Download as rtf, pdf, or txt
Download as rtf, pdf, or txt
You are on page 1of 9

                                                                                              AŞIK DERTLİNİN DERDİ .

YUSUF AYDIN

                                                                                                     
Aşık Dertli bu derdi nereden almış, nasıl almış, yani Dertli adını alıp kendine niçin Dertli demiş ve
adı İbrahim iken nasıl dertli olmuş, bu dert dertliye nasıl tebelleş olmuş, neden kendine böyle bir dert
edinmiş, bu dert nasıl bir dertmişki Dertliyi ,intihar ettirecek kadar içinden çıkılamaz bir hale sokmuş,
Sünni bir ailenin çocuğu iken Alevi öğretisine neden, niçin merak sarmış.    İşte tam da bu soruların
cevaplarını bulmak için bu yazıyı yazıyorum. Dertliyle ilgili çok şey yazılmış ben, özellikle Dertli mahlasını
kullanmasının nedeni üzerinde durmak istiyorum. Aslında bütün aşıklarda olan,başkalarının derdini
sahiplenme, onların derdine ortak olma duygusu, her Aşıkta vardır, dertsiz insan aşık olamaz, bütün
aşıklar, ozanlar, şairler dert sahibi insanlardır, dünyadaki başka insanların, fakirin, fukaranın, haksızlığa
uğrayan, hakkı yenen, itilip kakılan ezilenlerin derdini dert edinirler, aşıklar kimin derdi varsa o derdi
sahiplenir kendi dertleriymiş gibi o derde ortak olurlar, işte İbrahimin derdi böyle bir dert, bunu yazımızın
ilerleyen bölümünde bizde Dertlinin derdine ortak olup dertleşeceğiz.

aşıklar aşıklığa başlayıp, olgun, kendine özgün bir aşık oluncaya kadar, anasının babasının
koyduğu adla aşıklığa devam ederler. Ne zamanki aşıklık kişiliğini bulup, artık yeni bir insan, yeni bir
kişiliğe bürünür ve eski adı o aşığı anlatamaz ve tanımlayamaz hale geldiğinde ya kendisi, yada başka usta
aşıklar o aşığa yakışacak ve o aşığı tanımlayacak yeni bir ad takarlar, bu yeni ada aşıklık, ozanlık dilinde
tapşırma ya da mahlas denir, artık o aşık her türküsünün, şiirinin son beyitinde, kendini tanımlayan yeni
adını ekleyerek aşıklığa devam eder. Anadoluda aşıklık usta çırak ilişkisiyle devam eder, aşıklığa heves
eden yeni aşıklar, kendi yöresinde yada kandine yakın bulduğu, çok beğenip hayran olduğu bir aşığa çırak
olur, aşıklık geleneğini o aşıktan öğrenir, çırak usta aşığın peşinde gezer, ustası nereye giderse, çırakta onu
takip eder, oturup kalkmayı, dünyaya, insana nasıl bakılıp nasıl yeni konular elde edeceğini çırak, ustasına
bakarak ondan öğrenir. Çırak olan aşık önce, usta malı denilen, usta ozanların türkülerini söyleyerek,
bilinen, herkesin dilinde söylenen türküleri söyler, ne zamanki çırak olan aşık, artık çevresi ve kendisi
tarafından da, usta bir aşık olduğu herkes tarafından olur aldığında, artık kendi ürettiği türküleri
söylemeye başlar, tabiki, yine usta malı deyişler, türküler söyler, gerektiği ve kendi istediği zaman.

alevi ozanlar yeni adlarını, yani mahlaslarını genelde, Hacıbektaş Dergahında alır, her Aşık
Hacıbektaş Dergahında uzun zaman kalarak, hem Dergaha hizmet eder, hemde Dergahtan feyiz alır.
Hacıbektaş Dergahı 1925 ten önce, bütün Alevilerin ser çeşmesi olduğundan her dede, ozan o çeşmeden
su içmeden, Dergahtan beslenmeden bişey olamaz, öğrenmek isteyen, bişey olmak isteyen her kimse
Dergaha gidip, almak istediğini Dergahtan alır. eskiden Hacıbektaş Dergahı Alevilerin en büyük üniversitesi
ve eğitim kurumu ,şlevinide görürmüş, bütün Anadolu daki Ozanlar, Dedeler, entelektüel kişiler Dergaha
gelir, hergün, cem, sohbet, saz, söz derken bilenlerin bildiklerini cömertçe sergilediği bir kürsüdür Dergah,
o kürsüden herkes bildiğini verir, bilmediğini alır. Aşıklar meydanda çalıp söylerler, Dergahın sorumlusu
olan, Dergehı temsil eden, Postnişinde o meydanda en baş köşede oturur, oradaki bulunan herkes, o
dersleri çok önceden işlemiş, yetkin ve olgun insan olmuştur. Postnişin yeni aşıkları iyice tartıp,
inceleyerek çevresindekilerin de görüşünü alıp, yeni gelen aşığa uygun yeni bir ad takar, o ad artık diç
değiştirilmez ve onurla o adla devam eder Aşık.

Bolunun Gerde ilçesinin çağa nahiyesine bağlı Şahsanalar köyünde doğan ibrahim, güçlü kuvvetli
bir delikanlıdır, babası kara hüseyin oğullarından bayraktar ali, annesi ayşe adında bir kadındır. İbrahim
zorbaların yüzünden köyden ayrılmak zorunda kalır, miras, tarla yüzünden İbrahimi köyde barındırmazlar,
tarlalarını elinden zorla alırlar. İbrahim akrabası olan, ömer ağa adında birinin himayesi altında, başka bir
köye gider ve bir zaman o köyde kalır, İbrahim Hafize adlı bir kızla evlenerek, Ömer ve Seyyid Ali adında
ikide oğlu olur. İbrahim sünni bir ailenin çocuğudur, küçük yaşından itibaren şairane bir çocuktur, kendi
köyünde, kendi toplumu içinde barınamaz ve başka şehirlere göç etmek zorunda kalır. İlk önce İstanbula
gider, benim izlenimim istanbulda, Alevi Bektaşi toplumunun içerisinde kendine bir yer edinir.
İstanbuldaki Bektaşiler o dönemlerde örgütlü, organize ve çok birikimli elit bir topluluktur. İstanbuldaki
bektaşilik, sarayı, entel ve sanat camiasınıda etkileyip, bir çekim merkezi olduğu, yazarları, birikimli
insanları, Bektaşi Dergahlarına çektiğini biliyoruz. İstanbuldaki ozanların, sanatçıların birçoğu, Bektaşilerle
ilişki içersinde olup,Bektaşi dergahlarından feyz almışlardır. Anadoludaki büyük ozanların büyük bir
bölümü, aslen anne, baba sünni olup sonradan Alevi öğretisine meylettiğini görüyoruz. Yunus, Kaygusuz
Abdal, Seyrani, Mehmet Ali Hilmi Dede Baba ve onun öğrencisi Edip Harabidir, Neyzen teyfiğin de bu yolu
izlediğini bilmeyen yoktur. Aynı zamanda, birçok vakıf ve toplum önderi de Bektaşi dir. İbrahim de
İstanbulda kendine düşen payı alarak bu kervana katılır. Alevilerin sazından, sözünden etkilenerek, kendi
köylerindeki zorbalığı ve haksızlıkları bir türlü hazmedemeyip, Alevi öğretisini benimser, bu öğreti
içersinde iyice pişerek, yeni bir dünyada yaşamaya başlar.

Hayatını araştırdığımızda görüyoruzki, İbrahim aleviliği örgütlü bir alevi kadar, yani tarikata girmiş,
dört kapı kırk makamdan geçmiş, Alevi öğretisini özümsemiş, yetkin bir alevi ozanı olma yolunda
ilerleyen, yetenekli bir ozan, yetkin bir alevi, kızılbaş olmuştur. Beypazarında bu kızılbaş diye hakarete
uğramış gericilerin, yobazların hışmından nasibini almış, din adamları vaazlarında Dertliye etmedikleri
kötülük kalmamış, her yerde başına çorap örülmüş, zimmetine para geçirdiği iddiasıyla gözden düşmüş.
İbrahim hiç korkmadan, gerici,yobaz ham sofulara,    Zahidlere,    şiirlerinde, türkülerinde onları yerden
yere vurmuş. Telli sazdır bunun adı- ne fetva dinler ne kadı- bunu çalan anlar kendi- şeytan bunun
neresinde- diye yobazlara şiir diliyle çatmış, nasıl çatmasınki, telli kur an dediği ve öyle inandığı sazına
şeytan işi, bunun içinde şeytan var diye akıl mantık dışı bir saldıya cevap vermiş. Hayatını sazla sözle
idame ettirmek için , şehir, şehir, köy, köy dolaşmaya başlamış. Anadoluda halkın dili, neşesi, ozanlardır,
şehirlere, köylere gelen aşıklar, halkın kalabalık olduğu, kahvelerde, meyhanelerde ve meydanlarda, saz
çalıp türkü söyliyerek, halkın eğlence ve kültürel alış verişini tamamlarlar, Aşıklar sadece türkü söylemez,
hikaye ve destan da anlatırlar bu sayede halktan aldıkları bahşişlerle de yaşamlarını devam ettirirler.
Avrupada sanatçılar ya kral saraylarında yada zenginlerin saray ve malikanelerinde idame edilir,
anadoludada buna benzer durumlar yaşanır. İbrahim de Haymanada Alişan adında zengin bir ağanın
yanında kalır, Alişan ağa İbrahimi kollar, evinde uzun zaman misafir edip, iltifat eder, anlaşılan Alişan ağa
da Alevi birisi ki, İbrahimi candan sever. Bu aşıkların gönülleri aşk doludur her şeye, her güzelliğe aşıktırlar,
hepside çileli bir hayat sürmüş, feleğin çemberinden geçmiş, ezilmiş insanlardır, nerede bir güzel, iyi bir
şey görseler aşık olurlar, İbrahimde Alişan ağanın kız kardeşi bestan hanıma aşık olur, gönlünü Bestan
hanımdan alamaz, bu çevrede çabuk yayılır, dedikodu çoğalır ve yine yol görünür aşık İbrahime, Alişan ağa
ne kadar kollasada bu iş onuda aşar. Aşıklar hep aşıktırlar zaten ama aşklarına bir türlü kavuşamazlar,
aralarında çok büyük engeller vardır, dağlar, taşlar, uçurumlar, onları bir türlü kavuşturmaz.

Aşık İbrahim hem kendini daha geniş halk kitlelerine tanıtmak, sazının, sözünün emeğiyle
geçinmek için, bütün anadolunun,köyünü, kasabasını, şehrini dolaşır, anadolu İbrahimi tatmin etmemiş
olacak ki Mısıra gider ve Mısırda on yıl kalır. Mısırda tekkelerde ve    tasavvuf erbaplarıyla dostluklar
kurarak, tasavvuf bilgisini, aşıklık görgüsünü artırır. Mısır osmanlının himayesinde kalmış, türk kültürü
geniş ve zengin bir yayılma yaşamıştır, Mısır bütün kültürlerin beşiğidir de diyebiliriz. Alevi edebiyatının
kurucusu Kaygusuz Abdal mısıra gider Mısırda büyük bir çevre edinerek    Mısırda Alevi öğretisini geniş
kesimlere yayar ve ardılları dünyaya yayılır, böylece bütün dünyaya ünü yayılır, bunun içinde Mısır da Alevi
edebiyatının çok zengin bir köklü geleneği vardır. Bu dönemde, ibrahimi ve lütfi mahlaslarını kullanarak
şiirler yazar, henüz tam kendini bulup, aşıklık mertebesine ulaşamadığını düşündüğünü görüyoruz.
Mısırdan dönüşünde yine yol görünür İbrahime, yine başlar şehir, köy köy gezmeye, sevildiği yerde kalır,
sıkıldığı yerden göçü çeker. sazlı, sözlü muhabbetlerde, dem almak adettendir, İbrahim içkiye çok
düşkündür, bu zahitlerin nefretini üstüne çeker, bundan dolayı, İbrahim kendini hoş görecek insanların,
toplulukların içinde eğleşir, İbrahimi hoş görecek kesim Aleviler olduğundan Alevilerin içinde barınıp,
onlarla haşır neşir, haldaş olur. Aşığın yaşı ilerlemiş, kemale ermiş, tasavvuf ve dini bilgisi olağan üstü
artırmış, artık Alevi öğretisi içersinde, sazda, sözde, cemde, muhabbetlerde aranır olmuş, o dünyada
kendine iyi bir yer edinmiştir.

Kerbela vaakası bütün alevi dünyasını büyük ve tamir edilmez bir travma dan geçirmiş, şiiler
içersindeki bir çok gurup, Hz Hüseyinin şehit edilmesinin, suçunu kendilerinin, kaypaklığından olduğunu
düşünerek, dünden bugüne,kendilerini suçlayıp, bu suçun bağışlanamayacak bir suç olduğunu savunarak,
Kerbelanın her yıl dönümünde, ağıtlar yakılıp, zincirlerle, kendi vücuylarını kanatıncaya kadar döver,
kendilerini cezalandırırlar. Anadolu Alevileri ise, Kerbela anmalarında, Cemlerde, Hz Hüseyin için göz yaşı
dökerler, muharrem ayında on iki gün susuz oruç tutup, traş olmaz,eğlence yapmaz, et yemez, cana
kıymazlar, yaş bir ağaç dalı bile kesmezler,    yemeklerinde soğan vs kesmek için bıçak kullanmazlar. her
muharrem ayı, Aleviler için, üzüntü, keder ve acıdır. Aşık İbrahim, Bartının Gölpazarı köyünde, yine bir Hz
Hüseyinle ilgili bir muhabbette, çok duygulanarak, kendini kaybedip, boğazına bıçağı çalar, yanındaki
köylülerin müdahalesiyle, mutlak bir ölümden dönen İbrahim, ölümden kurtulsada, Hüseyinin derdinden
kendini kurtaramaz, ölene kadar da o derdi çeker. Bu intihar girişiminden sonra, sesinin o güzelliği,
gürlüğü, ve sevimliliği gider, sesiyle, sazıyla hayatını kazanan bir ozanın artık, yaşamıda, sevimsizleşir ve
çekilmez bir durum alır. Aşık İbrahim bu olaydan sonra, şiirlerinde Dertli mahlasını kullanarak, artık
bildiğimiz Dertli kendini yaratmış olur, zaten elimizdeki şiirlerinin neredeyse tümü, Dertli adıyla yazılmış
şiirler. Dertliyi dertli eden dert büyük bir derttir, bu dert dertliyi dertli yapar, Dertliyi, büyük bir ozan, Şair,
Aşık yapar. Hatayinin    [ Bir derdim var bin dermana değişmem] dediği gibi bu dert bin dörtyüz yıldır, nice
büyük ozanlar, liderler, büyük kişilikler yaratmıştır, Kaygusuz Abdal, Nesimi, Pirsultan Abdal gibi . Bu dert
sadece Hz Hüseyinden ibaret değildir, Hüseyin bu büyük derdin sadece, zalim karşısındaki, dik duruşun ve
zalime direncin adıdır. Bu dert büyük bir felsefenin, başka bir dünyanın yaratılması için yürütülen
mücadelenin adıdır. Her türlü, gericiliğe, zulme, yok saymaya, inkara, ezilip, soyulmaya karşı, insanın
insana yaraşır bir yaşamına yakışmayan her türlü insanlık dışı uygulamaya karşı duruşun bir adıdır. Dert
bütün dünyadaki ezien, zulme uğrayan, yaralı insanlığın derdidir, bu çarkı bozuk dünya böyle döndükçe de
bu derdin dahada büyüyerek devam edeceğini, bu derdin çaresinin, insanlığın zulümden, kurtulup,
insanın insani değerlerle, evrensel ilkelerle, eşitlikçi, özgürlükçü, bir yaşamın ve yeni bir dünyanın
kurulduğu zaman bu dertlerden kurtulacağıdır

                                                                                                             
YUSUF AYDIN

Bin pend-ü nasihat eyledim sana

Gönül düşme dedim bi vefalara

Hiç kulak asmadın dönmedin bana

Uğrattın başımı bin belalara

            Vaktin dilberinde namus ar olmaz

            İkrarında sabit bi- karar olmaz

            Aldatırlar seni sana yar olmaz

            Gönül ne inanadın dil rübalara

Bağda gonca olmaz gülfemi gibi

Çıkarır dideden göz nemi gibi

Atar baştan seni perçemi gibi

Teslim olur başka aşinalara

            Münafık sözüne gel gitme beyim

            Mahzun hatırımı incitme beyim

            Biçare Dertliye cevretme beyim

            Zira dayanmayız bu cefalara.

Telli sazdır bunun adı

Ne fetva dinler ne kadı

Bunu çalan anlar kendi

Şeytan bunun neresinde


            Abdest alsan aldın demez

            Namaz kılsan kıldın demez

            Kadı gibi haram yemez

            Şeytan bunun neresinde

Ardıç ağacından dalı

Venedikten gelir teli

Hey allahın şaşkın kulu

Şeytan bunun neresinde

            İçindemi dışındamı

            Burgusunun ucundamı

            Göğsünün nakışındamı

            Şeytan bunun neresinde

Dut ağacından teknesi

Kirişten bağlı perdesi

Behey insanın teresi

Şeytan bunun neresinde

            Dertli gibi sarıksızdır

            Ayağıda çarıksızdır

            Boynuzu yok , kuyruksuzdur

            Şeytan bunun neresinde.

Sakiya meyinde nedir bu esrar

Kıldı bir katresi mestane beni

Şarab-ı lalinde ne keyfiyet var

Söyletir efsane efsane beni


            Ref et nikabını ey vechi enver                                3

            Zulmete gönlümüz olsun münevver

            Şarab-ı lalinin lezzeti dilber

            Gezdirir meyhane meyhane beni

Aşıkın çok bela gelir başına

Tahammül kerektir aduv taşına

Şem-i ruhsarına, aşk ateşine

Yanmakta seyretsin pervane beni

            Bakmazlar Dertliye algındır deyi

            Hakikat bahrine dalgındır deyi

            Bir saçı leylaya vurgundur deyi

            Yazmışlar defter-ü divane beni.

Saki sunma bize mey-i enguru

Canlar cam-ı piri mugandan kandık

Dost elinden düştük gurbet ellere

Hicr ile gözlerim kana bulanık

            Gider gılli gışın gönlün saf eyle

            Dünya sıkıntısın bertaraf eyle

            İmanın yok amma gel insaf eyle

            Aşkınla aşıklar candan usandık

Vasıl olan varmı hiç visaline

Akıl fikir ermez senin haline

O güzelliğine o cemaline

Varmı Dertli gibi abası yanık.


Bana olan cefa senden değildir                                      5

Benim kendi bahtım kara sevdiğim

Sana meyil vermek senden değildir

Gönül düştü nedir çare sevdiğim

            Bir gonca almışım cemal bağından

            Bülbül uzak düştü gül budağından

            Kirpik oklarından aşkın dağından

            Ciğerciğim pare pare sevdiğim

Sen gibi canana kurban olursam

Terk-i vücut terk-i cihan olursam

Birgün gözlerinden nihan olursam

Garip Dertli diye ara sevdiğim.

Nurdan mı yaratmış seni yaradan                            6

Afeti dervanım sen sefa geldin

Ayırdıla beni kaşı karadan

Zülfü perişanım sen sefa geldin

            Bu gözlerim seni görünce melek

            Didelerim ruşen eyledi felek

            Gece gündüz haktan eylerim dilek

            Ey gönül sultanı sen sefa geldin

Beni mecnun etti ol saçı leyla

Bana aşkı veren hazreti mevla

Biçare Dertliya durma kan ağla

Güzeller sultanı sen sefa geldin.


Aşk derdine derman sordum alemde                          7

Ne Eflatun bilir ne Lokman yazar

Erbabı aşk olan kalır matemde

Onların ahvalin perişan yazar

            Bulunmaz alemde böyle dil rüba

            Aşk-ı muhabbeti başlara bela

            Kafiri öldürmek sevaptır amma

            Zalim kadı üstümüze kan yazar

Dertli aşk yolunda olmuştur nağam

Alnına yazılı harf-i elif lam

Hakimler hakkında yazamaz ilam

Yazarsa fermanım Alişan yazar.

Aşık-ı sadık muhubb-i Mustafa serler bize                                        8

Derdile gayret keş-i Ali aba derler bize

Biz güruha sorsalar ey kavm siz kimlersiniz

Tabi şah-ı velayet Murtaza derler bize

Aşkaşk ile tiğler çekip münkire karşı durmuşuz

Ol sebebpten kavm-ı süfyan Eşkiya derler bize

Canü baş terk eyledik bizler imameyn aşkına

Bende-i Şahı şehid-i Kerbela derler bize


Gerçi ben bir Dertliyim derdim yetimler derdidir

Çek elin bizden ey tabib bi deva derler bize.

Sersem bakanlar serseri efsane der bana                                  9

Halim görenler cam ile mestane der bana

Yanar yakılır bir kaşı kemanedir bana

Ya bir cemal-i envere pervanedir bana

          Dertten bilenler mahşere dek yana der bana

          Bir dert olanlar şüphesiz divane der bana

Zehri sitemle soldu benim gonca-i zerdim

Baş koymuş idim ben yoluna candan severdim

Ta mahşeredek kan dökmez isem bende namerdim

Geldikçe yada artmadadır günbegün derdim

            Hep çektiğim Şah-ı Şehid-i Kerbela derdi

            Koy ben çekeyim haşre kadar bi deva derdi

            Kan ağladığım ol Hasan-ı müçteba derdi

            Zar eylediğim Dertli benim Murtaza derdi.

      

You might also like