Professional Documents
Culture Documents
Platform Fi̇lm İncelemesi̇
Platform Fi̇lm İncelemesi̇
Platform Fi̇lm İncelemesi̇
Filmdeki cezaevinde, medeni, başkalarına yardım etmek isteyen bir karakter olarak Goreng ve
daha karanlık, açgözlü bir karakter olan Trimagasi var. Trimagasi, hayatta kalmak için ihtiyaç
duyarsa yamyamlık dahi yapabilecek bir karakter.
Yönetmen Gaztelu-Urrutia'ya göre "Aslında içimizde iki karakterden de özellikler var, kendi
iç mücadelemizde kimin kazanacağına kendimiz karar vermeliyiz." "İlk bakışta Goreng'de
olmak istediğimiz kişiyi görüyoruz. Sonra Trimagasi'ya baktığımızda ise, aslında kim
olduğumuzu görüyoruz" diyor yönetmen.
Yönetmen, filmin son hali için birkaç farklı senaryo çektiklerini söylüyor. Örneğin, sosyal
medyada dolaşan fotoğraflardan birinde küçük kız cezaevinin dışında, platforma konan
yemeklerin hazırlandığı mutfakta görülüyor. Ama filmde bu sahneler yok. Son halinde küçük
kız platformla yukarı çıkarken görülüyor.
Yönetmen filmin sonu için "İzleyicilerin, filmin ortaya attığı sorular hakkında, kendi iç
dünyalarında bir tartışmaya girmelerini sağlamanın daha önemli olduğunu düşündük" diyor.
-
- 1- Don Kişot ve Teoloji:
- Filmin açılış sekansında önce restoranı görüyoruz; keman
çalanlar, gayet özenle hazırlanmış ve hazırlanmaya devam
edilen yemekler, müthiş bir ciddiyet ve işini oldukça disipline
yapıyor gibi duran bir beyefendi. Bu çalışmaları gösterdikten
sonra ekran kararıyor ve “Üç tür insan vardır: Yukarıdakiler,
aşağ ıdakiler ve düşenler” sözünden sonra zoom-in yapılmış ve
açılan bir göz görüyoruz. Bu sinemada “izleyici olayları bu
gözün sahibinden görecek/onun hikayesini dinleyecek”
demenin çok şık tekniklerinden biridir. Yani film bu sahneyle
başladığ ına göre, film ana karakter Goreng’in perspektifinden
anlatılacak bir hikaye.
- Hemen başlarda öğ rendiğ imiz üzere herkesin içeri bir şey alma
hakkı varken Goreng bir Don Kişot kitabı alıyor. Don Kişot
genel kültürde de bilindiğ i üzere Bal Porsuğ u gibi bir roman
karakteri: Cesur, korkusuz ve insan/tüketici gözüne eğ lenceli
gelen biri. Mal sahiplerine değ irmenlere karşı arkadaşı Sancho
ile savaşmasına ek olarak bu filmin aslında bel kemiğ ini
oluşturan bir detay Don Kişot’un bu olayları okuduğ u
kitaplardaki şövalyelerden esinlenerek kafasında kurması; yani
Don Kişot kitaplarda okuduğ u hikayeleri yine kitaplardaki
şövalyeler gibi yaşayan bir karakter. Ayrıca, roman da filmde
olduğ u gibi ana karakterin tanıştığ ı yeni karakterler ışığ ında
farklı yollara giden bir roman. Bunu filmle bağ daştırdığ ımızda
resim gayet net bir şekilde ortaya çıkıyor: Goreng yaşamak
istediğ i hikayenin peşinden gitmek üzere Delik’e giriyor.
- Don Kişot’a ek olarak filmde bir de teolojik bir yandan
Hristiyanlık anlatısı dahil olmaya başlıyor. Goreng de tip olarak
zaten İsa’ya benziyor, film ilerledikçe saç baş dağ ıldıkça daha
da benzemeye başlıyor hatta. Don Kişot ve İsa düşününce
alakasız 2 karakter gibi dursa da aslında ikisi de dünyadaki
sorunlar için, insanlık için kendini feda eden karakterler.
Buradaki olay bence şu: Bu filmde Goreng’in Don Kişotvari
hikayesini dinliyoruz ancak Goreng’in yaptığ ı şey Don Kişot’un
yaptığ ından da ötede (kitap ortaçağ civarı güç ilişkilerinin
ötesine geçmiyor haliyle), daha insanlığ ın varoluşuyla ve daha
da uzun yıllardır var olagelmiş bazı problemlerle savaşıyor (7
Ölümcül Günah, sonraki paragrafta anlatacağ ım). Ancak
Hristiyanlık veya genel din öğ retilerinin aksine, bu savaş kişisel
bazda insanın kendi iradesiyle değ il; Don Kişot’un yaptığ ı gibi
üretim araçlarının elinde tutanlara karşı gerçekleşiyor. Bu da
filmin sahip olduğ u ve analizin de ikinci temasını oluşturan sol
perspektif kısmına eklemleniyor.
-
- 2- Sol Perspektif:
- Önceki paragrafta bahsettiğ im Hristiyanlık anlatısındaki 7
Ölümcül Günah’ı tekrar hatırlayalım: Şehvet, Gurur, Öfke,
Tembellik, Kıskançlık, Oburluk ve Açgözlülük. Ne kadar dinler
bunu bence aşırı mıymıy bir şekilde böyle kişinin varoluşuyla
ilişkilendirip, “nefsine hakim olmak” gibisinden aşırı bireyci
anlatsa da (Zaten günümüz ekonomik sistemine ne kadar
entegre olabildiğ ini Mindfulness gibi yeni new-age tırıvırılarına
bakarak görebilirsiniz), filmin bence bize anlattığ ı bu kadar
temel problemlerin de çözümünün politik olduğ u. Filmin açılış
sekansından devam edersek, Goreng uyandıktan sonra
karşısında Trimagasi’yi görüyor ve ana soruyu alıyor: “Ne
yiyeceğ iz?”. Bu soru da yine bence film için çok temel, ve
incelemesi de 7 Ölümcül Günah etrafında bu film analizi içinde
benim gördüğ üm 2 ana dala ayrılıyor: 1-Sol söylemin
yürüttüğ ü, insanın hayatta kalması açısından olan yemek ve
bunun olmasına engel olan politika düzlemi de oluşturan
günahlar. 2-Psikanalize kayan, dürtü olarak ele alınabilecek ve
7 Ölümcül Günah’ın aslında hepsini kapsayan bir konsept
olarak yemek. Bunlara girmeden önce Delik’i biraz
açıklayacağ ım.
- Delik, ilk paragrafta da bahsettiğ im gibi sol perspektif soslu
Kafkaesk bir yapı, tam Kafkaesk olsa labirent olurdu insan
kendini bulmak için onun içinde kaybolurdu; ancak bu dikey
olan ve tek yönlü işleyebilen bir yapı olduğ u için buram buram
sol kokuyor, labirent kadar çok fazla kaybolma şansın yok
çünkü sınırların ve yapabileceklerin belli. Ek olarak
varoluşçuluktaki bireysel kaybolma yerine Delik’te
deterministik ve rijit bir yapı içinde insanlar varolmaya
çalışıyor, yani içinde bulunduğ umuz düzeni daha realist bir
şekilde aktarıyor. Hepsinin ayrı bir hikayesi var ve hepsinin bu
yapı içinde varolmak için kendince çözümleri var (yanlarına
aldıkları şeyler bunun bir göstergesi). Kimi öldürebileceğ i bir
araç alırken (Trimagasi), kimi sevdiğ ini (yönetici kadın), kimi
ip alarak bu 7 Ölümcül Günah’ın olduğ u yapıda (yani dünyada)
varolmaya çalışıyor.
-
- Delik’te insanlar her ay başka katta uyanıyor (ki 333 kat, 666
insan olması vs. de dini öğ retiyi, şeytanın numarası, kötülük
öğ retilerini destekliyor), bu başka katta uyanma işi sınıfsallığ ın
doğ uştan ve tesadüfen geldiğ ini, herkesin her yerde
olabileceğ ini anlatan, yine din soslu sınıfsallık tarafından gelen
bir detay. Yemek her gün tek yönde ilerlediğ i için, ve sol
perspektifin dünyasında da yemek yukarıda üretilip eş olarak
paylaştırılmak yerine artıklar şeklinde aşağ ıya indiğ i için, o
kattaki insanların da yukarıya çıkma şansı olmadığ ı için,
yukarıdan gelene kanaat etmek zorundalar. Bu çok
derinlemesine anlatılır tabii ancak girmeyeceğ im; yemek sonuç
olarak bu perspektifte hem bir hayatta kalma (zaten Türkçe’de
de fiziksel olarak hayatta kalmak için kazanılması gereken
minimum para ekmek parası; bunun emek kısmına da
ekmeğ ini kazanmak denir) hem de eşit olmayan dünya
düzenini göstermek için kullanılan bir öge. Yemek yoksa yaşam
yok, dünya düzeni böyle işliyor.
- Bunu düzeltmek isteyen Don Kişotumuz Goreng, Sancho’sunu
bulduktan sonra en aşağ ı kadar inerek olan yemeğ i eşit (Adil
değ il eşit, bu ayrım çok önemli. Zira adalet de politik bir
kavramdır, adilin ne olduğ u bağ lamdan bağ lama değ işir, eğ ilip
bükülebildiğ i için liberal bir kavramdır. Eşit ise ölçülebilen bir
şey olduğ u için eşittir, sol bir kavramdır) dağ ıtır. En altta da
aktris olan Miharu’nun kızını buluyor. Ne yalan söyleyeyim ben
yemek yollama, kız asıl mesajımız kısmını biraz tırt buldum, o
kadar gümbür gümbür anlatmışken, en yukarı çıkıp başka bir
kahramanlık yapılmasını da beklerdim. Biraz yumuşak kalmış
“masumiyet simgesi olarak günahlara bulaşmamış kızı
yönetime yollamak”. Ama bu da daha dini tarafa ve “değ erlere”
hitap edilmek istendiğ i için olduğ unu düşünüyorum. Daha sol
bi yönetmen tarafından daha çatır çatır çekilebilirdi bence bu
film.
-
-
- Yemek de bahsettiğ im gibi bu tüm şeylerin ortasına oturan, ve
yemek üstünden bunların hepsi anlatılabileceğ i için; filmdeki
yönetim sınıfının bir restoran olması, yemekler yoluyla alt
sınıflardaki insanların bu dürtülerini kontrol ettiğ ini
söyleyebiliriz. Bu çizilen sınırlar ve kurulan düen içinde
işleniyor 7 günahın hepsi. İnsanlar yemek için birbirini
öldürüyor, insan yiyor, birinin üstüne tuvaletini yapmaya
gidene kadar insan dışı konumlara düşebiliyor. Bunun da
sebebi özünde yemek (çünkü yemek sol perspektifte
açıkladığ ım için hayatta kalmanın yolu, bir yandan da dürtü
kontrolü). Yönetimin kurduğ u yapı sınırları belirliyor, ve bu
yemek metoduyla da onları kontrol ettiğ ini söyleyebiliriz. Yani,
bu 7 ölümcül günah aslında varoluşsal bir problem, ancak
bunun sebebi de yeniden üretimini sağ layan da yine içinde
bulunduğ umuz düzen. Bence filmin ana okuması bu, bireysel,
psikolojik hatta fıtratsal (hem toplumsal hem bireysel
varoluşta) sorunların çözümü politik olarak aktif olmaktan
geçiyor.
The Platform Filmindeki En Dikkat Çekici 10 Detay
Filme adını veren Delik – El hoyo adlı yapının tam olarak ne olduğu açıkça belirtilmiyor. Ancak hikâyenin
merkezinde yer alan Goreng karakterinin buraya diploma alma umuduyla gönüllü olarak gelmesi, buranın
bir hapishaneden ziyade bir deney tesisi olabileceğini gösteriyor. Goreng’in ilk hücre arkadaşı olan
Trimagasi gibi suçlular ise ya zorla bu tesise gönderiliyor, ya da cezalarının indirilmesi için buraya gelmeyi
seçiyor.
Bu tesisin gerçek amacının ne olduğu da açıkça belirtilmiyor. Yıllarca yönetim için çalışan, ancak sonunda
kendi rızasıyla El hoyo’daki acımasız düzene mahkum olan Imoguiri, buranın amacının sosyal
dayanışmanın spontane bir şekilde ortaya çıkmasını sağlamak olduğuna inanıyor. Goreng ise belki de
sosyal dayanışmanın ortaya çıkması hâlinde onu nasıl bastıracaklarını öğrenmek için böyle bir yer
kurduklarını söylüyor. Hikâye ilerleyip El hoyo’nun sakladığı sırlar gün yüzüne çıktıkça, Goreng’in
teorisinin daha doğru olduğunu görüyoruz.
İlham Kaynakları
The Platform, Parasite gibi sınıf ayrımı ve sosyal eşitsizlik ile ilgili derdini incelikle anlatan
bir film değil. Bunun yerine söylemek istediklerini daha açık seçik bir şekilde anlatmayı
tercih ediyor. Bazen bu durum filmin aleyhine işliyor. Ancak bu durum filmde ilk bakışta
gözden kaçabilecek bazı detaylar olmadığı anlamına gelmiyor. Dini göndermelerden, politik
eleştirilere filmde yer alan bu detayları, filmle ilgili dikkat çekici teorileri aşağıda
bulabilirsiniz.
***Yazının bundan sonraki bölümü The Platform ile ilgili keyif kaçırıcı detaylar (spoiler)
içerebilir.***
Bu tesisin gerçek amacının ne olduğu da açıkça belirtilmiyor. Yıllarca yönetim için çalışan,
ancak sonunda kendi rızasıyla El hoyo’daki acımasız düzene mahkum olan Imoguiri, buranın
amacının sosyal dayanışmanın spontane bir şekilde ortaya çıkmasını sağlamak olduğuna
inanıyor. Goreng ise belki de sosyal dayanışmanın ortaya çıkması hâlinde onu nasıl
bastıracaklarını öğrenmek için böyle bir yer kurduklarını söylüyor. Hikâye ilerleyip El
hoyo’nun sakladığı sırlar gün yüzüne çıktıkça, Goreng’in teorisinin daha doğru olduğunu
görüyoruz.
İlham Kaynakları
The Platform’u izlerken akla gelen ilk film 1990’ların kült filmlerinden Küp – Cube oluyor.
The Platform gibi ilgi çekici bir fikri düşük bir bütçeyle hayata geçiren Cube, öldürücü
tuzaklarla dolu bir labirentin içinde uyanan altı karakterin hikâyesini ekranlara taşıyor.
Verdiği bir röportajda Cube’ün filmin ilham kaynakları arasında yer aldığını belirten
yönetmen Galder Gaztelu-Urrutia, filmi hazırlarken ilham aldığı diğer
yapımların Delicatessen, Blade Runner ve Next Floor olduğunu belirtiyor. Denis Villeneuve
imzalı bir kısa film olan Next Floor, The Platform’u sevenlerin kaçırmaması gereken bir film
olarak ön plana çıkıyor.
Bir Tiyatro Oyunu Olarak Ortaya Çıktı
Dünya prömiyerini yaptığı 44. Toronto Film Festivali’nde beğeniyle karşılanan El hoyo –
The Platform, geçtiğimiz günlerde Netflix’te yayınlandı. Toronto Film Festivali’nin Gece
Yarısı Çılgınlığı bölümünde Halkın Seçimi ödülüne layık görülen film, Netflix kullanıcıları
tarafından da ilgiyle karşılandı. Türkiye’nin de aralarında bulunduğu pek çok ülkede en çok
izlenen filmler listesine üst sıralardan giren The Platform, kapitalizmin acımasızlığı ve gelir
dağılımındaki adaletsizlik gibi konularda yaptığı vurgularla izleyicileri etkilemeyi başardı.
The Platform, Parasite gibi sınıf ayrımı ve sosyal eşitsizlik ile ilgili derdini incelikle anlatan
bir film değil. Bunun yerine söylemek istediklerini daha açık seçik bir şekilde anlatmayı
tercih ediyor. Bazen bu durum filmin aleyhine işliyor. Ancak bu durum filmde ilk bakışta
gözden kaçabilecek bazı detaylar olmadığı anlamına gelmiyor. Dini göndermelerden, politik
eleştirilere filmde yer alan bu detayları, filmle ilgili dikkat çekici teorileri aşağıda
bulabilirsiniz.
***Yazının bundan sonraki bölümü The Platform ile ilgili keyif kaçırıcı detaylar (spoiler)
içerebilir.***
Filme adını veren Delik – El hoyo adlı yapının tam olarak ne olduğu açıkça belirtilmiyor.
Ancak hikâyenin merkezinde yer alan Goreng karakterinin buraya diploma alma umuduyla
gönüllü olarak gelmesi, buranın bir hapishaneden ziyade bir deney tesisi olabileceğini
gösteriyor. Goreng’in ilk hücre arkadaşı olan Trimagasi gibi suçlular ise ya zorla bu tesise
gönderiliyor, ya da cezalarının indirilmesi için buraya gelmeyi seçiyor.
Bu tesisin gerçek amacının ne olduğu da açıkça belirtilmiyor. Yıllarca yönetim için çalışan,
ancak sonunda kendi rızasıyla El hoyo’daki acımasız düzene mahkum olan Imoguiri, buranın
amacının sosyal dayanışmanın spontane bir şekilde ortaya çıkmasını sağlamak olduğuna
inanıyor. Goreng ise belki de sosyal dayanışmanın ortaya çıkması hâlinde onu nasıl
bastıracaklarını öğrenmek için böyle bir yer kurduklarını söylüyor. Hikâye ilerleyip El
hoyo’nun sakladığı sırlar gün yüzüne çıktıkça, Goreng’in teorisinin daha doğru olduğunu
görüyoruz.
İlham Kaynakları
The Platform’u izlerken akla gelen ilk film 1990’ların kült filmlerinden Küp – Cube oluyor.
The Platform gibi ilgi çekici bir fikri düşük bir bütçeyle hayata geçiren Cube, öldürücü
tuzaklarla dolu bir labirentin içinde uyanan altı karakterin hikâyesini ekranlara taşıyor.
Verdiği bir röportajda Cube’ün filmin ilham kaynakları arasında yer aldığını belirten
yönetmen Galder Gaztelu-Urrutia, filmi hazırlarken ilham aldığı diğer
yapımların Delicatessen, Blade Runner ve Next Floor olduğunu belirtiyor. Denis Villeneuve
imzalı bir kısa film olan Next Floor, The Platform’u sevenlerin kaçırmaması gereken bir film
olarak ön plana çıkıyor.
Bir Tiyatro Oyunu Olarak Ortaya Çıktı
Bu filmin düşük bütçeyle hayata geçirilmesini sağlayan en önemli unsurlardan biri El hoyo ile
ilgili pek çok şeyin gösterilmek yerine karakterler arasındaki diyaloglar ile izleyiciye
aktarılmasıydı. Bu hâliyle film, özellikle de ilk bölümlerinde bir tiyatro oyununu andırıyor.
Bu durum kesinlikle tesadüfi değil. Zira El hoyo ilk olarak bir tiyatro oyunu olarak ortaya
çıkıyor. David Desola, El hoyo’yu ilk olarak bir tiyatro oyunu olarak kaleme aldığı için,
kurduğu dünyayı anlatırken diyaloglara bel bağlıyor. Desola’nın kaleme aldığı hikâye bir
filme dönüştürülünce bu durum filmin düşük bir bütçeyle çekilmesine olanak sağlıyor.
Aslında Desola’nın kaleme aldığı tiyatro oyunu, Goreng’in sistemi değiştirmek için platforma
binip aşağı katlara yemek götürmeye karar vermesiyle bitiyor. Goreng ve Baharat’ın
platformla aşağı inmeleri ile başlayan kısım film hazırlanırken hikâyeye ekleniyor.
Mesih ve Şeytan Göndermeleri
Dünya prömiyerini yaptığı 44. Toronto Film Festivali’nde beğeniyle karşılanan El hoyo –
The Platform, geçtiğimiz günlerde Netflix’te yayınlandı. Toronto Film Festivali’nin Gece
Yarısı Çılgınlığı bölümünde Halkın Seçimi ödülüne layık görülen film, Netflix kullanıcıları
tarafından da ilgiyle karşılandı. Türkiye’nin de aralarında bulunduğu pek çok ülkede en çok
izlenen filmler listesine üst sıralardan giren The Platform, kapitalizmin acımasızlığı ve gelir
dağılımındaki adaletsizlik gibi konularda yaptığı vurgularla izleyicileri etkilemeyi başardı.
The Platform, Parasite gibi sınıf ayrımı ve sosyal eşitsizlik ile ilgili derdini incelikle anlatan
bir film değil. Bunun yerine söylemek istediklerini daha açık seçik bir şekilde anlatmayı
tercih ediyor. Bazen bu durum filmin aleyhine işliyor. Ancak bu durum filmde ilk bakışta
gözden kaçabilecek bazı detaylar olmadığı anlamına gelmiyor. Dini göndermelerden, politik
eleştirilere filmde yer alan bu detayları, filmle ilgili dikkat çekici teorileri aşağıda
bulabilirsiniz.
***Yazının bundan sonraki bölümü The Platform ile ilgili keyif kaçırıcı detaylar (spoiler)
içerebilir.***
Filme adını veren Delik – El hoyo adlı yapının tam olarak ne olduğu açıkça belirtilmiyor.
Ancak hikâyenin merkezinde yer alan Goreng karakterinin buraya diploma alma umuduyla
gönüllü olarak gelmesi, buranın bir hapishaneden ziyade bir deney tesisi olabileceğini
gösteriyor. Goreng’in ilk hücre arkadaşı olan Trimagasi gibi suçlular ise ya zorla bu tesise
gönderiliyor, ya da cezalarının indirilmesi için buraya gelmeyi seçiyor.
Bu tesisin gerçek amacının ne olduğu da açıkça belirtilmiyor. Yıllarca yönetim için çalışan,
ancak sonunda kendi rızasıyla El hoyo’daki acımasız düzene mahkum olan Imoguiri, buranın
amacının sosyal dayanışmanın spontane bir şekilde ortaya çıkmasını sağlamak olduğuna
inanıyor. Goreng ise belki de sosyal dayanışmanın ortaya çıkması hâlinde onu nasıl
bastıracaklarını öğrenmek için böyle bir yer kurduklarını söylüyor. Hikâye ilerleyip El
hoyo’nun sakladığı sırlar gün yüzüne çıktıkça, Goreng’in teorisinin daha doğru olduğunu
görüyoruz.
İlham Kaynakları
The Platform’u izlerken akla gelen ilk film 1990’ların kült filmlerinden Küp – Cube oluyor.
The Platform gibi ilgi çekici bir fikri düşük bir bütçeyle hayata geçiren Cube, öldürücü
tuzaklarla dolu bir labirentin içinde uyanan altı karakterin hikâyesini ekranlara taşıyor.
Verdiği bir röportajda Cube’ün filmin ilham kaynakları arasında yer aldığını belirten
yönetmen Galder Gaztelu-Urrutia, filmi hazırlarken ilham aldığı diğer
yapımların Delicatessen, Blade Runner ve Next Floor olduğunu belirtiyor. Denis Villeneuve
imzalı bir kısa film olan Next Floor, The Platform’u sevenlerin kaçırmaması gereken bir film
olarak ön plana çıkıyor.
Bir Tiyatro Oyunu Olarak Ortaya Çıktı
Bu filmin düşük bütçeyle hayata geçirilmesini sağlayan en önemli unsurlardan biri El hoyo ile
ilgili pek çok şeyin gösterilmek yerine karakterler arasındaki diyaloglar ile izleyiciye
aktarılmasıydı. Bu hâliyle film, özellikle de ilk bölümlerinde bir tiyatro oyununu andırıyor.
Bu durum kesinlikle tesadüfi değil. Zira El hoyo ilk olarak bir tiyatro oyunu olarak ortaya
çıkıyor. David Desola, El hoyo’yu ilk olarak bir tiyatro oyunu olarak kaleme aldığı için,
kurduğu dünyayı anlatırken diyaloglara bel bağlıyor. Desola’nın kaleme aldığı hikâye bir
filme dönüştürülünce bu durum filmin düşük bir bütçeyle çekilmesine olanak sağlıyor.
Aslında Desola’nın kaleme aldığı tiyatro oyunu, Goreng’in sistemi değiştirmek için platforma
binip aşağı katlara yemek götürmeye karar vermesiyle bitiyor. Goreng ve Baharat’ın
platformla aşağı inmeleri ile başlayan kısım film hazırlanırken hikâyeye ekleniyor.
Mesih ve Şeytan Göndermeleri
El hoyo’da 333 kat bulunuyor ve her katta iki kişi kalıyor. Toplamda 666 kişi. Platform her
katta 2 dakika kalıyor, tüm katları inmesi yaklaşık 666 dakika sürüyor. Hristiyanlıkla ilişkili
inanışlarda 666 genelde Şeytan veya Deccal gibi kötücül varlıklarla ilişkilendirildiği için
filmdeki bu detayların da kasıtlı olarak yerleştirildiği düşünülüyor. Goreng’in bir mesih figürü
olarak sunulması da bu teoriyi destekliyor. Hatta filmde bazı sahnelerde diğer karakterler
Goreng’e mesih yakıştırmasında bulunuyor, ya da “kendini mesih mi zannediyorsun” gibi
sitemler ediyor. Metaforlarını kurarken çok derine inme ihtiyacı duymayan film, burada da
aslında anlatmak istediği şeyi basitçe anlatıyor. El hoyo’yu yöneten şeytani düzen ve bu
düzene karşı bir başkaldırı ve dayanışma mesajı iletmeye çalışan mesih.
Don Quixote
Filmde Goreng ile arasında paralellik kurulan tek figür Mesih değil. Goreng, El hoyo’ya
gelirken yanında bir tek Don Kişot – Don Quixote kitabını getiriyor. Filmdeki pek çok şey
gibi bu da tesadüfi bir seçim değil. Goreng’in filmdeki yolculuğu, pek çok kişi tarafından
amaçsız, hatta çılgınca görülen mücadelesi Don Quixote ile önemli paralellikler taşıyor.
Goreng’in görünüş olarak da Don Quixote’yi andırması dikkat çekiyor. Film, Cervantes’in
klasiğinde olduğu gibi güç sahiplerini duyarsız ve düşüncesiz olarak gösterirken, Goreng ve
Baharat başkaları için mücadele veren, duyarlı karakterler olarak karşımıza çıkıyor.
Favori Yemekler
Dünya prömiyerini yaptığı 44. Toronto Film Festivali’nde beğeniyle karşılanan El hoyo –
The Platform, geçtiğimiz günlerde Netflix’te yayınlandı. Toronto Film Festivali’nin Gece
Yarısı Çılgınlığı bölümünde Halkın Seçimi ödülüne layık görülen film, Netflix kullanıcıları
tarafından da ilgiyle karşılandı. Türkiye’nin de aralarında bulunduğu pek çok ülkede en çok
izlenen filmler listesine üst sıralardan giren The Platform, kapitalizmin acımasızlığı ve gelir
dağılımındaki adaletsizlik gibi konularda yaptığı vurgularla izleyicileri etkilemeyi başardı.
The Platform, Parasite gibi sınıf ayrımı ve sosyal eşitsizlik ile ilgili derdini incelikle anlatan
bir film değil. Bunun yerine söylemek istediklerini daha açık seçik bir şekilde anlatmayı
tercih ediyor. Bazen bu durum filmin aleyhine işliyor. Ancak bu durum filmde ilk bakışta
gözden kaçabilecek bazı detaylar olmadığı anlamına gelmiyor. Dini göndermelerden, politik
eleştirilere filmde yer alan bu detayları, filmle ilgili dikkat çekici teorileri aşağıda
bulabilirsiniz.
***Yazının bundan sonraki bölümü The Platform ile ilgili keyif kaçırıcı detaylar (spoiler)
içerebilir.***
Filme adını veren Delik – El hoyo adlı yapının tam olarak ne olduğu açıkça belirtilmiyor.
Ancak hikâyenin merkezinde yer alan Goreng karakterinin buraya diploma alma umuduyla
gönüllü olarak gelmesi, buranın bir hapishaneden ziyade bir deney tesisi olabileceğini
gösteriyor. Goreng’in ilk hücre arkadaşı olan Trimagasi gibi suçlular ise ya zorla bu tesise
gönderiliyor, ya da cezalarının indirilmesi için buraya gelmeyi seçiyor.
Bu tesisin gerçek amacının ne olduğu da açıkça belirtilmiyor. Yıllarca yönetim için çalışan,
ancak sonunda kendi rızasıyla El hoyo’daki acımasız düzene mahkum olan Imoguiri, buranın
amacının sosyal dayanışmanın spontane bir şekilde ortaya çıkmasını sağlamak olduğuna
inanıyor. Goreng ise belki de sosyal dayanışmanın ortaya çıkması hâlinde onu nasıl
bastıracaklarını öğrenmek için böyle bir yer kurduklarını söylüyor. Hikâye ilerleyip El
hoyo’nun sakladığı sırlar gün yüzüne çıktıkça, Goreng’in teorisinin daha doğru olduğunu
görüyoruz.
İlham Kaynakları
The Platform’u izlerken akla gelen ilk film 1990’ların kült filmlerinden Küp – Cube oluyor.
The Platform gibi ilgi çekici bir fikri düşük bir bütçeyle hayata geçiren Cube, öldürücü
tuzaklarla dolu bir labirentin içinde uyanan altı karakterin hikâyesini ekranlara taşıyor.
Verdiği bir röportajda Cube’ün filmin ilham kaynakları arasında yer aldığını belirten
yönetmen Galder Gaztelu-Urrutia, filmi hazırlarken ilham aldığı diğer
yapımların Delicatessen, Blade Runner ve Next Floor olduğunu belirtiyor. Denis Villeneuve
imzalı bir kısa film olan Next Floor, The Platform’u sevenlerin kaçırmaması gereken bir film
olarak ön plana çıkıyor.
Bir Tiyatro Oyunu Olarak Ortaya Çıktı
Bu filmin düşük bütçeyle hayata geçirilmesini sağlayan en önemli unsurlardan biri El hoyo ile
ilgili pek çok şeyin gösterilmek yerine karakterler arasındaki diyaloglar ile izleyiciye
aktarılmasıydı. Bu hâliyle film, özellikle de ilk bölümlerinde bir tiyatro oyununu andırıyor.
Bu durum kesinlikle tesadüfi değil. Zira El hoyo ilk olarak bir tiyatro oyunu olarak ortaya
çıkıyor. David Desola, El hoyo’yu ilk olarak bir tiyatro oyunu olarak kaleme aldığı için,
kurduğu dünyayı anlatırken diyaloglara bel bağlıyor. Desola’nın kaleme aldığı hikâye bir
filme dönüştürülünce bu durum filmin düşük bir bütçeyle çekilmesine olanak sağlıyor.
Aslında Desola’nın kaleme aldığı tiyatro oyunu, Goreng’in sistemi değiştirmek için platforma
binip aşağı katlara yemek götürmeye karar vermesiyle bitiyor. Goreng ve Baharat’ın
platformla aşağı inmeleri ile başlayan kısım film hazırlanırken hikâyeye ekleniyor.
Mesih ve Şeytan Göndermeleri
El hoyo’da 333 kat bulunuyor ve her katta iki kişi kalıyor. Toplamda 666 kişi. Platform her
katta 2 dakika kalıyor, tüm katları inmesi yaklaşık 666 dakika sürüyor. Hristiyanlıkla ilişkili
inanışlarda 666 genelde Şeytan veya Deccal gibi kötücül varlıklarla ilişkilendirildiği için
filmdeki bu detayların da kasıtlı olarak yerleştirildiği düşünülüyor. Goreng’in bir mesih figürü
olarak sunulması da bu teoriyi destekliyor. Hatta filmde bazı sahnelerde diğer karakterler
Goreng’e mesih yakıştırmasında bulunuyor, ya da “kendini mesih mi zannediyorsun” gibi
sitemler ediyor. Metaforlarını kurarken çok derine inme ihtiyacı duymayan film, burada da
aslında anlatmak istediği şeyi basitçe anlatıyor. El hoyo’yu yöneten şeytani düzen ve bu
düzene karşı bir başkaldırı ve dayanışma mesajı iletmeye çalışan mesih.
Don Quixote
Filmde Goreng ile arasında paralellik kurulan tek figür Mesih değil. Goreng, El hoyo’ya
gelirken yanında bir tek Don Kişot – Don Quixote kitabını getiriyor. Filmdeki pek çok şey
gibi bu da tesadüfi bir seçim değil. Goreng’in filmdeki yolculuğu, pek çok kişi tarafından
amaçsız, hatta çılgınca görülen mücadelesi Don Quixote ile önemli paralellikler taşıyor.
Goreng’in görünüş olarak da Don Quixote’yi andırması dikkat çekiyor. Film, Cervantes’in
klasiğinde olduğu gibi güç sahiplerini duyarsız ve düşüncesiz olarak gösterirken, Goreng ve
Baharat başkaları için mücadele veren, duyarlı karakterler olarak karşımıza çıkıyor.
Favori Yemekler
Sonradan Goreng ile aynı katta kalacak olan Imoguiri, El hoyo’ya girişi sırasında
gerçekleştirdiği mülakatta Goreng’e favori yemeğinin hangisi olduğunu soruyor ve bu soruya
cevap alma konusunda ısrarcı oluyor. Favori yemeklere yapılan bu vurgu, platformda herkesin
en sevdiği yemekten olduğunu, herkes kendi sevdiği yemekten yeteri miktarda aldığı takdirde,
sadece herkesin doymayacağını, aynı zamanda herkesin sevdiği şeyi yiyerek günlerini
geçireceğini düşündürüyor. Bu durum filmde açıkça belirtilmiyor ve platformda pasta gibi
bazı şeylerden çok fazla miktarda olması bu teorinin gerçekliğini bir miktar sorgulatıyor.
Ancak filmin son bölümünde Goreng’in en sevdiği yemek olarak belirttiği salyangozu
platformda görmesi ve filmde buna zaman ayrılmış olması, bu teorinin gerçek olabileceğini
gösteriyor.
333. Kattaki Çocuk
20 Mart’ta Netflix’te yayınlanan ve izleyiciler tarafından ilgiyle karşılanan The Platform filmindeki
en dikkat çekici 10 detay!
Dünya prömiyerini yaptığı 44. Toronto Film Festivali’nde beğeniyle karşılanan El hoyo – The Platform,
geçtiğimiz günlerde Netflix’te yayınlandı. Toronto Film Festivali’nin Gece Yarısı Çılgınlığı bölümünde
Halkın Seçimi ödülüne layık görülen film, Netflix kullanıcıları tarafından da ilgiyle karşılandı. Türkiye’nin
de aralarında bulunduğu pek çok ülkede en çok izlenen filmler listesine üst sıralardan giren The Platform,
kapitalizmin acımasızlığı ve gelir dağılımındaki adaletsizlik gibi konularda yaptığı vurgularla izleyicileri
etkilemeyi başardı.
David Desola ve Pedro Rivero’nun yazdığı, Galder Gaztelu-Urrutia‘nın yönettiği The Platform, her katta
iki kişinin kaldığı, bir tür dikey hapishanede geçiyor. Bu yapının ortasına yerleştirilen platform, her gün
yiyeceklerle dolu bir şekilde aşağı doğru iniyor ve her katta sadece kısa bir süre duruyor. Katları her ay
değiştirilen mahkumlardan üst katlara düşecek kadar şansı olanları hunharca karınlarını doyururken, alt
kattakiler onların artıklarıyla yetiniyor. En alt kattakileri ise ölümcül bir açlık bekliyor.
The Platform, Parasite gibi sınıf ayrımı ve sosyal eşitsizlik ile ilgili derdini incelikle anlatan bir film değil.
Bunun yerine söylemek istediklerini daha açık seçik bir şekilde anlatmayı tercih ediyor. Bazen bu durum
filmin aleyhine işliyor. Ancak bu durum filmde ilk bakışta gözden kaçabilecek bazı detaylar olmadığı
anlamına gelmiyor. Dini göndermelerden, politik eleştirilere filmde yer alan bu detayları, filmle ilgili
dikkat çekici teorileri aşağıda bulabilirsiniz.
***Yazının bundan sonraki bölümü The Platform ile ilgili keyif kaçırıcı detaylar (spoiler) içerebilir.***
Filme adını veren Delik – El hoyo adlı yapının tam olarak ne olduğu açıkça belirtilmiyor. Ancak hikâyenin
merkezinde yer alan Goreng karakterinin buraya diploma alma umuduyla gönüllü olarak gelmesi, buranın
bir hapishaneden ziyade bir deney tesisi olabileceğini gösteriyor. Goreng’in ilk hücre arkadaşı olan
Trimagasi gibi suçlular ise ya zorla bu tesise gönderiliyor, ya da cezalarının indirilmesi için buraya gelmeyi
seçiyor.
Bu tesisin gerçek amacının ne olduğu da açıkça belirtilmiyor. Yıllarca yönetim için çalışan, ancak sonunda
kendi rızasıyla El hoyo’daki acımasız düzene mahkum olan Imoguiri, buranın amacının sosyal
dayanışmanın spontane bir şekilde ortaya çıkmasını sağlamak olduğuna inanıyor. Goreng ise belki de
sosyal dayanışmanın ortaya çıkması hâlinde onu nasıl bastıracaklarını öğrenmek için böyle bir yer
kurduklarını söylüyor. Hikâye ilerleyip El hoyo’nun sakladığı sırlar gün yüzüne çıktıkça, Goreng’in
teorisinin daha doğru olduğunu görüyoruz.
İlham Kaynakları
The Platform’u izlerken akla gelen ilk film 1990’ların kült filmlerinden Küp – Cube oluyor. The Platform
gibi ilgi çekici bir fikri düşük bir bütçeyle hayata geçiren Cube, öldürücü tuzaklarla dolu bir labirentin
içinde uyanan altı karakterin hikâyesini ekranlara taşıyor. Verdiği bir röportajda Cube’ün filmin ilham
kaynakları arasında yer aldığını belirten yönetmen Galder Gaztelu-Urrutia, filmi hazırlarken ilham aldığı
diğer yapımların Delicatessen, Blade Runner ve Next Floor olduğunu belirtiyor. Denis Villeneuve imzalı
bir kısa film olan Next Floor, The Platform’u sevenlerin kaçırmaması gereken bir film olarak ön plana
çıkıyor.
Bir Tiyatro Oyunu Olarak Ortaya Çıktı
Bu filmin düşük bütçeyle hayata geçirilmesini sağlayan en önemli unsurlardan biri El hoyo ile ilgili pek
çok şeyin gösterilmek yerine karakterler arasındaki diyaloglar ile izleyiciye aktarılmasıydı. Bu hâliyle film,
özellikle de ilk bölümlerinde bir tiyatro oyununu andırıyor. Bu durum kesinlikle tesadüfi değil. Zira El
hoyo ilk olarak bir tiyatro oyunu olarak ortaya çıkıyor. David Desola, El hoyo’yu ilk olarak bir tiyatro
oyunu olarak kaleme aldığı için, kurduğu dünyayı anlatırken diyaloglara bel bağlıyor. Desola’nın kaleme
aldığı hikâye bir filme dönüştürülünce bu durum filmin düşük bir bütçeyle çekilmesine olanak sağlıyor.
Aslında Desola’nın kaleme aldığı tiyatro oyunu, Goreng’in sistemi değiştirmek için platforma binip aşağı
katlara yemek götürmeye karar vermesiyle bitiyor. Goreng ve Baharat’ın platformla aşağı inmeleri ile
başlayan kısım film hazırlanırken hikâyeye ekleniyor.
Mesih ve Şeytan Göndermeleri
El hoyo’da 333 kat bulunuyor ve her katta iki kişi kalıyor. Toplamda 666 kişi. Platform her katta 2 dakika
kalıyor, tüm katları inmesi yaklaşık 666 dakika sürüyor. Hristiyanlıkla ilişkili inanışlarda 666 genelde
Şeytan veya Deccal gibi kötücül varlıklarla ilişkilendirildiği için filmdeki bu detayların da kasıtlı olarak
yerleştirildiği düşünülüyor. Goreng’in bir mesih figürü olarak sunulması da bu teoriyi destekliyor. Hatta
filmde bazı sahnelerde diğer karakterler Goreng’e mesih yakıştırmasında bulunuyor, ya da “kendini mesih
mi zannediyorsun” gibi sitemler ediyor. Metaforlarını kurarken çok derine inme ihtiyacı duymayan film,
burada da aslında anlatmak istediği şeyi basitçe anlatıyor. El hoyo’yu yöneten şeytani düzen ve bu düzene
karşı bir başkaldırı ve dayanışma mesajı iletmeye çalışan mesih.
Don Quixote
Filmde Goreng ile arasında paralellik kurulan tek figür Mesih değil. Goreng, El hoyo’ya gelirken yanında
bir tek Don Kişot – Don Quixote kitabını getiriyor. Filmdeki pek çok şey gibi bu da tesadüfi bir seçim
değil. Goreng’in filmdeki yolculuğu, pek çok kişi tarafından amaçsız, hatta çılgınca görülen mücadelesi
Don Quixote ile önemli paralellikler taşıyor. Goreng’in görünüş olarak da Don Quixote’yi andırması dikkat
çekiyor. Film, Cervantes’in klasiğinde olduğu gibi güç sahiplerini duyarsız ve düşüncesiz olarak
gösterirken, Goreng ve Baharat başkaları için mücadele veren, duyarlı karakterler olarak karşımıza çıkıyor.
Favori Yemekler
Sonradan Goreng ile aynı katta kalacak olan Imoguiri, El hoyo’ya girişi sırasında gerçekleştirdiği mülakatta
Goreng’e favori yemeğinin hangisi olduğunu soruyor ve bu soruya cevap alma konusunda ısrarcı oluyor.
Favori yemeklere yapılan bu vurgu, platformda herkesin en sevdiği yemekten olduğunu, herkes kendi
sevdiği yemekten yeteri miktarda aldığı takdirde, sadece herkesin doymayacağını, aynı zamanda herkesin
sevdiği şeyi yiyerek günlerini geçireceğini düşündürüyor. Bu durum filmde açıkça belirtilmiyor ve
platformda pasta gibi bazı şeylerden çok fazla miktarda olması bu teorinin gerçekliğini bir miktar
sorgulatıyor. Ancak filmin son bölümünde Goreng’in en sevdiği yemek olarak belirttiği salyangozu
platformda görmesi ve filmde buna zaman ayrılmış olması, bu teorinin gerçek olabileceğini gösteriyor.
333. Kattaki Çocuk
Filmin sonunda cevapsız kalan en büyük gizemlerden biri Goreng ve Baharat’ın 333. katta karşılaştığı kızın
kim olduğu. Film boyunca Miharu’nun çocuğunu aradığına şahit olduğumuz için akla gelen ilk ihtimal de
bu oluyor. Ufak kızın da Miharu gibi Asyalı olması bu ihtimali daha da kuvvetlendiriyor. Ancak bu
noktada eskiden yönetim için çalışan Imoguiri’nin söyledikleri kafa karıştırıyor. Imoguiri’ye göre Miharu,
çocuğunu arayan bir kadın gibi davranan, ruh hastası bir oyuncu. Imoguiri, Goreng’e, Miharu’nun El
hoyo’ya yalnız geldiğini, ayrıca buraya 16 yaşından küçük kimsenin alınmadığını söylüyor. Aslında bu son
söylediği bu sorunun cevabını da içinde barındırıyor. Çünkü filmin sonunda görüyoruz ki aslında buraya 16
yaşından küçük bir kız da alınmış. Ayrıca Imoguiri El hoyo’da 200 kat olduğunu söylerken aslında 333 kat
olduğunu da görüyoruz. Tüm bunlar Imoguiri’nin söylediklerine güvenilmeyeceğini gösteriyor. Bunun
başlıca sebebi ise aslında Imoguiri’nin yıllarca çalıştığı El hoyo’da gerçekte olanlardan habersiz olması.
El hoyo çalışanlarının yönetim tarafından kandırılması, filmin sonunda Goreng ve Baharat’ın çocuğu
yukarı göndererek çalışanlara gösterme çabalarını da bir nebze olsun daha mantıklı bir zemine oturtuyor.
Ufak kızın bu zorlu şartlar altında kalıcı bir hasarı olmadan hayatta kalmış olması, Miharu’nun kızı olma
ihtimalini kuvvetlendiriyor. Zira her ay platformla aşağı inen Miharu’nun koruması olmadan ufak kızın
nasıl hayatta kaldığını açıklamak oldukça güç.
Bir Göçmen Olarak Miharu
Miharu’nun her ay kızını bulup onu korumak için mücadele veren cesur bir kadın mı yoksa ruh hastası bir
oyuncu mu olduğu sorusu bir yana, karakter filmin kurduğu metafor açısından da önemli bir rol üstleniyor.
Zira Asyalı bir göçmen olduğu aşikâr olan bu karakter, en üstten en alta her katta mücadele vermek
zorunda kalıyor. Goreng dışında kimse Miharu’nun başına ne geldiğini umursamıyor.
Yaptığı hiçbir şey için sorumluluk almayan, televizyonunu camdan atarak öldürdüğü göçmenin zaten orada
olmaması gerektiğini savunan Trimagasi’nin Miharu’ya özel bir nefretle yaklaşması da bundan
kaynaklanıyor. Ayrıca film boyunca Miharu ile diğer karakterler arasında hiçbir sözlü iletişimin
kurulmaması da karakterin derdini bile anlatmakta sorun yaşayan göçmenlerin bir temsili olduğunu
gösteriyor.
Dini ve edebi göndermelerine rağmen The Platform’un asıl derdi kapitalizm ve gelir
dağılımındaki eşitsizlik. Alt kattakiler El hoyo’nun çarpık düzeninin farkında olsalar da
ellerinden bir şey gelmiyor. Üst katlara çıktıklarında ise geldikleri yeri unutup, elde
edebildikleri kadar fazla şey elde etmeye çalışıyorlar. Aslında herkese yetebilecek kadar
yiyecek varken sürekli birileri aç kalıyor, yemek için savaşıyor, birbirini öldürüyor. Günün
sonunda El hoyo’da üç tür insan yaşıyor: “Yukarıdakiler, aşağıdakiler ve düşenler.”
Goreng’in filmin sonunda en alt kattakilere yemek ulaştırma misyonunu bir kenara bırakıp,
sıfırıncı katta çalışanlara bir mesaj göndermeye karar vermesi de buradan çıkıyor. Goreng ve
Baharat alt katlara indikçe, durumun vahametinin farkında olan insanları ikna etmek daha
kolay bir hâl alıyor. Ancak sistemi değiştirme gücü olmayan bu insanları ikna etmek,
örgütlemek, tek başına yeterli olmuyor. Geriye çok daha zorlu bir görev kalıyor. En
üsttekilerin, yönetimdekilerin umursamasını sağlamak. Bu noktada devreye ufak kız giriyor.
Geleceğin ve masumiyetin sembolü olan bu ufak kızın, yönetimi ve ona hizmet edenleri
umursamaya zorlayacağı varsayılıyor. Bu varsayımın nasıl sonuç verdiği ise gösterilmiyor.
Belki de bunun nasıl sonuçlandığını görmek için etrafımızda olup bitenlere bakmamız yeterli
olduğu için.
Etrafımızda olup bitenler demişken, The Platform’un tüm dünyada korku yaratan Corona
virüsü salgını sırasında Netflix’te yayınlanmış olması, filmin ayrı bir anlam kazanmasını
sağlıyor. İnsanların eşit dağılımı sağlandığı takdirde büyük ölçüde yeterli olacak kaynaklar
için marketlerde, sokaklarda birbirleriyle dövüşmeleri, yapabildikleri kadar çok şeyi ellerine
geçirmek istemeleri, The Platform’un yayınlandığı dönemle oldukça ilginç bir bağ kurmasını
sağlıyor.
Analiz
Filmin analizi açısından en kritik öneme sahip noktaların başında filmin sonundaki yarım
bırakılış gelmekte ancak bu sahneye dek olup bitenlerin çeşitli kuramsal sistemler
açısından belli başlı değerlendirmelerinin yapılmasına öncelik verilmesi, son sahnede
yönetmenin neden bu yarım bırakmayı tercih ettiğinin anlaşılmasını kolaylaştıracaktır.
Filmin analize tabi tutulacağı bu yazıda temel izlek, teorik açıdan benzer örüntüye sahip
sahnelerin bir arada değerlendirilmesi şeklinde olacaktır. Öncelikle sınıf ve sosyal
tabakalaşmaya dair kuramsal yaklaşımlar ışığında birtakım analizler yapılacak sonrasında
ise disiplin toplumu düşüncesi kapsamında yorumlar yapılacaktır.
Filmde hapishanenin her bir katında kalan 2 kişi esasında bir grubu oluşturmaktadır.
Filmdeki her katta ya da üst, orta ve alt şeklinde kategorize edilen katlarda barınanlar, 21.
yüzyılın toplumsal sınıflarına tekabül ediyor diye bir yorum da yapılabilir. Bu noktada
filmde temel olarak insanlar arasında günümüz dünyasında da net bir şekilde görülen
tabakalaşmaya özel bir vurgu yapıldığı aşikârdır. Aron’ın sınıf analizinin temel unsurlarını
oluşturan sosyolojik yaklaşımlardan nominalist ve realist yaklaşımların her ikisine de bu
filmde rastlamak mümkündür.[1] İlkin uzaktan bakıldığında hapishanede barınan mahkûmlar
nominalizmin öne sürdüğü şekilde adeta bir yığına işaret etmektedir. Sınıf kavramının
sosyal tabakaları kapsayıcı bir unsur olduğu yönündeki realist yaklaşımın izlerine ise,
hapishane katlarının alt, orta ve üst şeklinde kategorize edilmesi işaret etmektedir.
Karmaşık toplumsal ilişkiler bağlamında feodal sistemi sınıf analizine tabi tutan Huberman,
serflerin üstünde bulundukları topraklarla birlikte satıldıklarını yani üretim ilişkilerine bağlı
bir tabiiyet sonucu el değiştirdiklerini söylemektedir. [2] Her ne kadar The Platform’da
yansıtılan sosyal hiyerarşi ve tabakalaşmaya göre çok uzak kalsa da feodal sistemin sınıf
analizinin filmin analizi noktasında yazıya katkıda bulunabileceği söz konusu olmaktadır.
Feodal sistemde serflerin adeta birer mal gibi el değiştirmesi, üstünde bulundukları
topraklara bağlıyken yani serfler üstünde yaşadıkları ortamdan bağımsız olarak yer
değiştiremezken filmde, her ay bir çeşit gazla uyutularak katları değiştirilen mahkûmların
feodal sistemin bu kuralını yapıbozumuna uğrattığı şeklinde bir yorum yapılabilir.
Perelman feodal toplum yapısında toplumsal kategorilerin çok katı bir şekilde ayrıştığından
ve her sınıfın alnına yazılan kaderi yaşamak zorunda olduğundan bahsetmektedir. Aynı
zamanda hiçbir sınıfın bir diğeri olmadan zenginleşemediğini de ekler. [3] Imoguiri’nin
(Antonia San Juan) de belirttiği gibi, temelde bu yapısal sistemde insanlar ancak birlikte
hareket edebilirlerse zenginleşeceklerdir. Yani 0’ıncı katta hazırlanmış vaziyette platforma
konularak indirilmeye başlanan yemekler, her kattaki mahkûmlar ihtiyaçları oranında
alırlarsa en alt katlardaki mahkûmlara da yeterli sayıda ulaşacaktır.
Bu noktada Marx’ın sınıf teorisine film bağlamında atıfta bulunulacak olunursa temelde
Marksist sınıf kuramına dair düşünceleri özetleyen sahnelerin pek mevcut olmadığı açık bir
şekilde görülecektir. Yine de Goreng’in, Imoguiri’nin ve Baharat’ın (Emilio Buale)
platformda sunulan besin maddelerinin diğer katlarda kalan mahkûmlara da ulaşabilmesi
için verdikleri mücadele ile 0’ıncı kata iletilmek üzere hazırladıkları mesaj için verdikleri
mücadele Marksist sınıf teorisi açısından irdelenebilir. Zira kapitalist tüketim kültürüyle içli
dışlı bir şekilde, içinde yaşadığı dünyadaki haksızlıkları, adaletsizlikleri ve eşitsizlikleri
sorgulamaya tenezzül etmeden yaşayıp filmde üst katlardaki mahkûmlarla özdeşleştirilen
insanları harekete geçirmeye dönük güdü, tüm katlardaki mahkûmların ortaklaşa çabaları
sonucu sınıfsız bir toplum tasavvurunun gerçekleşme ihtimaline atıfta bulunmaktadır.
Marksist kuramda sınıf analizi temel olarak artı-değer sömürüsüne dayanmaktadır. Filmde
ne bir üretim ilişkisi ne de üretim ilişkilerinin şekillendirdiği toplumsal sınıflara rastlamak
mümkün değildir. Ancak metaforlarla sembolik olarak aktarımın yapıldığı göz önünde
bulundurulunca Marksist teorinin temel nosyonlarından olan artı-değer sömürüsü filmde
karşımıza, üst katlarda kalan mahkûmların alt katlarda kalanları düşünmeden hareket
ederek 0’ıncı kattan platform aracılığıyla gönderilen yemeklerden olabildiğince çok
yemeleri noktasında çıkmaktadır. Temelde bu mahkûmlar da herhangi bir üretim ilişkisi
ağına bağlı olarak bir artı-değer ortaya çıkarmamıştır ancak neo-liberal politik ekonomiye
dair Marksist teoriden yola çıkılarak yapılacak kapsamlı yorumlar, filmde tabakalar
arasındaki ilişki dinamiğinin bu sömürüyle bağlantılı olarak şekillendiğini gözler önüne
serecektir. Nihayetinde altta kalanlara nazaran üstte kalanların herkese yetecek sayıdaki
besin maddelerini artı-değer katarak ihtiyaçları fazlası oranında tüketmeleri, her katın altı
ve üstü ile ilişkisinden yola çıkılarak değerlendirilirse artı-değer sömürüsüne referans
verilebileceği aşikâr olmaktadır. Bu nokta filmde tam anlamıyla yansıtılamıyor zira katlarda
kalan mahkûmlar üretim tarafından yoksun vaziyette salt bir sözleşmeye bağlı olarak
katlarda barınmakta ve tüketim yapmaktadırlar.
Filmde alegorik bir biçimde metaforlarla aktarılan kapitalist toplumsal yaşam biçimi,
üretim-tüketim dizgesinden yönetime değin devletin gerçekliğinin toplumun gerçek
yaşamında yer aldığına ilişkin Marksist düşünceyi olumlar nitelikte karşımıza çıkmaktadır.
[5]
Yani filmde sembolik olarak izleyiciye sunulan ve temelde sınıfsal ayrışmalar bağlamında
şekillenen kapitalist dünya düzenini aktaran sahnelerde çok net bir biçimde gerçeklikle
özdeşim kurulabilmesi, Marksist düşüncedeki devletin ve toplumun gerçekliğinin
bütünselliği kavrayışını açıklığa kavuşturmaktadır. Kısacası devletin gerçekliği ve
yapılanmasıyla sivil toplumun yapısal gerçekliğini özdeş ve birlikte gelişen dinamik
oluşumlar olarak gören Marksist düşünce, filmde aktarılmak istenen sosyal sınıflar
alegorisini netleştirmektedir.
Frank Parkin’in sınıf analizi çalışmalarında Weber’e atfen kullandığı sosyal kapatma (social
closure)[6] esasen bu filmin ana çekirdeğini resmetmektedir. İnsanların dış dünyadan, hatta
alt ve üst katlarında kalanlardan soyutlanmaları ve mülksüzleştirilerek salt kendilerine
verilen ‘bir eşya seçme hakkı’ bağlamında tek bir şeye sahip olmaları buna işaret eder.
Böyle bir ortamda ise mülkün temelini oluşturan paranın işlerlik kazanamadığını açık bir
şekilde, katın birinde yanında getirmeyi seçtiği paralarını ortalığa amaçsızca savuran bir
adamın olduğu sahnede görmekteyiz. Bu noktada hapishanedeki mahkûmlar
mülksüzleştirilme bağlamında dışlayıcı kapatmayı (exclusionary closure)
[7]
deneyimlemektedir.
Adam Smith’e göre, mülkiyet hakkı sınıf farklılaşmasının temelini oluşturmaktadır. [8] Ancak
filmde her katta barınan insanların mülakat aşamasında kabul edilince yanlarında birer eşya
getirmeleri hakkının onlara tanındığı görülmektedir. Temelde mahkûmların yapıya girerken
yanlarında getirmeye hak kazandıkları eşyalar onların yapıda kalacakları süre dâhilinde
mülkiyetlerini oluşturmaktadır. Yine de sahip olunan bu mülkler bağlamında, ayrı ayrı
katlarda kategorik olarak barınan mahkûmların bir sınıfsal ya da tabakasal ayrışmaya tabi
oldukları söylenemez. Yanında kitap taşıyan Goreng en aşağı katlardan en yukarı katlara
dek seyahat etmiştir. Benzer şekilde yanlarında kitap harici kesici, delici vb. aletler olan
mahkûmlar da bu yolculuğu yapmaktadır ve burada mülkiyete ya da mülkün niteliğine
bağlı bir seyahat ayrıcalığı veya farklılaşması görülmemektedir.
Modern dönemdeki iktidar merkezi bir konuma sahip olmayıp düzenekleri aracılığıyla
insanların bedenleri ve yaşamları üzerinde bir tahakküm kurmaktadır. Bu iktidar
mekanizmalarının baskı ve zorlamadan ziyade gönüllülük esası üzerine[15] inşa edildiği
Foucault’nun felsefesinin köşe taşı düşüncelerinden birisidir.[16] Film bazında bu noktalar
değerlendirmeye tabi tutulacak olunursa açıkça görülecektir ki Foucault’nun disipline edici
gözetleyen, denetleyen ve kontrol eden Panoptik iktidar temsili seyirciye net bir şekilde
alt metinler yoluyla aktarılmaktadır. Hapishaneye gönüllü olarak başvuran insanlar
arasında yapılan seçimler, insanların mülakat sırasında vermiş oldukları bilgiler
doğrultusunda hazırlanan yemekler ve hapishaneye seçilen mahkûmların katlarda yaşam
mücadelesi verirken -içinde bulundukları hapishanenin iktidarının salt belli noktalarda
uyarılarına maruz kalmalarıyla beraber daha çok- kendi yaşamları üzerinde söz söyleme
hakkını ellerinde bulundurmaları buna işaret etmektedir. Bazı insanlar bu hapishaneye bir
seçim dolayımında gelmiş olsalar da (Goreng’in ilk uyandığı kattaki kat arkadaşı Trimagasi
akıl hastanesiyle burası yani hapishane arasında tercih yapması istendiğinde burayı
seçtiğini söylemiştir) burayı seçmeleri görünürde bireysel bir tercih sonucudur.
İktidarın ona sahip olamayanlar üzerinde bir baskı aracı olmadığını, aksine gönüllülük
esasına dayalı olarak iktidara sahip olamayanların bedenleri ve yaşamsal pratikleri
bağlamında idame ettirildiği Foucault felsefesini oluşturan temel düşüncelerden birisidir.
[19]
Trimagasi’nin Goreng ile uyandıkları bir sonraki katta Goreng’i yatağa bağlaması ve bu
vaziyette uyanan Goreng ile olan konuşmaları neticesinde Trimagasi’nin sağkalım gayesiyle
Goreng’i bağlamış olduğu anlaşılmıştır.[20] Bu da hapishanede insan-dışı koşullarda
yaşamsal pratiklerini idame ettirmek zorunda kalan mahkûmların, iktidarın bedenleri ve
zihinleri üzerinde uyguladığı görünmez tahakkümü ve yönetimsel edimleri bizzat
deneyimledikleri gerçeğini açığa çıkartan bir sahnedir. Goreng’in Trimagasi’nin bu davranışı
karşısında; olacaklardan yönetimin ve sistemin değil Trimagasi’nin bizzat kendisinin
sorumlu olacağını belirtmesi, bireysel edimlere sirayet eden iktidar tahakkümünü deşifre
etmektedir. Bu noktada Trimagasi’nin kendisinin; özelde içinde bulunduğu hapishane
yönetiminin sistemini, genel anlamda ise bedeni ve zihni üzerinde tahakküm kuran iktidar
sarmalını devam ettirerek özgül olarak Goreng’in bedeni, düşünceleri ve yaşama hakkı
üzerinde somutlaşan bir iktidarı inşa ettiği görülmektedir.
Filmin sonuna doğru Foucault düşüncesinin alternatif muhalif pratikler ile direniş pratikleri
arasına çizdiği sınır kendini daha çok belli etmektedir. Foucault’ya göre, var olan iktidar
düzeneklerine alternatif önerilmesi yine aynı iktidarın çelişkilerini kendi içinde
barındıracaktır.[21] Bu nedenden ötürü muhalefet yerine direnişi ön plana çıkartmak
gerekmektedir.[22] Bu noktada; direniş ile alternatif muhalif pratikler arasında yaratılan
ayrımın, filmin sonunda mesajın 0’ıncı kata gönderilmesinin sonuçsuz bırakılması
konusunda bizlere fikir vereceğini düşünebiliriz. Filmde; Goreng ile Imoguiri ve Baharat’ın
hapishanedeki sağkalım mücadelesinde sistemi sorgulamak ve yıkıp yeniden inşa etmek
yerine alternatif bir sağkalım pratiğini devreye sokmaları[23], sistemin kendisine yönelik
sitemlerin değil sistem içinde daha insanca yaşama koşullarının nasıl yaratılabileceğine
yönelik bir çabanın yansımasından ibarettir.
Bununla birlikte; direniş ile devrim arasındaki boşluğa işaret eden Foucault düşüncesi,
filmin son sahnelerinin ele alınışı açısından son noktayı koyarken aynı zamanda yeni soru
işaretlerine de kapı aralamaktadır. Foucault bu konuda, “⁸ demektedir. Film bazında bu
düşünceler değerlendirilirse de açıkça görülecek olan özgül bazı noktalar mevcuttur. İlkin
Goreng ile Imoguiri sonrasında ise Goreng ile Baharat platformda sunulan besin
maddelerinin adil dağılımı konusunda mücadele vermişlerdir. Sonrasında da Goreng ile
Baharat, hapishane koşullarında sağkalımı her mahkûm açısından eşitleyecek taleplerini
0’ıncı kata iletmek amacıyla hapishanenin son katına kadar inerek mesajı platforma
yerleştirmişlerdir.
Sonuç
The Platform, izleyici ile buluştuğu günden bu yana sembolik aktarımlarının gerçeklik payı
olması noktasında birçok sinema izleyicisinin ve eleştirmeninin dikkatlerini çekmiştir. Bu
yazıda; filmde temel olarak kapitalist tüketim toplumu, neo-liberal dünya düzeni, sosyal
tabakalaşma ve sosyal sınıfların yarattığı ayrımcılık ile ayrıcalıklar, gözetim toplumu ve son
olarak da disipline edici iktidar pratikleri bağlamında çeşitli irdelemelerin yapıldığı öne
sürülerek birtakım analizler yapılmıştır. Yapılan analizlerin birçoğu filmin metaforlar
üzerinden inşa ettiği sembolizmin geniş olmasının tanıdığı serbestlikten kaynağını alarak
ufuk açıcı yorumlamalara ve eleştirilere kapı aralayacaktır.
Filmin başında, başrol oyuncumuz Goreng ile tanışıyoruz. Goreng safiyane bir biçimde
zihnini dinlendirmek ve kendini bulmak için buraya gelmiş gibi gözüküyor ancak kendini bir
savaşın ortasında buluyor. İnsanların en savunmasız anlarında bile ırkçılık, aç gözlülük ve
bencillik dürtülerini bastıramadığını, bu dürtülerin açlık ve yaşama isteğiyle beslenerek
has kötülüğe dönüşmesini izliyoruz.
Kendi dünyamızda da böyle değil mi? Herkesin derdi kendine büyük, herkesin hayatına
kendine özel... Peki ya perspektifimizi başkaların hayatlarına çevirsek? Bakmak değil,
görmekten bahsetsek ve bunu yapsak? Kendi dünyamız için adaleti sağlamanın bir yolu budur
belki de.
Başrolümüz durumu fark ediyor ve bir çözüm arıyor. Sıfırıncı kata yani platformun sonuna
ulaşabilmeyi ve en altta kadar yemek indirmeyi amaçlıyor. 666 kişi arasında bunu başarabilir
mi? Hayır. Baştan beri Goreng'in yemekleri eşit dağıtma misyonu işe yaramıyor ve başka bir
çözüm arıyor.
Açılış sahnesinde neredeyse her ırktan insanın bir arada çalıştığı kalabalık bir aşçı
ordusunun telaşlı adımlarla arşınladığı, leziz yemek çeşitleriyle kaplı büyük bir
mutfak görüntüsü karşılıyor seyirciyi. Dehşetin en üst basamağında yükselen bu
şatafatlı ve vurdumduymaz telaş, delik olarak adlandırılan hapishanenin kuytu
köşelerinde yankılanan acı çığlıkları tüm varlığıyla bastırıyor ve titizlikle çalışan
aşçılar, ayakları altında yaşanan felaketi örtbas etmek istercesine adımlarını giderek
daha hızlı; daha mekanik şekilde atmaya başlıyorlar. Hazırlık en tepede tüm
görkemiyle devam ederken, gözlerimizi karanlık, oldukça sade ve basık dizaynı ile
klostrofobik dürtülerimizi harekete geçiren bir hapishane hücresine açıyor ve film
boyunca bizlere eşlik edecek olan kahramanımız Goreng’in (Ivan Massague) yaşlı
hücre arkadaşı Trimagasi’ye (Zorion Eguileor) yönelttiği soruyu duyuyoruz: “Ne
yiyeceğiz?”
Nasıl bir yere düştüğü konusunda hiçbir fikri olmayan yeni hücre arkadaşının
şaşkınlığını alaycı bakışlarla süzen Trimagasi, adeta yaşanacak olayların özeti
niteliğindeki cevabını vermekte gecikmiyor: “Belli ki yukarıdakilerin artıklarını…”
Goreng, kendisini tam karşısında duran yaşlı arkadaşıyla ayıran, hücrenin
merkezine açılmış kare şeklindeki büyük deliği fark ettiğinde, Trimagasi’nin alaycı
cevabı büyük bir anlam kazanmış oluyor; zira açılan boşluğun hem üst hem alt
tarafında birbirini takip eden sayısız nizami delik ve her delikte sessiz bakışlarla
volta atan mahkûmların dolaştığını görüyoruz. Bu noktada delik olarak adlandırılan
ve dikey öz yönetim merkezi şeklinde nitelendirilen distopik hapishanenin fiziksel
tasarımının taşıdığı toplumsal anlamı irdelemekte fayda var. İngiliz filozof Jeremy
Bentham’ın 1785 yılında tasarladığı ve temel yapılış amacının gözetlemek olarak
sunulduğu hapishane inşa modeli Panoptikon, birkaç kattan ve tek odalı
hücrelerden oluşan halka şeklindeki bir yapıdır. Bentham’ın “Bir üst aklın, gücü
elde etmesinin yeni bir modeli” şeklinde ifade ettiği Panoptikon, çok sayıda insanın
bir arada yaşamak durumunda olduğu topluluklarda çıkması muhtemel kargaşa ve
dağınıklığın önüne geçmek, bireylerin üst otorite tarafından daima
gözetlendiklerinin farkında olmaları sayesinde kendi otokontrol mekanizmalarını
sağlamaları amacıyla sunulmuş parlak bir projeydi.
The Platform’da alt sınıf Imaguiri’nin inandığı gibi vicdana gelerek (!) spontane bir
dayanışma zinciri başlatmıyor ancak görünen o ki; filmde bir kahraman olarak
mitleştirilmeye çalışılan Goreng ve yoldaşı heyecanlı Baharat’ın oluşturduğu iki
kişilik dev kadro da, örgütlenmenin özüne tamamen ters olarak almaya çalıştıkları
zoraki aksiyon ile alt sınıfın aklını çelmeyi başaramıyor ve yaptıkları tüm planlar
suya düşüyor.
Burada iktisadi ve toplumsal düşüncenin özünde yatan çarpıtılmamış gerçeğin ne
olduğunu iyi kavramak çok daha büyük önem kazanmış oluyor. Marx’a göre insan,
kendisini, kendi çalışmasıyla yaratır ve tüm dünya tarihi insan çalışmasıyla,
insanın yaratılmasından ibarettir.(1) Bu noktada devreye eylem felsefesi olarak
adlandırılan praxis girer. Praxis, insana, eylemi ile kurtuluş yolunu göstermek
iddiasındadır. (2) Marksizme göre kapitalizm insanlık tarihinin gelebileceği en son
noktadır ve karşıt tezlerin doruğunda ortaya çıkacak olan sentez durumu sınıf
ayrımını da ortadan kaldıracaktır. Praxis kavramı, alt sınıfın kendi gücünün farkına
varmasıyla doğrudan ilintilidir; zira insanlığın senteze ulaşmak için ışıklar
içerisinden süzülüp gelen bir kurtarıcıya, bir peygambere ihtiyacı yoktur.
The Platform’da ise Goreng, gerek yanında getirdiği ve filmin pek çok sahnesinde
içinden pasajlar okuduğu kitabı Don Kişot’un başkahramanı ile delilik noktasında
yaşadığı özdeşleşme gerekse ölen mahkûmların hayaletleri tarafından, ebedi
kurtuluşu getirecek bir mesih olarak nitelendirilmeye çalışılmasıyla birlikte belli ki
insanlığın başına felaketi getiren Deliği etkisiz hâle getirmesi için bir umut ışığı
olarak görülüyor. Goreng de tıpkı bir peygamber gibi gaipten sesler duyuyor ve
rüyâlarında kendisine insanlığın kurtarıcısı olduğu haberi müjdeleniyor. Filmde
kapitalist piramit böylelikle en tepesinden en altına kadar bütünüyle alaşağı edilmiş
oluyor ve gerçekte piramidin üst basamaklarında yer alarak kapitalist dinamiğin
işlemesine tüm varlığıyla destek olan “ruhban sınıfı”nın yol göstericisi bir
peygamber, evlere şenlik bir şekilde alt sınıfın kanaat önderi olarak
konumlandırılıyor. Yönetmen, filmin gidişatına yakışır bir sona imza atarak,
platformda en alt kata inmeyi başaran ve katlardan birinde buldukları küçük bir kız
çocuğunu yönetime ‘’mesaj’’ olarak göndermeye karar veren Goreng’in dâhiyane
misyonunu tamamladığını öncülüyor ve film platformun üzerinde, yemek
artıklarından geriye kalan boş tabaklar arasında yatarak tüm hızıyla en tepeye
ulaşmaya çalışan Asyalı bir kız çocuğunun masum bakışları arasında son buluyor.
Sistem kendi suni kurtarıcılarını yaratarak kitleleri ebedi kurtuluş hayaliyle
oyalamaya devam ederken, Platform, katlar arasında durmaksızın yolculuğunu
sürdürmeye ve kendi elleriyle yarattığı düşenler sınıfını karanlık bir deliğe
hapsetmeye devam ediyor.
Ayrıca, dikkat çekmek istediğim bir ayrı nokta ise şu; insanların davranışları değişmiyor.
Yani, aşağı katlardan gelen, o açlığı, yokluğu tatmış bir insan yukarı kata çıkınca asla
düşünmüyor. Önüne konanı aşağıyı düşünmeden yiyor. Buradan da ayrıca bir toplumsal
çıkarım yapılabileceğini düşünüyorum. Belki, alttan yukarı çıkanlar aşağıdakileri düşünseler,
bir parça ekmek bıraksalar, bile bir değişim sağlanabilir.
Ek olarak, kapakta PLATFORM yazısının yukarıdan aşağı yazılması da bir tesadüf değil. Bu
şekilde aslında filmin konusunun bir parçası olan binanın içindeki yukarıdan aşağı gidilmeyi
temsil ediyor. Bu noktadan bile çıkarılabilecek şey; aslında bu filmin bir ayrıntı filmi
olmasıdır. Ki bence, bu tarz filmler her izleyişte izleyiciye ayrı bir zevk verir!
“ama panna cotta’yı kız yemişti? kızı mesaj olarak göndermemişler miydi?” diyorsanız
filmin son kısımlarının hayalden ibaret olduğunu anlamamışsınız.
miharu’nun kızı sandığımız kişi aslında yok, sadece bir hayalden ibaret. delik’e girecekleri
içeri almakla sorumlu olan kadın ımoguiri’nin dediğini hatırlarsanız miharu delik’e tek
başına gelmişti. yalnızdı, zaten 16 yaşından küçük kimse de giremiyordu. miharu, goreng’in
hayatını kurtarmıştı ama goreng onu kurtaramadı, ölümüne engel olamadı. bundan dolayı
pişmanlık duydu ve onun deli olmadığına, gerçekten kızını arayan masum biri olduğuna
inanmak istedi. bundan dolayı hayalinde çocuğun gerçek olduğuna inandı. bunu goreng’in
rüyasında miharu ile seviştiğini gördüğünden dolayı ondan hoşlandığı ve bu yüzden deli
olduğuna inanmak istemediği ile de açıklayabiliriz. filmin son kısımları büyük ölçüde
goreng’in hayalinden ibaret.
Filmin ciddi dini göndermeleri olduğundan bahsetmiştik bu konuya değinelim. En üst kattaki
yani sıfırıncı kattaki aşçıları ve onların başındaki şefi hatırlarsınız. Buradaki beyaz giymiş ve
harıl harıl çalışan aşçılar aslında melekleri ve onların yöneten şef de Tanrıyı temsil ediyor.
Dizini bir diğer dini göndermelerinden biri ise platforma her katı ziyaret ederek kızını
bulmaya çalışan bir anne var hatırlarsınız. Bu anne hapishanede küçük bir kızı olduğunu ve
onu aradığını söylüyor ancak hapishane yönetimi 16 yaşından küçük çocukları kesinlikle
hapishaneye almadığını açıkça belirttiği için kimse bu kadına inanmıyor ve onun deli
olduğunu düşünüyorlar.
Bu kadının da Meryem Ana’ya gönderme olduğu ortada. Çünkü filmde bu kadının ne çocuğu,
ne kocası ne bir ailesi olduğundan bahsediliyor ancak filmin sonunda görüyoruz ki kadının
gerçekten de hapishanede yaşayan bir kız çocuğu var. Filmin sonunda tıpkı Hz. İsa’nın göğe
yükselişi gibi küçük kızında platformun en altından en üstüne yani sıfırıncı kata doğru
yükseldiğini görüyoruz yani buradaki kız çocuğunun da Hz. İsa’yı temsil ettiğini
söyleyebiliriz.
The Platform inceleme yazımıza tam gaz devam edelim. Oda arkadaşı ile birlikte en aşağı
katlara inerlerken tekerlekli sandalyeli bir adamla karşılaşıyorlar hatırlarsınız. O adam bu işi
iyi niyet ve güzellikle yapmalarını onlara söylüyor. Tıpkı dinleri yaymaya çalışan
peygamberler gibi. Adamın kahramanımıza hapishane yönetimine bir mesaj verilmesi
gerektiğini ve bu mesajında panna cotta tatlısı olması gerektiğini söylediği sahneyi
hatırlarsınız. Panna cotta tatlısı demin belirttiğimiz gibi kutsal kitapları ve aslında bu kitaplar
aracılığıyla Tanrı’nın verdiği mesajları temsil ediyor. Kahramanımızda hapishane yönetimine
mesaj verebilmek için yani platformun en altındaki mahkumlara da yiyecek götürebilmek için
bu tatlıya gözü gibi bakıyor.
Katlar
Katların birden çok anlamı bulunuyor. En başta bu katlar hem en genel anlamda
insanların hayat yolculuğunu ve yaşam sürelerini hem de normal bir insanın hayatta
kaldığı süreyi simgeliyor. İkinci olarak bu katlar aynı zamanda insanların
bulundukları sınıfsal-ekonomik durumlarını hem de zihinsel konumlarını
simgeliyor. İnsanlar hayat boyunca düşünsel olarak aynı çizgide duramazlar. Hata
da yaparız, gurur duyacağımız işler de… Pişmanlık da yaşarız; şimdi olsa aynısını
yapardım dediğimiz duygusal durumları da… Bununla birlikte harika bir işimiz
varken iflas da edebiliriz. Aynen katlar arasındaki değişim gibi bazen üst seviyelere
çıkarız ama bazen de en altlara kadar inebiliriz.
Katların bende oluşturduğu bir diğer çağrışımı da şu: Yaşam boyunca herkes bir
öğrencidir. Bunun aksini iddia eden kişi zaten “Ben her şeyi bilirim” demek
istiyordur ve onun zihinsel ölümü zaten gerçekleşmiştir. Filmdeki karakterimiz her
katta yeni bir şey öğreniyor zaten.
Hatırlarsanız yaşlı adam Trimagasi filmin başlarında ismini soran Goreng’e bir
belirsizlikten söz ediyor. “Burada uzun süre kalacağız ya da kim bilir?” diyor. İşte
bu belirsizlik gerçek hayattaki ölümün zamansızlığına bir işaret. Hayat yolculuğu
hiç ummadığınız bir anda gözümüzü açacağımız bir katta son bulabilir. Şu günlerde
yaşanan Corona virüsü ve bence yakın zaman ortaya çıkacak başka ölümcül
virüsler bize bu gerçeği bir kez daha hatırlatmıyor mu zaten?