eldem,
Ankara’daki
4.
Ana
Jet
Üs
Komutanlığı’nda
Oraj
planları
ile
ilgili
kimi
Word
belgelerinin
son
kaydını
yapmakla
suçlandı.
Gösterilen
kanıt
ise
Eskişehir’de
bulunan,
flaş
bellek
içindeki
“mehmeteldem”
kullanıcı
adı
ile
kaydedilmiş
iki
adet
Word
belgesi
(teklif.doc
ve
ofk.doc).
Üstverisine
göre
bu
Word
belgelerinden
ilkinin
son
kaydı
“mehmeteldem”
kullanıcı
adıyla
6
Kasım
2003’de
yapılmış
gibi
görünüyor.
Oysa
Mehmet
Eldem
Haziran
2003-‐Temmuz
2004
arasında
kesintisiz
olarak
yurtdışında,
çünkü
geçici
görevle
İngiltere’de
ileri
düzey
komuta
ve
kurmay
kolejinde
görevli.
Dolayısıyla
Kasım
2003’de
Ankara’da
böyle
bir
Word
belgesi
kaydetmiş
olamaz.
Çete,
Mehmet
Eldem’in
o
tarihte
İngiltere’de
görevli
olduğunu
bilmiyor.
Çünkü
Eldem,
İngiltere’ye
geçici
görev
ile
gidiyor.
Geçici
görev
ile
atanan
bir
personel,
hangi
birlikten
geçici
göreve
katıldı
ise
(Eldem
için
Ankara’daki
4.
Ana
Jet
Üs
Komutanlığı)
o
birliğin
emrinde
kayıtlı
gözüküyor.
Tahmin
edeceğiniz
üzere,
Balyoz
mahkemesi
mevcut
bilirkişi
raporlarını,
Mehmet
Eldem’in
fizik
kuralları
ve
o
dönemki
teknolojik
imkanlar
dahilinde
Word
belgelerini
kaydetmiş
olamayacağını
gösteren
belge
ve
kanıtları
tamamen
görmezden
geldi
ve
Eldem’e
müebbetten
iskontolu
16
sene
hapis
cezası
verdi.
2
Aralık
2011
günü
Balyoz’un
64.
celsesinde
savunmasını
yapan
Tülay
Delibaş’ın
savunmasının
bir
bölümü
bu
ve
benzeri
başlıklarla
basında
yer
aldı.
2nci
Balyoz
iddianamesinin
sanığı
Tülay
Delibaş,
yukarıda
bahsettiğimiz
EK-‐A
926
Teklifler.doc
isimli
Word
belgesin,
belgenin
üstverisine
göre
“Tülay”
kullanıcı
adı
ile
edit
edilmiş.
Yukarıda
bu
belgenin
ilk
defa
3
Nisan
2003,
son
defa
5
Nisan
2003’de
kaydedildiğini
ama
içinde
2005
yılında
gerçeklesen
bir
kanun
değişikliğinin,
değişiklik
tarih
ve
sayısı
ile
birlikte
yer
aldığını
yazmıştık.
47
Bu
belgelerin
sahte
olması
bir
yana,
o
dönem
normalde
Genelkurmay
Askeri
Savcılığı’nda
savcı
olarak
görev
yapan
Delibaş,
(sahte
belge
çetesinin
yine
atladığı
üzere)
Eylül
2002-‐Haziran
2003
arasında
iş
başında
değil.
Önce
doğum
nedeniyle
rapor,
daha
sonra
ise
bebek
bakımı
için
ücretsiz
izin
almış.
Ama
her
nasılsa,
Emniyet
tespit
tutanağını
hazırlayan
polisler
Tülay
Delibaş’ın
EK-‐A
926
Teklifler.doc
belgesinin
hazırlanmasında
aktif
olarak
bulunduğunu
görmüş
olmalılar
ki
(!)
şöyle
yazıyorlar:51
“bu
belgenin
[EK-‐A
926
Teklifler.doc]
hazırlanmasında
Tülay
DELİBAŞ’ın
aktif
olarak
bulunduğu”
görülmüştür.
Belgenin,
gerçeği
yansıtmadığını
bildiğimiz
üstverisinde
“Tülay”
adının
geçmesi,
belgenin
sözde
hazırlandığı
tarihte
bebek
emziren
Delibaş’ın
darbe
belgesinin
hazırlanmasında
aktif
olarak
da
bulunduğuna
kanıt
olarak
gösterildi!
Emniyet
ve
Savcılar
bu
ve
benzeri
kurguları
içeren
bir
senaryo
yazıp
Hollywood’da
film
olması
için
yollasalardı,
aşırı
fantastik
olduğu
gerekçesiyle
senaryo
kabul
edilmez,
ciddi
bir
revizyon
yapmaları
istenirdi.
Balyoz
mahkemesi
ise
bunları
çabucak
ve
tereddütsüz
bir
şekilde
kabul
etti,
Delibaş’a
kestiği
müebbetten
iskontolu
hapis
cezası
ile
hızını
alamadı
ve
Delibaş’ı
babalık
hakkından
da
men
etti.
İkinci
ve
üçüncü
Balyoz
iddianamelerinin
temelini
oluşturulan
dijitallerdeki
sahteciliği
yeterince
örneklediğimizi,
ve
bu
sahtecilik
karşısında
fos
mahkemenin
tutumunu
anlatabildiğimizi
düşünüyoruz.
Sahtecilikleri
ortaya
koyan
savunma,
hırsızı
hırsıza
şikâyet
ediyor
durumuna
düştü.
17
Ocak
2012
tarihli
74.
Celsede
Çetin
Doğan,
şimdilerde
paralel
devlet
olarak
adlandırılan
çeteye
işaret
edince,
mahkeme
hakkında
suç
duyurusunda
bulundu.
Artık delilerin sahteliğinin ayyuka çıktığı celsenin başında Çetin Doğan söz aldı:
“(…)
Bu
delillerin,
dijital
verilerin
çok
kolaylıkla
üretebildiğini
ben
kendi
bu
yaşımda
bilgisayar
bilgimle
kendim
üretebilirim.
Gelin
evvela
bu
dijital
verilerin
yasal
delil
olup
olmadığını
bir
bilirkişi
huzurunda
eski
bilirkişilerde
buraya
gelmek
üzere
tartışalım.
Buradaki
personelin
çok
büyük
[PD
&
DR:
küçük
olacak;
366
sanıktan
%14’ü
seminer
katılımcısı]
bölümü
48
kişisi
sadece
seminere
katılmıştır.
48
kişi
dışındaki
olanların
evvela
davasını
çözelim
kendi
görevlerinin
başına
gitsinler.
Geriye
kalıyor
48
kişi,
48
kişi
seminere
o
zaman
için
bizzat
katılan
personel
benim
emrim
uyarınca
verdiğim
emirlere
göre
katılmıştır.
Ve
benim
sevk
idaremde
seminer
yapılmıştır.
Eğer
seminerde
bir
suç
aranıyorsa
onun
hesabını
ben
vermeye
hazırım.
Nitekim
bu
konuda
bir
hazırlığımız
da
var.
Semineri
baştan
sonuna
kadar
burada
oynamaya
hazırız.
Hem
ses
bantlarından
hem
de
seminerde
gösterilen
bantlardan
hem
yapılan
tartışmalarla
açık
net
olarak.
51
29
Mart
2011
tarihli
Emniyet
Tespit
Tutanağı,
İkinci
iddianame
Ek
Klasör
no.11,
Dizin
no.79.
48
Şimdi
zaman
içerisinde
tabi
bu
delil
şeylerimizi
isteklerimizi
tekrarladık
fakat
hiçbirine
cevap
verilmedi.
Bunun
ötesinde
geçen
dava
süreci
içerisinde
dedik
ki
bunun
kotaranların
parmak
izleri
bunlardır.
Size
ismen
de
verdim
Yurt
Atayün
dedim
Terörle
Mücadele
Şubesi
terör
üretme
şubesi
haline
gelmiş,
bu
davada
meydana
gelen
birçok
iddianameler
ortaya
çıkan
fezlekelerin
hatırlatıcısı,
üreticisi
bu
şube
ve
bazı
evraklarda
tahribat
yapıldığını,
Ankara
İl
Emniyet
Müdürlüğünden
aldığı
bir
evrakı
dernekler
şubesinden
geldiğini
iddia
ettiği
bir
evrakı
tarif
ettiğini,
çünkü
gerçekleri
yansıtmadığını
söyledik
suç
duyurusunda
bulunduk.”
Doğan,
kullandığı
“terör
üretme
şubesi”
ifadesinden
ötürü
hapis
cezası
istemiyle
ayrıca
yargılandı.
Mahkeme
benzer
suç
duyurularını
bir
çok
başka
sanık
ve
avukat
için
de
yaptı.
Birleşmiş
Milletler
Keyfi
Tutuklamalar
Çalışma
Grubu’na
yapılan
başvuruda
da
şikayet
konusu
edilen,
mahkemenin
tavizkâr
tutumundan
biraz
bahsedelim
şimdi.
Tele-‐kulak mahkemesi
13
Haziran
2011
günü
mahkeme
salonuna
gelen
avukat,
sanık
ve
izleyiciler,
izleyici
bölümü
dahil,
salonun
her
yerinde
tavandan
mikrofonlar
sarkıtıldığını
gördü.
Yoğun
itirazlara
karşı,
bu
mikrofonların
sadece
duruşma
sırasında
kayıt
yapacağı
konusunda
teminat
veren
mahkeme
başkanı,
6
Aralık
2011
tarihindeki
duruşmada
klişe
bir
şekilde
tutukluğun
devamı
kararını
açıkladıktan
sonra,
izleyici
kısmında
(ki
burası
salonun
en
arka
kısmı
oluyor)
beddua
eden
bir
sanık
eşi
hakkında‘
Mahkeme
heyetine
hakaret
ve
tehditten’
suç
duyurusunda
bulundu.
Aslında
sanık
yakınlarına
bu
şekilde
taciz,
sadece
mahkeme
salonu
ile
sınırlı
kalmadı.
Balyoz
davasının
37.
celsesinin
görüldüğü
5
Mayıs
2011
tarihi
aynı
zamanda
Hıdırellez’e
denk
gelince
sanık
yakınları
bir
gül
fidanına
‘adalet,’
ve’
‘özgürlük’
dileklerini
bağladılar
ve
Silivri
duruşma
salonunun
önüne
bıraktılar.
Ardından,
sanık
yakınları
5
dakika
alkış
eylemi
yaptılar
ve
böylece
Silivri
mahkemesi
ile
cezaevi
arasındaki
tali
yolu
bu
5
dakika
boyunca
“trafiğe
kapatmış”
oldular.
Bunun
üzerinde
Çetin
Doğan
ve
Ali
Deniz
Kutluk’un
eşleri
Nilgül
Doğan
ve
İrem
Kutluk
için
2911
sayılı
Toplantı
ve
Gösteri
Yürüyüşleri
Kanunu’nun
28/1
maddesi
kapsamında
bir
buçuk
yıldan
üç
yıla
kadar
hapis
cezası
ile
yargılandı.
Savcı
iki
kadının
seçme
ve
seçilme
dahil
tüm
siyasal
haklarından
da
mahrum
edilmelerini
talep
etti.
Mahkemenin
yaptığı
sayısız
suç
duyurusundan
biri
ayrı
bir
bölümü
hakkediyor.
Önce
onunla
başlayalım.
18
Mart
2011
tarihli
celsede
Çetin
Doğan
ve
diğer
kimi
sanıkların
savunma
avukatı
Hüseyin
Ersöz,
Balyoz
Mahkemesine
sahte
dijital
belgelerin
nasıl
hazırlanabileceğini
gösteren
bir
mizansenle
savunma
yaptığı
için
hakkında
mahkemeyi
“hedef
gösterdiği
ve
hakaret
ettiği”
gerekçesiyle
suç
duyurusunda
bulunuldu.
49
Ersöz,
hazırladığı
CD
ile,
küçük
bir
çocuğun
bile
anlayabileceği
basitlikte,
2003’de
oluşturulmuş
gibi
bir
CD
üretmenin
ne
kadar
kolay
olduğunu
,
belgeleri
hazırlayan
olarak
görünen
isimlerin
nasıl
istenildiği
gibi
seçilebileceğini
mahkemeye
gösterdi.
Ersöz’ün
hazırladığı
CD’nin
içinden
çıkan
bir
Word
belgesi,
5
Mart
2003
tarihinde
oluşturulmuş
gibi
görünüyordu.
Mizansenin
bir
parçası
olarak
CD’yi
kendisinin
oluşturduğunu
defalarca
hatırlatan
Ersöz,
Sayın
Başkan.doc
belgesini
açıp
okumaya
başladı.
Ersöz’ün
kullandığı
Word
dokümanındaki
metni
buraya
taşımaya
değer
görüyoruz
(köşeli
parantez
içindekiler
Ersöz’ün
savunma
sırasında
ekledikleri):
“Sayın Başkanım,
İstanbul
10.
Ağır
Ceza
Mahkemesindeki
görevinize
başlamanızı
büyük
bir
memnuniyetle
karşılamış
bulunmaktayız.
[Ama
5
Mart
2003
tarihini
taşıyor,
Sayın
Başkan.
Siz
daha
10.
Ağır
Ceza
Mahkemesinde
değildiniz
başka
bir
başkanı
kastediyoruz.]
Özellikle
hükümetin
attığı
ileri
demokrasi
adımları
içinde,
sizin
başkanlığınızda
heyetinizin
icraatları,
devletin
her
kademesince
yakından
takip
edilmekte.
Özellikle
11
Mart
2011
tarihli
celsedeki
duruşmayı
yönetim
şekliniz,
[11
yazıyor
efendim
dikkat
edin
ama
2003
tarihinde
oluşturuldu.]
CMK’ya
aykırı
bulunarak,
savunma
avukatları
tarafından
gereksiz
bir
tepkiyle
karşılansa
da
163
subayın
tutuklanması
kararının,
müdahil
avukatlar
ve
bir
kısım
basın
nezdinde
olumlu
yankılaması
sizi
daha
da
cesaretlendirmeli.
Sayın
Başkanım,
heyetinizde
yer
alan
2
üye
hakim
de
oldukça
başarılı
ve
yetenekli
isimler.
Bu
iki
değerli
hukukçu,
darbecilerin
üzerine
korkusuzca
gitmesi
sebebi
ile
tarihe
altın
harflerle
isimlerini
yazdıracaklar.
Ama
siz
olmasanız
bu
başarılı
icraatların
hiç
birisine,
imza
atılması
mümkün
olmazdı.
Bu
sebepten
temsil
ettiğim
büyük
aile
adına,
size
tekrar
teşekkürlerimi
sunuyorum.
Bu
arada
aynı
mahkemede
birlikte
görev
yaptığınız,
değerli
savcımız
hukukun
emrettiği
sınırlar
içerisinde
verdiği
oldukça
gerekçeli
mütalaayla,
hukuk
fakültelerinin
ceza
hukuku
kürsülerinde
yeni
bir
doktrinler
tartışmayı
ateşledi.
O
da
‘gerekçesiz
karar
olabileceği
gibi
gerekçesiz
talep
de
olur’.
Bu
ileri
hukuk
adımı,
kırtasiyeciliğin
önüne
geçmek
açısından
da
önem
taşıyor.
Sayın
Savcımla
aynı
görüşü
paylaşıp,
ne
eksik
ne
fazla
162
kişi
hakkında
tutuklama
kararı
vermeniz
de
yargılamanın
ne
büyük
bir
uyum
içerisinde
yürütüldüğünü
gösteriyor.
Sayın
Başkanım,
size
ve
sizin
nezdinizde
mahkemenizde
görevli
hakimlere
en
içten
saygılarımı
sunuyorum.
Gerçekten
de
gelen
noktada,
ne
kadar
içeriği
ya
da
içerdiği
dijital
ögeler
ile
belgeler
ile
ilginizin
olmadığınızı
ispatlasanıza,
bir
dijital
belgede
adiniz
geçtiği
için
suçlanabilir,
senelerinizi
hapiste
geçirebilirsiniz.
O
nedenle,
bu
tur
bir
sahteciliğin
ne
kadar
kolay
yapılabileceğini
göstermesi
açısından,
Ersöz’ün
savunması
çok
etkileyiciydi.
50
Yaptığı
bu
savunma
yüzünden
Avukat
Ersöz’ün
hapis
cezası
istemiyle
yargılaması
Silivri
Ağır
Ceza
Mahkemesinde
halen
devam
ediyor.
Yargılama
boyunca
bir
çok
sanık
ve
avukatları
hakkında
yapılan
suç
duyurularına
konu
olan
ifadelerden
sadece
bir
kaç
tanesini
buraya
örnek
olarak
taşıyoruz.
“Yani
İlkay
Nerat
o
tarihlerde
yurtdışında,
1
yıllık
yurtdışında.
Sadece
listede
ismi
var
ve
1
yıldır
tutuklu.
Yani
bunu
hangi
hukuk
mantığına
sığdırabilirsiniz?
Bunu
hangi
vicdana
sığdırabilirsiniz?
“
“E
buna
inanmıyor
musunuz
siz?
Buna
ben
inandığınıza
kesinlikle
inanmıyorum.
Yani
bu
kadar
yıllık
hukuk
tecrübesi
ile
böyle
bir
kabulün
yapılması
mümkün
değil.
Peki,
o
zaman
nasıl
açıklayacağız
bu
böyle
zayıf
delillerle
dava
açılmasını
ve
bırakın
dava
açılmasını
tutuklu
yargılamayı?”
“Soruşturma
savcısının
her
iki
sanığın
ifadesini
almasına
ve
Ender
Kahya
tarafından
seyirde
olduğunu
belgelemesine
rağmen
bu
iğrenç
iddiayı
iddianameye
yazması
maksatlı
yapılmış
bir
harekettir.”
Avukat
Şeref
Dede
ise
(58nci
celsede)
yaptığı
talep
konuşmasının
sonunda
Ömer
Hayyam’dan
bir
dörtlük
okuduğu
için
Mahkeme
Dede
hakkında
suç
duyurusunda
bulundu.
Ömer
Hayyam’ın
dörtlüğü
şöyle:
Tempo! Tempo!
Mart
2012’de
Balyoz
davası
beklenmedik
bir
şekilde
hızlandı
ve
sonuçlanmaya
yönlendi
(ya
da
yönlendirildi).
9
Mart
2012’de
Mahkeme,
delillerin
değerlendirilmesi
safhasını
tamamen
atlayarak
savcıya
mütalaasını
hazırlaması
için
süre
verdi.
Oysa
sanık
ve
avukatlar
sahtecilik
kanıtlarını
mahkemeye
sundukça,
mahkeme
başkanı
bunları
geçiştirerek,
delillerin
değerlendirilmesinin
tüm
savunmalar
alındıktan
sonra
yapılacağını
51
söylemişti.
Ama
ortaya
çıktı
ki,
mahkemenin
delillerin
gerçekliğini
mercek
altına
almak
gibi
bir
niyeti
yok.
Sahtelik
iddialarının
hiçbirisi
mahkeme
tarafından
incelenmedi.
Dava
doğrudan
savcının
mütalaasının
alınma
safhasına
geçti.
Bu
da
yargılamanın
göstermelik
bir
oyun,
kötü
bir
şaka
(aka
Scherzo)
olduğunu
tekrar
gözler
önüne
serdi.
İşin
ilginç
bir
başka
yönü
daha
var.
Mahkemenin
savcı
mütalaası
aşamasına
geçmesinden
bir
kaç
gün
evvel
Zaman
gazetesindeki
“haber”
ve
yorum
yazılarında
“Balyoz
davası
sona
yaklaşırken”
şeklinde
ifadeler
çıkmaya
başladı.
Biz
bu
yazıları
okuyunca
şaşırmıştık,
çünkü
mahkemede
son
noktaya
gelindiğine
dair
henüz
bir
işaret
yoktu.
Sanıklar
ve
avukatlar
kendi
taleplerinin
değerlendirileceğini,
yeni
bilirkişi
raporları
isteneceğini,
Özkök’ün
ve
darbeye
engel
olduğu
iddia
edilen
Yalman’ın
tanık
olarak
çağrılacağını
bekliyordu.
Yani,
yasanın
öngördüğü
üzere
göre
delillerin
gerçek
olup
olamadığının
değerlendirileceği
safha
vardı.
Halbuki,
Zaman
gazetesi
(yine
yüksek
öngörüsü
sayesinde)
okurlarına
davanın
artık
tamamlanma
aşamasına
geldiğini—henüz
mahkemeden
bu
yönde
bir
işaret
verilmemiş
olmasına
rağmen—duyurabiliyordu.
Kısacası,
Cemaat
taktık
değiştirerek
bu
davanın
acilen
sonuçlandırılması
gerektiğine
karar
vermişti,
Zaman
gazetesi
de
gerekli
kamuoyunu
oluşturmak
için
olağan
işlevini
yerine
getiriyordu.
O
zamana
kadar
davayı
mümkün
olduğu
kadar
uzatmak
gayreti
içinde
olan
Cemaatin
neden
birden
taktik
değiştirdiğini
kesin
olarak
bilmemiz
mümkün
değil.
Belki
de
Hükümet
ile
ortaya
çıkan
gerginlik
üzerine
bu
ve
benzer
davalarda
artık
kontrolün
yeteri
kadar
ellerinde
olamayacağını
düşündüler
(Şubat
ayında
MİT
Müsteşarı
Hakan
Fidan
ifadeye
çağrılmıştı).
Belki
davayı
kurgulayan
Emniyet
görevlileri
ile
hayata
geçiren
savcıların
görevden
alınmasından,
davanın
seyir
değiştirmesinden
endişe
ettiler.
Bilemiyoruz.
26
Mart
2012
tarihli
96.
Celse
oldukça
gergin
geçti.
Bu
celsede
mahkeme,
CD’lerin
sahte
olduğunu
saptayan
bilirkişi
raporları
ile
ilgili
söz
almak
isteyen
avukatlara
söz
vermedi.
Önce
Avukat
Celal
Ülgen,
ardından
Avukat
Hüseyin
Ersöz,
Mahkeme
başkanı
tarafından
salondan
atıldı.
Yine
bu
celsede
savcı,
sağlık
problemleri
olan
Ergin
Saygun’un
tutuklanmasını
istedi,
mahkeme
de
tutuklama
kararı
verdi.
Tutanaklara
göre,
salondan
‘Nasıl
Mahkeme
bu,
yazıklar
olsun’
sesleri
üzerine
Mahkeme
başkanı,
kameralardan
isim
tespitlerinin
yapılarak
suç
duyurusunda
bulunulacağını
açıkladı
ve
de
(salonda
bulunan
bir
çok
tanığın
ifadesine
göre)
şunu
ekledi:
Ancak bu sözler, Heyetin kontrolünden geçtikten duruşma tutanağına şu şekilde geçti:52
Avukatlar
salonu
terk
etmesi
üzerine
Mahkeme
başkanı,
saygı
görmediğinden
şikayet
etti
(aynı
Mahkeme
başkanı
105nci
celsede
sanıklara
“Kıçınızı
dönerek
bize
karşı
oturdunuz”
diye
hitap
edecekti).
52
Balyoz
Davası
96.
Celse
Duruşma
Tutanağı,
26
Mart
2012,
sayfa
7.
52
Ahmet
Yavuz’un
yanıtını
dinleyelim:
“Şu
11
numaralı
CD’yi
herkesin
saygı
duyacağı
bir
bilirkişiye
gönderin
ben
o
zaman
eğer
o
bilgiler
doğru
ise
müdahil
avukatların
müdahillik
taleplerini
kabul
ediyorum
demiştim.
Bakınız
14
ay
geçti
o
günden
bu
yanda
daha
11
numaralı
CD
henüz
bir
bilirkişiye
gitmedi.
Şimdi
ben
sahte
bir
CD
ile
yargılandığımı
biliyorum.
Ama
benim
sizden
isteğim
bana
sık
sık
söz
hakkı
vermeniz
değil.
Benim
sizden
isteğim
şu
sahte
CD
olduğunu
iddia
ettiklerimizi
lütfen
bilirkişiye
gönderin
biz
de
ne
olduğunu
bilelim.
(…)
İkincisi
iddianame
diyor
ki
Aytaç
Yalman
darbeyi
önlemiştir.
Öyle
mi
efendim?
Bu
iddianame
tarafınızdan
da
kabul
edildi
ama
ne
soruşturma
safhasında
Savcılar
tarafından
ifadesi
alınıyor
ne
de
biz
talep
ettiğimiz
halde
ifadesine
başvuruluyor.
Şimdi
bir
üçüncü
hususu
daha
söyleyip
bitireceğim.
Ahmet
Hakan
Erdoğan
ilk
bilirkişi
raporunu
veriyor.
Diyor
ki
1.
Ordu
bilgisayarlarında
yapılan
incelemede
bu
evrakların
hiçbirisine
rastlanmamıştır
diyor.
Ama
sizin
geçen
duruşma
sonunda
okuduğunuz
deliller
arasında
ben
onu
duyamadım.
(…)
Şimdi
böyle
bir
sanıklar
lehine
bir
bilirkişi
raporu
var.
Mahkemenizden
tarafından
dikkate
alınmıyor.
Ben
asla
kimseye
saygısızlık
yapmadım
ama
bana
saygısızlık
yapıldığını
düşünüyorum.
Hatta
bana
hakaret
edildiğini
düşünüyorum.
Yani
ben
bu
darbe
davasında
yargılanmak
sureti
ile
hakarete
maruz
kaldığımı
düşünüyorum.
Çünkü
ben
gerçeği
biliyorum.
Ben
söz
hakkı
istemiyorum
bir
daha
da
konuşmak
istemiyorum.
(…)”
Sanık
yakınları
Balyoz
duruşmalarının
TRT’den
canlı
yayımlanması
için
imza
toplamıştı.
Bu
talebin
neden
reddedildiği
çok
iyi
anlaşılıyor.
Balyoz
davasında
avukatlar
adil
yargılama
koşulları
sağlanmadığı
için,
“mahkeme”
başkanının
Avukat
Ülgen
ve
Avukat
Ersöz’ü
salondan
attığı
26
Mart’taki
celseden
itibaren
duruşmalara
katılmadılar.
Avukatlar
hukukun
göz
göre
göre
çiğnenmesini,
sahte
deliller
ile
sanıkların
iki
senedir
cezaevinde
tutulmasını,
mahkemenin
sahteciliği
ortaya
koyacak
bilirkişi
incelemesi
yaptırmayı
reddetmesini,
tanık
dinlememesini,
tavandan
mikrofon
sarkıtıp
avukatlar
ile
müvekkilleri
arasındaki
konuşmaları
kaydetmesini
protesto
ederek,
topluca
duruşmalara
girmeme
kararı
aldılar.
29
Mart
2012
günü
Savcının
mütalaası
dinlendi.53
Bundan
sonra
da
zaten
Balyoz
mahkemesi,
mahkeme
görüntüsü
vermekten
de
vazgeçti.
Ortadoğu
Teknik
Üniversitesi’nden
getirilen
uzmanın
dinlenmesine
izin
vermedi,
avukatlar
hakkında
suç
duyurusunda
bulundu,
Baronun
avukat
atamaması
halinde
Baro
hakkında
da
suç
duyurusunda
bulunacağını
ilan
etti,
vesaire.
Balyoz’un
100.
Celsesinde
İstanbul
Barosu
Başkanı
Ümit
Kocasakal
ve
Yönetim
Kurulu
Üyeleri
mahkemeye
bir
dilekçe
sundu.
53
Balyoz
Davası
98.
Celse
Duruşma
Tutanağı,
29
Mart
2012.
53
Bu
celsede
Ümit
Kocasakal
mahkemeye
şöyle
seslendi:54
“Sayın
Mahkemenizde
yapılan
yargılamada
adil
yargılama
hakkı
ve
silahların
eşitliğine
aykırı
müdafi
savunma
hakkını
kısıtlayan,
ortadan
kaldıran
mesleğin
onur
ve
saygınlığını
zedeleyen
uygulamalardan
vazgeçilmesi,
buna
ilişkin
ara
kararlardan
rücu
edilmesi,
usul
kurallarına
tam
olarak
uyulması
yönündeki
taleplerimizi
belirttiğim
kanuni
görevlerimiz
çerçevesinde
görev
ve
yetkimiz
çerçevesinde
Sayın
Mahkemeye
iletmek
üzere
buradayız.
(...)
Sonuç
olarak
(…)
1-‐
Usul
kurallarına
uygun
ve
adil
bir
yargılama
yapılmasını
teminini,
2-‐
savunmayı
ve
onun
temsilcisi
avukatı
şekli
bir
unsur
olarak
görmeyerek
savunma
görevini
etkin
ve
işlevsel
bir
biçimde
yapmasını
teminini,
savunma
hakkını
kısıtlayan,
ortadan
kaldıran
uygulamalarda
bulunmamasını,
buna
ilişkin
uygulama
ve
ara
kararlardan
rücu
edilmesini,
avukata
hakkı
olan
saygının
gösterilmesini,
aynı
hususun
İddia
Makamınca
da
yerine
getirmesinin
teminini
arz
ve
talep
ediyoruz.”
Bunun
üzerine
Balyoz
savcısı
Baro
Başkanı
ve
Yönetim
Kurulu
Üyeleri
hakkında
suç
duyurusunda
bulunulmasını
talep
etti,
Balyoz
mahkemesi
de
suç
duyurusunda
bulundu.
Tabii,
Balyoz
mahkemesi
bu
şartlarda
mahkemecilik
oynamakta
güçlük
çekiyor.
Artık
ne
dekor
unsuru
avukat
var,
ne
de
seyirci...
6
Ağustos
2012
tarihli
duruşmada
Avukat
Hüseyin
Ersöz,
davadaki
tüm
avukatlar
adına
bir
dilekçe
sundu.
“…
Balyoz
ismiyle
bilinen
davanın
soruşturma
aşaması,
soruşturma
sırasında
alınan
ve
iddianameye
dayanak
kabul
edilen
raporlar,
İstanbul
10.
Ağır
Ceza
Mahkemesi’nde
devam
eden
yargılama,
kovuşturma
sırasında
dosyaya
sunulan
raporlar,
yargılamada
gerçekleştirilen
hukuka
ve
kanuna
aykırı
işlemler,
savunma
makamının
ve
hakkının
nasıl
yok
sayıldığı
ve
sanık
müdafilerinin
duruşmalara
girmemelerine
neden
olan
süreci
bir
kez
daha
özetleme
zorunluluğu
doğmuştur.”
Ancak
dilekçede
sıralanan
talepleri
sesli
olarak
dile
getirmek
isteyen
Ersöz’ü
mahkeme
başkanı
yine
konuşturmadı.
Nihayet
perde
27
Ekim
2012’de
kapandı.
Mahkeme
324
kişiye
ceza
kesti,
ve
sonra
kestiği
cezalar
için
gerekçe
uydurması
gerekti.
Mahkeme
bir
de
ucuz
performansından
utanmadan,
gerekçeli
kararına,
sanıklardan
tahsil
edilmek
üzere
yargılama
masraflarını
da
düşüyor.
Gerekçeli
karardan
kimi
kısımları
ilgili
bölümlerde
vermiştik.
Bu
bölümü,
mahkemenin
gerekçeli
kararındaki
diğer
saçmalıklarla
bitiriyoruz.
54
Balyoz
Davası
100.
Celse
Duruşma
Tutanağı,
6
Nisan
2012.
54
Balyoz
duruşmalarının
85nci
celsesinde
Avukat
Kürşad
Veli
Eren,
Mahkeme
heyetine
şöyle
seslenmişti:55
Eren
haklı,
bu
kişilerin
tek
birini
serbest
bıraksa
Mahkeme,
dijital
belgelerin
sahte
olduğu
gerçeğini
kabul
etmiş
olacak.
Onun
yerine
Mahkeme,
yargı
sürecinde
gerekçesini
de
detaylandırmaksızın
bu
kişileri
hapiste
tuttu.
Tutukluluğun
devamı
kararlarına
ısrarla
gerekçe
isteyen
savunmaya
karşı
Mahkeme’nin
yanıtı
ise
en
hafif
deyimiyle
komik;
kararlara
gerekçe
sunarlarsa
‘ihsas-‐ı
rey’
olurmuş.
Ara
kararlarda
gerekçesi
olmadığı
için
gerekçe
sunamayan
Mahkeme,
bu
insanlara
iskontolu
müebbet
hapis
cezası
verirken
şeklen
de
olsa
bir
gerekçe
uydurmak
zorundaydı.
Bu
noktada,
Mahkemenin
Türkiye’de
darbe
amaçlı
Word
belgesi
hazırlamakla
suçlanan,
ancak
belgeyi
kaydettiği
iddia
edilen
tarihte
yurt
dışında,
denizde
tatbikatta,
annelik
izninde
vs.
olduğunu
ispatlayan
sanıklara
ceza
veren
mahkemenin
gerekçesi
neydi
diye
sormak
isteyebilirsiniz.
Mahkeme,
gerekçeli
kararında
ilgili
dijital
belgelerin
içeriğinden
bahsettikten
sonra
‘yukarıdaki
belgeler
karşısında
savunmasına
itibar
edilmemiştir’
diyor.
Yani
mahkeme
sanıkların
sunduğu
somut
bilgilere
(pasaport
giriş-‐çıkış
kayıtları)
değil,
kolaylıkla
manipüle
edilebilen
dijital
belgelerin
üstverilerine
itibar
ediyor.
“kesin
olarak
kabul
edilmesi
gerekli
sonuç
hiçbir
bilirkişi
raporunun
yargıcı
bağlamayacağı
hususudur.”
Tabii
bir
de
dijital
Balyoz
belgelerinin
gerçek
olduğu
kabulüyle
cezaları
kesen
Mahkeme,
neden
bu
belgelerde
ismi
geçen
herkes
sanık
değilken
ya
da
bir
kısım
sanıklar
beraat
ederken,
aynı
belgelerle
suçlanan
başka
sanıkların
16-‐18
yıl
ceza
aldığını
açıklayamadı.
Mahkeme,
kimi
(ve
az
sayıda)
sanık
için,
‘isimleri
belgelere
haberleri
olmadan
yazılmıştır’
diyerek
beraat
kararı
verdi.
Bu
güzel.
Ancak
mahkeme
hukuki
durumu
tamamen
aynı
olan
diğer
sanıkların
isimlerinin
belgelere
yazıldığından
nasıl
haberi
olduğunu
açıklamadı.
Ya
da
bir
dijital
belgede
adı
55
Balyoz
Davası
85.
Celse
Duruşma
Tutanağı,
13
Şubat
2012.
56
Gerekçeli
karar,
sayfa
1041.
55
geçen
kişilerin
belgeden
haberdar
olduğuna
kanıt
olarak,
aynı
CD’den
çıkan
ve
kimin
hazırladığı
belli
olmayan
bir
başka
dijital
belgeyi
gösterdi!
Gerekçeli
kararında
Mahkeme,
Genelkurmay
tarafından
belgelerin
bir
kısmının
aslının
askeri
birimlerde
bulunduğunun
belirtildiğini
söyledi.
Mahkemenin
buradaki
kötü
niyeti
bariz.
Çünkü
söz
konusu
belgeler
Eskişehir’de
bulunan
flaş
bellekten
çıkan
gerçek
istihbarat
belgeleri
ve
Balyoz’la
bir
ilgileri
yok.
Daha
önce
de
yazmıştık;
Baransu’dan
gelen
bavulda
olduğu
gibi,
sahtekarlar
gerçek
belgeleri
sahte
belgelerle
beraber
paketlemişler.
Genelkurmay
bilirkişi
heyeti,
suç
içeren
ve
11
no.lu
CD’den
çıkan
Balyoz
belgelerini
detaylı
bir
şekilde
incelemiş,
Haziran
2010
tarihli
raporunda
bu
belgelerin
sahte
olduğu
sonucuna
varmıştı.
Mahkeme
bu
hususu
tabii
ki
atlıyor.
Gerekçeli
karardaki
bir
başka
yalan,
‘11
no.lu
CD
içinde
yer
alan
belgelerin
dijital
yolları
tanık
beyanları
ile
doğrulandığı.’
Dijital
yolların
tanık
beyanları
ile
doğrulandığı
kesinlikle
doğru
değil.
Oysa
bunun
nedeni
çok
basit.
Belge
çetesi
Balyoz
belgelerinin
çoğunu
sıfırdan
bir
Word
dokümanı
açarak
kaydetmek
yerine,
orijinal
bir
dokumanı
“save
as”
komutuyla
kaydediyor.
Bu
nedenle
belgeleri
oluşturan
kullanıcı
isimleri,
kullandıkları
orijinal
belgeler
ile
aynı.
Ancak
çetenin
belgelerin
son
kaydı
için
kullandığı
kullanıcı
isimleri
(örneğin
SUHA
TANYERI)
hiçbir
gerçek
belgede
mevcut
değil.
Çete,
suçlamak
istediği
insanların
isim
ve
soyadını
bilgisayar
kullanıcı
adı
olarak
tanımlıyor
(daha
önce
yazdığımız
gibi,
bazen
kişinin
soyadını
yanlış
yazdığı
da
oluyor!).
Sanıklar,
bu
şekilde
kullanıcı
adları
olmadığını
mahkeme
önünde
belgelerle
ispatladığı
halde,
mahkemenin
gerekçesini
bu
şekilde
yazması
tamamen
kötu
niyetinin
göstergesi.
Birincisi,
Mahkemeye
göre
Balyoz
planı
1980
Bayrak
Planından
esinlenerek
hazırlanmış,
öyleyse
gerçek.
Oysa
Balyoz
planını
Bayrak
Planından
esinlenerek
hazırlanmış
olması
bu
planı
sanıkların
hazırladığını
ispatlamıyor.
Zira,
Bayrak
Planı,
Balyoz
CD’leri
ile
birlikte
Baransu’nun
bavulundan
çıktı.
Dolayısıyla
çetenin
elinde
bulunan
bir
kaynak
idi.
İkincisi,
Mahkemeye
göre,
Çetin
Doğan,
tutuklandıktan
sonra
kaleme
alıp
basına
dağıttığı
5
Nisan
2010
tarihli
mektupla
suçu
ikrar
etmiş
oluyor!
Hilmi
Özkök’ü
tanık
olarak
dinlemeyi
reddeden
mahkeme,
Doğan’ın,
Hilmi
Özkök
ile
arasında
2003′de
geçen
bir
diyalogu
aktardığı
mektubundan
Özkök’ün
ifadelerini
Doğan’ın
aleyhine
delil
olarak
gösteriyor.
Pes
diyelim.
56
Son
söz:
Balyoz
belgeleri
ne
kadar
gerçekse,
Balyoz
mahkemesi
o
kadar
gerçek
Sonuç
olarak
Balyoz
mahkemesi,
inandırıcılığı
olmayan,
mantıkla
bağdaşmayan,
eksik
ve
yanlış
bilgi
içeren
bir
gerekçe
sundu.
Balyoz
CD’lerinin
sahteliği
matematiksel
bir
kesinlik
taşırken
başka
türlüsü
pek
mümkün
değildi.
Ama
bu
gerekçesiyle
mahkeme,
hukukun
ve
gerçeklerin
yanında
olmak
yerine
bir
çetenin
amaçları
doğrultusunda
hareket
ettiğini
bir
kez
daha
alenen
tescil
etmiş
oldu.
Balyoz
mahkemesi,
maddi
gerçeklerle
zerre
kadar
ilgili
olmadığını
çok
açık
etti.
Insan
Haklari
Avukati
Jared
Genser’in
ifadesiyle
‘işlevsel
bir
mahkeme
gibi
gözükmek
için
çaba
bile
göstermedi.’
Bilirkişi
atanması
ve
tanıkların
dinlenmesi
yönündeki
sayısız
talebi
“dosyaya
somut
herhangi
bir
katkı
sağlamayacağı”
gerekçesiyle
reddetti.
Ara
kararlarında
tekrarladığı
nakarat
zihinlere
kazındı:57
“Bir
kısım
sanıklar
ve
müdafileri
tarafından
bazı
tanıkların
dinlenilmesi,
dosyaya
delil
olarak
sunulan
dijital
veriler
hakkında
tekrar
bilirkişi
raporu
aldırılması,
daha
önce
rapor
düzenleyen
bilirkişilerden
bazılarının
duruşmada
dinlenilmesi,
bazı
kurumlardan
bir
takım
bilgi
ve
belgelerin
istenilmesi
talep
edilmiş
ise
de;
dosyada
var
olan
bilirkişi
raporlarının
sayısı
ve
içeriği,
ayrıntılı
sanık
savunmaları,
huzurda
dinlenilen
tanık
beyanları
ve
gelen
müzekkere
cevapları,
bilirkişilerin
Mahkemenin
yerine
geçerek
delillerin
hangisinin
kabul
edileceği
hangisinin
kabul
edilemeyeceği
yönünde
açıklamada
bulunmasının
yasal
olarak
mümkün
olmadığı,
Mahkemenin
hüküm
aşamasında
mevcut
bilirkişi
raporları
ve
savunma
içeriklerine
göre
dosyadaki
tüm
delilleri
değerlendirip
takdir
edeceği
nazara
alındığında
bu
aşamada
yeniden
tanık
dinlenilmesi,
bilirkişi
raporu
aldırılması,
bilirkişilerin
duruşmada
dinlenilmesi,
yeni
belge
ve
bilgilerin
istenilmesi
dosyaya
somut
herhangi
bir
katkı
sağlamayacağından
tüm
tevsii
tahkikat
taleplerinin
reddine”
Balyoz belgeleri ne kadar gerçekse, Balyoz mahkemesi o kadar gerçek idi.
57
29
Mart
2012
tarihli
Ara
Karar.
57
Yargılama
Safhası
-‐
BİS
Sayfa
sayfa
duruşma
tutanaklarından
izlediğimiz,
baştan
sonra
fos
yargılamanın
sonunda
müebbet
cezaları
kesildikten
sonra,
Mahkemenin
gerekçeli
kararını
yazarkenki
halini
hayal
etmiştik.
Henüz,
kararıyla
ağlatan
Mahkemenin,
gerekçesiyle
güldüreceğini
bilmiyorduk
ve
aşağıdakini
kaleme
almıştık.
Bu
bölümü
atlamanız,
kitabin
bütünlüğünü
bozmayacaktır.
Not:
Aşağıda
aktarılanlar
hayal
ürünüdür
ve
gerçek
hayattaki
kişi
ve
olaylar
ile
benzerlikler
tamamen
tesadüf
eseridir.
***
Balyoz
davasının
gerekçeli
kararını
hazırlayan
mahkeme
heyetinin
toplantılarını
gizlice
kayda
almayı
başardık
ve
burada
yayımlıyoruz.
Mahkeme
başkanı:
Arkadaşlar,
biliyorsunuz
şimdi
en
zor
aşamaya
geldik,
verdiğimiz
kararlara
bir
gerekçe
bulmamız
gerekiyor.
Üye 1: Başkanım, ama hani savcı arkadaşlar bu işi de halledecekti?
Başkan:
Öyle
olacaktı
ama
yapamayacaklarmış.
Biliyorsunuz,
onlar
da
bize
gönderdiklerini
emniyetteki
arkadaşlardan
alıyorlardı…
Başkan:
Emniyetteki
arkadaşlar
Hakan
Fidan
olayından
dolayı
sürülmüşler,
şimdi
Anadolu’da
bir
yerde
trafik
polisliği
yapıyorlar
sanıyorum.
Üye 2: İş başa kaldı demek. Yani gerekçeyi tamamen bizim uydurmamız gerekecek.
Başkan:
Ama
arkadaşlar,
siz
merak
etmeyin.
Ben
bir
ön
çalışma
yaptım.
Şimdi,
Zaman
ve
Taraf
gazetelerini
topladım,
oradaki
yazılardan
nasıl
gerekçe
üretebiliriz
diye
düşündüm.
Başkan:
Mesela,
mesela…
Zaman’da
Etyen
Mahçupyan
diye
bir
köşe
yazarı
var,
Balyoz
konusunda
bakın
ne
yazmış.
Çetin
Doğan’ın
kızı
ve
damadının
yurt
dışındaki
propagandasına
inanmayın
demiş.
Bu
sahtecilik
iddiaları
filan
hiç
doğru
değil.
Üye 1: İşte tam da bize lazım olan gerekçe. Niye doğru değil yazıyor?
Başkan:
Çünkü,
diyor,
Mahçupyan,
askerlerin
bu
tip
planları
devamlı
güncellediğini
biliyoruz.
Besbelli
Balyoz
planları
da
sonradan
güncellenmiş.
Üye
2:
Yani,
2003’te
olmayan
kurum
isimleri,
Microsoft
2007
fontları
filan
sonradan
yaptıkları
güncellemeyle
bu
belgelere
girmiş,
öyle
mi?
58
Başkan:
Aynen.
Üye
1:
Tamam,
o
zaman.
Biz
de
güncelleme
oldu
deriz,
çıkarız
işin
içinden.
Keyfim
yerine
geldi
valla.
[Dışarı
seslenerek]
Çaycı,
getir
bize
şöyle
birer
demli
çay…
Çaycı:
Saygıdeğer
mahkeme
heyeti,
ağabeylerim,
kusuruma
bakmayın,
çay
ısmarlarsınız
diye
dışarıda
bekliyordum,
istemeden
kulak
misafiri
oldum.
Çaycı: Yani, şey diyecektim, sayın başkanım. Senin ne haddine diyeceksiniz ama…
Çaycı: Yani bu güncelleme hikayesi benim pek aklıma yatmadı da…
Başkan: Yahu sen kim oluyorsun da bizim gerekçemize laf yetiştiriyorsun.
Üye
1:
Başkanım,
bırakın
konuşsun.
Bunun
sonrası
da
var,
Yargıtay
vs.
Yanlışımız
varsa
şimdi
çıksın
ortaya
daha
iyi.
Dinleyelim
bir
söyleyeceklerini.
Başkan: Evet…
Çaycı: Tek defada yazılmış ve sonradan ekleme-‐çıkarma yapılmamış, doğru değil mi?
Çaycı: İçindeki belgelerin de son kayıt tarihleri 2003 gibi görünüyor di mi?
Çaycı: Bu belgeleri hazırlayanlar da 2003’de görevdeki subaylar gibi görünüyor, di mi?
Üye
2:
Doğru,
belgelerin
üstverilerinde
görünen
isimler
ve
belgelerin
altındaki
isimler
hep
o
dönem
görevdeki
subaylar.
Çaycı:
Saygıdeğer
ağabeylerim,
elbette
siz
daha
iyi
bilirsiniz.
Ama
besbelli
bu
CD’leri
2009
ya
da
sonrasında
üretenler
bilgisayarlarının
tarihlerini
geriye
çekmişler,
belgelerin
altına
kendi
adlarını
yazacaklarına
2003’teki
subayların
adlarını
bırakmışlar.
Bu
nasıl
güncelleme
yani?
59
Çaycı:
Hani
bir
de
güncelleme
diyecekseniz,
elinizde
güncelleme
örneği
var
mı,
yani
mesela
bu
hastanelerin
isimleri,
şu
subayların
rütbeleri
bu
belgede
toptan
yenilendi
gibi…
Üye 1: Ben de böyle genel bir güncelleme örneği görmüş değilim.
Üye
2:
Şimdi
hatırladım.
Üstelik
savcı
son
mütalaasında
bu
belgelerin
ve
CD’lerin
son
kez
2003’te
hazırlandığını,
ekleme-‐çıkarma
olmadığını
tekrar
vurguladı.
Savcı
bile
güncelleme
var
dememiş…
Üye
1:
Tüh!
Tam
da
işimiz
bitmiş
sanmıştım.
Anlaşılan
bu
güncelleme
savı
bizim
işimize
pek
yaramayacak.
Başkan:
Peki.
Moralinizi
bozmayın
arkadaşlar.
Bakın
önümde
daha
bir
sürü
Zaman
ve
Taraf
gazetesi
kupürü
var.
Bir
şey
buluruz
elbet.
Üye 2: Ha bi gayret başkan, bul sen bize bir gerekçe.
Başkan: Ya çaycı, sen hala burada mısın? Ne gülüyorsun öyle kıs kıs?
Çaycı:
Kusuruma
bakmayın
saygıdeğer
başkanım,
kendimi
tutamadım.
Alper
Görmüş
dediniz
değil
mi?
Üye 1: Sen boş ver onu başkanım, söyle ne yazmış Alper Görmüş?
Başkan: Diyor ki Görmüş, evet, bu zaman çelişkileri pek güncelleme ürününe benzemiyor.
Üye 2: Hah, biz de bu sonuca varmak zorunda kaldık, mecburen yani…
Başkan: Ama, diyor ki Görmüş, bir izah tarzı daha var…
[Sessizlik]
Başkan:
Yani,
diyor
Görmüş,
ola
ki
yakalandıkları
takdirde
bu
tutarsızlıkları
öne
sürüp,
belgelerin
sahte
olduğu
savunmasını
yapabilmek
için…
60
Başkan:
Çaycı,
döndün
mü
sen
gene?
Bırak
küstahlık
etmeyi.
Suç
duyurusunda
bulunuruz
ha…
Çaycı:
Estağfurullah
saygıdeğer
başkanım,
yüksek
müsaadenize
sığınarak
bir
şey
söyleyebilir
miyim?
Başkan: Bırak simdi oraya buraya sığınmayı da, söyle ne diyeceksen, sonra da çayları bırakıp git.
Çaycı:
Yani
darbeciler
bu
hataları
kasten
yapmışlar,
yakalanırlarsa
savunmalarında
kullanmak
için
öyle
mi?
Çaycı:
Yani
bu
darbeciler
süper
zekiymiş,
öyle
mi?
Bir
de
CD’lerin
üzerine
kendi
yazılarını
da
makina
ile
taklit
etmişler.
Çaycı:
Fakat
bu
süper
zeki
darbeciler
kolayca
yakalanabilsinler
diye
isimlerini,
sicil
numaralarını
her
şeylerini
bu
belgelerin
üstünde
bırakmışlar,
kendilerini
gizlemek
için
en
ufak
bir
girişimde
bulunmamışlar,
öyle
mi?
Bir
de
CD’nin
üzerine
makina
ile
birebir
kendi
el
yazılarını
taklit
etmişler…
Başkan:
Arkadaşlar,
çaycımız
haklı
galiba.
Gerekçemiz
mantık
sınırlarını
fazla
zorlarsa
sonra
herkes
bizle
dalga
geçer.
Üye
2:
Katılıyorum.
Gerekçemiz
en
az
şimdiye
kadar
verdiğimiz
kararlar
kadar
inandırıcı
olmalı,
daha
az
değil.
Üye 1: Başkanım, su Zaman gazetesinde yazan bir Hollandalı var, neydi adı?
Başkan: Joost Lagendjik. Bak ben de tam onun yazısına getirecektim lafı.
Üye 2: Mutlaka bize yol gösterici bir yazı yazmıştır. Ne diyor?
Üye 1: Valla, anladığım kadarıyla Balyoz CD’lerinin sahte olmasına pek kafanızı takmayın diyor.
Başkan:
Peki…
diyecektim
ama…
Allah
allah.
Nasıl
olur
yani?
Davaya
adını
veren
belge,
tüm
operasyonel
planlar,
suç
içeren
tüm
belgeler
bu
CD’lerin
içinde.
Üye
1:
Bunlar
sahteyse
temyiz
surecinde
ortaya
çıkar,
savcılar
ve
yargıçlar
hata
yapmışsa
cezalarını
alırlar
diyor.
61
Üye
2:
Yok
artık,
biz
ceza
alacakmışız.
Davayı
savunmak
için
bizi
feda
etmeye
hazır
yani.
Başkanım
bir
suç
duyurusu
yapalım
hemen.
Belli
ki
bizi
tehdit
ediyor.
Üye
1:
Sen
onu
bırak
da…
Ben
adamın
mantığını
hala
anlamış
değilim.
Balyoz
CD’lerinin
gerçek
olduğunu
savunamadığımız
anda
dava
kendiliğinden
düşer.
Yanılıyorum
muyum,
başkan?
Başkan:
Haklısın.
Biz
bu
sanıklara
niye
ceza
verdik?
Bir
darbe
planı
hazırladıkları
için.
Hangi
darbe
planını?
Balyoz
CD’lerindeki
belgelerde
geçen
Balyoz
darbe
planını.
CD’ler
dışında
başka
yerde
Balyoz
malyoz
yok
ki.
Bu
belgelerin
gerçekliği
üzerine
şüphe
varsa,
verdiğimiz
hükmün
dayanağı
da
ortadan
kalkar.
Başkan:
Ama
bakın
ne
diyor
Joost
Lagendjik.
Önemli
olan,
diyor,
bu
belgelerin
gerçekliğinden
bağımsız
olarak
bir
darbe
hazırlığının
varlığı.
Çetin
Dogan
ve
arkadaşları
bir
darbe
hazırlığı
içindeydi
ve
bu
yüzden
cezalandırılmaları
gerekiyor.
Üye
1:
Güzel
demiş.
Peki
bunu
nasıl
gerekçelendireceğiz?
Çetin
Doğan’ın
ve
arkadaşlarının
bir
darbe
hazırlığında
olduğunu
nasıl
delillendireceğiz
yani?
Başkan: Valla, bu konuda Lagendjik pek açık değil. Ama Hilmi Özkök’ten bahsediyor.
Başkan:
Hani
Hilmi
Özkök,
1.
Ordu
seminerinde
‘amacın
dışına
çıkıldı’
demiş
ya?
Bizim
hükmün
sonrasında
da
sağ
olsun,
‘adil
yargılama
olmadı
diyememem’
dedi
hani,
hatırladınız
mı?
Üye 1: Yani, darbe girişimini Özkök’ün tanıklığına dayandıralım diyor, öyle mi?
Çaycı:
Şey
yani,
gene
istemeden
kulak
misafiri
oldum
da.
Hilmi
Özkök’ün
adını
duyunca
aklıma
bir
şeyler
geldi.
Çaycı:
Hani
savunma
ısrarla
Hilmi
Özkök’ün
tanık
olmasını
istemişti,
siz
de
reddetmiştiniz.
Onu
hatırladım.
Üye
1:
Yok,
anladım
demek
istediğini.
Diyor
ki,
mahkemede
dinlemediğimiz
ve
savunmaya
soru
sorma
fırsatı
tanımadığınız
bir
kişinin
tanıklığına
dayanarak
300
küsur
kişiyi
suçlu
bulmamız
biraz
garip
kaçabilir
demek
istiyor.
Başkan:
Hmmm,
doğru.
Latince
ne
deniyordu?
Hayal
meyal
hatırlıyorum…
Galiba
şöyle
bir
hukuk
ilkesi
öğrenmiştik
fakültede:
Bir
suçlama
karşısında
kalan
kişi,
ona
suçlamayı
yapanla
yüzleşme
ve
62
onu
sorgulama
hakkına
sahiptir.
Emin
değilim
yine
de,
kitabı
açıp
bir
bakmak
lazım.
Neyse
duruşmalar
bitti,
bir
ara
bakarım
artık.
Üye
1:
Yani
birisi
“sen
şu
adamı
öldürdün”
diye
görgü
tanıklığı
yaparsa,
sanık
bu
tanığı
mahkemede
sorgulayabilmelidir.
Başkan:
Peki.
Peki,
biz
bunu
yapmadık.
Savcıların
darbeyi
önlediğini
iddia
ettikleri
Aytaç
Yalman’ın
da
tanık
olmasını
kabul
etmedik.
Üye 1: Etmedik tabii, başkanım. Bu konuda bize savcının tembihini hatırlıyorsun.
Üye 2: Yahu, bu Özkök zaten bir kaç kere Balyoz diye bir plandan haberim olmadı demedi mi?
Üye 1: Doğru, doğru. Özkök’ten de bize pek hayır yok galiba.
Çaycı: Valla son sözüm bu başkanım. Biliyorsunuz, savcılar seminere doğrudan suç atfetmediler.
Çaycı:
Evet
ama,
TRT
spikeri
iddianameyi
okurken
bir
ara
dalıp
kaçırdınız
galiba…
İddianameye
göre
seminerde
islenen
suç
su:
Balyoz
darbe
planını
üstü
kapalı
bir
şekilde
müzakere
etmek.
Başkan:
Çaycı
arkadaş
sunu
demeye
getiriyor.
Eğer
CD’lerdeki
Balyoz
darbe
planı
sahteyse
ve
sonradan
üretilmişse,
seminerde
olmayan
bir
plan
müzakere
edilmiş
olamaz.
Yani
savcının
seminerde
bir
suç
islendiği
iddiası
da
çöpe
gidiyor.
Çaycı: Hah, ağzınıza sağlık, başkanım. Neyse, benden artık eyvallah. Sizlere kolay gelsin.
Üye
2:
Dosyada
belgelerin
sahte
olduğuna
dair
tonla
rapor
var.
Seminer
konusunda
ne
Yalman’ın
ne
de
Özkök’ün
tanıklığını
kabul
ettik.
Savcılar
seminere
doğrudan
suç
atfetmemiş.
Özkök,
Balyoz
diye
bir
plandan
haberim
yok
demiş.
Zaten
ceza
verdiğimiz
300’e
yakın
kişinin
seminerle
alakası
da
yok.
Dosyada
gerekçelendirebilecek
suç
ne
kaldı?
Üye
1:
Bir
de
kararı
yazarken
aceleyle
üç
sanık
kadını
da
babalık
sıfatından
men
etmişiz,
ona
ayrıca
bir
gerekçe
gerekecek.
Başkan:
Arkadaşlar,
rica
ederim,
moralinizi
bozmayın.
Şimdiye
kadar
çok
zor
şartlar
altında
beraberce
mücadele
vermedik
mi?
Tüm
olgu/bulgulara
rağmen
gereken
kararların
altına
imza
atmadık
mı?
63
Başkan:
Biz
mahkeme
değil
miyiz?
Takdir
hakkımız
yok
mu?
Başkan:
Karşımızdaki
sanık,
ben
bu
belgeyi
hiçbir
zaman
görmedim,
ne
üstünde
parmak
izim
ne
altında
imzam
var
dediği
zaman,
ne
yaptık?
Bize
yurtdışında
olduğunu
gösteren
belgeler
verdiği
zaman
ne
dedik?
Belgelerin
düzmece
olduğu
ortaya
çıktıkça
biz
nasıl
kararlar
yazdık?
Üye
1
ve
2
bir
ağızdan:
Dedik
ki,
“her
ne
kadar
sanıklar
bu
belgelerle
ilgileri
olmadığını
belirtmiş
ve
bu
yönde
beyanatlarda
bulunmuşsa
da,
dosyadaki
deliller
kül
olarak
ele
alındığında
sanıkların
atılı
suçu
islediklerine
dair
kuvvetli
şüphe
….”
Üye 1: Şimdi bir tek “kuvvetli şüphe” kısmını çıkaracağız, “işlemişlerdir” diyeceğiz.
Başkan: Evet aynen. Çağırın yazıcıyı. Yaz kızım: ”Her ne kadar…
64
Ocak
2010’un
sonunda
başlayan
soruşturma
süreci,
Temmuz
2010’da
birinci
‘Balyoz
iftiranamesi’nin
hazırlanması
ile
sona
erdi.
Mehmet
Baransu,
kimliği
bilinmeyen
bir
kişiden
teslim
aldığı
‘Balyoz
belgelerini’
Beşiktaş
Adliyesi’ne
önce
3
DVD
ve
1
CD
halinde,1
daha
sonra
29
Ocak
2010’da
belgelerin
“orijinallerini”
bir
bavul
içinde
teslim
etti.
Bu
bölümde,
Balyoz’un
yargılama
safhasında
emniyet
ve
savcıların
gerçek
bir
soruşturma
yürütmekten
ziyade,
bu
süreçte
nasıl
raporları
çarpıttıklarını,
belge
tahrif
ettiklerini,
delil
sakladıklarını
ve
de
medyayı
şüphelilerin
aleyhine
nasıl
yönlendirdiklerini,
dolayısıyla
sahte
belge
çetesinin
amacına
nasıl
hizmet
ettiklerini,
ortaya
koyacağız.
Ayrıca
,yeri
geldikçe,
bu
süreçte
emniyet-‐adliye-‐basın
işbirliği
ile
nasıl
dezenformasyon
ürettiğinden
de
bahsedeceğiz.
Temmuz
2010’da,
195
kişiyi
“Türkiye
Cumhuriyeti
Hükümetini
Cebren
Iskat
veya
Vazife
Görmekten
Cebren
Men
Etmeye
Teşebbüs”
suçunu
işlemekle
suçlayan
iddianamenin
hazırlanmasıyla
sonuçlanan
bu
süreci
aktarmadan
önce,
iddianamedeki
iddia
ve
kanıtları
kısaca
not
edelim.
İddia nedir?
İddianameye
göre
Kasım
2002
seçimlerinden
hemen
sonra
Aralık
2002’de
AKP
Hükümetini
devirmek
için
1.
Ordu
Komutanı
Çetin
Doğan
önderliğinde
tam
teşekküllü
bir
darbe
planı
hazırlanmaya
başlandı.
Plana
göre
camiler
bombalanacak,
Türk
jeti
düşürülecek,
hastanelere,
ilaç
depolarına
el
konulacak,
dernekler
kapatılacak,
gazeteciler,
siyasiler
tutuklanacaktı.
Yine
iddianameye
göre,
5-‐7
Mart
2003’de
1.
Ordu
Komutanlığı’ndaki
seminerde
bu
darbe
planının
“üstü
kapalı”
provası
yapıldı.
Zira,
Balyoz
planında
“Buna
paralel
olarak
BALYOZ
Güvenlik
Harekat
Planı,
“Olasılığı
En
Yüksek
Tehlikeli
Senaryo”
isimli
jenerik
bir
plan
şeklinde,
“GİZLİ”
gizlilik
derecesinde
ve
özel
seçilmiş,
sınırlı
sayıda
personelin
katılımıyla
icra
edilecek
bir
plan
seminerinde
denenecek
ve
müzakere
edilecek”
yazıyor.
Kanıtlar neler?
Ocak
2010’da
kimliği
bilinmeyen
bir
kişinin
Mehmet
Baransu’ya
verildiği
bavulda
soruşturmayla
doğrudan
ilgisi
olmayan
2000
küsur
sayfa
doküman,
1.
Ordu’daki
seminerinin
Çetin
Doğan’ın
emriyle
alınan
ses
kayıtları
(10
teyp
kaseti)
ve
19
tane
CD
var.
19
CD’den
16
tanesi,
1nci
Ordu’da
hazırlamış,
orijinal
ve
suç
unsuru
taşımayan
belgeler
içeriyor.
Suç
unsuru
içeren
tüm
belgeler
3
CD
içinde
yer
alıyor
(11,
16
ve
17
nolu
CDler).2
İddianameye
göre,
Balyoz
soruşturması
ile
ilgili
tüm
belgeler
11
no.lu
CD’de
(“Balyoz”
CD’si)
kayıtlı.3
1
Baransu’nun
21
Ocak
2010’da
teslim
ettiği
bu
DVD
ve
CD’leri
kimin
(muhbirin
mi,
kendisinin
mi)
65
Suç
unsuru
içeren
bütün
belgeler
bu
CD’de;
Eylem
planları
(Oraj,
Suga,
Çarşaf,
Sakal),
kapatılacak
dernekler
listesi,
çeşitli
kurumlarda
çalışanlarla
ilgili
fişlemeler,
tutuklanacak
gazeteciler,
el
konulacak
araçlar,
hastaneler,
ilaç
depoları,
görevlendirme
listeleri…
Kısaca,
Balyoz
iddialarına
dayanak
oluşturan
tüm
belgeler
bu
CD’de
kayıtlı.
Aynı
zamanda
bu
CD’nin
içinde
diğer
orijinal
CD’lerden
aktarılmış
ve
suç
unsuru
içermeyen
dokümanlar
da
var.
Bu
CD,
tüm
bilirkişi
raporlarına
göre
tek
oturumda
oluşturulmuş.
Yani,
bu
CD’ye
bir
kerede
içindekiler
kaydedildikten
sonra
içine
hiçbir
ekleme-‐çıkarma
yapılmamış.
Emniyet
ve
TÜBİTAK
bilirkişi
raporlarında
bu
CD’nin
kaydedilme
tarihinin
5
Mart
2003
olarak
görüldüğünü
belirtiyor.
İçindeki
belgelerin
tümü
bu
tarihten
önceki
tarihlerde
kaydedilmiş
gibi
gözüküyor.
İddiaya
göre
bu
CD,
seminerden
önce
Çetin
Doğan
için
özel
olarak
oluşturulmuş.
Şimdi,
Baransu’nun
bir
bavul
içinde
Balyoz
CD’si
ve
diğer
belgeleri
Beşiktaş
Adliyesi’nde
savcılar
Mehmet
Berk
ve
Bilal
Bayraktar’a
teslim
ettiği
zamana,
soruşturmanın
en
başına
dönelim.
Dava
klasörlerini
inceledikçe
ortaya
çıkan
ilginç
bir
konu,
ilk
TÜBİTAK
raporunu
hazırlayan
Hayretdin
Bahşi’nin
nasıl
bilirkişi
olarak
atandığı.
Bavulun
savcılarca
teslim
alınmasından
beş
gün
sonra,
4
Şubat
2010
günü,
Savcı
Bilal
Bayraktar
TÜBİTAK’ın
Gebze-‐Kocaeli’nde
bulunan
UEKAE
Müdürlüğü’ne
bir
yazı
yazarak,
bilirkişi
olarak
Hayretdin
Bahşi’nin
görevlendirilmesini
talep
etti.
Bayraktar,
usulüne
uygun
olarak
UEKAE
Müdürlüğü’nden
bir
bilirkişinin
görevlendirilmesini
(ya
da
içinden
seçmek
üzere
bir
bilirkişi
listesinin
gönderilmesini)
istemek
yerine,
isim
vererek,
özellikle
Hayretdin
Bahşi’nin
görevlendirilmesini
talep
etti.
TÜBİTAK-‐UEKAE
Müdürü
Önder
Yetiş,
bu
yazıya
beş
gün
sonra,
9
Şubat
2010
tarihli
bir
yazı
ile
yanıt
vererek
Hayretdin
Bahşi’nin
bilirkişi
olarak
görevlendirildiğini
bildirdi.
Fakat,
o
da
ne?
Hayretdin
Bahşi,
daha
görevlendirilmeden,
4
Şubat
2010
günü,
CD’lerin
imajlarını
bizzat
teslim
almış
bile!
Bahşi,
beş
gün
sonra
çıkacak
TÜBİTAK’in
görevlendirme
yazısını
beklemedi
ve
CD’lerin
imajlarını
savcının
TÜBİTAK’a
yazı
yazdığı
aynı
gün
hemen
teslim
aldı.4
Aşağıda
anlatacağımız
üzere,
Bahşi’nin
hazırladığı
raporun
niteliği,
kendisinin
“özel
yetkili
bilirkişi”
olarak
seçildiğine
işaret
ediyor.
2
Balyoz
iddianamesi,
sayfa
49.
3
Balyoz
iddianamesi,
sayfa
81.
4
04.02.2010
tarihli
Teslim
ve
Tesellüm
Tutanağı.
66
TÜBİTAK’ın
Balyoz
CD’leri
için
19
Şubat
2010’da
hazırladığı
bu
ilk
bilirkişi
raporu,
raporu
değerlendiren
bir
uzman
kişinin
ifadesiyle:
“en
iyi
ihtimalle
sorumsuzca,
en
kötü
ihtimalle
ise
kasıtlı
olarak
okuyanı
yanıltmak
üzere
yazılmış.”
Balyoz
iddiaları
ile
ilgili
tüm
harekat
ve
eylem
planları
(Balyoz,
Oraj,
Suga,
Çarşaf,
Sakal),
ekleri
ve
fişleme
belgeleri
iki
CD’de
bulunduğu
için,
bu
iki
CD’nin
ve
içindeki
belgelerin
gerçek
olup
olmadığının
tespiti
dava
için
birinci
derecede
önem
taşıyordu.
Bahşi
ve
ekibi
CD’ler
üzerinde
bir
üstveri
incelemesi
yaparak
bir
rapor
hazırladı.
Fakat,
sadece
CD’ler
üzerinde
yapılan
bir
üstveri
incelemesiyle
CD’lerdeki
belgelerin
gerçek
olduğunu
(üzerinde
görünen
kullanıcılar
tarafından
üzerinde
görünen
tarihlerde
oluşturulduğunu)
tespit
etmek
teknik
olarak
mümkün
olmadığı
halde,
bilirkişiler
raporlarının
tek
bir
yerinde
bile—örneğin
bir
dipnot
olarak
bile—bunu
belirtmediler.
Bilirkişiler,
belgelerin
kötü
niyetli
kişilerce
üstverileri
tutarlı
olacak
bir
şekilde
oluşturulması
halinde,
bu
sahteciliği
yaptıkları
analizle
tespit
edemeyeceklerini
belirtmedikleri
gibi,
kullandıkları
ifadeleri
özenle
seçerek,
CD’lerin
gerçek
olduğunu
tespit
ettikleri
izlenimini
verdiler.
Bilirkişiler,
sonradan
yapılan
incelemelerle
içinden
Microsoft
Office
2008
ögeleri
çıkacak
bu
iki
CD
için,
“söz
konusu
belgelerin,
2002-‐2003
tarihlerinde
mevcut
olan
yazılımlarla
yazıldığı
kanaatinde”
olduklarını
yazdı,
“CD’lere
daha
sonradan
ekleme
yapılmadığını”
tespitinde
bulundu,
ve
de
en
önemlisi,
“dosyaların
oluşturma
ve
son
kaydetme
tarihlerinin
2003
yılı
ve
öncesine
ait
olduğu
tespit
edilmiştir”
dedi.
67
Resim
1:
19
Şubat
2010
tarihli
TÜBİTAK
raporu,
sayfa
5
Dikkatinizi
çekelim,
bilirkişiler,
‘dokümanların
2003
ve
öncesinde
yazıldığı
tespit
edilmiştir’
demedi,
çünkü
sadece
üstveri
incelemesi
ile
böyle
bir
saptama
yapması
bilimsel
olarak
mümkün
değil.
Onun
yerine,
son
derece
dikkatlice
seçilmiş
ve
aynı
anlama
çekilebilecek
bir
ifade
kullandılar.
Tutuklamalar
da
hemen
bu
raporun
akabinde,
‘TÜBİTAK
belgelerin
gerçek
olduğunu
tespit
etti’
savıyla
başladı.
Bu
rapor
aynı
zamanda
sorgu
sırasında
baskı
aracı
olarak
da
kullanıldı.
Örneğin,
bir
sivil
memur,
sorgusunda
savcı
Ali
Haydar’a
açıkça
Balyoz
planını
bilmediğini
ifade
etmesine
rağmen,
Bayraktar,
sivil
memuru
tek
başına
ikinci
bir
kez
ifadeye
aldı
ve
sorguya
başlamadan
önce
bu
raporu
göstererek
‘TÜBİTAK
belgelerin
gerçek
olduğunu
tespit
etti”
dedi.
Bu
konuya
tekrar
döneceğiz.
Rapor,
çarpıtılmaya
elverişli
olduğu
için,
medyada
dezenformasyon
üretimi
için
de
etkin
bir
şekilde
kullanıldı.
Soruşturma
sırasında
‘soruşturmanın
gizliliği’
öne
sürülerek
şüphelilere
verilmediği
halde,
medyaya
servis
edildi
ve
basında
‘TÜBİTAK’ın
belgelerin
gerçek
olduğunu
teyit
ettiği’
haberleri
yapıldı.
68
T$44$!K75$$4!57.2$,@!.$?$!.$!81738!D8.8Q9!:f=X:EY)@+!85;$1$3@+!D73P7%!-1.*C*+*!,$Q4$.@C@+@!2$;.@A!
W1/7447!%89!/8183%8081738+!-15$2$+!85;$1$3@+!D73P7%!-1.*C*+*!47,Q84!7457,8!565%6+!.7C819!$+#$%!
3$Q-3!+7!$171$#717!4*4*%1$+$+!06Q?71817379!+7!.7!$J*%$41$3@+$!J7381.8C8!8P8+9!.6;71457!2$2@+1$45$1$3@!
/817!565%6+!-15$.@AS!!!
!
q7,85!&o!!^$5$+9!&G!g*/$49!&'('!
H$?$!,-+3$9!3$Q-3$!73807+!06Q?7181739!:f=X:EY!3$Q-3*+*!?$;@31$2$+!/8183%808173!?$%%@+.$!,*P!
.*2*3*,*+.$!/*1*+.*9!J7!$23@#$!/*!%8081737!%$30@!4$;58+$4!.$J$,@!$P@1.@A!T8P!/83!,-+*P!$1@+5$.@C@+@!
,F2175727!D737%!2-%A!T$2374.8+!=$?089!=$12-;!,637#8+.7%8!!/*!6,46+!Q73>-35$+,@!J7!%$4%@1$3@!
%$30@1@C@+.$!:f=X:EY!=X_VWB!`8/73!V6J7+18%!W+,4846,6!B6.636!-1.*A!
S!H7>$1$3#$!4$17Q!7.817+!3$Q-39!$J*%$41$3$!$+#$%!c!B$2@,!&'(').$!J7381.8A!
"&!
Balyoz
savcıları,
Baransu’dan
ilk
etapta
(bavuldan
önce)
aldıkları
3
DVD
ve
1
CD’yi
incelemeleri
için
1nci
Ordu
Askeri
Savcılığı’na
gönderdiler.
24
Şubat
2010’da
1nci
Ordu
Askeri
Savcılığı
Beşiktaş
Adliyesi’ne
iki
ayrı
CD
içinde
iki
bilirkişi
raporunu
mühürlü
zarf
içinde
teslim
etti.
6
Bu
raporlardan
biri
(Ahmet
Erdoğan
tarafından
hazırlanan)
dava
dosyasına
kondu,
hatta
daha
dosyaya
girmeden
ve
savunmayla
paylaşılmadan
basına
sızdırıldı.
Raporlardan
ikincisi
(Hakan
Erdoğan
tarafından
hazırlanan)
1nci
Ordu’daki
bilgisayarlarda
soruşturma
konusu
belgelerin
izinin
bulunmadığını
tespit
ediyordu
ve
Beşiktaş
Adliyesinde
anında
buharlaştı.
Evet,
rapor
yok
edildi.
Bu
raporun
varlığı
mahkeme
sürecinde,
tesadüfen
ortaya
çıktı
ve
elimize
ancak
Mart
2011’de
geçti.
Rapordan
görüyoruz
ki,
raporu
hazırlayan
bilirkişi,
1nci
Ordu’da
ilgili
olabilecek
bilgisayarlarda
ve
bunlara
ait
kızaklı
taşınabilir
belleklerde
soruşturma
konusu
belgelerin
bulunmadığını
tespit
etmiş.
Raporda
aynı
zamanda
DVD’lerin
ve
içindeki
dokümanların
kayıt
tarihleri
ile
ilgili
şüpheli
görülen
kimi
tespitler
var.
Raporun
en
önemli
tespiti,
Balyoz
belgelerinin
1nci
Ordu
bilgisayarlarında
hiç
bir
izi
olmadığı.
“Üzerinde
veri
incelemesi
yapılan
(19)
bilgisayar,
MEBS
Başkanlığı
dosya
sunucusu
ve
Plan
Odası
içerisinde
bulunan
bilgisayarda
kullanılan
kızaklı
taşınabilir
bellek
üzerinde,
soruşturma
konusu
ile
ilgili
doküman
tespit
edilememiştir.”
Savcılar
iddianamede
bu
raporun
varlığından
dahi
bahsetmediği
gibi,
raporu
iddianamenin
ek
klasörlerine
bile
koymadılar.
Basına
sızan
ve
çarpıtılan
diğer
raporun
hikayesini
ise
bir
önceki
kitabımızda
yazmıştık.
Burada
kısaca
özetleyelim.
Ahmet
Erdoğan
tarafından
hazırlanan
bu
rapor,
CD’lerdeki
belgelerin
gerçek
olup
olmadığını
sorgulamıyor.
‘CD’lerdeki
belgelerin
gerçek
olduğu’
varsayımı
altında
(ki
bu
varsayım
raporun
en
başında
belirtilmiş),
CD’lerdeki
belgelerin
darbe
hazırlığına
işaret
ettiği
tespitini
yapıyor.
Bu
rapor
da
soruşturmanın
gizliliği
nedeniyle
savunmaya
vermedi,
ancak
hemen
aynı
gün
basına
‘uygun
kısımları’
sızdırıldı.
Malum
medyada
bu
rapor
için
“Askeri
Bilirkişiler
belgelerin
gerçek
olduğunu
tespit
etti”
haberleri
yaptı.
Medyadaki
Balyoz
linçi
hızlandı.
Bu
haberler
üzerine
Askeri
Savcılık,
26
Şubat
2010’da
bu
haberleri
yalanlayan
bir
açıklama
yaptı.
Açıklamadan
sonra
yapılan
haberlerin
niteliğini
ortaya
koymak
için
açıklamayı
buraya
taşıyoruz
(koyu
vurgu
bize
ait):
“Bilirkişi;
bu
konudaki
raporunu
hazırlarken
temin
edilen
söz
konusu
üç
adet
DVD,
bir
adet
CD’de
herhangi
bir
sahtecilik
yapılmadığı
düşüncesi
altında
içeriğindeki
bilgilerin
gerçek
olduğu,
söz
konusu
plan
seminerinin
icrası
kapsamında
kullanıldığı
faraziyesine
dayanarak
hareket
etmiş,
bu
durum
bilirkişi
raporunun
üçüncü
maddesinde
de
açıkça
belirtilmiştir.
6
Teslim
tutanağı,
Ek
Klasör
no.26,
Dizin
no.323-‐4.
70
E+#$%!/8183%808!3$Q-3*!%$5*-2*+*!2$+@14$#$%!4$3;.$!?$/73!%-+*,*!2$Q@1$3$%9!,F;!%-+*,*!
.-%65$+1$3@+!D73P7%!-1.*C*!8;17+858!2$3$4@15$2$!P$1@0@15@04@3A!
aeb!/*D6+7!%$.$3!2$Q@1$+!8+#71757!J7!$3$04@35$1$3!,-+*#*+.$!9B;$UEPEC$B978E$R>9C;C;C$
WE$8G$R>9C9$B9?9C9:$=E<:6>$EBEC$PE<6=>6$E?>ED$R>9C>97;C;C$UE7PE:$@>BGVGC9$B967$9F:E76$
F9WX;>;V;D;AX9$SE7S9CU6$867$=EFR6=E$W97;>9D9D;<=;7A!H-1$2@,@21$!,F;!%-+*,*!,758+73!
>$$182741738+8+!.$3/7!Q1$+@!470%81!7448C8+8!,F21757%!565%6+!.7C81.83AO!
E+#$%9!/*!$P@%1$5$2$!3$C57+!%858!D$;747173!$2+@!?$/738!2$Q5$2$!.7J$5!7448A!
q7,85!Go!^$5$+9!&]!g*/$4!&'('!
!"#"#$$Y?W9SZ$%E>UE>E7$T[[#+BEC$F@C79$S9A;7>9CD;<"""$IE>6>>E76$9B>6$ED9CE=E$U\DE>6DZ$
=$12-;!.$J$,@+@+!7%!%1$,F31738!:755*;!&'(').$!,$+@%1$3$!J73818Q9!/71D7173.7%8!;$5$+!P7180%81738!
-34$2$!P@%@+#$9!$%1@5@;$!.-C$1!-1$3$%9!/*!/71D71738!.74$21@#$!8+#71727+!75+8274!2$!.$!,$J#@1$3@+!+$,@1!
-1*Q!.$!/*+1$3.$+!47%!/83!4$+7,8+8!/817!<>$3%!7457.8C8)!,-3*!D71.8A!!!
H$J$+@+!7%!%1$,F31738+8!8+#71728+#7!$+1$.@%!%89!$,1@+.$!,$J#@1$39!/71D71738+!&''G).7!?$;@31$+5$.@C@+@!
DF,4737+!;$5$+!P7180%81738+8+!.$?$!,-3*04*35$+@+!/$0@+.$+!/738!>$3%@+.$1$3!J7!.7!/*+1$3@!-34$2$!
%-2$+!465!2$;@05$1$3@!$.18!75$+747!,$%1$.@1$3A!f,4718%9!8..8$+$57.7!.7!2$1$+!/72$+.$!/*1*+$3$%9!
2$Q4@%1$3@!2$;@05$1$3@+!/71D71738+!&''G).7!?$;@31$+.@C@+@!47284!7448C8+8!2$;.@1$3A!!
7$68+-$("$&%9#"'&%/$1+-$(%"05/$"$:%$;$%5$68+-$($%9'-'&%/$1+-$(%&'('"')%
`-3*04*35$+@+!7+!/$0@+.$!=$12-;!,$J#@1$3@9!((!+-A1*!KH).7+!P@%$+!P-%!P708418!18,471738!a?$,4$+79!
.73+7%9!%*3,9!!-%*19!J,Ab!81D818!%*3*51$3$!DF+.73.8!J7!18,47.7!$.@!D7P7+1738+!&''&R&''G).7!>$$1827447!
-1*Q!-15$.@%1$3@!?$%%@+.$!/81D8!4$17Q!7448A!\8+7!/7+;73!07%81.79!P708418!%*3*51$3$!2$;@1$3!2$;$3$%9!
$(!
CD’den
çıkan
belgelerde
bu
kurumlarda
çalışıyor
olarak
listelenen
kişilerin
gerçekten
2002-‐2003’de
çalışıp
çalışmadığı
konusunda
bilgi
istedi.
Savcılardan
kurum
ve
kuruluşlara
giden
yazıların
hepsi
ek
klasörde
var.
Ancak
gelen
yanıtların
hiçbiri
ek
klasörde
yok.
İddianameden
öğrendik
ki,
Balyoz
savcıları
bunları
ek
klasörlere
koymak
yerine
adli
emanete
saklamayı
uygun
görmüş.
Gösterdikleri
gerekçe
ise,
bu
yazışmaların
‘kişilere
özel
bilgi’
içermeleri.
Oysa
adli
emanete
kalkan
yazışmalarda
sadece
kişi
adı
geçen
fişlemelerden
ibaret
değil.
El
konulacak
hastaneler,
ilaç
depoları,
4×4
araçlar
gibi
listeler
de
var
(bunlar
“fişleme”
belgesi
değil).
Kaldı
ki,
tüzel
kişiliklere
ait
fişleme
belgelerinin
(kapatılacak
dernek,
aranacak
okul
listeleri)
çıktıları
olduğu
gibi
dava
klasörlerinde
var.
Bu
kurumların
isimleri
dahi
gizlemez/sansürlemezken,
neden
bu
kurumların
açıldıkları
tarihleri
belgeleyen
yazışmalar
adli
emanete
saklanmış
olsun?
Ayrıca,
kişi
adı
gecen
fişleme
listeleri
(örneğin
2003’de
çeşitli
şirketlerde
çalışıyor
olarak
görünen
ve
darbeye
destek
verir
diye
listelenmiş
kişiler)
ile
ilgili
savcılığa
gelen
yazışmalar,
isimler
sansürlenerek
dosyaya
dahil
edilebilirdi.
Bunun
üzerine
avukatlar
adli
emanete
saklanan
bu
yazışmaları
talep
etti.
Bu
talep
aylarca
reddedildi,
yazışmalar
savunmaya
verilmedi.
Mahkeme
ancak
6
Ocak
2011’deki
duruşmadaki
ara
kararı
ile
bu
yazışmaların
savunmaya
verilmesini
kabul
etti.
Böylelikle
savcıların
bilgi
edinme
yazılarına
gelen
cevabi
yazılar,
soruşturma
başladıktan
neredeyse
bir
sene
sonra
adli
emanetin
karanlığından
gün
ışığına
çıktı.
Bu
yazışmalar,
savcıların
çeşitli
kurumlara
bilgi
edinme
amaçlı
yazıkları
yazılara
yanıtların
Mart-‐
Nisan
2010
aylarında
geldiğini
gösteriyor.
Bu,
CD’den
çıkan
belgelerin
ve
TÜBİTAK
raporunun
kanıt
gösterilerek
tutuklamaların
(ve
tahliyelere
itirazların)
yapıldığı
dönem.
Balyoz
iddianamesinin
ortaya
çıkmasından
üç-‐dört
ay
öncesi.
Adli
emanete
saklanan
yazışmalardan
gördük
ki,
savcılar
savunmanın
ortaya
çıkaramayacağı
zaman
çelişkilerinden
bile
haberdardılar.
Ancak
bunları
örtbas
etmek
için
emanete
sakladılar.
11
no.lu
CD’de
“4X4
ARAÇLAR
ÇİZELGESİ.doc”
isimli
bir
Word
belgesi
var
(ki
aynı
belge
Gölcük’ten
çıkan
1
no.lu
CD’den
de
çıkacak).
Bu
belgede
Balyoz
darbesiyle
el
konulması
planlanan
4×4
araçlar
listelenmiş.
Üstverisine
bakılacak
olursa,
bu
belge
ilk
olarak
4
Mart
2003’de,
son
olarak
yine
aynı
tarihte
Süha
Tanyeri
isimli
kullanıcı
tarafından
kaydedilmiş.
72
Belgede
listelenen
araçların
modellerinin
hepsi
2003’den
eski;
2002
sonrası
tek
bir
model
araç
yok.
Yani
belge,
ilk
bakışta
tarih
açısından
tutarlı
bir
belgeye
benziyor.
Resim
4:
4X4
ARAÇLAR
ÇİZELGESİ.doc,
sayfa
1
(16
BEB
33
plakalı
Rover
11nci
sırada)
Oysa
Balyoz
Savcılarına
Bursa
Trafik
şube
müdürlüğünden
gelen
bilgiye
göre,
Balyoz
belgesindeki
Bursa
plakalı
(16
BEB
33)
bir
araç,
2003
yılında
Bursa’da
değil.
Araç
o
tarihte
İzmir’de
ve
35
AR
6132
plaka
numarası
ile
kayıtlı.
Bu
araç
2006’da
el
değiştirerek
İzmir’den
Bursa’ya
nakledilmiş
ve
belgede
geçen
plaka
numarası
ile
13
Nisan
2006’da
tescil
edilmiş.
73
q7,85!So!=*3,$!W5+8274)47+!=$12-;!,$J#@1$3@+$!DF+.73817+!#7J$/8!2$;@!
$+!
Balyoz’cular
bu
nakil
işlemini
ve
aracın
2006’da
alacağı
plakayı
üç
sene
öncesinden
öngöremeyeceğine
göre,
bu
belge
üzerinde
göründüğü
gibi
son
kez
2003’de
ve
o
dönem
çalışan
subaylar
tarafından
kaydedilmedi.
Demek
ki,
bu
belgenin
içinde
bulunduğu
ve
tek
oturumda
oluşturulan
CD
(yani
bir
kere
oluşturulduktan
sonra
içine
ekleme
çıkarma
yapılmayan
CD),
2003’de
seminer
öncesi
hazırlanmadı.
Bu
kadar
basit.
Balyoz
savcıları
belge
sahteciliğini
alenen
gösteren
bu
yazıyı
adli
emanete
saklamakla
kalmadı,
iddianameye
de
aynen
şöyle
yazdı
(koyu
vurgu
bize
ait):7
“1
nci
Ordu
Bölgesinde
harekat
kapsamında
ihtiyaç
duyulması
halinde
kullanmak
için
kamu
kurum
ve
kuruluşlarına
ait
birçok
araç,
teçhizat
ve
iş
makinesi
ile
ilgili
sayısal
verilerin
ortaya
konduğu,
ayrıca
1
nci
Ordu
bölgesindeki
bazı
illerde
el
konulmak
üzere
4×4
araçların
belirlendiği
anlaşılmıştır.
Bursa
Emniyet
Müdürlüğü
tarafından
savcılara
yollanan
ve
4×4
araçların
listesinin
2003’de
hazırlanmadığını
açıkça
gösteren
bu
yazıyı
savcılar
“gözden
kaçırdıkları”
için
iddianamede
böyle
yazmış
olabilirler
mi,
diye
düşünebilirsiniz.
Öyle
olmadığı
açık.
“Planda
yer
alan;
”irticai,
bölücü
ve
yıkıcı
terör
örgütlerine
mensup
kişi,
kurum
ve
kuruluşların
menkul,
gayrimenkul,
ayni
ve
nakdi
malvarlıklarına
el
konulacağı”
hususlarına
paralel
olarak
”Güvenlik
Harekat
Planı
Kapsamında
El
Konulması
Planlanan
4×4
Araçların
Çizelgesi”
başlıklı
belgede
Balıkesir,
Bursa,
Çanakkale
ve
İstanbul
illerinde
bulunan
toplam
91
adet
4×4
aracın
belirlendiği,
yapılan
sorgulamalarda
bahse
konu
araçlardan
bazılarının
o
dönem
gayrimüslim
vatandaşlara
ait
olduğu
anlaşılmıştır.”
Yapılan
sorgulamalar,
çeşitli
il
ve
ilçelerin
Emniyet
Müdürlüğü’nden
gelen
ve
emanete
kaldırılan
yazılar.
Bu
cevabi
yazılarda
araçların
sadece
tescil
tarihleri
değil,
aynı
zamanda
kimlerin
adına
tescilli
olduğu
da
belirtiliyor.
Bu
araçların
kimisinin
gayrimüslim
vatandaşlara
ait
olduğu
saptamasını
aynı
cevabi
yazılar
üzerinden
yapan
ve
bunu
iddianameye
koyan
savcılar,
her
nasılsa,
belgedeki
aracın
belgede
belirtilen
plakasını
2006’da
aldığı
“detayını”
atlıyor.
7
Birinci
Balyoz
iddianamesi,
sayfa
274.
8
Birinci
Balyoz
iddianamesi,
sayfa
320.
75
Buna
benzer,
adli
emanete
gömülmüş
o
kadar
çok
belge
var
ki,
bunu
basit
bir
görevi
ihmal
ile
geçiştirmek
mümkün
değil.
Savcılar
sahtecilikler
ortaya
çıkmasın
diye
bu
yazışmaları
emanete
saklayarak
açıkça
suç
işlediler.
Hazır
bu
belgeden
bahsetmişken,
yine
bu
belge
üzerinden
sahteciliği
kabullenmemek
için
geliştirilen
“güncelleme”
iddiasına
da
bir
parantez
açarak
değinelim.
Bu
konuyu
bir
sonraki
bölümde
de
ele
alacagiz.
Güncelleme parantezi
En
son
2003’de
kaydedilmiş
gibi
görünen
Balyoz
belgelerinden
ileri
tarihli
bilgiler
çıkınca,
kimileri
belgelerin
güncellenmiş
olduğunu
iddia
etti;
zira
TSK’da
belgeler
ve
planlar
rutin
olarak
güncelliyordu.
Örneğin
bir
yazısında
Aslı
Aydıntaşbaş’ın,
Balyoz
belgelerindeki
zamanlama
çelişkileri
ile
ilgili
olarak
‘Benim
favorim,
2006’da
verilen
16
BEB
33
plakalı
Range
Rover
Freelander’a
2003’de
el
konması’
yazması
üzerine9
Ergun
Babahan,
ertesi
gün
Star
gazetesindeki
köşesinde
şöyle
yazdı:10
“Aslında
bu
iddia
yeni
değil.
(…)
Çünkü
belgelerin
hemen
her
yıl
güncellendiği
bilgisi,
mesela
değişen
sokak
isimlerinin,
izlenen
kişilerinin
ev
adresleri
veya
araba
modelleri
ile
plakalarının
gerçeğe
uygun
hale
getirildiği
belirtildi.
Bu
haberi
gündeme
getiren
Mehmet
Baransu
da
eleştirilere
bir
dizi
yazıyla
karşılık
verme
kararı
aldı.”
Babahan’a
göre
2006’da
verilen
16
BEB
33
plakası
ile
beliren
aracın
listelendiği
belge,
güncellenmiş
bir
belge
olduğu
için
bu
bilgiyi
içeriyor.
Bir
an
için
Babahan’ın
doğru
söylediğini
varsayalım.
Bu
durumda,
belgenin
13
Nisan
2006’dan
sonraki
bir
tarihte
güncellendiğini
varsaymalıyız
(çünkü
belge
13
Nisan
2006
tarihine
ait
bir
bilgi
taşıyor).
Hiçbir şey.
Belgede
1nci
Ordu
Bölgesinde
listelenen
tüm
araçların
Model
seneleri
1964
ile
2002
arasında
(Resim
4:
4X4
ARAÇLAR
ÇİZELGESİ.doc,
sayfa
1
(16
BEB
33
plakalı
Rover
11nci
sırada)’de
gördüğünüz
ilk
sayfasında
olduğu
gibi).
Bu
belge
ilk
olarak
Balyoz
darbe
planı
için
hazırlanıp,
sonradan
güncellendiyse,
demek
ki
16
BEB
33
plakalı
araç
belgenin
eski
halinde
yoktu
(çünkü
2003’de
araç
İzmir’de
ve
başka
bir
plaka
ile
kayıtlı).
O
zaman,
13
Nisan
2006’dan
sonra
bu
belgeyi
kim
güncellediyse,
Bursa’ya
nakledilen
1998
Model
bu
aracı,
Bursa’da
el
konulacak
4×4
olarak
listeye
eklemiş.
9
Milliyet,
‘Balyoz’da
sessiz
sedasız
finale
doğru’
26
Mart
2012.
10
Star,
‘Balyoz
ve
Güncelleme‘’
27
Mart
2012.
76
Ama
bakın
ki,
nedense
bunun
dışında
başka
hiç
güncelleme
yapmamış.
‘Yahu,
listemizdeki
en
yeni
araç
2002
yapımı.
Şu
külüstür
1964
Model
Land
Rover’ı
da
listeden
çıkarayım
(hurdaya
ayrılmış
olabilir),
onun
yerine
şöyle
2004,
2005
ya
da
2006
model
bir
4×4
koyayım’
dememiş.
Yani
bu
araçla
ilgili
plaka
konusunu
görmezden
gelirsek,
bu
belge
tamamen
2003’de
hazırlanmış
bir
belge
gibi.
Başka
tek
bir
güncelleme
yok.
Hastane,
ilaç
firması
vs.
listelerinde
de
durum
aynı.
“Araya
karışan”
değişmiş
hastane
isimleri
dışında
hiç
bir
güncelleme
yok.
Listelerde
2003’den
sonra
yeni
kurulan
tek
bir
hastane
ya
da
firma
ismi
yok;
yani
listelerde
güncelleme
yok.
Belgeyi
en
son
kimin
ve
ne
zaman
kaydettiğine
bakalım.
Bütün
bilirkişi
raporlarına
göre
belgenin
son
kayıt
tarihi
4
Mart
2003.
Son
kez
Suha
TANYERI
kullanıcı
adı
ile
kaydedilmiş.
Bu
kayıt
yapılırken
Microsoft
Office
2000’deki
Word
9.0
kullanılmış.
Demek
ki,
her
kim
2006’dan
sonra
bu
belgeyi
tek
bir
araç
için
“güncelledi”
ise,
bunu
yaparken
bilgisayarının
saatini
4
Mart
2003’e
almış.
Bu
işi,
güncel
bir
programla
değil,
2003’de
mevcut
olan
bir
programla
yapmaya
özen
göstermiş
Bu
arada,
Süha
Tanyeri
1nci
Ordu’daki
görevinden
Ağustos
2003’de
ayrıldığına
göre,
2006’dan
sonra
bu
belgeyi
“güncelleyen,”
kendi
kullanıcı
adını
kullanmamış,
bilgisayarda
mevcut
olmayan
‘Suha
TANYERI’
kullanıcı
adını
tanımlayıp
onu
kullanmış.
Sonra
da
bu
“güncellenmiş”
belgeyi
diğer
Balyoz
belgeleri
ile
CD’ye
kim
aktardıysa,
o
da
bilgisayar
saatini
5
Mart
2003’e
(tam
da
1nci
Ordu’daki
seminerin
ilk
gününe)
geri
alıp,
2003’de
geçerli
bir
yazılım
ile
CD’ye
kaydetmiş.
!!!
Eğer
bu
olaylar
dizinini
makul
bulup,
belge
sahteciliğini
hala
güncelleme
ile
açıklayamaya
çalışanlar
varsa,
iyi
niyetli
olduklarını
düşünmüyoruz.
Şimdi
tekrar
gelelim,
savcıların
yukarıda
anlattığımıza
benzer
yazışmaları
saklayıp,
iddianamede
nasıl
yalan
beyanda
bulunduklarına.
Biz
belgeler
üzerinde
yaptığımız
araştırmayı,
son
derece
kısıtlı
imkanlarla
(binlerce
kilometre
öteden
ve
sadece
Google
arama
motoru
marifetiyle)
yapmış,
hastanelerin,
ilaç
firmalarının
sonradan
değişen
isimleriyle
listelendiklerini
ortaya
koymuştuk.
Savcılardaki
gibi,
Emniyet
Trafik’e
yazı
yollayıp
plaka
sormak,
ya
da
çeşitli
kurumlara
yazıp
2003’de
çalışan
kişileri
teyit
etmek
gibi
bir
imkanımız
yoktu.
Bu
yüzden,
emanetten
çıkan
belgelerin
de
gösterdiği
üzere,
savcılar
bizim
77
bulabileceğimizden
çok
daha
fazla
zaman
çelişkisi
bulmuşlar.
Bulmuşlar,
ama
amaçlarına
hizmet
etmediği
için
saklamışlar.
Örneğin,
bizim
açık
kaynaklardan
asla
ulaşamayacağımız
bir
tanesi,
Aselsan’da
çalışanlarla
ilgili.
Savcılara
Aselsan’dan
gelen
cevabi
yazıda,
Balyoz
belgelerinde
2003’de
Aselsan’da
çalışıyor
gibi
görünen
ve
“müzahir”
olarak
listelen
kişilerden
dördünün
kurumda
çalışmaya
2006
ve
2007’de
başladığı
bildirildi.
Yine
benzer
şekilde,
Havelsan’dan
gelen
bir
yazıda
listedeki
kişilerden
üçte
birinin
(tam
115
kişinin)
2002-‐2003
yıllarında
kurumda
çalışmadığı
bilgisi
verildi.
Balyoz
savcıları
bu
yazışmaları
adli
emanete
kaldırmakla
kalmadılar,
bunlara
atfen
iddianamede
aynen
şöyle
yazdılar
(koyu
vurgu
bize
ait):11
ASELSAN,
HAVELSAN,
TAİ,
SSM-‐STM,
TÜBİTAK
gibi
kurumlarda
görevli
olup
Balyoz
Harekat
Planı
kapsamında
gerek
bulunduğu
kurumun
gerekse
diğer
devlet
kurumlarının
üst
düzey
bürokratik
kadrolarında
görevlendirmek
üzere
1084
kişinin
ismen
belirlendiği,
(…)
İlgili
kurumlarla
yapılan
yazışma
neticesinde
belgede
ismi
yer
alan
şahısların
belirtilen
yerlerde
görevli
oldukları
anlaşılmıştır.”
Savcılar
alenen
suç
işlediler.
Bunun
ortaya
çıkmasının
akabinde,
sahteciliği
gösteren
bu
delilleri
değerlendirmedikleri
ve
de
bu
delilleri
adli
emanete
sakladıkları
ve
de
iddianamede
yanlış-‐yanıltıcı
beyanlarda
bulundukları
için,
bu
savcılar
hakkında
Doğan
ve
kimi
diğer
sanıklar
tarafından
HSYK’ya
suç
duyurusunda
bulunuldu.
Elbette
hiç
bir
sonuç
alınamadı.
Balyoz
iddianamesinin
altında
imzası
olan
dört
savcıdan
Süleyman
Pehlivan
(ki
bu
yazışmalardan
bir
çoğunu
imza
atarak
teslim
alan
savcı
bu),
2011’de
HSYK
tarafından
Yargıtay’a
üye
olarak
seçildi.
Hem
savcı
Bilal
Bayraktar’ın
şüphe
uyandıran
bir
yaklaşımını
sergilediği,
hem
Emniyet
tutanaklarında
çarpıtma
konusu
olduğu
hem
de
medyada
çokça
aleyhte
kullanıldığı
için,
sivil
sekreterlerin
savcılık
ifadelerini
buraya
taşımak
istiyoruz.
1nci
Ordu’da
2003’de
görev
yapmış
iki
sivil
memure,
Balyoz
soruşturması
sürecinde
“şüpheli”
olarak
ifadeye
çağırıldı.
Önce
Melek
Üçtepe’nin
ifadesi
ile
başlayalım.
Bilal
Bayraktar
1
Mart
2010’da
Melek
Üçtepe’nin
ifadesini
alırken
bavuldan
çıkan
19
CD’yi
tek
tek
gösterdi.12
Melek
Üçtepe
11
no.lu
CD
için
“Ben
bu
CD’yi
hatırlamadım.
Bu
CD
bizim
arşive
ait
değildir”
dedi.
Yine
17
no.lu
CD
için
“Bu
CD’yi
hatırlamadım.
Üzerindeki
yazı
bana
ait
değildir”
dedi.
16
no.lu
CD
için
“Ben
bu
CD’yi
de
hatırlamadım”
dedi.
11
Birinci
Balyoz
iddianamesi,
sayfa
211.
12
Ek
Klasör
no.143,
Dizin
no.40.
78
Üçtepe,
bu
üç
CD’nin
dışında
kalan
1,
2,
3,
4,
5,
6,
9,
12,
13,
14,15,
18
ve
19
no.lu
CD’leri
net
olarak
hatırladığını
söyledi,
7
ve
8
numaralı
CD’lerin
kapaklarının
onlara
ait
olduğunu,
ancak
bu
ikisini
hatırlamadığını
belirtti.
Dikkat
edelim,
Üçtepe
suç
unsuru
içeren
11,
16
ve
17
no.lu
CD’lerden
hiçbirini
tanımadığını
söyledi.
Dolayısıyla
Melek
Üçtepe’nin
ifadesine
dayanarak
“Balyoz”
CD’lerin
1.
Ordu’dan
çıktığını
iddia
etmek
mümkün
değil.
Daha
da
ötesi,
Üçtepe’nin
kendisine
gösterilen
19
adet
CD
arasından
büyük
çoğunluğunu
net
olarak
hatırlamasına
rağmen
şaibeli
olan
bu
üç
CD’yi
kesinlikle
hatırlamaması
özellikle
dikkat
çekici.
Emniyet
görevlileri
hazırladıkları
raporlarda
bu
bilgiyi
yansıtmadıkları
gibi,
memurenin
ifadesini
suç
unsuru
içeren
belgelerin
gerçek
olduğuna
dair
kanıt
olarak
gösterdiler.
Davanın
ek
klasörlerini
incelediğimizde
gördük
ki,
Emniyet
Terörle Mücadele’den
iki
polisin13
hazırladığı
ve
çoğunlukla
birebir
iddianameye
kopyalanan
çeşitli
tespit
tutanaklarında
Melek
Üçtepe’nin
savcılık
ifadesi
alıntılanmış.
Ama
nasıl?
Polisler
Üçtepe’nin
11,
16
ve
17
numaralı
CD’ler
hakkında
söylediklerini
tamamen
atlamışlar.
Aynı
raporda
Balyoz
planının
11
ve
17
nolu
CD’lerde
kayıtlı
olduğunu
yazan
polisler,
bu
CD’lerin
kritik
olduğunu
(suç
unsuru
içeren
bütün
planların
bu
CD’lerde
kayıtlı
olduğunu)
bildikleri
halde,
“Şüpheli
Melek
Üçtepe’nin
ifadesinin
ilgili
bölümleri”
başlığı
altında
Üçtepe’nin
ifadesinin
en
ilgili
bölümlerini
çıkartmışlar.
Aşağıdaki
resimde
sol
tarafta
Melek
Üçtepe’nin
ifadesinin
ilgili
kısmını,
sağ
tarafta
ise
bir
emniyet
raporunun
ilgili
bölümünü
görüyorsunuz.14
13
308848
ve
257262
sicil
numaralı
polisler.
14
Ek
Klasör
no.23,
Dizin
no.77-‐79.
79
q7,85!co!`8J81!575*37+8+!,$J#@1@%!8>$.7,8+8+!75+8274!DF37J181738!4$3$>@+.$+!4$?38>$4@!
=*!3$Q-3*+!Mg6Q?718!B717%!fP47Q7)+8+!8>$.7,8+8+!81D818!/F1651738O!/F1656+6+!?757+!$3.@+.$+!D717+!
tW:XKW!IW!YEtEE:!/F1656+.79!Q-18,173!$2+7+!0F217!2$;5@0o(S!
O:f=X:EY!/8183%808!3$Q-3*!J7!,8J81!575*3!`7J81$2!WqYEtU!=i_i:!817!B717%!f[:WZW)+8+!
8>$.71738!/8318%47!.7C7317+.8381.8C8+.7!KH)1738+!%-;58%!/63-2$!47,185!7.817+!J7!'SR']!B$34!
&''G!4$38?8+.7!(+#8!"3.*!Y-5*4$+1@C@+.$!D73P7%1707+!,758+737!$84!/81D81738!8P7383!KH)173!
-1.*C*9!$23@#$!KH)1738+!6;738+.7!?73?$+D8!/83!.7C808%18C8+!-15$.@C@!J7!-38N8+$118%1738+8!
5*?$>$;$!7448%1738!.7C7317+.838157%47.83AO!
E2+@!Q-18,1739!?$;@31$.@%1$3@!/$0%$!3$Q-31$3.$!$2+@!0728!2$Q4@1$3A(c!fP47Q7)+8+!8>$.7,8+8+!7+!81D818!
/F1651738!,*P!*+,*3*!KH)1739!2$+8!((9(c!J7!(]!+-A1*!KH)173!?$%%@+.$!,F217.8%1738!-15$,@+$!3$C57+!
a?73?$1.7!<-1.*C*!8P8+)!.75718b9!Q-18,173!3$Q-31$3@+.$!/*!6P!KH!?$%%@+.$!,F217.8%1738+8!P@%$344@1$3!J7!
2$1$+!/72$+.$!/*1*+.*1$3A!!
g85.8!D717185!8%8+#8!575*37!`7J81$2!W3%$+8R=*1*4)*+!8>$.7,8+7A!!X1D8+P!/83!07%81.7!W3%$+8R=*1*4!&c!
g*/$4!&'(').$9!$2+@!D6+!8P8+.7!8%8!%737!,-3D*1$+.@A!X1%!,-3D*,*+*!2$Q$+!K*5?*38274!`$J#@,@!E18!
(S!q$Q-3!a=$12-;!T$37%$4!Z1$+@!X17!X1D818bA!
(c!j3+7C8+9!M:W`ZX:!:i:EtEwU!aH8N84$1!Y*11$+@#@!\-11$3@bO!/$01@%1@!3$Q-39!W%!Y1$,F3!+-A&&9!H8;8+!+-ALcA!
%'!
Haydar’dan
sonra,
ek
sorulara
ihtiyaç
duyulduğu
gerekçesiyle
Cumhuriyet
Savcısı
Bilal
Bayraktar
tarafından
ikinci
kere
ifadesi
alındı.
Sevilay
Erkanı-‐Bulut
ilk
sorgusunda
Ali
Haydar’a
Balyoz
planını
hiç
duymadığını
açıkça
ifade
ediyor;
“Ben
Balyoz
Güvenlik
Harekat
Planını
ilk
defa
basından
duydum.
Çalıştığım
dönemde
böyle
bir
Harekat
Planı
duymadım”
diyor.
Kendisine
ilk
sorgusu
sırasında
sadece
15
no.lu
CD
gösterildi
(ki
bu
gerçek
bir
CD)
ve
Bulut
da
bu
CD’deki
belgelerin
nereden
geldiğini
açıkladı.
Bu
sorgudan
pek
tatmin
olmamış
olacak,
Bayraktar
Erkani-‐Bulut’u
ikinci
kez
bir
de
kendisi
sorguya
almak
istedi.
İkinci
sorgusunda
Bayraktar,
Sevilay
Erkanı-‐Bulut’a
öncelikle
11
no.lu
ve
17
no.lu
CD’lerde
yer
alan
Balyoz
Harekat
Planı
ve
ekleri
ile
ilgili
TÜBİTAK
raporunu
gösterdi.
Daha
önce
yazdık,
bu
rapor,
savcılarca
Balyoz
belgelerinin
gerçek
olduğuna
dayanak
olarak
gösteriliyordu.
Ardından
teşhis
etmesi
için
kendisine
19
adet
CD’nin
asılları
değil,
Baransu’ya
teslim
edilen
DVD’lerden
birinin
içinden
çıkan
fotoğrafları
gösteriliyor.
Oysa
aynı
gün
yapılan
bir
önceki
sorgusunda
15
no.lu
CD’nin
aslı
gösterilmişti.
Sevilay
Erkani-‐Bulut
fotoğraflarına
baktığı
CD’lerden,
diğer
kimi
CD’lerin
yanı
sıra,
üzerinde
“Or.K.na”
ve
“K.Özel”
yazan
CD’leri
hatırladığını,
hatta
bu
CD’leri
Komutana
verilmek
üzere
özel
olarak
hazırladıklarını
ifade
etti.
(Yani
11
ve
17
no.lu
CDler)
-‐ İlk
ifadesinde
Balyoz
planını
ilk
defa
basından
duyduğunu
net
olarak
ifade
eden
Sevilay
Erkani-‐Bulut’un,
iddianamede
açık
olmayan
bir
sebeple
ikinci
bir
kere
sorgulanması,
-‐ İkinci
sorgusunda
Bulut’a
öncelikle
TÜBİTAK
raporunun
gösterilmesi,
-‐ İlk
sorgusunda
teşhis
etmesi
için
Bulut’a
15
no.lu
CD’nin
aslı
gösterilirken,
ikinci
sorgusunda
diğer
CD’lerin
asıllarının
gösterilmemesi,
bunun
yerine
CD’lerin
bir
DVD
içinden
çıkan
fotoğraflarının
gösterilmesi.
Eğer
ikinci
sorgusunda
tanıdığını
ifade
ettiği
CD’ler
11
ve
17
no.lu
CD’ler
ise
(sorgu
tutanağında
bu
CD’ler
numaraları
ile
belirtilmiyor),
o
zaman
Bulut’un
ikinci
ifadesi,
Balyoz
planını
ilk
defa
basından
duyduğunu
belirttiği
ilk
ifadesiyle
çelişiyor.
Bu,
aynı
zamanda
Melek
Üçtepe’nin
bu
CD
için
“bizim
arşive
ait
değildir”
ifadesi
ile
de
çelişiyor.
Zaten
Erkani-‐Bulut
mahkeme
ifadesinde
de
11
no.lu
CD’yi
kesin
olarak
hatırlamadığını,
üzerinde
el
yazısı
olduğu
için
arşiv
CD’si
olabileceğini
düşündüğünü
söyledi.17
Haziran
2004’de
1nci
Ordu’dan
ayrılan
Erkani-‐Bulut’un
en
erken
Ağustos
2009’da
oluşturulmuş
bu
CD’yi
bilmesine
imkan
yok.
Ancak,
buradaki
önemli
konu,
ikinci
ifadesini
vermeden
önce
savcının
Erkani-‐Bulut’a
TÜBİTAK
raporunu
göstermesi.
Bir
hukuk
devletinde
bir
tanığın
ifadesi
alınmadan
evvel
ona
telkin
yapılmaz.
Yapılırsa
da
o
ifade
geçersiz
sayılır.
Erkani-‐Bulut’un
ikinci
ifadesi
17
Balyoz
Davası
87.
Celse
Duruşma
Tutanağı,
27
Şubat
2012,
sayfa
18.
81
alındığında
ona
önce
Balyoz
CD’lerinin
gerçek
olduğunu
saptadığı
söylenen
TÜBİTAK’ın
raporunun
gösterilmesi,
sonra
da
fotoğraflar
üzerinden
CD’leri
hatırlayıp
hatırlamadığına
dair
sorular
sorulması
bu
kuralı
açıkça
ihlal
ediyor.
Tanığa
bu
CD
gerçek
midir
diye
sorulmadan
evvel
ona
gerçek
olduğuna
dair
bir
“kanıt”
sunulması
telkinden
de
öte
yönlendirmedir.
Erkani-‐Bulut’un
yanında
bir
avukat
bulunmadığını,
evli
ve
çocuk
sahibi
bir
kadın
olduğunu
ve
‘tanık’
değil,
‘şüpheli’
sıfatı
ile
sorgulandığını
ekleyelim.
(Erkani-‐Bulut
mahkemedeki
ifadesinde,
Avukat
Celal
Ülgen’in
şüpheli
olarak
ifadesi
alınması
konusundaki
sorusu
üzerine
‘Tabii
hiç
yaşamadığım
bir
olay
yaşayacaktım.
Tedirgin
oldum.
Bayan
olarak,
duygusal
sıkıntıya
girdim.
Korktum’
dedi.18)
Memurelerin
Askeri
savcılıktaki
ifadelerinden,
bavuldaki
orijinal
CD’lerin
1nci
Ordu’dan
2009’da
çıktığını
anlıyoruz.
Çünkü
ifadesinde
Üçtepe,
bu
CD’leri
Kasım-‐Aralık
2008’de
(2009’da
yapılacak
plan
semineri
hazırlıkları
için)
bizzat
kullandığını
söyledi.
Üçtepe,
2009’da
idari
işler
astsubayının
ya
da
plan
subaylarından
birinin
bu
CD’lerin
imha
işlemini
yaptığını
da
ekledi.
Demek
ki
(suç
unsuru
içermeyen)
bu
orijinal
CD’ler
imha
olmamış
ve
bu
dönem
dışarıya
çıkartılmış.
Yani,
2003’de
1nci
Ordu’da
görevli
olduğunu
ve
belgeleri
çıkardığını
söyleyen
bavul
sahibi,
Baransu’ya
yalan
söylemiş.
Askeri
Savcılıktaki
ifadesinde
Melek
Üçtepe
11
ve
17
no.lu
CD’leri
hatırlamadığını,
yazıların
kendisine
ait
olmadığını
belirtti.
Balyoz
planlarını
ve
eklerini
bilmediğini
söyleyen
Erkani-‐Bulut
ise
Balyoz
Güvenlik
Harekat
Planı’nda
yer
alan
dosyaların
diğer
dosyalarla
uyumlu
olduğunu,
yaptıkları
çalışmalara
benzediğini
söyledi.
Tipik
olduğu
üzere,
aşağıda
Zaman
gazetesinin
bu
ifadeleri
nasıl
alenen
çarpıttığını,
görüyorsunuz.
‘Sivil
memurlar:
‘Balyoz’
bize
yazdırıldı,
kozmik
odada
sakladık’
başlıklı
Zaman
haberine
göre
Sevilay
Erkani
Bulut
ve
Melek
Üçtepe,
darbe
planını
kendilerinin
kaleme
aldığını
kabul
etmiş!
18
Balyoz
Davası
87.
Celse
Duruşma
Tutanağı,
27
Şubat
2012,
sayfa
14.
82
q7,85!]o!^$5$+9!(n!:755*;!&'('!
H$?$!81738%8!/83!4$38?173.7!.7!^$5$+9!28+7!/*!%-+*.$!2$1$+!?$/73173!2$Q5$2$!.7J$5!7448A!T$44$!/83!
,7>738+.7!71!2$;@1$3@+@+!.$!,8J81!,7%374731737!$84!-1.*C*+*9!KH)173.7%8!Q$35$%!8;1738+8+!KH)1738+!&''G!
2@1@+.$!-1*04*3*1.*C*+*!8,Q$41$.@C@+@!7%17.8A!!
q7,85!no!^$5$+9!G!"#$%!&'((!
T73!072.7+!F+#7!/*!8%8!,8J81!575*37!%-;58%!-.$.$!.7C819!Q1$+!-.$,@+.$!DF37J182.8A!=$12-;!
/71D71738+8!.-C3*1$.@%1$3@!4$5$57+!2$1$+A!=$12-;!KH)1738+8+!6;738+.7%8!71!2$;@1$3@!,8J81!575*371737!
%*!
ait
olduğu
da
yalan.
Emniyet
Kriminal’in
raporundan
görüleceği
üzere,
uzmanlar
11,
16,
ve
17
no.lu
CD’lerin
üzerindeki
el
yazılarının
Üçtepe
ve
Bulut’a
ait
olmadığını
tespit
ettiler.19
Resim
9
:
Emniyet
Kriminal,
22.04.2010
tarihli
el
yazısı
tetkik
raporu
Zaman
ve
Taraf
başta
olmak
üzere
kimi
medyanın
bu
konudaki
bariz
çarpıtmalarını
bir
kenara
bırakalım
ve
Beşiktaş
Adliyesi’ne
dönelim.
Sivil
memurelerin
ifadesini
alan
savcılar,
defalarca
yapılan
tahliye
talepleri
için
verdikleri
mütalaalarda
aynen
şöyle
yazdı
(koyu
vurgu
bize
ait).20
“dosya
kapsamında
şüpheli
olarak
savunmaları
alınan
ve
anılan
dönemde
1.
Ordu
Komutanlığında
sivil
memur
olarak
çalışan
Sevilay
Erkani
Bulut
ve
Melek
Üçtepe
beyanlarında,
kendilerine
gösterilen
cd.lerin
kozmik
büroya
teslim
edilen
ve
05-‐07
Mart
2003
tarihlerinde
1.
Ordu
Komutanlığında
gerçeklesen
seminere
ait
bilgiler
içeren
cd.ler
olduğunu,
cd.lerin
üzerinde
herhangi
bir
değişikliğin
olmadığını,
orijinalliklerini
muhafaza
ettiklerini,
üzerlerinde
o
tarihte
kendileri
tarafından
isimlerinin
yazıldığını
kabul
ve
ikrar
etmişlerdir.”
11
Mart
2010’da
Yb.
Birol
Çelik
tarafından
hazırlanan
rapor
Baransu’nun
savcılığa
ilk
teslim
ettiği
ve
19
CD’nin
kayıtlı
olduğu
3
DVD
üzerinde
yapılan
teknik
incelemeyi
içeriyor.
Rapor
aynı
zamanda
TÜBİTAK
raporunu
da
irdeliyor.
Rapordan
bazı
tespitler
şöyle:
“inceleme
raporunda
yer
alan
ve
normal
askeri
faaliyetlere
ilişkin
dokümanlardaki
kullanıcı
ve
yazar
bilgilerine
kısaltılmış
isim
ve
soyadlar
ya
da
kısaltılmış
kurum
adı
veya
emekli
sandığı
sicil
no’su
yazılı
olduğu
halde
özellikle
11
no’lu
CD’de
kullanıcı
ad
ve
soyadlarının
askeri
birlik
ve
kurumlarda
yapılan
mutat
uygulamanın
aksine
açık
olarak
yazıldığını,
(…)
1’nci
Ordu
MEBS
sistemini
MEBS
Şube
kuruduğu
için
ilgili
yönerge
ve
talimatlar
uyarınca
kullanıcı
adı
ve
yazar
kısımlarında
kısaltılmamış
ad
ve
soyadların
yazılması
mümkün
19
22.04.2010
tarihli
el
yazısı
tetkik
raporu,
Ek
Klasör
no.4,
Dizin
no.236-‐237
(madde
(b)).
20
Ali
Haydar,
Bilal
Bayraktar
ve
Mehmet
Berk,
9ncu
Ağır
ceza
mahkemesine
hitaben
26
Mart
2010
tarihli
mütalaası.
84
olmadığından
bu
şekildeki
kullanıcı
ve
yazar
adlarında
normal
sınırlar
dışında
hareket
edildiği
kanaatindeyim”
“CD
ve
dosya
bilgilerine
bakarak
söz
konusu
dokümanların
gerçek
olduğunun
anlaşılması
mümkün
değildir,
her
zaman
için
istenilen
tarihler
ve
kullanıcı
bilgilerine
ait
doküman
oluşturup
söz
konusu
tarihlere
ait
program
ve
CD’ler
kullanılarak
CD
oluşturulması
mümkündür”
Benzer şekilde 26 Mart 2010 tarihli, Alb. Yavuz Fildiş tarafından hazırlanan raporun sonucu şöyle:
“Yapılan
inceleme
neticesinde
TÜBİTAK
raporunda
11
ve
17
nu’lı
CD’lerin
içinde
yer
alan
ve
iddia
edilen
BALYOZ,
SUGA,
ORAJ,
ÇARŞAF
ve
SAKAL
planlarının
gerçek
olmadığı
yönünde
gerek
teknik
ve
gerekse
askeri
yazım
usül
ve
yöntemleri
açısından
kuvvetli
deliller
bulunduğu
kanaatine
varılmıştır.”
Nisan
2010
başında
Balyoz
ekibi
yeni
bir
dalga
ile
95
kişiyi
gözaltına
almak
üzereyken
İstanbul
Başsavcılığı
bu
operasyonu
durdurdu
ve
Savcılar
Bilal
Bayraktar
ve
Mehmet
Berk’i
görevden
aldı.
Soruşturmaya
iki
yeni
savcı
atandı:
Murat
Yönder
ve
Mehmet
Ergül.
Mehmet
Berk
daha
sonra
“Şike”
olarak
anılan
davada
hizmetlerine
devam
edecek,
sonrasında
bu
görevinden
de
alınıp
Küçükçekmece
Başasavcı
Vekilliği’ne
atanacaktı.
Radikal
gazetesinden
İsmail
Saymaz
ile
yaptığı
röportajında
Berk,
Balyoz
soruşturmasında
adli
emanete
sakladıkları
belgelerle
ilgili
inanılmaz
şeyler
söyledi.21
İ.S.:
OdaTV
Davası’nda
bilgisayarlardan
kitap
taslakları
alındı
örneğin.
Hiç
hata
yapılmadı
mı
gerçekten?
“Gerçekten
nereden
baktığınıza
bağlı.
Ben
Balyoz’da
görev
aldım.
Bize
getirilen
evraklar
içerisinde
fişlemeler
vardı.
Karşısındakinin
ahlaki
durumunu,
kişisel
tercihlerini
irdeleyen
şeyler.
Arkadaşlarla
dedik
ki,
yarın
öbür
gün
davayı
açtığımızda
bunlar
ortaya
çıkar,
bunu
önleyelim.
Çünkü
Ergenekon’un
ilk
iddianamelerinde
eleştiri
konusu
olmuştu.
Biz
bunları
emanete
alalım,
mahkeme
istediğinde
ulaşsın
ama
taraflara
da
açık
olmasın.
Son
derece
iyi
niyetli,
yeni
bir
uygulama
yapıyorsun.
Dava
açıldıktan
sonra
hakkımızda
yüzlerce
yazı
yazıldı.
Savcılar
leyhte
olanları
koymuyor
dediler.
İnsanda
zerre
kadar
Allah
korkusu
olsa…
Bir
bak
bakalım,
bunlar
niye
alınmış.
Bunların
içinde
ne
var?
Yaşadığımız
en
büyük
sıkıntı
o.
Ne
yapsanız
eleştiriliyorsunuz.”
21
İsmail
Saymaz,
‘FB'yi
ele
geçirme
iddiasına
üç
gün
güldüm,’
Radikal,
14
Haziran
2012.
85
-‐
Adli
emanete
kalkan
yazışmalarda
sadece
kişi
adı
gecen
fişlemeler
yok.
El
konulacak
hastaneler,
ilaç
depoları,
4×4
araçlar
gibi
listeler
de
var
(bunlar
“fişleme”
belgesi
değil).
-‐
Savcılar
kişi
adı
geçmeyen
ve
fişleme
belgesi
olamayan
bu
listelerle
ilgili
yazışmaları
adli
emanete
saklamasalardı,
örneğin,
herkes
en
son
2003’de
kaydedilmiş
gibi
görünen
Balyoz
belgesinde
2003’de
Bursa’da
el
konulacak
diye
listelenen
aracın
gerçekte
2003
tarihinde
İzmir’de
olduğunu,
belgede
gecen
plaka
numarasını
2006’da,
Bursa’ya
naklinin
akabinde
aldığını
görecekti.
Böylece
belgenin
2003’de
kaydedilmediği
ortaya
çıkacaktı.
-‐
Ayrıca,
tüzel
kişiliklere
ait
fişleme
belgelerinin
(kapatılacak
dernek,
aranacak
okul
listeleri)
çıktıları
olduğu
gibi
dava
klasörlerinde
var.22
Bu
kurumların
isimleri
gizlemez/sansürlemezken,
neden
bu
kurumların
açıldıkları
tarihleri
belgeleyen
yazışmalar
adli
emanete
saklandı?
Eğer
saklanmasaydı,
en
son
2003’de
kaydedilmiş
gibi
görünen
belgelerdeki
kimi
yurtların,
okulların
henüz
2003’de
mevcut
olmadığını,
daha
ileriki
tarihlerde
açıldıklarını
herkes
görecekti.
Böylece
bu
belgelerin
2003’de
kaydedilmediği
ortaya
çıkacaktı.
-‐
Kaldı
ki,
kişi
adı
gecen
fişleme
listeleri
(örneğin
2003’de
çeşitli
şirketlerde
çalışıyor
olarak
görünen
ve
darbeye
destek
verir
diye
listelenmiş
kişiler)
ile
ilgili
savcılığa
gelen
yazışmalar,
isimler
sansürlenerek
dosyaya
dahil
edilebilirdi.
Eğer
bunlar
adli
emanete
saklanamasaydı
herkes,
örneğin,
en
son
2003’de
kaydedilmiş
gibi
görünen
Balyoz
belgesinde
2003’de
ASELSAN’da
çalışıyor
olarak
listelenen
A.H.’
nin
ASELSAN’da
çalışmaya
2006’da,
İ.B,
V.T.,
R.E.P.’nin
ise
2007’de
başladığını
görecekti.
Böylece
bu
belgelenin
2003’de
kaydedilmediği
ortaya
çıkacaktı.
-‐
Fişleme
listelerinde
adı
geçenleri
korumak
için
belgeleri
adli
emanete
kaldırdıklarını
söyleyen
Berk,
184
no.lu
ek
klasöre,
fişlenen
emniyet
personeli
dahil,
bir
çok
fişleme
listesini
hiç
sansürlemeden
konduğundan
bahsetmiyor.
Davanın
bu
ek
klasörüne
buradan
ulaşabilirsiniz.
-‐
Hadi,
bir
şeklide,
Balyoz
belgelerinin
en
son
2003’de
kaydedilmediğini
gösteren
bu
yazışmaların
adli
emanete
kaldırılmasını
tamamen
iyi
niyete
yoralım.
Peki
savcıların
iddianamede
‘yaptıkları
yazışmaların
belgelerin
en
son
seminerden
önce
(5
Mart
2003)
kaydedildiğini
teyit
ettiğini’
yazmasına
ne
demeli?
Yeni
Balyoz
savcıları
Mayıs
sonunda
iki
Askeri
Bilirkişi
Raporu
ile
TÜBİTAK
raporu
arasındaki
çelişkilerin
açıklanması
için
TÜBİTAK’tan
yeni
bir
bilirkişi
raporu
istedi
ve
yanıtlamaları
için
bilirkişi
heyetine
7
soru
iletti.23
16
Haziran
2010
tarihli
ikinci
TÜBİTAK
raporunun
sonuç
bölümü,
bir
önceki
bilirkişi
raporu
ile
çelişmemek
için
özel
bir
dikkatle
kaleme
alınmıştı.
Ancak,
savcılar
çok
spesifik
sorular
sorduğu
için,
TÜBİTAK
bilirkişileri
raporda
bu
soruları
yanıtlamak
zorunda
kaldıkları
anlaşılıyor.
Bazen
daha
doğrudan
yanıtlar
vermek
yerine,
konuyu
gereksizce
dağıtıp
uzatmış
olsalar
da,
neticede
sorulara
yanıt
vermişler.
Sadece
CD’ler
üzerinden
yapılacak
bir
incelemeyle
CD’lerin
gerçekten
kimler
tarafından
ve
ne
zaman
yazıldığının
bilimsel
olarak
tespit
edilemeyeceği
bilimsel
bir
gerçek.
Nihayet
TÜBİTAK’ın
22
Ek
Klasör
no.60.
23
28
Mayıs
2010.
86
yeni
raporu
bu
can
alıcı
konuda
şunları
yazdı
(aşağıdaki
alıntı,
TÜBİTAK
bilirkişilerinin
Askeri
Bilirkişi
raporundaki
bu
konuyla
ilgili
5-‐d
maddesine
cevabı):
“herhangi
bir
dokümanın
üstveri
(öznitelik)
bilgileri
uygun
bir
ortam
oluşturularak
yeniden
düzenlenebilir,
yeniden
oluşturulabilir.
Eğer
bu
veriler
kendi
içerisinde
tutarlı
olarak
yaratıldıysa
ve
kötü
niyetli
sahte
doküman
üretildiyse,
bu
durum
sadece
CD
ve
içeresindeki
dokümanlar
teknik
olarak
incelenerek
tespit
edilemez.”
Bu iyi, güzel. Ancak TÜBİTAK’lalar kafa karıştırmak için hemen şunu da eklemiş:
“Diğer
taraftan,
söz
konusu
araştırma
kapsamında
yapılan
incelemeler
sonucunda
herhangi
bir
teknik
tutarsızlığa
rastlanmamıştır.”
Tekrarlayalım:
Eğer
bu
veriler
kendi
içerisinde
tutarlı
olarak
yaratıldıysa
ve
kötü
niyetli
olarak
sahte
doküman
üretildiyse,
bu
durum
sadece
CD
ve
içerisindeki
dokümanlar
teknik
olarak
incelenerek
tespit
edilemez.
Fakat
TÜBİTAK
bilirkişileri
verilerin
tutarlı
bir
şekilde
yaratıldığı
bir
sahteciliğin
sadece
CD’ler
üzerinde
yapılan
bir
incelemeyle
teknik
olarak
tespit
edilemeyeceği
gerçeğini
söyledikten
sonra,
“yapılan
incelemeler
sonucunda
herhangi
bir
teknik
tutarsızlığa
rastlanmamıştır”
demiş.
İyi
de,
bu
son
cümlenin
anlamı
ve
gereği
ne?
Ayrıca,
TÜBİTAK
uzmanları
zahmet
edip,
dokümanların
“ham
dosyalarına”
(raw
file)
inseymiş,
Microsoft
Office
2007
ögelerini
(yani
teknik
tutarsızlığın
âlâsını!)
görecekmiş.
Burada
önemli
olan
konu
şu;
sahteciler
daha
iyi
bir
iş
kotarıp
bu
izleri
de
ortada
bırakmayabilirlerdi.
Bu
durumda
dijital
olarak
bu
CD’nin
en
son
2003’de
kaydedilmediğini
ispatlamak
mümkün
olmayabilirdi.
Ancak
böyle
olsaydı
dahi,
sadece
üstveri
incelemesinden
‘CD’nin
2003’de
kaydedildiği’
ispatlanamazdı.
Çünkü
TÜBİTAK
uzmanlarının
da
söylediği
gibi,
eğer
sahtecilik
iyi
kotarıldıysa,
bu
tespit
edilemez.
Dolayısıyla,
TÜBİTAK
bilirkişilerinin
sonradan
“öte
yandan”
bağlacı
ile
eklediği
cümle
(‘teknik
tutarsızlığa
rastlamadık’)
tamamen
kötü
niyetli
ve
kafa
karıştırmaya
yönelik.
Doğrusu
şöyle
olurdu:
“Söz
konusu
araştırma
kapsamında
yapılan
incelemeler
sonucunda
herhangi
bir
teknik
tutarsızlığa
rastlanmamıştır.
Ancak,
herhangi
bir
dokümanın
üstveri
(öznitelik)
bilgileri
uygun
bir
ortam
oluşturularak
yeniden
düzenlenebilir,
yeniden
oluşturulabilir.
Eğer
bu
veriler
kendi
içerisinde
tutarlı
olarak
yaratıldıysa
ve
kötü
niyetli
sahte
dokuman
üretildiyse,
bu
durum
sadece
CD
ve
içeresindeki
dokumanlar
teknik
olarak
incelenerek
tespit
edilemez.”
TÜBİTAK’ın
bilirkişileri,
savcıların
soruları
sayesinde
ilk
TÜBİTAK
raporunda
yer
almayan
gerçekleri
söylemek
“zorunda
kalmış.”
Zorunda
kalmış
ifadesini
kullanmamızın
nedeni,
yukarıda
verdiğimiz
örneğe
benzer
olarak,
kimi
yanıtlardan
sonra
‘ancak’
ve
‘öte
yandan’
gibi
bağlaçlar
ile
savcıların
sorusuyla
doğrudan
ilgili
olmayan
ve
konuyu
dağıtacak
ve
ilk
raporu
aklayacak
nitelikte
ifadeler
koymaları.
Benzer
şekilde,
sonuç
bölümündeki
ifadeler
ilk
TÜBİTAK
raporunun
eksiklerini
kapatmaya
yönelik.
Tam
da
bu
yüzden,
bu
ikinci
raporla
ilgili
kimi
basında
yer
alan
çarpıtılmış
haberler
yapıldı.
Zaman
87
/*!%-+*.$!28+7!*,4*+!Q73>-35$+,!DF,473737%!:f=X:EY!3$Q-3*+$!MKH)1738+!-38N8+$1!-1.*C*O!
/*1D*,*+*!$4>7448A!!
q7,85!('o!^$5$+9!&&!T$;83$+!&'('!
!"#"i$$c\R_$8@?>9?9C$&F:E76$%6>67:6<6$4E?E=$/9R@7G!
T$;83$+!$2@+.$!?$;@31$+$+!/83!3$Q-3!.$?$!J$3A!!
`$+@%1$3@+!17?8+7!-1.*C*!8P8+!?8P!.8%%$47!$1@+5$2$+9!8..8$+$57.7!J$31@C@!+737.72,7!1$>!$3$,@+.$!
D7P7+!J7!$,1@+.$!,-3*04*35$!,@3$,@+.$!?$;@31$+$+!7+!%$Q,$51@!3$Q-3!-1$+!E,%738!T7274!=8183%808!
3$Q-3*+.$+!/$?,7.82-3*;A!!
=83!465D7+73$19!8%8!%*35$2!$1/$29!/83!%*35$2!/8+/$0@!J7!/83!56?7+.8,!6,47C57+.7+!-1*0$+!?7274!
4$3$>@+.$+!&n!T$;83$+!&'(').$!?$;@31$+$+!/*!3$Q-39!=$12-;!/71D71738+.7%8!,$?47#818%!/*1D*1$3@+@!
-34$2$!%-2*2-3A!!
W,$,7+9!=$12-;!,-3*04*35$,@+.$!,$J#@1$3@+!$3$04@35$,@!D737%7+!47571!8%8!,-3*!J$3.@A!
a(b!<=$12-;)!.$3/7!Q1$+@!D73P7%!58l!\$+89!=$12-;!KH),8+.7+!P@%$+!.$3/7!Q1$+@!J7!7%1738!8..8$!
7.81.8%1738!4$38?!J7!%808173!4$3$>@+.$+!2$;@1.@!5@l!
%%!
(2)
Eğer
‘Balyoz’
darbe
planı
gerçekse,
bu
plan,
planın
ana
belgesinde
yazdığı
üzere,
1.
Ordu
Komutanlığı’nda
5-‐7
Mart
2003’de
gerçekleşen
Plan
Semineri’nde
Kara
Kuvvetleri
Komutanlığı
ve
Genelkurmay
Başkanlığı’ndan
gizlice
müzakere
edildi
mi?
Doğal
olarak,
eğer
birinci
sorunun
yanıtı
‘hayır’
ise
(yani
Balyoz
planı
sahte
ise)
ikinci
sorunun
yanıtı
da
‘hayır’
oluyor
(sahte
olan
bir
darbe
planının
müzakeresi
yapılmış
olamaz).
Askeri
Bilirkişi
Heyeti
iki
soruyu
da,
toplam
11
soru
başlığı
altında
inceliyor,
ve
yukarıdaki
iki
sorunun
da
yanıtı
da
aynı:
HAYIR,
HAYIR.
Bu
detaylı
raporun
bulguları
birinci
derecede
önemli
çünkü
Cumhuriyet
savcılarının
iddialarıyla
tamamen
çelişiyor.
Balyoz
Planı
ve
diğer
Eylem
planlarının
1.
Ordu’da
hazırlanmış
olduğu,
1.
Ordu
Plan
Seminerinin
bir
darbe
provası
olduğu,
içeriğinin
Kara
Kuvvetleri
Komutanlığı
ve
Genelkurmay’dan
habersiz
olarak
geliştirildiği
ya
da
değiştirildiği
savları
tek
tek
değerlendirilip,
reddetti.
Askeri
Bilirkişi
Heyeti,
belgeler
üzerindeki
erişim
kısıdı
yüzünden
bizim
soruşturma
safhasında
sadece
yayımlanan
belge
parçalarından
ortaya
çıkarabildiğimiz
çelişkilerden
çok
daha
fazlasını
ortaya
koydu.
Raporda
sayısız
hata
ve
çelişki
listelendi.
Rapor,
“Balyoz”
darbe
planının
iddia
edildiği
tarihte
ve
kişiler
tarafından
hazırlanmış
olamayacağını
açıkça
ortaya
koydu.
Askeri
Bilirkişi
Heyeti
1.
Ordu’da
gerçekleşen
seminerin
ilk
aşamasından
son
aşamasına
kadar
çok
kapsamlı
bir
analizini
yaptı.
Heyetin
erişiminde,
Baransu’ya
bavul
veren
kişinin
teslim
ettiği
belgelerden
çok
daha
fazlası
vardı
(örneğin,
Seminer
ile
ilgili
tüm
yazışmalar,
sonuç
raporları,
vb.).
Heyet
tüm
bu
belgeleri
raporunda
ek
olarak
sundu.
Bilirkişi
Heyeti,
üç
günlük
seminerin
ses
kayıtlarının
tamamını
analiz
etti,
seminerin
öncesindeki
ve
sonrasındaki
tüm
yazışmaları
ve
bunlara
müteakip
çalışmaları
inceledi,
ve
bu
seminerin
gizli
bir
darbe
provası
olduğu
iddiasını
tamamen
çürüttü.
Rapor
1.
Ordu’da
Plan
Semineri
ile
ilgili
çalışmaları
detaylı
bir
şekilde
belgeledi
ve
bunların
askeri
teamüllere
uygun
bir
şekilde
cereyan
ettiği
vurguladı.
İnanılmaz
olan
ise
şu:
Askeri
Bilirkişi
Heyeti
raporu
28
Haziran
2010’da
tamamlandı
ve
Cumhuriyet
savcılığına
iletildi.
Yani
iddianamenin
hazırlanmasından
sonra
değil,
önce!
İddianameyi
kaleme
alan
savcılar
bu
bilirkişi
raporuna
rağmen
Balyoz
darbe
planının
gerçek
olduğu
kanaatine
nasıl
vardı?
Bilirkişi
raporunu
hiçe
sayarak.
Savcılar Askeri savcıların sunduğu bulguları çürütecek yeni belge ya da kanıt sundular mı? Hayır.
Savcılar,
bir
bilirkişi
raporunu
yok
ederek,
bir
diğerini
hiçe
sayarak,
sahtecilik
kanıtlarını
emanete
gömerek
Balyoz
iddianamesini
yazdılar.
Daha
doğrusu
Emniyet’in
iddianamesini
aldılar.
89
Balyoz
iddianamesi
(bir
öğrencinin
tezinden
alınan
parçalar
haricinde),
Emniyet
tespit
tutanakları
ve
raporlarının
birebir
kesip
yapıştırılmasından
oluşuyor.
İddianameyi
savcıların
değil,
emniyetin
yazdığını
söyleyebiliriz.
Ayrıca,
Balyoz
soruşturma
sürecinde
Emniyet’in
(belge
tahrifatından
delil
çarpıtmasına
kadar)
sahte
belge
çetesine
hizmet
ettiğini
artık
tereddütsüz
bir
şekilde
söyleyebiliriz.
Önce
basit
bir
soru
soralım.
Binlerce
sayfa
Balyoz
belgesini
inceleyip
binlerce
sayfa
detaylı
raporlar
hazırlayan
emniyet,
nasıl
belgelerdeki
tek
bir
zaman
çelişkisini,
Microsoft
Office
2007
öğelerini,
ya
da
Balyoz
CD’leri
üzerindeki
sahte
yazıları
tespit
edemedi?
Emniyet
bırakın
bun
çelişkilerden
tek
bir
tanesini
tespit
etmeyi,
ortaya
çıkanları
da
örtbas
etmek
için
raporlarında
yalan
ve
yanıltıcı
beyanlarda
bulundu.
Artık
Balyoz
davasına
adını
veren
belgenin,
11
no.lu
CD’den
çıkan
ve
sözde
en
son
2
Aralık
2002’de
kaydedilmiş
BALYOZ
HAREKAT
PLANI.doc
isimli
bir
Word
dokümanı
olduğunu
biliyorsunuz.
Bu
belgede,
“Dost
Durumu”
altında,
üç
dost
sivil
toplum
kuruluşundan
biri
olarak
2006’da
kurulan
Türkiye
Gençlik
Birliği
belirtiliyor.
Davanın
ana
belgesi
olan
bu
Word
dokümanının
2002’de
hazırlanmadığını
gösteren
bu
konu,
ilk
defa
belgeden
kimi
alıntıların
Taraf
gazetesinde
yayımlanması
ile
ortaya
çıkmıştı.
Bunun
üzerinde
Taraf
gazetesi,
adı
geçen
dernekten
kastedilenin
2006’da
kurulan
Türkiye
Gençlik
Birliği
değil,
1997’de
kurulan
Türkiye
Gençlik
Birliği
Derneği
olduğu
açıklamasını
getirdi.
Zaman
gazetesi
ise
farklı
bir
yöntem
izledi
ve
bu
belgenin
ilgili
kısmından
bahsederken
bu
derneğin
adını
çıkarıverdi.
Bir
önceki
kitabımızda
da
yazmıştık,
ama
tekrarlayalım.
Belgede
Türkiye
Gençlik
Birliği
yazıyor,
Türkiye
Gençlik
Birliği
Derneği
değil.
Kısa
adı
TGBDER
olan
Türkiye
Gençlik
Birliği
Derneği
siyasi
bir
kimliği
olmayan
bir
dernek.
“Aşk
neden,
neden
aşk?”
konulu
bir
panel
düzenlemiş
,’Through
Europe,
in
dance
steps’
ve
‘Grow
with
the
flow’
gibi
isimler
altında
Avrupa’da
gençlik
değişim
projeleri
gerçekleştirmiş
bir
dernek.24
Yeni
olan
şu;
sonradan
dava
dosyalarından
gördük
ki,
soruşturma
sürecinde
bu
konu
Emniyet
tarafından
da
aleni
bir
şekilde
çarpıtılmış.
24
Bu
bilgileri
TGBDER’in
internet
sitesinden
derlemiştik.
Ancak
daha
sonra,
derneğe
ait
web
sitesinin
kapandığını
ve
tüm
sayfalarının
silindiğini
gördük.
Siteye,
www.archive.org
adresinden
www.tgbder.org.tr
adresini
arayarak
ulaşabilirsiniz.
90
Türkiye
Gençlik
Birliği
ile
ilgili
olarak
Emniyet’in
yanıltıcı
beyanlarını
davanın
19
no.lu
ek
klasöründen
takip
ediyoruz:
1.
9
Mart
2010’da
İstanbul
Terörle
Mücadele
Müdürlüğü
Ankara
Emniyet
Müdürlüğü’ne
yazı
yazdı
(bu
yazı
bu
klasörde
yok).
2.
Bunun
üzerine
10
Mart
2010’da
Ankara
Emniyet
Müdürlüğü,
İl
Dernekler
Müdürlüğü’nden
Türkiye
Gençlik
Birliği
isimli
dernek
hakkında
bilgi
istedi.25
3)
11
Mart
2010’da
Ankara
İl
Dernekler
Müdürlüğü’nden,
Vali
yardımcısı
Nurullah
Naci
Kalkancı
imzasıyla
Ankara
Emniyet
Müdürlüğü’ne
yazı
gitti.
Ancak,
bu
cevabi
yazıda
Türkiye
Gençlik
Birliği
isimli
dernek
hakkında
değil,
Türkiye
Gençlik
Birliği
Derneği
hakkında
bilgi
verdi
ve
Türkiye
Gençlik
Birliği
Derneği’nin
1997’de
kurulduğunu
bildirdi.26
4)
12
Mart
2010’da
Ankara
Emniyet
Müdürlüğü
İstanbul
TEM’e
cevap
yazısı
yolladı
ve
ekine
Ankara
İl
Dernekler
Müdürlüğü’nden
gelen
Türkiye
Gençlik
Birliği
Derneği
hakkındaki
bilgileri
(tüzük,
faaliyet
bilgileri
vs.)
ekledi.27
5) Savcılar Haziran 2010’da İstanbul TEM’den Türkiye Gençlik Birliği hakkında bilgi istedi.
6)
29
Haziran
2010’da
Yurt
Atayün,
savcılara
verdiği
yanıtta
Türkiye
Gençlik
Birliği
isimli
derneğin
1997’de
kurulduğunu
bildirdi.28
Oysa
bu
doğru
değil;
zira
1997’de
kurulan
derneğin
adı
Türkiye
Gençlik
Birliği
değil,
Türkiye
Gençlik
Birliği
Derneği.
Bu
beyanıyla
Emniyet,
sahte
belge
çetesinin
hayati
bir
hatasını
örtbas
etmeye
çalıştığı
izlenimini
veriyor.
Yine
davanın
ek
klasörlerini
incelediğimizde,
Emniyet
TEM’den
gelen
tespit
raporlarının
doğru
olmadığı
bariz
beyanlar
içerdiğini
görüyoruz.
İlk
olarak
dikkatinizi
çekmek
istediğimiz,
Yurt
Atayün
imzalı
Emniyet
raporundaki
inanılmaz
bir
beyan.
23
Şubat
2010
tarihini
taşıyan
bu
rapor,
Balyoz
soruşturması
sırasında
Emniyet
Terörle
Mücadele
Şubesi
tarafından
hazırlanıyor.29
Raporun
sonunda
aynen
şöyle
yazıyor:
25
Gönderdiği
yazı
bu
klasörde
yok,
nasıl
bir
ifade
kullanıldığını
bilmiyoruz.
26
Ek
Klasör
no.19,
Dizin
86.
27
Ek
Klasör
no.19
Dizin
87.
28
Ek
Klasör
no.19,
Dizin
89-‐90.
29
Ek
Klasör
no.1,
Dizin
no.
282-‐
513.
91
Tekrar
edelim:
TÜBİTAK
raporunda
“belgelerin
tamamının
2003
yılı
ve
öncesine
ait
olduğu,
belgelerin
oluşturulma
tarihlerinin
üzerinde
yazan
tarihler
olduğu”
gibi
bir
saptama
yok.
Sadece
üstverilere
bakarak
böyle
bir
saptama
yapmak,
zaten
bilimsel
olarak
mümkün
değil.
Eylem
planlarının
yer
aldığı
belgelerin
hazırlanış
tarihlerinin
tamamının
5
Mart
2003’den
önce
olduğunun
tespit
edildiği
de
doğru
değil.
Tespit
edilen,
belgelerin
üstverilerinde
beliren
tarihler,
gerçekten
hazırlandıkları
tarihler
değil.
Bu
raporun
aynı
tarihte,
yani
23
Şubat
2010’da,
Cumhuriyet
savcısı
tarafından
teslim
alındığını
görüyoruz.
İlk
dalga
Balyoz
tutuklamaları
da
26
Şubat
2010’da
gerçekleşti.
Atayün,
bu
rapor
ile
tutuklama
kararı
veren
mahkemeyi
de
yanıltmış
oluyor.
Ayrıca
Atayün,
aynı
beyanı
çeşitli
şüphelilerle
ilgili
tespit
raporlarında
defalarca
tekrarladığını
goruyoruz.30
Üstelik
bunu,
şüphelilerin
savcılık
sorgularından
hemen
öncesinde
veya
sırasında
yapıyor,
ve
haliyle
şüpheliler
tutuklanma
talebiyle
mahkemeye
sevk
ediliyor.
TEM
Şube
Müdürü’nün
böyle
kritik
bir
konuda
doğru
olmayan
bir
beyanda
bulunması
kabul
edilemez,
bu
bir.
Ancak,
doğru
olmayan
bu
bilgileri
mahkemelere
verdikleri
mütalaalarda
tekrarlayan
savcıların
durumu
da
anlaşılabilir
gibi
değil,
bu
da
iki.
Şöyle
ki,
savcılar
ilk
başta
(diyelim
ki
TÜBİTAK
raporunu
okumadıkları
için)
Emniyet’in
“tespitlerinin”
doğru
ve
güvenilir
olduğunu
düşünerek
Atayün’ün
ifadelerini
aynen
hakimlere
iletmiş
olabilirler.
Ancak,
soruşturmanın
ileriki
safhalarında
savcılar
bu
“tespitlerin”
doğru
olmadığını
fark
ettikleri
halde,
tutuklu
şüphelilerin
tahliye
için
yaptıkları
mahkeme
başvuruları
sırasında
verdikleri
mütalaalar
ile
mahkemeleri
“kamu
adına”
yanıltmaya
devam
ediyorlar.
Savcılar,
daha
sonra
Emniyet’in
beyanlarına
sivil
sekreterin
ifadeleri
ile
ilgili
yanıltıcı
beyanlarını
da
ekleyerek
mahkemelere
mütalaa
olarak
veriyorlar.
Örneğin,
savcılar
Süleyman
Pehlivan,
Ali
Haydar,
Bilal
Bayraktar
ve
Mehmet
Berk,
26
Mart
2010’da
9ncu
Ağır
ceza
mahkemesine
tutuklu
bir
şüphelinin
tahliye
talebine
karşılık
verdiği
mütalaada
aynen
şöyle
yazıyor
(koyu
vurgu
bize
ait).31
(Ek
Klasör
no.109,
Dizin
no.34),
24
Şubat
2010
tarihli
3658
ve
3665
sayılı
yazılarında
(Ek
Klasör
no.74,
Dizin
no.117
ve
Ek
Klasör
no.158,
dizin
1no.18),
25
Şubat
2010
tarihli
3681
ve
3766
sayılı
yazılarında
(Ek
Klasör
no.65,
Dizin
no.73
ve
Ek
Klasör
no.66,
Dizin
no.198),
26
Şubat
2010
tarihli
3805
sayılı
yazısında
(Ek
Klasör
no.74,
Dizin
no.134)
ve
daha
nicelerinde
kelimesi
kelimesine
tekrarlıyor.
31
Ek
Klasör
no.158,
Dizin
no.254
92
Mart
2003
tarihlerinde
1.
Ordu
Komutanlığında
gerçeklesen
seminere
ait
bilgiler
içeren
cd.ler
olduğunu,
cd.lerin
üzerinde
herhangi
bir
değişikliğin
olmadığını,
orijinalliklerini
muhafaza
ettiklerini,
üzerlerinde
o
tarihte
kendileri
tarafından
isimlerinin
yazıldığını
kabul
ve
ikrar
etmişlerdir.
Bu
bağlamda
yukarıda
bahsedilen
eylem
planlarının
yer
aldığı
belgelerin
hazırlanış
tarihlerinin
tamamının;
Balyoz
Harekat
planının
oluşturma
tarihi
olan
02
Aralık
2002’den
sonra
ve
05
Mart
2003
olan
seminer
başlama
tarihinden
önce
oldukları
ve
belgelerin
altında
isimleri
zikredilen
şüpheliler
tarafından
hazırlandıkları
tespit
edilmiş,
bu
surette
belgelerin
gerçekliği
ispatlanmıştır.”
İlk
paragrafta
savcılar,
Emniyet’in
yanıltıcı
beyanını
tekrarladığı
gibi,
aynı
hususun
Emniyet
bilirkişilerince
de
teyit
edildiği
gibi
doğru
olmayan
bir
ifade
daha
ekliyorlar.
Ardından
sivil
sekreterler
Sevilay
Erkani
Bulut
ile
Melek
Üçtepe’nin
ifadelerini
çarpıtarak
“bu
surette
belgelerin
gerçekliği
ispatlanmıştır”
yazıyorlar.
Aynı
gün
savcılardan
Süleyman
Pehlivan,
Aselsan’dan
gelen
ve
Balyoz
CD’sinin
2003’de
kaydedilmiş
olamayacağını
gösteren
yazıyı
imzayla
teslim
alıyor.32
Yani
Balyoz
savcısı
Balyoz
CD’sinin
2003′de
hazırlanmadığını
biliyor.
Bunu
takiben
başka
kurumlardan
benzer
yazılar
geliyor.
Örneğin,
bu
doğrultuda
Türk
Telekom’dan
gelen
benzer
bir
yazıyı
Savcı
Süleyman
Pehlivan,
29
Mart
2010’da
teslim
alıyor.
STM’den
gelen
ve
Balyoz
CD’sinin
5
Mart
2003’de
kaydedilmiş
olamayacağını
gösteren
yazının
tarihi
ise
1
Nisan
2010.
Şimdi,
aynı
tarihte,
yani
1
Nisan’da
tahliye
edilen
şüphelilerin
tekrar
tutuklanması
için
savcıların
2
Nisan
2010’da
12nci
Ağır
Ceza
Mahkemesine
verdiği
itiraz
dilekçesine
bakıyoruz;33
yukarıdaki
ile
birebir
ayni.
Altındaki
imzalar
yine
Süleyman
Pehlivan,
Ali
Haydar,
Bilal
Bayraktar
ve
Mehmet
Berk’e
ait.
Oysa
artık
bu
tarihte
savcılar
Balyoz
CD’sinin
2003’de
kaydedilmediğini
kesin
olarak
biliyorlar.
Bunu
gösteren
yazışmaları,
bizzat
savcı
Süleyman
Pehlivan
(imzasıyla)
teslim
almış.
Dosyada
Emniyet
Müdürlüğü’nden
iki
bilirkişisinin
suç
unsurlarını
içeren
11
no.lu
CD
hakkında
hazırladığı
bir
rapor
var.
21
Haziran
2010
tarihli
raporunun
son
sayfasında
“Değerlendirme”
başlığı
altında
dört
madde
yer
alıyor.34
“Soruşturma
kapsamında
incelenen
CD’lerden
1,6
ve
19
nolu
CD’ler
haricinde
kalan
diğer
CD’lerin
oluşturulduğu
programın,
11
nolu
CD’nin
oluşturulduğu
program
ile
aynı
olduğu
anlaşılmıştır.”
Oysa
bu
bilgi
kesinlikle
yanlış.
TÜBİTAK
raporu,
her
bir
CD’nin
hangi
program
ile
oluşturulduğunu
listelemiş.
‘Balyoz’
belgelerinin
sadece
11
ve
17
no.lu
CD’lere
toplandığını
biliyorsunuz.
(Bir
de
içinde
Balyoz
belgesi
bulunmamakla
birlikte,
şüpheli
görünen
16
no.lu
CD
var.)
32
Bu
mütalaa,
hakime
öğleden
sonra
16:20’de
iletiliyor.
33
Ek
Klasör
no.101,
Dizin
no.
418.
34
Ek
Klasör
no.49,
Sayfa
25,
93
TÜBİTAK’ın
listesinden
da
görülüyor;
11,
16,
ve
17
no.lu
CD’ler
diğer
CD’lerden
farklı
bir
versiyon
ile
yazılmış:
2,3,4,5,7,8,9,10,12,13,14,15,
ve
18
no.lu
CD’ler
Easy
CD
Creator
5.3
(105)
ile
kaydedilmişken,
11,16,
ve
17
no.lu
CD’ler
Easy
CD
Creator
5.2
(061)
ile
kaydedilmiş.
Aynı
markaya
ait,
iki
farklı
sürüm.
Teknik
olarak
bu
iki
programdan
“aynı
program”
diye
bahsedilmesi
mümkün
değil.
Aynen
Microsoft
Word
2000
ile
Microsoft
Word
2007’den
aynı
program
diye
bahsedilemeyeceği
gibi.
Teknik
bilirkişi
vasfındakilerin
bunun
ayırdında
olmaması
ihtimali
de
yok.
Bu konu, 26 Mart 2010 tarihli askeri bilirkişi raporunda da belirtmişti:
“TÜBİTAK
raporunda
11,
16
ve
17
nu’lı
CD’ler
diğerlerinden
farklı
olarak
CD
oluşturma
yazılımı
olan
EASY
CD
Creator
5.2
(061)
sürümü
ile
yaratılmıştır.”
Emniyetin
“tarafsız”
bilirkişileri,
öyle
olmadığı
halde,
neden
11
no.lu
CD’nin
diğer
CD’ler
ile
aynı
programla
oluşturulduğunu
yazıyor?
Elbette
ki
bu
CD’nin
gerçek
olduğu
izlenimini
yaratmak
için.
Emniyet Kriminal CD’lerin üstündeki yazıların makina ürünü olduğunu nasıl fark etmedi?
Daha
sonraki
bölümde,
Balyoz
CD’leri
üzerindeki
sahte
yazıların
hikayesini
detaylı
olarak
vereceğiz.
Ancak
önceki
bölümde
belirtmiştik;
kovuşturma
sürecinde
11
ve
17
no.lu
sahte
Balyoz
CD’lerinin
üzerindeki
“Or.K.na”
ve
“K.özel”
yazılarının
makina
ürünü
olduğu
saptandı.
Sahte
belge
çetesi
en
erken
Ağustos
2009’da
oluşturdukları
ve
tüm
Balyoz
belgelerini
içeren
CD’lerin
üzerine
bu
yazıları
yazmak
için,
yine
ellerinde
bulunan
(Baransu’nun
bavulundan
çıkan)
Süha
Tanyeri’ne
ait
el
yazısı
not
defterini
kullanmışlar.
Bu
defterdeki
kimi
karakterlerden
birer
şablon
oluşturup,
“Or.K.na”
ve
“K.özel”
yazılarını
bu
CD’lerin
üzerine
(autopen
türü)
bir
makina
ile
yazmışlar.
Zira,
Tanyeri’nin
not
defterinden
şablonu
oluşturmak
için
kullanılan
karakterle
CD
üzerindeki
karakterler
birebir
örtüşüyor.
Şimdi
davanın
ek
klasörlerini
yeniden
tararken
görüyoruz
ki
soruşturma
aşamasında
Emniyet
kriminal
uzmanları
CD’ler
üzerindeki
yazıların
incelemesini
yaptıkları
halde
bu
kadar
bariz
bir
sahteciliği
tespit
edememişler.
“(…)
19
adet
CD
üzerindeki
el
yazılarının
(…)
Süha
TANYERİ
(…)
isimli
şahısların
ellerinden
çıktığını
gösterir
nitelikte
kaligrafik
ve
grafolojik
bulgulara
rastlanılmamıştır.”
Bu doğru, çünkü CD’lerin üzerindeki yazılar Süha Tanyeri’nin elinden çıkma değil.
Ancak,
bu
incelemeyi
yapan
aynı
kriminal
uzmanlar,
Süha
Tanyeri’ne
ait
olan
ve
sahte
yazıların
oluşturulmasında
kullanılan
not
defterini
de
incelediler.
Nasıl
oldu
da,
defterdeki
karakterlerin
CD’dekiler
ile
benzerliğini
(hatta
kimilerinin
birebir
örtüşmesini)
fark
etmediler?
Taraf
ve
Zaman
gazetelerinin
“uzmanları”
sadece
not
defterinin
taranmış
sayfaları
ve
CD’lerin
fotoğrafları
üzerinden
yaptıkları
incelemeyle
CD’deki
yazıların
Süha
Tanyeri’ne
ait
olduğunu
ileri
sürmüşlerdi.
35
Ek
Klasör
no.4,
Dizin
no.239-‐240.
94
Bu
yazı
karakterleri
arasındaki
benzerlik
bu
kadar
barizken–belki
de
sahteciliğe
dikkat
çekeceği
için–bundan
hiç
bahsedilmemesi,
üstelik
sahtecilik
emaresi
olarak
CD’deki
kimi
karakterlerin
tersten
aktığına
işaret
edilmemesi
emniyet
uzmanlarının
görevlerini
(en
azından)
ihmal
ettiğini
gösteriyor.
Yüzlerce sahtecilikten tek birini bile tespit edemeyen Emniyet, iki günde neler başarıyor?
Şimdi
Emniyetin
Balyoz’un
kurgu
mantığından
haberdar
olduğuna
işaret
eden
bir
ipucunu
ele
alalım.
Daha
önce
yazmıştık;
Balyoz
darbe
kurgusunu
hazırlayanlar
sahte
Balyoz
belgelerine
gerçeklik
süsü
vermek
için,
sahte
dijital
belgeleri,
1nci
Ordu’dan
dışarıya
çıkarılan
gerçek
belgelerle
harmanlamışlar.
Bilindiği
gibi,
Baransu’nun
bavulundan,
2003’de
1nci
Ordu’da
gerçeklesen
seminere
ait
belgeler
ve
(Doğan’ın
emri
ile
kayda
alınan)
seminer
ses
kayıtlarına
ait
kasetler
de
çıkıyor.
Seminer
gerçek,
Balyoz
belgeleri
sahte.
Çete,
emniyet
ve
savcıların
izleyeceği
mantığı
öngörmüş
olacak,
seminer
ses
kayıtlarından
seçtikleri
kimi
ifadeleri
dijital
Balyoz
belgelerine
serpiştirerek,
ikisi
arasında
ilişki
yaratmak
istemiş.
Gerçekten
de,
seminerdeki
kimi
ifadeler
ile
Balyoz
belgelerinde
geçen
kimi
ifadelerin
örtüşmesi
Emniyet
görevlilerince
(dolayısıyla,
savcılarca)
Balyoz
darbe
planının
seminerde
üstü
kapalı
bir
şekilde
müzakere
edildiğine
kanıt
olarak
gösteriliyor!
Ancak,
işin
daha
ilginç
tarafı,
yüz
küsur
gerçek
belgenin,
yüz
küsur
sahte
Balyoz
belgesiyle
harmanlandığı
11
no.lu
CD’de
kayıtlı
binlerce
sayfanın
içinde
geçen
bu
kelime
ve
ifadeler
ile,
toplam
üç
gün
süren
seminerde
geçen
kimi
ifadeler
(ki
ses
kayıt
dökümü
yaklaşık
200
sayfa
ediyor)
arasındaki
benzerliği
Emniyet
görevlileri
inanılmaz
bir
maharetle
ve
inanılmaz
bir
hızla
keşfediyor.
Sanki
Balyoz
belgelerini
hazırlayanlar,
Emniyet
görevlilerinin
kulağına
fısıldamış.
•
3
Şubat
2010’da
Savcı
Bilal
Bayraktar,
Emniyet’e
yazı
yazıyor
ve
el
konulan
belgelerin
incelenmesini
istedi.36
•
Bir
kısım
Emniyet
görevlileri
20
Şubat
2010,
Cumartesi
günü
10
kasetten,
seminer
ses
kayıtlarını
içeren
9’unun
çözümünü
yaptı.37
•
Hemen
hemen
bütün
Emniyet
tespit
tutanaklarının
altında
imzası
olan
(emniyet
tutanakları
aynen
iddianameye
kopyalandığı
için
aynı
zamanda
iddia
makamı
durumunda
olan)
iki
emniyet
görevlisi,
tam
iki
gün
sonra
22
Şubat
Pazartesi
günü
tamamladıkları
tespit
raporlarından
birinde
ses
kayıtları
ve
Balyoz
dijitallerindeki
ortak
kelime/ifadeleri
tespit
etmiş
bile.38
36
Ek
Klasör
no.2,
Dizin
no.68.
37
Ek
Klasör
no.16,
Dizin
no.148-‐342.
38
227
sayfalık
1
no.lu
tespit
tutanağı,
Ek
Klasör
no.1,
Dizin
no.1-‐227
95
Örneğin,
bu
iki
emniyet
görevlisi,
binlerce
sayfa
dijital
doküman
arasından
11
no.lu
CD’de
kayıtlı
SUGA
HAREKAT
PLANI.doc
isimli
Word
belgesinde
geçen
“İrticai
örgütler,
ülke
çapında;
okul,
dershane,
vakıf,
dernek,
Kur-‐an
kursu,
kitap,
gazete,
dergi,
radyo
ve
TV’ler
başta
olmak
üzere
faaliyetlerini
arttırarak
sürdürmekte
ve
bu
faaliyetlerini
yıllık
50
Milyar
ABD
Doları
civarındaki
islami
sermaye
ile
desteklemektedirler”
ifadesi
(1nci
kaset,
B
yüzü)
ile,
3
gün
süren
seminer
sırasında,
dönemin
3ncü
Kolordu
Komutanı
Ergin
Saygun’un
“İrticai
örgütler
ülke
çapında
perdede
sunulan
alanlarda
faaliyetlerini
sürdürmekte
ve
bu
faaliyetlerinde
yıllık
50
milyar
dolar
civarındaki
İslami
sermaye
ile
desteklemektedirler”
ifadesi arasındaki benzerliği tespit edivermiş. Yine aynı şekilde, Saygun’un seminerdeki
“İrticai
örgütlerin
belirtilen
imkan
ve
kabiliyetlerini
kullanarak
tanıtım
ve
propaganda
yöntemiyle
halkı
etkilemek
suretiyle
bir
buçuk
milyon
kişilik
sempatizan
ile
üç
bin
kişilik
militan
grubunu
daha
da
büyütebileceği
ve
elde
edecekleri
bu
güç
ile
halen
yürüttükleri
rejim
aleyhtarı
faaliyetleri
yurt
geneline
yaygınlaştırarak
İslam
Devleti
kurma
özlemlerini
biran
önce
hayata
geçirmeye
çalışacakları
değerlendirilmektedir”
cümlesi
(1nci
kaset,
B
yüzü),
ile
11
no.lu
CD’deki
binlerce
sayfa
arasından
Oraj
planı.doc
isimli
belgede
geçen
“İrticai
örgütlerin
tanıtım
ve
propaganda
yöntemiyle
halkı
etkilemek
suretiyle
bir
buçuk
milyon
kişilik
sempatizan
ile
üç
bin
kişilik
militan
grubunu
daha
da
büyütebileceği
ve
elde
edecekleri
bu
güç
ile
halen
yürüttükleri
rejim
aleyhtarı
faaliyetleri
yurt
geneline
yaygınlaştırarak
İslam
Devleti
kurma
özlemlerini
biran
önce
hayata
geçirmeye
çalışacakları
değerlendirilmektedir.”
Bu
durumda,
yani
bu
kurgunun
mantığa
göre,
Saygun,
seminere
sözde
Denizcilerin
hazırladığı
Suga
planından
bir
cümle
ile,
sözde
Havacılar
tarafından
hazırlanan
Oraj
planından
bir
cümleyi
ezberleyip
gelmiş,
bunları
seminerde
aynen
tekrarlamış!
Her
nasılsa
Balyoz
belgelerindeki
yüzlerce
sahtecilikten
tek
bir
tanesini
bile
tespit
edemeyen,
ortaya
çıkan
sahtecilikleri
örtbas
eden
emniyet
görevlileri,
iki
gün
içeresinde
binlerce
sayfa
içindeki
bu
benzerlikleri
saptamakla
kalmıyor,
bu
‘tuhaf’
benzerlikleri,
çetenin
kurgu
mantığına
paralel
olarak,
Balyoz
darbe
planının
seminerde
müzakere
edildiğine
kanıt
olarak
gösteriyor.
96
!"#"![$$m%9>?@A+GC$F_7_>EC$S9:6D>E76$
=$12-;!.*3*05$1$3@!/$01$5$.$+9!,-+!.$%8%$.$!B$?%757!=$0%$+@!^$>73!=$0%*34)*+!F;71!274%81738+8+!
%$1.@3@1@Q!V7/;7)27!$4$+.@C@+@9!2738+7!W3D7+7%-+!.$J$1$3@+$!/$%$+!(&+#8!EC@3!K7;$!B$?%757,8+8+!
627!?$%858!j573!H8%7+)8+!D748381.8C8+8!2$;5@04@%A!
!
q7,85!((o!^$5$+!?$/731738+.7+!%7,84173!
`-3*04*35$!,637#8+.7!06Q?7181738+!4$?1827,8!2F+6+.7!%$3$3!J737+!8%8!?$%858+!/$0@+$!.$!$2+@!072!
D71.8A!L+#*!EC@3!K7;$!B$?%757,8+.7!?$%85!-1$+!\@15$;!E1Q!8P8+!F+#7!/$,@+.$!/83!%$3$1$5$!
%$5Q$+2$,@!.6;7+17+.8!J7!H7J385#8!`-1!627,8!-1.*C*9!5-1-4->%-%47218217!2$%$1$+.@C@!!2$;@1.@A!T$44$!
-1$21$!81D818!75+8274!4*4$+$%!/81D81738!!J7!>-4-C3$>1$3@!=*D6+!J7!^$5$+!D$;7471738+.7!2$2@51$+.@A!
H$?$!,-+3$!E1Q!/*!DF37J.7+!$1@+$3$%!=$%@3%F2!E.1827,8)+7!$4$+.@A!!
=7+;73!07%81.79!"%4$2!Y*/$+9!57.2$+@+!4$#8;8!a<`$J#@!2$%$1$3!Y*/$+!/@3$%@39)!:$3$>9!&L!B$34!&'('!b!
,-+3$,@+.$!F;71!274%8,8!%$1.@3@1.@!J7!W,%807?83![-#*%!B$?%757,8)+7!$4$+.@A!H-+758+!!`$+$28!J7!
:8#$374!=$%$+@!t8?$4!W3D6+9!Y*/$+!8P8+!MP747+8+!+F/74P8!?{%858!.758048A!!
((A!EC@3!K7;$!B$?%757,8!=$0%$+@!g737>!E%P$29!=$12-;!,$+@%1$3@+@+!4*4*%1*1*C$!2$Q4@C@!8483$;@+!
37..7.8157,8!%$3$3@+$!073?!%-25*04*A!B*?$17>74!073?8+79!=708%4$0!E.1827,8)+8+!$#@%1@!?$18+8!-34$2$!
%-2$+!0*!,$4@31$3@!.$!.6046o!!
MY$5*-2*+$!5$1!-15*0!/*!.$J$1$3!+7.7+8217!2$;5@0!-1.*C*5!5*?$17>74!073?1738+.7+!
.-1$2@!/*1*+.*C*5*;!$.1827.7!/834$%@5!57,17%4$01$3@5@+!,71$5!J735728!.$?8!%7,580483A!
=*+*+!D8/8!.$?$!F+#7!J73817+!2$%$1$5$!%$3$31$3@+@+!%$1.@3@15$,@+$!8180%8+!%$3$3.$+!,-+3$!
<`8;8+!.7!.$+D$1$%!/83!%$3$3@+@;!D717#7%)!.827+!?$%85!.7!57J#*44*3A!\8+7!5$?%75758;!
6271738+.7+!.7!+7;$%74!%*3$11$3@+@!$0$+!4*4*5!J7!.$J3$+@01$3!8P738,8+7!D83.8%1738!J7!808!7+!
,-+!/$0%$+!817!%-+*05$5$!$0$5$,@+$!D7483.8%1738!DF361560!-1*Q!/*!?*,*,1$3@+!.$!
%$5*-2*+#$!/818+57,8+.7!2$3$3!-1.*C*!DF3606+.7285AO!
g737>!E%P$29!&'(().7!757%1818C8+8!8,47.8A!!
&$!
Şimdi
biraz
geriye
gidelim.
Balyoz
darbe
belgelerini
ilk
yayımlayan
ve
sansasyonel
şekilde
günlerce
manşetten
düşürmeyen
Taraf
gazetesinin
—
“Fatih
camiini
bombalayacaklardı!”
“Ordu
kendi
uçağını
düşürecekti!”
—
bu
belgeleri
nasıl
doğruladığını
gözden
geçirelim.
Resim
12:
Taraf,
20
Ocak
2010
98
Resim
13:
Taraf,
20
Ocak
2010
Bilindiği
gibi,
Balyoz
CD’leri
Mehmet
Baransu’ya
kimliği
belirsiz
bir
şahıs
tarafından
verildi.
Geçmişiyle
ilgili
söylediklerinin
yalan
olabileceğini
Baransu’nun
dahi
kabul
ettiği
bu
şahıs,
“buyrun
size
1.
Ordu’dan
elde
ettiğim
ve
şimdiye
kadar
yastık
altında
sakladığım,
savcılara
vermek
yerine
Taraf
gazetesine
hediye
edeceğim
2003
yapımı
orijinal
mi
orijinal
darbe
planları”
diyerek
bu
CD’leri
teslim
etti.
CD’lerin
ikisinden
(sonrasında
11
ve
17
no.lu
CD’ler
olarak
meşhur
olacak
CD’lerden)
çıkan
planlar
gerçekten
korkunçtu.
Ama
gerçek
miydi?
Yılların
deneyimli
gazetecileri
Ahmet
Altan
ve
Yasemin
Çongar’ın
bu
planları
gerçekliğinden
emin
olmadan
yayımlamaları
düşünülemezdi
tabi.
39
Ahmet
Altan,
‘Selimiye’de,’
Taraf,
9
Şubat
2010.
99
Bu
kadar
basit.
CD’nin
üstünde
“Or.K.na”
yazıyorsa,
dönemin
1.
Ordu
Komutanı
için
hazırlandığı,
ona
arz
edildiği
tüm
çıplaklığıyla
ortada.
CD’lerin
içindeki
kullanıcı
isimleri
1.
Ordu
subaylarına
işaret
ediyorsa,
keza.
Başka
soru
sormaya
ne
gerek
var?
Yasemin
Çongar
ise
besbelli
bu
konularda
daha
maharetli.
Çongar,
CD’lerin
üstündeki
yazıları
ve
içindeki
kayıtları
görmekle
kalmıyor,
bu
planlarda
askerlerin
dijital
parmak
izlerini
dahi
teşhis
edebildi:40
“Zira
elimizdeki
belgelerin
“gerçeği”
yansıttığından
emin
olmamız
için
yeterince
bulguya
ve
bilgiye
sahiptik.
Çongar
ve
Altan’ın
bu
aşamada
belgelerdeki
ad
ve
tarihlerin
kötü
niyetli
kişiler
tarafından
yerleştirilmesinin
mümkün
olup,
olmadığı,
bu
işlemi
yapmanın
ne
kadar
kolay
olduğu
konusunda
bilgisayardan
azıcık
anlayan
birine
danışıp,
danışmadıklarını
bilmiyoruz.
Ama
ağır
suçlamalar
yönelttikleri
subaylardan
yayını
yapmadan
görüş
alma
ihtiyaci
duymadıklarını
biliyoruz.
Besbelli
onlar
için
artık
hiç
şüphe
kalmamıştı.
Günlerce
gazetede
darbe
planları
manşet
yapılmalıydı.
Taraf
belgeleri
yayımladıktan
ve
Balyoz
soruşturması
açıldıktan
aylar
sonra
bir
Ingiliz
gazeteci
Çongar’a
şu
soruyu
soruyor:
“Peki,
bu
belgelerin
kimisinin
sahte
olabileceğini
hiç
düşünmediniz
mi?”
Çongar’ın
cevabı:
“Evet,
elbette
bu
beni
düşündürdü.
Yazdığım
her
konuda
düşünürüm.
Ama
ben
adli
bilişimci
değilim.
Emniyet
görevlisi
değilim.
Ben
gazeteciyim
ve
şüphe
getirmeyecek
şekilde
–bir
derece
şüphenin
ötesinde
–
emin
olmam
gerekir
ki
bana
verilenler
spesifiktir
ve
başka
olgularla
desteklenmektedir.
Başbakanın
Balyoz’un
ortaya
çıkmasından
sonra
söyledikleri,
eski
Genel
Kurmay
Başkanlarının
söyledikleri,
hatta
bu
darbe
planında
rol
alan
kimilerinin
söyledikleri
bu
belgeleri
ve
durumları
bir
şekilde
doğruladı.”
İlginçtir
ki,
Çongar’ın
burada
söyledikleri
doğru
olsa
bile
–
ki
değil,
zira
ne
Hilmi
Özkök
ne
de
sanıklardan
tek
bir
tanesi
Balyoz
planını
doğruladı
–
belgeleri
yayımlamasını
haklı
çıkarmak
için
kullandığı
argümanların
hiçbiri
o
kararın
alındığı
tarihte
bilebileceği
şeyler
değil.
Altan,
Çongar
ve
Baransu,
gerçekliğine
kuşkuyla
yaklaşmaları
gereken
belgeleri
günlerce
çarşaf
çarşaf
–
üstelik
suçladıkları
kişilerin
görüşlerini
aktarmadan
–
yayımlamakla
kalmıyor.
Darbe
40
Yasemin
Çongar,
‘Onurlu
askerin
umutlu
günü,’
Taraf,
23
Şubat
2010.
100
Q1$+1$3@!%7+.81738+7!.$?8!274738!%$.$3!8+$+.@3@#@!D7157580!-15$1@!%89!D$;747.7!.7>$1$3#$!/*!
/71D71738+!$14@+.$![748+!H-C$+)@+9!X/3$?85!k@34@+$)+@+!85;$1$3@!-1.*C*+*!2$;@2-31$3A!!"%*2*#*1$3@+$!
?7Q!M$14@+.$![748+!H-C$+)@+!85;$,@!-1$+!=$12-;!Z1$+@O!07%18+.7!,*+*2-31$3A!
q7,85!(ho!:$3$>9!&'!"#$%!&'('!
"!81%!D6+173.7!/*!/71D7173!/83!47%!:$3$>!D$;747,8+.7!J$3A!H-1$2@,@21$9![748+!H-C$+!J7!.8C73!
,*P1$+$+1$3!?$38#8+.7!%85,7+8+!M/*!.-C3*!.7C819!/*+1$3!85;$,@;9!.8N84$1!/71D7173O!.827#7%!?$18!2-%4*A!!
X+$+@15$;!$5$!D73P7%o!/*!D$;747#8173!,$?47!Q1$+1$3@!-1.*C*!D8/8!2$2@51$5$%1$!%$15$.@1$39!/71D71737!
D73P7%18%!%$45$%!8P8+!8P738C8+8!.7!2$+1@0!$%4$3.@1$3A!=83!.7>$!.7C819!8%8!.7>$!.7C819!.7>$1$3#$A!
=$12-;!/71D71738+8+!2$2@51$+5$,@+.$+!%@,$!/83!,637!,-+3$!B8118274!D$;747,8+.7+!H7J385!`7J85$2!
H$+8)27!/83!,F21708!F+73.8A!!E23@#$!H$+8!817!B7?574!=$3$+,*)2$!0F217!/83!47%18>47!/*1*+.*o!MfP!,-3*!
,8;!,-3$#$%,@+@;9!6P!,-3*!B7?574!=$3$+,*A!\$+@41$3@21$!/73$/73!,F21708+8+!8P8+.7!/83!%*4*!-1$#$%AO!
H$+8!/*+*!%$/*1!74489!$3.@+.$+!B7?574!=$3$+,*!.$!%$/*1!7448C8+8!`7J85$2)$!/81.83.8A!!H$+8!
,-3*1$3@+@!?$;@31$.@!J7!`7J85$2)$!2-11$.@A!!`-3*1$3!$0$C@.$o!
(A!f;738+.7!@,1$%9!%*3*!J72$!717%43-+8%!?8P/83!85;$!/*1*+5$.@C@!?$1.7!:$3$>!D$;747,8!@,3$31$!
=$12-;!T$37%$4!Z1$+@!$.1@!/71D7+8+!$14@+.$![748+!H-C$+)@+!85;$,@!J$3!.827!2$2@+!2$Q@2-3A!
=$12-;!T$37%{4!Z1$+@!/71D7,8+8!81%!-34$2$!P@%$35@0!0$?@,!-1$3$%9!/*!/71D7+8+!$14@+.$![748+!
H-C$+)@+!85;$,@!-1*Q!-15$.@C@+@!%$5*-2*21$!Q$21$0@3!5@,@+@;!164>7+l!WC73!85;$,@!2-%!8,79!/*!
J7,817217!%$5*-2*+*!2$+@14@#@!?$/73!2$Q4@C@+@;!8P8+!F;63!.81757%!8,473!58,8+8;l!
&A!`8;7!47,185!7.817+!/71D71738+!J7!=$12-;!T$37%{4!Z1$+@!817!7%1738+8!8P737+!KH)1738+!D73P7%!
-1.*C*+$!%$+$$4!D748357%!8P8+!/*!/71D71738!2$2@51$5$.$+!+7!D8/8!/83!8+#71757!2$Q4@+@;l!
=F217!/83!%$+$$47!J$35$+@;@!,$C1$2$+!47%+8%!.-+$+@5@+@;@!/8;17317!Q$21$0@3!5@,@+@;!164>7+l!
GA!`8;8+!/8;17317!Q$21$04@C@+@;!%$.$3@21$!8+#71757!>@3,$4@+@!/*1.*C*5*;!/71D7173.7!/83P-%!
4*4$3,@;1@%!J7!P7180%8!DF3.6%A!W+!/$,848+.7+9!?75!&!E3$1@%!&''&!4$38?18!((!,$2>$1@%!=$12-;!
V6J7+18%!T$37%{4!Z1$+@)+.$9!?75!.7!/*!Q1$+@+!xRW%)8+.7!&''S!2@1@+.$!D73P7%1707+!/83!
%-+D37+8+!%$Q$+@0!47/18C8+.7+!/837!/83!$1@+4@1$3!J$3A!:7/18C8!,*+$+!%8089!/*!>8%831738!81%!.7>$!
&''S)47!$P@%1$.@C@+@!,F217.8A!WC73!/*+*+!+$,@1!-1$/81.8C8+7!.$83!5$+4@%1@!/83!$P@%1$5$+@;!
2-%,$9!/71D71738+!D73P7%18C8+.7+!06Q?7!.*2$/8183!5828;!,8;#7l!
('(!
Ancak
Baransu’nun
soruları
gecikti
de
gecikti.
Baransu,
önce
seyahatte
olduğundan
sorularını
yetiştiremediğini
söyledi.
Bir
süre
daha
bekledik.
En
sonunda
Baransu,
gazeteden
Yasemin
Çongar
ve
Ahmet
Altan
ile
görüştüğünü,
bu
işi
uzun
uzun
konuştuklarını,
ve
söyleşiye
soru
yollayarak
katılmaktan
vazgeçtiğini
bildirdi.
Dolayısıyla,
bizim
sorduğumuz
sorulara
da
cevap
vermeyi
istemedikleri
ortaya
çıkmış
oldu.
Bu
kadarı
da
ilginç,
ama
belki
hikayenin
en
inanılmaz
kısmı
Altan-‐Baransu-‐Çongar
üçlüsünün
sorularımıza
cevap
vermemek
için
zamanında
verdikleri
gerekçe.
Bu
gerekçe
aynen
şöyle:
Pardon?
Türkiye’de
yaygın
bir
kanıya
göre
medyada
yalan
yayın
yapanların
yargılanması
ve
adli
mekanizmalarla
cezalandırılması
gerekiyor.
Biz
olaya
daha
özgürlükçü
bir
açıdan
bakıyoruz.
Ender
durumlar
dışında
gazeteciler
için
suç
duyurusunda
bulunmanın
doğru
olmadığını,
bu
yöntemin
uzun
vadede
basın
özgürlüğüne
zarar
vereceğini
düşünüyoruz.
Ahmet
Altan
ve
Yasemin
Çongar
gibi
gazeteciler
için
en
büyük
cezanın
okuyucuları
ve
toplum
nezdinde
saygınlıklarını
yitirmeleri
olduğuna
inanıyoruz.
Balyoz
mahkemesi
cezaları
kestikten
verdikten
sonra,
22
Eylül
2012
günü
Pınar,
Taraf
gazetesinden
(Gökhan
Erkuş)
şöyle
bir
mesaj
aldı:
“Balyoz
davasına
ilişkin
hazırladığımız
haberlere
sizin
görüşlerinizi
de
eklemek
istiyoruz.
Eğer
görüşlerinizi
bizimle
paylaşırsanız
memnun
oluruz.
Hiçbir
sözcüğe
müdahale
etmeme
adına
3500
vuruşluk
yerimiz
olduğunu
ve
her
görüşün
sayfalarımızda
gönderildiği
gibi
yayınlanacağını
belirtmek
isterim.”
Sahte
dijital
belgeler
üzerinden
“Fatih
Camii
bombalanacaktı”
başlıklarıyla
haberler
yapan,
insanları
canice
planlar
yapmakla
suçlayıp
hedef
gösteren
Taraf
gazetesi,
ellerine
gecen
belgelerin
gerçekliğini
araştırmadan
günlerce
çarşaf
çarşaf
–
üstelik
suçladıkları
kişilerin
görüşlerini
aktarmadan
–
yayımladı.
Ahmet
Altan’a
göre,
CD’lerin
üzerinden
belgeleri
kimin,
ne
zaman,
nerede
yazdığı
açıkça
görülüyordu
ve
CD’lerin
üstündeki
kayıtlar
bütün
belgelerin
Birinci
Ordu’da
hazırlandığını
kanıtlıyordu.
Yasemin
Çongar
ise
işi
bir
mertebe
daha
ileri
götürüp,
belgelerdeki
dijital
parmak
izlerini
gördüğünü,
belgelerin
kimler
tarafından
kaydedildiğini
elektronik
olarak
tespit
ettiğini
yazdı.
102
Üstelik
Taraf,
sahte
planları
olduğu
gibi
yayımlamakla
kalmadı,
belgelere
gerçeklik
katmak
için
içeriğini
de
yanlış
aktardı.
Bir
defa
değil,
iki
defa
değil,
defalarca
bu
dijital
belgelerin
altında
Çetin
Doğan’ın,
İbrahim
Fırtına’nın
imzaları
olduğunu
yazdı.
CD’den
çıkan
imzasız
dijital
belgeleri
okuyucularına
hep
“altında
Çetin
Doğan’ın
imzası
olan
Balyoz
Planı”
şeklinde
sundu.
Bu
linç
yayını
yaptıkları
dönemde
bu
belgeler
sadece
Taraf
gazetesinde
olduğu
için
Doğan
ve
diğer
suçlananlar
haricinde
kimsenin
“bu
doğru
değil,
bunlar
imzasız,
dijital
belgeler”
diyecek
hali
yoktu.
Gazetedeki
köşe
yazarları
(örneğin
Alper
Görmüş)
önce
‘belgelerde
zaman
çelişkisi
yoktur’
diye
yazdılar.
Belgeler
savunmaya
verildikten
sonra
saptanan
zaman
çelişkileri
ayyuka
çıkınca,
bu
defa
belgeler
güncellenmiştir
diye
direndiler.
(Oysa
tek
bir
kerede
oluşturulan
CD’de
her
şeyin
son
kayıt
tarihi
2003
gibi
görünüyordu;
yani
güncelleme
filan
yoktu.
Ayrıca
belgelerde
hep
2003’de
görevde
olan
kişilerin
isimleri—o
dönemki
görev
ve
rütbeleriyle—vardı.)
Alper
Görmüş
bu
çelişkilerin,
‘belgelere
sonradan
sahte
diyebilmek
için’
kasten
yaratıldığını
söylemeye
kadar
vardırdı
işi.41
Ahmet
Altan’ın
kendisi
sahtecilik
kanıtlarıyla
yüzleşeceğine
Pınar’ın
“darbeci”
babası
ile
ilişkisi
üzerine
roman
senaryoları
hayal
etmeyi
tercih
etti.42
Taraf,
sistematik
olarak
dezenformasyon
üretti.
Örneğin,
Sivil
sekreterlerin
ifadelerini
tamamen
çarpıtarak
“Balyoz
CD’lerini
Çetin
Paşa
için
hazırladık”
manşetiyle
haber
yaptı.43
Gazetenin
yazarı
Emre
Uslu
CD’lerin
üzerindeki
el
yazılarının
sanıklardan
birine
ait
olduğunu,
bunun
(ismini
vermediği)
bir
uzmanı
tarafından
tespit
edildiğini
yazdı.44
Oysa
fotoğraflar
savunmaya
verildikten
sonra
yapılan
incelemelerde
o
el
yazlarının
CD’lerin
yüzeyine
makina
ile
aktarıldığı
ortaya
çıktı
(harfler
Baransu’nun
bavulundan
çıkan
el
yazısı
not
defterinden
tek
tek
kopyalanmış).
Son
kaydı
2003’de
yapılmış
gibi
görünen
belgelerde
Microsoft
Office
2007
yazı
karakterleri,
cami
bombalama
krokilerinde
Office
2007’ye
ait
XML
şemaları
tespit
edildi.
Baransu
‘Microsoft’u
aradım,
CD’yi
bilgisayara
takınca
fontlar
güncelleniyormuş’
gibi
akıllara
ziyan
bir
açıklama
yaptı.
Taraf,
Balyoz
sürecinde
gazetecilik
yapmadı;
savunmanın
ortaya
koyduğu
sahtecilik
kanıtlarına
hiç
yer
vermediği
gibi,
el
birliği
ile
bu
sahteciliklere
kılıf
uydurmaya
çalıştı.
Balyoz
davası
ile
ilgili
haberleri
çarpıtmakta
ve
dezenformasyon
üretmekte
cemaatin
yayın
organı
Zaman
ile
başa
baş
yarıştı.
Kısacası
Taraf,
sahte
belge
üreten
çetenin
emellerine,
çetenin
hayal
edebileceğinden
de
öte
bir
şekilde
hizmet
etmiş
oldu.
Üstelik
bütün
bunları
liberal
değerlere
ve
medya
etiğine
sadık
olduğunu
iddia
eden
bir
gazete
kisvesi
altında
yaptı.
Balyoz
yayınlarında
Gazeteciliğin
temel
prensiplerinden,
etik
kurallarından
çiğnemediği
kalmadı.
Eğer
Taraf
gazetesi
şimdi
gerçekten
gazetecilik
yapmaya
karar
verdiyse,
dava
ile
ilgili
olgular
belgeleriyle
birlikte
bu
blogda
yer
alıyor.
İstedikleri
gibi
değerlendirebilirler.
Kendimize
duyduğumuz
saygı,
kendi
imzamızla
bu
gazeteye
herhangi
bir
katkı
sunmaya
elvermiyor.
41
Alper
Görmüş,
Taraf,
‘Bazı
bilgisiz
gazetecilere
Balyoz
dersi,’
10
Nisan
2012
42
Ahmet
Altan,
Taraf,
‘Balyoz
iddiaları,’
29
Aralık
2010.
43
Taraf,
18
Temmuz
2010.
44
Taraf,
8
Ocak
2011.
103
Balyoz
belgeleri
ile
ilgili
olarak,
Fehmi
Koru’nun
Star
gazetesindeki
köşesinden
Taraf
gazetesine
‘ortalığı
saran
sis
bulutunu
dağıtma’
daveti
yaptı
ve
yazısını
şöyle
bitirdi:45
Bu
yazıya
Taraf’ın
yazı
işlerinden
30
Ocak
2014
günü
yanıt
geldi.
Bunu
yanıtın
peşinden
Fehmi
Koru’nun
tekrar
bir
yazı
yazması
üzerine46
Taraf,
aşağıda
bir
kısmını
kayda
geçmek
için
alıntıladığımız
bir
yazı
yayımladı:47
Balyoz darbe planı, çok ciddi ve çok rezil bir darbe planıydı.
Kullanışlı
aptallar,
generallerin
yaptığı
konuşmalara
bir
daha
baksınlar.
Binlerce
"gerçek"
insanın
niye
"fişlendiğini"
bir
daha
düşünsünler.
Stadyumları
hapishane
yapma
hazırlıklarının
ne
olduğunu
bir
daha
kavramaya
çalışsınlar.
Tartışılan
CD'ler
sahte
mi,
değil
mi
bunun
hesabını
verecek
olan,
o
CD'leri
kendi
istihbaratının
"zulasında"
saklayan
ordudur.
CD'lerin tartışılmayan kısımları ise, bir darbe hazırlığı yapıldığını zaten açıkça gösteriyor.
Kullanışlı
aptallar
şunu
bilsinler.
Biz
o
dönemde
de
askeri
vesayete
karşıydık,
bugün
de
karşıyız.
Biz
o
zaman
da
darbelere
karşıydık,
bugün
de
karşıyız.”
Taraf’ı ahlaksız, ilkesiz yayıncılıklarından bir milim kımıldamadıkları için tebrik ediyoruz.
45
Fehmi
Koru,
‘Taraf’a
düşen
görev,’
Star,
29
Ocak
2014.
46
Fehmi
Koru,
‘Taraf’ın
cevabı,’
Star,
31
Ocak
2014.
47
Taraf,
‘Kullanışlı
Aptallar,’
3
Şubat
2014.
104
BÖLÜM 2
105
2003
tarihli
belgelerden
ileri
tarihli
bilgiler
çıkınca,
kimileri,’
belgelerin
güncellenmiş
olduğunu’
iddia
etti;
zira
Ordu’da
belgeler
ve
planlar
rutin
olarak
güncelliyordu.
Güncelleme
iddiasının
saçmalığını
bir
önceki
bölümde
4x4
araçlar
listesi
üzerinden
açıklamıştık.
Simdi
bir
başka
bir
örnek
ile
ve
de
daha
basit
bir
dille
açıklayalım.
Her
şeyden
önce,
Balyoz
belgelerini
içeren
CD’nin
TEK
BİR
OTURUMDA
oluşturulduğunu
hatırlayalım.
Bu,
CD’nin
içine
belgelerin
tek
bir
seferde
kaydedildiği,
sonradan
hiçbir
ekleme
çıkarma
olmadığı
anlamına
geliyor.
Bu
konuda
Emniyet,
TÜBİTAK
ve
diğer
tüm
bilirkişilerin
tespiti
aynı.
Yani,
CD
bir
kez
oluşturulduktan
sonra,
CD’ye
sonradan
ekleme-‐çıkarma
kesinlikle
yok.
Şöyle
düşünün;
bir
kitap
yazdınız.
Yazdığınız
bütün
bölümleri
ile
bu
kitap
yayınevine
gitti,
basıldı,
ciltlendi.
Kitap
tek
baskı.
Kitabin
hepsi
tek
bir
kerede
basıldı,
sonradan
ekleme
bir
bölüm,
tek
bir
sayfa
bile
yok.
Kitap,
ilk
yazıldığı
haliyle
bir
nevi
mühürlenmiş
oldu.
Soru, bu işlemin ne zaman yapıldığı. CD’nin üstverisine göre bu, 5 Mart 2003’de yapılmış.
• Görünürde
tüm
belgelerin
SON
KAYIT
tarihi
de
5
Mart
2003
öncesi.
• Görünürde
kullanılan
tüm
yazılım
programları
2003
ve
öncesi
geçerli
olan
programlar.
• Görünürde
belgeleri
oluşturtup
kaydedenler
2003’de
görevli
kişiler
(çoğu
sonradan
emekli
olmuş).
• Belgelerin
altında,
belgeyi
hazırlayan
olarak
(imza
blokunda)
adı
görünenler,
2003’de
görevli
kişiler.
Bu
kişilerin
isimleriyle
birlikte
2003
yılındaki
rütbe
ve
pozisyonları
var
(çoğu
sonradan
emekli
olmuş).
Şimdi,
bir
Balyoz
belgesi
üzerinden
anlatmaya
çalışalım.
11
no.lu
CD’den
çıkan
bu
belgenin
adı
İSTANBULDA
BULUNAN
İLAÇ
DEPOLARI.doc.
Belge
2003’de
Balyoz
darbesi
ile
kontrol
altına
alınacak
ilaç
depolarını
listeliyor.
106
• Belgede
2003
yılından
sonra
kurulan
hiçbir
şirket
yok.
Hepsi,
2003
ve
öncesinde
var
olan
şirketler.
• Belgenin
ilk
kaydı,
üstverisine
göre,
‘Kubilay
AKTAS’
kullanıcı
adıyla
4
Şubat
2003’de
saat
14:24’de
yapılmış.
• Belgenin
son
kaydı
ise
yine
4
Şubat
2003’de,
“HYILDIRIM”
kullanıcı
adı
ile
saat
19:58’de
yapılmış.
• Belgenin
altında,
imza
blokunda
belgeyi
hazırlayan
kişi
olarak
‘Kubilay
AKTAŞ
J.Kd.Alb.
İsth.Ş.Md.’
yazıyor.
• Kubilay
Aktaş,
Ağustos
2003’de
emekli
olan
bir
Jandarma
subayı.
Şimdi
diyelim
ki,
bu
belge
gerçekten
4
Şubat
2003’de
Kubilay
AKTAŞ
tarafından
2003’de
Balyoz
darbe
planı
için
hazırlanmış
ve
daha
ileriki
bir
tarihte
de
güncellenmiş
olsun.
1.
2003’de
Emekli
olan
Kubilay
Aktaş,
emekli
olduktan
tam
6
sene
sonra,
ilk
hazırladığı
listedeki
Yeni
İlaç
firmasının
İtalyan
Recordati
firması
tarafından
satın
alınıp,
adının
Yeni
Recordati
olarak
değiştiğini
10
Ağustos
2009
tarihli
Ticaret
sicil
gazetesinden
öğreniyor.
Mutlaka
İstanbul’daki
1nci
Ordu
karargahına
gidip,
bu
belgeyi
güncellemeliyim
diyor.
(Aynı
şeyi
o
sırada
İzmir
Bornova’da
10.
Eğitim
Alay
Komutanlığı’nda
görevli
olan
Hanifi
Yıldırım
da
düşünmüş
olabilir).
2.
Aktaş
veya
Yıldırım
(ya
da
“güncelleyen
kişinin”
adını
siz
koyun),
1nci
Ordu’ya
gidiyor
ve
belgenin
olduğu
bilgisayarı
kullanmak
istiyor.
Bu
subayın
ne
yapmak
istediğini
anlamamakla
birlikte
kendisine
bir
bilgisayar
veriyorlar.
4.
Ancak,
bilgisayara
bir
kullanıcı
adı
ile
girmesi
lazım.
2003’de
kullandığı
kullanıcı
adını
giriyor
ve
her
nasılsa
belgeye
erişiyor.
5.
Yeni
İlaç
ismini
Yeni
Recordati
İlaç
olarak
güncellemeden
önce
diyor
ki,
‘Aman,
güncelleme
yaptığım
anlaşılmasın,
bilgisayarın
gün
ve
saatini
geriye
alayım.
Bu
işlemi
2003’de
yapıyormuş
gibi
gözükeyim.’
107
6.
6
senedir
emekli
olmasına
rağmen,
görevde
olduğu
günlerin
hatırına,
belgenin
altında
kendi
adını
ve
2003’deki
görevini
aynen
olduğu
gibi
bırakıyor:
‘Kubilay
AKTAŞ
J.Kd.Alb.
İsth.Ş.Md.’
7.
Böylece
“güncellenmiş”
belgede
Yeni
İlaç,
2009’daki
yeni
adı
Yeni
Recordati
olarak,
Emekli
Albay
Aktaș
ise
2003’deki
rütbe
ve
görevi
ile
kalıyor.
8.
Bu
arada
bir
tek
bu
isim
değişikliğini
“güncellemeyi”
uygun
görüyor.
Gecen
6
sene
diliminde
yeni
kurulan
firmalardan
bir
kaç
tane
daha
ekleyeyim
demiyor.
9.
Aktaş
(ya
da
her
kimse),
tam
olay
yerini
terk
edecek,
fark
ediyor
ki
bu
işi
yaparken
kullandığı
Microsoft
Office
2007
programı
2003’de
yoktu.
10.
Hemen,
artık
kullanımda
olmayan
Word
2000
programını
arıyor.
Programı
bilgisayara
yükleyip
güncellediği
belgeyi
son
kez
Word
2000
ile
kaydediyor
ki,
güncellediği
anlaşılmasın.
(Son kaydı Word 2000 ile yapılan bu belgede Office 2007’deki Calibri fontuna referans tespit edildi).
11.
Çıkarken
Aktaş,
oradakilere
tembih
ediyor:
‘Siz
benim
güncellediğim
bu
belgeyi
başka
güncellediğiniz
belgelerle
birlikte
tarihlerini
2003’e
geri
çekin,
yalnız,
Office
2007
kullandığınız
belli
olmasın,
benim
gibi
son
kaydını
Word
2000
ile
yapın—size
bir
kopyasını
bıraktım’
diyor.
12.
Oradakiler
de,
‘tamam,’
diyorlar.
‘Biz
bu
güncellendiğimiz
belgeleri
şimdi
bir
CD’ye
kaydedeceğiz
ama,
bilgisayar
tarihini
yine
geri
alalım.
1nci
Ordu’da
5-‐7
Mart
2003’de
seminer
yapılmıştı,
bu
CD
de
5
Mart
2003’de
kaydedilmiş
gibi
olsun.’
13.
Tam
bunlar
CD’ye
kaydedilecek,
birisi
hatırlatıyor:
‘Yahu
şimdi
bizim
bu
bilgisayarlardaki
CD
oluşturma
programı
yeni,
bu
2003’de
yoktu.
Bir
yerden
2003’de
kullanılan
bir
yazılım
bulun,
CD’yi
onunla
oluşturalım.’
14.
CD,
2003
programı
ile
oluşturuluyor,
artık
bir
tek
üstüne
bir
yazı
yazmak
kalıyor
(öyle
ya,
kimin
için
hazırlandığı
belli
olsun).
‘2003’de
Ordu’da
Süha
Tanyeri
görevliydi
diyorlar,
şimdi
kendisi
emekli
ama
kendisini
çağıralım,
üzerine
“Or.K.na”
yazıversin.’
Başka
biri
diyor
ki,
‘gerek
yok,
bizde
el
yazısı
örneği
var,
oradan
harfleri
alır,
makina
ile
yazıveririz.’
[Hatırlatma:
Tanyeri’ye
ait
bu
not
defteri
Baransu’nun
bavulundan
çıkıyor.]
15.
Son
olarak,
hem
üstünde
hem
de
üstverisinde
sadece
2003
ve
öncesinin
tarihlerini
taşıyan
ve
o
dönemin
programları
ile
o
dönemki
subaylar
tarafından
son
kayıtları
yapılmış
gibi
görünen
bu
“güncellenmiş
belgeler,”
yine
o
dönemin
CD
yazdırma
programı
ile
Mart
2003’de
kaydedilmiş
gibi
görünen
bu
“güncellenmiş
CD”
içinde,
1nci
Ordu’ya
ait
ve
gerçekten
2003’de
üretilmiş
(ve
hiçbir
güncellemeye
tabi
olmamış)
başka
CD’lerle
birlikte
aynı
bavula
konulup
Baransu’ya
2003’ün
darbe
planı
olarak
veriliyor.
Biz,
bu
iddiada
ısrarcı
olanlara,
düşünmelerinde
yardımcı
olmak
için
bir
sema
hazırlamıştık;
onu
da
buraya
koyuyoruz.
108
S*5-(#?d#eI'48*&&*(*f#;*(/5:#
!"#$%&'('#P70*4#U/69"H0/4B:4#@N/4-#S1)3-.B*#.-(#.1(H&1#."3)"B#$/;&:.&:#0/,:5:4)/4#*<&*48*&-.#$-3#
/&:47:#-&*#$-7-3*&-(d?##
e!*&2*&*3)*#$*&-3&-#9*&-;.-&*3#0/3/7(/.#',*3*#0/H:&/4#$-3#$-&-49&-#(')/6/&*4-4#-5*#7*.#$-3#
/9:.&/(/5:#('(.'4)'d#N/3$*8-&*3#$*&2*&*3-#2'48*&&*(*0*#)*A/(#*7(-;#A*#)/3$*#1&/4/<:4:#
.1&&/(/0:#5'3)'3(';&*3+#/(/#)*;-W3*#1&(/#-67-(/&-4*#./3;:#.*4)-&*3-4-#2/3/47-0*#/&(/.#-9-4#
5%,#.14"5"#$*&2*&*3)*#"W/.#7"7/35:,&:.&/3#0/3/7(:;&/3):=f#
?#P70*4#U/69"H0/4+#r/(/4+#@N/4-#S1)3-.B*#.-(#.1(H&1#."3)"qB#C\#G8/.#CF?E=#
"#(!
2.2.
‘Bütün
belgeler
sahte
olsa
bile
Seminer
var,
tek
başına
suç
kanıtı
olarak
yeter’
Balyoz
belgelerinin
sahteliği
ayyuka
çıkınca,
Cemaat
medyasının
eskiden
manşetten
düşürmediği
cami
bombalama,
uçak
düşürme
gibi
darbe
planlarından
nerdeyse
hiç
bahsetmez
oldu.
Onun
yerine,
Balyoz’un
lafı
geçince,
bu
davayı
hala
savunanlar
seminer
konusuna
yoğunlaştı.
Seminerin
başına
bir
de
“Balyoz”
ekleyip,
“Balyoz
semineri”
oluverince,
kalan
tek
iş,
seminerde
darbe
planlandığını
ballandıra
ballandıra
anlatmak
oldu.
Her
şeyden
evvel
belirtelim
ki,
bu
seminer,
yani
5-‐7
Mart
2003
tarihlerinde
1.
Ordu’da
yapılan
bir
seminer,
ve
gerçek
olduğunu
sanıklardan
kimse
reddetmiş
değil.
Bu
seminerin
ses
kayıtları
var,
ki
gizlice
değil,
dönemin
1.
Ordu
komutanı
Çetin
Doğan’ın
emriyle
alındı.
Bu
kayıtlarda
söylenenleri,
sanıkların
hiçbiri
reddetmedi.
Seminerin
içeriğinden
aşağıda
bahsedeceğiz.
Ancak
şunu
hemen
yazalım:
seminerde
Balyoz,
Oraj,
Suga
vs.
gibi
planların
ne
adı
geçiyor
ne
de
kendileri
müzakere
edildi.
Darbeye
zemin
hazırlama
ve
hükümeti
devirme
hazırlıkları
–
ki
sanıklara
atfedilen
suçlar
budur
–
konuşulmadı.
Seminerde
rahatsız
edici
ifadelerin
bulunduğu
doğru.
Ancak,
seminer
kayıtlarının
tümünü
dinleyen
hiçbir
tarafsız
kişinin
bu
seminerde
darbe
planlaması
yapıldığı
sonucuna
varabileceğini
düşünmüyoruz.
O
halde
birinci
önemli
tespit
şu.
Gerçekliği
tartışılmayan
seminerle
sahteliği
defalarca
ispatlanmış
Balyoz
darbe
belgelerini
birbirinden
ayırmak
gerekiyor.
Seminer
gerçek;
Balyoz
CD’leri
ve
içlerindeki
darbe
belgeleri
sahte.
Balyoz
davası
sadece
seminerde
yapılan
konuşmalar
üzerine
açılmış
olsaydı–
açılamazdı
ya,
farz
edin
açılmış
olsaydı–
ve
sanıklar
üretilmiş
delillerle
değil
gerçek
fiilleriyle
suçlanıyor
olsalardı,
biz
ne
bu
kitabı
yazar,
ne
de
yargı/emniyet
içeresindeki
bir
çeteden
bahsederdik.
“(…)
Gelin
evvela
bu
dijital
verilerin
yasal
delil
olup
olmadığını
bir
bilirkişi
huzurunda
eski
bilirkişilerde
buraya
gelmek
üzere
tartışalım.
Buradaki
personelin
çok
küçük
bölümü
48
kişisi
sadece
seminere
katılmıştır.
48
kişi
dışındaki
olanların
evvela
davasını
çözelim
kendi
görevlerinin
başına
gitsinler.
Geriye
kalıyor
48
kişi,
48
kişi
seminere
o
zaman
için
bizzat
katılan
personel
benim
emrim
uyarınca
verdiğim
emirlere
göre
katılmıştır.
Ve
benim
sevk
idaremde
seminer
yapılmıştır.
Eğer
seminerde
bir
suç
aranıyorsa
onun
hesabını
ben
vermeye
hazırım.
Nitekim
bu
konuda
bir
hazırlığımız
da
var.
Semineri
baştan
sonuna
kadar
burada
oynamaya
hazırız.
Hem
ses
2
Yanlışlıkla
söylenen
“büyük”
kelimesini
“küçük”
ile
düzeltiyoruz.
110
bantlarından
hem
de
seminerde
gösterilen
bantlardan
hem
yapılan
tartışmalarla
açık
net
olarak.”
Seminerin içeriği
5-‐7
Mart
2003’te
1.
Ordu’da
yapılan
seminer
olağanüstü
bir
seminer
değil.
Rutin
olarak
yapılan,
ordudaki
mevcut
planların
öngörülen
senaryolar
şartlarındaki
yeterliliğini
irdeleyen
seminerlerden
bir
tanesi.
Üç
günlük
seminerin
tüm
ses
kayıtları
ve
seminerde
kullanılan
sunumlar
dikkatle
incelenince,
yapılanın
aşırı
tehditler
içeren
fiktif
bir
senaryo
üzerinden
ileride
gerçekleşmesi
ihtimaline
karşı
ordunun
hazırlığını
sınamaya
dönük
bir
çalışma
olduğu
ortaya
çıkıyor.
Seminerin
çerçevesi,
tartışılan
senaryoyla
(OYTS
–
Olasılığı
En
Yüksek
Tehlikeli
Senaryo)
belirlenmiş.
Seminerden
önce
geliştirilen
bu
senaryo,
1.
Ordu’nun
karşı
karşıya
kalabileceği
tehlikeli
şartları
bir
kurgu
halinde
katılımcıların
önüne
koyuyor.
Bu
seminer
hakkında
uluorta
fikir
yürütmeden
önce
herkesi
senaryonun
kendisini
incelemeye
davet
ediyoruz.
Senaryoyu
kısaca
şöyle
özetleyebiliriz.
Kuzey
Irak’ta
bağımsız
bir
Kürt
devleti
kurulmak
üzeredir.
TİKKO
terör
örgüt
eylemlerini
yurt
sathında
yaygınlaştırmıştır.
PKK
silahlı
eylemlerini
yoğunlaştırmıştır.
Avrupa
Birliği
ile
ilişkiler
kopma
noktasına
gelmiştir.
Yunanistan
karasularını
12
mile
çıkarıp
bir
Türk
uçağını
düşürmüştür.
İrticai
hareketler
sonucunda
çok
kişi
ölmüş
ve
yaralanmış,
işyerleri
yağmalanmıştır.
Can
derdine
düşen
halk
orduya
ait
kışla
ve
jandarma
karakollarına
sığınmıştır.
İstanbul’un
bir
çok
semtinde
sokak
çatışmaları
her
gün
vuku
bulmaktadır.
İstanbul
genelinde
halk
sokağa
çıkamaz
hale
gelmiştir.
Hükümet
sıkıyönetim
kararı
vermiş,
ancak
TBMM’de
yeterli
üye
oy
kullanmadığından
karar
onaylanamamıştır.
Bunlar
varsayılan
gelişmelerdir.
Seminerin
amacı,
ordunun
mevcut
planlarını
(Egemen
ve
Ertuğrul
planları)
bu
gelişmeler
karşısında
sınamaktır.
Tekrar
belirtelim,
sahte
Balyoz
darbe
belgelerinde
geçen,
darbeye
zemin
hazırlamaya
yönelik
ve
gerçek
suç
teşkil
eden
–
cami
bombalanması,
kendi
uçağımızın
düşürülmesi,
yönetimin
ele
geçirilmesi
gibi
–
eylemlerin
hiçbiri
seminerde
konu
edilmiyor.
Seminerde
darbenin
d’si
Balyoz’un
B’si
geçmiyor.
Seminerde
yapılan
konuşmaların
bir
kısmı
varsayılan
bir
iç
ayaklanmaya
karşı
alınan
tedbirleri
içeriyor.
Bu
tedbirlerin
bir
senaryo
çerçevesinde
tartışıldığı
göz
önünde
bulundurulduğunda,
katılımcıların
konuşmalarından
derlenen
‘insanlar
stadyumlara
tıkılacaktı,’
“İstanbul’un
üstüne
çökeceklerdi”
gibi
ifadelerin
çarpıtma
olduğu
açıkça
anlaşılabilir.
Benzer
çalışmaların
her
orduda
yapıldığını
da
ekleyelim.
Örneğin,
Amerikan
ordusunun
iç
karışıklıklara
karsı
tedbirli
olmak
amacıyla
hazırladığı
bir
saha
talimatnamesi,
olası
bir
ayaklanmayı
bastırmak
ve
sivil
halkı
etkisiz
hale
getirmeyi
amaçlayan
bir
dizi
askeri
önlemi
sıralıyor.
Tutuklananların
etkisiz
hale
getirilmesi,
mevcut
hapishanelerin
genişletilmesi,
istihbarat
faaliyetlerinin
arttırılması,
silahların
depolanması,
ölümcül
kuvvet
kullanabilecek
sniperlerin
yerleştirilmesi
gibi
faaliyetler
tüm
detayları
ile
anlatılıyor.
111
Kısaca,
seminerin
içeriğinde
bir
darbe
hazırlığı
çerçevesinde
ve
bu
darbeye
zemin
hazırlamak
amacıyla
yapıldığına
dair
hiçbir
inandırıcı
kanıt
yok.
Öte
yandan,
Çetin
Doğan
başta
olmak
üzere
kimi
katılımcıların
senaryoda
kurgulanmış
olayların
günün
gelişmeleriyle
bazı
paralellikler
taşıdığını
düşündükleri
ve
bunu
açıkça
ifade
ettikleri
de
bir
gerçek.
İrticanın
“tırmanışı”
ve
bunda
AKP
yönetiminin
olası
katkısı
konusunda
komutanların
tasaları
bazen
ön
plana
çıkıyor.
Bu
bağlamda
Tayyip
Erdoğan’ın
ve
AKP’li
bazı
siyasetçilerin
adları
geçiyor.
Bir
noktada
Tuzla
ve
Sultanbeyli
Belediye
Başkanlarının
isimleri
telaffuz
edilip,
senaryonun
gerektireceği
operasyonlar
kapsamında
görevlerinden
alınacağı
söyleniyor
(s.147).
Üsküdar
ve
Ümraniye’de
görevden
alınacak
kişilerin
isimleri
(ses
kayıtlarından
anladığımız
kadarıyla)
perdeye
yansıtılıyor
(s.140).
Her
ne
kadar
seminer
genelinde
gerçek
isimlerin
kullanılmaması
kuralına
uyulmuşsa
da,
tek-‐tük
gerçek
şahıslara
atıfta
bulunulması,
bu
şahıslardan
bazılarının
görevden
alınacağının
söylenmesi
kabul
edilebilecek
şeyler
değildir.
Seminer
görüşmelerinin
bazı
bölümlerinin
amaçlarını
aşıp,
gerçek
kişileri
hedef
haline
getirdiği
söylenebilir.
Zira,
sunumların
birinde
Üsküdar’da
görevden
alınacak
belediye
ve
imam
hatip
lise
görevlileri
listelenmiş.
Bu,
diğer
sunumlarda
olmayan,
istisnai
bir
özellik
taşıyor.
Bu
bölümlerin
seminerin
tümü
içeresinde
küçük
bir
yer
kapladığını,
seminerin
büyük
bölümünün
iç
karışıklıklar
ve
Yunanistan’a
karşı
alınacak
rutin
askeri
önlemlerden
oluştuğunu
da
görmek
gerekir.
Seminer
için
hazırlanan
ana
senaryoda
ve
yüzlerce
sayfa
tutan
sunumların
tekinde
dahi
(Annan,
Bush
gibiler
dışında)
kurallara
uygun
olarak
gerçek
isimlere
yer
verilmemiş.
Neredeyse
200
sayfa
tutan
seminer
kayıtlarının
sadece
2-‐3
sayfasında
gerçek
isimler
geçiyor.
Seminerde
geçerli
genel
havayı
özetlemek
gerekirse
Çetin
Doğan
ve
komutanların
“bu
iş
kötüye
gidiyor,
biz
iyisi
mi
olası
bir
irticai
ve
bölücü
tırmanış
karşısında
hazırlığımızı
yapalım”
düşüncesinde
olduklarını
söyleyebiliriz.
Önemli
bir
nokta:
Seminerde
tartışılan
faaliyetlerin
hepsinin
mevcut
kanunlar
ve
yönetmelikler
çerçevesinde,
emir-‐komuta
zinciri
içeresinde
yapılacağının
tasarlandığı
açık.
Örneğin,
görevden
alınmalar
ve
tutuklamalar
Sıkıyönetim
ve
Emasya
kanunlarının
orduya
verdiği
yetki
çerçevesinde
konuşuluyor.
Oysa
Balyoz
darbe
belgelerinde
geçen
faaliyetler
ise
hukuksuz
olduğu
apaçık
faaliyetler:
Bu
belgelere
göre,
Çetin
Doğan
yönetiminde
bir
cunta
darbeye
zemin
hazırlamak
üzere
(uçak
düşürmek,
cami
bombalamak
gibi)
bir
dizi
kışkırtıcı
operasyon
planlıyor.
Sonra
da
cebren
yönetimi
eline
geçirip,
kendi
seçtiği
bakanlardan
bir
hükümet
kuruyor.
Seminere
katılanların
hiçbiri
kanunlara
aykırı
bir
şey
yaptığını
düşünmüyor.
Balyoz
belgelerinin
ise
suç
teşkil
ettiği
konusunda
hiç
kimsenin
bir
şüphesi
olamaz.
112
Ültimatom
lafı
Seminerde
olmaması
gereken
bir
diğer
şey,
Çetin
Doğan’ın
kapanış
konuşmasında
“ültimatom”
lafını
telaffuz
etmesidir.
Doğan’ın
ültimatom
lafını
kullandığı
konuşmanın
ilgili
bölümü
şöyle:
Türkiye’de
medyada
bu
konuşma
üzerine
yapılan
tartışmalarda
gözden
kaçan
birkaç
şeye
dikkat
çekelim.
Birincisi,
Doğan,
milli
mutabakat
hükümeti
kurulması
fikrini
o
günkü
şartlar
için
değil,
seminerde
öngörülen
senaryo
çerçevesinde
ortaya
atıyor.
“Bu
öngördüğümüz
senaryonun
içerisinde
öngördüğüm
bir
çözüm
tarzı.
Hani
bugün
de
gidip
onu
şu
anda
yapın
diye
gideceğim
yok.
Yanlış
da
anlamayın”
diyerek
Doğan
bu
hususun
altını
özellikle
çiziyor.
İkincisi,
bu
satırları
okuyanların
(ya
da
ses
kayıtlarında
dinleyenlerin)
Doğan’ın
milli
mutabakat
hükümeti
gerektirdiğini
savunduğu
ortamı
iyi
anlamaları
lazım.
Yukarıda
belirttiğimiz
üzere,
senaryo
gereği
ülke
bir
iç
ve
dış
savaş
eşiğine
gelmiştir.
Ülkenin
her
yerinde
sokak
çatışmaları
her
gün
vuku
bulmakta,
İstanbul
genelinde
halk
sokağa
çıkamaz
hale
gelmiştir.
Yönetim
ise
tamamen
kilitlenmiş
durumdadır.
Gene
senaryo
gereği
hükümet
sıkıyönetim
kararı
vermiş,
ancak
TBMM’de
yeterli
üye
oy
kullanmadığından
karar
onaylanamamıştır.
Ülkenin
–
senaryo
gereği
–
içinde
bulunduğu
bu
zor
durum,
ordunun
hükümete
milli
mutabakat
hükümeti
kurulması
yönünde
ültimatom
vermesini
haklı
kılar
mı?
Hayır.
Ancak,
“ültimatom”
kelimesinin
hangi
şartlar
altında
telaffuz
edildiğinin
anlaşılması,
Çetin
Doğan’ın
Mart
2003
ortamında
bir
ültimatom
verilmesi
gibi
bir
düşüncesi
olup
olmadığının
aydınlığa
kavuşması
açısından
önemlidir.
113
Seminerin
bir
de
hiç
konuşulmayan
taraflarına
bakın
Seminer
üzerine
tartışmalar,
doğal
olarak
seminerin
iç
ayaklanma
ile
ilgili
kısımlarına
yoğunlaştı.
Ancak
seminerin
bir
gününde
Yunanistan’la
olası
bir
gerginlik/savaş
durumunda
alınacak
önlemlerin
görüşüldüğü
gözden
kaçmamalı.
Bu
önemli
çünkü
seminerdeki
konuşmaların
darbe
planlarını
ispatladığını
iddia
edenlerin
mantığını
Yunanistan’la
ilgili
bölümlere
uygularsak,
Yunanistan’ın,
Türkiye’ye
savaş
açması
gerekiyordu.
Seminer Katılımcısı:
“Taarruz
kademesinde
3.
Zırhlı
Tugay
ihtiyata
asil
taarruz
65.
Mekanize
Piyade
Tugay
Bölgesinde
olmak
üzere
Meriç
Nehrini
geçerek
Lavara
Karakilise
Karingos
istikametinde
taarruzla
Karimbos
ve
Tagsades
bölgesini
ele
geçirecektir.”
İşgal planı hazır: Taarruz Karaağaç üçgeninden, Meriç Nehri’nin Batısı işgal edilecek!
Çetin Doğan:
“Tamam.
Evet…
Simdi…
Eee
Behzat
Paşa
siz
hangi
tugayları
tasarruf
edip
nasıl
bir
işgal
planı
düşünüyordunuz?”
54
ve
55
yukarıda
Karaağaç
üçgeninden
taarruz
ediyor.
Ordaki
tertibiniz
nasıl?
…
33’ü
oraya
mı
indiriyorsunuz?”
Seminer Katılımcısı:
“Görev
bölümü
perdede
arz
edilmiştir.
Harekât
üç
safhada
icra
edilecektir.
1.
Safha
intikal
ve
yığınak
safhasıdır.
…
Taarruz
safhasında
5.
Kolordu
Sulucadere
istikametinde
taarruzla
Yunanistan
topraklarının
Evros
bölgesine
kadar
olan
kısmını
ele
geçirecek,
2.
Kolordu
ateşle
taarruz,
bozucu
taarruz,
taktik
akın,
sızma
gibi
özel
harekat
nevilerini
uygulayarak
düşman
ve
stratejik
tesislerine
azami
zayiat
verecek
şekilde
stratejik
savunma
icra
edecektir.
3.
Safha
müteakip
harekat
safhasıdır.
Bu
safhada
ele
geçirilen
bölgelerde
savunma
tedbirleri
alınacak
ve
müteakip
harekata
hazır
olunacaktır.”
Seminer Katılımcısı:
“Bütün
ateşlerini
kesmek
zorunda
topçu
ateşlerini,
hava
savunma
ateşlerini
hepsini
kesecek
ki
sadece
Apache’ler
ateş
edebilsin
komutanım.”
114
Yunan
Kolordusunu
imha
edecekler
ama
Straoli’yi
ele
geçiremeyecekler!
Seminer Katılımcısı:
“Kuşatma kanadı içerisinde kalan aşağı yukarı D Kolordusunun tamamı da imha edilecektir.”
Çetin Doğan:
“Burda… eee… Makti Kikri Boğazlarına girmiyorsun galiba tamam değil mi ileri gitmiyorsun.”
Seminer Katılımcısı:
“Düşmanın
son
savunma
hattı
olan
Makri
Kirkii
boğazları
ile
Straoli
bölgesi
ele
geçirilememektedir.”
Seminer Katılımcısı:
“Çıkan
fırsatlardan
istifadeyle
Ateşle
taarruzla
ileri
hareketle
takviyeli
5.
Kolordunun
bir
kısım
unsurlarıyla
Karaağaç
Malyoz
Kızılnehir,
diğer
bir
kısım
unsurlarıyla
Meriç
ilçesi
Kriyaki
Kuzey
istikametinde
iki
taraflı
kuşatma
ile
Kuzey
Evros
bölgesini
ele
geçirmesini
arz
ve
teklif
ediyorum
komutanım.”
Seminer Katılımcısı:
Seminer Katılımcısı:
“Komando
birliklerinin
sazlık
ve
bataklıklardan
sızdırılarak
düşman
gerilerinde
harekat
icra
etmelerinin
bu
kapsamda
5.
Komando
Alayının
bölgede
kullanılması
uygun
olacağı
değerlendirilmektedir.”
Seminer Katılımcısı:
“Makri
ve
Kirki
gibi
spesifik
hedef
verilmemesi
ve
hedef
seçiminin
Ordu
Komutanının
inisiyatifine
bırakılması
halinde
Çayır
Dere
ve
Kuzey’e
uzanımı
hattına
kadar
olan
bölgenin
ele
geçirilmesinin
yeterli
olacağı
değerlendirilmektedir.”
115
Harp
esirlerini
hangi
güzergâhtan
götüreceklerine
kadar
konuşmuşlar!
Seminer Katılımcısı:
“Harp
esirleri
tahliye
güzergâhları
aynı
zamanda
ana
ikmal
yoludur.
Esirlerin
tahliyesinde
bos
donun
ikmal
araçlarından
yararlanılacağından
başka
bir
güzergâhın
kullanılmasının
uygun
olacağı
değerlendirilmiştir.”
Seminer Katılımcısı:
“Öldüren
teknik
daha
ziyade
belki
ilk
savunma
hatları
üzerinde
nehir
geçişi
esasında
yapılmasının
nehir
geçiş
safhasını
daha
kolaylaştıracak
kanaatine
ben
kişisel
olarak
vardım…
Açıktaki
hedeflere
karşı
özellikle
ama
gömülmüş
hedeflere
basıncı
yeterli
basınç
yapmıyor.
Öldüren
teknik
evet.”
Seminer Katılımcısı:
“Ülkenin
rejimine
ve
bekasına
yönelik
tehdit
kontrol
edilebilir
seviyeye
geldikten
sonra
Yunanistan
ve
Güney
Kıbrıs
Rum
yönetimine
Türkiye’nin
içinde
bulunduğu
durumu
istismar
etmelerinin
bedeli
en
acı
bir
şekilde
ödettirilebilir.”
Seminer Katılımcısı:
Seminer Katılımcısı:
“Savunma
cephesinin
çok
geniş
olması
nedeniyle
düşman
tarafından
kuvvet
tasarrufu
bölgesi
olarak
değerlendirilen
kesimler
düşman
geri
bölgesine
sevk
edilecek
gayri
nizami
harp
unsurları
için
kullanılabilir.
Cephenin
geri
bölgesinde
Bulgaristan’a
karşı
yeterli
emniyet
tedbiri
alınmamış
olması
nedeniyle
bu
bölgelerden
gayrinizami
harp
unsurlarıyla
düşman
birliklerinin
cephe
gerisine
sızabilir
ve
gayrinizami
harp
unsurlarıyla
düşman
birliklerin
cephe
gerisine
sızabilir
ve
gayrinizami
harp
faaliyetinde
bulunabilir.
Derbent
hattının
süratle
ele
geçirilmesi
Karaağaç
ve
Dimetoka
bölgelerindeki
düşman
birliklerinin
güneyden
kuşatılarak
imha
olmasını
sağlayabiliriz
komutanım.”
116
Parça
parça
imha
edeceklermiş!
Seminer Katılımcısı:
“Düşmanın
savunma
derinliğinin
en
az
olduğu
Suluca
deresi
ile
Kızılnehir
arasındaki
bölgenin
sıklet
merkezi
tesis
edilerek
taarruzla
ele
geçirilmesi
durumunda
düşman
cephesinin
yarılabileceği
ve
parça
parça
imha
edilebileceği
değerlendirilmektedir.”
Çetin Doğan:
“Tırmanma
olacaktır
kaçınılmaz
bir
şekilde
ve
bunu
kontrol
etmeye
çalışacağız.
Kontrol
ve
çatışma
ve
gerginlikler
uçaklar
düşüyorsa
Ege’de
bazı
şeyler
oluyorsa
efendim
buradaki
şeyde
sınırlarda
iki
tarafın
askerleri
birbirine
barış
çiçekleri
atacak
hali
yok.
Mutlaka
mevzi
sınırlı
bir
çatışma
olacaktır.”
“Yunanistan’ın
karasularını
12
mile
çıkarması
ve
bu
durumun
Türkiye
tarafından
kabul
edilmemesi
nedeniyle
oluşan
belirsizlik
Ege
denizinde
ve
hava
sahasında
her
iki
devletin
de
kendisine
ait
kabul
ettiği
alanlarda
çatışmalara
sebep
olmuştur.
Bu
olaylar
sonucunda
Yunanistan
tarafından
bir
Türk
F16
savaş
uçağı
Ege
denizi
açıklarında
düşürülmüş.
Sakız
adası
8
mil
açığında
Deniz
Kuvvetlerimiz
ait
bir
hücumbota
Yunan
savaş
uçaklarınca
taciz
ateşi
açılmıştır.
Yunanistan
özel
kuvvetlerine
ait
bir
tim
Kardak
kayalıklarına
çıkmıştır.
Karaağaç
bölgesinde
sınırda
görevli
bulunan
devriye
timine
Yunanistan
Hudut
birliklerince
açılan
taciz
ateşi
sonucunda
iki
erimiz
şehit
olmuş,
olay
üzerine
ateşin
açıldığı
Yunan
karakoluna
sinir
birliklerimizce
karşılık
verilmiş
bu
gelişme
ile
Türk
Yunan
hududunda
gerginlik
hat
safhaya
ulaşmıştır.”
Yine
aynı
şekilde,
Seminerin
önemli
bir
kısmında
senaryoda
tasvir
edilen
irticai
iç
ayaklanmanın
gerçekleştiği
varsayılıyor
ve
bu
koşullarda
1nci
Ordu’nun
mevcut
planları
sınanıyor,
planlara
revizyonlar
öneriliyor.
Seminer
ses
kayıtlarından
kimi
alıntıların
kontekst
dışı
aktarılmasının
ses
kayıtlarını
baştan
sona
dinlemeyenler
ya
da
seminerin
amaç
ve
mantığını
kavramayanlar
için kafa
karışıklığı
yaratması
gayet
mümkün.
Son
olarak,
şunu
vurgulayalım:
Balyoz
davasında
seminere
doğrudan
suç
atfetmiyor.
Mahkemeye
göre,
seminerde
üstü
örtülü
bir
şekilde
bir
darbe
müzakeresi
yapılmış.
Hangi
darbenin?
Balyoz
darbesinin.
Çünkü
11
no.lu
CD’den
çıkan
Balyoz
Harekat
Planı
belgesinde
aynen
şöyle
yazıyor:
“Buna
paralel
olarak
BALYOZ
Güvenlik
Harekat
Planı,
“Olasılığı
En
Yüksek
Tehlikeli
Senaryo”
isimli
jenerik
bir
plan
şeklinde,
“GİZLİ”
gizlilik
derecesinde
ve
özel
seçilmiş,
sınırlı
sayıda
personelin
katılımıyla
icra
edilecek
bir
plan
seminerinde
denenecek
ve
müzakere
edilecek”
(sayfa
6)
“BALYOZ
Güvenlik
Harekat
Planı’nın,
“Olasılığı
En
Yüksek
Tehlikeli
Senaryo”
isimli
jenerik
bir
plan
şeklinde
oynanacağı
plan
seminerine
kadar,
irticai,
yıkıcı
ve
bölücü
gruplara
ait
117
mevcut
tüm
listeler
ile
teşkil
edilecek
olan
özel
görev
timlerinin
listeleri
güncellenecek
ve
devamlı
olarak
güncel
tutulacak,”
(sayfa
9)
Savcılar,
bu
Word
belgesine
dayanarak
seminere
katılanların
seminerde
daha
evvel
hazırladıkları
Balyoz
darbe
planını
sınadıklarını
iddia
ediyorlar.
Seminerin
iddianamede
delil
teşkil
etmesinin
tek
ve
esas
nedeni
bu.
Bu
iddialarını
da,
seminer
ses
kayıtlarında
geçen
kimi
ifadelerin
benzerlerinin
Balyoz
belgelerinde
geçiyor
olmasıyla
destekliyorlar.
Bir
sonraki
bolümde
anlatacağımız
üzere,
Balyoz
belgelerini
hazırlayanlar,
seminerdeki
kimi
ifadeleri
alıp
çeşitli
Balyoz
belgelere
serpiştirmişler
ve
böylelikle
sahte
Balyoz
planı
ile
gerçek
semineri
ilişkilendirmeye
çalışmışlar.
Seminere
katılanlar
sözde
darbe
hazırlığı
yapan
Çetin
Doğan
ve
diğerleri
tarafından
belirlenmiyor.
Balyoz
belgesinde
yazdığının
aksine
“seçmece”
katılım
yok;
katılımcılar
görevleri
itibarıyla
belirleniyor
ve
seminere
emir-‐komuta
gereği
katılıyorlar.
Üstelik,
darbe
provasının
kaydı
arşive
girsin
diye
olacak,
seminerin
ses
kaydının
yapılması
emrini
bizzat
Çetin
Doğan
veriyor!
Zaten
savcılar
dahi
kendi
iddialarına
fazla
inanmamış
olacaklar
ki,
toplam
üç
iddianamede
seminere
katılan
162
kişiden
sadece
52’sini
(yani
1/3’ten
azını)
Balyoz
davasında
sanık
yapıvermişler.
Seminer
katılımcılarından
çok
büyük
bir
bölümünün
ifadesine
bile
başvurmamışlar
Rakamları verelim.
5-‐7
Mart
2003’deki
1nci
Ordu
Plan
Seminerine
katılan
162
kişi
var.
Bunlardan
52’si
Balyoz
davasında
sanık.3
‘Darbe
müzakere
edildiği’
iddia
edilen
Seminerin
katılımcılarından
100’den
fazlasının
ifadesine
bile
başvurulmadı.
Bu
durumda,
Balyoz
davasında
yargılanan
365
sanıktan
sadece
52si
(yani
%14’ü)
seminer
katılımcısı.
Geri
kalanının
seminer
ile
uzaktan
yakından
ilgisi
yok;
dijital
Balyoz
belgeleri
üzerinden
suçlanıyorlar.
Belki
bir
görsel,
resmi
daha
iyi
ortaya
koyar.
3
Birinci
Balyoz
iddianamesinde
48,
Üçüncü
Balyoz
iddianamesinde
4
kişi.
118
!
S*5-(#Cd#!/&01,#)/A/5:4)/.-#5/4:.&/3#A*#5*(-4*3#./7:&:(8:&/3:##
SCFVW_#D*(-4*3#.*4)-#-9*3-5-4)*#5"9#$/3:4):3(:013>#5/67*#$*&2*&*3*#2*39*.&-.#./7(/.#-9-4#."32"0/#
)/6-&#*)-&-013=#
!/&01,#)/A/5:#-9-4+#@$'7'4#$*&2*&*3#5/67*#1&5/#$-&*#D*(-4*3+#7*.#$/;:4/#)/3$*#5"9"4" ./4:7&/3B#)*(*.#
('(.'4#)*<-&=##
!/5-7#2*39*.#;"#.-+#!/&01,#$*&2*&*3-4-4#5/67*&-<-4-4#-5H/7&/4):<:#/4+#!/&01,#H&/4:4:4#5*(-4*3)*#
(',/.*3*#*)-&)-<-#-))-/5:#)/#9%.7'=#I*39*.#1&(/0/4+#5143/.-#0:&&/3)/#'3*7-&(-;#!/&01,#)/3$*#H&/4:#
CFFEB)*.-#5*(-4*3)*#4/5:&#H31A/#*)-&(-;#1&/$-&-3q#P&$*77*#.-#1&/(/,=##
!/.:4+#eL".".#)-&-0&*#.14";(/.#2*3*.-3f#)*0-H+#$/;./&/3:4:#5-0/5-#/s-7/5014#0/H(/.&/#5"9&/0/4#O/6/#
V.01&#?J#P.-(#CF?E#7/3-6&-#0/,:5:4)/#V.01*#)-013d#
eNRYPaRU#.-#MNB&*3-4#6*H5-#5/67*+#W/./7#137/)/#.-(5*4-4#5/67*#)*(*)-<-#$-3#ec&/4#D*(-4*3-f#
A/3>#)/3$*#6/,:3&:<:#0/H:&):<:#01&"4)/.-#0/32:#./3/3&/3:4:4#6/3*.*7#41.7/5:#$"#H&/4#
5*(-4*3-)-3=#_v`#
!"#ec&/4#D*(-4*3-f+#\Zl#U/37#CFFE#7/3-6&*3-4)*#R57/4$"&B)/+#!-3-48-#G3)"#Q1("7/4:#G32=#
b*7-4#N1</4#7/3/W:4)/4#0/H:&(:;7:3=#Y/32:7/0B/#2%3*+#5*(-4*3#2%3'47'5'#/&7:4)/+#$"3/)/#
e!/&01,#I'A*4&-.#L/3*.|7#c&/4:B4:4#)*<*3&*4)-3-&)-<-#(/))-#$-3#A/.:/):3=f#G4"4#-9-4#$'7'4#
6'.('4#7*(*&-4)*#$"#5*(-4*3#A/3+#)-013"(=f#
Y/4-#V.01&B/#2%3*#MNB&*3#5/67*#1&5/#)/6-#%4*(-#01.+#9'4.'#Y/32:7/0#H&/4#5*(-4*3-4)*#$-3#)/3$*#
H&/4:4:4#)*<*3&*4)-3-&)-<-#514"8"4/#A/3(:;=#L/42-#)/3$*#H&/4:q#e!/&01,#I'A*4&-.#L/3*.|7#c&/4:f{#
c*.-#MNB&*3#5/67*#-5*+#/):#A*#)*7/0&/3:#5/)*8*#$"#MNB)*#2*9*4#!/&01,#c&/4:#4/5:*(-4*3)*#(',/.*3*#
*)-&(-;#1&/$-&-3q##
""(!
D*(-4*3)*.-#e)/3$*8-&*3f#5*4*&*3#5143/#$-3-&*3-4-4#'3*7*8*<-#5/67*#$-3#H&/4:#4/5:&#CFFE~)*#
)*<*3&*4)-3(-;#1&/$-&-3&*3q#
Y/#)/#$/;./#$-3#513"d#D*(-4*3)*#$-3#)/3$*#H&/4:#2%3';'&(';#-5*#4-0*#5*(-4*3*#./7:&/4#1#./)/3#
.-;-)*4#5/)*8*#.'9'.#$-3#/,:4&:</#8*,/#A*3-&-013q#M*,/5:#14/4/4#CEl#5/4:.7/4#5/)*8*#EEB"#5*(-4*3#
./7:&:(8:5:=#!"#(/47:</#2%3*+#./7:&:(8:&/3:4#}hFB-#5*(-4*3#5:3/5:4)/#0/#"0"013(";+#0/#)/#)/3$*#
H&/4:#2%3';'&)'<'#W/3.#*7(*(-;=#
S*5-(#Ed#!/&01,#./3/3&/3:#
D14#1&/3/.+#$"3/0/#L-&(-#x,.%.B'4#!/&01,#-))-/&/3:#A*#5*(-4*3#-&*#-&2-&-#?C48-#V<:3#M*,/#
(/6.*(*5-4)*#5%0&*)-.&*3-4-#7/;:013",=##
L-&(-#x,.%.#5*(-4*3#-9-4#4*#)*)-q#
!-3#%48*.-#$%&'()*#0/,(:;7:.>#!/&01,#U/6.*(*5-#L-&(-#x,.%.B'4#7/4:.#1&/3/.#)-4&*4(*5-4-#
3*))*77-=#V48/.+#L-&(-#x,.%.B'4+#P32*4*.14#)/A/5:4)/#7/4:.&:.#0/H7:<:#8*&5*&*3)*.-#-W/)*&*3-#A/3=J#
x,.%.+#I*4*&#Q"3(/0#!/;./4&:<:#0/H7:<:#)14*(&*#-&2-&-#%4*(&-#$/,:#$-&2-&*3#A*3)-=#V0:;:<:#A*#Y/./(1,#
/):4)/.-#H&/4&/3:4#5"4"(&/3:4:4#.*4)-5-4*#01&&/4):<:4:#W/./7#2*39*.&-<-4-#$-&(*)-<-4)*4#$"#.14")/#
$/;./#-48*&*(*#0/H(/):<:4:+#P32*4*.14#;*(/5:4:4#)/#.*4)-5-4*#URO#7/3/W:4)/4#A*3-&)-<-4-#W/./7#
-4/4):3:8:#$"&(/):<:4:#5%0&*)-=#
7!%,!'89.6.23"':$%*;9')!*4'1!&'<%$")$"'=$14&!';%+<>';%,$)-?-'394&!"4@'
J#CZE#V<"5715#CF?C#7/3-6&-+#C?E48'#A*#C?J48'#8*&5*&*3=#
")#!
Bir
Kısım
Sanıklar
müdafi
Av.
Celal
Ülgen:
“Son
kısa
gene
görev
yaptığınız
sürede
Genelkurmay
Başkanı
olarak
Ay
Işığı,
Yakamoz,
Eldiven
ya
da
adı
bir
başka
olan
bir
darbe
planı
ya
da
darbe
hazırlığı
bilgisi
size
ulaştı
mı
siz
böyle
bir
şeyi
duyumsadınız
mı?”
“Ben
sadece
Yakamoz
ve
Ay
Işığını
okuduğumu
diğer
eldiven
ve
diğerini
görmediğimi
Savcılık
ifademde
de
söyledim
bugün
de
bugün
de
konu
oldu.
Onun
dışında
bunları
şeyden
üstünde
bir
değer
taşıyan
bir
başka
bir
belge
almadım
bu
belgelerin
kanunen
geçerli
belgeler
olmadığını
daha
evvel
ifade
etmiştim.”
“Başka
adla
anılan
bir
bilgi
geldi
mi?
Başka
adla
anılan
bir
darbe
planı
gibi
bir
bilgi
geldi
mi
size?”
“Hayır, hayır darbe yapalım şey yapalım diye herhangi şey gelmedi.”
Mahkeme Başkanı:
“Sanık
Mehmet
Zekeriya
Öztürk’ün
şöyle
bir
sorusu
var.
İstanbul
13.
Ağır
Ceza
Mahkemesi
yargılaması
kapsamında
devam
eden
davanın
önemli
iddialarından
biri
de
darbeye
zemin
hazırlamak
ve
kaos
ortamı
oluşturmaktır.
Doğal
olarak
darbe
iddiasında
askeri
yapılarla
ilişkilendirilmektedir.
Bugüne
kadar
iddia
olunan
Yakamoz,
Sarıkız,
Ay
ışığı
ve
Balyoz
darbe
iddialarıyla
ilişkili
olarak
konumunuz
itibariyle
geçmişte
tespit
ettiğiniz
veya
size
aktarılan
darbeye
zemin
hazırlanıyor.
Kaos
ortamı
yaratılacak
bilgilerinin
olup
olmadığını
sizden
soruyor.”
“Bu
belge
dışında
bana
2004
bahar
ayında
gelmişti
[Yakamoz
ve
Ay
Işığı
sunumlarını
içeren
belgeyi
kastediyor],
orada
ben
kaos
yaratılacak
falan
diye
onlar
şey
etmişler,
onu
gördüm.
Onun
dışında
kaos
yaratılacak
diye,
o
kelimelerle
o
anlamda
bir
şey
bana
söylenmedi
efendim.”
Bu
ifadelerden
de
anlaşılacağı
üzere,
Balyoz
diye
bir
darbe
planından
Hilmi
Özkök’ün
haberi
olmamış.
Dolayısıyla
bu
darbenin
gerçekleşmesini
kendisinin
engellemiş
olduğu
iddiası
da
tamamen
gerçek
dışı.
121
1.
Ordu
ihtilale
hazırlanıyor
iddiası
üzerine:
“Yine
sanıklardan
Mustafa
Ali
Balbay’ın
dijitallerinde
ele
geçirilen
silinmiş
öğelerden
kurtarılan
günlüklerde
MİT.txt
isimli
bir
metin
belgesi
içerisinde
30
Mayıs
2003
Cuma
günü
MİT
Müsteşarlığında
yemek
başlığı
altında
Şenkal
Atasagun,
Emre,
İlhan
Selçuk,
İbrahim
Yıldız,
M.B.
katılan
kişilerin
isimleri
yazılmış.
Cumhuriyet’in
manşet
diyor,
Şenkal
Atasagun,
Ş.A.
Cumhuriyet’in
manşeti
çok
etkili
oldu.
Bu
haber
başka
yerde
çıksa
başka
değerde
olur,
bir
de
sizin
imzanız
var,
kaynağınız
ne
bilmiyorum
ama
önemli
olmalı.
Eğer
mektuplarsa
bize
de
geliyor,
burada
Cumhuriyetin
manşetinden
bahsediyor.
Bu
da
malum
bildiğiniz
genç
subaylar
tedirgin
başlığıyla
çıkan
manşet.
Bunun
üzerine
Şenkal
Atasagun
yorum
yapıyor,
çok
etkili
olduğunu
söylüyor,
kaynağınız
bilmiyorum
ama
diyor
önemli
olmalı
diyor.
Mektuplarsa
diyor,
bize
de
geliyor
diyor.
Ve
devam
ediyor
İstanbul’dan
1.
ordudan
geliyor,
oraya
baksan
1.
orduda
her
şey
hazır.
İhtilala
hazırlanıyorlar,
şimdi
gazetecilerle
o
dönemin
MİT
Müsteşarı
olan
kişi
bu
konuyu
paylaşıyor.
1.
ordudan
geliyor
diyor
haberler,
oraya
baksan
1.
orduda
her
şey
hazır
ihtilala
hazırlanıyorlar,
Mustafa
Ali
Balbay’da
kaynaklar
sağlamdı
diyor.
Sizi
de
bu
şekilde
Şenkal
Atasagun
bizzat
kendisi
veya
aracılarıyla
veya
diğer
yollarla
bu
bilgiler
geldi
mi,
ulaştırıldı
mı?”
Mahkeme Başkanı:
“Buyurun.”
Bir kısım sanıklar müdafii Av. Celal Ülgen söz istedi verildi:
“Sayın
Başkan
gene
1.
orduyla
ilgili
bir
başka
Mahkemede
kamuoyunda
Balyoz
adı
verilen
bir
yargılama
yapılmaktadır.
Orada
ısrarlı
olarak
Sayın
Hilmi
Özkök’ü
tanık
olarak
çağırmamıza
rağmen
o
Mahkeme
ısrarla
ve
inatla
çağırmamakta
direnmektedir.
Ama
burada
sanıyorum
Sayın
Cumhuriyet
Savcısı
o
davaya
delil
olsun
diye
Sayın
Tanığa
sorular
yöneltmektedir.
Bu
iddianamede
olmayan
bir
konuyla
ilgilidir
ve
bir
başka
Mahkemede
görülen
davayla
ilgilidir,
bu
nedenle
bu
soruya
itiraz
ediyorum.
Tekrar
risk
alarak
Sayın
Tanığın
cevap
vermesine
de
muvafakat
ediyorum.”
Mahkeme Başkanı:
“Evet,
Savcı
Bey
Şenkal
Atasagun’un
söylediği
sözleri
söylüyor
ve
huzurdaki
tanığa
söylenip
söylenmediğini
soruyor.
İtirazın
kabul
edilmedi,
soruya
cevap
verin
buyurun
Hilmi
Bey.”
“Şenkal
Atasagun
bana
bu
konuda
herhangi
bir
şey
söylemedi,
böyle
bir
algılamam
da
olmadı.
Olayı,
olup
olmadığını
onu
ben
takdir
edemem,
bilemem
böyle
bir
şey
söylemiş
midir,
değil
midir
ama
bana
söylemedi.”
122
“Çetin
Doğan’ın
Ankara’ya
gelmesi
demek,
yani
Genelkurmay
Başkanı
olması
normal
yollarla
mümkün
müdür?”
“Çünkü
onun
hakiki
olmadığını
söyledi
Sayın
Avukatlar
ve
şey,
sadece
eğer
Mahkeme
müsaade
ederse
bilirkişi
olarak
söylemem
lazım
bunu,
tanık
olarak
değil.
Çetin
Doğan’ın
buraya
gelmesi
askeri
teamüller
yönünden,
Ankara’ya
gelmesi
mümkün
değildi.
Çünkü
onun
emekli
olacağı
sene
Kuvvet
Komutanlığında
boşalma
yoktu,
dolayısıyla
Kuvvet
Komutanı
olması,
arkasından
Genelkurmay
Başkanı
olma
ihtimali
yoktu
eğer
o
kastediliyorsa
Ankara’ya
gelmekle.
Çünkü
o
3.
senesindeydi,
Kuvvet
Komutanının
değişeceği
sırada,
o
sırada
2
kişi
vardı
onun
önündeki
seyreden,
onlardan
bir
tanesini
yetkisine
binaen
sayın
benden
önceki
Genelkurmay
Başkanı
atadı.
Dolayısıyla
1
sene
sonra
Çetin
Doğan
otomatik
olarak
4
senesini
tamamladığı
için,
bekleme
süresini
emekli
oldu
arz
ederim.”
Yani
Çetin
Doğan
askeri
teamüller
açısından
emekliye
ayrılması
gerektiği
için
emekli
olmuş,
yoksa
Hilmi
Özkök
ya
da
bir
başkası
tarafından
emekli
edildiği
için
değil.
“Tabi
efendim
4,
6
Mart
2003
tarihlerinde
1.
Ordu
Komutanlığında
darbe
planlamasına
yönelik
bir
seminer
yapıldığı.
Darbenin
dönemin
genel
darbenin
dönemin
Kara
Kuvvetleri
Komutanı
Aytaç
Yalman
tarafından
önlendiği
iddiaları
vardır.
O
dönemdeki
Genelkurmay
Başkanı
olarak
bilgi
ve
tanıklığınız
nedir
bu
konuyla
ilgili?”
Mahkeme Başkanı:
“Bu soruyu sormanızın amacı nedir Avukat Bey? Bu davayla ilgili midir?”
“Efendim
(bir
kelime
anlaşılamadı)
efendim
bizim
müvekkilimiz
hem
bu
seminerle
ilgili
olarak
mahkemede
yargılanıyor
hem
de
burada
yargılanıyor.
Tanık
burada
ifade
verdiği
için
burada
sormak
istedim
bu
soruyu.”
123
Salonda
söz
almadan
konuşanlar
oldu
anlaşılamadı.
Mahkeme Başkanı:
“Tamam
tamam
bir
müdahale
etmeyin
efendim
müdahale
etmeyin
efendim
evet
isterseniz
cevap
verebilirsiniz.”
“Silahlı
Kuvvetlerde
çeşitli
durumlara
göre
ve
Milli
Güvenlik
Kurulu
tarafından
hazırlanan
hükümet
tarafından
kabul
edilen
Milli
Stratejik
plan
çerçevesinde
bazı
planlar
hazırlanır.
Bu
planlar
yayınlandıktan
sonra
harp
oyunları
plan
tatbikatları
veya
seminerler
şeklinde
incelenmeye
alınarak
gittikçe
geliştirilir.
Değişen
şartlara
göre
veya
oynanmak
suretiyle
bunlar
nerede
zaafı
var
nerede
kuvvetli
tarafı
var.
Nasıl
daha
kuvvetlendiririz
zaafları
nasıl
gideririz
şeklinde.
Seminerlerin
Harp
oyulanların
ve
plan
tatbikatlarının
şeyi
budur
amacı
budur
ve
bunun
için
Genelkurmay
Başkanlığı
her
2
yılda
bir
şu
anda
bilemiyorum
benim
zamanımda
her
2
yılda
bir
tatbikat
programı
kısa
adıyla
Tat
porg
isimli
bir
belge
yayınlar.
Bu
belgede
ana
ağız
komutanlıkların
yani
cephe
gibi
düşünebilirsek
1.
ordunun
2.
ordunun
3.
ordunun
gerekirse
Ege
ordusunun
ne
gibi
planlar
hazırlayacağını
ve
düzeltiyorum
hangi
planlarının
o
sene
oynanacağını
ve
ne
şekilde
oynanacağını
ifade
eder
tariflerini
verir
bunları
koordine
eder
ve
bunları
kuvvet
komutanlıklarının
kontrolünde
icra
edilmesini
söyler.
Ben
şu
anda
kesin
hatırlamamakla
beraber
bu
seminerin
yapıldığı
tatbikat
programı
benden
önce
rutin
olarak
şey
edilmiştir
2
senelik
olduğu
için
yayınlanmıştır.
Buna
göre
zamanında
bu
tatbikatın
yapılması
gerekirdi.
Daha
evvelki
ifadelerimde
de
söylediğim
gibi
o
sıralar
ben
çok
yoğun
oldum
için
aslında
bazen
gitmekte
fayda
vardır
bu
semire
şey
edemedim
katılamadım
çünkü
dün
arz
ettiğim
gibi
çok
yoğun
faaliyetler
içerisindeydik.
Yeni
Genelkurmay
Başkanı
olmuştum.
Bu
tatbikatın
kara
kuvvetleri
komutanlığı
şeyinde
yapılmasını
emrettim
ve
bu
tatbikat
şeydir
düzeltiyorum
seminer
icra
edildi.
Fakat
seminerde
bazı
konuların
ki
bu
şöyle
de
şey
edilebilir
en
tehlikeli
senaryo
kim?
Genellikle
planlarda
tabi
bu
şey
edilebilir
kullanılabilir
biraz
amacını
aşkın
bir
şekilde
siyasi
olayları
sanki
gerçek
kişilerle
oynanmış
gibi
bazı
duyumlar
edildi
yayınlandı.
Bende
Kara
Kuvvetleri
Komutanına
bu
konuya
incele
diye
kendisine
söyledim.
Ondan
sonra
işlerimiz
devam
etti
ve
ta
ki
bu
olay
2007’de
zannediyorum
olay
tekrar
gündeme
gelinceye
kadar
bu
konuda
herhangi
bir
şeyim
bilgim
veya
bir
çalışmam
herhangi
bir
faaliyetim
olmamıştır
efendim.”
Hilmi
Özkök
seminerin
rutin
olduğunu,
yapılmasını
kendisinin
emrettiğini,
normalde
katılmayı
düşündüğünü
fakat
yoğunluğu
yüzünden
katılamadığını
belirtiyor.
Yani
seminerin
bir
darbe
planı
müzakere
etmek
amacıyla
bir
cunta
ve
destekçileri
tarafından
düzenlenmiş
olduğu
iddiasını
kesinlikle
yalanlıyor.
Özkök,
seminerle
ilgili
olarak
“biraz
amacını
aşkın
bir
şekilde
siyasi
olayları
sanki
gerçek
kişilerle
oynanmış
gibi”
duyumlar
edindiğini
ve
bunların
incelenmesini
Kara
Kuvvetler
Komutanından
istediğini
fakat
bunun
sonradan
tekrar
gündeme
gelmediğini
de
söylüyor.
Özkök’ün
bu
ifadesi
kimi
medya
tarafından
Özkök’ün
darbe
planını
doğruladığı
seklinde
aktarıldı.
Seminerde
(kısıtlı
bir
şekilde
olsa
da)
gerçek
kişilerin
isimlerinin
kullanılmasının
askeri
kurallara
124
aykırı
olduğu
açık.
Fakat
bundan
seminerin
bir
darbe
hazırlığı
olduğu
sonucuna
varmak
makul
olmadığı
gibi
bu
yorum
Özkök’ün
ifadeleriyle
de
tutarlı
değil.
2.3 ‘Bu kadar detaylı bilgi içeren belgelerin sahte olmasına imkan yok.’
Yasemin Çongar, Balyoz belgeleri için New Yorker muhabiri Dexter Filkins’e aynen şunu söyledi: 5
Balyoz
belgelerinin
ve
bezer
davalardaki
dijitallerin
bir
amatör
grup
tarafından
oluşturulmadığı
kesin.
Bu
grubun,
bir
seri
dava
ile
çok
sayıda
insani
hedeflediği,
ve
bunun
için
gerekli
altyapı
hazırlığını
yaptığı
da
belli.
1nci
Ordu’dan
çıkan
gerçek
belgelerden,
Donanma
Komutanlığı’ndaki
sabit
diskte
sonradan
yapılan
belge
yüklemelerinden,
ayni
yere
bırakılan
Balyoz
CD’sinin
kopyasından,
bu
çetenin
“içeride”
elemanlarının
olduğunu
biliyoruz.
Dijital
belgelerin
üstverilerindeki
izlerden,
bir
çok
belgenin
orijinal
belgeler
üzerinden
‘yeniden
kaydet’
komutuyla
üretildiğini,
bu
belgelerin
içeriklerinin
değiştirildiğini
biliyoruz.
Balyoz
belgelerini
üretirken,
çetenin
elinde,
askeri
personelin
sicil
numaralarına
kadar
detaylı
bilgi
mevcuttu.
Ayrıca
çetenin
elinde,
askeri
istihbaratın
alanına
girmeyen
bilgilerin
de
olduğunu,
bu
bilgilerin
de
belge
üretiminde
kullanıldığını
görüyoruz.
Örneğin,
Balyoz
darbesine
destek
verecek
diye
listelenmiş
Emniyet
mensuplarının
detaylı
bilgilerinin
kaynağının
Emniyet’teki
istihbarat/fişleme
belgeleri
olduğunu
düşünüyoruz.
Belgelerin
gerçekliğine
‘kanıt’
olarak
gösterilen
‘detay,’
aslında
sahteciliğin
ortaya
çıkmasına
yardımcı
oldu.
Az
sayıda
ve
detay
içermeyen
belge
üretilseydi,
belki
böyle
olmayacaktı.
Ancak,
bu
kadar
çok
sayıda
ve
bu
kadar
detaylı
belge
üretimi,
kaçınılmaz
hatalara
da
neden
olmuş.
İsim
değişikliklerinden
kaynaklanan
tarih
çelişkilerini
bir
yana
bırakın,
mekan
çelişkileri
bunu
çok
güzel
ortaya
koyuyor.
Çetenin,
‘sicil
numarasına’
kadar
bilgi
sahibi
olduğu
subayların,
belgeyi
üretilmiş
gibi
gösterdikleri
tarihte
gerçekte
nerede
olduklarını
bilmediğini
gösteriyor.
Örneğin,
çete,
2003’de
Ankara’da
görevli
bir
subay
için,
Ankara’da
darbe
toplantısı
tutanağı
tutmuş
gibi
bir
belge
düzüyor,
ancak
subayın
o
tarihte
geçici
görev
ile
yurtdışında
olduğunu
bilmiyor.
Ya
da
çete,
elindeki
gerçek
belgeleri
kullanarak
geri
tarihli
belge
üretirken,
elindeki
belgenin
formatını
kullanıyor,
ancak
o
formatın
2003’de
kullanılmadığı
‘detayını’
atlıyor.
Belgelerin
bu
kadar
detaylı
olması,
çetenin
çeşitli
kurumlardaki
elemanlarına
ve
durumun
vahametine
işaret
ediyor.
5
Dexter
Filkins,
‘The
Deep
State,’
The
New
Yorker,
12
Mart
2012.
125
BÖLÜM
3
KURGU
DAVALAR
VE
GÜLEN
CEMAATİ
126
Balyoz
darbe
planlarının
gündeme
düştüğü
ilk
aylarda
Türkiye’yi
yakından
izleyen
bir
uzmana
“bu
sahte
belgeleri
kim
üretmiş
olabilir?”
diye
sormuştuk.
Çünkü
bu
bir
amatör
işi
değildi
ve
bunu
kotaranların
gerçek
bir
çok
bilgi
ve
belgeye
erişimi
vardı.
Cevap
tereddütsüz
gelmişti:
‘Cemaat.’
“Güneş doğudan doğar, batıdan batar. Bunu nasıl biliyorsak, onu da öyle biliyorum.”
Biz
bu
cevabı
çok
garipsemiştik.
Somut
kanıt
olmadan
böyle
bir
teşhiste
bulunmak
bizim
düşünce
tarzımıza
ters
düşüyordu.
O
zamanlar
failler
konusunda
bizim
kafamızda
çok
soru
işareti
vardı.
İşin
ucunda
cemaat
olduğuna
dair
elimizde
bulgu
yoktu.
Aradan
dört
sene
geçti.
Balyoz’da
çok
şeyler
oldu
ve
diğer
benzer
davalardaki
sahtekarlıkları
inceleme
fırsatımız
oldu.
Şimdi
faillere
dair
daha
kesin
bir
yargıya
varabiliyoruz:
sahtekarlar
çetesinin
emniyet
ve
yargı
sistemi
içindeki
bir
grupla—
en
hafif
tabiriyle—yakın
ilişkilerinin
olduğunu,
ve
bu
çetenin
cemaatin
desteği
sayesinde
işini
görebildiğini
açıkça
söyleyebiliyoruz.
Bunu
ön
yargılı
olduğumuz
ya
da
her
taşın
altında
cemaati
aradığımız
için
söylemiyoruz.
Bulgular
ve
kanıtlar
bizi
bu
sonuca
götürdüğü
için
söylüyoruz.
Yani
ampirik
bir
çıkarım
yapıyoruz.
Sahtekarlar
çetesi
ile
cemaati
ilişkilendirmenin
en
dolaysız
yolu
Zaman
gazetesinin
yayınlarını
incelemek.
Kitabin
ilk
bölümünde
Zaman
yayınlarından
kimi
örnekler
verdik
ve
Balyoz
davası
boyunca
nasıl
yalan
ve
yanıltıcı
yayınlar
yaptığını
gösterdik.
Zaman’ın
Balyoz
ve
benzer
davalarda
yaptığı
yayınlar
öyle
bir
dezenformasyon
sergiliyor
ki,
bu
gazeteyle
çete
arasındaki
ilişki
insana
Pravda’yla
Sovyet
komünist
partisi
arasındaki
ilişkiyi
anımsatıyor.
Pravda,
komünist
partinin
amaçları
doğrultusunda
nasıl
yalan
yanlış
haber
yapıp
ve
her
durumda
kayıtsız
şartsız
destek
verdiyse,
Zaman
da
aynı
şekilde
çetenin
her
türlü
kirli
işine
sistematik
olarak
arka
çıktı.
Bu
bağlamda
önemli
olan,
Zaman
gazetesinin
sadece
tek
taraflı
yayın
yapması
değil.
Balyoz
ve
Ergenekon
sanıkları
aleyhinde
sistematik
bir
şekilde
kasıtlı
yalan
haber
yapması.
Balyoz’un
gerçek,
sanıkların
suçlu
olduğunu
varsaymakla
kalmadı,
bu
savları
destekleyen
bir
dizi
yalan
üretti.
Sahtekarlık
kanıtlarını
ört
bas
etti
ve
bu
kanıtları
ileri
sürenleri
karaladı.
127
Zaman
gazetesinin
Balyoz
sürecinde
yaptığı
yalan
yayınlar
tek
başına
bir
kitap
konusu
olabilir.
Burada
sadece
bir
kaç
örnek
vermekle
yetineceğiz.
Balyoz
ana
belgesi
olan
Word
dokümanında
dost
unsurlar
arasında
adı
geçen
Türkiye
Gençlik
Birliği’nin
2006’da
kurulduğu
anlaşılınca
(ve
dolayısıyla
2002’de
yazıldığı
iddia
edilen
bir
belgede
söz
konusu
edilemeyeceği
ortaya
çıkınca)
Taraf
gazetesi
tek
kelimeyle
gülünç
bir
iddia
ortaya
attı.
Bu
derneğin,
TGB
değil,
1997’de
kurulan
Türkiye
Gençlik
Birliği
Derneği
(TGBDER)
olduğunu
iddia
etti.
Oysa
TGBDER,
Atatürkçü
ve
ulusalcı
bir
çizgi
sergileyen
TGB’den
çok
farklı
bir
dernek;
hiçbir
siyasi
kimliği
olmadığı
gibi
arkadaşlık,
aşk-‐
meşk,
yurtdışı
geziler
gibi
faaliyetlere
odaklanıyor.
Zaman
gazetesi
ise
internet
üzerinden
yaptığı
ilk
yayında
Balyoz
belgesinde
adı
geçen
dost
derneklerden
üçünü
de
sıraladı
(ÇYDD,
ADD,
Türkiye
Gençlik
Birliği).
Ancak
TGB
çelişkisi
ortaya
çıkınca
daha
sonraki
yayınlarında
bu
listeden
Türkiye
Gençlik
Birliği
çıkarttı.
Yani
belgede
aksayan
tarafı
örtbas
etti.
Zaman
gazetesinin
basılı
versiyonunda
21
Ocak
2010
günü,
hem
‘Planlar
Aynı
Merkezden’
başlıklı
haberde,
hem
de
Hüseyin
Gülerce’nin
köşesinde
(‘Bunlar
bizim
generalimiz
değil,
insan
olamaz’)
Balyoz
belgesinde
adi
gecen
üç
dost
unsur
dernekten
sadece
ikisinin
adını
verdi,
TGB
sansürlendi.
Aynı
yazısında
Gülerce,
Balyoz
belgeleri
için,
“Albay
Dursun
Çiçek’in
ıslak
imzası,
bunların
yanında
fotokopi
kalır”
diye
ekledi.
Zaman
gazetesi
Balyoz
yayınlarına
başladığı
ilk
günden
itibaren,
Balyoz
belgelerinin
imzalı
olduğu
algısını
yaratmaya
çalıştı:
‘Balyoz Güvenlik Harekat Planında imzası bulunan eski Birinci Ordu Komutanı Çetin Dogan
128
9$)63+,$02"+H6$)6$03)3+9$2/6+"%%7@!"39.9!@'./-(/-!,/O'('-L'!7/:-'-('1,2C!!
c/?95!"I!V'5'1<21!J95+'(2!&'()*+!0('12<!@'./-(/-91,/1!:4G4:!.9-!,/-(/5/!
&/1+/-!6/:9(,/!N-'g!K('12!9G91!><6%3),$+,-)"#7)+I$0H+<9$,"#76"07+E-#/%$)3+J20$I7#+
K30%3)$@)3)+7#>$53)3)+2/6/),/./+H6$),$B!)'+,2C#!!M*1-'!969!9)9L/!G282-21,'1!G2:'-20T!*(5')'1!
.=!95+'('-21!3/-G/:(98919!;Z&P;QW!F/!X519)/7!W-9591'(91!7/?097!/77989!39.9!'(/19!.9-!)'('12!
7/:-'-!7/:-'-!?')O'('-21'!7'62,2C!!
!!!!!!!!!!!!!!!
"!V'5'1T!#"!NL':!#a"aC!
#!V'5'1T!#h!NL':!#a"aC!
"#b!
Savcılık
için
‘Emniyet
Genel
Müdürlüğü
Kriminal
Laboratuvarı
ve
TÜBİTAK’tan
alınan
raporlarda
Balyoz’daki
imzaların
gerçek
olduğunun
belirtilmesi
üzerine
operasyon
kararı
aldı’
yazdı.3
Aynı
yalanı
defalarca
tekrarladı.
Örneğin,
3
Nisan
2010’da
‘TÜBİTAK
onayladı:
İmzalar
gerçek’
başlığı
altında
Balyoz
soruşturmasının
özetini
verirken,
“Balyoz
Güvenlik
Harekat
planında
yer
alan
ıslak
imzalar
TÜBİTAK
ve
Emniyet
Kriminal
tarafından
onaylandı”
yazdı.
Genelkurmay’ın açıklaması
‘İmzalı
Balyoz
belgeleri’
gibi
bariz
yalan
yayınlarının
yanında,
Zaman
gazetesi
geçekleri
sistematik
olarak
çarpıtmakta
da
ustalık
gösterdi.
Bir
örnek
verelim.
Taraf’ın
Balyoz
yayınları
başlar
başlamaz,
21
Ocak
2010’da
Genelkurmay
Başkanlığı,
İnternet
sitesinden
1nci
Ordu’daki
seminer
ile
ilgili
bir
açıklama
yaptı:
Bu
plan
seminerine
ilişkin
olarak
ortaya
atılan
iddiaları,
aklı
ve
vicdanı
olan
hiçbir
kimsenin
kabul
etmesi
mümkün
değildir.
Söz
konusu
iddiaları
ciddiye
alarak
üzerinde
yorumlar
yapılmasının
ve
bilgi
kirliliği
yaratılmasının;
özellikle
toplumumuzda
tedirginlik
yaratmak
isteyenlerin
amacına
hizmet
edeceği
değerlendirilmektedir.''
Hemen ertesi gün, Zaman bu açıklamayı aynen şu şekilde aktardı:4
“Genelkurmay,
darbeye
zemin
hazırlamak
için
Fatih
Camii
ile
Beyazıt
Camii’nin
bombalanması
eylemlerinin
yer
aldığı
‘Balyoz
Güvenlik
Harekat
Planı’nı
kabul
etti.”
3
Zaman,
23
Şubat
2010.
4
Zaman,
22
Ocak
2010.
130
! c/?95!hI!V'5'1T!##!NL':!#a"a!
N)?'!^/1/(:=-5')<21!:'.=(!/77989!&'()*+!0('12!,/89(T!"1L9!N-,=<,':9!?/591/-C!V'5'1T!
3/-/:7989!+'5'1!.=!>@'./-9B!7/:-'-!7/:-'-!2?2720!?=1,=C!i-1/891T!!.=!'G2:('5','1!)/,9!')!
?*1-'T!#"!Q8=?7*?T!#a"a!3414T!f'1/O9!QFL2<)2!)'('1('5':!9G91!)'07282!.9-!@'./-,/T!.=!)'('12!
7/:-'-(',2T!;MW<121!./(3/(/-91!3/-G/:!*(,=8=1=!,*8-=(',28212!,'!/:(/,9C!!
c/?95!lI!V'5'1T!#"!Q8=?7*?!#a"a!
"h"!
!"#$%&"'$#()*"#$%&"'$#)+,"**")-*"#$%).&/"0"#&"'$#12)34"56&6'3#3)7"'8$*"'"%)0"8$&"#)
0"&"#),"96'&6')
%&'()*!+&,&-./+&0!%&'()*!1'&/./.!2&34'!5+5/!652!378!-&/.20!652!378!6&/.20!652!378!2797!()2:!#;<!
2797/7/!-&/.2!)'+4=4!+&,&+&!652!378!2797!5>/7(560!-&,?.'.2!(&!+&!>&@25>5+527!-)8A4-4/+&!
%&'()*!1'&/./.!7678&B!56>5+7:!C)/5>7/!D5/5'248>&(!%&92&/.!E7'>7!F*2G2H65/0!I&8&!
I4,,56'587!I)>46&/.!J(6&K!L&'>&/H&0!-&/.2!A5/58&'+5/0!-&/.2!&-6-43&(&0!-7,7'!>5>485'585!
2&+&8!7-67-/&-.*!@5825-0!34!+&835!1'&/./.!7'2!+5B&!3&-./+&/!+4(+4=4/4!-G('5+7:!!
M&>&/!A&*565-7!7-5!(&(./'&8.('&!34/4/!6&>!658-7!378!&'A.!)'49648>&(&!K&3&!AG-658+7:!
E&358'585!3&2&8-&/.*0!-&/.2!A5/58&'!7678&B!56>790!>5>485'58!%&'()*!1'&/./.!(&*+.=./.!2&34'!
56>790!L&'>&/!%&'()*!+&835-7/7!5/A5''5+7=7/7!-G('5>79:!!
!
N5-7>!"O!M&>&/H./!P7678&BQ!(&(./'&8+&/!G8/52'58!
:"/"#;")<='6()>",*6?3&3%)3553"&"'$)7@'@5@AAA)7=%*@B)7=%@0.'B)
M&>&/!A&*565-7!@58!B.8-&66&!-&,4/>&/./!KG26R=R/5!+&78!&-.'-.*!@&358'58!(&16.:!E&358'585!
AG85!378!-&/.=./!7B&+5-70!G3R8!-&/.=./!-&,4/>&-./.!KR8R66R0!JSET!U+5'7''587!7/?5'5>5+7=7!
@&'+5VW!+5'7''587/!-&@65!)'+4=4!7++7&-./.!KG2586670!,-:!!
F*5''72'5!(5/7!-&@65?7'72!2&/.6'&8.!)86&(&!K.26.2K&0!M&>&/H./!34!6&8*!@&358'585!(R2'5/+7=7/7!
AG8R()84*:!!
"#$!
!
N5-7>!$O!M&>&/0!KR8R+R:::!KG26RX!KG2R()8
:"/"#;$#)CDE6&)F6*%3&3)G",%6/6&6'3#)%"&5$'$&/">$;)8"#3H3)
$Y"$!E&*78&/!&(./+&!(&-&'!+R*5/'5>5!7'5!FLTH'587/!2&'+.8.'>&-.!AR/+5>5!A5'+7=7/+50!
M&>&/H./!25'7>5/7/!6&>!&/'&>.('&!1&/72'5+7=7/7!AG8R()84*:!M&>&/0!A5/5'+5!-7(&-7!
2)/4'&8+&!K5976'7!2797'587!Z2)/49648&8&20H!34!2797'587/!-G('5+72'587!,&-.6&-.('&!2&>4)(4!
)'49648>&!K&3&-./&!A787()8:!FLTH'58'5!7'A7'7!(&-&!+5=7972'7=7/7/!AR/+5>5!A5'>5-7!7'5!
378'7265[/585+5(-5!+&@&!-)/8&!Z+58-@&/5'58H!2)/4-4/+&!,58+7=7/5!(&2./!97++5665[378!
65127!AG8R()84*:!!65127(5!(&2./!378!!M&>&/!K5976'7!@4242K4'&8./0!-7(&-7!'7+58'587/!&=*./+&/!
ZFLTH'587/!2&'+.8.'>&-.!R'25(7!2&)-&!AG6R8R8H5!2&+&8!,&8&/!@&358'58!(&16.:!!
N5-7>!#O!M&>&/0!$Y"$!E&*78&/!&(./+&/!+58'5>5'58!
"##!
]7>+70 (&1.'&/!@&358!G65-7/+5!79&856!56672'587/7!G/5>'7!34'+4=4>4*!7K7/!M&>&/H./!(&16.=.!378!
2&K!@&3585!()=4/'&9&?&=.*:!!
M&>&/H+&/!+58'5+7=7>7*!241R8'587!&9&=.+&27!7'5!376787()84*::!^5!34/&!()84>!52'5>7()84*:!!!!
F.'I/>IEJ)
!
N5-7>!\O!M&>&/0!""!J=4-6)-!$Y"Y!
"#\!
3.1.2
Zaman'dan
al
haberi:
Ne
delil
çıkacak,
hangi
davalar
açılacak?
Bu
haber
kupürünü
ilk
bolümde
de
vermiştik,
ancak
tekrar
buraya
taşımayı
faydalı
görüyoruz.
Gölcük’teki
aramanın
üzerinden
henüz
beş
gün
geçmiş,
bu
belgeler
ile
ilgili
ilk
emniyet
tespit
tutanakları
ise
üç
hafta
sonra
hazır
olacak.
Zaman,
bizleri
12
Aralık
2010’da
Gölcük’ten
çıkan
belgelerle
nasıl
yeni
iddianameler
yazılıp
davalar
açılacağı
hakkında
bilgilendirdi!
135
Altıncı
sayfada
devam
eden
“haber,”
neredeyse
müneccim
edası
ile
şöyle
devam
ediyor:
“Çuvallarda
yer
alan
belgeler
arasında
Kafes'in
öncesinin
olup
olmadığı
da
zamanla
görülecek.
Çuvallarda
şüphesiz
daha
çok
sayıda
belge
var
ve
zamanla
ortaya
akacak.
Ancak
imzalı,
paraflı
resmî
belgeler
bu
kadarıyla
bile
davaların
seyrini
etkileyecek.
Yeni
iddianameler
ve
davalar
açılacak.
Eski
Genelkurmay
Başkanı
İlker
Başbuğ,
komplo
belgesine
'kâğıt
parçası'
ve
LAW
silahlarına
da
'boru'
demişti.
Bu
açıklamalanyla
şu
anda
büyük
zan
altında.”
Düşünün
ki,
Gölcük
donanma
komutanlığında
yapılan
bir
aramadan
beş
farklı
dava
(Balyoz,
Poyrazköy,
Kafes,
Askeri
Casusluk,
28
Şubat)
ile
ilgili
dijital
delil
çıktı.
Ve
Cemaatin
gazetesi
Zaman,
her
nasılsa
Gölcük’ten
nelerin
çıkacağını,
çıkanların
hangi
davaların
ek
klasörlerine
gireceğini
ve
yeni
bulguların
diğer
davalardaki
iddiaları
nasıl
doğrulayacağını,
el
konulan
dijitallerin
incelemesi
tamamlanmadan
tam
3
hafta
önceden
kestirebildi.
Bu
haberin
yazıldığı
zaman,
İlker
Başbuğ’un
ek
iddianame
ile
Ergenekon
davasına
dahil
edilmek
üzere
tutuklanmasına
henüz
bir
buçuk
sene
var.
1
28
Şubat
soruşturmasıyla
ilk
tutuklamaların
başlamasına
ise
daha
16
ay
var.2
İşin
doğrusu
o
ki,
sahte
belge
çetesi
bir
taşla
bir
kaç
kuş
vurmak
istedi,
ve
envai
çeşit
kurgu
dava
için
altyapıyı
kurmak/güçlendirmek
istedi.
Bunu
‘iyi
gazetecilik’
ya
da
‘iyi
öngörü’
ile
açıklamak
mümkün
değil.
Şimdi,
bir
senaryo
düşünün.
Farz
edin
ki
bir
gazetede
imzasız
bir
inceleme/analiz
yayımlanıyor.
Bu
yayımdan
beş
ay
sonra
da
bu
yazıda
kullanılan
ifadeler
Emniyet’in
bir
inceleme
tutanağında
kelimesi
kelimesine
yer
alıyor.
Ancak,
Emniyet
tutanağında
bu
gazeteye
ya
da
gazetede
daha
evvel
yayımlanan
yazıya
her
hangi
bir
atıf
yok.
Tutanağın
altında
polislerin
sicil
numarası
var.
Alıntılanan
bölüm
görünürde
tutanağı
hazırlayan
polisler
tarafından
kaleme
alınmış.
Gazetenin
Emniyet
tutanağının
bir
ön
taslağını
önceden
ele
geçirip,
buradan
bazı
bölümleri
aynen
“haberleştirdiğini”
mi?
Yoksa,
gazetenin
(isimsiz)
muhabiri
ile
Emniyet
görevlilerinin
ortak
bir
metin
hazırlayıp,
zamanı
geldiğinde
gerektiği
gibi
kullandıklarını
mı?
1
Başbuğ,
6
Haziran
2012’de
tutuklandı.
2
Soruşturma
kapsamında
ilk
tutuklamalar
16
Nisan
2012’de
gerçekleşiyor.
136
En
azından
bu
gazete
ile
Emniyet
arasında
garip
bazı
ilişkiler
olduğu
sonucuna
varmaz
mısınız?
Şimdi
bu
senaryoya
bir
de
şunu
ekleyin.
Önce
gazetede
yayımlanıp
sonra
Emniyet
tutanağında
alıntılanan
ifadelerin
içeriğinin,
medyanın
karanlık
işler
yararına
nasıl
gizlice
kullanılabileceği
üzerine
olduğunu
düşünün.
Yani,
gazete
ile
Emniyet
arasındaki
garip
ilişkiye
işaret
eden
yazının
aynen
bu
tür
ilişkilere
dikkat
çekmek
için
yazıldığını
hayal
edin.
Çok fantastik bir senaryo oldu değil mi? Fantastik olabilir ama olay gerçek.
Çünkü
Balyoz
soruşturmasının
en
başında
Zaman’da
yayımlanan
imzasız
haberdeki
ifadeler,
kelimesi
kelimesine
5
ay
sonra
hazırlanan
Emniyet
inceleme
tutanağında
yer
aldı.
Söz
konusu
gazete
Cemaatin
yayın
organı
Zaman.
Emniyet
tespit
tutanağı
ise,
Balyoz
davası
kapsamında
gazetecilerin
nasıl
kullanılacağına
dair
Emniyet
tarafından
hazırlanmış
bir
rapor.
Balyoz
sürecinde
Zaman’da
çıkan
haberleri
tararken
fark
ettik
ki,
Emniyet
raporundaki
ifadeler
daha
rapor
kaleme
alınmadan,
tam
beş
ay
evvelinde,
Zaman
gazetesinin
(imzasız)
bir
yazısında
kullanılmış.
Üstelik,
Zaman
gazetesi
bu
yayını
22
Ocak
2010’da,
yani
Taraf
gazetesinin
“Balyoz”
belgelerini
ilk
yayımlanmaya
başladığı
günün
tam
ertesinde
yaptı.
Zaman
gazetesinin
deha
muhabiri
(dehası
isimsiz
kalması
icap
etmiş
olmalı),
Taraf’tan
elde
ettiği
belgeleri
bir
gün
içeresinde
hazmetti
ve
analizini
yaptı.
Analiz
o
kadar
yerinde
ki,
beş
ay
sonra
Emniyet
görevlileri
kaynak
göstermeden
kendi
inceleme
tutanaklarında
aynen
kullandı.
Cemaat,
bir
süredir
Emniyet
içerisinde
Gülen
hareketine
bağlı
polislerin
olduğunu
3
Ek
Klasör
no.178,
Dizin
no.360.
137
reddetmiyor.
Ama
bunun
normal
olduğunu,
her
türlü
düşünceye
bağlı
polisler
olabileceği
gibi
Gülen
sempatizanı
polisler
de
olabilir
diyor.
Buna
diyeceğimiz
yok.
Ancak,
gene
bazı
somut
bilgiler
Emniyet
içerisinde
kişisel
inançlardan
ileri
giden
bir
örgütlenme
olduğuna
işaret
ediyor.
Örneğin,
Wikileaks
belgelerinde
anlatılan
bir
olay,
Emniyet
ileri
gelenlerinin
resmi
pozisyonlarını
kullanarak
Gülen’in
çıkarları
doğrultusunda
hareket
edebildiklerini
gösteriyor.
2005
tarihli
bir
Wikileaks
kriptosu’na
göre,
üç
yüksek
rütbeli
emniyet
görevlisi,
Amerikan
Konsolosluğu’ndan
Gülen’in
“greencard”
müracaatı
için
yardım
istiyor.
Somut
bir
talepleri
de
var:
FBI’in
Gülen
hakkında
“temizdir”
raporu
çıkarmasını
istiyorlar
(“clean
bill
of
health”).
Emniyet
müdürlerinin
böyle
işlerle
uğraşmaları
cemaatle
kurumsal
ilişkileri
konusunda
yeteri
kadar
aydınlatıcı.
Simdi,
Balyoz
CD’leri
üzerindeki
sahte
el
yazılarının
hikayesine
gelelim.
Bu
hikayeyi
buraya
taşımamızın
sebebi,
olaylar
zincirinin
yine
Balyoz
kurgusunun
arkasındaki
çete
ile
Cemaat
arasındaki
ilişkiye
işaret
etmesi.
3.1.4
Balyoz
CD’sinin
üzerindeki
sahte
‘el
yazısının’
ilginç
hikayesi
Balyoz
davası
üzerine
yazdığımız
ilk
kitap,
Aralık
2010’da
piyasaya
çıktı,
ve
bu
dönem
Türkiye’de
olmamız
nedeniyle
bazı
TV
programlarına
katılarak,
soruşturma
süreci,
davadaki
iddialar
ve
deliller
hakkında
bilgi
verme
fırsatı
bulduk.
Bu
dönem,
Balyoz
belgelerini
içeren
CD’nin
sahte
olduğunu
gösteren
olguların
ortaya
çıkması,
ve
bunların
kısıtlı
da
olsa
basında
yer
alması
üzerine
bir
takım
güçlerin
dezenformasyon
üretmek
için
harekete
geçtiğini
gördük.
İronik
bir
şekilde,
bu
atılımlardan
biri,
Balyoz
CD’leri
ile
ilgili
yeni
bir
sahteciliğin
ortaya
çıkmasını
sağladı:
CD’lerin
üzerindeki
yazılar,
bir
sanığın
el
yazısı
örnekleri
kullanılarak
makina
marifeti
ile
yazılmış.
Peki
nasıl?
Ocak
2011
başında
eski
bir
emniyet
mensubu
Emrullah
Uslu
(ki
kendisi
Cemaate
yakın
bir
isim
olarak
biliniyor),
Taraf
gazetesinde
‘11
numaralı
CD'deki
el
yazısı
Süha
Tanyeri'nin
mi’
başlıklı
bir
yazı
yazdı.
Emrullah
Uslu
bu
yazısında,
Balyoz
belgelerinin
kayıtlı
olduğu
iki
CD’nin
(11
ve
17
nolu
CDler)
üzerindeki
yazıların
Süha
Tanyeri’nin
yazısı
olduğunu
iddia
etti.
Bunu
nasıl
keşfettiğini
ise
şöyle
açıkladı
(koyu
vurgu
bize
ait):4
“[CD’er
üzerindeki
el
yazısı
için
]
İki
memur
değilse
o
el
yazısı
kime
ait
olabilir?
Bu
sorunun
peşinden
giderken
ilginç
bir
yol
izledim.
Öncelikle
"11
numaralı
CD
içindeki
belgelerin
son
kaydedicisi
kim"
sorusunu
sorarak
hareket
ettim.
Gördüğüm
kadarıyla
(ihtiyatlı
davranıp
hemen
hemen
diyeyim)
11
numaralı
CD'de
4
Taraf
,
‘11
numaralı
CD'deki
el
yazısı
Süha
Tanyeri'nin
mi,’
7
Ocak
2011.
138
varolan
bütün
dosyaların
son
kaydedicisi
Süha
Tanyeri
isimli
kullanıcı
olarak
görünüyor.”
Bu
bağlantıyı
keşfetmesi
üzerinde
Uslu,
Süha
Tanyeri’nin
el
yazısı
ile
CD’lerin
üzerindeki
yazıyı
karşılaştırdığını
söyledi.
“O
halde
eğer
son
kaydedici
Süha
Tanyeri
ise
o
el
yazısı
Süha
Tanyeri'ne
ait
olabilir
mi?”
Her
şeyden
önce,
gerçekte
Uslu,
bu
bağlantıyı
belirttiği
şekilde
keşfetmiş
olamaz.
Çünkü,
Uslu
11
no.lu
CD’deki
bütün
belgelerin
(ya
da
“hemen
hemen”
bütün
belgelerin)
Süha
Tanyeri
isimli
kullanıcı
tarafından
son
kaydedildiğini
doğru
değil.
Oysa
11
no.lu
CD’nin
içindeki
belgelerden
sadece
%5’i
(yüzde
beşi)
Süha
Tanyeri
isimli
kullanıcı
tarafından
son
olarak
kaydedilmiş.5
Demek
ki
Emrullah
Uslu
doğruyu
söylemiyor.
Süha
Tanyeri’nin
yazısı
ile
iki
CD’nin
üzerindeki
yazılar
arasındaki
benzerliğe
Uslu’nun
emniyetteki
bazı
arkadaşlarının
işaret
ettiklerini,
bu
yolla
CD’lerin
gerçek
olduğu
algısını
onarmaya
çabaladıklarını
sanıyoruz.
Uslu,
yazısına
şöyle
devam
etti:
“Ancak
-‐benim
tesbit
edebildiğim
kadarıyla-‐
uzmanlar
11
numaralı
CD'nin
üzerindeki
el
yazısıyla
Tanyeri'nin
el
yazısını
karşılaştırmamışlar.
Oysa
bana
göre
asıl
kritik
olan
nokta
burası.”
Bu
da
doğru
değil.
Davanın
ek
klasörlerinde
yer
alan
Emniyet
Kriminal
raporuna
göre
bu
iki
CD
üzerindeki
yazı
ile
Süha
Tanyeri’nin
el
yazısı
arasında
bir
ilişki
yok!
6
Raporda
aynen
şöyle
yazıyor:
“(…)
19
adet
CD
üzerindeki
el
yazılarının
(…)
Süha
TANYERİ
(…)
isimli
şahısların
ellerinden
çıktığını
gösterir
nitelikte
kaligrafik
ve
grafolojik
bulgulara
rastlanılmamıştır”
Aslında
Emniyet
doğruyu
söylüyor.
Bu
yazılar
Süha
Tanyeri’nin
elinden
çıkma
değil,
bir
makina
ile
aktarılmış.
Zira
mürekkep,
el
yazısının
aktığı
yönde
değil,
aksi
yönde
akıyor.
Ama
ilginç
olan,
Baransu’nun
bavulundan
çıkan
Süha
Tanyeri’ye
ait
el
yazısı
not
defterini
inceleyen
Emniyet,
yine
bu
defterdeki
harflerden
CD’ye
birebir
kopyalanmış
yazılar
arasındaki
birebir
örtüşme
hakkında
tek
kelime
etmiyor.
Tekrar
Uslu’ya
dönelim.
Doğru
olmayan
iki
tespitinden
(1.
dosyaların
hemen
hemen
hepsi
Tanyeri
tarafından
son
kez
kaydedilmiş,
2.
Tanyeri’nin
el
yazısı
ile
CD’ler
üzerindeki
yazılar
arasındaki
ilişki
soruşturma
esnasında
incelenmemiş)
sonra
Uslu,
isim
vermeden
bir
grafoloğun
tespitinden
bahsediyor:
5
11
no.lu
CD’de
toplam
287
dosya
var
(Emniyet
Raporu,
Ek
Klasör
no.49,
Dizin
no.340)ve
bunlardan
15
tanesi
Süha
Tanyeri
kullanıcı
adıyla
kaydedilmiş.
(Ek
Klasör
no.49,
Dizin
no.339).
6
11
Mart
2010
tarihli
Emniyet
Kriminal
raporu,
Ek
Klasör
no.4,
Dizin
no.239-‐240.
139
“11
numaralı
CD'nin
üzerindeki
el
yazısı
örneklerini
gösterdiğim
bir
grafoloji
uzmanı,
yazının
laboratuar
ortamında
ıslak
imzalı
versiyonunun
incelenmesi
gerektiğini
ifade
ettikten
sonra
"sözkonusu
yazıda
incelemek
için
gereken
harflerin
az
olduğunu
ancak
karşılaştırabilir
harflere
bakıldığında
bu
yazının
kuvvetle
muhtemel
Süha
Tanyeri'nin
el
ürünü
olduğunu"
belirtiyor.”
Uslu’nun
bu
iddiasının,
yani
CD’nin
üzerindeki
el
yazılarının
1nci
Ordu’da
2003’de
görevli
olan
Tanyeri’ne
ait
olduğu,
CD’lerin
güncellemeye
tabi
tutulduğu
iddiası
ile
de
çelişiyor
(zira
Balyoz
CD’si
tek
oturumda
kaydedilmiş,
kaydedildikten
sonra
içine
hiçbir
ekleme
çıkarma
yapılmadığını
biliyoruz).
Uslu
hızını
alamayıp
ertesi
gün
çok
daha
kesin
bir
dille
CD
el
yazılarının
Tanyeri’ne
ait
olduğunu
ve
bunun
(ismini
vermediği
uzmanlarca)
tespit
edildiğini
yazıyor:7
“Dünkü
yazımda
Balyoz
davasının
en
çok
tartışılan
ıı
numaralı
CD'sinin
üzerinde
yer
alan
el
yazsının
dönemin
ı.
Ordu
Harekât
Başkanı
Süha
Tanyeri'ne
ait
olduğunu
bir
grafoloji
uzmanına
dayanarak
ifade
etmiştim.
Bakalım
davanın
tarafları
bu
yeni
bilgi
karşısında
ne
diyecek.
Davanın
diğer
tartışmalı
CD'si
17
numaralı
CD'nin
üzerindeki
el
yazısı
da
uzmanlara
göre
Süha
Tanyeri'ne
ait.
Bu
yeni
durum
artık
bu
CD'ler
üzerinden
"sahte
delil
üretildi"
tartışmasını
sona
erdiriyor.”
Hikayenin
buraya
kadar
olanı
yeterince
ilginç.
Özetleyecek
olursak:
1.
Emrullah
Uslu
sayesinde
öğreniyoruz
ki,
Balyoz
belgelerini
içeren
iki
CD’nin
üzerindeki
el
yazıları
Süha
Tanyeri’ninkine
çok
benziyor.
2.
Uslu’nun
birden
bire
bu
bağlantıyı
gerçekte
nasıl
kurduğunu
bilmiyoruz,
çünkü
yazısında
aktardığı
şekli
doğru
değil.
3.
Soruşturma
sırasında
Emniyet
Kriminal’in
yaptığı
incelemeye
göre
CD’lerin
üstündeki
yazılar
Tanyeri’nin
el
ürünü
değil.
Ancak
Emniyet
uzmanları,
inceledikleri
defterdeki
harflerle
CD
yüzeyindekilerin
birebir
örtüşmesi,
veya
CD
yüzeyindeki
harflerin
tersten
akması
konusunda
hiçbir
şey
söylemiyor.
Hikayenin
bundan
sonrası
daha
da
ilginç.
Daha
önceki
örneklerinden
alışkın
olduğumuz
üzere,
önce
Taraf
gazetesinde
çıkan
bu
iddiayı,
Zaman
gazetesi
ertesi
gün
çok
daha
kapsamlı
bir
şekilde
ele
aldı.8
‘Balyoz
CD’lerinin
üzerindeki
yazılar,
'darbe
notlarıyla'
örtüşüyor’
başlıklı
haber,
“Emre
Uslu’ya
göre...”
diye
başlıyor
ve
bir
tam
sayfaya
yayılıyor.
Üstelik
CD’lerin
fotoğrafları
ve
de
Süha
Tanyeri’nin
el
yazısı
notlarından
kesitlerle
birlikte.
“Zaman'ın
orijinal
fotoğraflarını
yayımladığı
Balyoz
darbe
davasının
en
önemli
iki
delil
CD'sinin
üzerindeki
yazıların
emekli
Tuğgeneral
Süha
Tanyeri'ne
ait
olduğu
iddia
edildi.
11
ve
17
numaralı
CD'lerin
sahte
olduğu
tezlerini
ortadan
kaldıran
bu
yeni
iddiayı
Tanyeri'ne
ait
ek
klasörlerde
el
yazısı
örnekleri
ile
CD'deki
yazıyı
karşılaştıran
grafologlar
da
teyit
ediyor.”
7
Emre
Uslu,
‘Dani
Rodrik
ve
Pınar
Doğan’ın
mantıksal
tutarsızlığı,’
Taraf,
8
Ocak
2011.
8
Zaman,
8
Ocak
2011,
s.1
ve
6.
140
$%&'(!")!*+(+,-!.!/0+1!23""!
*+(+,!4+5%6%&'!7(89::+;!<&:9=,9,!>+5?&?,?,!@?16?A?!4B,-!;%(%,!%86%&'!4B,1B!C+&1?>+!6+(!
&+>D+!>%6'E%0%1!E%1':F%!G%6!;?5?>:+!C'8!',0%:%(%!>+H6?8(?E!I%!C9!',0%:%(%!&J,9,F+!
KLM=:%8F%1'!>+5?:+8:+!%:!,J6:+8?!6+(+(%,!+>,?N!F'>%,!48+DJ:JA9,!+F?!F+!I%8':'>J8)!O48+DJ:JG'!
@+:?E(+:+8?!;9&9&9,F+!PQM=F%,!RFB:!+:+,!ST!U%5';!V?:?@T=!WQ'5!+@?1!1+>,+1:+8F+,!>+H6?A?(?5!
+8+E6?8(+:+8F+!CR>:%!C'8!48+DJ:JA9,!'5',%!8+&6:+(+F?1TX!!
Y+8+D!':%!C+E:+>+,!*+(+,=:+!>+>?:+,!C9!C':4'!1'8:':'A'!>+>?:?81%,-!C%,5%8!C'8!',0%:%(%>'!
&+I9,(+,?,!>+H6?8+C':(%&',%!'(1+,!>J169!@B,1B!*+(+,!4+5%6%&',',!>+>?(:+F?A?!
DJ6JA8+D:+8!F+I+!FJ&>+&?,+!1J,9:(+(?E6?T!Z:1!CR:B(F%!+16+8F?A?(?5!4'C'-!&+,?1:+8!C9!
DJ6JA8+D:+8?!F%D+:+80+!6+:%H!%66'!I%!(+;1%(%!F%D+:+80+!I%8(%>'!8%FF%66'T!
Q+8+,&9=,9,!C+I9:9,F+,!@?1+,!%:!>+5?&?!,J6:+8!':%!LM=:%8!B5%8',F%1'!>+5?:+8!+8+&?,F+1'!
KC%,5%8:'A'N!<&:9=>+!D?&?:F+>+,-!19849>9!1J6+8+,!%1'H6%,!J:(+:?T!LM=:%8',!&+;6%:'A',',!
1J,9E9:(+>+!C+E:+F?A?!FR,%(F%-!>%,'F%,!J86+:?A?!C9:+,F?8(+1!'@',T!!!
<&:9=,9,!C9!'FF'+>?!J86+>+!+6(+&?,F+,!C'8!1+@!4B,!&J,8+!$+F'1+:!4+5%6%&',F%,!754'!Q+E+8+,!
<&:9!':%!8RHJ86+G!>+H6?T!Q'8!1?&(?,?!C98+>+!+16+8?>J895!W1J>9!I9849:+8!>',%!C'5%!+'6X")!!
7TQT!)!/!LM[:%8F%1'!>+5?,?,!\B;+!Y+,>%8'[>%!+'6!J:F9A9,9!,%8%F%,!C':'>J895]!Q%,!
'FF'+,+(%F%!CR>:%!C'8!C':4'>%!8+&6:+(+F?(T!!
7T<T)!!Q%,!5+6%,!'FF'+,+(%,',!@J1!&J89,:9!J:F9A9,9!&R>:B>J89(!C+E6+,!C%8'T!ZFF'+,+(%!
C9,9!+6:+(?E-!!"#$%$&'()&*+,$"-+.T!M%A'E'1!48+DJ:JG'!95(+,:+8?,+!F+,?E6?(T!
7TQT)!U+&?:!',0%:%66','5!95(+,:+8+!>+5?:+8?-!&'5F%!LM[:%8',!DJ6JA8+D?!(?!I+8]!!
!!!!!!!!!!!!!!!
"!$+F'1+:-!"2!/0+1!23""-!&+>D+!"#^"_T!
"#"!
E.U.:
Hayır
yok.
Zaman
gazetesi
geçen
hafta
bu
CD'lerin
fotoğrafını
basmıştı.
Oradan
faydalandım.
E.
B.:
CD'nin
kendisi
ya
da
fotoğrafı
olmadan
gazete
fotoğrafıyla
bilimsel
mütalaa
veren
uzmanlar
var
mı?
E.U.:
Gazetedeki
fotoğraf
ve
iddianamede
yer
alan
Süha
Tanyeri'nin
el
yazılarını
iki
uzmana
incelettim.
Bu
iki
yazıda
da
öyle
kelimeler
var
ki...
Mesela
'K.Özel'
yazısındaki
'z'
taklit
edilmesi
çok
zor
bir
harf.
Ama
tabii
bu
iki
uzman
da
'Bunların
laboratuvarda
incelenmesi
gerekir'
ihtiyatını
koyuyor.
Peki
iddianamedeki
bilirkişiler
bu
el
yazılarını
incelemiş
mi?
E.B.:
Mahkeme
CD'lerin
fotoğrafını
sanık
avukatlarına
vermeyi
reddetti,
nasıl
inceletebilirlerdi?
Bu
CD'lerin
fotoğrafını
Zaman
nasıl
almış?
E.U.:
0,
Zaman
gazetesinin
sorunu.
Eğer
sahteciyseniz
niye
el
yazısı
kullanırsınız?
Çünkü
el
yazısının
sahte
olup
olmadığı
eninde
sonunda
çıkar,
ikinci
sorum
da
diyelim
ki
taklit
ettiniz,
niye
diğer
CD'lerdeki
yazıyı
değil
de
Süha
Tanyeri'nin
yazısını
taklit
edersiniz?
E.B.:
Tarafa
teslim
edilen
o
bavul
içinden
Süha
Tanyeri'nin
el
yazısının
olduğu
bir
defter
çıkmadı
mı?
E.U.:
Doğru,
çıktı.
E.B.:
Yani
bir
harfin
defalarca
tekrar
edildiği
bir
malzeme
vardı
ellerinde
bu
CD'yi
üretenlerin
öyle
değil
mi?
E.U.:
Tamam
da
sonuç
olarak
kriminal
laboratuvarda
sahteliği
ortaya
çıkacak
bir
sahteciliği
niye
yaparsınız?
Yaptınız
diyelim,
niçin
hiçbir
CD'nin
üstünde
örneği
olmayan
bir
el
yazısını,
Tanyeri'ninkini
taklit
edersiniz?
E.B.:
Aynı
mantıkla,
2003'e
ait
olduğu
tespit
edilen
CD'nin
içinden
niye
2009'a
ait
bilgilerin
çıkmasını
akla
yalan
buluyor
musunuz?
E.U.:
Evet
ben
bu
konuyu
haklı
buluyorum
da
siz
niye
benim
sorularımı
haklı
bulmuyorsunuz...
E.B.
Ulaştığım
bir
el
yazı
uzmanı
her
harfin
karşılaştırmalı
olarak
incelenmesi
gerektiğini
söyledi...
E.U.:
Doğru.
Tam
da
bu
yüzden
fotokopiler
üzerinden
mütalaa
vermiyorlar.
E.B.:
E
sizinkiler
nasıl
verdi?
E.U.:
Onlar
bir
rapor
vermedi,
özel
harfler
üzerinden
kanaatlerini
bildirdiler.
E.B.:
Peki
savcılar
sizin
yaptığınız
bu
araştırmayı
niye
akil
etmemiş,
el
yazısı
konusuna
girmemiş?
142
7T<T)!!`+6+!>+H(?E:+8T!Q'5F%1'!&+I0?:?1!&'&6%('!CR>:%!'E6%T!WTTTX!!
<&:9-!J86+>+!@?1+0+1!C'8!&+;6%0':'A'!,'>%!>+H&?,:+8!F'>%!&J89>J8T!7I%6-!C9!&+;6%0':'A' >+H+,:+8-!
7(,'>%6!V8'(',+:=',!C9!&+;6%0':'A'!J86+>+!@?1+8(+>+0+A?,?!C':'>J8!J:(+:?T!
*+(+,!4+5%6%&',',!I%!7(8%!<&:9=,9,!C+;&%66'A'!'&'(&'5!48+DJ:J4:+8!I%!F%!C%,5%8!',0%:%(%>'!
&J89E698(+!&?8+&?,F+!>+H+,!%(,'>%6!95(+,:+8?-!&J,!F%8%0%!C+&'6!J:+,!E9!4%8@%1:%8'!C':'>J8!
J:(+:?:+8T!WQ9!4%8@%1:%8-!+,0+1!DJ6JA8+D:+8!&+I9,(+>+!I%8':F'16%,!&J,8+!J86+>+!@?16?TX!
?=!Q'8!',&+,?,!+>,?!;+8D'-!;+8D:%8!B&6!B&6%!1J,9:F9A9,F+!C'8%C'8!R86BE%0%1!1+F+8-!>+,'!6?H+!6?H!
+>,%,!>+5(+!';6'(+:'!>J1!F%,%0%1!1+F+8!FBEB16B8T!WQ'8!1+A?6!1+:%(!+:?H-!>B5!6+,%!O+=!;+8D'!
>+5?,-!C9,:+8?,!;'@C'8',',!B&6!B&6%!>+H?E+0+1!1+F+8!6?H+!6?H!+>,?!J:(+F?A?,?!4R8%0%1&','5XT!
\R5!1J,9&9!J:+,-!C'8F%,!D+5:+!;+8D',!C'8!+8+>+!4%6'8':(%&'>:%!J:9E+,!C'8!C':%E1%!'&%!WR8,%A',-!
O/8TVT,+=X!C9!R86BE(%!,%8%F%>&%!J:+,+1&?5T!!
@T!7:!B8B,B!>+5?:+8-!%:!>+5?&?,?,!+16?A?!>R,F%!+1+8!I%!F%!(B8%11%C',!>JA9,:+E6?A?!,J16+:+8-!
C9!>R,B!'E+8%6!%F%8T!Q+:>J5!LM=:%8'!B5%8',F%1'!;+8D:%8',!1'('!>B5%>%!6%8&!>R,F%!+1(?E-!+>,'!
(+1',+!+16+8?(:+8?,F+!J:F9A9!4'C'T!!
Q9!'1',0'!,J16+>?!Q+:>J5!LM=&'!B5%8',F%1'!>+5?:+8:+!4R&6%8%0%1!J:98&+1-!R,0%!""!,JT:9!LM!
B5%8',F%1'!""!8+1+(?,+!C+1+:?(T!Q9!,9(+8+:+,F?8(+!HJ:'&!6+8+D?,F+,!>+H?:F?A?!'@',-!OL^""=!
'C+8%&'!LM=:%8!%:%!4%@6'16%,!&J,8+!HJ:'&!6+8+D?,F+,!LM=,',!B5%8',%!>+5?:?>J8T!!
!
$%&'(!2)!\+I0?:?16+!LM=:%8!,9(+8+:+,F?8?:?81%,!""!,JT:9!LM=,',!B5%8',%!>+5?:+,!>+5?!
f91+8?F+!4R8B:%,!I%!HJ:'&!6+8+D?,F+,!W%::%X!>+5?:+,!OL^""=!>+5?&?,F+!(B8%11%C',!>JA9,:+E6?A?!
,J16+:+8-!>+5?,?,!+16?A?!>R,B!4R&6%8'>J8T!!
\'(F'!C'8!F%!+>,?!LM!B5%8',F%1'!O/8TVT,+=!>+5?&?,+!C+1?,T!Q9!C':%E1%F%1'!;%8!C'8!;+8D-!\B;+!
Y+,>%8'=,',!,J6!F%D6%8',F%1'!C'8!;+8D!':%!C'8%C'8!R86BEB>J8T!Q9!;+8D:%8'!C'8!+8+>+!4%6'8%8%1!C'8!
C':%E1%!J:9E698+,!&+;6%0':%8-!(+1',+!(+8'D%6'!':%!C9,9!LM=,',!>B5%>',%!+16+8(?ET!!
"#g!
!
$%&'(!g)!""!,JT:9!LM=,',!B5%8',F%!C9:9,+,!O/8TVT,+=!>+5?&?!!
Q9!6B8!(+1',+:+8!'(5+!I%!>+5?!6+1:'6!%6(%1!+(+0?>:+!B8%6':(%F'A'!'@',-!>+H?:+,!&+;6%0':'1!@J1!
C+&'6!C'8!',0%:%(%!':%!;%(%,!J86+>+!@?1?>J8T!!
Q9!(+1',+:+8?,!19::+,?(!+(+0?-!>+5?,?,!>+5?:?E?,?!6+1:'6!%6(%1!F%A':-!>+5?,?,!W@JA9!5+(+,!C'8!
+(C:%(-!I&TX!+>,?&?,?!C'8!>B5%>F%!J:9E698(+1T!MJ:+>?&?>:+-!(+1',+!>+5?!1+8+16%8:%8','!LM!
B5%8',%!+16+8?81%,!'::%!F%!1+8+16%8:%8',!J:9E6989:F9A9!>R,B!'5:%('>J8!W>+,'!1+8+16%8:%8'!
6%8&6%,!>+5+C':'>J8XT!LM=F%1'!>+5?F+1'!(B8%11%H!>JA9,:9A9!F+!!1+8+16%8:%8',!J:9E6989:(+!
>R,B,B!J86+>+!1J>F9A9!'@',!W/-!V-!,!I%!+!;+8D:%8',%!C+1?,X!&+;6%0':'1!;%(%,!&?8?6?>J8T!
*+(+,!>+!F+!<&:9=,9,!F+,?E6?A?!4%8@%1!C'8!48+DJ:JA9,!>+!F+!&J89E698(+!&?8+&?,F+!4R8%I','!
>+H+,!C'8!%(,'>%6!95(+,?,?,!C9!&+;6%0':'A'!D+81!%6(%(%&',%!J:+,+1!>J1T!!
!"#$%&'()*(+,',-.$+/$.0(1$2345$%$(2&."/"%,.(2&(1$#'&6"/"7('&16"//&4"%,.(
Q+:>J5!(+;1%(%&'!LM=:%8',!>B1&%1!@R5B,B8:B1:B!DJ6JA8+D:+8?,?!4%0'16'8(%F%,!&+I9,(+>+!
I%8&%>F'-!C9!&+;6%0':'1!J86+>+!@J1!F+;+!R,0%!@?1+0+16?T!!b+;1%(%-!C9!DJ6JA8+D:+8!*+(+,!
4+5%6%&',F%!@+8E+D!@+8E+D!>+>?(:+,F?16+,!&J,8+!C9,:+8?!&+I9,(+>+!I%8(%>'!8%FF%66'T!
f+5?:+8?,!\B;+!Y+,>%8'=,%!+'6!J:F9A9!1J,9&9,F+!>+H?:+,!+:F+6(+0+!;+C%8:%8',!C9!>R,F%!C'8!
+:4?!J:9E698(+&?,+!'5',!I%8F'T!!!
b+;1%(%!+,0+1!23""!U'&+,!+>?,?,!&J,9,F+!+:F?A?!C'8!1+8+8!':%!C9,:+8?,!&+I9,(+>+!
I%8':(%&','!1+C9:!%66'T!iJ6JA8+D:+8!*+(+,!4+5%6%&',F%!@?16?16+,!6+(!#!+>!&J,8+T!!
P(%8'1+=F+,!48+DJ:JG'!95(+,?!a8+,6!$T!\H%88>!I%!YB81'>%:'!95(+,!j+:%!Q+D8+=,?,!8+HJ8:+8?!
&+;6%0':'A'!6%>'6!%66'T!\H%88>=,',!8+HJ89,9,!&J,9@!CR:B(B!ER>:%)2!!!
KZ,0%:%(%>%!1J,9!J:+,!O/8TVT,+=!I%!OVTR5%:=!4'8F':%8',',!k%&'1+!V^"=F%,-!+E+A?F+1'!
>R,6%(!>+!F+!C9!>R,6%(',!C'8!I+8>+&>J,9!19::+,?:(+1!&98%6'>:%!B8%6':('E!J:(+:+8?!
19II%6:%!(9;6%(%:F'8)!
l!!!!!!!!!V^"W"-!2!I%_X=F%1'!,J6!F%D6%8'!&+>D+:+8?,F+,!;+8D!I%!;+8D!1J(C',+&>J,:+8?!
&%@':('E6'8T!
!!!!!!!!!!!!!!!
2!m^"!I%!m^2!&?8+&?>:+-!""!I%!"n!,JT:9!LM=:%8'-!k%&'1+!V^"!'&%!\B;+!Y+,>%8'=,',!,J6!F%D6%8',F%,!&+>D+:+8?!
'D+F%!%F'>J8T!
"##!
·
Seçilen
harfler,
fotoğraflanmış
ya
da
dijital
olarak
görüntülenmiştir.
·
Harfler
kesilmiş
ve
‘Or.K.na’
ve
‘K.özel’
girdilerini
oluşturmak
üzere
konfigüre
edilmiştir.
·
‘O.K.na’
ve
K.özel’
bileşik
imajlarından,
bir
imza
makinasında
kullanılmak
üzere
bir
şablon
(örneğin,
kılavuz,
stensil,
kalıp)
oluşturulmuştur.
·
Şablonun
dış
çizgisini
izlemek
üzere
bir
imza
makinası
(örneğin,
autopen)
kullanılmış,
Vesikalar
Q-‐1
ve
Q-‐2’deki
‘Or.K.na’
ve
‘K.özel’
girdileri
oluşturulmuştur.
Vesikalar
Q-‐1
ve
Q-‐2’deki
incelemeye
konu
olan
yazılar,
mekanik
olarak
üretilmiş
(örneğin,
autopen)
yazılarda
görülen
nitelik
ve
özellikleri
taşımaktadır.”
Bu
rapor
Balyoz
mahkemesine
sunuldu
ve
daha
önce
de
yazdığımız
gibi,
Balyoz
mahkemesi
bu
konuyu
araştıracak
bir
uzmanı
‘dosyaya
somut
herhangi
bir
katkı
sağlamayacağı’
gerekçesiyle
reddetti.
Bize
Balyoz
sürecinde
en
dehşet
veren
şeylerden
biri
de,
emniyet,
yargı
ve
Cemaat
medyasına
rağmen
ortaya
çıkarılan
gerçekler,
hiçbir
şeyi
değiştirmedi.
Biz,
Baransu’nun
bavulu
savcılığa
ilk
intikal
ettiğinde
(çok
saf
bir
şekilde)
sevindiğimizi
hatırlıyoruz.
İddiaları,
nihayet
linç
ve
dezenformasyon
kampanyası
yürüten
Taraf
ve
Zaman’daki
gibi
ahlaksız
‘gazeteciler’
yerine
bu
işin
doğrusunu
ortaya
çıkaracak
yargı
ele
alacak
diye!
Ne
kadar
da
yanılmışız!
Çete,
emniyet,
yargı
ve
Cemaat
medyası
muazzam
bir
uyum
içinde
çalıştılar;
birbirlerini
hiç
mahçup
çıkarmadılar.
3.1.5
Zaman’ın
karalama
kampanyaları
Cemaat
kendisini
hoşgörülü,
insan
haklarına
ve
demokratik
değerlere
saygılı
bir
hareket
olarak
göstermeye
çalışıyor.
Oysa
Zaman
gazetesinin
yayın
politikası
karşımıza
çok
değişik
bir
gerçek
çıkarıyor.
Örneğin, Abdülhamit Bilici, Gölcük aramasının ardından şunları yazdı (koyu vurgu bize ait):3
3
Abdülhamit
Bilici,
‘Harvard,
Rodrik'e
şimdi
ne
diyecek?’
Zaman,
22
Ocak
2011.
145
Q':'0'-!M+,'=>'!>B5!1?5+86?0?!C'8!('&>J,+!&J>9,(+1:+!&9@:9>J8T!P>8?0+-!+1+F%('1!1989(:+8?-!
L%(++6!4'C'!C'+6!1B:6B8B,%!F+>+:?!5+,,%F'>J8!J:&+!4%8%1-!>+5?&?,+!ER>:%!F%I+(!%F'>J8)!!
Kt'1':%+1&!C%:4%&',%!4R8%!PQM!%:@'&',',!C':%!FJA89:+F?A?!-$"'(&03"3<3.:("3)3&
.$2,(:(.(,&03'3&%G1&,+1$"#+E+&'3"&.32%!)$&2!%6)$)!I%![E'(F'>%!1+F+81'!%,!
&+A:+(!@+:?E(+([!F%F'A'!#(13&#$.$.()&5!2&*+,$)&'6&D"!5(2F"(&H$"I$"-&03'3&
2$%0+)&'3"&,6"6.6)&)(&-3%(E(;3N!
QB:%,6!V%,%E-!M+,'!'@',!K+':%!'&:%8'>:%!1+8(+E?1!F+8C%!1J,9:+8?,?!1+8?E6?8+,!`+8I+8F=:'!,+'D!
H8JD%&R8N!F%F'-#!!718%(!M9(+,:?-!M+,'=,',!&+A+!&J:+!(%&+G!4R,F%8%8%1!/8;+,!V%(+:!
L%,4'5=',!1J,9E(+!>+H(+&?,?!%,4%::%(%1!'&6%F'A','!>+5F?!W1'!C9-!+:%,%,!C'8!>+:+,XT_!!
*+(+,-!f%,'!o+D+1=6+!>+>?(:+,+,!C'8!>+5?>?!1+8+:+(+!1+(H+,>+&?,?,!H+8@+&?!J:+8+1!*+(+,=+!
OQ+:>J5[9,!%1J,J('!C+1+,?!J:+0+16?=!'FF'+&?=!C+E:?A?>:+!!6+E?(+>?!F+!';(+:!%6(%F'T!!
$%&'(!#)!*+(+,-!"!/0+1!23"2!
Q9!D'18',!F+;'>+,%!(90'F'-!7,I%8!P:H%8!aBI%:!'&'(:'!1'E'!ER>:%!>+5?>J8)!!
KQ9!&B8%@6%!M+(+6!Q%>[',!1B8%&%::%E(%!I%!&%8(+>%!;+8%1%6:%8'!1J,9&9,F+!
(BF+;+:%0'!HJ:'6'1+:+8+!1+H?!+@+,!'1'!1'6+C?,?,!B&6!B&6%-!"hhn!I%!"hhh!>?::+8?,F+!
YB81@%[>%!@%I8':(%&','-!YB81'>%!L9(;98'>%6!b%81%5!Q+,1+&?[,+!F+,?E(+,:?1!;'5(%6'!
!!!!!!!!!!!!!!!
#!YJF+>=&!*+(+,-!"#!o9C+6!23""T!
_!718%(!M9(+,:?-!Oa:JC+:!>+:+,:+8:+!(B0+F%:%!5+(+,?-=!*+(+,-!h!b+>?&!23""T!!
"#s!
I%8(%>%!C+E:+(+&?,?!W2333^2332X-!&?1!&?1!1J,D%8+,&!I%!H+,%::%8%!1+6?:+8+1-!
8RHJ86+G:+8!>+H?:+8+1!1+(9J>9,+!6+,?6?:(+>+!@+:?E?:(+&?,?-!'6&#$)+#+:.$&2G"(E3&
'!%6)E$&-$.$#&!:-6;6)6)&43*'3"&<(,3:-(&0G)-(.(&0(:.(.(23)3&.$)3-$"&
'6:6%!"6.TN!!
OM+(+6=!J:+8+1!4B,F%(%!4%:(%&'!(B(1B,!F%A':-!@B,1B!M+,'!I%!d?,+8!J!6+8';6%!;%,B5!
6+,?E(?>J8:+8!C':%T!!<D+1!C'8!F%6+>!6+C''T!!
M+(+6!F%('E1%,TTT!
M+,'=,',!i',+,0'+:!Y'(%&=F+!>+>?(:+,+,!C'8!(+1+:%&'!B5%8',%!*+(+,-!M+,'=>%!K>+C+,0?!
F+(+6N!F'>%!+6?D6+!C9:9,F9!W;+:C91'!M+,'=,',!YB81!H+&+HJ869,9,!C'8!DJ6J1JH'&','!
7(,'>%6=6%1'!&+A:+(!1+>,+1:+8?,F+,!1J:+>0+!%:F%!%F%C':'8:%8F'pXT!!
Q'5!C9,9!C:JA9(95F+!4B,F%(%!4%6'8',0%-!9&9::%8'!4%8%A'!>+5?>?!1+:F?8?I%8F':%8!Wi%6;9::+;!
aB:%,=',!C+6?!+:%>;6+8?!I%!+,6'&%('6!'@%8'1:'!>+5?:+8?,?!@%I'8'H!C:J49(95F+!>+>?(:+8!
>+>?(:+(+5-!aB:%,=',!C9!>+5?:+8?!aB:%,=',!S,6%8,%6!&'6%&',F%,!9@9I%8('E6'XT!aJJ4:%!
R,C%::%A',F%,!1+>F+!4%@6'A'('5!;+C%8!C+E:?A?,?!C98+>+!6+E?>J895T!!
$%&'(!_)!*+(+,=?,!S,6%8,%6!&'6%&',F%,!9@989:+,!;+C%8-!#!b+86!23""
f+5?,?,!1+>,+A?!L';+,!`+C%8!PG+,&?T!P,0+1!PG+,&?,!>+5?&?,?,!(%6,',F%!K>+C+,0?!F+(+6N!
4%@(%F'A'!'@',!C9!>+1?E6?8(+>?!*+(+,!4+5%6%&',',!%F'6R8:%8',',!>+H6?A?,?!+,:?>J895T!
Q9!+8+F+-!,%8%F%>&%!;%8!CR:B(B!6%80B(%!%F':%8%1!+16+8+,!L';+,!`+C%8!PG+,&?-!,%F%,&%!
M+,'=,',!784%,%1J,^Q+:>J5!F+I+:+8?,F+!i%6;9::+;!aB:%,!0%(++6',',!J>,+F?A?!8J:!':%!':4':'!
"#n!
yazdıklarını
tamamen
atlamış.
Son
olarak,
azınlık
kimliği
ile
ilgili
bir
şey
daha
söyleyelim.
Zaman
gazetesi
kendi
düşüncelerine
yakın
söylemlerde
bulunan
azınlıkları
bağrına
basmaktan
kaçınmıyor.
Ancak
“aykırı”
şeyler
söylediğinizde
yabancı
oluyorsunuz.
Bu
da
“bizden
ve
bizden
olmayanlar”
düşünce
şeklinin
bir
başka
yansıması.
Bizim
gibi
düşündüğünüz
sürece
“fahri
bizden”
olabiliyorsunuz.
3.1.6
‘Özel
Yetkili
Dezenformasyon’
Çetenin
sahte
delil
üretimi
Balyoz
davasıyla
sınırlı
değil;
başkaca
örnekleri
buraya
taşıyacağız.
Buna
paralel
olarak
Cemaatin
yayın
organı
Zaman’ın
dezenformasyon
kampanyası
da
Balyoz
davası
ile
sınırlı
değil.
Zaman
ÖYM’lerde
görülen
diğer
davalardaki
yalan
ve
yanıltıcı
yayınlarıyla
çetenin
kayıtsız-‐şartsız
destekçisi
olduğunu
defalarca
ilan
etti.
Zaman’ın
çete
mensuplarının
ayıplarını
nasıl
örtbas
etmeye
çalıştığına
dair
bir
örnek
verelim
(diğer
davalarla
ilgili
bölümde
yeri
geldikçe
başka
örnekler
de
vereceğiz.)
“Çelebi,
örgüt
üyesi
Oğuz
Kazancı'ya
ait
139
numaranın
kendi
telefonunun
rehberine
polis
tarafından
yüklendiğini
öne
sürdü.
Ancak
gerçek
başka
çıktı.
İstanbul
13.
Ağır
Ceza
Mahkemesi,
Emniyet'ten
Kazancı'nın
üzerinden
çıkan
Telefon
ve
Sim
Kart
Çözüm
Tutanağı'nda
tespit
edilen
telefon
numaraları
ile
Çelebi
arasında
bir
bağlantı
olup
olmadığının
araştırılmasını
istedi.
Emniyet,
TİB'in
mahkemeye
gönderdiği
Kazancı'nın
telefonuna
ait
rehber
bilgilerinin
yer
aldığı
excel
sayfasının
üstüne
sehven
Çelebi'nin
isminin
yazıldığını
fark
etti.”
148
'6):$"-$)&'3"3&#(;.()3)&:32#(23)(&(,:()3%!"T!>:$%+&(.)3%(#&5$",&(-3%!"&I(&
-G1(:#3%!"=&/,:+8!FB5%:6(%&%!I%!FB5%:6(%>%!F+'8!696+,+1!696(+&+!;'@!1'(&%,',!
;+C%8'!J:(+>+0+1TN
$%&'(!s)!718%(!M9(+,:?-!*+(+,-!g"!/0+1!23""T!
M9(+,:?-!'FF'+!FJA89>&+!>%8'!>%8',F%,!J>,+6(+1!4%8%1'8!F'>J8!I%!;+1:?T!f%8'!>%8',F%,!
J>,+6(+1!4%8%1'>J8!@B,1B!M9(+,:?=,?,!>+5F?1:+8?,?,!+1&',%-!e%:%C'=,',!6%:%DJ,9,+!>B1:%(%!
>+H?:F?A?!'FF'+&?!FJA89T!MJA89!J:F9A9,9!F+!&+F%0%!+I91+6:+8?,!F%F'A',F%,!F%A':-!
(+;1%(%,',!+6+F?A?!C':'81'E',',!8+HJ89,F+,!C':'>J895T!$+HJ8F+!e%:%C'=,',!0%H!6%:%DJ,9,9,!
%18+,!DJ6JA8+D:+8?!F+!I+8T!Q9!DJ6JA8+D:+8F+!1+>?6:+8?,!0%H!6%:%DJ,9,+!>B1:%,('E!J:F9A9!
+@?1@+!4R8B:B>J8T!
$%&'(!n)!Y%A(%,!e%:%C'=>%!+'6!0%H!6%:%DJ,9,9,!%18+,!4R8B,6B:%8'!W"_T"2T23"3!6+8';:'!Q':'81'E'!$+HJ89X!
M9(+,:?=,?,!E9!&R>:%F'A'!F%!1%&',:'1:%!FJA89!F%A':)!
"#h!
“Olayı
emniyet
fark
ediyor
ve
düzeltiyor.
Onlar
düzeltmese
ve
düzeltmeye
dair
tutanak
tutmasa
hiç
kimsenin
haberi
olmayacak.”
Emniyet
bu
konudaki
raporunu
ancak
mahkemeden
talep
geldikten
sonra
hazırlıyor.
Mahkeme
Çelebi’yi
telefonunda
görünen
rehber
kayıtları
üzerine
sorguluyor.
Çelebi’nin
bu
kayıtların
kendine
ait
olmadığını
söylemesinden
sonra
da
mahkeme
29
Kasım
2010
tarihli
bir
yazıyla
Emniyet’ten
açıklama
istiyor.
Emniyet’in
yanlışlık
yapıldığını
kabul
ettiği
tutanağı
ancak
bunun
üzerine
yazılıyor.
Özetle,
Dumanlı
iki
konuda
doğruyu
söylemiyor.
Dumanlı’nın
yazdığının
aksine,
Çelebi’nin
telefonuna
bir
Hizbü-‐t
Tahrir
üyesinin
rehber
kayıtlarının
yüklendiği
mahkemenin
atadığı
bilirkişi
raporuyla
belgelenmiş
durumda.
İkincisi,
gene
Dumanlı’nın
iddiasının
aksine,
Emniyet
yanlışını
kendisi
ortaya
çıkarmıyor,
ancak
mahkeme
tarafından
bu
konuda
sorgulandıktan
sonra
(o
da
sadece
kısmen)
kabul
ediyor.
Zaman
gazetesi
herhangi
bir
gazete
değil.
Gülen
cemaatine
yakın
bir
ismin
bize
söylediği
gibi,
cemaatin
“amiral
gemisi.”
Ekrem
Dumanlı
da
herhangi
bir
gazeteci
değil,
bu
gazetenin
genel
yayın
müdürü.
150
üretilmiş
belgelerin
birlikte
paketlenip,
olağan
bir
Ordu
plan
seminerinin
bir
darbe
planlaması
şeklinde
sunulduğunu
yazıyor.
Dolayısıyla
Balyoz
davasını
adalet
ve
hukuk
sınırları
dışında
yürütülen
bir
hesaplaşma
olarak
görüyor.
Avcı’nın
diğer
davalarla
ilgili
yazdıkları
bize
çok
tanıdık
geliyor
çünkü
yöntemler
hep
aynı
ve
Balyoz’da
gözlemlediğimiz
usullerle
birebir
paralellik
taşıyor.
Hedef
seçilen
kişiler
aleyhine
yasa
dışı
toplanan
bilgiler,
bu
bilgilerin
medyaya
servis
edilmesi,
kimliği
belirsiz
fakat
inanılmaz
derecede
detaylı
bilgilere
sahip
gizli
tanık
ya
da
kaynaklar,
gerektiğinde
üretilen
sahte
belgeler
ve
deliller,
savcı
ve
emniyet
mensuplarının
teamüllerle
bağdaşmayan
davranışları,
gerçekten
işlenebilmiş
suçlar
yerine
uydurulmuş
ya
da
abartılmış
iddialar
üzerine
gidilmesi,
giderek
cemaat
kontrolüne
geçen
mahkemeler
—
kısaca
Avcı’nın
deyimiyle
cinnet
geçiren
bir
adalet
sistemi.
Hanefi
Avcı’nın
kitabında
vurguladığı
bu
temel
öğelerin
hepsi
Balyoz’da
da
var.
Hanefi
Avcı
“kral
çıplak”
diyor.
Biz
Hanefi
Avcı’yı
şahsen
tanımıyoruz.
Kitabı
çıktıktan
sonra
bir
iki
kere
mesajlaştık,
onun
dışında
kendisi
hakkında
bildiklerimiz
kitabında
yazılanları
ve
gazetelerde
okuduklarımızı
geçmiyor.
Ancak
Balyoz
ve
diğer
benzer
davalarda
yaptığımız
saptamalar,
Avcı’nın
kitabında
başka
olaylarla
ilgili
anlattıkları
ile
örtüştüğü
için
kendisine
ve
yazdıklarına
çok
önem
verdik.
Özellikle
cemaatle
ilişkili
emniyet
personeli
ve
savcıların
giriştikleri
hukuk
dışı
faaliyetler
ile
ilgili
yazdıklarının
Türkiye’de
bunlarla
yüzleşildiği
yeni
bir
dönem
açacağı
ümidini
taşıdık.
Hanefi
Avcı’nın
kitabında
aktardığı
bir
belge
yine
Emniyet
içindeki
bir
grup
ile
cemaat
arasındaki
ilişki
konusunda
oldukça
aydınlatıcı.
Avcı’nın
kitabı
yüzünden
maruz
kaldığı
muamele,
iddialarını
–
ve
bizim
burada
öne
sürdüğümüz
savları
–
doğrular
nitelikte.
Özel
yetkili
mahkemeler,
üretilmiş
kanıtlar
ve
itibarsızlaştırma
kampanyaları
ile
hedef
aldıkları
kişilerin
üzerine
gidiyor,
cemaat
ve
AKP
yanlısı
medya
da
bu
süreci
körüklüyor.
İşler
o
noktaya
vardı
ki,
Balyoz
davasını
destekleyen
kimi
aydınlar
bile
bu
işten
kötü
kokular
geliyor
demeye
başladılar.
Belki
de
en
güzel
örnek,
Avcı’nın
bürosunda
bir
çantadan
çıktığı
iddia
edilen
Mehmet
Ali
Birand,
Fatih
Altaylı
ve
başkalarına
ait
gizli
ses
kayıtları.
Avcı
kendisinde
böyle
kayıtların
8
Avcı
2010,
s.
557-‐563.
151
bulunduğunu
açık
bir
dille
yalanladı.
Bu
iddiaya
Zaman,
Star
ve
belki
Taraf
gazetesi
yazarları
dışında
kimse
inanmadı.
Demek
ki
birileri
Avcı’yı
zan
altında
bırakmak
ve
özellikle
medya
mensupları
önünde
şüpheli
kılmak
için
kanıt
üretiyor.
Başvurdukları
yöntemlerde
benzerlikler
göz
önünde
bulundurulduğunda
bu
birilerinin
Balyoz
ve
Ergenekon
davalarında
düzmece
belge
ve
delil
düzenleyenlerle
aynı
kişiler
olduğunu
kestirmek
için
kahin
olmak
gerekmiyor.
Hanefi
Avcı’ya
düzenlenen
tuzak,
en
azından
bu
tuzağı
düzenleyenlerin
kanıt
yerleştirme
suçunu
işleme
ve
hukuk
sistemini
kullanarak
istedikleri
insanları
tutsak
edebilme
kapasiteleri
hakkında
bir
uyarı
niteliği
taşıyor.
Biz
Ergenekon
davalarına
Balyoz’da
karşımıza
çıkan
sahtecilikten
sonra
eğilmeye
başladık.
Bu
diğer
davalarda
da
benzer
olayları
görmek
(her
ne
kadar
bizi
şaşırtmadıysa)
daha
da
fazla
dehşete
düşürdü.
Hanefi
Avcı’nın
başına
gelenlerin,
bu
olaylar
dizisinde
“kötü
bir
koku”
sezinleyenlerin,
Türkiye’nin
yakın
geçmişindeki
kimi
davalara
daha
şüpheci
yaklaşmaları
ve
bu
davalarda
olanları
daha
dikkatlice
izlemeleri
için
bir
vesile
olacağını
umuyorduk.
Bu
sadece
kısmen
ve
oldukça
yavaş
gerçekleşti.
Şimdi,
daha
yakından
bakma
fırsatı
bulduğumuz
bir
kaç
başka
davadan
bahsedelim.
3.3
Diğer
davalar
İnceleme
fırsatı
bulduğumuz
diğer
davalar,
Balyoz
davasındaki
motifleri
taşıyor
ve
her
bir
dava,
ayrı
bir
kitap
konusu
olacak
nitelikte.
Biz
burada
bu
davalarla
ilgili
olarak,
bahsettiğimiz
çetenin
emniyet,
savcılar
ve
Cemaat
ile
ilişkisini
ortaya
koyan
kimi
olgularını
sıralamakla
yetineceğiz.
3.3.1
Dokunan
nasıl
yanıyor?
Zeki
Üçok’un
hikayesi
Oda
TV
soruşturması
kapsamında
3
Mart
2013’de
gözaltına
alınan
gazeteci
Ahmet
Şık,
emniyet
aracına
binerken,
cemaati
kastederek
“dokunan
yanar,
arkadaşlar
”
dedi.
Şık’ın
Cemaatçilerin
emniyet
içindeki
kadrolaşmasını
konu
alan
‘000
Kitap’
isimli
kitabının
alt
başlığı
olarak
da
kullandığı
bu
ifadesi,
yaygın
olarak
kullanılmaya
başlandı.
Kayseri’de
bir
hava
üssünde
olanlar
ve
Cemaate
‘dokunduğu
için’
sonrasında
hakim
albay
Zeki
Üçok’un
başına
gelenler
kamuoyunca
görece
az
biliniyor.
Cemaat
ağabeylerinin
isteği
üzerine
2.
Hava
İkmal
Merkez
Komutanlığında
askeri
bilgisayar
sistemine
belge
yerleştiren
astsubayların
soruşturmasını
yürüten
Zeki
Üçok’un
başına
gelmeyen
kalmıyor.
Üçok,
25
Eylül
2009’dan
beri
çeşitli
soruşturma
ve
davalar
nedeniyle
tutuklu.
Bu
bölümde
aktaracağımız
olaylar
zincirinin
iki
önemli
boyutu
var.
Birincisi,
olanlar
cemaatle
ilişkili
kişilerin
giriştiği
kirli
işleri
şüpheye
yer
bırakmayacak
şekilde
belgeliyor.
152
İkincisi,
olanlar
çete-‐yargı-‐cemaat
medyası
arasındaki
tamamlayıcı
ilişkilerin
neredeyse
bir
mikro-‐kozmosu.
Kimi
cemaat
mensuplarının
nasıl
delil
üretip
yerleştirdiğini,
savcı
ve
hakimlerin
hukuku
ayak
altına
alan
tutumlarını,
adli
tip
gibi
kurumların
nasıl
bilimle
bağdaşmayan
raporlar
hazırladığını,
ve
cemaat
medyasının
nasıl
dezenformasyon
ürettiğini
başlı
başına
sergiliyor.
153
“Eve
gittim
ve
daha
önce
konuştuğumuz
gibi
TED
Kolejinin
önünde
Ford
Escort
marka
koyu
mavi
son
plakasının
son
iki
rakamını
hatırlayamadığım
38
ST
3..
aracında
buluştuk
(...)
Bana
vermiş
olduğu
flash
belleği
kendisine
verdim.
Bana
aferin
büyük
iş
başardığımı
söyledi.
Sonra
oradan
ayrıldım.
Bildiğiniz
gibi
Çarşamba
olay
ortaya
çıktı”
Normal
bir
hukuk
devletinde
ne
olmasını
beklersiniz?
Ali
Balta’nın
ismini
ve
telefon
numarasını
verdiği
cemaat
ağabeylerinin
soruşturulmasını,
bu
kişilerin
sahte
belgecilik
sucu
ile
yargılanmasını?
Onun
yerine
daha
soruşturmayı
tamamlayamadan
Zeki
Üçok
tutuklanıyor!
Birden
Üçok’un
para
karşılığı
askere
elverişsizlik
raporu
düzenleyen
3
kişilik
bir
çetenin
yöneticisi
olduğu
iddiası
ortaya
atıldı.
İronik
bir
şekilde
Üçok,
aralarında
DTP
genel
başkanı
Nurettin
Demirtaş’ın
da
bulunduğu
300
civarında
kişiyi
kapsayan
Cumhuriyet
tarihinin
en
büyük
sahte
askerliğe
elverişsizlik
raporu
(yani
sahte
çürük
raporu)
çetesi
soruşturmasını
yürüten
kişi.
Bu
arada
Ali
Balta’nın
ifadesini
baskı
altında
verdiği
konusu
gündeme
geldi.
Ancak,
Ali
Balta’nın
fiziki
işkence
gördüğüne
dair
bir
kanıt
olmadığı
için
(ve
böyle
bir
kanıt
yaratamayacakları
için)
oldukça
yaratıcı
bir
senaryo
geliştirildi:
meğer
Ali
Balta
hipnoz
edilmiş,
ifadesini
hipnoz
altında
vermiş!
Ali
Balta,
ifadesi
alındığı
sırada
avukatlarına
böyle
bir
şikayette
bulunmadığı
gibi,
gözaltında
bulunduğu
sırada
geçirildiği
doktor
kontrollerinde
bu
yönde
en
ufak
bir
bulgu
yok.
Ali
Balta’ya
hipnoz
tekniğini
uyguladığı
iddia
edilen
kişinin
(Gürol
Doğan’ın),
Ali
Balta
itirafta
bulunurken
henüz
İzmir’den
Kayseri
uçağına
binmemiş
olması
da
küçük
bir
detay
olarak
soruşturma
dosyası
sayfaları
arasında
kaldı.
Böylelikle
Zeki
Üçok’a
bir
dava
daha
açıldı.
Üçok,
bu
dava
kapsamında
soruşturma
sırasında
görev
alan
insanların
nasıl
yalan
ifade
verdiğini
belgeleri
ile
ortaya
koydu
Bitmedi.
Zeki
Üçok
hakkında
(çeşitli
isimsiz
ihbarlar
nedeniyle)
Milli
Savunma
Bakanı
tarafından
37
soruşturma
açıldı
Hala
bitmedi.
Zeki
Üçok
son
olarak,
Hükümeti
cebren
ıskat
veya
vazife
görmekten
men
etmeye
teşebbüs”
ettiği
iddiasıyla
İkinci
Balyoz
iddianamesine
de
dahil
edildi.
Bunun
için
gösterilen
tek
delil
ise
Eskişehir’den
“çıkan”
flaş
bellek
içindeki
bir
Word
dokümanı.
Medyaya
servis
edilen
‘bilgilerle’
linç
kampanyası
da
cabası.
Üçok’un
ifadesiyle:
“Telefonlarım
dinlenip
kayıt
edilerek
hava
kuvvetleri
komutanına
gönderilmeye
başlandı.
E-‐posta
adresime
girilerek
resimlerim
özel
yazışmalarım
deşifre
edildi.
Gizli
olan
mal
beyanım,
gizli
gizlilik
dereceli
ABD’ye
görevlendirme
emrim,
MSB
tarafından
verilen
kişiye
özel
gizlilik
dereceli
kınama
cezaları
bana
tebliğ
edilmeden
belli
gazetelerde
yayınlandı.
Kayseride
kaldığım
otelde
yediklerim
içtiklerim
otel
faturam,
ABD’de
alışveriş
yaptığım
yemek
yediğim
restoranlar,
aldığım
gömleklerin
markalarına
kadar
aynı
gazetelerde
yer
aldı.
Hatta
Genelkurmay
Başkanına
yazdığım
mektup
bile
yayınlandı.
Askeri
Savcılığın
penceresinden
çuvalların
içerisinde
5
milyon
dolar
rüşvet
aldığım,
falanca
Yargıtay
Daire
Başkanına
600
bin,
154
falanca
Danıştay
Daire
Başkanına
500
bin
dolar
rüşvet
verdiğim,
Çankaya
Belediyesini
borçlandırarak
gayrımenkullerini
icra
yolu
ile
sattırdığım
ve
icra
satışlarına
kimseleri
sokmayarak
mallarını
kapattığım,
(bilindiği
üzere
belediye
malları
kamu
malı
olup
hacz
edilemez)
Rusyadan
kadın
getirerek
pazarladığım,
AİDS
olduğum,
kredi
kartım
ile
ödediğim
otel
ücretlerini
hava
kuvvetlerine
iş
yapan
mütahitlere
ödettiğim,
Genelkurmay
Başkanı
İlker
Başbuğ
tarafından
Karargah
Evleri
soruşturmasını
kapatmam
için
rüşvet
olarak
ABD’ye
gönderildiğim,
Amerika
ya
kendi
paramla
eşimi
ve
karımı
götürdüğüm
halde
devletin
parası
ile
götürdüğüm
gibi
asılsız
ve
aşağılık
iddialar
ile
dolu
binlerce
haber
yapıldı
ve
tam
olarak
32.000
eposta
gönderildi.”
Zeki
Üçok
üç
astsubaya
hipnozla
işkence
yapmak
suçundan
7
yıl
6
ay,9
Balyoz
davasında
16
yıl,10
sahte
çürük
raporu
davasında
9
yıl
7
ay11
hapis
cezası
aldı.
Hipnoz
ve
Balyoz
davası
ile
ilgili
kararlar
Yargıtay
tarafından
onandı
bile.
Peki
Ali
Balta’ya
ne
oldu?
Cemaat
ağabeyinin
kendisine
verdiği
dijital
belgeyi
askeri
bilgisayara
soktuğunu
7
Mart
2009’da
itiraf
eden
Balta,
hakkındaki
dava
devam
ederken
rapor
alarak
Şubat
2010
sonunda
Manisa
Ruh
ve
Sinir
Hastalıkları
Hastanesi'ne
yattı.12
Yani
sözde
hipnoz
yapıldıktan
tam
bir
sene
sonra.
Adli
Tıp
ihtisas
kurulunca
16
Nisan
2010’da
muayene
edilen
(evet,
sözde
hipnozdan
tam
bir
yıl
sonra
muayene
edilen)
Balta
için
hazırlanan
ve
oy
çokluğu
ile
kabul
edilen
(Başkan
ve
iki
üye
muhalif
kalıyor)
raporun
sonuç
kısmı
şöyle:13
Resim
8:
30
Nisan
2010
tarihli
Adli
Tip
raporu,
sonuç
bölümü
Astsubayların
sorgulandıkları
günlerde
alınmış
tüm
doktor
raporları
böyle
bir
iddiayı
yalanlarken,
Adli
Tıp
“mahkeme
hipnoz
var
derse
biz
karşı
çıkmayız”
mealinde
komik
bir
rapor
veriyor
ve
bu
raporla
Üçok
suçlu
bulundu.
Olay,
Cemaatin,
Cemaat
medyasının,
yargının
ve
(bu
davada
Adli
Tıp’ın)
“bilirkişilerinin”
işbirliğini
belgeleyen
örnek
bir
vaka
teşkil
ediyor.
Zaman
7
Ekim
2011’de
‘Hipnoz
ve
işkence
uygulanan
Astsubay
Ali
Balta,
beraat
etti’
başlıklı
haberi
şöyle
bitiyor:
9
Nisan
2012.
10
Eylül
2012.
11
Nisan
2013.
12
Zaman,
1
Mart
2010,
‘Astsubay
Ali
Balta,
Manisa
Ruh
ve
Sinir
Hastalıkları
Hastanesi'ne
yatırıldı’
13
Adli
Tip
Kurumu
Başkanlığı,
2.
İhtisas
Kurulu,
30
Nisan
2010
tarihli
raporu,
A.T.
No:
155
“Bu
süreçte
kendisine
hipnoz
yapılıp
işkence
uygulanan
astsubay
Ali
Balta,
Manisa
Ruh
ve
Sinir
Hastalıkları
Hastanesi'ne
yatırılmıştı.”
Merak
edenler
için
son
bir
not
düşelim;
Ali
Balta
ile
ilgili
Zaman
gazetesinde
çıkan
haberleri
taradığınızda
Ali
Balta’ya
‘Kayseri'de
görev
yaptığı
sırada
'resmi
belgede
sahtecilik
yaptığı
ileri
sürülen
Astsubay’
olarak
hitap
edildiğini,
ve
haberlerin
tek
bir
tanesinde
bile
davanın
esasında
bulunan
Cemaat
ilişkisinin
kesinlike
yer
almadığını
göreceksiniz.14
3.3.2
51
no.lu
DVD
Ergenekon
davasının
ana
delillerinden
olan
51
no.lu
DVD’nin
içinde
üst
düzey
yargı
mensupları,
siyasetçiler
ve
birçok
gazeteci
fişlenmiş.
Söz
konusu
DVD’de
Başbakan
dahil
bazı
bakanlar
ve
bürokratlar
hakkında
özel
ve
kişisel
bilgiler,
bazı
hakim
ve
savcıların
mahrem
ilişkilerini
gösteren
fotoğraf
ve
kamera
kayıtları
bulunuyor.
Yani
neresinden
bakılırsa
buram
buram
çetecilik,
şantaj
ve
suç
kokan
bir
DVD.
51
no.lu
DVD,
iddiaya
göre
Ergenekon
soruşturması
kapsamında
tutuklanan
eski
özel
harekatçı
Mustafa
Levent
Göktaş’ın
iş
yerinde
“bulundu.”
Bir
buçuk
yıl
sonra
ortaya
çıkıyor
ki,
aslında
bu
DVD
Göktaş’ta
bulunmuş
olamaz.
Çünkü
Göktaş’ın
iş
yerinin
arama
yapıldığı
tarihten
bir
hafta
evvel
bu
DVD’nin
bir
kopyasının
Emniyet
tarafından
oluşturulduğu,
hem
de
TÜBİTAK’ın
bir
bilirkişi
raporuyla
saptanıyor.
Kısacası,
zaten
Emniyet’te
olan
fişleme
belgeleri,
özel
ve
kişisel
belgeler
ve
mahrem
ilişkileri
gösteren
kayıtlar
Göktaş’ta
bulunmuş
gibi
gösteriliyor.
Şimdi
olayın
kronolojisini
daha
yakından
inceleyelim:
7
Ocak
2009:
Mustafa
Levent
Göktaş’ın
iş
yerinde
arama
yapılıyor.
Arama
sırasında
63
CD
ve
DVD’ye
el
konuluyor,
ancak
şüpheliye
verilmek
üzere
bunların
imajı
alınmıyor.
El
konulan
CD
ve
DVD’lerden
51
no.
ile
sıralanan
DVD’nin
yüksek
yargı
mensuplarına
ve
subaylara
ait
şantaj
amaçlı
görüntüler
dahil
olmak
üzere
suç
unsurları
barındırdığı
saptanıyor.
Diğer
CD
ve
DVD’lerde
suç
unsuru
olmadığı
için
bu
DVD
kritik
bir
önem
taşıyor.
18
Eylül
2009:
Duruşma
sırasında
Göktaş
söz
konusu
DVD’den
haberi
olmadığını
söylüyor
ve
bu
DVD
üzerinde
parmak
izi
araştırması
yapılmasını
talep
ediyor.
Mahkeme
talebi
yerinde
buluyor.
10
Kasım
2009:
İddianame
hazırlanana
kadar
poliste
kalan,
dava
açıldıktan
sonra
adli
emanete
teslim
edilen
bu
DVD’yi
Silivri
İlçe
Emniyet
Müdürlüğü
Olay
Yeri
İnceleme
Grup
Amirliği
ekibi
inceliyor.
Hazırladıkları
raporda
DVD
üzerinde
çatlak
olduğu,
tozlama
yöntemi
ile
yapılacak
parmak
izi
araştırmasının
DVD’ye
zarar
verebileceği
belirtiliyor.
Ancak
DVD’nin
dış
kısmında
tozlama
yöntemi
kullanılarak
yaptıkları
parmak
izi
araştırmasında
herhangi
bir
iz
bulunamıyor.
Çatlak
yüzünden
DVD
açılamıyor.
14
Zaman,
22
Şubat
2010,
1
Mart
2010,
2
Eylül
2010,
10
Aralık
2010,
24
Ocak
2011,
vb.
156
13
Kasım
2009:
Mahkeme,
İstanbul
Terörle
Mücadele
Şube
Müdürlüğüne
bu
orijinal
51
nolu
DVD’
nin
kopyası
var
mı
diye
soruyor.
11
Aralık
2009:
İstanbul
Terörle
Mücadele
Şube
Müdürlüğü,
Göktaş’a
ait
büroda
yapılan
aramada
elde
ettiğini
iddia
ettiği
51
no.lu
DVD’nin
bir
kopyasını
mahkemeye
gönderiyor.
16
Nisan
2010:
TÜBİTAK’ın
51
Numaralı
DVD’nin
Emniyet
tarafından
yollanan
kopyası
üzerine
yaptığı
bilirkişi
raporu
tamamlanıyor.
20
Mayıs
2010:
TÜBİTAK’ın
bilirkişi
raporu
Mahkemeye
ulaşıyor.
Bu
rapora
göre
51
no.lu
DVD’nin
Emniyet’ten
yollanan
kopyası
‘31
Aralık
2008
tarihinde
saat
17.40’da’
oluşturulmuş.
Yani,
Emniyet’te
bulunan
DVD
kopyası,
“orijinal”
DVD’nin
Göktaş’ın
ofisinde
sözde
el
konulduğu
tarihten
(yani
7
Ocak
2009’den)
bir
hafta
önce
oluşturulmuş.
“Başbakan
dahil
bazı
bakanlar
ve
bürokratlar
hakkında
da
özel
ve
kişisel
bilgilerin,
bazı
hakim
ve
savcıların
mahrem
ilişkilerini
gösteren
fotoğraf
ve
kamera
kayıtlarının
bulunduğu
bir
DVD’nin
Emniyet’te
ne
işi
var
diye
sorarsanız…
Şimdi
gelelim,
Cemaatin
gazetesi
Zaman’a.
Zaman’ın
aşağıda
aktaracağımız
‘Savcılığın
tedbiri
51
No'lu
DVD'yi
kurtardı’
başlıklı
haberi,
Cemaatin
sahtekarlar
çetesine
nasıl
sahip
çıktığını
bir
kez
daha
doğruluyor.
15
Bu
yazıya
göre
Ergenekon
davasının
meşhur
51
no.lu
DVD’si,
13.
Ağır
Ceza
Mahkemesi
eski
başkanı
Köksal
Şengün
ve
sanık
avukatları
tarafından
çizilmiş
ve
okunamaz
hale
getirilmiş.
Fakat
savcı
Zekeriya
Öz
vaktinde
önlem
alıp,
DVD’nin
iki
kopyasını
çıkardığından
bu
oyun
bir
işe
yaramamış!
Aynen
böyle.
Her
tarafı
uydurma
kokan
bu
yazı
(yazının
bir
yerinde
DVD’den
Balyoz
darbe
planlarına
ait
belgelerin
de
yer
aldığını
yazıyor)
çetenin
ve
onun
destekçisi
Zaman
gazetesinin
taktiklerine
yeni
bir
örnek.
Bu
yazılanlar
doğru
olsaydı
dahi
51
no.lu
DVD
ile
ilgili
en
önemli
gerçeği
değiştirmezdi:
DVD’nin
Emniyet’te
bulunan
kopyasının
oluşturulma
tarihi
(TÜBİTAK
bilirkişi
raporuna
göre)
Levent
Göktaş’ın
işyerinin
aranıp,
DVD’ye
sözde
el
konulduğu
tarihten
tam
bir
hafta
evvel!
Eğer
gerçekten
Zaman’ın
iddia
ettiği
gibi
DVD’nin
kopyası
Zekeriya
Öz’ün
talimatı
ile
alınmışsa,
Zaman
farkında
olmadan
Zekeriya
Öz’ün
çetenin
içinde
olduğunu
da
ifşa
etmiş
bulunuyor.
Öz,
Emniyet’te
olduğunu
bildiği
DVD’nin
kopyasını
daha
Göktaş’ın
işyerine
baskın
yapılmadan
aldırtmışsa
ve
sonra
“DVD
Göktaş’tan
çıktı”
iddiasını
yalanlamamışsa,
suça
fiilen
iştirak
etmiş
oluyor.
Şimdi
gelelim
Zaman
gazetesinin
suçu
Köksal
Şengün
ve
sanık
avukatlarına
atma
gayretine.
Şengün,
Ergenekon
davasına
baktığı
günlerde
Haberal
ve
Balbay
gibi
sanıkların
tutukluluklarına
muhalefet
şerhi
koyduğundan
cemaat
medyasının
hedefindeydi.
Bu
15
Zaman,
23
Mayıs
2012.
157
saldırıların
akabinde
özel
hayatına
dair
bazı
suçlamalarla
HSYK
tarafından
Ergenekon
davasından
alındı
ve
İstanbul’dan
Bolu’ya
sürüldü.
Kısacası,
Şengün
cemaat
tarafından
bu
olayın
günah
keçisi
yapılmaya
müsait
bir
kişi.
Şengün
ve
sanık
avukatlarının
DVD’yi
kendilerinin
çizdiğine
dair
iddia
neresinden
bakılsa
mantıksız.
Kendinizi
hakim
yerine
koyun
ve
düşünün.
Bu
DVD’ye
zarar
vermek
istediğinizi
varsayalım.
Mahkeme
katibi
ve
adli
emanet
görevlilerinin
bundan
haberi
olacağını
bile
bile
bu
DVD’yi
adli
emanetten
aldırtıp,
sadece
sizin
ve
sanık
avukatların
olduğu
bir
odaya
getirtir
misiniz?
Sonra
bunu
yaptığınızı
bildiğiniz
halde
DVD’yi
kıranlar
hakkında
gereği
yapılması
için
Cumhuriyet
Başsavcılığına
bizzat
suç
duyurusunda
bulunur
musunuz
(ki
Şengün
tarafından
bulunuldu)?
Sonuç:
Cemaat’in
yayın
organı
Zaman,
çetenin
kayıtsız-‐şartsız
destekçisi
olduğunu
bu
yayınıyla
tekrar
ilan
etmiş
bulunuyor.
3.3.3
Kafes
davası
Kafes
planı,
çetenin
ürettiği
en
korkunç
planlardan
biri.
Gayrimüslimlere
suikastlar,
okul
çocukları
Koç
Müzesinde
denizaltını
gezerken,
çocukları
havaya
uçurmak,
dahil
vb.
planlar
içeriyor.
İddiaya
göre
bu
plan,
Levent
Bektaş’ın
ofisindeki
bir
DVD’de,
özel
bir
programla
saklanmış
olarak
bulunuyor.
Bunun
doğru
olmadığını,
emniyet
ve/veya
savcıların
bu
planı
üreten
çete
ile
işbirliği
halinde
olduğunu
gösteren
olaylar
dizinini
aktaralım:
22
Nisan
2009:
Levent
Bektaş’ın
ev
ve
işyerinde
yapılan
aramalarda
çeşitli
CD
ve
DVD’lere
el
kondu.
Emniyet
tarafından
el
konulan
bu
DVD’nin
imajları
ve
hash
değerleri
en
baştan
Bektaş’ın
avukatlarına
verilmedi.
Aynı
gün
TEM’de
yapılan
ön
incelemede
soruşturmayla
ilişkilendirilebilecek
herhangi
bir
bilgi
ve
belgeye
rastlanmadığı
belirtildi.
27
Nisan
2009:
Poyrazköy
davası
sanıklarından
Eren
Günay’ın
Savcılık
tarafından
sorgusu
yapıldı.
(Buraya
tekrar
döneceğiz.)
30
Nisan
2009:
Levent
Bektaş’ın
ev
ve
işyerinde
yapılan
aramada
el
konulan
CD
ve
DVD’ler
inceleme
yapması
için
bilirkişiye
teslim
edildi.
Bu
tarihi
aklınızda
tutun.
9
Mayıs
2009:
Bilirkişi
raporu
tamamlandı
ve
İstanbul
Cumhuriyet
Başsavcılığı’na
iletildi.
Bu
tarihi
de
aklınızda
tutun.
Bu
raporda,
incelenen
DVD’nin
içine
“data
stash”
programıyla
gizlenmiş
‘Kafes
Operasyonu
Eylem
Planı’
ve
ekleri
ile
diğer
örgütsel
dokümanlar
olduğu
bildirildi.
Böylece
meşhur
‘Kafes
158
d:+,?=!J86+>+!@?16(?E!J:9>J8T"s!!
o'(F'-!78%,!aB,+>=?,!@Z&&a32$)&@[[\!6+8';:'!\+I0?:?1!\J849!696+,+A?,F+,!+E+A?F+1'!1%&'6%!
C+1?,)!
$%&'(!h)!78%,!aB,+>=?,!2n!U'&+,!233h!&+I0?:?1!&J849&9!WV+D%&!H:+,?!F+;+!J86+>+!@?1(+(?EX!
$%&'(!"3)!78%,!aB,+>=?,!&+I0?:?1!&J849,9,!&J,!&+>D+&?!
\+I0?:+8!780+,!o+D+1!I%!i'18%6!\%@%,-!,+&?:!J:9>J8!F+!78%,!aB,+>=?,!2n!U'&+,!233h!6+8';:'!
&J849&9,F+!WF+;+!&R5!1J,9&9!MkM!C':'81'E'>%!C':%!4'6(%('E1%,X!O1+D%&!JH%8+&>J,9!%>:%(!
H:+,?,?,=!I+8:?A?,F+,!I%!,%8%F%,!@?1+0+A?,F+,!;+C%8F+8:+8!I%!CR>:%!C'8!&J89>9!
>R,%:6%C':'>J8:+8]!
Wi'18%6!\%@%,=',!+F?!C'8!>%8F%,!6+,?F?1!4%:'>J8&+!;+6?8:+6+:?(q!1%,F'&'!aR:0B1!MJ,+,(+!
VJ(96+,:?A?=,+!+8+(+!>+H(+>+!>+,?,F+!I+,695:+8:+!4'F%,!&+I0?TX!
!!!!!!!!!!!!!!!
"s!Q15T!V+D%&!'FF'+,+(%&'!W#T!784%,%1J,X!&+>D+!2sT!
"_h!
Bu kadarla bitmiyor.
Bektaş’ın
avukatları,
Kafes
Planının
eklerinde
bulunan
ve
Levent
Bektaş’a
ait
gibi
görünen
imzaların
sahte
olup,
olmadığını
araştırmak
üzere
İstanbul
Üniversitesi
Adli
Tıp
Enstitüsü’nden
Yard.
Doç.
Dr.
Jale
Bafra’nın
bilirkişiliğine
başvurdu.
6
Ocak
2011
tarihi
taşıyan
Bafra’nın
imza
incelemesi
çarpıcı
sonuçlar
içeriyor.
Bafra,
ilk
olarak
Kafes
Eylem
Planı’nın
ekleri
olan
“EK-‐1
GÖREV
BÖLÜMÜ”
ve
“EK-‐B
PSİKOLOJİK
HAREKAT
KAMPANYA
KONTROL
FORMU”
altında
yer
alan
imzaların
karşılaştırmalı
incelemesini
yaptı
ve
şu
sonuca
vardı
(vurgu
bize
ait):
“İnceleme
konusu
imzaların
bu
kısımların
dışında
kalan
orta
bölümü
ise
tam
olarak
aynıdır.
Kural
olarak
bir
kişinin
iki
imzasının
üst
üste
çakışması
mümkün
değildir.
Çünkü
hiç
kimse
bir
çizgiyi
dahi
iki
defa
aynı
şekilde
atamaz.
Bu
nedenle
de
üst
üste
çakışan
imzalar
kopya
ya
da
nakil
imzalardır.
İncelemeye
konu
imzalar
aralarındaki
tam
ve
kesin
benzerliğe
rağmen
üst
üste
çakışmamaktadır.
Çünkü
imzanın
gövdesini
oluşturan
harflerin
ölçüsünde
ve
eğiminde
değişiklik
yapılmıştır.
Bunun
için,
imzayı
oluşturan
harfler
tek
tek
ya
da
gruplar
halinde
ayrıldıktan
sonra
bilgisayarda
eğim
ve
ölçüleriyle
(en/boy,
boyut)
oynanarak
değiştirilmiş
ve
sonra
da
eski
yerlerine
oturtulmuştur.
Bu
nedenle
imzalar
arasında
çıplak
gözle
bile
görülebilen
tam
ve
kesin
şekilsel
benzerliğe
rağmen
bu
iki
imzanın
üst
üste
oturması
mümkün
değildir.
Bu
bulgular
imzaların
en
/boy
ölçüleri
ve
eğimi
değiştirilmek
suretiyle
birinin
diğerinden
türetilmiş
olduğunu
göstermektedir.”
Bafra,
aynı
konuda
İstanbul
Emniyet
Müdürlüğü
tarafından
hazırlanmış
olan
İmza
Ekspertiz
Raporu’nun
değerlendirmesini
de
yapıyor.
Emniyet’in
incelemesine
göre
imzaların
doğruluğu/sahteliği
konusunda
bir
sonuca
varmak
mümkün
değil.
Bafra’nın
tespitleri
ise
şöyle:
İncelemeye
konu
olan
Levent
Bektaş
adına
atılmış
iki
adet
imzanın
orta
bölümleri
arasında
açıkça
görülebilen
tam
bir
benzerlik
bulunmaktadır.
Kriminal
Laboratuvar
Ekspertiz
raporunda
bu
benzerlikten
hiç
bahsedilmemiş
olması
büyük
bir
eksikliktir.
İnceleme
konusu
belgenin
fotokopi
ya
da
bilgisayar
çıktısı
olmasından
da
hareketle
imzalar
arasındaki
bu
benzerliğin
bilimsel
olarak
değerlendirilmesi
gerekirdi.
Bu
çeşit
benzerliklerin
nakil
imza
göstergesi
olduğu
esastır.”
160
Jale
Bafra’nın
raporu
şu
tespitle
kapanıyor:
Tanıdık
geldi
mi?
Balyoz
CD’leri
üzerindeki
‘Or.K.na’
ve
‘K.özel’
yazılarını
hatırladınız
mi?
Emniyet
Kriminal’in
bu
yazılardaki
sahteciliği
nasıl
‘fark
etmediğini’?
3.3.4
Çağdaş
Yaşamı
Destekleme
Derneği
davası
Eğer
hayatta
olsaydı
Türkan
Saylan,
Çağdaş
Yaşamı
Destekleme
Derneği
(ÇYDD)
davası
kapsamında
bugünlerde
yargılanıyor
olacaktı.
Saylan
da,
tıpkı
çalışma
arkadaşları
gibi,
“Ergenekon
silahlı
terör
örgütü
üyesi”
olmakla
suçlanacaktı.
ÇYDD
iddianamesinde
”Ergenekon
silahlı
terör
örgütü
üyesi”
oldukları
iddia
edilen,
ve
hepsi
eğitim
alanında
faaliyet
gösteren
vakıf/dernek
üyesi
sekiz
kişi
var
(Çağdaş
Eğitim
Vakfı
Başkanı,
Çağdaş
Yaşamı
Destekleme
Derneği
üye
ve
yöneticileri,
Bozburun
177
Çağdaş
Öğrenci
Yetiştirme
Derneği’nin
kurucu
üyesi).
ÇYDD
davası
halen
Kafes
ve
Poyrazköy
davalarıyla
birleşmiş
bir
şekilde
görülüyor.
Davada
suçlamaya
dayanak
oluşturan
dijital
deliller,
ÇYDD’nin
Kadıköy
şubesinde
el
konulan
bir
sabit
diskte
bulunmuştu.
Bu
sabit
disk
üzerinde
yapılan
iki
adli
bilişim
incelemesi
sonucunda
ortaya
çıkanlar,
bu
ve
benzeri
davaları
takip
edenler
için
hiç
şaşırtıcı
değil:
deliller
ÇYDD’nin
sabit
diskine
sahtecilikle
yerleştirilmiş.
Aynen
sahte
belge
çetesinin
diğer
davalardan
bildiğimiz
yöntemleriyle.
13
Nisan
2009’da
polis,
ÇYDD’nin
Kadıköy
şubesini
aradı
ve
bir
sabit
diske
el
koydu.
Bu
sabit
diskten
çıkan
Word
ve
Excel
belgeleri
ÇYDD
davasındaki
ana
delilleri
oluşturdu.17
Söz
konusu
sabit
diskin
adli
imajı
son
olarak
Adli
Bilişim
Uzmanı
Koray
Peksayar
ve
ABD’de
Arsenal
Danışmanlık
uzmanları
tarafından
incelendi.
İki
ayrı
inceleme
aynı
sonuca
vardı:
Sabit
disk,
Windows
sisteminin
10
Nisan
2009
Cuma
akşamı
en
son
kapatılmasından
sonra
ve
de
emniyette
adli
imajının
alınmasından
önceki
bir
süre
zarfında
bir
başka
bilgisayara
bağlanıyor,
bağlanan
bilgisayardan
kimi
dosyalar
bu
sabit
diske
kopyalanıyor,
saat
ve
zaman
ayarları
manipüle
ediliyor
ve
de
ardından
dosyalar
siliniyor.
(Diskin
imajının
emniyette
gerçekte
ne
zaman
alındığı
bilinmiyor,
çünkü
adli
imajın
alınmış
gibi
gözüktüğü
tarih,
polisin
sabit
diske
el
koymasından
bir
ay
öncesini,
yani
15
Mart
2009’u
gösteriyor.)
Davada
bu
sabit
diskteki
suça
delil
olarak
gösterilen
tüm
dosyalar,
sistem
son
kez
kapatıldıktan
sonra
sabit
diske
yüklenip
silinen
dosyalardan.
17
Bkz.
İddianame,
sayfa
12’den
itibaren.
161
Bu
yöntem
size
Gölcük’te
el
konulan
5
no.lu
sabit
diski
hatırlattı
mı?
Ayrıca,
ÇYDD
sabit
diskine
sahtecilikle
yüklenen
dosyalardan
kimisi,
bir
başka
Ergenekon
davasında
yargılanan
bir
subayın
ofisinde,
ajandasının
içinde
bulunan
CD’den
“çıkıveriyor’”
böylelikle
hem
birden
fazla
yerde
çıkmaları
belgelerin
gerçekliğine
kanıt
gösteriliyor,
hem
de
örgütsel
bağlantı
kurulmuş
oluyor.
Bu
mantık
size
sahte
Balyoz
CD’sinin
‘sağlamasının,’
nasıl
Gölcük’ten
çıkan
kopyasıyla
yapıldığını
hatırlattı
mı?
Delil
yerleştirme
yöntemi
aynı,
dijitalleri
“inceleyen”
polisler
aynı,
iddianameyi
hazırlayanlar
aynı
(bu
iddianamenin
altında
Ercan
Şafak,
Murat
Yönder
ve
Zekeriya
Öz’ün
imzası
var;
Yönder
aynı
zamanda
Balyoz
iddianamesinin
mimarlarından).
Şimdi,
iddianamenin
uvertürü
olan,
hem
iddianamede
hem
de
Cemaat
medyasında
en
çok
bahsi
geçen
Word
belgesine
biraz
bakalım:
2008
toplantiozeti.doc.18
Bu
doküman,
sözde
2008’de
yapılan
bir
toplantının
özeti.
ÖYM’lerde
görülen
davaları
yakından
takip
edenlerin
bileceği
gibi,
bu
tür
davalarda
yargılanan
sanıkların,
yasadışı
konuları
Word
dokümanlarına
dökmek
gibi
bir
huyu
var
(aşağıda
iki
örneği
hatırlatacağız).
Bu
Word
belgesinden
kimi
alıntılar
şöyle:19
“Yurtdışından
gelen
paralar
kesinlikle
kayıtlara
geçirilmeyecek.
Güvenilir
üyelerin
İsveç
hesapları
bu
amaçla
kullanılacak.”
“Askeri
okullara
yakın
çevrede
oluşturulan
kız
evlerine
en
uygun
kızlar
seçilerek
bu
evlere
aktarılacak.
Kızlara
her
türlü
fedakarlığı
yapacak.”
“Ümraniye
davasında
alınanlarla
temas
kurulmayacak.
Gizlilik
en
üst
seviyeye
çıkarılacak.
Alınanların
çoğu
alt
düzeymiş,
ama
kritik
düzeye
de
ulaşmışlar.”
Oysa
bu
belge,
sistem
en
son
kapatıldıktan
sonra
sabit
disk
başka
bir
bilgisayara
bağlanarak
yüklenmiş.
Bilgisayar
sistemlerinde,
yapılan
işlemlere
sistemdeki
(kolayca
oynanabilen)
zaman
ayarlarından
bağımsız
olarak,
bir
işlem
sıra
numarası
veren
“LogFile”
kütük
sistemi,
tıpkı
Gölcük’te
el
konulan
5
no.lu
sabit
diskte
olduğu
gibi,
ÇYDD
sabit
diskine
belge
yükleyen
çetenin
işini
açığa
çıkarıyor.
Delil
üretme-‐yükleme
yöntemleri
aynı,
çünkü
çete
aynı.
3.3.5
Oda
TV
davası
Bu
noktada
Oda
TV
davasının
hiçbir
inandırıcılığı
kalmadığını
sanıyoruz.
Hanefi
Avcı,
Nedim
Şener
ve
Ahmet
Şık’ın
Cemaatle
ilgili
kitaplarından,
Oda
TV’nin
ise
Cemaatle
ilgili
yaptığı
haberlerden
(örneğin
Oda
TV,
Ergenekon
hakimlerinin,
Zekeriya
Öz
ve
Fikret
Seçen
gibi
Ergenekon
savcıları
ve
Ali
Fuat
Yılmazer
gibi
emniyetçilerle
birlikte
18
Zaman,
28
Nisan
2009’da
bu
belge
ile
ilgili
‘ÇYDD:
Araba
yakan
PKK'lılara
verilen
burslar
162
sansasyonel
iftar
yemeğini
haberleştirmişti)
dolayı
hedef
olduğu
konusunda
tereddüttü
olan
az
insan
olduğunu
düşünüyoruz.
Kamuoyunda
zaten
oldukça
bilinen
bu
dava
hakkında
fazla
yazmayacağız,
ancak
bir
kaç
detay
ekleyeceğiz.
Bu
davada
suçlamaya
konu
olan
belgelerin
Oda
TV
bilgisayarlarına
‘malware’
yani
zararlı
yazılım
aracılığı
ile
eklendiği
çeşitli
bilirkişi
raporları
ile
tespit
edildi.
İşin
saçma
tarafı,
sahte
belge
çetesinin
kurgusuna
göre
suçlular
alışveriş
listesi
yapar
gibi
işleyecekleri
suçları
sıralayıp,
Word
belgesine
kaydediyorlar.
Sonra
bu
Word
belgelerini
ya
bilgisayarlarında,
ya
da
bir
CD’de
(kimi
zaman
da
bir
flaş
bellekte)
saklıyorlar
ki,
“ihbar
alan”
polis
gelip,
eliyle
koymuş
gibi
bulsun.
Aşağıda
iki
farklı
belgeden
(imla
ve
yazım
hatalarını
düzeltmeden)
alıntılar
verelim.
Belgelerden
biri,
OdaTV’deki
bilgisayarda
bulunan
HANEFİ.doc
isimli
Word
belgesi
(Sözde
Soner
Yalçın,
talimatlarını
Word
dosyasına
kaydetmiş).
Bu
belge
Ergenekon/OdaTV
iddianamesinin
ek
klasörlerinde
yer
alıyor.
Belgelerden
ikincisi
Levent
Bektaş’ın
ofisinde
el
konulan
3
nolu
DVD’den
çıkan
gundemlerim2.doc
isimli
Word
belgesi.
Sözde
Kafes
planı
ile
bağlantılı
olarak
çeşitli
talimatlar
bu
Word
belgesine
kaydedilmiş.
Bu
belge
Kafes,
Poyarazköy,
İkinci
ve
Üçüncü
Balyoz
iddianamelerinin
ek
klasörlerinde
yer
alıyor.
HANEFİ.doc:
Hanefi’nin
kitabı
ne
durumda,
referendum
öncesi
yetişmeli.
Nedim’i
sıkıştırın
hızlandırsın.
gundemlerim2.doc:
Begültay
Varımlı
ile
konuşmasının
içeriğini
değiştimesi
için
görüşelim
Özden
Paşayı
rahat
bırakmasın
HANEFİ.doc:
Referandum
sürecinde
Cemaati
yıpratmalı
ve
kamuoyu
üzerinde
güvenilirliliğini
azaltmalı;
Hanefi
kullanılmalı.
Böyle
bir
şeyi
kendini
ortaya
koyarak
teklif
etmesi
önemli.
gundemlerim2.doc:
Tandıklarla
ilgili
olarak
toplu
maillerde
“kurum
yıpratılıyor”
şeklinde
kamuoyu
oluşturulmalı
bunu
için
tanıdıklardan
“mağdur”
grup
oluşturulmalı
HANEFİ.doc:
Avcı
ile
direkt
görüşmeleyim,
Nedim’i
ve
Cumhur’u
kullanalım
Müyesserin
emniyet
bağlantılarından
yararlanalım
gundemlerim2.doc:
Erdal
paşanın
karısı
ile
alevi
dostlarımızı
akademide
karşı
karşıya
getirip
farklı
cephe
oluşturalım
“Erdal
Paşa
karısını”
dövüyor
diye
dedikodu
yayalım
HANEFİ.doc:
Sabih
üstat
da
İlhan
Cihaner
olayı
kitapta
muhakkak
işlenmeli
diyor.
Cihaner’i
bayraklaştıralım.
163
gundemlerim2.doc:
Baha
Eren
paşa
ile
ilgili
Metin
Uca
projesi
çok
iyi
tuttu
karısı
ve
kızıyla
ilgili
diyaloglar
çok
iyi
organizenin
en
güçlü
ayağı
haline
getirelim
ve
Baha
Paşayı
yukarı
taşıyalım
HANEFİ.doc:
Doğunun
çalışmalarından
faydalanılmalı.
Hanefi’ye
güvence
verilmeli…
gundemlerim2.doc:
Sevil
beyanat
vermeli,
toga’nın
filmlerinin
reytingleri
yükseltilmeli
vb…
Nasıl?
Soner
Yalçın
ve
Levent
Bektaş,
birbirine
ne
kadar
benzer
tarzda
notlar
tutmuşlar
değil,
mi?
Bu
arada,
bilgisayarlara
eklenen
‘suç
unsuru’
dokümanlardan
birinde
bizim
de
adımız
geçiyor;
aynen
su
şekilde:
‘Pınar
ve
Dani
Rodrik
ile
güçlü
iletişim.
Çetin
Paşa'nın
Odatv'ye
emeği
büyük,
sınırsız
destek.’
Avukatlar,
Türkiye’de
gelmemiz
halinde,
bu
Word
belgesinin
tutuklanmamız
için
yeterli
kanıt
olarak
gösterileceğini
belirttiler,
ve
Türkiye’ye
gelmememizi
telkin
ettiler.
Daha
sonra
Amerika’da
yaşadığımız
bir
olay,
bu
tip
zararlı
yazılımların
kimler
tarafından
kullanıldığına
işaret
ediyordu.
Amerika’da
Cemaatin
okulları
hakkında
araştırma
yapan
ve
aleyhinde
kampanya
yürüten
bir
kişi,
bir
gün
Dani’den
gelmiş
gibi
gözüken
bir
email
mesajı
aldı.
Mesajın
konu
kısmında
Cemaatle
ilgili
bir
yazıya
atıf
vardı.
Mesajı
alan,
Dani’nin
adresinin
“harvard.edu”
olarak
değil,
“harward.edu”
olarak
yazıldığını
fark
etti
ve
mesajı
açmadı.
Mesajı
adli
bilişimciler
incelediler
ve
mesajın
içindeki
linkin
bilgisayarı
ele
geçirmek
için
kullanılan
bir
zararlı
yazılıma
yönlendirdiğini
tespit
ettiler.
Bunun
da
Türkiye’deki
bir
‘server’de
yüklü
olduğu
tespit
edildi.
Söz
konusu
zararlı
yazlım
ise
genelde
Orta
Doğu
ülkelerinin
polis
ve
istihbarat
birimlerine
satılan
İtalyan
yapımı
profesyonel
bir
yazılım.
Maalesef
Türkiye
kirli
işler
cumhuriyetine
döndü.
3.3.6
Askeri
Casusluk
–
Şantaj
–
Fuhuş
davası
(İstanbul)
Şimdi,
İstanbul
Askeri
Casusluk
ve
Fuhuş
davası
olarak
bilinen
(evet,
bir
de
İzmir
versiyonu
var!)
56
sanıklı
davada
yargılanan
Emrah
Küçükakça’nın
hikayesi
üzerinden
bu
Kafkaesk
davada
nasıl
delil
yerleştirildiğini
anlatacağız.
Olayın
özü
şu;
davada
kanıt
gösterilen
dijital
deliller
Emrah
Karaca
adındaki
bir
başkasının
evi
yerine,
yanlışlıkla
Emrah
Küçükakça’nın
evine
yerleştirildi.
İnanılmaz
olan
ise,
bu
olay
sayesinde
birilerinin
bir
eve
delil
yerleştirmiş
olduğunu
bu
kadar
alenen
ortaya
çıkmasına
rağmen,
bunun
hiçbir
yerde
doğru
dürüst
haber
bile
olmaması.
Olaylar
şöyle
gelişiyor:
İstanbul
Emniyet
Müdürlüğü’ne
Emrah
Karaca
ile
ilgili
isimsiz-‐imzasız
bir
elektronik
posta
ihbarı
geliyor.
164
Bu
ihbar
üzerine,
Emrah
Karaca
adına
arama
ve
el
koyma
kararı
çıkarılıyor.
Emrah
Karaca
için
çıkarılan
bu
arama
kararı
ile
polisler
4
Ağustos
2010’da
Emrah
Küçükakça’nın
evini
basıyorlar.
Tesadüf
o
ki,
baskın
tam
da
Emrah
Küçükakça
ve
ev
arkadaşları
görevdeyken
–yani
evde
kimse
yokken–
gerçekleşiyor.
(Emrah
Küçükakça
bir
gün
önce
görev
yaptığı
gemi
ile
Gölcük’ten
ayrılarak
Karadeniz
Ereğli
limanına
hareket
etmiş.)
Kimsenin
evde
olmayacağı
önceden
hesap
edilmiş
olsa
gerek,
çilingirin
bulunması,
çilingirin
adrese
gelmesi
ve
kapıyı
açması,
hepsi
topu
topu
10
dakikada
gerçekleşiyor.
Evde
boş
CD
ve
DVD’ler
dahil
olmak
üzere
bir
çok
dijital
malzemeye
el
konuluyor.
Bunlara
el
konulurken
ne
Emrak
Küçükakça,
ne
ev
arkadaşları
ne
de
bu
kişileri
temsil
eden
bir
avukat
yok.
Polislerin
yanında,
orada
oturanın
Emrah
Karaca
değil,
Emrah
Küçükakça
olduğundan
bile
habersiz
bir
apartman
görevlisi
ve
muhtar
var.
El
konulan
malzemelerin
imajı
alınmadığı
gibi,
emniyette
yine
delil
torbaları
kimse
–ne
evi
arananlar
ne
onları
temsil
eden
bir
avukat–yokken
açılıyor.
Bir
de
bakıyorlar
ki,
çeşitli
dijital
malzemelerden
bir
dolu
suç
unsuru
belge
çıkıyor.
Belgelerde
hep
Emrah’ın
adı
geçiyor.
Ama
hangi
Emrah?
Emrah
Karaca.
Hani
ihbar
mektubunda
adı
geçen
Emrah
Karaca.
Kimin
evinden?
Polislerin
baskın
yaptığı
Emrah
Küçükakça’nın
evinden.
Bulunan
dijital
belgelerde
hiç
adı
geçmemesine
rağmen
(belgeler
yanlış
Emrah’ın
evine
konulup
orada
bulunduğu
için)
Emrah
Küçükakça
önce
soruşturmada
şüpheli
sonra
da
davada
sanık
konumuna
düşüyor.
Öyle
ya,
Karaca
ya
da
Küçükakça,
ne
farkeder?
Emrah’ın
evinden
Emrah
ile
ilgili
belgeler
çıkmadı
mı?
Üstelik
ikisinin
de
soyadı
K
harfiyle
başlıyor,
A
harfiyle
bitiyor…
Detaylara
bu
kadar
takılmamak
lazım.
Ama
insanoğlu
işte,
aylarca
tutuklu
kaldıktan
sonra
2011
Nisan
ayındaki
savunmasında
Emrah
Küçükakça
soruyor:
“İsmi
mükerrer
olarak
pek
çok
yerde
geçen
şahısların
sorgulanmadığı
bir
davada
hiçbir
yerde
ismim
bulunmamasına
rağmen
hangi
sebeple
tutuklu
olarak
bulunmaktayım?”
Ve
mahkeme
heyetine
sesleniyor:
“Sizleri
hiçbir
şekilde,
hiçbir
sözde
delillerin
içerisinde
delil
olmasa
da
üst
verisinde
adımın
hiçbir
şekilde
bulunmadığı
bir
sanık
olan
EMRAH
KÜÇÜKAKCA’nın
6
aydır
cezaevinde
bulunmasının
hukuki
ve
vicdani
muhasebesini
yapmaya
davet
ediyorum.“
Absürtlük
burada
da
bitmiyor.
165
Gemideki
görevi
esnasında
evinin
ihbar
üzerine
arandığını
öğrenen
Emrah
Küçükakça
ne
olduğunu
anlamak
için
dönüyor.
Savcılık
sorgusunda
Emrah
Küçükakça’ya
evinde
el
konulan
bir
hard
diskten
(WXH
(208918395
SERİ
NUMARALI
160
GB’lık
HARDDİSK)
22.541
tane
gizli
belge
çıktığı
söyleniyor.
Emrah
Küçükakça
arama
ve
el
koyma
tutanağına
bakıyor,
böyle
bir
hard
diske
el
konmamış.
Emniyet’te
5
Ağustos
2010’da
delil
torbaları
açılırken
tutulan
Mühür
Açma
tutanağına
bakılıyor,
böyle
bir
hard
disk
kayıtlı
değil.
Yanlışlıkla
yanlış
Emrah’ın
evine
yerleştirilen
dijital
belgelerde
isimler
tutmayınca,
bu
defa
el
konmamış
bir
hard
diski
“evinde
bulduk”
diye
Emrah
Küçükakça’nın
karşısına
çıkarıyorlar.
6
aydır
tutuklu
bulunduğu
cezaevinden
mahkeme
salonuna
getirilen
Emrah
Küçükakça
(haklı
olarak)
mahkeme
heyetine
soruyor:
“Arama
tutanağında
bulunmayan
fakat
savcılık
sorgumda
karşıma
çıkan
ve
daha
sonra
iddianameye
giren
bir
harddiskin
açıklaması
nedir?”
“Neden
suçlanıyorum?
Evimde
bulunmadığı
halde
savcılık
sorgumda
karşıma
çıkan
bu
harddisk
nereden
çıkmıştır,
bu
veriler
kime
aittir
ve
hangi
yolla
savcılık
makamının
veya
emniyetinin
eline
ulaşmıştır?”
“Bu
harddisk
yoktan
nasıl
var
olmuştur?”
Birçokları
için
bu
soruların
yanıtının
hiç
önemi
yok.
Üretilmiş
dijital
delilleri
Emrah
Karaca’nın
evi
yerine
Emrah
Küçükakça’nın
evine
kimin
ve
nasıl
yerleştirdiğinin
de
hiç
önemi
yok.
Ne
de
olsa
Askeri
vesayet
ile
“hukuk
yoluyla”
mücadele
gibi
önemli
bir
uğurda
bu
gibi
detaylar
önemsiz
kalıyor.
Önemsiz
kalan
Emrah
Küçükakça’nın
hayatından:
“Tutuklanmasaydım
2011
yılının
Mayıs
ayında
evlenerek
hayatıma
devam
etmeyi
planlıyordum.
Fakat
hayatım
baharında
kurduğum
bu
pembe
hayallerde
benimle
birlikte
6
aydır
demir
parmaklıklar
arkasındadır.
Hayalini
kurduğum
ailemin
ve
diğer
tutuklu
yakınları
gibi
bizleri
bu
iftiralarla
yalnız
bırakmamak
adına
üç
gündür
kocaman
yürekleri
ile
bizlere
destek
olmaktadırlar.
Onlar
ağabeylerini
nişanlılarını
seven
bir
aile
olsalar
da
eğer
ki
bu
iddiaların
milyonda
birine
inansalar
benim
yüzüme
tükürecek
vatansever
insanlardır.
Ben,
bu
suçlamaların
gerçek
olması
halinde
beni
mahkemelere
bırakmayıp
kendi
elleriyle
alnımın
ortasında
vurarak
öldürebilecek
bir
babanın
evladıyım,
14
yaşından
beri
bu
devletin
bu
milletin
ekmeğiyle
yetişmiş
bir
Türk
subayıyım.”
11nci
Ağır
Ceza
Mahkemesi
Küçükakça’ya
10
yıl
7,5
ay
hapis
cezası
kesti.
Yargıtay
bu
kararı
bozarak
3
yıl
45
gün
olarak
onadı
(çok
titiz
yapılan
bu
hesap,
herhalde
yanlış
eve
delil
yerleştirilmesinden
dolayı
indirim
olacak).
Emrah
Küçükakça
TSK’dan
ihraç
edilecek
ve
üstüne,
TSK’da
mecburi
hizmetini
tamamlamadığı
için
yaklaşık
40
bin
lira
tazminat
ödeyecek.
166
Burada,
delil
gösterilen
CD’yi
Küçükakça’nın
evine
kimin
yerleştirdiğini
anlamak
için
müneccim
olmak
gerekmiyor.
Aslında
buradaki
Küçükakça’nın
başına
gelen,
Balyoz’daki
sözde
belgeleri
hazırladığı
tarihte
başka
yerde
(denizde,
yurt
dışında)
olduğunu
ispat
edenlerinkiyle
aynı.
Eğer
mahkeme
bu
kişilerin
suçsuzluğunu
kabul
ederse,
bir
başkalarının
delil
üretme/yerleştirme
suçu
işlediğini
kabul
etmek
zorunda
kalacak.
Onun
yerine,
mahkeme,
aydınlarımızın
ifade
ettiği
gibi
‘hukuk
surecindeki
kimi
aksaklıklar’
kontenjanından
hapis
cezaları
kesiliyor.
“Özel
yetkili
soruşturmalar”
sürecinde
çok
daha
trajik
olaylar
da
oldu.
Ali
Tatar,
‘Amirallere
suikast’
soruşturmasında
(altında
Ali
Tatar
yazan)
suikast
notunu
yazdığı
iddiasıyla
tutuklanıp
sonra
serbest
bırakılmıştı.
Aralık
2009’da
hakkında
ikinci
kere
tutuklama
kararı
çıkınca,
Ali
Tatar,
“Şunu
bilin
ki,
en
küçük
suçu
ve
günahı
olmayan
ben
bu
yapılan
hukuksuzluğa
isyan
ve
bu
karanlığa
bir
nebze
ışık
olabilmek
için
hayatıma
son
veriyorum”
diyerek
hayatına
son
verdi.
Tatar
öldükten
sonra
anlaşıldı
ki,
el
yazısı
Ali
Tatar’a
ait
değil.
O
zaman
yazı
kime
ait?
Kim,
Ali
Tatar’a
suç
atfetmek
için
bu
notun
altına
adını
koydu?
Zaman
gazetesi,
Ali
Tatar
öldükten
sonra
da
linç
kampanyasına
devam
etti.
‘İntihar
eden
yarbay
Tatar'ın
Ergenekon'la
11
bağı’
başlıklı
haber
yapan
Zaman,
Tatar’ın
DHKP-‐C'nin
Deniz
Kuvvetleri
Komutanlığı'ndaki
sorumlusu
olduğu
iddiasını
yazdı.20
Oral
Çalışlar,
16
Mayıs
2012’de
Radikal’deki
yazısını
şöyle
bitiriyor:
“Öte
yandan
Ergenekon,
Balyoz,
Kafes
davalarını,
içindeki
yanlış
uygulamalara
rağmen
-‐militarizmle
ve
darbecilikle
mücadelenin
gereğine
inanan
birisi
olarak
önemsemeye
devam
ediyorum.”
Geniş
çapta
delil
üretilmesi,
emniyet
ve
savcıların
üretilmiş
delillerdeki
sahtecilikleri
örtbas
etmesi,
kimi
zaman
emniyetin
delilleri
bizzat
yerleştirmesi,
ortaya
çıkan
sahteciliklere
rağmen
hakimlerin
ceza
kesmesi,
bu
cezaları
Yargıtay’ın
onaması
sadece
ufak
tefek
‘yanlış
uygulama’
oluyor.
Kirli
işler
gören
çetenin
belli
bir
uğurda
bunları
yaptığını
görüyoruz,
ama
‘aydınların’
militarizmle
mücadelenin
gereği
bu
kirli
işleri
nasıl
desteklediklerini
ve
olanları
‘yanlış
uygulamalar,
ufak-‐tefek
aksaklıklar’
olarak
geçiştirebildiklerini
anlamakta
çok
güçlük
çekiyoruz.
3.4
Edelman’a
verilen
sahte
darbe
belgeleri
Son
olarak,
2003-‐2005
yıllarında
A.B.D.’nin
Türkiye
büyükelçiliğini
yapmış
bulunan
Eric
Edelman’dan
öğrendiklerimiz,
darbe
konusunda
belge
sahteciliğinin
geçmişi
hakkında
bilgi
sahibi
olmamıza
olanak
sağladı.
Bu
bilgiler,
belge
sahteciliğinin
nasıl
yapıldığına,
sahte
belgelerin
nasıl
servis
edildiğine,
ve
belki
de
en
önemlisi,
gerisinde
Cemaatin
olduğuna
dair
somut
kanıt
teşkil
ediyor.
Eric Edelman’ın Türkiye ‘de görev yaptığı yıllarda kendisine AKP hükümeti yanlısı ve
20
Zaman,
‘İntihar
eden
yarbay
Tatar'ın
Ergenekon'la
11
bağı’
ve
‘İlginç
ihbar:
Yarbay
Tatar
DHKP-‐
167
Edelman’la
çok
iyi
geçinmek
için
çabalayan
bir
grup
tarafından
bazı
belgeler
veriliyor.21
Bu
elyazması
fotokopilerin
ordu
içerisinde
bir
darbe
hazırlığına
işaret
ettiği
iddia
ediliyor.
Edelman,
bu
belgeleri
inceletiyor.
Amerikan
uzmanların
yaptığı
çalışma
belgelerin
gerçek
olmadığı
sonucuna
varıyor.
Edelman
da
kendisine
sahte
belgeler
verilerek
orduda
gerçek
bir
darbe
hazırlığı
varmış
izlenimi
yaratılmasına
çalışıldığı
kanaatine
varıyor.
Edelman,
Türkiye’de
daha
evvel
yayınlanan
bazı
söyleşilerinde
AKP
hükümeti
tarafından
kendisine
darbe
hazırlığı
var
seklinde
uyarıların
geldiğini
fakat
elçiliğin
böyle
bir
şeyden
haberi
olmadığını,
TSK’nın
da
kendileriyle
temas
etmediğini
söylemişti.
Edelman’ın
verdiği
isimi
afişe
etmek
için
iznimiz
olmadığı
için
buraya
yazamıyoruz,
ancak
bu
Cemaatin
örgütü
TUSKON
mensubu
olduğunu
söyleyelim.
Bu
olay,
cemaatle
bağlantılı
kişilerin
sahte
darbe
belgeciliğinde
uzun
bir
geçmişi
olduğunu
gösteriyor.
21
Edelman’ın
doğrudan
bize
anlattığı
bu
olayı
kendisinden
izin
alarak
aktarıyoruz.
168
Son
söz:
Biz
cemaati
suçluyorsak
ön
yargıyla
değil,
tüm
bu
olguların
ışığında
suçluyoruz.
Aynı
sebeplerden,
cemaatin
demokrasi,
hukuk,
insan
hakları,
kardeşlik
söylemlerini
samimi
bulmuyoruz.
Türkiye’nin
geçirmekte
olduğu
süreci
yorumlarken
iki
şık
arasında
tercih
yapmak
zorundasınız.
Ya
Türkiye’de
delil
üreten
ve
yerleştiren,
suçsuz
insanları
içeri
atan
bir
çetenin
varlığını
tüm
kanıtlara
rağmen
inkar
edeceksiniz.
Ya
da
Cemaatin
görünen
taraflarının
bu
çeteye
niye
kayıtsız
şartsız
arka
çıktığını
soracaksınız.
169
SONUÇ
Kitabımızın
sonunda
şöyle
bir
soruyla
karşı
karşıya
kalıyoruz.
Nasıl
oldu
da
kamuoyu,
bu
kadar
sakat,
sahtecilikleri
bu
kadar
bariz,
komplo
olduğu
bu
kadar
aşikâr
bir
davaya
ve
bu
davadan
yüzlerce
kişinin
hüküm
giymesine
kayıtsız
kaldı?
Bunda
TSK’nın
sicili
elbette
önemli
bir
rol
oynadı.
Türkiye’de
ordunun
siyasete
müdahaleci
geçmişi
ve
İslami
gelenekten
gelen
AKP
gibi
partilere
alerjisi
herkesin
malumu.
Bu
ortamda,
özellikle
2003-‐2004
senesi
gibi
ortalıkta
darbe
dedikodularının
dolaştığı
bir
dönemde
TSK’de
bir
darbe
hazırlığı
yapılmış
olması
bir
çok
insana
makul
geldi.
Buraya
kadar
anlamak
çok
zor
değil.
Böyle
bir
darbe
planının
yargıya
intikal
etmesinin,
darbe
planladığı
iddia
edilen
subayların
tutuklanıp
mahkemeye
çıkarılmasının
Türkiye’nin
demokratikleşmesi
ve
“askeri
vesayetten”
kurtulması
sürecindeki
önemi
de
küçümsenemez.
Türkiye’nin
belli
bir
dönemeci
döndüğüne
inanmak
isteyenlerin
bu
davadaki
iddiaları
ciddiye
alıp,
davanın
“sulandırılmaması”
için
gösterdikleri
gayreti
de
anlamamız
mümkün.
Ama
bir
noktaya
kadar.
Çünkü
soruşturma
ve
yargılama
sürecinde
ortaya
çıkan
sahtecilik
kanıtları
(bu
kitapta
da
belgelediğimiz
gibi)
öyle
çarpıcıydı
ki
bunları
görmezden
gelmek
giderek
imkânsızlaştı.
Buna
rağmen,
birçok
aydın
ve
köşe
yazarı,
Balyoz
davasını
hararetle
savunmaya
devam
etti.
Bizim
gibi
sahtecilik
iddialarını
ortaya
koyanları
“darbeci,”
“cuntacı,”
“Ergenekoncu”
şeklinde
yaftaladı.
Açıkça
yazalım:
Geniş
bir
aydın
kesimi
bu
dava
hakkında
yanlış
ve
yanıltıcı
yayınlar
yapmaya
devam
etmeseydi,
dava
meşruiyetini
çoktan
kaybeder,
Cemaat-‐AKP
ortaklığı
bu
dava
vasıtasıyla
Türk
siyasetini
yeniden
şekillendirme
amacına
ulaşmakta
çok
daha
zorlanırdı.
Çoğunluğu
kendini
liberal-‐demokrat
olarak
tanımlayan,
fakat
Balyoz
boyunca
sergiledikleri
duruş
ne
liberal
ne
de
demokrat
olan
bu
grubun
yarattığı
algı,
kamuoyunu
yönlendirmekte
çok
önemli
bir
rol
oynadı.
Davanın
başlangıcından
beri
bu
aydınların
yazdıkları
bizi
hayretler
içinde
bıraktı.
Sorun
sadece
askerlere
karşı
gösterilen
önyargıda
değildi.
Adil
yargılama
konusundaki
özensizlik
de
değildi.
Sorun,
ısrarla
yalan
şeylerin
yazılmasıydı.
Davanın
başından
beri
Balyoz’un
gerçekliğini
savunan
Alper
Görmüş,
bir
dizi
garip
argüman
ürettiği
gibi
sıkça
doğru
olmayan
şeyler
yazdı.
Örneğin,
bizim
dikkat
çektiğimiz
zamanlama
çelişkilerinin
sadece
TSK
tarafından
düzenli
olarak
güncellenen
kimi
listelerde
bulunduğunu
ileri
sürdü.22
Halbuki
bu
kesinlikle
doğru
değildi.
Balyoz’un
ana
belgesinde
ve
Çarşaf,
Sakal
gibi
yan
planlarında
görülen
bilgiler
(ve
de
Microsoft
Office
2007
ögeleri)
bu
belgelerin
iddia
edilen
tarihlerde
üretilmiş
olamayacağını
açıkça
kanıtlıyordu.
22
Alper
Görmüş,
‘Balyoz
çelişkileri:
Bir
ihtimal
daha
var
(3),’
Taraf,
17
Nisan
2012.
170
Etyen
Mahçupyan
Balyoz
sürecinde
yazdığı
makalelerde
inanılmaz
yanlışlar
yaptı.23
Tabii
bunların
hepsi
sanıkların
aleyhineydi.
Bazılarını
sıralıyoruz:
Çetin
Doğan
üstlerine
seminerin
içeriğiyle
ilgili
yalan
söyledi
(doğru
değil:
Doğan,
•
seminerin
detaylı
programının
seminer
öncesi
Kara
Kuvvetleri
Komutanlığı’na
yollamıştı);
• seminer
darbeye
zemin
hazırlamak
amacıyla
kargaşa
çıkarmayı
hedefliyordu
(doğru
değil:
seminerde
görüşülen
senaryo
ve
yapılan
konuşmalarda
kargaşa
çıkarmak
ve
darbeye
zemin
hazırlama
şeklinde
okunabilecek
hiçbir
şey
yoktu);
• seminerde
darbeden
sonra
göreve
getirilecek
şahıslar
isim
isim
belirlenmişti
(doğru
değil:
bu
isimler
seminerle
alakası
olmayan
ve
sahteliği
kanıtlanan
bir
Word
belgesinden
çıkmıştı);
• Gölcük’ten
çıkan
5
no.lu
hard
disk
şifreliydi
(doğru
değil:
5
no.lu
hard
diskin
kendisi
şifreli
değildi
ve
kötü
niyetli
kişiler
bu
diske
şifre
bilmeden
istedikleri
dosya
ve
belgeleri
yükleyebilirlerdi);
• Genelkurmay
Balyoz
belgelerinin
bir
bölümünün
kendi
ellerinde
olduğunu
açıklamıştı
(doğru
değil:
Genelkurmay’da
bulunan
belgelerin
suç
unsuru
içeren
darbe
belgeleri
olmadığını
hem
Genelkurmay
hem
de
bizzat
mahkeme
başkanı
açıklamıştı);
• Gölcük’te
Balyoz
belgelerinin
güncellenmiş
versiyonu
bulundu
ve
bu
belgeler
son
güncellemenin
Temmuz
2009’da
yapıldığını
gösteriyordu
(doğru
değil:
Gölcük’ten
çıkan
belgelerde,
zaman
çelişkilerini
ihtiva
eden
dijital
dosyalardan
hiçbirinin
güncellendiğine
dair
bir
bilgi
çıkmadı.)
Orhan
Kemal
Cengiz
ısrarla
sanıkları
(ve
yakınlarını)
sahtecilik
iddialarını
AİHM’e
taşımamakla
suçladı.24
Yani
bu
iddialara
sanıkların
dahi
inanmadığını
ima
etti.
Bu
doğru
değildi.
AİHM’e
yapılan
başvurularda
sahtecilik
kanıtları
detaylı
olarak
sunulmuştu.
Ancak
iç
yargı
süreci
tamamlanmamış
olduğundan,
AİHM
delillerin
değerlendirmesine
giremiyordu.
Cengiz,
sanık
avukatlarıyla
kısa
bir
görüşme
yaparak
işin
doğrusunu
öğrenebilirdi.
Bize
bir
yazısında
“darbeci
çocukları”
olarak
hitap
eden
Ali
Bayramoğlu,
Balyoz
belgeleri
sahte
olsa
dahi
davanın
özü
değişmez
görüşünü
savundu.25
Bayramoğlu’na
göre
seminerde
görüşülen
jenerik
senaryoda
asker
isyanlar
çıkarıyor,
sıkıyönetim
ilan
ediyor,
hükümeti
deviriyor,
milli
mutabakat
hükümeti
kuruyor,
tutuklama
emirleri
veriliyor,
gerçek
isimler,
gerçek
gazeteci,
siyasetçi
isimleri
kullanılıyor,
suikast
ve
tutuklama
listeleri
hazırlanıyor.
Dehşet
verici
değil
mi?
Ancak
bu
iddiaların
hiçbiri
doğru
değildi.
Bayramoğlu’nun
burada
bahsettikleri
sahte
dijital
belgelerde
geçiyordu,
jenerik
senaryoda
değil.
(Çetin
Doğan
milli
mutabakat
hükümeti
önerisini
son
çare
olarak
bir
noktada
telaffuz
etti
ama
böyle
bir
hükümetin
kurulması
ne
jenerik
senaryoda
var
ne
de
seminerde
etraflıca
tartışıldı.)
23
Etyen
Mahçupyan,
‘Dani
Rodrik’e
kim
komplo
kurdu?’
Zaman,
25
Ocak
2013
ve
‘Dani
Rodrik’in
171
Yargıtay’ın
kararını
savunan
Taha
Akyol’a
göre
“sonradan
yapılan
font
değişikliğinin,
geçmişteki
bir
yazılımı
değiştireceği
yönünde”
raporlar
vardı.26
Yani
“tartışmalı
bir
durum”
vardı
ortada.
Dava
dosyasında
böyle
bir
rapor
olmadığını
kesinlikle
söyleyebiliriz
(olması
da
fizik
kurallarını
ihlal
edeceğinden
mümkün
değil).
Davayı
başından
beri
canhıraş
savunan
Nazlı
Ilıcak’a
göre,
bizim
delillerimiz
tek
tek
çürütüldü;
“elde
bir
tek
2008′de
ismi
değişen
ilaç
firması
kaldı.”27
Doğru
degil
tabii.
Daha
ortaya
çıkmayan
Microsoft
fontlarını
bir
kenara
bıraksak
dahi,
o
tarihte
elimizde
2009’da
(2008
değil!)
isim
değiştiren
Recordati’ye
ek
olarak,
2006’da
isim
değiştiren
Liberal
Avrupa
Derneği,
2008’de
isim
değiştiren
Medical
Park
Sultangazi,
2004’te
isim
değiştiren
Avrupa
Şafak
Hastanesi,
2004’te
kurulan
CC
MAR
NAPLES,
2004’te
isim
değiştiren
Türk-‐İran
İşadamları
ve
Sanayicileri
Derneği,
Aselsan’da
daha
sonraki
senelerde
çalışmaya
başlayacak
görevliler
ve
daha
bir
çok
örnek
vardı.
Balyoz
konusunda
yazan
tüm
aydınları
aynı
sepete
koymak
istemiyoruz.
Davanın
başından
beri
bazı
yazarlar
delillerdeki
sorunları
dillendirdiler.
Ulusalcı
medya
genelde
Ergenekon’a
olduğu
kadar
Balyoz
davasına
da
muhalif
bir
tavır
aldı.
OdaTV
yazarları,
özellikle
Barış
Terkoğlu,
Barış
Pehlivan
ve
Müyesser
Yıldız
davadaki
garipliklere
dair
sayısız
yazı
kaleme
aldı
–
ve
belki
de
bu
yüzden
başka
bir
davanın
kurbanı
yapılıp,
hapse
atıldılar.
Ana
akım
medyada
söylediklerimize
belki
de
ilk
yer
veren
Aslı
Aydıntaşbaş
oldu.
Ezgi
Başaran
sahtecilikleri
bizzat
saptayıp,
bir
dizi
cesur
yazı
yazdı.
Sedat
Ergin
kendine
has
mutedil
tarzıyla
davadaki
sorunları
belgeledi.
Orhan
Bursalı
davada
olanlara
infial
etti,
kuvvetli
yazılar
yazdı.
Keza
Melih
Aşık,
Ertuğrul
Özkök,
Yılmaz
Özdil
ve
muhtemelen
burada
adlarını
anmayı
unuttuğumuz
diğer
bazı
köşe
yazarları
endişelerini
dile
getirdiler.
Türkiye’de
yerleşik
Britanyalı
gazeteci/analist
Gareth
Jenkins
için
özellikle
bir-‐iki
kelime
sarf
etmemiz
gerekiyor.
Jenkins
bir
çok
kişinin
Ergenekon
sürecine
umutla
baktığı
ilk
günlerde
iddianameleri
okuyup,
tutarsızlıklarını
detaylı
bir
şekilde
yazmıştı.28
Balyoz’da
olanları
da
Türkiye’de
ve
dış
ülkelerde
çoğu
uzmandan
daha
çabuk
gördü.
Jenkins’in
ta
2009’de
yazdıkları
dikkate
alınmış
olsaydı,
Türkiye
çok
daha
büyük
felaketlerden
kendini
korumuş
olurdu.
İronik
olarak,
Jenkins’in
2009
raporuna
cevap
yetiştirmek,
Jenkins’i
o
zaman
önyargılı,
cahil
ve
Ergenekon’un
avukatı
olmakla
suçlayan
ancak
5
sene
sonra
saf
değiştirip
“Kafeslendik”
diye
günah
çıkarmaya
çalışan
Yıldıray
Oğur’a
düşecekti!29
Gerçek
su
ki,
Türkiye’de
aydın
geçinen
bir
çok
kişi
Ergenekon-‐Balyoz
davalarında
liberalden
çok
Jakoben
bir
tutum
takındı.
Bir
çoğu
–
delillerdeki
tutarsızlıklar
ve
süreçteki
hukuksuzluklar
ne
olursa
olsun
—
sanıkların
suçlu
olduklarına
dair
algı
yaratmak
için
çaba
gösterdi,
göze
fazlaca
batan
hususları
da
“gül
bahçesinin
dikenleri”
şeklinde
geçiştirdi.
Balyoz
davasını
savunan
bu
yazarlar
ortaya
çıkardığımız
zaman
çelişkilerini
önce
reddettiler.
Kabul
etmek
zorunda
kalınca,
güncelleme
var
dediler.
Güncellemenin
de
komik
olduğu
anlaşılınca,
bu
sefer
sanıklar
kendiler
iz
karartmak
için
yapmışlardır
dediler.
O
da
tutmayınca,
Balyoz
belgeleri
sahte
olsun,
seminer
ses
kayıtları
yeter
dediler.
Seminerden
26
Taha
Akyol,
‘Seminer
ve
CD,’
Hürriyet,
11
Ekim
2013.
27
Nazlı
Ilıcak,
‘Çetin
Paşacıları
ikna
etmek
mümkün
değil,’
Sabah,
24
Ocak
2011.
28
Gareth
H.
Jenkins,
‘Between
Fact
and
Fantasy:
Turkey’s
Ergenekon
Investigation,’
Ağustos
2009.
29
Yıldıray
Oğur,
‘Ergenekon’un
İngiliz
avukatı,’
Taraf,
3
Aralık
2009.
172
darbe
davası
inşa
edilemeyeceği
görülünce,
“hukuk
mukuk
bilmem
kimse
bana
bu
insanların
darbeci
olmadığını
iddia
etmesin”e
getirdiler.
Geri
adım
atmak
zorunda
kalan
bu
yazarlar.
Kitabimizi
yayına
hazırladığımız
günlerde
bir
argüman
ileri
sürmeye
başladılar.
İddialarına
göre
bizim
Balyozdaki
sahtecilikleri
ortaya
çıkarma
çabamız,
2003-‐2004
döneminde
askerlerin
AKP
karşıtı
tüm
siyasi
faaliyetlerini
ve
o
donem
yapılmış
olabilecek
diğer
hazırlıklarını
da
“aklama”
işlevi
görüyordu.
Yani,
Balyoz
sahte
deyince,
TSK’nin
başka
kirli
islerini
de
örtbas
eder
duruma
düşüyorduk.30
Bu
argümanın
ciddiye
alınabilir
tarafını
görmek
zor.
Birincisi,
eğer
bazı
darbe
girişimleri
gerçekten
olmuşsa,
her
iddianın
kendi
kanıtlarıyla
desteklenmesi
gerekir.
Biz
Balyoz
olmadı
diyoruz,
çünkü
Balyoz
belgeleri
sahte.
Diğer
darbe
iddialarıyla
ilgili
bir
pozisyonumuz
yok,
çünkü
yeteri
kadar
araştırmış
değiliz.
İkincisi,
eğer
Balyoz’un
sahte
çıkması
başka
darbe
girişimi
iddiaları
üzerine
de
gölge
düşürüyorsa,
herhalde
bunun
birinci
derecede
sorumlusu
kendisini
savunmak
zorunda
kalan
sanıklar
değil,
gerçekdışı
suçlamaları
yönelten
ve
destekleyen
aydınlardır.
Bugün
2003-‐2004
döneminde
olmuş
olabileceklerin
ortaya
çıkmasına
en
büyük
engel
teşkil
eden
şey,
olmamış
şeylerin
ileri
sürülmesidir.
Siyasette
herkesin
çıkarlarına
göre
hareket
edeceğini
veri
almak
zorundayız.
AKP’nin,
cemaatin
bu
süreçte
takındığı
tavrı,
ahlaki
bulmasak
da,
çıkarları
açısından
anlayabiliyoruz.
Ya
aydınlar?
Bir
aydın,
gerçeklerin
yanında
olduğu,
olayları
serinkanlı
tahlil
edebildiği
ölçüde
aydındır.
Herkes
gibi
aydın
da
yanılabilir
tabi.
Ama
gerçekleri
ısrarla
reddetmek,
ısrarla
çarpıtmak
bir
aydın
için
kendine
ihanettir.
Balyoz
davasını
savunan
aydınlar
sonuçta
iki
büyük
hata
yaptılar.
Birincisi,
suçlu
olduğuna
kanaat
getirdikleri
insanların
adil
yargılanma
hakkını
savunacaklarına
bu
insanların
sahte
delillerle
ceza
almaları
için
çalıştılar.
Bu
onların
ahlaki
hatasıydı.
Denilebilir
ki,
askeri
vesayetin
kalkması
uğruna
kusurlu
bir
yargı
sürecinin
işlemesini
tercih
ettiler.
İşte
burada
ikinci
ve
daha
büyük
bir
hata
yaptılar.
Askeri
vesayetin
kalkmasındaki
amaç
Türkiye’nin
demokratikleşmesi
idiyse,
çete
yöntemlerini
meşrulaştırarak
bu
amaca
değil,
olsa
olsa
bir
çeteyi
meşrulaştırmaya
hizmet
edeceklerini
görmediler.
Bu
basit
bir
siyasi
öngörü
hatasıydı.
Aydın
olma
iddiasındaki
kişiler
için
de
basit
olduğu
ölçüde
ciddi
bir
hata.
Er
veya
geç,
Türkiye’de
yargı
ve
siyaset
Balyoz
gibi
kurgulanmış
davalarla
yüzleşmek
zorunda
kalacak.
Er
veya
geç,
sahtekarlar
çetesi
ve
destekçileri
ortaya
çıkacak.
Ülkenin
aydınları
da
hatalarıyla
bu
davalara
yaptıkları
katkılarla
hatırlanacak.
30 Bu argümanın güzel bir örneği Alper Görmüş’ün Hazal Özvarış ile söyleşisinden: “ Ben yaratılmak
istenen,
‘Bu
memlekette
2002’den
beri
hiçbir
şey
olmadı,
seçilmiş
hükümete
karşı
askerler
tavır
almadı,
her
şey
palavra’
algısına
karşı
mücadele
ediyorum.”
7
Şubat
2014,
t24.com.tr
173