Professional Documents
Culture Documents
Dil Ustune Aqah Sirri Levend 1973 351s
Dil Ustune Aqah Sirri Levend 1973 351s
İL ÜSTÜNE
'---- - -- - - - - -- - - - - - - 2 0 Lira _j
•
ANKARA ÜNİVERSİTESİ BASIMEVİ-1973
AGAH SlRRI LEVEND
DiL ÜSTÜNE
ÖNSÖZ
'
YABANCI KELİMELER SALGINI
luk yoktur. Gerçi bir yön değiştirme olmuş, yeni bir uygar-
lık Alemine girilmiştir. Bu yeni alemin getireceği yeni düşlin
celer ve kavramlar, bunlan belirten yeni kelimeler, de-
yimler ve terimler elbet girecek iş ve kültür ilişkileri birçok
sözlerin gelip yerleşmesine yol açacaktı.
Fakat bunlar o kadar az, o derece sayılı ve zorunlu
olacaktı ki, dilin ö21lüğünü asla bozmayacaktı.
Örneğin, günlük hayatımızda sık sık kullandığımız
komlinizm, faşizm, nazizm, marksizm, sosyalizm, libera-
lizm gibi kelimeler, değiştirilemeyecek olan bazı felsefe
ve bilim terimleri, her gün yığın yığın yurdumuza giren
iliiçiarın adları, otomobil, taksi, motor, telefon, telgraf
gibi sözcükler, sınırlı kaldıkça 21ararı büyük sayılmaı. Gerçi
bunlann da çoğunu değiştiren uluslar vardır; fakat üzerinde
durmağa değmez.
Ama bunların dışmda kalan ve her halde Türkçele-
riııin bulunması gereken kelimeler de oluyor ki, bunları
uluorta kullanmak dile ve Türk kültürline karşı işlenmiş
cu büyük suçtur. .
Örneğin, sansasyon, sempati, brifing, konsorsıyum,
kontenjan, amblem, lojman, komünikasyon gibi kelimeleri
kullanmakta nasıl bir zorunluk vardır? Buıılann karşılığı
Lulunamaz mı? Hele trafik, personel gibi kelimelerin kanun
yoluyle dilimize girip yerleşmesi nasıl hoş görülebilir? Bir
kere kanunlara geçip perçinleşmiş olan bu kelimeleri söküp
aLmak kolay olur mu?
Bunlardan başka, düşünmeden ve hiç üılintü duyma-
<lıın rasgele kullandığımız öyle kelimeler oluyor ki:. hir.~z
<!ikkat edince bu lanhalilikten utanç duymamak münıkun
değildir. Örneğin, evimizin odalanndan bahsedereken "sa:
ton - salamanje" demek moda haline gelmiştir. O kadar ki
"oturma - yemek odası" demek hatıramıza bile gelmiyor.
lhı züppelik değil de nedir? Ana dile karşı bu saygısızlık
ılı•rede görülmüştür?
12 ACAH StnRI LEVEND
Marketing Şubesi
Aktüerya Müd.
Konjonktür Dairesi
Lojistik Dairesi
Enfrastrüktür Dairesi
DiL ÜSTÜNE 13
Prodüktivite Dairesi
Buıılar ne demek? Kim anlar bu sözleri? Hangi Türk
beğenip sever ve nasıl kullanır? Asıl önemli ve acıklı olanı,
bunları kimler ve nasıl bir düşünce ile devlet dairelerine
ad olarak önerir ve kabul ettirir. Bu biçimsiz, yabancı söz-
leri Türk diünc sokmağa kim kendisinde hak görebilir?
Biz "Neşriyat ve Müdevvenat lllüdürlüğü" gibi eski-
den beri kullanılagelen adları değiştirme çabası içinde hükü-
metin dikkatini çekıneğe çalışırken, şimdi daha kötüleri
kucak kucak, yığın yığın, hiç bir sınır ve saygı gözetilme·
den dilimize zorla sokularak Türk diline kastediliyor. Böy·
lclikle dil eskisinden daha bozuk, daha kötü bir hale
getirilmeye çalışılıyor Bu yaln:ız dil bilincinin değil, ulus
bilincinin de henüz gereği gibi yerleşmemiş olmasından
başka birşey değildir.
Türk Dil Kurumu olarak, bu acı kayıtsızlığın karşında
yız. Yurttaş olarak da, kutsal duygularımızın zedelendiğini
görmekle üzüntü içindeyiz. Bu satırlada kamu önünde
açıkça ricada bulunuyoruz. Her bakanlıkta üçer kişilik
komisyon kurulsun; bu konu önemle ele alınarak bu gibi
çirkin keliınelere Türkçe karşılıklar bulunsun.
Tlirk Dil Kurumu, bütün imkanlanyle hu çalışma
lara güciinü katmaya, hizmet etmeye hazırdır.
Meşrutiyet devrinde:·
Meşrutiyet devrinde gazete dili biraz daha ' genişlik
kazandı. Türlü adlar altmda birbiri ardı sıra yayım alanında
görülen gazeteler ve dergiler, yazı hayatına atılan genç
gazeteciler, bu dilin gelişınesine hayli hizmet ettiler. Celal
Salıir'in başına geçtiği Tiirk Derneği dergisi, Türk dilini
sadeleştirmek yolunda kesin bir atılışin işe giriştiyse de,
çevrenin direnınesiyle karşılaştı ve yoluna devam edemedi.
Zamanın anlayışı çerçevesi içinde, bir gazete dili geleneği·
nin kurulmasına çalışanlardan biri de H üseyin Calıit Yalçın'
dır. Onun "edip" niteliği yanında bir de gazeteci kişiliği
vardı. Geçen uzun yıllar onun edebi kişiliğini unutturdu;
fakat gazeteciliği ömrünün sonuna kadar sürdü. Tartış
malarda karşısındakinin zayıf yönünü yakalayarak, onu
kendi silahıyle vurınak, sözü mantık silsilesi içinde geliş
tirip, dağıtmadan ve etkisini kaybettirmcden fikri bir
nokta etrafında toplamak; onun başlıca uyguladığı bir
bir yöntemdir. O, yazılarının dilini ve deyişini de bu amaca
uydurabilmiştir.
Selllnik'te çıkan Genç Kalemler'de Ömer Seyfettin
ve arkadaşlarının "yeni !isan" iddiaları, İstanbul'da geniş
yankılar uyandırdı. Gazete dili de bundan yararlandı. Eski
yazı geleneği yavaş yavaş kınlmaya başladı. Yaşlı ga?.ete-
ciler hile, özcntisiz yazmak, sözü dolaştırmadan doğrudan
doğruya maksada girmek, fikri üsluba feda etmemek
yolunu tuttular.
Buna karşılık, gazetelerde yer alan en önemsiz yazıla-
.
DİL ÜSTÜ:'iE 21
t:ıımhuriyet devrinde:
Gazete diline gelişme ortaını hazırlayan, Cumhuriyet
.ı,., rintlcki dil devrimidir. Dil devı:iıninin yayılıp tutunma-
Hııııl:t da basının büyük rolü olmuştur.
Gazete dili, yolunu buluııcaya kadar haylisarsıntılar ge-
•·ıı·cli llu karışıklık tabii görülmclidir. Dil devriminin
:-ıı,,;i ıılt-ında davaya gönülden bağlı olanlar, bu uğurda
,.,.,,la lıaşlıı çalışanlar bulunduğu gibi, istemeye istemeye
22 AGAH SlRRI LEVEND
•
DlL ÜZERİNE TÜRLÜ SORUNLAR
sert görünür; onun ağzında kaba bir hiçim alır. Örneğin "an-
ane" ve "dağdağa" kelimeleri Araplara hiç de kaba gelme-
diği gibi, Türkler de yüzyıllardan beri söyleye söyleye
bu kelimelerdeki ağırlığı duymaz olmuşlardır. Ama hece-
ler üzerine basılıp söyleyince, bunlann ne denli ağır olduğu
görülür. Öte yandan "kıkırdak, bağırsak" gibi kelimeleri
Türk zevki hiç de yadırgamaz; tersine uyumlu bulur. Ama
bunlar bir yabancıya belki ağır gelebilir.
Gerçek şudur ki, Türk dili heceler arasındaki ses uyumu
dolayısıyle kelime bakımından olduğu gibi, sert ve yumuşak
kelimelerin birbirini izleyerek tekdw~eni kıran özelliği
dolayısıyle de, ciimle bakımından sağlamdır.
Kelimelerin, zaman zaman güzel ya da çirkin göründüğü
arasıra soyluluk kazandığı, ya da önemini yitirdiği olur.
Örneğin "amele" kelimesi, eskiden "işçi" yerine kullanılır
dı ve hiç de yadırganmazdı. Oysa şimdi "işçi" kelimesini,
ona soyluluk ve ayrı bir nitelik vererek kullanıyoruz. Bunun
yanında, "amele" kelimesini ne kadar yadırgıyoruz.
Kelimelerin asılları
"Rastlamak, zorlamak" kelimelerinin asıllan Farsça
imiş. Diliınizde bugüne değin Türkçe saydığımız bunun gibi
bir kaç kelimenin yabancı asıllı olduğunu söylüyorları:nış.
Kelimelerin kökünü araştıı-mak, geçirdiği değişikliği,
çağdan çağa uğradığı anlam ayrılığını belirtmek, dilciliğin
ayrı bir araştırma ve inceleme alanıdır. Ancak bu, sanıldığın
dan çok daha güç, oldukça ince ve şaşırtıcı bir konudur.
Biçim ve ses benzerliğine bakaı·ak kesin yargıya vardığımız
öyle kelimeler vardır ki, aslı diye göstediğinıiz kelime ile
hiç bir ilişkisi yoktur. Yine öyle kelimeler bulunur ki
aralarında hiç bir benzerlik görülmediği halde aynı kök-
ten gelmektedir. Bunun içindir ki, etiınolojide çok dik-
katli davranmak, dış benzerliğc kapılmamak gerekir.
Yukarıdaki kelimelerden "rastlamak" mastannın,
DİL ÜSTÜNE 29
Farsçada "doğru" anlanıına gelen "rast" ile bir ilişkisi
olabileceğini sanmıyorum . Sanmıyorum deyişim, bu- konuda
kesin yargıya varmarun doğru olmadığını yukanda belirt-
tiğim içindir.
"Zorlamak" kelimesine gelince, Farsçada "güç" anlamı-
na geıen ve " zur" diye soy ·· 1enen b"ır k·elime var dır. "Zur" ,
"zor"u andırsa ve "zorlamak"la aniamca bir yakııılık göster-
se bile, "zorlama"nın "zur"dan geldiğini kesin olarak ileri
sürmek bilmem ne dereceye değin doğru olur?
Hem bu gibi karşılaştırmalar, bilimsel ctimoloji çalış
ınaları dışında neye yarar? Bu iddiada bulunanlar, acaba
'rürk diline kısırlık mı yüklemek istiyorlar? Hemen haber
verelim ki, bu ölçüyü kullanırsak bütün dillerin söz dağar
cığı boşalır. Hem neden işin öteki yönün\i. düşünmüyoruz.
"Zur" kelimesini İranitlar Tii.rkçedcn almış olamazlar ını?
B n denli yuğrulan, biçimini bu denli değiştiren bir kelime,
p<'kıila o dilin malı olur.
Bugün "telgrafla hildinnek" yerine "tcllemek" kelimc-
~i ııi kullanıyoruz. Kim bunun yabancılığıru ileri sürebilir?
'l'iirk zevki, Türk anlayışı böyle bir kelimeyi meydana ge-
ı irıniş, düşündüğü kavramı belirtmek için bu kelimeyi
yaratmıştır. Bu buluş Türkçenin malı değil midir?
Kelimelerin kökünü araştırmak, etiınoloj inin işidir.
B u çalışınalar bilimsel gerçeği oı· taya koymak için yapılır.
Yoksa bir dilin kısırlığını karutlamaya yeltenmek, söz
•lağarcığını boşaltmak için değil.
Siiz zenginliği
Dinleyicilerden biri, toplantılarda konuşmalara ara
"·rıliğimiz sırada şu düşüncede bulundu:
"Ben 'çaba' kelimesini arasıra kullanıyorum .Ama
y.-ı·i gelince 'gayret' kelimesini de kullanabilmeliyim."
"Bu iki kelime arasmda anlam ayrılığı buluyor musu-
""'· ?" diye sordum.
30 ACAR SfRRI LEVEND
bir Türkçe, istediği kadar sade olsun,. hiç bir zaman bizim
mıılımız olamaz. Bugün bile halil gazete ve dergi sayfaların
da görülen "vasıl olduğumuz son merhale", "cercyan eden
hadiseleric onu takip eden muameleler", "bilabire kanaat-
lerinden sarf-ı nazar etti" gibi cümlelerle övünmek, Türkçe
yazıyorum diye Türkçe olmayan bu sözl_e.ri . kullanmak,
aşağılık duygusundan başka bir şey dcgildır.
Demek böyle düşünenler yanılınışlar! Bu yabancı
kelimeler yerine Türkçelerini kullanmakla, milyonlarca
yurttaşı kandı.rmışlar, genç kuşaklan yoldan ?ıkarmışl_ar.
Demek ki Kurum, içinde eski dil anıtları, bırer hazıne
değerindeki metinler, yığınlada inceleme ve araştırmalar
bulunan yüzlerce eseri, hep bu zararlı amaca varmak ıçın
yııyımlamış .
Dil Kurumu öz Tiirkçeyi yaymakla, baba ile oğlu
birbirini anlamaz hale getirerek kuşakların arasını açmış.
Terimler ne ise, ama asıl yazı dilini çığırından çıkarmış.
Demek ki, yazılanmızda halil "mütevcccihc~, muv_ac~_
lı csinde, mahzur, leffen tıı.kdim, betahsis, binnısbe, nıhaı,
hiinyevi, mevzu-ı bahis, bizzat, taraftar" gibi Arapça "ten-
vin"ler ve Farsça edatlarla dolu kelimeler, Arapça ve
Farsça kuraUarla yapılmış tamlamalar bol bol yer alacak.
lluıı.ları yeni kuşaklara öğretmek için de, yeniden "~a~?a,
F:ırsça ve Tiirkçeden mürekkep Osmanlıcanın kavaıdi ne
•l<lııülecek
Hayır, Dil Kurumu böyle bir cinayete önayak olm~ya~
ı·ııktır. Dil Kurumu, amacında belirttiği gibi, devrımcı
lıir anlayışla, ama bilim yöntemleriyle çalış~r~k ~~~~1
ı.ı,nrcvini yerine getirecek, genç kuşaklara millıye~çiligı~
ılk koşulu olan dil bilincini aşılayacak, onlardan, kelimelerı
lıil•·rck ve anlamlarını kavrayarak kullanmalarını isteye-
ı•ı•ltı ir.
Şimdi soruyorum: Baba ilc oğlun arasını açan hangi
, «•rlı·rdir? Eğer bunlar bilim ve teknik terimleriyle yaııl-
34 AGAH SIRlll LEVEND
. a şu itirafta bulunmak
B .. tün bunlan söyledikten sonr ' . d •
u 1 dur Ama öz Tiirkçeyı sa.vun ugu
isterim:-~Ü Ku~m~..suç :aına:nında aşırı devrimci gör~
için degıl, Ataturk un . k' yoluna sapanlara bel bagla-
dükleri halde, sonradan ın ar d ç·· kü "amacı be-
. . d D·ı K rumu suç1u ur. un
~ğı ~çın su?~ud~r.nlc~in :özlerinc ve imzalanna kanmıştır.
nımsıyoruın ıyc . ·ı
·n sonradan döneccklerını.
Aına ne bilsı
·· · ·· sayılır mı?
Bilmem bu b .ır ozur
'
(Tiirk Dili, sayı 179, ağustos 1966)
1
1
Saıursınız ki öz T·· k .
gençler ve dil dev' . . . btır ~e kelımeleri kullananlar yalnız
ı arla birlikte yaşlırıınııu enımseyenl erd'ır. 0 ysa genç yazar-
yazar1ann dild
h arcketiııc il~>isiz kal- ni ' e tutucu olaniann dil
o .ı arın devrim· k '
1arın hepsinin yazılarında '. • ın arşısında bulunan-
yıgın yıgın ·· T" k
yer a ı rnal,tadır. İşte biı-ka 1 • Sa"! oz ur ·çe kelimeler
ınck, tepki, dergi to"ren ç . kıg amak, savunmak, destckle-
B unun nedenini •bil , yan toph
....' .. ım, sorum, özel vb ...
K . . menı dıışıınduniiz mü?
endilcrınc sorarsanız "B. . .
dcg• il' uydurma kelimeler" d' • ız ı m ka d •
k çın ıgım.ız bunlar
ise subay yarba k . ıye arşılık vereceklerdir. ''öyle
kul! aıuyorsuııuz ?"d' ıırmay, teg"m en" k eliıncierini nasıl
' y,
· ıye sorsanız b k "O
mcktcıı başka karşılık bul ' ıı ez nlar tutıındu" de-
d amayacaklardıc "P k'
uruın, tutum genel k · e ·ı ya önem
deseniz bunıa: . . d' onu, gelenek, görenek. ödenek ,:
" ' ıçııı c ancak .. 1 ...
Farkında olmadan kale . . şoy e söyleyebileceklcrdir:
ınıının ucıına g lnıi " y
vereceklerdir: "Alı ldı d h e ş. a da şu cevabı
. " şı
1crın ıntak-ı hak" dedik! . " a unlar göze batını , İ
. yor. şte eski-
erı gerçe • dil
Toplumbir d . gın e gelmesi" budur.
. ını c, Zıya Gökalp'' " , •
d eyııniyle bclirtı·•· h' . ın ma şerı vicdan"
ıgı ır terım vardır T
gerçeklerin önüne il · opluma mal olan
geç emez. Bireyler bunların hükmü
ı>İL USTÜNE • 37
•••
Şimdi Dil Kurumu da, söylendiği gibi, acaba yeni
bir dil mi "icat" etmektedir. Hayır, Dil Kurumu böyle
bir iddiada bulunmamıştır. Yeni bir dil yaratılmayacağıru
da bilir. Ama, eğer öz Türkçeye "yeni dil" adı verilmek
isteuiliyorsa, bu iddia, bir dilin değişmesi için gerekli koşul
lar göz önünde tutularak değerlendirilmelidir.
1917'den 1967 yılına dek 50 yıl geçti. Dünkiler istiyorlar
ki, SO yıl önce şiirde ve nesirde başlayan dil akımı, hiç deği
şikliğe uğramadan bugün de sürüp gitsin, kendileri de te~
dirgiıı olmasın. İşte bu mümkün değildir.
SO yıldır, iki harp sonrası dünyanın geçirdiği sarsıntı
ları, bu sarsınnların ortaya çıkardığı yeni akımları, bu
akııuların çeşitli sanat dallarında yaratnğı sert tepkileri
düşünün. Sonra da, birbirini kovalayan baş döndürücü
devrimler içinde, Türk toplumunun iç ve dış yapısında
DİL ÜSTÜNE 45
hi:r hal almıştır ki, ana baba hile, çocuğnn nğ2ıylc eve ve
aileye taşınan bu sakat akımdan kendini kıırtarıınııyor.
Türk dili acemi ve hcceri:ksiz kalemler yüziindcıı gittik-
çe hırpalaruyor. Cümle yapısı altüst oluyor. "Selika" hozu-
luyor. Bunların hepsi, Türk diline karşı işlenen birer suçtur.
Bu suçu işleycnlcrin, Türk diline sevgiden ve saygıdan
söz etmeleri gülünç olmaz mı?
Bugünkü durum
Dil devriıninin bugünkü parolası "öz Türkçe"dir. Bu,
yalnız yabancı kuralları bırakıp hemen hemen yabancı bü-
Dİr, ÜSTÜNE 67
tün kelimeleri rahatça kullanan, bunlara Türkçe karşılık
aramak zahmetinden kaçınan, sınırları çizilmemiş, helir-
siz "sade Türkçe" değildir. Aradaki ayrım, birinin keyfe
göre, ötekinin ise sisteme bağlı oluşudur.
Öz Türkçe, kullanmakta olduğumuz bugünün Türkçe-
sidir. Deyim yanlış anlaşılmasın; çağııH temsil etmeyen
bir avuç azınlığın değil, devrime inanıp, davayı benimseyen
genç kuşakların, ünlü yazarların ve usta sanatçılann başarı
ile kullandıklan Türkçedir. Bunun en büyük kanıtı, günün
ünlü sanatçılarından hepsinin bu yolda olmasıdır. Bugün,
Meşrutiyet devrinin Osmanlıca kırmasıyle yazan bir şa
ir ya da bir hikayeci ve romancı gösterenıezsiniz.
Bugiinkü Türkçede yer yer yabancı asıllı kelimelerin
bulunması bizi şaşırtmama!ıdir. Öz Türkçe akımı tasfiye-
cilik olmadığına göre, dilde elbet yabancı asıllı kelimeler bu-
lunacaktır. Bunlar şöyle özetlenebilir.
a. Zamanla asıllarını yitirerek Türkçeleşıniş olanlar
b. Henüz karşılıkları bulunamayanlar.
c. Karşılıklan yerleşmiş olanlar.
ç. Birer öneri niteliğinde ileri sürülen yeni kelimeler-
den, heğenilmeyenlerin yerine ister istemez kullamlanlar.
Ama, dilde yabancılığını duyuran kelimelere karşılık
arayıp bulmak, davanın esasıdır. Yol budur. Buna bakarak
diyebiliriz ki, öz Türkçe yarının da Türkçesidir. Hem de,
henüz karşılıkları bUlunmayan yabancı kelimelere öz Türkçe
karşılıklar bulunarak; Türkçe daha da işlcnip olgunlaş-
tırılarak. ·
Uydurınaeılık:
Dilbilim ve Dilbilgisi:
Bir kelime üzerinde "yanlış" ya da "doğru" yargısına
varahilrnek için elimizde ölçü nedir? Yalnız . dilbilgisinin
katı kuralları kesin bir dayanak olabilir mi? Dilbilgisinin
yanlış dediğine, dilbilim pekala doğru ~liyebilir. Çünkü
dilbilgisi bilim değildir. Salt uygulama kurallarım gösterir.
Oysa· dilbili m, adı üstünde, bilimdir. Dillerin yapılarını,
değişme ve gelişme nedenlerini gösterir. Kendine göre
kurallan vardır.
Şu gerçeği de belirtmek gerekir: Dilbilgisi kurallarını
ortaya koyan dilbilim değildir. Dilin kurallarım hayat yapar,
o dili kullananlar hazırlar. Dilbilgisi ilc uğraşanlar, bütün
DiL ÜSTÜNE 71
•
TÜRK Dİ LİNİN BAŞINA GELENLER
Türlü yanlışlar
Belagatçiler
Medrese, Arapçadan uydurmayı kabul eder ve bunu
bol bol yapar. Ancak olduğu gibi aldığı kelimelerin bozulma-
sına katlanamaz. Bu konuda çok titizlik gösterir. Bu yüzden
birçok tartışmalara girişilnıiştir. Örneğin, Hüseyin Cahit'in
Ali Kemal için kuUandığı "şöhret-i sehile", yine Hüseyin
Cahit'in romanının adı olan "Hayat-ı l\Iuhayyel" tamla-
maları uzun uzun elcştirilmiştir. Şinasi ile Küçük Sait
Paşa arasında geçen "mes'ele-i meb-husetü'n-auha", "terce-
me-i salifctii'z-zikr", "tlıl ü draz" tartışmalan aylarca sür-
müştür.
Halk ne diyor?
Halk, bclllgatçilcrin bütün bu çekişmelerine kayıtsızdır.
Dile her nasılsa girmiş olan kelimeleri bozar, değiştirir,
dilediği biçime sokar, başka anianılarda kullanır. Aslını
düşiinmez, araştırınayı hatırından hile geçirmez. Bu onun
hakkıdır.
Az çok okur yazar olanlar, hatta aydın geçinenler hile
"müdir" demez, "müdür" der; "akriba"nın, "karib"in
çoğultı olduğunu düşünmcz; "akraba", hatta buna bir de
"lar " e kieyerc k " a kra b a1ar" d er. "Tercume,
·· ··
tercuman,
muhabbet, tccriibe, tedarik, ümit, nezaket, rica" der.
"Peşinden" kelimesini "arkasından" anlamına kuUanır.
Okumuşlanu çoğu da bu durumdadır. Hele okuması yazması
DİL ÜSTÜNE 83
Günümü:ıün Osmarılıeacıları
Öz Türkçeeller arasmda
Ö:ıTürkçeyi benimseyenler arasında da, kullandıkları
kelimelerin asıUarını bilmedikleri, ya da dikkat etmedikleri
84 A
ACAR SI!tR! LEVEND
Bana gelince
Ben dcvrimciyim, öz Türkçe benimsediğim bir ülküdür.
Öz Türkçcciliği, Türkçülüğün ayrılmaz bir gereği sayarım.
DİL ÜSTÜNE 87
)
DİL USTÜNE 97
)
DİL ÜSTÜ!<E 99
)
TÜRK DİLİ VE GENÇ KUŞAKLAR
'
TÜRLÜ YÖNLERİYLE TEVFlK FİKRET
Şairlerle
yazarlar, eserleri ve kişilikleriyle kendi devir-
rini temsil ettikleri oranda edebiyat tarihçisi için önemlidir-
ler. Çağianna vurduklan damga ve arkalannda bıraktıkları
izle, kendi devirlerini aşanlar da vardır. Bunlar, çağlar geç-
tikçe hcykelleşirler. Zamanın, zamanla değişen akımların,
onların kişiliği üzerinde etkisi olamaz. Ali Şir N eva! bu tip
kişilerin başında gelir.
Escrlerinden çok, temsil ettikleri fikir, beniı.nsedikleri
ülkü ve bu uğurda açtıkları savaş hakımından adlannı
unutamayacağıınız kişiler de başka bir kümeye girer. Namık
Kemal'i buna örnek olarak gösterebiliriz.
Yaşadığı devrin sanatına kişiliğiyle yön veren, getirdiği
yeniliklcrle edebiyatın ufkunu genişleten ve devrini yetki
ile temsil eden kişiler de edebiyat tarihinde önemle yer
alır.
Ahlak, karakter, özde ve sözde doğTuluk, tarihl kişilere
başka bir değer kazandırır. "İimiyle limil olmak" sözü,
bu gerçeği belirtmek için söylenmiştir. İşte Tevfik Fikret
bu sonuncu kümeyc girer. Hem edebiyatıınızdaki yeri,
hem de haksızlığa boyun eğmeyen sağlam karakteriyle
bu vasfa hak kazanmıştır.
DIL ÜSTÜNE 141
Onun:
Genel Durum:
Nevai'nin hayatına ve sanatına geçmeden önce, onun
yetiştiği devri ve o devirdeki Türk dili ve edebiyatının
durumunu birkaç cümle ile gözden geçirmekte fayda vardır.
Timur . 1405'de ölünce, büyük Türk İınpaı·atorluğu
birdenbire dağılmaya yüz tutmuştu. Timur'un oğulilanndan
üçü kendi sağlığında ölmüş, yalın?: küçük oğlu Şahruh kal-
ıruştı. Şahruh, kadeşlerinin oğullarıyle çarpışmak zorunda
kalıruş, sonunda Horasan ile Maveraünnehir'i elinde tuta·
bilmişti.
Şalıruh, Horasan'ın
merkezi olan Herat'ı merkez yap-
mış, Maveraünnehir'in merkezi olan Semerkant'ın valiliğini
de oğlu Uluğ Bey'e bırakmıştır.
146 AG.iıı SUU\1 LEVEND
Edebi Durum:
Orta Asya'da Timur'un hakim olduğu ülkelerde edebi
dil Farsça idi. Türk şairleri Farsça kaside ve gazel söyle-
mckle kendilerini tanıtmaya çalışıyorlardı. Saraylarda ve
aydın çevrelerde Farsça yazılmış eserler sürümde idi.
Böyle olmakla birlikte, XIV. yiizyıhn ikinci yanaında
Türkçe yazan şairler de görülmüş ve Çağatayca gelişme
yolunu tutmuştur.
XV. yüzyılın ilk yarısında Sekkaki, Atayi, Enıiri,
Geda)'i, Ahmet, Haydar ve Lutfi ün kazanmış şairler ara-
sındadu. Nevai Lutfi'yi devrin en büyük şairi olarak anar.
Onun bazı gazellerini tahmis etmiştir.
İşte Nevai'nin işlediği dil, bu şairlcrin kullandığı dildir.
Nevai'nin Hayatı:
. ki
K ıç Babadır 1447'dc Şahruh'un ölümü üzerine
ne .. .. • AI"
ortalık karışınca, henüz altı yaşında olan kuçuk oglu ı
Şir'i yanına alarak, Irak'a gitmek üzere kervanla yola
çıkınıştı.r. k.
Beş yıl sonra Ebiilkasım 1452'dc Borasana ha ım
olunca, Kiçkine Balındır oğlu ilc yine Hernt'a döner~~
Ebülkasım'ın hizmetine girmiş, bir aralık Scbzvar cmırı
de olmuştur. ,
Ali Şir bu kez babasıyle birlikte gitmeyerek Hcrat t~
kalmıştı.r. Ebülkasım gerek Ali Şir' e, gere~. s~.t- ka:deşı
olan Mirza Hüseyin (Sultan Hüseyin Baykara) ın ogrcnımlc
rine çok yakın ilgi göstermiş, onlar da bu hevesle Farsça
ve Türkçe şürler söylemeye başlamışlardır. .. .
Ebilikasım 1456'da l\leşhet'e giderken :l'ıiirza Huseyın
ile Ali Şir'i de birlikte götürmüştür. Ebül~ası:m 14~7'~e
Meşhet'te ölünce Mirza Hüseyin :l1erv'e gı~, . Ali Şır
ise Meşhet'te kalarak öğrenimine devam ~t~ştır.
Ebülkasım'ın ölümünden biraz sonra Kıçkine Babadır
da ölünce, Ali Şir'i, Timur sülalesi emirlerinden ~e~yit Ha-
san Erdeşir korumuş, ona baba şefkati gösterınıştır.
Ali Şir babasının ölümünden sonra Herat:a d~ne~e~
Ebu Sait'in hizmetine girmiştiı·. Fakat Ebu Saıt Ali Şır C
bir türlü güvenememiştir. Onun, kendisine karşı ayakl~_nmış
olan Hüseyin Baykara'nın yakın arkadaşı olması, bu guven-
sizliğin başlıca nedenlerindcndir. Hatta AI~ ~~r'~ d~yı~~n
olan şair K!lbili ile Garibi'yi de aynı kuşku ıle oldurtınuştur.
llerat'ta l?arınanıayaeağını anlayan Ali Şir, Semerkant'a
..,itmiş orada öl'trenimine devam etmiştir.
D D
Ali Şir'in Semerkant'ta ne kadar kaldı"gıuı bil ıruyo~uz.
. '
Ancak 1466'da onun llerat'ta olduğu anlaşılıyor. Bu ta~lh~c
La'li sülalesinin Bedalışan ayaklanması olmuştu. Ali Şır
onun üzerine llerat'ta kalmak istemeyerek ikinci kez Sc-
ıuerkant'a gitmiştir. Onun Seyyit Hasan Erdeşir'e yaz~ğı
manzum mektup_hu zamanda kaleme alınmış olsa gerektır.
148 • SlRRI LEVEND
AGAH
gerekir. . ......
Onun yazılanndaki ikinci özellik de, kuvvetlı goruşu,
t'şya ve tabiatta çok kez dikkatten kaçan gizli ~c uçucu
!!Üzc!Jikleri bir anda kavrayışı ve onları kıvrak uslubuyla
"
ustaca canlan dırışıdır · B u goru
.. ··ş _başka yazılarımdail da be-
il. di
lirtti"im gibi- daha çok eşyanın ve tabiatın dışıy1e g ı r.
O d!rinlerc inip maddenin aslım aıılamaya. ç~bş~a~tansa,
'
kcskin bir zeka cilvesi içinde gorup ·· ·· ta dahildiklerımn zev- ~
. varmayı yeg• gorur.
kinc .. .. Bu hal' onun hayatı seven, kcyıc dir
göre rahatça yaşamayı öngören karal.-teriııden gelme .
158 AC.Mı SlR.lU LEVEND
•
Bu özellik onun en çok tasvirlerinde göze çarpar. Bu
tasvirlerde konuya uygun keliıneler, halk deyiınleri, ko- ,
layca hatıra gelmeyen buluşlar özentisiz olarak yer alır.
Onun yazılarında, daha çok renk, çiçek ve koku gibi her
an tazelik veren, iştihayı harekete getiren maddi öğeler
görülür. O, bunu yaparken tekrarlardan hile kaçınmaz.
Refik Halit'in birçok eserlerinde İstanbul özlemi kuv-
vetle yaşar. Bir İstanbul çoçuğu olan ve eski İstanbul'un
konaklarını, yalılannı, gezi yerlerini ve aleıulerini iyi bilen
Refik Halit için bu şaşılacak bir şey değildir.
Refik Halit, edebiyatıınııda realist hikayenin bugün-
kü anlaınıyle ilk örneklerini vermiştir. Refik Halit'in hika-
yelerinde sosyal dava ve tez söz konusu değildir. O, kendi
çevresinde kendi alın yazısını izleyen insanların ve üzerlerin-
de durmadan geçtiğimiz olayların üstündeki perdeyi kal·
dırnuş, hiç bir ayrım yapmadan, onları güzclleştirmeye ya·
da çirkinleştirmeye kalkmadan, olduklan gibi göstermiştir.
Romaniarına gelince, bunlar her şeyden önce birer
hayat romanıdır. Yaşadığıınız ve tanıdığımız hayat ... Refik
Halit, sanatında titiz olmakla birlikte sanat iddiası taşı
maz; belirli bir sanat akımı da gütmez. Sadece zevkine
uyarak, bildiği, gördüğü ve düşündüğü gibi yazar; hiç
bir özentiyc kapılmaz. Refik Halit'in rcpertuvan çok zengin-
dir. Türk toplumunun Tanzimatan sonraki 100 yıllık ha-
yatı, biltün görenek ve gelenekleriyle romanlarında yer
alır. Bu hayat romanları zaman zaman birer mörs romanı
iteliğini de kazanır.
' Ziyn Göknlp ve Tiirk Toplumbilimi için bkz. Agôlı Sırn Levend, "Türk
Sosyolojisine Bir Bnkış", Tü?k Dili dergiıi, 1 niııan 1964, ••rı ISI.
DİL USTÜNE 163
•
170 • SlRRI LEVEND
ACAR
anlayışının, şiire
ve edebiyata getirdiği yeniliğin büyük
rolü vardır. Ondaki dil, sanat anlayışı ve yenilik ise zamanına
göredir. Edebiyat tarilıÇisinin uğradığı güçlük ve eleştirmen
den aynldıi;'l başlıca yön, asıl burada görülür. Elcştirmeıı.
kendi çai;'lnın dil ve sanat anlayışlll1 göz önünde tuttuğu
halde, edebiyat tarihçisi, tarihsel zevkini kullanmak, eseri
ve sanatçıyı kendi çağı içinde değerlendirmek zorundadır.
Edebiyat meraklısı da - eğer ister ve kendisini yetkili
bulursa - tanını:iıış bir sanatçı hakkında bir yazı yazabilir;
bir deneme kaleme alabilir. Yazarın, sanatçının kişiliği ü.ze-
rinde varacağı yargı, o güne değin beslenen kanılara aykırı
da düşebilir. Sağlam kanıtiara dayandıkça, bu sonuç bizi
~ç şaşırbnaz. Kendi düşüncelerimize uymayan bu yeni
- gÖ'rnşünden ötürü onu kınamaya hakkımız yoktur.
Ama, edebiyat tarihinde önemli bir yer yapmış büyük
bir sanatçı hakkında bir yazı kaleme alınır, bu yazıda, asıl
konu bir yana bırakılarak, sanatçının kişiliği sekiz on satır
içinde kesin bir yargı ile hemen inkir ediliverirse, o zaman
iş değişir. Yazann kim olduğu, şimdiye dek kaç eser yaz-
dığı, bu yeteneği nasıl edindiği merak edilir. Bu kanıya han-
gi belgelere dayanarak vardığı sorulur.
Örneğin, ölüm yıldönümünde kendisini andığımız Ah-
met Haşim'i ele alalım. Haşim öleli tam 35 yıl oldu. Bu süre
içinde birkaç kuşak değişti. Zevkler başkalaştı. Yeni sanat
akımlan birbirini izledi. Hele dil, köklü değişmelere uğradı.
Haşim'i inceleyecek bir eleştinnen, bütün bu koşullan
göz önünde tutmakla birli!.:tc, onu kendi çağı ve sanat
anlayışı içinde ele alarak, şiire neler getirdiğini, çağdaşların
dan nasıl ayrıldığını, nerelere ulaştığlll1 göstermek zorunda-
dır. Eğer böyle yapmaz da, lıiç bir kanıt vermeden, hiç bir
örnek göstermeden, Haşim'in kişiliğini inki\r eder ve onu
küçüınserse, hafiflik yapmış olur.
Haşim'i, kendi çağı içinde de eleştirecek noktalar buluna-
bilir. Örneğin, onun dili, çağdaşlannın hepsinin dilinden
175
DİL ÜSTÜNE
Hüseyın· Rahm·
ı
c··urpınar8martl944'dear
dı Toplum hayatmda 25 yı) .. amızdan ayrıl-
ya!a•n bir geçmı'ş" A . ' daha d un denilebilecek kadar
' .... r. ma onun yet"1 t'"· "
verdiği devir çok dah · il ~ ıgı çag ve ilk eserlerini
a ger erdedir O d · d ki
hayatı ise hugun·· b· " · evır c toplum
' ıze, ortaçag masallarmd 1
gibi asılsız ve ;;ı.ıunç
..::ı··
gelir. a yaşatı an hayat
H""useyın. R alun.i, Tanzimat'la · li
Tü.rk romanma başka h" h yem ge şmeye başlayan
ır ava get · · · h"
ulusal hır' k akt k ırımş, yem ır ruh aşılamış
ar cr azandır B •
eserleri Türk • mıştır. u hakınıdan onun
romancılıgmda bir a dı
görebilmek için, Hüseyin Rahmi'den ö şamı~ r. Bu aşamayı
göz gczdirmek gerekir O ' knccki romanlarımı"'a bir
Tür
" . · nun romaneılı • daki ·
ve d egerı ancak böylelikle h lir . gm yerı
T · , c ınış olur.
anzunat tan sonra aelisme e ·· ..
ilk ürünleri arasınd ö., ' Ahy yuz tutan Türk roınanının
a, · nce nıet Mithat'ın
kaydetmeliyiz. Buıılar edebi d " . ronıaıılarmı
alıştırmak için yazıım:ş roma:ıgc~lnıayan, halkı okuruağa
bulunmakla birlikte geneliiki h~ . Ara sın gerçeğin payı
Bu devrin edebi r ' e ırer masal havası içindedir.
lntibah ve Cezmi o~~ veren de Nanıık Kemal'dir. Onun
" . , ronıam, o zamanın de · · -
şaırane bir üslupla kale ah yımıne gore
me nmıştır; romantik bir karak-
DİL ÜSTÜNE 177
ter taşır. Nabizade Nazım ile Sami Paşazade Sczai'nin eserleri,
gerçekçi hikayeye bir geçiştir.
Daha sonraları Servet-i .Fünun edebiyal"tnın romancıları
gelir. Roman tiirü, bunlarla Fransız edebiyatının etkisi
altında yeni bir hız kazanır. Gerçeğin payı daha da artar,
sanat iddiası ön planda yer ahr. Fransız dilinin etkisiyle
üslup hayli değişir. Dil, yeni kavraınları belirtecek yeni
tamiamalar, bileşik isimler ve sıfatlarla süslü bir hal alarak
ağırlaşır. Toplumda işsiz ve zengin bir sınıf yaratma çabası
moda olur. Bu sınıfm hayatı ve serüvenleri roman ve hika-
yeler de başlıca konudur. Bizde olmayan, ama özlemi duyu-
lan yapmacık ve özentili bir "sosyete" hayatı yaratılmak
istenir.
Bu deVTin romanda başlıca temsilcisi olan Haüt Ziya
Uşaklıgil'in Aşk-ı Memnu'u en tipik bir örnek olarak göste-
rilebilir. Romanın kahramanları hiıdendir, ama bize hen-
zemezler. Bizim alıştığımız çevrelerde yaşamazlar; başka
bir hayatın özlemi içindedirler. Halit Ziya'nın daha önce
yazdığı Mai ve Sryah'da tipler daha yerlidir. Bununla bir-
likte romanda tasvir edilen Ahmet Cemil, bizim yazarlarm
hiç birine benzemez. Romancının hayalinde ülküleştiril
ıniştir.
Mehmet Rauf'un Eylül'ündc kahramaıılar yine ycrlidir.
Olaylar da İstanbul'un çok iyi tanıdığımız semtlerinde ge-
çer. Ama serüvenin başlıca kahramanları toplumun adanı
ları değildir. İşsiz, güçsüz, günlerini boş yere öldüren insan-
lardır. Hepsinin ayaklan bu topraklara bastığı halde, kendi-
lt•ri havada ve hayal aleminde yaşarlar. İşleri ve güçleri,
ihtiraslarımn esiri olarak aşk peşinde koşmal-ıır. Bunların
hepsi de romancının hayalinde yaşar ve olgunlaşır.
Hüseyin Cahit'in Hayal !çinde romanındaki genç, Te-
pı•başı halıçesinde gördüğü tatlısu frengi bir ailenin kızına
ıutknndur. Kızla bir kelime hile konuşmadığı halde, bütün
lıııyaliylc ona bağlıdır. Delikanlının işi gücü, kızı görebil-
178
AGAH SIRRI LEVEND
k Hüseyin Rahmi
u) '
u ·
• ıueşrutıyet'ten sonra işieyecek y .
on ar, caulandıcacak yeni tipler buldu z . . eru
dalavereciler hur"olarını k dın 1 . engın ış adaıulan,
. . ' a av aıttak i · h·
gıbı kullanan ahlak düşkünl . al çın ırer tuzak
uçuruma düşen genç kız! .~Tl_· afranga hayata özenerek
lar t 1 h ar, ı tıras1arına .b.-urban olan kadın-
' op umıın aşlıca dedikodu serma .
onun usta kalemi ·le alın yesı olan rezaletler,
devrinin facialan } . s keye çı.b.-tı. Dalıa sonra mütarekc
vurgııncuların' •öl ' .. y.ıyece ekmek bulamayanlar yarunda
canlandı Eg"nr Hç~uz. saRvurg~ğı, hep onun kalemiyle
· • useyın ahmi h ..
!arına konu olacak . ugım yaşasaydı, roman-
hulurdu. yenı olaylar, yaşatılacak hayli tipler
1
MEHMET EMİN YURDAKUL
MEŞRUTiYETTEN SONRA
•
Manzumelerinin estetik değeri ne olursa olsun, Mehmet
Emin Yurdakul, yurt ve ulus dertlerini dile getirerek edebi-
yatımızda muhtaç olduğumuz çığırı açmış, dili ve deyişi
sadeleştirmiş, küçümsenen heec veznine sürüm kazandır
mış, yeni kuşakların bu vezni işlemelerine ortam hazırlamış
bir şairdir. Şiirlerinde, Türk olduğunu gururla haykırarak.
milliyetçilik nlamına önayak olmuş öncülerimizdendir. Bu
özellikleriyle, Mehmet Emin Yurdakul'un edebiyat tari-
mizde ayn ve önemli bir yeri vardır.
•
TÜRK DİLİ ARAŞTIRMALARI
V "d b
Od re aga gı er onu teselli lı
b
gurmış son sözlerini söyleyerek .. ""tlV d
saraya dönerek Qd,.,•~ını '1 k ogu er e ulunur. Öğdülmiş
h ye ça şır.
H »- Ş a onuştuklannı H k ,
akan ona aı·kadaşını da vda · a an a anlatır.
Anıa Öğdülmis evine d"" ~- yalnız hırakmamasılu söyler.
'
aıır. Ağlar, yas tuta
onunce arkadaşının ··ı..
k d
h
o um aberini
H r, ar a aşının meza ·
akan vezirinc baş sağlı <7 dil S nnı zıyaret eder.
vererek yurdu adaleti b~. ~r, o~unda, her ikisi de elele
bu kalıramanlar kendi :r ionc:r. k Hikayelerini özetiediğimiz
da Hakan'a verilen ·····tıa annd a onuşurlar. Bu konuşmalar-
.. . ogu er, evlet ve hük·· k
uzerınde ileri sürülen d.. .. umet avramlan
.. uşunce1er ortaya konul
d unya nimetleri üzerine s·· , an gerçekler,
kcleri hük"" d lık oylenen sözler, bireysel ahlak il-
' um ar vasıfları h· h·
Kutad"u B 1·r 'd h" ' ırer ırer ele alınır.
o ıg e ıreysel ahlak] ilgili"
içmernek kumar 0 . . a olarak, şarap
dedikodu' etmemek ynam~:u-· ikiyüzlülerden kaçınınak,
ilkeler sıralamr. H~~~:rı:ı:ylememek, sabırlı olmak gibi
vasfı olarak da adalet, mer-
DİL ÜSTÜNE 207
•
Elimizde bu konuda üç örnek bulunuyor: Fransızca
Liıtr6, Almanca Deuısclıes Wörıerbüch, İngilizce Tlıe Oxford
English Dicıio,;ary. Bunlardan Littr6, oldukça eskimiş ve söz-
lükteki anlarular tarihsel sıraya göre değil de mantık sırasına
göre diziimiş olduğundan, bunu bir yana bırakırsak, asıl is-
tediğimiz nitelikte Almanca ve İngilizce tarihsel sözlükler
bize örnek olur.
Alınanca sözlüğe 1854'te başlanmıştır. Birinci Dünya
Harbine dek 16 cildi çıkmış ve 196S'te bitmiştir. Kimi cilder
birkaç bölüme ayrılmıştır. Bu sözlüğün 196S'ten beri yeni
baskısı yayımlanmaktadır. 1884'te başlayan İngilizce sözlük
ise 1928'de bitirilmiştir. Şimdi "Oxford İngiliz Sözlüğü"
diye anılır. Esas sözlük 13 ciltdir. Bu İngilizce sözlüğün ha-
zırlanması çalışmalarına 800 bilim adamı katılmış. 10.000'den
çok eser taranmış, 2500 eserden örnek seçilıniş, S milyon
taruk toplanmış, bunlardan 3 buçuk milyonu sözlüğe alın
mıştır.
•
DİL ÜSTÜNE 221
lamışlardır. (Ankara 1966, orta boy, çift sütun, 2_84 s., An:
kara Üniversitesi Basımevi.) Bu sözlük hem yeıu hem eski
20.000 kelimeyi kapsamaktadır. Bu sözlüğün yayııulandığı
günlerde, Ankara'yı resmi olarak ziyaret cdon İran. Şahı,
yazarları Cuıulıurbaşkanlığı Köşkü'nde kah~l .e~ş . ve
Fars diline yaptıkları bu hizmetten ötürü kendilcrıne iltifat-
larda bulunmuşlardır. Yazarların, bu sözlüğün karşılığı
olarak Türkçeden Farsçaya bir sözlük daha hazırladıklarını
söylemeleri üzerine, Şah Hazretleri, bu sözlüğün Talıran'da
basılmasını uygun bulmuşlardır. Bu iltifat üzerine, Talıran'
claki B ünyad-ı Ferhcng- i İran adlı bilim kurulu, bu ilk Türk-
çe- Farsça Sözlük'ü bastırarak 1971 yılı sonunda yayını.la
ınıştır.
Yazarlar, Türkçe Sözlük'ü temel kaynak olarak almışlar,
bibliyografyada gösterilen sözlüklerde~ de geniş ölçüde
yararlanııuşlardır. 25.000 kelimenin gerçek ve mecaz anlamla-
rını veren ve çeşitli bilim terinılerini açıklayan ve öz Türkçe
kclimclere yeni Farsça karşılıklar bulan bu sözlük, Türkçe-
elen Farsçaya yapılacak çeviriler için temel kaynak olacaktır.
Aynca, Türkiye'deki üniversitelerle yüksekokullarda
bulunan binlerce İranlı öğrencinin de en büyük ihtiyacını
karşılayacaktır.
Biliyoruz ki, Arapçaıun Farsça üzerinde de biiyük et-
kisi olmuştur. İmıılılar da Arap dilinden yığın yığın kelime-
ler almışlar, diledikleri ve uygun bulduklan anlamda _ı..-uı
lanmışlardır. Ancak Tiirk dilinin Arapçadan aldıkları kelime-
lcre verdikleri anlaıula, İraıılıların verdikleri anlam arasında
çok büyük ayrımlar vardır. Bizde herhangi bir anlamı belirten
Arapça bir kelime, Farsçada büsbütün ters ve başka anlam-
da kullanılmaktadır.
İşte, biri Türk biri lranlı olan iki arkadaşın yıllarla
baş başa vererek büyük emeklerle hazırladıklan bu sözlüğün
bir önemi de, her iki dilde bulunan Arapça kelimeler arasın
daki anlam değişikliğini bize göstenııiş olmasıdır.
226 AG1Jı SIRRI LEVEND
•
SANATSEVER, SANATÇI VE ELEŞTİRl'ı:IEN
. .
ZEVK, SANAT VE MODA
Encümen-i Daniş:
Tiirk Derneği :
Meşrutiyet'in ilanından hemen birkaç ay sonra 1908
(12 aralık l324)'de kıırulan bu derneğin başlıca amacı:
''Osmanlı Türkçesini bütün Osmanlılar arasında konuşulan
milli bir dil" haline getirmek üzere sadelcştiı·mcyc. ç~lış~a~
Lı. y anbş temellere dayandığı için, kurucuların ı~ nıyctı,
derneği yaşatmaya yetmedi. Üyeler ar~.sınd~ . ~ilc amacı
türlü yönlerden ele alanlar vardı. Çevre, Türk diliııı_n sadeleş
Lirilmesi yolunda herhangi bir toplu çalışmayı benımseyccek
durumda değildi. Demek hemen "tasfiyecilik"lc damgala~~ı.
Oysa bütün Tanzimat boyunca, tanınıruş yazarlar, dilin
sadelcşmesi gereğini türlü yönlerden savunınuşlardı. De-
mek ki ortam henüz hazırlanınaınıştı.
Sonradan "Türk Derneğiıün ilıyası"na girişildi. "Türk
Derneği Umumi Katibi Celal Sahiı:" imzasıyle 1913 (19
mayıs 1329)'de yayımlanan bildiride: "Derneği zaman .z~
man zaman daldığı derin uykusundan uyundırmak ıçın
olan teşebbüsler {ayda vermemişti." denildikten sonra,
tüzüğiin değiştirildiği bildirilınckte, derneğe katılanlara,
"uk mahabbeti göstermekten ziyade, bir ~ubcde. çalışara~
derneğin ilmi tetkiklerine yardım ~~zifesinı ta~_mil etmek
gerektiği kaydedilmektedir. Bu dcgışme, derncgın t~plumda
uyandırdığı tepkiden ileri gelnıiş, dernek, sadelcş~ırm~d~.n
vaz «cçerek, salt "Türk ınedeniycti" ile uğraşncak bır kül~ur
kur:mu niteliğini almıştır. Oysa, iki yıl önce kurulan T urk
Ocağı aynı amaçla çalışmaya ~o~muştu. Böylece dernek,
hiç bir ihtiyacı karşılayamadıgı ıçın kapandı.
Yeni Muhitii'l-Maarif:
1900 yılında Mulıutü'l-Maarif adıyle bir ansi~lo~e~i
hazırlıihna airişilıniş ve ancak bir cildi çıkarılabilmıştı.
Bu a:siklo;ediyi hazırlayan kurulun başıııd~ Emrullah
Efendi vardı. Emrullah Efendi, Türk Derneğı kurucuları
262 ACAH Silini LEVEND
Türk Ocaklan:
Türk Ocağı'nın kuruluşu da yine aynı yılda, 1911 (ll
mayıs 1327)'dedir. Bu kurum, hemen tutunup hızla yayıldı.
Çünkü Türk ulusunun varlığı söz konusu olmaktaydı.
Dava kuru ve soyut bir sorun değildi. Acı gerçeklerden doğan
canlı ve zorlayıcı bir ilıtiyaçtı. Gençler önayak oldu. Bu
ülküyü besleyen tanınmış kişiler başa geçti. İttihat ve Te-
rakki hükümeti de destekleyince, hızla gelişti. Ocaklar,
kültür hayatımızda, toplantıları, konuşmaları ve konferans-
lanyle büyük bir boşluğu doldurdu. Türkçülüğün yayıl
masında büyük bir rol oynadı. İhtiyaç devam ettiği sürece
yaşadı.
DİL ÜSTÜNE 263
Halkevlı,:ri :
Halkevleri büyük bir ihtiyacı karşılamak üzere Cunılıu
riyet devrinde 1932'de kuruldu. Halkı ve gençliği bir çatı
altında toplayarak, onların boş saatlarını değerlendirmek,
Atatüı·k devrimlerini halk tabakaianna yaymak, halkev-
lerinin başlıca amacı idi. Halkevlerinin bu yoldaki hizmeti
ve rolü büyük oldu. Sık sık yapılan toplantılar ve törenlcr;
verilen konferanslar, konserler ve temsiller, bir yandan
memlekctte sosyal ve kültürel hayatın gelişmesine önayak
olurken, öte yandan, türlü kollarda çalışan gençler diledikleri
alanda yetişiyorlar, vücutlarııu ve kafalarını işleterek yete-
neklerini artınyorlardı.
Bütün halkevlerini beklenen yolda çalıştığı elbet söyle-
nemez. Ancak inanmış ve davayı benimsemiş kişilerin iş
başına geldiği halkcvleri, zengin kitaplıkları ve çevreyi incele-
leyip tanıtan dergileriyle, hemen birer kültür merkezi halini
alıyordu. Halkevlerinde çalışan gençler arasında müzi1.-ıe,
sporda ve temsilde birer uzman olarak yetişenler çoktur.
Kültür tarihimiz lıalkevlerini de bir aşama olarak kay-
dedecektir.
Tarih Kurumu:
Bu kurumun meydana gelişi, tutumu, çalışması, geliş
mesi ve bu güııkii durumu, iddiamızın en canlı bir örneğidir.
Kurum, Meşrutiyet'in ikinci yılında "Tarih-i Osmani En-
cümeni" adıyle kuruldu. Girişime katılanlar, 1909 (14 ekim
1325)'da padişahın iradesini de alarak devletin ilgisini sağ
ladılar. Abdurrahman Şeref başkan olarak seçildi. Tari-
hin bizde en yaygm bir konu oluşu, tarihle uğraşanların -kişi
sel düşüııceleri ve inançları ne olursa olsun- kolayca aula-
şılıp birleşmeleri işin yürümesini sağladı. Kurumun adı,
elbet - hem de Farsça tamlama ile- "Tarih-i Osmani En-
cümeni" olacaktı. O tarihlerde kimse "Türk Tarihi Encü-
264 A
ACAR SIRRI LEVEND
BİLEŞİK ESASLAR
KUME EOEBİYATLARI
Birleştirici bu esaslar dışında, bu üç çevreyi asıl birbi-
rinden ayıran, göriiş ve anlayıştır. Birinci çevrede yetişen
aydınlar, kendilerini halktan ayırmışlar, tekkclerde yetişen
tarikat şeyhleri ise, düşüncelerini ve inançlarını yaymak
için halka yaklaşmaya çalışmışlardır. Bunun içindir ki,
iskolastik medrese eğitiminin ve Fars edebiyatının etkisi
altında, dil, deyiş, sanat, nıh ve karakter bakımından ayn
olarak gelişen birinci küme edebiyatını "divan edebiyatı",
ötekileri ise "halk edebiyatı" ve "tasavvufi halk edebiyatı"
deyimiyle birbirinden ayınyoruz.
274 AGAH SIRRI LEVEND
Halk Edebiyatı
HALK EDEBİYATI VE FOLKLOR
llALK HIKAYELERİ
TEKKE ŞllRl
Tasavvufi halk edebiyatının en canlı ürünleri, ıı ıl
bunların dışında, tekkclerde okunmak üzere yazılmış ılıl
h iler ve nefeslerle, nutuklar ve devriyelerdir.
İlıihilcr: Asıl heee vezniyle ve dörtlüklerle yıızılıı
Türlü makamlarda çeşitli usullerle bestelenip tekk4• l ı·ıı lı
okunan ilahilerde tasavvuf ncşvcsi hakimdir. "Yüce varJ ıJ, ,
" yarat ılış" , " rah metkapısı" , "kercm d· enızı
. .,, "b'ırl'k
ı şııı·n ı ıı .
•
DiL ÜSTÜNE 289
'
ESKl ESERLERiMiZDEN HANGiLERİNİ
GENÇLERE TANITABlLlRlZ?
II
•
BlLlM VE SANAT ADAMININ ÇİLESl
DEVRİMLER VE ÖNDERLER
Sayfa
V
ÖNSOZ . . . . . . ... . . .........•......... .. .•.. .. •.•........
Dil SORUN LARI ÜSTÜNE
"Dile Müdahele" ve "Tabii Tekamül" .... . ..... .. ... · .. . · · · ..• 1
Uydurma Nedir! Uydurmacılık Neye Derler! . ............ · · · · s
Yabancı Kelimeler Salgını .................. . .. · · .. · · · · .. · · · · ·
10
Hangisini Kullanalım! ..................... .. .. · · · · · · · · · · · · · · 14
Gazete Dilindeki Gelişmelere Bir Bakış ... .... ... · · · .. · · · · · · · · 17
Baba Oğlu Neden Anlamaz! ........... . .. ... . .......... · ... .. 24
Dil Üzerine Türlü Sorunlar ...... . .. • .... ..... . . · · · · · · · · · · · · · 27
Türk Dil Kurumu'nu n Suçu ........ . . ... . ... . . .. · · . · · · · · · · • · · 32
öz Tür kçeyi Onlar d a Kullanıyor . .. . .. . .. . ... ... .. · . .... · .. · · 36
YeniLisan - Yeni Dil ........... .. . . ....... · .. .. · . · ...... · · · 40
Toplumu n Hizmetinde Dil ....... . . . .. . .. . .. . • . . • · . • · · · · · · · · · 46
Anadiline Sayg• .............. . ......... . . ..... ... . . · ·. · • · · · · so
Akademi Üzerine ........... •. .... •. . • . . . . · . · · · · · · · · · · · · · · · · ss
S9
Dilbilgisi Gereksiz midir! .............. .. · · · .... · · · · · · · · .. · ·
63
Öz Türkçe Nedir! .............. ..... · .. · · • · · • · · · · · · · · · · · · · ·
Türkçeyi Bozanlar ........... . .......... · · . .... · · · · · · · · · · · · 68
öz Türkçeyi Yadırgayanlar .............. · .. · · · · · · · · · · · · · · · 73
Türk Dilinin Başına Gelenler ..............• ·. · · · · · · · · · .. · · · · ·
78
ö z Türkçe - Osmanlıca Kırması Türkçe ... . ..... • · · • · · • · · · · · · · 85
Havas Dili - Avam Dili ............... . ..... ... · ·. · · · · · · · · · · 92
Türk Dil inde Her Kavramın Karşılığı Vardır . . . .. · · · · · · · · · · · · · · · 95
Dili mizi Zengi nleştl rmck Için ...... ... .... .. · . · · · · · · · · · · · · · · · ·
98
Türklüğü Ho r Gör enler ve Türk Dili ne ihanet Edenler .. · · · · . · · · 101
106
A nadilim izin Kaynağı .. . ..... . .. . . · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · • · · · ·
Osmanlıca M erakı nı n Gülünçlüğü . .... .. . · · · .. · .. · · · · · · · · • · · · ·
110
11 5
Türk Dili ve Genç Kuşaklar ......... · .. · · · · · · · • · · · · · · · · • · · · · ·
342 ACAB SDUU LEVEND
Sayfa
EDEBiYATÇILAR YE EDEBI ESERLER ÜSTÜNE
Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın Yeni Yayımlanan Iki Romanı . . . . . . . . . 123
Türlü Yönleriyle Tevfik Flkret . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 140
Ali Şir Neva1 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 145
Refik Halit Karay ........... .. o • • • • • • • • o • • • • • • • o . . . . . . . . . . . . 155
Ziya Gökalp ve Türk Dili ... o • • • • • • • • • • • • • • • o • • • • • • • • • o • • • • • o 160
Ahmet H"'! m ................... o o • • o • • • • • o o • • o . . . . . . . . . . . . 172
Hüseyin Rahmi Gürpınar . o • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • o o . . . . . 176
Mehmet Emin Yurdakul . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 183