Professional Documents
Culture Documents
Fîhi Mâ-Fîh - Mevlana (Çev - Abdülbaki Gölpınarlı) (PDFDrive)
Fîhi Mâ-Fîh - Mevlana (Çev - Abdülbaki Gölpınarlı) (PDFDrive)
Fîhi Mâ-Fîh - Mevlana (Çev - Abdülbaki Gölpınarlı) (PDFDrive)
Çeviren:
Abdülbaki Gölpınarlı
RAHMÂN VE RAHİM ALLAH ADÎYLE; ONA
DAYANIRIM BEN
Şiir
Bir kuş o dağa kondu, sonra uçtu-gitti;
Bak da gör, o dağda ne birşey fazlalaştı, ne birşey
eksildi dağdan.
5. BÖLÜM - Dedi ki :
Bu ne lûtuftur ki Mevlânâ şereflendirdi bizi; hiç
beklemezdim; gönlümden bile geçmezdi; buna lâyık da
değilim. Benim gece-gündüz el kavuşturup onun kul arının-
kölelerinin safında bulunmam gerekti; halbuki ona bile lâyık
değilim hâlâ. Bu ne lûtuf?
(Mevlânâ) buyurdu ki: Bütün bunlar, himmetinizin
yüceliğinden. Yüce, büyük bir dereceniz var. Ağır, yüce işlere
koyulmuşsunuz. Himmetinizin yüceliği yüzünden gene de
kendinizi kusurlu görüyorsunuz; buna razı olmuyorsunuz;
kendinize birçok şeyleri gerekli biliyorsunuz. Gönlümüz
daima tapınızda; fakat, bedenle de şereflenmeyi diledik. Fakat
bedenin de pek büyük bir itibarı var; hattâ itibarın da yeri mi?
Beden, özle ortak. Özsüz beden, nasıl bir işe yaramazsa
bedensiz öz de bir işe yaramaz. Hani tohumu, kabuksuz
olarak yere ekersen baş vermez, tutmaz; fakat kabuğuyla
ekersen tutar, büyük bir ağaç olur. Şu halde bu bakımdan
bedenin de büyük bir kadri var; böyle de olması gerek zâti.
Onsuz bir iş görülemez; hiçbir maksada ulaşılamaz; evet, val
ahi de böyledir bu. Asıl, anlamı bilene, anlam haline gelene
göre anlamdır.
Hani derler ya "İki rek'at namaz, dünyadan da hayırlıdır,
dünyadakilerden de." Amma bu, herkese göre değil; birisi
olsa da dünya yüzünde ne varsa hepsine sahip olsa, bütün
dünyanın malına-mülküne sahipken hepsi elinden çıksa, iki
rek'at namazını kaçırmak, ona bundan da daha zor gelirse işte
o kişiye göredir bu.
Dervişin biri, bir padişahın yanına vardı. Padişah ona, ey
zâhit dedi. Derviş, zâhit sensin dedi. Padişah, ben nasıl zâhid
olabilirim ki dedi, bütün dünya benim. Derviş, hayır dedi, ters
görüyorsun sen. Dünya da, âhiret de, bütün mal-mülk de
benim, âlemi ben zaptetmişim; bir lokmayla bir hırkayı yeter
bulan sensin.
"Artık nereye dönerseniz dönün, Allahın zâtına
dönersiniz." Bu, boyuna böyledir, tecelli hiç kesilmez,
sonsuzdur, ölümsüzdür. Âşıklar, kendilerini o zâta feda
etmişlerdir, karşılık da istemezler. Âşıklardan başkalarıysa
yayılan hayvanlara benzerler.
Buyurdu ki: Yayılan hayvanlardır amma kendilerine
nimet verilmeye de lâyıktır bunlar. Ahırdadır onlar amma ahır
sahibinin makbulüdür onlar. Dilerse içlerinden birini alır, has
ahırına götürür. Hani önceden yoktu, onu varlığa getirdi.
Varlık tavlasından cansızlar arasına getirdi; cansızlar
tavlasından bitkiler tavlasına, bitkilikten hayvanlığa,
hayvanlıktan insanlığı, insanlıktan da melekliğe getirdi;
bunun da sonu yoktur zâti. Bütün bunları da, onun bu çeşit
pek çok, birbirinden yüce tavlaları olduğunu ikrar etmen için
gösterdi. "Elbette geçeceksiniz bir halden bir hale; artık ne
oluyor onlara ki inanmıyorlar?" Bunu, ilerdeki katları ikrar
etmen için gösterdim, inkâr edip var olan budur ancak demen
için değil. Bir usta, sanatını, hünerini, halkı kendisine
inandırmak, göstermediği başka hünerlerine de ikrar edip var
olan budur ancak demen için değil. Bir usta, sanatını,
hünerini, halkı kendisine inandırmak, göstermediği başka
hünerlerine de ikrar ettirmek, inandırmak için gösterir. Hani
padişah da, kendisinden daha başka şeyler de istesinler,
umsunlar, bu umutlarla keseler örsünler, diksinler diye
bağışlarda, ihsanlarda bulunur. İşte bu, bu kadardır, padişah
artık başka birşey vermez; verip vereceği budur ancak
desinler diye değil. Hattâ padişah, birisinin böyle diyeceğini,
bu düşünceye kapılacağını bilse ona asla ihsanda bulunmaz.
Zâhid ona derler ki işin sonunu görür, dünya ehliyse ahiri
görür. Fakat Tanrıya tam yaklaşmış arifler, ne sonu görürler,
ne ahiri. Onlar, öne bakarlar da her işin başlangıcını bilirler.
Hani bilen biri buğday eker; bilir ki buğday bitecektir, buğday
biçecektir o. Sonu, önceden görmüştür. Arpa, pirinç, başka
şeyler eken de böyle. Madem ki önü gördü, sona bakmaz
artık; bütün sonlar, önceden malûmdur ona; fakat bunlar
azdır. Sonu görenlerse orta hallilerdir. Ahırdakilere gelince
yayılan hayvanlardır.
İnsana yolu gösteren derttir, hem de her işte. İnsan, hangi
işe koyulura koyulsun, o işin derdi, o işin hevesi, aşkı,
gönlünde doğmazsa adam, o işe girişemez; o iş, dertsiz kolay
gelmez ona. İster dünya olsun, ister âhiret... İster alış-veriş
olsun, ister padişahlık... İster bilgi olsun, ister yıldız; isterse
başkası; hepsi de böyledir. Meryem de doğum ağrısı
başlamadan baht ağacının yanına gitmedi. "Doğum ağrısı, onu
hurma ağacının dibine sevk etti." Onu, ağaca götüren o dertti
de kuru ağaç meyve verdi. Beden Meryem'e benzer.
Her birimizin bir Îsâ'sı var. Bizde dert meydana gelirse
Îsâ'mız doğar; fakat dert olmazsa Îsâ, geldiği o gizli yoldan
gider, gene aslına kavuşur; ancak biz mahrum kalırız;
faydalanamayız ondan.
Can, iç âlemde yokluk-yoksulluk içinde; tabiat
dışarda nimetlere gark olmuş
Şeytan, yiyip içmeden mîde fesâdına uğramış,
Cemşîd'se daha sabah kahvaltısı bileetmemiş.
(")Arapçadır.
Şiir
Biz de istiyoruz, başkaları da istiyor;
Bakalım, baht kimin olacak, devlete kim ulaşacak?
doğrudan da üstündür.
Dervişin birinin bir yamağı vardı. Onun içir birşeyler
derer-devşirirdi. Günün birinde derip- devşirdiği şeylerle
dervişe yemek getirdi. Derviş yedi, yattı. Geceleyin düşü azdı.
Bu yemeği kimden aldın, getirdin diye sordu. Yamak, güzel
bir kız verdi bana dedi. Derviş, vallahi dedi yirmi yıldır,
düşüm azmamıştı. Bu, onun verdiği yemekten oldu.
Böylece dervişin de çekinmesi, herkesin lokmasını
yememesi gerektir. Çünkü derviş lâtiftir, herşey tesir eder ona,
herşey görünür, belirir onda. Hani temiz, ak bir elbisede
azıcık bir karalık olsa hemen görünür ya... Onun gibi. Amma
bunca yıldır, pislikten kararmış, aklığı karalığa dönmüş kap-
kara bir elbiseye binlerce çeşit yağ damlasa, bu elbisede
binlerce çeşit kir-pas bulunsa, halka da görünmez, o elbiseyi
giyene de. Mâdemki iş böyle, dervişin de zâlimlerin, haram
yiyenlerin, bedenine tapanların lokmalarını yememesi gerek.
Çünkü, o kızın lokmasından dervişin nasıl düşü azdıysa bu
çeşit adamların lokması da dervişe tesir eder, o yabancı
lokmanın kötü, bozuk-düzen düşüncelere dalar.
Şiir
Hani mum ağlar amma göz yaşları,
Ateşle eş-dosttur da o yüzden mi akar, yoksa baldan
ayrıldığından mı bilinmez ya;Ben de ağır olaylardan
şikâyet ediyorum amma hangi olaydan?
İnsanlar beni özürlü tutmasınlar, paylamasınlar da;
bunun için o olayı söylemiyorum.
………………….
Nitekim kimileri aldandılar, o kadarı yeter buldular,
tembel iğe koyuldular; başka bir iş gelmedi ellerinden.
Şüphe yok ki ibâdetlerin faydasının burada belirmemesi,
gizli kalması daha iyi. Böylece Tanrı tapısının haslarının
kerâmet göstermeleri de büyük bir suçtur, güçlü bir sınanıştır.
Onlar, daima bu halden kaçarlar, kerâmet göstermeyi
istemezler. Hâsılı Tanrı feyzi, gece-gündüz, gizli-açık, boyuna
onlara gelir-durur; onlardan hiç mi hiç kesilmez. Kendileri
istemeden istekleri boyuna olur-gider. İçlerinden ne geçerse
belirir, olur. Böylece onları dileyenlerin dilekleri, onların
müritlerinin istekleri de onların bereketiyle boyuna olur-gider.
Hani padişah, yakınlarından birine bir gelir bağışlar; o gelir,
noksansız, kesintisiz, soluktan soluğa, günden güne ona gelir,
geçimine yeter; bu, boyuna böyledir de. Bir yabancıya da bir
kerecik birkaç dirhem verir. O adam, onu habbe-habbe harcar
amma gene az bir günde tükenir; evvelce nasılsa gene o hale
gelir adam. Bir kere daha padişahtan bir ihsan koparmaya
çalışır, çabalar amma az olur ki bir daha bir ihsana konar.
Akıllı kişiye bir işâret yeter.
Erenlerin kimisine ibâdetlerin, buyruğa uyuşların faydası,
burada, bugün belirir. Bu da bir hikmete dayanmadadır.
Umutsuzluğa düşmeyesiniz, ibâdetlerin karşılığı kesin olarak
görülecektir, bunu bilesiniz diyedir bu; ahretten bir örnektir
bu. Kerâmet ve kudret göstermek, insanlığı olgunluğa
ulaştıran olgun kişiye hiç zarar vermez, onu benliğe sürmez.
O, koca bir küptür sanki. Âlem Husrev'inin Şîrin denizinden
bir yol vardır o küpe, gizli bir yol. Herhalde boyuna ulaşır,
boyuna inciler saçan dalgalar gelir; ondan da başkaları
sonsuz faydalara erer. Bu yüzdendi ya, Hazreti
Muhammed'e boyuna «Söyle» hitâbı gelirdi; nitekim Kur'ân,
buyurur-durur.
Küpün canından denize bir yol açıldı mı,
Küp, dereyle savaşa girişir de ona üst olur.
Bu sebeple «Söyle» sözü, denizin sözü olur,
Görünüşte isterse Ahmed söylesin.
***