Cengiz Çetintaş-Bursa'nın Yunan İşgaline Girmesi Ve İlk Hükumet Krizi

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 76

1

BURSA' NIN YUNAN İŞGALİNE GİRMESİ VE İLK


HÜKÜMET KRİZİ

Mustafa Kemal Paşa Meclis açıldıktan bir hafta sonra, 30 Nisan 1920
tarihinde Türk milli iradesini sadece Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin temsil ettiğini
Avrupa devletlerine bildirilmişti. Ayrıca bu sırada TBMM’ne karşı olan
ayaklanmalar bastırılmış ve Kuva-yı İnzibatiye birliklerini yenilgiye uğratmış olan
Milli Kuvvetler, İzmit önlerine kadar gelmişlerdi. Bunun üzerine İtilaf devletleri
tarafından, San Remo kararlarını kabul ettirerek imzalatmak ve buna karşı
direneceği bilinen Milli Meclisi etkisiz hale getirmek için kuvvet kullanmaya karar
verdiler. Alınan bu karar doğrultusunda bu işlere gönüllü talip olan Yunan
kuvvetlerinin ilerlemesine izin verildi. Gerekli hazırlıklarını tamamlayan Yunanlılar,
22 Haziran 1920 tarihinde Milne Hattı’nı aşarak üç koldan Anadolu’nun içlerine
doğru ilerlemeğe başladılar.
Bunun üzerine Ankara Hükümeti, Garp Cephesi kurulmasına karar verdi ve
Komutanlığına Ali Fuat Paşa getirildi. İzmir Kuzey Kolordu Komutanlığına Albay
Kazım (Özalp) Bey, 20. Kolordu Komutanlığına Albay Bekir Sami (Günsav) Bey
getirildi. İtilaf devletleri, Yunan harekatının önünü açmak gayesiyle Mondros
Anlaşmasının ilgili maddelerini bahane edip Mudanya’ya ve Gemlik'e asker
çıkardılar. Bu olanları Bursa Valisi Hacim Muhittin Bey şiddetle protesto etti ve
Bursa’dan gönderilen bir kısım kuvvetle desteklenen milli kuvvetler tarafından
buraları savunulmaya çalışıldı. Mudanya ve Gemlik'teki çatışmalar Bursa’nın
Yunanlılar tarafından işgaline kadar sürdü.
Bunlar olurken İzmir yönünden harekete geçen Yunan kuvvetleri, henüz tam
teşkilatlanamamış milli kuvvetlerin zayıf direnişi karşısında hızla ilerleyerek,
sırasıyla Akhisar’ı, Salihli’yi, Soma, Kırkağaç’ı ve 30 Haziran 1920 tarihinde
Balıkesir'i işgal ettiler. Bu sırada beş yüz civarında asker ve bir kısım Kuva-yı
Milliye kuvveti Bursa’ya iki saat mesafede Ulubat Köprüsü civarında siper ve
hendek kazarak mevzilenmişlerdi. Ancak İngilizlerin de desteklediği ve üstün silah,
araç ve gereçlerle donatılmış Yunan kuvvetleri 7 Temmuz 1920 günü Bursa'ya
doğru harekete geçtiler. Bu kuvvetlerin Ulubat civarında morali bozulmuş
birliklerce uzun süre durdurulması mümkün değildi. Bu nedenle Garp Cephesi
Komutanlığı birliklerin vakit kazanmak ve toparlanmak üzere Bursa’nın doğusuna
çekilmesi kararını aldı. Şehri tahliye için gerekli hazırlıkların yapılması ve
tedbirlerin alınmasından sonra Tümen Komutanı Bekir Sami Bey, 8 Temmuz 1920
sabahından itibaren Bursa’yı tahliye etmeye başladı ve aynı gün Yunanlılar ciddi
bir direnişle karşılaşmadan şehri işgal ettiler. Bekir Sami bey ile Vali Hacim
Muhittin Bey ve beraberindekiler İnegöl’e ve buradan Bozüyük’e doğru geri
çekildiler.

2
Bursa’nın Yunanlılarca işgali Mecliste büyük bir üzüntü ve öfke meydana
getirdi. Yapılan görüşmelerde bir çok kişi tedbirsizlikle suçlandı. Bursa’nın işgali ve
işgal sonucunda oradaki Müslüman halkın uğradıkları kötülük ve zulümlerin
üzüntüsüne Meclisin de katıldığının bir ifadesi olarak, Meclis Divan Başkanlığı
kürsüsünün siyah bir örtü ile örtülmesine karar verildi. Bu örtü bir daha zaferin
kazanılıp Bursa’nın geri alınmasından sonra kaldırılacaktır. Bunun yanı sıra
milletvekilleri cephenin bozulması ve Bursa’nın düşüşü ile ilgili şiddetli tenkitlerde
bulundular, ihmal ve hataları bulunan Vali ve Kolordu Komutanının
cezalandırılmasını istediler.

3 TEMMUZ 1920: GİZLİ OTURUMDA MUSTAFA KEMAL PAŞA VE GENEL


KURMAY BAŞKANI İSMET BEY’İN, YUNAN KUVVETLERİNİN DURUMU
HAKKINDAKİ BEYANATLARI
(1.Dönem, 1.Yasama Yılı, 26.Birleşim, Gündem: 2/1)
1920 Yılı yaz mevsimi, Ankara Hükümeti için zor günlerin yaşandığı
bir dönemdi. Bir yandan Ankara yakınlarına kadar yayılan iç isyanlar ve
diğer yandan bunu Fırsat bilen Yunanlıların Bursa’ya doğru ilerlemeleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisini ve Hükümetini iyice zora sokmuştu. Bir
de Ramazan Bayramı dolayısıyla Genel Kurul’da karar yeter sayısının
bulunamaması, Meclisin bir süre kapalı kalmasına neden olmuştu.
Bayramdan sonra Meclis açılmıştı ama moraller çok bozuktu.
CELALETTİN ARİF BEY (Başkan Vekili): Askeri ve siyasi vaziyet hakkında söz
Genel Kurmay Başkanı İsmet Beyefendinin. Buyurun Efendim.
İSMET BEY (Genel Kurmay Başkanı): Efendiler, Yunanlılar, 22 Hazirandan beri
İzmir harekâtına başlamışlardır. Bu taarruz harekâtı devam ediyor. Yığdıkları
kuvvetlerle arazimizden birçoğunu daha işgal ettiler. Gerek ahalimize ve gerek
ellerine geçirdikleri insanlara ne kadar feci muamele ettiklerini harp raporlarımızda
yazıyoruz. Zaten bir seneden beri tecrübe ettiğimiz ve incelediğimiz için yüreğimiz
yanarak fakat kolaylıkla sorabiliyoruz. Büyük İngiliz kıtaları veyahut İtilâf kıtaları
Memleketimizde toplanmadı, onlar Yunan kuvvetlerini gönderdiler. Yunan harekâtı
biraz ilerledikten sonra İngilizler deniz harekâtına başladılar ve Bandırma ile
Erdek’i açıktan açığa işgal ettiler. Kıtalarımızı bugün, kuzeyden Susurluk’tan
Nazilli’nin güneyine doğru çekmiş bulunuyoruz. Bu harekât içinde bulunan
kıtalarımız, hepimizin bildiği gibi, Kuva-yı Milliye ile takviye edilmiş olan üç
tümendir. Taarruz eden düşman kuvvetleri her halde üç misli fazla idi.
Binaenaleyh muharebe içinde bulunan kıtalarımızın ne kadar müşkülat için de
bulundukları kolayca anlaşılabilinir. Eğer kuvvetlerimiz, Yunan kuvvetlerine denk
olsaydı, başka türlü olurdu. Verdiğiniz soru önergelerinde, Yunanlılar niçin bu
kadar ağır hareket ettikleri halde karşı koyamıyoruz, diye soruyorsunuz.

3
Hazırlıksız yakalandık diyebiliriz. Yunan taarruzuna karşı muvaffakiyetsizliğimizi
inceliyoruz. Filhakika Yüce Meclisten birçok ihtar aldık. Yine böyle bir gizli
celsede konuştuğumda, düşmanların bütün donanmalarını, paralarını ve her
şeyini saydıktan sonra, en kuvvetli silâhlarından birinin de içimize nifak sokmak
olduğunu arz etmiştim. Rakam ile de ispat edeceğim ki Yunan harekâtında İngiliz
donanması, bir çok hazırlıkları ve birçok vasıtaları ile beraber, Yunanlılara en
büyük kuvvet, içimizdeki münafıklar olmuştur. (Kahrolsunlar sesleri) Anzavur fesat
harekâtı, bizim bir buçuk tümenden ibaret kuvvetlerimizi yeniden düzeltilecek bir
hale getirdi. Düzce ve Bolu harekâtı yüzünden iki tümene yakın kuvvetlerimiz,
Yunan taarruzundan uzak yerlere sevk edildi. Yenihan ve Yozgat isyanları
sebebiyle iki tümene yakın, Ordu kuvvetimiz ve Kuva-yı Milliye kuvvetimiz başka
yerlere gönderildi. Beş, beş buçuk, nihayet altı tümenimiz Yunan taarruzu olduğu
zaman büsbütün başka bir yerde bulunuyordu. Düşmanın din ve vatan
karşısındaki kuvvetler arasında emin bir denge şöyle dursun, belki
düşmanlarımızın zaten endişe ettikleri bizim taarruzumuz, böyle olmasaydı
mümkün olacaktı. Biz iç isyanlarla uğraşırken 22 Hazirandan itibaren Yunanlılar
da taarruza başlamışlardı. Binaenaleyh bizim iç isyanlarla uğraştığımızı gören
Yunan Genel Kurmayı, ileri hareket emrini vermiştir. Bu vaziyet bizim Yunanlılara
dört ay sonra biraz arazi kaybettirmiştir. Takdir edersiniz ki biz en yakın yerde,
Milletin mevcudiyetini ve bütün hayati kuvvetini tahrip edecek isyanlara yol
verseydik, bugün büyük felâketler karşısında çare aramak mecburiyeti için çalışan
Yüce Meclisiniz olmayacaktı. Yunan taarruzuyla falan ve falan yerler işgal
olunmuş, bunların geri almak için ne gibi tedbirler lâzım geldiğini düşünecek
müstakil ve hür bir Osmanlı kalmayacaktı. Daha fazla seferberlik, daha fazla mali
fedakârlık düşünülmüştür. Fakat bunlara mani olan yine içimizdeki fesatçılık
olmuştur. Cümlenizin malûmudur ki Millet aleyhine çalışmakta olan kişiler cahil
halka, vergi ve askerlik gibi yükümlülükleri, Büyük Millet Meclisi çıkarıyor diye
propagandasını yapıyorlar. Bizim karşılarında bulundurduğumuz kuvvetlere göre
Yunanlılar, başladıkları istilâ harekâtına devam etmek isterlerse daha bir miktar
arazi kazanabilirler. 29 Mayıs’ta askeri hareketimizin bütün safhalarını size arz
ettiğim zaman, yalnız Yunanlıların değil, bütün İtilaf devletlerinin ittifakla
taarruzlarının ihtimal dairesinde olduğunu ve büyük kuvvetlerle Memleketimizi
istilâ etmek teşebbüsünde bulundukları ihtimalini göstermiştim. Batıdan,
kuzeyden, doğudan ve her taraftan düşmanlarımızın elinde bulunan imkânları
kullanarak mevcudiyetimizi imha için her taraftan kuvvet sevk etmeleri
mümkündür. Emperyalistlerin mağrur ve ısrarlı liderleri, verdikleri sözlerini yerine
getirmek için Yunanlıları Memleketimize sevk edilmiş olabilirler. Onlar kendi
kuvvetleriyle değil, Yunan kuvvetleriyle bir hareket yapmak istiyorlar. O halde
Memleketimiz, yalnız Yunan kuvvetleri tarafından, iç isyanlardan da istifade
ederek ve birçok münafıkların kendilerini takviye etmeleriyle, yalnız Yunan
kuvvetleri tarafından istilâya maruz bulunuyor. Yunanlılar diğer bütün kuvvetlerle
takviye olunduğu halde Memleketimizi istilâ ederlerse, biz gerilla usulü
muharebeyi geçireceğiz. Gerilla usulü muharebe, Milletin bütün fertleriyle,
4
Memleketin her yerinde muharebe etmek demektir. Efendiler, istilânın bütün
zorluklarına karşı, gerilla harbinin de bir şartı vardır. İstilâya uğrayan yerlerde
düşmanlarımız halkı göç etmeye sevk ediyorlar. Düşmanın tecavüzü ve istilânın
zorlukları karşısında, bir tüfek bir kurşuna sahip olunsa bile, herkes mücadele
etmelidir. Bu vazifelerini herkes idrak ederse, bunda muvaffakiyet ümidi hâsıl olur.
Gerilla harbi başlandığından itibaren kırk gündür muharebe eden Maraş’ta ve
Antep’teki vaziyeti göz önüne getiriniz. O yerlerdeki mücahitler hiç bir ordu
kuvvetine dayanmaksızın ve hiç bir kuvvetten ümitleri olmadığı halde, yalnız
başlarına muharebeye girmişlerdir ve düşmanı geri atmışlardır. Onlar
memleketlerini kurtaracaklarına emindirler. Hâlbuki Yunanlılara karşı, bu
vaziyetten daha mühim on kat daha müsait bulunuyoruz. Çünkü mühim ordu
kuvvetleri elimizde vardır. Bir defa Yunanistan’ın nüfusuyla, Memleketimizin
nüfusunu, düşününüz. Bu ihtimale karşı nüfuzumuzu, askeri teçhizatı, ordumuzun
kuvvetini ve her şeyden evvel yüreklerimizdeki kuvveti düşününüz. Eğer her
birimiz bu ateşi nefsimizde görüyor isek ve bu ateşi başkalarına da yayacağımıza
güveniyorsak, Yunan kuvvetleri ne yaparlarsa yapsınlar, istilâ ettikleri yerleri
kurtarmamız o nispette kolay olur. Daha önce de söylediğim gibi isyanlar
sebebiyle muhtelif yerlere sevk ettiğimiz kuvvetler daima bizim için bir noksan
teşkil etmemiş ve cephelerde Yunanlılara karşı biz kuvvetlerimizin bir kısmıyla
idare etmiş bulunuyoruz. Daha sevk edecek kuvvetlerimiz de vardır. Yunan ve
müttefik harekâtı, istilâ harekâtı yayılırsa ve Memleketin her tarafını istilâ
ederlerse, askerin o zaman bile her hangi bir dağ başında da yapacakları vardır.
Düşmanlarımızın en kuvvetli silâhları nifaktır. Eğer nifakı ortadan kaldırırsak,
onları derhal Memleketten çıkarırız. Biz bu imandayız ve bu imanda olmalıyız.
(alkışlar) İtilaf devletleri Yunan kuvvetlerini kendileri için kullanıyorlar. Yani
Memleketimize çıkarılan ve ilerlemekte olan Yunan kuvvetleridir. Elbette bunlar
İtilaf devletlerinin elinde vasıtalardır. Elbette denizlerimizde ve sahillerimizde
askeri harekâtı İngilizler yapıyorlar. İngiliz, Fransız ve İtalyanların Yunanı alet
etmediklerine nasıl inanmayalım? Yunanı alet etmediklerine değil alet ettiklerine
inanalım ve alet ettiklerinin küçüklüğünü ve düşüklüğünü görerek, gelecek için
daha çok ümit var olalım. Yunanlılar ile beraber diğerleri hücum edecek dediğim,
siyaseten, manen hücum edecekler değil kuvvet gönderecekler, asker
çıkaracaklar. İngiliz, Fransız yan yana Memleketimizde yürüyecekler demiştim.
Hâlbuki Yüce Heyetinizin bir suali var. (soru önergesi okundu)
ŞÜKRÜ EFENDİ (Karahisar): Ben sordum.
İSMET BEY (Devamla): Teferruatta dalıp dert etmemeliyiz. Düşmanın, bizim
kuvvetlerimize göre iki üç misli kuvvetle taarruz ettiğini arz ettim. Her cephede ve
her yerde herkesin vazifesini tamamen ifa edip etmediklerini tespit edecek zaman
henüz geçmemiştir. Bir, iki, üç misli, on misli kuvvetler karşısında dahi
kuvvetlerimizin her birisinin ayrı ayrı vazifelerini hakkıyla yapmalarını isteyebiliriz.
Bu hususu inceleriz ve varsa yapılan hatalardan dolayı hesap sorarız. Yalnız
bütün bu hataları incelemek lüzumunu Yüce Heyetinize arz etmekle beraber asıl
5
dert, düşmandaki kuvvet fazlalığıdır. Askeri harekâtı, daha ziyade düşmanın
hazırlıklarıyla, bizi meşgul eden isyan hareketlerinin idaresinin ve cephelerin
birleştirilerek bir kumanda altında toplanması hakkında Yüce Heyetinize evvelce
istekte bulunmuştum. Bugün doğrudan doğruya Milletin mevcudiyeti aleyhine
ortaya çıkan isyanlarla mücadele etmeyi herkes, küçük kumandanlardan en büyük
kumandanlarımıza kadar, en ufak bir müfreze ile bütün kuvvetiyle uğraşmayı
vazife saymışlardır. Bir köşede durmakta olan ve kendisinden istifade edilmeyen
bir kuvvet, Yunan cephesine sevk olunmalıdır, hitabına maruz değiliz. Eğer her
hangi bir şahıs veya her hangi bir kuvvet, Yunan taarruzuna karşı gönderilmedi ise
daha mühim bir yerde bulunduğun dolayı gönderilmemiştir. Bir soruya cevap
vermek için söylüyorum. Hangi kuvvet nereye gönderilecekse, oraya
gönderilmiştir. Belki vazife verdiğimiz kumandanların, niçin daha evvel tayin
edilmiş olmadığı soruluyor. Çünkü tayin ettiğimiz kumandanlarımızın...
ŞÜKRÜ EFENDİ (Devamla): Müsaade buyrulursa arz edeyim. İzmir cephesi doğu,
kuzey, güney mıntıkalarına taksim edilmiştir. Bunun arasında ilk önce bozulan
mıntıka Akhisar cephesinde Kanlıdere’dir. Burasının bozulmasına sebebiyet veren
şey, kuzey ve doğu mıntıkalarının oraya yardım ve takviye etmemeleridir. Oradan
içeriye Yunan süvarileri girdi ve bunu hiç bir mıntıka anlayamadı. Ne doğu
mıntıkası ve ne de kuzey mıntıkası anlayabildi. Bunun için iki alay süvari geçti.
Cephelerimizin arkasına geçerek ahaliyi galeyana getirdi. Bozgunluk bunun
yüzünden oldu. Orada süvari kuvvetleri vardı, içimizdeki bozguncular sebebiyle
sevk olunamadı. Acaba buradaki nifakı önlemek için buraya beş bin kişilik bir
kuvvet gönderilmesi mümkün değil miydi? Çünkü ekseri suallerin cevabında,
içimizdeki bozguncuların nifakı sebebiyle cephelerden kuvvet ayrıldığı söyleniyor,
doğrudur, biz de biliyoruz. Hakikaten iki üç bin kişi orada olsaydı bu hezimet
meydana gelmezdi. Hezimete sebebiyet veren o cephenin boş olmasıdır. Oralar
önceden takviye edilmiş olsaydı, doğu ve kuzey mıntıkalarından Alaşehir gibi
daha bir takım memleketlerimiz istilâya maruz kalmayacak idi. İşte kumanda
birleştirilmedi dediğimin sebebi budur. Umumi bir kumanda kurulması lâzım
gelirdi. Şurasını da arz etmek isterim ki Alaşehir’de üç tane topumuz vardı, onlar
da cepheye gönderilmedi. Doğrudan doğruya düşman eline geçmesine sebebiyet
verildi. Bunu da izah ediniz ve daha izahata karşı da bir takım sorularım olacaktır.
İSMET BEY (Devamla): 22 Haziran sabahı yalnız Akhisar cephesine taarruz eden
kuvvet üç tümen idi. Burada buyurdukları gibi sabahleyin ilk taarruzdan sonra
içeriye süvari bırakmışlar, süvari içeriye girdikten sonra Salihli cephesine doğru
harekât yaptı ve oradaki kıtalarımızı geri çekilmeye mecbur etti. Cephelerin
birleştirilmesi ile bu kuvvet dengesini yaptığım zaman orada, doğrudan doğruya
Akhisar cephesinde bulunan kuvvetler içinde vazifesini ifa etmemiş olan kıtalardan
hiç birisi yoktur. Böyle bir iddiayı bahis mevzu edemeyiz. Akhisar cephesinde ve
Salihlide öteden beri bir kanaat vardı ki yan yana bulunan bu cepheden birine
taarruz vuku bulduğu zaman diğeri yabancı kalmıştır ve daima yardımda
bulunmuşlardır. Düşman Akhisar cephesinden ilerlediği zaman rast geldiği
6
kuvvetler, Salihli cephesinden gönderilen kuvvetlerdir. Yani bu cepheye taarruz
ettiği zaman, yanında bulunan cephenin kuvvetine rast gelmişlerdir ve o cephede
komşusuna yardım etmek için bütün kuvvetlerini oraya sevk etmiştir. Düşman
Akhisar cephesine girdikten sonra Salihli cephesine sürekli taarruz etti. Daha önce
de arz ettiğim gibi, her iki cephe, kendilerine yardım etmişler ve muvaffak
olmuşlardır. Ben cephelerdeki kuvvetlerin birleştirilmesi sorusu ile daha geniş
alanda, yani bizim Garp Cephesi Kumandanlığının ne için daha evvel kurulmadığı
soruluyor zannetmiştim. Düşmanlar Yunan taarruzunu, bizim İzmit harekâtına
misilleme olarak göstermişlerdir. Biz İzmit’te Kuva-yı İnzibat iye’yi defettikten
sonra, İngilizlere taarruz etmişiz ve onun için İngilizler de Yunanlıları tahrik
etmişler propagandasını yapmışlardır. Umumi vaziyeti daha önce verdiğim
zaman, gerek Yunan ve gerek diğer kuvvetler, iki vasıta olarak bir merkezden
idare ediliyor demiştim. İngilizler bu kuvvetleri sırası geldiğinde kullanacaklar,
demiştim. Vaziyeti böyle kuvvetli ve esaslı görürsek, Yunanlıların hareketine
İngilizlerin emir vermeleri tabii bir harekettir. Düşmanlar bizim aleyhimizde
yaptıkları harekât ile halkı kandıracaklardır. Halkımızın kandırılmasına karşı
koymak için bizim de şu ve bu sebepten dolayı onların taarruza geçtiklerini ve
Yunanlıların taarruz ettiklerini ve İzmir’e çıktıklarını ve Ermeni katliamını bahane
ederek Antep ve Maraş’ı işgal ettiklerini izah etmemiz lâzımdır. Yunan harekâtı
hususunda bütün maruzatım bundan ibarettir.
ŞÜKRÜ EFENDİ (Karahisar): Sorduğum soruma karşı İsmet Bey’in verdikleri
cevaplar bir kaç durumdan izaha muhtaçtır. Diyorlar ki ümitsizliğe düşecek
zamanda değiliz. Hiç bir dert yoktur ki çaresi olmasın. Fakat yaşamaya azmettik,
sözü dilimizde olacağına, bunu fiilen ispat etmeliyiz. Yunanlılar kuvvetlerini
devamlı artırıyor. Biz umumî seferberlik ilân etmedik, parça parça asker aldık.
Yunan cephesine parça parça asker gönderiyoruz. Bir taraftan Memleketimizin bir
kısmı istilâya maruzken, Yunan nüfusuyla Anadolu nüfusunu da mukayese
ediyoruz. Nüfusumuz, Yunan nüfusundan kat kat fazladır. Biz bugün nüfustan
dolayı mağlup olmuyoruz. Elimizde olan fazla nüfusa rağmen, halka ruh ve iman
veremiyoruz. Bunda da alakalı makamların kusurlarını görüyorum. Bakınız
efendiler, ansızın çıkan bir isyanı önlemek için buradan kuvvet sağlamak niçin
mümkün olmasın? Yunan tecavüzü daha bir zaman vuku bulmaz diye uyumak
icap etmez. Efendiler, Yunana karşı bir senedir, iki senedir müdafaa eden dört liva
idi. Bu dört liva, Ferit Paşanın devrinde tamamıyla serbest çalışamıyorlardı.
İngilizler vardı, hain idare memurları da vardı. Biz bunların gözünden kaçırmak
suretiyle mühimmat ve asker göndermekle o cepheyi bir buçuk sene zapt etmiştik.
Dağda şakilik yapan eşkıyaya yalvardığımız halde bunları isyana sevk ediyorlardı.
Bu Millet Meclisi açılınca kendi dindaşlarımızdan, vatandaşlarımızdan yardım ümit
ediyorduk. Maalesef bu ümidimiz boşa çıktı. Bizim ahalinin dişinden artırıp
ailesinin rızkından kesip cephedeki askerlerimizi beslerken ve herkes ailesini
bırakıp düşman müdafaasına koşarken, oradaki bir kısım kuvvetlerin geri
alınmasını gözlemiyorduk. Deniyor ki bakınız en yürek yakan şey, yalnız Yunan

7
kuvvetleriyle Anadolu’yu istilâ edebilirler. Müsaade buyurunuz söyleyeceğim.
İngiliz ve Fransızlar her yerimizi istilâ etsin, bu yazık değil midir? Düşman nereye
gelirse oraya yakın olan bir kaç liva hayata geliyor. Diğerleri mütemadiyen uyuyor.
Burada Büyük Millet Meclisi açılıyor, Büyük Millet Meclisi nazariyata boğuluyor.
Dama taşı gibi yerlerimiz verile verile sonu ne olacaktır. Bir de deniliyor ki gerilla
harbi yaparız. Efendiler; gerilla harbi ne demektir, bendeniz bir asker olmadığım
için anlayamadım. Bu gün Vatanımız yer yer istilâ olunduktan sonra hangi kuvvet
bizi toplayacak, hangi kuvvet bizi gerilla harbine sevk edecektir. Bugün istilâ
olunan vatanımızda neler oluyor biliyor musunuz? Balıkesir’i göz önüne alınız.
Müslüman olarak ayrıca bir hükümet olarak yaşıyordu. Bin senedir dağından
bağından yağ akan o güzel Balıkesir bugün düştü. Balıkesir’in geliri beş yüz bin
lira olduğu halde, müdafaa için bir buçuk milyon lira sarf etti. Bursa’da bir isyan
çıkarıldı, oraya bir vali gönderilmek suretiyle Bursa ıslah edilmiş oldu ama
Balıkesir dayanamadı düştü etti.
İSMAİL SUPHİ BEY (Burdur): İsmet Beyefendinin beyanatları bizi tatmin etmekten
uzaktır. Hakikatleri olduğu gibi söylediler, fakat tafsilâta girişmediler.
Söylediklerinin tamamı elem verecek bir şekildedir. Hiç bir milletin meclisi bu
kadar ağır bir yükün altında kalmamıştır. Zannederim bu yükün altında eziliyoruz.
Biz en bedbaht milletiz. Maatteessüf bu kadar haksızlığa uğramış bir millet
görülmemiştir. Avrupa, nihayet Türk’ü geldiği yere geri göndermek istiyor. Tehlike
pek çok arttı. Dün Saruhan, Aydın, Karesi, yarın belki Bursa düşecek. Atalarımızın
mezarları, kemikleri belki darmadağın olacak ve biz bunu göreceğiz. Binaenaleyh
efendiler, şu sırada omuzlarımızda hissettiğimiz yüke nasıl tahammül edeceğiz?
Musibete uğramadık hiç bir ailemiz yoktur. Oradan oraya kaçıp duruyoruz.
Kuşkulanmaya lüzum yok, omuzlarımızda bir tek silâhımız var azim, iman ve
metanet. Biz buraya toplandığımız zaman bu meseleyi küçük zannettiysek
aldandık efendiler. Çabuk bitecek zannettiysek aldandık efendiler. Bu iş çok
devam edecek. Bu iş Dünyanın belki en güç bir işidir. Çünkü milletlerin arasında
olduğu kadar kuvvetlerin de arasında pek büyük fark var. Hakkımız büyük,
kuvvetimiz küçüktür. Binaenaleyh bizim için yegâne bir şey; çalışmak, metanetle
çalışmak, imanla çalışmaktır. Hükümet de bizden çıkmıştır. Hükümetten isteni-
lebilecek olan şey onları çalışmakta görmektir. Kendi hesabıma daha iyi bir
Hükümet yapabileceğimizi zannetmiyorum. Yalnız Hükümetten istediğimiz daha
çok çalışmasıdır. Bizim önümüzde efendiler, iki ay, üç ay bir sene üç sene pek az
bir zamandır zannediyorum. Mademki bir kere karar verdik, sonuna kadar devam
edeceğiz. Yalnız, bu gün işe başlamalıdır, işe başlanmış mıdır? Geç olsun varsın,
hiç olmamaktan hayırlıdır. Bugün bir tümenin, daha sonraki gün bir ordunun
teşekkül ettiğini görürüz. Bir gerilla harbi yapmak için elimizden geleni sarf
etmeyecek miyiz? Zararı yok, Memleketin yarısı çiğnensin, biz altı ay sonra
darbeyi indirelim. Acaba bütün ümitlerimiz gerilla harbinde midir, başka ümidimiz
kalmadı mı? Zannedersem gerilla harbi en son bir çaredir. Gerilla harbi
Memlekette taş taş üstüne kalmamak üzere nihayet Memleketi düşman

8
istilâsından kurtarmak için son çaredir. Onun için efendiler, yine arz ediyorum, ne
tenkit ve ne de şikâyet ediyorum. Çünkü Hükümet bizim içimizden çıkmıştır. Daha
iyi bir hükümet yapabileceğimize kani değilim. Yalnız ricamız, Hükümet bir an
evvel işe başlasın. Ne kadar geç olsa başlayacaktır. Sonra Efendim, biz bir sal
içine sığınmış insanlar gibi bulunduğumuz bir sırada, azim ve imanla çalışmaktan
başka silâhımız olmadığı bir zamandayız. Sonra Efendim, biraz önce, az çok
şöyle olmuş, böyle olmuş, bir suiistimal olmuş diye bahsedildi. Eskişehir’den
gelinceye kadar bunu bendeniz de dinledim. Bir tabur kâtibiyle bir çavuş, bir kaç
kuruş almışlar ve düşmana ihbarda bulunmuşlar, oradan iki alay süvari geçmiş.
Suiistimal olmuş, nasıl olmuşsa olmuş. Fakat İsmet Beyefendiden rica ederim ki
tahkikat yapılsın ve suçlular cezalandırılsın. Bir noktayı daha arz edeceğim. O da
propagandanın yapılmaması sebebiyle fitne fesat göze çarpıyor. Elimizde
Hâkimiyeti Milliye adında bir gazetemiz var. Fakat Eskişehir’de, Bursa’da
bulamazsınız. Demek bir arkadaşımın burada söylediği gibi Meclis ne yapıyor;
kimse haberdar değildir. Rica ederim bu hatayı ilerletmesinler. Buralarda bir
gazete çıkarmak kabilse çıkarılsın. Ulema göndermek kabilse gönderelim. Çünkü
ortaya atılan fitnelerle halk zehirlenmiş görülüyor. Propagandanın noksanlığı
hissediliyor. Binaenaleyh efendiler, beyanatımı özetleyeyim. Bendeniz hükümetten
üç şey sormak isterim. Düşmanın Memleketin yarısına kadar ilerlemek tehlikesine
karşı, Hükümet yeni bir cephe için son tedbirlerini almış mıdır? İkincisi,
Bolşeviklerle ne vaziyetteyiz, onlardan ne kadar ümit ve yardım bekleyebiliriz,
yoksa yalnız kendi kuvvetimize mi mücadele edeceğiz? Fesada karşı hiç olmazsa
ulemanın tavassutuyla olsun, bugün bir barışmak, bir kardeş barışması imkânı yok
mudur? Maruzatım bundan ibarettir. Bir de daha önce Bursa’ya bir seyahat
etmiştim. Bazı şeyler gördüm. Bu hususta da bir önergem var. Meselâ
Mudanya’ya asker çıkarıldı. Dediler ki filân yere altı yüz silâh çıkar, bir Yunan
taburu derhal beş tabur, on tabur oluyor. Tehlike muhakkak. Binaenaleyh bunları
dikkate alarak bir önerge takdim ediyorum. Cephelerde Türklerden bedel alıyoruz.
Hıristiyanlardan da alınması lazımdır. Onlar refah yaşıyorlar ve bıyık altından bize
gülüyorlar. Önergemin ikinci teklifi, cephe gerilerinde azınlıklardan rehin alınması
lazımdır. Aynı muameleyi Yunanlılar da yapıyor, şose taburları teşkil ediyorlar.
Dağlara top çıkaracak değiller mi? Bunlardan istifade ediyorlar. Bunu biz ne için
yapmayalım? Birde silâh toplamak meselesi; maruzatım bundan ibaret.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara): Muhterem efendiler, Yunan Ordusunun
taarruzuyla ortaya çıkan vaziyetten, bütün arkadaşlarımın fevkalâde üzgün
olduklarını takdir ediyorum. Bu üzüntü içinde vaziyeti muhakeme ederken ve
sebeplerini düşünürken, yapılan konuşmaları da dikkate alıyorum. Yalnız bir şey
hatırlatmak isterim ki felâketler başımıza geldikten sonra sebepler vesaire
düşünülmez. Bunlar felâket gelmeden evvel düşünülür. Binaenaleyh bendeniz
kabul etmek istiyorum ki bu taarruz olmazdan evvel Yunanlıların bunu yapacakları
muhtemel idi. Hiç şüphe etmem ki sizler de böyle düşünmüşsünüzdür. Eğer
aldığımız tedbirlerde kusur var idiyse, bunu daha evvel söylemek uygun olabilirdi.

9
Bendeniz Hükümeti müdafaa etmek için söz söylemiyorum. Bütün arkadaşlarımın
hakikat ve vaziyeti olduğu gibi görmeleri için konuşuyorum. Yunan Ordusunun
taarruzu karşısında niçin karşı konulmadı sorusunu hep beraber cevap vermek
istiyorum. Kusur ve noksan nerede? Bu hususta zannederim İsmet Beyefendinin
vermiş olduğu tafsilatlı izahatta buna cevap bulabiliriz. Yunanlıların öteden beri
işgal sahasında mevcut kuvvetleri beş altı tümen tahmin olunuyordu. Yunanlılar
Doğu Trakya’yı da işgal etmek istediklerinden dolayı bir iki tümen daha
hazırlamışlardı. Fakat bu kuvvetler İzmir sahasında bulunmuyor. Bizim öteden beri
Yunan cephesinde bulunan kuvvetlerimiz, sayıldığı gibi üç tümenden fazla
olmamıştır ve bu üç tümen tabiri de son zamanlarda doğru değildir. Bunlar
doğrudan doğruya bir cepheyi tutan ve cepheye yakın yerlerde bulunan yerli
Rumların gönderdiği evlâtlarından meydana getirdikleri kıtalardan ibaretti. Büyük
Millet Meclisinin teşekkülü ve ondan sonra Hükümetimizin kurulmasıyla başlayan
icraatta, Doğu Anadolu’da bulunan 23.Tümen cepheye sevk edilmiş ve Kuva-yı
Milliye ile birleşmiştir. Nazilli civarında bulunan Tümen de Kuva-yı Milliye içine
girmiştir. Bunu daha evvel yapmaya imkân olmadığını hepiniz bilirsiniz. Çünkü
daha evvel bu salahiyet, burada hiç kimsenin elinde değildi. Cephede teşekkül
1
eden kuvvetlerden bir kısmı da ayrılmıştı, sebebini de hepiniz biliyorsunuz. Ancak
bu ayrılan kuvvetler orada durmuş olsaydı, acaba şimdiki taarruza mani
olabilecekler miydi? Bu mesele sorulabilir. Fakat buna da evet veya hayır diye katî
bir cevap verilemez. Bunun sebebini de hepinizce bilinen küçük bir misal ile arz
etmek isterim. Misal, Akhisar cephesine düşman üç tümen ile taarruz etmiştir.
Hâlbuki bizim orada Akhisar cephesinde bin beş yüz kişimiz vardı. Bu cephe yüz
kilometrelik bir cephedir. Bu cephe üzerinde bin beş yüz, iki bin veya iki bin beş
yüz kişilik bir kuvvet var. Bu kuvvet bu kadar büyük bir cepheyi müdafaa ve
muhafaza etmeye mecburdur diye, nasıl denilir. Dünyanın hiç bir yerinde bu kadar
büyük bir cephe bu kadar bir kuvvet ile müdafaa edilemez, mukavemet olunamaz.
Böyle bir cepheden düşman taarruz ederse o nokta delinebilir. Hiç kendinizi
yormayınız. Filân noktada ve filân derede ve filân köydeki kuvvet, düşmanın
geçmesine müsaade etmeseydi, bu felâket başımıza gelmezdi diye düşünmek
doğru değildir. Tarihte yarılmayan cephe yoktur. Yarılmayan cepheler kuvvetli ve
kuvveti tamamen mütenasip olan dar cephelerdir. Böyle yüz kilometrelik bir cephe
üzerinde ufak bir kuvvetin müdafaa etmesini kabul etmek bizi hataya sevk eder.
Binaenaleyh kabul etmek lâzım gelir ki on tümenlik bir orduya karşı bizim arz
ettiğimiz kuvvetten başka kuvvetimiz yoktu. Hepimiz kabul ediyorduk ki düşman
bu büyük cephenin neresine taarruz ederse orasını delebilir. Binaenaleyh buna
karşı tedbir, bir yeri deldirtmemeye teşebbüs etmek değil, belki delinen noktayı
derhal kapamaktan ibarettir. Hâlbuki Batı Anadolu, İzmir ve havalisi, Ankara ve
havalisi dâhil olmak üzere Osmanlı Devletinin mevcut olan askeri kuvveti iki üç

1
Daha sonra Kuva-yı Seyyare adını alacak olan Çerkez Ethem Bey’in birliği,
Yozgat İsyanını bastırmak üzere Yunan cephesinden ayrılmıştı.
10
kolordudan ibarettir. Bundan başka askeri teşkilat yapmak için bütün şartları
müsait gördüğümüz halde, böyle bir teşkilât yapmak imkânı mevcut muydu?
Bursa’da bulunan bir tümenin İngilizlerin ve İngilizlerle beraber çalışmakta olan
düşmanın, birlikte çalıştıkları sahayı bırakıp da, Bursa’yı terk edip de oradan
ayrılması mümkün değildir. Çünkü o tümen güneye gitseydi, ihtimal ki büsbütün
cephede bulunan Kuva-yı Milliye yok olacaktı. Binaenaleyh o Tümen oradan
kaldırılamazdı. Yalnız öteden beri devam eden menfi şartlardan dolayı, bu
Tümenin hepsi orada bulunmuyordu. Binaenaleyh son zamanlarda, son günlerde
Hükümetin hakikaten çalışması şu suretle sabittir ki, düşman kuzey cephesine
taarruz edip Akhisar cephesine ilerledikten sonra, bir kaç gün orada tutulmuştur ve
ileriye gidememiştir. Bunun sebebi, Bursa’dan gönderilen kuvvetlerin taarruza
geçmesi neticesidir. Daha doğuda, Adapazarı civarında 4.Tümen vardır. Bu pek
mükemmel bir haldeydi ve Memleketin mühim bir merkezinde ve pek mühim
mevcuda sahip bulunuyordu. Fakat hepinizce malûmdur ki bu Tümen başında
kumandanları olduğu halde topuyla, cephanesiyle Adapazarı ve Hendek arasında
mahvolmuştur. Fakat Hükümet, Genel Kurmay ve Milli Savunma bu Tümeni
yeniden ayağa kaldırmış ve bu Tümen Adapazarı’nı ikinci ve üçüncü defada
isyancıların elinden kurtarmaya muvaffak olmuştur. Fakat İstanbul’da bulunan
hainler ve İngilizler, asileri takviye ederek Adapazarı istikametinde taarruza
başlamışlardı. Binaenaleyh orayı terk edip de güneye ve başka bir yere
gidemezdi. Bu Tümen mecburdu ki temasında bulunan düşmanı geri atsın ve öyle
de yapmıştır. Bu kuvvet son zamana kadar Hendek’ten ayrılamamıştır. Efendiler
doğuda bir 11.Tümenimiz vardı. Yunan cephesi için hazırlamıştık. Fakat Tümen
Bolu isyanı için, isyanı bastırmak üzere sev olundu ve Bolu isyanının yatıştırılmış
olduğunu gördükten sonra o Tümeni oradan ayrılmaktan alıkoyan ikinci bir sebep
ortaya çıkmıştır. Fransızlar Zonguldak’ı işgal ettiler ve oradaki halk heyecana geldi
ve bu da bir sebep oldu. Binaenaleyh görüyorsunuz Bursa’da bir, Adapazarı’nda
iki, Hendekte bir, yani dört tümenimiz Yunanlılara karşı hazır edilen bu dört
tümenimiz ne yazık ki cepheye gönderilememiştir. Bunlar düzenli ordu
kuvvetleridir. Hâlbuki bunlardan başka bir takım kıymetli arkadaşlarımızın
meydana getirdiği kuvvetler de vardır. Belki bunlar beş tümen kuvvetindedirler.
Bunların hepsi Garp Cephesi için kullanılacak kuvvetlerdi. Fakat ne yazık ki Ethem
Bey’in emrinde bir kuvvet, 5.Tümen Kumandanının emrinde bir kuvvet, hepsi Zile,
Tokat, Boğazlıyan ve Yozgat muhitinde asilerle harp etmektedirler. İşte bu
kuvvetler, Yunan cephesi karşısında bulunsaydı, o zaman düşman tabii ki bu
ilerlemeyi gösteremezdi. Düşmanın taarruzdaki esas muvaffakiyet bundan ileri
gelmektedir. Acaba bunun olmaması mümkün müydü? Bunun için çok çalıştık,
çok düşündük ve bilmem ki siz bir imkân düşünebilmiş miydiniz? İnsanlar daima
hata edebilir. Bunun aksini iddia etmek hiç bir vakit doğru değildir. Mamafih Kuva-
yı Milliye Kumandanı, cephedeki kumandanlara emir vermiş ve vazifesinde eksik
ve yanlışı olanlar hakkında tahkikat yapınız ve neticesini bildiriniz demiştir.
Bundan sonra ne yapılacağına dair olan düşüncemi arz edeyim. İsmet Beyefendi
gerilla harbinden bahsetti. Bazı arkadaşlarımız gerilla ifadesinde hafiflik gördüler.
11
Zannederim lüzumu derecede ifade olunamamasından böyle bir kuşkuda
bulunulmuştur. Binaenaleyh bendeniz bu gerilla harbinin mahiyetini bu sırada arz
etmek isterim. Efendiler, bizim düşündüğümüz ve hepimizin düşüneceğimiz şey
hep Memleketin faydasınadır. Her şeyden evvel ve her nerede olursa olsun
düşmanı orada yenmek bizim için kâfidir. Bunun için tedbirler aldık ve Fuat
Paşa’yı da kumandan tayin ettik. Salahiyetini artırmak hususunda kuvvetlerini bir
kaç misli kuvvete çıkardık. Ne kadar kuvvet varsa, onları toplamasına izin verdik.
Tümen Kumandanı iken, ona Cephe Kumandanı, Kolordu Kumandanı salahiyetini
verdik. Filhakika Fuat Paşa doğrudan doğruya Uşak cephesine gitti ve hemen
düşmanla temas etti ve temas ettiği noktada düşmanın bugün için durdurulduğu
da görülüyor. Düşman üç günden beri Alaşehir cephesinde nereye kadar
gelebilmiş ise orada kalmıştır. Kumandan bizzat o cephenin başında
bulunmaktadır. Binaenaleyh demek ki Cephe Kumandanı başta olmak üzere
kuvvetlerimiz düşmanı tesadüf ettiği yerde durdurmaya çalışmaktadır. Genel
Kurmay tarafından verilen emirlerde, bütün resmi, gayri resmi imkânlar ile
düşmanı durdurmak, yalnız bugün için ve yalnız Yunan cephesi için değil, bütün
düşmanlarımız içindir. Hiç biriniz iddia edemezsiniz ki bize hücum edecek
düşmana karşı umumi bir seferberlik yapacağız. Eğer böyle bir şey
düşünüyorsanız hata ediyorsunuz. Çünkü bu millet en parlak sahifeyi şanını
göstermiştir. Dünya Harbinde ordular meydana getirdi ve atalarımızın gittiği
yerlere kadar giderek ve dost olarak bizimle beraber bulunanların hayatına tesir
edecek fedakârlıklar yaptı. Bunu fukara Millet, beş sene devamlı yaptı ve yıprandı.
Fakat sonra düşmanlarımız bizimle yaptıkları Ateşkesin hükümlerini, her fırsattan
istifade ederek bozdular ve Milletin silâhlarını, toplarını, cephanesini ve her şeyini
aldılar. Bunu da pekâlâ biliyorsunuz ve elimizde kalmış olan miktarların neden
ibaret olduğunu da takdir edebilirsiniz. Mamafih Milletimizin her ferdinin bütün
mevcudiyetiyle müdafaaya hazır ve amade olduğunu farz ediyorum. Buna mani
olan siyasi durum, isyanlar vesaire gibi geçici şeylerdir. Böyle olduğu halde de
hayale kapılmaya lüzum yoktur. Umumi seferberlik yaparak ordular vücuda
getirmek silah, cephane ve para ile olur. Yoksa birbirimizi aldatmak için hiçbir
mecburiyetimiz yoktur. Eğer bugün Hükümet umumi seferberlik yapmıyorsa, en
kuvvetli sebep olarak işte bunu size söyleyebilirim. Doğrudan doğruya bana
durmadan telgraflar gelmektedir. Asker sevk ediniz, şu kadar cephane gönderiniz,
bunlar gelmezse burada mağlup oluruz, diyorlar. Biz cepheleri var da göndermiyor
değiliz. Kardeşlerimiz ateşin içinde olarak bizi ikaz etmekte ve acı lisanla hallerini
söylemektedirler. Fakat biz ne yazık ki hiç olmazsa, onların maneviyatlarını
sarsmamak için bir takım yalanlarla cevap veriyoruz. Hükümet 1898 ve 1899
doğumluların Garp Cephesinde silâhaltına alınmasına karar vermiş ve
görüyorsunuz ki millet de kafile, kafile cepheye katılmaktadır. Düşmanın taarruz
eden kuvvetini dokuz on tümen biliyoruz. Bu harekâtta kuzey istikametinde üç
Yunan tümeni yürümüştür ve onun gerisinde de iki tümen ve daha fazla kuvvet
vardı. Bu taarruzu tutmak için ne lâzım gelirdi? En aşağı üç tümeni durdurmak için
hiç olmazsa bir tümen bulundurmak lâzımdır. Biz düzenli kuvvet diye
12
düşündüğümüz kuvvetleri, disiplinli kuvvet olarak halimize uygun görüyoruz. Çok
fazla sayıdaki düşmanı yenmeye çalışmakla beraber, şayet şurada ve burada bu
kuvvetlerimiz yine mağlup olurlarsa, bu kuvvetlerimizi de mahvettirmek doğru bir
prensip değildir. Mücadele etmeden ve müdafaa etmeden çekilmek de doğru
değildir. Bu düzenli kuvvetlerimizin eline verecek silâh, halkın elinde vardır. O
civardaki arkadaşlarımız takdir ederler ki bütün cephe ve cephe gerilerinde ve
bizim Memleketimizin her tarafında, halkın elinde pek çok silâh vardır. Eğer biz bu
silâhlan toplamak imkânını bulabilsek çok iyi olur. Lâkin halkın elinden silahını
almak gayet zordur. O halde elinde silah bulunan halkı iyi niyete sevk etmek daha
muvafıktır. Halkı ordu halinde toplayıp sevk etmek mümkün değildir. Olsa olsa
halktan ufak ufak kuvvetler vücuda getirmek ve onları büyük hedeflerin yanlarına,
gerilerine taarruz ettirmektir. İşte bahis mevzu olan gerilla harbi de bundan
ibarettir. Eğer elinde silâhı olan halkı bu suretle gerilla harbine sevk edebilirsek,
elbette düzenli kuvvetlerin vazifesini azaltırız. Gerilla Harbi düşmanı pek tesir
edebilecek bir vasıtadır. İsyanların önüne geçmek için de birçok arkadaşlarımız
faydalı nasihatlerde bulundular, bunların hepsi doğrudur. Halkı aydınlatmaktan,
propagandadan, heyet göndermekten söz edildi. Buna itiraz eden yok, hatta
bayram münasebetiyle yirmi beş otuz gün kadar yaptığımız tatilin en birinci sebebi
de arkadaşlarımız seçim bölgelerine gitsinler ve halkı aydınlatmakla meşgul
olsunlar içindir. Bunda kusur edilmiş değildir. Bilâkis henüz bugüne kadar karar
yeter sayımızın teşekkül edememesi, birçok arkadaşlarımızın seçim bölgelerinde
bulunmasından ileri gelmiştir. Her ne şekil ve suretle olursa olsun
arkadaşlarımızın Mecliste çoğunluk teşkil edemeyecek derecede, seçim
bölgelerinde bulunmalarına bendeniz şahsen taraftar değilim. Mutlaka Milletin
teveccühü olan Yüce Heyetiniz azimle yerinde durmalıdır. Bakınız bir arkadaşımız
diyordu ki düşmanı Ankara’ya kadar yürümeye teşvik eden şey, Meclisin dağılmış
olması söylentileridir. Binaenaleyh eski usulde bütün Memleketin mukadderatını
beş on kişiye vermek, düşmanlarımızın eline kuvvetli bir silâh verecek
mahiyettedir. Bu sebeple Meclisin dağılması taraftarı değilim. Yine bir arkadaşımız
dedi ki bugün bir Hükümet mevcut ise memleketimizi, milletimizi, mukadderatımızı
idare edecek kuvvet mevcut ise, o beş on kişiden ibaret insanlardan mürekkep
değildir. Evet, siz beş on kişiye salahiyet verip, bu suretle mesuliyetten kurtulacak
bir vaziyette değilsiniz. Her şeyi siz düşüneceksiniz ve vekillerinizin hareket tarzı
ve düşünceleri, sizin düşüncelerinize ters düşerse, onların yerine başkalarını
getireceksiniz. Size hâkim olan hiçbir kuvvet yoktur, size hâkim olan hiç bir şahıs
olamaz. (alkışlar) Onun için efendiler, Meclisin çoğunluğunu muhafaza etmek
hususunu bendeniz mühim görüyorum. Mümkün olan arkadaşlarımıza izin veririz.
1
Onlar giderler seçim bölgelerinde halkı aydınlatırlar.

1
TBMM Gizli Celse Zabıtları (3 Temmuz 1920), 1.Dönem, c.1, s.52-74, http://www.tbmm.gov.tr/
13
8 TEMMUZ 1920: TBMM BAŞKANI MUSTAFA KEMAL PAŞA VE GENEL
KURMAY BAŞKANI İSMET BEY’İN, BAŞLAYAN YUNAN İLERLEYİŞİ
HAKKINDAKİ BEYANATLARI
(1.Dönem, 1.Yasama Yılı, 30.Birleşim, Gündem: 5/1)
İsyan hareketinin yayılmasını fırsat bilen Yunanlılar, İtilaf devlet-
lerinin desteğiyle Marmara’ya doğru ilerlediler ve önce Balıkesir’i işgal
ettiler. Sonraki hedefleri Bursa idi. Önce itilaf donanması Gemlik ve
Mudanya’ya asker çıkardı ve ardından Yunan kuvvetleri Bursa’ya girdi.
Meclisteki açık oturumda üzüntü ve panik havası, birden dağıldı. Çünkü
Azerbaycan’dan büyük bir kuvvetin Anadolu’ya hareket ettiği duyuldu.
Bu haber, olumsuz havayı dağıtmak için ortaya atılmıştı herhalde.
CELALETTİN ARİF BEY (Başkan Vekili): Efendim celseyi açıyorum. Vaziyet
hakkında Genel Kurmay Başkanı İsmet Beyefendi malumat vereceklerdir.
Buyurun İsmet Beyefendi.
İSMET BEY (Genel Kurmay Başkanı): Muhterem Heyetinize son vaziyet hakkında
malumat vereceğim. Garp cephesinde 6 Temmuz tarihinde İngiliz kuvvetleri
Gemlik’e çıktı ve bunlar üç saat mücadeleden sonra donanma ateşi sayesinde
şehri işgal ettiler. Aynı günde Mudanya'ya da İngiliz kuvvetleri çıktı. Batıdan,
Karacabey cephesinde, aynı gün… (biraz daha hızlı söyleyiniz, işitilmiyor sesleri)
CELALETTİN ARİF BEY (Başkan Vekili): Biraz hızlı söyler misiniz?
İSMET BEY (Devamla): Aynı gün Karacabey cephesinde bir faaliyet olmadı. 7
Temmuz günü Kocaeli’nden ilerleyen müfrezelerimiz İstanbul yakınlarına kadar
faaliyetlerine devam ettiler. 8 Temmuz’da yani bugün, Mudanya ve Gemlik'ten
keşif kolu faaliyeti haberleri aldık. Batıdan Yunan Kuvvetlerinin ilerlemekte
olduğunu haberleri verildi. Garp cephesi, Yunan harekâtına karşı tedbir almıştır.
Uşak cephesinde Eşme, Elvanlar sırtlarında Yunanlıların keşif faaliyetleri vardır.
Düşmanın bu cephedeki harekâtı şimdilik mühim bir faaliyet değildir. Menderes
Vadisinde askerimiz Sarayköy içindedir. Buldan düşman tarafından işgal etmiştir.
Her tarafta teşkilat terakki etmektedir. Batıya ait olan vaziyet bugün öğleye kadar
budur..
SOYSALLI İSMAİL SUPHİ BEY (Burdur): Efendim, Kıladar meselesinden
bahsedildi. Orası iyi anlaşılamadı.
İSMET BEY (Devamla): Kıladar Köyü’nden üç yüz kişilik bir düşman kuvveti çıktı.
Fakat faaliyetleri tevkif edildi.
BİR MEBUS BEY: Bu üç yüz kişi kimlerdir?
ŞEYH SERVET EFENDİ (Bursa): Bu üç yüz kişi yerli Rumlardan mıdır?

14
İSMET BEY (Devamla): Fazla malumat alamadım. Benim de anladığım,
Kıladar’da yerli Rumlar teşkilât yapmışlar. Civarını Yunalılar işgal eder etmez
meydana çıktılar.
EMİN BEY (Erzincan): Zaten teşkilatları da mevcuttu. Daha birçok yerlerde de
vardır. Alakalı makamlara söylemiştik. Fakat Bursa bize zerre kadar ehemmiyet
vermemişti.
İSMET BEY (Devamla): Bu evvelce bahsedilmiş bir mevzudur. Yüce Heyetinize
vaziyeti bütün teferruatıyla anlattım. Muhtelif yedenden silah toplamak ve yerli
Rumların teşkilatlanmalarına mani olmak bu Mecliste bahis mevzu olmuştu.
Teşkilat yapılmış olan daha birçok yerler vardı. Bunlardan silah toplayarak buna
mani olmak meselesi Yüce Heyetinizde bahis mevzu olmuş, bu hususta yapılmış
olanlardan daha fazla takibat yapmak lâzım olup olmadığı hususunda İzahat
verilmişti.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Kendileri burada değildiler, bunun için
soruyorlar.
EMİN BEY (Erzincan): Bendeniz o izahatta yoktum Efendim, Bursa’da idim.
Olanları olanca fecaati ile gördüm.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara): Sırrı Bey, takip edilen gayedeki muvaffakiyete
ait metanet ve imanımızı ifade için bir tabir kullandılar. Buyurdular ki bugün
Memleketimizin işgal edilmiş olan kısımları tamamına nispetle ellide biri kadar
olmaz. Binaenaleyh bu kısmın düşman elinde bulunmuş olması tamamının
gayesinden vazgeçilmesine sebep olmaz. Ben Sırrı Bey’in ifadesinden bu manayı
çıkardım. Şimdi beyanatta bulunan bir arkadaşımız da memleket işgal olunduktan,
tahrip edildikten sonra artık yapılacak başka bir şey kalır mı, gibi gayet zayıf bir
mütalaada bulundular ve kendilerinin müsaadeleriyle buna zayıf diyorum. Bir defa
bu mütalaa hakikati meseleyi ifade eder bir mütalaa değildir. Efendiler; biz bir
maksat takip ediyoruz. Bu maksadımız öteden beri muhtelif vesilelerle ifade
edilmiştir. Ben şimdi de onu tekrar ediyorum. Milletin, Devletin istiklâlini muhafaza
etmek. Bunun içinde namus ve şeref tamamen dâhil olacaktır. Müstakil olarak
Milletimizin muayyen hudutlar dâhilindeki bütünlüğünü muhafaza etmektir. Bunun
için muharebe ediyoruz, Efendiler. Memleketimizin ellide biri değil, tamamı tahrip
edilse, ateşler içinde bırakılsa, biz bu toprakların üstünde bir tepeye çıkacağız ve
oradan müdafaa ile meşgul olacağız. (gayet şiddetli alkışlar) Binaenaleyh iki karış
yer işgal edilmiş, üç beş köy tahrip edilmiş diye burada feryada lüzum yoktur.
(alkışlar) Ben size açık söyleyeyim efendiler, bazı yerler işgal edilmiştir ve bunun
üç misli daha işgal olunabilir. Fakat bu işgal hiç bir vakitte bizim imanımızı
sarsmayacaktır. (alkışlar) Efendiler, maksadımız müdafaa için yapılan askeri
harekâttır ve burada Genel Kurmay Başkanının size verdiği malûmat askeri
harekâtın sevk ve idaresinden ibarettir. Asker olanlar pekâlâ bilirler ki kuvvet asıl
hedefi teşkil eder. Müdafaaya vazifeli olan kuvvet asıl hedef için çalışır. Mevki hiç

15
bir vakit bahis mevzu değildir. Bir mevkii muhafaza etmeye çalışan bir ordu, bir
kuvvet oraya mahkûmdur. Bu suretle neticesizlik, esaret, mağlûbiyet ortaya çıkar.
Hâlbuki Bizce bahis mevzu olan neticeye varmaktır. Binaenaleyh kuvvetlerimizden
azami derecede istifade edebilmek için, bugün ve belki yarın için elimizde bulunan
kuvvetleri idareli kullanmak mecburiyetinde kalacağız. Kuvvetlerimizi üstün
düşman kuvveti karşısında yok etmektense, daima elimizde onu düşmana üstün
bir hale getirecek güne kadar iyi muhafaza etmeye mecburuz. Binaenaleyh bu
halin hiç bir vakit bizde ümitsizlik meydana getirmeyeceği kanaatindeyim. (alkışlar)
Efendiler, bugün ilerleyen veyahut bir dereceye kadar ilerlemiş olan düşmana
karşı aldığımız tedbirleri gizli celselerde diğer arkadaşlarımla beraber izah
etmiştim. Burada ona dair bir şey söylemeyeceğim. Fakat düşmanla yakın bir
temasta bulunan Bursa bahis mevzu oldu ve bir arkadaşımız demişti ki Bursa
düşse de ehemmiyeti yoktur. Fakat bu düşme ne demektir? Bir yer düşer, ne
vakit? Eğer bir kale gibi müdafaa olunursa. Eğer bir yerin etrafında mevcut kuvvet
sonuna kadar direnirse, düşman o kuvveti perişan ederse, o mevki o zaman
düşer. Fakat bugün Bursa'nın böyle bir vaziyette olduğunu zannetmiyorum. Yani
orada mevcut olan bizim kuvvetlerimiz doğrudan doğruya Bursa Şehrini müdafaa
etmekte değildir. Belki Bursa'dan uzak ve hariçte açık sahra muharebesi
yapmaktadır. Binaenaleyh o kuvvetler Bursa Şehrine ait değildir. Karşısında
bulunan düşman kuvvetleriyle ancak hesap görmek mecburiyetindedir.
Binaenaleyh bu muharebede Bursa'yı elden çıkarabilir. Tarihte bunun birçok
misali görülmüştür. Bursa'mız gibi tarihi ve bizim için gayet mukaddes olan bir
şehri elden çıkarmak ağır gelir. Fakat askerlik sanatında gayet açık bir şekilde
elden çıkartılabilinir. Bu bir kaidedir ve biz hepimiz bir asker gibi bu acı kararı
vermeye alışmalıyız.
SIRRI BEY (İzmit): O kararı verdik, Paşa Hazretleri.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Mesela Efendiler, belki başka bir
münasebetle de arz etmiştim. Vaktiyle Medine'de bulunan askeri kuvvetimiz
oradan alıp Suriye'yi müdafaaya gönderilmişti. Bunun üzerine bütün kamuoyunda
Medine nasıl terk olunur diye düşünülmüştü. Hâlbuki dolayısıyla Suriye'yi
tehlikeye koymakla Medine'nin tehdit edilmiş olduğunu hiç kimse dikkate almak
istemiyordu. O zaman bazı arkadaşlarımız cesaretle karar vermişler ve demişlerdi
ki Medine tahliye olunmalıdır. Bu tahliye üzerine belki düşman geçici olarak oraya
girerdi, fakat oradan kurtarılacak kuvvetler Suriye'de muvaffak olurlar ve belki bu
muvaffakiyetin neticesinde Medine bizim elimizde kalırdı. Ani hissiyata ve bir
takım düşüncelere saparak gayeden uzaklaşmak katiyen uygun değildir.
Binaenaleyh Bursa'nın düşmesi bahis mevzu olamaz. Belki Bursa civarında
bulunan askeri kuvvetimiz ileri, geri, kuzeye, güneye gidebilir. Böyle bir haber ve
bir şayiaya kendimizi alıştırmalıyız ve böyle bir hadise ve şayia karşısında hiçbir
vakit telaşa lüzum yoktur. Efendim. Efendiler, Yunanlılar Vatanımızı çiğnemeye
çalıştıkları halde yine Batı hükümetlerinden bize iyilik edenler de vardır. Bu
cümleden olarak, Fransızlar bütün bu harekâta rağmen son günlerde adam
16
göndermişlerdir ve derhal Paris'le doğrudan doğruya siyasi münasebete
girişmemizi bize teklif etmişlerdir. Tabii ki bu temas ve münasebetin icapları
yapılmaktadır. Yine bir arkadaşımız Milletin ruhi vaziyetinden bahsetti ve Belçika
ile mukayeseye kalkışıldı. Belçika nerede, bizim Memleket ve Milletimiz nerede?
Efendiler, ben de bazı arkadaşlarım gibi Batı milletlerini, bütün dünyanın
milletlerini tanırım. Fransızları tanırım, Almanları, Rusları ve bütün dünyanın
milletlerini şahsen tanırım ve bu tanımam da harp sahalarında olmuştur, ateş
altında olmuştur, ölüm karşısında olmuştur. Yemin ederek size temin ederim ki
bizim Milletimizin manevi kuvveti, bütün milletlerinkinden üstündür. (şiddetli
alkışlar) Efendiler, insanlar gördükleri bir manzarayı kendi ruhunun ve hissiyatının
vaziyetine göre hissederler. Korkak insanlar bu gibi manzarayı korkaklıkla
karşılarlar, onun hakiki mahiyetini bilmezler. Bazılarımızın maneviyat noksanlığı
nerededir? Garp cephesinde, İzmir cephesinde Yunanlıların taarruzları karşısında
filan veya filan cephede bulunan Kuva-yı Milliye dağılmıştır, şu şekilde veya bu
şekilde dağınıktır diyorlar. Efendiler, onlar dağılmamış, çekilmiştir. Şu istikamete
veyahut bu istikamete çekilmişlerdir ve yürümüşlerdir, efendiler. Dünyanın bütün
askerleri, şimdi kınadığımız insanlardan daha iyi hareket etmez. Akhisar
cephesine taarruz eden üç Yunan tümeni olduğu halde bunun karşısında bin beş
yüz kadar Kuva-yı Milliyemiz vardı. Biz de onların içerisine dâhil olsak ne yaparız?
Efendiler, tabii çekiliriz, işte Kuva-yı Milliyemiz de on misli üstün bir kuvvet
karşısında çekildiler, çekilmek lazımdır. Eğer ölmek lazım gelirse o da yapılır,
ölmek ancak öldürmek maksat ve gayesine ait olmak lazım gelir. Fakat öldükten
sonra hiçbir gaye temin edemeyecekse neye yarar? Gayeyi muhafaza edebilmek
için on misli kuvvet karşısında bu bin beş yüz kişinin çekilmesi lazımdır. Ayrıca
ancak bunlardan bin kişinin cephede bulunduğu ve geri kalanının da oradaki köy
halkından ibaret bulunduğu itibara alınmalıdır. Esasen böyle gece gündüz talim ve
terbiye ile meşgul olmayan İnsanlardan meydana gelen bir kütle çekilmek için
nasıl çekilir? Tabiatıyla geriye döner ve yürür. Onun manzarası aptalca görülebilir.
Fakat bu çekilmedir ve çekilmekten ibarettir. Bu manzara manevi kuvvetin noksan
bulunduğuna delâlet etmez. Manevi kuvvetin noksanlığı orada değildir, bazılarının
kendi kalbimizde olabilir. Yoksa Milletimizin maneviyatı gayet kuvvetlidir ve bu
sayede bütün düşmanlarımızı galip vaziyetinden mağlup vaziyetine koyacağımızı
inanmanızı rica ederim. (alkışlar)
CELALETTİN ARİF BEY (Başkan Vekili): Müzakere kâfi görülüyor mu Efendim?
Yeterliliğine dair lütfen eller kalksın. Kabul olundu Efendim. Gündemimizde bazı
maddeler daha vardır. Arzu buyrulursa...
ÖMER LÜTFİ BEY (Amasya): Efendim Yüce Meclis Azerbaycanlılara bir teşekkür
yazsa. (hay hay, sesleri)
CELALETTİN ARİF BEY (Başkan Vekili): Kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın.
Kabul edildi. Celsenin devamı arzu buyruluyor mu Efendim? (kâfi kâfi, sesleri)

17
Celseyi tatil etmek arzusunu kabul edenler lütfen ellerini kaldırsınlar. Çoğunluk
1
yok Efendim.

10 TEMMUZ 1920: BURSA’ NIN İŞGALİ DOLAYISIYLA MECLİS KÜRSÜSÜNE


SİYAH ÖRTÜ ÖRTÜLMESİNE VE YUNAN ZULMÜNÜN HER YERE İLAN
EDİLMESİNE DAİR ÖNERGENİN GÖRÜŞÜLMESİ
(1.Dönem, 1.Yasama Yılı, 31.Birleşim, Gündem: 3/1)
İki gün önce yapılan gizli oturumda, Yunanlıların Bursa
istikametine doğru ilerlediği öğrenilmiş ama Bursa’nın elden çıktığı ile
ilgili bir haber henüz alınmamıştı. Ertesi günü Bursa’nın Yunan Ordusu
tarafından işgal edildiği Ankara’da duyuldu. Haber umulanın üstünde
bir tepki yarattı ve milletvekilleri neye uğradıklarını şaşırdılar. Türk
kuvvetlerinin bu denli zayıf olduğundan habersiz olan milletvekilleri,
Mecliste önergeler vererek, kişisel önerilerini sunma yarışına girdiler.
CELALETTİN ARİF BEY (Başkan Vekili): Müsaade buyurun Efendim, Bursa'nın
sefil Yunanlılar taraflından işgaline dair Meclis Başkanlığına verilmiş otuz bir
imzalı bir bir önerge vardır, okutuyorum.

TBMM Başkanlığına
Birinci Başşehrimiz olan Bursa'nın sefil Yunanlılar tarafından işgali ve bu
işgal neticesinde orada din ve vatan kardeşlerimizin uğradığı zulmün
üzüntüsüne iştirak ettiğimizin bir nişanesi olmak üzere celseye yirmi dakika ara
verilmesini ve Başkanlık Kürsüsünün siyah bir örtü ile örtülmesini teklif
eyleriz.10 Temmuz 1920
Trabzon Mebusu
Hamit ve 30 arkadaşı
CELALETTİN ARİF BEY (Başkan Vekili): Efendim, bu önergeyi kabul edenler
lütfen ellerini kaldırsınlar. Kabul edildi. Efendim, Başkanlık Kürsüsü siyah örtü ile
örtülecektir. Celseyi yirmi dakika tatil ediyorum.
(Ara verilir. Başkanlık Kürsüsü siyah örtü ile örtülür ve yirmi dakika sonra oturum
başlar.)

CELALETTİN ARİF BEY (Başkan Vekili): Fevkalâde vaziyet dolayısıyla, eğer arzu
buyurursanız, Bursa üzerine bir iki üyemizin önergeleri vardır. Eğer Yüce

1
TBMM Zabıt Ceridesi (8 Temmuz 1920), c.2, s.221-228, http://www.tbmm.gov.tr/
18
Meclisiniz uygun görürseniz bunları da gündemimize alalım. Kabul buyruluyor mu
Efendim? (kabul sesleri)

TBMM Başkanlığına
Bu defa da Bursa'yı işgal eden ve maalesef Osmanlı bayrağı taşıyan
Halife Ordusu ismindeki eşkıya güruhu ile dost bulunan Yunanlıların, oradaki
Mukaddes mabetlerimizi, eserlerimizi tahrip ettikleri ve Müslüman Türk
kızlarının ırzlarına zarar verdikleri işitilmiştir. Cihanda misali görülmemiş
derecede ağır olan bu zulüm ve faciayı, bugünkü gündeme alarak, milli
heyecan ve intikam hislerinin uyandırılması için, Memleketin her tarafında
duyurulması hususunun Hükümete acilen tebliğini teklif eylerim. 10 Temmuz
1920
Burdur Mebusu
İsmail Suphi
OPERATÖR EMİN BEY (Bursa): İzahat versinler.
İSMAİL SUPHİ BEY (Burdur): Efendiler, şu siyah Örtünün altında söz alırken son
derece bedbaht bir Türk ve Müslüman evladı olduğumu hissediyorum. Hiçbir
millet, hiçbir zaman bu derecelerde ağır, bu kadar feci darbelere maruz
kalmamıştır. Size söyleyeceğim sözler için kalplerinizden metanet bekliyorum.
Kulaklarınızdan metanet bekliyorum. Asabınızdan metanet bekliyorum. Bizim Dini
Kâbemizi geçen sene İngilizler ayaklar altına alırken, şimdi de Milli Kâbemiz olan
Bursa’yı dünyada en müthiş düşmanımız olan İngilizlerle Yunanlılar ayaklar altına
aldılar. Şu dakika teneffüs ettiğimiz hava belki zehirlidir. Çünkü orada bulunan
yüzlerce hemşirelerimizin, kızlarımızın, ablalarımızın masumiyetleri tehlikede
bulunuyor. Feryatları havayı titretiyor ve benim lisanım bunu size söylediğinden
dolayı pek bedbahtım, çok bedbahtım efendiler. (kahrolsun sesleri) Avrupa bizi
hiçbir zaman affetmedi, kalplerimizi yoklayacak olursanız senelerden beri, hatta
asırdan beri devamlı kırılan şeylerle doludur. Bir Girit kırıklığının yanına bir Irak'ı
ilave ediniz, Onun yanına bir Makedonya, onun yanına bir Trablusgarp, bir Bosna,
Hersek faciası ilave ediniz. Efendiler bugün Bursa'da akan masum kanı, yalnız
bizim Milli Kâbemizde dökülmekle kalmıyor. Efendiler, iyi söyleyemiyorum, pek
heyecanlıyım. Tuna boylarında akan kanları unutmadık. Makedonya'da daha dört
beş sene evvel dökülen kanları unutmadık. Geçenlerde Çanakkale'de
döktüğümüz kanları, İzmir'de akan kanları unutmadık. Bizim her şeyimizden
mukaddes olan atalarımızı, kız kardeşlerimizi muhafaza etmek için bütün
hayatımızda çalıştığımız mukaddes şeyler paramparça oluyor. Bunun için biz
Bolşevik olacağız, şeytan olacağız, icap ederse Çinli olacağız ve illa yaşayacağız.
(alkışlar) Efendiler, Bursa faciasını bütün kuvvetimizle bağırmalıyız, köylerimize,
şehirlerimize, obalarımıza kadar bağırmalıyız. Bizim Milli Kâbemiz olan Bursa,
atalarımızın türbelerinin bulunduğu Bursa, beyaz mabetlerimizin bulunduğu Bursa,

19
yeşil Bursa bugün kirli ayaklarla ezilmiştir. Yunan ayakları altında ezilmiştir. Evet,
bu ağır faciayı, intikam ve mücadele hislerimizi takviye edecektir, efendiler.
Yunanı bizim üzerimize saldıran kimdir? İstanbul Hükümetidir Efendiler, İstanbul
Hükümeti eline Osmanlı sancağı vererek Anzavur'u bir avuç vatanperver üzerine
sevk ediyor. Saldırıyor efendiler, Osmanlı bayrağı önde olarak Bursa'ya giriliyor,
asıl facia buradadır. Efendiler ne feci anlar yaşıyoruz. Her şeyden mahrum olarak,
bir Avrupalı gazetesinin dediği gibi, bütün dünyaya İngiliz vahşeti çöktüğü sırada
buna karşı tırnaklarımızla, bütün imkânsızlığa rağmen, mücadele ettiğimiz
zamanlarda bizim üzerimize İstanbul'dan, Hilâfet Makamı dediğimiz yerden, kendi
bayrağımız önde olarak geliyorlar. Bunu ne yazık ki cahil olan halkımıza
duyurmalıyız. Efendiler istiyorlar ki Türklerin izleri kalmasın. Yalnız siyaset için
bizim Hıristiyanlara mecburi olarak yaptığımızı öne sürdükleri zulme karşı ceza
için değil efendiler, Dünya yüzünden bizi kaldırmak için efendiler. Tamamıyla
bizim izlerimizi, eserlerimizi silmek istiyorlar. Bizi güya çadırlar altından gelmiş bir
millet, olduğumuz yere, kendi iddiaları gibi, yine çadır altına, esersiz olarak iade
etmek istiyorlar. Tarih sayfalarından bizi kaldırmak istiyorlar. Fakat biz
kalkmayacağız. Ortada gayet muazzam bir dava vardır. Bir İslam âlemi vardır ki
onun ilerisinde yürüyen, onun bayraktarı olan Türkler, İngiltere'nin en büyük
düşmanıdır. Türkler uyanmadığı sırada, Türkler bir istibdat idaresi altında
ezildikleri sırada, Türkler korkunç değildiler. İngiltere için o zaman korkulacak bir
düşman Ruslardı. Baktılar ki Ruslara karşı bir Almanya belirdi. Almanya İngilizler
için Ruslardan daha çok korkulacak bir düşman oldu ve bu harpte gördük ki
nihayet İngilizler ikisini de karıştırarak mahvettiler. İngilizler için en büyük düşman
Türkler oldu. Çünkü Türkler on iki seneden beri uyanıklık gösteriyorlar. Çünkü
İslâm âlemi uyanıyor. İlmiyle, irfanıyla bunların başında kim vardır efendiler?
Türkler vardır ve Türkler ezilmelidir ki İslâm âlemi birkaç asır daha İngilizlerin
idaresi altında kalabilsin. Kim diyor ki efendiler, biz sulh antlaşmasını imzalasaydık
yahut İngiltere'nin ayaklarına kapansaydık, bizim üzerimize gelmezlerdi? Kim der
ki efendiler bizi İngiltere affeder? Affetmez Efendim. Bizi parçalıyor. Nefes alacak
bir pencere bırakmıyor, tek bir an evvel ölsün diye. Fakat biz ölmeyeceğiz
efendiler. Bir millet sonuna kadar mücadele ettikçe ve bilhassa böyle Milli Kâbesi
yıkıldıkça, atalarına hakaret edildikçe sonuna kadar mücadele için kendisinde
kuvvet bulur. Bizim neyimiz kaldı efendiler? Neyiniz var, eviniz mi var, barkınız mı
var, çiftliğiniz mi var, hayvanınız mı var, refahınız mı var, efendiler? Bizim hiç bir
şeyimiz kalmamıştır. Bizi hayata bağlayan ancak bir kuru candır. Onu da sırası
gelince metanetle Allah'a veririz. Binaenaleyh efendiler, bu dersten şiddetle
istifade edeceğiz ve bütün obalarımıza kadar, dağ başlarına kadar onu
anlatacağız. Bizim vazifemiz budur. İngiliz düşmanlığını, hatta Avrupa
düşmanlığını anlatacağız. Avrupa burjuvazisinin altındaki temel taşlarını çekmek
bizim en mukaddes vazifemizdir. Böyle Yirminci Asırda üzerimize hunharları
saldırıyorlar. Efendiler biliyor musunuz Bursa’da olan meseleyi? Fakat bir kere
daha sizi intikam ve heyecana getirmek için söylememi müsaade ediniz.
Yunanlılar Bursa’ya giriyorlar, eşrafı Ulu Cami Caddesine diziyorlar. Siz Bursa'yı
20
bizden zapt ettiğiniz zaman bizden şu kadar kız aldınızdı, onları bize vereceksiniz
diyorlar. O kadar kız alıyorlar ve bunları palikaryaların kollarına vererek eşrafın
önünden geçiriyorlar. Sonra efendim bizim en nefis, en mukaddes mabedimizi,
bütün cihanın hayran olduğu ve bir hücresinin Ayasofya'yı yaptıracağını
söyledikleri o mabedi berbat ediyorlar. Bombalarla tahrip ediyorlar. Hiç bir şeyi
affetmiyorlar. Efendiler Nilüfer Sultan'ın kabrini, vaktiyle sen bu Türk'e vardın diye
yedi asır evvelki vakayı affetmeyerek bomba atıyorlar. Bu, cephe gerisinde
kalacaklar için ibret olmalıdır. Efendiler Bursa dört gün evvel uyanıklık göstermiş
olsaydı dört tabur asker teçhiz edebilirdi. Bursa nasılsa gaflet gösterdi.
Binaenaleyh her tarafa bağıralım. Sivaslılara, Kastamonululara, Ankaralılara,
Konyalılara, işte diyelim efendiler, işte düşman budur. Düşman ne yapıyor,
görünüz ve ona göre hazırlanınız.
“Garbın korkak zalimi, affetmedim seni.
Türk'üm ve düşmanım sana, kalsam da bir kişi.”
Bu bizim ilkemiz olsun daima. (alkışlar)
AHMET FEVZİ EFENDİ (Batum): Efendiler bendeniz bir kaç sene İstanbul'da
bulundum. Fakat bizim medrese teşkilâtı talebeye serbestlik vermiyor, bunun için
söz söylemeye alışmamışımdır. Binaenaleyh, yanlış sözlerim için affınıza
sığınarak, bir kaç söz söylemek istiyorum. (estağfurullah, sesleri) Geleliden beri
her kaç toplantıda bulundu isem de herkesin bir fikri var. O fikrin bir neticesi var, o
neticeyi bulmak isterim. Herkesi bendenizin fikrimde bulmak ister. Herkes
bendenizin fikrimde olan bir nokta vardır ki o nokta bence hedeftir. Bence hedef
olan o noktaya efendiler Hiç kimse isabet etmedi. Acaba nedir o nokta? Doğudan
yeşil ve kırmızı orduları bekliyoruz. Elimizde dört vilâyet beş vilâyet, onun idaresi
için bir gün polis teşkilâtı, bir gün jandarma, bir gün kaymakam, bir gün vali, bir
gün mutasarrıf teşkilâtı için çalışıyoruz. Fakat bu teşkilât hususidir. Hâlbuki İngiliz
idaresinde Müslümanları dikkate almasak bile yalnız Rusya'da otuz beş milyona
karşı yapılmak icap eder. Onun içindir ki bugün bu otuz milyon Müslüman eğer ki
bir haber alsak hepsi bir fikirdedir ve üç söz ile senin fikrine canını atar. Demek ki
biz bu teşkilâttan otuz beş milyona karşı yapacağız. On beş milyona karşı
yapmayacağız. Çünkü on beş milyon bugün kendimizi kurtaramayacak bir halde
bulunuyor. Her halde otuz beş milyonla beraber çalışacağız. Buna karşı hiç
olmazsa benim fikrince, bir kazaya bir efendi göndermek suretiyle otuz beş
milyona, bin üç yüz küsur efendi göndermek icap ediyor. İşte bu efendiler dürüst,
itimatlı, namuslu, vicdanlı kimseler olacak. Bugün burada beni bir yere
gönderseniz orayı idare edemem. Fakat Rusya’da bir kazaya, hatta bir livaya gidip
de hem asker, hem idareci olmak üzere bir kişi olarak o yeri idare ederim ve
istediğim o ahaliyi de sevk etmeye ilim ile iman etmişim ve tecrübesini
görmüşümdür. Size numune olarak ispat edebilirim ki kendi seçim bölgemde bir
kişi vardı, bugün yirmi yaşında bir çocuktur. Ona yol gösterdim ve İstanbul'a
getirdim. Yedi sene tahsil gördü. Bugün o çocuk hem ilmi hem mülki hem askeri

21
vazifesini görüyor. Her ne kadar ahali varsa o kazada o çocuğun emrine bakıyor.
Demek ki okuryazar bir kimse Rusya dâhilinde bulunan Müslümanlar arasına girip
de bu vazifeyi ifa etmiş olsun. Hâlbuki burada yirmi kişi idare edemiyor, orada bir
idare eder. Fakat ehli namustan olmak şartıyla ve ahalinin adetlerine hürmet
etmek suretiyle ahali ona riayet eder. Demek ki ahali onun sözüne itaat eder.
Demek ki biz bir teşkilât yapar ve bu Müslümanlarla anlaşır isek ve oralara gidip
gelecek itimatlı kimseleri de müfettiş tayin edipte gönderdiğimiz kimseler vazifesini
yapıyor mu ve onun ne yolda ihtiyacı vardır düşünmüş olsak, otuz beş milyon ile
birlikte çalışırız. Birlikte çalışıp da tabii otuz milyonun çıkardığı bir ordu başkadır,
on beş milyonun çıkardığı bir ordu başkadır. Tabii netice ona göredir. İşte
bendenizin burada haddim olmayarak teklif ve istirham ettiğim şey varsa o da
değil otuz beş milyon Hindistan Müslümanlarını da hesaba katarsak o vakit yüz on
milyon küsur eder. İste bunlara karşı teşkilat yapacağız, işte o zaman, Paşa
Hazretlerinin de buyurdukları gibi, dağlar üzerine çıkarak müdafaa edeceğiz.
Fakat bir sene, bir buçuk sene lazım, bu bir buçuk sene zarfında bu otuz milyon,
yüz milyon Müslüman’a hiç olmazsa fikrimizi anlatacağız. Kuvvetti ordular, teşkilât
yapacağız. Mademki her milletin hakkı, mukadderatı kendi elindedir, kendi tayin
edecektir, öyle ise biz de Âdemoğluyuz, biz de insanız, öyle ise biz de hakkımızı
isteriz. Ne için bizi cebren Ermeni İdarecine, Hıristiyan idaresine ve Yunan
idaresine veriyorsunuz? Türkiye Hükümeti bugün merkezi hilâfettir ve padişahımız
orada bulunuyor. O Hükümet niçin baskı altında bulunuyor. Fakat biz evvelâ
teşkilâtı, vazifemizi yapacağız, ondan sonra onlar bize gelecektir. Derdimizi
anlatacağız, bugün biz dâhilde asayişi temin etmek için ne gibi vasıtaya müracaat
etmek lazımsa onları yapmak mecburiyetindeyiz. Fakat buralarda biz memur
göndermek mecburiyetindeyiz, hem az bir memur ile ikmal edilir. Bu vazife
mukaddestir. Daha fazla idarecilerin bu günden itibaren seçilip, vicdanlı idareciler
olmak şartıyla göndermek mecburiyetindeyiz. Bugün aldığımız bir telgrafta, bizim
Batum Livası bir taraftan Ermenilerin, bir taraftan Gürcü Hıristiyanların
taarruzlarına maruz kalmışlardır. Birden cephe açmışlar ki hemen seksen ile yüz
kilometre kadar bir cephe oluyor. Bir liva ahalisi bunu bir aydan beri ahali köyleri,
evleri terk etmiş, çekilmiş dağlara, ırzını, namusunu müdafaa için. Çünkü
birdenbire düşman gelip de namusumuz elden gitmesin diye. İşte bu ahali yiğitlik
gösteriyor. Emin olunuz ki buradaki Hükümetin, bu Kuva-yı Milliyenin çektiği
zahmeti görüyorlar, biz de çekeceğiz dediler. Dinimizin yaptığı kanunlar, nizamlar
zannederim bir mucizedir. Din bir mucizedir, O mucizeyi halka tebliğ için anlaşmak
için gayet iyi çalışmalıyız. Yaptığımız kanunlar bundan ibarettir. Orada
Hıristiyanlarla harp edenler yine Gürcü Müslümanlardır. Demek oluyor ki yine
kendi milleti ile harp ediyor demektir. Niçin harp ediyor, çünkü din ayırmıştır. Türk
yoksa Gürcü yoktur, Çerkez yoktur, Gürcü yoktur. Çerkez yoksa Hintli de yoktur.
Mademki hepsi bir dini kabul etmiştir. Lâilâhe illallah demiştir. İman bakımından
hepsi bir memeden süt emmiştir. Bir din kardeşidir. Bunlara biz derdimizi anlatmış
olsak nasıl ki Batum Müslümanları çarpışıyor, umum yüz milyon Müslüman’ın da
çarpışacağına eminim. Fakat kusur kimde? Ekmeği kesecek bir çakısı olmayan
22
adamdan biz yardım bekliyoruz. O adam cahildir. Koyun gütmekten başka bir şey
bilmez. Tüfek bulmaktan acizdir. Biz bulacağız işte bugünden itibaren sizlerden
rica ve istirham ederim ki biz bunu kabul edelim ve ne gibi müşkülâta tesadüf
edilecekse ona da katlanalım. Biz bu Müslümanlara büyük bir heyet, her biri bir
kazaya dağılmak suretiyle büyük bir teşkilat yapılsın. Sonra oradan biz, eğer
bedenen olmazsa, malen bir yardım göreceğiz. Buna ben inanıyorum. Şimdi
boğaz bıçağa geldikten sonra maziden bahsetmek doğru değildir. Fakat bendeniz
biraz bahsedeceğim. Bizim Padişahlarımız, Sultan Reşat'a varıncaya kadar ondan
sonra harp içindeyiz. Ne yapsınlar. Suttan Reşat'a varıncaya kadar bizim
padişahlarımız büyük bir hata ettiler. Benim fikrimce hata etmişlerdir. Ne gibi hata
etmişlerdir? Bunlar her halde mevkilerinden korkmuşlar, Maarif Teşkilâtı
yapmışlar, hususi olarak Darülfünun ve Sultani mektepleri, hiç olmazsa bir senede
on sefer devir yapmış, yani yüz efendi yetiştirilir, on sene sonra yüz efendi. Daha
demek ki bugün elli altmış senelik maarif teşkilâtı, ilerisini katmayalım elli sınıf
efendi yetişmiş olur. Altışar yüzden bu teşkilât hususî kendi idaresindeki
memleketlere karşı yapmış, hâlbuki bu teşkilat öyle olmayacaktı. Umum
Müslümanlara olacaktı. Sonra ikinci hata bizim efendilerimizde olmuştur. Ne gibi?
Gerek medrese efendileri olsun gerek mekteplerden yetişen efendiler olsun,
bunlar diplomalarını aldıktan sonra bana kaç kuruş verecek memuriyete gideyim.
Bunu biz yapmayacaktık. Biz fedakârlık yapacaktık. Hindistan'a gidecektik, oraya
oranın ahalisini aydınlatacaktık, uyandıracaktık, çocukları okutacaktık, onları da
bizim fikrimizde bir adam yapacaktık. İşte biz bunu yapmadık. Şimdi herif Türkçe
söylemiyor. Lisanını anlayamıyoruz. Maariften bihaber. Biz bundan imdat
bekliyoruz. (doğru, sesleri)
REFİK ŞEVKET BEY (Saruhan): Kardeşlerim, geçen 15 Mayıs'ta İzmir'e çıkan
Yunanlıların vahşi tesirinden ailece, yalnız can ve namus kurtulmak şartıyla, iki
defa cefa gören bir kardeşinizin üzüntülerine, son Bursa faciası, gözyaşları
dökmek için bir vesile olmuştur. Bizler Aydın Vilâyetinde, insanların nasıl
kesildiğini... (sözünü tamamlayamayarak gözyaşları arasında kürsüden inmiştir)
RASİH EFENDİ (Antalya): Muhterem arkadaşlarım, beş dakika evvel ruhumuza
dokunan seda, bana bir şey hatırlattı. O seda şu idi karşımızdaki caminin
minaresinden okunan ezan. Arkadaşlar, bana hatırlattığı ne idi biliyor musunuz?
Bursa'nın Yeşil Camisinde o sedanın bugün susmuş bulunmasıdır. Evet,
arkadaşlar, bugün Yeşil Camide o ruhlara dokunan seda sustu, cemaat namazını
eda edemiyor. Cemaati çil yavrusu gibi dağıldı. Felâket yalnız bununla kalsaydı
yine iyi, cemaatle eda edemedikleri namazı tek tek eda etsinler derdik. Fakat can,
namus, mal hepsi darmadağın edildi. Şu kürsüde hatır ve hayalimize gelmezdi ki
İzmir'in felâketi için İstanbul'daki felâket için, Vatanın diğer yerlerindeki felâket için
mersiye okuyan bizler, Bursa için de mersiye okuyacakmışız. O hatırımıza
gelmiyordu. Efendiler, Araplar mersiyeyi kadınlara okuturlar, biz bugün
vaziyetimizle mersiye okuyoruz. Bugün vatan, Dünyanın en alçak, Milletimizin en
rezil bir düşmanı tarafından parçalanırken, biz yine ah üzüntüleriyle mersiye
23
okumakla mı vakit geçireceğiz? Yalnız şunu da sorarım ki bu kürsüden, deminden
arkadaşlarımızdan İsmail Suphi Bey kardeşimiz, Bursa'ya girenlerin arkalarında
Hilâfet Ordusuna da mensup askerler var dediler. Bundan ben bir şey sormak
istiyorum, o askerlere. Acaba Yunanlıların süngüleriyle dini teyit etmeye mi
geliyorlar? Acaba vaktiyle din elden gitti diye bağıran o İstanbul'daki Şeyhülislâm,
Anadolu'yu gürültüye, şamataya veren o Mustafa Sabri denilen (kahrolsun,
sesleri) densiz, Anadolu'yu dinimiz gidiyor diye velveleye veren ayaklanın Türkler,
ne durursunuz diminiz gidiyor, diyen o Zeynel Abidin, Bursa'da kendisine galiba
Yunan azizlerinden biri olmak üzere, Yunan askerlerine inziva yeri olmak üzere bir
abide tesis ettirecek. Yunan askerleriyle orada saltanat kuracak. Galiba Abidin
Efendi orada manevi saltanatı kuracak. Keşke ordunun başında gelse idiler. Şu
Millette görseydi onlar Yunanlılardan daha alçaktırlar. Hakikaten onlar
Yunanlılardan daha densiz, daha alçak, dinle alakaları sırf Milleti kendi şahsi
menfaatlerine alet etmek için bir ihtirastan ibarettir. Başka bir şey değildir. Bunu
Millet anlasaydı efendiler. Bendeniz hayatımın beş altı senesini Mısır'da geçirdim.
Bugün işitip de yalnız dinlemekle beraber kafa sallayıp geçirecek Milletime şu
kürsüden duyurmak isterim ki İngiliz idaresine geçmek, yabancı esaretine
geçmek, ölümden daha kötü bir şeydir. Bunu anlamalı efendiler. İnsan ölür, fakat
şerefi muhafaza edilir, namı ölmez. Fakat esarete geçerse namı muhafaza edecek
olan şeref ölür. Namı muhafaza edecek şereftir. Bilirsiniz ki, Mısır başta Fransızlar
tarafından işgal edildi. Ne yaptılar? Bütün işgal ettikleri İslâm memleketlerinde ne
yaptılarsa onu yaptılar. Yani vaktiyle Müslümanların kuvvetlini, şefkatini muhafaza
eden, ahlaki metanetleri vardı. Ona hücum ettiler, efendiler. Sokaklara saldıkları
bir sürü ahlaksız arsız oğlanlar kızlar vasıtasıyla Mısır'ın ahlâkını bozdular.
Efendim, sonra o memlekette can, ar, namus, hicap namına bir şey kalmadı.
İngilizler de daha sonra işgal ettiler. Onlar da aynı yolu takip ettiler. Aynı vaziyet
bizim başımıza da gelebilir. Ondan sonra başımızı kurtaramayız. Onun için
vücudumuzda kan varsa, gebermeden ölmeye çalışalım. Yoksa ondan sonra
kurtulmak için bizim ne teşkilâtımız, ne de kanımızda o kuvvet kalır, efendiler.
Bilirsiniz ki, eğer İzmir'in o işgal sahası etrafındakilerin gösterdikleri faaliyetten,
geridekiler, geride olan vilâyetlerimizde biraz yardım etse, biraz destekleseydi,
bugün İzmir kurtarılmıştı. Fakat aynı bu günkü vaziyetimiz gibi düşman,
Kütahya'ya gelmek üzere iken Ankara'da uyku uyuyan bizler, İzmir'in işgal edildiği
günde uyku uyuduk. Bugün İzmir'den çıkarmak için düşündük, onu çıkaracak
kuvvet biz isek biz de gidelim. Değil kuvvet, yoksa beyhude yere kan
dökmeyeceksek onu da düşünelim, Evvelce arz ettiğim gibi, bu kürsüden mersiye
okumakla vakit geçirmeyelim. O kuvvet biz isek biz de gidelim, efendiler.
Meşrutiyet ilân edilinceye kadar, İstanbul’dan Mısır'a o vakit ki Hükümetin
zulmünden kaçan efendilere karşı İngilizler orada iyi muamele ettiler. Güya öyle
görünüyorlardı. Fakat Meşrutiyetin ilânından sonra biz de biraz uyanıklık
hissedince, hemen politikayı değiştirdiler. Diğer yüzlerini çevirmeye, aleyhimizde
Türkler hiç bir şey değildir, ilmi yoktur, sanatı yoktur, serveti yoktur, fakat askerdir
demeye başladılar, eğer o beş sene kendi işiyle meşgul kendisini düşünecek
24
toplayacak olursa karşısında duracak kuvvet kalmayacaktır diye Avrupa'ya
duyurmaya başladılar. Bu suretle Avrupa'yı aleyhimize hazırlayanlar onlardı,
efendiler. (bunu takdir edemediler, sesleri) Dün İzmir müdafaasını düşünürken
bugün Bursa meselesi çıktı. Bendenize kalırsa, yapılan milli kuvvetlerimize yeni
katılacaklar hakkında bir şey hatırıma geldi. Onu bilhassa Hükümetin dikkatine arz
etmek istiyorum. O da ordularımızdan açıkta kalmış bugün binlerce subayımız
vardır. Bunlar liva, vilâyet merkezlerinde boş, can sıkıntısıyla, onlarda bizim gibi
ah ile vakit geçiriyorlar, efendiler. Bugün onlara iş vermeli, bu gün onlar cephede
en kuvvetli cepheyi teşkil edecek kuvvetimizdir. Bu hususta bir önerge vardır.
Aciliyet kararıyla okunsa daha iyi olur efendim. Tehlike daha da yayılmadan,
tehlikeyi görmeden, Millete tehlikeyi duyurmak ve uykudan uyandırmak lâzımdır.
Efendiler, bugün daima namus muhafaza edilmeli, müdafaa edilmeli diye bağıran
Millet, bize kendisini göstermeli. Yalnız muhafaza edilmeli demekle olmaz. Millet
kendisini göstermeli ve kuvvetini biraz sarf etmeli. Yalnız istemek, kuvveti
vermedikten sonra istemek olmaz. Eğer gökten bir kuvvet gelecek de o kuvvet bizi
kurtaracak diye bekliyorsak bu hatadır. Her şeye ilgisiz kalmak, sonra da ne
yapmalı, bakmadınız demek zannedersem biraz mantıksızlık olur. Zorla, silâhla
cepheye bugün asker sevk etmekle cephe müdafaa edilmez. Cephe bugün iman
ile müdafaa edilir. Efendiler, Millet kendisini toplasın, bu gördüğü, işittiği vakaların
ne kadar yürek parçalatan olduğunu görsün, takdir etsin, koşsun. Biz de onlarla
beraber önlerinde gidelim. Onun için yalnız ağlamakla vakit geçirmeyelim.
Ağlamamızı dindirmek için sebepleri inceleyelim. (alkışlar) O vakit düşmanın
bugünkü maruz kaldığımız tecavüzlerine mani oluruz. (alkışlar)
ALİ SURURİ EFENDİ (Giresun): Efendiler, korkunun pek çok olduğu yerde
cesaret artar derler. Bendeniz de buna bir şey ilâve edeceğim. Sözün, hitabenin,
nutkun uzadığı vakitlerde maalesef istek ve faaliyet de o nispette azalıyor. Sözün
hayırlısı, hem az ve hem de maksada uygun olanıdır. Bendeniz Yüce Meclise
dâhil olduğumdan beri, affınıza sığınarak arz ederim, pek çok söz söylendiğini
görüyorum. Efendiler, İslam’da söz devri çoktan geçmiştir. Biz iş zamanındayız,
harekât zamanındayız. Eğer uzun söylemenin bu asil Millete, bu zavallı Vatana
zerre kadar faydalı olacağını düşünüyorsanız, bendeniz Yüce Heyetinizin en aciz
ve en malumatı az bir üyesi olduğum halde emrediniz, muhtelif mevzular üzerine
saatlerce konuşayım. Binaenaleyh, bir iki söz söylemem lazım. Bir düşman bir
mülke girer efendiler, malları yağma eder, tahrip eder, insanları öldürür, sonra da
namusa taarruz eder. Efendiler, bendeniz evvelkileri hiç görüyorum. Fakat
düşününüz, namusa tecavüz ne demektir? Bir hemşiremizin namus cevherini
lekelemek İçin uzanılan o zulüm hançeri ile kanamış kalbin kanı hiçbir zaman
dinmez, Efendiler. Bir insan ölür, onu toprak kapatır unutturur. Hatta en sevdiği
kalplerden bile bir zaman sonra yavaş yavaş hayali silinir. Fakat bir namusa
sürülen leke toprakla da örtülmez, ölümle de unutulmaz, o öyle ebedi bir yaradır ki
mahşerde de kanar. Şimdi bir Müslüman’a sorulsun, hayatın mı mühim, yoksa
namusun mu? Bendeniz hiç bir Müslüman düşünemiyorum ki hayatını namusuna

25
tercih etsin. Elbette namusum kalsın, ben öleyim der. Binaenaleyh mademki
Bursa’da bu kadar namusa tecavüz ediliyor, bir Müslüman kalıncaya kadar, hatta
kalmayıncaya kadar çalışmak, şu Vatanı kurtarmak, herkesten evvel bu Yüce
Meclisin boynunun borcudur. Mesela efendiler İngiltere'yi fethetmek lâzım gelse,
bendeniz bir Müslüman’ın bir damla kanını kıyamam. O berbat yer bir Müslüman
kanına değmez. Fakat bugün biz tecavüz eden değiliz, tecavüze uğrayanız. Onun
İçin bir fert kalıncaya kadar çalışacağız. (alkışlar)
NECATİ BEY (Erzurum): Arkadaşlarımızdan birisi kuvvetimiz varsa haydi, diye bir
söz sarf etti. Evet, efendiler, kuvvetimiz varıdır. Fakat burada felâketler devam
ettikçe kalbimizde devam eden bu acıları hissetmekle, kuvvet ne gökten yağar ne
yerden biter. Kuvvet bugün bu Memlekette mevcuttur. Hatırıma gelen bir tedbiri
yarından itibaren tatbik için bu sizlere arz ediyorum. Allah’a inanalım, burada acı
acı ağlamaya lüzum yoktur. Hükümet de verdiği izahatta dediği gibi, bugün umumi
seferberliğe lüzum yoktur. Bu gün askeri hizmetini yapmış birçok eski askerlerimiz
vardır ki çoğu subay ve astsubaylık rütbesine sahiptir. Yeni silâhaltına alınan
kuvvetler hiçbir zaman harp sahasında arzu ettiğimiz muvaffakiyeti temin
edemezler. Bir subay ve astsubayın yetişmesi uzun zaman alır. Yarından itibaren
biz seçim bölgelerimize dağılırız. Bunları buluruz. Bunların vazifeye başlarlar. Çok
zaman değil, yirmi beş gün zarfında umduğumuz kuvvet meydana gelir. Burada
niçin birbirimizi taciz edercesine uğraşıyoruz? Yapacağımız vazife buldur.
Yarından itibaren dağıtalım. Düşünmüyorum ki yüz, yüz eli bin kişi bulanmasın. Bu
teşkil edilirse, bu temlin edilirse ordu kuruldu etti demektir.
MUSTAFA LÜTFİ EFENDİ (Siverek): Efendiler, rica ederim mendillerinizi cebinize
koyunuz, ağlamayınız, ağlamak kadına yakışır. Eğer siz erkek iseniz böyle bir
facia önünde ağlamaktansa aslancasına kükreyiniz. İslamiyetin ulviyetini
gösteriniz. Bendeniz, Azerbaycan Müslümanlarındanım. Rusya’da milletime, daha
doğrusu İslam âlemine hizmet ettiğimden dolayı Hükümet hudut haricine çıkardı.
Bugün yedi senedir Osmanlı vatandaşı olarak milli hâkimiyetle teselli oluyorum.
Bu müddet zarfında Türk Müslümanlarında, gençlerinde gördüğüm lâubalilik beni
bugün ihtiyar etti. Bugün İslam memleketlerinde gençlerin umursamazlığını,
gençlerde bir hayat eseri olmayarak vatanına, milletine ilgisiz kaldıklarını
görüyorum. Ben Kürdistan'da görmüşüm. (gürültüler) Rica ederim itiraz etmeyiniz.
Sözümü söyleyeyim. Kayıtsız kaldıklarını görmekle... (devam, sesleri) Tenkit
edilecek bir şey varsa efendiler…. (gürültüler, devam devam, sesleri) Eskiden
söylenmiş kibar bir sözdür, üç cümle ile ifade edilir. Bakalım bu üç cümleyi...
(gürültüler) Rica ederim, itiraz etmeyiniz.
CELALETTİN ARİF BEY (Başkan Vekili): İtiraz edeceğiniz vakit söz alınız
Efendim, Meclisin nizamı vardır.
MUSTAFA LÜTFİ EFENDİ (Devamla): Kuvvetli birlik ve beraberliği, halkın ruhi
dayanıklılığını ve sosyal hayatın saadetini temin edecek olan yegâne bağ dindir.
Bir kere bu bağ gevşedi mi o millet o vakit dağılır, parçalanır, intihar eder. Bu bir
26
umumi kaidedir. Bunu kimsenin inkâr etmeye hakkı yoktur. Şimdi ruhi dayanıklılık
var mı? Bugün Osmanlı Hükümeti beş sene Fransızlara karşı, İngilizlere, Ruslara,
Romanyalılara, filanlara karsı harp ederek aslanca çarpıştı da bugün yüzlerce
seneden beri mahiyetimiz altında kalan bir küçük Ermeni’den korkuyoruz. Bugün
Fransızlardan, İngilizlerden korkmadık da, aman bu gelen ordunun önünde
Ermeni, Rum var diye mi korkacağız? (alkışlar) Sosyal hayatımıza gelince, bizde
sosyal hayat var mı söyleyiniz? Ben Rusya'da Sibirya dâhil bütün memleketleri
gezdim. Fakat sosyal hayata gelince, Türkiye'den adisini görmedim. Sosyal hayat
yok, hani nerede? Memleketimiz harap, yollarımız yok, Memleketimiz ticaretsiz,
sosyal hayatımızın iradesi yabancıların elinde.
BİR MEBUS BEY: Anladık yokluğa çare bul canım.
MUSTAFA LÜTFİ EFENDİ (Devamla): Çaresini söyleyeceğim. Bir arkadaşım
Bolşevik olacağız, şeytan da olacağız, dedi. Hayır, şeytan olmayacağız.
Müslüman olacağız, İslamiyet Dini sayesinde bütün Dünyaya karşı geleceğiz. Üç
aydır buradasınız, bir Ankara'nın kamuoyunu Meclisin lehine çevirmeye muvaffak
olmadınız. Rica ederim bakınız, bu gün Ankara mebuslarından yalnız bir kişi var.
Gönül arzu eder ki hepsi burada olsun. Böyle olur mu? Bugün Bursa'nın felaketini
ilan için Ankaralılar erkeği, çoluk, çocukları Büyük Millet Meclisinin önüne
gelmelilerdi, efendiler. Bir Ankaralı geldi mi? Herkes kendi keyfinde, bastonu
elinde, kadın gibi geziyorlar. Ben bunu Ankaralılara söylüyorum. Hani Ankaralılar
siz de Vatan aşkı? Hani siz Müslüman değil misiniz, insan değil misimiz?
Azerbaycan’dan gelen nur ile iftihar ediyoruz. Azerbaycan’da kurduğum İslâm
Şurası’nın seksen bin üyesine başkanlık etmeye çalışmışım, dört beş gazete
çıkardım. Nihayet arz edebildiğimi, bugün Bursa'nın felaketine karşı Konya'dan,
bugün İstanbul’dan binlerce telgraflar çekerek, bugün Büyük Millet Meclisine
manen, maddeten yardım etselerdi, bu bizi bir derece teselli ederdi. Şimdi
efendiler, yapılacak iş burada samimi olarak el ele vermeliyiz. Burada üç dört yüz
mebus el ele vererek birlik olmalıyız. Görüyorum geziyoruz, kendi kendimize lâftan
ibaret her şeyimiz. Önergeler veriyoruz mevzu ile münasebeti yok. Bugün Millet
Meclisinin gayesi nedir? Hilafet Makamını kurtarmak, İstanbul’u düşmanların kirli
ellerinden, ayaklarından temizlemek, olduktan sonra, bu Millet Meclisi burada o
gaye hâsıl olduktan sonra kalmayacak. Padişahımız Halifemize eskisi gibi tâbi
olacağız. Mebuslar Meclisimiz İstanbul’da olacak. Birtakım faydasız şeylerle
vakitlerimiz boş geçiyor. Saatlerce efendiler burada nutuklar veriliyor. Güya ki
konferans vermekle yarışıyoruz. Maksat ve gayeden pek uzak kalıyoruz. Bunun
için ateşli sözler söylenmez. Buna karşı tedbirler düşünmek lazımdır. Gerek
Hükümet ve gerek biz el birliğiyle buna çalışarak, her şeyi bırakarak yalnız buna
dair müzakere yapalım. Eğer seçim bölgelerimize gitmek lüzumu varsa, öyle
yapalım. Yok, müftülerimizden, hocalarımızdan ulemalarımızdan propaganda için
bütün memlekete dağıtmak lâzım gelirse onu yapalım. Hâsılı, bir çare, bir tedbir
düşünelim. Bugün düşman Bursa’ya gelmiş, yarın maazallah Ankara'ya gelir.

27
Geceli, gündüzlü el birliğiyle çalışalım. Süslenmeyi, içmeyi, gezmeyi, keyif ve aşkı
bırakalım.
REFİK ŞEVKET BEY (Saruhan): Müsaadenizle bir şey söyleyeceğim. Kendisini
hürmetle sevdiğimiz bu muhterem kişi kürsüye ilk çıktığında, gözlerimizin yaşlarını
kadınlıktan dolayı diye söyledi.
MUSTAFA LÜTFİ EFENDİ (Siverek): Rica ederim kadın ağlar, erkek ağlamaz,
içinden ağlar. Evet, ben de içimden ağlıyorum, gözlerimden değil, içimden.
REFİK ŞEVKET BEY (Devamla): Efendim, Bursa'nın hunhar, canavar Yunanlılar
tarafından işgali tabii hepimizi müteessir ettiğinden dolayı oldu.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Hiç şüphesiz azim ve imanımız sağlamdır.
Memleketimizin müdafaasını düşünürken, söylenilen fikirlerden dolayı azim ve
imanımız zayıflamamıştır. Bugün müdafaayı düşünürken arkadaşlarımızı zayıflık
ile itham etmemeliyiz. Geldiğimiz gün nasılsa, şimdi daha fazladır. Eğer söylenilen
fikirden dolayı arkadaşlarımızı zayıflık ile itham edecek olursak, hiç kimse fikrini
beyan edemez. Fikirlere hürmet edilmelidir. İyi kötü dinlenilmeli, ondan bir netice
çıkarmaya çalışılmalıdır. Bendeniz tabiidir ki Bursa'nın bu vaziyeti karşısında
müteessir olmakla beraber, Vatanımın Yunan tecavüzü altında kalması yahut
kalacağı endişesi ile günlerden beri uykumu uyuduğum yok. Elbette Memleketin
müdafaası, Vatanın müdafaası nasıl olacaktır diye düşünüyorum. Elbette
düşünebildiğim bir mesele var ki Memleketin parasıyla büyütülmüş, beslenmiş,
okutulmuş birçok subaylarımız var. Şüphesizdir ki bugün bu subaylar işsiz,
güçsüz, kahvede, mektepte yatıyorlar. Memleket ise bir taraftan patır, patır armut
gibi düşüyor. Elbette hepimiz müteessiriz. Onlar da bizim kadar müteessirdirler.
Fakat onlar bizden daha fazla, daha çok müteessir olacaklar, bizden daha sefil bir
vaziyette kalacaklardır. Çünkü bu millet bundan sonra onların maaşını
veremeyecektir. Hangi memleket verecektir? Bursa’sı giderken, İzmir’i, bilmem
Konya’sı alındıktan sonra bunların maaşlarını hangi memleket verebilecektir?
Şüphesizdir ki onlar bizim kadar ve bizden daha çok alâkadardırlar. Bugün
subayların rütbe, üniforma hiç bir şey gözetmeyerek, mümkün ise apoletlerini atıp
subay alayları kurarak ve mümkün ise yanlarına beşer, onar adam bularak
cepheye koşmaları lâzımdır. Ben bu tedbiri düşünebiliyorum. Necati Bey
arkadaşımızın dediği gibi, gidelim de propaganda yapalım. Bugün maaşını
verdiğimiz ve bize hayatını satmış olan… (subaylara hakaret ediliyor, sesleri)
Memleketin müdafaası için hayatını para ile satmış olan...
ÖMER LÜTFİ BEY (Amasya): Fazla oluyor. Subaylar için sabahtan beri
söyleniyor. Hayatını satmıştır deniyor. Efendim onlar Memleketleri için
okumuşlardır.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Hayır beyim. Memleketi için satmıştır. Satmak
meselesi değildir. Hayatımız da Memleket içindir ve Memleket için yetişmişizdir.

28
Binaenaleyh Memleketin müdafaası için beslenmişlerdir. Bu hususta bir önerge
var.
ÖMER LÜTFİ BEY (Amasya): Satılmış değillerdir, beyefendi.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Bu önerge okunsun. Uygu ise derhal karara
alınsın ve derhal bunun icabına bakalım ve bizim gitmemiz lâzım ise gidelim. Ben
bu tedbiri düşünüyorum. Arkadaşlarımızın önergesi de var, bu da düşünülsün.
(önerge okunsun, sesleri) Beşer, onar kişi ile gitmek lâzım gelirse biz de gidelim.
CELALETTİN ARİF BEY (Başkan Vekili): Müzakerenin yeterliliğine dair bir önerge
var, okunacaktır.

TBMM Başkanlığına
Bursa'nın düşmesi elim haberi üzerine devam eden müzakerenin
yeterliliğine ve bu müzakerede verilen önergelerin okunmasından sonra icap
eden tedbirlerin bir an evvel kararlaştırılmasını teklif ederim. 10 Temmuz 1920
Konya Mebusu Çorum Mebusu
Rıfat Haşim
CELALETTİN ARİF BEY (Başkan Vekili): Müzakereyi kâfi görenler lütfen ellerini
kaldırsınlar. Müzakere kâfi görüldü Efendim. Şimdi Necati Bey’in bir önergesi
vardır Efendim, okunacak.

TBMM Başkanlığına
Son vaziyet dolayısıyla fevkalâde faal olmak lüzumu katidir. Binaenaleyh
Meclisin müzakerelerini devam ettirecek kadar üye bırakıldıktan sonra, diğer
üyelerin seçim bölgelerine dağılarak, gönüllü subay toplamaları, onların
yiyecek ve giyecek ihtiyaçlarının karşılanması için çalışması, Orduya hediye
olmak üzere silah ve cephane temin edilmesi hususlarının kabul buyrulmasını
teklif eylerim.
Erzurum Mebusu
Süleyman Necati
BİR MEBUS BEY: Beyefendi, Propaganda Heyeti var. Bir İstihbarat Müdüriyeti
teşekkül etti. Harp yalnız askerle olmaz, Propaganda ile biraz da İstihbarat ile olur.
Bunlar ne yapıyorlar Beyefendi?
CELALETTİN ARİF BEY (Başkan Vekili): Müsaade buyurun, bunun için lâzım
gelen önerge Hükümete gönderildi. Size lâzım gelen izahatı vereceklerdir. Bu
hususta Efendim, Mecliste müzakere yapacak kadar üye bırakıldıktan sonra
kalanların etrafa dağılarak teşkilât icrası, bu hususu kabul ediyor musunuz?
(hayır, sesleri)

29
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Hayır Efendim olamaz. Bunun mahzurlarını
anladık, bayram tatilinde gördük.
CELALETTİN ARİF BEY (Başkan Vekili): Kabul edilmedi Efendim.
İSMAİL SUPHİ BEY (Burdur): Affedersiniz Reis Beyefendi, müzakerenin maksadı,
Bursa faciasının her tarafa dağıtılıp ilan edilmesi idi. Rica ederim Efendim,
hepsinden evvel onun oya konulmasını isterim.
CELALETTİN ARİF BEY (Başkan Vekili): Efendim müzakerenin başında
okuduğumuz Suphi Bey’in önergesini kabul edenler ellerini kaldırsın. Peki,
Efendim kabul edildi. Yunanlıların Bursa’da yaptıkları zulüm ve facia basılıp,
1
dağıtılacak ve her yere ilan edilecektir.

12 TEMMUZ 1920: GENEL KURMAY BAŞKANI İSMET BEY VE SARUHAN


MİLLETVEKİLİ MAHMUT CELAL BEY’İN, BURSA’NIN İŞGALİ İLE İLGİLİ
AÇIKLAMALARI
(1.Dönem, 1.Yasama Yılı, 32.Birleşim, Gündem: 7/2)
Dört gündür Meclisin tansiyonu bir türlü düşmüyor, aksine giderek
artıyordu. Genel Kurul’da Milli Savunma Teşkilatının güçlendirilmesine
dair önerge görüşülürken, konu gene Bursa’nın işgaline geldi. Bir
milletvekili, Bursa’nın işgal edilmesine orada bulunan sivil ve askeri
idarenin sebep olduğunu iddia edince, önce işgal sırasında Bursa’da
gizli bir görevle bulunan Mahmut Celal Bey gördüklerini ve sonra Genel
Kurmay Başkanı İsmet Bey, askeri bakımdan yapılanları anlattılar.

(Milli Savunma Teşkilâtının takviyesi hususunda alınacak tedbirlerin gizli oturumda


müzakeresine dair, Konya Mebusu Refik Bey ve on dört arkadaşının verdiği önerge
Genel Kurulda görüşülüyordu. Refik Bey önergesi hakkında konuştu, teklifin
gerekçelerini sıraladı ve görüşmenin gizli oturumda yapılmasını önerdi. Mustafa Kemal
Paşa, bu konuda görüşmenin gizli oturumda yapılmasına gerek olmadığını belirtti ve Milli
Savunma Vekâleti hakkında bilgi verdi. Konuşmalar bu önerge hakkında sürerken…)

MUSTAFA NECATİ BEY (Saruhan): Efendiler, bendeniz Hükümete ait sorulan


sorulardan ve onlara verilen cevaplardan bahsedeceğim. Önümüzde gayet feci bir
manzara var. Bir seneden beri Memleketin müdafaasını yerine getiren ve
cansiperane çalışarak şimdiye kadar Yunan vahşilerini Memlekete sokmayan
cephelerin düşmesinin yarattığı elem. Acaba bu cepheler ne için ve neden
düşmüştür? Yunan kuvvetleri ne durumda idi? Biz ne için müdafaa edemedik,

1
TBMM Zabıt Ceridesi (10 Temmuz 1920), 1:Dönem, c.2, s.236-250, http://www.tbmm.gov.tr/
30
müdafaamızda niçin galip gelemedik? Bu günkü cephelerimizin vaziyeti nasıldır?
Cepheleri düşüren nedir? Bunların sebeplerini aramak lâzım gelir. Efendiler
zannetmeyiniz ki cepheler harp etmeden düşmüştür. Ben buradan ayrıldıktan
sonra kuzey cephesini gezdim ve oradaki kuvvetlerimizle harpte bulundum.
Akhisar’da, Soma cephesinde düşmanla kanlı muharebeler olmuştur ve asker
vazifesini yapmıştır. Düşman üstün bir kuvvetle bütün cepheleri yıkmıştır. Orada
çarpışan kardeşlerimizin hizmetlerini küçük görmeyelim. Otuz bin kişi karşısında
dört, beş bin mücahidin yaptığı fedakârlığı hesaba katmak lazımdır. Bizim
cephelerimizi düşüren kuvvet, zannetmeyiniz ki düşmanın üstün olan kuvvetidir.
Hayır, düşmanın Ferit Paşa Hükümeti ile ittifakıdır. Çünkü daha düşman
gelmeden düşmanın içerideki dostları düşman için hazırlık yapmıştır, Mesela
Kirmasti ve Karacabey daha düşman gedmeden boşaltılmıştır. Bursa'da bazı halk
düşmanla muharebe edip etmemeyi düşünmüştür. Ne yazık ki biz
propagandamızı yapamadık. Bugün Kula Kazası on beş Yunan süvarisi tarafından
zapt olunmuştur ve Kulalılar Yunanı davet etmişlerdir. Binaenaleyh düşmanın
müthiş bir propagandası var. Bu propaganda karşısında bizim kuvvetlerimiz
yıkılmıştır. Şu halde propagandayı yapmamak itibariyle hatamız olabilir. Vatani
vazifesini Ordu ve Kuva-yı Milliye yapmıştır.
REFİK BEY (Konya): Aksini iddia eden yok ki.
MUSTAFA NECATİ BEY (Devamla): Eğer efendiler, cephelerdeki kıtalarımıza
biraz arkadan yardım gelseydi, meselâ Bursa'daki arkadaşlarımız iki ayda
topladıkları dört yüz bin liranın bir kısmını cephemize göndermiş olsalardı,
Eskişehir'de vatanı kurtarmak için altı bin silah toplayan Eskişehir halkı silahları
doğrudan doğruya Uşak cephesine gönderseydi, bugün cephelerimiz yıkılmazdı.
Fakat ne yazık ki Kuva-yı Milliye heyetleri, Milletten topladıkları paraları
birbirleriyle mücadele etmek için sarf etmişlerdir. Boydan boya kurşuna bürünen
bu adamlar birbiriyle uğraşmaktan başka bir vazife yapmamışlardır. İşte Bursa'nın
bugünkü vaziyeti efendiler. Ama ümidimiz ölmemiştir. İzmir'de önümüzde otuz,
kırk bin kişi vardı. İzmir vakasına başladığımız zaman yanımızda elli kişilik bir
kuvvetle başlamıştık. Arkamızda ne bir kuvvet, ne de bir kıta vardı. Bugün cepheyi
tutan yirmi, otuz bin fedai arkadaşımız var. Benim kanaatimce propagandaya
ehemmiyet vereceğiz. Efendiler, kuvvetten evvel düşmanlarımız emin olun
propagandayı Eskişehir’de, Ankara'da, 'Konya’da yapacaklardır. Belki de
yapmışlardır. Bunların önüne geçmek için propaganda teşkilâtı yapmak icap eder.
Sonra Hükümetin birçok hataları olmuştur. Fakat bu hatalar doğrudan doğruya
bilerek yapılmış değildir. Benim kendi kanaatimce, İzmit’te muharebe yapmak hata
idi. Kuvvetlerimizi beyhude sarf etmiş olduk. Binaenaleyh hatayı arayacak
zamanda değiliz. Herkes kendi memleketinde Milli Savunma teşkilatına
ehemmiyet verirse, emin olunuz ki vaziyette hiç bir tehlike yoktur. Binaenaleyh
bugün cephelerin gerisinde kuvvetler teşkil etmek şartıyla vazife yapılmış olur. Bu,
yalnız Hükümetin işi değildir, hepimizin işidir. Biz halkı aydınlatıp seferberliğe
teşvik etmezsek, asker göndermezsek ve halkta güle güle sevine sevine askere
31
gelmezse, vaziyet yine tehlikelidir. Sonra efendiler, düşman dehşetli propaganda
yapıyor. Güya Yunanılar girdikleri yerlerde hiç bir şey yapmıyorlarmış, hiç bir şeye
dokunmuyorlarmış. Yalnız Kuva-yı Milliyecileri, subayları öldürüyorlarmış ve
Padişah tarafından gönderilen bir kuvvet olduklarını söylüyorlarmış. Binaenaleyh
bu gibi propagandalara karşı yapılacak mühim propagandalar vardır. Düşman
yalnız Kuva-yı Milliye için gelmiş değildir. Bütün mukaddesatımızı çiğneyerek,
ezerek harap ederek geliyor. Efendiler şunu açıkça söylemeliyim ki Millet her vakit
harp etmeye hazırdır. Ne vakit başında kendisini idare edecek bir kimse, bir adam
bulursa, ne vakit kalbi Vatan aşkıyla çarpan fedai bir arkadaş bulunursa harp eder.
(alkışlar) Bugün Bursa halkına müdafaa edecek kabiliyet gösterilseydi, onlar da
müdafaa ederlerdi. Fakat Bursa halkını tahrik edecek bir reis yoktu. Efendiler,
eğer Bursa'da idarecileri vazifelerini yapsalardı, fedakârlık yapsalardı ve ölmeye
azmetmiş bulunsalardı Bursa ahalisi mukavemet ederdi. Binaenaleyh Hükümette
kabahat yoktur, kabahat şahıslardadır. Bir kumandan çıkıyor, vaziyete hâkim
oluyor, memleketi kurtarıyor. Bir diğer kumandan kaçıyor. Propagandamızı iyi
yaparsak, iyi adamlara ehemmiyet verirsek, emin olunuz vaziyet lehimize döner.
Fakat böyle palavracı adamlara kıymet verirsek, dört yüz bin lirayı sarf ederler ve
beş paralık kuvvet çıkarmazlarsa, o vakit İşte Memleketin bağırmaya hakkı vardır.
Binaenaleyh mesuliyet doğrudan doğruya Hükümettedir, Millette değildir. Bu
itibarla hemen Milli Savunma Teşkilâtı takviye edilmeli. Propaganda Heyetimiz de
işbaşına geçmelidir.
MAHMUT CELAL BEY (Saruhan): Reis Beyefendi, bendeniz Bursa hakkında
malûmat vermek istiyorum. Eğer imkânı varsa sözü bendenize veriniz.
CELALETTİN ARİF BEY (Başkan Vekili): Efendim, sizden önce söz isteyen beş
üye vardır. Hükümet İç Tüzük gereğince her vakit söz alabilir. İsmet Beyefendi,
Celal Beyefendi Bursa hakkında malûmat vermek istiyorlar. Muvafakat eder iseniz
sözü önce kendilerine verelim.
İSMET BEY (Genel Kurmay Başkanı): Peki, Efendim.
CELALETTİN ARİF BEY (Başkan Vekili): Peki efendim. Söz alan arkadaşlar da
müsaade ederler mi? (ediyoruz, sesleri)
MAHMUT CELAL BEY (Saruhan): Bendeniz bu vakanın cereyan ettiği esnada,
muharebe olduğu zamanda Bursa'da bulunuyordum. Orada bana küçük ve hususi
1
bir siyasi vazife verilmişti. Binaenaleyh işgali az çok yakından takip ettiğimi iddia

1
1950 Yılında Türkiye’nin Üçüncü Cumhurbaşkanı olan Mahmut Celal (Bayar) Bey, TBMM
açılmadan önce, Galip Hoca takma adıyla ve köy hocası kılığında Ege Bölgesini dolaşarak
işgale karşı çalışmış ve Kuva-yı Milliye’nin kurulması çalışmalarında yer almıştı. Milletvekili
olduktan sonra da Mustafa Kemal Paşa’nın emriyle zaman zaman gizli görevle Bursa ve
çevresinde çalışmalarını sürdürmüştü.
32
edebilirim. Bursa hakkında söylenen sözler, efendiler affınıza sığınarak arz
ediyorum, abartılıdır. Bazı arkadaşlarımız duygularına yön vererek ulu orta
konuşuyorlar. Burada söylenilen sözler yarın tarih için mühim birer vesika
olacaktır. Bu itibarla orada meydana gelenleri gördüğüm gibi anlatmak suretiyle
tarihe karşı vazifemi ifa etmiş olacağımı zannediyorum. Yoksa ne birisini
hatasından dolayı korumak ve ne de tebrik ettirmektir veya kusursuz olan bazı
kimseleri de İtham altında bulundurmaktır. Efendiler, Bursa Kuva-yı Milliye’ye ait
olan teşkilâtı aşağı yukarı sekiz ay önce kurmuştur ve o vakit zannediyorum ki
Anadolu'da İzmir cephesiyle alâkadar olmak üzere, ilk teşkilattır. Balıkesirli
arkadaşlarımız pek âlâ takdir ederler ki Bursa'nın bir kaç yüz kişiden ibaret bir
müfrezesi, Akhisar cephesinde hizmet ediyordu ve son düşman taarruz ettiği vakit
Bursalılar iki bin kişilik muntazam bir kuvvet gönderdiler. Necati Bey arkadaşımın
sözünü ettiği muharebede cesaret gösterdiler. Demek ki Bursalılar kendilerine
düşen vazifeyi ifa etmişlerdir. Fakat bu kâfi midir? Hayır, efendiler kâfi değildir.
Osman Gazi’nin türbesini müdafaa etmek İçin biz çoluğumuzla, çocuğumuzla,
silâhımızla, olmadığı zaman, hatta elimizdeki sopamızla, düşmanların önüne
atılmak ve düşman süvarileri altında çiğnenmek suretiyle tarihe karşı vazifemizi ifa
etmiş olmalı idik. Bursalılar bunu yapmadıklarından dolayı çok üzgündürler. Yoksa
her şeye müracaat edip müdafaa tertibatı almadıklarından dolayı haklarında söz
söylemek haksızlık olur. (Bursalılar için söylemiyoruz, idare memurları için,
sesleri) Benim nazarımda bir vali ve bir kumandan da millettendir. Arkadaşım
Necati Bey’in, propaganda hakkındaki fikirlerine katılmıyorum. Bursa, kendisine
düşmanın böyle yakın bir zamanda temas edeceğini hiçbir vakit hatır ve hayaline
getirmemişti. Her ne sebeple olursa olsun efendiler, Akhisar'daki cephe yıkılıp, bir
hafta zarfında Balıkesir de düştükten sonra, düşmanın böyle yakın bir zamanda
Bursa'ya yürüyeceğini, Bursalılar hatır ve hayale getirmemişlerdi. Onun için
Bursalılar, kendilerinin kurdukları kuvveti de arz ettiğim gibi, Yunan cephesine
göndermekte beraber, Karamürsel, İzmit ve Adapazarı'nda da mültecilerle
mücadele için kuvvet bulundurmuşlardı. Onlar Bursa’ya ait olan vazifelerini
ihtiyatta tutuyorlar ve kuvvetlerini lüzumu olan yerlere sevk ediyorlardı. Rica
ederim, Bursa kelimesinin içinde, kumandan, vali ve Kuva-yı Milliye Heyetinin de
ayrı bulunduğunu kabul ediniz. Son Balıkesir hezimetinden sonra oradan gelen
kuvvetler, muhacirlerle beraber, akın halinde, Bursa'nın doğusuna doğru çekildiler.
Sebeplerini sorduğumuz zaman, bunun bir geri çekilme harekâtı olduğunu
söylediler. Bendeniz asker değilim, fakat Memleketin coğrafi vaziyetini şöyle göz
önüne getirdiğim zaman, az kuvvetle mühim bir müdafaa tertibatı alınamayacağını
inananlardan birisiyim. Zira Bursa yirmi beş kilometrelik bir mesafe ile Marmara
Denizine yakındır ve orada düşman gemilerinin toplarına maruz kalınır bir
vaziyettedir. Aynı zamanda, Bursa'da bir kuvvet bulundurduğumuz zaman, Gemlik
Körfezinden çıkan kuvvetler, Yenişehir ve İnegöl'ü tutmak suretiyle, Bursa'nın geri
çekilme yolunu kapatabilirlerdi. Bilmiyorum, ben asker değilim, bunu bana
söylediler ve ben de makul gördüm. Bursa efendiler, bazılarının zannet kucağını
düşmana açmamıştır ve zaten Bursalılar, Orhan Gazinin ve Murat
33
Hüdavendigar'ın daima ruhunda feyiz almışlardır. Her an için Vatani vazifelerini
yerine getirmişlerdir ve onlar zamanın geçmediğine de kanidirler. Düşman
Mudanya'ya çıktığı, Mudanya'yı toplarıyla bombardıman ettiği vakit, yüz elli kişilik
küçük bir kuvvet siperler içerisinde, elinde silahıyla düşmanı bekliyordu. Bu
bombardımanı görenler, Çanakkale muharebesinden daha şiddetli olduğunu ve
bütün gemilerin ateşi bir notaya teksif ettiklerini iddia ediyorlardı ve o yüz elli kişilik
kuvvet, düşmanı bir adım ileri bırakmıyordu. Fakat diğer taraftan, kuzeydoğu
istikametinde karşı koymaya imkân olmadığı için çekilmek zorunda kaldılar. Bu
muharebe esnasında, iddia olunduğu gibi, kumandanlar evinde oturmuyordu,
kışlasında beklemiyordu, bilhassa yeni gelen tümen kumandanı bey, onların
yakınında bulunursam asker daha iyi harp eder kanaatiyle karargâhını ta askerin
birinci safına naklettirmişti, Harbe hazır bulunuyordu. Fakat herhalde karşı koymak
için her kuvvetin bir tahammül derecesi vardır. Bunu takdir etmek ve hatta insaf
göstermek icap eder. Düşmanın bu harekâtı karşısında çekilmek zorunda kaldılar
ve çekildiler. Efendiler ve ileride tekrar vazifelerine geri dönmek için çekildiler. Bu,
elim bir mecburiyetti. Oradaki İslam abidelerini düşmanın eline terk etmek
herhalde feci bir şeydir ve bundan dolayı ne kadar üzülsek yeri vardır, fakat
meydana gelenleri olduğu gibi görmek, muhakeme etmek, bizim esas
vazifemizdir. Öyle bir kuşku görüyorum ki İngilizleri, Yunanlıları Bursalılar davet
etmişlerdir, sözü katiyen yanlıştır efendiler. Bursa'da bir mahalli idare kurulmuş ve
bu heyet asker ve idareciler geri çekildikten sonra Bursa'nın asayişi temin etmek
için Ankara'nın izin verdiği bir düzen kurmuştur. İşte bu heyetin teşekkülüdür ki
yanlış anlaşılmaya sebep olmuştur. Şunu itiraf ederim ki o heyet Fransızların
burjuvazi dedikleri türdendir. Halkın mallarının, canlarının, bizim gibi fakir
olanlarda, pek büyük kıymeti vardır ve onlar müdafaa imkânı görmedikleri zaman
herhalde mal ve canlarının da heder olmamasını istiyorlardı. Eğer bu kabahat ise,
o heyet bundan dolayı mesuldür. Heyet, asayişin bozulmasını istemiyordu ve
buna meydan vermemek için çalışıyorlardı. Bu maksatla müracaat ettikleri zaman
bendeniz de Hükümette hazır bulunuyordum. Kendilerine dedik ki sizin gayeniz
eğer Ahmet’in malını Mehmet’in çalmasından ibaret ise, istediğinizi yapabilirsiniz.
Sizden müdafaa için hizmet ve fedakârlık bekliyoruz. Cevap verdiler, cephenin
gerisinde, asayiş temin edilirse, biz cepheye erzak temin edebilirsek, cephe
sağlam olur, sarsılmaz. Binaenaleyh bize cephenin erzak işini veriniz biz bununla
meşgul olacağız. Kendilerine bu vazife verildiği zaman üç dört bin çuval un ve
başka erzak bulmak hususunda yardım etmek İçin çalışmaya başladılar. Fakat her
şeyin bir haddi vardır. En son zamanda bunların içerisinden bazıları da Yunanlılar
girmesin düşüncesiyle, daha evvel İngilizlerle anlaşmak suretiyle onların girmesini
düşünmüşler. Bu, kabahat ise efendiler, bunu düşünen burjuvaziye mensup
Bursalılar bu kabahat ile itham edilmelidirler. Fakat hâdiseler pek seri yürüdüğü
için, Bursa'nın müdafaasına elbirliğiyle çalışmak ve askere son mermisini attıktan
sonra, ister istemez geri çekilme emri verildiği anlaşıldığı zaman, bu fikirden de
vazgeçmişlerdir. Yunanlılar aniden Bursa'nın Hüdavendigar mahallesinde
birdenbire meydana çıktıklarından, çekilmek isteyenler de, kalmak İsteyenler de,
34
artık bilmiyorum ne suretle hareket etmişlerdir? Hadiseler bu merkezdedir.
Bendeniz iddia ediyorum ki efendiler, bana göre birbirimizi suçlayacak bir mesele
yoktur. Eğer biz Bursa'nın işgalinden müteessir isek ki şüphesiz müteessiriz,
oradaki atalarımızın türbelerini kurtarmak için, yeni bir aşk ve yeni bir iman ile
vazifeye atılalım. Yoksa burada söylenilen sözler, yarın tarih için birer vesika
olacağından rica ederim, gördüğümüz gibi söyleyelim, işittiğimiz gibi değil,
düşündüğümüz gibi değil, hislerimize mağlup olarak değil. Bendenizin
söyleyeceklerim bundan ibarettir.
CELALETTİN ARİF BEY (Başkan Vekili): İsmet Bey, buyurunuz.
İSMET BEY (Genel Kurmay Başkanı): Peki Efendim, devam etmekte olan
müzakere bir önerge ile başlamıştır. Reis Paşa Hazretleri önergede istenilenler
hakkında tafsilâtlı cevap verdiler. Bundan başka önerge sahipleri meseleyi daha
başka mevzulara naklettiler. Burada beni alakadar eden esaslı bir nokta, Genel
Kurmayın vazifesini yapmadığı tarzında yapılan konuşmalardır. Bunlara cevap
vermek istiyorum. Genel Kurmay mevcut kuvvetleri iyi idare etmekten mesuldür.
Mevcut kuvvetleri hal ve vakte göre, en uygun şekilde kullanmaya mecburdur.
Binaenaleyh, Genel Kurmay vazifesini yapmıştır ve yapmamıştır, demek için daha
açık misaller göstermelidir. Meselâ düşmanın taarruz noktasına bütün
kuvvetlerimizi toplayıp müdafaa tertibatı almadık, buyurdular. Düşmanın taarruz
noktasına sevk etmek için nerelerde ne kuvveti vardı? Oraya sevk olunmamış
kuvvet nerede idi? Yanlış bir noktaya sevk olunmuştur da düşmanın taarruz
noktasına lâzım olan yere sevk olunmamıştır, bunu söylemek lâzımdır. Bu
söylenirse o zaman Genel Kurmay vazifesini yapıp, yapmadığı bilinir. Yoksa elde
mevcut kuvvet düşmana karşı en iyi bir surette yerleştirildikten sonra da geri
çekilme olabilir ve düşman istilâ edebilir. Bir arkadaşımız buyurmuşlardır ki eğer
Milli Savunma ve Genel Kurmay vazifelerini yapsalardı geri çekilme olmazdı ve
düşman İstilâ edemezdi. Vazife yapmak büsbütün başka bir şeydir. Bilirsiniz ki elli
kişi bir tepenin üzerinde elli bin kişi tarafından kuşatılırsa muhakkak o elli kişi
mahvolur. Biz onlara emir veririz, müdafaa edeceksiniz ve mahvolacaksınız, deriz.
Eğer onlar müdafaa eder, lâkin yine tepe düşman eline geçerse, biz o vazife
yerine getirilmemiştir, çünkü tepe düşman eline geçmiştir, diyemeyiz. Siz bana
Genel Kurmay vazifesini yapmamıştır, yapsaydı Memleket işgal olunmazdı,
diyebilirsiniz. Ama ne vakit diyebilirsiniz? Sulh imzalanır, size falan veya filan
devlet harp ilan eder, çağırırsınız beni efendi falan devlet bize ilânı harp ediyor,
bunu kabul etmek veya reddetmek bizim elimizdedir. Genel Kurmay Başkanı bize
söylesin, vaziyetimiz nasıldır, bu muharebe nasıl olacaktır, dersiniz, o zaman
yanlış bir şey söyler ve istilalara sebep olursam, o zaman beni hesaba çekersiniz.
Efendiler, zorluklardan ve mahrumiyetten bahsedilmek için altında bulunduğumuz
iftirayı hatırlayınız. Ankara'dasınız, niçin Ankara'dasınız? Çünkü istikbalimizi temin
etmek için. Bizim istikbalimizi temsil eden mebuslarımız, İstanbul'dan düşman
çizmesi ile kovuldular. Biz buraya eğlenmek için, keyif etmek için gelmedik.
Buraya birçok müşkülâta, birçok zorluğa katlanmak için geldik. Sizlin ve bizim
35
Millete karşı olan vazifemiz, kendisini hayattan, istiklâlden, her türlü
mukaddesattan mahrum eden, kendisine idam hükmü vermiş ve onu masasının
üzerine koymuş olan bir zalim heyete karşı, cebindeki çakısı, elindeki taşı ve
parmaklarında tırnağı ile boğaz boğaza, ölünceye kadar, müdafaa etmek
vazifesidir. (sürekli alkışlar) Binaenaleyh bizi mahvetmek için düşmanların elinden
her kurtardığımız taş bir muzafferiyettir. Eğer üç aydan beri bütün Dünyaya karşı,
Milletimizin hayat hakkını elde etmek için gösterdikleri mucizelere, bütün
zorluklara ve bütün felâketlere karşı sizlerin bir milleti temsil etmekte olduğunuzu
düşünürseniz, geçen bu kadar felâketlerden sonra muvaffakiyetli bir vaziyette
olduğumuzu kabule mecbur olursunuz. Aciz ve idaresine sahip olmayan bir
milletin, bu üç ay zarfında yok olması gerekirdi. Buna rağmen içeride ve dışarıda
bir bağımsız milleti temsil ediyoruz. Genel Kurmay’ın vazifesini yapmadığını iddia
edebilmek için, ilmen, fennen, falan muharebe cephesine falan kuvvetin sevk
olunması lâzım gelirdi, sevk etmediler ve tehlikeyi görmediler, onun için bu felaket
oldu, demelisiniz. Keza Yunan taarruzunun olacağı belli iken, düşmanın taarruz
edeceği yerler belli iken, Genel Kurmay elinde bulunan kuvvetleri falan yere sevk
etti ve falan yeri boş bıraktı demelisiniz. Bunu da demiyorsunuz ve bu
denilmedikçe, Genel Kurmay Başkanı, elindeki kuvvetleri iyi idare etmiştir, fenne,
ilme muvafık bir surette sevk ve idare etmiştir, demeye mecburuz. Vazife ile
alâkadar olmamış gibi, Yüce Heyetinizin müsaadesiyle söyleyeceğim,
uydurulmuş, kayıtsız söylenmiş söz bahis mevzu olmasın. Biz işlerle alâkadar
olduk, takip ettik ve her şey meydandadır. Bugün mevcut elimizdeki kuvvetlere ait
ne varsa, iyi idaremiz altındadır.
REFİK BEY (Konya): Yaşasın Millet.
İSMET BEY (Devamla): Defalarca sizlere arz ettik. Denilebilir ki, dış düşman
karşısından niçin iç düşmanlara kuvvet sevk ettik? Mevcudiyetimize en kısa
yoldan tehlikeli bir surette kast etmiş olan münafıklara karşı sevk ettiğimiz
kuvvetleri hatalı bulacak bir zihniyetin içimizde bulunmasını tahmin edemiyorum.
İhtiyaçtan fazla kuvvet sevk edilmiş diye de iddia edemeyiz. Cephelerden alıyoruz
sevk ediyoruz. Henüz isyan ateşi yeni söndürülmeye başlanmıştır. Bir istikamete,
yanlış bir hedefe ihtiyaçtan fazla bir kuvvet sevk edilmemiştir. Bundan emin
olabilirsiniz. Diğer bir arkadaşımız hitaba başlarken, mesuliyet hususu üzerinde
ısrarla durdu. Evet efendiler, biz de, mesuliyet esasında, muhterem
arkadaşlarımın tahmin ettiklerinden daha çok dikkatliyiz. En büyük rütbeliden en
küçüğüne kadar, muharebe meydanlarına sevk ettiğimiz kumandanlardan,
subaylardan ve erlerden, vazifelerini en iyi şekilde yapmalarını talep ediyoruz ve
etmek hakkımızdır. Bunun için daima Yüce Heyetinize hesap veririz. Meclisin
bunu incelemesi için elinde pek çok imkân vardır, Suçluların cezalandırılmaları
gayet normaldir. Yalnız böyle aleni bir celsede bahis mevzu edilmesi uygun
olmayacak derecede bir takım kişiler hakkında söz söylemişlerdir. Bunun için
muhterem üyelerin müsaadeleriyle arz edeceğim, Milli Savunma Teşkilâtını ikmal
etmek için yürekleri çırpınırken, Milli Savunmaya bilmeyerek ve istemeyerek zarar
36
vermişlerdir. Evet, cephede düşman karşısında uğraşan kumandanlar için söz
söylerken çok dikkatli olmak lâzımdır. Eğer sokakta sıradan işittiğimiz bir sözü,
ciddi kabul edersek, falan ve falan kumandan ve subay böyle yapmıştır diyerek
dedikodu yolunu tutarsak, bu tehlikeli ve çöktürücü bir yol olur. (herkesin söz
söylemeye hakkı vardır, sesleri)
REFİK ŞEVKET BEY (Saruhan): Ders istemeyiz, Efendim.
İSMET BEY (Devamla): Müsaade buyurunuz Efendim, meselâ Salihli
cephesinden kaçan kumandandan bahis olunuyor. Ben tahkikat yapacağım
dedim. Hepimizin hürmetle itimat ettiğimiz Cephe Kumandanına bizzat gittim ve
sordum. Salihli cephesinden kaçtı denilen kumandan, bugün Memleketimizin
mühim bir kısmını eline teslim ettiğimiz kumandan, talep edeceğiniz şeylerin on
mislini yapmıştır ve yapmaktadır, vazifesini ifa etmiştir ve etmektedir,
kahramandır, emniyet ediyorum, yerinden kımıldatamam ve hakkında bir söz
işitmedim, dediler. Şikâyet etmek istedikleri kumandanın, amirinden aldığım
malûmat ile müsterih oldum. Eğer kendileri herhalde işittiklerini öğrenmek
istiyorlarsa, benden soraydılar. Mecliste, vazifesini ifa etmiş ve etmekte olan bir
kumandan için bu kadar mütecaviz sözler söylenmeyecekti.
REFİK BEY (Konya): Tecavüz yoktur ve vazifemizi yapıyoruz.
İSMET BEY (Devamla): Lütfedin efendim, muhterem arkadaşlarımın samimi bir
hizmetten başka bir düşünceye sahip olduklarını ifade etmiyorum. Yalnız
hakikatleri, nasıl kendileri düşündükleri ve bildikleri gibi söylemek mecburiyetinde
iseler, biz de vazifemizi hakikiyle ifa etmek mecburiyetindeyiz. Arkadaşlar,
cephede vazife yapan kumandanlar için söz söyleneceği zaman çok düşünmek
lâzımdır. Buyruluyor ki evet falan ve filân adam... Çok haklı olabilir. Kendi
aleyhinde böyle bir cereyan hâsıl olmuştur, onun için feda edilmek lâzımdır. Her
şey olabilir. Bu her idare memuru için olabilir. Yalnız bilhassa bu şartlar altında
cephede muharebe eden adamlar için bu olmaz. Cephede büyük zorluklar altında
muharebe eden adamlar için bir tek ölçü vardır, o da adaletle iyice inceleyip,
cidden mesul ise hemen cezalandırılmasıdır. Fakat kendimizi dedikodulara
kaptırıp da herkesten sinirlenerek bahsetmeye başlarsak, felâketin en büyüğünün
olacağını üzülerek Yüce Heyetinize söylemeye mecburum. Düşününüz efendiler,
bin türlü zorluklar içinde, ateş karşısında vazife yapmakta olan bir adam diyecek ki
aman sokaktan geçen herhangi bir adam bir söz söylerse ve bu da milli histir diye
Mecliste bir yer bulursa, ben nasıl vazife yapabilirim? Adalete, hakikate ve
muvafakate rağmen beni bitirirler, diyecektir. Bu şartlar altında bir kumandan
cephede vazife yapmak için kendinde nasıl kuvvet bulabilir? Bugünkü kumanda
heyetinin maruz olduğu zorluklar, Yüce Heyetinizin nazarında tamamıyla biliniyor
olmalıdır. Efendiler, düşmanımız Yunanlıların bugünkü resmi tebliğinde
milliyetçilere karşı muharebe ediyoruz, millet karşı değil, diye yazıyor. Yani
diyorlar ki kumanda heyeti ile subaylarla harp ediyoruz. Bunların mevkilerini
küçültmek için çalışıyorlar. Eğer biz de düşüncesiz olursak, mukavemetin ve
37
Memleket müdafaasının esas ruhu olan kumandan ve subay heyetlerinin
emirlerini tutacak kuvvet az kalır. Bu hususta müsaade ediniz, daha fazla şeyler
söylemeyeyim. Daha fazla şeyler gizli celsede bahis mevzu olmuştu. O önerge
aleni celsede müzakere edilebilirdi. Fakat değiştirilerek, bu hale getirdikten sonra,
müsaade ediniz, daha fazla sözler söylemeyeyim. Bilerek ve bilmeyerek,
Memleket dâhiline esasen hariçten gelen propagandaya karşı koymalıyız. Hepiniz
rast geldiğiniz yerde, kumanda heyeti hakkında söylenen sözleri hemen
reddediniz, söyletmeyiniz, yanlıştır deyiniz. Elinizde her türlü vasıta vardır. Her
türlü vasıtaya müracaatla ve her şeye muktedirsiniz. O yolla her müşkülü
halledebilirsiniz. Yüce Heyetinizin bu izahattan sonra da, bahis mevzuu olması
hatıra gelecek olan kimseler hakkında da mesuliyet esasını kıskanç bir surette
takip ederek, icabını yapmakta olduğumuza emin olabilirsiniz. Hem yapmaktayız
ve hem de icap eden şeyler yapılmıştır.
CELALETTİN ARİF BEY (Başkan Vekili): Efendim, müzakerenin yeterliliğine dair
bir önerge var.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Bu hallolunmalıdır, bu akşam. (ret, ret sesleri) (kâfi
sesleri)
CELALETTİN ARİF BEY (Başkan Vekili): Bunun kâfi olup olmadığı eller kalkmakla
belli olur.
REFİK BEY (Konya): Fakat önerge sahibi bendeniz olduğum için cevap vermek
zorundayım, Efendim.
ABDULLAH AZMİ EFENDİ (Eskişehir): Müzakere usulü hakkında söz
söyleyeceğim.
CELALETTİN ARİF BEY (Başkan Vekili): Peki buyurun Efendim, müzakere usulü
hakkında konuşunuz.
ABDULLAH AZMİ EFENDİ (Devamla): Bu müzakere, verilen bir soru önergesi
üzerine uzadı.
CELALETTİN ARİF BEY (Başkan Vekili): Önerge, bir defa soru önergesi değildir,
ABDULLAH AZMİ EFENDİ (Devamla): Ben soru önergesi olarak düşündüğüm
için, müzakere kâfidir sözünü başka suretle neticelendirmek icap eder.
REFİK BEY (Konya): Zaten önergenin mahiyeti meydandadır Efendim, onu soru
önergesine döndürebilirsiniz.
ABDULLAH AZMİ EFENDİ (Devamla): Soru önergesi mahiyetinde ise müzakere
kâfidir dedikten sonra başka bir şey reye konamaz. Bu müzakere kâfi değildir
zannederim. Daha Milli Savunma Vekili tarafından beyanatta bulunulacaktır. Bu,
Eğer vakit gecikmiş ise müzakereye yarın devam edilir. (yarına kalsın, sesleri)

38
CELALETTİN ARİF BEY (Başkan Vekili): Şimdi efendim müsaadenizle ortada bir
soru önergesi yoktur. Onun İçin müzakerenin yeterliliğine dair önergeyi oyluyorum.
BİR MEBUS BEY: Kâfi değildir, Efendim.
CELALETTİN ARİF BEY (Başkan Vekili): Beyefendi vazifemdir. İç Tüzük bana
bunu emrediyor. Anlamak İstemiyorsanız o başka. Önergeyi okutuyorum.

TBMM Başkanlığına
İzmir Mebusu Necati Bey’in cephelerdeki müşahedeleri üzerine,
kumandanların tamamen ve hakkıyla vazife yaptıkları, iç isyanların ise vaziyete
menfi sebep olduğu, Celâl Bey’in Bursa'dan İzmir cephesine sevk olunan
kuvvetler tarafından da vatanı müdafaada bulunulduğu, Genel Kurmay Başkanı
İsmet Beyefendinin izahatı da bunu teyit eylediği anlaşılmakla, müzakerenin
yeterliliğinin reye konulmasını teklif ederim. 12 Temmuz 1920
Çorum Mebusu
Haşim
NECATİ BEY (Saruhan): Ben yalnız Kuzey cephesine ait düşüncelerimi söyledim.
Diğer cepheleri bilmiyorum Efendim. Düzeltiniz.
CELALETTİN ARİF BEY (Başkan Vekili): Müzakerenin yeterliliğini reye
koyuyorum. Kâfi görenler ellerini kaldırsın. Pekâlâ, kâfi değil Efendim.
FEYZİ EFENDİ (Malatya): Haşim Bey, hem müdafaa eder alkışlarsın, hem de
müzakerenin yeterliliğine rey vermezsin, bu ne biçim şey. (gülüşmeler)
CELALETTİN ARİF BEY (Başkan Vekili): Sonra Efendim, müzakerenin yarın
devam olunmasını isteyen diğer bir önerge vardır. Müzakerenin yarına tehir
1
edilmesini kabul edenler ellerini kaldırsın. Kabul olundu.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (12 Temmuz 1920), c.2, s.261-286, .Dönem, http://www.tbmm.gov.tr/
39
13 TEMMUZ 1920: BURSA’NIN İŞGALİ NEDENİYLE HÜKÜMET İÇİN VERİLEN
GENSORUNUN GÖRÜŞÜLMESİ VE GÜVENOYLAMASI
(1.Dönem, 1.Yasama Yılı, 33.Birleşim, Gündem: 3/1)
Önce Yunan işgalinin her yere duyurulmasına dair önerge kabul
edildi. Sonra, Milli Savunmanın yeniden yapılandırılmasına dair
önerge görüşüldü. Daha sonra görüşme, Hükümete soru önergesi
verilmesine dönüştü. En sonunda verilen başka bir önergenin gensoru
olduğu iddia edildi. Hükümet için güven oylaması yapılması gündeme
geldi. Oturuma ara verildiğinde Mustafa Kemal Paşa, Başkanlık
Kürsüsüne oturdu ve Genel Kurulu yönetmeye başladı.
CELALETTİN ARİF BEY (Başkan Vekili): Konya Mebusu Refik Bey ile on
arkadaşının önergesini okutuyorum.

TBMM Başkanlığına
Dünkü celsede müzakere edilen meseleler hakkında alakalı makamlardan
açıklama yapılmasını talep ve teklif ederiz. 13 Temmuz 1920
Konya Mebusu
Refik ve 10 arkadaşı
(Önerge okunduktan sonra Meclis Başkan Vekili, önergenin ne tür bir teklif olduğu
belirtilmediği için işleme koyamayacağını söyledi. Önerge sahipleri bunun Hükümet için
verilmiş bir gensoru olduğunu iddia ettiler. Bunu üzerine uzun bir süre usul tartışması
yapıldı. Genel Kurulda bulunan İçişleri Bakanı, bakanlığı ile ilgili olanları cevaplayabile-
ceğini açıklayınca…)

CELALETTİN ARİF BEY (Başkan Vekili): İçişleri Vekilimiz vekâletine ait olan
meselelerin bugün sorulmasını ve cevap vereceklerini kabul buyuruyorlar. O
mesele hakkında devam edebiliriz.
REFİK BEY (Konya): Dünkü gün izahatıma başlarken, önergede arz ve ettiğim
meseleden dolayı söz söyleyeceğim. Makamlar hakkında ve o makamları işgal
eden muhterem şahsiyetler üzerine en ufak bir şüphe ve tereddüdüm olmadığını
söyleyerek ve izahatımın doğrudan doğruya üzüntülü vaziyetimizden hâsıl olan
endişelerden mütevellit olduğunu belirtmiştim. Binaenaleyh yine o sözüme
dönerek diyorum ki gerek İçişleri Vekâletine ve o makamı işgal eden Cami
Beyefendiye ve yine dünkü gün bu kürsüden pek sert bir eda ile uzun uzadıya
Yüce Meclisi bir baskı karşısında bırakan İsmet Beyefendinin şahsına karşı en
ufak bir hürmetsizliğim dahi yoktur (gürültüler)
CELALETTİN ARİF BEY (Başkan Vekili): Meclis tesir altında bulunmayı kabul
etmez.

40
REFİK BEY (Devamla): Haydi tesir altında kalmamış olsun. Fakat bu, meydanda
olan bir hakikat değil midir? Demiyorum ki, tesir altında kalmıştır. İçişleri Vekili
Cemi Bey, fevkalâde iyi niyet sahibidir ve muktedirdir. Fakat vazifesini hakkıyla
yapmamıştır. Çünkü bugün Vekâlet, adeta memur yuvası haline gelmiştir. Bir
takım kazalardan, livalardan, vilâyetlerden haklı haksız memurlar azledilmiş ve
buraya getirilmiş ve bunların yerine haklı haksız memurlar gönderilmiştir. Bütçe
meselesini tetkik ettiğimiz vakit birçok fuzuli harcırahlar göreceğiz. Maliyemizin
tamtakır olduğu bir zamanda lüzumsuz yere sarf edilen paralara günah değil
midir? Şimdiye kadar muhterem mebus arkadaşlardan hiç birisinden bir fikir
sordular mı falancayı tayin ediyoruz dediler mi? Hayır, bendeniz bilmiyorum.
Zannederim ki arkadaşlarımız hiçbiride böyle bir vaziyet karşısında kaldığını iddia
edemez. Bu İtibarla diyorum ki İçişleri Vekili vazifelerini tam olarak yapmamıştır.
CAMI BEY (İçişleri Vekili): Kanuni hareket etmiştir.
REFİK BEY (Devamla): Kanunumuz kendi kararımızdır, kendi izahatımızdır, kendi
vaziyetimizdir. Ondan sonra buyurdular ki, Konya Valisi meselesini lâyık olduğu
ehemmiyetle dikkate aldık ve hallettik. Evet, dün de arz ettiğim gibi, Konya Valisi
meselesi hallolundu. Fakat iş işten geçtikten sonra, Haydar Bey arkadaşımız için
temenni ederim inşallah muvaffak olurlar. Efendiler üç ay evvel oraya gitmiş
olsalardı muvaffakiyet elbet pek büyük olurdu. Bizim halkımız öteden beri
doğrudan doğruya resmi kuvvetlerden alacağı kanaatler üzerine yürür ve hareket
eder. Çok yazık, Konya’dan azamî istifadeler imkânı mevcut iken işte Cami
Beyefendi o vali meselesini lâyık olduğu gibi yapmadığı için, bu gün Konya’dan
edilecek istifade pek az bir dereceye inmiştir. İnşallah Haydar Bey arkadaşımız bu
zararları telâfi ederler. Sonra en mühim bir hayati mesele var. Bazı memurlarda bir
kanaat var, umumiyetle kendi vazifelerine layığı gibi sarılmazlar, şekil üzerinde
oynarlar ve kendisinden yukarıda bulunan âmirlerini ikna etmek için var
kuvvetleriyle çalışırlar. Tomar yazılarla kendilerini iş yapmış gibi gösterirler.
Amirleri onları çalışıyor sanırlar. Hâlbuki bu, çok yanlış ve hatalı bir meseledir.
Bunun için tekrar ediyorum, İçişleri Vekâletini, gerek Cami Beyefendi, gerekse
başka biri gelsin, derhal memurlarının icraatını yakından takip ederek, en fazla
namusuna, ahlâkına güveneceği arkadaşını göndersin, icraatını anlatsın. Artık
Millet tecrübe tahtası değildir. Falan zatı gönderelim, falan yerde tecrübe edelim.
Hayır, efendiler gördüğümüz, geçtiğimiz yerlerde memurları bilhassa çalışamıyor
bir halde gördük. Hâlbuki rica ederim, ne zamandayız? Fedakârlık lâzım. Yazık,
günah değil midir? Böyle tehlikeli zamanlarda kıymetli vakitlerimizi boşa
harcayalım. İçişleri Vekâletini yürüten Cami Bey, şahıslarına karşı hürmettim
olmakla beraber, vazifesini yapmamıştır. Bundan böyle de devamı Memleketimiz
için zarar olacaktır.
CAMİ BEY (İçişleri Vekili): Teşkilat ile alakalı kanunları Meclis değiştirmedikçe
ancak bu suretle hareket edebilirim, Vekâleti bu suretle ifa edebilirim. Binaenaleyh
bendenize kanunsuz, Refik Beyin dediği gibi, rastgele yürü, denirse ben

41
yürüyemem. Refik Bey kadar sözü uzatmak istemiyorum. Konya meselesi bir
Hükümet meselesidir. Kanuna göre valilerin tayini meselesi doğrudan doğruya
Hükümete aittir. Konya meselesini Hükümet dikkate almış, bir kaç aday üzerinde
uzun boylu müzakere edilmiş ve nihayet Haydar Bey’i tayin etmiştir.
(Konya Valisi sorunu uzun süre daha devam etti. Sonunda Mustafa Kemal Paşa kürsüye
çıktı.)

MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis ve Hükümet Başkanı): Efendiler, vali tayini


meselesi bahis mevzu olunurken, bunun bir Hükümet meselesi olduğu ifade edildi.
Ben Hükümet Reisi sıfatıyla pek müşkül bir vaziyette kalmış olduğumdan bu
noktada fikrimi izah etmek mecburiyetindeyim. Fakat valiler İçişleri Vekâletinin
teklifi üzerine Hükümet tarafından tayin olunur. Demek oluyor ki Memleketi idare
edecek olan valileri bulmak ve teklif etmek İçişleri Vekâletine ait bir meseledir.
Çünkü Hükümet kendilerine ait olan işleri terk edip de acaba nereye kimi ve
hangisini tayin edelim diye meşgul olamaz. Hükümet bu gibi teklifleri dikkate
almazsa ve bu meseleden dolayı bir fenalık ortaya çıkarsa o zaman mesuldür.
Konya'daki ilk vali azledilmişti. Onun yerine Vekâleten biri tayin edilmiştir ve en
nihayet Haydar Bey gitmiştir. Bugün tenkit edilen mesele, niçin oraya başında
vekil vazifelendirilmiş, bir vali tayin edilmemiş meselesidir. Meselâ Nurettin Paşa
niçin gitmedi, tayin edilmedi? Efendiler, Nurettin Paşa buraya teşrif ettikleri zaman
Konya'ya kendisini vali olarak göndermek düşünüldü. Hatta yalnız vali olarak
göndermek değil, o havali kumandanlığını da düşündük. Kendileriyle görüştük,
vazife salahiyet meselelerini dinledikten sonra Nurettin Paşa kabul etti. Fakat iş
henüz resmiyete dökülmemişti. O sıralarda Garp Cephesi Kumandanlığı da bahis
mevzu oldu. Oraya Ali Fuat Paşa Hazretlerinin kumandan olarak tayinine karar
verildi. Ben o günlerde Eskişehir’e gitmek mecburiyetinde idim. Ankara’ya
dönüşümde arkadaşlarım bana şunları söylediler. Nurettin Paşa onlara, beni
Konya'ya gönderiyorsunuz, büyük bir mıntıkada büyük bir salahiyet veriyorsunuz,
kuvvet veriyorsunuz, bana emniyet ediyorsunuz, yarın ben oradaki kuvvetlerle
sizin ve Hükümetin aleyhinde filan hareket edersem ne yaparsınız, demiş. Ayrıca
mühim meselelere karar verilirken benim de onayım alınmalıdır, demiş. Bunun
üzerine aslında biz senden teminat almalıyız, sen bizden ne teminatı istiyorsun,
dedik ve Hükümetin kararı üzerine kendisinin bir müddet daha kalıp görüşmesini
ve bizimle daha çok temas edip daha iyi anlaşmasını münasip gördük.
Binaenaleyh Konya'ya Nurettin Paşa bu suretle gitmemiştir. Hakikat bundan
ibarettir.
HÜSEYİN BEY (Elazığ): Efendiler, Genel Kurmay Başkanlığı tenkit olunduğu
sırada cephelerden bahsolundu. Esasen cephelerden ziyade kusuru başka yerde
yani arka taraflarda arayalım. Bendeniz Saruhan cephesinde bulundum. Oradaki
subayların ve askerlerin cesaretini, fedakârlığını gözümle gördüm. Şahit olurum ki
bunlar hakkında hiçbir suretle bir şey söylenemez. Orada bir Muharrem Bey var,
Alay Kumandanı Hasan Bey var. Bunların hepsini gördüm. Düşman üstün

42
kuvvetlerle iki taraftan sarkmış, onlar da geri çekilmeye mecbur olmuşlardır. İsmet
Bey’den bahsediliyor. İsmet Bey’i Diyarbakır'dan beri biliyorum. Bu adam son
derece vatanperver bir adamdır. Bunun için söz söylenemez.
(Oturuma kısa bir ara verilir. Aradan sonra oturumu Mustafa Kemal Paşa yönetmeye
başlar.)

MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Ekseriyet vardır efendim celseyi


açıyorum.
HAMDULLAH SUBHİ BEY (Antalya): Muhterem arkadaşlar, bir buçuk ay kadar
aranızdan ayrıldıktan sonra geldiğimde Meclisi asabi ve heyecanlı buldum.
Hâlbuki bendenizce Meclisin ve Meclisten doğmuş olan Hükümetin bu saatlerde
yapabileceği bir tek iş vardır, o da bütün aklını ve maneviyatını toplayıp kendinden
meydana getirdiği her kuvveti, tehditkâr bir dereceye gelmiş olan Yunan istilasına
karşı kullanmaktır. Başka her ne yaparsak hatadır. Hatırlayınız bu son Yunan
hareketi başlamazdan üç dört gün evvel Ankara'ya bazı haberler gönderilmişti.
Karşısında bulunduğumuz Yunan hareketi, İtilaf devletleri tarafından bize karşı
kullanılmış olan en son vasıtasından biridir. İtilaf Devletlerinin bir toplantısında
İtalya Dışişleri Nazırı’nın, Ankara Hükümetiyle müzakereye girişmek zamanı
gelmiştir sözü üzerine, Lloyd George der ki üç hafta, bir ay sabrediniz, bunun
neticesinde Ankara Hükümetiyle görüşmekte bir fayda umulur mu, umulmaz mı
anlarsınız. Üç hafta, bir aylık zamanın verebileceği neticeyi şimdi elde etmekle
meşguldürler. Eğer bize karşı hazırlamış oldukları tecavüz adımlarını mani
olabilseydik, bugün aleyhimizde tertip edilmiş olan suikastın önlendiğine şahit
olacaktık. Onlar da bizden doğmuş olan Hükümete müracaat ederek müzakereye
başlayacaklardı ve Anadolu’muzu kurtaracaktık. Fakat ne elim bir şey, ne derin bir
faciadır ki bir seneye yakın zavallı halkımızın bin müşkülâtla, bin felâketle
meydana getirmiş olduğu müdafaa tertibatı, bilhassa İstanbul'un hıyaneti neticesi
bir bir kırıldı. Emin olunuz ki cephelerde gördüğümüz son facianın en büyük
müsebbibi İstanbul'daki hainlerdir. Bilerek bilmeyerek, saray başta olduğu halde,
Anadolu'nun düşmesini hazırlamak hususunda Lloyd George'dan, Venizelos'dan
fazla çalışanlar, İstanbul'da beş on alçak ve namussuzdur. Bunlar Anadolu'nun
bütün cihan karşısında bir mucize güzelliğinde olan müdafaasını, içinden
çürütmek için ne mümkünse yaptılar. Zavallı genç köylülerimizi aldattılar. Padişah
sulh yapmıştır, köylerinize dönünüz, çoluk çocuklarınıza kavuşunuz, niçin silah
atıyorsunuz, gibi zehirleri hâlâ bugün yaymakla meşguldürler. Size iki küçük
hatıramı söyleyeceğim. Akşehir'e geldim, bir hangarın altında buğday yığınları
arasında bir adam askerleri toplamış konuşuyor. Yunan gelirse ne olur diyor, her
tarafta gavurlar yok mu? Her tarafta gavurlara tesadüf etmiyor muyuz? Gavurlar
aramızda zaten bulunmuyorlar mı? O gelecek gavurlarda bu gâvurlardan ibarettir.
Bir taraftan bazı ulema kendilerine düşen vazifeyi en asil ve en cömert bir
samimiyette yapıyorlar. Milletin başına geçmişler, müdafaanın ruhi vazifesini
görüyorlar. Diğer taraftan yine başlarında sarıklar halkı aldatanlar da var. Bunun

43
yanında subaylar trende şarkı söylüyorlar, Yunan kuvveti yirmi saat ötededir, yarın
buraya geldiğinde biz güleceğiz diye askerlerin morallerini yükseltiyorlar. Bu
bozguncular, İstanbul'dan aldıkları telkin üzerine, müdafaa tertibatının ruhunu
çürütmek için ne mümkün ise yaptılar ve yapıyorlar. Onun için tehlike azami
derecede büyümüştür. Eğer Yunan istilası demiryollarına ulaşırsa, korkuyorum bu
heyecan ile başladığımız münakaşa ve mücadele felâketle sona erer. Biz
bozulduk mu, bizim aramızda da telaş başladı mı emin olunuz arkadaşlar, sefalet,
felâket ve karanlık en son dehşetiyle üzerimize yıkılır. Yüce Meclisten, muhterem
arkadaşlarımdan bir ricam var. Eski bir milletin evlatlarına layık olan bir olgunluk
ile vaziyeti münakaşa edelim. Biz işe başladığımız vakit Memleketimiz yine
tehlikeler içinde idi. Biz üzerimize aldığımız mesuliyetin büyüklüğünden zerre
kadar habersiz değildik. Biz aramızdan Hükümetimizi kurduğumuz zaman onların
omuzlarına yüklettiğimiz vazifenin ne kadar ağır olduğunda zerre kadar tereddüt
etmiyorduk. Onlar, bir dakika için düşününüz, ne müthiş bir işi üzerine almışlardı.
Elleri altında bir ordu mu vardı? Onlara perişan olmuş, dağılmış, dağıtılmış bir
askeri kuvvet verdik. Hazinelerimiz mi vardı? Hayır. Büyük zorluklar içinde bir
memlekette idik. Millet bir gaye için birleşmiş miydi? Bütün kamuoyu bir merkez
etrafında toplanmış mıydı? Devamlı olarak fesat devam ediyordu. Cephelere
asker sevk edecek yerde cephelerden asker çekip içerideki isyanlara karşı sevk
etmeye mecbur oluyorduk. Bu kadar tehlike, bu kadar mahrumiyetler arasında
Hükümet ağır bir vazife aldı. Zannediyorum ki kendi aramızda, kendi duvarımızda
açabileceğimiz ilk yıkıntı, bizim için en büyük günahı teşkil eder, (alkışlar)
Mademki onlara büyük bir vazife verdik. Verdiğimiz mesuliyet hakikaten cihanın
en ağır mesuliyetlerinden biridir ve mademki şimdi yeniden adamlar getirip
vaziyeti öğretmek için kaybedilecek zamanımız yoktur. Vekillere ihtar ederiz,
işlerinin başına gitsinler, Memleketin maddi ve manevi kuvvetini Yunan Ordusuna
doğru çevirsinler. Şurada burada kendi gözümle gördüm. Eskişehir'e geldim,
yüzlerce zabit var. Herkes ayakta, herkes konuşuyor, herkes bağırıyor. Dinleyen
yok, anlayan yok. Hükümete soruyorum, Bursa'da vazifesini yapmadığı her
taraftan haber verilen bir kumandanın, Bekir Sami Beyin artık Orduda ne yeri
vardır? Vali olan Hacim Bey de vazifesini yapmamıştır. Çünkü o her şeyi yapmak
istemiştir. Hacim Bey çete reisi, Hacim Bey kumandan, Hacim Bey vali olmuştur.
Fakat asıl vazife zamanı geldiği zaman, en evvel o kaçmıştır. Bu sözlerde hata
varsa onlarındır. Size soruyorum. Cephelerde vatanınızı müdafaa edenler
bozguna ön ayak olurlarsa hâlâ işbaşında mı dururlar? Yoksa sizin önünüzde,
sizin mahkemenizde cevap mı verirler?
REFİK BEY (Konya): İstediğimiz budur zaten.
HAMDULLAH SUPHİ BEY (Devamla): O halde arkadaşlar vali meselesi, İçişleri
meseleleri, Milli Savunma meseleleri ayrı ayrı düşünülmelidir. Bugün biz
Hükümete bir vazife verdik. Vatan müdafaası en birinci vazifeleridir.
Kendilerinden talep etmek hakkımızdır ki Memleket müdafaası bakımından şurada
burada hataları sabit olanları, yeni perişanlıklara meydan vermeden, getirsinler ve
44
mesul tutsunlar. Biraz önce burada muhterem arkadaşım Refik Bey, bazı
meseleleri tetkik etti. Buna dair yalnız bir iki kelime söylemekle iktifa edeceğim. Bu
da vali seçiminin tarzıdır. Bu tarz ise doğrudan doğruya Hükümetin müşterek
mesuliyetidir. Efendim valiler vardır ki Fahri Bey gibi, hem vali ve hem
kumandandır. Vali olmak dolayısıyla İçişleri Vekâletini alâkadar eder ise
kumandan olmak dolayısıyla Milli Savunmayı alâkadar eder. Zaman daralmıştır.
Hatta Yunanlılar ana hatlarımıza yaklaştılar. Yeni bozgun başladığı zaman
korkuyorum ki burada da durmak mümkün olmayacak, perişan, sefil, rüzgâra
kapılmış yapraklar gibi dağılacağız. Hükümet bir şey düşümsün, bir tek şey
düşünsün, o da son silahı, son adamı müdafaa teşkilatına katmaktır. Bendeniz
inanıyorum ki halkın ruhuna temas etmiş bir adam olarak söylüyorum, Milletimiz
hâlâ müdafaaya hazırdır. Hâlâ kahramandır hâlâ can verir, kan verir, para verir,
icap eden her şeyi verir. Öyle genç subaylarımıza tesadüf ettim ki azami bir
namusla, en derin bir vatanperverlikle teşkilat yapmış, etraflarına moral vermiş,
çalışıyorlar, cephelerden müracaat edildiği zaman derhal üç yüz kişi, dört yüz kişi
yollayabiliyorlar. Binlerce delikanlılar görürsünüz, bunlar muhakkak sevk edilebilir,
kullanılabilirler, Vatan müdafaası için büyük yararlıklar gösterebilirler. İşbaşındaki
adamların sersemlikleri, körlüğü, ruhlarındaki gaflet ve perişanlıktan dolayı ortada
hiçbir eserleri yoktur. Bunun için Hükümetten rica ediyoruz. En hassas bir ruhla
Memleketin bütün faaliyetlerini, cephelerde azami ihtiyaç gösteren yerlere
çevirsinler. Çürük şeyleri ayıklasınlar. Millet hazırdır. Son müdafaasında kırk elli
bin kişiyi kolay kolay verebilir. Seyyar bir kuvvet, mükemmel bir kumandanın eli
altında emir alan muntazam bir kuvvet, dağınık düşmanı parça parça ezer.
Yunanlılara yapacağımız iki darbede, Anadolu’nun zaferi yeniden yükselecektir.
Emin olunuz ki son davamızı kazanırız ve Anadolu'yu kurtarırız. Tarihîn önünde
vatan da en büyük tehlikeyi defetmiş şerefli bir nesil olarak kalabiliriz. (şiddetli ve
sürekli alkışlar, müzakere kâfi, sesleri)
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Bolu Mebusu Nuri Bey tarafından
verilen önergeyi okutuyorum.

TBMM Başkanlığına
Umumi vaziyetimizin Hükümetin durumunu daha fazla sarsmaya müsait
olmadığından, Konya Mebusu muhterem evlâdım Refik Bey ve arkadaşlarının
birinci ve ikinci önergeleri üzerine cereyan etmekte olan müzakerenin
yeterliliğini ve aynı zamanda adı geçen vekiller haklarında güvenimizi teyit
ederek vazifelerinde serbest bırakılmalarının reye konulmasını teklif ederim,
Efendim. 13 Temmuz 1920
Bolu Mebusu
Nuri
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Müsaade buyurursanız bu önergeyi
reye koyuyorum. Kabul edenler lütfen ellerini kaldırsınlar. (müzakere kâfidir,

45
sesleri) Bu önergede müzakerenin yeterliliği ve Hükümetin haiz oldukları... (hacet
kalmadı, sesleri) Müsaade buyurun efendim.
BİR MEBUS BEY: Aksi bir karar verilmedi.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Binaenaleyh Hükümete güvenoyu
verilmesini uygun görenler, bu önergeyi reye koyuyorum, uygun görenler...
(anlayamadık, sesleri) Haşim Bey, buyurun buraya kürsüye geliniz.
HAŞİM BEY (Çorum): Zannedersem Hükümet bir güvenoyu talebinde bulunmadı.
Böyle güvenoyu talebinde bulunmayan bir Hükümete tekrar itimat vermek niçin
bahis mevzuu oluyor?
MUSTAFA TAKİ EFENDİ (Sivas): Önerge esas itibariyle hakikaten bir gensoru
isteği değildir ve bu gibi önergeler oylanamaz. Eğer bu gensoru önergesi olsaydı
oylama yapılırdı. Fakat sonradan arkadaşlardan bazıları tuttular soru önergesi
yerine koydular. Sonra gensoru şeklinde bir önerge daha verdiler. Onun için
öncelikle bu durum karara alınsın.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Bu önergeyi reye koyuyorum, kabul
edenler ellerini kaldırsınlar. Önerge reddedilmiştir. Şimdi Ali Şükrü Bey’in
önergesini okutuyorum.

TBMM Başkanlığına
Bu ana kadar devam eden müzakerelerden, Hükümet arasında uyum ve
anlaşma mevcut olmadığı anlaşıldığı için, müzakere şimdilik kâfi görülerek bir
parlamento tahkik heyeti vasıtasıyla Hükümet hakkında tahkikat yapılmasını ve
bu heyetin vereceği raporun bir gizli celsede müzakeresine karar verilmesini
teklif ederim. 13 Temmuz 1920
Trabzon Mebusu
Ali Şükrü
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Reye koyuyorum. (ret, ret sesleri)
Reddolundu. Şimdi de Hasan Fehmi Bey tarafından verilen önergeyi okutuyorum.

TBMM Başkanlığına
Verilen izahatın yeterliliğiyle Hükümete güven verilmesini ve gündemdeki
maddelerin müzakeresine geçilmesini teklif eylerim. 13 Temmuz 1920
Gümüşhane Mebusu
Hasan Fehmi

46
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Kabul edenler ellerini kaldırsın. Kabul
edildi, Efendim. Binaenaleyh müzakerede yeni bir şey yoktur. Yarın toplanmak
1
üzere toplantıyı tatil ediyorum.

17 TEMMUZ 1920: MUSTAFA KEMAL PAŞA İLE BERABER CEPHEDEKİ


ASKERLERİ ZİYARETE GİDECEK HEYETİN SEÇİMİ
(1.Dönem, 1.Yasama Yılı, 36.Birleşim, Gündem: 3/1)
Bir ay önce Ordu Komutanlığı yetkisi ile Garp (Batı) Cephesi
Komutanlığı kurulmuş ve 20.Kolordu’ya bağlı birlikler ile Kuva-yı Milliye
çeteleri bu komutanlığa bağlanmıştı. Kolordu Komutanı olan Ali Fuat
Paşa da Garp Cephesi Komutanı olmuştu. Yunan kuvvetleri ile TBMM
kuvvetleri arasında yer alan bu cephedeki Türk birliklerinin maneviyatını
yükseltmek amacıyla milletvekilleri Eskişehir, Kütahya ve
Afyonkarahisar’da incelemelerde bulunacaklardı.

CELALETTİN ARİF BEY (Başkan Vekili): Efendim Reis Paşa Hazretleri bir iki gün
içinde cephelere ziyaret buyuracaklar. Beraberlerinde de ulema ve diğer
arkadaşlardan on kadar mebusun bulunmasını arzu buyuruyorlar. Tabii ki böyle
bir heyet, Meclisin selâmını oradaki mücahitlerimize gönderecekler ve oradaki
vaziyeti de inceleyecekler. Eğer Yüce Meclisiniz bunu tasdik buyururlarsa, lütfen
aranızdan on kişi seçelim. Kabul ediliyor mu Efendim? (hay hay sesleri) Kabul
edenler lütfen ellerini kaldırsınlar. Kabul edildi Efendim. O halde seçime geçiyoruz.
BİR MEBUS BEY: Reis Paşa Hazretleri, kendisi seçseydi daha iyi olurdu.
CELALETTİN ARİF BEY (Başkan Vekili): Müsaade buyurun Efendim. Evvela kura
teklifini reye koyuyorum. Kura ile seçimi kabul edenler lütfen ellerini kaldırsınlar.
Kabul edildi. Şimdi kura çekeceğiz.
(Heyetin belirlenmesi için kura çekilir. Heyet listesi hazırlanır.)

CELALETTİN ARİF BEY (Başkan Vekili): Şimdi efendim, Mustafa Kemal Paşa ile
birlikte Cepheye ziyarete gidecek heyetin isimlerini okuyorum. Osman Zeki Bey
(Kayseri), Sabit Efendi (Kayseri), Halil İbrahim Efendi (Antalya), Rüstem Bey
(Ankara), Hilmi Bey (Bolu), Necati Bey (Bursa), Yasin Efendi (Antep), Hamit Bey
(Biga), Hacı Süleyman Efendi (İzmir), Feyzi Efendi (Malatya), on kişi oldu.
RAGIP BEY (Kütahya): Müsaade buyrulursa bir şey arz edeceğim. Malûmunuz
cephelere gidecekler arasında ulemadan da bulunursa tesir başkadır. Onun için
hiç değilse İlmiye Komisyonundan iki üyeyi kendileri seçsinler. On iki kişi olsun.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (12 Temmuz 1920), c.2, s.292-303, .Dönem, http://www.tbmm.gov.tr/
47
CELALETTİN ARİF BEY (Başkan Vekili): Yalnız bir arkadaşımızın bir teklifi var,
Efendim. Reis Mustafa Kemal Pasa Hazretleriyle cepheye gidecek olan heyetin
Vatan mücahitlerimize eli boş alarak gidip ziyaret etmemeleri hakkındadır.
Önergeyi okutuyorum.

TBMM Başkanlığına
Reis Mustafa Kemal Paşa Hazretleriyle beraber cepheye gidecek olan
Heyet, Vatana müdafaa edenlere eli boş olarak ziyaret etmemiş olmak için ve
mücahitlerimize Meclisimizin bağlılık ve samimi muhabbetlerini takdim etmemiz
uygun olur. Bunun için üyelerimiz uygun görürlerse arzu ve gücümüz
nispetinde asker kardeşlerimize çay, şeker, kahve, tütün gibi hediyeleri
götürmelerini arz ve teklif ederim, Efendim. 17 Temmuz 1920

Erzincan Mebusu
Tevfik
HAŞİM BEY (Çorum): Sırası değil.
FEYZİ EFENDİ (Malatya): Pek çok muvafık.
CELALETTİN ARİF BEY (Başkan Vekili): Kabul buyrulur mu, Efendim? Kabul
1
edenler lütfen etlerini kaldırsın. (kabul, kabul, sesleri) Kabul edildi, Efendim.

9 AĞUSTOS 1920: GİZLİ OTURUMDA MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN,


BURSA'NIN YUNAN İŞGALİNE GİRMESİ HAKKINDA KONUŞMASI
(1.Dönem, 1.Yasama Yılı, 45.Birleşim, Gündem: 6/1)
Temmuz Ayı ortalarında Mustafa Kemal Paşa ile birlikte Batı ve
Güney cephelerine inceleme gezisi yapacak olan on kişilik bir heyet
seçilmişti. Bu Heyet Ankara'dan trenle önce Eskişehir'e gelmiş ve
Garp Cephesi Komutanı Ali Fuat Paşa'nın da katılmasıyla, Bozüyük,
Bilecik ve Yenişehir'de cepheyi dolaşmıştır. Mustafa Kemal Paşa
buralarda askerlerle ve halkla konuşmuş, gördüğü eksiklikler ve
aksaklıklar hakkında ilgililere gerekli uyarılarda bulunmuştur.
CELALETTİN ARİF BEY (Başkan Vekili): Söz Mustafa Kemal Paşa
Hazretlerinindir.

1
TBMM Zabıt Ceridesi (17 Temmuz 1920), c.2, s.347-354, .Dönem, http://www.tbmm.gov.tr/
48
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Muhterem arkadaşlarım, on bir gün
seyahatten sonra Yüce Heyetinizle tekrar birlikte olduğum için çok mutluyum. (hoş
geldiniz, safa geldiniz sesleri) Arkadaşlarımızla beraber yaptığımız seyahatimiz
hakkında bir fikir vermek için seyahatimiz hakkında bilgi vereceğiz. 27 Temmuz
1920 akşamı idi, arkadaşlarımızla Ankara’dan ayrıldık. Ertesi gün Eskişehir’e
vardık. Eskişehir’de Garp Ordusu Kumandanı Ali Fuat Paşa Hazretleriyle umumi
vaziyet hakkında mütalaada bulunduktan sonra kuzeye hareket ettik. Bursa’yı
işgal etmiş olan düşman karşısında bulunan kuvvetlerimiz büyükçe bir grup teşkil
eder ve bunun ismine de Ertuğrul grubu demişlerdir. Daha kuzeydeki Adapazarı
ve havalisinde bulunup İzmit’e karşı vaziyet alan kuvvetlerimize kadar
seyahatimizi devam etmek istedik. Binaenaleyh Ertuğrul grubundan başladık.
Yalnız Bilecik’e vardığımızda, Adapazarı havalisinde bulunan Müslüman ahaliye
Meclisinizin selamlarını ve yaptığınız hizmet ve fedakârlığı bildirdik. Bilecik’te
Kolordu Kumandanı Albay Kazım Bey tarafından karşılandık ve o geceyi Bilecik’te
geçirdik. Buradaki İstasyonda iken askeri kıtayı teftiş ettik. Ertesi gün Bilecik’ten
bütün arkadaşlarımızla araba ile Eskişehir istikametinde hareket ettik. Bu
istikamette, Yenişehir ovasına hâkim bulunan yerlerde mevzilerimiz bulunuyor.
Buranın ilerisinde doğrudan doğruya düşman müfrezeleriyle temasta bulunan
müfrezelerimiz ve bunun gerisinde süvari müfrezelerimiz var. Bunları görmedik,
yalnız asıl mevzii üzerinde bulunan kuvvetleri gördük. Yenişehir doğusundaki
mevzi üzerinde, bizzat arkadaşlarımızla ve orada mesul olan kumandanlarla
beraber tetkikatta bulunduk. Bu tetkikatımıza göre bu mevzi, Yenişehir üzerinden
gelecek bir düşmana karşı koyacak bir mevzidir. Bu mevzii işgal etmek ve bu
mevzide vazife etmek üzere ayrılmış olan kuvvetleri de teftiş ettim. Bu kuvvetler
kendilerine verilen vazifeleri yapabilecek kabiliyet ve kudreti göstermişlerdir. Bizde
bıraktıkları kanaat budur. Yalnız bu gördüğümüz kuvvetler, yeniden teşkiline
süratle başlanmış kuvvetlerdir ve miktarını daha bir iki misli yapmak lazımdır.
Daha gerilerde depo halinde teşkil etmek ve bunları tertiplemekle meşgul
bulunuyorlar. Bu kuvvetleri arzu ettiğimiz derecede mükemmel görmedik. Askeri
bakımdan teftiş ve tetkik ile meşgul olmakla birlikte, bir taraftan da arkadaşlarımız
muhtelif guruplara ayrılarak doğrudan doğruya askerleri aydınlatmak için lazım
gelen konuşmaları, açıklamaları yaptılar. Bundan sonra tekrar hemen aynı günde
geriye döndük. Bilecik’ten trene bindik. Karaköy istasyonuna çıktık ve oradan
arabalarla Pazarcık’a gittik. Pazarcık, Bursa istikametinde ve vaziyete göre ve her
vakit fevkalade mühim olan bir istikamette bulunuyordu. Gerek bu karargahın ve
gerek karargahta mevcut olan kıtaların ve doğrudan doğruya Pazarcık ahalisinin
bizlere karşı gösterdikleri samimi kabul, hepimizi fevkalade memnun etmiştir.
Askeri vaziyet de fevkalade muntazamdır. Ertesi gün sabahleyin tekrar arabalarla
ve arkadaşlarla iki saat kadar yol aldıktan sonra, büyükçe bir askeri kıtaya ulaştık.
Bu kıtayı teftiş ettik. Kıtanın talim ve terbiyesi ve kumanda heyeti bizi son derece
memnun etti. Bu teftiş ettiğimiz kıta, Ertuğrul Gurubunun bulunduğu cephe
gerisindeki ihtiyat kıtasıdır. Bunu gördükten sonra İnegöl’e vardık. Burada
düşmanla temas halinde bulunan muhtelif kuvvetlerimiz ve kıtalarımız vardır.
49
Orada mevziin tetkikiyle bir müddet kaldık. Bu mevzi de çok iyi seçilmiştir ve iyi bir
mevzidir. Vakit az olduğundan yola çıkıp Pazarcık’a döndük, sonra da tekrar
Karaköy istasyonundan tren alarak Ertuğrul’a gittik. Buradan Eskişehir’e döndük.
REFİK BEY (Konya): Efendim izahata başlamadan önce, salonunu terk etmeyen
muhterem arkadaşlarım müstesna olmak üzere, çoğunluğu muhafaza etmeyerek
dışarıya çıkan arkadaşlarımız, samimi olarak diyorum ki şu vaziyetimizle bugünkü
zor işi yapan ve düşman karşısında göğüslerini geren arkadaşlarımıza karşı
acaba temsil vazifenizi bilmiyorum ne dereceye kadar layık olduğu ehemmiyetle
takip ediyorlar. İsterseniz darılınız, isterseniz güceniniz muhterem arkadaşlar,
efendiler, bendeniz diyorum ki bu gayet mühim bir celsedir. Arkadaşlarımın
isteyerek dinleyeceği ve takip edeceği, cephelerden gelen arkadaşların izahatı
hakkında malumat edineceği mühim bir celse iken, bir kaç dakika için kendimizi
yormak külfetine katlanmıyoruz da dışarıya çıkıyoruz.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Yorgunluk geldiği için.
REFİK BEY (Devamla): Efendiler, seyahatimizin askeri vaziyeti hakkında,
Reisimiz Mustafa Kemal Paşa Hazretleri tarafından lazım gelen izahat yapıldı.
Bendenizin izahatı gerek halk ve gerek askerle vuku bulan temaslarımıza dair
olacaktır. Buradan çıktığımızın birinci günü, Paşa Hazretlerinin de buyurdukları
gibi, Eskişehir'de kaldıktan sonra seyahatimize devam ederek Bilecik istasyonuna
vardık. Birçok halk tarafından karşılanarak şehre girdik. Bilecik'te görüştüğümüz
halk şöyle bir mesele üzerinde duruyorlardı. Hepimiz biliyoruz ki yalnız Bursa,
Salihli, Akhisar ve Alaşehir felâketleri neticesinde bilhassa o hudutlarla, o
cephelerle alakadar olan halk arasında hakiki ve endişeli bir sarsıntı meydana
gelmişti. Bilecik'te görüştüğümüz ahalinin bu mesele üzerindeki fikir ve kanaatini
tetkik ettik. Halk, şimdiye kadar birçok felaketler görülmüştür, böyle felaketlerin
sebepleri tetkik olunup da ona sebep olanlar maalesef cezalandırılmamıştır, diyor.
Halk bu hakiki noktaya temas ederek diyordu ki teşrifinizi kabul ediyoruz, fakat
bekliyoruz ki bir icraat görülsün. Şuradan buradan topladığımız malumat, Bursa
faciasına oradaki Kumandan ile Valinin sebebiyet verdiklerini, bu işte doğrudan
doğruya onların alakadar olduklarını ve orada husule gelen heyecanın onlar
tarafından gösterilen mantık dışı harekâttan ileri geldiğini ve bunlar hakkında ufak
bir muamele dahi yapılmadığını işitiyoruz. Bursa faciası, Bursa Valisinden, Bursa
Kumandanından sorulsun, diyorlar. Milletin karşısında açıktan açığa desinler ki şu
sebepten dolayıdır. Halkın buradaki hissiyatına bendeniz de şahsen iştirak ettim
ve hâlâ o iddiadayım. Yüce Heyetinizden temenni ediyorum ki binlerce seneden
beri tarihimizin payidar olduğu, atalarımızın yaşadığı o mübarek topraklar böyle
felaketlerle, düşmanın kirli ayaklarıyla çiğnendiği sırada, o felaketin başında
bulunan kumandanlar, idareciler haklı olsalar bile, gelip Meclisin huzurunda o
felaketin hesabını versin, diyorlardı. Bundan başka olarak halkla olan
temaslarımızda diyorlardı ki hakikaten cehennemi azap içinde günlerimiz geçti.
Hiç ümit etmediğimiz, beklemediğimiz bir günde bir felaket haberi duyuluyordu. Bir

50
de baktık Bursa'dan bir tufanı baş gösterdi. Sebebini aradık, kimsenin kimseden
haberi yoktu. Geliyorlar gidiyorlar haberleri hepimizi korkutuyordu ve çok yazık ki
Kumandanın, Valinin ailesi de kaçıyordu. Hatta muhafaza altında gidiyorlardı.
Bunu gören halk tabiatıyla bir telaşa düştüler ve ne yapacaklarını şaşırdılar.
Cenabı Hakkın yardımına binlerce şükür olsun, vazifesini idrak eden, Memleketin
felaketi önünde her türlü tehlikeyi nefsi için kabul ederek hiç bir şeyden yılmayan
subay, kumandan ve ahali bu tehlikenin önüne geçiyorlar ve derhal bir canlılık, bir
topluluk gösteriyorlar.
BİR MEBUS BEY: Bunlar kimlerdir?
REFİK BEY (Devamla): Bendeniz şahıs üzerine söylemeyeceğim. Çünkü pek çok
gürültüye sebep olur. Derhal bu vaziyette gerek merkezden verilen emirler ve
gerek oradakilerin derhal o bozgunluğa nihayet vermek ve o şaşkınlığı gidermek
için lazım gelen vaziyeti alıyorlar. Ondan sonra Ordu kıtaları iş başına geçiyor. Bu
suretle Bursa faciasının husule getirdiği sarsıntıya bir dereceye kadar mani
olunuyor. Burada da halk bir şeyden daha şikayet ediyordu, Bilecik ahalisinin bize
vermiş olduğu malumattan bahsediyorum, diyorlardı ki bir seneden beri Kuva-yı
Milliye ki biz onu her manasıyla kendi ruhumuzdan doğan bir kuvvet olmak üzere
alkışlamış ve bu suretle beslemiştik. Fakat karşımızda bulunan düşman,
muntazam bir şekilde karşımıza geldiği için Kuva-yı Milliye, emir ve kumandadan
da mahrumdu. Bir kıtası, bir müfrezesi tarafından muvaffakiyet gösterirken diğer
taraftaki onun muvaffakiyetini hiçe indirecek bir şey yapıyordu. Sizden rica
ediyoruz. Muhterem Reisimiz Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine derdimizi
anlatınız, bizi bu cephemizde Ordu ile takviye etsinler. Bugünden itibaren,
Bilecik'ten ileride düşman karşısında bulunan kuvvet Ordu kıtaları olduğu için halk
itimat ediyor. Artık Bursa'da görülen felaketin baş göstermeyeceğine kani
bulunuyorlar. Oradaki halkın duyguları ve tehlike önünde fedakârlıklarına gelince,
hakikaten Ordu eline alır almaz halk etrafına toplanmış, askeri ihtiyaç komisyonu
adı altında bir komisyon vücuda getirmişler. Büyüğü, küçüğü, fakiri, zengini onun
etrafına toplanmışlar, ordunun ihtiyaçları neden ibaret ise onun temini ile
uğraşıyorlardı. Buradan geçtik, cepheye gittik. Biz orada askerleri ayrı ayrı, grup,
grup toplayarak, arkadaşlarımız muhtelif yerlere ayrıldılar ve onlara Meclisimizin
onlar hakkındaki selam ve itimadını ve vazifelerinin bugünkü günde pek kutsal ve
ulvi olduğunu söyledik ve kendilerinin de ne gibi vazifelerle karşılaştıklarını,
anlayabilecekleri bir lisanla söyledik ve anlattık. Oradan Karaköy İstasyonuna
gittik. Burada ismini hürmetle anmaya mecburum, bir muhterem kumandan var,
Arif Bey isminde bir kumandan. Bu kumandan ruhiyle, kanaatiyle, imanıyla,
aşkıyla kendisine verilen mukaddes vazifeye sarılmış, yalnız kendisi kalmamış,
gerek kumanda heyeti ve gerek bilumum askerleri, kumandandan almış oldukları
ruh ile orada her türlü fedakârlığı kendi hesaplarına kaydettiklerini ispat
etmişlerdir.

51
MUHİTTİN BAHA BEY (Bursa): Arkadaşlarımın bilhassa Bilecik, İnegöl
cephelerine gideceğini öğrendiğim zaman, kalbimde derin bir arzu, derin bir aşk
ve derin bir temayül ile beraber gitmek ihtiyacını hissettim, rica ettim. Müsaade
buyruldu, ben de bu heyete iştirak ettim. Evvela Bilecik’e gittik. Orada bedbaht
hemşerilerimi gördüm. Gözleri nemli ve elleri titriyordu. Benden bir ümit almak için
sordular. Ne var, ne yok, nasılsınız? Ben de onlara sordum, siz nasılsınız, burası
nasıldır? İki taraf da birbirlerine verecek tam bir cevap bulamayarak, inşallah iyi
olur, dualarıyla ayrıldık. Cepheye gittim. Gördüğüm şeyler bende ümit uyandırdı,
efendiler. Bilecik'ten, uzaktan uzağa gördüğüm Bursa'nın masum halkındaki
hüznü anlatmayı vicdani bir vazife biliyorum. Onun için yorulmuş kulaklarınıza
sabır ve tahammül vermenizi rica ederek bir, iki söz söyleyeceğim. Efendiler,
Bursa halkı, vatani vazifelerini yerine getirmekten çekinmiş değillerdir. Hepiniz
pekâlâ bilirsiniz ki bu mübarek Anadolu toprağında yaşayan her fert, aynı
masumiyete, aynı saflığa haizdir. Bana sadece Konya'dan, bana Kütahya'dan,
bana Bursa'dan, bana Kastamonu'dan bahsetmeyiniz. Bana Anadolu’dan
bahsediniz ki o altı yüz sene önce ne ise, şimdi de odur. Başına geçip de onun
babası, onun ağabeyi olan, onun elinden tutarak, onun felâketini beraber gören,
felâkete onunla beraber gidenleri, başlarına koymadığımız içindir ki böyle oluyor
Efendim. Binaenaleyh efendiler, Bursalılar böyle yapmıştır, kaçmıştır demeyiniz.
Bursalıların eğer hataları varsa, Bursalılar eğer vazifelerini yapmadılarsa,
yaptırılmadığındandır. Efendiler 173. Alay Bursa'nın müdafaasına vazifeli idi.
Bunun bütün askerleri Bursalıdır ve o askerlerin hiçbiri kaçmış değildir. Eğer
Eskişehir'de bulunan dosyalar bir heyet tarafından okunursa anlaşılır ki 173.
Alaydan Bursalı bir tek asker kaçmamıştır. Diğer bir alaydan bir subayın kaçtığı
için, bir subay onlara gidelim dediği için o diğer Alay bozulmuştur. O bozulunca
173. Alay da aldığı bir emir üzerine esir düşmek ihtimali olduğu için çekilmiştir.
BİR MEBUS BEY: O subay ne oldu?
MUHİTTİN BAHA BEY (Devamla): O subayın ne olduğunu bilmiyorum. Memleketi
ayrı ayrı düşünmek doğru değildir. Kütahyalıları gördük, on gün zarfında, Paşa
Hazretlerinin pek güzel ifade ettiği gibi, harikalar göstermişler ve bin sekiz yüz kişi
hazırlamışlardır. Kütahyalılar bir ay evvel ne idi? Bursalılar gibi onlar da sizin
gözünüzde vazifelerini yapmayan ahaliden ibaretti. Konya'da bir şey yoktur. Yarın
bir ay, iki ay sonra Kütahya'da gördüğümüz bin sekiz yüz kişiye karşılık orada on
bin sekiz yüz kişi görürüz. Binaenaleyh zavallı halkı, zavallı köylüleri kabahatli
görmeyelim. Vazifesini yapmayan bunlar değil, kabahatli biziz. Vazifesini
yapmayan bu Memleketin aydınlarıdır, vazifesini yapmayan bu Memleketin
zenginleridir. (çok doğru, sesleri) Deniliyor ki Bursa bir heyet göndermiş ve
Yunanlıları Bursa'ya davet etmiştir. Hayır, efendiler buna teşebbüs etmek isteyen
dört, beş kişi belki vardır. Fakat bunlar alçak ve rezil maksatlarını asla söylemeye
cesaret edememişlerdir. Yalnız burada ispat edeceğim bir kaç dışarıdan gelen
vardır. Belki damarlarında Rum kanı bulunan iki, üç kişi, bir Rum ile beraber bize

52
geldiler. Kardeşim Osman Bey de zannedenim Necati Bey de vardı. Bize dediler ki
fakat bunlar bir kaç kişiden ibarettir ve Bursalı değildirler.
BİR MEBUS BEY: Bursa'yı müdafaa mı ediyorsunuz?
MUHİTTİN BAHA BEY (Devamla): Hayır, Bursa'yı müdafaaya çıkmadım. Bu bir
tarih meselesidir. Ben bunu temizleyeceğim. Dinlemek istemeyen çıkar gider,
Efendim.
BİR MEBUS BEY: Felaketin kaynağını söylüyor.
MUHİTTİN BAHA BEY (Devamla): Rica ederim, Osmanlı tarihinden Bursa'yı
çıkarmak isteyenler var. Dediler ki bir katliamdan Bursa’yı kurtarmak
mecburiyetindeyiz. Binaenaleyh, işte birkaç arkadaş ile beraber geldik, bir karma
heyet yapacağız. Rumlarla beraber müşterek bir heyet yaparak Bursa’nın idaresini
tanzim edeceğiz. O zaman Osman Nuri Bey Kardeşim ve ben onlara icap eden
dersleri verdik ve onlara çıkıştıktan sonra, hakikaten kendi soydaşlarına hizmet
eden Rum’a da siz bizim hakkımızı teslim ederseniz, siz de olsanız böyle
yapardınız, dedik. Rum güldü ve tasdik etti. Hepsi beraber çıktılar, gittiler.
Beyefendiler herkesin hakkını vermek lâzımdır. Vali Hacim Bey bize gelen
adamlardan ikisini tevkif etti. Siz böyle yaptınız ve böyle bir hıyanette bulundunuz
diye tevkif etti. (idam etmesi icap ederdi, sesi) Bu sayfayı burada kapadıktan
sonra, Bursa'nın hakkını verdikten sonra, bana ümit veren bir kaç sahneyi, arz
edeceğim ve sözlerime nihayet vereceğim. Sizin sabrınızı suiistimal edecek
değilim. İnegöl cephesinde efendiler, ağaçlar arasında, sisler arasında
askerilerimizi gezerken, onların ayrı ayrı ellerini sıkarken, on beş yaşında bir
çocuk gördük. Bu çocuk dikkatimizi çekti. Oğlum burada ne geziyorsun, dedim.
Vatani vazifemi yapmaya geldim dedi. Sen dedik, oğlum hiç muharebe ettin mi?
Ettim, İzmir cephesinde askerler arasında ben de bulundum dedi. O küçük
çocuğun, fakat o büyük kalbin yanında biz bir parça küçüklük hissederek, onu
okşayarak elleri sıkarak ayrıldık. Bir diğer yerde on altı yaşında bir çocuğa daha
rast geldik. Mübarek bayrağımızı, altı yüz seneden beri bize şan veren, bize
istiklâl veren, fakat bugün tehlikede bulunduğundan dolayı onu tehlikeden
kurtarmak için hepimizin yemin ettiği güzel bayrağımızı o çocuğun elinde gördük.
İhtiyarlar, elli altmış yaşında adamlar bulunan Ordu içinde, yirmi otuz yaşında
kahramanlar bulunan ordu içlinde, o güzel bayrak on beş, on altı yaşında bir
çocuğa verilmişti. Ona o kadar itimat etmişler, onun imanına, onun Türklük ve
Müslümanlık ruhunu temsil etmesine o kadar iman etmişler ve o kadar itimat
etmişlerdir ki o bayrağı ona vermişler ve haydi oğlum demişler, sana altı yüz
senelik Osmanlı tarihimizin mübarek bayrağını müdafaa et, demişler. O kahraman
çocuğun ellerini tutuk, oğlum Allah seni Millete bağışlasın dedikten sonra ayrıldık.
Uşak'ta bize böyle iki yavru, iki çocuk daha gösterdiler. Biri Feridun, biri Fehmi,
bunlar süs için silahlarını kuşanmış değillerdi. Feridun adındaki çocuk, on iki, on
üç yaşında babası ile beraberdi ve bir parmağı bağlı idi. Sorduk, düşmanla
muharebe ederken parmağı yaralanmış dediler. Üzülmek elbette bizim için
53
değildir. Belki cephe bizim ümit ettiğimizden daha fazladır ve daha fazla olacaktır.
Belki değildir. Fakat biz kalbimize ve imanımıza bakalım. Bilhassa bu Mecliste
vatani bir meseleden bahsedilirken kapıdan dışarı çıkmayalım. Kendi
hemşerilerinden bahsediyor demeyelim ve biz mesuliyeti evvela kendimize tatbik
edelim. Daha söylenecek pek çok sözlerim var. Fakat görüyorum ki diğer söz
söyleyen arkadaşlarımın sözleri dinlenilmediği, solondan çıkıldığı gibi bana da
1
böyle yapılmaması için sözümü kesiyorum.

14 AĞUSTOS 1920: BURSA’NIN İŞGALİNDE İHMALİ GÖRÜLEN YÖNETİCİLER


HAKKINDA VERİLEN GENSORU ÖNERGELERİNİN GÖRÜŞÜLMESİ
(1.Dönem, 1.Yasama Yılı, 48.Birleşim, Gündem: 5/4)
Bursa’nın Yunanlılar tarafından işgali üzerinden bir aydan fazla bir
zaman geçtiği halde, Mecliste bunun öfkesi hala dinmedi. Bursa Valisi,
Kolordu ve Tümen komutanları hakkında verilen soru önergesi görü-
şülürken, bu önerge Hükümete verilen gensoruya dönüştü. Genel Kur-
may ve Garp Cephesi Komutanlığı, adı geçen komutanların, askerlik
gereği geri çekildiklerini açıkladılar. Mustafa Kemal Paşa da sorum-
luluğu üzerine alarak, geri çekilme emrini kendisinin verdiğini söyledi.

(Bursa’nın Yunan işgaline uğramasında hataları ve ihmalleri olduğu iddiasıyla, Bursa


Valisi Hacim Muhittin Bey, Kolordu Komutanı Bekir Sami Bey ile Tümen Komutanı Aşir
Bey’in azledilmelerine ve Harp Divanına verilmelerine dair Afyonkarahisar Milletvekili
Mehmet Şükrü Bey’in, İçişleri Bakanlığına ve Genel Kurmay Başkanlığına verdiği iki soru
önergesi okundu.)
İSMET BEY (Genel Kurmay Başkanı): İki önerge birbiriyle alâkadar olduğu için
bendeniz her ikisine birden cevap vermek istiyorum. Bunlarda üç nokta bahis
mevzu ediliyor. Birincisi adı geçen kişilerin Bursa ve Alaşehir’in düşmesine sebep
gösterilmesi, ikincisi bu kişilerin vazifelerinden azledilmeleri, üçüncüsü de ne için
Harp Divanına teslim edilmedikleri meselesidir. Birinci noktaya cevap veriyorum.
Bursa ve Alaşehir’in düşman eline geçmesi, kumandanların kusurları neticesi
değildir. Bu felâketler, ateşkesten sonra ve özellikle İzmir’in işgalinden beri devam
eden devrede, Ordunun ve Memleketin iç ve dış düşmanlar tarafından ortaya
koydukları tahribat neticesidir. Bu felaket tarafımızdan tahkik edildi. Bizim
tahkikatımıza cevaben Garp Cephesi Kumandanının elimizde bu hususa dair
raporları vardır. Üçüncü noktaya cevap veriyorum. Sözü edilen kişilerin
vazifelerinden ayrılmaları, hatalarının resmen teyit edilmesine delil olamaz. Bu

1
TBMM Zabıt Ceridesi (9 Ağustos 1920), 1.Dönem, c.3, s.149-163, http://www.tbmm.gov.tr/
54
mesele hakkında Cephe Kumandanı harp divanına verilme için bir sebep
görmediğini de belirtmiştir. Raporun bununla alakalı kısmını okuyalım.

Genel Kurmay Başkanlığına


Büyük Millet Meclisinin ısrarlı arzusu üzerine Albay Bekir Sami Bey,
Hükümet kararıyla 20.Kolordu Kumandanlığından alınmış ve Yarbay Aşir Bey
ise Büyük Millet Meclisi Tetkik Heyetinin Uşak cephesini yaptığı teftişte
gösterdiği lüzum üzerine, Muğla ve Antalya Havalisi Kumandanı Kurmay
Yarbay İzzettin Bey ile yer değiştirilmiştir. Binaenaleyh bu hususta Cephe
Kumandanlığının ne arzusu ve ne de bir emri olmamıştır. Bu komutanların
Harp Divanına verilip verilmemelerini tayin hakkı ise Büyük Millet Meclisinden
evvel, Garp Cephesinin bütün sevk ve idare mesuliyetine sahip olduğum için
bana aittir. Ben tetkikatın neticesinde bu kumandanların Harp Divanına
verilmeleri için esaslı bir sebep görmedim. Bu tetkikatıma ait teferruat, ihtiyaç
olması halinde Büyük Millet Meclisine gönderilmek üzere hulâsa edilebilir.
Garp Cephesi Komutanı
Ali Fuat
İSMET BEY (Devamla): Aldığım bu malumat gösteriyor ki tetkikat neticesinde
bahis mevzu olan komutanların kusurlarının, Harp Divanına gönderilmelerine
sebep teşkil etmemektedir. Zaten bu komutanlardan Aşir Bey, azlettirilmemiş,
yalnız Millet Meclis Heyetinin teftişi esnasında vazifesi değiştirilmiştir. Bursa Valisi
Hacim Bey’in ise askeri harekâta dair hiç münasebeti yoktur.
HAŞİM BEY (Çorum): Niçin vali oldu da gitti?
İSMET BEY (Devamla): Bununla beraber niçin Hükümet böyle bir sebep olmadığı
halde, kusurları olmadığı halde, bunları niçin değiştirmiştir? Burasını izah edeyim.
Harekâtın en mühim devrelerinde bu kumandanlar için fazla söz söylenmiştir. Bu
kadar mühim zamanda, özellikle dışarıya karşı emir ve kumandanının münakaşa
götürür ellerde bulunduğu intibaını vermemek mecburiyetinde idik. Onun için,
hakikat ortaya çıkasıya kadar, Bursa cephesinde bulunanları vazifeden aldı. Ağır
vazifeler başında bulunan kumandanların şahısları hakkında tahkikat sonunu
beklemeden suçlanmaları, düşmana karşı şahsi haysiyetin emniyette olmadığı
düşüncesini vermiştir. Bu hususu bilhassa dikkate almanızı arz etmeyi vazife
bilirim. Bu hususta yine Garp Cephesi Kumandanının bu kumandanlar hakkındaki
mütalaasını okuyacağım.

55
Genel Kurmay Başkanı İsmet Beyefendiye,
Bir kumandan ya sevk ve idare hatasından veya muharebedeki korkaklık
ve hıyanetinden Harp Divanına verilir. Albay Bekir Sami Bey’in, Makamınıza
takdim edilen günlük raporlarından anlaşılacağı gibi, sevk ve idarede bir hatası
yoktur. Albay Bekir Sami Bey Dünya Harbinin başında subay olarak harbe
girmiş ve daha sonra tümen kumandanı olarak Kafkas Dağlarında, Irak
Sahralarında, Osmanlı kahramanlığını yaşatmış ve düşmanlarımıza bunu
göstermiş üstün kumandanlarımızdandır. Milli Hareketimizdeki fevkalade
vatansever hizmetlerine gelince, hepimizin malûmu olduğu üzere, ateşkesi
müteakip derhal Anadolu’ya geçerek düşman zulmüne karşı isyan bayrağını
açmıştır. İzmir cephesini kuranlar arasında bulunmuş ve İstanbul’un bir
mahallesi mesafede bulunan ve muhalif valilerin yıkıcı telkinlerine kapılan
Bursa gibi bir şehre, Milletin gaye ve meşru müdafaasını iki seneden beri
korkusuzca yerine getirmiştir. Vaatlere, idam tehditlerine karşı durmuş olan,
ahlaki vaziyetiyle ve vicdani temizliğiyle mühim ve asil bir askerdir. Yarbay Aşir
Bey’e gelince, bu Kumandanda da sevk ve idare hatası görmedim. Verdiğim
vazifelerde kendisi bir nefer gibi ileri karakolda soğukkanlılık ve sükûnet
gösterdi ve geri çekilirken de cephede cephane ve malzemelerinin dağılmadan,
düşmana bırakılmadan toparlanmasını sağladı. Aşir Bey, Irak’ın en felâketli ve
muharebesinde de mühim vazifeler yapmış ve tümen kumandanlığına
güvenilen bir kumandan olduğunu, kendisini tanıyanlardan işittim. Binaenaleyh
kendisinin mesuliyetsiz bir hal ve hareketini görmedim. Antalya ve Muğla
Havaisi Kumandanlığına tayin etmiş olmama da sebep budur. Milli Hareketteki
hizmetlerine gelince, beş altı aydan beri bu cephenin sevk ve idaresinde
bulunuşu, muvaffak olduğunun delilidir. Sözüme nihayet vermeden önce bir
noktayı açıklama istiyorum. Bilhassa bu Yunan taarruzunda ortaya çıkan bir
fikir, Subay ve kumandanların halk dedikodularında bile hedef tahtası
olmalarıdır. Güya askerlerin firarına subaylar sebebiyet vermişler. Bu saçma
sözleri, Uşak cephesinde firar ederken çevirdiğim askerlerden ve halktan
işittim. Fakat bu sözlerin asker veya halk ağzından çıkması, bu söylenenlerin
bir propaganda tertibi olduğuna en açık ve canlı bir şahittir. Beş senelik Dünya
Harbinde, akıllara durgunluk veren fedakârlık ve kahramanlıklar yaşatmış olan
Osmanlı kumandanlarının, bunca mahrumiyetlere ve felâketlere rağmen aynı
asil ruhu taşıdıklarını temin eder ve Vatanın kurtarılması, Milletlin istiklâline
kavuşması mesuliyetini almış bulunan kumandanların, her türlü şüpheden uzak
bulundurulmalarını, meşru haklarının korunmasını herkesten ehemmiyetle rica
ederim, Efendim.
Garp Cephesi Komutanı
Ali Fuat
İSMET BEY (Devamla): Beyanatıma son vermeden önce bir hususu arz edeyim.
Biz tabii ki bir taraftan vazifenin iyi bir şekilde yapılıp yapılmadığını ısrarla takip

56
ediyoruz. Bununla beraber diğer taraftan da Yüce Meclisinizin kanaat ve
hissiyatına tercüman olarak, kumandanından erine kadar, düşman karşısında
Vatan müdafaası için çalışan bütün Ordunun ve bütün mücahitlerin, her şeyin
üstünde tutulduğunu, her münasebetle anlatmaktan bir an bile geri kalmıyoruz.
Söyleyeceklerim bundan ibarettir.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): Efendim, İsmet Beyefendi’nin izahatlarından
anladığım bir şey vardır. Ortada mesul olan kimse yoktur, yalnız bir hadise vardır.
Acaba bu hadisenin mesulleri kimdir? Herkes en iyi surette vazifesini yapmışlar
ama niçin terfi etmemişler? Raporlara göre bu kişilerin terfi ettirilmeleri lazım
geliyor. Sonra Paşa Hazretleri, hepimizin hürmetini taşıyan bir heyetle cepheye
gittiler. Onlar da tetkikat yaptılar. Onlar bize hissiyatlarını söylerken, o gün
bunların mesul olduklarını, vazifelerini yapmadıklarını söylediler. Refik Bey, o vakit
'bendeniz işaret etmiştim, Bursa Vali ve Kumandanı hakkında önergemde
yazdıklarımı şifahen söylediler. O günkü beyanatı okunursa tamamen benim bu
ifadelerimi teyit ettiği anlaşılır. Hatta Paşa Hazretlerinin ifadelerinde de şöyle bir
söz vardır. Garp Cephesine taarruz edildiği zaman, kumandanın...
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara): Bendeniz o sözleri gizli celsede söylemiştim.
Bunların aleni celsede söylenmesini doğru bulmam.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Devamla): Peki Efendim, bendeniz o sözü bırakıyorum.
Sonra aleni celsede diğer bir arkadaşımız da, Rasih Efendi de taarruza karşı
konulmadığını ifade ettiler. Bunlar gösteriyor ki cepheleri tetkik ve teftiş için giden
bu arkadaşların kanaatleri de gösteriyor ki bunlar vazifelerini yapmamışlardır ve
ortadaki hadise de yapmadıklarına işaret ediyor. Bu meselenin bugün burada
daha açık ve seçik tetkikini bendeniz münasip görmüyorum. Yalnız bendeniz bir
şey teklif ediyorum. Yüce Heyetinizden bir tahkikat yapılmasını temenni ediyorum.
Çünkü orta yerdeki hadise ile Kumandanın raporu birbirini tutmuyor, çelişki var.
Binaenaleyh mütehassıs bir heyet seçilsin, tahkikat yapılsın, ondan sonra bu
mesele halledilir. (doğru sesleri)
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Efendim bu son hadise için Mecliste birçok sözler
söylendi ve geçen gün de arz ettiğim gibi tahkikat yapılmadan arkadaşları tenkit
etmek doğru değildir. Bendemiz Bursa hadisesi olduğu zaman Bursa'da
bulunuyordum. Hakikaten Genel Kurmay Başkanı Beyefendinin vermiş olduğu
izahata göre bu felâketin sebepleri pek çoktur. Öyle bir şahsın, bir kumandanın,
bir kişinin idaresizliği, kabiliyetsizliği yüzünden meydana çıkmış bir felâket değildir.
Bu öyle olmakla beraber, herhalde kumanda heyetinin de vazifesini hakkıyla
yaptığını iddia edemem. Mamafih askerliğe dair bu gibi meselelerin böyle aleni
celsede, bilhassa böyle bir zamanda, söylenmesini münasip görmüyorum. Yalnız
şunu rica edeceğim ki bizim ulu orta kumanda heyetini, subay ve kumandanları
tenkit etmemiz uygun olmadığı gibi, kumandanların da maiyetlerinde bulunan bazı
subaylar hakkında, bizler tarafından haklı veya haksız bir kanaat hâsıl olmuş olan
subaylar hakkında, hiçbir açık nokta bırakmayacak şekilde müdafaa etmeleri de
57
uygun değildir. Meselâ Aşir Bey, Bekir Sami Bey için Garp Cephesi Kumandanı
Paşa Hazretleri diyarlar ki Irak'ta şöyle yaptı, böyle yaptı. Bendeniz biliyorum ki
İzmir taraflarında bir hayat uyandırmak üzere, bilhassa Balıkesir taraflarına
gönderilmişti. Binaenaleyh itimat edilir bir subaydır. Fakat Aşir Bey ki gayet
muhterem biridir, kendisini tanırım, kurmay subay olduğu halde uzun müddet,
dokuz sene Denizyolları İdaresinde müdürlük yaptı ve oradan azledildi. Rica
ederim, onun azledilmesi de, ufak tefek bir kabahati olduğunu gösteriyor. Bir
taraftan tamamen kötülememekle beraber, diğer taraftan da tamamen temize
çıkarmamak lâzım gelir zannederim. Yani bundan maksat, kumandanların gayet
kati bir ifade ile kesip atmaları, arkadaşlarımız arasında söylenen sözlere karşı bir
set çekmeleri hoş bir tesir bırakmaz. Bu itibarla her iki tarafın da yani gerek bizim
ve gerek kumanda heyetinin birbirimizin düşüncelerine riayet etmek lâzımdır.
CELALETTİN ARİF BEY (Başkan Vekili): Efendim yalnız anlaşılmayan bir husus
var. Bazı üyeler diyorlar ki bu bir soru önergesidir ve önerge sahibinden başkasına
söz verilemez. Bu doğrudur, lâkin bu aynı zamanda bir gensorudur. O sebeple
herkes konuşabilir.
BESİM ATALAY BEY (Kütahya): Efendim bizim pek eskiden kalmış bir âdetimiz
vardır. Tarihleri açarsanız göreceksiniz ta Viyana önünden geçtiğimiz günden beri,
Macaristan ovalarından kaçtığımız günden beri, Tuna yalılarında yayıldığımız
günden beri bir şey duyuyorduk, ne duyuyorduk? Kumandanlara balıklar
içerisinde, karpuzlar içerisinde altınlar geldi, liralar geldi, dinsizler bizi sattı, ne
yalpalım. Elimizde silâh yoktu. Arkamızdan imdat, kuvvet göndermediler, kaçtık.
Yoksa eğer dinimiz uğrunda başımızdaki subaylarımız, kumandanlarımız
çalışsaydı biz kaçar mıydık? Biz kılıcı çektik mi ta yerin altındaki sarı öküzü bile
doğrardık ve diğer tarafa geçer giderdik, derler. Şunu iyi bilelim ki subaysız ordu
yaşayamaz. Her milletin fertleri içinde şüphesiz iyisi de bulunur, kötüsü de. Eğer
bizde teşkilât ve subaylar bulunmasaydı, bizim de Fas gibi, Buhara gibi şimdiye
kadar çoktan yerimizde yeller esterdi. Bendeniz şuna eminim ki ve cephenin
yakınında bulunduğum için görüyordum ki subaylar aleyhinde hakikaten müthiş bir
propaganda var. Bu, düşmanlar tarafından yayılmış kötü, alçak ve fena
propagandadır. Yalnız şunu da bilelim ki subaylarımız bu işte hakikaten birçok
yerlerde fedakârlık gösterdiler ama bazı yerlerde göstermediler. Bununla beraber
kaçan askerlerin hepsi diyorlar ki bizi fedakârlığa sevk etmediler sözü yalandır.
Yemek pişmiş, buğuları tütmekte olan yemeği yiyemiyorlar, kaçıyorlar. Sonra
utanmadan geliyorlar bunu subayların üzerine atıyorlar, subaylarda kabahat
buluyorlar. Şunu da anlamak isterim ki subayların bu işte kabahati olmakla
beraber, mesele Aşir Bey üzerindedir. Aşir Bey hakikaten Harp Divanına sevk
edilmeye müstahaktır. Bir kere 1892 doğumlu erleri terhis ediyor. Karşısında
teşkilâtı mükemmel bir düşman varken asker nasıl terhis edilir? Bayram
münasebetiyle subaylarına izin veriyor. Halkı heyecana düşürüyor. Neden bunları
düşünemedi? Bunları düşünemediği için bu adamın büyük bir cezaya maruz
kalması icap eder. Bunlar ondan sorulmazsa, geçen felâketlerin tekrar
58
edeceğinden emin olunuz. İyi veya kötü ne yaparsa yapsın. İyilik yapan
mükâfatını, kötülük yapan da cezasını görmelidir.
Dr. MAZHAR BEY (Aydın): Bendeniz gensoruların daima belli bir konuya ait
olmasına taraftar olduğum için, Bursa ve Uşak havalisi hakkında söz söylemeye
kendimi salahiyetli görmüyorum. Fakat bu son facialar dolayısıyla cephelerde
meydana gelen çöküntü ve diğer münasebetsizliklerden bahsedildiği ve kendim de
Aydınlı olduğum için, herhalde Aydın Kumandanı hakkında söz söylemeye hakkım
vardır. Her ne kadar Aydın’ın vaziyeti hakkında önergede bir bahis yoksa da
burada bazı hususları söylememi müsaadenizi rica edeceğim. Kumandan
meseleleri, hakikaten bazı üyelerin dediği gibi, Ordunun can evinden vurmak için
uydurulmuş bir propaganda olduğuna herkesin az çok kanaati vardır. Esas olmak
üzere bu böyle kabul edilmekle beraber bazı fenalıklardan, bazı subay, kumandan
ve kumanda heyetlerinin hiç kusuru olmadığını söylemek de bilerek hakikati
örtmek demektir. Bunların en iyi ve canlı misali Aydın cephesini idare eden Albay
Şefik Bey’in şahsi kusur ve kabahati, hatta daha ileri derecede, kabahat
derecesini geçmiş olan hareketleridir. Şefik Beyefendi Hazretlerinin bazı harekât
ve takibatta bulunulmasını bu kürsüden değil, fakat hususi şekillerde makamında
bir kaç defalar rica ve istirham etmiştim. Bazen yapılacaktır, yapılıyor ve bazen de
yapılamaz gibi cevaplar almakla beraber ümitsiz de kalmamıştım. Üzülerek
burada söylemek lüzumunu görüyorum. İlk defa İzmir’i Yunanlılar işgal etmeye
başladığı zaman bu subay Aydın'da kumandan idi. Aydınlılar memleketlerini
müdafaa etmek arzusunda idiler. Aydınlılar bu kararı fiilen başlamadan önce,
doğrudan doğruya Kumandana gitmişler ve istirham etmişlerdir. Rica ederiz, en
münasip bir yer olan Aziziye sırtlarına çekilelim, yirmi dört saat zarfında Aydın'dan
beş yüz kişi size katılacağız, siz önümüze düşünüz ve kumandayı alınız, filan
mahalde müdafaa edelim dedikleri zaman, ben resmi bir kumandanım, bu gibi
harekâta iştirak edemem ve sizinle hiç bir surette birlikte iş yapamam demiştir. Bu
sözler, Aydınlıların galeyan eden duyguları üzerine soğuk su tesiri yapmıştır.
Daha ufak tefek aynı şekillerde sözler söyledikten sonra, Aydın'a Yunanlıların
gelmesinden bir kaç gün evvel, Şehri terk etmeye karar veren bu Kumandan,
cephane deposunu ateşlemek emrini depo memuruna verdikten ve ahaliye hiçbir
söylemeden, İtalyan himayesine geçercesine, asıl müdafaa mıntıkası olacak
Aydın demiryolu güzergâhına çekilmiştir Çine'ye çekilmiştir. Bilmem ki ikisi de
düşmandır, birisi belki daha çok düşmandır. Kendisine Mutasarrıf vasıtasıyla,
cephanenin imhasını hemen yapmaması, Yunanlıların Aydın’a gelmesine daha iki,
üç gün müddet olduğu, bu cephanenin Menderes Köprüsüne kadar halk
tarafından naklinin mümkün olduğu, rica edildiği halde, askerler verdikleri
karardan dönmezler demiştir. Bendeniz Aydın'da Milli Harekâtı meydana getirmek
için İngiliz temsilcilerin gözü önünde, nutuk verenlerden olduğum için Yunanlılar
gelmezden evvel kaçmak mecburiyetinde kaldım ve Şehri terk ettim. On gün
sonra bir şekilde yine Aydın’a girdim ve direniş için çalıştım. Milli hareket başladı
ve Yörük Ali'nin meydana çıkardığı cesaret ile Yunanlıların karşısına çıkıldı. Üç

59
bin altı, bin kadar yerli Rum milis kuvvetlerine ve pek çok top ve mitralyöze sahip
olan bu Yunan Ordusu perişan bir surette, kırk sekiz saatten fazla süren bir harp
neticesinde geri çekildi.
VEHBİ EFENDİ (Konya): Kumandan nerede kaldı?
DR. MAZHAR BEY (Devamla): Kumandan Kuva-yı Milliyenin peşinden geliyordu.
Gelmesinin sebebi, Kuva-yı Milliyenin kurtardıkları yerlerin emniyetini sağlamak
içindi ve Aydın hadisesinde bundan başka bir şey yapmadı. Aydın’a tekrar
geldiğinde Şehir yanıyordu. Bizzat bendeniz müracaat etim, düşman gitti fakat
içerideki düşman, yani yangın Şehri bitiriyor dedim. Tabii hiç bir kimse ehemmiyet
vermedi ve yangın kendi kendine söndü. Kumandan doğrudan doğruya Kilise ve
civarında Rumları toplayarak emniyete aldı ve kendi eliyle onlara ekmek dağıttı.
Hatta bizzat bendeniz, orada izinli bulunan bir albayın refakatinde, mücahitlerin
yaralarını sarıyorduk. Sarmak için sargı bezi kalmamıştı. Hastanenin çarşaflarını
yırttık, onlarla sargı sardık. Onlar da bitti. Askeri Depoda yüz milyonlarca sargı
bezi vardır. Lütfedin, merhamet edin dedik. Çarşı eczanelerini gözünüz görmüyor
mu dedi. Belediye üyelerinden bir kaç kişi ile çarşı eczanelerinden sargı bezi
tedarik için gittik, fakat yerinde yeller esliyordu. Eczane namına bir şey
kalmamıştı. Bu anda harekâtın ikinci günü, Germencik ahalisi tarafından
gönderilmiş bir kısrak üzerine binmiş bir köylü yeşil bir zarf içinde bir mektup
getirdi. Evvelâ bize geldiği zaman mektubu kumandana götürdü. O mektupta,
Yunan kuvvetleri Germencik ve havalisi tarafından topladıkları yerli Rumlar ile
beraber kuvvetlerini artırarak gelmektedir diye ihbar ediyorlardı. Bizimle alay
ettiler. Efendim siz kartalları tayyare görüyorsunuz, ihtimal gelenleri kırk bin
görüyorsunuz, bir şey yoktur, Türk'ün bu dayağını yiyen düşman bir daha
gelemez, Yunanlıların Türk'ün kaç defa dayağını yemiştir onu iyi bilir diye bizi
dinlemediler. Bizim de söyleyeceğimiz söz bundan ibarettir. Bunu söylemekle
beraber, Şefik Bey aynı zamanda şunu da demişti ki ben tümen kumandanıyım.
Resmen bu harekâtın içinde değilim. Bir Kuva-yı Milliye vardır, onun da başında
Hacı Şükrü Bey vardır, ona gidiniz, o bunları yapabilir, demiştir. Ben kumanda
başında değilim demişti. Hâlbuki Beyefendiler, o zamanın İstanbul Harbiye
Nazırının bir emri vardı. İzmir’in Yunanlılar tarafından işgalinde, yalnız İzmir
Şehri’dir denilmiştir, hudutları tayin edilmemiştir. Binaenaleyh üzerinize doğru
gelen Yunan kuvvetlerine şehirlerinizi vermemek için müdafaa ediniz, diye Harbiye
Nezaretinden bir emir almış olan bu muhterem zat, ne Aydın’ı müdafaa etmiş ve
ne de ikinci defa tecavüze uğrayan Aydın’ın müdafaa kumandanlığının kendisine
ait olduğunu kabul etmiştir. Milli Kuvvetlerin kumandanı vardır, ona gidiniz
demiştir. Bilmem bunlar ne dereceye kadar doğrudur? Bendeniz kendime ait, şahit
olduğum şeyleri ve düşüncelerimizi arz ediyorum. Şahsi hiç bir garezim yoktur.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Affedensiniz, Albay Şefik Bey nerededir?
DR. MAZHAR BEY (Devamla): Kendisi izin alarak Antalya taraflarına savuşmuş
ve orada çiftlik kurmakla meşgul imiş.
60
HAŞİM BEY (Çorum): Otuz altı deve yükü eşya götürmüş.
DR. MAZHAR BEY (Devamla): Daha sonra 56.Tümen Kumandanlığına tayin
edildiğini işittim. Doğrusunu bilmiyorum. Aydın tekrar düşmanın eline geçmezden
evvel efendiler, dört gün Aydın'da oturduğumuz müddet zarfında otuz bin sandığa
yakın cephanenin, trenlerin işlediği yere kadar sevk edilmesi mümkün iken, yalnız
beş yüz Hıristiyan ailesini Denizli'ye nakletmek ve kendisinin hususi eşyalarını
nakletmekle meşgul olmuş ve bütün cephane Yunanlılara terk edilmiştir. Bir
milyon lira kıymetinde malzeme ve tamamıyla hastane orada terk edilmiştir. Bir
kilo sargı bezini kendisinden alamadığımız o Kumandan, bir milyon liralık
malzemeyi orada terk etmiştir. Dört gün boyunca trenler bizim elimizde, serbest
işlemiştir. Menderes hududunun, demiryolu hattının İtalyanlar için hudut olduğunu
bildiği halde ve biz de hepimiz bildiğimiz ve söylediğimiz halde, düşmanın Çine
tarafına geçip demiryolu hattı boyunca Nazilli istikametinde yürüyebileceğini bir
parça düşünebilen insanlar da olduğu halde, Kumandan yine topuyla, tüfeğiyle,
Çine'ye çekilmiştir. Yine o İtalyan mıntıkasına çekilmiştir. Zavallı halk Aydın'a bir
saat mesafede Umurlu civarında yine bir cephe tutmaya başladı. Hacı Şükrü
Beyefendi de orada idi. Ufak bir hata neticesi orada yaptığı ikinci ufak çarpışmayı
nasılsa kaybetti. Köşk’e geldi, cepheyi orada kurdu. Bu zamanlar Şefik Bey orada
oturuyordu. Bir buçuk ay, Denizli'den şehit Albay Tevfik Bey ve Mutasarrıf Faik
Bey devamlı telgraf başında Şefik Bey’i arıyorlar, bulamıyorlardı. Hatta daha
Aydın'a Yunanlılar yaklaşmazdan evvel Şefik Bey yine Aydın'ı terk etmişti. Çünkü
o bir asker, böyle şeylerle uğraşmaz, Hükümetin siyasetine dokunur diyordu.
HAŞİM BEY (Çorum): Çapulculuk...
DR. MAZHAR BEY (Devamla): Çapulculuk dediniz de hatırıma bir şey geldi. Şefik
Bey, cephaneyi taşımak aklına gelmediği bir zamanda orada vaktiyle Almanlar
tarafından tesis edilmiş telsiz telgraf istasyonunun oldukça kıymetli eşyasını
taşımaktan vazgeçmemiş ve Denizli'den eşyasını geriye gönderirken, bütün halk
söylüyorlar, Denizli'de o güzel Avrupa sandalyelerini açık vagonlar içerisinde
gördükleri zaman, işte Şefik Bey’in Aydın'dan getirdiği eşyalar yine gidiyor diye
görmüşler ve elleriyle göstermişler ve şahit olmuşlardır. Bu kişi öldürmeye kast
ettikleri zaman, bunun bir felâket olacağını düşündüğümden dolayı, Şefik Bey’i
istemeyerek koruyorduk. Bir taraftan da ehliyetli bir kumandanı getirmek için
bendeniz İstanbul’a gittim ve Helvacızade Mehmet Efendi isminde biri buraya
gelerek Ali Fuat Paşa ve İsmail Fazıl Paşa Hazretlerinden rica ettiler ve bendeniz
de İstanbul’da kıymetli kumandanlara müracaat ettim. Ne yazık ki olmadı. Ali Fuat
Paşa, Albay Şefik Bey’e, kendisine bağlı olmadığı halde, doğrudan doğruya emir
vererek, sizinle bazı hususları görüşmek istiyorum dedi ve çağırdı ve maksadı da
burada alıkoymak idi. Fakat bunu anlayan Şefik Bey yanındaki arkadaşlara da
gözüyle işaret ederek, beni oraya götürmek istiyorlar, ben gitmek istemiyorum,
demiş ve ben İstanbul Harbiye Nezaretine bağlı bir tümen kumandanıyım, Ali Fuat
Paşa’ya bağlı değilim, işim burada çoktur, emrinize uymayacağım diye cevap

61
verdi. Ali Fuat Paşa’ya da böyle cevap verdiğini biliyorum. O zaman işte efelerin
yanında, zeybeklerin yanında olduğu halde, devamlı Sivas’la, Mustafa Kemal
Paşa ile işbirliğinin aleyhinde bulunmuştu. Fakat bir zaman bu işlerle bir dereceye
kadar uğraşmış olanlar da oradan ayrıldıktan sonra, efeler üzerinde tesirleri daha
iyi olanlar da çekilmeğe mecbur olduktan sonra, Refet Bey geldiler. İşte bugünkü
elim ve feci Denizli hadisesi meydana geldi. Fevzi Paşa Hazretleri bendenize
söylemişler idi ki daha İstanbul’da Harbiye Nazırı iken, Şefik Bey aleyhinde
gönderilen raporlar, kendisinin Harp Divanına gönderilmesinde kâfi delil olduğu
için Kolordu Kumandanına havale edilmişti. Kolordu Kumandanı da her zaman
ona ağabeylik etmekten vazgeçemediğinden dolayı şimdilik onun oradan
ayrılması uygun değildir demiş, vermemiştir. Evet, artık Denizli hadisesinin burada
bütün teferruatına girişmek istemiyorum. Her halde kalplerinizi kanatmak taraftarı
değilim. Dünya Harbi sırasında bununla beraber bulunan birçok arkadaşlarım
namuslu olduğunu iddia etmişlerdir. Bunları kimse inkâr edemez. Bugünkü
hadiselerin faillerini arıyoruz ve bundan sorumlu iseler, takip edilmelerini rica
ediyoruz. Fakat bu mesele bir defa ortaya dökülmüştür.
OSMAN BEY (Muş): Kendisimden sık sık bahsettiğimiz Bekir Sami Bey Dünya
Harbi esnasında Muş’a gelmişti. Orada kahramanlık ve azim ile tanınmış bir adam
idi. Bir asker gibi bir düşmana hücum ederken halka bir baba gibi şefkat ediyordu.
Hatta Muşlular kendisine bir altın saat göndermek teşebbüsünde idiler. Vaziyetin
uygun olmaması sebebiyle bu mümkün olmadı. Orada büyük, büyük hizmetler
yapmıştır. Bu hizmetlerinde muvaffak olmuştur. Bursa’da talihsizlik münasebetiyle
başka bir şeye muvaffak olamamış ise bu kadirşinaslık zail olmuş olmasın.
YASİN BEY (Gaziantep): Genel Kurmayın şöyle pek hassas, nazik ve bilhassa
seçim bölgem olan mazlum Antep’in bu saatte Fransızların hücumlarına maruz
bulunduğu bir dakikada pek kıymetli dakikalarımızın harcanması içime sinmiyor.
Şükrü Bey’in gensorusuna cevaben verilen izahatın yeterliliğini teklif ediyorum.
HAMDULLAH SUPHİ BEY (Antalya): İlk defa Bursa felâketlerini öğrendiğimiz vakit
burada mesul kimseler var ise meydana çıksın yolunda bir talep vardı ve bu talebi
Yüce Meclisiniz kabul etmişti. Şimdi Genel Kurmay Başkanlığı, Garp Ordusu
Kumandanlığından naklen, mesul zannettiğimiz kumandanlar hakkında okudukları
beyanat bizi tamamıyla şaşkına çevirdi. Kendi kendimize bir soru sorduk, acaba
bu kumandanlar muzaffer olsalardı haklarında daha iyi ne söylenecekti? Lloyd
George diyordu ki Venizelos bize vaatte bulundu. Karşımızdaki Türk cephelerini
yarmak ve muayyen hedefe varmak için on dört gün yetecektir. Hâlbuki vaziyet
Venizelos’un dediğinden daha iyi çıktı. On gün zarfında tayin edilmiş olan hedef
elde edildikten başka Akhisar’dan Marmara sahillerine varıncaya kadar bütün
şehirler ve bütün köyler dâhil olmak üzere yıldırım suretiyle istilâ edilmiştir. Aradan
zaman geçince çok felâket görmüş, çok bedbahtlığa uğramış bir millet olduğumuz
için felaketlerin, faciaların, sızılarını kalplerimizde çabuk uyutuyoruz. Bursa felâketi
dolayısıyla uğramış olduğumuz ziyan o kadar müthiştir ki Anadolu’da müdafaa

62
denilen şeyin bir göz korkuluğu olduğuna dair kanaat uyandırmıştır. Bizimle
beraber...
İSMET BEY (Genel Kurmay Başkanı): Zayıf yürekliler öyle düşünebilir.
HAMDULLAH SUPHİ BEY (Devamla): Bizimle beraber Saltanat Merkezimiz en
derin bir ıstırap içinde, Anadolu’nun nihayet kendisini de kurtaracağını beklerken,
bizim bu cephelerdeki hezimetten sonra İstanbul halkı, Marmara sahillerine gelen
Yunan bayraklarını gördükten sonra başını eğmiş, galiba ümit ettiğim şey bir
hayalden ibarettir demiştir. Ben bunu İstanbul Hükümeti için demiyorum, çünkü
onlar en büyük makamından en küçük makamına kadar bugün İngilizlerin şer
aletinden başka bir şey değildir. Bu itibar ile bu fedakârlıkları gözümüzün önüne
alarak sual sorduk. Bu hezimette mesul adamlar varsa meydana çıksın. Eğer
bunlar mesul çıkarsa onları cezalandırmak vazifemizdir. (alkışlar) Genel Kurmay
Başkanı konuşması arasında bir şey söyledi. Bir kumandanın haysiyetini bahis
mevzu etmekten çekinmek lazımmış efendiler. Kumandanlarımızın haysiyeti çok
büyüktür, bizim için çok azizdir, biz onun üstüne titremek isteriz. Fakat bu ulu ve
engin tarihin hakkını müdafaa etmek istediğimiz zaman, bu Vatanın istiklâli bahis
mevzu olduğu zaman kumandanı bir tarafa çekeriz, onun haysiyetine doğru
hareket ederiz (alkışlar) Millet Meclisinin karşısında hiç bir kuvvet yoktur. Bir vatan
felâkete uğradıkça bizim en büyük ümitlerimizi bağladığımız cepheler birer birer
yıkılınca, aklımıza gelecek ilk şey, mesulleri huzurumuza çekmektir. İkinci bir
noktaya da yine bir mesele dolayısıyla temas etmek isterim. Biz bu felâkete
uğradıktan sonra Memleketimizin içinde gerek halka gerek Hükümete ait
teşekküre layık bir faaliyet gördük. Emin olunuz ki muhterem arkadaşlar bu
faaliyet karşısında zihnimin içinde bir sualin uyanmasına mani olamadım. Keşke
dedim, acıyarak söyledim, gözüm yaşlı olarak söyledim, kalbim parçalanarak
söyledim, ne olurdu Hükümetimiz ve Milletimiz bu cepheler yıkılmadan evvel,
şimdi yaptığımız faaliyeti o zaman yapsaydı. Bugün hatırlayabilecek şeyler pek
çoktur. Görüyorsunuz ki Meclisimizin önünden çeşitli renkte kıyafetleriyle bir takım
kuvvetler geçiyor. Silahsızlıktan şikâyet ediyoruz. Acaba memleketimizde silâh
yok mudur? Geliniz yakında alâkadar olanlardan sual ediniz, Yunan ordusunun
girdiği yerlerde binlerce silâh çıkarılmış ve Yunanlılara teslim edilmiştir.
Milyonlarca millî servetler onların elline geçmiştir. Bu memleket ki bir bakıma göre
bir şey kalmamış bir manzara gösteriyor, diğer bakıma göre de el altında ne
varsa, her ne lazımsa var. Memleketimizde bütün silahları toplamak, askerlerimizi
giyindirmek ve cephede yeni bir hezimete meydan bırakmamak için her ne
mümkün ise yapmak lazımdır. Bizim bugünkü faaliyetimiz bile kâfi değildir.
Yunanlıların aldıkları silahları bizim Hükümetimiz toplayabilirdi, Yunanlıların gasp
ettiği paraları çapulcuların eline vermek suretiyle değil, beyhude israf etmek
suretiyle değil, doğrudan doğruya Hükümetimizin namuslu adamları tarafından
toplanmak suretiyle Hükümetimiz alabilirdi. Bütün cephelere sevk ettiğimiz
kuvvetler mükemmel surette giyindirebilirdi. Bunların yapılmasında gevşeklik
gösterildi. Şimdiden sonrası için en büyük tehlikeye karşı bir taraftan maziye ait
63
hesaplar sorulacaktır. Meclis tarafından seçilecek bir tetkik heyeti iki mesul kişilere
karşı suallerini soracak ve cevap alacaktır. Her suretle buna muhtacız. Memleket
müdafaası hususunda yapılması mümkün olan daha birçok şeyler vardır. Onlar da
yapılacaktır. (alkışlar)
İSMET BEY (Genel Kurmay Başkanı): Muhterem arkadaşlarıma verdiğim izahatta
ısrar ediyorum. Ben temas edilmeyecek birçok noktaya temas edilmesinin doğru
olmadığını söyledim. Israr edildikçe ben cevap vermeyecek bir vaziyette ve
karşımda bulunan arkadaşlarım her istediklerini söyleyecek bir vaziyette
bulunuyorlar. Mesela Bursa'nın düşman eline geçmesi hadisesinden bahsederken
ortada mesul yokken mademki bir hadise olmuştur, ortada mesul olması lazım
diyorlar. Yani mevzu edilen kişiler mesuldür diyorlar. Hâlbuki bunun birtakım
sebepleri vardır. Hamdullah Suphi Beyefendi, Lloyd George'un on gün zarfında bu
harekâtın bitmiş olmasını beyan etmesini, bizim cephede vazifenin yapılmadığına
getiriyorlar. Bunu misal göstermek istiyorlar, bu da katiyen yanlıştır. Biz süslü
sözler altında hakikati seçebilecek bir vaziyetteyiz. Binaenaleyh cephelerimizin ne
için ve ne sebep ve ne şartlar altında yıkıldığını görmek...
HAMDULLAH SUPHİ BEY: Deminki övünme...
İSMET BEY (Devamla): Müsaade buyurun Efendim. Cephelerimizin ne için
yıkıldığını görmek istersek bunun sebepleri vardır. Bu sebepler tabii şimdiye kadar
kâfi derecede söylendiği için, Yüce Heyetinizce bilindiğini tahmin ettiğim için
ondan bahsedecek değilim. Fakat ısrar ederseniz bunları da açıklayabiliriz.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Bir gizli celse yapılsa daha iyi olacaktır, bazı nazik
noktalara dokunacağız.
İSMET BEY (Devamla): Bazı arkadaşlarım önergede adı geçmeyen kişiler
hakkında, eskilere ait pek çok şeylerden, birçok hadiseden bahsettiler. O hadiseler
ile askeri harekât ile alakasını göremedim. Arkadaşlar, şahıslar üzerinde ısrar
etmemenizi bilhassa rica ederim. Çünkü vazifesinden çekildikten sonra dahi
kendilerini müdafaa edemeyecek vaziyette bulunanlara karşı makul olmayan, kâfi
delil bulunmaksızın konuşmak fayda husule getirmiyor. Eğer Yüce Heyetiniz
vazifenin iyi yapıldığından mutlaka bizim ısrarlı olduğumuzu anlamak istiyorsanız
her türlü kontrole hakkınız vardır. Size her türlü teminatı veririz. Biz vazifelerin iyi
ifa olunması için herkesten ziyade alakadarız.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisar): İstediğimiz budur. Başka bir şey değildir
tabii…
İSMET BEY (Devamla): Bu müzakereyi, şahıslara temas ettirmeksizin kâfi
görmenizi rica ediyorum.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Meclis Başkanı): Muhterem efendiler, Memleketimizin
her hangi bir şekil ve surette zarara uğramasından dolayı Yüce Heyetinizin bu
derece üzüntü ve alaka göstermesi takdir edilecek bir vaziyettir. (alkışlar) Ben de
64
Reisiniz olmak itibariyle bundan büyük bir saadet ve memnuniyet duymaktayım.
Hakikaten Millet Meclisi, Milletle alakalı olan meselelere yakından ve tesirli bir
surette alakadar olmalıdır. Yüce Meclisinizin, Garp Cephesinde meydana gelen bu
hadiseleri şimdiye kadar çeşitli celselerde, çeşitli müzakerelerde muhtelif surette
gündemde tutmasını da tabii buluyorum. Yalnız bir noktaya dikkatinizi çekmek
istiyorum. Bahis mevzu olan mesele, bir ordunun harp harekâtıdır, bir ordunun
sevk ve idaresidir. Binaenaleyh geri çekilme ve mağlubiyet sebeplerini meydana
çıkarabilmek için tabii ilk temas edilecek noktaların, yine bu mesleğin ihtisas
sahiplerinden gelmesi lazımdır. Hâlbuki şimdiye kadar ve bugün dahi bu kürsüden
bu mesele hakkında konuşan arkadaşların hiç birisi meselenin hakiki sebeplerine
temas dahi etmemişlerdir. Söylenen her söze buradan yine size ispat edeceğim.
Mesela Ali Şükrü Bey arkadaşımız, vaziyeti makul bir surette ifade ve izah ettikten
sonra buyurdular ki Garp Cephesindeki askeri harekâtın sevk ve idaresinde hata
yoktur denilemez hata vardır, demiştir. Bu hatayı meydana çıkarmak icap eder,
efendiler. Her hangi bir askeri hareketin her hangi bakış açısından tetkiki, onu
baştan sona kadar hata hatalı gösterebilir. Başka bir bakış açısından tetkiki ise
onun baştan sona kadar doğru olduğunu gösterebilir. Bir askeri hareketi uzaktan
bakmak ve bakanın kendisinin bulunduğu şartlara göre onu mütalaa etmesi, onu
hiç bir vakitte doğru neticeye götürmez. İnsanlar askeri harekâtı mütalaa ederken,
harekâtı kumanda eden kumandanların içinde bulunduğu mahalli şartları,
karşısında bulunduğu baskıyı, karşısında uğradığı müşkülatı, tetkik etmeleri lazım
gelir. Yoksa Yüce Mecliste ve aradan bu kadar zaman geçtikten sonra, sükûnetle
düşünüp yapılacak mütalaalar, orada bir anda düşünülmüş mütalaalara
uymayabilir. Hükümet, Genel Kurmay, Milli Savunma Vekâleti hiç bir vakit
dememiştir ki, hareket kusursuzdur. Milli Savunma Vekâleti, Genel Kurmay, Yüce
Meclisinizin Reisi bendeniz, mesul olmak itibarıyla, tabii ki alakadar olduk ve
tahkikat yaptık. Almış olduğumuz neticeye göre, sizin bir aydan beri her gün çeşitli
defalar talep ve ısrar ettiğiniz muamelenin yapılması lüzumlu olsa idi bunda biran
bile tereddüt edilmezdi. Vaziyeti anlamak, sebepleri tetkik etmek için bir usul
vardır, bir kaide vardır. Biz bugün Garp Cephesinin bütün harekâtından mesul
olmak üzere oraya bir Kumandan tayin ettik. Şimdiye kadar yapılan mütalaaların
hepsinde, Yüce Heyetinizin hepsi, bu Kumandana karşı emniyet ve itimat beyan
ettiniz. Bunun aleyhinde, bu zata karşı itimatsızlığa dair hiç bir mütalaa
işitilmemiştir. Binaenaleyh işte bu Komutan diyor ki bu kumandanların harekâtını
tetkik ettim, takip ettim, netice olarak ve vesikalarıyla arz ediyorum ki bunları Harp
Divanına verecek bir sebep yoktur. Bu, Yüce Heyetinize arz edildiği halde yine
ısrar edilmek isteniliyor. Şu halde Bekir Sami Bey’i, Aşir Bey’i tetkik ve tahkike
lüzum yoktur efendiler. Eğer Garp Cephesi kumandanına emniyet ve itimadınız
varsa, onun söylediği sözün dikkate alınması lazımdır. Yine de iddianıza iştirak
ederek ben de devam etmek istiyorum. Fakat devam edebilmek için müsaadenizle
Heyetinizden bir şey sormak istiyorum. Bekir Sami Bey’i ne için itham etmeliyiz?
Bu iddiada ısrar gösterenlerin sebep olarak gösterdiği şeyler nedir? Lütfen rica
ederim, benden sorsun, ben cevap vereyim.
65
HAMDULLAH SUPHİ BEY (Antalya): Bursa'dan alınan bütün malumat, Bursa'dan
gelen mebuslar bize söylediler, düşman gelmeden kumandanlar şehirden
çıkmışlar.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Çok aldanıyorsunuz, Beyefendi Hazretleri.
HAMDULLAH SUPHİ BEY (Antalya): Soran sizsiniz, cevap veriyorum. Rica
ederim, eğer mebusluk sıfatını tanıyorsanız, bunu söylemeye hakkınız yoktur.
Biraz önce de İsmail Suphi Bey’e böyle muamele yaptınız.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Müsaade buyurun, cevap veriyorum. Bu
kişinin söylediği umumiyetle yalandır ve yanlıştır.
HAMDULLAH SUPHİ BEY (Antalya): Müsaade buyurun yalan değildir, yanlış
değildir. Asla Efendim.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Ben söz aldım, söz söylemek hakkı
benimdir. Efendiler; Bekir Sami Bey Bursa'yı terk etmemiştir ve ben kendi imzam
ile Bursa işgal edilmeden önce emir verdim. Askerlik kaidelerine göre hareketin
doğrusu Bursa'yı terk etmek idi.
NAFİZ BEY (Canik): Şu halde siz de mesulsünüz.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Kumandanlara Bursa'yı terk ediniz dedim ve
ben bu emri verdiğim zaman Yüce Heyetinize bu münasebetle izahat vermiştim.
Askeri harekâtta kaide, eldeki kuvvetlerin netice elde edilinceye kadar herhangi bir
mevkii muhafaza etmesi değildir. Bekir Sami Beyin, Bursa'yı terk etmiş olması gibi
bir mesele yoktur. Filân ve falan yeri muhafaza etmek, askeri harekâtta esas
değildir. Muhafaza edilecek nokta, Bursa'yı Bekir Sami Bey niçin daha evvel terk
etmemiştir? Budur tenkit olunacak şey Efendim. Yoksa Bursa'yı terk etmiş olması
değildir.
HAŞİM BEY (Çorum): Şu halde yine de emrinizi tutmamıştır.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Filhakika benim emrettiğim zamanda tahliye
edilmiş olsaydı, bugün Ordumuza bir tümen daha ilâve edilmiş olacaktı.
Binaenaleyh, sözlerimi tekrar ediyorum. Meseleyi düşünme tarzında bir hata
vardır, bir yanlışlık vardır. Böyle bir emir ve tebliğin yerine getirilmemiş olmasının
elbette sebepleri vardır. Bursa gibi Osmanlının ilk başşehri olmuş bir yerin
kolaylıkla düşman elime geçmiş olmasından fevkalâde müteessirsiniz ve bunun
bütün Dünyada tesiri olmuştur. Hamdullah Suphi Bey’in ısrar ettiği gibi elbette
İstanbullular üzerinde de çok tesiri olmuştur. Fakat bu doğrudan doğruya hissi bir
takım teessürdür. Bendenizin arz etmek istediğim husus, böyle şunun bunun
hissiyatından dolayı filân veya falanı tenkit etmemektir. Hamdullah Suphi Bey,
bana göre bu meselede iki noktaya temas ediyor. Birisi, şimdiye kadar harekâtın
lüzumu gibi idare edilememiş veyahut şimdiye kadar, bugün olduğu gibi, alakadar
olmamış, bugünkü gibi faal bulunulamamış. Rica ederim, hangi günden

66
bahsediyoruz? Efendiler! Hamdullah Suphi Bey’den sormak istiyorum, hangi
günden bahsediyorlar? Biz bu harekât ile uğraşırken Hamdullah Suphi Beyefendi
İstanbul'da oturuyordu. Niçin buraya gelip de bu günkü gibi davranmak
istemiyordu?
HAMDULLAH SUPHİ BEY (Antalya): İstanbul'da vazifem vardı.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): İstanbul'da vazifesi vardı, falan yerde
vazifesi vardı. Bütün vazifelerin üstünde bizim de bir vazifemiz, vicdanımız vardı.
O da herkesin sudan bir takım vazifeler yaptığı sırada hayatımızı, mevcudiyetimizi
bu Milletin sinesine sokarak, onlarla beraber düşman karşısında uğraşmak
olmuştur. (alkışlar) Henüz iki buçuk aydır bu Milletin içine gelmiş insanlar hakikati
anlamak için zaman kazanamamış olan insanlar, dün ve bugünkü harekâtın tenkit
salahiyetine malik olamazlar.
HULUSİ BEY (Karahisar): Vesikaları görerek malik olabilirler Paşa Hazretleri.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Zatıâlilerinin göreceği vesikalar vardır.
HULUSİ BEY: Görürüz Paşa Hazretleri, biz de askeriz. (gürültüler)
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Hamdullah Suphi Beyefendi buyuruyorlar ki
silahsızlıktan bahis olundu. Hayır, silahsızlıktan bahseden yok ve olmamıştır. Milli
Savunma Vekilimiz hiç bir vakit silahsızlıktan, silah ihtiyacından, silah
bulamamaktan bahsetmemiştir. Yüce Heyetiniz bilhassa silahlımız olduğundan ve
silah bulabileceğinden bahsetmiştir. Buna karşılık buyurdular ki çok silahımız
vardır, bunları Yunanlılar alıyor. Yunan işgal mıntıkasında kalmış olan masum
insanların elinden cellâtlıkla silâhları alınıyorsa, burada Milli Savunma Vekillinin ne
suçu vardır, buradaki Hükümetin ne kusuru vardır? Bunu burada iddialarını teyit
etmek için söylenmesinin maksadı anlayamadım. Sonra efendiler, bazı
arkadaşlarımız diğer kumandanları da tenkit ediyorlar. Fakat müsaadenizle arz
etmek isterim ki tenkitlerinde hata vardır. Meselâ Şefik Bey hakkında
konuşulurken kabahat ve kusur bulmak üzere denildi ki bir takım kişiler demiş ki
buyurun kumandan olun, falan sırtları tutalım, Kumandan da o sırtları tutmak
istememiştir. Bir defa herhangi bir heyetin, herhangi bir kumandana sırt gösterip
tutturması doğru değildir. Esas itibariyle ben de onun yerinde olmuş olsaydım
herhangi bir heyet bu sırtı tut derse ben de yapmazdım. Bu, doğru bir şey değildir.
Binaenaleyh bundan dolayı hiç bir şahsı hatalı bulamayız. Şeflik Bey çekilmek
lâzım geldiği vakit filân istikamete, İtalyan mıntıkasına çekildi. Bunun da tetkiki ve
tenkidi askeridir. Şuraya, buraya çekilmiş olması ile bir kumandanı hatalı
bulamayız efendiler. Sonra düşman kuvvetleri hakkında lâzım gelen haberleri
ciddiye almamış, düşman gelmez demiş, çekilmeyin kuvveti yoktur, gelemez
demiş. İhtimal ki bu Kumandan düşmanın kuvvet vaziyetini biliyordu. Fakat
yanında bulunanlara düşman çoktur geliyor, şöyle yapacak demesi belki
maneviyatlarını sarsardı ve bundan dolayı söylememesi icap etti. Yani bunu da bir
adamı itham etmek için söylememeliyiz. Sonra meselâ bu meselede ve bunun gibi
67
olan meselelerde şahsiyatta o kadar ileri gidiliyor ki bu da doğru değildir.
Mukaddes olan Yüce Meclisin üyelerinden birinin şahsiyata girişmesi doğru bir şey
değildir. Mesela deniliyor ki izinsiz olarak Antalya'ya gitmiştir, orada çiftlik çubuk
tedarikiyle meşguldür. Bunlar nasıl söylenir? Bir defa bu adam bağlı olduğu
kumandandan resmen izin alarak gitmiştir. Demek ki yanlış anlaşılabiliyor.
Buradan bunu hükmetmek doğru değildir. Nitekim doğru olmadığını arz ediyorum.
Çünkü izinli olarak gitmiştir. Sonra diğer bir noktaya dikkatinizi çekeceğim. Bu kişi
orada bir tümen kumandanı ismini taşıyordu. Bilhassa malumdur ki oraya hâkim
olan başka şahsiyetliler, başka kuvvetliler de vardır. Sonra meselâ bir takım
heyetler kendisini müzakereye davet etmiş, o ise icabet etmemiş. Onu bu gün
ithama bir sebep teşkil edemez. Bir şey buyurdular ki her birimiz bir tarafa koştuk,
İstanbul'a gittik, Ankara'ya gittik, aman gelin, bize kumandanlık edin, dedik de
gelmedi, buyurdular. Ne sebepten dolayı gelmedi? Ben biliyorum. Hangi sebepten
dolayı gelmedi efendiler? Diğerleri oraya gelmekten çekindikleri bir sırada orada
oturan bu adamlara ufak bir teşekkür borcumuz olmalıdır. Diğerleri öyle bir hayata
iştirak edebilmek için bu kadar maaş, bankaya bu kadar para yatırılmasını talep
etmelerine rağmen bunlar burada bu muhitte her şeyi hakir gören insanlar olarak
bulunuyorlardı. Sonra emir vermişler de ben İstanbul'a bağlıyım, size yardım
edemem, demiş. Zannederim böyle bir şey vaki olmamıştır Efendim. Bütün bu
söylediklerimden görülüyor ki tahakkuk etmemiş, açıklığa kavuşmamış, yalan ve
yanlış şeyler üzerine konuşuluyor. Bu gibi sebeplerden dolayı bir insanın hayatına,
haysiyetine taarruz edilmez efendiler. Denizli vakasından bahsolundu. Bu vakaya
sebep olarak Şefik Bey’i gösterdiler. Bunda da isabet yoktur Efendim. Bu defaki
seyahatimiz esnasında bu işe de baktık. Herhalde Denizli'de bastırılması lüzumlu
bir hareket olmuştur. Ancak bu bizim ve cümlenizin kabul etmeyeceği bir şekilde
olmuştur. Hükümet bu mesele ile yakından alâkadar olmuştur ve bu gün için
mümkün olan, makul olan tedbirleri almakta da kusur etmemiştir. Efendiler,
burada Şefik Bey bu hadiseye sebep olan değildir. Bursa vakasında bahis mevzu
olan kimseler hakkında bir cümle daha arz etmek isterim. Filân, filân kumandanlar
bozgunun müsebbipleri değildir ve olmadığı da tahkikat neticesinde resmen belli
olmuştur. Ancak bu kumandanlar hakkında tetkik ve teftişten evvel birçok söz
söylenmiş olduğu için, özellikle Yüce Meclisinizde kendilerine tecavüz edildiği için,
bu adamlar sarsılmışlardır. Böyle sarsılmış olan kimselerin kumanda başımda
bulundurulması, düşmanlarımız için faydalı olacağı düşünülerek, Hükümet sırf
Yüce Meclisinizin hareketinden dolayı bunları işten el çektirmiştir ve bununla
yetinileceği kanaatinde bulunuyor. Çünkü bunları Harp Divanına vermek için
elimizde hiç bir vesika yoktur. Efendiler, Hamdullah Suphi Bey’in ne için düşman
gelmeden kaçtılar, sorusuna cevaben diyorum ki daha evvel Bursa’nın tahliyesi
için ben emir vermiştim.
HAMDULLAH SUPHİ BEY (Antalya): Bunu vaktiyle söylemeliydiniz, Paşa
Hazretleri.

68
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla): Bu bir sebep ve mesele teşkil etmez. Bence
hata, daha önceden tahliye edilmemesidir. Askerlik bakımından tenkit edilecek
olan budur. Hâlbuki zatıâlileri, niçin orada durulmadı diye tenkit buyuruyorsunuz.
Diğer arkadaşlarımız da söylediler ki Bir takım subaylar eşyalarını geriye
göndermişler. Filhakika gönderilmiştir. Fakat geriye giden nedir Efendim?
Malûmunuz orada vaktiyle 14.Kolordu Karargâhı vardı. Bu Karargâh daha evvel
Eskişehir'e hareket emrini almış bulunuyordu. İşte bu karargâh sebebiyle
arabasıyla giderken bu vaka olmuştur. Ha, Bekir Sami Bey subayların eşyalarını
kaçınıyor. Giden ve kaçan, gönderilen Bekir Sami Beyin eşyası değildir ve o
hareketin neticesi dikkate alınarak yapılmış bir nakliyat işi değildir. Daha evvel
yapılan bir karargâh naklinden ibarettir. Sonra efendiler, askerlikte bir takım
kademeler vardır ve her kademenin kendisine mahsus salahiyetleri vardır. Bekir
Sami Bey bir kolordu kumandanıdır. Kolordu kumandamı demek efendiler,
Dünyanın her yerinde, her millette, en büyük kumandan demektir. Kolordu
kumandanından sonra başka büyük kumandan yoktur. Ancak muhtelif kolorduların
harekâtını sevk ve idare etmek için onun üzerine ordu veya grup kumandanı
geçer. Kolordu kumandanının vazife yapması demek, muharebenin içinde
bulunması demek değildir. Kolordu kumandanı maiyetindeki tümen
kumandanlarına emir verir. Binaenaleyh, Bekir Sami Bey’i tenkit etmeden evvel
yapılacak gayet basit bir şey vardı ve ban bunu yaptım. Bundan evvelki seyahatte
kalktım, buradan doğru Bilecik’e gittim. Bekir Sami Bey’e Ordu Kumandanı ve
mebus arkadaşlarımın yanında icap eden sorumu sordum. Ne emir verdiniz,
verdiğiniz emri bana izah ediniz dedim. O da bana, hakikatte verilmesi lâzım gelen
emri vermiş olduğunu söyledi. Ordu Kumandanı Ali Fuat Paşa da bunu tasdik etti.
Binaenaleyh askerlik bakımından ben bunu nasıl tenkit ederim? Hareketin fiiliyatı
itibariyle tenkit yapmak lâzım geliyorsa, bu emri almış olan tümen kumandanlarını
tenkit etmek lâzım gelir. Hâlbuki yine Bekir Sami Bey’in aleyhinde konuşan
arkadaşımız, bir tümen kumandanının gayet cesur, gayet tedbirli, gayet kıymetli
ve son dakikaya kadar, son askeriyle beraber hareket ettiğini söylüyorlar. Kimi
tenkit etmek istiyorsunuz? Harekâtın neticesinde tevkif edilmek ve mahkûm
edilmek lazım gelen adam işte o adamdır. Binaenaleyh efendiler daha çok
konuşabilirim. Eminim ki sözlerimde esassız, ispatsız, delilsiz hiç bir şey yoktur.
Bunun için çok rica ederim, bu safhayı kökünden kapamak lâzımdır. İcap edenler
hakkında emin olunuz, arzunuz gibi muamele yapılmıştır ve yapılacaktır. (şiddeti
alkışlar) Ordu yapmak, orduyu muntazam sevk ve idare etmek, orduyu mükemmel
donatmak... Hamdullah Suphi Bey diyor ki daha iyi donatır ve giydirebilirdik. Hayır,
Hamdullah Suphi Bey, daha iyi donatamazdık, donatamazsın ve
donatamayacaksın. Bunu söylüyorum efendiler. Fakat askerlerimizin biraz çıplak,
yırtık elbiseli bulunması hiç bir vakit bizim için bir ayıp teşkil etmez. Size
söylüyorum ki efendiler, Dünyanın büyük inkılâbını yapmış olan Bolşevik orduları
Lehistan'da zaferden zafere gidiyor. Onların da üstleri başları bizim
askerlerimizden daha çok iyi değildir. Bana Fransızlar, elbisesiz askerlerin çete
olduklarından bahsettikleri zaman, hayır onlar çete değildir, bizim askerlerimizdir
69
dedim. Üzerinde üniforma yoktur dediler. Üzerindeki elbisesi onun üniformasıdır,
dedim ve Fransızlar bu manidar cevabı kâfi buldular. Binaenaleyh elbisesiz olsun,
köylü elbiseli olsun, yeter ki onları yerinde istihdam edelim ve mukaddes
gayemize ulaşalım. Binaenaleyh hataları, kudret sahibi ve salahiyet sahibi
olduğumuz dakikadan itibaren takip ediyoruz. Gün geçtikçe Ordumuz ve işimiz
daha iyi intizama girecektir. Fakat bir takım hususi ve gizli maksatları gizleyerek,
kalbimizde, vicdanımda tutarak, böyle bilir bilmez şeyleri söylemek doğru değildir.
Efendiler bu vicdani değildir. Binaenaleyh metanet, incelik ve iyilik adına ve
Ordumuzun bundan sonra yerine getireceği gayet mukaddes vazifelerin iyi
neticelenmesi için, rica ederim bu meseleyi kapatınız ve herkesin gönül
rahatlılığıyla vazifesini yapmasına fırsat bırakınız. (alkışlar)
CELALETTİN ARİF BEY (Başkan Vekili): Efendim müzakerenin yeterliliği
hakkında bir önerge vardır. Müzakereyi kâfi görenler lütfen ellerini kaldırsın. Kâfi
görüldü, Efendim. Müsaade buyurunuz, önergeleri okuyacağız.

TBMM Başkanlığına
Hadisenin ehemmiyetine binaen verdiğim gensoru önergesinin, Meclis
tarafından tahkikata tâbi tutulması Millet menfaati olduğundan kabulünü Genel
Kurula teklif eylerim. 14 Ağustos 1920
Karahisar Mebusu
Mehmet Şükrü

TBMM Başkanlığına
Bursa meselesi etrafında verilen izahat kâfi olduğundan gündeme
geçilmesini teklif ederim.
Muş Mebusu
Osman

TBMM Başkanlığına
Genel Kurmay Başkanlığının ve Ordu Kumandanının pek sağlam
tahkikat ve raporuna dayanarak, izahatın yeterliliğinin reye konulmasını teklif
ederim.
Antep Mebusu
Yasin

70
TBMM Başkanlığına
Mustafa Kemal Paşa Hazretlerinin Bursa hakkındaki beyanatı inandırıcı
ve kâfi görülmekle, bu husustaki müzakerenin yeterliliğine karar verilmesini
teklif eylerim. 14 Ağustos 1920
Genç Mebusu
Hamdi

TBMM Başkanlığına
Alaşehir ve Bursa'nın terk edilerek teslim edilmesi herkesçe malûm iken,
bunun yegâne mesulü bulunan Kumandan Bekir Sami Bey ve Bursa Valisi
Hacim Muhittin Bey hakkındaki Genel Kurmay Başkanının beyanatı ve
müdafaası ikna edici bulunmamıştır. Bu sebeple bu üzücü hâdisede hata ve
mesuliyeti olanlar varsa cezalandırılmalarını, yoksa kendilerini temize çıkarmak
için bu hususta tahkikat yapacak olan komisyonun kura ile kurulmasını teklif
eylerim. 14 Ağustos 1920
Canik Mebusu
Ahmet Nafiz

TBMM Başkanlığına
Hükümet Reisinin verdiği izahatın kâfi görülerek gündeme geçilmesini
teklif eyleriz. 14 Ağustos 1920
Erzincan Mebusu Çorum Mebusu Trabzon Mebusu
Mehmet İsmet Hüsrev

TBMM Başkanlığına
Düzce hadisesi hakkında Reis Paşa Hazretlerinin verdikleri izahattan,
henüz asilerin yakalanamadıkları anlaşılıyor. Gündeme dâhil olmadığı halde
müzakeresine başlanılan bu münakaşanın, Hükümetin Düzce’ye ait icraatına
menfi tesir yaratacağından, müzakerenin kâfi görülmesini ve gündeme
geçilmesini teklif ederim.
Çorum Mebusu
Ferit

71
TBMM Başkanlığına
Bu gensoru önergesine dair yapılan müzakerenin yererliliğiyle, gündeme
geçilmesini teklif eylerim. 14 Ağustos 1920
Kütahya Mebusu
Besim Atalay
CELALETTİN ARİF BEY (Başkan Vekili): Şimdi efendim evvelâ gensoru sahibinin
önergesini reye koyuyorum.
HÜSREV BEY (Trabzon): Hükümet bu önergelerden hangisini kabul ediyor,
Efendim?
CELALETTİN ARİF BEY (Başkan Vekili): Paşa Hazretleri önergelerden hangisini
kabul buyuruyorsunuz?
MUSTAFA KEMAL PAŞA: Genel Kurul hangisini kabul buyurursa.
SIRRI BEY (İzmit): Reis Beyefendi, Paşa Hazretleri muhatap değildir ki bu
hususta.
CELALETTİN ARİF BEY (Başkan Vekili): Hükümetin önergelerden birisini kabul
etmesi lâzımdır.
VEHBÎ EFENDİ (Konya): Öyle ise reye koymaya ne lüzum var? Hükümet kabul
edecekse ne için reye koyuyorsunuz? Hiç reye koymaya lüzum yoktur, o halde.
HASAN FEHMİ BEY (Gümüşhane): Müzakere usulü hakkında söz söyleyeceğim.
Malûmunuz İç Tüzükte diyor ki gensoru önergesinin müzakeresi sonunda verilen
önergelerin hepsi okunur, Hükümet hangi önergenin tercihan reye konulmasını
isterse, önce o önerge reye konulur.
CELALETTİN ARİF BEY (Başkan Vekili): Onun için soruyorum. Hangi önergeyi
kabul buyurursunuz Paşa Hazretleri?
MUSTAFA KEMAL PAŞA: Hüsrev Bey’in önergesini
CELALETTİN ARİF BEY (Başkan Vekili): Bu teklifi kabul edenler lütfen elerini
kaldırsın. Kabul edildi Efendim. O halde Hüsrev Bey’in önergesini reye koyuyorum
Efendim. Bu önergeyi kabul edenler lütfen elerini kaldırsın. Kabul olundu Efendim.
HAMDULLAH SUPHİ BEY (Antalya): Paşa Hazretleri, sözlerimize hepimizin
fazlasıyla dikkat etmemiz lâzımdır. Kürsüden iyi niyetle söylediğim sözlere yalan
denilmiştir. Kendilerine soruyorum, bu sözü muhafaza ediyorlar mı? Yoksa arzu
etmedikleri halde, ağızlarından çıkmış bir kelime midir?
MUSTAFA KEMAL PAŞA: Bahis mevzu ettiğiniz söz, sizin başkalarından
duyduğunuz sözdür. Bu duyduğunuz söz yalandır.

72
HAMDULLAH SUPHİ BEY (Antalya): Teşekkür ederim.
CELALETTİN ARİF BEY (Başkan Vekili): Celseye on dakika ara veriyorum.
(Aradan sonra toplantı yeter sayısı olmadığı için oturuma son verilmiştir.)
1

25 EYLÜL 1920: GENEL KURMAY BAŞKANI İSMET BEY'İN YUNANLILARLA


İŞBİRLİĞİ YAPMIŞ OLAN BAZI BURSALILAR HAKKINDA KONUŞMASI
(1.Dönem, 1.Yasama Yılı, 72.Birleşim, Gündem: 7/1)
1920 Yılının Eylül Ayı Ankara için, sakin ama kritik dönemlerden
biridir. Yunanlılar Bursa ve Uşak gibi çok önemli iki kenti işgal
etmişlerdi. İç isyanlar hala devam ediyordu. Fırtına öncesi bu kritik
zamanda milletvekillerinin genel durum hakkında bilgilendirilmeleri
gerekiyordu. Genel Kurmay Başkanı İsmet Bey askeri ve siyasi
durum hakkında bilgi verirken Bursa'nın Yunanlılar tarafından işgali
sırasında bazı Bursalıların onlarla birlikte hareketinden söz etti.

İSMET BEY (Genel Kurmay Başkanı): Arkadaşlar, bir müddetten beri Garp
Cephesinde mühim bir askeri hareket olmamıştır. Bursa cephesinde düşmanın
son zamanlardaki faaliyeti, İznik Gölü’nün kuzey ve güneyine küçük müfrezeler
sevkinden ibarettir. Bu müfrezeler birçok yerlerde yerli Rum ve Ermeni çeteleriyle
birleşerek ve onları tahrik ederek köyleri basmışlardır. Bizim tarafımızdan yapılan
karşı harekât bu çetelere karşı, bu taşkınlıklara karşı Müslüman ahalinin mümkün
olduğu kadar muhafazasına çalışmaktır. Düşmanlarımız bu cephede bize karşı iki
kuvvet kullandılar nifak kuvvetleri ve Yunan kuvvetleri. Biliyorsunuz ki münafık
kuvvetler nerede faaliyete geçmişlerse, en büyük şiddeti göstermekle beraber,
neticede tamamen bastırılmışlardır. Karşımızdaki nifak kuvvetlerini ve Yunan
kuvvetlerini, kendi kuvvetlerimizle karşılaştırmak için söylüyorum. Bizim
gördüğümüze göre, düşmanlarımız bugün Garp Cephesinde, aleyhimize hareket
yapmak için tekrar münafık kuvvetler hazırlamaya çalışılmaktadırlar. Yalnız
Milletimizin uyanıklılığı nifakın yayılmasına imkân vermiyor, İstanbul'da kuvvet
toplamaya çalışılıyor, fakat yapılamıyor. O halde Yunanlılar kendine muvaffakiyet
götürecek yardımcılar bekliyorlar ve henüz bulamıyorlar. Şurada burada tekrar
hadiseler meydana getirilmiştir. Bu hadiseleri yaymak için kandırılan Ermeniler ve
Rumlar müştereken faaliyettedirler. Fakat bu hadiseler, adi suç mahiyetinden ileri
geçmemektedir. Hakikati bilmeniz için söylüyorum ki son zamanlarda ahlaki

1
TBMM Zabıt Ceridesi (14 Ağustos 1920), 1.Dönem, c.3, s.217-231, http://www.tbmm.gov.tr/

73
hadiseler maalesef olmuştur. Bursa'da ulemadan birtakım bedbahtlar, Yunan
işgalinin kurtuluş ve selamet getirdiğini söylemişlerdir.
REFİK BEY (Konya): Lanet olsun.
İSMET BEY (Devamla): Arkadaşlar, bu elemli misaller ne kadar fena olursa olsun
bizim için kuvvet kaynağıdır. Çünkü bütün Millet içinde bilirsiniz ki bunlar beş, on
adamdan ibarettir. (sefil adamlar sesleri) Bütün Millet hep beraber bunları telin
etmektedir. Garp cephesinde düşmanlarımız nifak ile bizi hemen yere
sereceklerini tahmin ediyorlardı. Altı aylık harekât bu tahminin yanlış olduğunu
ispat etmiştir.
MUHİTTİN BAHA BEY (Bursa): Benim zümrüt yeşili tarihi Bursam ağlıyor, onlar
elini uzatmış bize bakıyor. Bu İşgal altındaki yerlerde İsmet Bey’in dediği gibi, bazı
serseriler de var. Ben Bursa’da bunların kimler olduğunu pekâlâ biliyorum. Onlar
üç beş adamdır ki efendiler, Dünya Harbinden beri bir parça gurur, bir parça övgü
verecek, bir parça kıymet, bir parça kudret, bir parça azamet verecek hadiseler
karşısında alay etmişler, gülmüşlerdir. Biz ne vakit sevindikse, onlar üzüldüler. Biz
ne vakit güldükse, onlar ağladılar. (kahrolsunlar sesleri) Evet efendiler, Yunan
Ordusu geldiği zaman mevlit okutanlar, bir fesat kapısı açanlar onlardır. Efendiler
Bursa’nın kaybedildiğinin ertesi günü camiye mevlit okumağa gitmeden evvel o
fesat kapısını açmışlar ve orada karar verildikten sonra camiye gitmeden önce
kurban kesmişlerdir (kahrolsunlar sesleri) Biz onları biliyoruz efendiler. Fakat sizin
de bilmeniz lazımdır. Eskiden Bursa’ya gidenler pekâlâ bilirler ki her bir hanede bir
piyano sesi, bir ud sesi işitilirdi. Herkesin yüzleri güler, o yeşil ovada saadet görür,
o yeşil Ovanın tarihi, övgü karşısında sevinirdi. Fakat efendiler, Yunanlılar
girdikten sonra o evlerin hiç birisinde ud sesi kalmamıştır. Gençlerimizin yüzleri
gülmez olmuştur, sokağa çıkmaz olmuşlardır. İhtiyarlarımız köşelerde, bizden
imdat bekleyerek, Allanın merhametine sığınarak, secdeye kapanmaktadırlar.
Efendiler, çıkarılamayan ses, hıçkırık sesidir. Fakat pek yazıktır ki Yunanlıları
alkışlayan sesler bize kadar geliyor da, o masumların hıçkırık seslerini
duymuyoruz. Efendiler, bu cepheyi iyi müdafaa edelim, bu cepheden düşman
geçmesin. Artık çiğnetecek bir karış yerimiz olmadığını bilelim. Hürmet ettiğim
İsmet Beyefendiden istirham ederim ki bu seslere kulaklarını versinler, onu
duysunlar. Eminim ki onu da duyuyorlar ve Yunanı durdurmaya değil, oradaki
çaresizlerin imdadına koşmaya çalışıyorlardır. Efendiler, Millet uyuyor hakikati
bilmiyor. O bilseydi neler yapmazdı. Efendiler o bilseydi, Yunanlıların önünden
kaçmaz, o bilseydi iki üç sefil satılmış adamın aldatmasıyla Yunanlıların
gelmesine kayıtsız kalır mıydı?
REFİK BEY (Konya): O halde propaganda işlerini çok fazla yapalım.
OPERATÖR EMİN BEY (Bursa): Bursa'da Yunanlıların lehine söz söyleyen
hocalar, Kütahya'da Müftü iken Hükümetimizin mükâfatlandırmasıyla Bursa’ya

74
Müftü olan Kırımlı Ömer Efendi’yle yine Kırımlı Hacı Ömer Efendi’dir. Yani Bursalı
değillerdir Efendim.
MUHİTTIN BAHA BEY (Bursa): Ömer Efendi’nin hakkı yenmesin. Ömer Efendi
Bursa'da değildir, Kütahya'da Müftüdür Efendim.
OPERATÖR EMİN BEY (Bursa): Sürgün olarak gönderilmiştir.
MUHİTTİN BAHA BEY (Bursa): Onu bilmiyorum. Yalnız Aziz Nuri isminde birisi
vardır, İtidal isminde bir gazete çıkarıyor. Ali Kemal’i elli kere geride bırakacak
kadar şeyler yazıyor.
1
REFİK BEY (Konya): Bursa'da iki fedakâr çıkıp da onları neden gebertmedi?
(Mustafa Kemal Paşa'nın çabaları milletvekillerini yatıştırmadı. Milletvekilleri, kusur ve
idaresizliklerinden dolayı 20. Kolordu Kumandanı Albay Bekir Sami Bey, Bursa Valisi
Hacim Muhittin Bey ve Alaşehir Kumandanı Aşir Bey'in Yüce Divan'da yargılanmalarını
istediler. Sonuçta Garp Cephesi Kumandanlığına konuyla ilgili tahkikat açılması
kararlaştırıldı. Yapılan tahkikat neticesinde ise, Albay Bekir Sami Bey 20. Kolordu
Kumandanlığından alınarak, Antalya ve Havalisi Komutanlığı’na atandı. Aşir Beyin görevi
ise daha önce başka bir olay yüzünden değiştirilmiş olduğundan hakkında herhangi bir
işlem yapılmadı. İşgali takip eden birkaç gün içinde Yunanlılar şehirde ve köylerde
büyük yağma olayları yaptılar. Yunan askerlerinden pek çoğu Bursa Ovasındaki
mahsulleri ve ekinleri, bağ ve bahçeleri talan edip yağmaladılar. Bu sırada tesadüf
ettikleri ve tarlalarda çalışan çiftçi, orakçı, amele gibi Müslüman halkı yaraladılar,
birçoğunu da katlettiler. Bu sırada işgalden doğan karışıklıktan ve Yunanlılardan
aldıkları destekten cesaret alan Bursa civarı Rum köyleri ahalisi de Müslüman köylerine
saldırarak halkı taciz ettikleri gibi, köylerde bulabildikleri büyük ve küçükbaş
hayvanlarla kıymetli eşyaları gasp ettiler. Bursa yirmi dört ay Yunan işgalinde kaldı ve
11 Eylül 1922 tarihinde Türk askerlerinin Kente girmesiyle işgalden kurtuldu.)

İÇİNDEKİLER

3 TEMMUZ 1920: GİZLİ OTURUMDA MUSTAFA KEMAL PAŞA VE GENEL


KURMAY BAŞKANI İSMET BEY’İN, YUNAN KUVVETLERİNİN DURUMU
HAKKINDAKİ BEYANATLARI..................................................................................3

1
TBMM Zabıt Ceridesi (25 Eylül 1920), 1.Dönem, c.4, s.336-345, http://www.tbmm.gov.tr/
75
8 TEMMUZ 1920: TBMM BAŞKANI MUSTAFA KEMAL PAŞA VE GENEL
KURMAY BAŞKANI İSMET BEY’İN, BAŞLAYAN YUNAN İLERLEYİŞİ
HAKKINDAKİ BEYANATLARI................................................................................14
10 TEMMUZ 1920: BURSA’ NIN İŞGALİ DOLAYISIYLA MECLİS KÜRSÜSÜNE
SİYAH ÖRTÜ ÖRTÜLMESİNE VE YUNAN ZULMÜNÜN HER YERE İLAN
EDİLMESİNE DAİR ÖNERGENİN GÖRÜŞÜLMESİ..............................................18
12 TEMMUZ 1920: GENEL KURMAY BAŞKANI İSMET BEY VE SARUHAN
MİLLETVEKİLİ MAHMUT CELAL BEY’İN, BURSA’NIN İŞGALİ İLE İLGİLİ
AÇIKLAMALARI .....................................................................................................30
13 TEMMUZ 1920: BURSA’NIN İŞGALİ NEDENİYLE HÜKÜMET İÇİN VERİLEN
GENSORUNUN GÖRÜŞÜLMESİ VE GÜVENOYLAMASI ....................................40
17 TEMMUZ 1920: MUSTAFA KEMAL PAŞA İLE BERABER CEPHEDEKİ
ASKERLERİ ZİYARETE GİDECEK HEYETİN SEÇİMİ..........................................47
9 AĞUSTOS 1920: GİZLİ OTURUMDA MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN, BURSA'NIN
YUNAN İŞGALİNE GİRMESİ HAKKINDA KONUŞMASI .......................................48
14 AĞUSTOS 1920: BURSA’NIN İŞGALİNDE İHMALİ GÖRÜLEN YÖNETİCİLER
HAKKINDA VERİLEN GENSORU ÖNERGELERİNİN GÖRÜŞÜLMESİ ...............54
25 EYLÜL 1920: GENEL KURMAY BAŞKANI İSMET BEY'İN YUNANLILARLA
İŞBİRLİĞİ YAPMIŞ OLAN BAZI BURSALILAR HAKKINDA KONUŞMASI ............73

http://www.cengizcetintas.com/index.html

cencetintas@gmail.com

Bu kitabın her hakkı Cengiz Çetintaş' a aittir. Bilgiler kaynak gösterilmek


koşuluyla eposta, fotokopi vb yoluyla gönderilebilinir veya çoğaltılabilinir.
Ancak bilgilerin tümü dergi, kitap veya benzer şekillerde yayımlanamaz.

76

You might also like