Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 17

Online Satış  Arama ARA

Anasayfa / Birikim / Birikim Sayı 107 - Mart 1998 / Bir Tepeden Reform Denemesi: Çiftçiyi Topraklandırma Kanununun Hikâyesi

Bir Tepeden Reform Denemesi: Çiftçiyi Topraklandırma Kanununun Hikâyesi Diğer Yazılar
M. Asım Karaömerlioğlu
Ömer Laçiner
Türkiye’de Tek Parti dönemindeki toprak reformu atılımının arkasındaki nedenler ve  Körfez Krizi Üzerine
konunun hangi saiklerle gündeme getirildiği belki de erken Cumhuriyet tarihinin en
çetrefil, açıklanması en güç konularının başında gelir. Şevket Süreyya Aydemir 1968 yılında
K. Kerim Özkonur
üzerinden yıllar geçmesine rağmen İnönü dönemindeki toprak reformu atılımının
 Susurluk Raporu: Artık Hafiyelik
nedenlerinin hâlâ anlaşılamadığını yazar.1 Niyazi Berkes ise geçenlerde yayımlanan
Değil Siyaset
anılarında toprak reformu için büyük bir “kör döğüşü” nitelemesini kullanmaktadır.2
Bugün bile 1930’lar ortalarında başlayan ve 1945 yılındaki Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu
(ÇTK) ile doruk noktasına ulaşan toprak reformu düşüncesinin hangi saiklerle gündeme Ömer Çelik
getirildiğini tam anlamıyla kavrayabilmiş değiliz.3 Oysa bu konu geçmişte ve günümüzde  Herkesin İdeolojisi, Herkesin
Tek Parti döneminin en çok tartışmaya yol açmış olanlarından bir tanesidir. Üstelik Resmî İdeolojisi, Herkesin
Cumhuriyet tarihinde siyasal sonuçları itibariyle önemli gelişmelere sebep olmuş, Otoriterliği
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) içinde ve dışında derin çatlaklar yaratmış ve nihayet bu
çatlaklar nedeniyle çok partili hayata geçişe önemli bir itki sağlamıştır.4 Dahası, toprak
reformu meselesi Tek Parti rejiminin doğasını yerli yerine oturtabilmemiz için de kritik bir Taner Akçam
konu teşkil etmektedir.  Tarihimizi Tabulaştırma Nedenleri
ve Sonuçları
Toprak reformu konusu yeterince açıklığa kavuşmamış olmasına karşın, üzerine çok şey
yazılıp, çok şey söylenmiştir. Reformun hangi iktisadî saiklerle gündeme geldiği, Türkiye
tarımının ve köylülüğünün nesnel koşulları, bir toprak reformunun ne getirdiği, ya da Levent Tezcan
getirebileceği çokca tartışıldı. Oysa Tek Parti yönetiminin hangi zihniyet ve siyasî Modern Devlet ve Yönetim Teknolojisi
gerekçelerle bir toprak reformu hedeflediği, üzerinde çok daha az durulan, ancak
dönemin başat ideolojik ve siyasî niteliğini anlamamıza çok önemli ipuçları da verebilecek
Can Dündar
bir konudur. Bu yazıda amaçlanan böylesi bir bakış açısıyla konuya bakmak ve bu yolla
Devletin Sırdaşları
Türkiye’de toprak reformu konusunun daha uygun bir tarihsel ve teorik zeminde
tartışılmasına, karınca kararınca katkıda bulunmaktır.

Levent Kavas
Doğaldır ki, böylesine belirsiz bir zemin üzerinde çok değişik ve zaman zaman birbirleriyle
Yurttaşlarımın “En Samimi İdeolojisi“
çelişen açıklamalar yapılagelmiştir. Tek Parti rejiminin neden bir toprak reformunu
Üzerine, “Resmiyetten“ Uzak Bir
gündeme getirdiğine ilişkin en yaygın ve popüler açıklama sol-Kemalistlerinkidir. Özellikle
Yoklama
Doğan Avcıoğlu’nun yetkin bir şekilde ortaya koyduğu üzere, toprak reformu CHP içindeki
sol ve radikal kanadın büyük toprak ağalarına karşı küçük ve yoksul köylülüğün iktisadî
durumunu düzeltme, bu yolla onları yanına alma girişimidir.5 Bu girişimin başarısızlığı ise Bülent Diken
bu sol ve radikal olduğu farzedilen grubun parti içinde ve dışındaki ağa, tüccar ve esnafın İdeolojik Fanteziler: “İçimizdeki Faşizm“
desteklediği toplumsal güçler karşısındaki güçsüzlüğüyle açıklanır. Bir başka açıklama
dönemin siyasetçilerinden Adnan Menderes, iktisatçılarından Ömer Celâl Sarç, ve son
yazdıklarıyla Niyazi Berkes’e aittir. Onlara göre ÇTK Nazi Almanya’sındaki kırsal mobilitenin Levent Köker
önünü tıkayan Erbhof yasasının kopye edilmesinden ibaretti.6 Bu niteliğiyle de “gerici” bir Resmî İdeoloji ve Türkiye'de
atılımdı. İktisat tarihçilerimizden Şevket Pamuk ve Çağlar Keyder’e göre ise ÇTK iktisadî Demokratikleşememe Sorunu
olmaktan çok siyasî kaygılarla hazırlanmış bir kanundu. Amacı yeni beliren ve içerisinde
çok sayıda büyük toprak sahibinin yer aldığı muhalefeti köşeye sıkıştırmaktı. Onlara göre
İlker Özdemir
kanunun altında iktisadî bir hedef yoktu çünkü o dönemde yoksul köylülüğün en çok
 Popüler Kültür(ler) Üzerine
gereksinim duyduğu şey toprak değil, çekim hayvanlarıydı.7 Kendi deyimleriyle
“topraksızlık yoksulluktan kaynaklanıyordu; yoksulluk topraksızlıktan değil.”8 Pamuk ve
Keyder, Avcıoğlu gibi, ÇTK’yı radikal bir atılım olarak değerlendirmişler, ancak kanunun
Rıdvan Akar
“Tek Parti döneminin genel siyasal doğrultusuna ters” düştüğünü de vurgulamışlardır.9  İyi Türk, Kriminal Azınlık
Son olarak, bazı araştırmacılar toprak reformunu sanayiye artık aktarmak isteyen ve bunu
orta köylülükle ittifak içinde ve onların üretkenliğini arttırarak pazarlanabilir tarımsal ürün
fazlası elde etmekle ilişkilendirmişlerdir.10 Bu açıklamaların ayrıntılı bir şekilde Suavi Aydın
incelenmesi her biri ayrı bir çalışmayı gerektireceğinden burada hedeflenen toprak Devlet Geleneği Söylemi Üzerine Not
reformu düşüncesinin altındaki gerçek saikleri belirlemek ve böylece yukarıdaki açıklama
denemeleri için de bazı ipuçları elde etmeye çalışmaktır.
Ender Özkahraman

REFORMUN TARİHSEL ARKA PLANI Kazın Ayağı

Ülkemizde neden bir toprak reformu düşüncesinin gündeme geldiğini analitik olarak
araştırmadan önce 1920’lerden 1945’e toprak reformuyla ilgili bazı gelişmeleri çok kısaca
hatırlamakta fayda var. Türkiye’de böyle bir reformun siyasal elitin gündemine girmesi
başka birçok ülkeye göre son derece geç bir tarihe rastlar. Genel olarak toprak meseleleri
Birinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında dünyanın çeşitli yerlerinde, örneğin bazı Balkan
ülkelerinde, gerek aydınlar arasında, gerek devlet politikaları bağlamında önemlice bir yer
işgal etmişti. Bizde ise durum farklıydı. Ömer Lütfi Barkan gibi bir iktisat tarihçimiz, 1943
gibi geç bir tarihte, toprak meseleleri “memleketimizde tatbikat sahası şöyle dursun, sadece
fikir ve mesele halinde ve nazari planda dahi umumi efkârda ve ilim adamlarımızın
çalışmalarında kendilerine layık olan mevkileri işgal edememiş” diye yazıyordu. Ona göre bu
durum, “Türkiye’de bu neviden davalara yol açaçak bir toprak meselesinin mevcut olmadığı
zannını”11 doğuracak boyutlardaydı. Barkan biraz abartılı da olsa bir gerçeğe parmak
basıyordu: 1930’ların ortalarına kadar bu tür konular Kemalist elitlerin gerçek anlamda
gündemine girmedi. 1945’teki ÇTK’ya kadarki gelişim çok kısa olarak şöyle tezahür etti:
1920’lerin başında genellikle güncel, pratik nedenlerle ya da muhacirlere toprak bulma
kaygısıyla bir miktar toprak dağıtıldı.12 1929 Haziran’ında hükümet bir kanun çıkararak
“Şark vilayetlerinden Garba nakledilen kimselerin arazisini, köylü, aşiret efradı, göçebe ve
muhacirlere vermeye” selâhiyetli hale getirildi.13 İnönü 1929 sonlarında bir yandan
köylülere toprak dağıtmak istediklerini söyleyip, öte yandan “büyük çiftlik işletmekte olan
gayret ve servet sahiplerine dokunmak şöyle dursun, aksine olarak bunların da iyi çalıştıklarını
ve kazandıklarını görmekten memnun oluruz” diye de ekliyordu.14 1930 yılında pek de
başarılı olamayacak bir Arazi Tevzi Kararnamesi çıkarılarak devlet arazilerinin bir
bölümünün dağıtılması hedeflendi.15 Köylüye toprak dağıtılmasıyla ilgili tartışmalar esas
olarak 1934 yılından sonra ivme kazandı.16 Bu yılın Haziran’ında kabul edilen “İskân Birikim Sayı 107 - Mart 1998
Kanunu” ile devlet Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları bölgelerden Batı’ya göç ettirilen ve
Batı’dan o bölgelere giden muhacirlere toprak dağıtmayı taahhüt etti.17 Bu kanun
gerektiğinde devletin bazı toprakları kamulaştırabilmesinin de önünü açması anlamında
önemli bir ilk belge gibiydi. İlk zamanlarda Kürt meselesinin çözümü bağlamında
gündeme gelen bu toprak dağıtımı işi bu tarihten sonra, ileride tartışacağımız çeşitli
nedenlerle, ülke çapında planlanmaya başlandı.18 1936 sonlarından itibaren bu konuda
çalışmalar hızlandırıldı.19 Aynı yılın Kasım’ında Atatürk bir yandan “Her Türk çiftçi ailesinin,
geçineceği ve çalışacağı toprağa malik olması, behemahal lazımdır. Vatanın sağlam temeli ve
imarı bu esastadır.” diyor, diğer yandan da “bundan fazla olarak, büyük araziyi modern
vasıtalarla işletip vatana fazla istihsal temin edilmesini teşvik etmek” istediklerini
söylüyordu.20 1936 Aralık ayında Başvekil İnönü ülke ziraatinin iktisadî buhran yaşadığını,
“1937’den itibaren ziraatımızı ve çiftçilerimizi kalkındırmak için mühim paralar tahsis”
edileceğini müjdeliyordu.21 1937 ilkbaharında gündeme gelen Anayasa değişiklikleri
görüşmelerinde de bu konu merkezî bir yer işgal etti. Çiftçilerimizi “bu memleket için
hayırlı ve aktif bir eleman yapmak” ve onlardan “büyük bir menfaat” elde etmek için
“ötekinin, berikinin toprağında çalışmaktan kurtarmalı; kendisini kendi topraklarına hakim
kılmalıyız” ilkesi gündeme alındı.22 Bu konudaki belki de en önemli sinyal 1937 Kasım’ında
Atatürk’ün Meclisi açış konuşmasındaydı: “Bir defa, memlekette topraksız çiftçi
bırakılmamalıdır. Bundan daha önemli olanı ise, bir çiftçi ailesini geçindirebilen toprağın, hiç
bir sebep ve suretle, bölünemez bir mahiyet almasıdır.”23 Onun bu konuşması bir dönüm
noktası teşkil etti.24

Toprak meselesiyle ilgili tartışmalar hükümetin işleri yavaştan alması ve İkinci Dünya
Savaşının başlamasıyla büyük ölçüde bir kenara bırakıldı. Savaşın hemen ertesinde
hükümet Çiftçiye Toprak Dağıtılması ve Çiftçi Ocakları Kurulması Hakkındaki Kanun
Tasarısı adıyla bir kanun tasarı gündeme getirdi. İlgili geçici komisyonun “Çiftçi
Ocakları”yla ilgili bölümü çıkarmasından sonra kanun Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu
(ÇTK) adıyla 1945 ilkbaharında kanunlaştı.

Bu noktada bir parantez açıp “Çiftçi Ocakları” konusu üzerinde biraz durmak gerekir.
Çünkü bu konu toprak reformu düşüncesinin ana karakteristiklerini anlamak için iyi bir
örnek. “Çiftçi Ocakları” köylerde oluşturulmak istenen yeni bir mülkiyet yapısı olarak
ÇTK’yı öndeleyen ilk taslakta merkezî önemi haiz bir konuydu. Bu ad altında amaçlanan
30-500 dönüm arasında “müstakil çiftçi ailelerinin yaratılması, çoğaltılması, devam ettirilmesi
ve toprağın parçalanmaması gayesiyle” kırlarda yeni bir kurumsallaşmaya gidilmesiydi.25
“Çiftçi Ocakları” adı altındaki topraklar için bölünememezlik ve yirmi beş yıldan önce
satılamamazlık kaydı düşülüyordu. Bu topraklar yalnız bir kişinin malı olabilecek, aile reisi
öldüğünde de miras olarak ailede yalnız bir kişiye bırakılabilecekti. Ailenin bakıma muhtaç
olmayan diğer fertleri toprağın bırakıldığı kişiyi zor duruma düşürmeden bu kişi
tarafından maddi olarak telafi edileceklerdi. Bu toprak hiçbir şekilde haczolunamayacak
ve ipotek edilemeyecekti. İşlenmeyen topraklar derhal ocak reisinin elinden alınacak,
ailedeki başka bir şahsa devredilecekti. Bu tür topraklarda her ne olursa olsun ortakçı
kullanılmayacaktı.26

“Çiftçi Ocakları” üç amacı gerçekleştirmeye çalışıyordu: birincisi toprağın giderek


bölünmesini önlemek, ikincisi bu statüdeki toprakları bir “meta” olmaktan çıkarmak, yani
alınıp satılmasını, ipotek edilmesini, sık sık el değiştirmesini vs. önleyerek aslında pazar
ilişkilerinin dışına çıkarmak, üçüncüsü “ziraatte köklü, emeği ve mülküyle rahatça geçinen
çiftçi ailelerinin iktisadî bir varlık olarak sürüp gitmesini sağlamak gibi sosyal ve ulusal
düşünceleri” gerçekleştirmek.27

“Çiftçi Ocakları” çıkarılarak kanunlaşan ÇTK’nın en genelde hedefi topraksız ve az topraklı


köylülere toprak vermek, kredi ve tarımsal araçlar gibi köylünün üretim için gereksindiği
bazı önemli vasıtaları sağlamak,28 toprakların belli bir büyüklüğün üstüne çıkmasını ve
altına inmesini engellemek, ve son olarak toprağın sürekli kullanımını garanti altına
almaktı.29 Dağıtılacak topraklar öncelikle devlet arazileri ve köylerde bulunan kamu
arazileri ve göl, bataklık gibi yerlerin kurutulmasından elde edilecek topraklardı.30
Bunların yetmediği yerlerde özel toprakların da kamulaştırılıp dağıtılacağı öngörülmüştü.
Genel olarak 5000, toprağın dar olduğu bölgelerde 2000 dönümden fazla topraklar
kanuna göre özel kişilerin ellerinden alınabilecekti. Gerçi kanun verimli işletilen
toprakların bunun dışında kalabileceğine dair bazı esnek kısımlar da ihtiva etmekteydi.31
Kanunun en çok tartışma yaratan kısmı son anda eklenen ünlü 17. madde oldu. Bu
maddeye göre topraksız ya da az topraklı işçiler, ortakçılar ve kiracılar çok kolay bir şekilde
işledikleri toprağın sahibi olabiliyorlardı. Toprakları dağıtılanlar kendi seçtikleri yerde
dağıtılmaya esas tutulan miktarın üç katı kadarını alacaklar, gerisi onu işleyenlere
dağıtılacaktı. Türkiye gibi ortakçılığın yoğun olarak yaşandığı bir ülkede bu maddeyle,
tabiî istenirse, birçok büyük arazi sahibinin topraklarına el koymak mümkün olabilirdi.

Kanun TBMM’de yoğun tartışmalar yarattı. Özellikle Adnan Menderes, Emin Sazak, Cavit
Oral gibi başını büyük toprak sahiplerinin çektiği bir grup kanun tasarısına sert muhalefet
etti. Muhalefetin başını ise Menderes çekiyordu. Ona göre Türkiye’de toprak kıtlığı diye bir
sorun yoktu, istenirse ekilebilinir topraklar Türkiye’de üç katına kadar çıkartılabilinirdi.
Sorun “köylünün malının ucuza gitmesi ve ihtiyacını pahalıya alması”ydı.32 Menderes’e
göre çiftçilerin en büyük ihtiyaçları gerekli araç gereçlerle donatılması, kredilerin
arttırılması ve tarımda bilimsel yöntemlerin kullanılmasıydı.33 Menderes başka ilginç bir
eleştiri daha getiriyordu ki, bu tasarının ilk biçimindeki “‘çiftçi ocağı’ ile ilgili hükümlerin,
Hitler’in nasyonal sosyalist rejiminin toprak iskân kanunu olan Erbhof kanunundan hemen
aynen iktibas olunmuş”34 olduğu iddiasıydı. Bu konuyu ileride ele alacağımız için şimdilik
şunu söylemekle yetinelim ÇTK gerçi Millet Meclisinden çıktı çıkmasına ama 17. madde
dahil “sorun” teşkil eden maddeler pratikte hiç uygulanmadı. Zaten kanunun çıkmasından
kısa bir süre sonra, 1948’de, İnönü kanuna başından beri itiraz eden bir büyük toprak
ağası Cavit Oral’ı Tarım Bakanlığına getirdi.35 İnönü aynı yıl kendisinin gündeme getirdiği
ÇTK için bir “ekstremite” ve “Memleketin zirai ve sosyal hayatını zedeleyecek” birşey
diyordu.36

NEDEN TOPRAK REFORMU?


I. Topraksız Köylü Sorunu?
Türkiye’de 1930’larda başlayıp 1945’te doruk noktasına ulaşan toprak reformu atılımıyla
ilgili ilk ve en önemli saptama, konunun iktisadî değil, daha çok siyasî, sosyal ve ideolojik
saiklerle ilgili olduğudur.37 Aslına bakılırsa sadece Türkiye’de değil, reformun gündeme
geldiği birçok yerde de durum aşağı yukarı aynıdır.38 Bir de unutmamak gerekir ki, siyasal
ve ideolojik düzeylerin iktisadî düzeyin önünde tutulması iki savaş arası dönemde birçok
siyasal rejimin karakteristiğiydi. Yine de Türkiye’de iktisadi boyuta öncelik veren
açıklamalar yapılagelmiştir. Toprak reformu tartışmaları bağlamında köylülerin toprak
sahibi yapılmasının onların daha şevkle çalışacakları, dolayısıyla üretkenliğin artacağı,
bunun da sanayi mallarına olan talebi arttırarak genel olarak ekonominin büyümesine yol
açacağı gibi düşünceler ileri sürmek mümkündür ve öyle de olmuştur. Gerçi bu
beklentilere karşın toprak reformuna sahne olmuş birçok ülkede emek hareketlerinin
kısıtlanması ve köylülerin ilk elde kendi geçimlik ihtiyaçlarını pazarlara mal göndermenin
önüne koyduğu da görülmüştür.39 Bütün bunlara benzer açıklamalara rağmen, dikkatle
bakıldığında, bu tür argümanların Türkiye’de de konunun özüne ikincil kaldıkları görülür.
Bunun bir nedeni bizzat dönemin elitlerinin bu konuda iktisadî hedeflerin daha az önemli
olduğunu düşünmeleridir. Bir diğer neden ise bu elitlerin toprak reformunun büyük bir
iktisadî gelişme getireceğine olan kuşkulu yaklaşımlarıdır.40 Dolayısıyla hem niyet hem de
getirisi açısından iktisadî saikler toprak reformu düşüncesinde merkezî ve kritik bir önemi
haiz değildir.

Toprak reformu düşüncesinin altında yatan en önemli nedenlerin başında 1930’lardan


itibaren Türkiye’de topraksız ve az topraklı köylü sayısının artması ve bu gelişmenin
getireceği düşünülen siyasî ve toplumsal sorunlar gelir. Peki gerçekten o dönemde
Türkiye’de bu kadar kaygıya yol açacak bir toprak meselesi var mıydı? Belki daha uygun ve
bizim için burada daha anlamlı bir soru şudur: Türkiye tarımının nesnel koşulları bir yana,
ülkeyi yönetenler böyle bir sorun olduğunu düşünüyorlar mıydı?
Ülkemizde uzunca bir süredir topraksız ya da az topraklı büyük bir köylü kitlesi olmadığı
iddia edilegelmiştir.41 Örneğin ÇTK’ya Adnan Menderes’in muhalefetinin gerekçelerinden
birisi bu yöndedir.42 Benzer bir iddiaya örnek olması açısından tarihçi Haim Gerber’in ileri
sürdükleri ilginçtir. Ona göre Türkiye’de 20. yüzyılda bile toprak düzeni hiç değişmeden 16.
yüzyılın “eşitlikçi” yapısını korumuş, bu yüzden ülkede topraksız köylü sorunu
olmamıştır.43 Ayrıca Gerber Türkiye’de toprak ağalığının ve yarı-feodal kurumların da
etkili olmadığını, ortakçılık, yarıcılık gibi emek biçimlerinin de önemsenmeyecek düzeyde
bulunduğunu iddia etmiştir.44 Türkiye’de köylü başkası için çalışacağına ekime açılmamış
topraklar bulup bunları işletmeyi tercih etmektedir.45 Gerber kırsal Türkiye’nin bu
özelliklerinin “kapitalist bir sistemde küçük üretimin ve geleneksel köy cemaatının kapitalist
şehirlere karşı yok olmasını zorunlu gören iddiayla açıkça çelişmesine” güzel bir örnek olarak
düşünür.46

Maalesef dönemin tarımsal yapısını net olarak ortaya koyabilmek veri kıtlığı nedeniyle bir
hayli güçtür. Veri kıtlığı sadece bu konuda değil, genel olarak ülkemizde iktisat
tarihçilerinin elini kolunu bağlayan bir faktör. Toprak reformunun olası nedenlerini ve
ulaşmak istediği hedefler açısından potansiyel etkilerini anlayabilmek için, örneğin,
Türkiye’de o dönemdeki toprak dağılımının biçimini, bir başka deyişle, kırsal nüfusun ne
kadarının topraksız olduğunu tespit edebilmek gerekir. Ayrıca çekim hayvanlarının ne
şekilde dağıldığını bilmek de en az toprak dağılımı kadar önemlidir. Maalesef elimizde bu
konularda somut veriler yoktur. Dönemin iktisat tarihçilerinden Barkan olsun, günümüz
tarihçileri olsun, bu konularda güvenilir veri olmadığından şikayet etmişlerdir.47

Güvenilir istatistiki bilgilerin yokluğunda dönemin yönetici sınıfının Türkiye tarımı ve


köylülüğü hakkında ne düşündüğü son derece önem kazanmaktadır. Çünkü muhtemelen
onların elinde de konuya ilişkin gerçek veriler yoktu, ancak yine de belirli öngörüler,
gözlemler ve sayılar mevcuttu, ki bunlar üzerinden projeler geliştirdiklerini biliyoruz.
Dolayısıyla onların tahayyül ettikleri somut durumu bilmemiz, bu durum üzerinden
geliştirdiklerini iddia ettikleri projelerini de anlamamızı sağlayacaktır. Hattâ, daha da ileri
giderek belki şu da söylenebilir: Onların ne tür veri ve saiklerle ilerledikleri, toprak
reformunu ve ÇTK’yı anlamamız için gerçek somut verilerden bizim için bu noktada daha
önemlidir. O nedenle bu konunun üzerinde tartıştığımız dönemde nasıl algılandığını
bilmemiz son derece önemlidir.

Yönetici sınıfın büyük bir bölümü için Türkiye’de büyük bir topraksız ve az topraklı köylü
kitlesi mevcuttu ve onlara göre bu gerçek önemli bir sorun teşkil etmekteydi. Çarpıcı bir
örnek olması açısından İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın 1934 Haziran’ında söyledikleri
ilginçtir:

“Bugün memleketin beş milyon nüfusu başkalarının toprağında çalışmaktadır. Bu suretle


toprakla uğraşanlar ancak kara ekmek yiyebilecek haldedirler. Türk köylüsü Türk’ün efendisidir
demek âdeta süsten ibaret kalıyor. Bazı vilayetlerin yarısından fazlasında köylü başkalarının
elinde olan topraklarda çalışmaktadır... Memleketin içinde başkalarının toprağında çalışan
binlerce halk vardır. Bunları topraklandırmak Türk’ün ve toprağın efendisi yapmak bizim en
birinci borcumuzdur.”48

Benzer bir yaklaşım 1937 ilkbaharında Anayasa değişiklikleri bağlamında da vurgulanır:

“On sekiz milyon Türkün on beş milyonu çiftçidir. Bu on beş milyonun birçoğu kendi toprağında
çalışmaz. Çiftçiyi, Türk çiftçisini, toprak sahibi yapmak demek, Türk çiftçisini yani Türkün
ekseriyeti aimesini kendi ekonomik mukadderatına sahib kılarak bu memleket için hayırlı ve
aktif bir eleman yapmak demektir.”49

Bu ve buna benzer sayısız beyanatlardan anlaşılıyor ki Türkiye yönetici sınıfı bir toprak
sorunu olduğunu düşünmekteydi. 1920’-30’lardaki çeşitli yayınlarda da benzer yönde
bulgular mevcuttu. 1933’te Türkiye tarımı hakkında bir kitap yazan Sovyet araştırmacı P.M.
Zhukovsky 1920’ler sonunda ailelerin yüzde 5’inin toprakların yüzde 65’ine sahip
olduğunu yazıyordu.50 İsmail Hüsrev Tökin 1934’te “yakın bir atide büyük toprak
mülkiyetinin fevkalâde ittisa ve geniş bir mülkiyetsizler kitlesinin eskilere inzımam edeceğini”
belirtiyordu.51 Barkan 1946’da ülkede bir toprak meselesinin olmadığı düşüncesinin
büyük bir yanılsama olduğunu söylüyordu.52 1950 başlarında, yani bir miktar toprağın
dağıtılmasının ardından bile, köylü ailelerin yüzde 37.9’u toplam işlenen toprakların yüzde
81.4’ünü elinde tutuyordu. Toplam çiftçi ailelerin binde 8’ini oluşturan 700 dekardan
büyük arazi mülkü olanlar işlenebilir toprakların yüzde 19.6’sına sahip idiler.53 Yakın
dönemde yapılan çalışmalar da bu gerçeğe parmak basmaktadırlar. Örneğin Yahya
Tezel’in hesabına göre, 1950 başlarında Türkiye’de köylülerin en az yüzde 20’si
topraksızdı.54 Batı Anadolu’da yüzde 21, Akdeniz bölgesinde ise yüzde 33 civarında
topraksız köylü mevcuttu. Akdeniz bölgesindeki ortakçıların yüzde 20 olduğu
düşünüldüğünde bu önemli tarım bölgesinde köylü nüfusun yaklaşık yüzde 55’i topraksız
ya da az topraklı kategorisine giriyordu.55 Bütün bu bilgiler Türkiye’de ciddi bir topraksız
ve az topraklı köylü olduğunu telkin etmesine rağmen, biz burada nesnel koşulların bu
yönde olduğunda ısrarlı olmayacağız. Çünkü bizim için burada önemli olan, bütün bu
bulgular yanlış ya da abartılı dahi olsa, ki mümkündür, en azından yönetici sınıfın
kafasında memlekette önemli bir topraksızlık meselesi olduğudur.

Peki, topraksızlık neden büyük bir sorun olarak algılanıyordu? Yukarıda da belirtildiği
üzere topraksızlık ekonomik rasyonellerden çok siyasî ve içtimaî bir sorun olarak
görülüyordu. Öncelikle, Türk siyasal eliti için topraksız köylü demek potansiyel bir
huzursuzluk kaynağı demekti. Bunda da oldukça haklı olduklarını düşünmek gerekir.
Özellikle Birinci Dünya Savaşından sonra birçok yerde, örneğin Doğu Avrupa’da, topraksız
köylüler büyük toprakları fiilen işgal etmişler; bu ülkeler, biraz da mecburiyetten, toprak
reformları yapmak zorunda kalmışlardı.56 Aslına bakılırsa, Barkan’ın da işaret ettiği gibi,
20. yüzyılda ciddi ihtilâlci başkaldırılar sanayi toplumlarından çok, büyük toprak
huzursuzlukları yaşayan memleketlerde tezahür et(miş)ti.57 Rusya’da 1917 Bolşevik
Devrimi’nde toprağa susamış köylülerin rolü hâlâ taze bir anı olarak herkesin
zihinlerindeydi.58 Dolayısıyla topraksız köylüler sosyal devrimlerin itici gücü
olabiliyorlardı. Bu düşünce ve korku hiç kuşkusuz Türk yönetici elitinin de hafızasında
önemli bir yer işgal ediyordu. “Yurtta içtimaî sulh ve sukûn” için topraksız ve az topraklı
köylülere toprak dağıtmanın ne denli önemli olduğunun sürekli altı çiziliyordu.59

II. İdeolojik Formasyonun Etkisi


Topraksız köylülerin neden büyük bir sorun olarak algılandığı ve bir toprak reformunun
bu bağlamda ne anlama geldiğini tam olarak yerli yerine oturtabilmemiz için Türkiye’de
yönetici sınıfın 1930’lu yıllardaki ideolojik formasyonunu, ve bunun biçimlendirdiği
düşünsel dünyayı anlayabilmemiz son derece önemli. Türkiye’de incelediğimiz dönemde
aşağıdan bir köylü hareketi olmadığı için böyle bir gereksinim çok daha hayatî oluyor.
Bunu yapabilmek için de köycülük ideolojisini bilmekte büyük fayda var.60 Cumhuriyet
dönemi tarihçilerimiz, çok azı dışında, bu önemli ideolojiye eğilmemişlerdir.61 Genellikle
Tek Parti dönemi söz konusu olduğu zaman sanayileşme herkesin tereddütsüz kabul
ettiği bir olgu olarak algılanır.62 Tek Parti dönemi ideolojisi olan Kemalizm bir
“modernleşme” hareketidir ve böyle olunca da sanayileşmenin bu genel hedefin en
önemli bileşeni olduğu düşünülür. Oysa 1930’lu yıllarda yaşanılanlar ve döneminin
elitlerinin düşünsel dünyası bu yaklaşıma da kuşkuyla bakmamızı gerektiriyor. İktisat
Vekili Celal Bayar 1936 Mart’ında “Türkiye bir tarım ülkesi mi yoksa bir sanayi ülkesi mi
olsun” gibi bir konuda birçok kişinin, ve bu arada devlet ileri gelenlerinin, tereddütleri
olduğunu vurguluyordu.63 Bir yanda köycü ideolojinin savunucularından Nusret Kemal
Köymen gibi devletin köycü politikalara daha fazla önem vermesi gerektiğini, öte yanda
kontrollü bir devletçiliği savunanlar hükümetin devletçiliğe ve sanayileşmeye yeterli ilgi ve
önemi göstermediğini yazıyorlardı.64 Yani ortada ne oturmuş, istikrârlı devlet politikaları
mevcuttu ne de aydınlar arasında ülkenin bu çok önemli konusu etrafında bir uzlaşma
vardı. Ortalığa bir belirsizlik ve eklektisizmin hakim olduğu söylenebilir daha çok.

Bu belirsiz ve eklektik tutumu daha 1920’li yıllardan itibaren gözlemleyebilmemiz


mümkündür. İlginç bir şekilde Cumhuriyet hükümetlerinin ilk on dördünün programında
sanayileşme üzerine kayda değer bir şeyler bulmak mümkün değildir.65 Sanayileşme
karşıtı tutum açısından CHP genel sekreteri olan Esendal’ın 1946 yılı gibi geç bir dönemde
bile “sanayiin ve sanayi medeniyetinin düşmanı” biri olarak tanınması anlamlıdır.66
Benzer şekilde Reşit Galip gibi 1920-30’larda CHP içinde ve hükümette çok önemli
görevlerde bulunmuş bir kişi “köycülüğü” ile meşhurdu.67 Hal böyle iken Tek Parti
döneminde sanayileşmeci bir perspektifin başatlığını sorgusuz sualsiz kabul etmek biraz
zor görünüyor.68

Aslında belki de başat olan köycülük ideolojisinin beslediği bir muhafazakârlıktı


Türkiye’de. Özellikle 1932 sonrasında birçok kitap ve dergide köycü perspektifler görmek
mümkündür.69 Elbette herkes kendisini köycü diye nitelendirmiyordu, ama
nitelemeyenlerin önemli bir bölümünün birçok konuda köycülere yakın düşündüğünü
biliyoruz. CHP önde gelenlerinin hepsi kelimenin tam anlamıyla köycü olmasalar da
onların muhafazakâr dünya tahayyülleri köycü ideolojiyle büyük ölçüde beslenmiş ve iç
içe geçmişti. Bu gerçeği dönemin ileri gelenlerinin yazılarında, örneğin, CHP elitlerinin
çıkardıkları Ülkü dergisinde gözlemlemek mümkündür.70

Köycü ideolojinin en karakteristik ögesi şehirlere, şehirleşmeye karşı oluşuydu. Şehirler ve


şehir medeniyeti her türlü sorunun ana nedeniydi.71 Örneğin 1930’ların Büyük Buhran’ı
şehirlerde başgöstermiş, ama faturasını köylülere kesmişti.72 Şehirler kozmopolitizmi, işçi
isyanlarını, işsizliği, grevleri, köksüzlüğü ve buna benzer olumsuz nitelikleri
simgelemekteydi köycüler için.73 Üstüne üstlük şehir medeniyeti köylerin sömürüsü
üzerine yükseliyordu. Bir başka deyişle köylerin bugünkü geri kalmışlığının altında yatan
neden şehirlerin ve şehirlilerin, özellikle de şehirli aydınların, eseriydi.74

Köycüler sanayileşmeye de kuşkuyla bakıyorlardı. Sanayileşmenin getirdiği toplumsal


sorunlardan ve sınıflardan korkmuş, özellikle ülkede işçi sınıfının gelişiminin önlenmesini
vurgulamışlardı. İşçi sınıfı, köylülerin tersine, dinamik ve enternasyonalist olması75
nedeniyle toplumsal isyanlara ve devrimlere daha meyyal bir sınıftı ve bu nitelikleriyle
dönemin milliyetçi düşüncesinin de en az alıcısı gibi gözükmekteydi.76 Köylüler ise küçük
mülkiyet demekti. Amerikan ve Sovyet tipi büyük üretim ise işçi sınıfı ve her türlü
toplumsal sorunla eşanlamlıydı. Gerçi birçokları sanayi olmasın demiyordu ama
sanayileşme yaşanmadan sanayi kurulmalıydı.77 Böyle bir sanayi “köycü” bir sanayi
olmalı, devlet tarafından ve şehirlerin dışında kurulmalıydı. Bütün bunlardan çıkardıkları
en önemli pratik sonuç ise köylülerin şehirlere göçmesinin önünün alınması, onların
köylerine bağlanmasının gerekliliğiydi.78

Toprak reformu düşüncesinin arkasında köycü ideolojinin bu aslî iki ögesini, yani
sehirleşme ve proleterleşmeye şüpheyle bakmayı, açık seçik görmek mümkündür.
Köylüye toprak dağıtma düşüncesinin arkasında yatan topraksızlaşan köylülerin şehirlere
göçmesinden ve proleterleşmesinden korkulmasıydı.79 Şehirleri Avrupa ve Amerika’daki
gibi devasa siyasî ve toplumsal sorunların merkezî haline gelmemiş, sınıfsal
farklılaşmaların olabildiğince artmamış olduğu bir Türkiye özleniyordu. Köylülere toprak
dağıtılması şehirleşmeye ve proleterleşmeye, yani Batılı tipte bir sanayileşmeye karşı bir
sigorta işlevi görebilecekti.

Proleterleşme korkusuyla bağlantılı bir diğer amaç da ortakçılık, yarıcılık gibi emek
formlarının ortadan kaldırılmasıydı. Bu amaç çiftçilere toprak dağıtılmasının da en önde
gelen gerekçelerinden birisi olarak gösterilmiştir. İsmail Hüsrev Tökin gibi bu konuya
oldukça kafa yormuş, ancak köycülüğe ilgisi olmayan birisi için ortakçılık gerici bir üretim
ilişkisiydi çünkü ortakçılık ucuz emek demekti, ucuz emek ise teknolojik gerilik. Çiftçiler
tarımda makineleşmeye yatırım yapacaklarına bol ve ucuz olan ortakçılık müessesini
kullanmayı tercih ediyorlardı.80 İkincisi ortakçılık üreticilerin haketmedikleri düzeyde
sömürülmesini beraberinde getiriyordu.81 CHP önde gelenleri de bunlara benzer şeyler
söylüyorlardı ortakçılık konusunda.82 Ama onlar için konunun can alıcı noktası
ortakçılığın proleterliğe benzemesiydi. Ortakçılığın evrileceği biçim giderek kırlarda işçi
sınıfı benzeri topraksız ve salt emeğiyle geçinen insanların oluşmasını gündeme
getirebilecekti ki bu gelişim sakınılması gereken bir gerçeklikti. Köycülüğün genel
özelliklerinden birisi olan proleterleşmeye karşı önlem almak ile ilgiliydi daha çok, onların
ortakçılık konusundaki kaygıları.

Proleterleşme korkusuyla doğrudan bağlantılı bir diğer korku da komünizmdi elbette.


Toprak reformu proleterleşmenin altyapısını önleyeceği oranda komünist düşüncenin de
gelişiminin önünü alacaktı. Bir toprak reformuyla küçük ve orta büyüklükte mülk sahibi
bir köylü sınıfı yaratmak muhafazakâr bir mülkiyet tutkunluğuyla hem proleterleşmeye
hem de komünizme karşı bir panzehir olarak düşünülüyordu.83 Bu noktada toprak
reformu düşüncesiyle köycü ideolojinin bir diğer ögesinin örtüştüğünü görürüz.
Köycülere göre köylülerin en önemli meziyetlerinden birisi muhafazakâr olmalarıydı.
“Köylerin muhafazakârlığı içtimaî salgınlara, yanlış yapılan büyük ölçüde işlerin felaketli
neticelere varmasına karşı en büyük sigortayı teşkil etmektedir.”84 Bir yazarımızın “‘Türk
inkılâbı’na içsel olan muhafazakâr damardır” tespiti doğruysa, köycülere göre bu damarın
kanı köylülerden geliyordu.85

Proleterleşme ve komünizme karşı köycülükten esinlenen bu tür bir yaklaşımı CHP önde
gelenlerinin çeşitli konuşma ve yazılarında, örneğin Genel Sekreter Recep Peker’de
görmek mümkündür.86 Eski araştırmacı ve siyasetçi M. Goloğlu’nun Mecliste Çiftçiyi
Topraklandırma Kanunu tartışmalarında “konuyu gerçek yörüngesine oturtan” kişi olarak
nitelediği Peker bu konuda şöyle diyordu:87

“Çiftçi yeter toprağa sahip edilmezse ... savaş sonunda azgın seller gibi her yana akacak olan
ideolojilerin nereden geldiği belli olmayan zehirli etkileri, toplumu, ulusal yapıyı içinden
kaynatır ve toplum hayatını kökünden rahatsız eder. Eğer.. Çiftçi ve Toprak işi.. düzenlenirse
toplumu hiç bir rüzgâr sarsamaz.”88

Bu yaklaşımın toprak reformu bağlamında müspet bir nitelik olarak algılanması konunun
yakın zamana kadar savunulagelmesinden bellidir. 1960’lar ve sonrasında yoğun olarak
toprak reformu üzerine çalışmış Reşat Aktan “İktisadî hürriyetine sahip çiftçilerden
müteşekkil topluluklar zararlı ve tehlikeli ideolojilere mukavim, köklü ve istikrârlı bir toplum
yaratacaktır. Bu bakımdan toprak reformu komünizm tehlikesine karşı en müessir bir önleyici
tedbir mahiyetine haizdir” demektedir.89 Benzer şekilde 1980 askerî darbesi sonrası bu
konuda bir kitap hazırlayan dönemin Danışma Meclisi üyelerinden M. Pamak toprak
dağılımındaki adaletsizliklerin “Kötü niyetli, yabancı ideoloji uşağı Marxist Komünistlerin
istismar edeceği bol miktarda malzeme” sağlayacağını; böyle bir toplumun “her türlü sosyal
ve siyasî patlamalara hazır” olacağını vurgulamaktadır.90 Toprak reformunun
proleterleşmeye ve komünizme karşı bir panzehir olarak görülmesi bu konunun genel
olarak sol ya da radikal politikalarla ilişkilendirilmesinin geçersizliğini de göstermektedir.
Bu konuda Tek Parti elitlerinin kaygılarına paralellik arzetmesi açısından 1945 sonrası
Amerikan hükümet politikaları ilginç bir örnektir. Amerikalı uzmanlarca Soğuk Savaş
yıllarında “Üçüncü Dünya” daki gerilla hareketlerine ve sosyalist cereyanlara karşı toprak
reformu en etkili önlem olarak önerilmiştir.91 Ancak hal ve niyet böyle olmasına rağmen,
Amerika’da da, Türkiye’de de, toprak reformu savunanlar sık sık komünistlikle
suçlanabilmişlerdir.92

III. Toprak Reformu ve Kitlelerin Kazanılması


Sorunu
Toprak reformuyla hedeflenen bir diğer önemli amaç ise kitlelerin daha fazla rejime
kazanılmasıydı. Hiçbir inkılâp kitleleri kendisine kazanmadan ayakta kalamazdı ve
Türkiye’de kitleler demek köylüler demekti. Bu noktada da köycü ideolojinin etkisi
hissediliyordu. Köycüler Türk milletinin en güzel karakterlerinin özünün köylerde
olduğunu düşünüyorlardı.93 Ancak zaman içinde köylerin geri kalması ve diğer etkenler
nedeniyle köylüler bugün yeterli ilgiyi göstermiyorlardı milliyetçi ideolojiye. Hattâ
Türkiye’de öyle köyler vardı ki aslen Türk olmalarına rağmen Türkçe’yi bile zaman içinde
unutmuşlardı.94 Bu yüzden köycülere düşen en önemli görevlerden birisi de köylüleri
aslına döndürmek, yani köylüyü milliyetçi ideolojiye, bir başka deyişle dönemin siyasal
rejimine kazandırmaktı. Gerçi bunun kolay bir iş olmadığı da biliniyordu çünkü Şevket
Süreyya’nın deyimiyle “bütün inkılaplarda, yeni rejimin değişiklik emirlerine en geç ve en güç
boyun eğen köydü.”95 Bir toprak reformuyla köylülere toprak vermek yoksul ve orta
köylülüğün kaderini Kemalist rejimin kaderine bağlayabilecekti.96 Üstelik 1930 Serbest
Fırka deneyinin de gösterdiği gibi Kemalist rejimin kitle desteğine ihtiyacı vardı. Köycülük
ideolojisinin 1930’lar ortalarından itibaren gelişmesiyle toprak reformu düşüncesinin
yaygınlaşması kuşkusuz kitleleri rejime kazanma atılımlarının çeşitli yönlerinden birisiydi.

Kitlelerin rejime kazanılması 1930’lar ve sonrasında hiçbir yerde ülkenin Doğu ve


Güneydoğu’sunda olduğu kadar hayatî bir önem arzetmiyordu. Rejimin önde gelenlerinin
kafasında toprak reformunun en büyük getirilerinden birisi kendilerini Kürt olarak gören
önemlice bir nüfusun rejime kazanılmasıydı. Aslına bakılırsa toprak reformu düşüncesi
1930’lar başlarında büyük bir ihtimalle bu meselenin çözümü bağlamında gündeme
geldi.97 Genel kanı bir toprak reformuyla Kürt meselesine kalıcı bir çözüm sağlamaktı.
Toprak refomuyla Kürt meselesi arasındaki ilişkiyi en esaslı ve yetkin bir şekilde dönemin
özgün dergisi Kadro’da bulmak mümkündür.98 Kadro’nun genel ideolojisi değilse bile bu
konuda dile getirdiği görüşler rejimin önde gelenleri tarafından da paylaşılıyordu.99

Tek Parti dönemi hükümetlerinin “en çetin, fakat hiç de verimli bir sonuç alınamayan
davası” kabul edilen “Doğu illeri” sorunu100 millî/etnik değil, sınıfsal bir sorun olarak
algılanıyordu. Kaynağı da feodal ilişkilerdeydi.101 Toprak reformu ile Kürt
derebeylerinden toprağın alınıp köylülere verilmesi o bölgedeki feodal ilişkileri çözecek;
“Kürtçülük” gibi akımların böylece iktisadî ve sosyal altyapısı kurutulmuş olacaktı.

Bu beklenti toprak reformunun altında yatan en kritik meselelerden birisi olmasına


rağmen ülkemizde maalesef hak ettiği bir şekilde tartışılmamıştır. Bunun nedenlerinden
birisi Kürtlerle ilgili konuların en azından yakın zamana kadar bir tabu haline getirilmiş
olması, bir diğeri ise toprak reformuna yönelik çalışmaların çoğunun konunun bu tür
veçhelerinden çok iktisadî boyutuna gereğinden fazla ağırlık atfetmeleridir.

Oysa toprak reformu projesinde bu konu önemli bir yer tutar. Türkiye’de ne zaman “Doğu
ve Güneydoğu” için bir şeyler yapılmak istense toprak reformu konusu gündeme
gelmiştir. Bu durum ilginç bir şekilde 1937’de de, 1997’de de geçerli bir yaklaşım
olabilmiştir.102 Toprak reformu meselesi 1997 Ağustos’unda dahi Türkiye’de tartışma
gündemine gelmiş, Başbakan Yardımcısı Bülent Ecevit gibi önde gelen siyasetçi ve devlet
adamları “olağanüstü bölgenin” sorunlarının toprak reformuyla çözülebileceğini iddia
etmişlerdir.103

Gerek Kadro gerekse de CHP önde gelenlerinin konuyu ortaya koyuşları Kürtlerin yoğun
olarak yaşadığı bölgelerdeki sorunların temelinde oradaki feodal ilişkilerin yattığı
yönündeydi. Kadro’nun toprak meseleleriyle ilgili yazılarını yazan İsmail H. Tökin konuyu
1933 yılında net bir şekilde şöyle koymaktaydı:
“Şark vilayetlerinde derebeyliğin kül halinde tasfiyesi ve toprağın bilâ bedel köylüye tevzii, milli
bütünlüğün temini bakımından bilhassa zaruridir. Orada bilhassa kürtçe konuşan sahalarda
için için kaynayan gayri milli hareketlerin, irticaî cereyanların gıda aldığı içtimaî zümreler,
köylüsü ile beraber geniş topraklara tesahüp etmiş beylerdir. Toprağın köylüye doğrudan
doğruya tevzii demek, Bey ismini taşıyan irtica kaynağı bir sınıfın ve bu sınıfla beraber kürt
meselesinin kökünden tasfiyesi demektir.”104

Benzer bir şekilde Şevket Süreyya toprak meselesiyle Kürt meselesi arasında doğrudan bir
ilişki görüyordu:

“Şarkın diğer bir temel davası olan Kürtleşmek, Türkleşmek mücadeleleri de gene öylece sürdü,
gitti. Nerede küçük toprak mülkiyeti beliriyorsa, orada halk sırtını hükümete dayamak istiyor ve
orada, idare mektep ve dolayısıyle Türkçe yerleşiyordu. Nerede Ağa ve Şeyh galip gelirse, orada
köy ve toprak Ağanın kontrolüne geçiyor, oradan mektep ve idare çıkarılarak, beyin hükmü
geçiyor ve Kürtçe, halkın dili oluyordu.”105

Toprak reformunun gerçekten bu meseleyi çözüp çözemeyeceği, ya da eğer başlı başına


bir reform yapılabilseydi bölgedeki sorunların ne kadarının çözülebileceği oldukça
tartışmalı bir konudur. Bizi burada ilgilendiren hem devlet politikalarının hem de
Kadrocuların toprak reformu ile bu sorunu birbiriyle çok âlâkalı görmeleridir. Toprak
reformunun bu boyutu, ne yazık ki şimdiye kadar, üzerinde yeterince durulmamış bir
konudur.

GENEL BİR DEĞERLENDİRME DENEMESİ


Bu yazıda Tek Parti döneminin toprak reformu atılımlarının hangi siyasî ve ideolojik
saiklerle gündeme geldiği ve yürütüldüğüne, bir başka deyişle, konunun düşünsel arka
planına, merkezî bir yer verildi. Çünkü Türkiye’de toprak reformu söz konusu olduğunda
dikkatler böylesi bir arka plandan çok ÇTK ve kanunun önerildiği 1945 yılındaki siyasal
gelişmelere odaklanmıştır. Biz ise, öncelikle dönemin düşünsel dünyasını, yani
köycülükten büyük ölçüde esinlenmiş bir muhafazakârlığı, anlamak gerektiğini
vurguladık. Çünkü Türkiye’de toprak reformu düşüncesi 1930’lar ortalarından itibaren
gündeme geldi, İkinci Dünya Savaşı sırasında sadece rafa kaldırıldi106 ve savaş bittiğinde
yeniden ortaya atılıp, Meclis’in önüne kanunlaşması için getirildi. Dolayısıyla 1945 yılındaki
politik manevralardan bir ölçüde yalıtarak konuya bakabilmek gerekiyor.

Ülkemizde toprak reformunun amaçları radikal değil, muhafazakârdı. Köylülerin


köylerinde tutulması, mülkiyet duyguları beslenmiş bir kitlenin rejime kazandırılması,
toprak dağıtılarak her türlü potansiyel sol ve radikal hareketin önünün alınması, devlet
erkânının kentleşmemiş ve farklılaşmamış bir toplumsal doku içinde ayrıcalıklarının
kolayca sürdürülmesi gibi kaygılar Türkiye’de hep ön planda tutuldu.

Türkiye yönetici elitinin bu konumlanışına en güzel örneği “Çiftçi Ocakları”yla ilgili


maddede görmek mümkündü. Ocakların ayrıntıları yukarıda verildiğinden burada sadece
şunu not etmek gerekir ki, bu kurumsallaşmayla hedeflenen toplumsal mobiliteyi
dondurma ya da sınırlama, gelecekteki olası bir kentlere göç dalgasının önünün alınması
gibi gayelerdi. Nitekim Adnan Menderes’in o günlerde yaptığı eleştiriler bu nokta
üzerinde haklı olarak durur. Ona göre “köylüyü belli arazi birimlerine tesbit etmek,
toplumsal hareketini sınırlamak, gerici bir istekti.”107 Ocaklar Türkiye tarımında
muhafazakâr, durgun ve köycü bir toplumsal doku yaratmanın manivelaları olacaklardı.
Bütün bu amaçlar göz önüne alındığında “Çiftçi Ocaklarının” yukarıda tartıştığımız köycü
ideolojinin en temel özelliklerini yansıttığı aşikârdır. “Çiftçi Ocakları” son anda tasarıdan
çıkarılmış bile olsa, Tek Parti rejiminin önde gelenlerinin zihniyet dünyasını ve toprak
reformu bağlamındaki niyetlerini anlamak için hiç kuşkusuz önemlidir.

Toprak reformu düşüncesinin radikal değil, muhafazakâr nitelikli bir altyapısı olması
bağlamında iki Dünya Savaşı arası dönemdeki diğer muhafazakâr köycü hareketlerle
benzeşmesine de bu nedenle şaşmamak gerekir. Bu açıdan Nazi Almanya’sının
muhafazakâr içerikli tarım politikası iyi bir örnektir. Nitekim Türkiye’de geçmişte ve bugün
Nazilerin köylülüğe yönelik söylemleri ve pratikleriyle ülkemizdekiler arasında ciddi
paralellikler olduğu vurgulanmıştır.108 1933 Eylül’ünde Nazi Almanya’sında gündeme
gelen Erbhof adlı kanunla “Çiftçi Ocakları” arasında son derece büyük benzerlikler bulmak
mümkündür. Bu kanuna göre çiftliklerin belirli büyükler içinde olması ve toprağın
bölünememesi esas alınıyordu. Erbhof olacak topraklar alınıp, satılamayacak, ipotek
edilemeyecekti. Amaç toprağın bölünememesiydi ve bu niyetle miras konularında ailedeki
en büyük erkek çocuğa imtiyaz tanıyan hukuki bir düzenleme de yapıldı.109 Böylelikle en
azından köylülüğün bir bölümüne sürekli ve yeterli bir zenginlik sağlamak
amaçlanıyordu.110 Görüldüğü gibi “Çiftçi Ocakları” ile Erbhof topraklar arasında
Menderes ve Berkes’in “Çiftçi Ocaklarının” Nazi Almanya’sından kopya edildiği şeklindeki
eleştirilerini haklı çıkaracak ölçüde benzerlikler vardı.111 Kopya edilip edilmemesinden
daha da ilginci, bizce iki ülke arasında köycü ideolojilerin çeşitli benzer noktalarının
bulunmasıydı.112 Bunu söylemek arada önemli farklar olduğunu göz ardı etmek değildir.
Örneğin, Almanya’da köycülük temel olarak Blut und Boden denilen ırkçı bir ideolojiyle
ilişkilendirilmişti ki, bazı örnekler bulunmakla beraber,113 Türkiye örneğinde ırkçılık,
köycülük düşüncesinde temel bir önemi haiz değildi. Ancak benzerlikler de oldukça
fazlaydı. Naziler de, en azından söylemsel düzeyde, köylülüğe son derece önemli bir yer
verdiler.114 Köylülük, örneğin Hitler’in tabiriyle, “başımızı ağrıtan toplumsal hastalıklara
karşı en iyi sigortayı” sağlıyordu.115 Benzer şekilde, Nazi resmî belgelerinde köylüler
“Alman devletinin köşetaşları,” ve Alman halkının en sağlıklı fiziksel ve ruhanî özelliklerinin
en kuvvetli taşıyıcıları olarak karakterize ediliyordu.116 Köycülükleri anti-şehir ve anti-
sanayi bir söylem ihtiva ediyordu. Nazilere göre çiftçilerin en büyük iki düşmanı Amerikan
tarzı büyük işletmeleri gözeten liberal kapitalizm ile Rusya’nın köylünün geçimlik
ekonomisini yıkan Marksist Bolşevizmiydi.117

Bugünden bakıldığında başka amaçlar için savunulabilecek Tek Parti dönemi toprak
dağıtma atılımlarının solculuk, ilericilik ya da radikallik adına sahiplenilmesi biraz ironiktir.
ÇTK’nın radikalliği son anda eklenen ve ortakçı ve tarım işçilerine dağıtılmak üzere büyük
toprak sahiplerinin topraklarına el konulabilmesinin önünü açan 17. maddeye dayanır.
Oysa biliyoruz ki yukarıda da alıntılandığı üzere rejimin önde gelenleri ne zaman toprak
dağıtacaklarını söyleseler, bunu yaparken özel kişilerin mağdur olmayacaklarını eklemeyi
unutmazlardı.118 Amaçları muhtemelen devlet toprakları gibi “kamusal” arazilerin
dağıtımıyla sınırlıydı. Son anda 17. maddenin ilave edilmesi aslında o günün politik
manevralarıyla ilgiliydi, yoksa reformun 1930’lar ortasından itibaren geliştirilen özgün
düşüncesinde radikalizm yoktu. Nitekim bunun içindir ki kanun tasarısı ilk sunulduğunda
“Çiftçiye Toprak Dağıtılması ve Çiftçi Ocakları Kurulması” adını taşıyordu. Yinelemek
gerekirse, orijinal tasarı “Çiftçi Ocaklı” tasarıydı. Yani bu noktada ilk vurgulanması gereken
aslında “Çiftçi Ocakları”nda somutlanan muhafazakâr kaygıların 1930’lardan 1945’e toprak
reformu düşüncesinin özünü belirlediği, 1945 meydana gelen konjonktürel gelişmelerin
konuyu gerçek yörüngesinden biraz saptırdığıdır. Örneğin Barkan gibi toprak dağıtımını
hararetle savunan bir iktisatçı “Ocakların” tasarıdan çıkmasının ardından konunun bütün
önemini ve özgünlüğünü yitirdiğini, ÇTK’nın “hakiki ve tam bir toprak kanunu olmak
vasıflarını büsbütün kaybettiğini” düşünüyordu.119 Barkan gibiler için toprak reformunun
öncelikli hedefleri devletin güçlendirilmesiydi. Barkan “Çiftçi Ocakları” sisteminin
kendisinin hep idealize ettiği Osmanlı mirî toprak düzeninde bulunduğunu, bu sistem
içinde “kendi vasıtalarıyla kendi tarlası üzerinde çalışan müstakil köylü işletmesi(nin)
imparatorluk için çok verimli bir vergi mevzuu” olduğunu ileri sürüyordu.120 “Her tarafta
hazır ve nazır ve her şeye kadir bir devlet”121 hem toprak reformunu ve onun gereksineceği
her türlü hukuki ve iktisadî mevzuatı gerçekleştirecek, hem de bu toprak reformunundan
içtimaî ve siyasî yarar sağlayacaktı.

1945 sonrası Türkiye’deki ve dünyadaki gelişmeler Tek Parti önde gelenlerinin tahayyül
ettikleri dünyadan farklılaşınca ÇTK’nın gelişimi de değişik bir biçim aldı. Bunun nedeni en
azından 1940’lar ortalarına kadar Türk yönetici elitinin statik bir Türkiye beklentisi içinde
olmasıydı. Şehirleşmenin Batı’daki gibi bir biçim almadığı, toplumsal sınıfların
farklılaşmadığı, sanayinin devlet kontrollü geliştiği, ama sanayileşmenin getirdiği tarihî
farklılaşma ve sorunlarından uzak, tarımda Amerikan tarzı kapitalist işletmelerden çok,
küçük ve orta mülklerin yaygın olduğu, ve nihayet elitist devlet yönetimi geleneğinin
böyle bir ortamda sürdürülebildiği bir Türkiye düşleniyordu. Oysa hem Türkiye hem de
dünya farklı gelişmerin gündeme girdiği bir hal almıştı. Artık Türkiye’yi Tek Parti rejimiyle
yönetmek hem içsel hem dışsal nedenlerle giderek zorlaşıyordu. Hükümetin bu statik
dünya perspektifini somutlayan “Çiftçi Ocaklı” tasarısı değiştirilince İnönü ve çevresi
gelecekteki muhalefetin yumuşak karnı olacağı düşüncesiyle 17. maddeyi eklediler. Amaç
köylülere muhtemelen bu maddenin getireceği yarardan çok, Berkes’in de vurguladığı
gibi, “mevcut toprak mülkiyetinin bu kanun vesilesi ile gözlem altına getirilmesi” idi.122 Bir
başka deyişle, amaç yavaş yavaş doğmakta olan muhalefetin önde gelenlerinin büyük
toprak ağaları olduğunu topluma gösterebilmekti. Son derece konjonktürel ve günün
praktik siyasî çekişmelerinin belirlediği bir gündem. Öyle görünüyor ki, İnönü bu noktada
bir taşla birkaç kuş vurmak istiyordu: Bir yandan yoksul ve orta köylülüğün biraz gönlünü
almak hedefleniyordu. Şevket Pamuk’un çok açık bir şekilde gösterdiği gibi özellikle İkinci
Dünya Savaşında orta ve yoksul köylülüğün iktisadî durumu uygulanan devlet
politikalarından dolayı feci şekilde bozulmuştu;123 bir toprak dağıtma projesiyle onlarla
barışmak mümkün olabilirdi. Diğer yandan, 17. madde ile orta ve yoksul köylülüğün
kötüleşen sosyo-ekonomik durumunun sorumlusunun sadece büyük arazi sahipleri
olduğu yanılsaması yayılmak isteniyordu.124 Bir başka deyişle, küçük ve orta köylüyü
ezen devlet politikaları yerine büyük arazi sahipleri yegâne günah keçisi yapılmak
isteniyordu. Bütün bunlara ilaveten, İnönü ve çevresi muhtemelen yeni yeşermekte olan
muhalefetin gücünü de test etmek istemişti. Nitekim, bu test sonucu kendi
beklentilerinden güçlü ve kararlı bir muhalefetle karşılaştılar. Bu noktadan sonra da
İnönü’nün kendi silahı kendi elinde patladı: CHP’nin de içinde epeyce güçleri olan toprak
ağaları sert muhalefet gösterdiler. Sıkışan onlar değil, İnönü’nün kendisi oldu. Bu
yüzdendir ki inanılmaz bir hızla ÇTK’yı toprak ağalarının pek de itiraz etmeyecekleri bir
çerçeveye çekti.

Türkiye’de toprak reformu düşünce ve pratiği tepeden ve devlet eliyle gündeme geldiği
için kanunun köylülere sağlayabileceği küçük olanaklardan bile yeterince faydalanılamadı.
Çünkü ülkemizde köylülerin aktif olarak katıldığı, örgütlü, aşağıdan bir kitle hareketi
olmadı. Oysa, örneğin, Birinci Dünya Savaşı sonrasında Doğu Avrupa’nın çeşitli yerlerinde,
özellikle Bulgaristan, Romanya, Polonya gibi ülkelerde toprak reformu örgütlü köylü
partileri, daha da önemlisi, köylü kitlelerinin siyasal hareketlilikleri sayesinde gündeme
geldi. Hal böyle olunca buralarda reform hareketleri kitleleri daha çok siyasal ve
toplumsal yaşamın içine çekmesi, zorunlu olarak toprak ağalarıyla mücadeleye girişilmesi
bağlamında bu ülkelerin tarihinde radikal ve demokratik dönüm noktaları teşkil ettiler.
Ülkemizde ise sadece siyasî kaygılarla önemlice bir miktarda devlet toprağının
dağıtılmasına rağmen, Türkiye tarımındaki gerici üretim ilişkilerinin özüne dokunabilen,
gelir dağılımını düzelterek toplumsal barışı geliştirebilecek bir etki sağlanamadı.

1 Aydemir, Şevket Süreyya. İkinci Adam. Cilt II. (İstanbul: Remzi, 1968a), s. 323.

2 Berkes, Niyazi. Unutulan Yıllar. (İstanbul: İletişim, 1997), s. 245-246.

3 Konunun karmaşıklığının iyi bir tartışması için bkz. Keyder, Çağlar ve Pamuk, Şevket.
“Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu Üzerine Tezler,” Yapıt 8. Aralık, Ocak 1984-1985, s. 52-63.

4 Tezel, Yahya. Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi, (Ankara: Yurt, 1986), s. 330; Keyder ve
Pamuk (1984), s. 54.

5  Avcıoğlu, Doğan. Türkiye’nin Düzeni. (Ankara: Bilgi Yayınevi, 1968), s. 232.

6    Adnan Menderes’in 16 Mayıs 1945 günü yaptığı konuşma. Türkiye Büyük Millet Meclisi
Zabıt Ceridesi, 7 (17), s. 111-117; Berkes (1997), s. 247; Sarç’tan aktaran Berkes (1997), s.
245-247.

7   Keyder ve Pamuk (1984), s. 62.

8  A.g.e., s. 61.

9  A.g.e. s. 55.

10 Bu hayli tartışma götürür yaklaşım için bkz. Birtek, Faruk ve Keyder, Çağlar. “Türkiye’de
Devlet-Tarım İlişkileri, 1923-1950,” Birikim 22, 1976, s. 31-40.

11  Barkan, Ömer Lütfi. “Balkan Memleketlerinin Ziraî Reform Tecrübeleri,” Türkiye’de
Toprak Meselesi, Toplu Eserler I. (İstanbul: Gözlem, 1980) içinde s. 377. Bu yazının orijinali
İktisat Fakültesi Mecmuası 4, No. 4, 1943, s. 455-554. Bu kaynak bundan sonra Barkan
(1943) olarak adlandırılacaktır.

12 Barkan, Ömer Lütfi. “`Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’ ve Türkiye’de Zirai Bir Reformun
Ana Meseleleri,” Türkiye’de Toprak Meselesi, Toplu Eserler I. (İstanbul: Gözlem, 1980) içinde s.
453. Orijinali İktisat Fakültesi Mecmuası 6, no 1, ve 2, 1946, s. 54-145. Bu kaynak bundan
sonra Barkan (1946) olarak adlandırılacaktır.

13 A.g.e., s. 454.

14  Milliyet, 2.11.1929’dan aktaran Kıvılcımlı, Dr. Hikmet. Yol. (İstanbul: Bibliotek Yayınları,
1992), s. 226.

15  A.g.e., s. 142; Aktan, Reşat. “Problems of Land Reform in Turkey,” The Middle East
Journal 20, No. 3, Yaz 1966, s. 319.

16  Avcıoğlu (1968), s. 234.

17 Barkan (1946), s. 454, s. 478; Tezel (1986), s. 322-23.

18  Tezel (1986), s. 323.

19  Barkan 1936 Ekim’inde “Büyük mikyasda bir ziraı reformun hazırlanmakta olduğunu”
yazmaktaydı. Barkan, Ömer (Lütfi). “Ziraat ve Sanayi Siyaseti,” Ülkü 8, No. 44, Ekim 1936, s.
97. Benzer bir sekilde Türkiye’deki yabancı diplomatlarında böyle bir gelişmeden haberleri
olduğu görülüyor. (“Nevertheless a reform is being prepared which will fundamentally
affect the whole country, and which has as its aim the allotment of the necessary land to
the estate peasants (who still lack ground of their own), and to other suitable families, as
their own free property. The Minister of the Interior, Şükri Kaya, has been commissioned
with the legal preparation and partial application of this reform.”) Von Kral, August Ritter.
Kamâl Atatürk’s Land. The Evolution of Modern Turkey. (Vienna: Wilhelm Braumüller, 1938),
çeviren Kenneth Benton, s. 74.

20 “Atatürk’ün Nutukları,” Ülkü 8, No. 45, Kasım 1936, s. 172.

21 İnönü’den aktaran Avcıoğlu (1968), s. 232.

22  Başyazı. “Anayasamızdaki Değişiklik,” Ülkü 9, No. 49, Mart 1937, s. 57.

23 “Atatürk’ün Nutukları,” Ülkü 10, No. 57, Kasım 1937, s. 195.

24  Konuşma sonrası Ülkü dergisinin bir ay sonraki sayısında derginin yeni yazı işleri
müdürü M. Fuad Köprülü bu durumu şu cümlelerle yansıtıyordu: “Halinin çok büyük bir
ekseriyeti çiftçi olan Türkiye’nin kalkınması, herşeyden evvel, ziraatta kalkınmaya yani
köylünün kalkınmasına bağlıdır. Bu, muhakkak. Fakat nasıl ve hangi yolla? İşte
yıllardanberi önümüzde duran ve bir türlü halledilemiyen bu büyük davayı, Atatürk’ün son
program nutku, en açık ve en kat’i bir şekilde hallediyor: Anlayoruz ki, köylünün
kalkınması, herşeyden evvel, toprak meselesine bağlıdır.” M. Fuad Köprülü. “Toprak
Meselesi,” Ülkü 10, No. 58, Aralık 37, s. 289.

25 Barkan (1946), s. 469.

26  Tezel (1986), s. 327; Barkan (1946), s. 468, s. 491.

27  Barkan (1946), s. 470.

28    Bu nokta Keyder ve Pamuk’un “Öküz reformu” önerileri için önemlidir. Keyder ve
Pamuk’un gözden kaçırdıkları nokta ÇTK’nın sadece toprak dağıtmayı değil, aynı zamanda
alet, edavat, kredi vb. çiftçinin gereksineceği diğer araçları da sağlamayı vaad etmesiydi.
Eğer doğru dürüst uygulanabilseydi bu soruna bir miktar çözüm olabilirdi belki. Bkz.
Keyder ve Pamuk (1984), s. 61.

29  Barkan (1946), s. 459.

30 A.g.e., s. 460.

31 A.g.e., s. 462.

32  Tezel (1986), s. 329.

33  Goloğlu, Mahmut. Demokrasiye Geçiş, 1946-1950. (İstanbul: Kaynak Yayınları, 1982), s.


31.

34 Tezel (1986), s. 329.

35  Keyder ve Pamuk (1984), s. 54. Cavit Oral büyük arazi sahiplerinin toprak reformu
konusundaki Truva atıydı. 1960’larda da toprak reformu gündeme geldiğinde bu
konularda Meclis komisyonlarına başkanlık etti. Toprak reformu konusundaki kendi
konuşmalarında da ÇTK’nın uygulanamayan bir kanun olduğunu söylemiştir. Bkz. Oral,
Cavit. Toprak Reformu Hakkında Cavit Oral’ın Konuşması. (Ankara: Ayyıldız Matbaası, 1965),
s. 13-14.

36  Tezel (1986), s. 330.

37  İsmail Hüsrev (Tökin). “Türk Köylüsü Bir Toprak Reformu Bekliyor,” Kadro 21, Eylül
1933), s. 21-22; Ahmad, Feroz. “The Political Economy of Kemalism,” Kazancıgil, A. ve
Özbudun, E. Atatürk: Founder of a Modern State. (Londra: C. Hurst ve Company, 1981),
içinde s. 154.

38 Mitrany, David. Marx Against the Peasant, A Study in Social Dogmatism. (New York: Collier
Books, 1961), s. 110; Barkan (1943), s. 428.

39  Mitrany (1961), s. 116-117.

40  “Bizde de bir ziraî reform yapılsa bunun vereceği netice, emtea iktisadî sisteminin
insiyakı ve zarurî kanunlarından olan içtimaî farklılaşma ve dağılmanın tesiri altında yine
bir içtiamî kutuplaşmadır. Köylüye tevzi edilen topraklar, yine zamanla borçlanma, fiat
sukutları ilh.. gibi âmillerle bir kısım köylünün veya kasabalının elinde temerküze doğru
gidecektir. Bunun için ziraî reformlar, haddi zatında toprak davasının hallinde kat’î
tedbirler olmaktan uzaktır.” Tökin (1934), s. 201.

41 Örneğin Feroz Ahmad’a göre kırsal Türkiye’nin sorunu toprak değil, emek kıtlığıydı. Bu
konuda bkz. Ahmad (1981), s. 153.

42  Goloğlu (1982), s. 30-31.

43    Haim Gerber. The Social Origins of the Modern Middle East. (Colorado: Lynne Rienner
Publishers, 1987), s. 105. Gerber bu düşüncelerini çesitli köy monografileri üzerine bina
etmiştir. Elde güvenilir veri kıtlığında bu tür monografiler kullanmak elbette yararlı
olmasına rağmen her zaman doğru sonuçlar vermemektedir. Örneğin başka köy
monografileri Gerber’in bulgularıyla çelişmektedir. Ülkü dergisinde ve dönemin çeşitli
gazetelerindeki köylerle ilgili haber ve gözlemler köylülerin tüccarlara devasa borçları
olduğunu, bu yüzden birçok köylünün tüccarların kontrolünde ve kapitalist ilişkiler içinde
yaşadıklarını, birçoğunun en azından zaman zaman kasabalara ve şehirlere gidip
çalıştıklarının örnekleriyle doludur. Bu konuda Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın 1930’lar başlarında
gazetelerden aktardıkları bu yönde çeşitli bulgular içermektedir. Bkz. Kıvılcımlı (1992), s.
115-314. Öte yandan, Gerber’in iddialarının tersine, hiç kuşku yok ki incelediğimiz
dönemde Türkiye kırlarında yoksulluk yaygındı. Eğer Türkiye’de bir “eşitlikçi” yapı söz
konusu idiyse bu muhtemelen “yoksullukta eşitlikti.”

44  Gerber (1987), s. 104-105. Gerber’in bu düşüncesi tamamen yanlıştır. 1920’ler ve


30’larda kırsal Türkiye’nin sorunlarıyla yakından ilgilenmiş İsmail H. Tökin istatistiki olarak
ortakçılığın Anadolu’da çok yaygın olduğunu saptamıştır. Bu konuda bkz. İsmail Hüsrev
Tökin. “Köy İktisadiyatında Teknik İnkilap,” Kadro 2, Şubat 1932, s. 20; İsmail Hüsrev
(Tökin). “Türk Köylüsü Bir Toprak Reformu Bekliyor,” Kadro 21, Eylül 1933, s. 24; İsmail
Hüsrev. “Türk Köylüsünü Topraklandırmalı. Fakat Nasıl?” Kadro 23, Ekim 1933, s. 37.

45  Gerber (1987), s. 111.

46  A.g.e., s. 108.

47    Barkan, Ömer (Lütfi). “Ziraat ve Sanayi Siyaseti,” Ülkü 8, No. 44, Ekim 1936, s. 92-98;
Barkan (1946), s. 456, s. 471-72, s. 509-510; Aktan (1966), s. 321 ve Tezel (1986), s. 308-309.

48  Hakimiyeti Milliye, 15 Haziran 1934, aktaran Muzaffer Erdost, “Toprak Reformunun
Ülkemizin Toplumsal, Ekonomik ve Siyasal Yapısında Yeri,” TMMOB Harita ve Kadastro
Mühendisleri Odası. Toprak Reformu Kongresi (1978). (Ankara: İlkyaz Basımevi, 1978) içinde
s. 216-17. Bu beyanat hakkında Barkan’ın 1936’da yazdıkları da aynı paraleldedir. Barkan
şöyle der: “İç İşleri Bakanı, Mecliste 14 Haziran 1934 tarihli beyanatında, memleketin beş
milyon nüfusunun başkalarının toprağında çalıştığını bildirmiştir. Binaenaley bu topraksız
zürranın topraklandırılması da ziraat siyasamızın mühim bir meselesini teşkil eder.” Beş
milyon topraksız Türk köylüsü! Millet Meclisinde bir Bakan tarafından söylenmiş olmasına
rağmen insanın inanmak istemediği kadar müthiş bir rakamdır... Çünkü, “memleketimizde
1927 tahririne göre, umumî nüfusun 67.7’si yani 9.216.918 kişi ziraatle meşguldur.” Ömer
Barkan. “Ziraat ve Sanayi Siyaseti,” Ülkü 8, 1936, No. 44, s. 96.

49  Başyazı. “Anayasamızdaki Değişiklik,” Ülkü 9, No. 49, Mart 37, s. 57.

50  Zhukovsky’den aktaran Tezel (1986), s. 308. Türkçeye de Türkiye’nin Zirai Bünyesi adıyla
çevrilen eserin orijinali için bkz. Zhukovskii, P. M. Zemledelcheskaia Turtsiia. Aziatskaia
Chast-Anatoliia. (Moskova: Gos. Izd-vo Kolkhoznoi i Sovkhoznoi Literatury, 1933).

51    Tökin, İsmail Hüsrev. Türkiye Köy İktisadiyatı. Bir Millî İktisat Tetkiki. (İstanbul: İletişim,
1990; ilk baskı 1934, Ankara, Kadro Mecmuası Neşriyatı), s. 151.

52  Barkan (1946), s. 480.

53 İstatistik Umum Müdürlüğü: 1950 Ziraat Sayımı Neticeleri, (Ankara, 1965), Yayın No: 371,
s. 124.

54  Tezel (1986), s. 311.

55  A.g.e., s. 293-95.

56  Bu konuda bkz. Mitrany (1961), s. 106. Barkan (1943), s. 442, s. 446.

57    Barkan, Ömer Lütfi. “Harp Sonu Tarımsal Reform Hareketleri,” Türkiye’de Toprak
Meselesi, Toplu Eserler I. (İstanbul: Gözlem, 1980) içinde s. 24. Bu yazının orijinali Siyasal
Bilgiler Okulu Dergisi, No. 55, 1935, s. 1-8’de yayımlanmıştır.
58  Barkan 1917 Devriminin özellikle doğu ve orta Avrupa’da büyük bir korku saldığını, bu
yüzden de hükümetlerin mecburen bir toprak reformunu gündemelerine aldıklarını
vurgular. Barkan (1943), s. 428

59  Barkan (1946), s. 452.

60    Köycü ideolojinin Köy Enstitüsü bağlamında daha etraflı bir incelemesi için bkz.
Karaömerlioğlu, M. Asım. “Köy Enstitüleri Üzerine Düşünceler, Toplum ve Bilim, Mart 1998.

61  Bu konuda istisnaî bazı örnekler için bkz. Toprak, Zafer. “Popülizm ve Türkiye’deki
Boyutları,” Tarih ve Demokrasi --Tarık Zafer Tunaya’ya Armağan-, içinde. İstanbul Öğretim
Üyeleri Derneği (İstanbul: 1992); Küçük, Yalçın, Aydın Üzerine Tezler III (1830-1980).
(Ankara: Tekin, 1985), ve Üstel, Füsun. “Tek Parti Döneminde Köycülük İdeolojisi ya da
Nusret Kemal Köymen,” Tarih ve Toplum 74, Şubat 1990, s. 47-51.

62    Muhtemelen bunun nedeni 1960’lı yıllarda sol-Kemalist kuşağın kendi tahayyüllerini
gerçeklik gibi göstermeleridir.

63  “C. Bayar’ın Endüstri Planımız Üzerinde Söylevi,” Ülkü 7, No. 37, Mart 1936, s. 9.

64    Nusret Köymen. “Büyük Kurultaydan Dilekler ve Kanadada Köycülük,” Ülkü 5, Mayıs
1935, No. 27, s. 226; Kadroculardan iki örnek için bkz. Vedat Nedim. “Niçin ve Nasıl
Sanayileşmemiz Lazım,” Kadro 6, Haziran 1932, s. 16, s. 18; Aydemir (1968a), s. 411, s. 424.

65    Kurmuş, Orhan. “Cumhuriyet’in İlk Yıllarında Sanayiin Korunması Sorunu ve Ticaret
Sermayesinin Tavrı,” Tarihsel Gelişimi İçinde Türkiye Sanayii (Ankara: TMMOB Makine
Mühendisleri Odası, 1977), içinde s. 13. Genellikle bu durumun nedeni olarak 1929 yılına
kadar Türkiye’nin elini kolunu bağladığı iddia edilen Lozan Antlaşması’nın ilgili hükümleri
gösterilmiştir. Ancak bu tür sınırlamalar bir takım yaratıcı politik manevralarla pratikte
üstesinden gelinebilinirdi. Böyle bir iddia için bkz. Gülalp, Haldun. Gelişme Stratejileri ve
Gelişme Ideolojileri, (Ankara: Yurt, 1983), s. 23. Öte yandan Orhan Kurmuş Lozan sonrası
kabul edilen gümrük koruma oranlarının bile yeterince koruyucu olmadığını iddia etmiştir.
Bkz. bu dipnottaki eser, s. 6.

66 “Esendal, ... Sanayiin ve sanayi medeniyetinin düşmanı geçiniyordu... Sanayiin dünyaya


felâket getirdiğine ve bizim kendimizi bu afetten mümkün olduğu kadar korumamıza
taraftardı.” Bkz. Aydemir, Şevket Süreyya. Suyu Arayan Adam. (İstanbul: Remzi, 1995, birinci
basım 1959), s. 464 (bu eser bundan sonra Aydemir (1959) olarak adlandırılacaktır).

67  Reşit Galip’in köycülüğü hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Elman, Ahmet Şevket. Dr. Reşit
Galip. (Ankara: Yeni Matbaa, 1953), s. 47-63.

68  “Ama o sıralarda bizde sanayileşmek sözü, ara sıra söylense bile, pek inanılmayan,
şüpheli bir söz gibiydi. ‘Yerli malı kullanmak’ bir parça da alay konusu olmuştu.” Aydemir
(1959), s. 453.

69  Örneğin Halkevleri’nin yayın organı Ülkü dergisinde dönemin birçok ileri geleninin şu
ya da bu ölçüde köycü bir söylem geliştirdiklerini biliyoruz. Bunların arasında derginin
yazı işleri müdürü olan Köymen’in özel bir yeri vardır. Köymen, adından da anlaşılacağı
üzere, dergideki hemen her yazısını köycülüğe adamıştır. Halkevlerinin en çok önem
verilen Köycülük Şubeleri de köylere geziler düzenleyerek köylünün kalkınması için
çalışmışlar, ancak ne var ki bu geziler anlamsız “turistik” gezilerin ötesine geçememiştir.
Köycülüğün asıl en önemli ete kemiğe bürünüşü Köy Enstitüleriyle olmus, ancak
Enstitüler kısa bir süre içinde köycü ideolojiyle çelişik nitelikler de kazanmışlar, belki de bu
yüzden, elbette başka nedenlerle birlikte, kapatılmışlardır. Bu konuda ayrıntılı bir çalışma
için bkz. Karaömerlioğlu, M. Asım. “Köy Enstitüleri Üzerine Düşünceler”, Toplum ve Bilim,
Mart 1998.

70    İdeolojilerinin köycü sıfatı taşıması ve “köye gitmek” gibi söylemlerle karşımıza
çıkmaları bizi dönemin ileri gelenlerinin elitist olmadıkları gibi bir düşünce ve izlenime
sevketmemeli. Türkiye’deki köycülerin ya da Halkçıların Rus Narodnikleri gibi gerçek
anlamda bir köye gitme niyetleri ve pratikleri olmadı. Şu kadarını söylemek gerekirse
onlar köylünün “milletin efendisi” olduğu ama Ankara’nın bazı sokaklarına çeşitli
nedenlerle köylülerin belirli saatlerde girmesine müsaade edilmeyen bir rejimin üst düzey
bürokrat ve elitleriydiler. Köylülerin maruz kaldığı bu duruma bir örnek için bkz. Berkes
(1997), s. 88.

71 Bu tip bir köycü tavır alış için bkz. Sait Aydoslu. “Ökonomik Devridaim III,” Ülkü 4, No.
23, Ocak 35, s. 356 ve Köymen, Nusret. “Sanayide Yayıcılık,” Ülkü 7, No. 39, Mayıs 1936, s.
175-177.
72  Köymen, Nusret. “Halk Seferberliğine Doğru,” Ülkü 1, Haziran 1933, No. 5, s. 355.

73  Köymen, Nusret K. “Köycülük Esasları,” Ülkü 4, Ekim 1934, No. 20, s. 149.

74   A.g.e. s. 147.

75  “O zaman, uluslararası vasıflı her şey karşı Ankara’da, büyük bir ürküntü vardı. Hatta
din bile, “gayri milli” olduğu, ‘uluslararası’ bir nizam ifade ettiği için yadırganıyordu.”
Aydemir (1959), s. 421-22.

76    Recep Peker gibi bir önemli CHP ileri geleni bu konuda köycüler gibi düşünüyordu:
Peker’e göre “Köylü uluşçudur, kendi faydasını, kendi ulusunun menfaatleri ile bir görür.
Ve işte bu yüzden çiftçi veya köylü, proletarya damgası altında kendisini çağıran işçinin
davetine koşmamıştır.” Peker, Recep. “İnkılap Dersleri,” Toplum ve Bilim 18-22. İnkılap Ders
Notları Özel Sayısı, Yaz 1983, s. 37.

77    “... yurdumuzda sanayi kurmak ülküsüne bütün duygumuz, bütün anlayışımız ve
bütün gücümüzle sarılmış yürürken, tehlikeli bir birtaraflılıktan ve gerçeği
dumanlatmaktan başka bir şey olmıyan “sanayileşme” gibi sözlerin gizlediği ötopya ve
hülyadan bütün özenimizle çekinmek isteriz. Sanayi kurmak başka, sanayileşmek başka
şeylerdir... Sanayileşmeliyiz demek ise, varlığımızı bir yandan ve bir noktasından görmek,
köyü ve köylüyü ortadan silmek demektir, ki bu, bir ötopyaya götürebilir.” Aydoslu Sait.
“Köycülük Esasları,” Ülkü 4, Aralık 1934, No. 22, s. 300.

78    “Hülasa köylüyü köyüne bağlıyacak herşeyi köyünde olmalıdır, aksi takdirde köylü
kendisine verilmiyen bu hakları aramak için şehirlere hücum edecektir... Hülasa milletlerin
yükselebilmeleri için köylülerin köylerinde bağlandırılmasına, nurlandırılmasına kani olan
bir köycüyüm.” Aptullah Ziya, “Köy Mimarisi,” Ülkü 2, Agustos 1933, No. 7, s. 38. Benzer bir
şekilde Ülkü dergisi Köycülük Şubelerinden “Köylerden şehirlere doğru akmanın,
münevver ve zeki nüfusun büyük şehirlerde merkezleşmenin, yarın için zararlarını göz
önüne seren yazılar.” göndermelerini istiyordu. Bkz. “Ülkü’nün Yazı Bölümleri,” imzasız.
Ülkü 3, Mart 1934, No. 13, s. 79.

79    Barkan (1943), s. 427, Peker’in 1931 beyanatından aktaran Kıvılcımlı (1992), s. 235;
Pamak (1982), s. 20.

80  Tökin (1934), s. 191, s. 195; Barkan (1943), s. 380.

81  Bu konuda İnönü’den aktaran Avcıoğlu (1968), s. 234.

82  Bu konuda 1945’de Tarım Bakanı Hatiboğlu ve Başbakan Saraçoğlu’nun düşünceleri


için bkz. Erdost (1978), s. 218-220.

83    Aslında ilginç bir şekilde küçük ve orta üretim tutkusu sadece tarımda değil şehir
atölye ve fabrikaları için de arzu edilen bir şey gibiydi. Bu konuda çarpıcı olması açısından
Şevket Süreyya’nın söylediklerine kulak verelim: “Bir taraftan sanayii teşvik ve sur-
prodüksiyon kayıtları sanayiin kurulmasını ve işletmeleri engellerken, diğer taraftan
küçük ve iptidaî tesisleri büyük tesisler aleyhine koruyan bir Muamele Vergisi Kanunu,
çeşit çeşit muvazaalara yol açıyordu. Bütün bunların mucip sebepleri ise kâğıt üzerinde
gayet parlaktı: Milli Sermaye israf edilmeyecek, küçük müteşebbisler korunacaktı... Bu
iptidaî Muamele Vergisi Kanunu, dükkanların atölye ve atölyelerin fabrika haline
gelmesini önlüyordu. Küçük sanayii himaye şiarı altında gerilik, dağınıklık ve iptidaîlik
kıskançlıkla müdafaa ediliyordu. Böylelikle de makineli sanayi, hanlarda,
kervansaraylarda, Haliç kıyısındaki çamurlu bodrumlarda âdeta bir kaçak iş halinde kendi
kendine gelişme yolları arayıp duruyordu. 3 beygirlik derme çatma bir motor ve 3 kişilik
bir acemi işçi kadrosu ile çalışan bir han odası, 400 beygir rakatinde bir muharrik kuvvet
ve 300 amele kadrosu ile çalışan bir fabrikadan üstün tutuluyordu.” Aydemir (1959), s.
454.

84   Köymen, Nusret, Köycülük Esasları. (Ankara: Tarık Edip Kütüphanesi, 1934), s.30.

85    Bora, Tanıl. “Muhafazakârlığın Değişimi ve Türk Muhafazakârlığında Bazı Yol İzleri,”
Toplum ve Bilim 74, Sonbahar 1997, s. 16.

86  Peker (1983), s. 37-38.

87  Goloğlu (1982), s. 31.

88   Peker’den aktaran Tezel (1986), s. 339 ve Goloğlu (1982), s. 31.

89 Aktan, Reşat. “Toprak Reformu,” Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi 20,
No. 2, Haziran 1965, s. 7.
90    Pamak, Mehmet. Türkiye’de Toprak Tarım Reformu ve Köy Kalkınması. (Ankara: Emel
Yayınları, 1982), s. 31.

91  Bu konuda Amerika’da en tanınmış araştırmacı Roy L. Prosterman’dır. Prosterman 20.


yüzyılın büyük devrimlerinin toprak sorunu olan bölgelerde meydana geldiğini iddia
etmiş, Filipinler, El Salvador, Güney Vietnam gibi ülkelerde komünizmi önlemenin en temel
yolunun toprak reformundan geçtiğini savunmuş, ve bu konuda gerek bu ülke, gerekse
de Birleşik Devletler hükümetlerine somut programlar hazırlamıştır. Prosterman toprak
reformu konusundaki çalışmaları nedeniyle 1993 yılında Nobel Barış Ödülüne aday
gösterilmiştir. Bu konudaki önemli eserlerinden bazıları için bkz. Prosterman, Roy L. ve
Riedinger, Jeffrey. Land Reform and Democratic Development. (Baltimore: The John Hopkins
University Press, 1987) ve Prosterman, Roy L., Temple, Mary N. ve Hanstad, Timothy. M.
Agrarian Reform and Grassroots Development, Ten Case Studies. (Boulder: Lynne Rinner
Publishers, 1990).

92    Böyle bir nitelendirmeyi Amerika’nın ünlü muhafazkâr dergilerinden National


Review’de görmek mümkündür. Bu konuda bir örnek için bkz. Bethell, Tom. “Land Grab in
El Salvador; Socialistic Aspects of the Land-Reform Program,” National Review 36, Şubat
24, 1984, s. 24.

93      Bu konuda örnekler için bkz. Mehmet Saffet. “Kültür İnkilabımız,” Ülkü 1, Haziran
1933, No. 5, s. 352; Hıfzırrahman Raşid Öymen, “Köy İçin Yüksek Halk Okulları,” Ülkü 5,
Mart 1935, No. 25, s. 18.

94    Korok, Danis R. 1951. Cumhuriyette Köye ve Köycülüğe Doğru, Millî ve İçtimaî Tetkikler,
İstanbul, Türk Neşriyat Yurdu (İlk baskı 1943), s. 23.

95  Aydemir, Şevket Süreyya. İkinci Adam. Cilt II. (İstanbul: Remzi, 1968), s. 320.

96    İsmail Hüsrev (Tökin). “Türk Köylüsü Bir Toprak Reformu Bekliyor,” Kadro 21, Eylül
1933, s. 24.

97  Toprak dağıtımı meselesi denilence hep ilk akla gelen “Şark” bölgesi olmaktadır. İnönü
1929 yılında “İşledikleri arazi kendi malları olmayan vatandaşları toprak sahibi yapmak
için bu sene bazı şark vilâyetlerimizde işe başladık” demektedir. Bkz. Kuruç, Bilsay. İktisat
Politikasının Resmi Belgeleri. (Ankara: Maliye Enstitüsü Yayını, 1963), s. 3.

98  Kadro 1932 ile 1934 yılları arasında çıkan ve Türk inkılâbının teorisini yapmak isteyen
ve bu yolla yönetici sınıf için alternatif bir ideolojik çekim merkezi olma hülyasındaki beş
kişinin ürünüydü: Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Şevket Süreyya Aydemir, Vedat Nedim Tör,
Burhan Belge ve İsmail Hüsrev Tökin. Karaosmanoğlu dışındakilerin hepsi Marksist bir
siyasî ve teorik gelenek içinde yetişmişler, ancak sonra Kemalizme dönmüşlerdi.
Kadrocular hızlı ve yoğun, ama devlet kontrollü bir sanayileşmenin taraftarıydılar. Onlara
göre çağımızın en büyük sömürüsü gelişmiş sanayi ülkeleri ile “gerikalmış” tarım ülkeleri
arasındaydı. Böyle olunca Türkiye gibi gerikalmış ülkelerin sanayileşmesi bu
kutuplaşmadaki süregiden işbölümünü tehdit edeceğinden devrimci bir karaktere haizdi.
(Kadro bu anlamda 1960’lar sonrası meşhur olan Latin Amerika’dan çıkmış Dependencia
ekolünü öndelemiştir aslında). Bu anlamda iktisadî açıdan toprak reformuna bakışları
devletçı sanayileşmenin gereksinimleri tarafından belirleniyordu. Ancak onlara göre de
toprak reformunun ana gayesi iktisadî değil, siyasî ve toplumsaldı. Kadro üzerine
aydınlatıcı bir çalışma için bkz. Tekeli, İlhan ve İlkin, Selim. “Türkiye’de Bir Aydın Hareketi:
Kadro,” Toplum ve Bilim 24, Kış 1984, s. 35-67.

99    Ancak benzer görüşleri öne sürmelerine rağmen bazı konulardaki gerekçeleri ve
hedefleri Kadrocularınkınden farklıydı. Ayrıca Kadro’da bir bütün olarak toprak reformu
“ilerlemeci” bir toplumsal perspektiften savunuluyordu, CHP önde gelenleri için ise bu
konu köycü ideolojinin şekillediği bir muhafazakârlığın teminatı olarak algılanıyordu daha
çok.

100  “Sanıyorum ki, 1923-1938 devresinin, yani aslında İsmet Paşa Hükümetinin en çetin,
fakat hiç te verimli bir sonuç alınamayan davası, Doğu İlleri davasıdır.” s. 311.

101  Tökin 1934’te bu konuda şöyle diyor: “Bunun için kürt isyanının hakikî içtimaî
manasını, bir sınıf nizamının idamesi cehdinde aramak lâzımdır. Bu bakıma göre kürt
meselesi bir milliyet hareketi değil, bir sınıf mücadelesi meselesidir. Çünkü: Millî bir
hareket ancak ve her şeyden evvel iktisadî ve millî bir menfaat iştirakinden doğabilir.”
Tökin (1934), s. 180.
102  1930’lu yıllarda Türkiye’de yaşayan, bir ara Amerika Birleşik Devletleri Ankara Büyük
Elçiliği Kültür Ateşeliği de yapan ve ülkemiz hakkında güçlü ve ilginç gözlemleri olan
Donald Everett Webster 1939’da yazdığı kitabında 1937 Dersim isyanından sonra
hükümetin bölgeye yönelik tarımsal reformlar yapacağını ilân ettiğini yazar. ("In the
spring of 1937 it was necessary to subdue another rebellion in the Kurdish region, this
time in Tunceli, south of Elaziz. When the first news of it was published (June 15, 1937), it
appears that the revolt had been in progress for two months or more but was then under
control. The Government announced that it would increase its application of reform
measures, including modernization of agriculture and promotion of education, in the
recalcitrant region.”) Bkz. Webster, Donald Everett. The Turkey of Ataturk; Social Process in
the Turkish Reformation. (Philadelphia: American Academy of Political and Social Science,
1939), s. 111-112.

103  Ecevit’in bu düşüncelerine bölgeli bir bakan “Ecevit Harran’ı halen 30 yıl öncesi gibi
görüyor” diye sert tepki göstermektedir. Bkz. “Ecevit’e, Harranlı Bakandan Toprak Reformu
Tepkisi,” Sabah. 28 Ağustos 1997.

104 Tökin, İsmail Hüsrev. “Türk Köylüsünü Topraklandırmalı. Fakat Nasıl?”, Kadro 23, İkinci
Teşrin, 1933, s. 35.

105  Aydemir (1968a), s. 316-317.

106  Barkan (1946), s. 458; Avcıoglu (1968), s. 233; Tezel (1986), s. 326.

107 Tezel (1986), s. 329. Menderes ve diğerlerinin muhalefetiyle “Çiftçi Ocakları” tasarıdan


çıkarıldı. Bu olgunun Türkiye’nin toplumsal bünyesine uymayacağı iddia edilmekteydi.
Ayrıca böyle bir kurumsallaşmanın gerektireceği “teşkilat ve tedbirler” ortada yoktu.
Örneğin köylülerin alternatif kredi kaynaklarıyla desteklenmesi, bu müesseseleri hayata
geçirmeye uygun bir kadastronun yapılmış olması gerektiği söyleniyordu. Üstelik aile reisi
kabul edilenlerin dışındakilerin toprakla alakalarının kesilmesi, yani “bir kimseyi rızası
olmaksızın toprağından alakasını kesmeye icbar etmesi hayat şartlarımıza ve memleket
menfaatlerine uygun telâkki edilmediğinden ocak müessesinin tasarıdan çıkarılması
hükümetin de muvafakatıyla kabul edilmişti.” Barkan (1946), s. 469.

108 Bkz. 6. nolu dipnot.

109 Corni, Gustavo. Hitler and the Peasants : Agrarian Policy of the Third Reich, 1930-1939,
çeviren David Kerr. (New York: St. Martin’s Press, 1990), s. 144.

110 Poulantzas, Nicos. Fascism and Dictatorship, -The Third International and the Problem of
Fascism. (Londra: New Left Books, 1974), s. 289. [Faşizm ve Diktatörlük, çev. Ahmet İnsel,
Birikim Yay., 1980.]

111  Barkan’a göre “Çiftçi Ocakları” Nazi Almanya’sından taklit değildi çünkü böylesi bir
yapılanma Osmanlı döneminde zaten mevcuttu. Bkz. Barkan (1946), s. 507.

112 Kemal Atatürk’ün ölümü münasebetiyle Nazilerin yayın organı Völkischer Beobachter


gazetesi şöyle yazıyordu: “Türkiye’de ve Almanya’da kuvvetli bir köycülük milli kuvvetin
tükenmez bir kudretidir. İki milletin aynı politik gayeleri mevcuttur.” Aktaran “Atatürk
Hakkında Dünya Neşriyatı,” Ülkü 12, No. 79, Aralık 1938, s. 354. Benzer bir alıntıyı Kadro
dergisinde görmek mümkündür: “Alman Başvekili Hitler, Siirt meb’usu Mahmut Beye şöyle
diyor: ”Nasıl ki, Türkiye’de hayat ve teceddüt hareketi köylüye istinat ettirildi; biz de aynı
fikirlerden mülhem olarak, aynı yolu takip ediyoruz. Yeni rejimde köylü sınıfının
kalkınmasını temin edecek politika, en canlı bir mevzuumuzdur." Bkz. Tahir Hayrettin.
“İnkılâp ve Köy,” Kadro 20, Ağustos 1933, s. 29.

113 Bu dönemde Nihal Atsız ve Fethi Tevetoğlu gibi ırkçıların köycülükleri için bkz. Toprak,
Zafer. “Popülizm ve Türkiye’deki Boyutları,” Tarih ve Demokrasi --Tarık Zafer Tunaya’ya
Armağan-, içinde. İstanbul Öğretim Üyeleri Derneği (İstanbul: 1992).

114  Nazilerin köylülüğe ilişkin söylemlerinin ipuçlarını vermesi açısından aşağıdaki üç


belge son derece önemlidir. Bunlar için bkz. Darré, R. W. Das Bauerntum als Lebensquell
der Nordischen Rasse. (Munich: Lehmann Verlag, 1929); Hitler, Adolf. “Parteiamtliche
Kundgebung über die Stellung der NSDAP zum Landvolk und zur Landwirtschaft,”
Völkischer Beobachter, 6 Mart 1930 ve Darré, R. W." Landstand und Staat," Völkischer
Beobachter, 19-21 Nisan 1931. Nazilerin köycülüğü için temel bir yapıt için bkz. Bramwell,
Anna. Blood and Soil: Walter Darré and Hitler’s Green Party. (Buckinghamshire: Kensal,
1985).

115 Hitler’den aktaran Corni (1990), s. 19.


116  Hitler’den aktaran a.g.e., s. 28. Dönemin üniversite iktisat profesörlerinden Ömer
Celâl Sarç’in gözlemeleri de bu yoldadır. “Nasyonal sosyalist toprak inkılâbının siyasî-
içtimaî bir gayesi vardır: kökleşmiş bir çiftçi sınıfı meydana getirmek, köylünün toprağa
bağlılık, vatan sevgisi, milliyetçilik, muhafazakârlik gibi vasıflarını muhafaza etmek ve
kuvvetlendirmek. Nasyonal sosyalist doktrinine göre böyle bir sınıf ideolojisi itibarıyle
devletin en sağlam temelini ve cemiyetin istikrar unsurunu teşkil etmektedir. Üstelik
memlekete asker verdiği gibi nüfus artışını da beslemektedir. Nasyonal sosyalist eserlerde
köylünün Alman milletinin kan kaynağı olarak vasıflandırılması bununla ilgilidir. İşte
Erbhoff müessesesi bu sınıfın genişlemesi ve bekası şartlarını yaratacaktır.” Aktaran
Berkes (1997), s. 247.

117 Aktaran Zimmerman , Michael E. Heidegger’s Confrontation with Modernity, Technology,


Politics, and Art. (Bloomington: Indiana University Press, 1990), s. 42. Almanya’daki bu
köycü yaklaşım iki savaş arası dönemde hem Nazizm’e hem de İtalyan faşizmine özgü
liberalizm/kapitalizm ve sosyalizm dışında bir “üçüncü yolcu” anlayışın bileşenlerinden
birisini teşkil etmekteydi.

118  Toprak dağıtmanın ateşli savunucularından Barkan bile benzer düşünmektedir:


“Esasen mevzuubahs mes’ele, ihtilafı bir toprak reformu olmaktan ziyade kimsenin mesur
mülkiyet hukukuna dokunmadan, köylüyü fakrü zaruret içinde bırakan geri toprak
münasebetlerini kaldırmağa çalışmaktan ibarettir.” Ömer Barkan. “Kitaplar ve Mecmualar,”
Ülkü 11, No. 61, Mart 1938, s. 84.

119 Barkan (1946), s. 489.

120  Barkan (1943), s. 405

121 Barkan (1946), s. 508. Barkan’ın köylüyü devlet için vergi deposu olarak algılaması için
ayrıca bkz. Berktay, Halil, “The Search for the Peasant in Western and Turkish
History/Historiography,” New Approaches to State and Peasant in Ottoman History içinde,
derleyen H. Berktay and S. Faroqhi. (Londra: Frank Cass, 1992), s. 158.

122 Berkes (1997), s. 247. Benzer bir yaklaşım için ayrıca bkz. Keyder ve Pamuk (1984), s.
62.

123  Bu konuda bkz. Pamuk, Şevket. “War, State Economic Policies, and Resistance by
Agricultural Producers in Turkey, 1939-1945,” Peasants and Politics in the Modern Middle
East. içinde s. 125-142, derleyen Kazemi, Farhad ve Waterbury, John, (Miami: Florida
International University Press, 1991), 125-142.

124  Bu politikaların küçük ve orta köylülüğün hem tüketim normlarını hem de reel
gelirlerini düşürürken, bir yandan da pazar için üretim yapan büyük toprak sahiplerine
yaradığını da burada not etmek gerekir. Bu konuda bkz. Pamuk (1991), s. 136.

İLETİŞİM BİZİ TAKİP EDİN BÜLTEN ABONELİĞİ

Cumhuriyet Caddesi


 * Ad Soyad
No 119, Kat 6, Elmadağ

Şişli 34373 İstanbul

 Haftalık
 * EPosta
Telefon: +90 (212) 518 19 86  Güncel

Birikim Yayınları'ndan bilgilendirme
Aydınlatma Metni
mesajları almak istiyorum
Veri Politikası Üye Ol

You might also like