Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 46

woolen

wooden-headed, sf ahmak, aptal, kalın woodwind, is. ı. müz. tahtadan yapılmış


kafalı, mankafalı.e.a. -dull, stupid. nefesli sazlar, 2. -s : orkestranın bu nefesli saz-
wooden-headedness, is. ahmaklık, aptal- lar bölümü.
lık, kalın kafalılık, mankafalılık. woodwork, is. 1. ağaç işleri, marangozluk,
woodenware, is. tahta mutfak eşyası, tahta dülgerlik, 2. binanın ahşap kısmı. -er : maran-
çanak çömlek. goz, dülger. -ing: (a) ağaç işçiliği, marangoz-
woodhen, is. bk.: weka. luk, dülgerlik, (b) ağaç işlerinde kullanılan.
woodhouse, is., ç. -houses odunluk, odun! woodworm, is. ağaç kurdu.
kereste deposu. woody, sf woodier, woodiest ı. ormanlık,
woodiness, is. odunumsuluk, odunaltah- ağaçlık, ormanı çok, 2. ormana ait, ormanla ilgi-

taya benzeyiş. li, 3. ahşap, tahtadan yapılmış, 4. odunumsu,


wood-kingfisher, is. zool. İzmir yalıçapkı­ oduna benzer, odun!tahta yapılışındalgörünü­
nı (Coracii-formes alcedinidae). şünde.

woodland, sf &is. 1. ormanlık, ağaçlık, wooer, is. aşık, sevdalı, flört eden kimse.
2. orman+, ormanda yaşayan. a - nymph. 3. - woof, is. 1. (dokumacılıkta) atkı, argaç,
caribou zool. karibu. 2. Brit. çözgü, arış, 3. dokum, dokunuş. 4. hav-
woodlark, is. zool. ağaç tarla kuşu (Lullu- lama sesi: hav. e.a.· 1. filling, 2. warp, 3. textu-
la arborea). re, fabric.
woodman, is., ç. -men orman adamı: or- woofer, is. alçak frekanslı ses hoparlörü.
manda yaşayan, avlanarak geçinen adam. e.a.- wool, is. 1. yün, yapağı. - fat: lanolin.
woodsman. virgin -: ilk kez dokunmuş yün. - comber:
yün tarayıcısı, 2. yünlü kumaş, 3. yün ipliği,
woodmancraft, is. orman hayatına alışık-
4. sun'i yün, 5. elyaf, yün gibi yumuşak ve tüylü
lık.
şey. glass -: cam elyafı. steel -: çelik bulaşık
woodnote, is. doğal ses, (ormanda) kuş
teli, 6. (bazı bitkiler ve tırtıllar üzerindeki) tüy,
sesi/ötüşü.
7. k.d. kıvırcık kısa saç, 8. all - and a yard wi-
wood nymph, is. 1. orman perisi, 2. zool.
de : halis, saf, katışıksız, hakiki. He was a real
(a) G Amerika arı kuşu (Thalurania), (b) boz
friend, all - and a yard wide. 9. dyed in the -:
kelebek (Minois alope) kanatları kahverengi
müzmin, azılı, koyu, sabit fikirli, önyargılı, de-
üzerine sarı çizgili ve siyah, beyaz benekli bir
ğişmez, ıslah kabul etmez. A sinner who was
kelebek.
dyed in the -. dyed in the - communİst: azıh
woodpecker, is. zool. ağaçkakan (Pici-
komünist. 10. go for - and come home shorn :
dae). suya gidip susuz gelmekJDimyat'a pirince gider-
woodpile, is. odun yığını, istiflenmiş ken evdeki bulgurdan olmak. 11. Keep your -
odun. on! Kızma! Öfkelenme! 12. much cry and little
woodprint, is. bk.: woodcutl woodblock. - : fiyasko, neticesiz tartışma, 13. pull the -
woodruff, is. bot. ince otu (Asperula odo- over s.o.'s eyes : göz boyamak, aldatmak. e.a.-
rata). Kızıl kökgillerden güzel kokulu beyaz çi- 8. genuine, sincere, excellent, 9. inveterate, con-
çekler açan bir bitki. Parfümeride ve şaraplara firmed, 13. deceive, delude.
rayiha vermekte kullanılır. wool-bearing, sf yünlü! yün veren (hay-
woodshed, is. odunluk. van), yünü olan.
woodsia, is. bot. kaya eğreltisi (Woodsia). wool-carding = wool-combing, is. yün ta-
woodsman, is., ç. -men ı. bk.: woodman, rama.
2. keresteci, oduncu, ormancı. e.a. -2. lumber- wool-clip, is. bir koyundan bir senede kır­
man. kılan yapağı miktarı.
woodsy, sf woodsier, woodsiest ABD or- wool-dyed, sf dokunmadan önce boyan-
manımsı, ormanı andıran, orman havası veren, mış.

ormanla ilgili. a - fragrance: orman kokusu. woolen, sf&is. 1. yün+, yünlü, yünden ya-
woodwax = woodwaxen, is. bk.: woad- pılmış.- cloth. 2. -s : yünlüler, yünlü kumaş!
waxen. elbise. Brit.: woollen.

3689
wooler

wooler, is. yünü için beslenen hayvan. wool stapling, is. ı. yün ticareti, 2. yün
woolfell, is. post. ayırımcılığı.
woolgatherer, is. dalgın kimse. woolwork, is. yün ile gergef işi.
woolgathering, is. dalgınlık, dalgacılık, wooly,0Jj:&is. bk.: woolly.
hayal kurma, aklı başka yerde olma. be/go -: woomera, is. bk.: womera.
dalıp gitmek, hayallere dalmak, dalga geçmek. woorali, is. bk.: curare.
woolgrower, is. yüncü, yün üreticisi, yünü woosh, is.&f bk.: whoosh.
için koyun besleyen kimse. woozily, zf. ı. sersemce, şaşkın şaşkın,
woolgrowing, is. yüncÜıük, yün üretme, şaşırarak, 2. başı dönerek, sersemleyerek, 3. sar-
yün için koyun besleme. hoşlukla.
wooliness, is. bk.: woolliness. wooziness, is. 1. sersemlik, şaşkınlık, 2. baş
woollen, sf &is. Brit. bk.: woolen. dönmesi, 3. sarhoşluk.
woollike, sf yün gibi, yüne benzer. woozy, sf woozier, wooziest k.d. 1. ser-
woolliness, is. yüne benzerlik, yün gibi sem(lemiş), şaşkın. - from a blow on the head.
oluş, tüylülük, havlılık. 2. başı dönmüş. He felt - after the flu. 3. sar-
woolly = woolyl, sf -lier, -liest ı. yünıü, hoş. e.a.-l. muddled, dazed, befudled, 2.dizzy,
yünden yapılmış.- socks. a - fleece. 2. yün gi- drunken.
bi, yüne benzer, yumuşak, kabarık, tüyıü,3. wop, is. argo- hkr. İtalyan, makarnacı.
üstü tüyıü. a - caterpillar. 4. bot. tüylü, havlı, Worcester china = Royal Worcester =
5. k.d. yoz, kaba, sert, haşin, 6. bulanık, vuzuh- 'Vorcester porcelain, is. İngiliz porseleni.
suz, belirsiz, müphem, karışık, dağınık. - thin- word 1, is. 1. kelime, lafız. a household -:
king. His ideas are a bit -. 7. - bear: tüylü tır­ günlük/harcıalem kelime. A - to the wise (is
tıl, 8. --headed: zihni bulanık/karışık/dağı­ sufficient) : Arif olan anlar/arife tarif gerekmez/
nık, kafası dumanlı, dalgın, vazıh düşüneme­ anlayana sivrisinek saz. My - 1 Maşallah! A-
yen. man yarabbi! upon my - ! ValIahi! bad is not -
woolly =wooi y 2, is., ç. -lies 1. (Batı ABD) for it : ona fena demek azdır. Don't say a - to
koyun, yünlü hayvan, 2. woollies : yünlü çama- anybody: Kimseye bir şey söyleme. May i put
şır/giyim eşyası. winter woollies. a - in? Ben de bir şey söyleyebilir miyim? 2. -8:
woolman, is., ç. -men yün tüccarı, yapağı (a) söz, deyim, tabir, laf, ıakırdI. fair -8: tatlı
taciri. sözler. four-letter -: küfür, kaba söz, i have
woolpack, is. ı. yün balyası, 2. pamuk yı­ no -s for = -s fai! me : Sözle tarif edemem;
ğını, küme bulut. söyleyecek söz bulamıyorum. He is too stupid
woolsack, is. 1. yün çuvalı, 2. Brit. Lordlar for -s: Tarif edilmez derecede aptaldır. in ot-
Kamarası Başkanının meclisteki yün minderi/ her -s: başka tabirle. -s of one syllable: ba-
makamı, 3. reach the -= to be raised to the. - : sit/açık sözler. vain -s: boş ıar. -s mean little
Lordlar Kamarası Başkanı veya Adalet Bakanı when action is called for. (b) güfte. i know the
olmak, 4. take the seat on the -: Lordlar Ka- tune of the song, but i don't know the -s. (c) ağız
marası oturumunu açmak. kavgası, münakaşa. high -s: hiddetIi/ağır söz-
woolshed, is. yün deposu, koyun kırkım ler. to have -s with s.o. : birisi ile atışmak, çe-
evi. kişmek, münakaşa etmek. -s have passed bet-
woolsorters disease, is. patol. yüncü hasta- ween them : Atıştılar, birbirine kötü sözler söy-
lığı, BaeiIlus anthraeis sporlarının nefes yolla- lediler. 3. kısa konuşma, (bir çift) söz, diyecek.
rında meydana getirdiği hastalık. I'd like a - with you: Sana bir çift sözüm var.
wool sponge, is. yün süngeri, yumuşak 4. deyim, ifade. a - of praise : övgü, methiye,
sünger (Hippiospongia lachne). FIorida ve Antil- 5. söz, vaat. i give you my - for it : Sana vade-
lerde çıkan görünüşü yüne benzer sünger. diyorum/söz veriyorum. - of honor : namus sö-
wool stapler, is. 1. yün tüccan, 2. yün ayı­ zü. break one's - : sözünü tutmamak, sözünden
nmcısı: yünleri cinslerine göre ayıran kimse. dönmek/caymak. Upon my -: Vallahi, billiihi,

3690
wordless

söz veriyorum ki. to keep one's -: sözünü tut- to -s: sözle/şifahen anlatmak, ifade etmek,
mak, 6. haber, malı1mat. send -: haber yolla- 30. say the - k.d. (bir şeyin yapılması/başla­
mak. We received - of his death. a good- : (a) ması için) izini emir vermek, 31. suit the actioıı
iyi haber. (b) övgü, medih, tavsiye, sitayişkar to the -s: dediğini yapmak, 32. Take one at
söz. big -s : övünme, büyük söz. Put in a good one's -: sözüne inanmak. i took you at your - :
- for s.o. : birini övmek. He never has a good sözün(üz)e inandım, 33. take s.o.'s - for it : bi-
- for anyone : Herkesi kötüler. 7. parola. He risinin söylediklerine inanmak. take my - for
gave the - and they let him in : Paralayı söy- it! Sözüme inan! 34. take the -s out of one's
leyince girmesine izin verdiler. 8. emir, kuman- mouth : (karşısındakinin) ağzından sözü kap-
da, işaret. - of command : komut, kumanda. mak; leb demeden leblebiyi anlamak. You have
On his - theyall moved forward : O komut taken the -s out of my mouth : Ben de tam bu-
verince yürüyüşe geçtiler. at a -: söylenir söy- nu söyleyecektim. 35. - of mouth : konuşma,
lenmez, 9. b.h. the Word, the Word of God sözle ifade. by - of mouth : ağızdan, sözlü ola-
d.d. (a) Kutsal Kitap, Tanrı Kelarnı, (b) bk.: 10- rak, şifahen, 36. - painter: belagatli yazar,
gos, (c) İncil, 10. esk. atasözü, özdeyiş, simge 37. - painting : tasvir, belagat, sözle canlandır­
söz, 11. be as good as one's - : sözünün eri ol- ma, güzel anlatış, 38. - picture: tasvir, iyi
açıklanmış tanım. e.a. - 2 (c) quarrel, 4. state-
mak, vaadini/sözünü tutmak, 12. eat one's -s:
sözünü geri almak; tükürdüğünü yalamak, ment, declaration, expression, 5. promise, pled-
ge, warrant, assurance, 6. news, information, ti-
13. (get) a - in edgeways : lMa karışmak, mü-
dings, 7. password, watchword, countersign,
temadiyen konuşan birinin sözünü kesip bir şey
8. order, command.
söylemek. He talks so much that no one else can
word 2, f (sözle) ifade etmek/söylemek/
get a - in edgeways. 14. have a - in s.o. 's
anlatmak. He -ed the explanation well.
ears : kulağına fısıldamak, gizlice söylemek,
word accent, bk.: word stress.
15. have a - to say : söyleyecek sözü olmak,
wordage, is. 1. kelime sayısı, 2. kelimele-
16. have a - with s.o. : birisiyle konuşmak!
rin tümü, 3. kelime seçimi, kelimelerle ifade,
görüşmek; birine bir çift söz söylemek, 17. have
4. laf kalabalığı, lüzumsuz sözler. e.a.-3. wor-
no -s for : anlatacak kelime bulamamak, sözle
ding, 4. verbiage, wordiness.
anlatmaktan aciz olmak, 18. have the last - : sö- word blindness, is. okuma yitimi. e.a.-
zü geçmek, son sözü kendisi söylemek, dediğini alexia.
yaptırmak, 19. His - is (as good as) his bond:
wordbook, is. sözlük, ıügat. e.a.- dictio-
Sözünü tutar; sözüne güvenilir; sözü sağlamdır. nary.
20. in a - =in one - : özet olarak, (uzun) sözün word class, is. gr. kelime sınıfı.
kısası, kısacası, huıasaikeıam. In a - there was
word-for-word = word for word; ,sf &zf.
no comparison. 21. in so many -s: aynen, 1. kelimesi kelimesine, aynen, harfiyen. Teli me
açıkça, kesinlikle, kesin olarak. He told me in what he said, word for word. a word-for-word
so many -s to go to Hen: Bana aynen "cehen- translation. 2. word by word d.d. kelime keli-
nem ol!" dedi. He did not say it in so many -s: me, cümlenin toptan anlamını değil her kelime-
Aynen böyle demedi (fakat böyle derneğe getir- nin anlamını söyleyerek. e.a.-I. verbatim.
di). 22. man of his -/woman of her -: sözünün word game, is. kelime oyunu.
eri. i am a man of my -: Sözümün eriyim; söz wordily, zl ıtnaplı bir şekilde, sözü ge-
bir Allah bir. 23. mince - s : kaçamakh/dolam- reksizce uzatarak.
baçlı konuşmak, lafı gevelemek, 24. not have a wordiness, is. ıtnap, sözü gereksiz yere u-
- to throw at a dog : konuşmaya tenezzül et- zatma.
memek, kibirinden kimse ile konuşmamak, wording, is. 1. söyleyim, ifade tarzı, üslüp,
25. not the - for it : yersiz/uygunsuz söz, ye- 2. kelime seçimi. The - of a business agree-
tersiz ifade, 26. of few -s: (a) az konuşur, sus- ment should be exact. e.a.- phrasing, diction.
kun. a man of few -s. (b) veciz, özlü, 27. of wordless, sf 1. sessiz, suskun, sükuti, ko-
many -s: konuşkan, çok konuşan, geveze, nuşmayan, dili tutulmuş, 2. sözle/kelimelerle
28. put in a (good) - for: övmek, methetmek, anlatılması olanaksız, 3. kelimelerden başka
hakkında sitayişkar sözler söylemek, 29. put in- araçlarla ifade edilen.

3691
wordlessly

wordlessly, zf. 1. susarak, konuşmadan, bir iş başında olmak, çalışmak. He's always at ~
şey söylemeksizin, dili tutulmuşçasına, 2. ke- in the aftemoons. (b) çalışırken, işlerken. to
limelerden başka şeylerle ifade ederek. watch machines at ~. 13. give s.o. the ~s argo
wordlessness, is. ı. suskunluk, süküt, sus- (a) birini öldürmek! hırpalamak, (b) birine aman
ma, dili tutulma, 2. kelimelerle ifade olanaksız­ vermemek, göz açtırmamak, 14. go/getlset to
lığı. ~ (on) : işe girişmek/koyulmak, 15. go the

word of honor, is. yemin, ant şeref/namus right way to ~: usulü dairesinde işe girişrnek,
sozu. e.a.- oath, promise. 16. have one's ~ cut out for one: işi başından
word-of-mouth, sf sözlü, ağızdan ağıza aşmak, işi çok zor olmak, 17. in the ~s: yapıl­

yayılan. The producers rely on ~ advertising. makta, bakılmakta, planda, 18. in ~ : işi/görevi/
word order, is. söz dizimİ, söz düzeni. memuriyeti var, çalışmakta. out of ~: işsiz,
boşta, 19. make hard - of: kolay bir işi zor
word-perfect, sf Brit. rolünü iyi ezberle-
bulmak, 20. make short ~ of: kısa kesrnek, ça-
miş (aktör), mükemmel/kusursuz (konuşan).
buk bitirmek, 21. make - (unnecessarily): (hiç
Her speech was ~. She was ~ in her speech.
yoktan) iş çıkarmak, 22. set s.o. to -: birini bir
wordplay, is. kelime oyunu, cinas. e.a.- pun.
işe oturtmak, 23. shoot the -s: argo bütün gü-
word processing, is. süreçli yazım, yazı
cünü/parasını harcamak, son gayretini/meteliğini
işlem: bilgisayar aracılığı ile yazı yazma yöntemi.
sarf etmek. Let's shoot the -s and order the
word processor, is. yazı işlemi düzeni, crepe suzette. 24. the poison had done its -:
süreçyazar. zehir etkisini gösterdi, 25. the whole -s: hepsi,
word square, is. söz karesi: soldan sağa ve 26. the ~s argo (a) ayrıntı, teferruat, garnitür.
yukarıdan aşağıya aynı kelimeI_er okunabilen a hamburger with the -s. (b) zulüm, işkence,
kare. çetin iş. give S.O. the ~s. e.a.- 1. labor, toil,
word stress, is. kelime vurgusu. word ac- drudgery, 3. occupation, business, trade, emp-
cent d.d. loyment. NOT: WORK, DRUDGERY, LA-
wordy, sf wordier, wordiest ı. ıtnaplı, BOR, TOIL, zihnı veya bedenı çalışmayı ge-
çok uzun, boş yere uzatılmış (söz/yazı), lüzum- rektiren faaliyetleri gösterirler. En genel anlamlı­
suz kelimelerle dolu. a ~ explanation. 2. sözlü, sı WORK olup hem kolay, hem zor iş anlamın­
sözlerle/kelimelerle anlatılan. e.a.-l. verbose, da kullanılır: heavy work; part-time work; out-
prolix, 2. verbaL. door work. DRUDGERY sürekli ve yorucu,
wore, f bk.: wear (geç.z.). bıktıncı, köle gibi çalışmayı gerektiren işlere

work 1, is. 1. iş, meşgale. hard ~: ağır/ uygulanır: the drudgery of household tasks. LA-

zor iş, 2. çalışma, meşguliyet, 3. iş, görev, va- BOR, ağır el işlerini belirtir: labor on a farm, in
zife, memuriyet. My ~ is in medicine/as a doc- a steel mill. TOIL, yorucu ve yıpratıcı iş de-
mektir: toil that breaks down the worker's health
toro i go to ~ at 9. to look for ~: memuriyet/
work 2, sf iş+. - dothes: iş elbisesi.
iş aramak, 4~ emek, el işi. it takes a lot of ~ to
work 3, f worked/wrought, working
builda house : Bir ev yapmak için çok emek
1. çalış(tır)mak, iş yap(tır)mak. She -s her emp-
harcamak gerekir. 5. çalışma yeri, 6. eser, yapıt,
loyees hard. 2. işle(t)mek, faalolmak, emek sarf
kitap. a ~ of art. literary ~s. The ~s of Shakes- etmek. She -ed a needlepoint cushion : iğne
peare. the ~s of God : doğa, evren, kainat, tabi- işi yastık işledi. 3. uğraş(tır)mak, meşgul ol-
at, 7. yapı: bina, köprü vb. 8. tahkimat (duvar, mak/etmek, 4. görevli/vazifeli olmak, memuriye-
kale, hendek vb.), 9. ~s: (a) fabrika, tesis, atöl- ti olmak,S. başarılı olmak, başarınak, iyi sonuç
ye, imalathane, (b) mekanizma, (c) sevap kaza- vermek. My plan did not -: Planım başarılı
nılacak iş, 10. fiz. iş, 11. all in the day's ~: olmadı. 6. etkilemek, tesir etmek. it won't -: ol-
doğal, normal, tabii, mutat. It's all in the day's maz, yürümez, 7. güçlükle yürümek/hareket et-
- : Ne yapalım? Bu böyledir. 12. at -: (a) iş rnek. the ship -s to winwards. 8. çözmek, hallet-
başında, işte, çalışıyor, çalışmakta. be at mek, 9. k.d. aldatmak, 10. k.d. isteklerine alet et-

3692
worked

rnek, kullanmak, 11. meydana getirmek, 12. şe­ emek sarf etmek, emekle vücuda getirmek. - up
kil vermek, 13. mayala(n)mak. this dough -s some plans. (c) kurmak, düzenlemek, geliştir­
slowly. 14. heyecanını tahrik etmek. to - a mek, yapmak. He -ed up the firm from nothing.
crowd into a frenzy. 15. - at: çalışmak, çaba- (d) (tedricen) tamamlamaklbitirmek. - up into :
lamak, 16. - against s.o. : birisiyle mücadele et- haline getirmek. to - up the notes into a book.
rnek, 17. - away on : aralıksız çalışmak, 18. - - up an appetite: çalıştırarak acıktırmak,
by rule = - to rule : kurallara harfiyen uyarak 30. - oneself up into : başını derde sokmak,
işi yavaşlatmak (ve bu şekilde ücret artışını te- 31. - up to : -e hazırlanmak; -i amaçlamak; -e
mine çalışmak), 19. - even: düz örmek, 20. - varmak. e.a.-ı. labor, toil, 2. operate, 5. succe-
in : sokuşturmak, araya sıkıştırmak, içine işle­ ed, 6. influence, 10. exploiı, 13. ferment.
rnek, nüfuz/müdahele etmek, iterek sokmak, -work, son ek 1. "... işi, -den yapılmış".
başka maddeleri karıştırıp eze eze yedirmek, el needlework : iğne işi. woodworklbrickwork :
ile işleyerek meydana getirmek, 21. - into : zor- tahtadan/tuğladan yapılmış. housework : ev işi,
lamak, sokmak, koymak, 22. - loose: gevşe­ 2. "... ödevi." homework : ev ödevi, 3. "-sanatı,
rnek, laçka olmak, 23. work off : (a) gidermek, -cilik." paperwork : kırtasiyecilik.
azaltma~, defetmek, atmak. to - off excess we-
workability, is. 1. işletilebilme, işlenebil­
ight: (sıkı çalışaraklidmanla)zayıflamak. - off me, 2. uygulanabilme, elverişlilik, gerçekleşe­
one's anger on s.o. : öfkesini birinden almak, bilme.
(b) çalışıp başarmakıüstesinden gelmek, öde- workable, sf 1. işletilebilir. a - machine.
mek. to - off a debt : çalışarak borcunu öde-
2. elverişli, uygulanabilir, pratik, gerçekleşebi­
mek, 24. - on/upon: etkilemeyelkandırmaya
lir. This plan isn it -. 3. işlenebilir, şekil verile-
çalışmak, üzerinde işlemek, 25. - one's way :
bilir. - day for making pots.
güçlükle ilerlemek, 26. - one's way through
workableness, is. bk.: workability.
school: kendi çabasıyla okumak, 27. - out: (a)
workaday, sf 1. günlük, çalışma günleri-
(dikkatle çalışıp düşünerek) çözüm yolu/yoll
ne özgü, 2. adi, bayağı, alelade, sıradan. This -
çare bulmak. to - out a solution to a problem.
world.
(b) çözmek, halletmek, hesaplamak. - out a
workaholic, sf k.d. aşırı/çok çalışan, ken-
problem. to - out a sum. (c) gen. - out to = -
dini işe veren.
out at : sonuçlanmak, neticelenmek, sonuç ver-
workaholism, is. aşırı/çok çalışma, ken-
mek, sonuca varmaklulaşmak, erişmek, mal ol-
mak, baliğ olmak. Things have -ed out badly. It dini işe verme.
- ed very well for me. wonder how their ideas - workbag, is. el işi torbası.
ed out in practice ?The bill -s out to $500.. How workbasket =workbox, is. el işi/dikiş se-
peti/çantası.
much does it - out at? Kaça çıkar?(d) geliş­
mek, başarılı olmak, (e) pHlnlamak, kararlaştır­ workbench, is. tezgah.
mak. To - out the details. (f) gerçekleşmek, workbook, is. 1. işletme rehberi/talimatı,
mümkün olmak. i hope this -s out. (g) idman 2. alıştırma kitabı, 3. çalışma kayıt defteri .
yapmak. to - out in the gymnasium. (h) (maden workbox, bk.: workbasket.
damarı) bit(ir)mek. The mine was -ed out years work camp, is. ı. çalışma kampı, 2. hayır
ago.28. - over: (a) bir daha yapmak, (b) işle­ işleri için çalışan gönüllüler.

rnek, üstünden geçmek,' (c) değişiklikltadilat workday = working day, is. 1. iş/çalışma
yapmak, (d) ABD- argo saldırmak, üzerine atıl­ günü, 2. günlük çalışma süresİ. a seven-hour -.
mak, hırpalamak. They -ed him over. 29. - up: worked, sf işlenmiş, üzerinde çalışıl­
Ca) heyecana getirmek, heyecanlandırmak, hisle- mış. a newly - field. e.a.-wrought. NOT:
rini tahrik etmeklkamçılamak. The politician WORKED ve \VROUGHT üzerinde emek har-
-ed the crowd up un til they shouted together. be canmış, çalışılmış nesneler niteler. WORKED
- ed up about sth : bir şey için heyecanlanmakl uzun süren herhangi çeşit bir iş veya emek sarf
hiddetlenmek. (b) (ayrıntılı olarak) hazırlamak, edildiğini belirtir: a worked silver mine: işleti-

3693
worked-up

lenlişlemekte olan gümüş madeni.WROUGHT nın gevşemesine/laçkalaşmasına sebep olan ge-


el ile işlenerek şekil verilmiş anlamını
kapsar: rilme veya hareket, 7. bir organın anormal hare-
a wrought-iron milingo dövme demir parmaklık. keti. The - of his limbs revealed his disease.
worked-up, sf heyecanlı, sinirli, öfkeli. working 2, sf ı. çalışan, iş gören, 2. iş­
He was quite - and said he has been very anxi- çi+, geçimini işçilikle kazanan. a - man. 3. iş­
leyen, işler durumda, 4. iş+, işe/çalışmaya ait,
ous for their safety. e.a.- exeited, angry, wro-
5. işe yarar, yararlı, yeterli, fayda sağlayan, işi
ught-up.
kolaylaştıran. a - modeL. a - majority. a -
worker, is. 1. işçi, amele, emekçi. steel -:
knowledge of Frenelı. 6. seyiren, 7. mayalanan,
çelik işçisi. a factory -: fabrika işçişi, 2. bir köpüren, 8. - asset: işletme değerleri, 9. - ca-
konuda/alanda çalışan kimse. a - in scientific pital : döner sermaye, net cari aktif, 10. -
research. a - for the Republiean Party.. He is a elass : işçi sınıfı, 11. - conditions: çalışma
hard -: Çok çalışkandır. a - of miraele: mu- koşulları/şartları, 12. - day: iş/çalışma günü,
cize yaratan kimse, 3. zool. işçi sınıfından bö~ 13. - drawing: imalat resmi, 14. - hours:
cek (arı, karınca, vb.) --antl-bee : işçi karıncalan. iş/çalışma saatleri, 15. - hypothesis : geçici
varsayım, 16. - papers: (a) (yabancılara veri-
workerless, sf işçisiz, amelesiz.
work ethic, is. iş ahHikı. len) çalışma izni belgesi, (b) ABD reşit olma-
yanlara verilen çalışma izni belgesi, 17.
workfare, is. sosyal yardım görenlerden
substance = - fluid: işler özdek: basınç, sıcak­
çalışabilecek durumda olanları eğitim veya ka-
lık, hacim, şekil değişmelerine uğrayarak güç
mu görevlerinde çalıştırınayı öngören hükumet makinelerini çalıştıran özdek (sıvı, buhar, vb.),
planı. 18. - surface : çalışma yüzeyi.
work farm, is. ıslah çiftliği: suç işleyen workingman, is., ç. -men işçi, amele, e-
çocukların ıslah için çalıştırıldıkları çiftlik. mekçi.
workfellow, is. iş arkadaşı. workingwoman, is., ç. -women işçi kadın.
workfolk(s), is. işçiler, ameleler, emekçiler. workless, sf işsiz.
work force, is. iş gücü, mevcut işçiler, worklessness, is. işsizlik.
çalışanlar.
work load, is. ı. iş yükü, bir kimsenin!
grubun/makinenin yapması gereken iş miktarı,
work fundion, is. fiz. iş işlevi: maddeden
2. belirli bir dönemde bir işçinin/makinenin/
elektronu ayırabilmek için gerekli minimum er-
kimsenin çalışma saatleri toplamı.
ke/enerji. workman, is., ç. -men işçi, amele.
workhorse, is. ı. beygir, 2. çok çalışan workmanlike = workmanly, sf ustaca
kimse. a willing -: akranları arasında en çok yapılmış, ustaya yakışır, usta elinden çıkmış. a
işi yüklenen/yapan kimse. - piece of writing. The book is a - job, with
workhouse, is., ç. -houses ı. ABD ıslah ehronology, index and bibliogmphy. e.a.- skill-
evi, 2. Brit. düşkünler evi,· güçsüzler evi, 3. esk. ful, well exeeuted.
bk.: workshop. workmanship, is. 1. işçilik, ustalık, sanat-
karlık. good -. 2. zanaat, sanat.
work-in, is. işçilerin işgali: işçilerin pro-
workmen's compensation insurance, is.
testo maksadıyla iş yerini işgal ederek ayrıl­
işçi sigortası.
mayı reddetmeleri.
work of art, is. sanat eseri, şaheser. The
working I, is. ı. çalışma, iş yapma, 2. iş­
new bridge is a work of art.
leme, faaliyet. the involuted -s of his mind. workout, is. 1. idman, antrenman, 2. dene-
3. işleme, şekil verme. The - of clay is easy me çalışması,
3. yetenek denemesi.
when it is damp. 4. gen. -s : iş yeri, maden oca- workpeople, is. işçiler, çalışanlar, çalışan
ğında kazı yeri,S. mayalanma, 6. yapı elemanı- zümre. e.a. - workers, employees.

3694
world

workpiece, is. eldeki parça, işlenen parça. me: ahret, öbür dünya, 8. dünya nimetleri. to gi-
workplace, is. çalışma/iş yeri, memuri- ve up the - and serve God : dünya nimetlerin-
yet mahalli. den feragat edip Tanrıya hizmet etmek. i would
workroom, is. çalışma odası. give the - to know : Öğrenmek için her şeyi
works council, is. Brit. iş kurulu: (a) işçi feda ederdim. this -'s goods : dünyalık, dünya
temsilcilerinden oluşan ve işçi hakları ile şika­ nimetleri, 9. toplum. go out into the - : topluma
yet, çalışma koşulları, ücret vb. işleriyle uğra­ karışmak, 10. hayat. a man of the - : hayat
şan kurul, (b) bir iş yerinde işçi ve işveren tem- adamı, görmüş geçirmiş/pişkin adam, 11. a -
silcilerinden oluşan ve benzer sorunları incele- of : pek çok, dünya kadar. a - of money : dünya
yen kuruL. kadar para, 12. all the -: herkes, bütün cihan.
work sheet, is. 1. iş izlencesi: çalışma all the - to s. o. : (birisi için) her şey, bütün
programı ve saatlerini gösteren kağıt, 2. müsved- varlık, en kıymetli şey. My home is all the - to
de, karalama kağıdı. me. 13. as the - goes: dünyanın gidişine göre,
workshop, is. 1. iş evi, işlik, atelye, çalış­ 14. be on top of the -: k.d. mutlu olmak, dün-
ma odası, 2. seminer, inceleme/tartışma toplulu- yalar kendisinin olmak, sevinçten uçmak,
ğu. a theater -.
15. bring into the -: doğurmak, dünyaya getir-
worktable, is. çalışma masası. mek, 16. for all the - : (a) dünyada, asla,
work train, is. işçi treni, demir yolu işçi­ kaı'iyen, bütün dünyayı verseler, ne pahasına
lerini ve malzemesini taşıyan tren. olursa olsun. She wouldn't come to visit us for
workweek, is. haftalık çalışma saati. all the -: Dünyada bizi ziyaret etmez. i wo-
workwoman, is., ç. -women kadın işçi,
uldn't hurt her for the -: Onu kat'iyen incİt­
işçi kadın.
mem. (b) tıpkı, tıpatıp, aynen, tamamen. You lo-
world, is. 1. dünya. Ancient - : Avrupa,
okfor all the - like my Awıt Mary. 17. dead to
Asya, Afrika. New -: Amerika. the scientific - :
the -: dünyadan habersiz (derin uykuda, sar-
ilim dünyası. - Bank : Dünya Bankası. - Co-
hoş, vb.), 18. in the -: (a) asla, kaı'iyen, dünya-
uncil of Churches : Dünya Kiliseler Danışma
da. i never in the - would have believed such
Kurulu. - Court : Milletler Arası Mahkeme (In-
an obvious lie : Böyle düpedüz bir yalana dün-
ternational Court of Justice d.d.). - Health Or-
yada/asla inanmazdım. (b) yahu, Allah aşkına.
ganization : Dünya Sağlık Teşkilatı. - power:
Where in the - did you find that hat? Yahu,
güçıü/etkili devletlkurum vb. - Series = World's
bu şapkayı da nereden buldun? What in the -
Series : (beysbol) şampiyonluk karşılaşmaları.
- 's fair : dünya fuan, uluslar arası fuar. -'s 01- is he doing? Ne yapıyor Allah aşkına? all the
dest profession : fuhuş. - war: dünya savaşı, differenee in the -: dünya kadar/dağlar kadar
cihan harbi, 2. cihan, alem. the woman's -: ka- fark. come down in the -: içtimaı mevkice vb.
düşmek. make one's way in the -: hayatta
dınlar alemi. the - of dream s: rüya alemi. the
animaVinsect - : hayvanlar/böcekler alemi. the muvaffak olmak, 19. one who has seen the .-:
starry -: yıldızlar alemi, 3. evren, kainat. the görmüş geçirmiş/feleğin çemberinden geçmiş,

sun is the center of our - : güneş kainatımızın 20. out of this - =out of the - k.d. fevkalade,
merkezidir. - soul: evrensel ruh. - spirit: (a) eşsiz, harikulilde, şahane. She bakes an apple

Allah, Tanrı, Cenabıhak, (b) evrensel ruh, 4. yer, pie that is out of this -. 21. set the - on fire:
arz, yeryüzü, 5. insanlar, insanlık. The - must ünü/şöhreti dünyaya yayılmak, 22. the way
eliminate war and powerty. herkes.The whole - of the -: dünya hali, dünyanın gidişi, 23. the -
knows about it. 6. ömür, hayat. You have the - of letters : edebiyat alemi/dünyası, 24. the -
before you : Önünde bütün bir ömür var. He is and his wife : herkes, bütün dünya, 25. think
not long for this -: Fazla yaşamaz, ömrü kısa­ the _. of s. o. : birini son derece beğenmek, tak-
dır. 7. ölümlü dünya. You must learn to liye in dir etmek, sevmek. He may get angry sometimes,
the - as it is : Bu ölümlü dünyayı olduğu gibi but he really thinks the - of you. 26. worlds
kabul etmelisin. the nextlother - = the - to co- apart: tamamıyla farklı. Their ways of life are

3695
worldliness

worlds apart : Yaşama tarzları tamamıyla Miskinin biridir. Even a - will turn: En pısı­
farklıdır. 27. - without end: ebediyen, ilele- rık adam bile ancak bir hadde kadar sabreder.
bet, sonsuzluğa dek. forever and ever, - without 4. vida dişi, 5. sonsuz vida, 6. helezon taşıyıcı,
end. 7. -s pato!. bağırsak kurtlarının sebep olduğu
worldliness, is. dünyaperestlik, dünyevılik, hastalık, 8. esk. yılan, 9. bk.: lytta, 10. azap,
maddecilik. insanın içini kemiren/rahatsız eden şey. the -

worldling, is. dünyaperest, zevkperest, ken- of conscience gnaws incessantly. 11. -'s-eye vi-
dini dünya zevklerine kaptırmış kimse. ew hkr. alttan bakış, aşağılık bir mevkiden yu-
worldly, sf&zf. -lier, -liest ı. dünyevı, karıya bakış. bk.: bird's-eye view.

maddı, cismanı, 2. kendini tamamen dünya işle­ worm 2, f ı. sürün(dür)mek, sinsi sinsi
rine/zevklerine vermiş, 3. l§.ik, dinı olmayan, ilerle(t)mek. - (oneself/one's way) through un-
4. pişkin, hayat· tecrübesi çok, hayatı iyi anla- dergrowth : çalılar vb. arasından oyulganmak/
mı ş, 5. esk. dünyaya ait, dünyada bulunan! kıvrılarak ilerlemek, 2. gen. - into : sinsice/dal-

yaşayan. ants, flies and other - insects. e.a.- kavuklukla elde etmek. to - oneself into s.o. 's
1. earthly, mundane, earthy, terrestrial, 3. secu- favor : sinsice/dalkavuklukla birinin teveccühü-
lar, 4. urbane, cosmopolitan, sophisticated. nü kazanmak, 3. gen. - out/from: hile ile/sin-
k.a.-1. spiritua!. NOT: WORLDLY sıfatı İn­ sice elde etmek. to - a secret out of a person :
hiie ile birinin sırrını öğrenmek, 4. dalkavukluk-
sanların dünya ile ilgili davranış ve faaliyetle-
la/sinsi sinsi sokulmak/göze girmek, 5. - one's
riyle ilgili olarak şahıslara ve nesnelere uygula-
way through the crowd: kalabalık arasından
nır: a worldly cleric, a worldly life. MUNDANE
kendine yol açmak, 6. köpeğin dili altındaki kurt
de tıpkı worldly gibi maddı, cismanı, dünyevı
gibi siniri kestirmek, 7. solucanlkurt düşürmek,
anlamında olmakla beraber şahıslar için pek
8. den. halatın yivlerini kıtıkla doldurmak. e.a.-
kullanılmaz, canlı olmayan şeyler için kullanı­
1. creep, crawl.
lır: Mundane affairs: dünya işleri. a mundane
wormcast, is. solucan gübresi yığını.
outlook: maddı görünüş. ERATHLY, dinı an-
worm drive, is. mak. sonsuz vidalı işlet­
lamda dünyevı (yani uhrevı olmayan) anlamı ta-
me düzeni.
şır: This erathly paradise: Bu dünya cenneti.
worm-eaten, sf eskimiş, kurt yemiş, mo-
earthly joys: dünyevı zevkler. EARTHY topra-
dası geçmiş.
ğa ait anlamında ise de bazan zarafetten uzak,
worm eel, is. zoo!. mırmır balığı (Echelus
kaba vb. anlamında kullanılır: a rich and earthy myrus).
odor; earthy humor. TERRESTRIAL, fiziksel wormer, is. ı. sürünen, sinsice ilerleyen,
anlamda yeryüzüne, arza, dünyaya ait demektir: 2. solucan düşürücü iHiç, 3. ağızdan dolma tü-
The terrestrial life: yeryüzündeki hayat. A ter- feklerde burgulu harbi.
restrial plant : yeryüzünde yetişen bitki. worm fence, is. yılankavi çit. snake fen-
worldly-wise, sf pişkin, hayatta tecrübeli, ced.d.
dünya işlerini'iyi bilen. worm-flshing, is. solucanla balık avlama.
world-shaking, sf dünyayı sarsan, çok ö- worm gear, is. sonsuz vida dişlisi.
nemli. wormhole, is. solucanlkurt deliği.
world-weariness, is. dünyadan bezginlik/ wormil, is. bk.: warble (6).
bıkkınlık. worminess, is. ı. kurtlanma, kurtlu olma,
world-weary, sf dünyadan bezmiş/bıkmış. delik deşik olma, 2. alçaklık, adilik, zillet, alça-
world-wide = world wide, sf evrensel, lış, mezellet.
dünya çapında, cihanşümul, alemşümul, yay- wormish, sf bk.: womlike.
gın, geniş. In 1930 during the - economic dep- wormlike, sf solucanlkurt gibi, solucana/
ression. kurda benzer, solucanımsı.
worm I, is. 1. zoo!. kurt, solucan (İlgili sı­ worm lizard, is. zoo!. ayaksız kertenkele
fat: vermicular), 2. solucana benzer şey, 3. argo (Amphishaenidae) : Afrika ve G Amerika'da bu-
alçak, miskin, pısırık kimse. He's rather a lunur, solucana benzer, toprağa gömülerek yaşar.

3696
worse

wormroot, is. bk.: pinkroot. ut me) : (Benim için) üzülme/endişelenme/


wormseed, is. bot. 1. solucan otu: pelin, merak etme/tasalanma! She will - if we are Ia-
kazayağı gibi tohum veya çiçekleri solucan dü~ te : Gecikirsek merak eder. -ing about your he-
şürmekte kullanılan birkaç çeşit bitki, 2. bu bit- alth can make yot ill. His debts worried him :
kilerin tohumu veya kurutulmuş çiçeği. Borçları için endişe ediyordu. The whole busi-
worm snake, is. zool. solucan yılan( Carp- ness worries me to death : Bütün bu işlere öle-
hophis amoenus). Orta ABD' de bulunan solucan siye üzülüyorum. What's -ing you? Neye üzü-
gibi ufak yılan. lüyorsun= Seni üzen nedir? 2. zorla/güçlükle
worm wheel, is. sonsuz vida çarkı. ilerlemek. an old car -ing uphill. 3. (köpek, ke-
wormwood, is. 1. bot. pelin (otu) (Artemi- di vb.) ısırıp sarsmak, hırpalamak. A cat will - a
sia Absinthium), 2. acı/nahoş/üzücü şey. mouse. 4. rahatsız/taciz etmek, canını sıkmak.
wormy, sf wormier, wormiest ı. kurtlu, Don't - me with so many questions. 5. isk. boğ­
kurtlanmış. a - apple. 2. kurt yemiş, delik de- mak, 6. - along = - through k.d. (güçlüklere/
şik, 3. alçak, adi, zeliL. e.a.- 2. worm-eaten, engellere rağmen) ilerlemek/başarmak, altından
3. wormlike, groveling, low, mean. kalkmak, üstesinden gelmek. To others the situa-
worn, sf &f ı. aşınmış, eskimiş, yıpran­ tion seemed intolerable, but with luck and per-
mış, zedelenmiş, 2. çok giyilmiş, 3. bitkin, bi- sistence she worried through. 7. - the life out
tap, çok yorgun, 4. bk.: wear (sff). of s.o. : birinin başının etini yemek. e.a. -1. fret,
wornness, is. aşınma, yıpranma, eskime, trouble, torment, harry, hector, disquiet, annoy,
zedelenme. harass, 6. strangle, choke.
worn-out, sf 1. eskiemiş), yıpranmış, aşın­ worry2, is., ç. -ries 1. üzüntü, endişe, me-
mış, zedelenmiş, hurda.- shoes. 2. bitkin, bi- rak, tasa, keder, kaygı, can sıkıntısı. - kept
tap, çok yorgun. He was - after three sleepless her awake : Üzüntüden uyuyamadı. 2. dert, be-
nights. e.a.-1. dilapidated, 2. exhausted, fati- la, kederlkaygı/endişe/üzüntü veren şey, üzüle-
gued. cek şey, üzüntü sebebi. A mother of sick child-
worried, sf üzgün, kederli, canı sıkılmış, ren has many worries. 3. üzülme, endişelenme,
endişeli. a - look: üzgün görünüş. He seems tasalanma, meraklanma, kederlenme, 4. - beads:
very - about something : Bir şeye çok canı sı­ tesbih. e.a. - 1. apprehension, vexation, anxiety,
kılmış görünüyor. uneasiness, disquiet, misgiving, concem.
worriedly, zf. üzgün/kederli/endişeli bir worrying, sf bk.: worrysome.
şekilde, endişe/keder/ can sıkıntısı ile. worryingly, zf. üzüıerek, endişe/tasa/kaygı
worrier, is. üzülen, endişelenen, tasala- çekerek, can sıkıntısı ile, merak/üzüntü içinde.
nan, kaygı çeken, canı sıkılan. worrywart, is. boşuna üzülen/endişele­
worriment, is. k.d. 1. dert, bela, musibet, nen kimse.
2. üzüntü, endişe, tasa, kaygı, keder, merak, can worse, sf &zf. &is. 1. (bad , ill sıfatlarının
sıkıntısı. e.a. -1. trouble, annoyance, 2. worry, artıklık hali) beter, daha kötü, daha fena (bir du-
anxiety. rumda).Things go from bad to - : İşler gittikçe
worrisome, sf 1. üzücii, endişelendirici, fenalaşıyor. to make matters - = and what's
can sıkıcı, kaygı/endişe. verici. a - problem. - : üstelik, daha da fenası, bu da yetmiyormuş
2. çabuk üzülen/endişelenen/tasalanan. gibi... Bill is a bad boy, but his brother is -. it
worrisomely, zf. üzüntü/endişe verecek is raining - than ever. He is - off now than
şekilde, can sıkarcasına. he was ten years ago : Maddi durumu on yıl ön-
worryl, f -ried, -rying ı. üz(ül)mek, endi- cesinden daha kötüdür. He is in a - way than
şelen( dir)mek, endişelkeder duymak/vermek, you: Sizden daha kötü durumdadır. 2. daha uy-
tasalanmak, kay gılanmak, endişe/merak etmek, gunsuz/gayrimüsait (vaziyette), gittikçe kötüle-
canı sıkılmak, zihninde kurmak. Don't - (abo- şen/kötüleşerek, 3. daha hasta. The patient is -.

3697
worsen

4. daha fena şey, beteri, kötü durum. He thought 6. come off -: yenilmek, yenilgiye/hezimete
the loss of his property bad enough, but - follo- uğramak, 7. in the - way = the - way k.d.
wed. He was none the - for his long journey : pek çok, ziyadesiyle, adamakıllı, fena halde. He
Bu uzun yolculuk onu hiç etkilemedi. i think wanted a warm coatfor the winter in the - way.
none the - of you for refusing : Bunu reddetti- worst 2, is. ı. en fenası/kötüsü, en fena/
ğiniz için gücenmedim. He got off with nothing kötü şey/durum vb. The - of the winter is
- than a wetting : Bir ıslanmakla kurtuldu. So over: Kışın en şiddetli kısmı geçti. I've seen
much the - for him! Yazıklar olsun ona! the bad work, but this is the -: Kötü iş gördüm
- for drink/wear : oldukça sarhoş/yorgun. ama, bu kadarını değiL. The - of it is that i co-
worsen, f. kötüleş(tir)mek, fenalaş(tır)mak, uld have prevented the accident if I'd been
daha kötü duruma düş(ür)mek. earlier : İşin fenası, erken davransam kazayı
worser, sf.&zf k.d. bk.: worse. önleyebilirdim. 2. at (the) - : en fena ihtimale
worshipl, is. 1. ibadet, tapınma, perestiş. göre, en kötü ihtimalle. He will be expelled from
the - of God : Allaha ibadet. hours of - : iba- the school, at -. 3. do one's -: elinden geleni
det saatleri, 2. aşırı sevgi/hürmet, tapma. exces- (kötülüğü) yapmak, elinden geleni ardına koy-
sive - of business success. 3. tapınılan şey, mamak. Do your - ! Elinden geleni yap! Elin-
4. Brit. hürmet ifadesi olarak yargıçlara vb. hi- den geleni ardına koyma! The enemy is coming,
tapta hullanılır: "Yes, your -," he said to the but let him the -, we are ready for him. 4. get
judge. 5. esk. saygınlık, saygıdeğerlik. men of - : the - of sth. : yenilmek, mağlı1p olmak. get the
saygıdeğer zevat. e.a.-I. reverence, 3. adorati- - of a fight. 5. give s. o. the - of it: bir kimseyi
on, admiration. yenmek/mağlup etmek, 6. if (the) - comes to
worship 2, f. -shiped, -shiping (veya Brit.: (the) -: en kötü ihtimalle, pek sıkışırsalsıkıya
-shipped, -shipping) 1. ibadet etmek, tapınmak, gelirse. If the ~- comes to the -, we can always
perestiş etmek. People go to mosque/church to go by bus tomorrow.
- God : Allaha ibadet için insanlar camiye/ worst 3, if 1. en fena/kötü (şekilde/halde/
kiliseye giderler. 2. tapmak, aşırı derecede sev- surette). This child acts - when his parents have
mek/hürmet etmek. A miser -s money : Hasis guests. 2. en şiddetli, en çok, en berbat, en müt-
paraya tapar. e.a. -1. revere, venerate, 2. honor, hiş (şekilde). It's my left leg that hurts - of
adorate, idolize, adulate, 15 lorify· k.a.-2. detest. all : En müthiş ağrı sol bacağımda.
worshiper = worshipper, is. ibadet edeni worst4, f. yenmek, mağlup etmek, bozgu-
tapan kimse. na/hezimete uğratmak. The army worsted the
worshipful, sf. ı. tapınan, perestiş eden, enemy in battle. He warsted him easily. e.a.-
perestişkar, 2. Brit. saygıdeğer, muhterem. the defeat, bem.
- the Mayor of London. the - company of worsted, sf. & is. bükme/bükülmüş yün,
Golsmiths. e.il.-l. worshipping, 2. honorable. yün ipliği, yün ipliğinden dokunmuş (kumaş),
worshipfully, if taparcasına, perestişka- bu kumaştan yapılmış (elbise). a - suit.
rane. wort, is. ı. bitki, nebat, ot, sebze. (birleşik
worshipfulness, is. tapınma, perestiş. isimler yapmakta kullanılır: liverwort, figwort
worshipingly = worshippingly, if tapa- gibi). 2. ma1t, bira yapımında kullanılan arpa
rak, ibadet ederek, tapınarak, perestiş ederek. mayası.

worst 1, sf. (bad ve nı sıfatlarının üstün- worth l, e. ı. değer, layık, şayan. be -:


lük derecesi) 1. en fena, en kötü. the - personl değmek. It's - seeing: Görmeye değer. This
house. 2. en feci. the - accident. 3. en şiddetli/ book is - reading: Bu kitap okumaya değer.
müthiş. the - cold/winter. 4. en haylaz/yara- advice - taking: tutmaya değer öğüt. it is -
maz/tembel vb. He is the - boy in schooL. 5. en the money : Bu fiyata değer. It's not - a cent:
beceriksiz/yeteneksiz. the - typist in the group. Beş para etmez. to be - while: harcanacak za-

3698
would

mana değmek. to be - its weight in gold : altın -worth, son ek "-lik, ... değerinde(ki)."
gibi değerli olmak, ağırlığı kadar altına değmek. pen-nyworth : bir penilik (kuruşluk), bir peni
In the desert a bOUle of water is often-its we- değerinde.
ight in gold. 2. değerinde, kıymetinde, eder. That worthful, sf değerli, kıymetli. a good and
book is - $8. 3.... sahibi, -lik. He is - milli- - man. tlıe - aspect of their culture.
ons : Milyonların sahibidir, milyonluk adamdır. worthily, zf. 1. değerlice, değerli/saygıde­
die - a million: bir milyon bırakarak ölmek. it ğer bir şekilde, 2. uygunca, layık/yakışacak şe­
would be as much as my life is - to do this : kilde.
Bunu yapmak hayatıma malolabilir. Give me worthiness, is. ı. değer, kıymet, meziyet,
two donar' - of cheese : Bana iki dolarlık pey- saygıdeğerlik, 2. uygunluk, liyakat, yakışma,
nir veriniz. i teıı you this for what it is -: Pek yaraşma.

önemli değil (bazan: doğru olup olmadığını bil- worthless, sf. ı. değersiz, kıymetsiz, ö-
miyorum) fakat size söyleyeyim. 4. for an it is nemsiz. a - action. 2. işe yaramaz, 3. adi, pes-
- : son haddine kadar, 5. for an one is - k.d. paye, ciğeri beş para etmez. a - member of
olanca gücüyle. He ran for an he was -: olan- society. e.a.-1. valueless, trashy, 2. useless,
ca gücüyle koştu. 6. for what it's - : ne (paha- 3. despicable, contemptible.
sına) olursa olsun, 7. What is - doing is - do- worthlessly, zf. değersizce, önemsizce, bir
ing wen. Yapılacak bir iş Hiyıkıyla yapılmalı­ değer/kıymet ifade etmeksizin.

dır. e.a.-l. deserving, meriting, justifying. worthlessness, is. değersizlik, kıymetsiz­


worth 2, is. 1. (manevi) değer, kıymet, me- lik, önemsizlik.
ziyet, fazilet. men of - : değerli kişiler, 2. (maddi) worthwhile, sf değerli, kıymetli, yararlı,
değer, kıymet, yarar, fayda. His - to the world (zahmetine vb.) değer. a - job. He ought to
is inestimable. 3. (para olarak) değer, karşılık. spend his time on some - reading. Brit.: woth-
get one's money's -: harcadığı paranın değeri­ while ş.d.y.
nilkarşılığını almak/çıkarmak. She got her mo- worthwhileness, is. değer(lilik), kıymet(li­
ney's - out of that coat. 4. -lik. ten cent's - of lik), önem(lilik), zahmete vb. değme.
candy : on sentlik şeker, 5. servet zenginlik, worthyl, sf. -thier, -thiest ı. değerli, kıy­
varlık. His personal - is several million. 6. put metli, meziyetli, saygıdeğer, saygın, örnek ola-
in one's two cents - = put in one's two cents cak. a - man. 2. layık, reva, müstahak, değimli,
argo: tartışmada kendi fikrini/düşüncesini orta- uygun, yaraşır, yakışır. a book - ofpraise. -
ya atmak. e.a. -1. merit, 2. value, usefulness, im- of help/dislike. a - vvinner. not -, to be chosen.
portance. NOT: WORTH ve VALUE, bir kim- a deed - to be remernbered. e.a.-l. honorab-
senin veya şeyin değerini, kıymetini, mükem- le, rneritorious, estimable, excellent, exemplary,
meliyetini belirtirler. Para ile ölçülebilecek de- honest, upright, worthwhile, 2. deserving.
ğerler için her ikisi de eş anlamda kullanılabilir: worthy2, is., ç. -thies değerli/kıymetli/
to get one's money's worth; to receive good va- saygıdeğerlileri gelen kimse. Tlıe town wortlıies

lue in purchase. WORTH genellikle madde ile included the doctor and the lawyer.
ölçülemeyen manevı ~eğerleri ifade eder, buna wot 1, f bk.: wit. .
mukabil VALUE ölçülebilen maddı değerler 2
wot , f wotted, wotting Brit. bilmek, ha-
için kullanılır: ideas of little WORTH; the VA- berdar olmak. (gen. - of). Other times and
LUE of the house. places which we - not of : Bilmediğimiz baş­
worth 3, f esk. vaki olmak, çıkmak, zuhur ka zaman ve mekan. e.a. - know.
etmek, vuku bulmak, başına gelmek. Woe - would, f ı. bk.: will (geç.z.&sff), 2. iste-
the day: O güne lanet olsun! Woe - the man: rnek, dilernek, temenni etmek, arzulamak. i - it
O adama lanet olsun! e.a.- betide, befaH were true : Doğru olmasını temenni ederim. -

3699
would-be

he were here! Keşke burada olsaydı! 3. na- wounded, sf &is. ı. yaralı. a - soldier. to
zikane ifadelerde will yerine kullanılır: - you bandage a - hand. 2. the -: yaralılar. emer-
be so kind : Lütfen, ., .lütfunda bulunur musu- gency treatment for the -: yaralılara acil yar-
nuz? 4. yardımcı fiil olarak şu anlamları taşır: dım/ilk tedavi.
(a) istek, arzu. He - like to read : Okumak is- woundingly, zf. yaralayarak, yaralarcası-
tiyor. (b) koşul, şart. He - help if he were he- na.
re: Burada olsaydı yardım ederdi. (c) gelecek woundless, sf yarasız.
zaman. He kept searching for something that woundwort, is. bk.: kidney vetch.
- cure him: Kendisini iyi edecek ilacı arayıp wove, f bk.: weave (geç.z. &sff).
durdu. (d) azim, karar. He - not go : Gitmeye- woven,f bk.: weave (s,ff).
cekti, gitmemekte kararlı idi. (e) olasılık. Let- wove paper, is. düz kağıt, ancak ışığa tu-
ting him to speak - cause serious trouble : tulunca merdane izi görülen kağıt. bk.: laid pa-
Konuşmasına izin vermek önemli zorluklara yol per.
açabilirdi. (f) tercih. We - have you succeed wow 1, f argo şaşırtmak, hayrete düşür­
rather than faH : Başarmanızı tercih ederiz. (g) mek, hayran etmek.
rica, dilek. - you give us a can'? (Lütfen) bize wow 2, is. 1. argo olağanüstü başarı, 2. uğul­
telefon eder misiniz? (h) adet, alışkanlık. We - tu, seslendirme düzeninde alçak frekanslı ses
ride together each day : Her gün beraber ata dalgalanması.
binerdik. (i) seçenek. He - never go if he co- wow3, ünL. k.d. Ooo! Vay canına! (hayret,
uld help it : Elinden gelse kat'iyen gitmezdi. G) şaşkınlık, sevinç, memnuniyet vb. ifade eder)
belirsizlik. it - seem to be wrong : Yanlış gibi Wow! Look at that! Ooo! Şuna da bakın hele!
görünüyor/yanlışa benziyor. 5. - better: daha wowser, is. Avust. koyu dindar, sofu, za-
iyisi. - rather: tercihan. Which - you rat- hit, mutaassıp.
her do, go to the cinema or stay at home? wpm =words per minute.
Hangisini tercih edersin: sinemaya gitmeyi mi, wrack 1, is. 1. enkaz, yıkıntı. leaving no -
yoksa evde kalmayı mı? 6. -that: keşke. - behind. 2. gemi enkazı, 3. harabiyet, yıkım, yı­
that we had seen her before she died : Keşke kılma, harap olma. go to - and ruin : harap ol-
onu ölmeden önce görebilseydik. mak, enkaz haline gelmek, 4. dalgaların kıyıya
would-be, sf ı. sözde, güya. a - kind- attığı yosunlar,S. (rüzgarla sürüklenen) bulut
ness : sözde iyilik, 2. özenen, argo bozuntu. a kümesi. e.a. -1. ruin, 2. wreckage, 3. destruction.
- poet/musician. wrack2, f ı. yık(ıl)mak, enkaz haline gel-
wouldn't =would not. mek/getirmek, harap olmak/etmek, 2. rüzgarla
wouldst, f esk. = would (will fiilinin ikin- sürüklenmek.
ci tekil şahsı). WRAF = W.R.A.F. =Brit. Women's Ro-
wound I, is. 1. yara, bere. bullet/knife -: yal Air Force.
kurşun/bıçak yarası. ruh salt to s.o.'s -: biri- wraith, is. 1. hortlak, hayalet, 2. çok zayıf
nin yarasına tuz sürmek, 2. incinme, rencide 01- kimse. a wraithlike body : hayalet gibi/zayıf be-
me, gönül yarası. a - to her pride : izzetinefis den, 3. sahibinin öleceğine delalet eden hayali
yarası. e.a.-I. cut, stab, laceration, lesion, trau- rüya. e.a.-l. ghost.
ma, injury, 2. grief, anguish, insult. wraithlike, sf hayalet gibi.
wound 2, f ı. yaralamak. The shot -ed his wrang, sf isk. bk.: wrong.
arm. He - ed him in the arm. 2. incitmek, wrangle i ,f -gled, -gling 1. dalaşmak, çe-
gücendirrnek, rencide etmek, kalbini kırmak, kişmek, kavga/münazaa etmek, 2. münakaşa et-
3. bk.: wind (geç.z.&sff) e.a.-l. injure, hurt, mek, 3. - away/into: kavga ederek (istenilen
harm, damage, cut, stab, lacerate bir duruma) getirmek.

3700
wreck l

He wrangled his wife into agreement : Kavga wrapping, is. gen. -s: sargı, paket sargı-
ederek karısını razı etti. 4. ABD sığırtmaçlık sı, ambalaj ipi, kapak. - paper : ambalaj kağıdı.
yapmak, hayvanları bir araya toplamak. e.a.- wrapt,f bk.: wrap (geç.z.&sff).
1. argue, quarrel, bieker, brawl, dispute, 2. de- wrap-up, is. k.d. haber özeti, kısa haberler.
bate. wrasse, is. zool. çırçır balığı, lapina (Lab-
wrangle2, is. dalaşma, çekişme, kavga, ridae Labrus): kalın dudaklı, keskin dişli, parlak
ağız kavgası, münakaşa, münazaa. e.a.- argu- renkli bir deniz balığı. ballan -: kikla (Labrus
ment, quarrel. bergylta). striped - : ördek balığı (Labrus mix-
wrangler, is. ı. kavgacı, münazaacı, çeki- tus). wrasses: lapinagiller.
şen, kavga eden kimse, 2. İngiltere'de Cambrid- wrastle, f k.d. bk.: wrestle.
ge Üniversitesinde matematikten en yüksek de- wrath, is. &sf ı. gazap, öfke, hiddet. the -
receyi alan, 3. sığırtmaç, çoban. e.a. - 3. herd- of God : Allahın gazabı, 2. hiddetle cezalandır­
sman. ma/öç alma, 3. esk. bk.: wroth. e.a.-ı. rage, ire,
wrap 1, f wrapped/ wrapt, wrapping ı. resentment, passion, fury, anger.
sarmak, sarmalamak, sarınmaklsarılmak. She wrathful, sf hiddetli, öfkeli, gazaba gel-
-ped herself in a shawl : Bir atkıya sarındı. - miş, küplere binmiş. e.a.- irate, furious, resent-
a shawl around you : Bir atkıya sarın. In eold ful, indignant, enraged.
weather you should - up well. 2. - up: sar-
wrathfully, zf. hiddetle, öfke ile, gazapla.
mak, paketlemek, paket yapmak. I -ped up the
wrathfulness, is. hiddet(lenme), öfke(len-
box in a brown paper before I posted it.
me), gazap, gazaba gelme.
3. - up: (fikri/anlamı) gizlernek, anlaşılmaz ha-
wrathily, zf. k. d. bk.: wrathfully.
le getirmek, muğıaklaştırmak. He -ped up his
wrathiness, is. k.d. bk.: wrathfulness.
meaning in a faney speeeh whieh I eouldn it un-
wrathy, sf wrathier, wrathiest k.d. bk.:
derstand. 4. - up k.d. bitirmek, tamamlamak,
wrathful.
sona erdirmek. Now the agreement is -ped up,
wreak, gL.f (ceza vb.) vermek, (öç vb.) al-
all we have to do is to wait for the first orders :
mak, (hınç vb.) çıkarmak, (hasar vb.) yapmak. -
Şimdi anlaşmayı tamamladık, yapılacak şey ilk
one's wrath/angeron s.o. : gazabını/öfkesini bi-
siparişleri beklemektir. Well, that about -s it
up : Eh, işimiz bitti artık. 5. - up argo sus- risinden çıkarmak. He -ed his anger on the
mak, sesini kesmek, 6. wrapped up İn : (işe, ça- workmen. - vengeance on s.o. : birisinden öç
lışmaya vb.) daImış, kendini tamamen vermiş/
almak. wreaker: alan, çıkaran, yapan.
kaptırmış, dört elle sarılmış, -e sarılmış/bürün­
wreath 1, is., ç. wreaths ı. çelenk , 2. hal-
müş. wrapped up in onels work : işe dalmak.
ka (şeklindeki nesne). a - of clouds : bulut hal-
kası, 3. bk.: torse.
He sat wrapped up in thought : Oturup derin
düşüncelere daldı. e.a.-ı. eover, enCıose, surro- wreath2, f bk.: wreathe.
und, envelop. wreathe, f wreathed, wreathed (veya
wrap2, is. ı. sargı, atkı, şal, giysi, ceket, esk. wreathen), wreathing 1. çelenklerle süsle-
palto, eşarp, 2. -s: dış giysiler: palto, pardesü, rnek, 2. çelenk yapmak, 3. (halka gibi) etrafını
manto, vb. 3. under -s k.d. (halktan) gizli, sak- sarmaklçevirmek/kuşatmak/bürümek. Mist -ed
lı. keep under -s : gizli tutmak, gizlernek, sakla- the hilltops : Tepeleri sis bürüdü. 4. bezernek,
mak. take the -s off : açığa çıkarmak, açıkla­ kaplamak. Her faces was -ed in smiles : Yüzü-
mak. nü tebessüm kaplarnıştı. 5. halka halka yüksel-
wraparound = wrap-around sf & is. rnek. The snwke -ed on the ehimney.
1. yırtmaçlı, önden açık (giysi). a - skirt. 2. sa- wreathless, sf çelenksiz.
ran, kuşatan, kapsayan, 3. bk.: outsert. wreathlike, is. çelenk gibi.
wrapper, is. 1. saran şeyikimse, 2. (uzun) wreck I, is. 1. enkaz, harabe, yıkıntı, vira-
sabahlık, 3. sargı, paket sargısı, 4. Brit. kitap ne, 2. dalgaların kıyıya attığı enkaz ve mallar,
ceketi,S. puranun en üst yaprağı. e.a. - 4. book 3. gemi enkazı, 4. geminin kazaya uğraması, ka-
jaeket. zaya uğramış gemi,S. mahvolma, harap olma,

3701
wreek 2

yıkılma, kırılma. the - of one's hopes: bir - into : baltalamak, kösteklemek, bozmak, mah-
kimsenin ümitlerinin kırılması. My plan's a -, vetmek, sabote etmek, 2. bur(k)ma, burkulma,
we ean't go on with it : Planım mahvoldu, onu burkutma, burkuluş, bükme, çevirme, 3. ayrılık
gerçekleştirerneyiz. 6. harap olmuş kimse. He is acısı, üzüntü, elem, keder. the - of leaving
a eomplete -: Sağlığı mahvoldu. The straİn of one 's family.
his work left him a eomplete -. İşinin zorlu- Wrens, is. Brit.- k.d. = Women's Royal
ğu onu büsbütün mahvetti. e.a. - 3. shipwreck, Naval Service: Deniz Kuvvetleri Kadınlar Kolu.
5. devastation, desolation. wrest, is. &gL.f ı. zorla/kuvvetle döndür-
wreck 2, f 1. gemiyi kazaya uğratmak/ me(k)/çevirme(k)/bükme(k). 2. zorla/zorlayarak
karaya oturtmak. The ship was -ed on the rocks.
almaek). to - a kn{fe from a child. He -ed it
2. kazaya uğramak, kazazede olmak. The trains
from her hands. 3. güçlükle elde etme(k)/kazan-
-ed at the crossing. 3. yık(ıl)mak, harap etmek/
ma(k)/sağlama(k). to - a living from the soil :
olmak, enkaz haline gelmek/getirmek. wree-
Topraktan geçimini güçlükle sağlamak. to -
king bar bk.: pineh bar. 4. mahvetmek. The we-
the truth out of S.O. : birisinden zorla gerçeği
ather has completely -ed our plans. 5. tahrip et-
öğrenmek. 4. (kasten) ters anlam vermeek), ma-
mek, parçalamak, enkazihurda haline getirmek.
nasını tahrif etme(k)/bozma(k)/değiştirme(k). -
to - acar. e.a.- 4.&5. destroy, devastate.
wreekage, is. 1. enkaz, yıkıntı, harabe, ha- from its meaning : -e ters anlam vermek. This
rabiyet. the - of the cars whish were in report ~s the facts out of their true meaningo
the accident: kazaya uğrayan arabaların enkazı. 5. müz. (piyano, harp vb. gibi çalgıların) akart
2. yıkma, tahrip etme, parçalama, 3. (gemi) ka- anahtarı. 6. - pin: akart ayar mandalı. e.a.-
zaya uğrama/uğratma, karaya otur(t)ma. 1. turn, twist, 3. extract, 4. wrench, 6. peg.
wreeker, is. 1. tahripçi, yıkıcı, tahrip/ wrester, is. kasten ters anlam veren, anla-
harap eden kimse, 2. harabiyete sebep olan şey, mını değiştiren/bozan. e.a.- perverter.
3. soygunculuk için gemileri kazaya uğratan wrestIe l , f -tled, -tling ı. güreşrnek, gü-
kimse, bir treni raydan çıkaran kimse, 4. tow reş tutmak, 2. uğraşmak, çabalamak, didinmek,
car, tow truek d.d. vinçli pikap, kurtarıcı, tamir emek harcarnal\:. to - witlı a problem. to - with
arabası, kazaya uğrayan arabalann enkazını çe- a di./ficult examination paper. 3. mücadele et-
kip götüren taşıt, 5. enkaz temizleyicisi (insanı mek, didişmek. 4. dağlamak/damgalamak için
araç), 6. housewreeker d.d. yıkıcı, enkaz amele- hayvanı yere yatırmak. e.a.-2. grapple, contend,
si, 7. enkaz toplama gemisi. 3. struggle.
wren, is. zool. çıt kuşu (Troglodytes trog- wrestIe2, is. ı. güreş, 2. mücadele, uğ­
lodytes). Sırtı ve karnı kahverengi enine çizgili raşma, çabalarna, didinme. e.a. -1. wrestling,
öİÜcü kuş.
2. struggle.
wreneh 1, f ı. bur(k)mak, burkutmak, bur-
wrestIer, is. ı. pehlivan, güreşçi, 2. hay-
kutarak koparmak/sökmek/almak, zorla bükmek/
vanlara damga vuran kimse.
çevirip burmak. The polieeman -ed the gun
wrestling, is. güreş, güreşme, güreşçilik,
out of the man's hand : Polis, adamın bileğini
pehli vanlık.
bükerek tabancayı aldı. 2. burkulmak. My ankle
-ed: Ayağım burkuldu. 3. - away: (zihni, gö- wretch, is. 1. sefil, biçare, zavallı kimse.
zü) zorla ayırmak/uzaklaştırmak. i tried to - unlucky -es with no homes. 2. habis, alçak, adi,
my gaze away from the apaliing sight. Finaliy pespaye kimse. 3. (şaka olarak): köftehor. You
he would - his mind away to something else. - ! You're Iate again! Seni köftehor seni! Gene
4. kasten ters anlam vermek. geç kaldın!
wreneh 2, is. 1. somun anahtan, İngiliz wretched, sf ı. sefil, perişan, acınacak
anahtarı. adjustable/box -: ayarlı/yuvarlı a- halde, bitkin, üzgün. feeling - after an iliness.
nahtar. rnonkey -: İngiliz anahtarı, kurbağacık. Pm feeling pretty -: Hiç keyfim yok. 2. baht-
soeket - : lokma anahtarı. to throw a monkey sız, biçare, bedbaht. a - life. 3. menfur, mel'un,

3702
writ

lanet/nefret uyandıran, aşağıllk, adi, bayağı. a wring l , f. wrung (veya nadiren wringed),
- little liar. i can't find the - thing: Bu lanet wringing 1. kuvvetle bükmek, 2. gen. - out:
şeyi bulamıyorum. 4. basit, değersiz. a- job (Çamaşır vb.) bükerek sıkmak, sıkıp suyunu
of sewing. 5. berbat, fena, kötü. a - weather. a akıtmak. - those wet dothes out. - the water
- headache. a - color. e.a.- 1. misemble, pi- out of dothes. wringing wet : sırsıklam, sıksan
tiable, distressed, a.fflicted, woeful, woebegone, suyu çıkacak, 3. çok üzmek, incitmek, canını
acıtmak, 4. (ellerini) oğuştmmak. to - one's
pitifu I, 2. unhappy, 3. despicable, contemptible,
mean, base, vile, 4. poor, worthless. k.a.-1. hands in sorrow. 5. zorlamak, zora getirmek, sı­
kıştırmak, 6. zorla söküp çıkarmak/almak. They
comfortable, enviable.
wrung the truth out of her in the end : En so-
wretchedly, zf. sefilane, perişan/acınacak
nunda zorla gerçeği söylettiler. 7. çarpıtmak.
halde, berbat bir şekilde, bahtsız/üzgün bir hal- e.a. - 1. wrest, twist, 3. distress, torment.
de. wring 2, is. bükme, bükerek sıkma, burma.
wretchedness, is. sefillik, sefalet, perişan­ wringbolt, is. halka başlı cıvata. e.a.-
lık, bitkinlik, üzgünlük, bahtsızlık, biçarelik, ring bolt.
aşağılık, adllik. wringer, is. 1. bükenlburanlsıkan (kimse/
wrick, is. &f. 1. burkulma, bükülme, 2. burk- şey), 2. çamaşır sıkma makinesi, cendere.

mak, bükmek. wrinkle 1, is. 1. buruşuk, kırışık, 2. k.d.


ustalıklı yöntem, teknik, bir işin girdisi çıktısı,
wrier, wriest, sf. wry sıfatının artıklık ve
zeki buluş. He knows all the -s of this business.
üstünlük halleri: daha/en çarpık/sapık/yanlış vb.
a new advertising -.
wriggle 1, f. -gled, -gling 1. kıvran(dır)­
wrinkle2, f. -kled, -kling buruş(tur)mak,
mak, kıvır(t)mak, salla(n)mak. to - one's hips. kırış(tır)mak. Don't - your dress. Too much sun
2. (yılan/solucan gibi) kıvrılarak hareket etmek, dries the skin and it begins to -. He -ed his no-
kıvrıla kıvrıla ilerlemek/yol almak. to - one's se at the bad smell.
way through a narrow opening : kıvrıla kıvn­ wrinkleless, sf. buruşmaz, kırışmaz, bu-
la dar bir delikten geçmek, 3. gen. - out: sıy­ ruşuksuz, kırışıksız.

nImak, sıynlıp çıkmak. to - out of a difficulty : wrinkly, sf. buruşuk, kınşık, buruşmuş,
zor bir durumdan ustalıkla sıyrılıp çıkmak. try kırışmış, kolay buruşan/kırışan. a - material
to - out of it : bir kaçamak yolu aramak. You impossible te keep pressed.
wrist, is. 1. bilek, 2. elbisenin/eldivenin bi-
know you are to blame, so don't try to - out
lek kısmı, 3. mak. - pin d.d. krank pini, 4. -
of it: Biliyorsun ki sen kabahatlisin, bari kaça-
bone : bilek kemiği, 5. - joint: bilek, 6. -
mak yolu arama! 4. hissettirmeden iş becermek. watch: kol saati.
- into s.o.'s favor : ustalıkla birinin gözüne wristband, is. yen, kol ağzı, giysinin bilek
girmek. e.a.-l. squirm, writhe, twisı, wiggle. kısmı.
wriggle2, is. kıvranma, kıvır(t)ma, sallan- wrist-drop, is. patol. kol inmesi: zehirlen-
ma, yalpalarna. me sonucu kol ve bilek kaslarının paralize olma-
wriggler, is. 1. kıvranan/kıvnla (şey/kim­ sı.

se), 2. sivrisinek sürfesi . wiggler d. d. wristlet, is. 1. bilezik, 2. bilek sargısı,


wrigglingly, zf. kı 'iranarak, kıvırtarak, sal- 3. saat bileziği, 4. argo kelepçe. e.a. -1. bmce-
let, 4. handcuff.
lanarak, kıvrıla kıvnla.
wristlock, is. (güreşte) kelepçe: karşı gü-
wriggly, sf -glier, -gliest 1. kıvranan, kı­
reşçinin bileğini yakalayıp bükerek hareket ede-
yırtan, kıvrılan, bükmen, 2. kaçamaklı, kaypak.
mez hale getirme.
a - chamcter. e.a.-1. twisting, writhing, squ- writ, is. 1. huk. irade, ferman, ilam, 2. da-
irming, 2. evasive, shifty. vetiye, 3. yazı, 4. Holy - : Kutsal Kitap, Kitabı
wright, is. usta, yapıcı, sanatçı, işçi. a Mukaddes, 5. judidal - : mahkeme emri,
wheelwright, a playwright. 6. esk. bk.: write (geç.z. &sf.f.).

3703
writable

writable, sf yazılabilir. large : besbelli, iri harflerle yazılmış, apaçık,


write, f wrote (veya eski: writ) , written göz önünde, 20. written law: yazılı yasa, kay-
ı. yazmak. - your name on the board. to - a da geçmiş/müseccel kanun.
report/ a cheCıda letter. 2. telif etmek, kaleme al- write-in, sf &is. seçim pusulasına seçmen
mak. to - a book. to - a symphony. 3. ifade et- tarafından yazılan (aday).
mek, 4. kaydetmek, kayda geçmek. nothing to write-off, is. ı. zarar olarak kabul edilen
- about: kayda değer bir şey değiL. it's not- miktar, 2. yıpranma payı, değer düşümü, 3. iptal
hing to - home about: zikretmeye değmez, etme, hesaptan silme. e.a.-2. depreciation,
5. katiplik etmek, 6. yazılmak, iz bırakmak, 3. cancellation.
okunmak. Honesty/anxiety is written on his fa- writer, is. ı. yazar, muharrir, müellif. He
ce :Dürüstlüklendişe yüzünden okunuyor. 7. bil. is a writer but he can 't make enough money to li-
yazmak: verileri sürekli ya da geçici bir biçimde ve from his books. be a good - : iyi bir yazar
belleğe/veri ortamına işlemek, 8. be written olmak, 2. yazıcı, katip, yazman, sekreter, 3. hat-
on/all over : besbelli olmak, açıkça görülmek, tat, 4. yazmasını bilen kimse,S. the - : bu satır­
okunmak. Guilt was written all over his face : ların yazarı (yazı yazan kendisinden bahseder-
Suçlu olduğu yüzünden okunuyordu. 9. - away: ken "ben" yerine kullanır), 6. -'s cramp =-'s
uzak bir yerden ısmarlamak. She wrote away for palsy = -'s spasm: yazar kasıncı: fazla yaz-
the book, because the shop didn it have it.
maktan baş ve işaret parmakları kaslarının
10. - back: (mektuba) cevap vermek, karşılık
uyuşması/ağrıması.
yazmak,lI. - down: (a) yazmak, kaydetmek,
write-up, is. k.d. 1. makale, 2. bir kurum
not almak, (b) yazı ile yermekldeğerini düşür­
hakkında yazılan övücü yazı, 3. ABD şişirme,
mek. i wrote him down as a fool : Onun aptallı­
bir firmanın mal ve sermayesini kanunsuz olarak
ğını anladım, ona numarayı verdim. (c) cahil
olduğundan yüksek gösterme.
halkın anlayacağı şekilde yazmak, halka hitap
writhe, is.&f writhed, writhing 1. (ağrı­
etmek. He -e down to the public. 12. - down
dan) kıvran(dır)ma(k), kıvırma(k), kıvrılma(k),
as : ... olarak nitelernek. They wrote him down as
debelenme(k). He was writhing with pain :
lazy. 13. - in: (a) - in for: mektupla istemek.
Sancıdan kıvranıyordu. 2. elem/ıstırap/üzüntü/
We wrote in for a free book, but the firm never
cefa çekmek. e.a.-l. squirm, twist.
replied. (b) adını seçim listesine eklemek. (c)
metne ilave yapmak, 14. - off: (a) defterden
writhen, sf esk. kıvrık, kıvrılmış. e.a.-
twisted.
silmek, iptal etmek. to - oif adebt. - off capi-
tal: defterde gösterilen sermayeyi indirmek, (b) writher, is. kıvranan/debelenen kimse.
yok farz etmek, tamamen değersiz/işe yaramaz writhingly, zf. kıvranarak, debelenerek.
telakki etmek. You can - that off! Sen onu writing, is. ı. yazı yazma. to commit
unut! (Üstüne soğuk su iç!) We'lljust have to - one's thoughts to -: düşündüklerini yazmak.
oif the arrangement if we can it find the money Put your ideas in - : Düşüncelerini yaz. 2. ya-
for it. (c) amorti etmek, kendi bedelini çıkarmak. zılma, 3. yazı, el yazısı. i can 't read the doctor's

The new equipment was written oif in 3 years. - . 4. makale, (yazılı) metin, eser. the -s of
15. - oneself out : fikirlerini yazıp tüketmek, F.R.Atay. 5. yazı üslUbu, anlatı, anlatış düzeni,
yazacak başka şeyi kalmamak, 16. - one's own 6. yazarlık, muharrirlik. He turned to - at an
ticket: istediği yolu seçmek, 17. - out: (a) yaz- earlyage. 7. - on the wall bk.: handwriting
mak, kaleme almak, yazıya dökmek. to - out a (4), 8. - desk: yazıhane, yazı, masası, 9. - pad:
check. (b) tümünü/bütün ayrıntılarıyla yazmak. bloknot, sumen, 10. - paper: yazı kağıdı,
to - out areport. 18. - up: (a) ayrıntılı yaz- 11. - table: yazı masası.
mak. to - up areport : ayrıntılı bir rapor yaz- writ of extent, is. Brit. haciz emri. extent
mak, (b) (yazıile) övmek, göklere çıkarmak. to d.d.
- the play up in the local newspaper. (c) (muha- written, sf&f ı. yazılı, 2. bk.: write
sebecilikte) değerini yüksek göstermek, 19. writ (sff)·

3704
wrong..headed

wrongl, sf 1. yanlış, kusurlu, hatalı. a - he was in the -, but he refused to eoncede the
deed. a - answer.What's - with you? Size point. put s.o. in the -: birini haksız çıkarmak.
ne oldu? Neyiniz var? 2. haksız. be -: yanıl­ 10. Two -s don't make a right : İki yanlış bir
mak, hata etmek, haksız olmak. You are - to doğm etmez. e.a. -3. viee, sin, 7. misdoing, wie-
blame him. 3. uygunsuz, usule uygun olmayan. kedness.
This is the - time to make a visit. be in the - wrong 3, z;f ı. yanlış/hatalı olarak. You did
place : yanlış yerde olmak, makamının adamı it . . . again. 2. get it -: yanlış/tersinden anla-
olmamak, 4. ters, aksi. The - side of the cloth : mak. Don't get me - : Beni yanlış anlama. 3. go
Kumaşın ters yüzü. be '" side up : ters çevril-
. . . : (a) tersi aksi gitmek. Everything is going '"
mek. the - way round : ters. He always says
today : Bugün işler aksi gidiyor. (b) fena yola/
the '" thing: Daima aksi şeyi söyler/ters konu-
ahlaksızlığa sapmak. lt is sad that one so yo-
şur. The water went down the . . . way: Su
ung should go "": Bu kadar genç birisinin fena
genzine kaçtı. 5. bozuk. Something is - with
yola saptığını görmek (çidden) üzücü. (c) yan~
the machine : Makinede bir bozukluk var.
!ışlıkı hata yapmak. The sum is . . ., but i can it
What's '" with the bicycle? (a) Bisikletin nere-
si bozuk? (b) Bisikletin nesi var? (Niye beğen·· see where i went ...... (d) fena geçmek. The day hy
miyorsun?) 6. istenilmeyen, makbulolmayan. the sea went ...... (e) bozulmCik, işlemernek, ber-
th(\ - road : yanlış (istenilmeyen) yol, 7. ah- bat olmak. Our clock went ...... e.a... 1. awry,
laksız, ahlaka aykırı. Telling lies is -. 8. be ca.. amiss.
ught on the . . . foot: hazırlıksız yakalanmak. wrong 4, f ı. haksızlık etmek, hakkını ye-
The party started on the . . . foot: Toplantı ak- mek. You . . . him by having such a low opinion
siliklerle başladı. 9. get / hold the '" end of the of his work. 2. kötülük YCipmak, kötü davran-
stick : yanlış anlamak, ters anlam vermek, Hifı mak, zarar vermek, gadretmek, zulmetmek,
tersinden anlamak, 10. get out of bed on the . . . 3. (kCidını) iğfCiI etmek, namusunu lekelemek,
side : huysuzlhırçın olmak, herkesi terslemek, 4. kötüIemek, iftira etmek. f.a. -2. maltreat, def-
yatağın ters tarafından kalkmak. He was born raud, 3. seduee, dishonor, 4. malign.
on the . . . side of th(\ blanket : O piç olarak wrongdoer, is. haksızlık yapan kimse, za~
doğdu. 11. i hope theres nothing . . . : Hayrola! lim, günahkar, suçlu, yasayı bozan kimse..
İnşallah herşey yolunda! 12. say the - thing: wrongdoing, is. haksızlık, zalimlik, gü-
pot kırmak, çam devirmek, 13. i don't see any.. nahkarlık, suçluluk, yasayı bozma.
thing '" with it : (a) Onda hiçbir bozukluk! wronger, is. haksızlık eden, hCik yiyen,
anormallik görmüyorum. (b) Bunda hiçbir sakın­ kötülük yapan.
ca görmüyomm. Theres som(\thing '" with
wrong font, is. has. yanlış takımdan harf.
him: Ona bir halaldu; bu adamın şüpheli bir ta-
wrongful, sf 1. haksız, insafsız, kötü,
rafı var. e.a.-l.false, untrue, mistaken, erroneo-
yanlış, hatalı. . . . dismissalfrom a job. 2. yasaya
us, ı. un/air, unjust, unjustifiable, 3. improper,
aykırı, yasa dışı. '" imprisonment. e.a..-l. un-
inappropriate, unsuitable 5. awry, amiss, 7. bad,
just, ı. unlawful.
evil, wieked, immoral, sinful.
wrong 2, is. 1, haksızlık, gadir, zulüm. to wrongfully, z;f haksızlıkla, insafsızca, za-
suffer many . . . s. 2, yanlışelık), hata, kusur. not limane, yanlış/hatalı olarak, yanlışlıkla, yasaya
to know right from -:' doğmyu yanlıştan ayı­ aykırı olarak.

ramamak, 3. günah, 4. yalan, 5. haksızlık. do wrongfulness, is. haksızlık, insafsızlık,


s.o. a . . . = do '" to s,o. : birine bir haksızlık yap- zulüm, hata, yanılına, yanlışlık, yasaya aykın­
mak, birinin günahına girmek, 6. zarar, 7. yanlış lık.

yol, sapıklık, 8. get in - argo birisi ile arası wrong-headed = wrongheaded, sf aksi,
açılmak, bozuşmak, 9. in the - : yanılmış, ha- inatçı, ters, dik kafalı. - students who think
talı, kusurlu, haksız. be in the . . . : haksız/ they can cure the wor/d's evils by destroying so-
kabahatli olmak, haksız tarafta olmak. He knew ciety. 2. yanlış, hatalı. a . . . idea.

3705
wrong-headedly

wrong-headedly = wrongheadedly, zj. ak- wryneck, is. ı. k.d. boyun tutulması, bo-
silikle, tersine, inatçılıkla. yun eğriliği, 2. wrynecked : çarpık boyunlu,
wrong-headedness = wrongheadedness,
boynu tutulmuş kimse, 3. zool. eğri boyun (Jinx) :
is. aksilik, inatçılık, terslik.
başını ve boynunu habire çarpıtan ağaçkakana
wrongly, z;f. yanlışlıkla, hatalı olarak, sehven.
wrongness, is. yanlışlık, hata, terslik, uy- benzer bir kuş. e.a.-l. torticollis.
gunsuzluk. wryness, is. ı. eğrilik, çarpıklık, sapıklık,
wrong number, is. ı. (telefonda) yanlış 2. istihza, alay, 3. yanlışlık, hata.
numara, 2. argo (a) yanlış kimse/şahıs. Me
WS\V = W.S.W. = West-southwest.
fight the champ? You've got the wrong number.
(b) sevilmeyen/sevimsiz/antipatik kimse. She' s wt. = weight.
o.K., but her sister's a wrong number. wud, sf isk. deli, kudurmuş. e.a.- mad,
wrong side, is. ı. kumaşın ters yüzü, wood.
2. get on the wrong side of s.o. : birisinin itima- wulfenite, is. vulfenit, molibdenli kurşun.
dını/teveccühünü kaybetmek, gözünden düş­
WUlıderkind, is., ç. -kinder/-kinds Alm. ha-
mek, 3. on the wrong side of (the stated age) :
rika çocuk. e.a. - wonder child.
-den daha yaşlı, (belirtilen yaşı) aşmış/geçmiş.
He is on the wrong side of fifty : Yaşı elliyi wurst, is. bk.: sausage (1).
geçmiştir. bk.: on the right side of. WV = WVa = "Vest Virginia.
wrote, f bk.: write (geç.z.). W.V.S. Brit. = Women' s Voluntary Service.
wroth :::: wrothful, sf esk. öfkeli, hiddetli, WW = World War.
küplere binmiş. He was - to see the damage to
Wy = Wy. = Wyoming.
his home. e.a.- angry, furious, wrathful, incensed.
wrought, sf &f ı. işlenmiş, çekiçle dövü- Wyandot(te), is., ç. -dots/-dot ı. Huron
lerek şekil verilmiş, 2. süslü, müzeyyen, 3. esk. konfederasyonuna mensup kızılderili, 2. Huron
bk.: work (geç.z.&sff), 4. - İron: dövme de- dili/lehçesi.
mir. e.a. - 2. elaborated, embellished. Wyandotte, is., ç. -dottes/-dotte Ameri-
wrought-up, sf heyecanlı, sinirleri ger-
kan tavuğu.
gin, heyecanlanmış. be -: heyecanlanmak, he-
yecanlı olmak, heyecana kapılmak, sinirleri ge-
wych-elm, is. bot. dağ karaağacı (Ulmus
rilmek. She's all - about nothing : Boşuna he- glabra). witch-elm ş.d.y.
yecanlanıyor. wye, is., ç. wyes Y harfi, Y şeklinde cisim.
W.R.S.S.R. = White Russian Soviet Socia- wyliecoat, is. isk. yün fanila.
list Republic: Beyaz Rusya Sovyet Sosyalist
wynd, is. isk. dar sokak/yol, aralık. e.a.-
Cumhuriyeti.
alley.
wrung,f. bk.: wring (geç.z.&sff).
wry, sf wrier, wriest 1. eğri, çarpık. a - Wyo. = Wyoming (ABD' nin bir eyaleti).
nose. 2. yanlış, hatalı. - behavior. 3. ters, aksi, wyte, is. &f wyted, wyting bk.: wite.
huysuz. a - face. to make a - face: surat as- wyvern, is. (armacılıkta) iki ayaklı, yılan
mak, 4. (anlamı) bozulmuş, tahrif edilmiş, de- kuyruklu, kanatlı ejderha. wivern ş.d.y.
ğiştirilmiş, 5. acı, iğneleyici, müstehzi, alaycı.
- smile. - remarks.
wryly, zj. 1. acı acı, istihza/alay ile, 2. ak- *****
silikle, huysuzlukla, ters ters, 3. çarpık/eğri bir ***
şekilde. *

3706
x
X, x, is., ç. X's/Xs, x's/xs 1. İngiliz alfabe- xanthine, is. biy.- kim. 1. üre sarısı: CSH4
sinin yirmi dördüncü harfi, 2. x harfinin temsil N402. İdrar, kan ve bazı bitki/hayvan doku ların­
ettiği ses, 3. X şeklinde herhangi nesne, okuma da bulunan, oksitlenince ürik asit veren kristalli
yazma bilmeyenin imza yerine koyduğu X işareti. azotlu bileşim, 2. bu bileşimin türevIerinden
x, X, X., X., 1. X: Hristiyanların/Hz. İsa'nın herhangi biri.
simgesi, 2. matbaa harfindeki kusuru belirten Xanthippe, is. ı. Ksantip (Sokrat'ın karısı­
nın adı), 2. cadı, cadaloz, acuze, hırçın/huysuz/
işaret, 3. x: (= kiss = öpücük) işareti (telgrafın
şirret kadın.
sonuna konur), 4. x: harita üzerinde bir yeri be-
xanthium, is. 1. pıtrak, 2. bat. ksantiyum.
lirleme işareti, 5. X: Roma rakamlarında on sa-
xantho-, ön ek "sarı" anlamı katar: xant-
yısı, 6. mat. (a) bilinmeyen sayıyı gösteren sim-
hophyll gibi. Sesli harf önünde: xanth-.
ge, (b) cebirsel değişkeni gösteren simge, 7. bi-
xanthochroi, is., ç. sarışın kimse: açık sa-
1inmeyen şey/şahıs/etken, 8. bir dizinin yirmi
rı saçlı beyaz insan.
dördüncü ögesi (J atlanırsa yirmi üçüncü), 9. X xanthochroic, sf sarışın.
ışını, röntgen, 10. çarpı işareti, 11. boyut göste- xanthochroid, sf &is. sarışın, beyaz tenli
ren sayılar arasına konur: 3"x4" (3 by 4 inches). ve açık sarı saçlı (kimse).
x, gL.f x'd/xed. x-ing/x'ing, x's/xes ı. x ile xanthoma, is. patal. sarı leke: deride, bil-
işaretlemek, x işareti koymak, 2. gen. x out: ip- hassa göz kapaklarında sarımtrak turuncu leke-
tal etmek, çıkarmak, silmek, hükmünü kaldır­ ler husule getiren hastalık.
mak. To x out an errar. xanthone, is. kim. sarı boya: C13Hg02.
X, sf (sinemada) on yedi yaşından küçük Birçok doğal sarı boyada bulunan keton.
olanlara yasak edilen filmi gösterir. bk.: G, PG, R. xanthophyll, is. biy.- kim. havuç boya :
xanyth-, ön ek bk.: xantho- (Sesli harfler C40HS6Ü2. Yumurta sarısında ve çiçeklerin pe-
önünde aldığı şekil). tallerinde rastlanan sarı turuncu boya maddesi.
xanthate, is. kim. ksantat, ksantik asidin Karotenlerin oksijen türevIerinden ibarettir. lu-
tein d.d.
tuzu veya esteri.
xanthophyllic = xanthophyllous, sf ha-
xanthein, is. sarı çiçek boyası, sarı çiçek-
vuç boyalı, havuç boyamsı.
lere renk veren ve suda eriyebilen madde.
xanthous, sf ı. sarı, 2. sarımtrak, 3. sarı
xanthic, sf 1. sarı+, sarımtrak, sarımsı,
derili, cildi sütlü kahverengi veya sarı renkte
2. bat. sarı, 3. kim.ksantik, ksantin veya ksantik olan. e.a.-i. yellow, 2. yellawish.
asit türevi, özellikle sarı yağlı C3H60S2 türevi. Xanthus, is. GB Anadolu'da eski bir şehir.
xanthic acid, is. kim. ksantik asit: Formülü x-axis, is., ç. x-axes mat. x ekseni, absis
ROCSSH şeklinde olan kararsız organik asit. R: ekseni.
bir kökü/atom grubunu gösterir. X chromosome, is. biy. X kromozomu:
xanthin, is. ı. sabit sarı çiçek boyası: çi- İnsanlarda ve birçok memeli hayvanda dişi nite-
çekıere sarı renk veren ve suda erimeyen boya likli genleri ihtiva eden, erkeklerde tek, dişilerde
maddesi. bk.: xanthein, 2. boya kökündeki sa- çift olarak bulunan eşeysel kromozom. bk.: Y
n madde. chromosome.

3707
Xd

Xd, (borsada) temettüsüz, kar hissesi getir- doldurmakta kullanılır. Simgesi Xe, atom ağ.
meyen. xdiv. d.d. 131.30, atom nu. 54, O C'de ve 760 mm cıva ba-
Xe, kim. bk.: xenon (simge). sıncı altında 1 litresinin ağırlığı 5.887 g.
xebec, is. (Akdenizle özgü) üç direkli yel- xenophile, is. yabancı hayranı: yabancıla­
kenli. Eskiden korsanlar kullanırdı, şimdi bazan ra, yabancı adet, usul ve törelere hayran olan
ticari maksatla kullanılıyor. zebec, zebeck d.d. kimse.
xen- == xeno- ön ek "yabancı, ecnebi, yad" xenophilous, sf yabancı hayranı.
anlamı katar. ör.: xenophobia, xenogamous. xenophobe, is. yabancı düşmanı, yabancı/
xenia, is. bot. yadsal etki: polenin meyve ecnebi şahıslardan/adetlerden vb. korkan veya
veya tohuma etkisi. nefret eden kimse.
xenic, sf yadsal: bilinmeyen organizmalar xenophobia, is. yabancı korkusu/düşman-
ihtiva eden (kültür). - cultivation ofinsect larvae. lı ğı.
xenically, zf. yadsal olarak. xenophobic, sf yabancılardan korkan.
xenodiagnosis, is. yad belirtim: Kan vb. xer- == xero-, ön ek "kuru" anlamı katar.
deki asalakları belirtmek için bunu yabancı bir ör.: xeric, xerophite.
canlıya (örneğin bir böceğe) vererek onda asalak xerarch, sf kuru yerde yetişen, kuru çev-
araştırma yöntemi. rede türemi ş.
xenodiagnostic, sf yad belirtimseL. xeric, sf kuru, az nemli, kuru ortama alış~
xenogamous, ~f. biy. yad eşeyli, melez mış. a - plant. a - habitat.
üremli: ayrı cinslerden olan organizmaların çift- xerically, zf. kuruca, az nemli bir şekilde.
leştirilmesinden üreyen. xero-, ön ek bk.: xer-.
xenogamy, is. biy. yad eşleme, melez üretme. xeroderma, is. tıp kuru deri (hastalığı),
xenogenesis == xenogeny, is. biy. 1. yad deriyi kurutup kabuklaştıran bir hastalık.
soy, yad nesil, yad kuşak, melez : ebeveyninden xerographic, sf kuru teksir+.
tamamen ve sürekli olarak farklı olan nesil/soy, xerographicaliy, zf. kuru teksir usulüyle.
2. bk.: heterogenesis, metagenesis, alternation xerography, is. kuru teksir: Bayağı beyaz
of generations. kağıt sayfası üzerinde kopya edilecek şekle te-
xenogenetic == xenogenic, biy. yad ürem~ kabül eden yerleri elektrastatik yöntemle hassas~
sel, yad soy+, yad soylu, melez: başka bir türün laştırıp üzerine serpilen toz mürekkebin yapışıp
üyelerinde üreyen/türeyen/doğan. - hosts. a - kalmasından ibaret teksir usulü.
antibody. xerophile == xerophilous, sf ı. bot. kurak-
xenograft, is. yad doku aşısı: farklı cins~ sal: kurak (kuru ve sıcak) yerlerde yetişen (bitki),
ten olan bireyden alınan dokuyu aşılama. 2. zoo!. kuraksı: kurak iklime alışık (hayvan).
xenolith, iS: k.b. yad kaya: volkanik bir ka- xerophily, is. kuraksallık, kuraksılık.
ya içinde kalmış yabancı taş/kaya. xerophtha1mia, is. göz kuruluğu: A vita-
xenolithic, sf yad kaya+, yad kayamsı, mini noksanlığından ileri gelen gözyaşı azalma-
yad kayalı. sı ve gözde arpacık çıkması hastalığı.
xenomorphic, sf k.b. yad biçimli, yad bi- xerophthalmic, sf göz kumluğu ile ilgili.
çimsel: içindeki yabancı maddelerin zorlaması xerophyte, is. kurakçıl: kurak iklime alış­
ile kristal yapısı değişmiş (kaya). mış bitki.
xenomorphicaliy, zf. yad biçimle, yar bi- xerophytic, sf kurakçıl, kurak iklime alışık.
çimselolarak. xerophytically, zj. kurakçıl olarak, kurak
xenon, is. kim. ksenon: Havada hacminin iklime alışkın olarak.
17xl07l de biri oranında bulunan renksiz, ağır, xerophytism, is. kurakçıllık.
tembel gaz. ışıklı elektrik tüplerini, tiratronları xerosere, is. kurak yerler.

3708
xylary ray

xerosis, is. ı. aşırı kuruluk, özellikle deri- XP, is. Yunanca Hristos (= Christ) kelime-
nin, göz kapaklarının, burunun kuruluğu, 2. sert- sinin ilk iki harfi: Hz. İsa'yı ve Hristiyanlığı sim-
leşim, yaşlanan dokunun sertleşmesi. geleyen monogram.
xerothermic, sf ı. kuru ve sıcak, 2. kuru xr = x rts, (Borsa) hakkı olmayarak(= wit-
ve sıcak çevreye alışkın. hout rights).
xerox, gL.f kuru teksir yapmak, Zeroks ma- x-radiation, is. ı. x ışınları, 2. x ışınları­
kinesi ile çoğaltmak/kopye çıkarmak. na maruz kalma /bırakma.
Xerox ,is. Zeroks, kuru teksir makinesi. x-rated, sf k.d. müstehcen, açık saçık. an
x height, is. (matbaada) küçük harflerin x-rated movie.
x-rayl, is. x ray, X-ray ş.d.y. 1. gen. x-
boyu(nu ölçmek için kullanılan küçük x harfinin
rays : x ışınları, röntgen ışınları/şuaları, 2. rönt-
yüksekliği) .
gen filmi, x ışınlarıyla çekilmiş film, 3. haber-
Xhosa, is., ç. Xhosa/-sas ı. Koza: Güney
leşmede x harfini belirten kelime.
Afrika Ümit burnunda yaşayan Bantu halkı, x-ray2, gl..f. x-rayed, x-raying, x-rays
2. Kozaca: Kozaların konuştuğu Bantu dili (Zu- röntgenini çekmek, röntgenle muayene etmek, x
lu diline benzer). ışınları ile tedavi etmek.
xi, is., ç. xis , ksi, Yunan alfabesinin on X-ray 3, sf röntgen+, x ışını+, x ışınlı.
dördüncü harfi. - astronomy: x ışınlı astronomi, gök cisimle-
x in, (borsada) faizsiz. x in., x-i., x.İ., xint, rini yaydıkları x ışınları ile inceleyen astronomi
x"int, x..int., x.İnL d.d. dalı. - crystallography : x ışınlı kristalografi,
x-intercept, is. x kesimi, yatay bölüntü : x ışınları ile kristal yapılarını inceleme. - diff-
bir eğrinin/ yüzeyin x eksenini kestiği noktanın raction : x ışını kırınımı: x ışınlarının atom
başlangıca uzaklığı. içindeki kırınımından kristal bünyesini ve cinsi-
-xion, Brit. bk.: -tion. ör.: connexion, inj~ ni çıkarma yöntemi. - microscope : x ışınlı
mikroskop, x ışınları yardımıyla kristalleri bü-
lexion.
yütüp inceleyen cihaz. - photograph: röntgen
Xi partide, fiz. bk.: hyperon.
fotoğrafı, x ışınları ile çekilen fotoğraf. - star :
xiphisternal, sf alt göğüs kemiği+.
x ışını yayan yıldız. - therapy : röntgen teda-
xiphisternum, is., ç. -na anat. alt göğüs visi, x ışınları ile tedavi. - tube: röntgen tüpü,
kemiği, göğüs kemiğinin üç kısmının en alttaki.
x ışını yayan elektron tüpü.
xiphoid process d.d. bk.: gladiolus (2), ma- x-section, is. (=cross section) kesit.
nubrium (2a). x-sectional, sf. kesit+.
xiphoid, sf&is. anat. zool. hançerimsi, kı~ Xt. = Christ == İsa.
lıç/hançer biçiminde, 2. bk.: xiphisternum. Xtian = Christian = Hristiyan.
xiphosuran, sf &is. zool. kılıç kuyruklu: at Xty = Christianity = Hristiyanlık.
nah şeklindeki yengeci (horseshoe crab) ve so- xu, is., ç. Güney Vietnam kuruşu (eski).
yu tükenmiş birçok eklembacaklıları kapsayan x-unit, is. x birimi: X ışınları ile gama
Xiphosura sınıfına mensup (hayvan). ışınlarının dalfa uzunluğunu ölçmekte kullanı­

xiphosure, is. kılıç kuyruk. lan birim. 10- i cm veya 10- 3 Angstrom. kıs.:
Xu,XU.
xiphosurous, sf kılıç kuyruklu.
xw = without warrant (borsa) güvence-
x-irradiate, gL.f x ışınlamak, x ışınları
siz, teminatsız, garantisiz, kefilsiz.
yaymak.
xyl- = xylo- ön ek ı. "odun, ağaç, tahta"
x-irradiation, is. x ışınlama, x ışınları anlamı katar. ör.: xylophone, xylotomy. 2. xyle-
yayma. ne bileşimi.
XL =1. extra large, 2. extra long. xylan, is. kim. ksilan: odun dokularda bulu-
Xmas = Christmas. nan ve hidroliz olunca ksiloz veren pentozan.
Xn., = Christian. Furfural yapmakta kullanılır.
Xnty., = Christianity. xylary ray, bk.: xylem ray.

3709
xylem

xylem, is. bot. odunsu doku. bk.: phloem. xylophagous, sf 1. odunlaJağaçla besle-
xylem ray, is. odun damarı. nen, ağaç yiyen (bazı böceklerin kurtları gibi),
xylene = xylol, is. kim. kesilen: Odun/kö- 2. ağaç kemiren/delen, ağaçları delerek mahve-
mür katranından veya petrol damıtımından elde den (bazı yumuşakçalar, kabuklular, mantarlar
edilen zehirli, tutuşan ve yağlı üç hidrokarbon vb.).
izomerinden her biri. Formülü C6H4(CH3)2 o- xylophone, is. müz. tahta saz, ksilofon: çe-
lup boya yapımında kullanılır. Kesilen ve etil şitli boylarda tahta çubuklardan yapılmış ve
benzen karışımı eritici olarak kullanılır. ağaç tokmakla vurularak çalınan müzik aleti.
xylidine, is. kim. ı. ksilidin: Formülleri xylophonic, sf tahta saz+.
(CH3)2C6H3NH2 olan 6 izomerik ksilen türe- xylophonist, is. tahta saz çalan, ksilofoncu.
vinden her biri, 2. boya yapımında kullanılan ve
xylose, is. kim. ksiloz, kristalli aldopentoz:
bu bileşimlerin karışımından ibaret olan yağlı
CSHıoOs·
sıvı.
xylotomic(al), sf ağaç kesme/dilimleme+.
xylo-, ön ek "ağaç, odun, tahta" anlamı
xylotomist, is. ağaç kesen /dilimleyen.
katar. ör.: xylograph, xylophone.
xylograph, is. tahta resim kalıbı, oyma xylotomous, sf ağaç kemiren joyan.
kalıp.
xylotomy, is. (mikroskopta muayene vb.
xylographer, is." (tahta) oymacı, tahta re- için) ağaç kesme/dilimleme sanatı.
sim kalıbı oyan, tahta kalıpla resim basan. xyst, is. bk.: xystus.
xylographic(al), sf oyma+, tahta kalıplı, xyster, is. kemik kazıma aleti (cerrahlıkta
tahta kalıp ile basılmış. kullanılır) ,

xylography, is. oymacılık, ağaç oymacılı­ xystus, is. (eski Yunanistan'da beden eğiti­
ğı, tahta üzerine resim kalıbı oyma/tahta kalıpla mi çalışmalarına mahsus) uzun ve üstü kapalı
resim basma sanatı. taraça.
xyloid, sf odunsu, oduna benzeyen, odun *****
gibi. ***
xylol, is. bk.: xylene. *

3710
y
Y, y, is., ç. Y's/Ys, y's/ys 1. İngiliz alfabe-
sinin yirmi beşinci harfi, 2. y harfinin çeşitli yackety-yak, is.&1 -yakked, -yakking ar-
talaffuzlanndan her biri: yet, city, rhythm gibi, go gevezelik/zevzeklik/boşboğazlık (etmek).
3. Y şeklinde çatal nesne: yol aynmı vb., 4. ya- yackety-yack, yakety-yak, yakity-yak, yak d.d.
zılı/basılı Y veya y harfi, 5. matbaada y harfi ka- Yafo is. bk.: Jaffa.
lıbı.
Yagi antenna, is. md. Yagi anteni: Kuv-
Y, 1. (Japonya'da) yen, Japon lirası, 2. dizi
vetli tevcih özelliği olan dipol antenleri dizisi.
veya sırada yirmi beşinci (I atlanırsa yirmi dör-
Özellikle TV anteni olarak kullanılır.
düncü), 3. elekt. admitans, 4. kim. ytrium (itl'i-
yum) un simgesi. yah, ünl. ya, evet, öyle mi.
y, mat. 1. bilinmeyen işareti, 2. (Kartezyen Yahata, is. bk.: Yawata.
koordinatlarda) y (ordinat) ekseni, düşey konaç. Yalıoo, is., ç. -lıoos 1. (Swift'in Gmiver'in
y-, ön ek halen kullanılmayan bazı kelime- Seyahati romanında) insana benzer vahşı ve ka-
lerde ön ek: ywis gibi. Özellikle past partieiple ba yaratık, 2. k.h. hödük, kaba saba kimse.
eki: yclad gibi. yahooism, is. hödüklük, kabalık.
-y, son ek 1. "-lı/-li/-Iu/-Iü" anlamı katar:
Yahrzeit, is. (Judaism) aile veya yakın ak-
juicy, grouchy, rainy, cloudy gibi, 2. (bazan
-ey) "... gibi, ...-e benzer" anlamı katar: clagey, rabadan birinin ölüm yıl dönümü. Jahrzeit d.d.
glassy, watery gibi, 3. (bazan -ey, -ie) "ufak, Yahweh, is. Allah, Tanrı, Kadirimutlak
küçük, minicik, mini mini, -cik vb." anlamları (Ahdiatik'ten). Yahwe, Yahveh Yahve, Jah-
katar: pussy, Billy, kiddy, doggy gibi, 4. sevgi veh, Yahve, Jahweh, Jahwe d.d.
ve yakınlık ifade eden sözlerde geçer: sweety, Yahwism, is. Allaha/Tannya ibadet veya
daddy gibi, 5. "-lık/-lik/-Iuk/-Iük" son ekleri ile bu tür ibadete dayanan din. Yahvism, Jahwism,
sanat ve meslek adları, fiilden türemiş adlar vb. J ahvism d. d.
oluşturur: carpentry, inquiry, infamy, coo-
Yahwist, is. Ahdiatik'in ilk altı kitabının
kery, jealousy, beggary gibi.
Y. = 1. Young Men's Christian Associati- ilk yazarı. Yahvist, Jahwist, Jahvist dd. Yalı­
on, 2. Young Men's Hebrew Association, 3. Y0- wistic/Yahvistic : bu yazara ait.
ung Women's Christian Association, 4. Young yak 1, is. 1. Tibet öküzü (Poephagus grun-
Women's Hebrew Association. niens). Tibet'te bulunan uzun tüylü yabani öküz,
y. =1. yardes), 2. yeares). 2. bu öküzün evcilleştirilmişi.
ya, k.d. 1. sen (= you). Hey, ya dope! yak2, is. &1 yakked, yakldng argo bk. :
2. senin (= your) Yafather's moustaehe!
yackety-yak.
yabber, is. Avust. bk.: jabber.
yakety-yak = yackety-yak = yakity-yak,
yacht, iso &gs.f yar (ile seyahat/yarış yap-
mak). - club : yat kulübü. - race: yat yanşı. i -yakked, -yakking bk.: yackety-yak.
yachting : yatçılık. yakitori, is. (Japon usulü) tavuk şiş kebabı.
yachtsman, is., ç. -men yatçı, yat sahibi, Yakut, is. Yakutça: KD Sibirya'da konu-
yat kullanan kimse. -ship: yatçılık. şulan Türk asıllı diL.
yachtswoman, is., ç. -women yatçı/yat sa- yam, is. 1. bot. Hint yer elması (Dioseo-
hibi/yat kullanan (kadın). rea), 2. Isk. patates, 3. ABD tatlı patates.

3711
yamen

yamen, is. (eski Çin'de) devlet memuru yardI, is. ı. yarda: 0.9144 m'lik İngiliz
evi, devlet dairesi. uzunluk ölçüsü. fas.: yd. (1 yd = 3 feet ::: 36 inc-
yammer, is.&f k.d. ı. sızlanmaek), dırla­ hes). - goods: yarda ile satılan kumaş. - me-
(n)ma(k), şikayet (etmek), sızıldanma(k), mızıl­ asure : I yardalık ölçü. cubic -: yarda küp :::
danma(k), 2. (bar bar) bağırma(k), bağırıp çağır­ 0.7646 m 3 . square -: yarda kare: 0.8361 m 2 .
ma(k), devamlı yüksek sesle konuşmaek), gürÜı­ the hundred-yard dash: yüz yardalık yarış,
tü/yaygara (etmek). e.a.-l. whine, complain. 2. den. seren. royal -: kuntra babafingo sereni.
yang, is. Çin felsefesine göre hayatın aslı­ topsail -: gabya yelkeninin sereni.
m oluşturan eril öğe. yard 2, is. ı. avlu, 2. eve bitişik çimenli sa-
Yangtze, is. (Çin'de) Yangçe nehri. - - Ki- ha, 3. üstü açık depoliş yeri. brickyard, milroad
ang d.d. yard, vb. 4. ağıl, davar ve sığırlara mahsus çitle
yank, is. &f hızlal şiddetle çeki ş/çekme çevrili yer, 5. geyik, yaban öküzü vb. nin kışın
(k), anılbirden çekip çıkarmaek). - out: birden! toplandığı yer, kış otlağı, 6. the Yatd Brit. -k.d.

zorla çekip çıkarmak. bk.: Scotland Yard.


Yank, is. &sf bk.: Yankee. yard 3, glj avluya/ağılakapatmaklkoymak.
Yankee 1, is. ı. ABD (özellikle kuzey- yardage, is. ı. (yarda cinsinden) uzunlUk,
doğu) halkından biri, 2. (ABD İç Savaşlarında)
2. trene yüklenecek canlı hayvamn istasyon ci-
varındaki sahada bekletilmesi, 3. bu şekilde bek~
Amerika Birliği taraftarı kuzey eyaletleri halkı,
letme ücreti.
3. Amerikalı, ABD vatandaşı, Yanki, 4. haber-
yatdatrn, is. den. serenin ucu, seren cUh-
leşmede y harfini belirtmek için kullanilan söz-
dası.
cük.
yardbird, is. argo 1. acemi er/nefer, kışla~
Yankee2, sf Yanki+, ABD vatandaşları­
da temizlik işiyle görevli asker, 2. cezah olarak
na/ Amerikalılara özgü. .... ingenuity.
izinsiz asker, 3. mahkum. e.a.-3. conVict.
Yaııkeedom, is. 1. Yankiler ülkesi: ABD
yard grass, is. bot. kabaçayır (Eleusina in-
'nin kuzeydoğu eyaletleri, 2. (toplu olarak) Yan-
dica): evlerin bahçelerinde ve tarlalarda biten
kiler, Amerikalılar.
bir yıl ömürlü kaba çimen.
Yankeeİsm, is. ı. Yankilik, Yanki/Ameri-
yardman, is., ç. -men ı. demir yolu ma-
kalı karakteri/vasft, 2. (konuşma tarzında vb.)
nevra sahası işçisi, 2. serenlerde çalışan tayfa.
Yanki niteliği/özelliği.
yardmaster, is. demir yolu manevra sahası
yaııqui, is., ç. -quis Jsp. (Latin Ameri-
müdürü/yönetmeni.
ka'da) Amerikalı, ABD vatandaşı, yanki. yardstick, is. 1. yarda çubuğu, i yarda
yapı, gs.f yapped, yapping ı. ince sesle/ uzunluğunda ölçü çubu,ğu, 2. kıstas, denek taşı,
kesik kesik havlamak, 2. argo fazla konuşmak, mukayese standardı, mihenk. Test scofes are not
gevezelik etmek. e.a.-I. yelp, hark. the only - of academic achievenıent.
yap2, is. 1. (ince sesle/ kesik kesik) havla· yare, sf yatel", yarest I, tez, tetik, çabuk,
ma, 2. argo ağız. e.a.-I. yelp, 2. mouth. seri, atik, çevik, 2. (gemi) iyilkolay idare edilir,
yapoıı, is. bk.: yaupoıı. manevra kabiliyeti yüksek, 3. esk. (a) hazır, mü·
yapper, is. havlayan. heyya, hazırlanmış, (b) bk.: nİmble. quick. (ı
yappingiy, zf. havlayarak, havlaya havla- ve 2 için yar d.d.). e.a.~l. quick, agile, lively,
ya, havlarcasına, havlar gibi. 3. (a)ready,prepared.
Yaqui, is., ç. -quis /-quİ ı. Yaki, Meksika yarely, zf. çabucak, hızla, serian, sür'atle,
yerlisi, Sonoralı Kızılderili Pima halkından biri, atik! çeviklikle.
2. Yakice, Yaki dili, 3. Meksika'da bir nehir adı. yarmulke = yarmelke, is. (Judaism) tak-
yar, is. bk.: yare (1,2). ke, Musevı beresi, Musevllerin dua ederken giy-
Yarborough, is. (briç) dokuzludan yüksek dikleri takkelbere (Türkçe yağmurluk kelime-
olmayan eL. sinden alınmıştır).

3712
yealing

yarn1, is. 1. ip, iplik, (pamuk/yün/sentetik) yawningly, if. 1. esneyerek, 2. derin ve geniş.
iplik, 2. (cam/maden/pIa.stik maddeden yapıl­ yawpl, gs.f ı. k.d. ciyaklamak, viyakla-
mış) iplik/tel, 3. halat ipliği, 4. k.d. masal, hay- mak, çığlık atmak, çığlığı koparmak, feryat et-
ret/dehşet verici uzun serüvenleri anlatan öykü. mek, feryadı basmak, (birdenbire) bağırmak,
yarn 2, gs.f k.d. ı. (ipliplik) eğirmek/ 2. bağıra çağıra ve saçma sapan konuşmak, yay-
bükmek, 2. masal anlatmak. gara etmek, bağırıp çağırmak, bağırarak şikayet
yarn-dyed, sf boyalı iplikten dokunmuş etmek. e.a.-ı. yelp, squawk, bawl, 2. damor,
(kumaş). bk.: piece-dyed. eomplain.
yarrow, is. bot. civanperçemi (Aehillea yawp2, is. ı. k.d. ciyaklama, viyaklama,
çığlık, feryat, 2. yaygara, kuru gürültü, bağıra
millefolium).
çağıra konuşma, 3. isk. kuş çığlığı. (yaup
yashmac =yashmak, is. T. yaşmak.
ş.d.y.).
yataghan, is. T. yatağan, saldırma (atag-
yawper, is. ciyak ciyak bağıran, çığlık a-
han, yatagan d. d. ).
tan, feryat eden, yaygaracı, gürültücü.
yauld, sf isk. bk.: active, vigorous.
yawping, is. ciyaklama, viyaklama, cır1a­
yaup, is. bk.: yawp.
ma, yaygaracılık.
yauper, is. bk.: yawper. yaws, is. patol. verem dutu: bazı sıcak ül-
yaupon, is. bot. funda çay (Ilex vomitoria). kelerde Treponema pertenue adlı organizmanın
Güney ABD'de yetişen ve yaprakları bazan çay sebep olduğu böğürtlen şeklinde cilt kabarcığı.
yerine kullanılan küçük ağaç veya funda. yapon! frambesia, pian d.d.
youpond.d. y-axis, is., ç. y-axes mat. (Kartezyen koor-
yaw l , f 1. (gemi vb.) rotadan çık(ar)mak, dinat sisteminde) y ekseni, düşeyeksen, ordi-
yanlış yola sap(tır)mak, 2. (uçak) yalpala(t)mak, nat ekseni.
yalpa yap(tır)mak, 3. dümeni kötü kullanıp ge- Vb, kim. bk.: ytterbium.
miyi sağa sola saptırmak, 4. (roket, güdümlü Y chromosome, is. biy. eril kromozom: er-
mermi vb.) (ekseni yatay düzlemde salınımlar keklik özelliğini taşıyıp soydan soya geçiren
yaparak) uçuş stabilitesini kaybetmek. kromozom. bk.: X chromosome.
yaw 2, is. 1. rotadan çık(ar)ma, 2. yalpala- yelept = yeleped, f esk. ... adlı/adında/
(t)ma, 3. gemiyi sağa sola saptırma, 4. (roketl isimli/isminde/... denilen (elepe fiilinin sıfat­
güdümlü mermi vb.) uçuş stabilitesini kaybet- fiili).
me. yd. = yds. = yardes).
yawl l , is. ı. küçük filika (4 ila 6 kürekii), yel, zm. esk. siz, sizler. O ye of little faith;
2. yole, başı kıçı bir olan yelkenli, 3. fazla ola- ye brooks and hills.
rak kıçtaki direkte yelkeni olan gemi. bk.. ye 2 , the yerine eskiden kullanılIrdı. Bazı
yer adlarına eski ve tarihi süsü vermek için ekle-
ketch.
nir: Ye Old Tea Shop gibi.
yawl 2, is.&f Brit.- k.d. bk.: yowl, howl.
yea l , zf. 1. evet, 2. esk. (a) filhakika, haki-
yawn l , gs.f 1. esnemek, 2. (uçurum vb.)
katen, gerçekten, filvaki. -, and he did eome. (b)
dipsiz/derin ve sonsuz gibi uzayıp gitmek. -ing
hatta, ... bile, bundan başka, ayrıca, ilaveten, üs-
gulf: dipsiz/derin uçurum. The hole -ed before
telik. A good, yea, a noble man. e.a.-ı. yes,
him. a -ing emek. 3. esneyerek söylemek. e.a.- 2. (a) indeed, (b) even. k.a.-l. nay, no.
1.gape. . yea 2, is. 1. olumlu oy, kabuloyu, kabul,
yawn 2, is. ı. esneme, esneyiş, 2. dipsiz! onay, 2. olumlu oy verenlkabul oyu verenlkabul
derin uçurum, sonsuz derinlik, açıklık, boşluk. edenlonaylayan kimse. The yeas outnumbered
e.a.- 2. ehasm, opening, gap, eavity. those who voted against the bill. 3. yea~sayer :
yawner, is. esneyen kimse. (a) olumlu oy (kabuloyu) veren, muvafık/
yawning, sf 1. derin ve geniş, uçurum gi- taraftar kimse, (b) bk.: yes-man.
bi. a - hole. 2. esneyen, esneyerek yorulduğu­ yeah, zf. k.d. evet. e.a.- yes.
nu!sıkıldığını belli eden. a - audienee. yealing, is. isk. bk.: yeelin.

3713
yean

yean, gs.f (koyunlkeçi) kuzulamak, yav- yearbook, is. ı. yıllık. Look! There iS my
rulamak, oğlak doğurmak. photograph in the school -. 2. salname.
yeanling, sf &is. 1. kuzu, oğlak, 2. yavru, year-end, sf &is. yıl sonu. A - report. A
bebek, yeni doğmuş. e.a.- 2. infant. - upsurge ofprices.
year, is. ı. yıl, sene. This/last/next -: yearling, sf &is. 1. bir yaşındaeki), 2. bir
Bu/geçen/gelecek yıl. all the - round: bütün yıllık, bir senelik, bir yıl süren/sürekli, 3. bir ya-
yıl boyunca. - after -: her yıl. by -: yıllık, şını doldurmuş hayvan yavrusu: toklu, tay.
yıldan yıla. to pay by -: yıllık (taksitlerle) öde- yearlong, sf bir yıl süreli, bütün yıl süren!
mek. - by - =from - to -: seneden seneye. devam eden. She came back after a - absence.
- in and - out = - in - out: yıllarca, sene- yearly, sf &zf. &is. 1. yıllık, senelik. -
lerce, seneden seneye, yıllar boyu, daima, her meeting. 2. her yıl/her sene (olan), yılda/senede
zaman, aralıksız. every - = each -: her yıl. bir (olan), 3. yıllık (bülten vb.), yılda bir yayın­
every other - = every second -: yıl aşırı, iki lanan belge. e.a.-l&2. annual, annually.
yılda bir. for -s: yıllarca. They have not seen
yearn, gs.f ı. gen. - for: özlemek, has-
each other for -s. from one - to the other : retini çekmek, hasret/özlem duymak, (çok) arzu-
bir yıldan ötekine, 2. calendar year d.d. takvim lamak!istemek. They yearned to return home. He
yılıisenesi: 1 Ocaktan 31 Aralığa kadar devam
yearned for her presence/her/her to come home.
eden 12 aylık! 365 veya 366 günlük süre. the -
2. sevgi/şefkat/muhabbet duymaklbeslemek,
1993 : 1993 yılı. common - : adı sene. leap -:
3. hislenmek, duygulanmak, müteessir olmak.
artık yıl, sene-i kebise, 3. 365 günlük herhangi
e.a.-I. long for, aspire, desire, crave, hanker
bir zaman süresİ. lt happened 5 years ago. -s
after, pine for. k.a.-l&2. despise, loathe, recoil,
(and -s) ago : senelerce önce. a - and aday
dislike, avoid.
huk. bir yıl ve bir gün. - of grace : Miladı yıl.
yearner, is. özleyen, hasret çeken, çok ar-
The - of grace 1989 : Miladı 1989 yılı, 4. astr.
zulayan, sevgi/şefkat/muhabbet besleyen.
(a) lunar - d.d. kamed yıl, 12 kamed aylık sü-
yearning, is. özlem, hasret, şiddetli istek!
re, (b) astronomical -/equinoctial - Isolar - /
arzu, iştiyak. e.a.- bk.: desire, longing.
tropical - d.d. dönence yılı: bir ılım noktasın­
dan ötekine geçme süresi, (c) sidereal - d.d.: yearningiy, zf. özleyerek, özlem/hasret çe-
güneş yılı: dünyanın güneş etrafında tam bir
kerek, özlemle, hasretle, {ştiyakla, tahassürle.
dönüş süresi:::: 365 gün, 5 saat, 48 dakika 45.5
yearBround, sf bütün yıl (boyunca), bütün
saniye, 5. gezegen yılı: bir gezegenin güneş et- sene (devam edeni işleyen vb.) A - resort. ye-
rafında tam bir dönüş süresi. The Martian -:
ar-around d. d.
Merih yılı, 6. (öğretim vb. kurumlarında) yıl, yeast 1, is. ı. maya. - cake: (kalıp halin-
takriben 12 aylık çalışma dönemi. academic - : de) kuru maya, 2. bira mayası, 3. köpük, 4. co ş­
öğretim yılı. school - : ders yılı, 7. yaş. He is 5 kunluk, heyecan, taşkınlık, telaş. Were allseet-
-s old : beş yaşındadır. from his earlier -s: hing with the - of revolt. e.a.-3. spume, foam,
küçük yaştan beri. He looks old for his -s: OL- 4. agitation, ferment.
duğundan daha yaşlı görünüyor. well on in -s : yeast2, gs.f 1. mayala(n)mak, 2. köpür-
yaşı ilerlemiş. to get on in -s : yaşlanmak, ya- (t)mek, köpüklenmek, üstü köpükle örtülmek.
şı ilerlemek. to grow in-s : yaşı ilerlemek. to e.a.-l·ferment,2·froth,foam.
reach -8 of discretion : reşit olmak, sinnirüşte yeastily, zf. ı. mayalanarak, köpürerek,
ermek, 8. -s: (a) zaman. in -s gone and -s to mayalı olarak, 2.. coşarak, taşarak, heyecanla,
come : geçmişte ve gelecekte (geçmiş ve gele- taşkınlıkla, 3. happalıkla, toylukla.
cek zamanda/yıllarda), (b) yaş, çağ, (c) yaşlılık, yeastiness, is. ı. mayalanma, mayalı olma,
ihtiyarlık. a man of -s: yaşlı bir adam. He is 2. köpürme, köpüklenme, 3. coşkunluk, taşkın­
very healthy for a man of his -s: Yaşlı olma- lık, heyecan(1ılık), 4. hoppalık, toyluk.
sına rağmen çok sıhhatli. yeast plant, is. maya mantarı: maya içinde
year-around, sf bütün yıl (boyunca), bü- bulunan tek gözeli Saccharomyces türünden bir
tün sene. e.a.- year-round. mantar.

3714
yeııow-green alga

yeasty, sf yeastier, yeastiest ı. mayalı, yeııow-bellied, sf ı. argo ödlek, korkak,


mayalanmış, mayaya benzer, 2. köpüklü, 3. (a) 2. bk.: yeııow-bellied sapsucker. e.a.-l. eo-
coşkun, taşkın, heyecanlı, kabına sığmayan, ha- wardly.
reketli, (b) hoppa, toy, ham, olgunlaşmamış, ge- yeııow-bellied sapsucker, is. zool. sarı­
lişmemiş. e.a.-2. frothy, foamy, 3, (a) ebulli- döşlü ağaçkakan (Sphyrapieus varius): KD
ent, exuberant, frivolous, (b) unsettled, restless, Amerika'da bulunan alnı kırmızı benekli, tüyleri
youthful, immature. . siyah, beyaz ve göğsü açık sarı bir tür ağaçka­
yeelin = yealing, is. isk. çağdaş, yaşıt, kan. yeııow-bellied woodpecker d.d.
aynı yaşta.
yeııow-beııy, is., ç. -lies argo ödlek/ kor-
yegg = yeggman, is. argo 1. hırsız, 2. kasa kak kimse. e.a. - eoward.
hırsızı, 3. eşkıya. e.a.-l. robber, burglar, 2. sa-
yellow bile, is. safra, eski fizyolojiye göre
feeraeker, 3. thug.
insanda öfke doğurduğuna İnanılan salgı, öfke,
yeId, sf isk. kısır, sütsüz, süt vermeyen.
hiddet. e.a. - choler.
yaId, yauId, yeıı d.d. e.a.- barren.
yeııow birch, is. bot. 1. sarı huş ağacı (Be-
yeIk, is. k.d. bk.: yoIk.
yeıı, is. &f ı. bağırma(k), haykırma(k), fer-
tula lutea): K Amerika'da yetişen kabuğu ince
yat (etmek). "Stop it!" he yelled. To give a -: parlak gri, sarı huş ağacı, 2. huş kerestesi, bu
ağacın sarımtrak renkli sert kerestesi.
haykırmak, gürlemek. Don't yeıı at me like
yeııowbird,is. ı. Brit.- k.d. sarıkuş, sarı­
that! Bana öyle bağırma! He yeııed (out) or-
ders at everyone :. Bağırarak herkese emirler cık, sarı asma kuşu, 2. ABD- k.d. (a) saka kuşu,

veriyordu. 2. çığlık (atmak), (acıdanıkorku ile) (b) bk.: yeııow warbIer. e.a. - 2. (a) goldfinch.
çığlığı koparmak, acı acı/avaz avaz bağırma(k). yeııowcake, is. Cnd.- k.d. uranyum cevhe-

She was yelling her head off: Avazı çıktığı ka- ri: nükleer reaktörde kullanılan zenginleştiril­
dar bağırıyordu. 3. (tempo ile taraf tutarak) ba- miş uranyum oksit.
ğırma(k), bağırıp çağırma(k). to - with Iaugh- yeııow cypress, is. bot. sarıselvi.
ter : (gürültülü) kahkahalarla gülmek. A - of yellow daisy, is. bot. s arıp apatya (Rudbec-
Iaughter: gürültülü kahk<ıfia, 4. ABD (okullarda kia hirta). bIack-eyed Susan d.d.
vb.) teşvik için bağırarak tempo ile söylenen yeııow dog, is. it, itoğlu it, aşağılık/rezili
söz. e.a.-l. ery, shout/roar, 2. scream. korkak kimse. .
yeııer, is. bağıran, feryat eden, haykıran, yenow-dog contract, is. sendikasız iş söz-
çığlığı basan. leşmesi: İşçinin çalıştığı sıüece sendikaya gir-
yelling, sf &is. 1. bağıran, feryat eden, meyeceğini taahhüt ederek işverenle yaptığı
haykıran, 2. bağırma, haykırma, feryat, çığlık. sözleşme.
yeııowl, sf&is, 1. sarı (renk). to go/turn! yellow dwarf, is. sarı bücür: bitkilerde,
become/grow - : sararmak, 2. sarı ırk, Moğol özellikle hububatta çeşitli virüslerin sebep oldu··
ırkı. the - races: sarı ırk, 3. hkr. melez, zenci
ğu bir hastalık. Bitki sararır ve gelişemez.
kırması, esmerimsi san ciltli, dede ve ninelerin-
yeııow enzyme, is. sarı enzim.
den üçü beyaz biri zenci olan, 4. soluk/sarı be-
yellow fever, is. patol. sarı humma: Sıcak
niz, 5. k.d. korkak, ödlek, tabansız. There was a
ülkelerde Aedes aegypti adlı sivrisinekle taşınan
- streak in him: Korkak bir damarı/tarafı var-
virüsün sebep olduğu sarılık, kusma, kanama gi-
dı. 6. (gazete) heyecan yaratan, kamu oyunu aşı­
rı derecede (ve kötü maksatla) heyecana getiren.
bi araz gösteren ateşli, bulaşıcı ve tehlikeli has-
talık. yellow jack d.d.
- journalism. 7. yumurta sarısı, 8. sarı renk/
boya, 9. esk. kıskanç, 10. -s tıp ~arılık, 11. yap- yellow fever mosquito, is. zool. san hum-
rakları sarartan bitki hastalığı. e.a. - 4. sallow, ma sivrisineği (Aedesaegypti). sarı humma ve
5. mean, eowardly, 7. yolk, 10. jaundiee. .dang hastalığı virüslerini taşır.
yeııow 2, f sarar(t)mak. -ed by time: za- yeııowfin tuna, is. zool. sarı yüzgeç (Thun-

manla sararmış. paper -ed with age. nus albaeares). Yüzgeçlerinin ucu sarı renkte
yeııow atrophy, is. patol. sarı körelim : ufak bir cins ton balığı.
karaciğeri sarartan tehlikeli bir hastalık. yeııow-green aIga, is. sarı, yeşil deniz yo-
yeııowbark, is. bk.: calisaya. sunu (Chrysophyta).

3715
yellowhammer

yellowhammer, is. zool. ı. san kiraz kuşu yellow raee, is. sarı ırk, Mongoloit ırkı,
(Emberiza citrineIla), 2. ABD- k.d. sancık (Co- özellikle Çinliler.
laptes auratus). e.a.-I. yeIlow bunting, 2. yel- Yellow River, is. San ırmak. e.a. - Hwang
low-shafted jlicker. Ho.
yellow honeysuekle, is. bot. sarı hanımeli Yeııow Sea, is. Sarı Deniz: Büyük Okya-

(Lonicerajlava): san, turuncu güzel kokulu çi- nusun Çin ve Kore arasındaki parçası. e.a.-
çekler açan, mavi,yeşil yapraklı bir bitki. Doğu Hwang Hai.
yeııow-shafted flieker, is. bk.: yellow-
ABD'de bulunur.
hammer (2).
yellowish, sf. sanmtrak, sanmsı. -ness :
yeııow spot, is. anat. san benek, göz bebe-
sanmtraklık.
ğinin arkasında retina üzerindeki küçük san nok-
yellow jack, is., ç. (2. için) - jaek/- jaeks ta, en keskin görüş noktası.
ı. patol. bk.: yellow fever, 2. zool. sarıca: Flo- yeııow streak, is. k. d. korkaklık eğilimi,
rida kıyıları ve Karaip Denizinde avlanan parlak bir kimsenin karakterinde korkaklık/alçaklık/na­
san pullu bir balık, 3. sarı bayrak/flama: kaı'anti­ mertlik emaresi.
naya alınan gemiye çekilir. yeııowtail, is., ç. -tails/-tail zool. ı. san
yellowjaeket, is. 1. zool. yaban arısı (Ves- kuyruk (Seriola dorsalis): Kaliforniya kıyıların­
pidae), 2. argo (san kapsül1ü) pentobarbital. da avlunan bir balık, 2. - snapper d.d. sarı­
yellow jessamine, is. bot. sarıyasemin levrek (Ocyurus chryurus). Antil adaları kıyıla­
(Gelsemium sempervirens). Güzel kokulu sarı çi- nnda avlanan ufak bir cins balık, 3. bk.: - no-
çekler açan Loganiaceae familyasından yaz kış under, 4. yüzgeç ve kuyruğu san renkte olan
yeşil kalan bitki.yeııow jasmine d.d.
herhangi balık, özellikle - roekfish (Sebasto-
yellow lead ore, is. san kurşun cevheri. des jlavidus).
yeııowtail flounder, is. zool. sarı dil balı­
e.a. - wulfenite.
ğı (Limandaferruginea). K Amerika Atlantik kı­
yellowlegs, is. zool. sanbacak: Amerika kı­
yılannda avlanan kuyruğu sarımtrak, gövdesi
yılannda yaşayan sarı bacaklı iki tür kuştan her
kırmızı benekli bir balık. yellowtail d.d.
biri. greater -: büyük sarıbacak (Totanus me- yeııowthroat, is. zoof. sangerdan (Geothl-
lanoleucus). lesser -: küçük sanbacak (Tota- ypis) : Amerika'da bulunan gerdanı sarı, tüyleri
nus jlavipes). zeytuni yeşil sinek kuşu, özellikle Maryland -
yellowly, zf. san sarı, sarı renkle, sarı ı­ (Geothlypis trichas).
şıkla. yellow wagtail, is. zool. sarı kuyruksalla-
yellow metal, is. ı. sarı maden: %60 bakır, yan (MotaciIlajlava).
%40 çinko alaşımı, 2. altın. e.a. - 2. gold. yeııow warbler, is. zoof. sarı şakrak
yellowness, is. sarılık, san renkli oluş. (Dendroica petechiaY. Amerika'ya özgü ötücü
yellow oeher, is. 1. sarı aşı boyası, 2. tu- kuş. Erkeğinin tüyleri sandır.

runcu san. yellowweed, is. bot. ı. sarıçiçek, 2. kanar-


yellmv pages, is. sarı sayfalar: telefon reh- ya otu (Senecio Jacobaea), 3. bk.: weld 2 (3).
e.a. -1. goldenrod, 2. ragwort, 3. dyer's-weed.
berinin işe ve mesleğe göre dizili ilanlar bölümü.
yeııowwood, is. ı. bot. sarıağaç (Cladras-
yellow peril, is. san bela: 1. san ırkın dün-
tis lutea): G ABD'ye özgü beyaz çiçekler açan
ya ve batı medeniyetine hakim olma tehlikesi,
ve san boya veren bir tür ağaç. gopherwood dd.
2. az ücretle çalışan Asyalı işçilerin batıda ha-
2. sarıağaç kerestesi: san renkli ve sert bir keres-
yat standardını düşürme tehlikesi. te, 3. Florida sanağacı (Schaeiferia frutescens),
yellow pine, is. bot. sançam. 4. sarı renkli kereste veren herhangi ağaç: çit el-
yellow poplar, is. bot. ı. lale ağacı (Lirio- ması, cehri, v.b. gibi.
dendron Tulipifera), 2. bk.: tulipwood. 3. Gü- yeııowy, sf. bk.: yeııowish.
neydoğu ABD'de hıyar ağacının (Magnolia acu- yelp, is. &f. (kesik kesik/acı acı) havlama
minata) hafif, yumuşak fakat dayanıklı kerestesi. (k) (köpek, tilki vb.).

3716
yesternight

yelper, is. (kesik kesik/acı acı) havlayan. yerk 2, is. isk. k.d. 1. dayak (atma) dövme,
Yemen, is. Yemen. People's Democratic patak(lama), kamçılama, kırbaçlama, 2. tekme
Republic of - : Yemen Demokratik Halk Cum- (lerne), vurma, şiddetle itme. e.a.-I. blow, stro-
huriyeti. Eski adı: Southeern) Yemen : Güney ke, 2. kiek, jerk
Yemen. - Arab Republic : Yemen Arap Cum- yes I, zj. ı. evet. "Are you ready?" ''Yes, i
huriyeti. am. ""Is this book a dictionary?" ''Yes, it is."
Yemeniete), sf&is. Yemen+, Yemenli. 2. hayhay, elbette. "Will you visit us tomor-
yenI, is., ç. yen Japon lirası, yen. row?""Yes, i will." 3. (itirazı kuvvetlendirmek-
yen 2, is. kd. özlem, hasret, göresi, işti­ te) evet, elbette. You say i can 't, but i say yes i
yak, derin arzu, sevda. e.a.- longing, yearning, can. 4. "Ne istiyorsunuz? Efendim?" "Yes?" he
infatuation, desire. said as he opened the door. 5. Ya? Öyle mi? Sa-
yen 3, gs.f yenned, yenning k.d. özlemek, hi mi? 6. dikkatle dinlediğini belirtmekte kulla-
hasret çekmek. e.a.- yearn, long. nılır, 7. Peki, pekala, baş üstüne, olur. "Go and

yen-shee, is. zift : afyon içilen pipo boru- close the door!" ''Yes, sir!" 8. Efendim? "John!"
sundaki birikinti. ''Yes, mother?" 9. hatta, bile, üstelik. i shall be
yeoman l , is., ç. -men ı. ABD yazı işle­ ready, yes, eager to help you. .
riyle görevli bahriye astsubayı, 2. Brit. çiftçi, yes 2, is., ç. yeses/yesses 1. evet sözü/ce-
vabı, olumlu cevap, 2. kabuloyu, olumlu oy,
rençper, tarlasını kendi ekip biçen kimse, 3. Brit.
olumlu oy veren. e.a. -1. yea, 2. aye.
- of the (royal) guard d.d. kral muhafız/hassa
yes 3, f yessed, yessing "evet" demek,
bölüğü. 1485'te kurulan ve halen yüz kişiden
olumlu cevap/oy vermek.
ibaret merasim bölüğü, 4. esk. kral veya asilza-
ye'se, isk. you shall.
delerin hizmetçisi, 5. esk. köyağası, kahya,
yeshiva(h), is., ç. -vahs haham okulu, Mu-
6. esk. yardımcı zaptiye memuru, şerif yardım-
sev! din okulu.
ClSl.
yes man/yes-man, is. k.d. dalkavuk, evet
yeoman 2, sf 1. bahriye astsubayı+(na aitJ
efendimei, kavuk sallayan. e.a. - toady, syeop-
özgü), 2. çiftçi+ rençper+, 3. sadık, sadakatli.
hant.
yeomanly, sf&zj. ı. ABD yazı işleriyle
yes please, zj. evet, lütfen, zahmet olmazsa.
görevli bahriye astsubayı rütbesinde/görevinde,
yester, sf dünkü, dün olan/vuku bulan.
2. bahriye. astsubayına/çiftçiye ait/yaraşır, 3. bah- yester- ön ek "dünkü, geçen" anlamları
riye astsubayı/çiftçi gibi/sıfatıyla, 4. cesur, sa- katar: yesterday : dün, yesterweek : geçen haf-
dık, sadakatle yapılan.
ta, yesteryear : geçen yıl.
yeomanry, is. 1. rençperler, küçük çiftçi- yesterdayl, sf&zf. 1. dün. - morning!
ler, küçük toprak sahipleri, köyağaları, 2. Brit. afternoon!evening : dün sabah/öğleden sonra!
(eskiden) çiftçilerden oluşmuş gönüllü süvari akşam. it was only - that i saw him : Daha
alayı. 1761'de kurulmuş, 1901'de Imperial Yeo- dün onu gördüm. 2. geçenlerde, kısa bir süre ön-
manry adını almış, 1907'de kara kuvvetlerine ce. i wasn't born - (= rm not a fool ) : Beni
katılmıştır. çocuk mu sandın? Kimi kandırıyorsun?
yep, zj. k.d. bk.: yes. yesterday2, is. 1. dün, dünkü gün. - was
-yer, son ek -er2 veya -ier son ekinin deği- a sunny day. 2. yakın geçmiş, 3. -s: geçmiş za-
şik şekli. ör.: lawyer, sawyer. man, geçen günler, mazi. The dim of -s man-
yerba, is. Paraguay çayı e.a. - mate. kind. i remember all my -s.
yerb tea, is. kd. bk: herb tea. yesterevening, zj. &is. esk. dün akşam.
Yerevan, is. Erivan. e.a.- yesterday evening.
yerkI, gL.f Brit.- k.d. 1. dövmek, patakla- yestermorning, zj. &is. esk. dün sabah.
mak, dayak atmak, kamçılamak, kırbaçlamak, e.a.- yesterday morning.
mee. tepelemek, 2. saldırmak, şiddetle hücum yestern, sf esk. bk.: yester.
etmek. e.a.-I. thrash, strike, whip, 2. goad, at- yesternight, zj. & is. dün gece. e.a. - yes-
taek. terday night.

3717
yesternoon

yesternoon, zf. &is. esk. dün öğleyin, dün yew l , is. ı. bat. porsuk ağacı (Taxus bae-
öğle vakti. e.a. - yesterday naan. eata): Mızrak gibi yassı ve sivri yapraklı, koza-
yesterweek, zf. &is. geçen hafta (zarfında). laklı, daima yeşil kalan bir ağaç. Küçük kırmızı
e.a. - last week. meyvesi vardır. 2. porsuk ağacı kerestesi (ince
yesteryear, zf. &is. geçen yıl, geçen sene, lifli, sert ve dayanıklıdır), 3. porsuk ağacından
bıldır, yakın geçmişete). e.a.- last year, reeent yapılmış yay, 4. matem/keder/ö1üm veya basü-

past. badelmevt simgesi olarak porsuk ağacı veya dal-


yestreen, zf. isk. dün akşam, dün gece. ları.

e.a. - yesterday evening/night, last evening/night. yew 2, zm. k.d. bk.: you.
yet l , zf. 1. henüz, şimdiye kadar, şu ana Yezidi, is. Yezidi.
Yggdrasil, is. (İskandinav mitolojisinde)
kadar, şimdiye dek. it was not - time to go:
daima yeşil kalan üç köklü dişbudak ağacı.
Henüz gitme zamanı değildi. He hasn't arrived
Ygdrasil, Ygdrasill, Yggdrasill, Igdrasil ş. d. y.
- : Henüz (şu ana kadar) gelmedi. 2. daha,
YHA = Youth Hostels Association.
şimdilik, şu anda, bu kadar tez. it is not time to
YHVH =YHWH =JHVH =JHWH, bk.:
go -: Daha gitme zamanı değiL. (bk.: it is time tetragrammaton.
to go now.) "Have another?" "Not - thank yid, is. hkr. Yahudi. e.a. - jew.
you" : Bir tane daha alınlbuyurun! - Şimdilik is- Yiddish, sf. &is. ı. Eskenazice, Eskenazi
temem, teşekkür ederim. 3. (a) haHi, el'an, daha. dili: İbranıce ile karışık bir Alman lehçesi. İb­
He is - a ehild. There is time -. (b) eninde so- rani alfabesiyle yazılır. Polonya, Lituanya, Uk-
nunda, er geç, ara sıra. We'll get there -. 4. bun- rayna ve Romanya Yahudileri ve bu bölgelerden
dan başka, buna ilaveten, ayrıca. - jurther tri- gelen Yahudi göçmenleri konuşur. 2. argo Ya-
umphs to eome. Gives - anather reason. 5. yine hudi.
de, mamafih, bununla beraber, buna rağmen. yield, f. ı. vermek, bahşetmek, üretmek,
and - everyone liked her. 6. üstelik, buna rağ­ ürün/mahsul verınek. That tree -s plenty offru-
men, yine de, I've never read it nor yet intend its. It will - the opportunity of.., The field will
to : Onu okumadım, üstelik okumaya da niyetim - a good erop. 2. (kar, kazanç, faiz, gelir,vb.)
yok. 7. daha da, hatta. Play it - more softly. A sağlamak, getirınek, temin etmek, kazanmak.
- higher speed. 8. as - : henüz, şimdilik, şim­ His business -s big profit. The bonds - ten per-
diye/ şu ana kadar. As -, we have reeeived no cent interest. The tax is expeeted to - millions.
answer. The greatest book as - written. not as The empty house -ed us shelter. 3. teslim et-
- : henüz değiL. We have not suceeeded as -. mek, terk etmek, bırakmak. Tu - a forteress.
They haven't as - returned. 9. just -: hemen, He was foreed to - his house. The enemy -ed
derhal, derakap. e.a.-I. bk.: but, 2. just now, so (up) its position to our forees. 4. (saygı, teşek­
kür, vb.) sunmak. To - obedienee/thanks to so-
soan, 3. (a) still, (b) eventually, 4. besides, in
mebody. 5. (dayanamayıp) baş eğmek, boyun
addition, 5. nevertheless, however, 6. mareaver,
eğmek, teslim olmak. To - to superior forees.
7. even, still, 8. up to now.
To - to temptations. Th~ disease -ed to treat-
yet 2, bağ. ı. gerçi, ise de, bununla beraber,
ment. 6. (kendini heyecana/iğvaya vb.) kaptır­
yine de, buna rağmen. It is good, - it eould be mak, kapılmak, 7. hürmeten (başkalarının fikri-
improved. i speak to you peaeejully, - you will ni) kabul etmek, razı olmak, muvafakat etmek.
not listen. 2. Lakin, ama, fakat, ancak. It's stran- They begged him, but he would not -. We -ed
ge, yet true : Garip, fakat gerçek. 3. her ne ka- to their persuasion. 8. (basınca dayanamayıp)
dar, ise de, olsa da. active, - ill. çökmek, yıkılmak, (yük altında) eğilrnek, bel
yeti, is. (Tibet'te yaşadığı farz olunan) kor- vermek. The shelf is beginning to - under that
kunç kar adamı. e.a. - Abominable Snowman. heavy weight. 9. yol vermek, (başkasına) geçiş
yett, is. isk. bk.: gate. önceliği vermek/tanımak, önce geçmesine müsa-
yeuk = yeuck = yewk, is.&f. isk. kaşın­ ade etmek. to - precedence: öncelik vemıek/
ma(k), kaşıntı. e.a.- iteh. tanımak. To - the right ofway to sb. i - to no-
yeuky, sf. kaşıntılı, kaşınan. e.a.- itehy. body in my admiration for... : ... -e hiç kimse

3718
yodel

benim kadar hayran olamaz, 10. - up the ghost : yieldingness, is. ı. kolay teslim olma/bo-
ölmek, ruhunu teslim etmek. e.a.-I. produce, yun eğme, 2. çökebilme, yıkılabilme, 3. verimli-
furnish, bear, give, render, 2. earn, provide, fur- lik, iyi kazançlkar getirme, 4. döneklik, sebatsız­
nish, 3&5. surrender, relinquish, concede, aban- lık, kararsızlık.

don, submit, cede, 4. render, impart, bestow, 7. Yigdal, is. (Musevilerin Allaha imanını
ifade eden) dua, ilahi.
comply, accede, assent, 8. collapse, bend, bow,
yilI, is. Isk. bk.: ale.
10. die. NOT: YIELD, zor ve tazyik karşısın­
yin, is. 1. isk. bk.: one, 2. Çin felsefesine
da bir şeyden, bir haktan vazgeçmek, boyun eğ­ göre hayatın aslını oluşturan dişil eleman. Yin
mek, rıza göstermek anlamlarını taşır; çoğun­ and Yang : Karşılıklı etkileri yaratıkların kade-
lukla kayıtsız şartsız teslimiyeti ifade etmez. To rini belirleyen biri olumsuz, karanlık ve dişil
yield ground to an enemy. SUBMIT, üstün kuv- (Yin), öbürü olumlu, aydınlık ve eril (Yang) iki
vet/delil vb. karşısında istemeyerek mukavemet- temel ilke.
ten vazgeçip tamamen teslim olmak, zora boyun y-intercept, is. mat. y kesimi, düşey bö-
eğmektir: To Submit to control. SURRENDER
Wntü : bir doğrunun/eğrinin/yüzeyin y eksenini
kestiği noktanın ordinatı.
kayıtsız şartsız teslimiyet ve feragati ifade eder:
yince, zj. isk. bk.: once.
To surrender a forteress, one's freedam.
yip, is.&gs.f yipped, yipping (ince sesle/
yield 2, is. 1. ürün, mahsul, rekolte. The kesik· kesik} havlama(k). (köpek yavrularının
farm gave a high - this year. 2. hasılat, mahsul havlaması). e.a.- yelp, bark.
miktarı. - ofwheat per aere. 3. kar, kazanç, ge- yipe, ünL. Ay! Of! A! (korku, hayret, ıstı­
lir, 4. üretim, istihsal, 5. As. atom bombasının rap vb. ifade eder).
patlama gücü (kiloton veya megaton TNT ola- yippee, ünL. Yaşa! Yaşasın! Hurra! (se-
rak), 6. kim. verim: bir reaksiyon sonunda elde vinç, memnuniyet vb. ifade eder).
edilen ürünün teorik olarak elde edilebilecek Yippie = yippie, is. Vietnam savaşına şid­
detle isyan eden gençlerden her biri [Youth In-
ürün miktarına oranı. e.a.-I. product, result,
ternational Party' den yapılan kelime].
3, profit. yird, is. isk. bk.: earthe
yieldable, sf 1. geliri ürün sağlayabilir, kar yirr, is.&f isk. (köpek vb.) hırlama(k),
getirebilir, 2. teslim/terk edilebilir, 3. kabul/mu- gırlama(k). e.a.- snarl, growl.
vafakat edilebilir, 4. (basınca dayanamayıp) çö- yit, zf. &bağ. esk. k.d. bk.: yet.
kebilir, yıkılabilir. Yizkor, is. Musevllerin cenaze ayini.
yielder, is. ı. ürün/mahsul veren, 2. karl -yı, kim. " kökü": kök adlarında kullanılan

kazanç getiren, 3. terk eden, teslim eden/olan, son ek: ethyl, butyl, vb. gibi.
boyun eğen, 4. muvafakat eden, razı olan. ylang-ylang, is. 1. bat. esans/ıtır ağacı
(Carangium adoratum veya Cananga adarata).
yielding, sf 1. kolayca teslim olan/baş
Filipin ve Cava yörelerinde yetişir, çiçeklerin-
eğen, direnmeyen, teslim olmaya/boyun eğmeye
den güzel kokulu esans çıkarılır, 2. esans, par-
hazır/mütemayil, 2. eğilebilir, bükülebilir, çöke- füm, güzel koku, rayiha, ıtır. Hang-Hang ş.d.y.
bilir, basınca/ağırlığa dayanıksız, 3. verimli, Y.M.C.A. = Young Men's Christian Asso-
mahsuldar, iyilbol ürün veren. A high- - wheat. ciation.
4. kılrlı, kazançlı, iyi karıkazanç sağlayan,S. dö- Y.M.H.A. = Young Men's Hebrew Associ-
nek, sebatsız, kararsıı, başkalarının etkisiyle ation.
fikrinden dönen. He has a - character and will ynogh = ynough = ynow, sf &zf. esk. bk.:
enough.
soan change his mind. e.a.- 3. praductive.
yod, is. İbranı alfabesinin onuncu harfi.
yieldingly, zj. ı. kolay teslim olurcasına,
yodeI = yodIe, is.&f -deled, -deling (veya
direnmeden, boyun eğerek, teslimiyetle, 2. çöke- Brit.: -delled, -delling.) Iü1ü1ü, lü1ülemek: Tirol
bilecek! yıkılabilecek biçimde, 3. iyi ürün!kar/ ve İsviçre dağlıları tarzında anı atlayışiarla pes-
kazanç getirecek tarzda, 4. döneklikle, sebatsız­ ten tize ve tizden pese geçerek anlamsız heceler-
lıkla, kararsızca, kararsızlıkla. le türkü çağırmak.

3719
yodeler

yodeler = yodeııer = yodler, is. lülülücü, yokelish,:-.f köylü/hödük gibi, köyıüvari.


dağlı türkücü, lülülü diye türkü çağıran. yolk =yoke, is. ı. yumurtanın sarısı,
yoga, is. 1. yoga: maddı dünyadan uzakla- 2. biy. dişi yumurtanın dölü oluşturan ve besle-
şıp manevı ilke ile konular üzerinde derin dü- yen özü [İlgili sıfaı: vitelline], 3. yapağı yağı,
şüncelere dalarak ruh ve bedeni sıkı bir disipli-
4. - sac: embriyon torbası, 5. - stalk : embryo
ne sokmaya çalışan mistik ile münzevi Hint fel-
torbasını embriyona bağlayan ince boru.
sefesi, 2. maddı ~nemden uzaklaşıp manevi ale-
yolkedı sf yumurta sarılı/sarısı olan.
me ulaşmayı hedef tutan yöntem ve uygulama-
lar (bedenı hareket vb.). yolky, sf yolkier, yolkiest ı. yumurta s arı­
yogh, is. Orta İngilizcede y, v, w, gh sesle- sı gibi, yumurta sarısına benzer, 2. (yapağı) yağ­

rini belirtmek için kullanılan harf. lı. - wool: yağlı yapağı.


yoghourt =yoghurt, is. bk.: yogurt. yom, is. ibr. gün (bayram ve dinı günler).
yogi, is., ç. -gis yogi, yogacı, yoga felsefe- Yom Kippur, is. (Musevllerin) Kefaret
sine kendini veren kimse. yogin d.d. Günü: Tishri (Eylül-Ekim) ayının ıÜ'unda baş­
yogic, sf yoga+. layıp 24 saat süren dua ve oruç günü.
yogini, is. yogacı kadın, yoga yapan ka- yon 1, sf bk.: yonder 2 .
dın. yon 2, zf. 1. bk.: yonderI, 2. bk.: thither.
yogism, is. yogacılık.
Ran hither and -.
yogurt, is. T. yoğurto yoghourt, yoghurt
yon 3, zm. k.d. ötedeki(1er), oradaki(1er),
ş.d.y.
ötede/orada bulunanlar.
yo-heave-ho, ünl. YaHah! (eskiden deniz-
cilerin halat çekme ünlerni). yond, sf. & zf. esk. bk.: yonder.
yohimbine, is. yohimbin: C21H26N203. yonderI zf. ı. orada, ötede, 2. oraya, şura­
i

Afrodizyak olarak kullanılan bir alkoloid. ya, öteye, ileriye. Look -I


yo-ho, ÜnL.&gs.f Hu! Hey! Yahu! (diye yonder 2, sf. 1. uzaktaki, oradaki, ötedeki.
bağırmak). Do you see - hut? 2. şu, ilerideki, ileride görü-
yoicks, ünL. "tut, yakala!" Eskiden tilki len. He has walked to - hill.
avında köpekleri kışkırtmak için söylenirdi. yonder3, zm. orada/ötede bulunan şey.
yokeI, is., ç. (2 için yoke, öbürleri içinyo- yoni, is. (Hint ve Tibet dinlerinde) ferç, ka-
kes) ı. boyunduruk. bk.: harness (1), 2. (boyun- dın tenasül organı veya onun sembolü. bk.: lin-
duruğa koşulmuş) çift hayvan. five - of oxen :
ga. e.a.-vulva.
beş çift öküz, 3. tasma, çatal, gömüldürük,
yonker, is. bk.: younker.
4. (sakaların) omuz sırığı, 5. mak. kelepçe: iki
parçayı birbirine bağlayan mengene gibi nesne,
yonks, is. Brit. - k.d. çok uzun zaman. i
6. den. yeke. - of a rudder : dümenin bo- haven't seen him -, he 's gone to live in Australia.
yunduruk yekesi, 7. bağ, bağlantı. the - of yoo-hoo, ÜnL.&f Hu! Yahu! Hey! (diye
marriage : evlilik bağı, 8. esaret, kölelik, köle- seslenmek).
lik. under the -: esaret/boyunduruk altında. yore, İs. &zf. ı. \v.azi, geçmiş zaman, çok
throw/cast ofi' the -: esaretten/kölelikten kur- önceki zaman. of - : eski (zamanlarda olan) ma-
tulmak, 9. hizmet. They were brought under the zideki. knights of - : eski şövalyeler. in days
- of the king. of - : vaktiyle, eskiden, geçmiş zamanlarda, ev-
yoke 2, f yoked, yoking 1. boyunduruk ge- vel zaman içinde, bir varmış bir yokmuş, 2. esk
çirmeklvurmak, boyunduruğa koşmak. - the eskiden, geçmişte, vaktiyle, çok önceleri, eski
oxen together. - the oxen to the load. 2. (hayva-
zamanlarda. e.a. -2. long ago.
nı) arabaya/kağnıya/çifte koşmak, 3. bağla(n)­
York, is. eski bir İngiliz krallık hanedanı
mak, birleşe tir)mek, 4. birlikte çalış(tır)mak,
5. evlendirmek, nikahlamak, 6. esirlköle etmek. (1461-1485). - boat: Kanada'da Hudson Bay
yoke 3, is. bk.: yolk. Co. nin kullandığı ağır kayık. Yorkist : York
yokefeııow = yokemate, is. eş, omuzdaş, hanedanından. - rite: York ayini: Templar şö­
koldaş, yoldaş, iş/hayat arkadaşı. vatyeliği payesine ulaştıran Mason bölümlerin-
yokel, is. köylü, çiftçi yamağı, hödük. den biri. bk.: Scottish rite.

3720
younker

Yorkshire pudding, is. rostolu mantı: ros- lılık, avarelik, dikkatsizlik vb. gibi) veya sadece
tonun suları üstüne damlayarak fırında pişirilen erginlikten önceki çağa uygulanır: juvenile beha-
yumurtalı hamur işi. vior/delinqueneylbooks.
Yorkshire terrier, is. uzun tüylü teriyer young 2, is. ı. gençler. the game for - and
(köpeği). old. 2. yavru, civciv, çocuk. a mother hen and
Yoruba, is., ç. -bas/-ba ı. Y oruba: Batı her -. The lion fought to proteet her -. the -
Afrikalı zenci, 2. Yorubaca, Batı Afrikalı zenci of the elephant. 3. with -: gebe, hamile (dişi
dili, 3. -n: Batı Afrikalı zencilere ait. hayvan için kullanılır). e.a.- 3. pregnant.
you, zm. ı. senei), sana, sizei), size, sizler youngberry, is., ç. -ries bot. iri böğürtlen:
(i), sizlere. You are kind. Would you like some GB ABD'de aşılama ile yetiştirilen iri, mor
tea? Will you please stop that noise. Only you renkli ve tatlı böğürtlen.
can decide this. i told you the truth. What's it to young blood, is. gençlik, genç fikirler,
you : Sana ne! You girls are always getting into gençlerin tutumu/eylemi. e.a.- youth.
trouble. Youfool! You in the corner, eome here! younger, sf. genç+ : bahsedilen kimseyi ai-
2. (herhangi) bir kimse, herkes, herhangi biri, lenin yaşlılarından ayırt etmek için soyadından
kimse. a tiny animal you can't even see: kim- önce kullanılır: The - Smith veya Smith the -.
senin göremeyeceği minicik bir hayvan. You le- bk.: elder (1).
v arn by trying : Çalışmakla öğrenilir. You have youngest, is., ç. youngest en küçük, aile-
to be careful with people you don't know : Ta- nin en küçüğü.
nımadığınız kimselere karşı dikkatli olmalısı­
young-eyed, sf. keskin gözlü, görüşü kuv-
vetli.
nız. 3. k.d. senin/sizin anlamında your yerine
young hyson, bk.: hyson.
kullanılır: i heard about you being eleeted.
youngish, sf. gencecik, genççe, oldukça
4. esk. (a) bk.: yourself, yourselves. Get you
genç.
home. (b) ye zamirinin çoğulu: siz.
young lady, is. ı. genç bayan, 2. hanım
you-all, zm. Güney ABD 1. siz(ler), siz he-
kız, 3. genç kız, 4. sevgili, yavuklu, nişanlı. His
piniz, hep beraber (iki veya daha fazla kişiye hi-
young lady met the family. e.a. -4. sweetheart,
tapta kullanılır). Tell your mother it's time - ea-
fiancee.
me to visit us. - will about fill the aireraft.
youngling, sf. &is. ı. genç, 2. genç/taze/
2. bazan tek bir şahsa hitapta da kullanılır: -
körpe (insan/hayvan/bitki vb), 3~ acemi, tecrübe-
are the most beautiful girl in the world : Sen
siz kimse. e.a.- 1. young, 3. noviee, beginner.
dünyanın en güzel kızısın.
young man, is. ı. genç, delikanlı, 2. nişan­
you'd =you had, you would. lı, sevgili. She introdueed us her young man.
you'll =you will, you shall. e.a.- 2. boyfriend, sweetheart, fiance.
young 1, sf. younger, youngest 1. genç. A youngness, is. gençlik. e.a. - youth.
- girllplant/country. 2. yeni, 3. gençlik. in one's young one, k.d. 1. çocuk, 2. (hayvan) yav-
- days : gençlikte, gençlik günlerinde, 4. küçük, ru. e.a.-i. ehild, 2. offspring.
yaşı ilerlememiş, 5. küçük. the - Mr. Smith. youngster, is. ı. genç, delikanlı, genç kız,
6. körpe, taze. - vegetables. 7. toy, tecrübesiz.. 2. (hayvan) yavru, (at) tay, (inek) dana, buzağı,
- in seienee. e.a.-I. youthful, juvenile, growing. (koyun) kuzu, (keçi) oğlak, 3. (ABD-Naval Aca-
k.a.-I. old, mature. NOT: YOUNG, gelişmesi­ demy) ikinci sınıf öğrencisi, genç subay, 4. k.d.
nin ilk çağında, büyümekte olan canlılan nitele- bk.: junior. e.a.-I. youth, lad.
yen genel sıfattır: a young colt, child; young Young Turk, is. ı. Genç Türk, 2. devrim-
shoots of wheat. YOUTHFUL, gençliğe özgü ci: bir kurum/toplum içinde köklü reform ve ıs­
iyi vasıfları taşıyan, canlılık, zindelik, heyecan, lahat taraftarı.
ümit dolu anlamlarını kapsar: youthful sports, younker, is. esk. 1. genç asilzade, şövalye,
energy, outlook. JUVENILE, küçük yaşların beyzade, 2. genç çocuk, küçük bey. e.a.-I.
kusurlu taraflarına uygulanır(bencillik, dik kafa- knight, 2. youngster.

3721
youpon

youpon, is. bk.: yaupon. youth, is., ç. youths/youth ı. gençlik, deli-


your, zm. 1. senin, sizin. i like - idea. - kanlılık, 2. gençlik heyecanı/canlılığı, 3. gençlik
book.- brother/father/mother. Wash your hands. çağı. The t10wer of - : Gençliğin baharı,
2. bir topluluğu/grubu belirtmekte kullanılır: Ta- 4. (herhangi bir şeyin) ilk/erken çağı, 5. gençler,
ke - factory workers, for instance : Örneğin gençlik. The - of the country is/are ready to
fabrika işçilerini ele alalım. Your typical posta- fight. A group of -. 6. genç (adam), delikanlı,
ge stamp is square. Your actual English gentle- çocuk. e.a.-3. minority, immaturity, adolescen-
man. 3. hoşnutsuzluk, fikir ayrılığı vb. belirt- ce, 6. youngster, lad, boy.
mekte kullanılır: if this is your famous French youthen, gl.f gençleştirmek, genç göster-
cooking, i don't think much of it : Senin o ka- mek. She -ed her appearance with make-up.
dar methettiğin Fransız usulü yemek beni pek youthful, sf 1. genç, taze, körpe, 2. dinç,
sarmadı. gürbüz, kuvvetli, 3. gençliğe özgü/yakışır, 4. ye-
you're = you are. ni, erken, pek gecikmemiş, 5. jeol. genç, aşın­
your'n = yourn, zm. k.d. bk.: yours. mamış, yıpranmamış. e.a.-l. young, 2. fresh,
yours, zm. ı. seninki, sizinki. Which book vigorous, 4. new, early. 5. young. NOT: Youth-
is - ? Is she a friend of - ? It's no fault of - . ful, young, juvenile, puerile, boyish, girlish sıfat­
That's no business of - . it is not - to decide. ları çocukluk ile olgunluk çağı arasındaki yaş
2. Şu deyimler mektubun sonunda imzadan önce dönemini, gençlik çağını nitelerler. YOUNG sa-
yazılır: - faithfuııyı - respectfuııyı - truly: dece yaşı, YOUTHFUL ise gençliğe özgü ka-
saygılarımla! hürmetlerimle (yabancılar için); - rakter, davranış, tutum ve görünüşü belirtir. Bu
sincerely : sevgilerimle/saygılarımla (tanıdık itibarla yaşlı, olgun bir kimse dahi YOUNG ol··
kimseler için), 3. - truly: (a) saygılarımla madığı halde YOUTHFUL olabilir. BOYISH ve
(mektup sonunda), (b) k.d. ben, bendeniz, ken- GIRLISH, YOUTHFUL ile eş anlamlı olup sı­
di(m). i am only in business to profit - truly : ra ile oğlan ve kızlar için söylenir: a boyish grin;
Ben yalnız kendi çıkarım için iş yaparım. a girlish figure. JUVENILE ve PUERILE 01-
yourself, is., ç. yourselves ı. kendin(iz), gunlaşmamış demektir ve küçük düşürücü, aşa­
kendine, kendi kendinize, bizzat, sen/siz, bizzat ğılayıcı sıfatlardır, az çok hakaret anlamı taşır­
sizein). Look at - in the mirror : Aynada ken- lar. ADOLESeENT olgunluğa yakın gençlik
dine bak. Doit -. İşini bizzat kendin yap. çağını niteler ve kullanıldığı yere göre aşağıla­
2. you -: bizzat sen, kendin (ifadeyi vurgula- yıcı olabilir veya olmayabilir: adolescent pranks;
mada kullanılır). You - know it couldn't be adolescent energy and enthusiasm.
true : Bunun doğru olamayacağını bizzat sen youthfuııy, zf. gençliğe özgü/yakışır şe­
(pek ala) biliyorsun. You - told me : Sen ken- kilde, genç/taze/körpe/dinçlkuvvetli bir halde.
din (bizzat sen) bana söyledin. 3. k.d. bir kimse- youthfulness, is. gençlik, taravet, tazelik,
nin tabii halini ifade için kullanılır: be - =be- körpelik, dinçlik, gürbüzıük.
have -: kennine gel! Are you tired? You youth hosteL, is. gençler oteli, genç turist-
don't seem - today: Bugün pek iyi görünmü- ler için ucuz otel.
yorsun, yorgun musun? I'ıı forgive you; i know you've =you have.
you weren't - when said that: Seni affediyo- yow/yowe, is. esk. k.d. bk.: ewe.
rum, onu söylediğin zaman pek kendinde değil­ yowie, is. isk. şişek, küçük (dişi) koyun.
din. Come to - = puıı - together: Kendine yowl, is. &gs.f uluma(k), acı acı bağırma-
gel, kendini toparla, kendine hakim ol. 4. (all) (k)/feryat etmeek), haykırmaek), haykırış. (yawl,
by -: kendi kendin(iz)e, yalnız başın(ız)a, yow d.d.). e.a.- howl, yell, wai!.
kimseden yardım görmeden. Do it by -. Did yowler, is. uluyan, feryat eden, haykıran.
you walk across the country all by - ? yo-yol, is., ç. yo-yos 1. yoyo, 2. ahmak
youse, zm. siz, sizler: iki veya daha fazla kimse.
kişiye hitapta kullanılan ve standart olmayan ke- yo-yo2, sf değişen, değişken, kararsız, al-
lime. e.a. - you. çalıp yükselen.

3722
ywis

yo-yo3, f değişmek, değişken/kararsız ol- yuck, ün!. argo öööö, (iğrenme/tiksinme


mak, alçalıp yükselmek, inip çıkmak. ifade eden ünlem). yuch ş.d.y.
yperite, is. kim. iperit bk.: mustard gas. yucky, sf yuckier, yuckiest argo iğrenç,
yr. = ı. yeares), 2. your. tiksindirici, tiksinti veren, mide bulandıran. A -
yrs. = years, yours. mixture of Brussels sprouts, raisins and stewed
Yt, kim. yttrium (itriyum)un simgesi. tomatoes. yuchy d.d.
Y.T. = Yukon Territory. yuga, is. (Hinduism) 1. çağ, devir, 2. Ma-
ytterbia, is. kim. iterbiya: Yb203. Alaşım hayuga (büyük çağ) gittikçe kötüleşen şu dört
ve seramik yapmakta kullanılan renksiz madde. çağdan oluşur: Kritayuga (1,728,000 yıl), Treta-
ytterbium oxide d.d. yuga (1,296,000 yıl), Dvaparayuga (864,000 yıl)
ytterbic, sf bk.: ytterbous. ve Kaliyuga (432,000 yıl). Yug d.d.
ytterbite, is. bk.: gadolinite. Yugoslav, sf&is. 1. Yugoslav(yalı), 2. gü-
ytterbium, is. kim. iterbiyum: nadir ma- ney İslav ırkından bir kimse. Yugo-Slav, Jugos-
denlerden biri. Simgesi: Vb, atom ağ. 173.04, a- lay, Jogo-Slav ş.d.y.
tom nu. 70, özgül ağ. 6.96. Yugoslavia, is. Yugoslavya. Eski adı:
ytterbium metal, kim. bk.: yttrium me- Kingdam of the Serbs, Croats and Slovener. Ju-
tal. goslavia ş.d.y.
ytterbous, sf iterbiyumlu. Yugoslavian, sf &is. Yugoslav, Yugoslav-
yttria, is. kim. itriya : Y203, itriyum oksit. yalı.
yttrium oxide d.d. Yugoslavic, sf Yugoslav+, Yugoslavya'ya/
yttric, sf kim. itrik, itriyum+. Yugoslavlara özgü.
yttrium, is. kim. itriyum, üç valansh nadir yule, is. 1. Noel, Noel zamanı, 2. - log!
maden. Simgesi: Y veya Yt, atom ağ. 88.905, a- - block/- Cıog : Noel kütüğü, Noel gecesi ocak-
tom nu. 39, özgüı ağ. 4.47. ta yakılan iri kütük. e.a.-l. Christmas.
yttrium metal, kim. itrium grubu: Nadir yuletide, sf&is. Noel mevsimi/ zamanı.
toprak madenIerin tali gruplarından biri olup Yuma, is., ç. -mas/-ma 1. Yuma: Ameri-
dysprosium, erbium, holmium, thulium, ytter- ka'nın Arizona bölgesinde yaşayan kızılderili
bium ve lutetium elemanlarını kapsar. Diğer ahali, 2. Yumaca, Yuma dili, 3. Arizona'da bir
gruplar cerİum ve terbium'dur. bk.: rare-ea:rth şehir.
element. Yuman, sf&is. Yumanca, Yuma dilleri
yuan, is., ç. yuan Çin lirası, Çin Cumhuri- grubu: Yuma, Mohave vb. kızılderililerinin dili.
yetinin eski para birimi. - dollar d.d. yummy, sf -mier, -miest k.d. nefis,leziz,
Yuan, is. (Çin'de) hükumet dairesi, bakanlık. tatlı, lezzetli, enfes, iştah açıcı. e.a. - delicious.
Yucatec, is., ç. -tecs/-tec ı. Meksikalı kı­ yum-yum, ün!. Aman ne nefisl (nefis bir
zılderili, 2. bunların konuştuğu diL. yemek karşısında söylenen beğeni ünlemi).
Yucatecan, sf Meksikah kızılderililere/ yup, bk.: yep.
dillerine ait. Yurak, is. Yurak: K Rusya ve Sibirya
yucca, is. 1. bat. avize ağacı (Yucca glori- Ural-Altay dilleri.
asa): Zambakgillerden Amerika'nın sıcak böl- yurt, is. otağ, yurt, Türkmen çadırı, yuvar-
gelelinde yetişen, avizemsi kümeler h~mnde çan lak kubbeli çadır (Kırgız ve Moğollar kullanır).
biçimli mumlu beyaz çiçekler açan ağaç. Boyu Y.W.C.A. = Young Women's Christian
3.5 m'yi bulur. 2. avize'çiçeği : bu ağacın çiçeği. Association.
New Mexico eyaletinin simgesi. Y.W.H.A. = Young Women's Hebrew As-
yucca moth, is. zoo!. avize ağacı güvesi sociation.
(Tegeticula veya Pronuba yuccasella) Larvası ywis, :if. esk. bk.: iwis.
avize ağacı tohumlarıyla beslenen bir tür güve.
Yuchi, is. Yuki: K Amerika kızılderili ka- *****
bilelerinden birinin adı. ***
yuchy, sf yuchier, yuchiest bk.: yucky. *
3723
z
Z, z, is., ç. Z's/Zs/z's/zs ı. İngiliz alfabesi- zanana, is. bk.: zenana.
nin yirmi altıncı ve son harfi, 2. z harfinin temsil zander, is., ç. -ders/-der zool. tatlı su lev-
ettiği ses, 3. Z biçiminde herhengi nesne.
reği (Stizotedion lucioperca). Orta Avrupa nehir
Z, 1. astr. zenit uzaklığı, 2. bk.: zone,
ve göllerinde bulunur.
3. bir dizinin yirmi altıncı (I sayılmazsa yirmi
beşinci) elemanı, 4. kim. fiz. atom numarası/
zanily, zj. tuhaf/gülünç bir şekilde, tuhaf
sayısı, 5. elekt. çeli, empedans. tuhaf, hokkabazca, palyaço gibi.
z, 1. bilinmeyen/değişken sayı, 2. zekseni, zaniness, is. gülünçlük, tuhaflık, komik-
3. bk.: zero, 4. bk.: zine. lik.
zabaglione, is. it. İtalyan kreması: çırpıl­ Zante, is. Zanta (adası).
J mış yumurta sarısı, şeker ve marsala şarabı ile zanthoxylum, is. dişbudak kabuğu.
yapılır. zabaione, zabajone d.d.
zanyl, sf zanier, zaniest gülünç, tuhaf,
zaeaton, is. bot. fırça otu (Muhlenbergia
komik, soytarıca, hokkabazca, palyaço gibi. He
macroura): Meksika'da yetişen köklerinden fır­
ça yapılan bir ot. whisk grass d.d. made us laugh with his - tricks. e.a.-comical,
Zachariah = Zacharias = Zeehariah, is. ludicrous, outlandish.
Zekeriya. zany 2, is., ç. -nies ı. soytarı, hokkabaz,
zaddik, is., ç. zaddikim ibr. sadık, dindar palyaço, mukallit, maskara/komik kimse, 2. ap-
ve erdemli kişi. tzaddik d.d. tal, ahmak, budala, enayi. e.a. -1. buffoon, clown,
zaffar = zaffer = zaffir = zaffre, is. zefir, 2. simpleton, fool.
cam ve çinilere mavi renk vermekte kullanılan zanyish, sf ı. gülünç, tuhaf, komik, 2. ap-
oksitlenmiş kobalt cevheri, kobalt oksit.
tal/enayi gibi, budalaca, ahmakça.
zag, is.&f zagged, zagging keskin/sivri
köşe (yapmak).
zanza, is, zanza: tahta bir kutu üzerinde
zaibatsu, is. (Japonya'da) büyük sınai ve madeni veya tahtadan yapılmış dilleri parmak-
mali şirketler topluluğu. larla çalınan bir Afrika çalgısı.
zaire, is., ç. zaire Zaire lirası. Zanzibar, is. Zengibar, Afrika'nın doğu­
Zaıre, is. Zaire, eski Belçika Kongosu. sunda bir ada. Zanzibari : Zengibarlı.
-an: Zaireli, Zaire+. zapl, gl.f zapped, zapping argo 1. vur-
zamarra, is. kebe, İspanya'da çobanların
mak, öldürmek, gebertmek, 2. saldırmak, üstüne
giydiği koyun derisinden yapılmış aba/palto.
atılmak, tahrip etmek, yok etmek, mahvetmek,
Zambia, is. Zambiya, eski Kuzey Rodez-
ya. -n: Zambiyalı, Zambiya+. haklamak, 3. x ışınlarıyla veya laser ışınlarıyla
zamia, is. bot. tuğ ağacı (Zamia) Amerika' bombardıman etmek, 4. yenmek, hakkından gel-
nın sıcak bölgelerinde .yetişen gövdesi yumrulu, mek, galip gelmek, 5. hızlkuvvet vermek/ka-
dalsız, tepesinde taç gibi palroiyemsi tüylü yap- zanmak, hızlan(dır)mak, kuvvetlen(dir)mek,
rakları bulunan bir tür ağaç. 6. hızla/yıldırım gibi gitmek. e.a. - 1. shoot, kill,
zamindar = zemindar, is. (Hindistan'da) 2. attack, damage, destroy, 4. overcome, overw-
1. rençper, çiftçi: kendine tahsis edilen tarla kar-
helm, 5. zip.
şılığında sabit bir vergi ödeyen köylü, 2. ağa,
İngiliz hükfimetine arazi vergisi ödeyen toprak zap2, is. 1. kuvvet, eneı:ji, güç, atılım,
sahibi yerli. hamle, 2. sarsma, sarsıntı, 3. vızıltı.

3725
zap3, ün!. zıp (bir şeyin anılbirdenbire vu- 3. b.h. Roma egemenliğine karşı ayaklanmış
ku bulduğunu belirtir). Musevı partizan. e.a.-2. bigot, partisan, fanatic.
zapateado = zapateo, is. ökçe dansı, ök- k.a.- 2. renegade, traitor, deserter.
çeleri yere vurarak oynanan İspanyol dansi. zealotry, is., ç; -ries 1. aşırı gayreti
Zapotec, is. Zapotek, Meksikalı kızılderili. şevk/heves/arzu/istek, 2. gayretkeşlik, ifrat, bağ­
zaptiah = zaptie = zaptieh, is. T. zaptiye, nazlık, taassup, (dine/partiye) aşırı bağlılık, par-
eski Türk polisi. tizanlık. Show great -. e.a.- 2. fanaticism.
zarape, bk.: serape. zealous, sf gayretli, şevkli, hararetli,
Zarathustra, is. bk.: Zoroaster. ateşli, istekli, hevesli.- in doing his duty/ to suc-
Zarathustrian = Zarathustric, sf bk.: ceed/for fame. e.a.- eager, keen, enthusiastic,
Zoroastrian. fervent, intense.
zaratite, is. zümrüt nikel: zümrüt yeşili ka- zealously, zf. gayretle, şevkle, hevesle.
buklar h~ilinde bulunan nikel karbonat cevheri. zealousness, is. gayret, şevk, heves.
emerald nickel d.d. zeaxanthin, is. biy. - kim. sancık: C4üH56
zareba = zareeba, is. 1. (Sudan ve çevre- 02. San mısır ve yumurta sansından elde edilen
sinde) şarampol, etrafı dikenli çit ve kazıklarla turuncu, altın sansı renginde bir madde.
çevrili kapalı yer, 2. bu şekilde korunan kamp zebec = zebeck, is. bk.: xebec.
veya köy. zebra, is., ç. -bras/-bra zoo!. zebra (Equ-
zarf, is. kahve fincam zarfI.
us). mountain -: dağ zebrası (Equus zebra).
zarzuela, is., ç. -las lsp. curclina: yan
common -: zebra (Equus burchelli).
opera şeklinde İspanyol komedi tiyatrosu.
zebra crossing, is. Brit. yaya geçidi, çizgi-
zastruga, is., ç. -gi yel izi: Rusya ovala-
lerle işaretli geçit.
nnda rüzgann kar üzerinde meydana getirdiği
zebra finch, is. zoo!. çizgili ispinoz (Poep-
paralel çizgiler. sastruga d.d.
hila castanotis) Avustralya'da kafeste beslenen
zax, is. k.d. arduvaz çekici, kayağan taş
kuyruğu çizgili, gri, beyaz tüylü bir kuş.
kesme baltasI. e.a. - sax.
zebrafislı, is., ç. -fishes/-fish zoo!. zebra
z-axis, is., ç. z-axes mat. zekseni.
balığı/çizgili balık (Brachydanio rerio). Zebra
zayin, is. İbranı alfabesinin yedinci harfi.
gibi çizgili bir tür akvaryum balığı.
za-zen, is. (bağdaş kurarak) düşünme, te-
zebraic =zebralike, sf zebramsı, zebra gibi.
fekkür, düşünceye daIma.
z.B. = zum Beispiel Alm. örneğin, mesela. zebra wolf, is. bk.: thylacine.
e.a.- for example.
zebrawood, is. ı. bot. zebra ağacı (Conna-
Z-bar, is. Z çubuğu, kesiti Z şeklinde ma- rus guianensis). Guiana'da yetişen büyük bir
ağaç, 2. zebra ağacının açık kahverengi ve koyu
den çubuğu.
şeritler halinde çizgili kerestesi, 3. şerit çizgili
Zea, is. Keos'un eski adı.
zeal, is. gayret, şevk, (çalışmak vb. için) kereste.
arzu, istek, heves, merak. He shows great - for zebrine = zebroid, sf zebra+, zebra gibi,
knowledge. e.a.- passion, eagerness, ardor, ke- zebraya benzer.
enness, fervor, earnestness, energy. k.a.-apathy, zebu, is. zool. zebu, hörgüçlü sığır (Bos
indifference, torpor, coldness, detachment. indicus). Çin, Hindistan ve Doğu Afrika'da bu-
Zealand, is. coğr. Zilend, Danimarka'yı lunan omuzlan hörgüçlü, sarkık gerdanlı, kısa
oluşturan adalann en büyüğü. Seeland d.d. Da- boynuzlu evcilleştirilmiş sığır.
nimarkaca: Sjaelland. -er: Zilendli, Zilend+. zecchino, is., ç. -ni sikke, eski Venedik al-
zealot, sf &is. 1. gayretli/hevesli/istekli tını. zecchin, zechin d.d. e.a.- sequin.
(kimse), 2. gayretkeş/müfritlbağnaz/mutaassıp/ Zechariah, is. 1. Zekeriya Peygamber
aşırı derecede bir dine/partiye bağlı (kimse), (M.Ö. VI. yüzyıl), 2. İncil'in Zekeriya faslı.

3726
zero-base budgeting

zed, is. Brit. z harfi. zenithal, sf ı. başucu+, başucunda, ba-


zee, is. 1. ABD z harfi, 2. şekli Z'ye benze- şucu noktasında (bulunan), 2. (harita) yönsel:
yen nesne, 3. (Hollandaca) deniz. Zuider -, Tap- herhangi bir noktanın merkeze göre yönünü gös-
pen - . teren, 3. - equidistant projeetion bk.: azi-
zein, is. biy.- kim. zein: mısırdan elde edi- muthal equidistant projeetion.
len sarı toz halinde protein. Suda erimez, sulan- zeolite, is. zeolit, alkali madenlerle alü-
dırılmış alkol ve asetonda erir. İplik, plastik ve minyum silikatı. zeolitie : zeolit+.
kağıt yapımında kullanılır. zephyr, is. 1. meltem, esinti, nesim, hafif
Zeitgeist, is. Alm. çağın ruhu: bir çağın en batı yeli, 2. - worsted d.d. zefir (kumaş), yük-
belirgin fikri ve ahlaki eğilimi. sek kaliteli ve ince kumaş veya iplik, 3. hafif/
zelkova, is. bot. Japon karaağacı (Zelkova ince nesne, 4. - cloth: zefir kumaş, yüksek ka-
serrata) Amerikan karaağacına benzer, hastalığa liteli ince kumaş, 5. - yarn: yüksek kaliteli in-
dayanıklı bir gölge ve süs ağacı. ce iplik. e.a.-l. bk.: wind, breeze.
zemindar, is. bk.: zamindar. zephyrean = zephyrian = zephyrous, sf
zemstvo, is., ç. zemstvos (Rusya'da 1864' meltemli, hafif esintili.
te II. Çar Aleksandr tarafından asılzadeler mecli- Zephyrus, is. mit. Meltem Tanrısı.
si yerine tesis edilen) il genel meclisi. 1905'ten Zeppelin, is. zeplin, kabilisevk balon.
191 Tye kadar liberal hareketin çekirdeğini oluş­ zerol, is., ç. -ros/-roes ı. sıfır, O rakamı,
turmuştur.
2. (ölçek üzerinde) başlangıç (noktası). It was 8
Zemzem, is. 1. (Mekke'de) zemzem kuyu-
below - last night. 3. mat. + ve - sayıları ayı­
su, 2. zemzem suyu. ran nokta, 4. hiç, hiçlik, yokluk, 5. en küçük de-
Zen, is. ı. (Çince Ch'an) Zen mezhebi:
ğer/derece, en aşağı nokta, 6. d.b. bir ses veya
Çin'e 'IL, Japonya'ya XII. yüzyılda girmiş olan
biçim birimin bulunması gerekirken bulunma-
ve tefekkür yolu ile aydınlanmayı amaç edinen
ması. --morpheme : sıfır biçim birim. e.a.-l.
Mahayana Budizmi, 2. bu mezhebin temel kural-
Gipher, 2. origin, 4. naught, nothing. NOT: Gün-
ları ve ayinleri.
lük konuşmada, örneğin maç sonuçlarını söyler-
zenana, is. &sf (Hindistan'da) 1. harem,
ken, hiçliği ifade için Amerikalılar zero, İngiliz­
evin kadınlara mahsus bölümü, 2. zenne, bir ai-
ler ise NOUGHT, OH veya NIL kullanırlar. Ma- •
lede bulunan kadınlar ve kızlar.
tematik ve bilirnde ise daima ZERO kullanılır.
Zend, is. ı. Zerdüştlerin kutsal kitapları­
zero 2, gL.f -roed, -roing 1. sıfırlamak, bir
nın Pehlevi dilinde açıklaması, 2. (eski İran'ın)
ölçü aletinin başlangıç (sıfır) noktasını ayarla-
Zendi dili.
Zend-Avesta, is. Zerdüştlerin kutsal kitap- mak, sıfır ayarı yapmak, 2. - in: hedefin tam
ortasına nişan almak, 3. - in on: (a) ateşi men-
ları ve açıklaması. -tic bk.: Zendie.
Zendic, sf Zerdüştlerin kutsal kitapları- zilin/hedefin tam ortasına yöneltmekltevcih et-
nın Pehlevi dilinde açıklamasına ait.
mek, (b) (problem çözerken vb. dikkati/düşün­
Zenic, sf Çin'de Zen mezhebine ait. ceyi) bir noktada toplamakltelesif etmeklyoğun­
Zenist, is. Zen mezhebine mensup kimse. laştırmak.

zenith, is. 1. astr. başucu, semtürre's, ze- zero 3, sf ı. sıfır (değerli), değeri sıfır
nit: bir gök cisminin gözlem düzlemine verilen olan. A - popuZation growth.. 2. gr. değişmez,
noktada dik doğru üzerindeki tepe konumu. bk.: şekil değiştirmeyen. A - plural. 3. meteor. (a)

nadir, 2. doruk, zirve, en yüksek nokta. At its -: düşey görüş uzaklığı 15 m'den az olan, (b) ya-

en yüksek derecesinde, zirvesinde. Our spirits tay görüş uzaklığı 50 m'den az olan.
rose to their - after the victory. 3. - distanee: zero-base budgeting, is. tüm bütçe: bir
başucu uzaklığı, 4. - teleseope: başucu teles- mali dönemde evvelki dönem bütçesindeki deği­
kobu. e.a.-2. apex, summit, peak. k.a.-L.&2. şiklikleri değil bütçenin tümünü hazırlama yön-

nadir. temi.

3727
zero gravity

zero gravity, is. fiz. sıfır yer çekimi, (yö- zibeline/zibelline, sf. &is. 1. samur+, 2. sa-
rüngesinde hareket eden bir cisim vb. üzerinde) mur kürk, 3. kalın kürklü kumaş.
görünürde yer çekimi etkisinin sıfır olması. =
zibet zibeth, is. zool. Asya misk kedisi
zero hour, is. 1. As. hücum saati, askeri (Viverra zibetha).
harekatın başlama saati, 2. k.d. (a) başlama saa- zig l , is. ı. (a) keskin dönemeç/viraj, (b) iki
ti: herhangi bir işin/olayın başladığı/başlaya­ dönemeç arasındaki düz çizgi/yol, 2. (politikada,
cağı saat, (b) karar saati, kritik an. yöntemde vb.) anı değişiklik, yön değişimi. The
zero-zero, sf. meteor. görüş sıfır: yatay quick -s and zags of his international maneuve-
görüş 50 m'den, düşey gürüş 15 m'den az. rings...
zest 1, is. 1. haz, zevk, hoşlanma, telezzüz. zig 2, gs.f. zigged, zigging ı. anı dönmek,
He ate it with great -. A - for reading. 2. tat, yön değiştirmek, 2. dönemeç teşkil etmek, dö-
lezzet, nefaset, 3. çeşni/lezzet/rayiha veren şey, nemeç yapmak, dönemeçli olmak.
4. şevk, heyecan. - for living. He entered into ziggurat = zikkurat, is. zigurat Asur ve
the work with -/witlı a - which surprised us all. Babillilerin mastabalı/basamaklı piramit şeklin­
The danger of being caught added a - to the af- de tapınağı.
fa ir. Story of full -: heyecanlı/zevkle okunan zigzag l , sf.&is&zf. ı. yılankavi/dönemeç­
lildolambaçlı (yo!), zikzak, eğri büğrü (şey),
hikaye. it adds - to the episode : Bu hikayeye
ayrı bir heyecan ve çeşni katıyor. 5. az kuL. gı­
2. zikzak yaparak, dönemeçli/dolambaçlı bir şe­
kilde.
daya lezzet/çeşni vermek için kullanılan limonl
zigzag 2, gl.f. -zagged, -zagging zikzak
portakal kabuğu, 6. gayret, azim. to fight witb - :
yapmak, dönemeçli/dolambaçlı/yılankavi olmak.
gayretle/bütün gücü ile çarpışmak. e.a.-ı. gus-
zigzggedness, is. dönemeçlilik, dolambaç-
to, relish, enjoyment, 2. jlavor, taste, 4. piqu-
lılık, yılankavilik.
ancy, interest, charm .
zigzagger, is. ı. zikzak yapan/dönemeç-
zest2, gl.f. 1. haz/zevk/tat/lezzet/çeşni/ra­
lerle ilerleyen kimse/şey, 2. (dikiş makinesinde)
yiha vermeklkatmak, 2. şevk/gayret/heyecan/a­
zikzak aleti, zikzak dikiş dikmek için makineye
zim vermeklkatmak.
takılan parça.
zestful, sf. 1. hazizevk dolu, hoş, zevkli,
zilch, is. argo sıfır, hiçbir şey. e.a.- zera,
haz/zevk veren, hoşa giden, latif, 2. tatlı, lezzet-
nothing.
li, leziz, nefis, 3. şevkli, heyecanlı, sürükleyici.
zillah, is. (eskiden İngiltere yönetimindeki
e.a.-zesty. Hindistan'da) il, vilayet.
zestfully, zf. 1. şevkle, heyecanla, 2. zevk- zillion, sf. &is., ç. -lions/-lion sayısız, sa-
le, hoşlanarak, 3. leziz/nefis/lezzetli bir şekilde. yılamayacak kadar çok. -s ofmosquitos.
zestfulness, is. 1. haz, lezzet, nefaset, zinc 1, is. kim. çinko, tutya. Demiri galva-
2. şevk, heyecan, azinı. nizlemekte, pil ve alaşımlar yapmakta kullanı­
zesty, sf. bk.: zestful. lan maden. Simgesi: Zn, atom ağ. 65.37, atom
zeta, is. zeta, Yunan alfabesinin altıncı nu. 30, özgüı ağ. 20 C'de 7.14, ergime noktası:
harfi. 419.58 C. kaynama noktası: 907 C.
zeugına, is. gr. ikileme: anlarnca yalnız bir zinc 2, gl.f. -zincked/zinced, zincking/zin-
isme ait fül veya sıfat ile iki isim arasında bağ­ cing galvanizlemek, çinko ile kaplamak.
lantı kurma. Örnekler: 1. She opened the door zincalisın, is. patol. çinko zehirlenmesi,
and her heart to the homeless boy. 2. The wage çinkodan zehirlenme.
war and peace. bk.: syllepsis. zincate, is. kim. zinkat, çinko asidi (H2Zn
zeugınatic, sf. ikileme tarzında. 02) nin tuzu.
zeugınatically, zf. ikilemeli, ikileme sure- zinc blende, min. bk.: sphalerite.
tiyle. zinc ehloride, is. kim. çinko klorür: ZnC12.
Zeus, is. mit. Zeus, Jüpiter, Gök Tanrısı. Tahtaları çürümekten korumakta, kağıt imaünde
ZIF, As. (= Zone of fire) ateş sahası. ve antiseptik olarak kullanılan zehirli tuz.

3728
zirconate

zincic = zincoid = zincous = zincky = zinkenite = zinckenite, is. zinkenit, kur-


zincy =zinky, sf çinkolu, çinko+, çinkodan tü- şun-antimuan sülfür: PbSb2S4.
retilen/türeyen. zinnia, is. bat. zenya: ABD ve Meksika'da
zinciferous, sf çinkolu, çinko üreten veya yetişen ve güzel çiçekler açan bir bitki.
ihtiva eden. Zion, is. ı. Kudüs'te Sion dağı: Üzerindeki
zincification, is. çinkolama, çinko kapla- Davut sarayı ile mabet Musevı din ve kültürü-
malemdirme. nün merkezi sayılır. 2. İsrail kavmi, 3. (İsraillile­
zincify, gL.f -fied, -fying çinkolamak, çin- rin ana yurdu ve 1udaizmin merkezi olarak) Pa-
ko kaplamak/emdirmek. lestin, 4. cennet. Sion d.d.
zincite, is. çinkotaşı, doğal çinko cevheri, Zionism, is. Siyonizm: Musevi'lerin Pales-
ZnO. tin'i elde edip devlet kurma hareketi. Zion mo-
zinckenite, is. min. bk.: zinkenite.
vementd.d.
zincky, sf bk.: zincic.
Zionist, sf &is. Siyonist.
zincograph, is. çinkografi, çinko üzerine
Zionistic, sf Siyonizme yönelik, Siyonist.
resim oyma sanatı, bununla basılan resim. -er:
Zionward, zf. Allahalcennete doğru. e.a.-
çinkograf, çinkografi ustası. -ic(al): çinkografi
usulüyle. -y: çinkografi, çinko üzerine resim Godward, heavenward.
oyma usulü/sanatı. zi p l, is. 1. vızı1tı, mermi vb. nin çıkardığı
zinc ointment, is. eez. çinko merhemi: deri keskin ıslık sesi, 2. canlılık, hayatiyet, cevvallik,
hastalıklarının tedavisinde kullanılan ve %20 zindelik, enerji, gayret, 3. Brit. bk.: zipper,
çinko oksit ihtiva eden merhem. 4. argo sıfır, (özellikle sporda) hiç sayı kazana-
zinc oxide, is. kim. çinko oksit, ZnO : he- mama. e.a. -2. energy, vim, vigor, vitality, 4. ze-
kimlikte, dişçilikte, kozmetik sanayiinde kulla- ro.
nılan beyaz toz. zip 2, f zipped, zipping 1. (mermi, vb.) vı­
zinc stearate, is. kim. çinko stearat: Zn zıldamak, vızıldayarak/hızla geçmek/gitmek. -
(C18H3502)2. Kozmetik, merhem, lak yapmak- along : vız diye geçip gitmek, 2. gen. - up:
ta vb. kullanılan toz. gayretlenerjilcanlılık vermek, gayrete getirmek,
zinc sulfate, is. kim. çinko sülfat: ZnS04. coşturmak, 3. (fermuar) aç(ıl)mak, kapa(n)mak,
7H20. zinc vitriole d.d. 4. fermuar ile kapanmak/tutturulmak, 5. gayrete
zinc sulfide, is. kim. çinko sülfit: ZnS. Be- gelmek, coşmak, enerjik olmak, hızlı davran-
yaz boya olarak kullanılır. mak, 6. sp. elemek, karşı takıma hiç sayı ver-
zinc white, is. çinko beyazı, boyalarda memek.
kullanılan ZnO. zip code, is. ABD posta kodu, posta bölge
zinfandel, is. 1. Kaliforniya kara üzümü, numarası. ZIP code, Zip code, zip, ZIP, Zip
2. bu üzümden yapılan şarap. d.d.
zİng l , is. ı. canlılık, hayatiyet, zindelik,
zip-code, gL.f -coded, .-coding (mektup
enerji, 2. vızıltı. e.a. -1. vitality, animatian, vim,
üzerine) posta kodu yazmak. to - addresses on
energy, vi~or.
envelopes.
zİng, gs.f vızıldamak, (mermi vb.) vızıl­
zip fastener, Brit. bk.: zipper.
dayarak gitmek.
zingara, is., ç. -re It. çingene kadını. zip gun, is. ev yapısı tabanca.
zingaro = zingano, is., ç. -ri It. çingene. zipper, is. &f ı. vızıldayan/hızla giden
şey, 2. slide fastener d.d. fermuar, cıfcır, 3. bk.:
e.a. - gypsy.
zingiberaceous = zinzİberaceous, sf bat. zip2.
zencefilgillerden, zencefil (Zingiberaeeae) fa- zippy, sf. -pier, -piest k.d.. canlı, zinde,
milyasına mensup. çevik. e.a.- lively, peppy.
Zinjanthropus, is., ç. -pi ilkel zenci: İki zircon, is. zirkon, zirkonyum silikat ZrSi
milyon yıl önce yaşadığı tahmin edilen ve Ken- 04. Saydamları mücevher olarak kullanılır.
ya (Afrika)'da taşıllaşmış kemikleri bulunan il- zirconate, is. kim. zirkonat, zikonyum hid-
kel Afrika insanı. Nutcracker man d.d. raksit.

3729
zirconia

zirconia, is. kim. zirkonya: Zr02. suda eri- zombi, is., ç. -bis ı. (Batı Afrika kabilele-
mez, toz halinde zirkonyum oksiL zirconium rinde) yılan tanrısı, 2. (Güney ABD ve Antiller-
oxide, zirconium dioxide d.d. de) yerlilerin tapındığı yılan, 3. ölüleri dirilten
zirconic, sf zirkonyumlu, zirkonyum+. doğaüstü kuvvet, 4. bk.: zombie (1,2).
zirconium, is. kim. zirkonyum: Kimyasal zombie, is. ı. doğaüstü kuvvetle canlan-
özellikleri titanyuma benzer maden. Metalürjide, mış görünen ceset, 2. kayısı likörü, ram ve li-
alaşımlarda ve çinicilikte kullanılır. Simgesi Zr, mon suyundan yapılmış içki, 3. bk.: zombi (1-
atom ağ. 91.22, atom nu. 40, özgül ağ. 20 C'de 3),4. argo duygusuz, hissiz, lakayt, vurdumduy-
6.49. maz kimse, 5. Cnd.- argo II. Dünya Savaşında
zither = zithern, is. 30-40 telli, mızrapla mahalli savunma ile görevli muvazzaf asker.
çalınan, kanuna benzer bir çalgı. -ist: bu çalgı­ zonal, sf ı. bölgesel, 2. zonary d.d. bölge
yı çalan kimse. şeklinde, bölgelere ayrılmış, 3. kuşak şeklinde,
zizith, is. püskül, eskiden Musevllerin elbi- kuşağa benzer/ait, 4. - fossil: kılavuz taşıl, 5.
se üstüne giydikleri saçaklı giysi. -ly : bölgeselolarak.
zizzle, gs.f -zled, -zling Brit.- k.d. cızırda­ zonate(d), sf ı. (renk, doku, vb.) bölgeleri
mak, ateşte pişen etin çıkardığı ses gibi ses çı­ kuşaklar halinde, 2. bölgelere/kuşaklara ayrılmış.
karmak. zonation, is. bölgelere ayı(ıl)ma, bölgeler
zloty, is., ç. -tys/-ty Polonya lirası. halinde örgütlenme.
zloty =100 groszy. zone 1, is. ı. bölge, mıntıka, yöre, kesim,
Zn, kim. çinko (simge). bk.: zincl. dilim. mountainous - : dağlık bölge. demilita-
zo-, bk.: zoo- (sesli harflerden önce gelir: rized - : gayriaskeri bölge, askerlere yasak böl-
zooid gibi). ge. free -: açık/serbest/gümrüksüzbölge. mili-
zoa, is., ç. bk.: zoon. tary -: askeri/yasak bölge, 2. coğ. kuşak, dün-
-zoa, son ek hayvanlar: Zoolojide hayvan yanın ayrıldığı iklim kuşaklarından her biri.
sınıfları adlarına eklenir. Protozoa, Hydrozoa North/South Frigid -: Kuzey/Güney Buz Ku-
gibi. şağı, 66 33' enlemden Kuzey/Güney Kutbuna
zod. =zodiac. kadar olan kuşak. North/South Temperate -:
zodiac, is. ı. burçlar kuşağı, zodyak: Ek- Kuzey/Güney Ilıman Kuşağı, 23 27' Wı 66 33'
liptik ile 8 yaparak bütün gökyüzünü çevrele- enlemleri arası kuşak. Torrid -: Sıcak Kuşak,
yen ve güneş, ay ve gezegenlerin görünür yörün- Ekvatorun kuzey ve güneyindeki 23 27' enlem-
gelerini simgeleyen on iki dilimli kuşak. Her bir leri arasındaki kuşak. 3. coğ. bitki/hayvan kuşa­
dilime BURÇ (sign of zodiac) denir. 2. burçlar ğı: belirli çevre koşullarında aynılbenzer cins
kuşağını simgeleyen dairesel/eliptik şekil, canlıların yaşadığı bölge, 4. jeol. bk.,' horizon
3. çevre, devre, 4. az kuL. ha.le, kuşak. e.a.-3. (4),5. geom. kuşak, iki paralel düzlem arasında
circuit, round, 4. haio, girdie. kalan küre yüzeyi, 6. (taşımacılıkta) bölge, tari-
zodiacal, sf burçlar+, burçlar kuşağı+. - fe bölgesi, bir yerden aynı ücretle taşıma yapı­
light: burçlar ışığı: şafakta doğuda, güneş bat- lan yerlerin tümü, 7. şehrin belirli maksatlara
tıktan sonra batıda görülen ve güneş ışığının et- tahsis edilen mahalleri/yöreleri. a residential -:
rafındaki meteor bulutunda yansımasından ileri- konutlar bölgesi, 8. bk.: time zone, 9. postal de-
geldiği sanılan koni biçiminde ışık demeti. livery - d.d. ABD posta dağıtım bölgesi, 10. sp.
zoea, is., ç. zoeae/zoeas zool. zoea : yük- bölge: oyun alanının belirli bir kısmı. end -;
sek yapılı kabukluiara ait geniş sefalotorakslı ve defensive -. 11. esk. kuşak, kemer. e.a.-1. regi-
sırtı dikenli larva. zoeal : zoea+. on, beit,lI. girdie, beit, cincture.
zoic, sf hayvansal, hayvanlarla/hayvan- zone 2, f zoned, zoning 1. bölgelere ayır­
ların yaşayısı ile ilgili, belirli bir hayvansal var- mak, 2. bölgeleşrnek, bölgelere ayrılmak, 3. (bir
lığı olan. saprozoic (çürükçül) gibi. bölge ile) çevi.rmek, kuşatmak, sarmak, 4. ku-
Zollverein, is. Alm. gümrük birliği. e.a.- şaklarla/bantlarla işaretlemek. e.a. -3. encirde,
customs union. surround, gird, band.

3730
zoom2

zone 3, sf ı. bk.: zonal (1-3), 2. - de- zoografting = zoögrafting, is. bk.: zoop-
fense: (futbol ve basketbolda) bölge savunması, lasty.
her oyuncunun sahanın belirlibir kısmını savun- zoography =zoögraphy, is. tanıtımsal zo-
ması. bk.: man-to-man defense, 3. - melting : oloji, zoografi.
bölgesel eritme: arıtılacak kristalli madenin bir zooid = zoöid, is. ı. biy. hayvansı, zooit,
kısmını eritip kütle içinde ilerleterek yabancı 2. (a) eşeysiz üreyen ve yalnız başına yaşayabi­
maddeleri ayırma ve arıtılmış kısmı tekrar kris- len hayvan, (b) koloni halinde yaşayan hayvanlar.
talleştirme yöntemi, 4.- refine : bölgesel arıtma, zooideal) = zoöid(al), sf hayvansı, hayva-
bölgesel eritme yöntemiyle arıtma. na benzer, hayvana ait.
zoning, is. bölgelere ayırma. - system: zool. = zoöı. = 1. zoological, 2. zoologist,
(tren/vapur) bölgesel ücret sistemi. - plan: imar 3. zoology.
pHinı. zoolater = zoölater, is. hayvanlara tapan
zonked, sf argo 1. körkütük/zilzurna/fitil kimse.
gibi sarhoş, 2. esrar yutmuş, uyuşturucu madde zoolatrous =zoölatrous, sf hayvana tapıcı.
ile kendinden geçmiş, zom. zoolatry = zoölatry, is. hayvanlara tapma.
zonula, is. bk.: zonule. zoologic(al) = zoölogic(al), sf 1. zooloji-
zonular, sf dar bölgesel, yöresel, çevresel, ye/hayvanat ilmine ait, zoolojik, 2. hayvanlara
küçük bölgeler halinde. özgü, hayvanları ilgilendiren, hayvansal.
zonule = zonula, is. (küçük/dar) bölge/ zoological1y = zoölogically, if zoolojik
yöre/çevre/mıntaka/kuşak.
olarak, hayvanat ilmi bakımından.
zoo, is., ç. zoos hayvanat bahçesi. zoologi-
zoological garden = zoological park, is.
cal garden, zoological park d.d.
hayvanat bahçesi. e.a.-zoo.
zoo-, ön ek "hayvan" anlamı katar. ör.:
zoologist, is. zoolog, hayvanat bilgini.
zooJogy, zoophyte. Sesli harfler önünde: zo-.
zoology =zoölogy, is., ç. -gies 1. hayvan-
zoochemical, sf hayvan kimyaSH.
lar bilimi, hayvanat, zooloji, 2. hayvanlar alemi,
zoochemistry, is. hayvan kimyası: hayvan
belirli bir bölgedeki hayvanlar.
vücudunu kimyasal bakımdan inceleyen bilim.
zoom1, f zoomed, zooming, zooms
zoochore, is. hayvanların etrafa yaydığı
ı. vınlamak, vızıldamak, 2. (uçak) birdenbire di-
bitki.
kine havalane dır)mak/yüksel(t)mek/tırman(dır)­
zoogeographer = zoögeographer, is. hay-
vansal coğrafya bilgini. mak. The airplane -ed. 3. şiddetle/hızla atıl­
mak/saldırmak, 4. hızla/sür'atle yükselmek, fır­
zoogeographic(al) zoögeographic(al),
sf hayvansal coğrafya+. lamak. Priees -ed. 5. foto. imgeyi büyütmek,
zoogeographically zoögeographically, optik düzenle cismi yakın gibi göstermek. e.a.-
if hayvansal coğrafya yönünden. 3. swoop. NOT: ZOOM fiili havacılıkta daima
zoogeographic region, is. hayvansal coğ­ yukarı doğru hareketi/yükselmeyi ifade eder.

rafya bölgesi. zoogeographic realm d.d. Aşağı doğru iniş hareketinde kullanılması ge-

zoogeography =zoögeography, is. ı. hay- nellikle yanlış sayılır. "The eagle zoomed down
vanlar coğrafyası, hayvanların yeryüzünde dağı­ on its prey." cümlesi dil bilginlerinin ancak
lışını inceleyen coğrafya dalı, 2. bu dağılışın %31'i tarafından kabule şayan görülmüştür. Zo-
sebep ve etkilerinin incelenmesi. om, hızla ve vızıltı gibi ses çıkararak yatay ha-
zoogloea = zoögloea, is. bkt. peltemsi mik- reket eden cisimlere de uygulanabilir: "The ra-
roorganizma topluluğu. zoogloeal/zoogleal/zoög- cing car zoomed around the eourse. " cümlesi dil
loeallzoögleal : bu topluluğa ait. bilginlerinin %64'ü tarafından doğru kabul edil-
zoographer = zoögrapher, is, tanıtımsal miştir.
zooloji bilgini. zoom2, is. 1. anı yükseliş/havalanma/tır­
zoographic(al) = zoögraphic(al), sf tanı­ manış, 2. vınıltı, vızıltı, 3. - lens d.d. yaklaş­
tımsal zooloji+. tıncı/resmi büyütücü mercek.

3731
zoomaney

zoomaney, is. hayvan falı, hayvanların bi- zooplankton =zoöplankton, is. sürükley
çim ve davranışlarına
bakarak fal açma. hayvanı, planktondaki hayvan organizmaları,
zoometrie(al) = zoömetrie(al), sf. hayvan bk.: phytoplankton.
ölçümüne ait. zooplanktonic = zoöplanktonie, sf. sü-
zoometry = zoömetry, is. hayvan ölçümü: rükley hayvanlarına ait.
hayvan bedeninin parçalarının ölçülmesi ve o- zooplastie = zoöplastie, sf. hayvandan in-
ranlarının karşılaştırılması. sana aşılanan (doku).
zoomorph = zoömorph, is. hayvan şeklin­ zooplasty = zoöplasty, is. cer. hayvandan
de gösterilmiş şey, hayvan biçiminde temsil edi- insana doku aşılama. zoografting d.d.

len ilah. zoosperm = zoösperm, bat. esk. bk.: zo-


zoomorphie = zoömorphie, sf. ı. hayvan ospore.
biçim ve özelliklerinin başka varlıklara atfedil- zoosporangial = zoösporangial, sf. zoos-
mesi ile ilgili, 2. hayvanların artistiklsembolik por kesesi+.
gösterilişine ait, 3. hayvan şekli kullanan/ zoosporangium = zoösporangium, is., ç.
gösteren. -gia bat. zoospor kesesiharfı.
zoomorphism = zoömorphism, is. 1. (tez- zoospore = zoöspore, is. 1. bat. zoospor:
kamçı gibi çıkıntılarıyla devinen eşeysiz yosun
yinat olarak) hayvanların resmedilmesi, 2. insan
ve küf sporları, 2. zool. kamçılıtek gözeli hay-
veya ilahın hayvan biçiminde gösterilmesi.
vancık.
zoomorphy = zoömorphy, is. bk.: zoo-
morphism. zoosporic = zoösporic = zoosporous = zo-
zoon = zoön, is., ç. zoa zool. az kuL. 1. bir ösporous, sf. zoospor+, zoosporlu.
zootomie(al) = zoötomie(al), sf. hayvan
tek yumurtadan üreyen birey(1er), 2. bk.: zooid,
anatomisine ait.
3. zoonal = zoönal : tek yumurtadan üreyen.
zootomicany = zoötomically, ı,t: (karşı­
-zoon, son ek tek yumurtadan üremiş. ör. :
laştırmalı) hayvan anatomisi yöntemiyle.
protozoon.
zootomist = zoötomist, is. (karşılaştırma­
zoonosis = zoönosis, is. patol. (insana bu-
lı) hayvan anatomisi uzmanı.
laşabilen) hayvan hastalığı.
zootomy = zoötomy, is. 1. karşılaştırmalı
zoophagous, sf. etçil, etobur, hayvanlarla
hayvan anatomisi, 2. hayvan otopsisi.
beslenen. e.a. -carnivorous.
zoot suit, is. çuval giysi: bol, uzun, omuz-
zoophile = zoophilist, is. 1. hayvanları se- ları geniş ve vatkah ceket ile şalvar gibi üstü
venlkoruyan kimse, 2. hayvan aracılığı ile döl1e- geniş, paçası dar pantolondan ibaret elbise.
nen bitki. zoot suiter, is. çuval giysili.
zoophilia = zoophilism, is. 1. hayvan sev- zori, is., ç. zori (deri, kauçuk veya has ır­
gisi, hayvanlara karşı duyulan sevgi, 2. psikoL. dan) Japon sandalı.
hayvan sapıncı: hayvanlara karşı cinsel ilgi duy- = = =
zoril zorilla zorille zorillo, is. 1. zo-
ma. oL. Afrika kokatcası, zorilla (lctonyx striatus),
zoophilie = zoöphilic = zoophilous = zo- 2. Amerika kokarcası. e.a. -2. skunk.
öphilous, sf. 1. bat. hayvan aracılığı ile dölle- Zoroaster = Zaratlıustra, is.Zerdüşt,
nen, 2. hayvan seven, hayvanlara bağlı. M.Ö. VI. yüzyılda yaşamış Pers din adamı,
zoophobia = zoöphobia, is. hayvan korku- Zerdüştlüğün kurucusu.
su, hayvanlardan (aşırı derecede) korkma. Zoroastrian = Zarathustrian, sf. &is.
zoophobous = zoöphobous, sf. hayvanlar- Mecusi, Zerdüşt dininden olan, ateşe tapan.
dan korkan. Zoroastrianism = Zoroastrism, is. Me-
zoophyte=zoöphyte, is. bitkimsi hayvan, cusilik, Zerdüştlük. İyilik ve kötülük gibi iki ya-
bitkiye benzeyen omurgasız hayvan (mercan, de- ratıcı kudretin varlığına, iyiliğin en sonunda ga-
niz gelinciği, vb.). lip geleceğine ve öldükten sonra tekrar diriline-
zoophytic(al) =zoöphytie(al), sf. bitkimsi ceğine inanır. Mazdaism d.d. bk.: Ahdman,-
(hayvan). Ormuzd.

3732
zymology

zoster, is. 1. patol. zona, 2. (eski Yunanis- zygoma, is., ç. -mata anat. ı. bk.: zygo-
tan'da) erkek kemeri. e.a.-I. Herpes zoster, matic arch, 2. şakak kemiği çıkıntısı, 3. bk.:
shingles. zygomatic bone.
Zouave, is. ı. Zuhaf, Fransız ordusunda zygomatic arch, is. anat. elmacık kavsi.
Cezayirli piyade askeri, 2. ABD iç savaşlarında zygomatic bone, is. anat. elmacık kemiği.
süslü elbiseli asker. malar, malar bone, cheekbone d.d.
zounds, ünl. esk. Aman yarabbi! Olur şey zygomatic process, is. anat. elmacık ke-
değil! Tüh! Allah kahretsin! (öfke ve şaşkınlık miği çıkıntısı.
ifade eder). zygomorphic =zygomorphous, sf bat. zool.
zowie, ünl. Y aşa! Aferin! Ha şöyle! Ya! bakışımlı, simetrik, düzlemsel simetrisi olan.
(sevinç, hayret, tasdik ifade eder). zygomorphism = zygomorphy, is. bat. zo-
zoysia, is. bat. şark otu (Zaysia) : Doğu ol. bakışım(hlık), simetriklik, düzlemsel simet-
Asya ve Avustralya'da yetişen kalımlı çayır. rili olma, tenazur.
ZPG = Zero Population Growth. zygophyllaceous, sf bat. gebregillerden,
Zr, kim. bk.: zirconium. gebre otu familyasından.
zucchetto, is., ç. -t~s It. katalik rahipleri- zygophyte, is. bat. çift gametli bitki.
nin giydiği takke/bere. zygose, sf bat. döllenmiş.
zucchini, is., ç. -ni/-nis bat. yeşil daIma zygosis, is. biy. birleşme, döllenme.
kabağı.
zygospore, is. bat. çift gametli tohum.
Zu'lhijjah, is. Zilhicce, Hicrl takvimin on
zygosporic, sf çift gamet tohumlu.
ikinci ayı.
zygote, is. biy. 1. zigot, iki gametin birleş-
Zu'lkadah, is. Zilka'de, Hicd takvimin on
mesinden oluşan göze, 2. bu gözeden oluşan bi-
birinci ayı.
rey.
Zulu, is., ç. -lus/-Iu is. &sf ı. Zulu, Afri-
zygotene, is. biy. birleşme: göze bölünme-
ka'da bir kabile, 2. bu kabilenin bir ferdi, 3. Zulu
sinde benzer kromazamların birleşme evresi.
dili, 4. Z harfi için haberleşme kelimesi, 5. Zu-
zygotic, sf zigoH, iki gametin birleşme­
lu+, Zululara! dillerine ait
sinden oluşan.
zum Beispiel, Atm. örneğin, mesela, yani.
e.a. - for example. zygotically, zf. iki gametli olarak, iki ga-
zwieback, is. peksimet. metin birleşmesi yolu ile.
Zwinglian, sf XVI. yüzyılda yaşamış İs­ zymase, is. biy. - kim. maya özü: maya için-
viçreli Protestan reformcusu Zwingli'nin öğreti­ de bulunan ve şekeri alkaıle karbon dioksite ay-
rıştıran madde.
lerine aiL -ism: Zwingli taraftarlığı. -ist:
Zwingli taraftan. zyme, is. 1. mayalandıncı madde, 2. tıp
zwitterion =zwitter-ion, is. fiz. - kim. ikiz virüs, hastalık bulaştıran nesne.
iyon: hem + hem - yük taşıyan iyon. -ic: ikiz zymo-, ön ek "maya" anlamı katar. ör:
iyonlu. zymology. Sesli harf önünde: zym-
zygapophyseal = zygapophysial, sf omur zymogen, is. biy.- kim. maya üreten, kendi-
çıkıntısı+. liğinden mayaya dönüşen madde.

zygapophysis, is., ç. -ses anat. zool. omur zymogenesis. is. biy.- kim. mayalaşma,
çıkıntısı. mayaya dönüşme.
zygo- ön ek "kıvrık, boyunduruk şeklin­ zymogenic = zymogenous, sf biy. - kim.
de" anlamı katar. ör.: zygomorphic. Sesli harf 1. maya üretici, 2. mayalandıran.
önünde: zyg-. zymologic, sf biy. - kim. maya bilimseL.
zygodactyl(ous), sf&is. çift parmaklı: a- zymologist, is. biy. - kim. maya bilgini.
yak parmakları çift olan (kuş). zygodactylism : zymology, is. biy. - kim. maya bilimi. e.a.-
çift parmaklılık. enzymology.

3733
zymolysis

zymolysis, is. biy.- kim. ı. mayaların sindi- zymotically, if mayalanma suretiyle/yolu


rimsel ve mayalandıncı etkileri, 2. mayalanma. ile.
zymolytic, sf mayalandıncı. zymurgy, is. maya bilimi: Kimyanın ma-
zymometer, is. mayaölçer: mayalanma de- yalanma ile uğraşan dalı.
recesini ölçen alet. zythum, is. boza, eski Mısır'da arpa suyun-
zymoplastic, sf maya üreten. dan yapılan bira, kuzey halkının birası.
zymoscope, is. maya gücüölçer: mayaların Zz.lzz. = bk. : ginger.
mayalandırma gücünü ölçen alet.
ZZZ/zzz, horultu, horlayan kimsenin, çı­
zymosis, is., ç. -ses 1. bulaşıcı hastalık,
kardığı ses.
2. mayalanma, 3. esk. eskiden bulaşıcı hastalık
meydana getirdiği sanılan mayalanmaya benzer
*****
süreç.
***
zymosthenic, sf maya hızlandtrlcı, maya-
ların etkisini artıncı. *
zymotic, sf ı. mayalanmadan ileri gelen,
2. mayalanmaya ait, 3. bulaşıcı hastalığa ait.
4. - disease: bulaşıcı hastalık: çiçek vb. gibi
eskiden bedende mayalanma sonucu meydana
geldiği sanılan hastalık.

3734

You might also like