Professional Documents
Culture Documents
Edebiyat Ve Güzel Sanatların İlişkisi Akış Sunusu
Edebiyat Ve Güzel Sanatların İlişkisi Akış Sunusu
TÜRK DİLİ II
18.yy’ın sonlarına kadar kabul gören yansıtma kuramı sırasıyla şu üç evreyi içine alır:
Sanat Platon’un ifadesiyle mimesis yani yansıtma’dır. (Moran, 1991, s.19). Platon sanat
eserlerinin asıl gerçekliği değil görünen yüzeysel gerçekliği yansıttığından sanatçıyı
hakikatten uzaklaşan adam, sanat eserlerini de kopyanın kopyası olarak değerlendirir
(Moran, 1991).
YANSITMA KURAMI
2. Sanat geneli ya da özü yansıtır.
Sanatçının hayatı, insanı, dünyayı anlatması bir tarihçinin ya da felsefecininkinden farklıdır.
Sanatçı yansıtarak genel olanı açıklayabilir, sanatçı olanı değil olabilir olanı anlatır.
Aristoteles görüşleriyle Platon’dan ayrılır ve sanatı yararlı olarak niteler ve sanatı savunur.
(Moran,1991, s.28.)
3. Sanat ideal olanı yansıtır.
Aristo, Poetika’sında bu anlayışı “Şairin görevi gerçekten olanı değil olabilir olanı ifade
etmektir.” , “Şair, nesneleri nasıl olmaları lazım geliyorsa , o şekilde tasvir etmelidir.”
(Moran, 1991, s.30) cümleleriyle açıklar.
ANLATIMCILIK
19. yy’a kadar önemsenmeyen sanatçının iç dünyası 19.yy başında ortaya çıkan romantizm akımı ile önem kazanır.
Romantizmle birlikte dış dünyadan çok dış dünyanın, hayata dair unsurların ve tabiatın sanatçıda uyandırdığı
duyguların, sanatçıyı sanatçı yapan özel duyuş ve düşünüş tarzının ve sanatçının dış dünya karşısındaki özel
yaşantılarının anlatımı önem kazanmıştır (Moran, 1991, s. 93).
Anlatımcı kuram üzerine çalışan B. Croce, R. G. Collingwood ve J. Ducasse gibi sanat felsefecileri sanatın özünü
yaratma eylemi, yaratmayı da duyguların anlatımı olarak tanımlarlar.
Anlatımcılık kuramını en iyi açıklayan isim Tolstoy’dur. Tolstoy’a göre “Duygu aktarımını başaran her eser sanat
eseridir” (Tolstoy s.153’ten akt. Moran, 1982, s. 109).
ALIMLAYICI MERKEZLİ KURAMLAR
Sanat nedir? sorusunun yanıtını ararken alımlayıcıyı (seyirci, okur) odak noktasına
yerleştiren alımlayıcı merkezli kuramlar şunlardır:
Sanat eserinin alımlayıcıda doğurduğu psikolojik hâl olarak tanımlanabilecek olan estetik yaşantı 18.yy’dan
ve Kant’tan itibaren estetiğin temel problemlerinden biri olagelmiştir. Estetik yaşantının en başta gelen
özelliği çıkar gözetmemezliktir. Örneğin konusu Kurtuluş Savaşı yıllarında geçen bir romanı Kurtuluş Savaşı
dönemi hakkında bilgi edinmek için okumak, estetik tutumla bağdaşmaz. Estetik tutumda dikkat sadece esere
dönüktür ve eseri keyif için okuruz, seyreder ya da dinleriz. (Moran, 1982, s. 213).
“Her biri değişik bir gelişme hızına ve bünyeye sahip olan edebiyat, müzik ve
plastik sanatlar gibi farklı güzel sanatların, kendi özel evrimleri vardır. Hiç
şüphesiz güzel sanatlar birbirleri ile alışveriş hâlindedirler fakat bu münasebetler
bir noktadan başlayıp diğer sanatların evrimini tayin edemez. Sanatlar arasında,
bir sanattan diğer sanata geçen, iki taraflı işleyen veya bir güzel sanatta tamamen
değişikliğe uğrayan, anlaşılması güç bir diyalektik münasebet mevcuttur”
(Warren-Wellek, 1983, s.182).
TANPINAR’IN GÖZÜNDEN EDEBİYAT VE DİĞER SANATLAR
Şiir ve diğer güzel sanatları karşılaştıran Tanpınar’a göre, «mesela bir resim, bir heykel ya da
mimari bir eser, uyandırdığı estetik zevkle ortalamanın biraz üstünde bir zekânın neredeyse ilk
bakışta fark edebildiği ve hazzına az çok erişebildiği bir eserdir. Tanpınar’a göre anlaşılması için
hususi bir bilgiye az çok muhtaç olan musiki bile dinleme kabiliyetinden başka vasıtaya muhtaç
olmaksızın tadılır. Bütün bu sanatlara ait eserleri tatmak için görmek ve duymak yeterlidir. Şiir
dışındaki söz sanatları da böyledir. Yazıldıkları dilden başka dillere tercümeleri mümkündür.
Yalnız şiirdir ki yazıldığı lisanın malıdır. O lisanda okunmak şartıyla güzelliklerine sahiptir.
Çünkü: Şiir dilin özüdür, kokusudur, lezzetidir, musiki kabiliyetidir, yahut bunlardan doğan hususi
bir şeklidir.”
EDEBİYAT-MÜZİK İLİŞKİSİ
Edebiyatın malzemesi dil olduğu, dilin temelinde de konuşma
sesleri bulunduğuna göre ses, edebiyatın da müziğin de esasını
oluşturmaktadır. Edebiyat türleri içinde dilin ifade
olanaklarının en üst seviyede kullanıldığı tür olarak
değerlendirilen ve apayrı bir yerde konumlandırılan şiirin
diğer edebî türlerden ayrılan bir başka yanı da müzikalitenin
en yoğun biçimde varlığını duyurduğu edebiyat sahası
oluşudur.
1885-1900 yılları arasında bir yazın akımı olarak yaygınlık kazanan
simgeciliğin (sembolizm) temel ilkelerinden biri müzikalitedir.
EDEBİYAT-MÜZİK İLİŞKİSİ
“Verlaine’in şiirinde sözcükler anlamsal değerlerinden çok,
ses duyusuna çağrıda bulunabilecek, kulakta bir dizim, bir
melodi oluşturabilecek özelliklerine göre seçilmişlerdir.»
Verlaine’in şiiri “ağızda söylenen, mırıldanan bir şeydir sanki”
(İnal, 1982, s. 177).
Bir başka simgeci şair Mallarmé’nin “Le Vierge, le Vivace, le
Bel” isimli şiiri “i” seslisinin yarattığı müzik nedeniyle
“Symphonie en i majeur” diye de anılır (1982, 181).
Paul Valéry: “…Oysa biz müzikle beslenmiştik ve ozan
kafalarımız salt ses ögelerinin sinir yapımız üzerinde bıraktığı
etkilerin hemen hemen aynısını dilde sağlamayı düşlüyordu.
Kimileri Wagner’e tutkundu, kimileri de Schumann’a.»
EDEBİYAT-MÜZİK İLİŞKİSİ
Şiir-müzik bireşimini ilke olarak benimseyen bir başka yazın akımı da Parnas şiir akımıdır.
Sanat için sanat görüşünü ve sanatın temel işlevinin yine sanat olması gerektiği
düşüncesini temel alan Parnas şiir akımı 1860 yıllarından sonra Fransa’da ortaya çıkar.
1830 yıllarında Théophile Gautier’in görüşleriyle temel ilkeleri ortaya konulan Parnas şiir
akımına ait şiirlerde ses unsurunun temel bir öge olarak şiire hâkim kılınmaya çalışıldığı
görülür.
EDEBİYAT-MÜZİK İLİŞKİSİ
Edebî eserde ahenk, “Söz tekrarları, ses tekrarları (seslerin belli aralıklarla tekrarı), ritim
(ölçü, kafiye ve redif)” ile sağlanır.
Ahenk unsurlarının, Türk şiirinin yazılı ilk örneklerinin görüldüğü Uygur Edebiyatından
itibaren her devirde kullanıldığı bilinmektedir fakat kullanım oranı devirden devire ya da
muhitten muhite değişiklik göstermektedir. (Kortantamer, 1993, s. 273-336).
EDEBİYAT-MÜZİK İLİŞKİSİ
Divan şiirinde şiir, musikiye yaklaştırılmak istenir. Söylenen
şeyden çok söyleyiş tarzının önemli olduğu bu sanat
anlayışında şair öncelikle şiirin musikisini duyurmak ister,
kullanılan diğer bütün teknik özellikler sesi duyurmak
içindir. Bunun için eski şairler şiir yazmak yerine şiir
söylemek ifadesini kullanırlar.
Divan şiirine özgü bir nazım türü olan şarkılar bestelenmek
için yazılır. Bestelenecek şarkılar, müzik usullerine uyan
kalıplarla yazılır (Dilçin, 2009, s. 214).
EDEBİYAT-MÜZİK İLİŞKİSİ
Film sanatının «edebiyatın deneyimlerini, kendi dilini, kendi konuşmasını, kendi söz
sanatını, kendi imgeselliğini oluşturmak için kullandığı” örnekler 1908/10
yıllarından itibaren birbirini izler (Eisenstein 1975’ten akt. Kayaoğlu 2016, s. 28).
Sesli film çekiminin o dönem için henüz mümkün olmayışı, montaj ve çekim ayarı
tekniklerinin gelişmemiş olması, film şeritlerinin kısalığı gibi teknik imkânsızlıkların
yanında yeterli senaryo bulunmayışı başlangıçta filmin edebiyatı örnek almasının
nedenleri arasında gösterilebilir (Kayaoğlu, 2016, s. 28).
EDEBİYAT-FİLM İLİŞKİSİ
Sonuç olarak «Bir edebiyat uyarlaması, kaynak metnin doğru bir yorumu olduğunu asla iddia
edemez, çünkü ‘doğru’ ve ‘genel geçer’ bir yorumun yapılması mümkün değildir. Bir
uyarlama, olası yorumlardan ancak biri olarak görülebilir ve böyle ele alınabilir; senaristin,
yönetmenin ve filme katkıda bulunan diğer kişilerin orijinal metni nasıl okuduklarının bir
ifadesi olarak okunabilir» (Kayaoğlu, s. 48).
EDEBİYAT-FİLM İLİŞKİSİ /Uyarlama Türleri
Helmut Kreuzer’in yaptığı sınıflandırmaya göre edebiyat uyarlamaları dört gruba ayrılabilir (Kreuzer 1993’ten akt.
Kayaoğlu 2016, s. 48):
1.Yazınsal malzemenin devralınması olarak uyarlama: Uyarlamaların en eski ve en yaygın türüdür. Edebiyat eseri bir
konu kaynağı olarak kullanılır ve eserden yalnızca belli olay ögeleri ve roman kahramanları seçilip alınır.
2.Görselleştirme anlamında uyarlama: Bu tür uyarlamalarda bir anlamda yazınsal metne uygun görüntüler oluşturulur,
yazınsal metindeki öyküler, figürler ve diyaloglara mümkün olduğunca sadık kalınır.
3.Yorumlayıcı uyarlama: Bu tür uyarlamalarda film medyasının koşulları, teknik olanakları önceliklidir ve yazınsal
öyküdeki unsurlar filme aktarılırken bir yorum ortaya konulur.
4.Dokümantasyon olarak uyarlama: Bu tür yapımlar uyarlamadan ziyade kopyalama (röprodüksiyon) olarak
nitelenebilir. Bir tiyatro oyununun filme kaydedilmesi gibi.
EDEBİYAT-FİLM İLİŞKİSİ /Uyarlama Türleri
Uyarlamalara dair bir başka sınıflandırma da Wolfgang Gast’a aittir.
• Güncelleştiren uyarlama: Burada orijinal metnin içeriği filmde tarihsel bağlamından kopartılıyor ve daha yakın bir zamana
taşınıyor.
• Güncel politikaya alet eden uyarlama: Film, orijinal metni güncel politik söyleme göre uyarlayarak işliyor.
• İdeolojik uyarlama: Özgün metin filme belli bir ideoloji doğrultusunda uyarlanıyor.
• Tarihselleştiren uyarlama: Orijinal metnin tarihsel arka planı filmde öne çıkartılıyor.
• Estetikleştiren uyarlama: Orijinal metnin estetik özellikleri filmde öne çıkartılıyor.
• Psikolojik uyarlama: Yazınsal metindeki kahramanların psikolojik özelliklerinin daha derinlikli olarak ve filmin merkezine
yerleştirilerek vurgulandığı uyarlamalar.
• Popülerleştiren uyarlama: Anlaşılması zor metinleri geniş kitlelerin daha kolay anlayacağı şekilde basitleştirerek anlatan
filmler.
• Parodi olarak uyarlama: Yazınsal metni hiciv yoluyla komikleştirerek yorumlayan ve seyirciyi eğlendirmeyi amaçlayan
filmler.
(Gast 1993’ten akt. Kayaoğlu, s. 49)
EDEBİYAT-FİLM İLİŞKİSİ /Uyarlama Türleri
Batı şiirinde kaynağını resimden alan ilk şiir örnekleri 18. yy’a hâkim olan pitoresk
anlayışının ürünleri olarak yorumlanabilir. Bu anlayış romantiklerde devam etmiş, en
belirgin özelliklerini şiirde resmin gerçekleştirilmesi ve yontusal anlatım olarak
sıralayabileceğimiz Parnas öğretisini benimseyen Théophile Gautier, Hérédia ve Mallarmé
gibi isimlerin elinde akla ve göze hitap eden görkemli örneklerini vermiştir. Sembolist şiir
hareket noktası olarak sinesteziyi kullanır: “1843’te Théophile Gautier: «Renklerin
gürültüsünü duyuyorum. Yeşil, mavi, sarı ayrı ayrı dalgalar halinde kulağıma ulaşıyor.”
Musset de “fa’nın sarı, sol’un kırmızı, soprano sesinin esmer oluşundan söz eder” (İnal,
1982, s. 173).
ŞİİR ve RESMİN YAKINLAŞMASINDAN DOĞAN EKFRASİS ÖRNEKLERİ
Nâzım Hikmet, “Avni’nin Atları” isimli şiirini ressam Avni Arbaş’ın tabloları üzerine yazar.
“Abidin Dino’nun ‘Yürüyüş’ Adlı Tablosuna Söylenmiştir”, “İbrahim Balaban’ın ‘Bahar’
Tablosu Üzerine Söylenmiştir”, “Jokond’un Hatıra Defterinden Parçalar”, “Samansarısı-II”
başlıklı şiirleri değinilmesi gereken yapıtlardan.
İlhan Berk’in Guernica, Siyah Koltukta Çıplak başlıklı şiirleri (Picasso’nun aynı adlı
tablolarını konu alır.).
Günümüz şairlerinden Lale Müldür’ün sadece ekfrasis türünde şiirlere yer verdiği “Yağmur
Kızı Böyle Diyor” başlıklı şiir kitabı, ekfrasis türündeki kitap boyutunda yazılmış ilk eser
olma özelliğini de taşır (Ağıl 2015, s. 31-33).
BİR EKFRASİS ÖRNEĞİ OLARAK ŞİİR-FOTOĞRAF/FOTOĞRAF -ŞİİRLER
Fotoğrafın Osmanlı Devleti sınırlarına girmesiyle birlikte bir “şiir-fotoğraf” (Özgül, s. 25)
furyası doğar. Başta Namık Kemal olmak üzere Muallim Naci, Recaizade Mahmut Ekrem
gibi şairler çektirdikleri fotoğrafların arkasına ya da üstüne bir mısra, beyit ya da kıta
yazarlar ve bunları dostlarına, aile efradına hediye ederler.
Tevfik Fikret, Haluk’un Defteri’nde yer alan “Resminin Karşısında” isimli şiiri Recaizade
Mahmut Ekrem’in fotoğrafına yazmıştır.
BİR EKFRASİS ÖRNEĞİ OLARAK ŞİİR-FOTOĞRAF/FOTOĞRAF ŞİİRLER
Fotoğraflara şiir yazma geleneği Cumhuriyet’ten sonra da devam eder, Mehmet Akif’in
1911-1935 arasında fotoğraflarına yazdığı yaklaşık on kıtası vardır. Yedi Meşale
şairlerinden Ziya Osman Saba “Eski Resimler” ve “Büyülü Resim” adlı şiirlerinde
fotoğrafı şiirine konu alır. Kemal Tahir, “Bardaki Kadınlar”, Melih Cevdet Anday
“Fotoğraf”, Ahmet Muhip Dıranas, “Portre” isimli şiirlerinde bir fotoğrafı konu ederler.
BİR EKFRASİS ÖRNEĞİ OLARAK RESİMLİ DERGİLER
Osmanlı’da resim için yazılan şiirlere ilk olarak 1884’te Mir’ât-i Âlem Mecmuasında
rastlanır. Recaizade Mahmut Ekrem’in Kelebek adlı şiiri ilgili bir resimle yayımlanır.
Hüseyin Haşim’in “Koca Karı ve Kedi” (1884) adlı şiiri Türk edebiyatındaki tabloya
yazılan ilk şiir örneğidir.
Tabloya yazılan şiirler Tanzimat’ın son dönem şairleri arasında oldukça yaygındır.
EDEBİYAT-GÖRSEL SANATLAR/SERVETİ FÜNUNDA ŞİİR RESİM İLİŞKİSİ
Şiir-resim ilişkisi konusunda elbette tek yönlü bir etkilenme söz konusu değil, ressamların
da şiirlerden etkilenerek verdikleri eserleri burada hatırlatmakta fayda var: «Raphael’in
rivayete göre resim yaparken sürekli şiir dinlediği söylenir. Eugene Delacroix’nın Dante,
Shakespeare ve Byron’un şiirlerinden resmettiği sahneler, Rafaello’nun Angelo
Poliziano’nun tek mısrasından çıkardığı “Peri Galateia” tablosu… Jules Laforque’un
şiirlerinden M. Duchamp’ın “Merdivenden İnen Çıplak”ı, Harold Rosenberg’in şiirinden
Robert Motherwell’ın “İspanyol Ağıtlar”ı, Zacharie Astruc’un şiirinden Manet’nin
“Olympia”sı, Mayakovsky’nin “Protto” şiirinden Rodchenko’nun fotomontajları,
Chirico’nun bir tablosunda Apollinaire’i anması gibi..” (Özgül, 1997, s. 20)
EDEBİYAT-GÖRSEL SANATLAR İLİŞKİSİ/BATI VE Türk Edebiyatından Örnekler
Doç. Dr. Nazmi Ağıl’ın tespitiyle Batı ve Türk edebiyatında ekfrasis kullanımı ile öne çıkan şiir ve düz yazı örnekleri:
Ekfrastik Şiir örnekleri:
Ovid-Filomela Efsanesi
Shakespear-Lucrece’in İğfali
John Keats -Yunan Vazosuna Şarkı
Shelley-Ozymandias
Auden -Güzel Sanatlar Müzesi
Hikâye :
Oscar Wilde -Mutlu Prens
Poe-Oval Portre
Charlotte Perkins Gilman-Sarı Duvar Kağıdı
Roman:
Oscar Wilde-Dorian Gray’in Portresi
EDEBİYAT-GÖRSEL SANATLAR İLİŞKİSİ/BATI VE Türk Edebiyatından Örnekler
Türk Edebiyatı’ndan ekfrastik şiir örnekleri:
Nâzım Hikmet-İbrahim Balaban’ın Mapushane Kapısı Üstüne Söylenmiştir ve Jokond ile
Si-Ya-U
Ahmet Hamdi Tanpınar-Madalyon
İlhan Berk-Şeker Ahmet Paşa: Talim Yapan Erler
Ülkü Tamer-Bruegel
Oktay Rifat- Fatih’in Resmi
Enis Batur- Ağlayan Kadınlar Lâhdi
Türk Hikâye ve Romanı’ndan
Erendiz Atasü-Taş Üstüne Gül Oyması
Nazan Bekiroğlu-Cam Irmağı,Taş Gemi
Feryal Tilmaç-Esneyen Adam
Sabahattin Ali-Kürk Mantolu Madonna
Nedim Gürsel-Resimli Dünya-
Murat Gülsoy-İstanbul’da Bir Merhamet Haftası
Mehmet Yaşın-Sarı Kehribar
( Ağıl, 2015, s. 34-35).
EDEBİYAT-MİMARİ İLİŞKİSİ
Mimarlık, fiziksel olarak yapı inşa etme sanatıdır. İnşa edilen bu yapılardan kimi
ev ya da konut niteliğindedir. Bir yanda da estetik yönüyle öne çıkan, şehre kimlik
kazandıran, somut kültürel miras dairesi içine giren sanat yapıtı özelliğini taşıyan
mimari eserler vardır. Edebî eserlerde yukarıda sözünü ettiğimiz her iki türden
mimari mekân örneğine de sıkça rastlıyoruz. Gerçek dünyaya ait bu türden yapılar
ya gerçekte oldukları şekliyle ya da hayalî, kurgusal mekânlara dönüştürülerek
anlatılsa da mimari yapılar edebiyat eserlerinin olmazsa olmazları. Çünkü edebî
eserlerde konu edilen olaylar, durumlar, bunları yaşayan insanlar; yaşananların
bağlı olduğu zaman ve mekândan bağımsız düşünülemez.
EDEBİYAT-MİMARİ İLİŞKİSİ
Mimari yapıların edebî eserlerde ele alınış biçiminde eserin yazıldığı dönemin sosyal ve kültürel
hayatının özellikleri kadar belirleyici olan bir başka etken de yazarın ya da şairin üslubudur.
Mimari yapıların eserin temel unsurlarından biri olarak kullanıldığı türlerin başında roman gelir.
Romanı öykü takip eder, şiirlerde de mimari yapılar konu edilse de türün özelliği gereği şiirde
ayrıntılı mekân tasvirleri bulunmaz.
Türk edebiyatının ilk dönem romanlarında köşkler, konaklar, yalılar olayların yaşandığı başlıca
mekânlar olarak dikkati çeker. XIX. yy sonlarına doğru Batılılaşmanın mimariye olan etkisi
kendisini romanda da gösterir ve artık apartman, apartman dairesi de romanların mekânları içinde
yerini alır.
Yine İstanbul ve İstanbul’a ait yapılar edebiyatımızda en fazla işlenen mekânlardır.
EDEBİYAT-MİMARİ İLİŞKİSİ
2016 yılında yayımlanan “Edebiyatta Mimarlık” başlıklı kapsamlı çalışmada Türk ve
Dünya Edebiyatından 100 adet yazınsal yapıt tematik olarak sınıflandırılmış ve her
yapıt birer incelemeyle birlikte çalışmaya dâhil edilmiştir. Söz konusu sınıflandırma şu
şekilde yapılmıştır:
Ütopyalar
Bilimkurgu ve distopyalar
Seyahatnameler ve bibliyografik seyahatnameler
Mimari denemeler
Mimarlığa Referans Veren Klasikler
Mimarlıktan İlham Alan/Mimarlığa İlham Veren Romanlar
EDEBİYATIN MİMARİYE ETKİSİ: DANTEUM VE MASUMİYET MÜZESİ ÖRNEĞİ
Edebiyat-mimari ilişkisinin diğer yönünü ise edebiyatın mimariye etkisi oluşturur. Bunu
edebî eserde yer alan kurgusal mekânın ya da yapının gerçek dünyada mimari olarak
temsil edilmesi olarak da açıklayabiliriz. Melisa Somer, «kurgusal mekânın mimari
temsili çok rastlanan bir durum olmasa da Danteum ve Masumiyet Müzesi kurgusal
mekânın mimaride temsil edildiği birer ekfrastik mekân örneği olarak anılmaya değer»
olduğunu vurgular (Somer, 2015, s. 182).
“Danteum, Mussolini Yönetimi’nin isteği ile büyük İtalya idealini temsil etmesi
düşünülerek mimar Giuseppi Terragni tarafından Dante Alighieri anısına tasarlanmış bir
yapıdır. Dante’nin İlahi Komedya’sının bir yorumu olarak tasarlanmıştır. 1942 Roma
Sergisi’nde sergilenmiş fakat inşa edilememiştir» (Somer, 2015, s. 182).
EDEBİYATIN MİMARİYE ETKİSİ: DANTEUM VE MASUMİYET MÜZESİ ÖRNEĞİ
«Danteum, mevcut bir metin olan İlahi Komedya üzerine inşa edilmiş bir
mekân iken Masumiyet Müzesi’nin yazılı ve yapılı temsilleri eş zamanlı ve
etkileşimli denilebilecek şekilde gelişir, var olurlar. Masumiyet Müzesi bu
bağlamda eşine rastlanmamış bir metin-mekân örneği teşkil eder. Orhan
Pamuk hem roman hem müze hem de içinde sergilenen eşyaları toplamak
için 10 yıldan uzun bir süre çalışmıştır.” (Somer, 2015, s. 189).
Elis Şimşon’un tespitiyle “Kurgusal bir hikâyenin ve hayali bir zamanın
mekânda somutlaşması olarak Masumiyet Müzesi hem edebî hakikatin altını
çizmiş hem de 2013 yılının başında Londra Tasarım Müzesi tarafından
verilen “Dünyada Yılın En İyi Tasarımları” Ödülü’ne Mimarlık dalında aday
gösterilerek mimari başarısını kanıtlamıştır” (Şimşon, 2016, s. 233).
Sonuç
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Ağıl, N.(2015). Ekfrasis. İstanbul: Simurg Yay.
Akarsu, H.-Erdoğan,N. (2016).Edebiyatta Mimarlık. İstanbul: Yem Yay.
Dilçin, C.(2009). Örneklerle Türk Şiir Bilgisi. Ankara: TDK Yay.
Hatipoğlu, E.(2013). Türk Mûsikîsinde Âhenkler, İSTEM, sayı:22, s. 131-144.
İnal, T.(1982). Simgecilik(Sembolizm). Yazın Akımları Özel Sayısı İçinde, (s. 168-218), Ankara: TDK Yay
Kayaoğlu, E.(2016). Edebiyat ve Film. İstanbul: Hiperlink Yay.
Özgül, M.K.(1997) Resmin Gölgesi Şiire Düştü. İstanbul: Yapı Kredi Yay.
Tanpınar, A.H.(1998). Edebiyat Üzerine Makaleler. İstanbul: Dergâh Yay.
Wellek, R.-Warren, A.(1983). Edebiyat Biliminin Temelleri (çev. Prof. Dr. Ahmet Edip Uysal). Ankara: KTB Yay.
Moran, B.(1991) Edebiyat Kuramları ve Eleştiri. İzmir: Cem Yay.
Mazıoğlu, H.(1994). Yahya Kemal’de Eski Şiirin Rüzgârları. Doğumunun Yüzüncü Yılında Yahya Kemal Beyatlı İçinde, (s. 71-88), Ankara:
TDK Yay.
Kortantamer, T. (1993). Eski Türk Edebiyatı Makaleler. Ankara: Akçağ Yay.
Macit, M. (2002). Ses Yapısı. Eski Türk Edebiyatı El Kitabı İçinde,(s. 171-196), Ankara: Grafiker Yay.
https://jag.journalagent.com/megaron/pdfs/MEGARON-25338-ARTICLE_%28THESIS%29-SOMER.pdf
Şimşon, E.(2016). Masumiyet Müzesi. Edebiyatta Mimarlık içinde,(s.229-233), İstanbul: Yem Yay.
İnal, T-Kantel, S..(1982). Parnas Şiir Akımı.. Yazın Akımları Özel Sayısı İçinde, (s. 84-96), Ankara: TDK Yay
YARARLANILAN KAYNAKLAR
TEŞEKKÜRLER
abayram@hacettepe.edu.tr