Professional Documents
Culture Documents
Yasar Nuri Ozturk. Islam Nasl Yozlastrld. Vahyin Dininden Sapmalar Hurafeler Bidatlar 2000
Yasar Nuri Ozturk. Islam Nasl Yozlastrld. Vahyin Dininden Sapmalar Hurafeler Bidatlar 2000
Yasar Nuri Ozturk. Islam Nasl Yozlastrld. Vahyin Dininden Sapmalar Hurafeler Bidatlar 2000
SEKİZİNCİ BASKI
İstanbul - 2000
Yeni Boyut: 32
İsteme Adresi:
PK. 35
81060 Erenköy-İstanbul
ISBN 975-6779-30-6
ONSOZ 7-8
GİRİŞ
BU SESİ DİNLESEYDİK! 11-33
Birinci Bölüm
YOZLAŞMAYI TAŞIYAN TEMEL KAVRAMLAR
Hurafe 37-47
Bidat 48-67
Siyaset 68-78
Rableştirme 79-83
İkinci Bölüm
ALFABETİK SIRAYLA KONULAR
Abdest 87-96 Emr Bil Mâruf 198-203
Alkol 97-106 Eşya Kullanımı 204-212
Arapça 107-115 Etler 213-216
Araplar 116-123 Ezan 217-222
Aylar 124-127 Gayb 223-230
Cennet 128-132 Geceler 231-232
Cihad 133-138 Günler 233
Cinler 139-142 Güzel Sanatlar 234-239
Cuma 143-158 Hac 240-246
Dârülharp 159-165 Hakimiyet 247-263
Doğum Kontrolü 166-173 Hilafet ve Halife 264-276
Dua 174-185 İcma' 277-286
Ehlibeyt 186-191 İlham ve Rüyalar 287-295
El Kesme 192-197 İlim, Âlim 296-306
6 İSLAM NASIL YOZLAŞTIRILDI
Hilafet Meselesi:
"Hilafet meselesi dinî olmaktan çok dünyevî bir me
seledir. İtikadî (inançla ilgili) meselelerden değil, mil
lete ait haklar ve kamu menfaatlarındandır; itikadla il
gisi yoktur. Gerçi akaidle (inançla) ilgili telif edilen İs-
lamî eserlerde de bu meseleden uzun uzadıya bahsedil
mektedir. Fakat bu, hilafet meselesinin İslamî akideler
den sayıldığı için değildir. Belki bu mesele etrafında
sonradan oluşan birtakım hurafe ve bâtıl fikirleri iptal
etmek ve reddetmek içindir. Bu noktayı İslam âlimleri
kitaplarında beyan ederler."
Fırkalar Meselesi:
"Bilirsiniz ki İslam âleminde Asr-ı saadetten sonra
muhtelif fırkalar ve itikadî mezhepler çıkmıştır. Onlar
dan biri de Şia fırkasıdır. Bu Şia fırkası sonradan çeşit
li kollara ve fırkalara ayrılmıştır. Bunların bir kısmı
na î s m a i l i y e denir. Bu fırkaya B â t ı n i y e , T a ' l i m i -
ye, Seb'iye adları da verilir. Bunlar i m a m adını ver
dikleri halifelerinin ulûhiyet (ilahlık)ine inanırlar.
İmam, ilimleri ve bilgileri d o ğ r u d a n d o ğ r u y a
Allah'tan alır, derler. İmamdan sonra h ü c c e t (kanıt)
denilen zat gelir, ondan sonra bab (kapı), ondan sonra
da m ü m i n (iman eden) gelir. Allah imama, i m a m
hüccete, hüccet baba, bab da mümine öğretir derler. Onun
için bunlara Ta'limiye (hiyerarşik öğretimi esas alan
lar) fırkası adı da verilir."
BU SESİ DİNLESEYDİK!. 15
Hilafetin Esası:
"Bunun sebebi şudur: Hilafet (devlet başkanlığı,
devlet yönetimi) meselesi öyle zannedildiği
gibi esas dinî meselelerden değildir, siyasî bir
m e s e l e d i r ; zaman, örf ve âdete g ö r e değişir,
zamanın gerektirdiği şeylere tâbidir. Onun
için Hz. Peygamber -demin söylediğim gibi- hi
lafet m e s e l e l e r i h a k k ı n d a s u s m a y ı t e r c i h b u
yurmuşlardır."
d ü ş m e z l e r d i . H a l b u k i H z . P e y g a m b e r ' i n vefa
t ı n d a n sonra, i ç l e r i n d e n b i r i n i halife s e ç m e
k o n u s u n d a ihtilaf ettiler."
Sahabîler ve Hilafet:
s ı k ı l m a d a n y e m e k y e d i . Şam'da E m e v î halife
lerinin kabirlerini açtırarak, b u l d u ğ u naaşları
v e kemikleri y a k t ı r d ı . "
"Bu A b d u l l a h b. Ali'nin kardeşi S ü l e y m a n b.
A l i de Basra'da Emevîlerden eline geçenleri öl
dürdü ve cesetlerini sokaklarda sürüttürdü.
Sonra da meydanda bırakarak köpeklere yedir
di. En muteber İslam tarihlerinde bu olaylar bu
şekilde kayıtlıdır."
Osmanlılar ve Hilafet:
"Osmanlı halifelerinin ise, saltanata olan
hırs ve t a m a h l a r ı n d a n dolayı nice m a s u m ve
g ü n a h s ı z şehzade kanı döktükleri b i l i n m e k t e
dir. İlk halifeler beytülmale (hazineye) ait olan
devlet ve milletin malına ' m a l u l l a h ' (Allah'ın
m a l ı ) , h a l k ı n h a k l a r ı n a d a ' h a k k u l l a h ' (Al
lah'ın hakkı) derlerdi. Dolayısıyla b ü t ü n h a k
ların güzel ve uygun bir şekilde muhafazası ko
nusunda son derece titizlik ve gayret gösterir
l e r d i . B u n l a r ise (Osmanlı p a d i ş a h l a r ı ) M ü s
l ü m a n l a r ı n haklarına (ve mallarına) el koyar
lar ve devletin sahip olduğu mal ve mülkleri
şuna buna peşkeş çekerlerdi."
h u l i s l a m l ı k y a p m ı ş olan kişiyle b e r a b e r M a l -
ta'da esir y a ş a d ı ğ ı m ı z z a m a n i s l a m d ü n y a s ı
nın h i ç b i r tarafından bize y a r d ı m eli uzatıl
mamıştı. ' 1
İ s l a m i y e t m u k a d d e s o l a r a k y a l n ı z b i r şeyi
tanır ki o da " h a k " t ı r . M u k a d d e s olan yalnız
h a k l a r d ı r . Cenab-ı H a k k ' ı n i s m i d e H a k k ' t ı r .
Kutsallık da O'ndadır. Bazı dinlerin bazı şey
lere verdiği kutsallığı İslamiyet vermemiştir.
H e l e insanlara hiç kutsallık v e r m e m i ş t i r , zer
re k a d a r vermemiştir. P e y g a m b e r l e r e bile kut
sallık vermemiştir. Hz. Peygamber'in en b ü y ü k
d u a s ı 'Ey R a b b i m ! Eşya (varlıklar)yı bana ol
duğu gibi göster.' idi. Diğer bir duası da, 'Alla-
h ı m ! K a b r i m i , t a p ı l a n bir p u t a d ö n ü ş t ü r m e ! '
idi."
22 İSLAM NASIL YOZLAŞTIRILDI
İbnü'l-Hümâm Ne Diyor:
" K e m a l İ b n ü l - H ü m â m (861/1457) adında bir kişi
vardır ki, müçtehit derecesinde büyük bir fıkıhçıdır. S i
vas'ta doğup İskenderiye'de yetişmiştir ve orada talebe
okutarak gayet bereketli ve feyizli eserler meydana ge
tirmiştir. Hicri dokuzuncu asrın ileri gelenlerindendir.
Bunun kelam ilmine, yani itikada ait e l - M ü s â y e r e
adında bir kitabı vardır ki basılmıştır. İşte o kitapta,
imameti, yani h i l a f e t i , 'Müslümanlar üzerinde
k a m u t a s a r r u f u n a h a k k a z a n m a k t ı r ' diye tarif
etmiştir. İşte hilafetin fıkıh yani, hukuk ilmi açısından
tarifi budur."
Cumhuriyet ve Seçim:
"Şu halde bu kural hilafette de geçerlidir. Millet di
lerse halifeyi m u t l a k bir şekilde seçer, o n u n
hiçbir tasarrufunu kayıt altına almaz. Bu, mut
lak anlamda hükmetmek demektir. Dilerse
millet halifenin tasarruflarını bazı kayıt ve
şartlara tâbi tutar. Bu da şartlı b i ç i m d e h ü k
m e t m e k olur. İşte meşruti hükümet denilen hü-
k â m e t bu tür bir hükümettir. Millet hiçbir ki
şiye vekâlet vermez, yani bir halife, bir imam
seçmezse hilâfet yok demektir. O vakit de cum
huriyet olur. Buna ne mâni vardır? Millet
kendi işimi ben yapacağım, neden bana başkası
zorla yaptırsın derse niçin caiz olmasın? Millet
24 İSLAM NASIL YOZLAŞTIRILDI
Taklitçilik:
"Hadis ve ayet, taklitçiliği, ötekinin berikinin mu
kallitliğini, yani delilini bilmeksizin körü körüne her
kesin -ulemadan olsa bile- mücerret sözlerine uymayı
yasaklıyor. Daima her şeyin akıl ve mantık ile, delillere
dayanan aklî muhakemelerle incelenmesi gerektiğini
gösteriyor. Bir ayette de: 'Sözlerinizde doğru iseniz
delillerinizi g e t i r i n i z . ' (Bakara, 111) buyuruluyor.
Diğer bir ayette de: 'timinin ulaşmadığı şey ü z e
rinde durma.' (İsra, 36) buyuruluyor."
Örf ve Adet:
"Örf, irfandan türemedir. Maturidîlere göre, yani
Hanefî fakıhlarma göre akıl ve irfanın caiz gördüğü şey
demektir. Adetle arasında şu kadar bir fark var
dır ki, âdet bâtıl üzerine de kurulabilir, bâtıl ve kötü-
lenmiş şeyler de âdet olabilir. Nitekim bir çok kötü şe
yin, insanlar arasında âdet olduğu gibi. Fakat örf, irfan
üzerine kuruludur, bâtıl üzerine kurulmaz, reddedilmiş
ve kötülenmiş şeylere örf denmez. Örf daha özel, âdet
BU SESİ DİNLESEYDİK!. 27
daha geneldir. Yani her örf âdettir ama her âdet örf
değildir. Bazı âdetler akıl tarafından kabul edildiği için
örftür, fakat bazı âdetler de akıl tarafından reddedildiği
için örf değildir. İşte örf ile âdet arasında bu fark vardır,
başka bir fark yoktur. Evet mâruf da örf demektir, fakat
o da bu mânadadır."
Türbeperestlik ve Ötesi:
"İslam dini bu bâtıl fikirleri, bu hurafeleri pek şiddet
li ve kesin bir şekilde reddettiği halde bunlar sırf cehalet
ve taklit, alışkanlık ve görenek sebebiyle ümmetin kal
binde derin kökler salmıştır. Bunları onların kalplerin
den bütünüyle çıkarıp atmak çok müşküldür. Mesela
kabirlere, türbelere mumlar, kurbanlar ada
mak , onların başında huşu ile d u a l a r e t m e k ,
onlardan hacet dilemek, hastaları şifa için tür-
28 İSLAM NASIL YOZLAŞTIRILDI
Hurafe Hastalığı:
lik v e b e r r a k l ı ğ ı y l a m e y d a n a ç ı k a r ı l m a d ı k ç a
ben b u n u n imkânını göremiyorum, i l e r l e m e ve
yükselmenin esası cehaletten ilme, taklitten
tahkike (işin gerçeğini araştırmaya) g e ç m e d i r .
Cehaletle, taklitle, hiçbir zaman y ü k s e l e m e y i z ,
dinimizi de milletimizi de koruyanlayız."
" F ı k ı h m e z h e p l e r i n i k ü ç ü m s e m e k s i z i n sırf
kolaylık maksadıyla her mezhebin hafif ve ko
lay hükümlerini almak, tercih etmek kötü bir
şey değildir. Zira Buharî'nin Kitabu'l-edeb'inde
yazılı o l d u ğ u üzere P e y g a m b e r i m i z H a z r e t l e r i
her ne vakit iki şey arasında serbest bırakıl
mış olsa onların kolayını seçer ve ümmeti hak
kında kolaylığı ve hafifletmeyi severdi. A s h a
bından, etrafa gönderdiği vali ve kadılara da
kolaylık göstermelerini, nefrete yol açacak zor
luklardan kaçınmalarını tavsiye buyururdu.
' A l l a h sizin için k o l a y l ı k ister, g ü ç l ü k i s t e
mez.' (Bakara, 185) ve 'Allah sizden hafifletmek
ister.' (Nisa, 28) ayetleriyle, 'Dininizin en hayır
lısı en kolay olanıdır.' ve 'Hoşgörü ve dürüst
l ü k ü z e r e g ö n d e r i l d i m . ' h a d i s i şerifleri gibi
b i r ç o k kanıttan anlaşılır ki, dinsel h ü k ü m l e r i
k ü ç ü k görme maksadıyla olmayıp sırf kolaylık
m a k s a d ı y l a her m e z h e b i n hafif ve k o l a y h ü
kümlerini almak ve tercih etmek caizdir, kötü-
l e n m i ş ve y a s a k l a n m ı ş d e ğ i l d i r . "
32 İSLAM NASIL YOZLAŞTIRILDI
Ö z e t l e r s e k : K i t a p (bilgi, d ü ş ü n c e , a y d ı n l ı k ,
kanıt) y e r i n e a n l a m a d a n o k u y u p üfürme, asıl
sız gelenek ve kabullerin peşinden gitme, hura
felere saplanma gibi olumsuzluklara kucak
açanlar şeytanın vaatlarından başka hiçbir
şeyle ö d ü l l e n d i r i l m e y e c e k l e r d i r . B ö y l e bir so
n u ç l a k a r ş ı l a ş m a m a k için d i n i - i m a n ı , h u r a f e
lerle bilimdışılıklardan temizlemek ve dinin
HURAFE 47
a d a m l a r ı n d a n vezir-i âzam m e v k i i n d e o l a n l a
rın sayısı 43'tür: 23 tanesi azledilmeden, 20 ta
nesi a z l e d i l d i k t e n sonra k a t l e d i l m i ş t i r . K a t l e
dilen şeyhülislamlar da vardır. Bu ölümler
içinde devletin varlığı ve halkın h u z u r u için
gerekli olanlar elbette vardı; bizim eleştirimiz,
bunun din adına yapılmış olmasına yöneliktir.
Biliyoruz ki s i y a s e t e n katil, ö n c e s u ç l u l a r ı n
katli idi, daha sonra potansiyel suçluların, ve
n i h a y e t hayalî s u ç l u l a r ı n katli h a l i n e g e l d i . . .
Gerekçe şudur: Hikmet-i hükümet... Sultan öyle
görmüş, öyle uygulamışsa bir hikmeti vardır, soru so
rulmaz... (Hikmet-i hükümetin nasıl işlediği hususunda
bk. Mumcu, 93 vd.)
S ü n n e t - i Ö m e r d e y i m i n i ilk k u l l a n a n v e
y e r l e ş t i r e n , M u a v i y e ' d i r . Bu deyimi, ilk kez, ölen
zenginlerin mallarına yönetim adına el koymak için
kullandı, (bk. Mumcu, 13) Bu "sünnet-i Ömer"ler zaman
la sünnet-i Muhammed gibi algılandı ve daha sonra da
sünnetullaha dönüştürülüp din haline getirildi. Olaya
buradan baktığınızda şu tespite katılmamanız mümkün
değildir: "İslam h u k u k u diye a n d ı ğ ı m ı z b ü t ü n
içinde Kur'an ve sünnetin yeri ancak yüzde bir
dir." (Kremer'in bu tespiti için bk. Mumcu, 29)
SİYASET 75
P e y g a m b e r l e r i n r a b l e ş t i r i l m e s i , dinler tarihi
nin en acılı dramlarından biri olarak karşımıza çıkı
yor. Peygamberler, habercisi ve elçisi oldukları Yaratıcı
ile ortak konumuna getirilerek hizmet ettikleri davanın
tam tersi bir amaca araç yapılmışlardır. Kur'an'ın bun
dan şikâyeti çok ağır ve ısrarlıdır.
Kul, d u r u m u n a , şartlara, m e v s i m e v s . b a k a
r a k ayağını m e s h e t m e k veya y ı k a m a k yolla
rından birini tercih eder. Karar kendisinindir.
A y a ğ ı n meshi için h e r h a n g i bir şekil şartı
y o k t u r . Y a n i ayak çıplak olabileceği gibi, ço
raplı, ayakkabılı v e y a çizmeli olabilir. A s r ı s a -
adet'teki uygulama da bu şekildedir.
BİD'ATLAR, HURAFELER
İ m a m M u h a m m e d katında h a r a m d ı r . F î z a m a -
nina, İ m a m M u h a m m e d kavliyle fetva i h t i y a r
olunmuştur." (bk. Fetâva, İstanbul, 1305 baskısı, 2/326)
Ali E f e n d i n i n meşihet makamı adına verdiği fetva
nın, günümüz Türkçesiyle ifadesi şu: " V i ş n a b diye
bilinen sarhoş edici içkinin, sarhoş e t m e y e c e k
k a d a r ı n ı , e ğ l e n c e k a s t ı o l m a k s ı z ı n i ç m e k ha
ram mıdır? C e v a p : İmamı Â z a m ve İmam E b u
Yûsuf'a göre haram değildir. İmam Muham-
med'e göre h a r a m d ı r . Z a m a n ı m ı z d a , İmam Mu»
h a m m e d ' i n görüşüyle fetva v e r m e k tercih edil
miştir."
BİD'ATLAR, HURAFELER
O halde, a l k o l ü n p i ş m e k t e o l a n y e m e k l e r e ,
lezzet verici olarak katılmasının (et ve balığa
bir m i k t a r şarap e k l e y e r e k p i ş i r m e k gibi) di
nen hiçbir sakıncası yoktur.
BİD'ATLAR, HURAFELER
Ve anlatılmaktadır ki A r a p ç a i n d i r i l i ş i n h i k
metleri, Arapça bilmeyenler için ancak, bildik
leri d i l d e k i t e r c ü m e y i o k u m a k l a e l d e e d i l i r .
Yani ayetler, Arapçacıların iddia ettiklerinin tam ak
sine delil olmaktadır.
Şunu da ekleyelim: Arapçacılığın delil olarak kul
landığı " K u r ' a n e n A r a b i y y e n " ifadesi filolojik açı
dan da Arapçacılığın tam aksi kanaate delildir. Şöyle ki
bu tamlama bir sıfat tamlamasıdır ve bu tamlamada
" K u r ' a n e n " kelimesi mevsuf (nitelenen), " A r a b i y
y e n " kelimesi ise sıfat (niteleyen)tır. Arap dilinin ha
kim kurallarından birine göre, sıfat mevsufun (nite
l e n e n i n ) aynı değil, g a y r ı d ı r . Bu k u r a l a g ö r e ,
"Kur'anen A r a b i y y e n " ifadesi, K u r ' a n o l m a k l a
Arapça olmanın apayrı şeyler olduğunu gösterir, aynı
şeyler olduğunu değil. Yani Arapça olmak Kur'an'm ay
rılmaz bir niteliği değildir. O halde Kur'an'm kutsallığı
Arapça'nın kutsallığını göstermez.
ARAPÇA VE ARAPÇACILIK 111
BİD'ATLAR, HURAFELER
ı
AYLAR
BİD'ATLAR, HURAFELER
•
CENNET
BİD'ATLAR, HURAFELER
1. Allah'a iman,
2. Â h i r e t e yani ö l ü m d e n sonra bir h a y a t ı n
v a r olduğuna, o hayata geçildiğinde dünya ha
y a t ı n d a n hesap verileceğine i n a n m a k ,
3. Salih ameller sergilemek, yani barış, iyi
lik ve güzelliğe yönelik değer üretmek.
Kur'an'ın bu kabulü, Bakara Suresi 62. ayetle, Mâide
Suresi 69. ayette son derece açık bir biçimde ifadeye
konmuştur. Bir tanesini verelim: "Şu bir gerçek ki
iman edenlerden, Yahudilerden, Hristiyanlar-
dan, Sabitlerden Allah'a ve âhiret g ü n ü n e ina
nıp barışa ve hayra y ö n e l i k işler y a p a n l a r ı n ,
R a b l e r i katında ödülleri olacaktır. K o r k u y o k
tur onlar için, tasalanmayacaklardır onlar."
(Bakara, 62)
BİD'ATLAR, HURAFELER
BİD'ATLAR, HURAFELER
BİD'ATLAR, HURAFELER
n ı konuşuyoruz. İ b n ü ' l - K a y y ı m e l - C e v z i y y e ( ö l m .
751/1350), eseri Zâdü'l-Me'âd'da Hz. Peygamberin mes
cide girer girmez doğruca mihraba geçtiğini ve Cuma
n a m a z ı n d a n önce herhangi bir namaz kılmadığını,
bunun aksini söyleyenlerin yalan söylediğini bildiriyor.
Hadis alanının büyük üstadı E l b â n î (ölm. 1999), Hz.
Peygamberin Cuma'dan önce iki veya dört rekât kıldığı
yolundaki rivayetlerin uydurma olduğunu ispatlamıştır,
(bk. Elbânî; el-Ahâdîs ez-Zaîfa, 3/45-47, 82-84)
h a l k o n l a r ı m e c b u r e n d i n l e s i n . " ( S e r a h s î ; el-
Mebsût, 2/37. Bu konuda fıkıh profesörü Y u n u s V e h b i
Y a v u z ' u n bir makalesi için bk. "Kur'an Mesajı Dergi
si", yıl: 1998, sayı: 6)
Serahsî'nin bu beyanı bize şunu da göstermektedir:
H u t b e , C u m a ' n ı n farzı değildir. Olsaydı, saha
b î l e r farzı kılar k ı l m a z c a m i y i terk e d e m e z
lerdi ve Emevî kodamanları da hutbenin yerini
değiştirme ihtiyacı d u y m a z l a r d ı .
Halkın kendilerini bir sürü gibi dinlemelerini sağ
l a m a k v e sağlamlaştırmak için " H u t b e y i Kur'an
dinler gibi dinlemek g e r e k i r " d a y a t m a s ı n ı i l m i
hallere soktular. İşi iyice sağlama bağlamak için bir de
şöyle bir hadis uydurdular: " H a t i p minbere çıktığın
da artık ne namaz kılınır ne de kelam edilir."
(bk. Elbânî; ez-Zaîfa, 1/199)
D â r ü l h a r p (karşıtı, dârülislam) h a r p y u r d u ,
harp alanı demek. Geleneksel fıkıhın bununla kastettiği,
"topraklarında küfür yönetiminin e g e m e n oldu
ğu ü l k e " veya "kâfir liderin emir ve y ö n e t i m i
nin yürürlükte olduğu ülke"dir.
Klasik fıkıh, eski dünyanın şartlarının da itişiyle
dârülharp kavramını, zaman zaman günümüz hukuk
sistemlerindeki " y a b a n c ı ü l k e " anlamında kullan
mıştır. Dünya onlar için ikiye ayrılmıştır: Dârülislam
yani Müslümanların egemen olduğu parça, dârülharp
yani küfrün egemen olduğu parça... Burada omurga
nokta, Müslümanların kahır ve zulüm altında inleme
leri ve dinlerine ait hükümlerin hiçbir yürürlük imkânı
bulmamasıdır. Klasik fukaha bu noktada ilginç bir yak
laşımla dârülharp toprakları " d â r ü ' l - k a h r " (bk. Serah-
sî; el-Mebsût, 30/33) veya " d â r ü ' l - k a h r v e ' l - g a l e b e "
(bk. Cürcânî; Şerhu's-Siraciye, Kahire, tarihsiz, s. 82)
olarak adlandırmışlardır ki, zulüm ve despotizmin ege
men olduğu ülke demektir. Hükümlerin eksik uygu
l a n m a s ı veya belli b i r a n l a y ı ş ı n y o r u m l a r ı n a
uygun olarak uygulanmaması bir ülkeyi dârül
harp yapmaz.
leri v e g ü n a h l a r ı n ı n o l m a s ı , h ü k ü m v e r m e k
için y e t m e z . Yönetimin küfür, hatta Hanefî fa-
kıhlarına göre, şirk üzere olması gerekir, ( b k .
Serahsî; el-Mebsût, 10/114) Hanefî fıkhının temel kayna
ğı sayılan el-Mebsût'ta Serahsî (ölm. 483/1090) şunu söy
lüyor: " İ m a m ı Âzam'a göre, M ü s l ü m a n y u r d u n u n
darülharbe dönüşmesi için şu üç şartın varlığı
kaçınılmazdır: 1. Müslümanların yurtlarına
bitişik bir Müslüman yurdu bulunmamak, 2.
Kendi imanına uygun olarak iman eden bir tek
M ü s l ü m a n v e k e n d i i m a n ı n a göre i m a n e d e n
bir tek Ehlikitap kalmamak, 3. Ülkede şirk ah
k â m ı geçerli olmak." (Serahsî; e l - M e b s û t , anılan
yer.)
BİD'ATLAR, HURAFELER
* Nüfusun çokluğunu bir değer ve başarı
sanmak:
Bu anlayışın Kur'andışı olduğunu yukarıda açıkla
dık.
* Rızı k kaygısıyla ç o c u k l a r ı n ı z ı
ö l d ü r m e y i n ! " (İsra, 31) ayetinin doğum
k o n t r o l ü n ü yasakladığını iddia e t m e k :
Bu iddia tam bir saptırmadır. Bu ayetin yasakladığı,
Arapların çocuklarını diri diri gömme zulümleridir.
Ayeti mutlak anlamında alırsak buradan, rahime düş
müş bir varlığın yok edilmesinin yani kürtajın yasak-
lığı anlaşılır. Kürtajın haram olduğunda zaten bizim de
bir kuşkumuz yoktur. Rahime düşmeyi engellemek an
lamındaki tedbirlerin bu ayetin yasağı içine sokulması
akıl ve bilim yönünden açık bir saptırmadır. Bu iddia,
Peygamberimizin, sahabîlerin, mezheplerin kabul ve uy
gulamalarına da aykırı bir anlayış sergilediği için na
kil yönünden de tutarsızdır.
BİD'ATLAR, HURAFELER
Böyle bir şeye inanmak bid'at, böyle bir şeyi din diye
yaymak küfürdür.
Duada vekâlete yer vermenin şaşmaz göstergelerin
den biri de ona-buna ısmarlama hatim, kelimei tevhit,
Yâsîn vs. okutmaktır. Bunun sebebi ise insanların kendi
dillerinde dua etme imkânlarının birtakım oyunlarla
ellerinden alınmış olmasıdır. Makbul dua Arapça yapı
lacağına göre bu işi Arapça bilen veya okuyan birine
yaptırmak en iyisidir diye düşünülmüştür.
BİD'ATLAR, HURAFELER
P e y g a m b e r l e r d e günah i ş l e y e b i l i r . Ç ü n k ü
g ü n a h i ş l e m e k b e ş e r (insan) o l m a n ı n z o r u n l u
sonucudur. Kur'an, tüm peygamberlerin birer beşer ol
duğunu ısrarla gündeme getirmektedir. Onların farkı
kendilerine vahiy gelmesidir. Masumiyetlerinin anlamı
da bu vahyi insanlığa tebliğde herhangi bir saklama,
ihanet veya savsaklamaya gitmemeleridir. Onlar da gü
nah işler, ancak Allah onları hemen uyarır, onlar da
hemen tövbe ederler. Fark budur. Bu farkın olması da
peygamberlik kurumunun nezaketi bakımındandır.
188 İSLAM NASIL YOZLAŞTIRILDI
BİD'ATLAR, HURAFELER
BİD'ATLAR, HURAFELER
•
EŞYA KULLANIMI
BİD'ATLAR, HURAFELER
BİD'ATLAR, HURAFELER
Tartışma, M ü s l ü m a n l a r ı n k u r b a n l ı k h a y v a n
larını Ehlikitap'ın kesmesi halinde ne olur so
r u s u n u n c e v a b ı n d a d ı r . Ehlikitap'ın, kurbanlıkları
da kesebileceğini söyleyenler vardır. Ama bunun caiz
olmadığını düşünenler de vardır. Irak fıkıh ekolünün ve
Hanefî fıkhının babası sayılan İ b r a h i m en-Nehaî
(ölm. 96/714) Ehlikitap'ın kestiği etler, onların kesimde
neyi okuyup okumadıklarına bakılmaksınız yenir de
mekle yetinmemiş, Ehlikitap'ın kurbanlarımızı da kese
bileceklerini, bunda dinsel hiçbir engel bulunmadığını
fetvaya bağlamıştır, (bk. Kal'aci; Fıkhu'n-Nehaî, 1/478-
479)
H a s a n e l - B a s r î ise kurbanları M ü s l ü m a n l a r ı n
kendilerinin kesmeleri gerektiğini söylemektedir, (bk.
Kal'aci; Fıkhu'l-Hasan el-Basrî, 1/414-416) Mâlikîlere
göre, kurbanları Ehlikitap'a kestirmek yasaktır. Keser
lerse etleri yenmez, (bk. Hâlid Abdurrahman; el-Fıkhu'l-
Mâlikî, 3/242-243) Esasında bu ikinci nokta üzerinde tar
tışmanın pratik bir sonucu hemen hemen yoktur. Çünkü
216 İSLAM NASIL YOZLAŞTIRILDI
* H a y v a n kesimlerinde hayvanın
uyuşturulmasını İslam dışı ilan etmek:
İslam'ın kabul ve emirlerine en uygun şekil olan
" ş o k l a y a r a k k e s i m " i din dışı ilan etmek, hurafeci
sektörünün oyunlarından biridir. Bu hususta ayrıntılı
bilgiler bu eserin " K u r b a n " maddesinde verilmiştir.
EZAN
BİD'ATLAR, HURAFELER
*Ezanı uzatmak:
Bu da ezanda haddi aşmaktır. Ezanın iki kişi tara
fından "çift ezan" olarak okunması da öyledir, (bk. İbn
Hemmâm, 1/481)
BİD'ATLAR, HURAFELER
BİD'ATLAR, HURAFELER
BİD'ATLAR, HURAFELER
BİD'ATLAR, HURAFELER
En'am 57, 62; Yûsuf 40, 67; Kasas 70, 88; Gâfir, 12.
ayetlerinde kullanılan bu ifade "İnil h ü k m ü illa l i l -
lâh- e l - h ü k m ü l i l l â h " şeklindedir. Aynı anda hem
"hüküm A l l a h ' ı n d ı r " anlamını, hem d e " h ü k ü m
A l l a h için o l m a l ı d ı r " anlamını veren bir ifadedir.
Bir mucize ifadedir. Çünkü Kur'an'daki hakimiyet kav
ramından ne anlaşılacağını, insana verilen hakimiyet
yetkisinin nasıl kullanılması gerektiğini iki-üç keli
meyle ifade etmiştir.
K u r ' a n , e g e m e n g ü c ü , i n s a n o l m a k t a n çı
k a r m ı ş t ı r . E g e m e n güç, A l l a h ' ı n i n d i r d i ğ i - g ö s -
t e r d i ğ i d i r . Y a n i ilkeler... B u n u m o d e r n z a m a
nın hukuk diline çevirirsek, egemen güç h u k u
kun ilkeleridir. Modern h u k u k anlayışının ittifak
noktalarından biri olan bu tespit, Kur'an'da yüzyıllarca
önce verilmiştir. Ne var ki, onun hayata geçmesi için
insanın çok uzun bir yol yürümesi gerekmekteydi.
" Y ö n e t i c i y e , z a l i m d e olsa i t a a t g e r e k i r , ç ü n
kü o, tanrısal i r a d e y i temsil ediyor." y o l u n d a k i
anlayış, H ü s e y i n H a t e m i ' n i n d e açıkladığı gibi,
H r i s t i y a n l ı ğ a , P a v l o s tarafından sokulmuştur, (bk.
Romalılara Mektup, 13/1-7; Ayrıntılar için bk. H a t e m i ;
Hukuk Devleti Öğretisi, 67-84))
E m e v î l e r tarafından İslam'a aktarılarak saltanatı
desteklemek için kullanılan bu vahiy dışı tez, sonraki
zamanlarda Emevî avukatı ulema tarafından bir akide
ilkesi olarak manifestonun içine şu şekilde yerleştirildi:
"İmam (devlet başkanı-yönetici), ahlaksızlık
l a r (fısk) ve z u l ü m l e r (cevr) de sergilese azle-
dilemez."
Bu anlayışı biraz irdelediğinizde arkasında bir
Emevî-Yahudi işbirliği bulmakta gecikmiyorsunuz. İ s
lam'ı tahrip hıyanetinde Emevî'nin en b ü y ü k
d e s t e k ç i s i Y a h u d i f e s a d ı d ı r . Bu fesadın üstadı ola
rak gördüğümüz kişi ise Ka'b e l - A h b â r (ölm. 33/653)
adlı haham kâhindir. Bu hain haham, daha o günden
Kur'an'ın, adalet ve mutluluk yönetimini besleyecek te
mel dayanaklarını yok göstermede, hatta yıkmada çok
sinsi oyunlar oynamıştır. B i r g ü n , İ b n A b b a s ( ö l m .
6 8 / 6 8 7 ) gibi bir bilgin sahabîye şunu diyebiliyor: " B e n
Kur'an'da, zulmün, ülkenin harap olmasına y o l
açacağına i l i ş k i n b i r şey görmedim." İ b n A b b a s
ona, onlarcası bulunan ayetlerden birini, Nemi Suresi'-
nin 52. ayetini okuyarak hainin ağzını kapatıyor. Ayet
şudur: " İ ş t e s a n a o n l a r ı n , i ş l e d i k l e r i z u l ü m l e r
y ü z ü n d e n çöküp ıpıssız kalmış barınakları! H i ç
kuşkusuz, bunda, ilmi kullanan bir toplum için
k e s i n b i r i b r e t v a r d ı r . " (Ayrıntı için bk. H a t e m i ,
83-84)
258 İSLAM NASIL YOZLAŞTIRILDI
* İnsanın kullanımına a ç ı l m a y a n h a k i m i y e t
türünün, dinde hüküm koyma yetkisi
o l d u ğ u n u saklamak:
Din üzerinden siyaset yapan kadroların dillerinden
düşürmedikleri söylem, biraz derine inilirse kendileri
nin aleyhinedir. Şöyle ki:
Yönetim ve yargıda kendisine sınırlı bir hakimiyet
verildiğini gördüğümüz insana bu hakimiyetin bir tek
alanda asla verilmediğini de Kur'an'dan öğreniyoruz.
Bu alan din kurma, din kotarma ve dinde hüküm koyma
alanıdır. D i n k u r m a v e d i n d e h ü k ü m y e t k i s i ,
ulûhiyetin devretme, uzlaşma ve bölünme kabul
e t m e y e n yetkisidir. Allah bu yetkinin k u l l a n ı
mında katılım kabul etmez. Bu öylesine tartışılmaz
bu gerçektir ki, dini insanlığa tebliğ eden peygamberlere
bile dinde sadece elçilik görevi verilmiş, bu görevi ortak
lık biçiminde anlamaya kalkmamaları için çok titiz
uyarılar yapılmıştır.
BİD'ATLAR, HURAFELER
* P e y g a m b e r i m i z d e n sonraki devlet
reislerini " P e y g a m b e r ' i n H a l i f e s i " olarak
anmak:
Son Peygamber'in halifesi olabileceğini düşünmek ve
savunmak, Kur'an'ın nübüvvet anlayışı açısından ba
kıldığında açık bir sapmadır.
P e y g a m b e r l i k kesbî ( k a z a n ı l a r a k elde edilen)
bir unvan değil, vehbî (Allah'ın atamasıyla elde edi
l e n ) bir unvandır. Allah, peygamberliği bitirmiştir.
Atayacak insan bulamadığı için mi bitirmiştir de birile
ri bu işi vekâleten bir halife tayiniyle kotarıyor? Allah,
eğer peygamber göndermeye devam edecek olsa, elbette ki
görevlendirecek birini bulurdu. Peygamberliği bitirdiği
ne ve bu kurum onun tanrılık tasarrufları içinde bir ku
rum olduğuna göre, Hz. Muhammed'den sonra ne vekâle
ten ne de asaleten bir peygamber olmayacak, hiçbir in
san, peygamberlik yetkileriyle donanmış kabul edilme
yecek...
r i m i z , a s h a b ı n a dünya m i l l e t l e r i n e İ s l a m i y e t ' i
k a b u l ettirmelerini emretti, bu milletlerin h ü
k ü m e t l e r i başına g e ç m e l e r i n i e m r e t m e d i . P e y
g a m b e r i m i z i n z i h n i n d e n b ö y l e b i r fikir asla
geçmemiştir. Hilafet demek, idare, h ü k ü m e t
d e m e k t i r . H a k i k a t e n vazifesini y a p m a k , b ü t ü n
M ü s l ü m a n m i l l e t l e r i idare e t m e k i s t e y e n bir
halife buna nasıl muvaffak olur?! İtiraf ederim
ki bu şartlar içinde beni halife tayin etseler is
tifamı veririm."
T o p l a m a k , bir araya g e t i r m e k a n l a m ı n d a k i
cem' kökünden türeyen icma', kelime anlamıyla az
metmek, bir noktada birleşmek veya birleştirmek de
mektir. Günümüz Türkçesinde bu anlamda daha çok Ba-
tı'dan alınan k o n s e n s ü s sözcüğü kullanılmaktadır.
Fıkıh usulü dediğimiz metodolojinin bir terimi ola
rak icma', " H z . M u h a m m e n d e n sonraki h e r h a n g i
bir yüzyılda M ü s l ü m a n müçtehitlerin bir m e s e
leye ilişkin dinsel bir h ü k ü m d e b i r l e ş m e l e r i "
olarak tanımlanır, (bk. Hallâf, 225)
Tanımın akla ilk getirdiği şey şudur: i c m a ' , y a
pıldığı yüzyıl değişince, y e n i d e n ele a l ı n a c a k
ve büyük ihtimalle değişecek olaylar ve mesele
ler için geçerli bir d e m o k r a t i k m e k a n i z m a d ı r .
Fakat ne yazık ki bu tanımı koyan düşüncenin
m i r a s ç ı s ı olan k u ş a k l a r v e t o p l u m l a r , b i r ç o k
yüzyıl geçtiği halde icma' edilmiş konuların
h e r h a n g i birine d o k u n m a m ı ş , tam aksine, d o
kunmayı yasaklamıştır. İcma', gerçek tanımı
nın tam aksine, " M ü s l ü m a n l a r ı n h e r h a n g i bir
y ü z y ı l d a üzerinde ittifak ettikleri bir .mesele
nin bir daha t a r t ı ş m a y a v e d e ğ e r l e n d i r m e y e
alınmaması" şeklinde tanımlanması gereken
bir m e k a n i z m a oluvermiştir.
278 İSLAM NASIL YOZLAŞTIRILDI
BİD'ATLAR, HURAFELER
f i k i r i s n a t e d i l e m e z , t e m a ' adı v e r i l e n l e r i n
çoğu, işte bu şekilde, sükût yoluyla doğmuştur."
(Hallâf, 232)
tema' g e r ç e k bir demokratik yöntem olarak
uygulansaydı bilim ve düşünce hayatımızda
hayırlı sonuçlar getirebilirdi; ama ne yazık ki
bir manipülasyon ve Allah ile aldatma yöntemi
olarak sahnelenmiştir. Ve bugün, Müslüman
d ü ş ü n ü r l e r i n b a ş ı n a dert, b e y i n l e r i n e p r a n g a
olmaktadır.
B i l i m d e d e m o k r a s i o l m a z , din k o y m a d a ise
hiç olmaz. Bilim, sünnetullaha (varlık yasalarına),
din hükmullaha (Allah'ın hükmüne) dayanır. Bilimin
kanunları ile dinin buyruklarını icma' ile k o y m a y a
kalkmak aklen bühtan, naklen şirktir. K i l i s e asırlarca
bu suçu işleyerek dine de bilime de kötülük etmiştir. K i
l i s e , bilimin kanunlarıyla dinin buyruklarını konsil
kararlarıyla belirlemeye kalktı ve bu yüzden bilim de
zarar gördü din de... İcma', örneğin, yöneticiyi seçmede,
yerleşim, istihdam, sanayi, ziraat, ticaret alanlarını ve
yöntemlerini belirlemede bir demokratik yöntem olarak
kullanılabilir. Çünkü bu alanlar zaman üstü ilkelerin
alanı değildir. Ama bilimin kanunları, dinin buyrukla
rı evrensel ve zaman üstüdür; bir asrın ulemasının ic-
İCMA' 283
BİD'ATLAR, HURAFELER
D ö n m e k , çevrilmek ve ç e v i r m e k a n l a m l a r ı n d a k i
r e d d sözcüğünden türeyen r i d d e ve irtidat s ö z c ü k l e r i
inançtan geriye dönüş anlamında kullanılır. R â g ı b bu
sözcüğün, r i c ' a t ve rücu' ile eşanlamlı olduğunu söy
lemektedir, (bk. Râgıb, redd mad.)
KABİRLER
BİD'ATLAR, HURAFELER
* Kabirleri kutsallaştırmak,
mabetleştirmek, dilek kapısı yapmak
(türbeperestlik):
K u r ' a n , k a d e r k a v r a m ı y l a v a r l ı k v e oluşta
tesadüfün değil, ölçü ve bilincin e g e m e n oldu
ğuna dikkat çekmek peşindedir.
A l l a h ; v a r l ı k , iş ve o l u ş a i l i ş k i n y a s a l a r ı
hem bilir, hem belirler; ama Allah, insanın fi
illerine ilişkin sonuçları belirlemez, bilir.
B i l m e s i O'nun t a n r ı l ı ğ ı n ı n bir g e r e ğ i o l d u ğ u
gibi, sonuçları b e l i r l e m e m e s i de tanrılığın bir
gereğidir. Fiillerimizin sonuçlarını bilmekle
k a l m a y ı p aynı z a m a n d a belirlerse bu bizi so
rumlu tutmamasını gerektirir. Hem belirler
hem sorumlu tutarsa bu zulüm olur. Oysaki Al
lah z u l ü m d e n arınmıştır...
KADER 331
BİD'ATLAR, HURAFELER
leri ü z e r i n d e anlam k a y d ı r m a l a r ı n a g i d i l m i ş ,
y o r u m adı altında, ayetlere eklemeler yapılmış
ve b u r a d a n hareketle ulaşılan kadın aleyhtarı
sonuçlar hızlı bir biçimde fetvalaştırılarak
" m ü f t a bih kavil: fetvaya esas olan s ö z " veya
" u l e m a n ı n i c m a ı " yaftalarıyla n a s l a r m (vahiy
n o r m l a r ı n ı n ) ü s t ü n e ç ı k a r ı l m ı ş t ı r . İslam d ü n
y a s ı n d a k a d ı n h a k l a r ı y l a ilgili b u g ü n k ü k a
bullerin t a m a m ı n a yakını, v a h i y k a y n a k l ı tes
pitler olmaktan çok, Hristiyan konsillerinin
k a r a r l a r ı n ı andıran ulema fetvalarıdır.
Bu fetvaların daha uzun süre din olmaya devam ede
cekleri söylenebilir. Çünkü O r t a d o ğ u ' d a k i t l e l e r i
çağ dışı ve İslam dışı despotizmlerle güden si
y a s e t l e r i n kadın haklarını g e l e n e k s e l ç e r ç e v e
nin dışına çıkarmaları, bindikleri dalı k e s m e
leri olur. Hiç kimse bindiği dalı k e s m e k gibi
b i r " f e d a k â r l ı k " içine g i r m e z . B u dal, a n c a k
ona binerek hayat sürenlerin kahrı altında ezi
l e n halk k i t l e l e r i n i n , özellikle k a d ı n l a r ı n k ı -
y a m ı y l a (baş k a l d ı r m a s ı y l a ) k e s i l e b i l i r .
BİD'ATLAR, HURAFELER
D u r u m a s ü n n e t a ç ı s ı n d a n d a b a k a l ı m : Gele
neksel hurafecilik, herhangi bir konuda Kur'an'dan bir
dayanak bulamayınca işi " s ü n n e t " vadisine çeker.
Oradaki bulanık sularda kendisini destekleyecek bol
uydurma bulacağından çok emindir. A m a bazan hayal
kırıklığına uğrar. Çünkü sünnet malzemesinin uydur
ma olmayanları da vardır.
Hz. Peygamber Nisa 34'ü sözlü ve uygulamalı sünne-
tiyle nasıl yorumlamıştır?
Peygamberimiz, hayatı boyunca, zina iftirasına ma
ruz kalan eşi de dahil, hiçbir hanımına el kaldırmamış
tır. Peki, onun hayatında, Nisa 34. ayetin sünnetle yoru
mu sayabileceğimiz ne vardır? Biri söz, biri fiil şu iki
yorum vardır:
Hiç k i m s e n i n k e n d i t e r c i h l e r i n i , k e n d i n c e
"takvada titizlik" olarak algıladığı tavırları
dinin emri gibi ortaya sürmeye hakkı ve yetki
si yoktur.
352 İSLAM NASIL YOZLAŞTIRILDI
O halde, k a d ı n l a r ı n e v d e o t u r m a l a r ı g e r e k t i
ğine ilişkin b e y a n l a r ve iddialar t e m e l d e n uy
d u r m a d ı r , saptırmadır. Peygamber hanımları için bile
böyle bir emir yoktur. Nitekim Hz. Aişe bunun böyle ol
duğunu beyan etmiş ve evinden çıkarak aktif hayata,
hatta askerî hayata atılmış ve ordu komutanı olarak gö
rev yapmıştır. Bu görevi, Hz. Ali'ye karşı yürütmüş ol
masının yanlışlığı, kendisi tarafından da kabul ve iti
raf edilmiş ayrı bir meseledir.
Ö r t ü n m e n i n ş e k l i n e , d e s e n i n e , r e n g i n e , in
c e l i ğ i n e , k a l ı n l ı ğ ı n a ait b e y a n l a r ı n h i ç b i r i n i n
dinle, Kur'an'la, sünnetle ilgisi yoktur. Bu m e
aldeki sözlerin t ü m ü sonraki devirlerin ulema
fetvalarıdır.
Özetlersek: M ü s l ü m a n k a d ı n , b a ş ı - y ü z ü , dir
seklere k a d a r kolları, bileklere k a d a r ayakları
dışındaki vücut bölgelerini zamanı-zemini, iş
ş a r t l a r ı n ı , iklim v e c o ğ r a f y a n ı n ö z e l l i k l e r i n i
dikkate alarak kapatır. Nur 31, kapatılacak
b ö l g e l e r d e de " a ç ı k kalabilecek yerler m ü s t e s
n a " k a y d ı y l a değişik zemin, z a m a n v e şartla
ra, k ı s a c a s ı örfe bir p a y b ı r a k m ı ş t ı r . M ü s l ü
m a n kadın, yaşadığı yerin örfünü de d i k k a t e
alarak elbette ki o paydan da yararlanır.
KADIN VE KADIN HAKLARI 363
K a d ı n ı n n a m a z sırasında ö r t ü n m e s i mesele
sine de değinmek gerekir. Kadının namazda örtünmesi
ilmihal kitaplarında namazın şartlarından biri (setr-i
avret şartı) olarak gösterilir. Bu hangi vahyi beyana da
yanmaktadır? Örtünme bağımsız bir emirdir ve yabancı
erkeklere karşı uygulanır. O halde, kadın yabancı er
keklerle karşılaşma durumunda kalacaksa örtünmesi
namaz içinde veya dışında şarttır. Yabancı erkeklerle
karşılaşma durumu söz konusu değilse kime karşı, ne
için kapanacaktır? Allah'a karşı kapanma söz konusu
olamaz.
* Kadının cenaze n a m a z ı n d a n
uzaklaştırılması:
Bu dindışı uygulama, çok sonraki devirlerindir. Üs
telik bu uygulamanın tam tersinin doğru olduğu, kadın
ların da cenaze namazına katılma hak ve yetkilerinin
bulunduğu, en gelenekçi, hatta yobaz ilmihallerde bile
yazılıdır. Yazılıdır ama hayata geçmemiş ve bu yüzden
unutulmuştur.
" K a d ı n , giysi b a k ı m ı n d a n da k o k u b a k ı m ı n
dan da erkekten temizdir. Onun artığı, normal
h a l i n d e de âdet g ö r m ü ş h a l i n d e de temizdir. 11
Ö z e t l e y e l i m : Hayızlı k a d ı n l a r , i s t e r l e r s e her
türlü ibadetlerini y a p a b i l i r l e r : N a m a z kılarlar,
oruç tutarlar, Kur'an okurlar, m â b e d e - c e m a a t e
giderler. A m a din onlara, o hallerinde iken bu
y ü k ü m l ü l ü k l e r i y e r i n e g e t i r m e m e izni v e r m i ş -
KADIN VE KADIN HAKLARI 375
BİD'ATLAR, HURAFELER
343)
Ölülere üfürükle r a h m e t g ö n d e r m e y o k t u r .
Kur'an okutup bağışlama diye bir şey y o k t u r .
Resul'ün ölülere yararlı olmak için bize gösterdiği yol,
onlar için hayır dileklerde bulunmak, yoksullara yar
dım etmek ve bir de onların yakınlarını-dostlarını ziya
ret etmektir, (bk. et-Tâc, 5/6. Ölülere Kur'an okumak ko
nusunda Kur'an ve gerçek sünnet kaynaklı bilgiler ve
ren bir eser olarak bk. Ö m e r Temizel; Kur'anın Göl
gesinde Katıksız Sohbetler, Denizli, 1999)
rum çok daha kötü demektir. Çünkü böyle bir şey, Pey-
gamber'i şirk aracı yapmak olur. Ş e y h ü l i s l a m İ b n
Kemal (ölm. 940/1533) bu konunun dindışı olduğunu gös
teren bağımsız bir risale yazmıştır: "Risâletün fî Be-
y â n i ' Â d e m i V ü c û d i K ı r a a t i ' l - K u r ' a n i li İhdâi
R u h i M u h a m m e d Aleyhisselam: Mahammed Aley-
hisselam'ın Ruhuna Hediye Etmek İçin Kur'an Okuma
nın Dinen Caiz Olmadığına İlişkin Risale"
K u r b a n k o n u s u , n e r e s i n d e n b a k a r s a n ı z ba
kın, y e r y e r k o m e d i y e , b a z a n da faciaya dö
nüşmüş bulunuyor. Bir facia ki bir ucunda hay
van canı almak, öte ucunda deri gaspı var.
Başta İbn Abbas (ölm. 68/687) olmak üzere sahabî-
lerden bazılarının, git gide farzlaştırılıyor diye kurban
KURBAN 409
BİD'ATLAR, HURAFELER
•
MEHDÎLİK VE MEHDÎCİLİK
BİD'ATLAR, HURAFELER
I. BİD'AT UNSURLARI
" M e s c i t l e r i g ö r k e m l i k ı l m a k l a enir o l u n m a
dı m." Bu sözü nakleden İbn Abbas şunu ekliyor: " V a l
lahi, siz g ö r k e m l i k ı l m a k l a d a y e t i n m e y e c e k
bir de onları alabildiğine süsleyeceksiniz."
"Mescitlerinizi, tıpkı Yahudi ve Hristiyan-
ların, mabetlerini süsleyip püsledikleri gibi
s ü s l e y i p p ü s l e y e c e k s i n i z . " (İbn H e m m â m ; el-Mu-
sannef, 3/152-154)
Mescit yapma ve süsleme ile insana hizmet etmeyi ve
değer üretmeyi karşılaştıran Tevbe Suresi 19. ayet ne ib
retli bir tablo çizmektedir! Bundan ilginci, anılan ayette
örnek olarak M e s c i d - i H a r a m ' ı n yani Kabe'deki B e y -
t u l l a h ' m gündeme getirilmiş olmasıdır. Diğer mescitle
rin durumunu siz düşünün! Ayet şöyle diyor:
g ) N a m a z k ı l a n l a r ı n y o l l a r a t a ş m a s ı : Yollar
da namaz kılmak yasaklanmıştır. Çünkü bu durumda
geçiş zorlaşır veya engellenir ve bu kul hakkına tecavüz
olur. Kur'an'm deyimiyle, başkalarına zarar pahasına
mescit edinmek haramdır, (bk. Tevbe Suresi, 107) B a ş
k a l a r ı n ı n (bunlar gayrimüslim dahi olsalar) z a r a r ı
p a h a s ı n a i b a d e t y a p ı l a m a z , (bk. İbn H e m m â m ,
1/403)
Namaz kılanların mezarlıklara taşması da
yasaklanmıştır. (İbn Hemmâm, 1/404)
h) Vahyin belirlemediği yapay-uydurma iba
det veya teberrükâtın mescide sokulması.
ı) Caminin orasın a-burasına ünlü sözler, di
zeler, levhalar veya Kur'an ayetleri yazmak:
i m a m M â l i k , caminin mihrabına bir Kur'an ayetinin
yazılmasına bile karşı çıkmıştır, (bk. Turtûşî, 223-224)
Aynı İmamı Mâlik, mescitlere para toplamak için konan
"sadaka s a n d ı k l a r ı " n a d a karşı çıkmış, " A l l a h ,
m a b e t l e r i d ü n y a l ı k t o p l a m a y e r i y a p m a d ı " de
miştir. (Aynı yer, 234)
i ) C a m i l e r e m i h r a p y a p m a k : Mihraplar, E m e v î -
ler devrinde konmaya başlanmıştır ki tartışmasız bid'at-
tır. (bk. Turtûşî, 217)
Mihrap vs. gibi eklemelerin bid'at olduğunu söyleyen
T u r t û ş î , bunları temel yasak olan " m e s c i t l e r i s ü s
l e y i p p ü s l e m e " bid'atının bir uzantısı olarak görüyor
v e ş u hadislere dikkat çekiyor: " B e n , mescitleri
süslü-püslü yapmak, mescit binalarını güçlen
dirmekle emrolunmadım." Ve:
MESCİTLER 431
" M e s c i t l e r i , tıpkı Y a h u d i v e H r i s t i y a n l a r ı n
süsleyip püsledikleri gibi süsleyip püsleyeceksi-
niz." Ve: " K u r ' a n n ü s h a l a r ı n ı v e m e s c i t l e r i n i z i
süsleyip püslediğinizde çöküşünüz de sizi yaka
layacaktır." (Turtûşî, 218-219)
Mescitlerle ilgili bu anlayış, sahabî ve tâbiûn kuşa
ğının egemen anlayışıdır. Hz. Ali şöyle diyordu: " B i r
toplum mescitlerini süslemeye başladı mı amel
leri fesada uğramış demektir." (Turtûşî, 220)
Irak fıkıh ekolünün sahabî önderi olan İbn Mes'ûd,
Kûfe'ye ilk geldiğinde süslü-nakışlı bir cami gördü ve
dedi: " B u n u kim yaptıysa Allah'ın malını O'na
i s y a n d a h a r c a m ı ş . " Aynı İbn Mes'ûd, şunu da söyle
yen büyük ruhtur: "İleride tîni ( t o p r a ğ ı - d u v a r ı ) yük
seltip dini alçaltacak bir topluluk gelecektir."
(Turtûşî, 221)
Mescitlerin geniş, pahalı, mükellef binalar halinde
yapılması da yukarıda belirttiğimiz bid'atlar içine girer.
Bu bid'atı yaşatmak için bir de hadis uydurulmuştur:
"Mescitleri geniş yapın ki içlerini cemaatle
doldurasınız." (bk. Elbânî; ez-Zaîfa, 4/37)
Şu bir t e v h i t g e r ç e ğ i d i r ki k i l i s e l e r e H z .
i s a ' n ı n r e s m i n i k o y a r a k ona karşı i b a d e t et
mekle, camilere "sakalı şerif" (!) koyarak
onun etrafında tavaf etmek arasında Hak dinin
ölçüleri açısından hiçbir fark yoktur. Bu g ü n a
hın birincisini işleyen kilise erbabının şirke battığını
durmadan söyleyenler, söz kendilerine geldiğinde, y a p
tıklarını " i y i niyetle P e y g a m b e r ' e s a y g ı " diyerek
aklamaya çalışmaktadırlar. H z . İsa'ya " A l l a h ' ı n
o ğ l u " diyerek onun heykellerini mabede sokanların ni
yetleri kötü müydü? Onların da Hz. İsa'yı yüceltmekten
başka bir maksatları yoktu. Ama bu onların tevhit ölçü
lerini tahrip ederek şirke bulaşmalarına engel olamadı.
BİD'ATLAR, HURAFELER
* M e z h e p l e r i n dini t a m a m l a d ı k l a r ı n ı
s a n m a k veya savunmak:
Mâide 3. ayete açıkça aykırı olan bu anlayış ulûhiye-
te bir hakaret ve sonuç olarak da şirktir. Allah'ın:
"Bugün mükemmel hale getirdim, tamamla
dım..." (Mâide, 3) dediği bir din ancak anlaşılmak
için incelenir, eksiklerini tamamlamak veya kemale
erdirmek için değil. İslam dünyasının asırlardır süren
448 İSLAM NASIL YOZLAŞTIRILDI
cisi, " h a k " sıfatının beşerî bir kurum olan mezhep için
kullanılması, ikincisi, belli bir grubun benimsediği yo
rumların dinin ve gerçeğin biricik temsilcisi gibi göste
rilmesi...
* M e z h e p yorumlarının artık
değişmeyeceğini, din hakkında son sözün
bu yorumlar olduğunu, içtihat kapısının
kapandığını iddia etmek:
Mezhepleri din haline getiren zihniyetin işlediği en
büyük suç budur. Bu suç, İslam toplumlarının asırlardır
hayat ve can damarlarını tıkamış, düşünmeyi âdeta gü
nah haline getirmiştir. Putlaştırılan mezhep imamları,
din hakkında son sözü söyleyen yarı-ilah varlıklara dö
nüştürülerek Kur'an'ın yeni zamanlara ve mekânlara
vereceği yeni reçetelerin vücut bulması imkân dışına çı
karılmıştır.
BİD'ATLAR, HURAFELER
* N a m a z ı n Miraç gecesi A l l a h - M u h a m m e d -
Mûsa üçlüsünün uzun bir pazarlığı sonucu
farz edildiğine i n a n m a k :
Bu anlatıma göre, namaz Miraç gecesi farz edilmiş
ama bu 50 vakit imiş. Farzı öğrenen Hz. Muhammed
dünyaya dönerken yoluna çıkan Hz. Mûsa ona: " S e n
ü m m e t i n i n ne o l d u ğ u n u iyi bilmezsin, r a b b i n e
geri dön, bu n a m a z ı n indirilmesini iste, senin
ü m m e t i n buna d a y a n a m a z ! " demiş ve Hz. Peygam
ber de geri dönüp 50 vaktin bir miktarını indirtmiş.
Sonra geri gelirken yine Mûsa ile karşılaşmış, o da ona
yine "Geri dön, yine indirt, bu da fazla!" demiş, o
da tekrar geri dönüp Allah ile pazarlık etmiş... Mûsa
Peygamber'in bu uyarısıyla gidip gelme birkaç kez tek
rarlanmış ve nihayet namaz 5 vakte indirilmiş. Mûsa
" B u da fazla" demişse de Hz. Peygamber: " Y o k , bun
dan fazla indirim istemekten utanırım, b u r a d a
k a l s ı n ! " demiş...
olamaz.
İkincisi, eğer bu rivayet doğru ise, neden E t t e h i y y â -
tü... duasının " M i r a c d a d o ğ r u d a n v a h y e d i l d i " de
nen kısmı Kur'an'a girmemiştir? Kur'an'da eksik mi
var?
Bunların cevabı yoktur, olamaz! Yapılacak tek şey, bu
İsrailiyât uydurmalarını bir kenara bırakıp Kur'an'm
temiz ve nezih dünyasına dönmek ve hurafelerin lekele
diği imanı o dünyada yeniden yıkayıp arıtmaktır.
458 İSLAM NASIL YOZLAŞTIRILDI
BİD'ATLAR, HURAFELER
K u r ' a n , irşat k o n u s u n d a b u a n l a y ı ş ı n t a m
tersini öne çıkarmaktadır. Kur'an'a göre, ilim-
siz irşada kalkmak sapıklık ve rezillikten
başka hiçbir şey getirmez. İlimsiz irşat iddia-
462 İSLAM NASIL YOZLAŞTIRILDI
K u r ' a n A l l a h ile i n s a n a r a s ı n d a y a k l a ş t ı -
rıcı-aracı k a b u l e t m e m e k t e , böyle bir iddiayı şirk
saymaktadır. Temel ilke ve insana verilen temel emir
şudur: " B e n i m l e , yarattığım kişiyi baş başa bı
r a k ! " (Müddessir, 11)
Zümer Suresi 3. ayet, Allah ile insan arasına
" y a k l a ş t ı r ı c ı " sıfatıyla girmenin veya birilerini sok
manın şirkin belirgin niteliklerinden biri olduğunu gös
teriyor:
k a d e r i n e h ü k m e d e r bir k o n u m a g e t i r e r e k adı
konmamış bir Şintoist panteon oluşturmuştur.
Bu panteonda kurtarıcılık, günahtan arındırıcılık
rolleri ve yetkileri olan kişiler vardır, türbeler vardır,
onların elleri, nefesleri, duaları vardır. Hatta ve hatta
eşyaları, geçtikleri-oturdukları mekânlar vardır. Doğru
su, kanserojen bir şirk tahribi karşısındayız. Öyle bir
yapı yaratılmıştır ki, Hak hemen hemen akla getirilme
mektedir. Allah'a ait tüm yetkiler günlük hayatta bu
"kurtarıcı kişiler ve nesneler"e aktarılmıştır.
a r ı n m ı ş t ı k v s . gibi n i t e l i k l e r asla m â l e d i l
m e m e l i d i r . B u kişi, g e r e k t i ğ i n d e e l e ş t i r i l e b i l -
melidir. Hata yapabileceği, g ü n a h işleyebilece
ği var sayılmalıdır. Onun tüm sözleri, yazdık
ları, eserleri, u y g u l a m a l a r ı . . . b i l i m i n ve Kur'
a n ' m verileri ışığında eleştiriye s ü r e k l i a ç ı k
o l m a l ı d ı r , 4 . B u k i ş i n i n yol g ö s t e r i c i l i ğ i n i n
ölümle sona erdiği tartışmasız kabul edilmeli
dir. Türbesi, eşyası, çevresi asla ve asla kut-
sallaştırılmamalıdır.
B u n a göre, din: 1. T a m a m l a n m ı ş t ı r , 2. K e
male erdirilmiştir, 3. Adı İslam k o n a r a k Allah
dışında bir kişiye, güce, varlığa teslimiyet din
olmaktan çıkarılmıştır.
468 İSLAM NASIL YOZLAŞTIRILDI
Bu haliyle n a m a z , n a m a z ı n m ü c m e l i d i r . B u
nun yerine sünnetin 5 vakitli uygulamasını
esas alanlar ise tafsili namaz kılmış olurlar. Bu,
474 İSLAM NASIL YOZLAŞTIRILDI
BİD'ATLAR, HURAFELER
l ü ş t ü r m e k t i r . Nitekim bu b ö l ü ş t ü r m e n i n yıkıcı
sonuçlarından bir tanesi din kitaplarına şöyle
geçmiştir: Farzları kılmak Allah'ın rızasını
kazandırır, sünnetleri kılmaksa Peygamber'in
r ı z a s ı n ı . S ü n n e t k ı l m a y a n a P e y g a m b e r i m i z şe
faat etmez.
F a k ı h l a r ı n tüm bu öneri ve u y g u l a m a l a r ı
din dışı, Kur'an dışıdır. D o ğ r u s u şudur: A l l a h
namazı kuluna emretmiş ama onu özgür irade
siyle başbaşa bırakmıştır. Kul, Allah ile b e r a
ber olmayı n a m a z şeklinde y a ş a t m a k istediği
484 İSLAM NASIL YOZLAŞTIRILDI
Kur'an, ne dediğini a n l a m a y a c a k d u r u m d a
olanların namaz kılmalarını açıkça yasakla
mıştır, (bk. Nisa, 43) A y r ı c a , n a m a z ı n d a n gafil
olanlar ağır bir biçimde kınanmıştır, (bk. M â û n
Suresi). N a m a z ı n r u h u h u ş u d u r . A n l a m ı n ı bil
mediği sözcükleri telâffuz eden kişinin h u ş û u
olabileceğinden söz etmekse anlamsızdır.
NAMAZ 487
* N a m a z l a r ı n b i r l e ş t i r i l m e s i n e ilişkin
mütevâtır sünneti inkâr etmek veya
halktan saklamak:
Namazların birleştirilmesiyle ilgili çok sıcak ve
uzun tartışmalar yaşandığını, bizim düşünce ve iman
mücadelemizi izleyenler iyi bilirler. (Bilmeyenlere veya
bir kez daha anımsamak isteyenlere, "Kur'an Uyarı
yor" adlı eserimizin 51-68 sayfaları arasını okumaları
nı öneriyoruz.)
Bu tartışmalar, bir mütevâtır sünnet olan namazların
cem'ini bir köşe yazımızla gündeme getirdiğimizde:
" N a m a z l a r ı üçe indiriyor, İslam'da n a m a z l a r ı n
b i r l e ş t i r i l m e s i diye bir şey y o k t u r , P e y g a m
ber'in hayatında böyle bir uygulama yoktur, bu
bir Kızılbaş-Rafızî y ö n t e m i d i r " diye sokaklara fır
layıp halkı bizim aleyhimize kışkırtan din tüccarı, if
tiracı yobazların fesatlarıyla başlamıştı. Bu k a m
panyaya, ülkenin anayasal din kurumu olan D i y a n e t
İşleri ile bazı parlamento mensuplarının katılması ise
ayrı bir üzüntü ve ibret konusudur.
O halde m ü m i n k a d ı n ı n n a m a z d a ö r t ü n m e s i ,
ancak n a m a z sırasında yanında erkeklerin b u
lunması veya görünebileceği yerden erkeklerin
g e ç m e ihtimalinin olması halinde gerekli olur.
Bu da namazın geçerliliği için değil, örtünme gerekli
olduğu içindir. Böyle durumlarda Müslüman hanım, ör
tünme kavramından ne anlıyorsa ona göre örtünecektir.
494 İSLAM NASIL YOZLAŞTIRILDI
BİD'ATLAR, HURAFELER
* R a m a z a n günleri lokantaları k a p a t a r a k
oruçlu olmayanların y e m e k y e m e l e r i n e
engel o l m a k :
Dinin yasakladığı i k r a h ı (baskı ve zorlamayı) dine
sokarak insan haklarına ve insan iradesine baskı yap
mak şeklindeki bu uygulama, son zamanlarda din üze
rinden siyaset yapan çevrelerin kışkırtmalarıyla iyice
dinleşmeye başlamıştır. Böyle bir uygulama İslam'da
ilerlemeyi değil, gerilemeyi belgeler. İslam'da ilerleme,
yemek yenebilecek her yerin açık olduğu bir ortamda in
sanların özgür iradeleriyle oruç tutmalarıdır.
Ölülere üfürükle r a h m e t g ö n d e r m e y o k t u r .
Kur'an okutup bağışlama diye bir şey y o k t u r .
Resul'ün ölülere yararlı olmak için bize gösterdiği yol,
onlar için hayır dileklerde bulunmak, yoksullara yar
dım etmek ve bir de onların yakınlarmı-dostlarını ziya
ret etmektir, (bk. et-Tâc, 5/6. Ölülere Kur'an okumak ko
nusunda Kur'an ve gerçek sünnet kaynaklı bilgiler ve
ren bir eser olarak bk. Ö m e r Temizel; Kur'anm Göl
gesinde Katıksız Sohbetler, Denizli, 1999)
rum çok daha kötü demektir. Çünkü böyle bir şey, Pey
g a m b e r i şirk aracı yapmak olur. Ş e y h ü l i s l a m t b n
Kemal (ölm. 940/1533) bu konunun dindışı olduğunu gös
teren bağımsız bir risale yazmıştır: "Risâletün fî Be-
yâni ' Â d e m i V ü c û d i K ı r a a t i ' l - K u r ' a n i li İhdâi
R u h i M uh amme d Aleyhisselam: M a h a m m e d A l e y -
hisselam'ın Ruhuna Hediye Etmek İçin Kur'an Okuma
nın Dinen Caiz Olmadığına İlişkin Risale"
"O k u r b a n l ı k h a y v a n l a r ı n etleri de k a n l a r ı
da Allah'a asla u l a ş m a z ; fakat sizin t a k v a n ı z
O'na ulaşır..." (Hac Suresi, 37) Kur'an böyle diyor
ama, o Kur'an'ı insanlığa tebliğ eden Peygamber'e isnat
edilmiş bazı uydurmalar bunun tam aksini söylüyor. İşte
bir tanesi: " K u r b a n l ı k l a r ı n her t ü y ü n d e o n l a r ı n
sahipleri için on sevap vardır." (bk. Elbânî; ez-Za
îfa, 3/157) Ve: " K u r b a n l ı k h a y v a n l a r ı n ı z ı b ü y ü k
tutun, çünkü onlar sizin sırat köprüsünde bine
ğiniz olacaktır." (bk. Elbânî; aynı eser, 1/173)
K u r b a n k o n u s u , n e r e s i n d e n b a k a r s a n ı z ba
kın, y e r y e r k o m e d i y e , b a z a n da faciaya dö
nüşmüş bulunuyor. Bir facia ki bir ucunda hay
van canı almak, öte ucunda deri gaspı var.
Başta İbn Abbas (ölm. 68/687) olmak üzere sahabî-
lerden bazılarının, git gide farzlaştırılıyor diye kurban
KURBAN 409
BİD'ATLAR, HURAFELER
Abdallar'a gelince, a b d a l k e l i m e s i , b e d e l s ö z ü n
d e n a l ı n m ı ş t ı r . Bunlardan biri ölünce onun yerine
öteki geçtiği için bu adla anılmışlardır. Bunlar, peygam
berin yerine iş gördükleri için de bu adı almış olabilir
ler... (Az önce Allah'ın işlerini gördükleri söyleniyordu!)
Allah, insanlara musallat olabilecek belaları, fesatları
bu Abdallar yüzünden yok eder... (Neden İslam dünya
sından bela ve fesat bir türlü eksik olmuyor?)
•
MEHDÎLİK VE MEHDÎCİLİK
BID'ATLAR, HURAFELER
I. BİD'AT UNSURLARI
" M e s c i t l e r i , tıpkı Y a h u d i v e H r i s t i y a n l a r ı n
süsleyip püsledikleri gibi süsleyip püsleyeceksi-
niz." Ve: " K u r ' a n n ü s h a l a r ı n ı v e m e s c i t l e r i n i z i
süsleyip püslediğinizde çöküşünüz de sizi yaka
layacaktır." (Turtûşî, 218-219)
Şu bir t e v h i t g e r ç e ğ i d i r ki k i l i s e l e r e H z .
İsa'nın r e s m i n i k o y a r a k ona karşı i b a d e t et
mekle, camilere "sakal-ı şerif" (!) koyarak
onun etrafında tavaf etmek arasında Hak dinin
ölçüleri açısından hiçbir fark yoktur. Bu g ü n a
hın birincisini işleyen kilise erbabının şirke battığını
durmadan söyleyenler, söz kendilerine geldiğinde, y a p
tıklarını " i y i niyetle P e y g a m b e r ' e s a y g ı " diyerek
aklamaya çalışmaktadırlar. H z . İsa'ya " A l l a h ' ı n
o ğ l u " diyerek onun heykellerini mabede sokanların ni
yetleri kötü müydü? Onların da Hz. İsa'yı yüceltmekten
başka bir maksatları yoktu. Ama bu onların tevhit ölçü
lerini tahrip ederek şirke bulaşmalarına engel olamadı.
sayısı
448 İSLAM NASIL YOZLAŞTIRILDI
cisi, " h a k " sıfatının beşerî bir kurum olan mezhep için
kullanılması, ikincisi, belli bir grubun benimsediği yo
rumların dinin ve gerçeğin biricik temsilcisi gibi göste
rilmesi...
Kur'an'm açık beyanlarına göre, Hak, A l l a h ' t a n
gelir; bunda asla kuşkuya düşülmemelidir. (bk. Baka
ra, 147; Âli İmran, 60) Peygamberler bile hakkın kendisi
değil, sadece tebliğcisi olabilirler. Hak sıfatı yalnız
Allah'a verilebilir, (bk. Yûnus, 32)
Şu halde, aynı zamanda Allah'ın isim-sıfatla-
rından biri olan hak sözcüğünü beşerî kurum
lar olan mezheplere sıfat y a p m a k açık bir büh
tan ve sapıklıktır. Ve şu halde " h a k m e z h e p "
tâbiri k ü f ü r d ü r ; k u l l a n a n l a r ı n t ö v b e e t m e l e r i
gerekir.
İçtihat k a p ı s ı n ı n k a p a n d ı ğ ı n ı s ö y l e m e k , İs
lam ümmetine, Firavunların, Ebu Cehillerin,
emperyalistlerin, sömürgecilerin, işgalcilerin
yapabilecekleri kötülüklerden daha beterini
yapmaktır.
İçtihat yani bilimsel ve düşünsel faaliyet kapısı ka-
panmışsa, İslam, eski devirlerin kabile dinlerinden biri
452 İSLAM NASIL YOZLAŞTIRILDI
BİD'ATLAR, HURAFELER
* N a m a z ı n Miraç gecesi A l l a h - M u h a m m e d -
Mûsa üçlüsünün uzun bir pazarlığı sonucu
farz edildiğine i n a n m a k :
Bu anlatıma göre, namaz Miraç gecesi farz edilmiş
ama bu 50 vakit imiş. Farzı öğrenen Hz. Muhammed
dünyaya dönerken yoluna çıkan Hz. Mûsa ona: " S e n
ü m m e t i n i n ne olduğunu iyi bilmezsin, r a b b i n e
geri dön, bu namazın indirilmesini iste, senin
ü m m e t i n buna d a y a n a m a z ! " demiş ve Hz. Peygam
ber de geri dönüp 50 vaktin bir miktarını indirtmiş.
Sonra geri gelirken yine Mûsa ile karşılaşmış, o da ona
yine "Geri dön, yine indirt, bu da fazla!" demiş, o
da tekrar geri dönüp Allah ile pazarlık etmiş... Mûsa
Peygamber'in bu uyarısıyla gidip gelme birkaç kez tek
rarlanmış ve nihayet namaz 5 vakte indirilmiş. Mûsa
" B u da fazla" demişse de Hz. Peygamber: " Y o k , bun
dan fazla indirim istemekten utanırım, b u r a d a
k a l s ı n ! " demiş...
BİD'ATLAR, HURAFELER
K u r ' a n A l l a h ile i n s a n a r a s ı n d a y a k l a ş t ı -
rıcı-aracı k a b u l e t m e m e k t e , böyle bir iddiayı şirk
saymaktadır. Temel ilke ve insana verilen temel emir
şudur: " B e n i m l e , yarattığım kişiyi baş başa bı
r a k ! " (Müddessir, 11)
K u r ' a n , A l l a h ile i n s a n a r a s ı n d a a y r ı l ı k ,
uzaklık kabul etmiyor. Böyle bir uzaklık olmadığına
göre, kim kimi nereye yaklaştıracaktır. Kur'an'm açık
b e y a n ı y l a , A l l a h i n s a n a şah d a m a r ı n d a n d a h a
yakındır. (Kaf Suresi, 16) Sahte mürşitler, önce insanı
şah damarından daha yakın olan Allah'tan çeşitli
oyunlarla uzak göstermekte, sonra da " y a k l a ş t ı r ı c ı ,
v a r d ı r ı c ı " yaftalarıyla aldattıkları insanlardan m a d -
dî-manevî komisyon almaktadırlar.
k a d e r i n e h ü k m e d e r bir k o n u m a g e t i r e r e k adı
konmamış bir Şintoist panteon oluşturmuştur.
Bu panteonda kurtarıcılık, günahtan arındırıcılık
rolleri ve yetkileri olan kişiler vardır, türbeler vardır,
onların elleri, nefesleri, duaları vardır. Hatta ve hatta
eşyaları, geçtikleri-oturdukları mekânlar vardır. Doğru
su, kanserojen bir şirk tahribi karşısındayız. Öyle bir
yapı yaratılmıştır ki, Hak hemen hemen akla getirilme
mektedir. Allah'a ait tüm yetkiler günlük hayatta bu
"kurtarıcı kişiler ve nesnelerde aktarılmıştır.
a r ı n m ı ş t ı k v s . gibi n i t e l i k l e r asla m â l e d i l
m e m e l i d i r . B u kişi, g e r e k t i ğ i n d e e l e ş t i r i l e b i l -
melidir. Hata yapabileceği, günah işleyebilece
ği v a r sayılmalıdır. Onun tüm sözleri, yazdık
ları, eserleri, u y g u l a m a l a r ı . . . b i l i m i n ve Kur'
a n ' m verileri ışığında eleştiriye sürekli a ç ı k
olmalıdır, 4. Bu kişinin yol göstericiliğinin
ö l ü m l e sona erdiği tartışmasız kabul edilmeli
dir. T ü r b e s i , eşyası, çevresi asla ve asla kut-
sallaştırılmamalıdır.
BİD'ATLAR, HURAFELER
l ü ş t ü r m e k t i r . Nitekim bu b ö l ü ş t ü r m e n i n yıkıcı
sonuçlarından bir tanesi din kitaplarına şöyle
geçmiştir: Farzları kılmak Allah'ın rızasını
kazandırır, sünnetleri kılmaksa Peygamber'in
r ı z a s ı n ı . S ü n n e t k ı l m a y a n a P e y g a m b e r i m i z şe
faat etmez.
Bu bir şirk m a n t ı ğ ı d ı r . İslam ile, M u h a m
m e d i tebliğ ile uyuşması asla m ü m k ü n değil
dir. Ne demek Allah'ın rızası ve P e y g a m b e r ' i n
rızası? İbadet sadece ve sadece Allah'a yapılır.
N a m a z gibi bir temel ibadete Allah'ın elçisini
A l l a h ' ı n ortağı gibi s o k m a k örtülü bir p u t p e
restlik değilse gaflet ve dalâletin hangi t ü r ü
dür?!
Kur'an, ne dediğini a n l a m a y a c a k d u r u m d a
olanların namaz kılmalarını açıkça yasakla
mıştır, (bk. Nisa, 43) A y r ı c a , n a m a z ı n d a n gafil
olanlar ağır bir biçimde kınanmıştır, (bk. M â û n
Suresi). N a m a z ı n r u h u h u ş u d u r . A n l a m ı n ı bil
mediği sözcükleri telâffuz eden kişinin h u ş û u
olabileceğinden söz etmekse anlamsızdır.
NAMAZ 487
* N a m a z l a r ı n b i r l e ş t i r i l m e s i n e ilişkin
mütevâtır sünneti inkâr etmek veya
halktan saklamak:
N a m a z l a r ı n birleştirilmesiyle ilgili çok sıcak ve
uzun tartışmalar yaşandığını, bizim düşünce ve iman
mücadelemizi izleyenler iyi bilirler. (Bilmeyenlere veya
bir kez daha anımsamak isteyenlere, "Kur'an Uyarı
yor" adlı eserimizin 51-68 sayfaları arasını okumaları
nı öneriyoruz.)
Bu tartışmalar, bir mütevâtır sünnet olan namazların
cem'ini bir köşe yazımızla gündeme getirdiğimizde:
" N a m a z l a r ı üçe indiriyor, İslam'da n a m a z l a r ı n
b i r l e ş t i r i l m e s i diye bir şey y o k t u r , P e y g a m
ber'in hayatında böyle bir uygulama yoktur, bu
bir Kızılbaş-Rafızî y ö n t e m i d i r " diye sokaklara fır
layıp halkı bizim aleyhimize kışkırtan din tüccarı, if
tiracı yobazların fesatlarıyla başlamıştı. Bu kam
panyaya, ülkenin anayasal din kurumu olan D i y a n e t
İşleri ile bazı parlamento mensuplarının katılması ise
ayrı bir üzüntü ve ibret konusudur.
BİD'ATLAR, HURAFELER
* R a m a z a n günleri lokantaları k a p a t a r a k
oruçlu olmayanların y e m e k y e m e l e r i n e
engel o l m a k :
Dinin yasakladığı i k r a h ı (baskı ve zorlamayı) dine
sokarak insan haklarına ve insan iradesine baskı yap
mak şeklindeki bu uygulama, son zamanlarda din üze
rinden siyaset yapan çevrelerin kışkırtmalarıyla iyice
dinleşmeye başlamıştır. Böyle bir uygulama İslam'da
ilerlemeyi değil, gerilemeyi belgeler. İslam'da ilerleme,
yemek yenebilecek her yerin açık olduğu bir ortamda in
sanların özgür iradeleriyle oruç tutmalarıdır.
BİD'ATLAR, HURAFELER
* P e y g a m b e r l e r i Allah'ın elçisi
k o n u m u n d a n Allah'ın ortağı k o n u m u n a
doğru çekmek :
İnsanoğlunun Allah'ı en çok öfkelendiren günahla
rından biri, belki de birincisi budur. Bu günah, Allah'ın
en çok tiksindiği şirki dinleştirmede, Allah'ın en çok
sevdiği elçilerini araç ve aracı yapmak şeklinde bir zu
lüm sergilediğindendir ki, Cenabı Hakk'ın gazabını
özellikle tahrik etmektedir.
* P e y g a m b e r l e r i n günahsız varlıklar
o l d u ğ u n u söylemek:
Günah; sürçmenin, yanlış yapmanın din dilindeki
adıdır. Kur'an, insan olmanın kaçınılmazlarından bi
rinin de günah işlemek olduğunu bildirir. Peygamber de
olsa, hiçbir insanın günahsızlık gibi bir niteliği olamaz.
Bu nitelik, mükemmellik demektir ve o da Allah'a özgü
dür.
520 İSLAM NASIL YOZLAŞTIRILDI
P e y g a m b e r l e r i n m a s u m l u ğ u , günah i ş l e m e z -
lik a n l a m ı n d a değildir, onların p e y g a m b e r l i k
lerinin şaibe ve eksikten arınmışlığı a n l a m ı n
dadır. Bizim dikkat etmemiz gereken nokta, peygam
berleri yücelteceğiz diye, Allah'a özgü nitelikleri insana
vermemektir. Nebiler de günah işleyebilir ama Cenabı
Hak, görevleri gereği onların hatalarını vahiy ile kendi
lerine hemen ihtar eder. Kur'an'da birçok yerde nebile
rin tövbe etmeye, af dilemeye çağrılmaları anlamsız de
ğildir.
* Peygamberlerin bedenlerinin k ı y a m e t e
kadar diri olduğunu iddia etmek:
Tasavvuf-tarîkat hurafelerinden biri olan bu anlayış
Kur'an'ın beyanlarına aykırıdır. Kur'an, nebileri
" b e ş e r " olarak niteleyip diğer beşer varlıklar gibi öl
düklerini söylerken aynı sözcüğü kullanmıştır: M e y y i t
yani ölü... (bk. Zümer, 30)
T e v h i t verileriyle i n c e l e n d i ğ i n d e g ö r ü l e c e k
tir ki geleneksel sahabî anlayışı, eski Y u n a n
panteonundaki ilahlara verilen özelliklerin
tümünü bu insanlara vermiştir. Eski Yunan
ilahlarına tanınan dokunulmazlık ve kutsal
lıkla bu sahabî p a n t e o n u n d a k i insanlara tanı
nan d o k u n u l m a z l ı k ve kutsallık aynıdır.
BİD'ATLAR, HURAFELER
B e k i r , i k i n c i s i halife Ö m e r , ü ç ü n c ü s ü h a l i f e
Osman, dördüncüsü Hz. Ali'dir. Bu mantığa
göre, beşinci " b ü y ü k i n s a n " -hâşâ- E b u Süfyan
o ğ l u M u a v i y e , altıncı b ü y ü k i n s a n ise e b e d î
mel'un Yezid olacaktır. Ve bu, halife denen ki
şilerin seçim sırasınca y ü r ü y ü p gidecektir...
Ebu Bekir'le Ömer'in en hayırlı insan olduklarına
ilişkin bir de hadis uydurulmuştur: " E b u Bekir ve
Ö m e r ilk M ü s l ü m a n n e s i l l e r i n e n h a y ı r l ı l a r ı
dır." (bk. Elbânî; ez-Zaîfa, 4/227, 5/121-123)
Efdaliyet yarışı kuşaklar arası yarış halinde de sah
n e l e n m i ş , böylece kişilere ilişkin efdaliyet t a k v i y e
edilmiştir. Bir uydurmaya göre, " i n s a n l a r ı n en ha
yırlı n e s l i , H z . M u h a m m e n i n d e v r i n d e y a ş a
yan nesildir." (Bu sözün güvenilmezliği k o n u s u n d a
bk. Elbânî; ez-Zaîfa, 4/20-21)
Efdaliyet anlayışı, İslamdışıdır. Allah, ne
b i l e r arasında bile efdaliyet yarışı a ç ı l m a s ı n ı
yasaklamıştır, (bk. Bakara, 285) Hz. Peygamber'in
en çok kızdığı şeylerden biri de p e y g a m b e r l e r
arasında büyüklük yarışı açılması idi. Bir örnek
verelim: Bir Yahudi ile bir Müslüman Hz. Mûsa ile Hz.
Muhammed'in hangisinin daha üstün olduğu tartışma
sına girerler, bu arada Müslüman öfkelenerek Yahudiyi
tokatlar. Yahudi bunun üzerine doğruca Hz. Peygamber'e
gelerek kendisini tokatlayan adamı şikâyet eder. Şikâ
yeti dinleyen Resul şöyle buyurur: " B e n i M u s a ' d a n
daha üstün tutmayın!" (Buharî, husûmât 1; Müslim,
fadâil 160)
SAHABÎLER 543
* A s h a b ı n İhtilaflarının Rahmet
Olduğunu Söylemek:
Tarih önünde ağır didişme ve çekişmelere, oluk gibi
kan akmasına sebep olmuş insanların bu kavga ve ça
tışmalarını görmezlikten gelmek mümkün değildir. Bu
mümkün olmadığına göre, bu insanların tüm bu yaptık
larına rağmen kutsal ilan edilmeleri nasıl sağlanacak,
nasıl kalıcı ve inandırıcı kılınacaktır?
Tezin tutturulması için bir de hadis uydurulmuştur:
" Ü m m e t i m i n ihtilafı r a h m e t t i r . " (bk. Elbânî; ez-
Zaîfa, 1/141) İbn Hazm (ölm. 450/1058) bu söz için şöyle
diyor: " B u söz, olabilecek en yıkıcı sözlerden bi
ridir. E ğ e r ihtilaf rahmetse ittifak gazap olur.
Bir Müslüman bunu nasıl söyler!?" (İbn Hazm; el-
İhkâm, 5/64)
Gerçekten de böyle bir söz Kur'an'm tüm verilerine
aykırı, insan ihtiyaç ve beklentilerine tamamen zıttır.
(Aynı kanıyı ifadeye koyan E l b â n î ' n i n görüşleri ve ka
nıtları için bk. Elbânî; Sıfatu Salâti'n-Nebî, 37-38)
" D a h a sonra E h l i s ü n n e t f ı k ı h ç ı l a r ı C e n a b ı
Peygamber hayatta iken onu, kendisi de mümin
olarak görmüş ve mümin olarak ölmüş olan
herkesi ashaptan saymışlar ve bir kimsenin
a s h a p t a n s a y ı l m a s ı için b u n d a n b a ş k a ş a r t
aramamışlardır."
B e k i r , Ö m e r , O s m a n ve Ali o l d u ğ u , 3) î s l a m
âlemini ne kadar karıştırmış olursa olsun, as
h a p a r a s ı n d a k i ihtilafların M ü s l ü m a n l a r ı ilgi
lendirmeyeceği, onların ihtilaflarının rahmet
olduğu, 4) A s h a p ve tâbiûn görüşlerinin tartış
masız kanıt olduğu hususlarında ittifak etmek
tedirler."
" A s h a p l a ilgili o l a r a k y a y g ı n l a ş t ı r ı l a n i d
diaların en v a h i m i , o n l a r ı n ihtilaflarının, sa
vaşlarının, döktükleri kanların ümmet için
s a d e c e r a h m e t o l d u ğ u , b u ihtilafları t e n k i d i n
Kur'an ve sünnete uygun olsa bile insanı fâsık
yapacağı yolundaki iddiadır. Kur'an'a uygun
b i r t e n k i d i fâsıklık sayan b u i d d i a n ı n bizzat
k e n d i s i v a h i m bir sapıklıktır. Kur'an'a u y g u n
olarak yapılan bir tenkit dalâlet olarak göste
r i l m e k t e d i r . Peki b u , e n y ü k s e k h ü c c e t o l a n
K u r ' a n ' m vaat ve emirlerinin inkârı değil mi
dir? İ n s a n l a r k e s i n kanıt o l a r a k K u r ' a n ' ı v e
ona ters d ü ş m e y e n hadisleri mi almalı, yoksa
h a y a l l e r i n d e imal ettikleri gerçek dışı bir a s -
548 İSLAM NASIL YOZLAŞTIRILDI
" B a n a salât v e s e l â m ı ç o k y a p ı n ! Ç ü n k ü
b a n a salât v e s e l â m ı n ı z sizin g ü n a h l a r ı n ı z ı n
affı demektir. Y ü k s e k dereceye çıkmak için v e -
sîle arayın! Benim yeşile olmamsa rabbiniz ka
tında sizin için şefaattir." Ve: " M e h t a p l ı , p a r l a k
gecelerde ve bulutsuz günlerde bana salât ve se
lâm edin; sizin salât ve selâmınız o g ü n l e r d e
bana daha iyi yükselir." (bk. Elbânî; Zaîfa, 5/186,
279)
SELAMLAŞMA
BİD'ATLAR, HURAFELER
* Peygamberimizin sünneti o l d u ğ u n u
belirlediğimiz bir kayıt veya rivayetin,
sünnet-i ibadet olduğunu peşinen kabul
etmek:
BİD'ATLAR, HURAFELER
" H a d i s u l e m a s ı n a b u l a ş a n İblis k i r l e t m e l e
rinden biri de şudur: Bunların bazıları uydur
ma (mevzu') bir hadisi, uydurma olduğunu
a ç ı k l a m a d a n rivayet eder. İşte bu, bu insanla
rın dine karşı işledikleri bir cinayettir. Bu ci
n a y e t i , h a d i s l e r i n i geçerli k ı l m a k , " ç o k h a d i s
t o p l a m ı ş a d a m " u n v a n ı k a z a n m a k için y a p a r
lar. B u n l a r ç o ğ u k e z , " f i l a n c a d a n , f a l a n c a d a n
d i n l e d i m " şeklinde k o n u ş u r l a r ama a s l ı n d a o
dediklerinden bir şey dinlemiş değillerdir. Ba
zan da hadis aldıkları g ü v e n i l m e z , yalancı ki
şilerin fark edilmesini ö n l e m e k için o i n s a n
ların adlarını gizlemek, künyelerini, nisbele-
SÜNNET 567
n a l ı m . A m a içine y a l a n ı n ve u y d u r m a n ı n ka
rıştığında kuşku olmayan mirasın, Allah'ın
kitabıyla çelişen tespitlerini devre dışı bırak
m a k bizim iman ve insanlık b o r c u m u z d u r .
O halde, " r i v a y e t l e r i n bir k ı s m ı n ı alıp b i r
kısmını a t m a k " , keyfî bir u y g u l a m a d e ğ i l d i r .
Kur'an'ı denetim mevkiine koymanın bir sonucudur.
Biz, rivayetlerin bir kısmını alır, bir kısmını atarız.
Çünkü biz, rivayetleri, diğer değerlendirme yollarını
kullandıktan sonra, en nihayet Kur'an'a arz ederiz;
onun onay verdiklerini alır kullanırız; onay vermedik
lerini ise, güvene layık görmeyiz.
BİD'ATLAR, HURAFELER
fa, 5/129)
Şefaat Allah'ın elinde olduğuna göre, Allah'ın izin
verdikleri sadece şefaatin kullanımı için Allah'a yaka-
rırlar. Bu, kabul edilir veya edilmez.
Şefaat konusunun tevhide en zıt görünümlerinden
biri de sünnete uymayı şefaat çıkarma bağlamaktır. Bu
radaki şekliyle sünnet, vahyin ilkelerinin Peygamber
tarafından uygulanış şekline verilen addır. Sünnete uy
gunluk, Allah'ın isteğine uygunluksa o zaman bu uygun
luğun karşılığı Peygamberimizden b e k l e n e m e z . Pey
gamber'in (hâşâ) böyle bir iddiası olamaz. Karşılığı
Peygamberden beklenen bir şey, Peygamber için yapılan
bir ibadet hükmündedir. Böyle bir şey Peygamber'i mâ-
bûtlaştırmaktır.
BİD'ATLAR, HURAFELER
* Şeriatla İslam'ı veya Kur'an'ı eşitlemek:
Yukarıdaki açıklamadan da anlaşılmıştır ki ş e
riat, İslam veya Kur'an ile eşitlenemez. Ş e r i a t
mezhep kabulleriyle, nihayet fıkıhla eşitlenebilir. Şeriatı
İslam'la eşitlemek isteyen anlayış, birçok kabulünün
Kur'an'la ve zamanla çeliştiği anlaşılmış bulunan örfle
ri din yapmayı amaçlayan anlayıştır. Önce şeriatla dini
eşitlemekte, sonra da devrini bitirmiş fıkıh kitapların
daki akıl ve Kur'an dışı birtakım kuralları din diye
halkın önüne koymaktadır.
Burada Allah ile aldatmanın tipik bir görünümüyle
karşı karşıyayız.
sı ş e k l i n d e alt p u t ç u l u k l a r a da v ü c u t v e r i r .
T a n r ı s a l kitabın bile y o r u m a açık o l d u ğ u bir
dinde birtakım insanların yazdıklarını doku
n u l m a z , eleştirilmez kılmaktan daha b ü y ü k bir
ç ü r ü m e gösterilemez.
BİD'ATLAR, HURAFELER
BİD'ATLAR, HURAFELER
* Tarikat silsilelerinin P e y g a m b e r i m i z e
çıktığını iddia etmek:
Silsile, karşınızdaki şeyhin bağlı olduğu ve ucunun
Hz. Peygamber'e çıktığı söylenen kişiler zinciridir. Ta
rikat kabulüne göre, şeyhler işte bu zincirle bizzat Hz.
Peygamber'den feyz almakta, onunla doğrudan ve de
vamlı temas halinde bulunmaktadırlar. Bu silsile, şeyh
lerin bir tür peygamber vekili gibi yetki kullanmalarına
i m k â n sağlamakta, onları dokunulmaz kılmaktadır.
Böyle olunca da sözleri din, imzaladıkları her şey cennet
belgesi olarak görülmektedir.
gök k a p ı l a r ı n ı n b u n l a r a a ç ı l m a s ı v s . hep bu
türden halüsinasyonlardır..." (s. 424)
" İ d d i a l a r ı n ı , ilim dışı y o l l a r l a g e ç e r l i kıl
m a k ve desteklemek için birçok hikâye ve ke
ramet uydurdular..." (s. 430)
"Eski-püskü, yün giymeyi, başı sağa-sola
s a l l a m a y ı , s e n d e l e y i p z ı p l a m a y ı , ilim v e d ü
ş ü n c e d e n ö n d e g ö s t e r m e k için t ü r l ü o y u n l a r
s e r g i l e d i l e r . . . B u h a l l e r i n e k a r ş ı ç ı k a n ilim
a d a m l a r ı n ı l â k a y t l ı k , i b a d e t s i z l i k v s . ile suç
lamak için iftiralar, yalanlar düzdüler...
K e n d i yollarını izleyenleri harikalar g ö s t e r e n ,
d u a l a r ı k a b u l olan, k a l p l e r d e n g e ç e n l e r i b i
len... erişilmez kişiler olarak öne çıkardı
lar..." (s. 437-438)
BİD'ATLAR, HURAFELER
Bâcî'nin risalesi, E b u A b d u r r a h m a n b. U k a y l
e z - Z a h i r î tarafından, konunun tarihsel gelişimine de
ışık tutan geniş bir etüd ilavesiyle, " T a h k î k u ' l - M e z -
h e b " adıyla basılmıştır.
•
VESİLE EDİNME
BİD'ATLAR, HURAFELER
BİD'ATLAR, HURAFELER
1956
Âmidî, Ebul Hasan Seyfuddin Ali; el-İhkâm fî Usûli'l-Ahkâm (Ab-
durrez
zak Afîfî yay.), 1382
Âmir, Abdülaziz; et-Ta'zîr fi'ş-Şerîati'l-İslamiyye, Kahire, 1969
Arberry, A. J.; Revelation and Reason in islam, London, 1957
Atıyye, İzzet Ali; el-Bid'a, Tahdîduha ve Mevkıfu'l-İslami minha,
Beyrut, 1980
Bâcî, Ebul-Velîd Süleyman b. Halef; Risâletün fı Hilafı'l-Vâki' fı Ki-
tâbeti'n-Nebî Yevme'l-Hudeybiye (Tahkîku'l-Mezheb adıyla,
Ebu Abdurrahman b. Akil ez-Zâhirî yay.), Riyad, 1983
658 İSLAM NASIL YOZLAŞTIRILDI
Nesefî, Ebu Hafs Ömer; Akâid (Teftezânî şerhi ile birlikte), İst. 1960
Öztürk, Yaşar Nuri; Kur'an'daki İslam, İst. 1999
; Kur'an'ın Temel Kavramları, İst. 1999
; Yeniden Yapılanmak, İst. 1998
Pezdevî, Fahrul-İslam Ebul-Hasan Ali; Usûlü'l-Fıkh (Dârül-Kitâb el-
Arabî yay.), Beyrut, 1394
Râzî, Fahreddin Muhammed; Mefâtîhu'l-Gayb, İst. 1307
; Levâmi'ul-Beyyinât fi'l-Esmai ve's-Sıfât, Kahire, 1976
Sâğânî, Ebul-Fadâil Hasan; Mevzuat, Şam-Beyrut, 1985
Serahsî, Şemsul Eimme Ebu Bekr Muhammed; el-Mebsût, Beyrut,
1989
Sıddîk Han, Ebu Tayyib el-Buharî el-Kmnûcî; Fethu'l-Beyân fî Ma-
kâsıdi'l-Kur'an, Beyrut (Abdullah el-Ensarî yay.); 1992
Süyûtî, Celalüddin; el-Emru bi'l-lttiba' ve'n-Nehyu ani'l-lbtida', Bey
rut, 1998
; el-Itkan fı Ulûmi'l-Kur'an (M. Kassâs yay.), Beyrut, 1987
; Tahzîru'l-Havâs min Ekâzibi'l-Kussâs (M. L. Sabbâğ yay.),
Beyrut, 1984
— ;Târîhu'l-Hulefa, Mısır, 1952
Şafiî, Muhammed b. İdrîs; er-Risâle (A.M. Şâkir yay.), Beyrut, ts.
; el-Ümm, Bulak, 1903
Şâtıbî, Ebu îshak İbrahim b. Musa; el-Muvâfakat (Draz yay.),
Beyrut, 1975
—; el-Ftısâm (R. Rıza yay.), Mısır, ts.
Şelebî, Muhammed Mustafa; Ta'lîlu'l-Ahkâm, Beyrut, 1981
Şeşen, Ramazan; Peygamber Hz. Muhammed'in Okuma-Yazma
Bilip Bilmediğine Dair Rivayetler, 12. Türk Tarih Kurumu
Kongresi Bildirileri, Cilt: 2, Ankara, 1999
Şîrâzî, Ebu İshak; el-Mühezzeb, Beyrut, 1992
Taberî, Ebu Cafer Muhammed b el-Cerîr; Câmi'u'l-Beyân 'an Tefsiri
Âyi'l-Kur'an, Mısır, 1968
BİBLİYOGRAFYA 663
iman, 130, 291, 297, 303, 308, 326, kan, 95, 408
384, 536, 604, 633, 638, 645 kara dul, 384, 608, 609, 643
İncil, 189 Karafî, 254, 255
infak, 409 Kasîde-i Bürde, 648
insan hakkı, 309 Katâde b. Diâme, 241, 394, 510
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, kavvâm, 343
201, 202, 622 Kays b. Sa'd b. Ubâde, 539
insan hakları, 60, 202, 309 Kayser, 255, 269
inzâr, 109 kaza namazları, 481
ipek, 205, 206 keffâret, 465, 509
İran, 15, 78,113, 271, 419 keramet, 226-228, 383, 385-387, 615
irşad, 459, 460, 461 kesim, 407, 410
irtidat, 307-314 kesret, 167
İsa (Hz.), 81, 190, 255, 256, 421, kevser, 167
423, 440, 465, 515-519, 523, 527 kırklar, 416
İsmailiye, 14 kıssacılık, 414
İsmet İnönü, 12 kıyamet, 320, 612
İsra, 453, 454 kıyas, 97, 509, 559
İsrailiyât, 37, 38, 81 kilise, 282
istidrâc, 385 Kisra, 269
istihare, 482 kitap, 46, 301, 588, 589, 615, 625
isyan, 135 kizb, 42, 43
kolonya, 103
K komşuluk, 554, 555
Ka'b b. Züheyr, 211 konsil, 281, 282, 333, 361
Ka'b el-Ahbâr, 38, 257, 336, 414 korku, 185
Kabe, 181, 245, 418, 595, 596 köpek, 380
kabir azabı, 323, 324 kral, 253, 255, 258
kabirler, 27, 317, 318, 320, 323, 606 Kuba, 144
kaburga, 335 Kudüs, 454
kadeh, 104, 105 kul hakkı, 220
kader, 325, 328, 330, 650 Kur'an kursu, 400
Kadı Beydâvî, 26 Kur'an, 54, 263, 300, 301, 361, 388,
kadın sesi, 350 390, 392, 396-405, 478, 485,
kadın, 157, 238, 332-336, 353, 362, 523, 547, 560, 570, 572, 581,
367, 371, 374, 376, 380, 381, 631, 633, 648, 649
505, 613 kurban, 215, 216, 245, 407, 408,
Kadir Gecesi, 231 410, 574
Kaffâl, 363 Kureyş, 5 5 , 1 2 2 , 1 2 3 , 274, 537
Kal'aci, 99, 100 kurtarıcı, 464
kamu malları, 540 Kurtubî, 54
kamu otoritesi, 378 Kuşadalı, 136, 223, 391, 648
kamu tasarrufu, 23 kuşluk namazı, 481, 574
kutup, 413, 416, 417, 423
KARMA İNDEKS 671
küfür, 116, 161, 611 Mevâlî, 415
Küleynî, 188 Mevlâna Celaleddin Rûmî, 238
kürtaj, 172, 173 Mevlevîlik, 601
mevlid, 443, 444, 498
L mezhep, 27, 31, 32, 81, 94, 259, 373,
lanet, 320, 353, 517, 582 446-451, 499, 501, 511, 562,
Levhi Mahfuz, 631, 633, 648 592, 598, 638
lohusa, 372 Mısır, 252, 418
Lütfı Paşa, 344 mihrap, 430
milkiyet-i yemân, 379
M minber, 154
Ma'mer b. Râşid, 629 Miraç, 70, 231, 390, 453, 456, 458,
makâsıd, 192, 200, 376, 646 471, 472, 517
mal, 612 misvak, 206, 207
Malthus, 169 Misver b. Mahreme, 628
mâruf, 26, 27, 198, 201, 203 mişna, 561, 570, 589
maslahat, 198, 200 mişnacılık, 290
masumluk, 520 muamelat, 198, 200, 376, 492, 645
matbaa, 401 Muaviye, 20, 70, 154, 210, 260, 272,
Mâtürîdî, 326 413, 414, 537, 539, 542, 575
Mecelle, 435 mucize, 523, 651
Mecûsîler, 215, 380 Muhammed Abduh, 646
Medenî Kanun, 338 Muhammed b. Ali el-Bâkır, 61
Medine, 283, 286, 512, 529, 569 Muhammed b. Beşşâr, 629
medyumluk, 229 Muhammed b. el-Hanefıyye, 422
mefsedet, 435 Muhammed eş-Şeybanî, 100
mehdî, 15, 190, 191, 420-424, 521 Muhammed Hamîdullah, 245, 405,
mehdîlik, 295 629
Mehmet Akif, 126 Muhammed İkbal, 132, 174, 601-
Mehmet Hatipoğlu, 274 609
Mekke, 240-242, 285, 412, 454, 512, Muhâsibî, 405
539, 540, 594 Muhyiddin İbn el-Arabî, 293
Mekke Fethi, 536, 537 mukabele, 405
Melâmîlik, 601 mukatta' harfler, 398
melekler, 615 Mûsa (Hz.), 418, 419, 471, 542
mendup, 60 Mûsî\ 654
Mervan, 261 muska, 399, 619
Merve, 244 mücâhede, 133
Mescid-i Aksa, 453, 454 Mücahit b. Cebr, 45, 241
Mescid-i Haram, 427, 453, 454 müceddit, 558
Mescid-i Nebevî, 436, 441 Müellefetül-Kulûb, 536, 537
mescit, 260, 425-428, 433, 436 müezzinlik, 429, 498
mesh, 87-92 mülk, 247, 248, 253, 612
mülkiyet, 192, 193
672 İSLAM NASIL YOZLAŞTIRILDI
mürşit, 384, 461, 462, 467, 607 Ömer b. Abdülazîz, 58, 438
mürted, 284, 286, 307, 308, 310, 314 Ömer Hayyam, 656
müşrik, 583, 595 Ömer Nasuhi Bilmen, 55, 56
müt'a, 507 Ömer Temizel, 402
müteşâbih, 224, 225, 226, 398, 406 örf, 26, 53,198-201, 444
mütevâtır, 327,488, 567 örtünme, 90, 355, 357, 359, 363,
müzik, 237 365, 493
nafaka, 378 örümcek, 642
namaz, 176, 220, 315, 364, 367, 369,
388, 390, 391, 400, 430, 441, P
456, 458, 470, 471, 476, 482- Pavlos, 38, 256
484,487, 584, 595, 611 Pazartesi, 233
Nasır Lidinillah, 420 perhizler, 611
natürizm, 619 Perşembe, 233
nebiz, 99,100 peygamberler, 80
Necran, 431 peygamberlik, 270, 513
nedb, 359, 377 pîrizm, 602, 606, 609
nefs, 334, 335 Platon, 328
Nemrut, 252
nesh, 517 R
nezîr, 420 rabıta, 605, 606
nifak, 116 Râgıb el- Isfahanı, 45, 247, 264, 347,
nikâh, 378, 506, 507, 508 370,625
niyet, 236 raiyyeleşme, 83
nukaba, 417 Ramazan Şeşen, 629
nur, 522 Ramazan, 67, 124, 125, 404, 509,
Nur-i Muhammedi, 522 510, 512
nüceba, 417 Recep, 125,126, 179, 480
nüfus, 167, 170 recm, 528-531
nüşûz, 342, 343 reform, 485
Regaip, 231
O-Ö resim, 239, 503
okumak, 388, 391, 392, 398 rızık, 172
Ortaçağ, 517 ribatlar, 600, 612
Ortadoğu, 203, 333, 518 ridde, 307, 308
Rifaîlik, 601
oruç, 315, 509, 512, 584
Osman (Hz.), 218, 404-406, 476, Risale-i Nur, 291
542, 546, 557 riya, 59, 235, 551
Osmanlı, 19, 73, 98, 101, 198, 199, ruhban, 401
260, 344, 348, 401, 416 ruhbaniyet, 50
ölüler, 402 ruh çağırma, 229
Ömer (Hz.), 59, 91, 103, 126, 149, ruhsat, 474
194, 336, 356, 414, 529, 542, rüşd, 459
543, 546, 557 rüya, 287-289, 303, 304, 321
KARMA İNDEKS 673
S-Ş Süfyânî, 421
Salebe b. Ebû Hatîb, 546 Süleyman (Hz.), 141, 250
sadaka, 430 Süleyman Çelebi, 443, 445, 521
Safa, 244 sünnet, 54, 58, 91, 150, 164, 208,
sahabî, 532, 535, 536, 539, 541 291, 344, 362, 409, 429, 474-
Said b. Cübeyr, 360,510 476, 524, 526, 547, 556, 557,
Said b. el-Müseyyeb, 394 570-575, 578, 611
Saîd b. Yezid, 562 sünnet-i âdet, 557
Said b. Zeyd, 568 sünnet-i hüda, 557
sakal, 16, 180, 440, 499, 523, 562, sünnet-i ibadet, 557, 558
567, 599 sünnet-i zevâid, 557
salâ, 222 sünnetullah, 47,108, 328, 454, 650
salât, 368, 470, 471, 549-551, 562 Süyûtî, 58,195, 272, 618, 631
sank, 504 Şa'bî, 563
satranç, 330 Şaban, 125, 179, 232, 480
savaş, 135,138 Şafiî, 358, 540
secde, 470, 584 Şah Veliyyullah Dehlevî, 323
Seffâh, 18 Şam, 190, 210
selâm, 549, 551, 553, 562 Şaman, 37, 38
Selman Fârisî, 121, 394, 487 şarap, 97, 98, 101
senet, 565 Şâtıbî, 54, 55, 60-66, 178, 218, 288,
Senetül-Vüfûd, 431 365, 397, 398, 428, 574, 591
Serahsî, 156, 362, 487 şefaat, 122, 464, 576-579, 588, 605
serbest, 357 şefaatçi, 464, 587, 639
setr-i avret, 493, 494, 496 şer, 331
sevap, 231, 479 şeriat, 198, 202, 439, 580, 582, 615
sevgi, 521 şerif, 186, 187
sevgili, 521 Şevval, 574
Seyit Bey, 7 , 1 2 , 1 3 , 1 5 7 şeyh, 191, 466, 579, 589, 608, 610,
Seyyid Kutup, 348 613
seyyid, 186, 187, 579 şeyhler, 81
Sıbt b. Te'âvîzî, 420 şeyhlik, 229
Sıddîk b. Hasan Han, 150 şeyhperestlik, 602, 606
sırat-ı müstakim, 591, 592, 603 şeytan, 45, 299, 384, 611
silsile, 610 şeytan evliyası, 635, 636, 638,643
siyaset, 68, 75, 77, 78,162, 311, 314 şıra, 100
siyaseten katil, 199, 260 Şia, 14
soğan istiaresi, 223 Şiî, 78
spor, 238 Şintoist, 317, 466, 534
su, 209 şirk, 61, 71, 80, 130, 162, 175, 289,
sulta, 256 384, 426, 432, 433, 440, 441,
Sübhâneke, 502 463, 477, 516, 523, 526, 534,
Süfyan es-Sevrî, 100, 109, 244, 309 560, 562, 571, 576- 579, 583-
586, 590-598, 606, 635-645
674 İSLAM NASIL YOZLAŞTIRILDI