Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 64

TKD 104

TÜRK DİLİ II

EDEBİYAT VE GÜZEL SANATLAR


İLİŞKİSİ

Sunumu hazırlayan: Dr. Asuman BAYRAM


Sunan: Dr. Asuman BAYRAM
Neler öğreneceksiniz?
Bu ünite sonunda;
• Sanat kuramlarını tanıyacaksınız.
• Edebiyat ve diğer güzel sanatlar arasındaki etkileşimleri
açıklayabileceksiniz.
• Edebiyatın diğer güzel sanatlar arasındaki yeri hakkında bilgi
edineceksiniz.
• Ekfrasis kavramını açıklayabilecek ve ekfrastik metinleri
Anahtar kavramlar
• Sanat
• Edebiyat
• Edebî Eser
• Müzik
• Resim
• Film
• Uyarlama
• Ekfrasis
Giriş soruları

• Sanat kavramı sizin için ne ifade ediyor?

• «Resim dilsiz şiir, şiir konuşan resimdir.» sözünü nasıl


açıklarsınız?
Giriş
Üzerinde anlaşmaya varılmış tek bir sanat tanımı yoktur.
Platon’dan bugüne gelene kadar pek çok filozof, sosyolog, estetikçi ve sanatçı
tarafından farklı kuram ve bakış açıları üzerinden sanatın çeşitli tanımları
yapılmıştır.
Sanat, tarih boyunca farklı görüşler çerçevesinde değerlendirilmiş, her görüş
değişik değerlendirme ilkelerini göz önünde bulundurarak farklı sanat
kuramlarını ortaya çıkarmıştır. «Sanat nedir, sanat eserinin özellikleri neler
olmalıdır?» sorularına yanıt arayan bu kuramların başlıcalarını şöyle
sıralayabiliriz:
YANSITMA KURAMI
Sanat, bir taklit ya da benzetmedir, şeklinde özetlenebilecek bu kuram ilk kez Platon’un
Devlet’inde Sokrates’in cümleleriyle ortaya konulur.

18.yy’ın sonlarına kadar kabul gören yansıtma kuramı sırasıyla şu üç evreyi içine alır:

1.Sanat görüngü dünyasını yansıtır.

Sanat Platon’un ifadesiyle mimesis yani yansıtma’dır. (Moran, 1991, s.19). Platon sanat
eserlerinin asıl gerçekliği değil görünen yüzeysel gerçekliği yansıttığından sanatçıyı
hakikatten uzaklaşan adam, sanat eserlerini de kopyanın kopyası olarak değerlendirir
(Moran, 1991).
YANSITMA KURAMI
2. Sanat geneli ya da özü yansıtır.
Sanatçının hayatı, insanı, dünyayı anlatması bir tarihçinin ya da felsefecininkinden farklıdır.
Sanatçı yansıtarak genel olanı açıklayabilir, sanatçı olanı değil olabilir olanı anlatır.
Aristoteles görüşleriyle Platon’dan ayrılır ve sanatı yararlı olarak niteler ve sanatı savunur.
(Moran,1991, s.28.)
3. Sanat ideal olanı yansıtır.
Aristo, Poetika’sında bu anlayışı “Şairin görevi gerçekten olanı değil olabilir olanı ifade
etmektir.” , “Şair, nesneleri nasıl olmaları lazım geliyorsa , o şekilde tasvir etmelidir.”
(Moran, 1991, s.30) cümleleriyle açıklar.
ANLATIMCILIK
19. yy’a kadar önemsenmeyen sanatçının iç dünyası 19.yy başında ortaya çıkan romantizm akımı ile önem kazanır.

Romantizmle birlikte dış dünyadan çok dış dünyanın, hayata dair unsurların ve tabiatın sanatçıda uyandırdığı
duyguların, sanatçıyı sanatçı yapan özel duyuş ve düşünüş tarzının ve sanatçının dış dünya karşısındaki özel
yaşantılarının anlatımı önem kazanmıştır (Moran, 1991, s. 93).

YARATMA OLARAK ANLATIMCILIK

Anlatımcı kuram üzerine çalışan B. Croce, R. G. Collingwood ve J. Ducasse gibi sanat felsefecileri sanatın özünü
yaratma eylemi, yaratmayı da duyguların anlatımı olarak tanımlarlar.

AKTARIM OLARAK ANLATIMCILIK

Anlatımcılık kuramını en iyi açıklayan isim Tolstoy’dur. Tolstoy’a göre “Duygu aktarımını başaran her eser sanat
eseridir” (Tolstoy s.153’ten akt. Moran, 1982, s. 109).
ALIMLAYICI MERKEZLİ KURAMLAR

Sanat nedir? sorusunun yanıtını ararken alımlayıcıyı (seyirci, okur) odak noktasına
yerleştiren alımlayıcı merkezli kuramlar şunlardır:

1. DUYGUSAL ETKİ KURAMI


Sanat eserinin asıl işlevi alımlayıcıda estetik zevk uyandırmaktır. Bir başka deyişle “Bir
şeyi sanat eseri yapan, alımlayıcıda zevk (haz) uyandırabilme gücüdür” (Moran, 1982, s.
211).
ALIMLAYICI MERKEZLİ KURAMLAR
2. ESTETİK YAŞANTI

Sanat eserinin alımlayıcıda doğurduğu psikolojik hâl olarak tanımlanabilecek olan estetik yaşantı 18.yy’dan
ve Kant’tan itibaren estetiğin temel problemlerinden biri olagelmiştir. Estetik yaşantının en başta gelen
özelliği çıkar gözetmemezliktir. Örneğin konusu Kurtuluş Savaşı yıllarında geçen bir romanı Kurtuluş Savaşı
dönemi hakkında bilgi edinmek için okumak, estetik tutumla bağdaşmaz. Estetik tutumda dikkat sadece esere
dönüktür ve eseri keyif için okuruz, seyreder ya da dinleriz. (Moran, 1982, s. 213).

3. ALIMLAMA ESTETİĞİ (REZEPTİONSÄSTHETİK)


“Alımlama kuramı sanatın tanımıyla uğraşmaz, anlam sorununa değinir.” «Sanat eserine sanatçı mı, eserdeki
yapı unsurları mı yoksa alımlayıcı mı esere anlam yükler?» sorusunun yanıtını arar (Moran 1991, s.219).
EDEBİYAT VE DİĞER GÜZEL SANATLARIN İLİŞKİSİ
Edebiyat ve diğer sanatlar arasındaki ilişkiler oldukça çeşitli ve
karmaşıktır. Şiir bazen ilhamını resimden, heykelden, bir mimari eser
veya müzikten alır. Tabiat, tabiat unsurları ya da insanların yanı sıra diğer
sanatlara ait eserler de edebiyatın teması olabilirler. Şairlerin kimi zaman
bir tablodan, heykelden ya da bir müzikten etkilenerek bir şiiri yazmaları
ya da şiirlerinde diğer sanat eserlerini anlatmaları sıkça karşılaşılan bir
durum olmakla birlikte konusunu edebiyattan alan tablo, heykel ya da
müziklerin varlığı da ortadadır (Wellek-Warren,1983, s. 169).

Edebiyatın diğer sanatlardan etkilenmesi onları konu etmesi ya da diğer


sanatlara konu olması ya da ilham vermesi dışında bazen resim etkisine
sahip olmaya ya da müzik etkisi yaratmaya hatta heykel özelliklerine
bürünmeye çalıştığı görülür (Wellek-Warren,1983, s. 170).
EDEBİYAT VE DİĞER GÜZEL SANATLARIN İLİŞKİSİ
Sanatların birbirine yaklaşması ya da karışmasından duydukları endişeyi dile
getiren eleştirmenler olsa da sanatların birbirlerinin yarattığı farklı etki
gücünden yararlanmak istedikleri ortadadır. (Wellek-Warren, 1983, s. 170).
Sanat eserlerinin karşılaştırılmalı bir incelemesi yapılacaksa izlenecek en doğru
yol, “sanat eserlerinin kendilerinin ve yapı bakımından aralarında bulunan
ilişkilerin incelenmesidir.” (Wellek, 176) Burada akla hemen güzel sanatların
ortak ve karşılaştırılabilir unsurları nelerdir, sorusu geliyor. Bu soruya John
Dewey’in yanıtı “sanatlar arasında ortak bir bağ olduğu zira bazı genel şartlar
sağlanmadıkça sanat eserinin gerçekleşemeyeceği” (Wellek,177) yönündedir.
EDEBİYAT VE DİĞER GÜZEL SANATLARIN İLİŞKİSİ
Theodor Mayer Green, güzel sanatlar arasında karşılaştırılabilir unsurları “karmaşıklık,
bütünlük (ahenk) ve ritim” (Wellek, 177) olarak sıralar ve kendinden önce John Dewey
tarafından ifade edilen ritim unsurunun plastik sanatlara da uyarlanabileceği düşüncesini tekrar
eder. Fakat Dewey ve Green’in ritim konusundaki bu görüşü bir müzik parçasında sıradan
dinleyici tarafından bile belli düzeyde fark edilebilecek kadar belirgin olan ritim unsurunun
plastik sanatlara ait bir eserde, örneğin heykelde, alımlayıcı tarafından nasıl teşhis edilebileceği
sorusunu akla getirmektedir. Sonuç olarak farklı sanatlara ait eserler arasında yapı bakımından
müşterek özellikler bulmak için karşılaştırmalı çalışmalar yapıldıysa da bunlardan çok azı
başarılı olabilmiştir. (Wellek, 177)
EDEBİYAT VE DİĞER GÜZEL SANATLARIN İLİŞKİSİ

“Her biri değişik bir gelişme hızına ve bünyeye sahip olan edebiyat, müzik ve
plastik sanatlar gibi farklı güzel sanatların, kendi özel evrimleri vardır. Hiç
şüphesiz güzel sanatlar birbirleri ile alışveriş hâlindedirler fakat bu münasebetler
bir noktadan başlayıp diğer sanatların evrimini tayin edemez. Sanatlar arasında,
bir sanattan diğer sanata geçen, iki taraflı işleyen veya bir güzel sanatta tamamen
değişikliğe uğrayan, anlaşılması güç bir diyalektik münasebet mevcuttur”
(Warren-Wellek, 1983, s.182).
TANPINAR’IN GÖZÜNDEN EDEBİYAT VE DİĞER SANATLAR

Tanpınar, şiir ve diğer sanatları karşılaştırırken diğer sanatların


yalnız kendilerine özel ve kendilerine ait olan maddelere ihtiyaç
duyarken şiirin ise malzemesinin doğrudan doğruya toplumun
tamamına ait olan ve toplumun ihtiyaçlarından doğmuş olan lisan
olduğunu belirtir fakat bu dil elbette konuşma ve nesir dilinden
ayrıdır (Tanpınar,1998, s.14).
TANPINAR’IN GÖZÜNDEN EDEBİYAT VE DİĞER SANATLAR

Şiir ve diğer güzel sanatları karşılaştıran Tanpınar’a göre, «mesela bir resim, bir heykel ya da
mimari bir eser, uyandırdığı estetik zevkle ortalamanın biraz üstünde bir zekânın neredeyse ilk
bakışta fark edebildiği ve hazzına az çok erişebildiği bir eserdir. Tanpınar’a göre anlaşılması için
hususi bir bilgiye az çok muhtaç olan musiki bile dinleme kabiliyetinden başka vasıtaya muhtaç
olmaksızın tadılır. Bütün bu sanatlara ait eserleri tatmak için görmek ve duymak yeterlidir. Şiir
dışındaki söz sanatları da böyledir. Yazıldıkları dilden başka dillere tercümeleri mümkündür.
Yalnız şiirdir ki yazıldığı lisanın malıdır. O lisanda okunmak şartıyla güzelliklerine sahiptir.
Çünkü: Şiir dilin özüdür, kokusudur, lezzetidir, musiki kabiliyetidir, yahut bunlardan doğan hususi
bir şeklidir.”
EDEBİYAT-MÜZİK İLİŞKİSİ
Edebiyatın malzemesi dil olduğu, dilin temelinde de konuşma
sesleri bulunduğuna göre ses, edebiyatın da müziğin de esasını
oluşturmaktadır. Edebiyat türleri içinde dilin ifade
olanaklarının en üst seviyede kullanıldığı tür olarak
değerlendirilen ve apayrı bir yerde konumlandırılan şiirin
diğer edebî türlerden ayrılan bir başka yanı da müzikalitenin
en yoğun biçimde varlığını duyurduğu edebiyat sahası
oluşudur.
1885-1900 yılları arasında bir yazın akımı olarak yaygınlık kazanan
simgeciliğin (sembolizm) temel ilkelerinden biri müzikalitedir.
EDEBİYAT-MÜZİK İLİŞKİSİ
“Verlaine’in şiirinde sözcükler anlamsal değerlerinden çok,
ses duyusuna çağrıda bulunabilecek, kulakta bir dizim, bir
melodi oluşturabilecek özelliklerine göre seçilmişlerdir.»
Verlaine’in şiiri “ağızda söylenen, mırıldanan bir şeydir sanki”
(İnal, 1982, s. 177).
Bir başka simgeci şair Mallarmé’nin “Le Vierge, le Vivace, le
Bel” isimli şiiri “i” seslisinin yarattığı müzik nedeniyle
“Symphonie en i majeur” diye de anılır (1982, 181).
Paul Valéry: “…Oysa biz müzikle beslenmiştik ve ozan
kafalarımız salt ses ögelerinin sinir yapımız üzerinde bıraktığı
etkilerin hemen hemen aynısını dilde sağlamayı düşlüyordu.
Kimileri Wagner’e tutkundu, kimileri de Schumann’a.»
EDEBİYAT-MÜZİK İLİŞKİSİ

Şiir-müzik bireşimini ilke olarak benimseyen bir başka yazın akımı da Parnas şiir akımıdır.
Sanat için sanat görüşünü ve sanatın temel işlevinin yine sanat olması gerektiği
düşüncesini temel alan Parnas şiir akımı 1860 yıllarından sonra Fransa’da ortaya çıkar.
1830 yıllarında Théophile Gautier’in görüşleriyle temel ilkeleri ortaya konulan Parnas şiir
akımına ait şiirlerde ses unsurunun temel bir öge olarak şiire hâkim kılınmaya çalışıldığı
görülür.
EDEBİYAT-MÜZİK İLİŞKİSİ

Parnas Okulunun önde gelen isimlerinden José Maria de Hérédia’nın


sone türünde yazdığı şiirlerinde ritim, ses öbekleşmeleri, uyakların
zenginliği bir araya geldiğinde parnas okulunun en belirgin
niteliklerinden olan müzikalite ortaya çıkar (İnal-Kantel,1982, s.91 ).
Görüldüğü gibi Batı edebiyatında şiirde müzikaliteyi gerçekleştirmeyi
amaç edinmiş en önemli iki anlayış olarak Parnasizm ve Simgeci şiir
öne çıkmaktadır.
EDEBİYAT-MÜZİK İLİŞKİSİ

Ahenk, bütün sanat dallarında kullanılan bir


terimdir. Edebiyatta, “Üslubun niteliği olarak
şiir ve nesirde kelime ve cümlelerin , adeta bir
musiki tesiri yapacak şekilde art arda
getirilmesiyle sağlanan uyumdur” (Yetiş
19882den akt. Macit 2002). Müzikte “Aynı
anda verilen birden fazla sesin birbirleriyle
uyumudur.”
EDEBİYAT-MÜZİK İLİŞKİSİ

Edebî eserde ahenk, “Söz tekrarları, ses tekrarları (seslerin belli aralıklarla tekrarı), ritim
(ölçü, kafiye ve redif)” ile sağlanır.
Ahenk unsurlarının, Türk şiirinin yazılı ilk örneklerinin görüldüğü Uygur Edebiyatından
itibaren her devirde kullanıldığı bilinmektedir fakat kullanım oranı devirden devire ya da
muhitten muhite değişiklik göstermektedir. (Kortantamer, 1993, s. 273-336).
EDEBİYAT-MÜZİK İLİŞKİSİ
Divan şiirinde şiir, musikiye yaklaştırılmak istenir. Söylenen
şeyden çok söyleyiş tarzının önemli olduğu bu sanat
anlayışında şair öncelikle şiirin musikisini duyurmak ister,
kullanılan diğer bütün teknik özellikler sesi duyurmak
içindir. Bunun için eski şairler şiir yazmak yerine şiir
söylemek ifadesini kullanırlar.
Divan şiirine özgü bir nazım türü olan şarkılar bestelenmek
için yazılır. Bestelenecek şarkılar, müzik usullerine uyan
kalıplarla yazılır (Dilçin, 2009, s. 214).
EDEBİYAT-MÜZİK İLİŞKİSİ

Cumhuriyet Dönemi Türk şiiri içinde eski ve yeni şiir


anlayışlarını şiirinde birleştiren Yahya Kemal’e göre
mısralarda ve şiirin bütününde bir iç musiki olarak ifade
edilebilecek “deruni ahenk (elhan)” bulunmadıkça şiir,
vezinli ve kafiyeli söz yığınından öteye geçemez. Yahya
Kemal’e göre “şiir nağmedir.” “Şiir musikinin
hemşiresidir.” ve “Şiir, musikiden başka türlü bir
musikidir.” (Beyatlı 1971’den akt. Mazıoğlu 1994,
s.72).
EDEBİYAT-FİLM İLİŞKİSİ
18.yy’dan sonra bilimdeki gelişmelere koşut olarak yeni medyalar ortaya çıkar,
bu yeni medyalar içinde en etkili olanı ise 20.yy başlarından itibaren ise teknik
açıdan eksiklerini hızla tamamlayarak anlatım olanaklarını geliştiren filmdir
(Kayaoğlu 2016, s. 23).
20. yy başlarından itibaren filmin geniş kitlelere ulaşmaya başlamasıyla
edebiyat ve film arasındaki etkileşim de başlamıştır. Edebiyat da film de en
başta öykü anlatır, anlatma ve aktarma/dinleme (izleme) ihtiyacı insanlık var
oldukça insanın temel ihtiyaçlarından biri olmaya devam edeceğinden öykü
anlatmayı, dinleme (izleme) merkeze oturtan edebiyat ve film arasındaki
etkileşimlerin devam edeceği de ortadadır (Kayaoğlu 2016, s. 24).
EDEBİYAT-FİLM İLİŞKİSİ /Film başlangıçta edebiyatı örnek alır

Film sanatının «edebiyatın deneyimlerini, kendi dilini, kendi konuşmasını, kendi söz
sanatını, kendi imgeselliğini oluşturmak için kullandığı” örnekler 1908/10
yıllarından itibaren birbirini izler (Eisenstein 1975’ten akt. Kayaoğlu 2016, s. 28).
Sesli film çekiminin o dönem için henüz mümkün olmayışı, montaj ve çekim ayarı
tekniklerinin gelişmemiş olması, film şeritlerinin kısalığı gibi teknik imkânsızlıkların
yanında yeterli senaryo bulunmayışı başlangıçta filmin edebiyatı örnek almasının
nedenleri arasında gösterilebilir (Kayaoğlu, 2016, s. 28).
EDEBİYAT-FİLM İLİŞKİSİ

Edebiyatın klasik eserlerinin filme çekilmesi seyircinin olay akışını anlamasını


kolaylaştırırken film yapımcıları da hazır bir senaryodan yararlanmış oluyordu.
Griffith, paralel montajı 19. yy İngiliz romancısı Charles Dickens’tan örnek almıştır.
Onun geliştirdiği bu anlatım teknikleri bugün de aynı şekilde kullanılmaktadır
(Onaran 1986’dan akt. Kayaoğlu, 2016, s.29).
Sergej Einsenstein ise çapraz montaj ve dönüşümlü montaj fikrini Flaubert’in
Madame Bovary isimli romanından almıştır (Peach, 1988,s.68’ten akt. Kayaoğlu,
s.29).
EDEBİYAT-FİLM İLİŞKİSİ
Filmin teknik unsurlarına ait gelişmelerle birlikte 1920’lere
gelindiğinde film artık tiyatronun en büyük rakibi durumundadır.
1950’lerin ortalarına gelindiğinde ise artık sinema kendi anlatım
biçimlerini, türlerini ve estetiğini oluşturmuş bir sanat olarak kabul
görmektedir (Kayaoğlu 2016, s.32).
Bugüne gelindiğinde ise “Edebiyatın filme etkisinin bugün daha çok
uyarlama yoluyla filme aktarılan içeriklerle sınırlı kaldığı
söylenebilir” (Kayaoğlu, s.33).
J. R.R.Tolkien’in Yüzüklerin Efendisi, J.K.Rowling’in Harry Potter
roman uyarlamalarının sinemada elde ettiği yüksek izlenme oranları,
edebiyatın film için hâlâ en önemli içerik kaynağı olduğunu açıkça
ortaya koymaktadır (Kayaoğlu , s. 33).
EDEBİYAT-FİLM İLİŞKİSİ /filmin edebiyata etkisi
1950’li yıllardan itibaren filme özgü bir anlatım tekniği olan
kamera bakışı tekniğinin romandaki kullanım şekillerinden ilki
filmdeki zoomlama tekniğine benzer bir yakınlaştırmayla nesne,
eşya ya da mekânın sanki tepeden bakan bir kameranın
merceğinden betimlenmesi olarak karşımıza çıkarken ikinci
kullanım biçimi ise özellikle roman kahramanlarının iç dünyasına
ait birbirinden kopuk duygu, düşünce, anılar, rüyalar, sanrıların
anlatıcı yorumu olmaksızın birbirinden kopuk ve durağan bir
izlenim oluşturularak âdeta okura seyrettirildiği bilinç akışı tekniği
olarak karşımıza çıkıyor. Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar ve Yusuf
Atılgan’ın Anayurt Oteli romanları kamera bakışının, kullanım
sıklığı ve kurgudaki yeri açısından öne çıktığı örneklerdendir
(Kayaoğlu, 2016, s.35).
EDEBİYAT-FİLM İLİŞKİSİ /Uyarlamalar
Uyarlama hem uyumlu hâle getirme ve esinlenme edimini hem de uyarlama sonucu
ortaya çıkan yapıtı ifade etmek için kullanılmaktadır (Kayaoğlu 2016, s. 41).
Film medyasının ilk örneklerinden günümüze kadar yapılan uyarlamalar
değerlendirildiğinde en çok uyarlamanın edebiyat eserlerinden yapıldığı görülmektedir.
1898’de Külkedisi, 1907’de Hamlet, edebiyat sahasından filme uyarlanan ilk
örneklerdendir (Kayaoğlu 2016, s.44).
Türk sinemasında ilk edebî uyarlama Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Mürebbiye adlı
romanının Ahmet Fehim’in 1919 yılında çektiği uyarlamasıdır (Kayaoğlu, s. 44).
Türk sinemasında 1919-1972 yılları arasında yerli roman uyarlamalarının sayısı 230’dur.
EDEBİYAT-FİLM İLİŞKİSİ /Uyarlamalar

Edebiyat uyarlamalarının sayıca çokluğu “Film neden edebiyat metinlerini


kaynak olarak kullanıyor?” sorusunu akla getiriyor. Bu sorunun cevabını
film araştırmacıları şöyle açıklıyor:
Film, en yakın ilişkiyi romanla kurmuştur. Roman, bir yığın ayrıntıya sahip
uzun öyküler anlatırken bunu bir anlatıcının bakış açısıyla yapar. “Romanda
basılı olarak anlatılan ne varsa filmde yaklaşık olarak görselleştirilebilir ya
da anlatılabilir” (Monaco, 2008’den akt. Kayaoğlu, s. 44).
EDEBİYAT-FİLM İLİŞKİSİ /Uyarlamalar

Sonuç olarak «Bir edebiyat uyarlaması, kaynak metnin doğru bir yorumu olduğunu asla iddia
edemez, çünkü ‘doğru’ ve ‘genel geçer’ bir yorumun yapılması mümkün değildir. Bir
uyarlama, olası yorumlardan ancak biri olarak görülebilir ve böyle ele alınabilir; senaristin,
yönetmenin ve filme katkıda bulunan diğer kişilerin orijinal metni nasıl okuduklarının bir
ifadesi olarak okunabilir» (Kayaoğlu, s. 48).
EDEBİYAT-FİLM İLİŞKİSİ /Uyarlama Türleri

Helmut Kreuzer’in yaptığı sınıflandırmaya göre edebiyat uyarlamaları dört gruba ayrılabilir (Kreuzer 1993’ten akt.
Kayaoğlu 2016, s. 48):

1.Yazınsal malzemenin devralınması olarak uyarlama: Uyarlamaların en eski ve en yaygın türüdür. Edebiyat eseri bir
konu kaynağı olarak kullanılır ve eserden yalnızca belli olay ögeleri ve roman kahramanları seçilip alınır.
2.Görselleştirme anlamında uyarlama: Bu tür uyarlamalarda bir anlamda yazınsal metne uygun görüntüler oluşturulur,
yazınsal metindeki öyküler, figürler ve diyaloglara mümkün olduğunca sadık kalınır.
3.Yorumlayıcı uyarlama: Bu tür uyarlamalarda film medyasının koşulları, teknik olanakları önceliklidir ve yazınsal
öyküdeki unsurlar filme aktarılırken bir yorum ortaya konulur.
4.Dokümantasyon olarak uyarlama: Bu tür yapımlar uyarlamadan ziyade kopyalama (röprodüksiyon) olarak
nitelenebilir. Bir tiyatro oyununun filme kaydedilmesi gibi.
EDEBİYAT-FİLM İLİŞKİSİ /Uyarlama Türleri
Uyarlamalara dair bir başka sınıflandırma da Wolfgang Gast’a aittir.
• Güncelleştiren uyarlama: Burada orijinal metnin içeriği filmde tarihsel bağlamından kopartılıyor ve daha yakın bir zamana
taşınıyor.
• Güncel politikaya alet eden uyarlama: Film, orijinal metni güncel politik söyleme göre uyarlayarak işliyor.
• İdeolojik uyarlama: Özgün metin filme belli bir ideoloji doğrultusunda uyarlanıyor.
• Tarihselleştiren uyarlama: Orijinal metnin tarihsel arka planı filmde öne çıkartılıyor.
• Estetikleştiren uyarlama: Orijinal metnin estetik özellikleri filmde öne çıkartılıyor.
• Psikolojik uyarlama: Yazınsal metindeki kahramanların psikolojik özelliklerinin daha derinlikli olarak ve filmin merkezine
yerleştirilerek vurgulandığı uyarlamalar.
• Popülerleştiren uyarlama: Anlaşılması zor metinleri geniş kitlelerin daha kolay anlayacağı şekilde basitleştirerek anlatan
filmler.
• Parodi olarak uyarlama: Yazınsal metni hiciv yoluyla komikleştirerek yorumlayan ve seyirciyi eğlendirmeyi amaçlayan
filmler.
(Gast 1993’ten akt. Kayaoğlu, s. 49)
EDEBİYAT-FİLM İLİŞKİSİ /Uyarlama Türleri

Aslına uygun olmaya çalışan uyarlama, yorumlayıcı uyarlama ve serbest uyarlama


olmak üzere üç genel uyarlama türünden de söz edilebilir.
Aslına uygun olmaya çalışan uyarlama: Bu uyarlama çeşidinde yazınsal metin,
filmin olanakları içinde olabildiğince aktarılmaya ve anlatılmaya çalışılır. Örnek:
Sabahattin Ali’nin Kuyucaklı Yusuf’unu 1985’te filme çeken Feyzi Tuna’nın bu
uyarlaması.
EDEBİYAT-FİLM İLİŞKİSİ /Uyarlama Türleri
Yorumlayıcı uyarlama: Çıkış metninin içeriği ve anlatma biçimi filmde yeniden işlenir, çıkış metnine getirilen yorum
önemlidir. Ör: Kafka’nın Der Bau adlı öyküsünün 2014’te Kafkas Der Bau adında çekilen uyarlaması.
Serbest uyarlama: Diğer uyarlama türlerine göre çıkış metni ile film arasında daha az ortak noktanın bulunduğu bir
türdür. Ör: Yavuz Turgul’un 1984’te çektiği Fahriye Abla isimli filmi.
Yine son dönemde çekilen Çalıkuşu, Yaprak Dökümü, Aşk-ı Memnu gibi televizyon dizileri.
Uyarlamalar sadece yazınsal metnin filme aktarımı biçiminde değil, filmden yazınsal metne uyarlamalar biçiminde de
görülmektedir “Bu tür uyarlamalar romanlaştırma olarak adlandırılır.”(Kayaoğlu, s. 51).
EDEBİYAT-FİLM İLİŞKİSİ /Uyarlama Çözümlemesi
Bir uyarlama çözümlenirken çıkış metni ile film arasındaki benzerlik ya da farklılıkların ortaya
konulabilmesi için :
Çıkış metninin ana öyküsü filmde ne ölçüde kullanılıyor?
Çıkış metnindeki olay akışına filmde ne ölçüde yer veriliyor?
Filmde çıkış metnine göre fazladan ya da eksik olay var mıdır?
Metindeki diyaloglar filme nasıl aktarılmış?
Öykünün aşamaları ya da olayların gösterilme sıralaması bakımından iki yapıt arasında farklılıklar var mı?
Romanın figürleri kişilikleri ya da dış görünüşleri bakımından filmde herhangi bir değişime uğramış mı?
Figürlerin sayısı bakımından metin ile film arasında fark var mı?
Figürler ve aralarındaki ilişkiler iki yapıtta ne ölçüde örtüşüyor?
EDEBİYAT-FİLM İLİŞKİSİ /Uyarlama Çözümlemesi
Figürleri oynamaları için seçilmiş oyuncular bu figürlerin belli bir biçimde alımlanmasına
etki ediyor mu?
Figürlerin iç dünyasında olup bitenler hangi araçlarla sergileniyor?
Metinde önemli yer tutan imgeler filme nasıl aktarılmış?
Çıkış metninin türü filmde buna denk bir türe karşılık geliyor mu?
Çoğunlukla hangi çekim ayarları kullanılmış?
Nasıl bir ışıklandırma kullanılıyor?
Çıkış metninde ve filmde ağırlıklı olarak nasıl bir montaj tarzı kullanılmış?
Görüntü ile sözlü ögeler ve sesler/müzik arasında ne tür ilişkiler var?
(Kayaoğlu, s. 52-56)
EDEBİYAT-GÖRSEL SANATLAR İLİŞKİSİ
Nazmi Ağıl, içinde yaşadığımız dünyayı görüntü teknolojileriyle imge ve söz
arasındaki sınırların hiçbir devirde olmadığı kadar belirsizleştiği, söz ve
imgenin iç içe geçtiği bir dünya olarak betimler (Ağıl 2015, s. 11).

Bu yaygınlaşma giderek W.J.T. Mitchell’ın “resme dönüş” olarak


isimlendirdiği görsel bir kültürün oluşmasına yol açar (Mitchell 1994, s.11’den
akt. Ağıl 2015, s.11).
EDEBİYAT-GÖRSEL SANATLAR İLİŞKİSİ/Ekfrasis
Görsel sanat yapıtlarının edebiyat eserlerinin içinde ele alınıp
işlenmesi aslında bundan yüzyıllar öncesine dayanmaktadır.
“Bu türden, ilhamını görsel bir sanat yapıtından alan metinlere
Eski Yunanca bir terim olan ekfrasis adı verilmektedir.
Ekfrasis, performans sanatları ya da film dâhil, her türlü görsel
eser hakkında ayrıntılı tasvirlere yer veren bir sanat tarihi
metninden tutun, bir müze kataloğuna ya da elbette hikâye ve
roman türlerine kadar uzanır” (Ağıl 2015, s. 13).
EDEBİYAT-GÖRSEL SANATLAR İLİŞKİSİ/Ekfrasis-Tarihi Metinler
Homeros’un İlyada’da Akhilleus’un kalkanını tasvir ettiği
bölüm Batı edebiyatında ilk ekfrasis örneği olarak gösterilir.
Romalı ünlü şair Virgil’in, Aeneid’de Aeneas’ın kalkanını tasvir
ettiği bölüm,
Yine Ortaçağ şairi Dante’nin İlahi Komedyası’nın ikinci cildi
Araf’ta 4 resmi tasvir ettiği bölümler…
Mimari eserlerin de ekfrasis konusu olabileceğini gösteren bir
örnek 18. yy İngiliz şairi Alexander Pope’un Piramitler’i konu
ettiği şiiridir.
Samuel Rogers’ın «Herkül’ün Tarso Diye Bilinen Heykelinden
Bir Parçaya» başlıklı 1802 yılında yazdığı şiiri, kendisi de bir
ressam olan Rossetti’nin resimleri konu alan pek çok şiiri…
EDEBİYAT-GÖRSEL SANATLAR İLİŞKİSİ/Ekfrasis-Yazı Resim İlişkisi

Divan şiirinde uzun hikâyelerin anlatıldığı mesnevi türünde yazılmış


bazı eserlerin minyatürlerle resimlendiği görülür. Resimlenmiş divan
sayısı ise oldukça azdır. Minyatürlerle resimlenmiş divan
örneklerinde ise nakkaşın genel tavrı beyitteki en somut göstergeyi
seçerek bunu resimlemek biçimindedir. Bu durumda resimlenmiş
divanlarda tam bir illüstrasyondan söz edilemez (Özgül, 1998, s. 12).
EDEBİYAT-GÖRSEL SANATLAR İLİŞKİSİ/Ekfrasis-Yazı Resim İlişkisi

Kayahan Özgül’e göre Modern Türk şiirinde resimlenen


şiir kitapları içinde Asaf Halet’in He’si (Selim Turan, Arif
Kaptan, Ferda Başman’ın yaptığı illüstrasyon ve
gravürlerle) bu geleneğin devamı olarak
değerlendirilebilecekken Melih Cevdet’in Rahatı Kaçan
Ağaç’ı (ilk baskısı için Abidin Dino ve Bedri Rahmi’nin
yaptığı resimlerle), Oktay Rifat’ın Yaşayıp Ölmek ve Aşk
ve Avarelik Üzerine Şiirleri (Nurullah Berk’in
çizimleriyle) bu geleneğin sadece izlerini taşır (Özgül,
1997, s. 12).
ŞİİR ve RESMİN YAKINLAŞMASINDAN DOĞAN EKFRASİS ÖRNEKLERİ
Osmanlı geleneğinde insan dışındaki canlı ya da
cansız varlıkları yazıyla resmetme geleneği
bulunmaktadır. Söz konusu Resim-yazılarda
önceleri sadece ayet ve hadisler, kutsal isimler
yazılırken zamanla kelam-ı kibarlar, mısra-ı
bercesteler hatta beyitler konu edilmiştir (Özgül
1997, s. 15).
Batı şiirinde bu tür biçimleme örneklerine
özellikle Apollinaire ve Mallarmé’nin şiirlerinde
rastlarız. Apollinaire’in yürüyen at
görüntüsündeki şiiri, Mandolin’i, Havuz, Fıskıye
ve Güvercin’i ; Mallarmé’nin gemi kalıntısı,
takımyıldız biçimindeki şiirleri için 1953 yılında
Öyvind Fahiström “somut şiir” adlandırmasını
yapar (Özgül 1997, s. 16).
ŞİİR ve RESMİN YAKINLAŞMASINDAN DOĞAN EKFRASİS ÖRNEKLERİ

Batı şiirinde kaynağını resimden alan ilk şiir örnekleri 18. yy’a hâkim olan pitoresk
anlayışının ürünleri olarak yorumlanabilir. Bu anlayış romantiklerde devam etmiş, en
belirgin özelliklerini şiirde resmin gerçekleştirilmesi ve yontusal anlatım olarak
sıralayabileceğimiz Parnas öğretisini benimseyen Théophile Gautier, Hérédia ve Mallarmé
gibi isimlerin elinde akla ve göze hitap eden görkemli örneklerini vermiştir. Sembolist şiir
hareket noktası olarak sinesteziyi kullanır: “1843’te Théophile Gautier: «Renklerin
gürültüsünü duyuyorum. Yeşil, mavi, sarı ayrı ayrı dalgalar halinde kulağıma ulaşıyor.”
Musset de “fa’nın sarı, sol’un kırmızı, soprano sesinin esmer oluşundan söz eder” (İnal,
1982, s. 173).
ŞİİR ve RESMİN YAKINLAŞMASINDAN DOĞAN EKFRASİS ÖRNEKLERİ

Batı şiirinde Bacon, Hugo, Baudelaire, Verlaine, Apollinaire, Cocteau, Rossetti,


Blake ekfrasis türündeki şiirleriyle öne çıkan ressam-şairler olarak sıralanabilir.
Türk şiirinde Nâzım Hikmet, Oktay Rifat, İlhan Berk, Metin Eloğlu, Cemal Süreya
kendileri de resim yapan şair-ressamlardır.
ŞİİR ve RESMİN YAKINLAŞMASINDAN DOĞAN EKFRASİS ÖRNEKLERİ

Nâzım Hikmet, “Avni’nin Atları” isimli şiirini ressam Avni Arbaş’ın tabloları üzerine yazar.
“Abidin Dino’nun ‘Yürüyüş’ Adlı Tablosuna Söylenmiştir”, “İbrahim Balaban’ın ‘Bahar’
Tablosu Üzerine Söylenmiştir”, “Jokond’un Hatıra Defterinden Parçalar”, “Samansarısı-II”
başlıklı şiirleri değinilmesi gereken yapıtlardan.
İlhan Berk’in Guernica, Siyah Koltukta Çıplak başlıklı şiirleri (Picasso’nun aynı adlı
tablolarını konu alır.).
Günümüz şairlerinden Lale Müldür’ün sadece ekfrasis türünde şiirlere yer verdiği “Yağmur
Kızı Böyle Diyor” başlıklı şiir kitabı, ekfrasis türündeki kitap boyutunda yazılmış ilk eser
olma özelliğini de taşır (Ağıl 2015, s. 31-33).
BİR EKFRASİS ÖRNEĞİ OLARAK ŞİİR-FOTOĞRAF/FOTOĞRAF -ŞİİRLER

Fotoğrafın Osmanlı Devleti sınırlarına girmesiyle birlikte bir “şiir-fotoğraf” (Özgül, s. 25)
furyası doğar. Başta Namık Kemal olmak üzere Muallim Naci, Recaizade Mahmut Ekrem
gibi şairler çektirdikleri fotoğrafların arkasına ya da üstüne bir mısra, beyit ya da kıta
yazarlar ve bunları dostlarına, aile efradına hediye ederler.
Tevfik Fikret, Haluk’un Defteri’nde yer alan “Resminin Karşısında” isimli şiiri Recaizade
Mahmut Ekrem’in fotoğrafına yazmıştır.
BİR EKFRASİS ÖRNEĞİ OLARAK ŞİİR-FOTOĞRAF/FOTOĞRAF ŞİİRLER

Fotoğraflara şiir yazma geleneği Cumhuriyet’ten sonra da devam eder, Mehmet Akif’in
1911-1935 arasında fotoğraflarına yazdığı yaklaşık on kıtası vardır. Yedi Meşale
şairlerinden Ziya Osman Saba “Eski Resimler” ve “Büyülü Resim” adlı şiirlerinde
fotoğrafı şiirine konu alır. Kemal Tahir, “Bardaki Kadınlar”, Melih Cevdet Anday
“Fotoğraf”, Ahmet Muhip Dıranas, “Portre” isimli şiirlerinde bir fotoğrafı konu ederler.
BİR EKFRASİS ÖRNEĞİ OLARAK RESİMLİ DERGİLER

Matbaa tekniklerinin gelişmesiyle birlikte resimli dergiler basılabilir hâle gelir


ve okurun resimli dergilere ilgisi resimsizlerden daha fazladır. Bu da basım-
yayımcıları resimli dergilere ağırlık vermeye yöneltir.
O yıllarda henüz resim baskısı mümkün olmadığından Osmanlı’nın ilk
mecmuası Mecmua-i Fünun 1862’de yapıştırma fotoğraflar kullanılarak
basılır.
1884’te basılan Mir’ât-i Âlem Mecmuası sanat değeri olan resimleri içeren ilk
dergidir.
1891’de yayın hayatına başlayan Servet-i Fünun’un 27. sayısında Ortaköy
Camisi resmi 28. sayısında ise Kız Kulesi resmi basılır.
Araba Sevdası Halil Paşa tarafından resimlenerek Servet-i Fünun’da tefrika
edilir.
BİR EKFRASİS ÖRNEĞİ OLARAK RESİMLİ DERGİLER

Osmanlı’da resim için yazılan şiirlere ilk olarak 1884’te Mir’ât-i Âlem Mecmuasında
rastlanır. Recaizade Mahmut Ekrem’in Kelebek adlı şiiri ilgili bir resimle yayımlanır.
Hüseyin Haşim’in “Koca Karı ve Kedi” (1884) adlı şiiri Türk edebiyatındaki tabloya
yazılan ilk şiir örneğidir.

Tabloya yazılan şiirler Tanzimat’ın son dönem şairleri arasında oldukça yaygındır.
EDEBİYAT-GÖRSEL SANATLAR/SERVETİ FÜNUNDA ŞİİR RESİM İLİŞKİSİ

Servet-i Fünun’un resme en yakın şiirleri Tevfik Fikret ve Ali Ekrem


Bolayır’ın kalemlerinden çıkmıştır. Ali Ekrem’in Zılâl-i İlham adı
altında topladığı şiirler içinde yer alan “Elvah-ı Tabiatten” serisini
oluşturan şiirlerin her biri başlı başına birer tabiat tablosudur. Tevfik
Fikret ve Ali Ekrem, kelimelerle tablolar oluşturma yanında çok sayıda
tabloyu da şiirleştirmişlerdir. Mehmet Kaplan’ın bildirdiğine göre Tevfik
Fikret, 1894’te on yedi, 1896’da ise on dört tablo şiiri yazmıştır”
(Kaplan 1953’ten akt. Özgül, s. 32).
Bir başka Servet-i Fünun şairi Cenab Şehabeddin’in kelimelerle tablolar
oluşturma düşüncesinin kaynağı Parnas şiir anlayışıdır fakat şairin
tabloya yazdığı şiirlerde bile figürü yansıtmada zayıf kaldığı ve bu
tavrıyla daha ziyade sembolistlere yaklaştığı görülür (Özgül, 1997, s.33).
BİR EKFRASİS ÖRNEĞİ OLARAK ŞİİRDEN DOĞAN RESİMLER

Şiir-resim ilişkisi konusunda elbette tek yönlü bir etkilenme söz konusu değil, ressamların
da şiirlerden etkilenerek verdikleri eserleri burada hatırlatmakta fayda var: «Raphael’in
rivayete göre resim yaparken sürekli şiir dinlediği söylenir. Eugene Delacroix’nın Dante,
Shakespeare ve Byron’un şiirlerinden resmettiği sahneler, Rafaello’nun Angelo
Poliziano’nun tek mısrasından çıkardığı “Peri Galateia” tablosu… Jules Laforque’un
şiirlerinden M. Duchamp’ın “Merdivenden İnen Çıplak”ı, Harold Rosenberg’in şiirinden
Robert Motherwell’ın “İspanyol Ağıtlar”ı, Zacharie Astruc’un şiirinden Manet’nin
“Olympia”sı, Mayakovsky’nin “Protto” şiirinden Rodchenko’nun fotomontajları,
Chirico’nun bir tablosunda Apollinaire’i anması gibi..” (Özgül, 1997, s. 20)
EDEBİYAT-GÖRSEL SANATLAR İLİŞKİSİ/BATI VE Türk Edebiyatından Örnekler

Doç. Dr. Nazmi Ağıl’ın tespitiyle Batı ve Türk edebiyatında ekfrasis kullanımı ile öne çıkan şiir ve düz yazı örnekleri:
Ekfrastik Şiir örnekleri:
Ovid-Filomela Efsanesi
Shakespear-Lucrece’in İğfali
John Keats -Yunan Vazosuna Şarkı
Shelley-Ozymandias
Auden -Güzel Sanatlar Müzesi
Hikâye :
Oscar Wilde -Mutlu Prens
Poe-Oval Portre
Charlotte Perkins Gilman-Sarı Duvar Kağıdı
Roman:
Oscar Wilde-Dorian Gray’in Portresi
EDEBİYAT-GÖRSEL SANATLAR İLİŞKİSİ/BATI VE Türk Edebiyatından Örnekler
Türk Edebiyatı’ndan ekfrastik şiir örnekleri:
Nâzım Hikmet-İbrahim Balaban’ın Mapushane Kapısı Üstüne Söylenmiştir ve Jokond ile
Si-Ya-U
Ahmet Hamdi Tanpınar-Madalyon
İlhan Berk-Şeker Ahmet Paşa: Talim Yapan Erler
Ülkü Tamer-Bruegel
Oktay Rifat- Fatih’in Resmi
Enis Batur- Ağlayan Kadınlar Lâhdi
Türk Hikâye ve Romanı’ndan
Erendiz Atasü-Taş Üstüne Gül Oyması
Nazan Bekiroğlu-Cam Irmağı,Taş Gemi
Feryal Tilmaç-Esneyen Adam
Sabahattin Ali-Kürk Mantolu Madonna
Nedim Gürsel-Resimli Dünya-
Murat Gülsoy-İstanbul’da Bir Merhamet Haftası
Mehmet Yaşın-Sarı Kehribar
( Ağıl, 2015, s. 34-35).
EDEBİYAT-MİMARİ İLİŞKİSİ

Mimarlık, fiziksel olarak yapı inşa etme sanatıdır. İnşa edilen bu yapılardan kimi
ev ya da konut niteliğindedir. Bir yanda da estetik yönüyle öne çıkan, şehre kimlik
kazandıran, somut kültürel miras dairesi içine giren sanat yapıtı özelliğini taşıyan
mimari eserler vardır. Edebî eserlerde yukarıda sözünü ettiğimiz her iki türden
mimari mekân örneğine de sıkça rastlıyoruz. Gerçek dünyaya ait bu türden yapılar
ya gerçekte oldukları şekliyle ya da hayalî, kurgusal mekânlara dönüştürülerek
anlatılsa da mimari yapılar edebiyat eserlerinin olmazsa olmazları. Çünkü edebî
eserlerde konu edilen olaylar, durumlar, bunları yaşayan insanlar; yaşananların
bağlı olduğu zaman ve mekândan bağımsız düşünülemez.
EDEBİYAT-MİMARİ İLİŞKİSİ

Mimari yapıların edebî eserlerde ele alınış biçiminde eserin yazıldığı dönemin sosyal ve kültürel
hayatının özellikleri kadar belirleyici olan bir başka etken de yazarın ya da şairin üslubudur.
Mimari yapıların eserin temel unsurlarından biri olarak kullanıldığı türlerin başında roman gelir.
Romanı öykü takip eder, şiirlerde de mimari yapılar konu edilse de türün özelliği gereği şiirde
ayrıntılı mekân tasvirleri bulunmaz.
Türk edebiyatının ilk dönem romanlarında köşkler, konaklar, yalılar olayların yaşandığı başlıca
mekânlar olarak dikkati çeker. XIX. yy sonlarına doğru Batılılaşmanın mimariye olan etkisi
kendisini romanda da gösterir ve artık apartman, apartman dairesi de romanların mekânları içinde
yerini alır.
Yine İstanbul ve İstanbul’a ait yapılar edebiyatımızda en fazla işlenen mekânlardır.
EDEBİYAT-MİMARİ İLİŞKİSİ
2016 yılında yayımlanan “Edebiyatta Mimarlık” başlıklı kapsamlı çalışmada Türk ve
Dünya Edebiyatından 100 adet yazınsal yapıt tematik olarak sınıflandırılmış ve her
yapıt birer incelemeyle birlikte çalışmaya dâhil edilmiştir. Söz konusu sınıflandırma şu
şekilde yapılmıştır:
Ütopyalar
Bilimkurgu ve distopyalar
Seyahatnameler ve bibliyografik seyahatnameler
Mimari denemeler
Mimarlığa Referans Veren Klasikler
Mimarlıktan İlham Alan/Mimarlığa İlham Veren Romanlar
EDEBİYATIN MİMARİYE ETKİSİ: DANTEUM VE MASUMİYET MÜZESİ ÖRNEĞİ

Edebiyat-mimari ilişkisinin diğer yönünü ise edebiyatın mimariye etkisi oluşturur. Bunu
edebî eserde yer alan kurgusal mekânın ya da yapının gerçek dünyada mimari olarak
temsil edilmesi olarak da açıklayabiliriz. Melisa Somer, «kurgusal mekânın mimari
temsili çok rastlanan bir durum olmasa da Danteum ve Masumiyet Müzesi kurgusal
mekânın mimaride temsil edildiği birer ekfrastik mekân örneği olarak anılmaya değer»
olduğunu vurgular (Somer, 2015, s. 182).
“Danteum, Mussolini Yönetimi’nin isteği ile büyük İtalya idealini temsil etmesi
düşünülerek mimar Giuseppi Terragni tarafından Dante Alighieri anısına tasarlanmış bir
yapıdır. Dante’nin İlahi Komedya’sının bir yorumu olarak tasarlanmıştır. 1942 Roma
Sergisi’nde sergilenmiş fakat inşa edilememiştir» (Somer, 2015, s. 182).
EDEBİYATIN MİMARİYE ETKİSİ: DANTEUM VE MASUMİYET MÜZESİ ÖRNEĞİ

«Danteum, mevcut bir metin olan İlahi Komedya üzerine inşa edilmiş bir
mekân iken Masumiyet Müzesi’nin yazılı ve yapılı temsilleri eş zamanlı ve
etkileşimli denilebilecek şekilde gelişir, var olurlar. Masumiyet Müzesi bu
bağlamda eşine rastlanmamış bir metin-mekân örneği teşkil eder. Orhan
Pamuk hem roman hem müze hem de içinde sergilenen eşyaları toplamak
için 10 yıldan uzun bir süre çalışmıştır.” (Somer, 2015, s. 189).
Elis Şimşon’un tespitiyle “Kurgusal bir hikâyenin ve hayali bir zamanın
mekânda somutlaşması olarak Masumiyet Müzesi hem edebî hakikatin altını
çizmiş hem de 2013 yılının başında Londra Tasarım Müzesi tarafından
verilen “Dünyada Yılın En İyi Tasarımları” Ödülü’ne Mimarlık dalında aday
gösterilerek mimari başarısını kanıtlamıştır” (Şimşon, 2016, s. 233).
Sonuç
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Ağıl, N.(2015). Ekfrasis. İstanbul: Simurg Yay.
Akarsu, H.-Erdoğan,N. (2016).Edebiyatta Mimarlık. İstanbul: Yem Yay.
Dilçin, C.(2009). Örneklerle Türk Şiir Bilgisi. Ankara: TDK Yay.
Hatipoğlu, E.(2013). Türk Mûsikîsinde Âhenkler, İSTEM, sayı:22, s. 131-144.
İnal, T.(1982). Simgecilik(Sembolizm). Yazın Akımları Özel Sayısı İçinde, (s. 168-218), Ankara: TDK Yay
Kayaoğlu, E.(2016). Edebiyat ve Film. İstanbul: Hiperlink Yay.
Özgül, M.K.(1997) Resmin Gölgesi Şiire Düştü. İstanbul: Yapı Kredi Yay.
Tanpınar, A.H.(1998). Edebiyat Üzerine Makaleler. İstanbul: Dergâh Yay.
Wellek, R.-Warren, A.(1983). Edebiyat Biliminin Temelleri (çev. Prof. Dr. Ahmet Edip Uysal). Ankara: KTB Yay.
Moran, B.(1991) Edebiyat Kuramları ve Eleştiri. İzmir: Cem Yay.
Mazıoğlu, H.(1994). Yahya Kemal’de Eski Şiirin Rüzgârları. Doğumunun Yüzüncü Yılında Yahya Kemal Beyatlı İçinde, (s. 71-88), Ankara:
TDK Yay.
Kortantamer, T. (1993). Eski Türk Edebiyatı Makaleler. Ankara: Akçağ Yay.
Macit, M. (2002). Ses Yapısı. Eski Türk Edebiyatı El Kitabı İçinde,(s. 171-196), Ankara: Grafiker Yay.
https://jag.journalagent.com/megaron/pdfs/MEGARON-25338-ARTICLE_%28THESIS%29-SOMER.pdf
Şimşon, E.(2016). Masumiyet Müzesi. Edebiyatta Mimarlık içinde,(s.229-233), İstanbul: Yem Yay.
İnal, T-Kantel, S..(1982). Parnas Şiir Akımı.. Yazın Akımları Özel Sayısı İçinde, (s. 84-96), Ankara: TDK Yay
YARARLANILAN KAYNAKLAR
TEŞEKKÜRLER

Dr. Asuman BAYRAM

abayram@hacettepe.edu.tr

You might also like