Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 10

FALİF RIFKI ATAYIN KALEMİNDEN ATATÜRK VE HATIRALARI

ÇOCUKLUK VE GENÇLİK HATIRALARI

Mustafa kemal Atatürk babasını çok küçük yaşta kaybetti. Zübeyde hanım kocasının ölümünden sonra
geçim sıkıntısı yaşamaya başlar. Bu sebeple mustafa ve makbuleyi alarak abisi hüseyin ağanın
çiftliğine gider. Dayısı mustafayı çiftlik işlerine yetiştirmeye karar verdi. Atatürk, kız kardeşi ile beraber
karga kovmak için bakla tarlası bekçiliği yaptığını hiç unutmamıştır. Bu anısını devlet başkanlığı
zamanında bir misafirinin bu tarla bekçiliği hikayesine

- Aman efendimiz… yollu, estağfurullaha benzer şeyler diyip şaşırıp inanamamazlık göstermesi
üzerine Atatürk:
- Evet öyledir. Bende herkes gibi doğdum, büyüdüm. Doğuşumda bir ayrılık varsa türk
oluşumdan ibarettir, demiştir.

Mustafa kemal Atatürk her zaman bir türk olarak doğmaktan ve halk çocuğu olmaktan övünürdü.

***
Mustafa kemal Atatürk mülkiye rüştiye mektebine (ortaokul) girdi. Lakin burada öğrenimin
tamamlayamadan ayrıldı. Çünkü mektebin müdür yardımcısı ve aynı zamanda matematik hocası olan
hüseyin efendi bol dayak atan sert birisiydi. Atatürk onun için derdi ki:

- Berbat bir adamdı. ondan çok korkardım. Beni döverse ne yaparım diye düşünürdüm.

Tamda korktuğu şey başına geldi. Atatürk arkadaşıyla kavga ettiği için hüseyin efendi tarafından
insafsızca dayak yedi bu sebeple de okuldan ayrıldı. Daha sonrasında komşularının oğlunu askeri
rüştiyeye gittiğini ve subay üniformalı olarak görünce kendisi de heveslenip asker olmak istedi.
Annesinin istememesine rağmen sınavların girip kazandı ve askeri rüştiye okulunda eğitimine devam
etti. Matematiğe her zaman merakı vardı. Burada da zekasıyla hocasının dikkatini çekmişti. Atatürk
bunu şöyle anlatır:

- Hocamın adı mustafa idi. Bir gün bana, “oğlum senin de adın mustafa, benim de. Bu böyle
olmaz. Arada bir fark bulunmalı. Bundan sonra senin adının sonuna bir kemal ekleyelim,”
dedi. O günden beri adım mustafa kemaldir.

Hoca sert bir adamdı. Sınıfta birinci ikinci tanımazdı. bir gün bize:

- Aranızda kendilerine kimler güveniyorlarsa kalksınlar, onları müzakereci yapacağım, dedi.


Önce durakladım. Öyleleri ayağa kalktı ki, ben oturmayı daha doğru buldum. Bunlardan
birinin de müzakereciliği altına girdim. Müzakere ortasında dayanamadım. Ayağa kalkarak,”
ben bundan daha iyi yaparım,” dedim. Bunun üzerine hoca, beni müzakereci yaptı. Eskisini
de benim altıma koydu. Der.

***
Mustafa kemal atatürkün annesi Zübeyde hanım kocası öldükten sonra aldığı dul maaşıyla geçim
sıkıntısı yaşıyordu. Bu sebeple tütün rejisi memuru ragip bey ile evlendi. Ragıp bey atatürke saygılıydı.
Atatürkün ragıp beyle asla kötü bir anısı yoktur aynı zamanda üvey ağabeyi Süreyya içinde bu
geçerliydi. O zamanlarda itibaren mustafa kemal çok yakışıklı dikkatleri üstüne çeken biriydi. ağabeyi
Süreyya mustafa kemali korumak amacıyla bir gün kendisini çağırmış sustalı bir çakı vermiş:

- Ne olur olmaz, ırzını bununla koruyacaksın, demiş. Sonraları Yüzbaşı Süreyya, toyranda intihar
etmiştir.

***
son sınıf imtihanlarına “mümeyyiz” olarak gelen hasan bey adında bir kurmay, mustafa kemale idadi
öğrenimini nerede yapacağını sormuş. Mustafa kemal istanbula gitmek istediğini söyleyince:

- Hayır, demiş, Manastıra gidin. Daha iyi yetişirsiniz demiş.

Bunun üzerine mustafa kemal üç arkadaşı ile manastıra gitti. Kendisi lisedeki zamanlarını şöyle anlatır:

- Bana matematik çok kolay geldi. Kendimi bu derse verdim. Fakat Fransızcada geri idim. İlk üç
aylık tatili geçirmek üzere selanike geldiğimde gizlice Fransız mektebinin hususi sınıfına
devam ettim. Fransızcamı ilerlettim. Mustafa kemale göre “ bir kurmay mutlaka bir yabancı
dil bilmeliydi.“

Arkadaşları arasında güzel konuşan ve şiir yazan ömer naci vardı. Atatürk anlatıyor:

- Bir gün benden okumak için kitap istedi. Verdiklerimden hiçbirini beğenmemesi pek gücüme
gitti. Edebiyat diye bir şey olduğunu o zaman öğrendim. Şiire heves ettim. Eğer kitabet hocam
alay emini Mehmet asım efendi imdadıma yetişmeseydi şair olup çıkacaktım. Asım efendi bir
gün beni çağırdı, ‘bak oğlum’, dedi. ‘ şiiri edebiyatı bırak, sen iyi bir asker olmalısın. Öteki
hocaların da benimle aynı fikirde. Sen naciye bakma, hayalperest bir çocuk o, ileride iyi bir
şair ve hatip olabilir, fakat iyi asker olamaz,’ dedi. Gerçekten de hocamın dediği çıktı. Ömer
naci çok istediği halde kurmay olamadı.

***
Mustafa kemal tarihe de meraklıydı. 1877-78 türkiye- rusya harbi olmuştu. Mustafa kemal daha
doğmamıştı. Fakat manastır askeri idadisinde o mağlubiyetin sebeplerini öğrenmeye önem vermiştir.
Bu sırada manastır çevresinde sırp ve bulgar çeteleri dağa çıkmakta, türk köylerini basıyorlardı.
Mustafa kemalin içine ilk defa bu lisede vatan kaygısı doğmuştur. 1897 yılında türk yunan savaşı
çıkmıştır. Gençler ellerinde bayraklar ile cepheye koşmuşlardır. Arkadaşlarının anlattıklarına göre
mustafa kemal de arkadaşlarından birisi ile okuldan kaçıp katılacakları bir kıta ararken gece bir
kapının önüne geldiler. Mustafa kemal kapıyı çaldı. Kapıyı açan kadın lambayı gençlerin yüzüne
tutarak:

- Mustafa sen burda ne arıyorsun? Dedi.

Bu selanikte uzun müddet kalmış, Zübeyde hanımı tanıyan bir bulgar kadını idi. Mustafayı içeri alarak:
- Nereye gidiyorsun? Dedi.
- Cepheye… Yunanlılarla çarpışmaya…

Kadıncağız güçlükle mustafa kemali kararından vazgeçirebildi.

***
Mustafa kemal Atatürk çocukluğundan itibaren çok onurlu birisiydi. Mahallesinde sokak oyunlarını
seyreder, fakat katılmazdı. O zamanki arkadaşlarından birinin anlattığına göre bir gün komşu çocukları
birdirbir oynuyorlarmış. kendisini de çağırmışlar:

- gel, sende oyna, demişler.

Mustafa:

- peki, demiş ve olduğu yerde ayakta durmuş.


- Ama eğil ki atlayalım, demişler.

Mustafa başını sallayarak:

- Ben eğilmem. Üstümden böyle atlayabilirseniz atlayın, diye cevap vermiş.

***
Bir çocukluk arkadaşı mustafa kemal için der ki:

- Bir kolağasının kızı müjganı sevmişti. Ona verirler miydi şüphesinde iken. ‘yolla anneni,
nişanlan’, demişlerdir. Onurunu hiçbir şeye değişmediği için reddedilmekten, karşılık
görememekten çekinirdi.

Utangaçtı. Büyük yaşlarına kadar içki bu utangaçlıktan kurtulmasına yardım etmiştir. Kadınlara
yalvaranlara kızardı. Hayali genişti. Saatlerce kendi başına düşündüğü olurdu.

***
Mustafa kemal Atatürk rüştiyede iken Kulekapı mahallesinde bir kızla bir aşk hikayesi olmuştur.
Çocukluk arkadaşlarının anlattığına göre ;

- Mustafa kemal Atatürk akşamları okuldan çıkar çıkmaz eve koşar, esvaplarını ütületir, zıpzıp
oynayan çocukları seyretmek bahanesi ile kızı pencereden görmeye gidermiş.
Ölüm yatağına kadar süren iyi giyinmek titizliği bu aşk günlerinden kalmıştır, derler.

HARP AKADEMİSİNDE SUBAY YILLARI


Mustafa kemal manastır idadisini bitirdikten sonra 13 mart 1899 da pangaltıda harp okuluna girdi.
Zekasıyla iki ayda sınıfının çavuşu oldu. Kendisi der ki: “idadide iken inatla çalışıyorduk sınıfta birinci
ikinci olmak için hepimiz gayret içindeydik. Harp okulunda matematik merakım devam etti. Fakat
birinci sınıfta saf gençlik hayallerine kapıldım. Dersleri gevşeğe aldım. Yılın nasıl geçtiğinin farkında
olmadım. Ancak dersler kesilince kitaplara sarıldım.” İkinci sınıfa geçtikten sonra derslerine daha
fazla sarılmıştır. Şiiri bırakmışsa da iyi konuşmak başlıca hevesleri arasında idi. “ tatil saatlerinde
hatiplik idmanları yapardık. Ellerimizde saat, bu kadar zaman sen, bu kadar ben, diye yarışma ve
tartışmalar tertiplerdik.” Üçüncü sınıfta, hele kurmay sınıflarında memleket kaygısına düştü.
Batıyorduk, kurtulmanın yolunu aramalı idi. Buna ordu önayak olacaktı. Subaylar aralarında
teşkilatlanmaktaydılar. Bir gün gençlik üzüntülerini şöyle anlatmıştı: harp akademisinde yirmi yaşında
bir subay. Kendisini, ne olduğunu anlayamadığı birtakım düşünce ve duygulara kaptırmıştır.
küskündür. İsyanlıdır. Neye ve kime karşı? Niçin? Sorsanız cevap veremez. bir gün arkadaşlarından
biri:

- Sen, kalk borusunda hiç uyanmıyorsun. Nöbetçi subay karyolanı sarsmadıkça kalkmıyorsun.
Neyin var senin? Diye sordu.
- Yatağa girdikten sonra uykuya dalamıyorum. Gözlerim sabahlara kadar açık. Tam uyuyacağım
zaman da kalk borusu çalmak üzere. Der.

Bir gün asker hocalardan biri öğrencilere bir mesele verdi:

- Savaş nedir, artık biliyorsunuz, dedi. Fakat bir de gerilla ( dağlarda kendi başına, bağımsız
olarak yasadışı işler yapan düzensiz çete.) vardır. Bu kolay bir şey değildir. Gerillayı yapmak
da bastırmak da güçtür. Sonra bir misal üzerine öğrencileri imtihana çekti:
- Osmanlı imparatorluğunun devlet merkezi İstanbul. Farz edin ki şu veya bu sebepten
boğaziçinin doğu kıyısı ile izmit körfezi arasında halk devlete isyan etmiştir. Şimdi soruyorum:
Halk böyle bir isyanı ne için yapabilir? Devlet bu isyanı ordusu ile nasıl bastırabilir?

Bu sorulara en iyi cevabı o uyumayan, dalgın olan mustafa kemal vermiştir. çünkü aklı fikri çok
zamandan beri böyle hayallerdeydi.

***
Harp okulunun son sınıfında yakın arkadaşları ile el yazısı bir dergi çıkarmışlardı. Toplantı odası için
Akademi birinci sınıfının yanında, okullarında teğmen çıkan veterinerlerin yüzbaşı olarak orduya
katılabilmek için eğitimlerini tamamladıkları ders odasını seçtiler. Dergi bu odada hazırlanır, sonra
gizlice elden ele geçerdi. Bir gün sarayın hafiyelerinden bir asker ders odasını bastı suçüstü yakaladı.
Değerli bir asker değildi. Ama vicdanlı ve namuslu biriydi. Eğer isteseydi hepsinin askerlik hayatı son
bulurdu. Ama yapmadı dergiyi görmemezlikten geldi.

- Ne diye başka şeylerle uğraşıp derslerinize çalışmıyorsunuz demekle yetindi.

Mustafa kemalin arkadaşlarından fethi sonradan soyadı okyar, ateş püskürerek, bir eli ile de sultan
hamidin oturduğu yıldız sarayı göstererek:
- Hep o adamın başı altından çıkıyor bunlar… sarayı başına yıkılmadıkça rahat yok. Elime fırsat
geçerse altına bomba koyardım, diyordu.

Bu kişi yani fethi okyar mustafa kemal 27 nisan 1909 da sultan hamid tahtann indirildiği zaman onu
selanike götüren muhafızdır.

***
Sınıf arkadaşı ve eski genel kurmay başkanı asım gündüz mustafa kemal için şunları demiştir:

- Mustafa kemal okuldayken Fransızcasını ilerletmek için bir yabancı hanımdan ders alırdı.
Sonra paristeki hürriyetçilerin gazeteleriyle Fransızca gazeteler getirir, kapalı gizli odada
bizlere anlatırdı. Namık kemalin “vaveylası” ile “ hürriyet kasidesini” ben ondan dinlemiştim.

***
Mustafa kemal arkadaşları ile Beyoğlu eğlence yerlerine giderdi. İyi giyinmeyi ve yaşamayı severdi.
İstanbula gelinceye kadar biradan başka içki kullanmamıştı. Bir gün arkadaşı ali fuat cebesoyla büyük
adaya gitmişler. Ne lokantada yiyip içecek ne de otelde geceleyebilecek paraları vardır. Ali fuat bir
şişe rakı, bir şişe bira, ekmek ve yemiş alıp çamlığa yürümüşler. Mustafa kemal bir şişe birayı bitirince:

- Şimdi ne yapacağım? Demiş.

İlk defa rakıyı o akşam denemiş. Başı bir hoş dönmüş. Güneş batmak üzere, sigara paketinin altına
resimler çizmiş, sonra:

- Fuat, demiş ne iyi içkiymiş bu… insanın şair de olası geliyor.

Bu ağır ve sert içki bir daha yakasını bırakmamıştı.

***
Çocukluğunu ve gençliğini yakından bilen kişilerden olan Kılıçoğlu hakkı yazdığı bir mektupta mustafa
kemal için der ki:

“ ailece pek yakındır. Zübeyde hanımı ikinci defa evlendiren benim büyük kaynatam şeyh Rıfat
efendidir. Mustafa kemal tatillerde selanikte sılaya geldiğinde kaynatamın tekkesine gelir, ayin
günlerinde dervişler halkasına katılarak, huuuu huuu, diye kan ter içinde kalıncaya kadar döne
dururmuş.”

***
Mustafa kemal harp akademisinde iken ali fuatın babası İsmail fazıl paşanın boğaziçindeki yalısında
gece yatısına giderdi. Viyanada büyükelçilik eden, üç dört dil bilen, çok okumuş ali nazım paşa
arkadaşı İsmail fazıl paşanın mustafa kemali çok övdüğünü duymuştur. Bir gün kendisi de mustafa
kemal ile oturup konuşma fırsatı bulmuştur. Ali fuatın anlattığına göre ali nizami paşa, mustafa
kemale der ki:

- Mustafa kemal efendi oğlum, seni övenlerin yanılmadıklarını anlıyorum. Sen bizim gibi yalnız
normal subaylık hayatına atılmayacaksın. Memleket kaderi üzerine etkili olacaksın. Sözlerimi
iltifat olarak alma. Sende memleket başlarına gelen büyük adamların daha gençliklerinde
gösterdikleri müstesna kabiliyet ve zeka alametlerini görüyorum. İnşallah yanılmamış olurum.

***
1904 aralık ayında harp akademisini bitirerek kurmay yüzbaşı diplomasını alan mustafa kemal
arkadaşlarına:

- Çocuklar, şimdi her birimiz bir Osmanlı paşasının yanına gideceğiz. Hepsi islam alemi gafleti
içindedirler. Olanca kaynaklarımızı türk Anadolu ortasında toplamalıyız, diyordu.

Her şeyden önce teşkilatlanmalı idi. Teşkilatlanmak ve hareket merkezi de Makedonya olmalı idi.
Bütün dileği selanike gönderilmekti. Bazı arkadaşlar ile Yenikapı da bir ermeni evinde oda tutup
yerleştiler. Burası fikir arkadaşları ile toplantı yeriydi. Bu toplantılarda fethi adında bir de sivil vardı.
Yatacak yeri, yiyecek ekmeği olmadığı için yanlarına sığınmıştır. Mustafa kemal başından geçeni şöyle
anlatmıştır:

- Kendisine yardım etmeye karar vermiştik. İki gün sonra kendisinden beyazıttaki bir
kıraarhanede buluşmak üzere pusula aldım. Gittiğim vakit yanında saraydan bir yaver
gördüm. Bizim odadaki arkadaş İsmail hakkıyı götürmüşler. Bir gün sonra da ben yakalandım.
Fethi, meğer bir hafiye imiş. Bir müddet tek başına hapis kaldım. Sonra mabeyne götürdüler.
Sorgudan anladık ki, gazete çıkarmaktan, teşkilat yapmaktan, apartmanda toplanıp
görüşmelerde bulunmaktan sanıktık. Daha önceki arkadaşlar itirafta etmişler. Birkaç ay
tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakıldım. Kurtuluşumuz okul müdürü rıza paşanın aracılığı
ile mümkün olabilmiş. Birkaç akşam sonra bizi çağırdı. Her şeyi bildiğini, bizi savunmak
zorunda kaldığını, bundan sonra dikkatli olmamız gerektiğini söyledi.

Aradan bir müddet geçince genel kurmaya çağırıldılar. İkinci veya üçüncü orduya göndereceklerdi.
İkinci ordunun merkezi edirne, üçüncünün selanikti. Gidecek olanlar ya kura çekecekler ya da
aralarında anlaşacaklardı. Konuşup anlaşmaları, aralarında teşkilat olduğun şüphesi uyandırdığı için
bir kısmını dördüncü bir kısmını da merkezi şamda bulunan beşinci orduya verdiler. Mustafa kemal de
beşinci ordunun içerisinde yer aldı.

Halbuki selanike gideceğini annesine yazmıştı.

- Annem beni çok bekleyecek, diye gözleri yaşardı.


MUSTAFA KEMALİN ŞAMDAKİ YILLARI

Mustafa kemal, şama 5 şubat 1905te tayin edilmiştir. Şamda otuzuncu süvari alayına verilmiştir.
Şamdaki bu ölü toplumu dürtemek, sarsmak, parçalamak, evleri boşaltmak, sokakları şarkılar, gülüşler
ve şenlikler içine boğmak istiyordu. Mustafa kemale göre her şey hürriyete kavuşmaya bağlı idi.
Askerlik görevini yapmakla beraber bir yandan da siyasi çalışmalara ve telkinlere başlamıştır. Bir gün
üç subay hamidiye çarşısına gitmişlerdir. içine ancak iki üç kişi sığabilecek bir dükkanın önüne geldiler.
Üç subaydan biri mustafa kemal, biri de havran hareketlerini idare eden komutan… mustafa kemal,
arkadaşının ayağında çizme pantolonu, fakat altında çizme değil de adi pabuç görür. Kıyafet, düzen ve
temizliğinde pek titizdir. Bunun sebebini sorar. Arkadaşı:

- Başka pantolonum kalmadı, der.

Bu çalmayan subaydır. Dükkanın içinden bir adam, kendilerini kepengin önüne koyduğu iskemlelerde
biraz oturmaya davet etti. Türkçe konuşuyordu. Mustafa kemal merak edip dükkana girincemasanın
üstünde Fransızca, sosyoloji, felsefe ve tıp kitapları görür. Biraz sonra anlaşılır ki, bu tüccar tıp
okulunda hürriyetçilik telkinleri yaptığı için şama sürülmüştür.
Bir gece mustafa kemal üç arkadaşı ile bu tüccarın ( cumhuriyet millet meclislerinde bulunan çorum
milletvekili mustafa Cantekin ) evine giderler. Tüccar konuşma arasında:

- İhtilal yapmalı… inkılap yapmalı… diyordu.

Biraz sonra daha da açılmış:

“ ben tıbbiyenin son sınıfında bu ülkü peşinde olduğum için hapiste yattım, buraya sürüldüm. Çok
değerli arkadaşlarımız vardır. İnkılap yapmalıyız.”

Hepsi inkılap uğruna ölmekten söz ederken mustafa kemal:

- Mesele ölmekte değil, ölmeden idealimizi gerçekleştirmektir, diyordu.

***
Havran suriye vilayetinin bir sancağı idi. Bu sancaktaki dürziler sık sık devlete karşı ayaklanırdı.
Yüzbaşı mustafa kemal de arkadaşları ile birlikte bastırma hareketlerine katılarak ilk deneyimini
yaşamış olacaktı. Onun için amaç çalışmak, başarmaktı. Bu ayaklanmalar birtakım insanlar için soygun
fırsatı sayılıyordu. Yüzbaşı mustafa kemal, havranda mesele çıkmasını isteyenler ve hazırlayanlar bu
vurguncular olduğunu anlamıştı. Bir gün o bölgeye yine kuvvet gönderileceğini haber aldı. İki odalı
basit bir evde oturan mustafa kemale arkadaşı gelerek:

- Haberin var mı? Gitmek üzere… demişti.


- Kim, nereye?
- Bizim staj yaptığımız alay havrana…

Yüzbaşı mustafa kemal atına bindi, önce staj yaptığı 30. Süvari alayı komutanının yanına gitti:
- Alayım emir aldığı için havrana gidicekmiş. Bu alayda ben bir bölük komutanıyım. Benim de
beraber gitmem gerekmez mi, diye sordu.
- Siz staj yapıyorsunuz. Bölüğünüzün asıl komutanı başkasıdır. Hem siz kurmaysınız. Böyle işlere
gelemezsiniz. Onun için rahat kalırsınız, diye düşündüm. maaşınızı gene alacaksınız.

Mustafa kemal, ordu müşirine giderek alay komutanını şikayet etmek istedi. Müşir, bir subayın
kendine kadar gelişindeki küstahlığa şaşırarak yanına bile almamıştır.

Mustafa kemal:

- Ben giderim , dedi.

Ve alayına katılmaya gitti.

Havranda görev yapacak olanlardan tecrübeli bir subay kendisine dedi ki:

- Görüyorsunuz, size komutanlık vermeyecekler. Bunun sebebi vardır. Ben özel bir görevle
geldim. eğer kimseye söylemeyeceğinize namus sözü verirseniz, bizimle beraber olursunuz.

Mustafa kemal neler olup bittiğini anlamak için adama söz verir. Hemen ertesi günü anlar ki havran
birtakım bölgelere ayrılarak her bölgeye bir kuvvet sokulmuştur. Bu kuvvetin yapacağı halkı
soymaktır.
Havran halkı bir veya iki gümüş veya birkaç altın vererek kendilerini kurtarıyorlardı. Orada bulunan
subaylar ikiye ayrıldılar: soymak için birleşenler! Mustafa kemal ikincilerin başındaydı.
Mustafa kemal yanında bir arkadaşı ile batıya doğru yola çıktı. Bir ara bir tepeye geldiler. Mustafa
kemal, tepenin üstünden durumu gözden geçirdi. Gece vakti baskın yapılabilecek bir topluluk gördü.
Karşıdaki topluluk mustafa kemali görerek hücuma geçtiler. Mustafa kemal arkadaşına:

- Atına bin, arkamdan gel, dedi.

Sonrasında geriye ordugaha döndüler. Mustafa kemal düşmanın durumunun ne olduğunu onlara
anlattı. Artık onun sözünü dinlemeye başladılar. böylece baskın olmadı.

***
Bir gün kunaytıra doğusunda bir köye gitti. Çerkezler onu ve yanındakileri soygunculardan sanarak iyi
karşılamadılar. bir müddet sonra anladılar ki, bunlar dertlerini dinlemeye, kendilerine iyilik etmeye
gelmişler. hemen açıldılar. Köy ileri gelenlerinden biri dedi ki:

- Siz ne derseniz yaparız. Fakat bizi ezen devletin istediğini yapmayız. Der.

Bir gün bu köye hücum eden bir kolağası ile kuvvetlerini köylüler kuşatmışlar, öldürmek üzereydiler.
Mustafa kemal biraz arkadaydı. Köylüler etrafını alıp kolağasını ona bağışladılar.

***
Kıta başındakiler yine hayli para vurmuşlardı. Ona da bir pay vermek istiyorlardı. Menfaat karşısında
küçülenlerden, büyük yetişmez. Doyum payı alıp almamakta kararsız bir arkadaşına sordu:

- Bugünün adamı mı olmak istiyorsun, yoksa yarının mı?


- Elbette yarının.
- Öyleyse elbette pay alamazsın.

***
Mustafa kemalin şamda dilediği ortamı bulabilmesine imkan yoktu. Bir çaresini bulup selanike
gitmeliydi. Mustafa kemal, yafadan gizlice mısıra gitti ve orada pek az kalarak vapurla pireye geldi.
Selanike giden yunan bandıralı bir başka vapura bindi. Bir arkadaşı kendisini karşılamaya geldi.
Gümrük ve polis kordonundan kolaylıkla geçtiler. Doğru evine gitti. Anası ansızın oğlunu görünce
şaşırdı. İyi düşünceli biriydi:

- Ne cesaretle buraya geldin? Hem nasıl geldin? Padişahımızın emrine karşı koymuş olmaz
mısın? Diye merakla sordu.
- Üzülme anne, benim buraya gelmem lazımdı. onun için geldim. Padişahımızın ne olduğunu da
pek şimdi değil, ama yakında görürsün.

Birkaç gün evde saklandı, sabaha kadar uyuyamadığı gecenin sabahına karar verdi. Kendisine
manastır idadisine gitmeyi öğüt veren subay hasan bey şimdi kurmay albaydı. Üniformasını giyip onu
görmek üzere 3 üncü ordu merkezine giderek kurmay albayın gelmesini bekledi. Geldiğini görünce
önüne geçerek:

- Beni tanımadınız mı, diye sordu.


- Tanıyamadım çocuğum.

Mustafa kemal kendini tanıttı.

- Ben Selanik rüştiyesindeyken, mümeyyizliğe gelmiştiniz. İstanbula gidecekken beni manastır


idadisine gönderdiniz.

Albay hatırasını topladı ve tanıdı. Birlikte daireye girdiler. Mustafa her şeyi olduğu gibi anlattı. Albay:

- Sen her şeyi yakıp buraya gelmişsin. Ben ne yapabilirim, senin için, dedi.
- Ben milletime daha fazla faydalı olabilmek için her şeyi göze aldım. Bana yardım etmezseniz
hayatım da mesleğim de tehlikeye girer, dedi.

Hasan bey mustafa kemale yardım elini uzattı.

***
Bir akşam olimposta toplanmışlardı. Aralarında fethi ( okyar ) ve ali fuat ( Cebesoy ) da vardır.

Ali fuat:
- Bizde neden böyle adamlar çıkmaz, diye öfkeli bir çıkış yaptı. Masada bir susma. Mustafa
kemal derin bir düşünceye dalmıştı. Biri ona döndü:
- Ben senin ne düşündüğünü biliyorum: neden ben çıkmayayım, diyorsun.

Mustafa kemal birden atıldı:

- Evet, böyle düşünüyorum. Neden bir mustafa kemal çıkmamalı?

Pek de ciddi idi. Yüksek sesle söylemişti. biraz sonra, masada bulunanlardan çoğu ayrılıp gittiler.

Fethi:

- Biraz da yonyoya gidelim, dedi.

Maksadı bahsi değiştirmekti. Ama konu orada da aynı… fethi:

- Çok iyi söylüyorsun ama bir parça da eğlensek… politikayı bıraksak… diyordu.

Mustafa kemal durmadan konuşmak istiyordu:

- Hem ihtilalden söz ederiz hem İstanbul baskısı altında korkuyoruz. Sonra da irandaki, giritteki
hareketlere imreniyoruz. Ben baş olabilirim, diye biri ortaya çıkınca herkes susuyor. Yok öyle
şey. Hemen toplanmalı karar vermeliyiz. Der.

***
Mustafa kemal daima sofranın başıydı. Kendine güvendiği ve büyük sergüzeştler için ruh hazırlığı
içinde bulunduğu görülürdü. Bir akşam sofrasındaki arkadaşlarına makam dağıtırken nuri (Conker) e:

- seni de başvekil yapacağım, der.


- O birader, beni başvekil yapmak için sen ne olacaksın?
- Bir adamı başvekil yapabilecek adam!

bu anıyı cumhurbaşkanlığı devrinde nuri Conker bir iki defa anlatmıştır.

***

You might also like